text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Hakkındaki İlk Soruşturmaya ve 28/12/2016 Tarihinde Uygulanan Tutuklama Tedbirine İlişkin Süreç Başvurucu 12/6/2011 tarihinde Van'dan bağımsız olarak milletvekili seçilmiştir. Başvurucunun 7/6/2015 tarihinde yapılan Dönem Milletvekili Seçimi'ne kadar devam eden milletvekilliği bu tarihte sona ermiştir. Başvurucu, PKK/KCK ile bağlantısı olduğu suçlamasıyla hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında 26/12/2016 tarihinde Diyarbakır'da yakalanarak gözaltına alınmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı "kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu... suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi" gerekçesiyle başvurucuyu tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/12/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 11/1/2017 tarihli iddianamesiyle, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan başvurucunun cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkındaki dava Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiş, 27/1/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiş ve E.2017/98 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. 1/2/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Aynı tarihte yapılan inceleme sonucunda Mahkeme, başvurucuya yüklenen örgüt yöneticiliği suçunun Ankara'da işlendiği gerekçesiyle davanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesi gerektiğinden bahisle yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararı ile Ankara Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilen dosya hakkında, yetkili mahkemenin Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi olduğu gerekçesiyle karşı yetkisizlik kararı verilerek yetki uyuşmazlığının giderilmesi için dava dosyası Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 11/4/2017 tarihli ilamıyla yetkili mahkemenin Ankara Ağır Ceza Mahkemesi olduğuna kesin olarak karar verilmiştir. Bu karar sonrasında dava dosyası yeniden Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gelmiş, E.2017/180 sayılı sıraya kaydı yapılmış ve bu dosya üzerinden yargılamaya devam edilmiştir. 26/4/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 16/3/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, verilen hükme karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 17/7/2018 tarihli kararıyla istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. İstinaf başvurusunun reddi üzerine başvurucu, temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 2/12/2019 tarihli kararıyla hükmü onamış ve başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı aynı tarihte kesinleşmiştir.B. Somut Başvuruya Konu İkinci Soruşturmaya ve 12/10/2020 Tarihli Tutuklama Tedbirine İlişkin Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 6/10/2014-7/10/2014 tarihlerinde başlayıp sonraki günlerde birçok şehre yayılan ve çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği veya yaralandığı şiddet olayları (Selahattin Demirtaş [GK], B. No: 2016/25189, 21/12/2017, §§ 24-30) dolayısıyla 9/10/2014 tarihinde bir (2014/146757 sayılı) soruşturma başlatılmıştır. Soruşturmanın devamında Başsavcılık 12/10/2020 tarihinde -Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/180 sayılı dosyasında verilen 10 yıl hapis cezasının infazı kapsamında Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü bulunan- başvurucuyu devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürmeye teşebbüs, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak yol kesmek suretiyle suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla gece vakti silahla birden fazla kişi ile yağma suçlarından tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) aynı tarihte başvurucunun atılı suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...6-8 Ekim 2014 tarihlerinde Türkiye'nin farklı şehirlerinde aynı anda koordine içerisinde uzun namlulu silahlar, patlayıcı maddeler, taş ve sopalar kullanılarak, barikat kurmak suretiyle yollar kesilerek kişilerin ölümüne, yaralanmasına, kamunun ve özel kişilerin mallarının zarar görmesine sebebiyet veren şiddet olaylarının PKK terör örgütü ve onun yurt dışı yapılanmasıyla işbirliği halinde koordine edildiği, Kobani'de belli bir etnik sınıfın mücadelesinin ön plana çıkarılarak ülkemizde gerçekleştirilecek hareket ve eylemler için kamuoyunda cesaret yaratılmaya çalışıldığı, HDP, DBP, HDK ve DTK eş başkanları, temsilcileri ve milletvekilleri tarafından bu kapsamda açıklamalar ve çağrılar yapıldığı hususunda dosya kapsamında tespitler ve medya paylaşım tutanakları bulunduğu, şüpheli [S.T.'nin] söz konusu olayların gerçekleştiği tarihte HDK(Halkların Demokratik Kongresi) sözde eş başkanı olarak görevli olduğu, kendisinin söz konusu kongrenin karar alma ve idare süreçlerindeki görevi sebebiyle gerçekleştirilen faaliyetlerden haberdar olduğunu kabulü gerektiği, panel ve haberlerde yapılan açıklamalar ve çağrılar, diğer yandan diğer şüpheli Aysel TUĞLUK'un yapılan açıklamalar ile paylaşılan sosyal medya içeriklerinin birbirine koşut olması ve bu hesaplar yönünden kamuoyuna yönelik bir yalanlamada bulunulmaması karşısında hesabın başka kişilerce ele geçirildiği şeklindeki savunmasına itibar edilmediği, taraf beyanları, teşhis tutanakları, olay görüntülerini içeren tutanaklar, dijital inceleme tutanakları, arama ve el koyma tutanakları, örgütsel irtibata ilişkin e-mail içerikleri birlikte değerlendirildiğinde şüpheliler [S.T.] ve Aysel TUĞLUK'un üzerlerine atılı devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürmeye teşebbüs, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, yol kesmek suretiyle suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla gece vakti silahla birden fazla kişi ile yağma suçlarını işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, başka suçlardan tutuklu ve hükümlü bulunan şüphelilerin salıverilmeleri halinde dosya kapsamında ifadelerine başvurulan tarafların beyanlarına etki edilmesi ihtimalinin varlığı, atılı suçlar için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, oluşa uygun verilecek ceza miktarı ile ülkemizin güney sınırlarında gerçekleşen olaylar sebebiyle sınırlar arası geçişinin kolaylıkla sağlanabilmesi karşısında yine tutuklu ve hükümlü bulundukları dosyalardan salıverildikleri takdirde kaçma şüphelerinin olduğu, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı ve tutuklama tedbirinin ise ölçülülük ilkesine uygun olduğu kanaatiyle CMK’nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suçlar ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK'nun 101 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi.]" Başvurucu 17/10/2020 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 21/10/2020 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 22/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başsavcılığın -başvurucuyla birlikte 108 şüpheli ve 676 müşteki/mağdurun yer aldığı- 30/12/2020 tarihli iddianamesi ile başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla öldürme ve öldürmeye teşebbüs etme, kasten yaralama, kamu malına zarar verme, hırsızlık, birden fazla kişi ile birlikte gece vaktinde suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla yağma, devletin egemenlik alametlerini aşağılama, çalışma hürriyetini ihlal etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 7/1/2021 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2021/6 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu hakkındaki dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesi önünde derdesttir. Öte yandan Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 11/2/2021 tarihli yazısında; başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/180 sayılı dosyasında verilen 10 yıl hapis cezasının infazına devam edildiği, somut başvuruya konu olan ve Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından verilen 12/10/2020 tarihli tutuklama kararının ise henüz infaz edilmediği belirtilmiştir. İlgili hukuk için ayrıca bkz. Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 64-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35100
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamudaki görevinden çıkarılan hukukçunun baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konu ve kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/4703 numaralı başvuru dosyasının 2018/17932 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/17932 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Olağanüstü Hâl Sürecinde Uygulanan Tedbirler Ülkemizin 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmasına ilişkin süreç, bu teşebbüsün arkasında uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen terör örgütüne ilişkin bilgiler, Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararları, darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) süreci ve bu süreçte uygulanan tedbirler Anayasa Mahkemesininönceki kararlarında detaylı şekilde yer almaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-66; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10; ayrıca bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararı). OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasına da karar verilmiş, bu konuda genel ve soyut normlar ihdas edilmiştir. Örneğin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı OHAL KHK'sı) maddesinde, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY'ye aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verileceği hüküm altına alınmıştır (Kamu görevinden çıkarma tedbirlerine ilişkin detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Yine 667 sayılı OHAL KHK'sının maddesinde, kamu görevinden çıkarılanların, uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan ve üyeliği, müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacakları ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS, Sözleşme); Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50).B. Başvurucunun Baro Levhasına Yazılma Talebine İlişkin Süreç Başvurucu, 2008 yılında hukuk fakültesini bitirmiş, hâkim ve savcı adayı olarak kamudaki görevine başlamıştır. Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Genel Kurulunun 17/3/2017 tarihli kararıyla, 15 Temmuz darbe teşebbüsünün gerçekleştiği tarihte hâkim olarak görev yapan başvurucunun millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY ile aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olduğu değerlendirilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan yeniden inceleme talebi de aynı Makamın 4/5/2017 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Hâkimlik ve savcılık mesleğinden ihraç edilmesinin ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle Kütahya Barosuna (Baro) başvurmuştur. Başvurucunun talebi, 667 sayılı OHAL KHK'sı gereğince başvurucunun bir daha kamu hizmeti yapamayacağı gerekçesiyle Baro Yönetim Kurulunun 30/6/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, avukatlığa engel bir hâlinin bulunmadığını ileri sürerek anılan ret işlemine karşı Türkiye Barolar Birliğine (TBB) itiraz etmiş ve Baro Yönetim Kurulunca verilen hukuka aykırı kararın kaldırılmasını talep etmiştir. TBB Yönetim Kurulu, avukatlığın kamu görevi olmadığı ve başvurucunun baro levhasına yazılmasının istihdam olarak nitelendirilemeyeceği gerekçeleriyle 4/11/2017 tarihinde itirazın kabulüne ve Baro Yönetim Kurulunun 30/6/2017 tarihli kararının kaldırılmasına karar vermiştir. TBB tarafından verilen karar, Bakanlık tarafından yerinde görülmeyerek bir daha görüşülmek üzere 11/10/2017 tarihinde TBB'ye geri gönderilmiştir. Geri gönderme kararının gerekçesinde;i. HSK tarafından meslekten çıkarılan başvuru hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'ye üye olma suçu kapsamında soruşturma başlatıldığı ve HSK'da şikâyet dosyasının bulunduğu belirtilmiştir.ii. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinde avukatlığa engel olan suç tiplerinin sayıldığı, aynı düzenlemeye göre söz konusu suçlardan kovuşturma altına olanların avukatlığa alınma isteklerinin kovuşturma sonuna kadar bekletilmesi gerektiği, bu kapsamdaki avukatlığa engel hâli bulunan başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar verilmesinin yerinde görülmediği ifade edilmiştir.iii. Ayrıca 1136 sayılı Kanun'un maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, yine anılan Kanun'un , ve maddelerinin de bu kapsamda hükümler içerdiği, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde de avukatların yargı görevi yapan kişilerden sayıldığı vurgulanmıştır. iv. Kamu hizmetinin idare hukuku esaslarına göre çalıştırılan ve kamu görevlisi olarak adlandırılan kişilerce yapılmasının zorunlu olmadığı, kamu hizmetinin bir kısmının kamu görevlisi olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan ancak işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce de yerine getirildiği ifade edilmiştir. v. Avukatların verdikleri hizmetlerin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği, adalet, yargı, hukuk işlerinin kamu hizmetinin en yoğun ve kamu kavramının anlam olarak en önde gelen alanlarından olduğu belirtilmiştir. Kararda; 667 sayılı OHAL KHK'sı ile başvurucu hakkında alınan tedbirin, avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususlarının gözardı edilmemesi ve idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışamamak şeklinde dar yorumlanmaması gerektiği vurgulanmıştır. Böylesi dar bir yorumun OHAL KHK'sının amacıyla bağdaşmadığı ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı ileri sürülmüş ve söz konusu tedbirin ilgilinin bir daha kamu hizmetinde çalışamamasını da içerdiği ifade edilmiştir.vi. Ayrıca OHAL KHK'sı ile alınan tedbirin yalnızca idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulmasının memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı ve hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması açısından yaşamsal bir öneme sahip yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği belirtilmiştir. TBB Yönetim Kurulu, 4/11/2017 tarihli kararıyla, önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabulüne karar vermiştir. Israr kararının gerekçesinde; başvurucunun Başsavcılık tarafından soruşturulduğu, henüz soruşturma kapsamında olan bir suç nedeniyle 1136 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanamayacağı ve Bakanlığın geri gönderme kararının usule ve yasaya uygun olmadığı ifade edilmiştir. Kararın kesinleşmesi üzerine 13/12/2017 tarihinde ant içen başvurucunun ismi baro levhasına yazılmıştır. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yazılmasına ilişkin TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen karara karşı 30/11/2017 tarihinde iptal davası açmıştır. Yürütmenin durdurulması talebini de içeren ve Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kayda alınan dava dilekçesinde;i. Başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçu kapsamında Başsavcılık tarafından soruşturma yürütüldüğü ve HSK'da şikâyet dosyasının bulunduğu belirtilerek bu durumun 1136 sayılı Kanun'un maddesi gereğince avukatlığa engel hâl oluşturduğu iddia edilmiştir.ii. Terör eylemlerinin türüne ve niteliklerine ilişkin 12/4/1991 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında açıklamalarda bulunulmuştur. Ayrıca MGK tarafından 26/2/2014-26/5/2016 tarihleri arasında gerçekleştirilen toplantılarda FETÖ/PDY'nin, millî güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, Devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, yasa dışı ekonomik boyutu bulunan ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapıldığı ve bu terör örgütü ile tüm kurum ve birimlerin birlikte etkin bir şekilde mücadele edilmesine dair kararların alındığı hatırlatılmıştır. iii. Devlet organlarına sızan FETÖ/PDY bağlantılı kişilerin sadece demokratik hukuk düzenine tehdit oluşturmakla kalmadıkları, 15/7/2016 tarihinde darbe teşebbüsünde bulunmak suretiyle de millî güvenliğe karşı fiilen büyük bir tehdit oluşturdukları ifade edilmiştir. Bu nedenle darbe teşebbüsünün akabinde Devlet kurumlarının FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı veya mensubiyeti değerlendirilen kişilerden hızlı bir şekilde arındırılabilmesi amacıyla OHAL KHK'larının çıkarıldığı belirtilmiştir.iv. Bu kapsamda yürürlüğe giren 667 sayılı OHAL KHK'sının maddesinin (2) numaralı fıkrasında, OHAL KHK'sı ile meslekten veya kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Söz konusu meslekten veya kamu görevinden çıkarma tedbirinin, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir mahiyetinde olduğu ifade edilmiştir.v. Yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin hukuki sorunların ve anlaşmazlıkların adalete ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesi, hukuk kurallarının tam olarak uygulanması, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması ve hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması bakımından yaşamsal bir öneme ve değere sahip olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda hukuk kurallarının tam olarak uygulanması konusunda yargı organlarına, yetkili kurul ve kurumlara yardımda bulunmanın bağımsız savunmayı serbestçe temsil eden avukatlığın amaçlarından biri olduğu ileri sürülmüştür.vi. 1136 sayılı Kanun'un maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, yine anılan Kanun'un maddesinde yer alan düzenlemenin avukatlığın kamu hizmeti niteliğinde olması esasına dayandığı ifade edilmiştir. Yine Kanun'un ve maddelerinin mesleğin kamu hizmeti niteliğinde olduğunun bir göstergesi olduğu, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin bu durumu teyit ettiği iddia edilmiştir.vii. Kamu hizmetinin bir kısmının idare tarafından idare hukuku esaslarına göre çalıştırılan ve kamu görevlisi olarak adlandırılan kişilerce gerçekleştirildiği, diğer bir kısmının ise idare hukuku anlamında kamu görevlisi olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan ancak işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce yerine getirildiği ifade edilmiştir. Avukatların verdiği hizmetin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. viii. Anayasa Mahkemesinin 23/6/1989 tarihli bir kararına yer verilerek avukatlık mesleğinin kamu hizmeti ve serbest meslek olarak iki yönlü olduğunun kabul edildiği, adalet, yargı, hukuk işlerinin kamu hizmetinin en yoğun ve kamu kavramının anlam olarak en önde gelen alanı olduğu belirtilmiştir. 667 sayılı OHAL KHK'sı kapsamında meslekten veya kamu görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine ilişkin olarak alınan tedbirin avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususları gözardı edilerek yorumlanmaması gerektiği ifade edilmiştir. Söz konusu düzenlemenin idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışamamak şeklinde dar yorumlanmasının OHAL KHK'sının amacıyla bağdaşmayacağı ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı iddia edilmiştir.ix. Ayrıca, söz konusu tedbirin sadece idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulmasının memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı, hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması bakımından hayati önemi bulunan ve yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği vurgulanmıştır. Bu nedenlerle 667 sayılı OHAL KHK'sı ile kamu görevinden ihraç edilen başvurucunun avukat olarak baro levhasına yazılmasının yerinde olmadığı ve TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen ısrar kararında hukuki isabet bulunmadığı ileri sürülmüştür. Davalı TBB tarafından sunulan 25/1/2018 tarihli cevap dilekçesinde; başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabul edilmesine ilişkin verilen kararın ve bu yönde tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu ve davanın reddine karar verilmesi gerektiği iddia edilmiştir. Cevap dilekçesinde;i. Başvurucu hakkında bir ceza soruşturmasının bulunduğu ancak kovuşturma aşamasına geçildiğine dair herhangi bir bilgi veya belgenin bulunmadığı, bu nedenle 1136 sayılı Kanun'da düzenlenen koşulların oluşmadığı belirtilmiştir.ii. Kamu hukuku usulüne göre tasarrufta bulunan veya işlem yapanlarla bu işlemlerin yapılmasına kamu hukuku usulü çerçevesinde katkı sunan, bu kişilere faaliyetlerinde yardımda bulunanların kamu görevini ifa ettikleri, kamu hukuku usulüne göre tasarrufta bulunmayan veya işlem yapmayan ve bu faaliyetlere kamu hukuku usulü çerçevesinde yardımda bulunmayanların ise kamu hizmeti gördükleri belirtilmiştir. iii. Kamu görevi kavramı; yasama ve yargı faaliyetlerinin yanı sıra devletin olmazsa olmaz birincil amaçlarının gerçekleşmesi için devlete özgü, devletçe yapılması zorunlu, egemen gücün, yetkinin ve kamu hukuku kurallarına göre oluşturulan idarenin kullanılmasını ve örgütlenmesini yansıtan etkinlikler bütünlüğü olarak tanımlanmıştır. Kamu hizmeti kavramı ise devletin ikincil amaçlarını gerçekleştirmek için başkalarına da bırakabileceği etkinlikler şeklinde açıklanmıştır.iv. Serbest avukatlar gibi yaptıkları hizmetin kamu hizmeti olduğu yasalarca kabul edilenlerin kamu kesimindeki bir kuruluşta çalışmadıkları sürece kamu görevlisi olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. v. Sağlık Bakanlığı tarafından il sağlık müdürlüklerine 28/9/2016 tarihinde gönderilen yazıda, OHAL KHK'sı kapsamında kamu görevlerinden çıkarılan tabip, diş tabibi ve diğer sağlık meslek mensuplarının özel sağlık kuruluşlarında istihdam edilmelerine engel bir hâlin bulunmadığı yönünde Bakanlığın uygulamasına zıt bir görüş bildirildiği belirtilmiştir. vi. Ayrıca yürütmenin durdurulması için gerekli olan koşulların bulunmadığı ve bu yöndeki talebin reddine karar verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu dilekçe ile davalı TBB yanında davaya müdahale talebinde bulunmuştur. Mahkeme, 31/1/2018 tarihli kararıyla koşulları oluştuğu gerekçesiyle TBB tarafından tesis edilen işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Söz konusu kararın gerekçesinde;i. Başvurucunun 667 sayılı OHAL KHK'sına dayalı olarak kamu görevinden çıkarıldığı, başvurucu hakkında devam eden bir soruşturmanın bulunduğu, bu nedenlerle baro levhasına yazılma talebinin soruşturma sonucuna kadar bekletilmesinin kamu yararı ve hizmet gereklerine daha uygun olacağı, dolayısıyla tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir.ii. Ayrıca avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olması ve taşıdığı önem dikkate alındığında, dava konusu işlemin uygulanması hâlinde telafisi güç ya da imkânsız zararlar doğabileceğinin açık olduğu belirtilmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 5/4/2018 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karşı oy gerekçesinde, yürütmenin durdurulması kararının verilebilmesi için gerekli olan iki koşulun birlikte gerçekleşmediği ifade edilmiştir. Mahkeme, 4/5/2018 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 31/1/2018 tarihinde verilen yürütmenin durdurulması kararında yer alan gerekçeler tekrar edilmiştir. TBB ve başvurucu, söz konusu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi, 8/11/2018 tarihli kararıyla davalı TBB'nin istinaf talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde avukatlığın kamu hizmeti içeren serbest bir meslek olduğu, 667 sayılı OHAL KHK'sında yer alan düzenlemeler gereğince kamu görevinden çıkarılan kişilerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecekleri, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemeyecekleri, bu bağlamda kamu görevinden çıkarılan kişinin avukat olarak baro levhasına yazılmasına ve avukat unvanını kullanmasına imkân bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 16/9/2019 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu, yargılama devam ederken 4/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Hakkındaki Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında terör örgütü üyesi olma suçu kapsamında yürütülen soruşturmada, başvurucunun FETÖ/PDY ile ilgisini ve iltisakını ortaya koyacak bilgi, belge ve delilin bulunmadığı gerekçesiyle Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, Anayasa Mahkemesince ve idari yargı mercilerince verilen yargı kararları, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37- 667 sayılı OHAL KHK'sında yer alan düzenlemeler, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kanunlaşmıştır.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17932
Başvuru, kamudaki görevinden çıkarılan hukukçunun baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmazlar 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazların kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazların rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. İstanbul İdare Mahkemesi davanın kabulü ile tazminata hükmetmiştir. Karara itiraz üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi davanın reddine karar vermiştir. Kararda, başvurucuların uyuşmazlık konusu taşınmazı satış yoluyla edindikleri 28/4/2011 tarihi itibarıyla taşınmazlar için kısıtlılık durumunun mevcut olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda mülkiyet hakkının geçmişte belirli bir süre engellenmiş olması durumunun eski malikler açısından gerçekleşmiş olmasına rağmen daha sonraki bir tarihte satış işlemi sonucu taşınmazı edinen başvurucular açısından kısıtlılık hâlinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetin gerçekleşmediği belirtilmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 7/4/2016 tarihli karar düzeltme isteminin reddi kararıyla hüküm kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine 25/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10324
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesine dayanılarak isim tashihi talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/3/1978 tarihinde Viyana'da dünyaya gelmiştir. Başvurucunun ismi Türk nüfus kütüğüne Kağan Osman Karamanoğlu olarak kayıt edilmiştir. Başvurucunun Türkiye ve Avusturya vatandaşlığı mevcut iken çifte vatandaşlık imkânı ortadan kalktığı için başvurucu İçişleri Bakanlığının izin kararı ile Türk vatandaşlığından çıkmıştır. 29/5/2009 tarihli ve 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun maddesi gereğince mavi kart sahibi olan başvurucu, yalnızca Avusturya vatandaşıdır ve Avusturya'da yaşamaktadır. Başvurucu 17/6/2013 tarihinde; Avusturya resmî makamları tarafından verilen belgelerde yalnızca Kağan ön isminin bulunduğunu, Osman isminin kullanılmadığını, bu durumun resmî ve özel kurum ve kuruluşların kayıtlarında karışıklığa sebep olması nedeniyle özel ve iş hayatında zorluklar yaşadığını belirterek nüfus kayıtlarında Kağan Osman olarak geçen isminin Kağan olarak değiştirilmesi talebiyle İstanbul Sulh Hukuk Mahkemesine başvurmuştur. İstanbul Sulh Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 11/11/2014 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/10/2015 tarihli kararıyla bozulmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesinin karar gerekçesinde başvurucunun Avusturya vatandaşlığına geçmek suretiyle Türk vatandaşlığından çıkartıldığı ve kaydının kapatıldığı, kapalı kayıtlar üzerinde işlem yapılmasının 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun maddesine göre mümkün bulunmadığı belirtilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 28/1/2016 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/2/2017 tarihli kararıyla onanmıştır. Söz konusu karar başvurucuya 17/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Aslan Faruk Toprak, B. No: 2013/2957, 24/3/2016, §§ 17- Milletlerarası Ahvali Şahsiye Komisyonunca imzaya açılan, Türkiye tarafından 21/5/1975 tarihinde onaylanan ve 16/2/1977 tarihinde yürürlüğe giren 13/9/1973 tarihli ve 15226 sayılı Ad ve Soyadlarının Nüfus Kütüklerine Yazılış Şekline İlişkin Sözleşme’nin maddesi şöyledir:  “Âkit Taraflar makamlarınca nüfus kütüğüne düşürülen iki veya daha fazla kayıtta, aynı kimsenin, değişik ad veya soyadlarla gösterilmesi halinde, her Âkit Tarafın yetkili makamları, gerektiğinde farklılıkların giderilmesi için tedbirler alacaktır.Âkit Devlet makamları, bu amaçla aralarında doğrudan doğruya yazışabilirler.”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21063
Başvuru, nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesine dayanılarak isim tashihi talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/43313
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun defterinin idarece sakıncalı bulunarak muhafaza altına alınmasının özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. İnfaz Kurumunun yaptığı genel aramada başvurucunun iki adet defterine el konulmuştur. Başvurucunun beyanına göre defterlerin içeriği, başvurucunun günlük düşüncelerini ve ruh hâlini yansıtan yazıları ile şiir ve öykü denemelerinden oluşmaktadır. Başvurucu, defterlerinin kendisine iade edilmesini İnfaz Kurumundan talep etmiştir. İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 25/10/2016 tarihinde talebin reddi ile defterlerin başvurucunun tahliyesinde kendisine verilmek üzere Emanet Eşya Birimine teslim edilmesine karar vermiştir. Anılan kararda; Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasına (PDY) üye olma suçundan kalmakta olan mahpusların İnfaz Kurumunun kantininden temin ettikleri defterleri, amacı dışında kullandıkları vurgulanmıştır. Bu bağlamda defterlerin diğer koğuşlarda kalmakta olan aynı suçtan tutuklular ile pusula atarak haberleşmekte kullanıldığı, ayrıca defterlere bir kısım kişilerin ismine ve bu kişilerin vermiş oldukları ifadelere yer verilerek kişileri ifşa etmeye yönelik yazılar yazıldığı, bu durumun da güvenlik zafiyeti oluşturduğu belirtilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı Düzce İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) itiraz etmiştir. İnfaz Hâkimliği başvurucunun itirazını 9/12/2016 tarihli kararıyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; İnfaz Kurumunun kantininden temin edilen defterlerin amacı dışında diğer koğuşlarda kalmakta olan aynı suçtan tutuklular ile pusula atarak haberleşmekte kullanıldığı, ayrıca bir kısım kişilerin ismine ve bu kişilerin vermiş oldukları ifadelere yer verilerek kişileri ifşa etmeye yönelik yazılar yazıldığı, bu durumun da güvenlik zafiyeti oluşturduğu şeklindeki gerekçenin defterlerin incelenmesi sonucu usul ve yasaya uygun olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı ise Karabük Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 29/12/2016 tarihinde İnfaz Hâkimliği kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar 5/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir." 5275 sayılı Kanun'un "Arama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kurumlarda, odalar ve eklentilerinde, hükümlülerin üst ve eşyasında habersiz olarak her zaman arama yapılabilir. Her ay bir kez mutlaka arama yapılır.(2) Aramalar, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri veya kolluk kuvvetleriyle veya diğer kamu görevlilerince ortaklaşa gerçekleştirilebilir." 17/6/2005 tarihli 25848 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Ceza İnfaz Kurumunda Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in "Bulundurulabilecek hayvanlar ve diğer eşyalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Ceza infaz kurumu işyurdu yönetim kurulunca kantinde satışına karar verilen, bu Yönetmelikte sayılmayan ve kurum güvenliğini tehlikeye düşürmeyen eşyaların stok oluşturmayacak şekilde koğuş, oda ve eklentilerde bulundurulmasına izin verilebilir."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15646
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun defterinin idarece sakıncalı bulunarak muhafaza altına alınmasının özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, mahkûmiyetine karar veren Muğla Ağır Ceza Mahkemesinin bazı üyelerinin, başka bir mahkemece verilen görevsizlik kararının itiraz incelemesine katıldıklarını belirterek, tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu nedenle, mahkûmiyet kararının kaldırılmasını ve infazın durdurulmasını talep etmiştir. Başvuru, 21/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/10/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2015 tarihinde edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı tarafından 1/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 14/4/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını kargo yoluyla 16/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve dosyaya sunulan belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:Başvuruya Konu Yargılama Başvurucu ve diğer üç sanık hakkında karşılıklı yaralama suçundan dava açılmıştır. Bodrum Asliye Ceza Mahkemesi, 5/3/2007 tarihli ve E.2007/187, K.2007/32 sayılı kararıyla başvurucuya atılı eylemlerin sübutu halinde adam öldürmeye teşebbüs niteliğinde olacağı ve delillerin değerlendirilmesinin Muğla Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Muğla Ağır Ceza Mahkemesi, 2007/253 Değişik İş sayılı kararında, başvurucunun eyleminin adam öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturup oluşturmayacağının Ağır Ceza Mahkemesince değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiş ve başvurucunun itirazını reddetmiştir. Mahkeme heyetinde, başkan A.K. ile üyeler Ö. ve H.G. yer almaktadır. Davayı görmeye başlayan Muğla Ağır Ceza Mahkemesi, 12/4/2007 ile 11/1/2011 tarihleri arasında toplam 18 duruşma yapmıştır. Mahkeme heyetinin bir kısmında, başvurucunun görevsizlik kararına itirazını inceleyen heyette yer alan hâkim veya hâkimler de yer almıştır. Muğla Ağır Ceza Mahkemesi, 11/1/2011 tarihli ve E.2007/80, K.2011/7 sayılı kararıyla başvurucuyu, kasten yaralama suçundan toplamda 6 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir. Mahkeme, K.’nin de aralarında bulunduğu diğer sanıklar hakkında para cezasına hükmetmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesi, 24/12/2012 tarihli ve E.2012/3313, K.2012/9855 sayılı ilamıyla kararın başvuran ve diğer iki sanık hakkındaki kısmını onamıştır. K. yönünden ise İlk Derece Mahkemesi kararı bozulmuştur. Başvurucu nihai karardan 27/1/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmektedir. Bireysel başvuru, 21/2/2014 tarihinde yapılmıştır.Bağlantılı Yargılamalar Yargıtay bozması sonrası yargılamaya, Muğla Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/27 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. 18/4/2013 tarihinde yapılan ilk duruşmada Mahkeme, başvurucu müdafisinin istifa dilekçesi verdiğini belirtmiş ve sanık K’nin tekerrür hususunda ek savunmasını almıştır. 11/7/2013 ile 26/12/2013 tarihleri arasında yapılan dört duruşmaya başvurucu vekili Ş.B. mazeret bildirerek katılmamıştır. Başvurucu vekili, 11/7/2013 ve 8/10/2013 tarihli mazeret dilekçelerini UYAP üzerinden hazırlayarak göndermiştir. Muğla Ağır Ceza Mahkemesi 26/12/2013 tarihinde başvurucunun ve vekilinin bozmaya karşı beyanlarının alınmasından vazgeçmiş ve sanık K. hakkında yeniden hüküm kurmuştur. Diğer yandan, Bodrum Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/270 sayılı dosyasında, başvurucu ile sanık K. arasında ceza yargılamasına konu olaylarla bağlantılı bir hukuk davası görülmüştür. Başvurucu vekili Ş.B.’nin de hazır bulunduğu 7/6/2013 tarihli duruşmada, Yargıtay Ceza Dairesinin kısmi bozma ilamı gündeme gelmiş ve bozma sonrası yargılamanın bulunduğu aşamanın ilgili Mahkemesinden sorulmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2345
Başvurucu, mahkûmiyetine karar veren Muğla Ağır Ceza Mahkemesinin bazı üyelerinin, başka bir mahkemece verilen görevsizlik kararının itiraz incelemesine katıldıklarını belirterek, tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu nedenle, mahkûmiyet kararının kaldırılmasını ve infazın durdurulmasını talep etmiştir.
0
Başvuru; astsubay sınıf okulunda geçen sürenin emekliliğe esas alınması istemiyle açılan davanın içtihada aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu astsubay sınıf okulunda 18 yaşın altında geçen öğrenim süresinin fiilî hizmet süresine eklenmesi ve buna göre hesaplanacak emekli ikramiyesi ve emekli aylığı farklarının ödenmesi talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurmuştur. SGK istemi reddetmiştir. Başvurucu SGK işleminin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi davayı kabul ederek işlemi iptal etmiştir. Davalı idarenin istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi iptal kararının kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu, anılan sürenin fiilî hizmet süresinden sayılamayacağı yönünde içtihadı birleştirmiştir. İlgili hukuk için bkz. Ertan Yılmaz [GK], B. No: 2018/14445, 12/12/2019, §§ 19-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17671
Başvuru, astsubay sınıf okulunda geçen sürenin emekliliğe esas alınması istemiyle açılan davanın içtihada aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, üniversitede gastroenteroloji alanında öğretim üyesi olarak görev yapan başvurucunun mesai saatleri sonrası serbest meslek faaliyetinde bulunma isteğinin kabul edilmemesi üzerine bu işlemin iptali talebiyle açmış olduğu davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/68511
Başvuru, üniversitede gastroenteroloji alanında öğretim üyesi olarak görev yapan başvurucunun mesai saatleri sonrası serbest meslek faaliyetinde bulunma isteğinin kabul edilmemesi üzerine bu işlemin iptali talebiyle açmış olduğu davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu Ankara içme suyu üzerine hazırladığı raporlarla ilgili olarak basın yayın organlarında yer alan haberlerde geçen ifadelerde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanına hakaret edildiği iddiasıyla cezalandırıldığını, bu nedenle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 19/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde, belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından 31/3/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 1/4/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 30/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 11/6/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvurucu radyasyon onkolojisi uzmanıdır ve Tıp Kurumu Derneğinin genel Sekreterliğini yürütmektedir. 2008 yılı haziran ayında, kamuoyunda Ankara ilinin içme suyunda arsenik miktarına ilişkin bir tartışma başlamış ve başvurucu üyesi bulunduğu derneğin internet sitesinde başka bir uzman ile birlikte üç ayrı rapor düzenlemiştir. Söz konusu raporlarda yer alan bazı ifadelerin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanına hakaret niteliğinde olduğu iddiasıyla başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 20/5/2009 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 28/10/2010 tarihli kararı ile başvurucunun hakaret suçundan 080,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, söz konusu kararı temyiz etmiş, başvurucunun temyiz talebi Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 3/12/2010 tarihli ek kararı ile kararın itiraza tabi olduğundan bahisle reddedilmiş; dosya itiraz mercii olan Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, 6/12/2010 tarihli kararı ile itirazı reddetmiş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı kesinleşmiştir. Başvurucu, Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 3/12/2010 tarihli temyiz talebinin reddine dair ek kararını temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 5/3/2013 tarihli ilamı ile temyiz talebi reddedilmiştir. Başvurucu bir kez daha Ankara Asliye Ceza Mahkemesine itiraz dilekçesi vermiş; Mahkeme, 7/10/2013 tarihli kararında, itiraz konusu kararın daha önce Ağır Ceza Mahkemesince incelendiğini ve 6/12/2010 tarihinde kesinleştiğini belirterek itirazı reddetmiş ve dosyayı itiraz merciine göndermiştir. İtiraz mercii olan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, 9/10/2013 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesinin itirazın reddine dair gerekçesini yerinde bularak itirazı bir kez daha reddetmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin kararı 21/10/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 19/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (12) numaralı fıkrası şöyledir:“Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:“(2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir. (3) İtirazı incelemeye yetkili merciler aşağıda gösterilmiştir:…c) Asliye ceza mahkemesi hâkimi tarafından verilen kararlara yapılacak itirazların incelenmesi, yargı çevresinde bulundukları ağır ceza mahkemesine ve bu mahkeme ile başkanı tarafından verilen kararlar hakkındaki itirazların incelenmesi, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye; son numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine aittir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir. (2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir. (3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir.(4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8407
Başvurucu Ankara içme suyu üzerine hazırladığı raporlarla ilgili olarak basın yayın organlarında yer alan haberlerde geçen ifadelerde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanına hakaret edildiği iddiasıyla cezalandırıldığını, bu nedenle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvurucu, yargılandığı davada, ek oturum açılarak kendisinin katılmadığı oturumda müştekinin dinlenmesi, haksız yere tutuklanması ve delillerin eksik toplanması sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi nedenleriyle, Anayasa’nın ve maddelerinde belirtilen özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle, yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 10/6/2014 tarihinde Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP sisteminden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu irtikap suçundan Sincan Sulh Ceza Mahkemesinin 12/1/2010 tarih ve 2010/3 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında Sincan Cumhuriyet Başsavcılığının 14/1/2010 tarih ve E.2010/271 sayılı iddianamesi ile irtikap suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Başvurucu, yargılama sırasında Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2010 tarih ve 2010/661 İş sayılı kararıyla salıverilmiştir. Başvurucunun eyleminin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğunun kabulü ile Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 19/10/2010 tarih ve E.2010/41, K.2010/202 sayılı kararı ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve Cumhuriyet Savcısı tarafından anılan kararın temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 19/9/2011 tarih ve E.2011/3764, K.2011/20919 sayılı ilamı ile hüküm bozulmuştur. Bozmadan sonra yeniden yargılama yapan Mahkeme, 9/10/2012 tarih ve E.2011/277, K.2012/368 sayılı kararı ile başvurucunun görevi kötüye kullanma suçundan 5 ay hapis cezası cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şu şekildedir: “… D E L İ L L E R: Sanıkların savunmaları, müşteki beyanları, tanık beyanları, nüfus ve adli sicil kayıtları, adli emanet makbuzu, yakalama üst arama ve geçici muhafaza altına alma tutanağı, mahkememiz 19/10/2010 tarih 2010/41-202 esas ve karar sayılı ilamı, Yargıtay Ceza Dairesinin 19/09/2011 tarih 2011/3764-20919 esas ve karar sayılı bozma ilamı, raporlar, nüfus ve adli sicil kayıtları, diğer bilgi ve belgeler ile tüm dosya kapsamı.  DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: Sanık ve müşteki anlatımları ile tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde; sanıklardan Selçuk Demir'in [Başvurucu] Sincan İcra Dairesi'nde müdür yardımcısı, sanık H. S.’nin zabıt katibi, sanık K.’nin ise olay öncesinde 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4/C maddesine tabi sözleşmeli personel olduğu, 24/11/2009 tarihinde sözleşmesinin sona erdiği, ancak aynı dairede yeni sözleşmesi yapılıncaya kadar çalışmaya devam ettiği, müşteki O. K.’nin Ankara İcra Dairesi'nin 2005/5824 esas sayılı dosyasında borçlu olduğu, hakkında icra takibine geçildiği, bu nedenle menkul ve gayri menkul mallarına haciz konulması için Sincan İcra Dairesi'ne talimat yazıldığı, talimatın Sincan İcra Dairesinin 2005/2078 talimat numarasına kaydedildiği, 10/10/2005 tarihinde Sincan Tapu Sicil Müdürlüğü'ne müzekkere yazılarak müştekinin Sincan'da bulunan 1167 Ada 36 Parsel sayılı taşınmazına haciz konulduğu, bu talimat dosyasından dolayı müştekinin zaman zaman evrakını takip etmek için Sincan İcra Dairesi'ne gelip-gittiği, bu dönemde müştekinin Ankara İcra Müdürlüğü'ndeki dosyasından taşınmaz üzerindeki haczin kaldırılmasına ilişkin müzekkereyi alarak 06/01/2010 günü talimat işlerini yürüten sanıkların çalıştığı Sincan İcra Dairesi'ne geldiği müdür yardımcısı Selçuk ile görüştüğü, Selçuk'un müştekinin beyanına göre "bizim burada resmi görevlimiz yok, ben dışarıdan bir adam tuttum, onun maaşını da biz veriyoruz, o adama 20-30 TL. para ver, dosyaları hemen çıkarsın, yoksa 15-20 gün beklersin" dediği, müştekinin bunun üzerine parası olmadığını söyleyerek icra dairesinden ayrıldığı ve 08/01/2010 tarihinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığı'na şikayette bulunduğu, Cumhuriyet Savcısının talimatı üzerine Emniyet Müdürlüğünce müştekiye seri numarası alınmış TL.lik 2(iki) adet banknotun verildiği, müştekinin Sincan Emniyet Müdürlüğü sivil ekipleri ile beraber olay günü saat 14:30 sıralarında icra dairesine gittiği, Selçuk Demir'in yanına uğradığı, sanık Selçuk'un bir neden söylemeden saat 17:00'de gelmesini istediği, müşteki O. K.’nin daireden ayrılarak saat 17:00 sıralarında yeniden icra dairesine geldiği, sanık Selçuk'a uğradığı, Selçuk'un müştekiyi diğer sanık H. S.’ye yönlendirdiği, H. S.’nin müştekiye "biz mahsen dosyalarını cuma günü çıkartıyoruz, o gün gel" dediği, müştekinin ısrarı üzerine sanık Selçuk'un müştekiye hitaben "git 'yi bul" dediği, müştekinin sanık 'yi aradığı, ancak bulamadığı, bir süre sonra tekrar icra dairesine döndüğünde 2005/2078 talimat sayılı dosyanın mahsenden çıkarıldığını ve H. S.’nin masasında olduğunu gördüğü, bu sırada sanık 'nin daireye geldiği, müştekiye "ne yapacaksan yap da iş bir an önce bitsin" dediği, 'nin sanık Selçuk'un odasına girip çıktığı, sonradan müştekiye para vermesi için el işareti yaptığı, müştekinin de daha önce seri numaraları alınan -TL.lik banknotu verdiği, parayı alan 'nin diğer sanık Selçuk'a başı ile işaret yaptığı ve dışarıya çıktığı, bu olayı icra müdürlüğünün dış kapısındaki gözetleme deliğinden takip eden Emniyet Müdürlüğü sivil ekiplerinin de gördüğü, 'yi yakalayıp üst araması yaptıklarında önceden seri numarası tespit edilmiş ve müştekiye verilmiş -TL.lik banknotun sanık 'nin üzerinde bulunduğu, bu hususun tutanakla tespit edildiği, bu işlemlerin icra dairesinin dışında olduğu, diğer iki sanığın 'nin polisler tarafından yakalandığını görmediği, para alındıktan sonra sanık H.'nin Tapu Sicil Müdürlüğü'ne gönderilecek müzekkereyi hazırlayıp sanık Selçuk'a imzalatıp bir nüshasını elden müşteki O.’ya verdiği, bu sırada sivil ekiplerinin sanık ile ilgili işlemleri bitirip daireye döndükleri ve diğer sanıkları yakaladıkları anlaşılmıştır...” Kararın başvurucu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 21/4/2014 tarih ve E.2013/16401, K.2014/4472 sayılı ilamı ile hüküm onanmıştır. Başvurucuya onama kararı 3/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru, 10/6/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar eden kamu görevlisi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kamu görevlisinin haksız tutum ve davranışları karşısında, kişinin haklı bir işinin gereği gibi, hiç veya en azından vaktinde görülmeyeceği endişesiyle, kendisini mecbur hissederek, kamu görevlisine veya yönlendireceği kişiye menfaat temin etmiş olması halinde, icbarın varlığı kabul edilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir: “(1) Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir. (2) Bu hususta yapılacak çağrı bakımından tanıklara ilişkin hükümler uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9783
Başvurucu, yargılandığı davada, ek oturum açılarak kendisinin katılmadığı oturumda müştekinin dinlenmesi, haksız yere tutuklanması ve delillerin eksik toplanması sonucu mahkûmiyetine karar verilmesi nedenleriyle, Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde belirtilen özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitiyle, yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
0
Başvuru, işe iade davasının davalı sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında fesih sırasında çalışan işçi sayısının otuzun altında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve söz konusu işçi sayısının tespiti konusunda Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığının giderilmemesi nedenleriyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Çekerek Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Çekerek SYDV) hizmet akdine dayalı olarak 16/3/1987 tarihinde işe başlamıştır. Başvurucunun iş akdi 31/3/2015 tarihinde Vakıf tarafından tek taraflı olarak feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi istemiyle 7/5/2015 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; iş akdinin hiçbir geçerli nedene dayanılmaksızın keyfî bir şekilde feshedildiği, feshin 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun ve devamı maddelerine aykırı olduğu belirtilmiştir. Çekerek Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) iş mahkemesi sıfatıyla bakmış olduğu davada ilk olarak 28/1/2016 tarihinde takipsiz bırakıldığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verse de anılan karar Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 22/3/2017 tarihli kararıyla bozulmuştur. Mahkeme bozma kararına uymuş ve 13/3/2018 tarihli kararıyla bu sefer Çekerek SYDV'de fesih sırasında 30 işçi çalışmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Kararda; öncelikle davanın incelenebilmesi için 4857 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasına göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyeri koşulunun somut olayda sağlanması gerektiği belirtilmiştir. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (İBK) 9/6/2017 tarihli kararında SYDV'lerin her birinin ayrı işyeri olduğu, her vakıf için işyeri düzeyinde toplu iş sözleşmesi yetkisi verileceği ve iş güvencesi bakımından otuz işçi sayısının her vakıf işyeri için aranması gerektiğinin belirtildiği ifade edilmiştir. Davalı Vakıfta otuzdan az işçi çalıştığı ve vakıf olarak çalışan davalı işyerindeki işçi sayısının belirlenmesinde Türkiye genelindeki vakıf tüm çalışanlarının hesaba katılamayacağı bu nedenle otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyeri koşulunun somut olayda sağlanmadığı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Başvurucu 6/6/2018 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Dilekçede, işverenin aynı iş kolunda birden fazla işyerinin bulunması hâlinde işyerinde çalışan işçi sayısının bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirleneceği ve bu nedenle otuz işçi sayısı belirlenirken davalı Vakfın çalışanlarının değil -vakıflar Aile Bakanlığı bünyesinde işletme sayılacağından- Türkiye’deki tüm SYDV'lerin dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Türkiye genelinde yaklaşık 200 SYDV çalışanı olduğu dikkate alındığında otuz işçi koşulunun sağlandığı ve davacının iş güvencesi kapsamında olduğu ifade edilmiştir. Daire 1/10/2018 tarihinde temyiz talebini reddederek mahkeme kararını onamıştır. Nihai karar başvurucuya 27/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 4857 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler (işyerine bağlı yerler) ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve meslekî eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır. İşyeri, işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütündür." 4857 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır." 29/5/1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur. Mülkî idare amirleri vakfın tabii başkanı olup, illerde belediye başkanı, defterdar, il millî eğitim müdürü, il sağlık müdürü, il tarım müdürü, il sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu müdürü ve il müftüsü; ilçelerde belediye başkanı, mal müdürü, ilçe millî eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığının ilçe üst görevlisi, varsa ilçe tarım müdürü ve ilçe müftüsü vakfın mütevelli heyetini oluşturur......Vakıf senetleri mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından Medeni Kanundaki hükümlere göre tescil ettirilir." 3294 sayılı Kanun'un maddesine 6/5/2018 tarihli ve 7144 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un maddesiyle eklenen ve 25/5/2018 tarihinden itibaren yürürlüğe giren fıkra şöyledir: "Vakıflar, 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleridir." Yargıtay Kararları Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 9/6/2017 tarihli ve E.2016/3, K.2017/4 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İçtihadı birleştirmenin konusu; il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının her birinin ayrı işyeri ve bağımsız işveren olup olmadığının ya da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı işverenine bağlı işletme kapsamında sayılıp sayılmayacağı; 4857 sayılı İş Kanunu'nun 18 inci maddesi uyarınca iş güvencesi hükümlerinden yararlanmak bağlamında her bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında 30 işçi çalışıp çalışmadığının araştırılmasının gerekip gerekmediği hususundadır. Öncelikle üzerinde durulması gereken Fon Kurulunun ve sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının yukarıda belirtilen nitelikleri itibariyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının idari ve hiyerarşik yapılanmasındaki yeri ile hukuki statüsünün tespitidir. ... Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün görevlerine ilişkin 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 11 inci maddesinin (h) bendinde yer alan, Genel Müdürlük ve sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının 'işbirliği' yapmasına dair açık ifade de, anılan vakıfların tüzel kişiliğe haiz ve bağımsız işveren sıfatına sahip olduğunu aralarında idari yönden hiyerarşik bir ilişki bulunmadığını ortaya koymaktadır. Bu çerçevede 3294 sayılı Kanun ile il ve ilçelerde kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olup ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları, Bakanlığın denetim yetkisi nedeniyle işveren sıfatının Bakanlığa ait olduğunun ileri sürülemeyeceği; anılan vakıfların ayrı tüzel kişiliğe sahip olması nedeniyle toplu iş sözleşmesinin iş yeri düzeyinde bağıtlanabileceği, işletme düzeyinde bağıtlanmasının mümkün olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. ... Ayrıca her vakfın ayrı tüzel kişiliğe sahip ayrı işveren kabul edilmesi nedeniyle 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinde düzenlenen iş güvencesi hükümlerinden yararlanmanın ön koşullarından olan işçi sayısı tespit edilirken her vakıf yönünden sadece kendi işçi sayısı dikkate alınmalıdır. Başka bir deyişle Türkiye’de kurulu bulunan tüm vakıf işçi sayısı toplamı esas alınarak iş güvencesi hükümlerinden yararlanılması da artık mümkün değildir.SONUÇ : 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olup, ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları, bu nedenle her vakıf için işyeri düzeyinde toplu iş sözleşmesi yetkisi verilebileceği; iş güvencesi hükümlerinden yararlanmanın ön koşullarından olan işçi sayısı tespit edilirken her vakıf yönünden sadece kendi işçi sayısının dikkate alınacağı, 2017 günlü üçüncü oturumda esas hakkında oy çokluğu ile karar verilmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/11/2017 tarihli ve E.2017/692, K.2017/18815 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay Kanunu' nun 45/ maddesi de dikkate alınarak, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulu'nun 'Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları'nın her birinin ayrı işyeri oldukları ve iş güvencesi bakımından otuz işçi sayısının her bir vakıf işyeri için ayrı ayrı aranması gerektiği' şeklindeki kararı Dairemizi de bağladığından dava şartlarının bu karara uygun şekilde değerlendirilmesi gerekmiştir. Somut uyuşmazlıkta, Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan gelen yazı cevaplarına göre davalı Vakıf işyerinde fesih tarihinde davacı ile birlikte onyedi işçi çalıştığı, vakıf olarak çalışan davalı işyerindeki işçi sayısının belirlenmesinde Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün tüm çalışanlarının hesaba katılamayacağı, dolayısıyla 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasına göre iş güvencesi hükümlerinden yararlanmak için 'otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyeri' koşulunun somut olayda bulunmadığı ve davacının işe iade davası açamayacağı anlaşılmaktadır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/5/2018 tarihli ve E.2018/5497, K.2018/12731 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 9/6/2017 gün ve 2016/3 esas 2017/4 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olup, ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları bu nedenle her vakıf için işyeri düzeyinde toplu iş sözleşmesi yetkisi verilebileceği; iş güvencesi hükümlerinden yararlanmanın ön koşullarından olan işçi sayısı tespit edilirken her vakıf yönünden sadece kendi işçi sayısının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre, davalı Malatya Valiliği Malatya İli Sosyal Yardımlaşma Vakfı işyerinde 30'dan az işçinin çalıştığının anlaşılmasına göre davanın reddine karar vermek gerekmiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/10/2019 tarihli ve E.2019/6194, K.2019/17631 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"7144 sayılı Kanun'un maddesi ile yapılan düzenleme sonucunda 09/06/2017 gün ve 2016/3 Esas 2017/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hükümsüz kalmıştır....Dolayısıyla hüküm uyuşmazlığına konu davaların açılış tarihi itibariyle 30 işçi sayısının tüm sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında çalışan sayısına göre belirlenmesine engel hukukî bir düzenleme veyahut bağlayıcı bir yargısal içtihat bulunmadığı gibi, daha sonra yürürlüğe giren 7144 sayılı Kanun ile de açıkça işletme düzeyinde Toplu İş Sözleşmesinin bağıtlanmasının kabul edilmesi ve kanun gerekçesinde de düzenlemenin kamu işyeri olması nedeni ile getirildiğinin belirtilmesi karşısında 09/06/2017 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının da hükümsüz kaldığı gözetildiğinde, mahkemelerin karar tarihleri itibariyle de iş güvencesi açısından 30 işçi sayısının belirlenmesinde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarında çalışan işçilerin tamamının dikkate alınması gereklidir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/7/2019 tarihli ve E.2019/1437, K.2019/14670 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"7144 sayılı kanunun maddesi ile yapılan düzenleme sonucunda 09/06/2017 gün ve 2016/3 Esas 2017/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hükümsüz kaldığı gibi yapılan düzenleme ile Vakıf işyerlerinin özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olmakla birlikte başından beri kamu işyerleri olduğu vurgulanmıştır. Kaldı ki davacının iş sözleşmesinin feshi İçtihadı Birleştirme Kararından öncedir. ..., tüm Türkiye’deki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarındaki çalışan işçi sayısı dikkate alındığında 30 işçi şartının somut uyuşmazlıkta gerçekleştiği sabittir. Bu nedenle işyerinde 30 işçi çalışma koşulunu da gerçekleştiğinden davacının iş güvencesi hükümlerinden yararlanması gerekmektedir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/7/2018 tarihli ve E.2018/8259, K.2018/17481 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, özellikle, dosya içeriğine göre davalı vakıf bünyesinde fesih tarihinde çalışan işçi sayısı otuzun altında olup, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununu ile kurulan özel hukuk tüzel kişiliğine sahip Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarında, iş güvencesi hükümlerinden yararlanmanın ön koşullarından olan işçi sayısı tespit edilirken, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 2017 tarih 2016/3 esas 2017/4 karar sayılı ilamında belirtildiği üzere; her vakıf yönünden sadece kendi işçi sayısının dikkate alınacak olmasına, anılan kanunun yedinci maddesinde 7144 Sayılı Kanunla yapılan değişikliğin geriye yürütülemeyecek olmasına göre sonucu itibari ile doğru olan ret kararının bu ilave gerekçe ile onanmasına..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve bireylerin meşru beklentilerinin korunması, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94, ...34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008). AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM'in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50). AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Ucar/ Türkiye (k.k.) B. No: 12960/05, 29/9/2009). AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi içinde Sözleşme'ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandı ise ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53). AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM'in incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların bir yüksek mahkemenin birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55, 80).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36613
Başvuru, işe iade davasının davalı sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında fesih sırasında çalışan işçi sayısının otuzun altında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve söz konusu işçi sayısının tespiti konusunda Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığının giderilmemesi nedenleriyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, buna ilişkin iletilen şikayetin infaz hâkimliğince esası yönünden incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 29/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1978 doğumlu olan başvurucu, Zonguldak'ta yaşamaktayken 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı darbe teşebbüsü gerçekleşmiştir. Başvurucu, darbe teşebbüsü ardından terör örgütü (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) üyesi olduğu gerekçesiyle 22/8/2016 tarihinde tutuklanarak Zonguldak M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiş, 20/3/2017 tarihinde Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucu İnfaz Kurumunda A-9 No.lu odada (koğuş) tutulmuştur. Başvurucunun tutulduğu odanın fiziki koşullarıyla ile ilgili Bakanlıkça verilen bilgiler şöyledir:"İki kattan oluşan odanın yatakhane alanı (üst kat) 3 m², ortak yaşam alanı (alt kat) 4 m², havalandırma ise (bahçe) 32,5 m² olup, oda içerisinde 2 adet tuvalet, 1 adet banyo, 1 adet lavabo, 8 adet ranza, 13 adet dolap bulunmaktadır. Odaya 24 saat süreyle kesintisiz sıcak su verilmektedir. Isıtma sistemi doğal gazlı kalorifer sistemidir ve koğuşta yeterli ısınmayı sağlayacak 4 adet petek bulunmaktadır. Ayrıca oda mevcudu 23 kişi olup, bahçe kapısı sabah güneşinin doğuşu ile açılmakta, akşam güneşin batışına müteakip kapatılmaktadır." Başvurucu 5/9/2017 tarihinde Düzce İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hakimliği) başvurarak koğuşunun mevcudunun fazla olduğundan şikâyet etmiş, koğuştaki mevcudun azaltılmasını talep etmiştir. Bu bağlamda başvurucu; kalabalıklık nedeniyle odanın sağlık koşullarına uygun olmadığını, tuvalet ve banyonun yetersiz kaldığını, havalandırmadan ve aydınlatmadan yeteri kadar yararlanamadıklarını dile getirmiştir. İnfaz Hâkimliğince 14/9/2017 tarihinde başvurucunun dilekçesinin esasına girilmeksizin reddedilmesine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Tüm dosya kapsamı bir kül halinde incelendiğinde dosyadaki kabul ve oluşa göre; Tutuklunun talebinin ceza infaz kurumunca değerlendirilebileceği, bu hususta ceza infaz kurumunca verilmiş bir karar olmadığı anlaşılmakla, bu aşamada infaz hakimliğince yapılacak iş ve verilecek bir karar bulunmadığı kanaatine varılmış, yukarıdaki kanun maddesi gereğince dilekçenin esasa girilmeden reddine talebin öncelikle ceza infaz kurumunca değerlendirilmek üzere ceza infaz kurumuna gönderilmesine karar vermek gerekmiş ayrıca ceza infaz kurumunca verilecek olan karara tutuklunun itiraz etmesi halinde İnfaz Hakimliğine itiraz edebileceği hususu da belirtilmekle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, ret kararına itiraz etmiş; başvurucunun itirazı Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 30/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan kararın başvurucuya tebliğ edildiği tarih bilinmemektedir. Başvurucu 24/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun İnfaz Hâkimliği kararından sonra koğuş mevcudunun azaltılmasına yönelik olarak İnfaz Kurumuna iletilmiş bir talebi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesince yapılan araştırmada başvurucunun 22/2/2018 tarihinde İnfaz Kurumundan tahliye edildiği UYAP'taki kayıtlardan anlaşılmıştır. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Şikâyet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hâkimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hâkimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikâyet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir. " 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile olay tarihinde yürürlükte bulunan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) "İdare ve gözlem kurulu" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) İdare ve gözlem kurulu; kurum müdürünün başkanlığında, gözlem ve sınıflandırmadan sorumlu ikinci müdür, idare memuru, cezaevi tabibi, psikiyatrist, psikolog, sosyal çalışmacı, öğretmen, infaz ve koruma başmemuru ile kurum müdürü tarafından teknik personel arasından seçilen bir görevliden oluşur.(2) Birinci fıkrada sayılan personelin tamamının kurumda bulunmaması hâlinde, kurul mevcut olanlarla oluşturulur." İnfaz Tüzüğü'nün "İdare ve gözlem kurulunun görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"MADDE 40 – (1) İdare ve gözlem kurulu aşağıda sayılan işleri yapmakla görevli ve yetkilidir;...b) Hükümlülerin kurumlara kabullerinden sonra kalacakları odaları belirlemek,...d) Hükümlülerin kalmakta oldukları odaları değiştirmek,"
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39367
Başvuru, ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, buna ilişkin iletilen şikayetin infaz hâkimliğince esası yönünden incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru, özelleştirme kapsamına alınan kurumda görev yapan personelin devrine ilişkin yönetim kurulu kararının iptaline dair yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Bireysel Başvurudan Önceki Süreç Başvurucular; Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri (TTA) A.Ş. Genel Müdürlüğü bünyesindeki Ambalaj Fabrikasında (Fabrika) görev yapmaktayken TTA A.Ş. özelleştirme kapsamına alınmıştır. Özelleştirme Yüksek Kurulunun (ÖYK) 20/4/2011 tarihli kararı ile; TTA A.Ş. mülkiyetinde bulunan fabrikanın taraflarca mutabakat sağlanacak uygun sayıda işçi ile birlikte Hazine Müsteşarlığı Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğüne devredilmesine karar verilmiştir. Devrin usulüne ilişkin TTA A.Ş. ile Hazine Müsteşarlığı Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü arasında 4/1/2012 tarihinde protokol imzalanmıştır. ÖYK'nın kararı gereğince yapılan protokoller çerçevesinde; TTA A.Ş. yönetim kurulu 149 işçiden 75'inin istihdam fazlası personel olarak belirlenerek fabrikayla birlikte devrine; aralarında başvurucuların da bulunduğu geriye kalan 74 işçinin ise TTA A.Ş. Genel Müdürlüğü Sosyal Tesisler Müdürlüğüne nakline karar vermiştir. TTA A.Ş. Genel Müdürlüğünün özelleştirme neticesinde tüzel kişiliği kaldırılmış ve münfesih hâle gelmiştir. Başvurucular, istihdam fazlası personel olarak belirlenmeyip sosyal tesisler müdürlüğünde görevlendirilmelerine ilişkin yönetim kurulu kararının iptali istemiyle TTA A.Ş. Genel Müdürlüğüne karşı idare mahkemesinde dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemeleri TTA A.Ş. yönetim kurulu kararının iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde; fabrikada görev yapan personelden hangilerinin ilgili kuruluşa devredilip hangilerinin devredilmeyeceği hususunun, görev yapan işçilerin çalışma hayatının devamlılığı açısından hayati önem arz ettiğini belirterek devredilecek işçilerin somut ve gerçekçi kriterler çerçevesinde belirlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. İdarelerin savunmasında birtakım kriterler çerçevesinde bu tespitin yapıldığı ileri sürülse de gerek dosyada bu tespitin nasıl yapıldığına dair hiçbir belge sunulmaması gerekse devredilecek personelin neye göre belirlendiğinin ortaya konulmaması nedeniyle idarelerin haiz olduğu takdir yetkisini hukuka uygun olarak kullandığından söz etme olanağı bulunmadığını belirten Mahkeme, bir kısım personelin istihdam fazlası olarak Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğüne devrine, aralarında başvurucuların da bulunduğu bir kısım personelin ise kuruluş merkezinde çalıştırılmaya devam edilmesine ilişkin kararda hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varmıştır. Söz konusu iptal kararı üzerine idarece herhangi bir işlem tesis edildiğine dair dosyada bilgi ve belge bulunmamaktadır. Temyiz talebi üzerine Danıştay Beşinci Dairesi (Daire) Mahkeme kararlarını bozmuştur. Bozma kararlarının gerekçesinde; devredilecek işçilerin ne şekilde saptanacağına ilişkin herhangi bir kriter öngörülmediği, sadece taraflarca mutabakat sağlanacak uygun sayıda işçi personelinin anılan genel müdürlüğe devrinden söz edildiği ifade edilmiştir. Ayrıca dava konusu yönetim kurulunun kararında, devredilecek işçilerin Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü tarafından öğrenim durumu, yaş, hizmet yılı, kadro unvanı ve fiilen yaptığı görev gibi kriterler çerçevesinde değerlendirildiği, devredilecek personelin tespitinde takdir yetkisine sahip olunduğu ve belirli kişilerin tespiti hususunda yargı kararı ile idarenin zorlanamayacağı vurgulanmıştır. Başvurucular, karar düzeltme talebinde bulunmuşlarsa da Daire tarafından talepleri reddedilmiştir. Mahkemeler, bozma kararına uymayarak ilk verdiği kararda ısrar etmiştir. Temyiz üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 14/4/2016 tarihli kararla Mahkemelerin ısrar kararlarını onamıştır. Karar düzeltme talebi İDDK tarafından 4/12/2017 tarihinde reddedilmiştir.B. Bireysel Başvuru Süreci Bunun üzerine başvurucular iptale ilişkin kesinleşen yargı kararlarının İdarece uygulanmadığı iddiasıyla uğramış oldukları maddi ve manevi zararların tazmini amacıyla TTA Gayrimenkul A.Ş. ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığına karşı İstanbul İdare Mahkemelerinde tam yargı davası açmışlardır. Açılan davalar reddedilmiştir. Mahkemeler gerekçesinde TTA'nın 6/1/2012 tarihli işleminin yargı kararı ile iptal edilmesinin, başvurucuların Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğüne doğrudan nakli sonucunu doğurmadığını, yine TTA bünyesinde Ambalaj fabrikası veya Sosyal İşler Müdürlüğünde çalışan işçiler açısından maaş/ikramiye farkının da bulunmadığını belirtmişlerdir. Bu yorumdan hareketle Mahkemeler idarenin bir hizmet kusurundan ve başvurucuların iptal edilen işlem nedeniyle maddi veya manevi bir zarara uğradığından bahsedilemeyeceğinin altını çizmişlerdir. Başvurucular tarafından yapılan istinaf talepleri İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesinin kararlarıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai kararın başvuruculara muhtelif tarihlerde tebliği üzerine süresi içerisinde bireysel başvurular yapılmıştır. 2021/6465 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2020/25089 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Öte yandan, Anayasa Mahkemesince incelenen 2015/2070 başvuru numaralı benzer başvuruda, başvurucuların uygulanmadığını ileri sürdükleri kararların gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucular hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem yapılıp yapılmadığı hususlarında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Devlet Personel Başkanlığından bilgi istenmiştir. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından gönderilen 5/12/2018 tarihli yazı ve eklerinde yukarıda aktarılan olay silsilesine yer verilerek gelinen süreçte Sosyal Tesisler Müdürlüğüne nakledilen personelden 10 işçinin iş sözleşmesinin kendi istekleriyle (4/C kapsamında atanabilmek için) sona erdiği, diğerlerinden de çeşitli sebeplerle ayrılanların olduğu fakat bu işçiler arasından toplam 17'si tarafından dava açıldığı belirtilmiştir. Yargı kararlarının yerine getirilmesi amacıyla 17 işçiyle ilgili Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğüne kararların iletildiği, 29/8/2016 tarihli yazıyla davanın tarafı olmadıklarını, verilen iptal kararının TTA A.Ş. yönetim kurulu kararına ilişkin olduğunu ve bu kararın yapılan işçi devrine ilişkin protokollerden sonra alındığını, dolayısıyla kendilerini bağlayıcı bir karar olmadığını belirterek 17 işçi hakkında işlem yapmayacakları şeklinde cevap aldıklarını iletmişlerdir. Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğünün cevabı üzerine münfesih kurum yönetim kurulunca yeniden bir karar alındığını ve 17 işçinin Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğüne devredilmesine karar aldıklarını ancak benzer gerekçelerle aynı cevabı aldıklarını ifade etmişlerdir. Devlet Personel Başkanlığı tarafından gönderilen yazılarda başvurucuların Sosyal Tesisler Müdürlüğünde bir süre çalıştıktan sonra kendi istekleri doğrultusunda 4/C kapsamında farklı kamu kurumlarında geçici personel olarak görevlendirildiğine yer verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25089
Başvuru, özelleştirme kapsamına alınan kurumda görev yapan personelin devrine ilişkin yönetim kurulu kararının iptaline dair yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yürütmenin durdurulması kararının icrası kapsamında tesis edilen atama işlemine dayalı olarak ödenen parasal hakların yürütmenin durdurulması kararının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iadesine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1964 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Emniyet Genel Müdürlüğünde sınıf emniyet müdürü rütbesinde birinci hukuk müşaviri olarak görev yapan başvurucu, Emniyet Genel Müdürlüğünün 20/2/2014 tarihli işlemiyle Teftiş Kurulu Başkanlığına başmüfettiş olarak naklen atanmıştır. Başvurucu, başmüfettiş olarak atanmasına ilişkin işlemin iptali ile yürütmesinin durdurulması istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) 21/3/2014 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun görevinde herhangi bir başarısızlığı bulunmadığı hâlde mali yönden daha iyi imkânlara sahip olan birinci hukuk müşavirliği görevinden alınarak başmüfettiş görevine atanmasının hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İdare Mahkemesi 29/4/2014 tarihinde naklen atama işleminin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, idarenin takdir yetkisini kamu yararı ve hizmetin gerekleri doğrultusunda kullandığını ortaya koyamadığı vurgulanmıştır. Yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararın idareye tebliği üzerine idare, yargı kararını uygulamak amacıyla 23/5/2014 tarihli işlemle -boş hukuk müşaviri kadrosunun bulunmadığı da gözetilerek- başvurucuyu Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı birinci sınıf emniyet müdürü merkez kadrosuna atamıştır. Bu tarih itibarıyla başvurucuya birinci hukuk müşaviri kadrosu için öngörülen tüm parasal haklar ödenmeye başlanmıştır. İdare Mahkemesi esastan yaptığı incelemede ise 5/12/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, idarenin üst düzey kadrolardaki yöneticilerin atanması hususundaki takdirinin geniş olduğu belirtilmiş, başvurucunun üst düzey bir yöneticilik olan birinci hukuk müşavirliği görevinden alınarak hizmetine ihtiyaç duyulan başmüfettişlik görevine atanmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Karara yönelik temyiz istemini inceleyen Danıştay Beşinci Dairesi 4/9/2015 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucu Strateji Geliştirme Daire Başkanlığında görev yapmakta iken 2015 yılının Nisan ayında emekli olmuştur. Emniyet Genel Müdürlüğü 2014 Eylül-2015 Ocak döneminde başvurucuya ödenip başmüfettişlik kadrosuna bağlanan aylıkları aşan 728,40 TL'nin bir ay içinde iadesini başvurucuya ihtar etmiştir. Başvurucu bu işleme karşı Ankara İdare Mahkemesinde dava açmış ise de yazının idari davaya konu edilebilecek bir işlem olmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine 27/9/2016 tarihinde karar verilmiştir. Bu karar istinaf denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Bu arada İçişleri Bakanlığı, 2014 Eylül-2015 Ocak döneminde başvurucuya fazladan ödenen 728,40 TL'nin tazmini için 7/8/2015 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) tazminat davası açmıştır. İçişleri Bakanlığı ayrıca 2014 Mart-2014 Ağustos döneminde başvurucuya fazladan ödenen 828,97 TL'nin tazmini için Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde 4/11/2015 tarihinde başka bir dava açmıştır. Söz konusu dava 11/11/2015 tarihli kararla Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davayla birleştirilmiştir. Başvurucunun savunmasında, İdare Mahkemesinin 29/4/2014 tarihli yürütmenin durdurulması kararının uygulanması amacıyla 23/5/2014 tarihinde Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı birinci sınıf emniyet müdürü merkez kadrosuna atandığı belirtilmiştir. Savunmada, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin 23/5/2014 tarihinde yürürlükte bulunan hâline göre yürütmenin durdurulması kararının icrası sırasında boş kadronun bulunmaması hâlinde kişinin eş değer bir kadroya atanabileceği ancak eski kadro ile yeni kadro arasında mali yönden fark bulunması hâlinde bunların karşılanacağının düzenlendiği ifade edilmiş, bu düzenleme uyarınca yapılan ödemenin yersiz ödeme sayılamayacağı vurgulanmıştır. Savunmada ayrıca ödemenin hatalı olduğu kabul edilse bile hatalı olarak yapılan ödemelerin ancak dava açma süresi içinde iadesinin istenebileceği açıklanmıştır. İçişleri Bakanlığının cevaba cevap yazısında, fazladan yapılan ödemenin açık hataya dayalı olması sebebiyle dava açma süresiyle sınırlı olmaksızın iadesinin istenebileceği savunulmuştur. Mahkemece bilirkişi incelemesi adı altında emekli Sayıştay denetçisinden hukuki mütalaa istenilmiş, 27/5/2016 tarihli raporda başvurucuya yapılan ödemelerin 23/5/2014 tarihli atama onayına uygun olduğu belirtilmiştir. 8/1/2018 tarihli mütalaada ise İdare Mahkemesinin nihai olarak davayı reddettiği gözetildiğinde yürütmenin durdurulması kararına istinaden yapılan atamaya dayalı olarak ödenen farkın iade edilmesi gerektiği görüşü açıklanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/3/2018 tarihinde davayı kabul ederek toplam 557,27 TL'nin yasal faiziyle birlikte başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde emekli Sayıştay denetçisinin hukuki mütalaasına atıfta bulunarak yürütmenin durdurulması kararına dayalı olarak fazladan ödenen tutarın iadesi gerektiğine karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde yürütmenin durdurulması kararının uygulanması amacıyla yapılan atama işlemine dayalı olarak ödenen tutarların geri istenemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu ayrıca İdare Mahkemesinin davanın reddinden sonraki dönemde de Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı birinci sınıf emniyet müdürü merkez kadrosunda görev yapmaya devam ettiğini vurgulamıştır. Başvurucu son olarak ilk bilirkişi raporu lehineyken bilirkişinin sonradan gerekçe belirtmeden görüşünü değiştirmesinden yakınmıştır. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 8/10/2019 tarihinde istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuya yapılan ödemenin yürütmenin durdurulması kararına dayanması sebebiyle başvurucunun sebepsiz zenginleşmesinden söz edilmesine olanak bulunmadığı belirtilmiştir. Kararda, bununla birlikte yürütmenin durdurulması kararı verilen davanın esastan reddedilmiş olması sebebiyle ödemenin kanuni dayanağını yitirdiği tespiti yapılmış; bu sebeple Asliye Hukuk Mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığı açıklanmıştır. Nihai karar 20/11/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının 10/9/2014 tarihli ve 6552 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten önceki hâli şöyledir:" Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. (Ek cümleler: 21/2/2014- 6526/18 md.) Kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, görevden alma, göreve son verme, naklen veya vekâleten atama, yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleriyle ilgili olarak verilen iptal ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının gereği; dava konusu edilen kadronun boş olması hâlinde bu kadroya, boş olmaması hâlinde ise aynı kurumda kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya atanmak suretiyle yerine getirilir. Eski kadro ile atandığı yeni kadro arasında mali haklar bakımından bir fark bulunması durumunda, bu fark 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 91 inci maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen usul ve esaslar çerçevesinde ödenir." 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının 10/9/2014 tarihli 6552 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten sonraki hâli şöyledir:" Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. (Ek cümleler: 21/2/2014-6526/18 md.; Değişik üçüncü ve dördüncü cümleler: 10/9/2014-6552/97 md.) Ancak, 23/4/1981 tarihli ve 2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanuna ekli (1) ve (2) sayılı cetvellerde gösterilen unvanları taşıyan görevler ile farklı atama usullerine tabi olsalar dâhi daire başkanı ve üstü görevlere, sivil memurlar hariç kolluk teşkilatlarının kadrolarına; açıktan, naklen veya vekâleten yapılan atama ve bu görevlerden alınma, bu görevlerle ilgili yer değiştirme, görev ve unvan değişikliği işlemleri hakkında verilen mahkeme kararlarının gereği, ilgilinin kazanılmış hak aylık derecesine uygun başka bir kadroya atanması suretiyle iki yıl içinde yerine getirilir. Bu görevliler hakkındaki mezkur işlemlerin uygulanması, telafisi güç veya imkânsız zararları doğuran hâllerden sayılmaz. (Ek cümle: 10/9/2014-6552/97 md.) Bu fıkranın üçüncü cümlesinde belirtilen işlemlerle ilgili mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi ceza soruşturması ve kovuşturmasına konu edilemez; ancak disiplin hükümleri saklıdır." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur. " 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Devlet memurları, görevlerini dikkat ve itina ile yerine getirmek ve kendilerine teslim edilen Devlet malını korumak ve her an hizmete hazır halde bulundurmak için gerekli tedbirleri almak zorundadırlar.Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedeli üzerinden ödenmesi esastır.Zararların ödettirilmesinde bu konudaki genel hükümler uygulanır. Ancak fiilin meydana geldiği tarihte en alt derecenin birinci kademesinde bulunan memurun brüt aylığının yarısını geçmeyen zararlar, kabul etmesi halinde disiplin amiri veya yetkili disiplin kurulu kararına göre ilgili memurca ödenir. "
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41251
Başvuru, yürütmenin durdurulması kararının icrası kapsamında tesis edilen atama işlemine dayalı olarak ödenen parasal hakların yürütmenin durdurulması kararının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iadesine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/8313 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/8313 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/8313
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; suç şüphesi ve tutuklama nedeni olmadığı hâlde tutuklama, gerekçesiz bir şekilde tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinde savcılık mütalaasının tebliğ edilmemesi, incelemenin duruşmasız yapılması ve itirazın gerekçesiz olarak reddedilmesi, resen yapılan tutukluluk incelemelerinin duruşmasız yapılması ve savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi, itirazların itiraz mercileri tarafından etkin bir şekilde incelenmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 19/7/2013 tarihinde İzmir Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/05/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 14/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 15/11/2011 tarihli ve E.2011/40745 sayılı iddianameyle başvurucunun, 13/10/2011 tarihinde işlendiği iddia edilen “kasten bıçakla yaralama” suçundan cezalandırılması talebiyle İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Anılan Mahkemece yapılan ilk duruşma sonunda 26/12/2011 tarihli ve E.2011/686, K.2011/807 sayılı kararda “eylemin öldürmeye teşebbüs kapsamında kalma ihtimalinin bulunduğu, dolayısıyla yargılamanın Ağır Ceza Mahkemesinin görev alanına girdiği” gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Mahkeme görevsizlik kararında, duruşmada ortaya çıkan duruma ve beyanlara göre mağdura karşı eylemi nedeniyle “üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti ile mevcut delil durumu”nu dikkate alarak başvurucunun tutuklanmasına da karar vermiştir. Başvurucunun söz konusu karara itirazı üzerine İzmir Ağır Ceza Mahkemesince 4/1/2012 tarihli ve 2012/25 Değişik İş sayılı kararla Cumhuriyet savcısının yazılı mütalaası alındıktan sonra “itiraza konu kararda açıklanan gerekçeler ve dayanılan deliller” dikkate alınarak dosya üzerinden itirazın reddine karar verilmiş, karar başvurucu vekiline 18/1/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Görevsizlik kararı üzerine yargılama İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/12 sayılı dosyası üzerinden devam etmiş; 26/3/2012 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun, “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların olması, sanığın kaçma şüphesinin olması, sanığa yüklenen suçun CMK’nun 100/maddesinde sayılan suçlardan olması, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre dikkate alınarak” tutukluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 10/12/2012 tarihli celsesinde “sanığın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, dosyadaki mevcut savunma, beyan, bilgi ve belgeler uyarınca kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların olması, atılı suçun kanunda öngörülen ceza miktarına göre tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, sanığın kaçma ihtimalinin bulunması ve adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı ve tutuklulukta geçirdiği süre dikkate alınarak” başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 18/2/2013 tarihli celsesinde “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların olması, dosya kapsamı ve atılı suçun kanunda öngörülen ceza miktarına göre tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, sanığın kaçma ihtimalinin bulunması ve adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı ve sanığın tutuklulukta geçirdiği süre” dikkate alınarak başvurucunun tahliye talebinin reddi ile tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Davanın görüldüğü İzmir Ağır Ceza Mahkemesince değişik tarihlerde ve en son 6/5/2013 tarihinde başvurucunun tutukluluk durumunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi gereğince resen incelemesinde de aynı gerekçeler ile tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 3/6/2013 tarihli ve E.2012/12, K.2013/256 sayılı kararında başvurucunun, “kasten öldürmeye teşebbüs” suçundan 8 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve “tutuklulukta geçirdiği sürenim TCK’nun 63/ maddesi gereğince netice cezadan indirilmesi ile aldığı ceza miktarı, tutuklulukta geçirdiği süre ve sabit bulunan suçunun TCK’nun 100/ maddesinde sayılı katalog suçlarından olması” gerekçeleriyle hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 12/6/2013 tarihli ve 2013/501 Değişik İş sayılı kararıyla “itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından; tevkif tarihine ve hükmedilen ceza miktarına göre itirazın reddine ve tutukluluk hâlinin devamına” kesin olarak karar vermiştir. Tutukluluğun devamı yönündeki nihai karar başvurucuya 27/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/6/2013 tarihinde temyiz yoluna başvurmuş ancak 2/9/2014 tarihli dilekçesi ile temyizden vazgeçmesi nedeniyle hakkında verilen karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu 19/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81 ve maddeleri. 5271 sayılı Kanun’un ve maddeleri şöyledir:“Madde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; …Kasten öldürmeSilahla işlenmiş kasten yaralama ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama …”Madde 101 – (1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.…” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü Madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir.…(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5971
Başvuru, suç şüphesi ve tutuklama nedeni olmadığı hâlde tutuklama, gerekçesiz bir şekilde tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinde savcılık mütalaasının tebliğ edilmemesi, incelemenin duruşmasız yapılması ve itirazın gerekçesiz olarak reddedilmesi, resen yapılan tutukluluk incelemelerinin duruşmasız yapılması ve savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi, itirazların itiraz mercileri tarafından etkin bir şekilde incelenmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargı kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 25/8/2011 tarihli ve 652 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'ye 1/3/2014 tarihli ve 6528 sayılı Kanun ile eklenen geçici madde hükmü uyarınca, okul müdürü olarak görev yapan ve görev süresi dört yıl ve üzeri olan öğretmenlerin müdürlük görevi 2013/2014 ders yılının bitimi itibarıyla başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sona erdirilmiştir. 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi uyarınca da müdürlük görevine atama yapılmasına dair usul ve esasların yönetmelik ile düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Bu hüküm uyarınca, Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik (Yönetmelik) 10/6/2014 tarihli ve 29026 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bünyesinde lise müdürü olarak görev yapmakta iken 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereği sona erecek olan yöneticilik görev süresinin uzatılması için başvuruda bulunmuştur. Bu talebi üzerine Yönetmelik uyarınca değerlendirmeye tabi tutulan ve 54,75 puan takdir edilen başvurucunun yöneticilik görev süresi, müdürlük görevi için gereken 75 puan şartını sağlayamadığı gerekçesiyle 10/9/2014 tarihli işlemle uzatılmamış ve öğretmen olarak ataması yapılmıştır. Başvurucu söz konusu işleme karşı İzmir İdare Mahkemesi nezdinde iptal davası açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi öncelikle işlemin yürütmesini durdurmuş ve aynı gerekçeye yer vererek 26/2/2015 tarihli kararı ile işlemi iptal etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... yönetmelikte yer alan Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri Değerlendirme Formu incelendiğinde, değerlendirme kriterlerinin; olumluluk arz eden Düşünce yapısı, tavır ve davranış, vasıf, karakter ve benzeri niteliklerden oluştuğu, bu kriterlerin evet ya da hayır ile doldurulacağı ve hayır denilen kriterler için puan verilmemesi öngörülmüş olup, bu duruma göre, hakkında değerlendirme yapılan yönetici için puan verilmeyen kriterler bakımından, puan vermemenin dayanağının, somut bilgi ve belge ile açıklığa kavuşturularak ispatlanması gerekmektedir.İncelenen uyuşmazlıkta, Mahkememizce davacıya düşük puan verilmesinin sebeplerinin açık bir şekilde ortaya konularak, formdaki her bir puanlamanın dayanağını oluşturan somut tüm bilgi ve belgelerin istenilmesine rağmen, davalı idarece değerlendirmelerinin dayanağını oluşturan bilgi ve belgelerin sunulmadığı, her ne kadar bazı kriterler gözlemlere dayanılarak değerlendirilebilecek ise de, bazı kriterlere hayır denilerek puan vermemenin ancak davacı hakkında açılmış soruşturma olması ve disiplin cezası verilmiş olmasını gerektirdiği halde bu konuda davacı hakkında soruşturma ve disiplin cezası bilgisine de yer verilmediği ve davacının müdürlük görevinde başarısızlığına veya yetersizliğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin dosyaya ibraz edilmediği görülmektedir.Bu durumda, dava konusu değerlendirme işleminin nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı ve bu haliyle objektiflikten uzak, soyut ve dayanaksız olması nedeniyle hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmış olup, buna bağlı olarak davacının müdür olarak görev yaptığı okuldaki görev süresinin uzatılmayarak İzmir Çiğli Halk Eğitim Merkezine öğretmen olarak atanmasına ilişkin işlemde de hukuka uyarlık bulunmamaktadır." İzmir Bölge İdare Mahkemesi Kurulu 21/10/2015 tarihli kararıyla iptal hükmünü onanmış ve karar düzeltme istemini 19/1/2016 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu söz konusu iptal kararı gereği yeniden değerlendirmeye tabi tutulmuş ve 52,25 puanla takdir edilmiştir. Başvurucunun yeniden değerlendirmeye göre yine 75 puan barajının altında kalması nedeniyle 20/2/2015 tarihli işlemle görev süresi uzatılmamıştır. Başvurucu, ikinci değerlendirme üzerine tesis edilen 20/2/2015 tarihli görev süresinin uzatılmaması işlemini de dava konusu etmiştir. İzmir İdare Mahkemesi 26/10/2015 tarihli kararıyla ikinci değerlendirme üzerine tesis edilen işlemi iptal etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:" 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın maddesinin fıkrasında; 'Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine gösterilmesini geciktiremez.' hükmüne yer verilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 'Kararların sonuçları' başlıklı maddesinin bendinde de; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu, bu sürenin hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçmeyeceği belirtilmiştir. ... Bakılan davada, daha önceden davacı hakkında yapılan değerlendirme sonucu başarısız sayılması ve bunun sonucu olarak müdürlük görevinin uzatılmamasına dair işlemlere karşı İzmir İdare Mahkemesi'nin E:2014/1558 sayılı dosyasında açılan davada, değerlendirme puanının tanzimine ilişkin formun, nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı ve bu haliyle objektiflikten uzak, soyut ve dayanaksız olması nedeniyle hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle yürütmesinin durdurulmasına karar verildiği, akabinde söz konusu yürütmenin durdurulması kararının yerine getirilmesi amacıyla davalı idare tarafından tanzim edilen dava konusu değerlendirme formunun da aynı şekilde tanzim edildiği, formda yer alan değerlendirmeye esas sorulardan 'hayır' olarak yanıtlananların hangi sebeple 'hayır' olarak düzenlendiğinin ve dayanağının gösterilmediği gibi bu yolda Mahkememize gönderilen savunma ve eklerinde de somut bir gerekçenin gösterilmediği anlaşılmakta olup, değerlendirme formunun bu haliyle nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı, objektiflikten uzak, soyut, dayanaksız ve gerekçesiz olduğu görülmüştür.  Bu durumda; davacının, mahkeme kararı ve Görev Süresi Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri Değerlendirme Formu gereğince yeniden yapılan değerlendirme sonucu başarısız sayılmasına ilişkin işlem ile müdürlük görev süresinin uzatılmamasına dair dava konusu işlemlerde, İzmir İdare Mahkemesi'nin 2014 gün ve E:2014/1558 sayılı kararı ile verilen yürütmenin durdurulması kararının gerekçelerine uygun işlemler tesis edilmediği ve mahkeme kararında yer alan gerekçelerin yerine getirilmediği açık olup, dava konusu işlemlerde hukuka uyarlık görülmemiştir." İzmir Bölge İdare Mahkemesi Kurulu 9/2/2016 tarihli kararıyla iptal hükmünü onanmış ve karar düzeltme istemini 26/4/2016 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu söz konusu iptal kararı gereği yeniden değerlendirmeye tabi tutulmuş ve 49,25 puanla takdir edilmiştir. Başvurucunun yeniden değerlendirmeye göre yine 75 puan barajının altında kalması nedeniyle görev süresi uzatılmamıştır. Başvurucu üçüncü değerlendirme üzerine tesis edilen görev süresinin uzatılmaması işlemini de dava konusu etmiştir. İzmir İdare Mahkemesi 2/3/2016 tarihli kararıyla üçüncü değerlendirme üzerine tesis edilen işlemi iptal etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... değerlendirme işleminin, dayanağı yönetmelik hükmünün yürütülmesinin durdurulması nedeniyle dayanağının kalmadığı anlaşıldığından, dava konusu değerlendirme işleminde bu yönden hukuka uyarlık bulunmamıştır. Diğer taraftan, yargı kararı üzerine yapılan dava konusu değerlendirme formunun da aynı şekilde tanzim edildiği, değerlendirme formunun bu haliyle nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı, objektiflikten uzak, soyut, dayanaksız ve gerekçesiz olduğu, yargı kararının gerekçelerine uygun işlemler tesis edildiğinden ve mahkeme kararının yerine getirildiğinden bahsedilmesine olanak bulunmadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemde bu bakımdan da hukuka uyarlık görülmemiştir." İzmir Bölge İdare Mahkemesi Kurulu 8/11/2016 tarihli kararıyla iptal hükmünü onanmıştır. Başvurucu söz konusu iptal kararı gereği yeniden dördüncü kez değerlendirmeye tabi tutulmuş ve 26,87 puanla takdir edilmiştir. Başvurucunun yeniden değerlendirmeye göre yine 75 puan barajının altında kalması nedeniyle görev süresi uzatılmamıştır. Başvurucu, müdür olarak görev yapamaması nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü özlük haklarına ilişkin maddi zararın da tazmini için İzmir İdare Mahkemesi nezdinde tam yargı davası açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi Hâkimliği davayı 25/11/2016 tarihli kararı ile reddetmiştir. Ret gerekçesinde başvurucunun söz konusu iptal kararlarının başvurucunun doğrudan müdürlük görevine atanmasına yönelik olmadığı belirtilerek başvurucunun gerçekleşmiş bir maddi zararının bulunmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu karar İzmir Bölge İdare Mahkemesi Dava Dairesinin 7/3/2017 tarihli kararı ile onanmıştır. Başvurucu dördüncü kez yapılan değerlendirme üzerine tesis edilen görev süresi uzatılmaması işlemini de dava konusu etmiştir. Başvurucu bu dava ile ayrıca uğradığını ileri sürdüğü maddi ve manevi zararların da tazmini talep etmiştir. Başvurucu tazminat isteminde bulunurken lehine verilen iptal kararlarının gereği gibi uygulanmadığını ve sürekli dava açmak zorunda bırakıldığını, bu nedenle maddi manevi zarara uğradığını ileri sürmüştür. İzmir İdare Mahkemesi 10/10/2017 tarihli kararıyla davaya konu işlemi iptal etmiş, tazminat talebini ise reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"İncelenen uyuşmazlıkta, Mahkememizce davacı hakkında idarece kez yapılan değerlendirme işleminde de, hangi kriterlere ve hangi mevzuata göre değerlendirme yapıldığının sorulduğu, formdaki her bir puanlamanın dayanağını oluşturan somut tüm bilgi ve belgelerin istenilmesine rağmen, davalı idarece değerlendirmenin değerlendirme formu ek-1 de belirtilen değerlendirme kriterlerine ve puan yüzdelerine göre elektronik ortamda yapıldığının beyan edildiği, değerlendirmelerinin dayanağını oluşturan tüm bilgi ve belgelerin sunulmadığı, davacı hakkında değerlendirmede bulunan öğretmenlerden İ.G. ve O.K.'nın değerlendirmede 'evet' dediği bazı hususlara, dava konusu değerlendirmede 'hayır' dediği, değerlendirmeyi yapan yöneticilerden davacı ile 6 aydan az süreli çalışan yönetici olmadığı görülmektedir.Bu durumda, yargı kararı üzerine yapılan dava konusu değerlendirme formunun da benzer şekilde tanzim edildiği, değerlendirme formunun bu haliyle nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı, objektiflikten uzak, soyut, dayanaksız ve gerekçesiz olduğu, yargı kararının gerekçelerine uygun işlemler tesis edildiğinden ve mahkeme kararının yerine getirildiğinden bahsedilmesine olanak bulunmadığı anlaşıldığından, dava konusu işlemlerde hukuka uyarlık görülmemiştir.Öte yandan; dava konusu işlemlerin, yukarıda yer verilen gerekçe ile hukuka uygun bulunmaması nedeniyle, idarece karar gerekçeleri gözetilerek yeniden değerlendirme yapılması gerektiği açık olup, değerlendirme işleminin hukuka uygun bulunmamasının, davacının anılan müdürlükteki görev süresinin uzatılması ve göreve iade edilmesi sonucunu doğurmayacağı da kuşkusuzdur....Doktrinde idarenin hukuki sorumluluğu; kamu hizmetlerinden ötürü uğranılan zararlarile idarelerin hukuk dışı işlem ve eylemlerinden ötürü uğranılan zararların karşılanıp giderilmesini amaçlayan hukuki bir kurum olarak tanımlanmaktadır.Görülen bir kamu hizmetinin kuruluşu ve işleyişi sırasında meydana gelen aksaklıkların yani hizmetin, hiç işlememesi, geç işlemesi veya kötü işlemesi nedeniyle meydana gelen durumlar idarelerin hizmet kusurunu oluşturmakta olup, sayılan hallerde ortaya çıkan hizmet kusuru nedeniyle kişilerin uğramış oldukları zararların tazmini anılan anayasa hükmü gereği zorunlu bulunmaktadır.Bu kapsamda idarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için ortada belli bir zararın bulunması ve bunun idareye yükletilebilecek işlem ve eylemden doğması yani zararla faaliyet arasında illiyet bağının bulunması gerekir. Bu koşullardan birinin yokluğu veya zararın; zarar gören kişinin veya üçüncü kişilerin eyleminden doğmuş olması halinde idarenin sorumluluğu kusuru oranında ortadan kalkmaktadır....Uyuşmazlıkta; her ne kadar davacı tarafından, değerlendirme sonucu başarısız sayılma işlemleri ile görev süresinin uzatılmaması işlemlerinin iptali istemiyle açılan davalarda ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunma esnasında avukata serbest meslek makbuzu karşılığı ödediği avukatlık ücretleri maddi tazminat olarak istenmişse de, avukata asgari ücret üzerinden sözleşme ile ödenen ücretler, işlemden doğan zorunlu bir masraf olmayıp davacı tarafından ihtiyari olarak ödenen bir miktar olduğundan ve maddi tazminat olarak ödenmesini gerektiren bir husus bulunmadığından, davacının maddi tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır....Manevi tazminat ise; patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi ve idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekir.Bakılan davada, davacının tazminat istemine konu olan davalı idare işlemlerinin, değerlendirme formunun nesnel, somut ölçme ve değerlendirme kriterlerine dayanmadığı gerekçesiyle iptal edildiği, anılan işlemlerin iptal edilmesinde, idarenin ağır hizmet kusuru bulunmadığı, hukuki değerlendirme hatasının bulunduğu, bu nedenle de idarenin manevi tazminat ödemesini gerektirecek bir hususun bulunmadığı sonucuna ulaşıldığından, davacının koşulları oluşmayan manevi tazminat isteminin reddi gerekmektedir." Başvurucu istinaf başvuru dilekçesinde davanın, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan bir tazminat davası olduğunu, idarenin de yargı kararlarını açıkça uygulamadığını ifade etmiştir. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Dava Dairesi 3/4/2018 tarihli kararı ile İzmir İdare Mahkemesinin 10/10/2017 tarihli hükmünü onamıştır. Diğer taraftan başvurucu 15/6/2016 tarihinde İzmir İl Millî Eğitim Müdürlüğüne başvurarak lehine verilmiş olan yargı kararlarının gereği gibi uygulanmasını talep etmiştir. İlgili idare 22/6/2016 tarihli cevabında başvurucu hakkında verilen tüm yargı kararlarının uygulandığını ve yapılacak bir işlem bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu 2018 yılının Ocak ayında yaş haddinden emekli olmuştur. Başvurucu, İzmir Bölge İdare Mahkemesi Dava Dairesi 3/4/2018 tarihli kararını 15/5/2018 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 12/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.... Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir." 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin mülga geçici maddesinin (8) numaralı bendi ile maddesinin (8) numaralı bendi sırasıyla şöyledir:"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla halen Okul ve Kurum Müdürü, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcısı olarak görev yapanlardan görev süresi dört yıl ve daha fazla olanların görevi, 2013-2014 ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erer. Görev süreleri dört yıldan daha az olanların görevi ise bu sürenin tamamlanmasını takip eden ilk ders yılının bitimi itibarıyla başka bir işleme gerek kalmaksızın sona erer.""Okul ve Kurum Müdürleri, İl Millî Eğitim Müdürünün teklifi üzerine, Müdür Başyardımcısı ve Yardımcıları ise Okul veya Kurum Müdürünün inhası ve İl Millî Eğitim Müdürünün teklifi üzerine Vali tarafından dört yıllığına görevlendirilir. Bu görevlendirmelerin süre tamamlanmadan sonlandırılması, süresi dolanların yeniden görevlendirilmesi ile bu fıkranın uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir. Bu fıkra kapsamındaki görevlendirmeler özlük hakları, atama ve terfi yönünden kazanılmış hak doğurmaz" İlk işlem tarihi itibarıyla yürürlükte olan Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik'in "Müdürlük görev süresinin uzatılması kenar başlıklı" maddesi şöyledir:"Görev sürelerinin uzatılmasını isteyen müdürler elektronik ortamda başvuruda bulunur. Müdürlükte dört yıllık görev süresini dolduranlar ile görev yaptıkları eğitim kurumunda sekiz yıllık görev süresini dolduran müdürler, Ek-1’de yer alan Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri Değerlendirme Formu üzerinden değerlendirilir. Ek-1’de yer alan Form üzerinden yapılacak değerlendirme, müdürlük görev süresinin sona ereceği ders yılının son gününe göre üç ay öncesinden itibaren yapılır. Ek-1’de yer alan Formun değerlendirilme sürecine ilişkin iş ve işlemler, il millî eğitim müdürlüklerinin koordinesinde eğitim kurumunun bağlı olduğu ilçe millî eğitim müdürlüklerince yürütülür." Yönetmelik'in Ek-1 kısmında "Görev Süreleri Uzatılacak Eğitim Kurumu Müdürleri İçin Değerlendirme Formu" yer almaktadır. Bu kısımda 120 farklı önerme bulunmaktadır. Önermeler mesleğin yürütümüne ilişkin davranışlara/eylemlere (problem çözmede inisiyatif kullanarak acil kararlar alabilir, kurumun fiziki kapasitesinin etkin ve verimli kullanılmasını sağlar, öğretmenleri ve öğrencileri motive edici çalışmalar planlar, katılır ve destekler vb.) yöneliktir ve her önerme ayrı ayrı puanlanmaktadır. Yönetmelik bugüne değin birden fazla kez olmak üzere değiştirilmiştir. Günümüzde 21/6/2018 tarihli ve 30455 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarına Yönetici Görevlendirme Yönetmeliği yürürlüktedir. Yargı Kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde verilen ısrar kararının bozulmasına ilişkin 22/4/2014 tarihli ve E.2011/1088, K.2014/1787 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Anayasada ve Yasada yer alan emredici kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan kaçınmasının, 'ağır hizmet kusuru' oluşturacağı açık bulunduğundan, idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi gerekmektedir.İncelenen olayda; davacının 2006 yılı sicil raporunun 'orta' olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine karşılık gelecek not seviyesinde (71 notla yine orta olarak) düzenlenmiştir. Ayrıca davacının hakkındaki soruşturma ve iddiaların sadece bununla ilgili sicil hanelerinin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği yönündeki iptal kararının gerekçesi dikkate alınmamış ve yeniden düzenlenen 2006 yılı sicil raporunda hakkındaki soruşturma ve iddialarla ilgili olmayan sicil haneleri aynı şekilde olumsuz değerlendirilmiş ve bunun sonucunda davacının 2006 yılı sicili yine 71 notla orta olarak düzenlenmiştir. Belirtilen durum karşısında, idarenin mevcut Anayasal ve yasal hükümleri gözardı etmek suretiyle yargı kararının uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun sonucunda davacının manevi olarak zarara uğradığı kabul edilmelidir. Bu itibarla; olayda manevi tazminat ödenmesini gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını uygulamadığı saptanan davalı idarenin, olaydaki kusurunun niteliği ve ağırlığının dikkate alınarak Mahkemece takdir edilecek miktarda manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmektedir." Danıştay Onikinci Dairesi 17/10/2017 tarihli ve E.2016/8661, K.20174829 sayılı kararı ile hizmet sözleşmesinin feshi işleminin iptaline yönelik olarak verilen yargı kararının uygulanmaması üzerine açılan tazminat davasının kabulüne ilişkin Afyonkarahisar İdare Mahkemesince verilen 15/3/2013 tarihli ve E.2012/943, K.2013/205 sayılı kararı onamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...idare tarafından yargı kararının uygulanmaması ve/veya çeşitli bahanelerle uygulanmasının geciktirilmesi sonucunu doğuran ve hukuk düzeniyle bağdaşmayacak ve hatta yok denilecek kadar ağır nitelikte hukuka aykırılığı açık olan dava konusu işlemin iptal edilerek hukuk düzeninden silinmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı, yaklaşık 8 ay gibi bir süredir yargı kararını uygulamadığı anlaşılan davalı idarenin bu tavrının ağır hizmet kusuru oluşturduğu sonuç ve kanaatine varıldığından, davacının yaşadığı üzüntünün karşılığı olacak ve davalı idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde ve istemiyle sınırlı olarak 000,00-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden tazmini gerektiği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali ve davalı idarece olayda kişisel kusuru bulunan kişi veya kişilere rücu edilmek kaydıyla davacının manevi tazminat isteminin kabulüyle, 000,00-TL manevi tazminatın dava tarihi olan 2012 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi..." Danıştay İkinci Dairesi yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde verilen kararı 28/11/2017 tarihli ve E.2017/1297, K.2017/7408 sayılı hükmü ile bozmuştur. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Anayasada ve Yasada yer alan emredici kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan kaçınmasının, 'ağır hizmet kusuru' oluşturacağı açık bulunduğundan, idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi gerekmektedir.İncelenen olayda; davacının 2006 yılı sicil raporunun 'iyi' olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine karşılık gelecek not seviyesinde (84,5 notla yine iyi olarak) düzenlenmesi karşısında, idarenin mevcut Anayasal ve yasal hükümleri gözardı etmek suretiyle yargı kararının uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun sonucunda davacının manevi olarak zarara uğradığı kabul edilmelidir. Bu itibarla; olayda manevi tazminat ödenmesini gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını uygulamadığı saptanan davalı idarenin olaydaki kusurunun niteliği ve ağırlığının dikkate alınarak, davacının talebini aşmayacak ve Mahkemece takdir edilecek miktarda manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmekte iken, koşulları oluşmadığı gerekçesiyle istemin reddine hükmedilmesinde hukuki isabet görülmemiştir." Danıştay Beşinci Dairesi girilen meslek sınavında başarısız sayılma işleminin iptaline dair yargı kararının uygulanmaması nedeniyle yoksun kalınan maddi hakların ve duyulan üzüntüye karşılık gelen manevi tazminatın ödenmesine hükmeden Ankara İdare Mahkemesinin 8/4/2014 tarihli ve E.2014/245, K.2014/439 sayılı kararını 26/1/2015 tarihli ve E.2014/7198, K.2015/399 sayılı hükmü ile onamıştır. Danıştay Sekizinci Dairesi, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının süre aşımı gerekçesiyle reddi yönünde verilen İstanbul İdare Mahkemesinin 22/5/2015 tarihli ve E.2015/1148, K.2015/1270 sayılı kararını bozmuştur. Daire, kararında yargı kararının uygulanması taleplerin on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu ifade etmiştir. Bozma kararının ilgili kısmı şöyledir: "Olayda, davacı şirket tarafından İstanbul İdare Mahkemesi'nin 19/07/2012 gün ve E:2011/1673,K: 2012/1601 sayılı kararının 20/12/2012 tarihinde kesinleşmesi üzerine, söz konusu yargı kararının uygulanması istemiyle on yıllık genel zamanaşımı süresi içerisinde 13/10/2014 tarihinde yapılan başvuruya altmış günlük cevap verme süresi ve bu süreden itibaren altmış günlük dava açma süresi geçtikten sonra 21/04/2015 tarihli işlem ile cevap verildiği görülmektedir.Bu durumda; dava açma süresinin, 2577 sayılı Kanunun maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesi kapsamında, davacının başvurusunun reddine ilişkin 21/04/2015 tarihli işlemin davacıya tebliğ edildiği tarihinden itibaren başlatılması gerektiği ve bu sonuçla da bakılmakta olan davada süre aşımı bulunmadığı anlaşıldığından, temyize konu kararda hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/ maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 37). AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32). AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi madde anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, § 34). AİHM, Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54). Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye (B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 73-75) kararında 2577 sayılı Kanun'a göre açılabilecek tazminat davalarının yargı kararının icra edilmemesi şikâyetleri bakımından etkili bir iç hukuk yolu olup olmadığı tartışılmıştır. AİHM, bir kararın uygulanma biçiminin ilgilinin uğradığı maddi veya manevi zararın tazmin edilmesi hususuyla karıştırılmaması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM, tam yargı davalarında bir yargı kararını uygulamamanın genellikle hizmet kusuru olarak değerlendirildiği doğru olsa dahi bu durumun bundan dolayı ortaya çıkan zararın tazminini sağlamak için yeterli olmadığını belirtmiştir. AİHM 2577 sayılı Kanun'un özel hüküm (lex specialis) niteliğindeki hükümleri kapsamında öngörülen hukuk yolunun -mevcut davada olduğu gibi- yargı kararlarının uygulanmamasına dayandırılan şikâyetler bakımından uygun tazminat yolu oluşturmadığını belirtmiştir. AİHM aynı kararda, genel hüküm niteliğindeki tam yargı davası hükümlerinin idare tarafından yargı kararlarının icra edilmemesi konusunda uygulanabileceği varsayılsa dahi ne teorik ne de pratik olarak bu tarz bir davada etkinlik ve erişebilirlik şartlarının oluştuğunun ispatlanamadığını vurgulamıştır. AİHM bu bağlamda, Türk hukukuna göre yargı kararlarının aynen icrasının önünde aşılamaz bir engelin varlığı saptanmışsa idarenin başvuranlara mevcut durumun özelliklerine uygun olarak eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) denk düşecek en uygun alternatif çözümü teklif etme yükümlüğünün olduğunu hatırlatmıştır. AİHM'e göre başvurucuların lehine herhangi bir sonuç doğuracağı varsayılsa dahi tam yargı davasından elde edecekleri sonuç, iptal davalarında elde ettiklerinden farklı olmayacaktır (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 95-98). Reisner/Türkiye (B. No: 46815/09, 21/7/2015, §§ 48-50) kararına konu olayda ise bir bankaya elkonulması işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı nedeniyle ilgili yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM, başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün olamadığına dikkati çekmiştir. AİHM'e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul bir süre içinde icra edilmesini herkes için sağlama yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17071
Başvuru, yargı kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, meydana gelen ölümlü trafik kazasına ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 24/6/2014 tarihinde başvurucunun oğlu N.nin idaresindeki TIR'ın yolun sağ şeridinde seyretmekte olan A. idaresindeki kamyona arkadan çarpması sonucu meydana gelen trafik kazasında N. vefat etmiştir. Olaya ilişkin Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır. Kollukta beyanı alınan ve Cumhuriyet Başsavcılığınca da şüpheli sıfatıyla dinlenen A. özetle bir kargo şirketinde şoför olarak çalıştığını, kendisine tahsis edilen kamyon ile Antep'ten İzmir'e gitmek üzere 24/6/2014 gecesi yedek şoför Y. ile birlikte yola çıktıklarını, güzergâhlarına göre Pozantı üzerinden Konya'ya gideceklerini ancak Pozantı girişini kaçırdığını, yola devam ederken Çamtepe girişini görmesine rağmen yolun altından geçmesi nedeniyle emin olamadığı için bu dönüşten dönmediğini, hızının 40-50 km kadar olduğunu, ileride bir dönüş bulacağını düşündüğünü, girişi kaçırdıktan sonra aniden yavaşlamadığını yahut aracını durdurarak geri geri gitmediğini, kaza esnasında yanında yedek şoför olarak bulunan Y.nin uyumakta olduğunu, çarpan aracı dikiz aynasından görmesiyle kazanın gerçekleşmesinin bir olduğunu, bu nedenle çarpan aracın çok hızlı seyrettiğini düşündüğünü, çarpmanın hızıyla kendi aracının savrularak bariyerlere çarptığını, aracını gerekli özeni göstererek kullandığını ve gerçekleşen kazada kusurunun bulunmadığını beyan etmiştir. Kaza anında A. idaresindeki araçta yedek şoför olarak bulunan Y. kollukta alınan beyanında; kendisinin uyumakta olduğunu, kaza anında uyandığını, A.ya nerede olduklarını sorduğunu, A.nın "Bilmiyorum, elimde sigara vardı dönüşü kaçırmışım." dediğini, bu nedenle A.nın geri geri gitmiş ya da ani fren yapmış olabileceğini düşündüğünü beyan etmiştir. Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 26/6/2014 tarihli bilirkişi raporunda, A.nın idaresindeki aracın takograf cihazından alınan rapora göre kural ihlalinin olmadığının anlaşıldığı, N.ninarkadan çarpma ve önlerinde giden araçları güvenli veya yeterli mesafeden izlememe kusur veya kuralını ihlal etmesi nedeniyle birinci derecede kusurlu olduğu belirtilmiştir. Kazadaki kusur durumuna ilişkin olarak Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınan 1/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda; kazanın meskûn mahal dışında, 10,5 m genişlikte, kuru zeminli, asfalt kaplama, eğimsiz, düz, aydınlatması olmayan otoyolda, açık havada, gece meydana geldiği, kaza tespit tutanağına göre çarpma noktasından önce 8 m fren izi olduğu tespit edilmiştir. Raporda, kamyon sürücüsünün durduğu veya geri geri manevra yapmış olabileceği yönündeki iddia kapsamında olayın iki duruma göre ayrı ayrı değerlendirmesi yapılmıştır. Buna göre kazanın kamyon sürücüsünün otoyolda nizami seyri sırasında meydana gelmiş olması durumunda N.nin sağ şeritte, özen yükümlülüğüne aykırı seyri sırasında ön ilerisinde seyreden araca çarpmamak için fren tatbik etmiş ise de 8 m frenli vaziyette, arkadan çarptığı olayda dikkatsiz, tedbirsiz ve kurallara aykırı davranışı ile asli ve tam kusurlu olduğu, A.nın kusursuz olduğu sonucuna ulaşılacağı belirtilmiştir. Kazanın kamyon sürücüsünün otoyolda geri manevra yapması veya duraklaması sırasında meydana gelmesi durumunda ise N.nin sağ şeritte seyri sırasında, ön ilerisinde öngörüsü olmayacak şekilde, kurallara aykırı olarak duraklayan veya geri manevra yapan araca çarpmamak için fren tatbik etmiş ise de 8 m frenli vaziyette arkadan çarptığı olayda hatalı tutum ve davranışı bulunmadığından kusursuz olduğu, A.nın ise kurallara aykırı olarak, arkadan gelen sürücüler açısından öngörülemeyecek ve tehlike yaratacak şekilde duraklaması veya geri manevra yapmasıyla kazaya sebep olduğu, olayda dikkatsiz, tedbirsiz ve kurallara aykırı davranışı ile asli ve tam kusurlu olduğu sonucuna ulaşılacağı tespit edilmiştir. Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/1/2015 tarihinde, 21/10/2014 tarihli ek bilirkişi raporu ile takograf cihazının yeniden inceletilmesinde A.nın iradesindeki aracınhızının kaza sırasında yasal sınırlar içinde ve seyir hâlinde olduğunun tespit edildiği, tanık Y.nin beyanına kaza esnasında uyuması nedeniyle görgüye dayalı bilgisinin bulunmaması ve anlatımını destekler mahiyette delil bulunmaması sebepleriyle itibar edilmediği, tüm bu hususların bir arada değerlendirilmesinde trafik kazasının kamyon sürücüsü şüphelinin otoyolda nizami seyri sırasında meydana geldiği ve şüpheli A.nın gerçekleşen kazada herhangi bir kusurunun bulunmadığı, ölen N.nin kazanın gerçekleşmesinde asli ve tam kusurlu olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun yaptığı itiraz Tarsus Sulh Ceza Hâkimliğince 1/4/2015 tarihinde, itiraza konu karardaki gerekçenin ayrıntılı ve yeterli olduğu, evrak içeriğine uygun düştüğü, itirazın kabulü için bir neden bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Anılan karar 13/4/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 8/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8309
Başvuru, meydana gelen ölümlü trafik kazasına ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ticari hava taşımacılığı işletme ruhsatının askıya alınması ve iptali sonucunu doğuran 1/6/2007 tarihli ve 26539 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Ticari Hava Taşıma İşletmeleri Yönetmeliği'nin (SHY-6A) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendinin Anayasa'nın , , , , ve maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istemine ilişkindir. Başvuru 6/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 25/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 11/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 1/8/2014 tarihinde ibraz etmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, ticari hava taşımacılığı faaliyetinde bulunmak ve 15/6/2007 tarihine kadar geçerli olmak üzere 16/6/2006 tarihinde geçici işletme ruhsatı almıştır. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünce (SHGM) 30-31/10/2007, 21-22/11/2007, 22-23/11/2007 tarihlerinde yapılan denetimler sonucu uçuş emniyeti bakımından sakıncalar bulunması ve emniyetli uçuşların gerçekleştirilemeyeceğinin değerlendirilmesi nedeniyle 13/12/2007 tarihinde başvurucu Şirketin işletme ruhsatının üç ay süreyle askıya alınmasına karar verilmiş ve mevcut eksikliklerin giderilmemesi hâlinde ruhsatın iptal edileceği başvurucu Şirkete bildirilmiştir. Başvurucu işletme, ruhsatının askıya alınması işleminin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemenin 24/4/2008 tarihli ve E.2008/440 sayılı kararı ile 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki koşulların gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 28/5/2008 tarihli ve 2008/2318 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 30/12/2009 tarihli ve E.2008/440, K.2009/2066 sayılı kararında "...davacı şirketin 30-2007, 21-2007 ve 22-2007 tarihlerinde yapılan denetimlerde tespit edilen bulguların uçuş emniyeti açısından sakıncalar taşıması ve emniyetli uçuşlar gerçekleştirilemeyeceğinin değerlendirilmesi nedeniyle işletme ruhsatının 3 ay süreyle askıya alınmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Onuncu Dairesinin 26/3/2013 tarihli ve E.2010/6375, K.2013/2734 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. 25/1/2008, 28/1/2008 ve 11/3/2008 tarihlerinde yapılan denetimlerde, giderilmemiş olan eksikliklerin uçuş emniyeti bakımından tehlike arz ettiği kanaatine varıldığının yetkililerce belirtilmesi üzerine SHGM, 18/3/2008 tarihinde başvurucunun geçici işletme ruhsatını iptal etmiştir. Başvurucu, işletme ruhsatının iptaline dair idari işlem ile bu işlemin dayanağı mülga SHY-6A Yönetmeliği'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendinin iptali istemiyle Danıştay Onuncu Dairesinde dava açmıştır. Dairenin 26/3/2013 tarihli ve E.2008/3469, K.2013/2735 sayılı ilamı ile davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Yönetmeliğin dayanaklarından olan 2920 sayılı Yasanın maddesinde, sivil havacılık işletmelerine yönelik denetimler sonucu tespit edilen eksiklik veya bulguların can ve mal emniyeti ile uçuş emniyetini doğrudan ilgilendirmesi halinde, Genel Müdürlüğün, herhangi bir süre vermeksizin ya da uyarı yapmaksızın, ilgili işletmenin faaliyetini doğrudan durdurmaya, dolayısıyla işletme ruhsatını askıya almaya yetkili olduğu hükme bağlanmış; aynı Yasanın maddesinde de, ruhsat sahibi işletmede tespit edilen aykırılıkların uçuş emniyeti bakımından arz ettiği önem ve tehlikeye göre, ikili bir uygulamaya gidilmiş; aykırılığın uçuş emniyetini etkileyecek ağırlıkta olmaması halinde, öncelikle gerekçeli tebligat yapılarak süre verilmesi, verilen sürede aykırılık giderilmediği takdirde ise işletilen hatların bazılarına veya tümüne ilişkin iznin geçici olarak geri alınması yaptırım olarak düzenlenmiş iken; aykırılığın uçuş emniyetini etkilemesi halinde, ruhsatın derhal iptal edilmesi esası getirilmiş, böylelikle konunun can ve mal güvenliğiyle ilgisi gözetilerek, aykırılığın niteliğine ve ağırlığına göre, yaptırımı belirleme noktasında idareye takdir yetkisi tanınmıştır....Bu itibarla, dava konusu düzenlemenin, yukarıda aktarılan yasa hükümlerine paralel olduğu sonucuna varılmakta olup; davalı Bakanlığın düzenleme yetkisi kapsamında getirdiği dava konusu kuralda mevzuata ve hizmet gereklerine aykırılık görülmemektedir....Aktarılan bilgi ve belgeler çerçevesinde, davacı şirkete ait işletme ruhsatının askıya alınmasından sonra 2008, 2008 ve 2008 tarihlerinde yapılan denetimlerde tespit edilen giderilmemiş eksikliklerin uçuş emniyeti bakımından tehlike arz ettiği kanaatine varıldığından, işletme ruhsatının iptaline ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmemektedir...." Başvurucu 6/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Başvurucu, işletme ruhsatının askıya alınmasına dair işleme karşı açtığı davanın reddine dair hükmün onanması üzerine karar düzeltme talebinde bulunmuş; Danıştay Onuncu Dairesinin 7/4/2015 tarihli ve E.2013/6573, K.2015/1596 sayılı ilamıyla karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 21/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu ayrıca işletme ruhsatının iptaline dair idari işlem ile bu işlemin dayanağı mülga SHY-6A Yönetmeliği'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendinin iptali istemiyle açtığı davanın reddine dair kararı temyiz etmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 25/5/2015 tarihli ve E.2013/4302, K.2015/1991 sayılı ilamıyla, temyiz edilen kararın dava konusu Yönetmelik'in maddesinin 1 numaralı fıkrasının (j) bendi yönünden davanın reddine ilişkin kısmının bozulmasına, davacı Şirkete ait işletme ruhsatının iptaline ilişkin 18/3/2008 tarihli işlem yönünden davanın reddine ilişkin kısmının ise onanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın, davacı şirkete iç ve dış hatlarda tarifesiz seferlerle yolcu ve yük taşımacılığı yapmak üzere verilen işletme ruhsatının iptaline ilişkin 18/03/2008 olur tarihli ve 8990 sayılı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü işlemine ilişkin kısmının usul ve hukuka uygun bulunduğu,davacı tarafından dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır....Bu itibarla, ruhsat iptali yaptırımının uygulanması için Yasanın önce gerekçeli tebligat yapılarak süre verilmesi şartını aradığı açıktır....Dava konusu Yönetmeliğin maddesinin (j) bendinde ise, bu Yönetmeliğin maddesinde belirtilen denetim sonucunda uçuş emniyeti açısından sakınca görülmesi veya işletmecinin emniyetli uçuşlar sürdürebileceği konusunda Genel Müdürlükçe bir şüphe doğması halinde işletmeciye herhangi bir bildirimde bulunmaksızın işletmenin uçuşlarının durdurulacağı veya işletme ruhsatının askıya alınacağıveya iptal edileceği düzenlenmiştir. Bu haliyle dava konusu maddeyle,uçuş emniyeti açısından sakınca görülmesi veya işletmecinin emniyetli uçuşlar sürdürebileceği konusundabir şüphe doğması durumunda ruhsat sahibi işletmeye süre verilmeksizin doğrudan ruhsatın iptali konusunda davalı idareye yetki verilmiştir.Bu durumda, dava konusu Yönetmeliğin dayanağı Yasanın maddesi uyarınca ruhsat iptal edilmeden önce gerekçeli tebligat yapılarak süre verilmesi gerekirken, süre verilmeksizin ruhsatın iptaline imkan veren davakonusu düzenlemede hukuka ve dayanağı Yasaya uyarlık görülmemiştir." Başvurucu bu karara karşı karar düzeltme talebinde bulunmuş olup Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sisteminden ilişkilendirilen dosya içeriğine göre yargılama devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 14/10/1983 tarihli ve 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Türk sivil hava araçları ile faaliyette bulunan tüm kamu kurum ve kuruluşları ve gerçek ve özel hukuk tüzelkişileri Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün hava seyrüsefer güvenliğini sağlamak amacıyla yapacağı veya yaptıracağı teknik denetime tabidirler....Sivil havacılık alanında faaliyet gösteren tüm işletmeler ve yeterlik belgesine sahip olması gereken personel, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tarafından yürürlüğe konulan düzenlemeleri takip etmek, Genel Müdürlüğün verdiği talimatlara uymak, Genel Müdürlük yetkililerince talep edilen her türlü bilgi ve belgeyi vermek ve istenen ekipmana her zaman erişebilmelerini sağlamakla yükümlüdür.(Ek fıkra: 10/11/2005 - 5431/32 md.) Genel Müdürlük tarafından görevlendirilen teknik denetçiler, denetimlerde;a) Hava aracının uçuşa elverişli olmaması,b) Mürettebatın o hava aracı tipi için gerekli nitelikleri taşımaması veya uçuşu yürütecek fiziksel ya da zihinsel kapasiteye sahip olmaması,c) Operasyonun can ve mal emniyeti için tehlike oluşturması,d) Tespit edilen eksiklik veya bulguların can ve mal emniyeti ile uçuş emniyetini doğrudan ilgilendirmesi, Durumlarında işletmecinin ya da yeterlik belgesi gerektiren personelin uçuş operasyonunu ve/veya işletmecinin faaliyetini durdurmaya yetkilidir." 2920 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Ruhsat sahibinin bu bölümde yer alan hükümlere aykırı davranması halinde; Ulaştırma Bakanlığı tarafından kendisine aykırılığın giderilmesi için yapılacak gerekçeli tebligat ve verilecek süre üzerineruhsat sahibi aykırılıkları gidermez ise, verilmiş sürenin sonunda işletilen hatların bazılarına veya tümüne ilişkin izin, geçici olarak geri alınabilir veya ruhsat derhal iptal edilir." Mülga SHY-6A Yönetmeliği'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının(j) bendi şöyledir:"Bu Yönetmeliğin 40 ıncı maddesinde belirtilen denetim sonucunda uçuş emniyeti açısından sakınca görülmesi veya işletmecinin emniyetli uçuşlar sürdürebileceği konusunda Genel Müdürlükce bir şüphe doğması halinde işletmeciye herhangi bir bildirimde bulunmaksızın işletmenin uçuşları durdurulur veya işletme ruhsatı askıya alınır veya iptal edilir." Bu Yönetmelik, 16/1/2013 tarihli ve 28823 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ticari Hava Taşıma İşletmeleri Yönetmeliği'nin (SHY-6A) maddesinin (1) numaralı fıkrası ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Danıştay ilk derece mahkemesi olarak:c) (Değişik: 2/7/2012-6352/45 md.) Bakanlıklar ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere,...Karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları ... karara bağlar."
Kapsam dışı haklar
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6785
Başvuru, ticari hava taşımacılığı işletme ruhsatının askıya alınması ve iptali sonucunu doğuran 1/6/2007 tarihli ve 26539 sayılı Resmî Gazete de yayımlanan mülga Ticari Hava Taşıma İşletmeleri Yönetmeliği nin SHY-6A) 43. maddesinin 1) numaralı fıkrasının j) bendinin Anayasa nın 12., 13., 48., 49., 124. ve 125. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali istemine ilişkindir.
0
Başvuru, ölüm olayına ilişkin soruşturmanın etkili olmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kızı olan A.Ç. 20/9/2010 tarihinde, tatil yapmak amacıyla gittiği İzmir'in Çeşme ilçesindeki bir otelin havuzunda ölü olarak bulunmuştur. Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma sonucunda 3/6/2011 tarihinde, olayın gerçekleştiği otelin işleteni olan K. hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan dava açılmıştır. Çeşme Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 10/10/2013 tarihinde verilen mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 7/5/2015 tarihli ilamıyla 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ve maddelerinin uygulanmasına ilişkin hatalar nedeniyle bozulmuştur. Mahkemenin bozma üzerine verdiği 20/11/2015 tarihli karar Yargıtay CezaDairesinin 21/1/2019 tarihli ilamıyla onanmış ve hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar olan Yargıtay ilamına ilişkin olarak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan incelemede, yargılama sürecinde katılan vekili olarak görev yapan ve bireysel başvuruda da vekil olarak başvurucuyu temsil eden avukat Hüsnü Tuna tarafından ilgili kararın 20/2/2019 günü saat 44’te açılarak okunduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun vekili Yargıtayın onama kararının tebliğ edilmediğini, anılan kararı UYAP üzerinden 3/5/2019 tarihinde öğrendiğini belirtmektedir. Başvurucu 7/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16579
Başvuru, ölüm olayına ilişkin soruşturmanın etkili olmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından başvurunun esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 12/5/2006 tarihinde itirazın iptali talebiyle dava açılmıştır. Milas Asliye Hukuk Mahkemesi 14/6/2010 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/5/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 6/5/2013 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozma üzerine Mahkemenin E.2013/647 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11398
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, taşınmazının kıyı kenar çizgisi içinde kalması nedeniyle Hazine tarafından aleyhine açılan dava sonucunda tapu kaydının iptaline, taşınmaz üzerindeki binanın yıkılmasına karar verildiğini, zararının tazmini için açtığı davanın zamanaşımından reddedildiğini, kendisine herhangi bir ödeme yapılmaksızın taşınmazının elinden alındığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 12/12/2012 tarihinde Dikili Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 19/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/1/2015 tarihli görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarına atfen görüş bildirilmeyeceği beyan edilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 12/3/2015 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanmasını gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İzmir İli Dikili İlçesi, İsmetpaşa Mahallesi, 12 ada 1 parselde tapuda kayıtlı taşınmazı satın almış, taşınmaz üzerine iki katlı bina inşa etmiştir. Hazine, anılan taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığından bahisle 21/4/1977 tarihinde başvurucu aleyhine Dikili Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptal, men'i müdahale ve kal istemiyle dava açmıştır. Mahkeme, E.1989/136, K.1991/15 sayılı kararıyla dava konusu taşınmazın denizin ayrılmaz parçası kumluk saha üzerinde bulunduğu ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğundan tapusunun iptaline, başvurucunun müdahalesinin men'ine, üzerindeki binanın kal'ine, yıkımın davalılar tarafından yapılmaması halinde Hazine tarafından yıktırılmasına karar vermiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/2/1992 tarihli ve E.1992/1275, K.1992/798 sayılı kararıyla onanmış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 2/11/1992 tarihli ve E.1992/10520, K.1992/12611 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar 2/11/1992 tarihinde kesinleşmiştir. Dava konusu tapunun hükmen terkini, 15/5/2001 tarihinde Dikili Tapu Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiştir. Geçen süre zarfında başvurucu binayı kendisi yıkmamış, idare de 18 yıl boyunca binayı yıkmadığından başvurucu taşınmazı kullanmaya devam etmiştir. 3/5/2010 tarihli tespit ve tahliye tutanağı ile başvurucu tahliye edilmiş ve idarece binanın yıkımı icra kanalıyla gerçekleştirilmiştir. Başvurucu, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalması nedeniyle bedel ödenmeksizin tapusunun iptaline karar verildiğini, yıkım işleminin uzun süre uygulanmaması nedeniyle taşınmazı kullanmaya devam ettiğini ve taşınmazın yıkımı nedeniyle zarara uğradığını belirterek, uğradığı zararların tazmini talebiyle 26/10/2010 tarihinde Dikili Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Yargılama aşamasında alınan 13/7/2011 tarihli bilirkişi raporunda mevcut verilerle binanın değeri 598,40 TL, arsanın değeri 200,00 TL olmak üzere taşınmazın toplam değeri 798,40 TL olarak tespit edilmiştir. Mahkeme, 5/12/2011 tarihli ve E.2010/363, K.2011/384 sayılı kararıyla, başvurucuya ait taşınmazın tapusunun iptali, müdahalenin men'i ve yıkıma ilişkin kararın kesinleştiği 2/11/1992 tarihinden itibaren 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesinde öngörülen 10 yıllık süre geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/4/2012 tarihli ve E.2012/1640, K.4155 sayılı kararıyla onanmış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 8/10/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 20/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/12/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/04/1926 tarihli ve 818 sayılı Mülga Borçlar Kanunu'nun "müruru zaman" kenar başlıklı maddesinin (11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesiyle benzer) birinci fıkrası şöyledir:"Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz." Mülga 818 sayılı Kanun'un "on senelik müruru zaman" kenar başlıklı maddesi (6098 sayılı Kanun'un maddesiyle benzer) şöyledir:"Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir." Mülga 818 sayılı Kanun'un "müruru zamanın cereyanına mani olan ve müruru zamanı tatil eden sebepler" kenar başlıklı maddesinin (6098 sayılı Kanun'un maddesiyle benzer) ilgili kısımları şöyledir:"Aşağıdaki hallerde müruru zaman cereyan etmez ve cereyana başlamış ise inkıtaa uğrar: … 6 - Alacağı, bir Türk mahkemesi huzurunda iddia etmek imkanı olmadığı müddetçe. Müruru zaman, tatil eden sebeplerin zail olduğu günün hitamından itibaren başlar veya tevakkuftan evvel başlamış olan cereyanına devam eder." Anayasa Mahkemesinin 25/2/1986 tarihli ve E.1985/1, K.1986/4 sayılı kararıyla iptal edilen 27/11/1984 tarihli ve 3086 sayılı Kıyı Kanunu'nun Geçici maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "1972 yılından önce kıyıda doğmuş özel mülkiyete konu yapılar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki, mevzuata ve imar planına uygun olarak yapılan yapılar hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1144
Başvurucu, taşınmazının kıyı kenar çizgisi içinde kalması nedeniyle Hazine tarafından aleyhine açılan dava sonucunda tapu kaydının iptaline, taşınmaz üzerindeki binanın yıkılmasına karar verildiğini, zararının tazmini için açtığı davanın zamanaşımından reddedildiğini, kendisine herhangi bir ödeme yapılmaksızın taşınmazının elinden alındığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
0
Başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu Askeri Cezaevinde, avukatı ve ailesi ile görüşmesinin kısıtlanması, izlenmesi ve savunma hazırlamak için gerekli olduğunu belirttiği internete erişiminin engellenmesi nedenleriyle adil yargılanma, özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, bu hususların düzenlendiği yönetmeliğin ilgili maddelerinin iptali ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 22/8/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Tespit edilen eksikliklerin verilen kesin sürede tamamlanmadığı gerekçesiyle Komisyonlar Başraportörünce 30/1/2014 tarihinde bireysel başvurunun idari yönden reddine karar verilmiştir. Başvurucunun idari ret kararına yaptığı itiraz İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/9/2014 tarihinde kabul edilerek başvurucunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 30/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 30/10/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 30/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık görüşü, başvurucuya 17/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu görüşe karşı cevaplarını 27/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun (mülga) maddesi uyarınca hükümeti cebren devirmek ve engellemek suçunu işlediği iddiası ile başvuru tarihinde hükmen tutuklu olarak Kolordu Komutanlığı Özel Tip Askeri Ceza ve Tutukevinde bulunmaktadır. Başvurucu, dilekçe ile Kolordu Komutanlığından (Komutanlık) hakkında devam eden yargılamaya ilişkin olarak avukatı ile telefonla görüşme talebinde bulunmuştur. Talepte avukatın bürosunun İzmir'de olması nedeniyle cezaevine sürekli gelmesinin mümkün olmadığını ve bu sebeple avukatı ile telefonla görüşmesinin önemli olduğunu belirtmiştir. Komutanlık cevabi yazısında adli müşavirliğin yaptığı incelemede şu hususları belirttiğini iletmiştir:"Yapılan incelemede; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunda tutuklunun yakınları ile telefon görüşmesinin dinlenmesi ve kayıt altına alınması öngörülmüş iken avukat ile telefonla görüşme konusunda bir düzenleme yapılmaması kanun koyucunun burada bilerek suskun kalması olarak anlaşılmıştır. Avukat ile yapılacak görüşmelerin dinlenemeyeceği, kayıt altına alınamayacağı kuralı gereği tutuklunun avukatı ile telefonla görüşme yapma konusunda kanunda bir hak tanınmadığı görülmektedir.Konu ile ilgili olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üçüncü Daire Başkanlığının 27/1/2011 tarih ve E.2011/821, K.2011/472 sayılı kararında da belirtildiği gibi gerek Askeri Ceza ve Tutukevlerinin Yönetiminin ve Cezaların İnfazına Dair Yönetmelikte, gerekse 5275 sayılı Kanun ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Tüzük hükümlerine göre tutuklunun avukatı ile telefonla görüşmesi konusunda bir düzenleme olmaması tutukluya böyle bir hakkın verilmemesi nedeniyle dilekçe sahibin avukatı ile telefon görüşmesi yaptırmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı mütalaa edilmektedir." Başvurucu 30/1/2012 tarihli dilekçesi ile Komutanlıktan ziyaretçi kabulü haklarının kısıtlandığını ve görüş süresinin kaldırılarak tüm ziyaretlerin açık görüş şeklinde yapılmasını, ayrıca telefon görüşmelerindeki kişi, gün ve zaman sınırlamasının kaldırılmasını ve internet erişiminde sınırlamanın kaldırılarak savunma hazırlama imkanının sağlanmasını talep etmiştir. Anılan talep, İnfaz Subaylığınca, Askeri Ceza ve Tutukevlerinin Yönetiminin ve Cezaların İnfazına Dair Yönetmelik’in (Yönetmelik) maddesi uyarınca reddedilmiştir. Başvurucu, 31/8/2012 tarihli dilekçesi ile hakkında devam eden yargılama ve bir gazetedeki habere ilişkin olarak avukatı ile telefonla görüşme talebinde bulunmuştur. Bu talep de Yönetmelik’in 66/A maddesi gereğince İnfaz Subaylığı tarafından reddedilmiştir. Taleplerin reddedilmesi üzerine başvurucu, Komutanlık ve İnfaz Subaylığının ret kararlarının ve anılan Yönetmeliğin 66/A, 70 ve 70/A maddelerinin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açmıştır. Mahkeme, 11/7/2013 tarihli ve E.2013/177, K.2013/1006 sayılı kararı ile iptal isteminin reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… 5275 sayılı Kanunun 59’uncu maddesinde hükümlünün avukat ile görüşmesinin ne şekilde olacağı, 66’ıncı maddesinde telefonla görüşme hakkının neleri kapsayacağı, 83’üncü maddesinde hükümlüyü ziyaret esasları belirlenmiştir. 5275 sayılı Kanunun 114’üncü maddesinde tutuklunun hakları sayılmış, 116’ncı maddesinde tutukluluk hali ile uzlaşır nitelikte olanların tutuklular için de uygulanabileceği belirtilmiştir. 5275 sayılı Kanunun 59’uncu maddesinde avukat ile görüşme hakkı verilmiş, bu maddede avukat ile telefonla görüşme hakkından bahsedilmemiş, telefon hakkının düzenlendiği 66’ncı maddede avukat ile görüşme düzenlenmemiştir. Telefon görüşmesinin gün ve saatleri kurumda bulunan telefon adedi ve başvuru sırası, kurumun güvenliği dikkate alınarak idare tarafından belirlenmesine izin verilmiştir. Tutuklunun avukat ile yüz yüze görüşmesine hiçbir kısıtlama getirilemez. Tutuklu avukatı ile her zaman görüşebilir. Avukat ile telefonla görüşme dışında haberleşmesine engel bir durum bulunmamakta olup, bu hususta kısıtlama getirilemez. Tutuklu savunmasını hazırlayabilmesi amacıyla avukat ile yüz yüze görüşme için avukatına haber verilmesini cezaevi yönetiminden isteyebilir. Yönetim tarafından bu talebin de yerine getirilmesi gerekir. Davacı avukatı ile dilediği vakit herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın telefonla haberleşmeye izin verilmesini talep etmektedir. Avukatla olan görüşmeler dinlenemez ve kayıt altına alınamaz, savunma kapsamında avukatla görüşmeye kısıtlama da konulamaz. Bu nedenle kanun koyucu tarafından avukatla görüşme düzenlenmemiştir. Kanunun vermediği bir yetkinin idari düzenlemede yer almaması hukuka uygundur. 5275 sayılı Kanunun 83’üncü maddesine üçüncü dereceye kadar kan ve sıhrî hısımlarının ziyareti, akraba dışında en fazla üç kişinin ziyaret edebileceği konusunda hüküm konulmuştur. Ayrıca, hükümlünün internet olanaklarından yararlanma esasları 5275 sayılı Kanunun 67/3’üncü maddesinde belirlenerek, eğitim ve iyileştirme programları gerekli kıldığı takdirde denetim altında internetten yararlanabileceği öngörülmüş olup, bu maddede, eğitim ve iyileştirme programları haricinde internetten yararlanılabileceğine dair bir düzenleme yoktur. 5275 sayılı Kanundaki benzer düzenlemelere Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzükte de yer verilmiştir. Tüm kısıtlamalar sınırlamalar kanunla getirilmiştir. Bu itibarla, Askeri Ceza ve Tutukevlerinin Yönetiminin ve Cezaların İnfazına Dair Yönetmeliğin iptali talep edilen düzenlemelerinin üst normlara aykırı görülmediği gibi, telefon ve ziyaretçi görüşmeleri ile internet kullanımına getirilen kısıtlamaların hukuka aykırı bir yönü görülmemiştir.” Karar, başvurucuya 26/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 22/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bakanlık, başvurucunun hükmen tutuklu olarak bulunduğu dosyaya ilişkin olarak yaptığı bireysel başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesinin 18/6/2014 tarihli ve 2013/7800 başvuru numaralı kararı ile Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ve ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verildiğini belirtmiştir. Bunun üzerine başvurucuyu yargılayan İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi, 19/6/2014 tarihli ve E.2010/427, K.2012/427 sayılı ek kararı uyarınca başvurucunun tutuklu olarak yargılandığı ve nihayete eren yargılamanın yenilenmesine karar vermiştir. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki hükmün infazı durdurulmuş ve başvurucu serbest bırakılmıştır.B. İlgili Hukuk 14/6/1930 tarihli ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“…E) Ceza evinin emniyeti bakımından mahkumlara ait mektupların ve kendilerini ziyarete gelenlerle konuşmalarının ve hariçle muhaberelerinin ne suretle tanzim ve kontrol edileceği,… hakkında bir nizamname tanzim olunur.…” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:“(1) Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir. 2) Açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerinde hükümlüler, ücretli telefonlarla serbestçe görüşme yapabilirler. (3) Açık ve kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler altsoy, üstsoy, eş ve kardeşlerinin ölüm, ağır hastalık veya doğal afet hâllerinde, kuruma ait telefon ve faks cihazından derhâl yararlandırılırlar. Görüşmeler, tutanak ile belgelenir ve tutanaklar özel bir dosyada saklanır. (4) Hükümlüler açık ve kapalı ceza infaz kurumlarında, çocuk eğitimevlerinde araç telefonu, telsiz telefon veya cep telefonu ve benzeri iletişim araçlarını bulunduramaz ve kullanamazlar.” 5275 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir. (3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez. (4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:“…(2) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde tutuklular, kurumun bu husustaki genel düzenine uymak suretiyle ziyaretçi kabul edebilirler. Ancak soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkeme, soruşturmanın veya davanın selameti bakımından tutuklunun ziyaretçi kabulünü yasaklayabilir veya bu hususta kısıtlamalar koyabilir. (3) Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir. …(5) Tutuklunun müdafii ile olan haberleşmesine ve kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamaz ve kısıtlamalar konulamaz.(6) Özel kanunda yer alan hükümler saklıdır.” 5275 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince aşağıdaki tedbirler uygulanabilir:…. b) Belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefon görüşmelerinin kısıtlanması.…” 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Bu Kanunun; … konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76, ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.” 25/10/1963 tarih ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluş ve Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin birinci ve son fıkraları şöyledir:“Askerî mahkemelerce verilen ceza hükümleri, kesinleşmedikçe yerine getirilmez. Bu Kanunda ve Askerî Ceza Kanununda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde cezalar ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesinde, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun ilgili hükümleri uygulanır.…Cezaların askeri ceza ve tutukevlerinde ne suretle infaz edileceği Milli Savunma Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir…” Askeri Ceza ve Tutukevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Yönetmelik’in (Yönetmelik) ilgili maddeleri şöyledir:“Haberleşmenin Kontrolü:Madde 66 - Tüm hükümlü ve tutuklulara gelen ve bunlar tarafından gönderilen mektuplar askeri ceza ve tutukevi müdürlüğünce incelenir.Hükümlü ve tutuklu tarafından yazılan mektuplar, zarfı kapatılmaksızın askeri ceza ve tutukevi müdürlüğüne teslim edilir. Gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektupların zarfları askeri ceza ve tutukevi müdürlüğünce kapatılarak postaneye verilir.Hükümlü ve tutuklulara gönderilen ve açılıp incelendikten sonra sahiplerine verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektuplar "GÖRÜLDÜ" kaydı konulduktan sonra sahiplerine verilir.Askeri ceza ve tutukevinde bulunan tüm hükümlü ve tutukluların gönderecekleri mektuplar er mektubu gibi işlem görürler.(Değişik Beşinci Fıkra:2010 tarihli Askerî Ceza ve Tutukevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin Maddesi) Mektup haricindeki haberleşme vasıtalarından nasıl istifade edileceği hususu askeri ceza ve tutukevi müdürlüğünce hazırlanacak bir talimat ile düzenlenir. Ancak cep telefonu, telsiz, bilgisayar ve bunun gibi aletler ile gerçekleştirilebilen haberleşmeler yasaktır.(Ek Altıncı Fıkra:2010 tarihli Askerî Ceza ve Tutukevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin Maddesi) Ücreti tutuklu ve hükümlü tarafından ödenmek şartıyla PTT aracılığıyla faks ve telgraf ile de haberleşme yapılabilir. Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar, kurumun en üst amirince denetlenir.Telefonla görüşmeMadde 66/A- Askerî ceza ve tutukevinde bulunan hükümlü ve tutuklular, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir. …Hükümlü ve tutukluların, bu maddede belirtilen yakınları ile yaptığı telefon görüşmeleri, askerî ceza ve tutukevi müdürünün bu işe görevlendirdiği görevli tarafından dinlenir ve mümkünse elektronik aletler ile kayda alınır.Hükümlü ve Tutukluları ZiyaretMadde 70- Hükümlü ve tutuklular askerî ceza ve tutukevi müdürlüğünce saptanan esaslar çerçevesinde ziyaret edilebilir. Ziyaret haftada bir kez olacak şekilde, üçü kapalı biri açık görüş olmak üzere ayda dört kez yapılır. Askerî ceza ve tutukevinin kapısında hükümlüleri ziyaret günleri ile saatlerini ve ziyaretçilerin uyması gereken kuralları gösterir bir levha, ziyaretçiler tarafından görülebilecek bir yere asılır. Askerî ceza ve tutukevinde ciddi bir tehlike teşkil eden veya kaçma şüphesi bulunan ve gruplar meydana getirmeye mütemayil olan hükümlü ve tutukluların ziyaretlerinin askerî ceza ve tutukevi müdürü tarafından diğerlerinden ayrı bir gün veya zamana alınması mümkündür.Ziyaret gün ve saatleri askerî ceza ve tutukevi müdürü tarafından planlanır ve teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıta komutanı veya kurum amirinin onayı ile uygulanır. Görüş süresi, yarım saatten az, bir saatten fazla olacak şekilde belirlenemez. Görüş süresi, görüşmenin fiilen başladığı andan itibaren işletilir.…Avukat ve noterle görüşme Madde 70/A- Tutuklu, vekâletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duymayacağı, ancak; görüşmenin görevlilerce izlenebileceği bir ortamda, açık görüş usulüne tabi olarak görüşür. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulmaz. Soruşturma evresinde, aynı anda en fazla üç avukat tutuklu ile görüşebilirHükümlü ile avukatı, meslek kimliğinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak; güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde, açık görüş usulüne uygun olarak görüştürülür.Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Ancak, 5237 sayılı Kanunun 220’nci maddesinde, ikinci kitap dördüncü kısım dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, askerî ceza ve tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, askerî savcının istemi ve askerî mahkemenin hakim sınıfından bir üyesinin vereceği kararla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler askerî mahkemece incelenebilir. Askerî mahkeme belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir.Hükümlü, vekâletnamesi olmayan avukatlarıyla, avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde en çok üç kez görüşme hakkına sahiptir.Hükümlü ve tutuklular, meslek kimliğinin ibrazı ve göreviyle ilgili olmak koşuluyla, noterle, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, idarenin gözetiminde açık görüş usulü çerçevesinde görüşebilir.” Uluslararası Belgeler Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararlarında hükümlü ve tutukluların avukatları ve dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:“Hukuki Danışmanlık Bütün mahpuslara hukuki danışmanlık alma hakkı tanınır. Cezaevi yetkilileri onlara bu hakkı kullanmalarında makul kolaylıklar sağlamalıdır. Mahpuslar herhangi bir hukuki mesele hakkında kendi seçtikleri ve ücretini ödedikleri bir hukuki danışmana başvurabilirler. Kabul edilmiş ve ücretsiz bir hukuki yardım uygulaması olması halinde, yetkililer bunu tüm mahpusların dikkatine sunmalıdır. Mahpuslar ve hukuki danışmanları arasında hukuki konularda yapılan görüşmeler, yazışmalar ve diğer iletişimler gizli tutulmalıdır. Ciddi bir suçun işlenmesinin önlenmesi ya da cezaevi emniyet ve güvenliğinin esaslı bir biçimde ihlal edilmesinin engellenmesi için, adli bir merci tarafından istisnai hallerde bu gizliliğe kısıtlamalar getirilebilir. Mahpuslar, mahkeme işlemleri ile ilgili belgelere ulaşabilmeli veya bunları yanlarında bulundurmalarına izin verilmelidir.Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar.…”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6693
Başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu Askeri Cezaevinde, avukatı ve ailesi ile görüşmesinin kısıtlanması, izlenmesi ve savunma hazırlamak için gerekli olduğunu belirttiği internete erişiminin engellenmesi nedenleriyle adil yargılanma, özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, bu hususların düzenlendiği yönetmeliğin ilgili maddelerinin iptali ve tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle, 27/2/2006 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 18/6/2014 tarihinde İstanbul İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede dosyanın Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 23/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 28/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 6/2/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle, 27/2/2006 tarihinde dava açmıştır. İstanbul İş Mahkemesi, 21/3/2012 tarihli ve E.2006/124, K.2012/203 sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Davalının temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/12/2013 tarihli ve E.2013/21492 K.2013/30179 sayılı ilâmıyla, kıdem tazminatı tavanının aşılıp aşılmadığı yönünde değerlendirme yapılmadan hüküm verildiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma sonrasında başvurucunun 8/12/2014 tarihinde feragat dilekçesi sunması üzerine dava, İstanbul İş Mahkemesinin 11/12/2014 tarihli ve E.2014/416, K.2014/842 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, feragat dilekçesi sunmadan önce, 18/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10333
Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle, 27/2/2006 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu kişilik haklarının zedelenmesi nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararının tazmini talebiyle 26/3/2007 tarihinde dava açmıştır. Aydın Asliye Hukuk Mahkemesi 31/5/2012 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2013 tarihli ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/10/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Anılan ilam başvurucuya 19/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19655
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yapılan düzenlemeyle vekâlet ücretinin azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının, gözaltı tedbiri nedeniyle belirlenen maddi ve manevi tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltı tedbiri nedeniyle belirlenen manevi tazminatın yetersiz olması ve adli kontrol tedbirine dayalı manevi tazminat talebinin ise değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Aynı kararla başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne de karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 21/2/2002 tarihinde doğmuş olup olay tarihinde çocuktur. Başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı) yürüttüğü bir soruşturma kapsamında 15/9/2015 günü saat 55'te gözaltına alınmış; aynı gün imza vermek suretiyle adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının 16/9/2015 tarihli iddianamesiyle, başvurucunun 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet, silahlı terör örgütüne üye olma ve kamu malına zarar verme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 6/12/2016 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı tüm suçlardan beraatine karar verilmiştir. Bu karar, kanun yoluna başvurulmaması nedeniyle kesinleşmiştir. Başvurucu 30/12/2016 havale tarihli dilekçesi ile 15/9/2015 tarihinde gözaltına alındığını, iki gün boyunca haksız bir şekilde gözaltında kaldığını, her hafta imza atmak şeklindeki adli kontrol şartıyla serbest bırakıldığını, bu süre zarfında iş bulamadığını ve çalışamadığını, imza atmak suretiyle adli kontrol altında tutulmasından dolayı büyük sıkıntılar yaşadığını, bu süre içinde ailesi ile akrabalarından uzak kaldığını, Adana Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda 6/12/2016 tarihli kararla beraat ettiğini, kararın kesinleştiğini, haksız yere gözaltında kalması ve hakkında uygulanan adli kontrol nedeniyle 500 TL. maddi tazminat ile 000 TL. manevi tazminatın gözaltı tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsilini 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca talep etmiştir. Başvurucunun dava dilekçesinde 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) veya (e) bentlerine ilişkin olarak ayrı bir açıklamada bulunmadığı tespit edilmiştir. Davayı inceleyen Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 5/4/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın yukarıda belirtilen sürece yer verildikten sonraki ilgili kısmı şöyledir: ''...[D]avacı hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama, toplantı ve gösteri yürüyüşlere silahla katılma, terör örgütü propagandası yapma, kamu malına zarar vermek suçlarından cezalandırılması istemi ile Mahkemelerinin 2015/492 esasında kamu davasının açıldığı, yapılan yargılama sonucunda 06/12/2016 tarih 2016/474 sayılı karar ile sanığın beraatine hükmedildiği, bu kararın 14/12/2016 tarihinde kesinleştiği, davacının göz altına alınmadığı belirtilmiştir. Toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinden; Adana ve çevresinde gerçekleşen terör örgütü faaliyetlerinin gerçekleşme yoğunluğu, bölgenin aldığı göçlerden oluşan demografik yapısı, nüfus yoğunluğu itibariyle daha güçlü şüphe sebepleri aranmadan saat 05:55' te yapılan arama sonrasında yakalanarak, saat 06:18 civarında hakkında Adli Tıp'tan rapor aldırılmak ve hemen akabinde savcılık sorgusu için adliyeye sevk edilmek suretiyle yapılan sorgusundan sonra adli kontrol şartı ile serbest bırakıldığı, davacı ile ilgili olarak yapılan işlemlerin sağlıklı bir yargılamanın asgari ve zorunlu soruşturma safhalarını oluşturduğu, davaya konu olan olayda da soruşturma aşamasının zorunlu aşamaları dışında kişi özgürlüğünü kısıtlayan herhangi bir işlem yapılmadığı, ayrıca Savcısı tarafından takdir yetkisinin yasal sınırları içinde kullanıldığının, yöntem ve yasaya aykırılık bulunmadığının kabulü gerektiği, aksi takdirde soruşturma aşamasında beyanlarının alınması için emniyete veya savcılığa getirilen herkesin tazminat isteme hakkı elde edebileceği hususları dikkate alındığında; davacının maddi ve manevi tazminat isteminin reddine...[karar verilmiştir.]'' Başvurucu 26/4/2017 tarihli dilekçe ile istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde de dava dilekçesinde yer alan hususları tekrarlayarak davanın reddine ayrıca Hazine lehine vekâlet ücreti ödenmesine dair kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. İstinaf talebini inceleyen Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 5/7/2017 tarihli kararıyla Ağır Ceza Mahkemesi kararının bozulmasına hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: ''...[T]azminat davasına bakan mahkemece davanın reddine karar verilmiş ise de davacı hakkındaki Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/492 Esas sayılı dava dosyasının soruşturma aşamasında davacının 15/09/2015 tarihinde evinde arama yapılarak saat 55'de yakalandığı, aynı gün mevcutlu olarak Adana Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiği, Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli sıfatıyla ifadesi alındıktan sonra Adli Kontrol talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk edildiği ve sulh ceza hakimliğince davacının Adli Kontrolle serbest bırakıldığı, bu soruşturma sonunda hakkında açılan kamu davasında davacının beraatine karar verildiği, beraat kararının 14/12/2016 tarihinde kesinleştiği, kesinleşen beraat kararı ile birlikte, yapılan yakalama işleminin haksız hale geldiğinin anlaşılması karşısında, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat Verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1 ve devamı maddelerinde belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği, bu itibarla ilk derece mahkemesince yargı denetimine imkan verecek şekilde olaya ve yasaya uygun gerekçelerde karar yerinde gösterilmek suretiyle maddi ve manevi zararla ilgili olarak, hak ve nesafet ilkelerine uygun makul bir tazminata hükmedilmesine karar verilmesi gerekirken yasal olmayan gerekçe ile davanın reddine karar verilmesinin CMK' nun 230, 289/1-g maddelerine aykırılık teşkil edeceğinden; davacı vekilinin istinaf itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 6100 Sayılı 353/(1)a-maddesi ve 5271 sayılı CMK’nın 289/1-g bendi uyarınca HÜKMÜN BOZULMASINA...[karar verilmiştir.]'' Ağır Ceza Mahkemesi bozma kararı üzerine başlayan yeni yargısal süreç sonunda 30,34 TL maddi tazminat ile 150 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 15/9/2015 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine, ayrıca başvurucu kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 770 TL vekâlet ücretinin de ödenmesine 26/10/2017 tarihinde karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...[M]ahkememizce yazılan müzekkereye Adana Ağır Ceza Mahkemesince verilen12/01/2017 tarihli cevabi yazı ile eki belgelerin incelenmesinde; davacı hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama, toplantı ve gösteri yürüyüşlere silahla katılma, terör örgütü propagandası yapma, kamu malına zarar vermek suçlarından cezalandırılması istemi ile Mahkemelerinin 2015/492 esasında kamu davasının açıldığı, yapılan yargılama sonucunda 06/12/2016 tarih, 2016/474 sayılı karar ile sanığın beraatine hükmedildiği, bu kararın 14/12/2016 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır. Dosya kapsamına göre davacının 2015 günü saat 05:55’te yakalandığı, gözaltına alındığı, ve Savcılığınca ifadesinin alındığı, aynı gün Sulh ceza Hakimliğince adli kontrolle serbest bırakıldığının sabit olduğu, süre yönünden incelemede tazminat davasının Mahkememize süresinde açıldığı, Savcısının mütalaasında 'sanığın gözaltında geçirdiği süre nedeniyle, sebepsiz zenginleşmeye neden olmayacak şekilde hakkaniyete uygun mahkemece takdir edilecek manevi tazminata karar verilmesini' kamu adına talep ve mütalaa ettiği, davacının 1 gün gözaltında kalması nedeniyle çalışamayıp maddi kayba uğradığının dosya kapsamına göre sabit olduğu, davacının gözaltında kalması nedeniyle manevi açıdan elem, acı ve üzüntü yaşadığı, bu nedenle davacının sosyal ve ekonomik durumu, gözaltında geçirdiği süre dikkate alınarak hakkaniyete uygun makul bir miktar manevi tazminata hükmetmek gerektiği, davacı aylık ortalama gelirinin asgari ücretin üzerinde olduğunu somut delillerle kanıtlayamadığından, davacının gözaltında kaldığı 1 günlük süre için İşkur asgari ücret listesi esas alınarak, 1-Davacının maddi tazminata yönelik davasının kısmen kabulü ile 30,34TL maddi tazminatın gözaltına alınma tarihi olan 15/09/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine,2- Davacının gözaltı nedeniyle yaşadığı elem ve üzüntü nedeniyle, davacının manevi tazminata yönelik davasının kısmen kabulü ile 150 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 15/09/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar vermek gerektiği kanaatine varılarak, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi özetle hükmedilen maddi tazminatın tutarının kesinlik sınırı altında kalması, manevi tazminata ilişkin değerlendirmede ise Ağır Ceza Mahkemesinin kararında hukuka aykırı bir yön bulunmaması nedeniyle istinaf başvurusunun reddine 26/1/2018 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesinin kararını 12/3/2018 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 13/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. A.A. [G.K], B. No: 2017/34502, 21/10/2021; Eyyüp Güneş [G.K], B. No: 2017/28308, 21/10/2021; Yahya Çevik, B.No: 2018/15454, 17/11/
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7764
Başvuru, yapılan düzenlemeyle vekâlet ücretinin azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının, gözaltı tedbiri nedeniyle belirlenen maddi ve manevi tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltı tedbiri nedeniyle belirlenen manevi tazminatın yetersiz olması ve adli kontrol tedbirine dayalı manevi tazminat talebinin ise değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması, tutukluluk süresinin makul olmaması, tahliye talepleri ile tutukluluğa yönelik itirazların karara bağlanmaması ve tutukluluk incelemelerinin yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 24/11/2017, 29/5/2018, 18/6/2018, 27/11/2018 ve 11/12/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2017/38610, 2018/14692, 2018/34462 ve 2018/35971 sayılı başvurular yönünden başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, anılan başvurular yönünden görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşlerine karşı süresinde beyanda bulunmuştur. 2018/16592 sayılı başvuru bakımından Bakanlığa bildirim yapılmasına gerek görülmemiştir. Yapılan incelemede 2018/14692, 2018/16592, 2018/34462 ve 2018/35971 sayılı başvuruların başvurucu tarafından aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığı anlaşıldığından 2017/38610 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/7/2007 tarihinde Diyarbakır'dan, 12/6/2011 tarihinde Hakkâri'den bağımsız olarak [Daha sonra sırasıyla Demokratik Toplum Partisine (DTP) ve Barış ve Demokrasi Partisine (BDP) katılmıştır.]; 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde ise Halkların Demokratik Partisinden (HDP) İstanbul milletvekili seçilmiştir. Başvurucu 1/2/2010 tarihinde BDP'nin eş genel başkanlığına, BDP'nin HDP'ye katılmasıyla da HDP eş genel başkanlığına seçilmiş; bu görevine 11/2/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Başvurucu ayrıca 24/6/2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde aday gösterilmiş, %8,40 ile en çok oy alan üçüncü aday olmuştur.A. Tutuklama Tedbirine İlişkin Süreç Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemlerde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle ilgili Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından otuz bir ayrı fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) sunulmak üzere Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet (terör) olayları ve 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede terör saldırılarının artması dolayısıyla siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda değişiklik yapılmasını öngören kanun teklifi 12/4/2016 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde ile "Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla düzenlemede belirtilen mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Bakanlıkta bulunan dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciye iade edileceği öngörülmüştür. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki çok sayıda fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılı Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için Cizre, Kızıltepe, Nusaybin, Bingöl, Van, Batman, Elâzığ, Ankara ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderilmiştir. Nusaybin ve Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılıkları başvurucu hakkında uhdelerinde bulunan soruşturma dosyalarını -isnat edilen suçların ağır ceza mahkemesinin görevi kapsamında olduğu gerekçesiyle- fezlekeyle Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı ise aynı gerekçe ile Şırnak Başsavcılığına göndermiştir. Şırnak, Mardin, Van, Elâzığ, Bingöl, Batman ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılıkları da fezlekeyle gelen ve/veya uhdelerinde bulunan soruşturma dosyalarını "[farklı] soruşturma dosyaları üzerinden yürütülen soruşturmaların birlikte yürütülmesinde maddi gerçeğin ortaya çıkartılması bakımından hukuki bir fayda olacağı" ve "suçun vasfının tayini konusunda tüm dosyaların birlikte değerlendirilmesinin önem arz ettiği" gerekçesiyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere yetkisizlik kararı vermiştir. Diğer taraftan ifadesi alınmak üzere soruşturma makamları tarafından farklı tarihlerde çağrı kâğıdı/talimat gönderilerek savcılıklara davet edilen başvurucu, bu çağrılara uymamıştır. Bu sürecin öncesinde -dokunulmazlıklara ilişkin kanun teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasından sonra- HDP eş genel başkanı olan başvurucu 19/4/2016 tarihinde TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Biz mahkemelerde süründürüleceğiz, yok öyle bir şey. Şunu da net olarak söyleyeyim: Bu hafta öbür hafta dokunulmazlıklarımızı kaldırabilirler. Fakat tek bir arkadaşım kendi ayağıyla ifade vermeye gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler. Bu iş öyle kolay olmayacak. Zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız, tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız, yok öyle yağma." şeklinde ifadeler kullanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkındaki fezlekelere konu tüm soruşturma dosyalarının 2016/24950 sayılı soruşturma dosyasında birleştirilmesine karar verilmiştir. Böylece başvurucu hakkında farklı Cumhuriyet başsavcılıklarınca düzenlenen otuz bir ayrı fezlekede suça konu edilen tüm fiillerin birlikte değerlendirilmesi mümkün hâle gelmiştir. Başsavcılık "üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu değerlendirilerek" başvurucunun gözaltına alınmasına karar verildiğini belirterek "yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla" evinde 4/11/2016 tarihinde arama yapılmasına karar verilmesi talebiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur. Hâkimliğin 3/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun "üzerine atılı suçlama nedeni ile kaçma ya da delilleri yok etme riskinin yoğun bir şekilde bulunduğu, CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 118/2 maddede belirtilen şartların oluştuğu" gerekçesiyle başvurucunun -yakalanarak gözaltına alınabilmesi amacıyla- evinde arama yapılmasına izin verilmiştir. Gözaltı ve arama kararları uyarınca başvurucu 4/11/2016 tarihinde Diyarbakır'daki evinde yakalanarak gözaltına alınmış ve aynı gün saat 00'ya kadar Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünde gözaltında tutulmuştur. Başvurucu daha sonra hakkında soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 4/11/2016 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik 4/11/2016 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve halkı suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Anılan kararda başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin olarak bazı değerlendirmelere yer verilmiştir. Bunlar özetle şöyledir:i. Suriye'de DAEŞ ile PYD/YPG arasında çatışmaların yoğunlaşması üzerine PKK tarafından sokağa çıkmaları yönünde halka çağrılar yapıldığı ve bunların örgüte müzahir internet sitelerinde yayımlandığı, HDP'nin sosyal medya hesabından da eş zamanlı benzer çağrıda bulunulduğu, bunun HDP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) adına yapıldığı ve başvurucunun da HDP eş genel başkanı ve MYK üyesi olduğu, çağrılar sonrasında sokağa çıkan terör örgütü sempatizanları tarafından gerçekleştirilen olaylarda çok sayıda kişinin öldüğü, kamu binalarına, güvenlik güçlerine ve işyerlerine saldırılar düzenlendiği, işyerleri ve bankaların yağmalandığı, söz konusu olaylar nedeniyle kamu güvenliğinin tesis edilmesinin uzun bir süre aldığı, böylece başvurucunun halkı suç işlemeye alenen tahrik suçunu işlediğine dair hakkında kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtilmiştir. ii. Başvurucunun farklı tarihlerde yaptığı konuşmalarda yukarıda belirtilen eylem çağrısına sahip çıktığı, PKK'nın hendek kazmak suretiyle özerk yönetimler oluşturma hedefi doğrultusundaki eylemlerini "direniş" olarak adlandırdığı ve meşru gösterdiği, KCK sözleşmesi kapsamında faaliyet gösteren Demokratik Toplum Kongresinin (DTK) faaliyetlerine katıldığı belirtilerek ve başvurucu hakkında düzenlenen fezlekelere konu eylemlerle ilgili çok sayıda soruşturmanın varlığına genel atıf yapılarak terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu ifade edilmiştir. Kararda, yukarıdaki olaylara atfen tutuklamanın ön koşulu olan kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtildikten sonra tutuklama nedenlerinin varlığına ilişkin olarak "müsnet suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, müsnet suçun CMK 100/ maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu, verilmesi beklenen cezaya göre tutuklama tedbirinin ölçülü ve gerekli olduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" değerlendirmesine yer verilmiştir. Diyarbakır ve Sulh Ceza Hâkimlikleri sırasıyla 1/12/2016 ve 30/12/2016 tarihlerinde başvurucunun tutukluluk durumunu dosya üzerinden incelemiş ve "kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin olması ve tutuklama nedeninin bulunması, üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durum, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi de dikkate alındığında Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin Maddesinde öngörülen geçerli şüphe sebeplerinin, 1982 anayasasının Maddesinde belirtilen kuvvetli belirtinin ve CMK'nın 100/1 maddesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olduğu müsnet suçun CMK'nın 100/3-a maddesinde sayılan katolog suçlardan olması, verilmesi beklenen cezaya göre tutuklama tedbirinin ölçülü olması bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" gerekçesiyle tutukluluğun devamına karar vermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 11/1/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, terör örgütü propagandası yapma, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme, halkı kanunlara uymamaya tahrik etme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, suç işlemeye alenen tahrik etme, halkı kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne kışkırtma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 2/2/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/101 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemenin aynı tarihte yaptığı tensip incelemesinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"[Başvurucuya] isnat edilen suçların sayısı ve niteliği; atılı suçların işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin (iletişimin tespiti kararları, görüşme dökümleri, tespit tutanakları) bulunması, sanığın savunmasının alınmamış olması, soruşturma aşamasında Tebligat Kanununun maddesine göre yapılan tabligatla suçlamalarla ilgili ifadeye çağılmasına rağmen ifade vermeye gitmiş olup soruşturma beyanlarının yakalanarak gözaltına alınması sonrası alınabilmiş olması, kovuşturmada henüz beyanlarının alınmamış olması, isnat edilen silahlı terör örgütü yöneticiliği suçunun CMK.nın 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması ve tutuklama kararında belirtilen tutuklama nedenlerinde bir değişiklik olmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde tutuklama nedenlerinin var olduğu; Yukarıda açıklanan hususlar ve sanığa isnat edilen eylemlerin sübutu halinde bunlar için öngörülen cezaların alt ve üst sınırları birlikte dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı; İsnat edilen eylemlerin sayı ve yoğunluğu ile bunların nitelikleri, suçların sübutu halinde verilmesi muhtemel ceza miktarı dikkate alındığında sanığın siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu yürütülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir dengenin mevcut olduğu ... [anlaşılmıştır.]" Mahkeme aynı tarihte kamu güvenliği gerekçesiyle davanın nakli için Bakanlığa başvuruda bulunmuştur. Bakanlığın davanın nakli talebini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 22/3/2017 tarihinde "yargılamanın esas yetkili mahkemesinde yapılması durumunda kamu güvenliği yönünden açık ve yakın tehlikenin söz konusu olabileceği" gerekçesiyle davanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesine karar vermiştir. Anılan karar uyarınca Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 6/4/2017 tarihinde söz konusu dava dosyasını Ankara Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine göndermiş, tevzi işlemi sonrasında dava dosyası Ankara Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/47) gelmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2017 tarihinde, başvurucu hakkındaki dava ile Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/224 sayılı dava dosyası arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle davaların birleştirilmesi hususunda Ankara Ağır Ceza Mahkemesinden görüş sormuştur. Anılan Mahkeme 28/4/2017 tarihinde -E.2015/224 sayılı dosyaya ilişkin olarak 24/4/2017 tarihinde karar verilmiş olduğundan- birleştirme yönünden muvafakat verilmediğini belirtmiştir. Öte yandan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 28/4/2017 tarihinde yaptığı tensip incelemesinin sonunda "üzerine atılı suçun vasfı ve mahiyeti, mevcut delil durumu, sanık savunmaları, bilirkişi inceleme raporları ve tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, atılı suçların cezaların alt ve üst sınırları, CMK.nun 100/3 maddesinde sırasında kayıtlı katalog suçlardan olması, tutuklulukta geçen süre dikkate alındığında adli kontrolün bu aşamada yetersiz kalacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 7/6/2017 tarihinde, bu kez başvurucu hakkındaki dava ile Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/500 sayılı dava dosyası arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle davaların birleştirilmesi hususunda Ankara Ağır Ceza Mahkemesine görüş sormuştur. Anılan Mahkeme 14/6/2017 tarihinde birleştirmeye muvafakat verilmediğini belirtmiştir. Buna karşılık Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 20/6/2017 tarihinde başvurucu hakkındaki davanın Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/500 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir. Diğer taraftan -birleştirme kararının henüz kesinleşmediğine vurgu yaparak- başvurucunun tutukluluk durumunu 22/6/2017 tarihinde dosya üzerinden inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delillerin varlığı, atılı suçun; cezasının alt ve üst sınırı, Anayasanın maddesi uyarınca ülkemiz içinde bağlayıcı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesi ve bu maddenin yorumu ile ilgili AİHM içtihatlarına göre kamu düzeninin temini ve yeni bir suç işlenmesinin önlenmesinin tutuklama için haklı bir gerekçe oluşturduğu, atılı suçun CMK.nun maddesinde kayıtlı katalog suçlardan olması ağır cezalık mevattan suçlar için CMK.nun maddesinde düzenle azami tutukluluk süresi ve sanığın tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alındığında serbest bırakıldığı takdirde kaçma ve delillere etki etme ihtimali nazara alınarak ve aynı nedenlerle adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı" değerlendirmesiyle tutukluluğu devam ettirmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 23/8/2017 tarihinde, birleştirmeye muvafakat verilmediğine değinerek birleştirmenin yerinde olmadığını belirtmiş; bu konudaki uyuşmazlığın giderilmesi ve yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir. Anılan Daire 14/9/2017 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin birleştirme kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi de 25/9/2017 tarihinde başvurucu hakkındaki davayı yeni bir dosya numarasına (E.2017/567) kaydederek görevli Ankara AğırCeza Mahkemesine göndermiştir. Bunun üzerine başvurucu hakkındaki dava Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (E.2017/189) görülmeye başlanmıştır. Mahkeme 3/10/2017 tarihinde yaptığı tensip incelemesinin sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verirken genel olarak Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2/2/2017 tarihli kararındaki gerekçelere (bkz. § 27) dayanmıştır. Anılan Tensip Tutanağı 13/10/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/10/2017 tarihinde müdafii aracılığıyla tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiştir. Başvurucu müdafii tarafından verilen itiraz dilekçesinde tutukluluğun devamı kararındaki gerekçelerin yetersizliğinin yanı sıra başvurucunun milletvekili ve HDP'nin eş genel başkanı olmasına dikkat çekilmiş, Anayasa Mahkemesinin bazı kararları emsal gösterilerek tutukluluğun devam ettirilmesi nedeniyle başvurucunun TBMM'de seçmenlerini temsil etme görevini yerine getiremediği, parti ve grup toplantılarına katılamadığı, Meclis denetim usullerini işletemediği, dolayısıyla siyasi temsil görevlerinin hiçbirini yapamadığı, böylelikle seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının da sınırlandırıldığı ileri sürülmüştür. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 25/10/2017 tarihinde "isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, suçun işlendiği hususunda kuvvetli delillerin varlığı ve karartılma ihtimali gözönüne alınarak Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin sanığın tutukluluk halinin devamına [dair] kararında usul ve yasaya aykırı herhangi bir cihet bulunmadığı" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucu tarafından 31/10/2017 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu 24/11/2017 tarihinde -2017/38610 sayılı başvuru bakımından- bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 27/10/2017 tarihinde dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda "üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir somut delillerin varlığı, atılı suçun; cezasının alt ve üst sınırı, Anayasanın maddesi uyarınca ülkemiz içinde bağlayıcı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesi ve bu maddenin yorumu ile ilgili AİHM içtihatlarına göre kamu düzeninin temini ve yeni bir suç işlenme inin önlenmesinin tutuklama için haklı bir gerekçe oluşturduğu, atılı suçun CMK.nun maddesinde kayıtlı katalog suçlardan olması ağır cezalık mevattan suçlar için CMK.nun maddesinde düzenle azami tutukluluk süresi ve sanığın tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alındığında serbest bırakıldığı takdirde kaçma ve delillere etki etme ihtimali nazara alınarak ve aynı nedenlerle adli kontrol tedbirlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu müdafiinin tutukluluğun devamı kararına karşı 13/11/2017 tarihli dilekçeyle yaptığı itiraz da Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 23/11/2017 tarihinde "isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, suçun işlendiği hususunda kuvvetli delillerin varlığı ve karartılma ihtimali gözönüne alınarak Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin ... tutukluluk halinin devamına [dair] kararında usul ve yasaya aykırı herhangi bir cihet bulunmadığı" değerlendirmesiyle reddedilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun yargılandığı davada ilk duruşmayı 7/12/2017 tarihinde yapmıştır. Başvurucunun tutuklu olarak bulunduğu Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla katılmayı kabul etmemesi nedeniyle bu duruşmada başvurucunun savunması alınamamıştır. Bununla birlikte başvurucunun müdafileri, Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bazı kararlarına değinerek başvurucunun TBMM'de grubu bulunan bir siyasi partinin eş genel başkanı olması ve milletvekili konumu dolayısıyla tutukluluğun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkını da ihlal ettiğini ileri sürerek tahliye talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme duruşma sonunda tahliye taleplerini kabul etmeyerek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanık Selahattin Demirtaş'ın üzerine atılı suçları işlediği iddiasına dair; olay tutanakları, değerlendirme ve tespit tutanakları, dijital verilere ilişkin çözüm tutanağı, görüntü ve çözüm tutanakları, teknik araçlarla izleme ve dinleme çözüm tutanakları ile tanık beyanına dayanan kuvvetli suç şüphesinin varlığı, iddianamedeki sevk maddelerine göre suçların 5271 Sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen katalog suçlardan olması sanığa isnad edilen suçların cezalarının alt ve üst sınırı, kovuşturma konusu suçların yasada öngörülen alt ve üst sınırlar arasındaki ceza miktarı dikkate alındığında ceza miktarı ile tutuklama tedbiri arasında ölçülülük bulunması, adli kontrol hükümlerine uymanın sanık iradesine bırakılması ve ceza miktarına göre bu aşamada yetersiz kalacağı kanaati ile tutukluluk halinin devamına... [karar verildi.]" Başvurucu 14/2/2018 tarihinde yapılan ikinci duruşmada Mahkemede bizzat hazır edilmiş, suçlamalara ilişkin savunmasını 14-15-16/2/2018 tarihlerinde yapılan duruşmalarda sözlü olarak vermiştir. Başvurucunun savunması SEGBİS üzerinden kayda alınmış ve sonrasında bu kayıtların çözümü yaptırılmıştır. Başvurucu, savunmasında kendisi hakkında uygulanan ve sürdürülen tutuklama tedbirini -SEGBİS Çözüm Tutanağı'nda ifade edildiği şekliyle- "Ben niye tutukluyum, gerçekten ben niye tutukluyum; kaçtım mı, delilleri mi kararttım, böyle bir teşebbüsüm mü oldu, niye tutukluyum ben? Yani bir kişi, bir yurttaş niye tutuklanır; sadece katalog suçtan olduğu için tutuklamayın diye biz yasa çıkarmadık mı, yasa koyucu olarak. Niye tutuklanır; bütün tutuklama koşullarının aynı anda olması lazım, her sanık içinde özel olarak değerlendirilmesi lazım dedik yasa koyucu iradesiyle. Sıradan yurttaş için bunu söyledik, bırak Milletvekili için ...Yargı'nın hiçbir kararının gerekçeli olamayacağına dair açık hüküm var. Özellikle ceza yargılanmasında CMK'da çok açıktır. Hiçbir karar gerekçesiz olamaz ve hiçbir gerekçe şablon olamaz, geçmişte şablon otomatik kararlar verilirdi, Parlamentoda bu çok tartışıldı, değişiklik yapıldı, kararların kişiye münhasır kişiselleştirilmiş olacak şekilde ve açık sari gerekçeleriyle birlikte verilmesi gerektiği, hem Parlamentoda yasa değişikliği yapılırken gerekçede belirtildi, hem yasaya işlendi, hem Parlamentodaki tartışmalarda kanun koyucu iradesibu şekilde tecelli etti. Gelin görün ki kanun koyucu kurumun bir temsilcisi, iradenin bir temsilcisi olarak benimle ilgili bugüne kadar verilen hiçbir kararda tek bir gerekçe görmedim. Tamamı şablon, kopyala, o kadar kopyala yapıştır ki o kadar, geçmiş karardan kopyalanmış yazım hatalarıyla birlikte yeni karara yapıştırılmış. Hiç değilse yeniden yazılsaydı ya, kopyala yapıştır yapılmasaydı. Tutukluluğumun devamına neden geçen ayı kopyala yapıştır. E geçen yazım yapılmış, aynısı bu ayda var ... Halen de burada bu dosya itibariyle hem tutuklu olmam hem bu şekilde yargılanıyor olmam, hem siyasi faaliyetlerim, hem Parlamenterlik görevime ağır bir saldırıdır. Bizler çünkü Parlamentoda sadece yasa yapmıyoruz, denetimde yapıyoruz; kimi hükümeti denetliyoruz, Yürütme'nin her türlü eylem ve işlemini millet adına denetliyoruz. Yargı nasıl denetliyorsa bizde denetliyoruz. İlk denetim makamı Parlamentodur. Denetiminde bir çok yolu vardır. Ben şuanda bunların bir çoğunu kullanamıyorum..." sözleriyle eleştirmiştir. Mahkeme duruşma sonunda -bir önceki duruşmada açıkladığı gerekçeleri tekrarlayarak- başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 11/4/2018 tarihli duruşma sonunda da tutukluluk durumunu incelemiş ve "olay tutanakları, değerlendirme ve tespit tutanakları, dijital verilere ilişkin çözüm tutanağı, görüntü ve çözüm tutanakları, teknik araçlarla izleme ve dinleme çözüm tutanakları ile tanık beyanına dayanan kuvvetli suç şüphesinin varlığı, iddianamedeki sevk maddelerine göre terör örgütü yöneticiliği suçunun 5271 Sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen katalog suçlardan olması, sanığa isnad edilen suçların cezalarının alt ve üst sınırı, kovuşturma konusu suçların yasada öngörülen alt ve üst sınırlar arasındaki ceza miktarı dikkate alındığında ceza miktarı ile tutuklama tedbiri arasında ölçülülük bulunması, adli kontrol hükümlerine uymanın sanık iradesine bırakılması ve ceza miktarına göre bu aşamada yetersiz kalacağı" değerlendirmesiyle başvurucunun -silahlı terör örgütüne üye olma ve suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından- tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca bu duruşmada başvurucu müdafileri tarafından dile getirilen suç işlemeye alenen tahrik etme suçu yönünden kanunda öngörülen azami tutukluluk süresinin dolduğu yönündeki iddiayı "iddianamedeki anlatım ve TCK'nın [Türk Ceza Kanunu] 214/1 maddesinin TMK'nın [Terörle Mücadele Kanunu] maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle sanık hakkında TMK'nın maddesinin uygulanma ihtimali de gözetilerek delilleri takdir etme yetkisinin 5235 sayılı yasanın maddesi gereğince Ağır Ceza Mahkemelerine ait suçlardan olması nedeniyle" kabul etmemiştir. Başvurucunun anılan karara yönelik itirazı Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 2018/108 İş sayılı kararla reddedilmiştir. Başvurucu bu kararı 16/5/2018 tarihinde öğrendiğini belirtmiş, 18/6/2018 tarihinde -2018/16592 sayılı başvuru bakımından- bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu müdafii 15/5/2018 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, hâlen milletvekili olan başvurucunun 24/6/2018 tarihinde yapılacak/yapılan Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde aday gösterildiğini ve adaylığının kesinleştiğini belirterek Anayasa'da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) güvence altına alınan serbest seçim hakkı nazara alınarak başvurucunun tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 21/5/2018 tarihinde başvurucu müdafiinin talebini karara bağlamıştır. Mahkeme, başvurucunun Cumhurbaşkanı adayı olmasıyla ilgili bir değerlendirme yapmaksızın "üzerine atılı suçları işlediği iddiasına yönelik olay tutanakları, değerlendirme ve tespit tutanakları, dijital verilere ilişkin çözüm tutanakları, görüntü ve çözüm tutanakları, teknik araçlarla izleme ve dinleme çözüm tutanakları ile tanık beyanına dayanan kuvvetli suç şüphesinin varlığı, iddianamedeki sevk maddelerine göre suçların 5271 Sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen katalog suçlardan olması, sanığa isnat edilen ve kovuşturma konusu suçların yasada öngörülen alt ve üst sınırlar arasındaki ceza miktarı ile sanığın adli makamlar huzuruna kendiliğinden gitmeyeceğini belirtmesi ve savunmasının da tamamlanmamış olması karşısında tutuklama tedbirinde ölçülülük bulunması ve adli kontrol hükümlerinin de yetersiz kalacağı kanaatiyle" tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına oyçokluğuyla karar vermiştir. Karara katılmayan üye hâkim karşıoy yazısında başvurucunun Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde aday gösterilmesine dikkat çekerek Anayasa'nın Maddesinde  seçme ve seçilme hakkına birlikte yer verilmesi suretiyle bunların doğrudan bağlantılı olduğunun ifade edildiği ve seçme hakkının adayların kendisini seçmene tanıtması hakkını da içerdiği yönünde değerlendirmelerde bulunmuş, ayrıca milletvekillerinin tutukluluğunun makul süreyi aşmasına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarında yer alan değerlendirmelere atıf yapmıştır. Üye hâkim; başvurucunun uzun süredir milletvekilliği ve siyasi parti eş genel başkanlığı görevini üstlenmesine, ayrıca bir önceki Cumhurbaşkanı Seçimi'nde aday olmasına ve 24/6/2018 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde de adaylığının kesinleşmesine vurgu yaparak "iddianamede yüklenen suçlar ve fiiller ile tutuklu kaldığı süre göz önünde bulundurulduğunda Cumhurbaşkanlığı seçimi süresince tutuklu kalmasının ... serbest seçim hakkını özünden zedelemesi ve bu hakkın etkin kullanımını engellemesi, Anayasanın maddesinin fıkrasının cümlesindeki temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasının özlerine dokunulamayacağı ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükümlerine uygun olmaması" gerekçesiyle yurt dışına çıkmama adli kontrol tedbiri uygulanmak sureti ile başvurucunun salıverilmesine karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğunu dile getirmiştir. Başvurucu müdafii 22/5/2018 tarihinde tahliye talebinin reddine dair karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; başvurucunun hem milletvekili olması hem de Cumhurbaşkanlığı Seçimi'nde adaylığının kesinleşmesi nedeniyle tutukluluğunun devam ettirilmesinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanı sıra serbest seçim hakkını da ihlal ettiği ifade edilmiştir. Başvurucu müdafii ayrıca talep tarihi itibarıyla tutukluluğun 1 yıl 6 aydan uzun bir süredir devam ettiğini, tutuklamaya konu dava dosyasında delillerin toplandığını ve etki edilebilecek herhangi bir delilin bulunmadığını, milletvekili olması ve Cumhurbaşkanlığı adaylığının kesinleşmiş olması karşısında başvurucunun kaçma şüphesinin değil, kaçmayacağını gösteren somut olguların mevcut olduğunu ileri sürmüştür. İtiraz dilekçesinde ayrıca milletvekili olan başvurucunun tutuklanmasına karar verildiği tarihten itibaren hiçbir yasama faaliyetine katılamadığına, 16/4/2017 tarihinde yapılan -ülkenin hükûmet rejiminin değiştirilmesine dair- referandumla ilgili olarak eş genel başkanı olduğu siyasi parti adına herhangi bir faaliyet yürütemediğine vurgu yapılmış; bunun yanı sıra başvurucunun Cumhurbaşkanı adayı olarak ülke siyasetiyle ilgili gündem ve strateji belirleme, seçim çalışmalarını yürütme, seçmenle bir araya gelerek miting ve toplantı yapma gibi propaganda araçlarından yararlanma olanaklarını kullanmasının tutukluk dolayısıyla mümkün olmadığına dikkat çekilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 23/5/2018 tarihinde başvurucunun seçilme hakkı ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili iddiaları yönünden ayrıca bir değerlendirme yapmaksızın "isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, suçun işlendiği hususunda kuvvetli delillerin varlığı ve karartılma ihtimali göz önüne alınarak ... tutukluluk halinin devamı kararında usul ve yasaya aykırı bir cihet bulunmadığı" gerekçesiyle itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu bu kararı 24/5/2018 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 29/5/2018 tarihinde -2018/14692 sayılı başvuru bakımından- bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 18/7/2018, 28/8/2018 ve 4/10/2018 tarihli duruşmalarda önceki (21/5/2018 tarihli) duruşmada açıkladığı gerekçeleri tekrarlayarak başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu müdafii 20/11/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluğuyla ilgili olarak AİHM tarafından ihlal kararı verildiğini belirterek Ankara Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş ve bu karar uyarınca tahliye talebinde bulunmuştur. Mahkeme, bunun üzerine aynı gün Bakanlık İnsan Hakları Dairesi Başkanlığına yazı yazarak -tahliye talebi değerlendirilmesine esas olmak üzere- söz konusu kararın ivedi olarak Türkçeye çevrilmesini istemiştir. Başvurucu müdafii, tahliye talebinin karara bağlanmadığı ve talebin değerlendirilmesinin sürüncemede bırakıldığını belirterek 27/11/2018 tarihinde-2018/34462 sayılı başvuru bakımından- bireysel başvuruda bulunmuştur. Bakanlık İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı, AİHM kararını tercüme ederek 29/11/2018 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Bunun üzerine Mahkeme 30/11/2018 tarihinde başvurucunun -AİHM'in ihlal kararına dayanarak yapmış olduğu- tahliye talebini değerlendirmiştir. Bu bağlamda kararda ilk olarak AİHM tarafından başvurucu hakkında verilen karara dair genel açıklamalarda bulunulmuş, sonrasında ise söz konusu AİHM kararının kesinleşmediğine vurgu yapılarak talebin reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Anayasamızın maddesinde 'Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.' hükmünün yer aldığı, yine Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinde ise; ' Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkemenin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler. Mahkemenin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir.' hükmünün yer aldığı, bu hüküm karşısında kesinleşmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının tarafları bağladığının belirtildiği, kararın İnsan Hakları Mahkemesi'nin büyük daire kararı olmayıp Daire ( Bölüm ) kararı olduğu, kararın tercümesinin ilk sayfasında 'İş bu kararın sözleşmenin 44/2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir' denilmek suretiyle daire kararının nihai bir karar niteliğinde bulunmadığının belirtildiği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 44/ maddesinde de bu hususun düzenlenmiş olduğu gözetilerek yukarıda belirtilen gerekçelerle sanık Selahattin Demirtaş'ın tutukluluk halinin devamına dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir." Başvurucu müdafii, tahliye talebinin reddi kararına itiraz etmiş; Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 6/12/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu bu kararı 6/12/2018 tarihinde öğrendiğini bildirmiş, 11/12/2018 tarihinde -2018/35971 sayılı başvuru bakımından- bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 13/12/2018 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine yönelik taleplerin reddi ile tutukluluk hâlinin devamına karar verirken daha etraflı bir değerlendirmede bulunmuştur. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Tutuklu sanık Selahattin Demirtaş'ın üzerine atılı suçları işlediği iddiasına yönelik olarak, dosyada birinci fezlekeye ilişkin tape kayıtları ile , Ü.A. ve A. ile ilgili yapılan aramalar sonucu elde edilen dijital verilere ilişkin doküman inceleme ve tespit tutanakları, arama ve el koyma tutanakları, İkinci fezlekeye ilişkin 13/01/2011, 14/07/2012, 24/03/2011, 30/10/2012 ve 12/11/2011 tarihli olaylara ilişkin görüntü inceleme ve tespit tutanakları, olay tutanakları ve bilirkişi raporları,Üçüncü fezlekeye ilişkin değerlendirme ve tespit tutanakları, olay tutanağı, araştırma tutanağı ve konuşmalara ilişkin çözüm tutanakları ile bilirkişi raporları, Dördüncü fezlekeye ilişkin görüntü inceleme ve tespit tutanağı, olay tutanağı, görüntü çözüm tutanakları ve bilirkişi raporları, Beş ile otuzuncu fezlekeler arasındaki görüntü inceleme ve tespit tutanakları, olay tutanakları, görüntü çözüm tutanakları ve bilirkişi raporları, Otuz birinci fezlekeye ilişkin HDP genel merkezi twitter açıklamaları, bilirkişi raporları ile Türkiye genelinde meydana gelen olayları gösterir polis fezlekeleri, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosu tarafından kovuşturma aşamasında mahkememize gönderilen ... plakalı araç içerisinde ele geçirilen doküman inceleme ve tespit tutanakları, Ç. isimli şahsın üzerinden ele geçirilen hafıza kartına ilişkin örgütsel faaliyet raporu ile, Tüm dosya kapsamı birlikte dikkate alındığında, sanık hakkında tutuklu bulunduğu suçlar yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, kaldı ki bu hususun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin sanığın başvurusu ile ilgili 20/11/2018 tarih ve 14305/17 sayılı kararında da 'Mahkeme, bu kapsamda, Sözleşme'nin maddesinin fıkrasındaki makul şüphe gerekli olaylara dayalı açıklamalar bakımından öngörülen şartları değerlendirdiğinde, ceza soruşturması dosyasında, en azından başvuranın kovuşturulmasına yol açan suçların bir kısmının başvuran tarafından işlenmiş olabileceğine tarafsız bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgilerin bulunduğu kanaatine varmaktadır' diyerek bu durumu açıkça belirttiği, Mahkememizdeki kovuşturmada, sanığın 14 ve 16 Şubat 2018 tarihleri arasındaki duruşmada hazır edilerek savunmasına geçildiği, şu ana kadar hakkında iddianamede yer alan 31 fezleke (olay) ile birleşen dosya olmak üzere toplam 32 farklı suçlamadan sadece 9 suçlama (olay) ile ilgili savunma yaptığı ve henüz CMK.nun 145 - 147 maddeleri anlamında iddianamedeki suçlara yönelik sorgusunun tamamlanmadığı, CMK.nun maddesi gereğince 'Sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanır' hükmünün yer aldığı, yine CMK.nun 209, 211 ve maddelerigereğince dosyadaki bilgi, belge ve tutanakların okunup diyeceklerin ancak sanık sorgusundan sonra yapılabileceği, sanığın 14-15-16 Şubat 2018 ve 11-12-13 Nisan 2018 tarihli duruşmalarda savunmasını yapmasına rağmen, yeterli süre ve imkan tanınmasına rağmen sanığın 18/07/2018 tarihli duruşmada savunmasını hazırlayamadığını belirterek süre talep ettiği, 28/08/2018 tarihli duruşmada avukatlarının duruşmayı takip etmemesi nedeniyle duruşmanın ertelendiği, 03-04 Ekim 2018 tarihli duruşmada ise savunmasına devam etmediği, yine 12-13 Aralık 2018 tarihli duruşmalarda sanık ve müdafiilerinin reddi hakim talepleri nedeniyle savunmanın alınamadığı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinde taraf devletlere yüklenen davayı makul sürede bitirme yükümlülüğü kapsamında sanığa savunmasını yapması için yukarıda belirtilen Temmuz, Ağustos, Ekim ve Aralık 2018 tarihli duruşmalarda imkan sağlandığı, ancak mahkememizden kaynaklanmayan nedenlerle sanığın savunma yapmadığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatlarında da açıkça 'kişinin yargılama sürecine engel olmaması gerekliliğinin' açıkça vurgulandığı, kaldı ki sanığın partisinin Meclis grup toplantısı sırasında, 'HDP’nin hiçbir milletvekilinin kendi rızasıyla ifade vermeyeceğini' beyan ettiği, soruşturma aşamasında yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından, 12 Temmuz 2016, 15 Temmuz 2016, 28 Temmuz 2016, 12 Ağustos 2016, 6 Eylül 2016 ve 11 Ekim 2016 tarihlerinde, ifade vermesi için davetiye çıkarılmasına rağmen kendiliğinden ifade için Cumhuriyet Başsavcılıklarına gitmediği, adli kontrol hükümlerinin bu nedenle sanık hakkında yetersiz kalacağının mahkememizce değerlendirildiği, Bu aşamada iddianamedeki sevk maddelerine göre atılı suçların 5271 sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen suçlardan olması, isnat edilen suçlar bakımından yasada öngörülün alt ve üst sınırları arasındaki ceza miktarına göre tutukluluğun ölçülü olduğu,Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 20/11/2018 tarih ve 14305/17 Başvuru no'lu kararı ile sanığın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5/1 maddesi kapsamında 'ulusal mevzuata aykırı olarak tutuklandığı' yönündeki müracaatının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunduğu, sanığın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5/1 maddesi kapsamında 'tutuklanması için makul şüphe bulunmadığına' ilişkin müracaatının ise dava dosyasında sanığın üzerine atılı suçlardan en azından bir bölümünü işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek düzeyde yeterli bilgi bulunduğu (makul şüphe bulunduğu) gerekçesiyle ihlal bulunmadığına karar verildiği, yine sözleşmenin 5/4 maddesi kapsamında sanığın 'soruşturma aşamasında verilen kısıtlama kararı nedeniyle tutukluluğuna etkili bir şekilde itiraz edemediğine' ilişkin müracaatının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunduğu, buna karşılık mahkemece sözleşmenin 5/3 ve maddeleri ile sözleşmenin ek 1 nolu protokolün maddesinde belirtilen serbest seçim hakkı ile tutukluluğun devamını haklı gösterecek yeterli gerekçe gösterilmemesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine karar verildiği,Anayasamızın maddesinde 'Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.' hükmünün yer aldığı, yine Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinde ise; ' Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkemenin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler. Mahkemenin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi'ne gönderilir.' hükmünün yer aldığı, bu hüküm karşısında kesinleşmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının tarafları bağladığının belirtildiği, kararın İnsan Hakları Mahkemesi'nin büyük daire kararı olmayıp Daire (Bölüm) kararı olduğu, kararın tercümesinin ilk sayfasında 'İş bu kararın sözleşmenin 44/2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir' denilmek suretiyle daire kararının nihai bir karar niteliğinde bulunmadığının belirtildiği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 44/ maddesinde de bu hususun düzenlenmiş olduğu, verilen kararın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İç Tüzüğünün maddesi kapsamında geçici tedbir niteliğinde de bulunmadığı gözetilerek yukarıda belirtilen gerekçelerle sanık Selahattin Demirtaş'ın CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk halinin devamına... [karar verildi.]" Mahkeme 25/1/2019 ve 25/4/2019 tarihli duruşmalarda tutukluluğun devamına karar verirken önceki gerekçesinde ifade ettiği olgulara değinerek başvurucu hakkında "tutuklu bulunduğu suçlar yönünden kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin" bulunduğunu belirtmiş, "iddianamedeki suçlamalara yönelik olarak sorgusunun henüz tamamlanmamış olması"na da dikkat çekerek "atılı suçların 5271 sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen suçlardan olması, isnat edilen suçlar bakımından yasada öngörülün alt ve üst sınırları arasındaki ceza miktarına göre tutukluluğun ölçülü olması ve adli kontrol hükümlerinin de yetersiz kalacağı" kanaatine dayanmıştır. Başvurucunun tutukluluk durumu 19/6/2019 tarihli duruşmada da değerlendirilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilirken önceki duruşmalarda ifade edilen gerekçelere ek olarak "atılı suçların 5271 sayılı CMK'nın 100/3-a maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen suçlardan olması, isnat edilen suçlar bakımından yasada öngörülün alt ve üst sınırları arasındaki ceza miktarına göre tutukluluğun ölçülü olması ve sanığın soruşturma aşamasında adli makamlarca usulüne uygun olarak yapılan çağrıya rağmen kendiliğinden ifade için adli makamlara müracaat etmemesi, ayrıca 19/04/2016 tarihli meclis grup toplantısı sırasında yapmış olduğu konuşmada 'tek bir arkadaşım kendi ayağı ile ifade vermeye gitmeyecek, nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler, bu iş öyle kolay olmayacak zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız, yok öyle yağma' şeklindeki açıklamaları ve mahkeme huzurunda önceki açıklamalarının tamamının arkasında olduğunu belirtmesi karşısında adli kontrol hükümlerinin de yetersiz kalacağı" yönündeki değerlendirmelere yer verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 2/9/2019 tarihli duruşmada "tutuklu bulunduğu dosyamıza esas iddianamede belirtilen suçlamalar nedeniyle savunmasını tamamlamış sayılması ile tutuklu kaldığı süre de dikkate alınarak" başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Bununla birlikte Mahkemece başvurucu hakkında yurt dışına çıkmama şeklinde adli kontrol tedbirinin uygulanmasına hükmedilmiştir. Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü 3/9/2019 tarihli yazısı ile; i. Başvurucunun söz konusu silahlı terör örgütüne üye olma ve suç işlemeye alenen tahrik etme suçlarından tahliyesine ilişkin işlemlerin 2/9/2019 tarihinde icra edildiğini,ii. Bununla birlikte başka suçlardan hükümlülüğü bulunduğu için serbest bırakılmadığını,iii. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçu yönünden düzenlenen tutuklama müzekkeresinin 4/11/2016 ile 7/12/2018 tarihleri arasında infaz gördüğünü,iv. Başvurucuyla ilgili suç işlemeye alenen tahrik etme suçuna ilişkin tutuklama müzekkeresinin ise infaz görmediğini bildirmiştir. Başvurucu hakkındaki dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. B. İlgili Diğer Süreçler Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Süreci Başvurucu, hakkındaki -işbu bireysel başvuruya konu şikâyetlerin de dayanağını oluşturan- 4/11/2016 tarihli tutuklama tedbiri ile bağlantılı olarak 17/11/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda (B. No: 2016/25189) bulunmuştur. Başvurucu; anılan başvuruda yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedeniyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarını öne sürmüştür. Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 21/12/2017 tarihinde anılan bireysel başvuruyu karara bağlamış; yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmadığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi, diğer ihlal iddialarının ise açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir (Selahattin Demirtaş [GK], B. No: 2016/25189, 21/12/2017). Mahkeme, başvurucunun tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasını incelerken bireysel başvuru formunda ileri sürmediği fakat başvurucunun Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında dile getirdiği bazı (yeni) iddiaları yönünden yaklaşımını açıkça ortaya koymuştur. Bu bağlamda bireysel başvurudan sonra Bakanlık görüşüne karşı açıklamada bulunulurken değinilen "tutukluluğun devamına ilişkin kararların ilgili ve yeterli gerekçe içermediği, savcılığın tutukluluğun devamına ilişkin görüşlerinin tebliğ edilmediği, tutukluluğun devamına dair kararlara yapılan itirazların sonuçlandırılmadığı ve uzun bir süre geçmesine rağmen duruşma yapılmadığı" yönündeki şikâyetlerle ilgili olarak bir değerlendirme yapılmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Bu çerçevede sonradan dile getirilen bu iddiaların neden incelenemeyeceğine dair aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir:" Bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma durumunda tutukluluğun makul süreyi aştığı veya tutukluluk incelemeleri sırasında usule ilişkin güvencelerin sağlanmadığı iddiasıyla yapılacak bireysel başvurunun başvurucu hakkında soruşturma veya ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra veya serbest bırakılmadan itibaren başvuru süresi içinde yapılması gerekir (Mehmet Emin Kılıç, B. No: 2013/5267, 7/3/2014, § 28). Buna göre Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde yargılaması devam eden başvurucunun, hakkında ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğunun devamına karar verilen her aşamada başvuru yollarını tükettikten sonra başvuru süresi içinde yeniden bireysel başvuruda bulunarak -yeni bir bireysel başvuru formunu doldurmak, başvuru harcını yatırmak gibi usul yükümlülüklerini yerine getirmek koşuluyla- tutukluluğun makul süreyi aştığı ya da tutukluluk incelemelerinin usulüne ilişkin şikâyetlerini bireysel başvuru konusu etmesi mümkündür. Anayasa Mahkemesi ancak bu durumda Anayasa’nın maddesinin yedinci ve sekizinci fıkraları kapsamında başvurucunun tutukluluğunun makul süreyi aşıp aşmadığı veya usule ilişkin diğer şikâyetler yönünde bir inceleme yapabilir. Belirtilen nedenle başvurucunun sonradan ileri sürdüğübu şikâyetler yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır." Anayasa Mahkemesi; başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin hukukiliği bağlamında tutuklamanın kanuni bir dayanağının bulunup bulunmadığı, suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin mevcut olup olmadığı, tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığı ve tutuklamanın ölçülü olup olmadığı yönünden incelemede bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun -Türk hukukunda tutuklamanın genel kanuni dayanağını oluşturan- 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca tutuklandığına değindikten sonra tutuklamaya konu suçların 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde uyarınca yasama dokunulmazlığına getirilen istisna kapsamında olduğunu belirtmiş ve buna göre başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. Kararda, başvurucu yönünden -tutuklamanın ön koşulu olan- suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu tespit edilirken aşağıdaki değerlendirmelere yer verilmiştir. " Suriye'de yaşanan iç savaş sırasında Kobani'de -PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasında çıkan çatışmaların yoğunlaştığı dönemde soruşturma mercilerinin tespitlerine göre ilk olarak PKK'nın üst düzey yöneticilerinden birinin sosyal medya hesabından 5/10/2014 tarihinde yapılan açıklamada halk sokağa çıkmaya ve şehirleri işgal etmeye çağrılmıştır. Bu açıklamanın ertesi günü HDP'nin sosyal medya hesabından yapılan duyuruda başvurucunun da üyesi olduğu HDP MYK'nın Kobani olaylarına ilişkin gündemle toplandığı belirtilerek MYK adına bir açıklamaya yer verilmiştir. Bu açıklamada da halk acil olarak sokağa çıkmaya, sokağa çıkmış olanlara destek vermeye, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağrılmıştır. Açıklamada ayrıca 'Bundan böyle her yer Kobane'dir. Kobane'deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar SÜRESİZ DİRENİŞE çağırıyoruz.' denilmiştir. Söz konusu açıklamanın yapıldığı gün ve sonrasındaki günlerde PKK güdümünde yayın yaptığı belirtilen bir internet sitesinde yer alan duyuru ve haberlerde halk ayaklanmaya çağrılmış, tüm sokakların çatışma alanına dönüştürülmesi istenmiştir. Bu çağrılar üzerine 6/10/2014 günü başlayıp günlerce devam eden, ülkenin pek çok yerineyayılan, on binlerce kişinin katıldığı, çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği ve yaralandığı, kamunun ve çok sayıda kişinin malına zarar verildiği büyük şiddet olayları yaşanmıştır (bkz. §§ 29, 30). Başvurucu; HDP MYK tarafından yapılan çağrının DAEŞ'in Türkiye sınırına kadar ilerlediğinin öğrenilmesi üzerine yapıldığını, çağrının şiddete yönelik olmadığını, gösterilerin provokatörlerin kışkırtması sonucunda rayından çıktığını ve şiddet olaylarının yaşandığını, çağrının arkasında olduklarınıbasın yayın organlarına verdiği demeçlerde ifade etmiştir (bkz. § 37). HDP'nin sosyal medya hesabından MYK adına, halkın sokağa çıkması ve direnişe katılması yönünde çağrı yapıldığı ve bu sırada başvurucunun partinin eş genel başkanı ve MYK üyesi olduğu hususlarında kuşku bulunmamaktadır. Başvurucu, söz konusu çağrının iradesi dışında yapıldığını iddia etmemiş; aksine çağrıyı sahiplenecek şekilde beyanda bulunmuştur. HDP MYK adına yapılan çağrı, Suriye'de yaşanan iç savaşın Türkiye'nin ulusal güvenliği üzerinde tehdit oluşturacak boyuta geldiği bir dönemde ve PKK'nın Suriye'deki uzantısı olan PYD ile DAEŞ arasında Kobani'de çıkan çatışmalar üzerine yapılmıştır. Ayrıca bu çağrının çatışmaların tarafı olan PKK terör örgütünün liderlerinden birinin Kobani'de yaşanan olayları bahane ederek Türkiye'deki 'metropolleri işgal etmeye' yönelik çağrısının hemen ertesi gününde yapıldığı vurgulanmalıdır. Söz konusu çağrının yapıldığı günde PKK güdümünde yayın yaptığı belirtilen bir internet haber sitesinde yer alan duyuruda da ayrımcı ifadeler kullanılarak ve bir siyasi parti hedef gösterilerek 'yaşamı dar etmek' ifadesine yer verilmek suretiyle ayaklanmanın en üst düzeyde genişletilmesi çağrısında bulunulmuştur. Başvurucu; Suriye'de yaşanan iç savaşın Türkiye'nin ulusal güvenliği üzerinde tehdit oluşturduğunu, özellikle Kobani'de iki terör örgütü arasında yaşanan çatışmalar üzerine bu örgütlerden biri adına yapılan ayaklanma çağrısının Türkiye'de yaygın şiddet eylemlerine neden olabileceğini ve kamu düzenini bozabileceğini konumu itibarıyla öngörebilecek durumdadır. Ayrıca söz konusu çağrı HDP'nin kurumsal sosyal medya hesabından partinin yürütme organı olan MYK adına yapılmış olup bu nitelikteki bir çağrının bölgedeki kitle üzerinde ciddi ölçüde etkili olacağı yadsınamaz. Nitekim şiddet eylemleri, bu çağrıların yapıldığı gün başlamış ve giderek yaygınlaşmış; çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve yaralanmasıyla sonuçlanacak şekilde ağırlaşmış; kamu düzeni bozulmuştur. Dolayısıyla soruşturma makamlarının HDP MYK adına yapılan çağrı ile PKK tarafından yapılan çağrılar arasında, yine bu çağrılar ile söz konusu şiddet olayları arasında illiyet bağı kurmasının olgusal ve hukuki temellerinin olduğu söylenebilir. Öte yandan kamuoyunda 'hendek olayları' olarak bilinen terör olaylarının yaşandığı dönemde PKK Doğu ve Güneydoğu Bölgelerindeki bazı yerleşim yerlerinde cadde ve sokaklara hendekler kazıp barikatlar kurmak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirmek suretiyle şehirlerin bir kısmında 'öz yönetim' adı altında hâkimiyet kurmaya çalışmıştır. Güvenlik görevlileri; bu hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması, böylelikle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmıştır. Bu operasyonlarda çok sayıda ağır silah ve patlayıcı madde ele geçirilmiş, hendekler kapatılmış, barikatlar kaldırılmış ve ayrıca çok sayıda terörist etkisiz hâle getirilmiştir (bkz. §§ 31, 32). Soruşturma mercilerinin yaptığı tespitlere göre başvurucu bu olayların yaşandığı dönemde Cizre'de halka hitaben yaptığı konuşmada 'halkın özyönetimle artık ben kendimi yönetmek istiyorum ... anlayışının bir kez daha tankla, topla durdurabileceklerini sanıyorlar.', Lice'de yaptığı konuşmada 'Halkımız her yerde baskı politikalarına katliam politikalarına karşı direnebilecek güçtedir. Bütün saldırılara karşı kendimizi koruyacak gücümüz var. Çaresiz olmadığımızı gösteriyoruz, birlikte direneceğiz, kendi ana vatanımızı da tarihimizi de unutmadan haklarımızı da savunarak hep birlikte kurtuluşa gideceğiz.', Diyarbakır'da yaptığı basın açıklamasında 'Bugün operasyon yaptığınız her yerde ... coşku havası hakim, ... o insanlar daha ilk günden kazandıklarından o kadar eminler ... Bir kez daha zulmün faşizmin kazanmasına imkan vermeyeceğiz, bu direniş kazanacaktır. Öyle hendek çukur diye küçümsemeye çalışanlar da dönüp tarihe baksınlar, on milyonlarca kahraman, yiğit bu darbeye karşı direnen insan var, sen halka karşı savaş açmışsın, halk her yerde direnir, direnecektir.' şeklinde ifadeler kullanmıştır. Başvurucu, son konuşmasında Diyarbakır'da yapılacak DTK'nın Olağanüstü Kongresi'nde 'öz yönetim'in inşası sürecinin siyasi zeminde daha güçlü yönetilmesi için önemli kararlar alacaklarını ve bunları hayata geçireceklerini de söylemiştir. Başvurucu 2015 yılında anılan kongrede yaptığı konuşmada 'Barikat ve hendek öz yönetim taleplerinin sonucunda ortaya çıktı gibi kısır bir tartışmaya bir cevap olsun diye bunları ifade ediyoruz. Barikat ve hendek Kürt halkı öz yönetim istediği için kazılmadı. Barikat ve Hendek Ankara'da katliam planları yapanlar o planları hayata geçirmeye başladığı için kazıldı. ... Ne hendeği ne barikatı mevzu oralara kadar küçümsenemez hendekteki barikattaki direnişin nedeni faşizme karşı katliama karşı duruş ve direniştir. Özerklik eşittir hendek barikat değildir. Özerklik ... onurlu yaşama hakkıdır eğer biri bunu kabul etmiyor, ... bunu aklından geçirenleri 'ben tutuklayacağım, katledeceğim, diz çöktüreceğim' diyorsa vallahi o barikat hendek kazmışlar çok değil'; 'Direnen arkadaşlarımıza ... teşekkür ediyorum. Canını ortaya koyan ... her bir arkadaşımıza, ailelerine, şehitlerimize bir kez dahavefa ve bağlılık sözümüzü tekrar ediyoruz.' şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu 26/3/2016 tarihinde hendek olayları devam ederken Diyarbakır'daki DTK Olağanüstü Kongresi'ndeki konuşmasında ise '... Bugün Cizre'de, Silopi’de, Yüksekova'da, Sur'da veya başka bir yerde, Nusaybin'de teröre ve teröriste karşı mücadele edilmiyor... Bir halkın tamamı hedefe konulmuş durumdadır... hak ve özgürlük isteyen Kürtlerin hepsini terörist ilan edip gereğini yapacağım derseniz, 15 milyonluk halk da elinde ne imkân varsa sizin faşist uygulamalarınıza karşı tabi ki direnir. Orada direniş meşru olur. Yoksa savaş meşru bir şey değildir. Savaşın meşruiyeti olmaz. Direniş meşrudur...' şeklinde ifadeler kullanmıştır. Anılan konuşmalar, genel olarak 'hendek olayları'nın yoğunlaştığı yerlerde yapılmıştır. Bu itibarla soruşturma mercilerinin başvurucunun siyasi konumunu, söz konusu konuşmaların yapıldığı dönemi ve yerleri, konuşmaların içeriğini ve bağlamını birlikte dikkate alıp yukarıda yer verilen ifadeleri içeren konuşmaları terörle bağlantılı bir suç işlendiğine dair belirti olarak kabul etmelerinin temelsiz olduğu söylenemez. Başvurucu 2012 ve 2013 yıllarında yaptığı bazı konuşmalar nedeniyle de soruşturma mercilerince suçlanmıştır. Bu bağlamda soruşturma mercilerinin tespitlerine göre Abdullah Öcalan'ın ceza infaz kurumunda tutulma koşullarını protesto etmek amacıyla ülke genelinde hükümlü ve tutuklularca ceza infaz kurumlarında başlatılan ölüm oruçlarını desteklemek için 2012 yılında Kızıltepe'de yaptığı konuşmada '... demişler ki Öcalan posteri asamazsınız... onu diyenlere açıkça sesleniyorum.... biz başkan Apo'nun heykelini dikeceğiz heykelini.', 2013 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşmada '...Kürt hareketi savaşı meşru müdafaa savaşı olarak ele aldı... PKK hareketi olmasaydı bugün Kürt halkı diye bir şey Türkiye kürdistanı için en azından olmayacaktı. Türkiye kürdistanında Kürtlerin varlığından söz edilmeyecekti. 1984 hamlesi olmasaydı, gerilla savaşı olmasaydı, kimse bugün Kürt halkının varlığından söz edemezdi, çünkü Kürtlerin başka çaresi yoktu... Şemdinli'de Eruh'ta ilk direniş sergilendiğinde kimse ne olduğunun farkında değildi ama o direniş bugün büyük bir halk gerçeği yarattı.' şeklinde sözler sarf etmiştir. PKK'dan kaynaklı terör eylemlerini olumlayan ifadeler içeren söz konusu konuşmaların terörle bağlantılı bir suç işlendiğine dair belirti olarak kabul edilmesinin de temelsiz olduğu söylenemez. Son olarak başvurucunun PKK terör örgütü yöneticilerinden talimatalarak hareket ettiği ileri sürülmüştür. 'Yanlışlıkla infaz edilen' bir örgüt mensubunun ailesinin başvurucunun da içinde olduğu bir heyetçe ziyaret edilmesi ve örgüt tarafından hazırlanan özür mektubunun aileye iletilmesine ilişkin -PKK terör örgütünün kurucularından ve yöneticilerinden biri olduğu belirtilen Sabri Ok'un talimatlarını içerdiği ileri sürülen- belge, Avrupa Konseyinden randevusu alınan görüşmeye başvurucunun da bizzat katılmasına ilişkin -Sabri Ok ile (terör örgütü yönetici olduğu belirtilen) K.Y. ve K.Y. ile başvurucu arasında geçtiği ileri sürülen- telefon konuşmaları (bkz. § 37) gözönüne alındığında soruşturma mercilerinin bu değerlendirmesinin olgusal temellerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Sonuç olarak başvurucu yönünden suç şüphesini doğrulayan kuvvetli belirtilerin bulunmadığının kabulü mümkün değildir." Anayasa Mahkemesi, başvurucu yönünden tutuklama nedenlerinin bulunduğunu değerlendirirken özellikle kaçma şüphesi bakımından olgusal temellerin mevcut olduğunu ifade etmiştir. Bu çerçevede tutuklamaya konu silahlı terör örgütü üyesi olma ve suç işlemeye tahrik suçlarının Türk hukuk sistemi içinde ağır cezai yaptırımlar öngörülen suç tiplerinden olduğu hatırlatılmış ve isnat edilen suça ilişkin kanunda öngörülen cezanın ağırlığının kaçma şüphesine işaret eden durumlardan biri olduğu yönündeki içtihada atıf yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi ayrıca silahlı terör örgütü üyesi olma suçunun 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen (katalog) suçlar arasında olduğuna dikkat çekmiştir. Bunun yanı sıra başvurucunun tutum ve davranışları da değerlendirmede dikkate alınmıştır. Bu kapsamda özellikle yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra ilgili Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından ifadesi alınmak üzere farklı tarihlerde birçok kez çağrı kâğıdıyla davet edilmesine rağmen başvurucunun bu çağrılara uymadığına, ayrıca milletvekili dokunulmazlıklarına ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin TBMM'ye verilmesi üzerine başvurucunun eş genel başkanı olduğu HDP adına yaptığı bir konuşmada kesin bir tavırla partisine ait hiçbir milletvekilinin ifade vermeye gitmeyeceğini belirttiğine vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun bu tutumunun kişisel bir yaklaşımın ötesinde soruşturma ve kovuşturma süreçlerini zorlaştırmaya yönelik siyasi bir tavır olduğunun, bu nedenle de devamlılık arz edebileceğinin altını çizmiştir (Selahattin Demirtaş, §§ 159-163). Tutuklamanın ölçülü olduğu sonucuna varılırken milletvekilliğinin tutuklamayı otomatik olarak ölçüsüz kılmayacağı, Anayasa Mahkemesinin milletvekillerinin tutukluluğuyla ilgili daha önce verdiği kararlarda seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarıyla bağlantılı olarak sadece tutukluluğun makul süreyi aştığına ilişkin şikâyetleri incelediği, bu incelemede kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varırken seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının kullanılmasından kaynaklanan yararla birlikte tutukluluğun süresini de dikkate aldığı ifade edilmiştir. Öte yandan terör suçlarının soruşturulmasının kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bıraktığı hatırlatılarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmaması gerektiği yönündeki yaklaşım tekrarlanmıştır. Anayasa Mahkemesi ayrıca soruşturma sürecini de incelemeye alarak süreç yönünden tutuklamayı ölçüsüz kılan bir durumun olmadığını tespit etmiştir (Selahattin Demirtaş, §§ 164-176) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Bireysel Başvuru Süreci Başvurucu 20/2/2017 tarihinde AİHM'e bireysel başvuruda bulunarak hakkında uygulanan 4/11/2016 tarihli tutuklama tedbiriyle bağlantılı olarak Sözleşme'nin bazı hükümlerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. AİHM İkinci Dairesi 20/11/2018 tarihinde başvuruyu karara bağlamış ve bu kapsamda;i. Yakalama ve gözaltı tedbirlerinin hukuki olmadığından bahisle Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği iddiasının iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniylekabul edilemez olduğuna,ii. Tutuklamanın ulusal mevzuata uygun olmadığından bahisle Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna,iii. Soruşturma dosyasına erişimin engellendiğinden bahisle Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrasının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna,iv. Tutuklama yönünden suç işlendiğine dair şüphelenmek için makul şüphenin bulunmadığından bahisle Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasınınihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna,v. Tutukluluk ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi önünde kısa sürede yargısal denetim yapılmadığı iddiası yönünden Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrasının ihlal edilmediğine,vi. Tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine,vii. Tutukluluğun devam ettirilmesi dolayısıyla siyasi faaliyetlerin kısıtlanması nedeniyle Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ihlal edildiğine,viii. Tutukluluğun Sözleşme'de öngörülenin dışındaki amaçlarla devam ettirilmesi nedeniyle Sözleşme'nin - maddesinin (3) numaralı fıkrasıyla bağlantılı olarak- maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Selahattin Demirtaş/Türkiye (2), B. No: 14305/17, 20/11/2018). Anılan kararda AİHM, Hükûmetin Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru yolunun tüketilmediği yönündeki itirazını, Anayasa Mahkemesinin 21/12/2017 tarihinde karar verdiğinden bahisle kabul etmemiştir. Buna karşılık AİHM, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının ve bununla bağlantılı olarak Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ihlal edildiği iddiaları bakımından söz konusu şikâyetlerin dile getirildiği bir bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesi önünde derdest olduğunu ifade etmesine (bkz. Selahattin Demirtaş/Türkiye (2), §§ 80-85) ve Anayasa Mahkemesinin 21/12/2017 tarihli kararında tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiasının -başvuru formunda dile getirilmemesi nedeniyle- incelenmediğini açıkça ifade etmesine (bkz. § 72) rağmen Anayasa Mahkemesinin anılan kararında incelenmemiş olan bir şikâyeti incelenmiş gibi kabul ederek söz konusu iddiaları esas bakımından değerlendirme yoluna gitmiştir. AİHM, ihlal sonucuna vardığı iddialara ilişkin olarak giderim bakımından da değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu kapsamda başvurucuya 000 avro manevi tazminat ile 000 avro mahkeme masrafının ödenmesine hükmedilmiş, bunun yanı sıra "başvurucunun tutukluluk durumuna son vermek için gerekli bütün tedbirleri alma görevinin davalı Devlete ait olduğuna" karar verilmiştir. Kararın başvurucunun tutukluluğunun sona erdirilmesine ilişkin açıklamaların yer aldığı kısımları şöyledir: " Sözleşme’nin maddesinin ilgili kısımları aşağıdaki gibidir: ' Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkemenin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler. Mahkemenin kesinleşen kararı, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir. (…)' Yüksek Sözleşmeci Taraflar, Sözleşme'nin maddesi uyarınca, Bakanlar Komitesi'nin bu kararların icrasını denetlemekle görevli olması nedeniyle, taraf oldukları davalarda Mahkeme tarafından verilen kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt etmektedirler. Dolayısıyla, özellikle Sözleşme ya da Protokolleri'nin ihlalinden sorumlu olduğu kabul edilen davalı Devlet’in yalnızca ilgililere adil tazmin bağlamında ödenmesine karar verilen meblağları ödemeye değil, aynı zamanda, Bakanlar Komitesi’nin denetimi altında, Mahkeme tarafından tespit edilen ihlale son vermek ve söz konusu durumun olabildiğince bir önceki haline getirilmesini sağlayacak şekilde bunun sonuçlarını mümkün olduğunca ortadan kaldırmak amacıyla iç hukuk düzeninde kabul edilmesi gereken genel ve/veya gerektiğinde, bireysel tedbirleri seçmeye davet edildiği sonucuna varılmaktadır (bk. diğer birçok karar arasından, Scozzari ve Giunta/İtalya [BD], No. 39221/98 ve 41963/98, § 249, AİHM 2000-VIII, Maestri/İtalya [BD], No. 39748/98, § 47, AİHM 2004 I, Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya [BD], No. 48787/99, § 487, AİHM 2004-VII, Verein gegen Tierfabriken Schweiz (VgT)/İsviçre (No. 2) [BD], No. 32772/02, § 85, AİHM 2009, yukarıda anılan Assanidzé kararı, § 198 ve Fatullayev/Azerbaycan, No. 40984/07, § 172, 22 Nisan 2010 ve yukarıda anılan Del Rio Prada kararı, § 137). Ayrıca, Sözleşme'den ve özellikle Sözleşme'nin maddesinden, Sözleşmeci Devletler'in, Sözleşme'yi onaylayarak, iç hukuklarının Sözleşme ile uyumlu olmasını sağlamayı taahhüt ettikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, iç hukuk düzeninde başvuranın durumunun yeterli şekilde telafi edilmesine yönelik her türlü olası engeli ortadan kaldırma görevi davalı Devlet'e aittir (yukarıda anılan Maestri kararı, § 47 ve yukarıda anılan Assanidze kararı, § 199). Davalı Devlet tarafından kabul edilmesi gereken tedbirlere ilişkin olarak, Bakanlar Komitesi'nin denetimi altında, tespit edilen ihlallere son vermek için, Mahkeme, kararlarının esasen açıklayıcı bir nitelik taşıdığını ve genel olarak, iç hukuk düzeninde kullanılması gereken araçların Mahkemenin kararında yer alan sonuçlarla uyumlu olması için, Sözleşme'nin maddesi bakımından yükümlülüğünü yerine getirmek amacıyla bu araçları seçme görevinin öncelikle söz konusu Devlet'e ait olduğunu hatırlatmaktadır. Bir kararın icrasına ilişkin özel şartlarla ilgili bu takdir yetkisi, Sözleşme tarafından Sözleşmeci Devletler'e getirilen, güvence altına alınan hak ve özgürlüklere saygı gösterilmesini sağlama yönündeki başlıca yükümlülükten doğan seçim özgürlüğü anlamına gelmektedir (bk. diğer kararlar arasından, yukarıda anılan Fatullayev kararı, § 173, ve bu kararda atıf yapılan içtihat). Bu nedenle, tespit edilen ihlalin niteliğinin gerçekte buna çözüm getirebilecek nitelikteki farklı türden tedbirler arasında seçim yapma imkânı sunmaması halinde, Mahkeme, Assanidzé (yukarıda anılan karar, §§ 202-203), Ilaşcu ve diğerleri (yukarıda anılan karar, § 490), Alexanian/Rusya (No. 46468/06, §§ 239-240, 22 Aralık 2008), Fatullayev (yukarıda anılan karar, §§ 176-177), yukarıda anılan Del Río Prada, §§ 138-139) ve Şahin Alpay (yukarıda anılan karar, §§ 194-195) davalarında yaptığı gibi, yalnızca bireysel bir tedbiri almaya belirtmeye karar verebilmektedir. Bu içtihat ışığında, Mahkeme, somut olayda başvuranın tutukluluk halinin devamının Sözleşme'nin maddesinin fıkrasının ve maddesinin ihlalinin devamına ve taraf Devletlerin Sözleşme'nin maddesinin fıkrasından doğan Mahkemenin kararına uyma yükümlülüklerinin yerine getirilmemesine yol açacağı kanaatine varmaktadır. Bu koşullarda, Mahkeme, davanın kendine özgü koşullarını, ihlal tespitinin dayandığı gerekçeleri ve Sözleşme'nin maddesinin fıkrasının ve maddesinin ihlaline son verme yönündeki acil ihtiyacı dikkate alarak, başvuranın tutukluluk halinin devamını haklı gösteren yeni unsurlar veya deliller sunulmadığı sürece, mümkün olan en kısa sürede, mevcut davaya konu edilen ceza davaları kapsamında karar verilen, başvuranın tutukluluğunu sona erdirme görevinin davalı Devlete ait olduğu kanısına varmaktadır." AİHM İkinci Dairesinin 20/11/2018 tarihli kararına karşı hem başvurucu hem de Hükûmet, başvurunun Büyük Daire önünde görüşülmesi talebinde bulunmuştur. Bu talebin kabul edilmesi üzerine Büyük Daire 18/9/2019 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun ve Hükûmetin temsilcilerini dinlemiştir. Bireysel başvuru AİHM Büyük Dairesi önünde derdesttir. Bir Başka Suçtan Verilen Mahkûmiyet Kararına İlişkin Süreç İstanbul'da 17/3/2013 tarihinde yapılan açık hava toplantısına ilişkin olarak başlatılan bir soruşturma kapsamında milletvekili olan başvurucu hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle düzenlenen fezleke -belirli aşamalardaki dosyalar yönünden yasama dokunulmazlığına istisna getiren- 6718 sayılı Kanun ile Anayasa'ya eklenen geçici maddenin yürürlüğe girmesi (bkz. §§ 15, 16) dolayısıyla iade edilmiş, bunun üzerine Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 16/8/2016 tarihli iddianamesiyle başvurucunun terör örgütünün propagandasını yapma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince E.2017/173 sayılı dosya üzerinden yürütülen yargılama sonunda 18/9/2018 tarihinde verilen kararla başvurucunun anılan toplantıda sarf ettiği bazı sözleri dolayısıyla PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı değerlendirilmiş ve 4 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 4/12/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiş, böylelikle başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü -karar tarihindeki kanun hükümleri uyarınca- kesinleşmiştir. Bunun üzerine hükmün infazına 7/12/2018 tarihinde başlanmıştır. Başvurucu müdafii 10/9/2019 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak başvurucu hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/189 sayılı dosyasında tutuklulukta geçen sürenin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince E.2017/173 sayılı dosyasında kesinleşen 4 yıl 8 aylık hapis cezasından mahsubuna karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 20/9/2019 tarihinde talebin kabulü ile başvurucunun Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/189 sayılı dosyasında 4/11/2016 ila 7/12/2018 tarihlerinde tutuklukta geçirdiği sürenin infaz edilmekte olan -4 yıl 8 aylık hapis- cezasından mahsubuna karar vermiştir. Öte yandan başvurucu hakkında mahkûmiyet kararına konu suçun da aralarında olduğu bazı suçlar bakımından verilen hükümlere karşı -ceza miktarı önemli olmaksızın- temyiz yoluna başvurulmasına imkân tanıyan 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un 24/10/2019 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi üzerine başvurucu 30/10/2019 tarihli dilekçe ileİstanbul Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş, söz konusu hükme karşı temyiz kanun yoluna başvurulması dolayısıyla infazın durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 31/10/2019 tarihinde talebin kabulü ile infazın durdurulmasına ve başvurucunun anılan mahkûmiyet hükmü bakımından tahliyesine karar vermiştir. Dava temyiz incelemesi için Yargıtayda derdesttir. Bir Başka Suçtan Verilen Tutuklama Kararına İlişkin Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 6-7/10/2014 tarihlerinde başlayıp sonraki günlerde birçok şehre yayılan ve çok sayıda kişinin hayatını kaybettiği veya yaralandığı şiddet olayları dolayısıyla 2014 yılında bir (2014/146757 sayılı) soruşturma başlatılmıştır (kamuoyunda 6-7 Ekim olayları olarak bilinen bu şiddet eylemlerinin ayrıntıları için bkz. Selahattin Demirtaş, §§ 24-30). Bu soruşturma kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 20/9/2019 tarihinde -başka bir suçtan Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta olan- başvurucuyu (anılan dönemde HDP'nin diğer eş genel başkanı olan F.Y.Ş. ile birlikte) devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, bir suçu gizlemek veya başka bir suçun delillerini gizlemek ya da yakalanmamak amacıyla (kasten insan) öldürme ve öldürmeye teşebbüs, birden fazla kişi ile birliktegece vaktinde suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla yağma, cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında 6-7 Ekim olaylarına ve bu kapsamda birçok şehirde yaşanan şiddet eylemleri ile bunların sonucunda hayatını kaybeden ve yaralanan kişiler olduğuna genel olarak değinilmiş, "dosya içinde mevcut araştırma ve tespit tutanakları, müşteki tanık ve şüpheli ifadeleri, olay görüntüleri içerir tutanak ve CD'ler, sair tutanaklar birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin [başvurucu ve şüpheli F.Y.Ş.] atılı suçları işlediklerine dair haklarında kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu, şüphelilere atılı suçların katalog suçlardan olması ve cezaların üst sınırı dikkate alınarak" tutuklamaya karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu aynı gün Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından yapılmıştır. Başvurucu, sorguya hükümlü olarak bulunduğu ceza infaz kurumundan SEGBİS yoluyla katılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafileri de sorgunun yapıldığı Hâkimlik salonunda hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgudaki ifadesinde tutuklama talebine konu 6-7 Ekim olaylarına ilişkin suçlama dolayısıyla 4/11/2016 tarihinde tutuklandığını ve bununla ilgili yargılamasının devam etmekte olduğunu, bu olaylarla ilgili yargılandığı davada veya bireysel başvuru süreçlerinde şimdi tutuklamaya konu edilen suçlardan (sevk maddelerinden) bahsedilmediğini, aynı olaylar nedeniyle mükerrer olarak tutuklanmasının talep edildiğini, anılan olaylar sırasında şiddeti teşvik ya da tahrik etmediğini, aksine önlemeye çalıştığını belirtmiştir. Hâkimlik, sorgu sonucunda başvurucunun atılı suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:Şüpheliler F.Y.Ş. ve SELAHATTİN DEMİRTAŞ'ın üzerlerine yüklenen Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozma, Bir Suçu Gizlemek veya Başka Bir Suçun Delillerini Gizlemek ya da Yakalanmamak Amacıyla Öldürmeye Azmettirme (TCK'nın 214/ Maddesi yollamasıyla), Birden Fazla Kişi İle Birlikte Gece Vaktinde Suç Örgütüne Yarar Sağlamak Maksadıyla Yağmaya Azmettirme (TCK'nın 214/ Maddesi yollamasıyla), Cebir, Tehdit veya Hile Kullanarak Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılmaya Azmettirme (TCK'nın 214/ Maddesi yollamasıyla), Bir Suçu Gizlemek veya Başka Bir Suçun Delillerini Gizlemek ya da Yakalanmamak Amacıyla Öldürmeye Teşebbüse Azmettirme (TCK'nın 214/ Maddesi yollamasıyla) suçlarının vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren deliller (müşteki, tanık ve şüpheli beyanları, olaylara ilişkin tutanak ve CD'ler, araştırma ve tespit tutanakları ile diğer bilgi ve belgeler), fiillerin kanunda karşılığı olan cezaların miktarı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddelerinde yer alan tutuklamaya ilişkin şartların gerçekleştiği dikkate alınarak adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK'nın vd. maddeleri gereğince ayrı ayrı TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu 7/11/2019 tarihinde anılan tutuklama kararıyla bağlantılı şikâyetlerin dile getirildiği bir bireysel başvuruda (2019/36348 sayılı) bulunmuştur. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuş; Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Bakanlığa gönderilmiştir. Başvuru, Anayasa Mahkemesi önünde derdesttir. Tazminat Davasına İlişkin Süreç Başvurucu 16/11/2017 tarihinde 5271 sayılı Kanun'un ve maddelerine dayanarak Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucunun kanunda öngörülen koşullara aykırı olarak tutukluluğunun devam ettirildiği, makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmediği, azami otuz günlük aralıklarla tutukluluk incelemesinin yapılmadığı iddia edilerek -milletvekili olması ve siyasi konumu dikkate alınarak- 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talep edilmiştir. Öte yandan başvurucu, Anayasa Mahkemesine sunduğu bireysel başvuru formlarında anılan davadan bahsetmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi E.2017/455 sayılı dosya üzerinden yürütülen yargılama sonucunda 11/7/2018 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucu lehine 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Bu bağlamda kararda 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca en geç otuzar günlük aralıklarla resen tutukluluk incelemesi yapılması gerekmesine rağmen 21/7/2017 (son tutukluluk incelemesinin yapıldığı 22/6/2017 tarihinden otuz gün sonra) tarihinden itibaren 3/10/2017 tarihine kadar başvurucunun tutukluluk durumunun incelenmemesi dolayısıyla 000TL manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Buna karşılık Mahkeme, başvurucunun kanunda öngörülen koşullara aykırı olarak tutukluluğunun devam ettirildiği, makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmediği iddiası bakımından soruşturma ve kovuşturma süreçleri ile başvurucu hakkında verilen tutukluluğa ilişkin kararları dikkate alarak tutukluluğun makul süreyi aşmadığı sonucuna varmış; bu nedenle anılan iddiaya dayalı tazminat istemini kabul etmemiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Davacı tarafından CMK’nın maddesi uyarınca makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmediği ve bu nedenle de maddi ve manevi yönden zararının bulunduğunun iddia edildiği, CMK'nın 141/1-d maddesinde' Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen' kişilere de tazminat verilmesinin öngördüğü, Yargıtay Ceza Dairesi'nin 22/06/2016 tarih, 2015/12366 esas ve 2016/10728 karar sayılı kararı ve pek çok kararında uzun tutukluluk nedeniyle davacının manevi tazminat isteminde bulunabileceğinin kabul edildiği, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesinde 'Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en kısa zamanda bırakılmasının' sağlanmasının öngörüldüğü, yine Anayasa'nın 90/son maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan olan ve uygulama önceliği bulunan İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5/ maddesinde 'Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır' hükmünün yer aldığı göz önüne alındığında makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve tutukluluk durumu makul süreyi aşan kişilerin tazminat davası açabileceğinin kabul edildiği anlaşılmakla; Anayasa Mahkemesi'nin 22/5/2018 tarih ve 30428 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan, 12/4/2018 tarihli ve 2016/15637 başvuru numaralı kararında da 'Bir ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında sürdürülen tutukluluğun makul süreyi aşıp aşmadığı öncelikle tutukluluğa ilişkin kararların gerekçeleri üzerinden tespit edilebilir. Tutukluluğa ilişkin kararların gerekçelerinde tutuklamanın ön şartı olan kişinin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunduğunun, tutuklama nedenlerinin ve tutuklamanın neden ölçülü olduğunun ortaya konulması gerekmektedir.' şeklinde ifade edildiği üzere somut olayda tutuklama süresinin makul olup olmadığının değerlendirilebilmesi için davacının tutuklanmasına ve tutukluluk durumunun değerlendirilmesine ilişkin kararların ve davacının üzerine atılı suçların niteliğinin göz önüne alınması gerekmektedir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi tarafından aynı kararında tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusunun genel bir ilke çerçevesinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığı ve bir kişinin tutuklu kaldığı sürenin makul olup olmadığının her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bunun yanı sıra davacının koruma tedbirine konu ceza davasında tutuklu kaldığı süre yönünden AİHM'in tutukluluk konusunda benimsediği davanın kapsamı, dosyadaki delillerin çokluğu, sanıklara yüklenen suçların sayısı ve niteliği, sanıkların sayısı ve davanın karmaşık olması durumunun tutukluluk süresinin makul olup olmadığı, organize suçlar bakımından ve ayrıca olayın istisnai koşullarının, karmaşıklığının, başvurucunun kovuşturulmasına neden olan eylemin ağırlığının başvurucunun kaçma ihtimalinin de davacının tutukluluk süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde ve bu suretle davacının CMK'nın 141/1-d maddesi gereğince tazminat talep etme hakkının bulunup bulunmadığının tespitinde önem arz ettiği kabul edilmektedir. (Yargıtay Ceza Dairesi'nin 09/03/2015 tarihli, 2014/15450 esas ve 2015/4363 karar sayılı kararı)Huzurdaki davaya esas dosya incelendiğinde; davacı hakkında soruşturma aşamasında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2016/29478 soruşturma nolu silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, 2016/29479soruşturma nolu silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, 2016/29479 soruşturma nolu silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, 2016/24950 soruşturma nolu terör örgütü propogandası yapmak ve silahlı terör örgütüne üye olmak, 2016/29476 soruşturma nolu silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, 2016/24946 soruşturma nolu silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, 2016/35438 soruşturma nolu halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme, 2016/35211 soruşturma nolu kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme hareketlerine katılma, terör örgütü propogandası yapma, suç ve suçluyu övme, 2016/35237 soruşturma nolu kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme hareketlerine katılma, terör örgütü propogandası yapma, 2016/35447 soruşturma nolu halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme, terör örgütü propogandası yapma, suç ve suçluyu övme, 2016/23921soruşturma nolu terör örgütü propogandası yapma, 2016/23920soruşturma nolu halkı alenen kin ve düşmanlığa tahrik etme, terör örgütü propogandası yapma, 2016/24617soruşturma nolu suç işlemeye alenen tahrik etme ve terör örgütü propogandası yapma, 2016/29488soruşturma nolu terör örgütü propogandası yapma, 2016/29489soruşturma nolu terör örgütü propogandası yapma, 2016/24542 soruşturma nolu suçu ve suçluyu övme, 2016/35454 soruşturma nolu kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme hareketlerine katılma, terör örgütü propogandası yapma suçlarında yürütülen soruşturma dosyalarının davacı hakkında düzenlenen iddianamenin dayanağı olan 2016/24950 soruşturma nolu dosya üzerinde birleştirildiği, davacı hakkında düzenlenen 11/01/2017 tarih, 2016/24950 soruşturma sayılı ve 2017/118 iddianame numaralı iddianameye göre davacı hakkında düzenlenen 31 adet ayrı olay ve konuya ilişkin fezlekenin bulunduğu ve bu fezlekelerin iddianamenin kapsamında isnat edilen suçlamalara ilişkin olarak yer aldığı, ayrıca iddianame kapsamında başta terör örgütü yöneticiliği olmak üzere davacıya isnat edilen birden fazla ve birbirinden farklı bir çok suç tipinin bulunduğu, davacının tutuklandığı 04/11/2016 tarihinden bu yana tutuklu olarak yargılandığı ve davacıya isnat edilen suçlara göre davacının tutukluluk süresinin Türk Ceza Kanunu'na göre öngörülen azami tutukluluk sürelerini aşmadığı anlaşılmıştır. Somut olayda davacı hakkında Sulh Ceza Hakimliklerinin ve Ağır Ceza Mahkemelerinin tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinde yer alan tutuklama nedenlerine ve ölçülülüğe ilişkin açıklamalar incelendiğinde ise davacının atılı suçları işlediğine ilişkin somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin bulunduğuna, kaçma şüphesine, isnat edilen silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçunun 5271 sayılı Kanun'un maddesinin 3 numaralı fıkrasında yer alan ve Kanun gereği "tutuklama nedeni varsayılabilen" suçlar arasında olmasına, isnat edilen suçlamalara göre tutuklama tedbirinin ölçülü/orantılı olmasına, adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağına dayanıldığı görülmektedir. Davacıya isnat edilen suçlamanın niteliği, davacının yöneticisi olduğu iddia edilen PKK terör örgütünün örgütlenme biçimi ve işleyişi, soruşturma/kovuşturma konusu edilen olayların özellikleri birlikte dikkate alındığında tutukluluğun devamı kararlarındaki gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğunu ve tutukluluğun meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olduğu, dolayısıyla tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin tutukluluk süresi itibarıyla ilgili ve yeterli olduğu sonucuna varılmıştır. Bunun yanı sıra somut olayda davacıya isnat edilen suçların ciddi ve ağır oluşu, davacı hakkında terör örgütü yönetici olma, 15 kez terör örgütü propogandası yapma, 3 kez kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleme veya yönetme, kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılma, 2 kez halkı kin ve düşmanlığa tahrik, 4 kez suçu ve suçluyu övme, suç işlemeye tahrik, kanunlara uymamaya tahrik suçlarından yargılama yapıldığı, iddianamenin davacı hakkında düzenlenen 31 ayrı konu ve olaya ilişkin fezlekeye dayandığı, davacının yargılandığı suçların niteliği, özellikle eylemlerin sayısı ve eylemlerin niteliğinden hareketle dosyanın karmaşıklık düzeyi dikkate alındığında tutukluluk süresinin makul olduğu anlaşılmakla davacının makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmaması ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmemesine nedeniyle CMK'nın 141/1-d maddesine istinaden talep ettiği maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir." Başvurucunun yanı sıra Cumhuriyet savcısı ve Hazine vekili (davalı) karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 2/1/2019 tarihinde başvurucu yönünden istinaf isteminin esastan reddine, Cumhuriyet savcısı ve Hazine vekilinin başvurusu yönünden ise manevi tazminat miktarının 000 TL'ye indirilmesi suretiyle hükmün düzeltilerek istinaf başvurularının esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, karara karşı temyiz yoluna başvurmuş; Yargıtay Ceza Dairesi 23/12/2019 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesince verilen hükmü hukuka uygun bularak başvurucunun temyiz isteminin esastan reddine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklulukta geçecek süre" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/18 md.) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. (2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda beş yılı geçemez. (3) Bu maddede öngörülen uzatma kararları, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/23 md.) 103 üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. d) Her türlü taşıtları veya bunlardan bazılarını kullanamamak ve gerektiğinde kaleme, makbuz karşılığında sürücü belgesini teslim etmek....f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir. 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz usulü ve inceleme mercileri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hâkim veya mahkeme kararına karşı itiraz, kanunun ayrıca hüküm koymadığı hâllerde 35 inci maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden itibaren yedi gün içinde kararı veren mercie verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle yapılır ...  (2) Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir." 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir. (3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir. (4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suç işlemeye tahrik" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Suç işlemek için alenen tahrikte bulunan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör amacı ile işlenen suçlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:a) Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar. ..." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler, askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır"B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Sözleşme'nin "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması; ... İşbu maddenin c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulan herkesin derhal bir yargıç veya yasayla adli görev yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin önüne çıkarılması zorunlu olup, bu kişi makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama süresince serbest bırakılma hakkına sahiptir. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminat şartına bağlanabilir." Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest şeçimler yapmayı taahhüt ederler." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde, kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95, 19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması gerekir (Buzadji/Moldova, §§ 100-102). AİHM, yakalanan kişinin suç işlediğinden şüphelenmek için makul sebeplerin devam etmesinin tutukluluk hâlinin devamı bakımından olmazsa olmaz (sine qua non) bir şart olduğuna vurgu yapmakla birlikte ulusal adli makamların yakalanan kişinin tutuklanmasına gerek olup olmadığını, yakalamanın hemen ardından değerlendirmeleri durumunda makul şüphenin devam etmesi koşulunun artık yeterli olmadığını belirtmekte ve adli makamların tutukluluğun meşrulaştırılması için yeterli ve ilgili başka gerekçeler de ileri sürmesi gerektiğine dikkat çekmektedir (Merabishvili/Gürcistan [BD], B. No: 72508/13, 28/11/2017, § 222). AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya,B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma (özellikle delillerin yok edilme) tehlikesi (Wemhoff/Almanya,B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51). AİHM'e göre kaçma, tanıklar üzerinde baskı kurma veya delil unsurlarını değiştirme, yeniden suç işleme, kamu düzenini bozma gibi risklerin varlığının gerektiği şekilde tespit edilmesi ve adli makamların bu bağlamdaki gerekçesinin soyut, genel veya basmakalıp bir şekilde olmaması gerekir (Merabishvili/Gürcistan, § 222). Bu yönüyle kaçma riskinin değerlendirilmesinde kişinin karakteri, ahlaki durumu, ikametgâhı, mesleği, mal varlığı, aile bağları, tutukluluğa karşı gösterdiği tepki, başka bir ülkeye gerçekten kaçmayı planlayıp planlamadığı, kaçmayı planladığı ülkeyle veya uluslararası bağlantıları gibi hususlar dikkate alınmalıdır (Becciev/Moldova, B. No: 9190/03, 4/1/2006, § 58, Buzadji/Moldova, § 90). Ayrıca cezanın ağırlığı kaçma riskinin değerlendirilmesinde dikkate alınacak bir unsur olsa da tek başına tutukluluk hâlinin uzun süreler boyunca uzatılması durumunu haklı kılmaz (Idalov/Rusya [BD], B. No: 5826/03, 22/5/2012, §145; Garycki/Polonya, B. No: 14348/02, 6/2/2007, § 47). AİHM, tutukluluğun makul süreyi aşmamasını sağlamanın öncelikle ulusal adli makamlara düşen bir görev olduğunu, ulusal makamların bu görevi yerine getirmek için -masumiyet karinesini de tam anlamıyla dikkate alarak- Sözleşme'nin maddesinde belirlenen kurala bir istisna getirmeyi haklı kılan kamu yararı gerekliliğinin varlığını kabul edecek veya bertaraf edecek nitelikteki bütün koşulları incelemek ve tahliye taleplerine ilişkin olarak verdikleri kararlarda bu gerekçeleri dikkate almak durumunda olduklarını belirtmektedir (Nedim Şener/Türkiye, B. No: 38270/11, 8/7/2014, § 70). Esasen AİHM, ulusal mahkemeler tarafından başvuranın tutukluluğuna ilişkin olarak verilen kararlarda yer alan ve başvuran tarafından salıverilme taleplerinde veya diğer başvurularında ileri sürülen gerekçelere dayanarak Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının ihlal edilip edilmediğini belirlemektedir (Wemhoff/Almanya, s. 24, 25, § 12; Neumeister/Avusturya, s. 37, §§ 4, 5, Letellier/Fransa, § 35; Buzadji/Moldova, § 91). Diğer taraftan AİHM, serbest seçim hakkını Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin koruduğu hakların hukukun üstünlüğüne dayanan etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olduğunu belirtmiştir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, B. No: 9267/81, 2/3/1987, § 47; Ždanoka/Letonya [BD], B. No: 58278/00, 16/3/2006, § 103; Yumak ve Sadak/Türkiye [BD], B. No: 10226/03, 8/7/2008 § 105). Buna karşılık AİHM'e göre seçilme hakkı, mutlak olmayıp meşru amaçlarla sınırlanabilir. Ancak bu sınırlamalar, yasama organının seçiminde halkın görüşlerinin serbestçe açıklanmasını ve bu anlamda belli kişilerin veya grupların ülkenin siyasal hayatına katılımlarını engelleyici, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ve etkisini ortadan kaldıracak ölçüde olmamalıdır. Ayrıca sınırlamaların öngörülen amaçla orantılı olması gerekir (Mathieu-Mohin ve Clerfayt/Belçika, § 52; Tanase/ Moldova [BD], B. No: 7/08, 27/4/2010, §§ 157, 158, 161). Öte yandan AİHM'e göre seçilme hakkı sadece seçimlerde aday olma hakkını değil aynı zamanda seçildikten sonra milletvekili olarak parlamentoda bulunma hakkını da kapsar. Bu ise hiç kuşkusuz kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla temsil yetkisini fiilen kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir (Sadak ve diğerleri/Türkiye, B. No: 25144/94, 26149/95, 26154/95, 27100/95, 27101/95, 11/6/2002, §§ 33, 40). AİHM ayrıca milletvekili-seçmen ilişkisinden hareketle ifade özgürlüğünün halkın seçilmiş temsilcileri için özellikle önemli olduğunu zira milletvekilinin seçmeni temsil ettiğini, onların taleplerine dikkat çekerek menfaatlerini savunduğunu, dolayısıyla bir muhalif milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin daha sıkı bir denetimi gerektirdiğini vurgulamıştır (Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/12/1992, § 42).
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/38610
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması, tutukluluk süresinin makul olmaması, tahliye talepleri ile tutukluluğa yönelik itirazların karara bağlanmaması ve tutukluluk incelemelerinin yapılmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, önceden izin alınmaksızın pankart asıldığı gerekçesi ile idari para cezasına mahkûm olunmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17616
Başvuru, önceden izin alınmaksızın pankart asıldığı gerekçesi ile idari para cezasına mahkûm olunmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/65
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza kovuşturması neticesinde suçtan elde edilen mal varlığının müsadere edilmesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun cürüm işlemek için teşekkül oluşturma suçundan cezalandırılması istemiyle İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2002 tarihli iddianamesiyle İzmir 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede; başvurucu ve diğer sanık kardeşi E.B.nin piyasaya yüksek faizle borç para verdikleri ve kumar oynattıkları, bu alacaklarına karşılık aldıkları çek ve senetleri tahsil etmek için öldürme ve yaralama suçlarına karıştıkları belirtilmiştir. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 4/3/2003 tarihinde, başvurucunun suç işlemek için örgüt kurma ve yönetme suçunu işlediği gerekçesiyle 30/7/1999 tarihli ve 4422 sayılı mülga Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'nun maddesi uyarınca ve örgütün silahlı olduğu da gözetilerek 1/3 oranında arttırım yapılıp takdiren 1/6 oranında indirim de yapıldıktan sonra netice olarak üç yıl dört ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca "sanıklara miras yoluyla intikal eden taşınmazlar dışında kalan, suçtan elde edilen ve suçtan doğan değer ve ürünler ile suçtan doğan yararın devlete intikaline" karar vermiştir. Bu karar Yargıtayca -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesinden sonra Mahkeme 9/8/2003 tarihli ek karar ile gerek soruşturma gerekse de yargılama aşamasında sanıkların mal varlıklarının araştırılmadığı gerekçesiyle infazda kolaylık sağlanması amacıyla Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığına (MASAK) yazı yazılarak sanıkların suç tarihi olan 2/12/2001 tarihi itibarıyla mal varlıklarının ayrı ayrı tespitinin yapılarak bildirilmesine karar vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 10/3/2004 tarihinde, anılan karar doğrultusunda başvurucunun ve sanık G.T.nin malvarlıklarının araştırılması için MASAK'a bir yazı göndermiştir. MASAK tarafından düzenlenen 29/9/2004 tarihli raporda; başvurucunun İzmir'in Konak ilçesine bağlı Alsancak Mahallesi'nde bulunan 1222 ada 43 parsel, İzmir'in Menemen ilçesine bağlı Koyundere Mahallesi'nde bulunan 1297 parsel ve İzmir'in Bornova ilçesine bağlı Çamdibi köyünde bulunan 7537 sayılı parsel sayılı taşınmazlarda hisselerinin bulunduğu ve ayrıca bir banka şubesinde 593 TL (eski TL ile) tutarında mevduatının olduğu belirtilmiştir. Mahkeme 18/11/2014 tarihli bir yazı ile kararın kesinleştiğini açıklamak suretiyle başvurucuya ait banka hesabındaki paranın ve söz konusu taşınmazlardaki başvurucuya ait hisselerin devlete intikali için gereğinin yapılmasını bildirmiştir. İzmir Defterdarlığının talebi üzerine başvurucunun banka hesabında kalan 48,17 TL tutarındaki parasının 5/1/2005 tarihinde Hazineye ait başka bir bankadaki hesaba aktarılmıştır. Defterdarlık ayrıca İzmir'in Bornova ilçesinde bulunan taşınmazdaki 2/12 hissenin 16/5/2015 tarihinde Hazine adına tescil edildiğini bildirmiştir. Mahkeme 2/6/2005 tarihinde; başvurucu adına İzmir'in Konak ilçesine bağlı Alsancak Mahallesi'nde bulunan 1222 ada 43 parsel sayılı taşınmazın Maliye Hazinesi adına tescilinin sağlanması için daha önce 14/10/1999 tarihinde verilen tedbir kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkeme 29/11/2007 tarihinde de Hazine adına tescil edilmek üzere başvurucunun Menemen ilçesinde bulunan anılan taşınmazı üzerindeki tedbiri kaldırmıştır. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun yürürlüğe girmesi üzerine kesinleşen mahkûmiyetin uyarlanması için dosyayı yeniden ele alan İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 24/6/2005 tarihli kararı Yargıtay Ceza Dairesince 22/11/2011 tarihinde uyarlamanın hatalı yapıldığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme 19/4/2012 tarihinde yeniden uyarlama yapmış, başvurucunun silahlı suç örgütü kurma ve yönetme suçundan 5237 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları ile takdiren indirime ilişkin maddesi uyarınca iki yıl bir ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun mirastan intikal eden mal varlıkları dışında suç işlenmesi ile elde edilen ve suçun işlenmesi nedeniyle sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi ya da dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsadere edilmesine karar vermiştir. Kararda olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 4422 sayılı mülga Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası ile sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının aynı nitelikte olduğu ve bu hususta uyarlama yapılmasının gerekli olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu ve katılan Maliye Hazinesi tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Ceza Dairesince 28/11/2014 tarihinde onanmıştır. Nihai karardan 17/2/2015 tarihinde başvurucu haberdar olmuştur. Başvurucu 5/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4422 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Doğrudan veya dolaylı biçimde bir kurumun, kuruluşun veya teşebbüsün yönetim ve denetimini ele geçirmek, kamu hizmetlerinde, basın ve yayın kuruluşları üzerinde, ihale, imtiyaz ve ruhsat işlemlerinde nüfuz ve denetim elde etmek, ekonomik faaliyetlerde kartel ve tröst yaratmak, madde ve eşyanın azalmasını ve darlığını, fiyatların düşmesini veya artmasını temin etmek, kendilerine veya başkalarına haksız çıkar sağlamak, seçimlerde oy elde etmek veya seçimleri engellemek maksadıyla zor veya tehdit uygulamak veya kişileri kendilerine tâbi kılmaya zorlamak veya mensupları arasında her ne suretle olursa olsun açık veya gizli işbirliği yapmak suretiyle yıldırma veya korkutma veya sindirme gücünü kullanarak suç işlemek için örgüt kuranlara veya örgütü yönetenlere veya örgüt adına faaliyette bulunanlara veya bilerek hizmet yüklenenlere sadece bu nedenle üç yıldan altı yıla kadar; örgüte üye olanlara iki yıldan dört yıla kadar ağır hapis cezası verilir.Örgüt silahlı ise, yukarıda yazılı hallerde verilecek ceza üçte birden yarıya kadar artırılır. Henüz hiç bir silahlı eyleme teşebbüs edilmemiş olsa bile, silahlar veya patlayıcı maddeler örgütün amaçları doğrultusunda hazırlanmış veya elde bulundurulmuş ise, örgüt silahlı sayılır. ...Suçun işlenmesine ayrılan veya suçun işlenmesinde kullanılan veya suçtan doğan değer veya ürünlerin veya bunlar yerine geçen şeylerin ve müsaderesi gereken her türlü eşyanın gelirlerinin veya suçtan doğan her türlü yararın Devlete intikaline hükmolunur...." 4422 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:" 1996 tarihli ve 4208 sayılı Kanun hükümleri saklı kalmak üzere; bu Kanunun 1 inci maddesinde yazılı suçları işlediğine dair kuvvetli şüpheler bulunan kişilerin bu Kanun kapsamındaki fiillerinden elde ettikleri hususunda kuvvetli şüphe bulunan her türlü menkul ve gayrimenkullerine soruşturma sırasında el konulmasına; bankalar ve banka dışı malî kurumlar ile diğer gerçek ve tüzel kişiler nezdindeki, kiralık kasa mevcutları da dahil olmak üzere hak ve alacakları üzerindeki tasarruf yetkisinin tamamen veya kısmen kaldırılmasına, bir tevdi mahalline yatırılmasına, hak ve alacaklar ile mal, kıymetli evrak, nakit ve sair değerlerin idaresi için diğer tedbirlerin alınmasına karar verilebilir.Yukarıdaki fıkrada belirtilen mal varlığının yurt içinde ve yurt dışında araştırılması, incelenmesi, tespiti ve değerlerinin takdiri, ilgili Cumhuriyet savcılığınca istendiğinde, Maliye Bakanlığı Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı tarafından yerine getirilir.Birinci fıkrada belirtilen mal varlığının meşruluğu anlaşıldığında el koyma tedbirine karar verilmez veya verilmiş olan karar kaldırılır. Sanık mahkûm edildiğinde söz konusu mal varlığı Devlete intikal eder." 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya da suçun işlenmesi için sağlanan maddi menfaatler ile bunların değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik kazançların müsaderesine karar verilir. Bu fıkra hükmüne göre müsadere kararı verilebilmesi için maddi menfaatin suçun mağduruna iade edilememesi gerekir. (2) Müsadere konusu eşya veya maddi menfaatlere elkonulamadığı veya bunların merciine teslim edilmediği hallerde, bunların karşılığını oluşturan değerlerin müsaderesine hükmedilir. (3) (Ek: 26/6/2009 – 5918/2 md.) Bu madde kapsamına giren eşyanın müsadere edilebilmesi için, eşyayı sonradan iktisap eden kişinin 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun iyiniyetin korunmasına ilişkin hükümlerinden yararlanamıyor olması gerekir." 5237 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.... (3) Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4074
Başvuru, ceza kovuşturması neticesinde suçtan elde edilen mal varlığının müsadere edilmesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutulan bir hükümlünün şüpheli ölümü ve bu olayla ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmemesi, ayrıca kamu makamları tarafından yaşamı koruma yükümlülüğünün gerektirdiği şekilde intihara karşı tedbir alınmaması, açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının; hükümlünün infaz koruma görevlileri tarafından darbedilmesi, tek kişilik odada cezasının infaz edilmesi suretiyle psikolojisinin bozulmasına sebebiyet verilmesi, ceza infaz kurumu ring aracıyla, kelepçeli olarak hastaneye sevk edilmesi ve kelepçenin çıkarılmamasından dolayı yeterli tedavi uygulanamaması nedeniyle kötü muamele yasağının; tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını olan K. 1982 doğumlu olup olay tarihinde Demokratik Toplum Partisi Uşak il başkanı iken gerçekleştirdiği bir eylemden ötürü terör örgütü üyesi olmak, terör örgütüne yardım yataklık etmek suçlarından yapılan yargılama neticesinde mahkûm edildiği 6 yıl 3 ay hapis cezasının infazı amacıyla İzmir 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. K. Ceza İnfaz Kurumunun tek kişilik odasında kalmaktayken 3/4/2010 tarihinde başına aldığı bir darbe sonucu geçirdiği beyin kanaması nedeniyle kaldırıldığı hastanede 10/4/2010 tarihinde vefat etmiştir. Başvuru dosyasının incelenmesinden K.nın 31/12/2009 tarihli dilekçesiyle kişisel bazı sorunlarını acilen birinci müdürle görüşmeyi talep ettiği, söz konusu dilekçede el yazısıyla yazılan notta "adı geçen ... örgütünden ayrılmak istediği, tek başına bir odaya konmasını" şeklinde ibare bulunduğu görülmüştür.Bu dilekçe üzerine Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun 31/12/2009 tarihli kararıyla K.nın kendi isteği nedeniyle B1-39 No.lu odaya yerleştirilmesine karar verilmiştir.A. Bireysel Başvuru Öncesi Süreç1- Olayla İlgili Yapılan Ceza Soruşturması Süreçleri İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi tarafından, ihbarda bulunan sıfatıyla başvuranın F.K. olarak belirtildiği 6/4/2010 tarihli dilekçe İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) sunulmuştur. Dilekçede özetle kaldırıldığı hastanede hayati tehlikesi nedeniyle hâlen yoğun bakımda bulunan K.nın başına gelen olay hakkında soruşturma açılması gerektiği ifade edilmiş; olaya ilişkin derhâl soruşturma başlatılması, tüm delillerin bizzat Savcılık eliyle toplanması, olayın yaşandığı güne ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumu kamera kayıtlarına el konması, Ceza İnfaz Kurumundaki odada keşif yapılması, mahpuslar başta olmak üzere olaya ilişkin bilgisi olanların tanık olarak beyanlarının alınması talep edilmiştir. Dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:" ...Cezaevi idaresi tarafından mahpusun yakınları 2010 tarihinde aranmış ve [K.nın] intihar girişiminde bulunduğu ve bu nedenle hastaneye sevk edildiği yolunda bilgi verilmiştir. Ancak, görebilen yakınları, halen hayati tehlikesi devam etmekte olan mahpusun vücudunun bir çok yerinde ekimoz ve yaralanma bulunduğunu belirtmekte ve bu nedenle aslında intihara teşebbüs etmediği yönünde ciddi şüphe ve kaygı taşımakta olduklarını ifade etmektedirler. [K.nın] yakınlarının olayın oluş biçimine ilişkin olarak şüphe ve kaygılarının yoğunlaşmasının bir diğer nedeni ise kendisini hastaneye getiren jandarma görevlilerinin farklı farklı beyanlarda bulunmalarıdır. Jandarma görevlilerinin biri 'mahpusun kafasını odasında duvara vurduğunu', bir diğeri ise 'merdivenlerden düşerek başını çarptığını' söylemektedir. ..."Söz konusu dilekçe Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aynı tarihte 2010/33825 numaralı soruşturmaya kaydedilmiş, bu soruşturmanın 2010/34364 numaralı soruşturmayla birleştirilmesine karar verilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu tarafından K.nın vefatıyla sonuçlanan olay hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına 5/4/2010 ve 8/4/2010 tarihli yazılarla bilgi verilmiştir. 8/4/2010 tarihli yazı ekinde gönderilen belgeler içinde Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından çizilen olay yerinin basit krokisi ve fotoğrafları mevcuttur. Söz konusu yazının ilgili kısımları şöyledir:"...terör örgütüne üye olmak suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına hükümlü olarak kurumumuzda bulunan ...[K.], 31/03/2010 tarihli idaremize vermiş olduğu dilekçesi ile ailesinden gelebilecek olan her türlü para ve yardımın kabul edilmeyerek iade edilmesini istediği, 31/03/20 tarihli [K.ya] hitaben yazdığı 'Ahlaka ve edebe aykın cümleler' içeren ve ailesine sitem ettiği mektubun kurumumuz disiplin kurulu başkanlığının kararı ile gönderilmediği, 2008 yılından bu yana hükümlüyü hiçbir yakınının ziyaret etmediği, 2010 yılının başından itibaren hükümlüye herhangi bir para yatırılmadığı tespit edilmiştir. 03/04/2010 günü saat 12:30 sularında hükümlünün kalmakta olduğu B Blok 39 numaralı odanın mazgalının yemek vermek için görevli memur tarafından açılarak hükümlüye seslenildiği, hükümlünün yüzü ve burnunun kan içinde olduğu halde yerde bitkin bir şekilde yatmakta olduğu, odaya girildiğinde adı geçenın yapılan fiziksel kontrolünde burnundan kan aktığı, kafasının sol arka kısmının kanadığı, sırt bölgesinde kızarıklık olduğu, elinde ve bileğinde sürtünmeye bağlı çizikler meydana geldiği, sağ ayak bileğinin üst kısmında çizik ve kan olduğunun tespit edilmesi üzerine, hükümlünün ivedilikle kuruma ait ring aracı ile jandarma nezaretinde hastaneye sevk edildiği, Ardından hükümlünün odasında yapılan araştırmada 1 adet mektup şeklinde pusula ve 4 adet küçük notun bulunması ve incelenmesi üzerine; aynı gün saat 19:30'da hükümlünün odasının bahçe kısmında yapılan incelemede, bahçede kan izlerinin oldugu, bahçe kapısının üst kısmında bulunan duvarda birçok ayak izinin bulunduğu, bu izlerin şahsın pencere demirinden tutunarak duvara tırmanırken oluştuğu ve bu esnada hükümlünün buradan düşerek kafasını açık olan bahçe kapısının köşesine çarpmış olabileceği, kapının köşesinde saç kıllarının bulunduğu müşahade edilmiştir. Adı geçenin ailesi ve örgüt tarafından dışlanması nedeniyle yaşadığı psikolojik bunalım sonucu intihara teşebbüs ettiği düşünülmüş olup; konu ile ilgili evraklar yazımiz ekinde sunulmuştur." Söz konusu belge 8/4/2010 tarihli havaleyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2010/34364 numaralı soruşturmaya kaydedilmiştir. 10/4/2010 tarihli yazı ile K.nın hastanede vefat ettiği Ceza İnfaz Kurumu tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Söz konusu yazının ilgili kısmı şöyledir:"...[K.], mensubu olduğu örgüt tarafından ihanetle suçlanarak örgütten dışlandığından, kendi talebi ile İdare ve Gözlem Kurulu tarafından yerleştirildiği B-1 Blok 39 nolu odada tek başına cezasını infaz etmekte iken Hükümlü 03/04/2010 günü saat 30 sıralarında yemek dağıtımı esnasında yemeğini almaya gelmemesi ve çağrılara geç cevap vermesi sonrası, mazgaldan bakıldığında burnunun kanadığının görülmesi üzerine derhal odasına girilerek alındığı ve 112 Acil Servis çağrılarak ilk muayenesinin yaptırılarak bekletilmeksizin acilen sevki Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesine sevk edildiği, kafa travması sonucu sevk edilen [K.], tedavi gördüğü Hastanede 10/04/2010 günü gece saat 30 da öldüğü, Hastanede görevli memurlarca bildirilmesi üzerine durum nöbetçi savcılığına ve Cezaevi Savcısına bildirilmiştir. Hükümlünün Ceza ve infaz Kurumumuzda kaldığı odasında Hastaneye sevk edilmeden önce ailesine ve örgüt mensuplarına yazdığı notlardan örgütün kendisini ihanetle suçlamasından dolayı intihar girişiminde bulunması sonucu yaralandığı anlaşılmaktadır. Olayla ilgili Adli ve İdari soruşturma devam etmekte olup, Hükümlünün otopsi raporları daha sonra Başsavcılığımıza gönderilecektir." Başvurucunun vefat ettiğinin 10/4/2010 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesi üzerine 2010/35069 numaraya kayden yürütülen soruşturma kapsamında 10/4/2010 tarihinde K.nın ölü muayenesi yapılmış, klasik otopsi yapılmasına gerek görülmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2010/35069 numaralı soruşturma kapsamında 10/4/2010 tarihli yazıyla otopsi işleminin yapılarak K.nın kesin ölüm nedeninin tespiti Adli Tıp Kurumu İzmir Grup Başkanlığından (ATK) istenmiştir. ATK'nın 26/4/2010 tarihli otopsi raporunda şahsın künt kafa travmasına bağlı kafatası kırığı ve beyin kanaması sonucu vefat ettiği tespitine yer verilmiştir. Raporun ilgili kısımları şöyledir:"...Sağ klavikula altında, sağ dirsek iç büklümde, sağ el bileğinde, her iki el sırtında ve sol inguinal bölgede tıbbi müdahaleye bağlı ekimozlu iğne izleri görüldü. ... Sağ uyluk 113 üst ön yüzde 4x7 cm ebadında ekimozsuz sıyrık ve üs kısımda 2x3 cm'lik alanda kısmen kabuklanmış epidermisi ilgilendiren bir diğer sıyrık, sağ diz kapağı altında orta hatta 1,2 cm çaplı kabuldu sıyrık, sağ ayak bileğinde medialden arka yüze doğru uzanan hilal şeklinde üzeri kabuklu kesik görünümlü yara ve çevresinde l0x13 cm'lik alanda mor menekşe renk değişimine uğramış ekimoz tespit edildi. Sol cruris orta ön yüzde 0,2x0,5 cm ebadında ekimozsuz yüzeyel sıyrık görüldü.... ayak bileği dış malleol üst kısımda 5 adet üzerileri kabuklanmaya başlamış 1 -3 cm arasında değişen uzunlukta çizgisel tarzda sıyrıklar saptandı. Her iki el bileği dorsal ve ventralde mor renkli alanlar görüldü. Altlarına kesi atıldı. Cilt altında özellik görülmedi. Ölü lekeleri olarak değerlendirildi. Sol el bileği ön yüzde 0,3 cm'lik kabuklu yüzeyel cildi sıyrık tespit edildi. Tanımlanan lezyonlar ve tüm vücut bölgeleri fotoğraflandı... ...Baş Açıldı: Saçlı deri kaldırıldı. Saçlı deri altında sağ frontalde daha yoğun olmak üzere her iki frontal de, sağ temporoparietalde, vertekste yaygın ekimoz ve periost altı kanamalar saptandı. Temporal adale gruplarında makroskopik özelliğe rastlanmadı. Oksipital kemik üst kısımda, orta hattın 2 cm solundan başlayarak sagital sütürde aynlma şeklinde devamla verteksten öne doğru seyreden, frontal kemiği kat ederek sağ orbita tavanına doğru yönelen lineer kırık saptandı. ...Her iki frontal lob alt yüzde, her iki temporal lob alt ve yan yüzlerde. her iki hemisfer üst yüzlerde ve her iki oksipital Iobda yaygın subaraknoidal kanama saptandı. Kesitlerinde her iki temporal polusta yaygın kontüzyon görüldü. Pons kesitlerinde 2 cm çaplı bir alanda doku içi kanama saptandı. Kubbede her iki parietal ve frontal loblarda tüm yüzeyi kaplayan sıvama tarzı subdural hematom tespit edildi. Bazal dura sıynldı. Oksipital solda, arka fossa sol kısımda foramen magnuma ilerleyen lineer kırık, arka fossa sağ ön kısımda 2 cm uzunluğunda yay seklinde bir diğer lineer kırık tespit edildi. Ön fossada, sağ orbita tavanına lineer kırığın etmoid kemiğin hemen sağında ön kısımda sonlandığı saptandı. Tanımlanan lezyonlar fotoğraflandı..." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2010/35069 numaralı soruşturmanın da ölüm olayının neden ve nasıl meydana geldiği ile ilgili olarak önceden açılmış ve yürütülmekte olan 2010/34364 numaralı soruşturmayla birleştirilmesine karar verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 12/4/2010 tarihinde Olay Yeri İnceleme Tutanağı düzenlenmiştir. Tutanağın ilgili kısımları şöyledir:"...Öncelikle kamera ile çekim yapmak üzere görevlendirilen ... ile birlikte zemin kat mutfak kısmı, merdivenler, üst kat yatakhane ile havalandırma bahçesinin detaylı biçimde görüntüleri kayda alındı. Odanın girişinde ... pencere kenarında zeminde çok sayıda kan damlaları bulunduğu, pencere kenarındaki sandalye minderinde çok sayıda kan damlaları bulunduğu, mutfak lavabosu önünde bir kan damlası, lavabo içinde altı kan damlası, banyo önünde üç kan damlası, banyo içinde lavaboya kadar beş kan damlası, banyodaki tuvalet taşında çok sayıda kan damlası bulunduğu görüldü. ...havalandırmaya açılan demir kapının en üst köşesinde bir adet küçük saç kılının halen mevcut olduğu, 2010 tarihli tutanak ile alınan kılların muhafaza altına alınarak soruşturma evrakına ekli olduğu ... Merdivenlerden yatakhaneye çıkışta ve basamaklarda birer damla basamakta 2 damla kan bulunduğu, ...pencere kenarındaki ranzada ... pencere tarafında kalan kısımda yatakta battaniyede ve yastık[t]a kanlar bulunduğu..." Ceza İnfaz Kurumu tarafından 13/4/2010 tarihli yazı ile K.nın Kuruma alındığı tarihten itibaren kaldığı odalar ve oda arkadaşlarını gösterir liste, Kurum dosyasında bulunan tüm yazışmalar, K. hakkında verilen tüm kararlar, B Blok'ta olay günü görev yapanların listesi ve nöbet çizelgesi, K.nın odasında yaralanması ve hastaneye kaldırılmasıyla ilgili olarak yapılan tüm işlem ve uygulamalar ile bunlara dair tüm belgelerin, ziyaretçi ve telefon görüşme listelerinin Cumhuriyet Başsavcılığınca talep edilmesi üzerine bu belgeler Ceza İnfaz Kurumu tarafından iletilmiştir. Aynı yazıda; olay tarihinde olayın gerçekleştiği B Blok'ta görevli infaz koruma memurlarının İ.B., Ö.T., Ö.G., B.Ü., sorumlu infaz koruma başmemurunun , nöbetçi müdürün ise A. olduğu bildirilmiştir. Dosya kapsamındaki belgelerden K.nın kendi isteğiyle tek kişilik odaya alınmasına karar verilmesinden sonra şahısla bir psikoloğun görüştürülmeye çalışıldığı ve bu çaba sonucunda Ceza İnfaz Kurumunda görevli psikolog, doktor, sosyal hizmet uzmanı, öğretmen ve iki infaz koruma memuru tarafından 31/12/2009 tarihli tutanağın düzenlendiği görülmüştür. Tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"2009 sabahında hükümlü [K.] ... örgütünden ayrılmak istediğini, ayrı bir odaya alınmayı talep ettiğini bildirir bir dilekçe yazmıştır. Dilekçe psiko-sosyal birime ulaştığında, idare ve gözlem kurulunun diğer üyeleri ile irtibata geçilerek, boş olan B blok 39 nolu odaya yerleştirme kararı alınmıştır. Bu sırada, hükümlü idari görüşme yaptıktan sonra, ani müdahale birimi karşısındaki açık görüş salonuna alınmış, kurum müdürü [N.Ü.nün] talimatı ile kurum psikologu[P.] ile revirdeki psiko-sosyal servis görüşme odasına getirilmiştir. Hükümlü [K.], psikolog ile görüşme yapmayı reddetmiş, bir süre kapıda beklemiş, görüşme yapmaya gerek olmadığını, başka bir şey söylemeyeceğini ifade etmiştir. Gergin olduğu gözlemlenen hükümlü ile görüşme yapma konusunda ısrarcı davranan psikolog, 'merak etme sıkıntılarına çözüm olmak için buradayız' diyerek hükümlüyü ikna etmiştir. Görüşmede, örgütten neden ayrıldığına kesinlikle cevap vermekten kaçınmıştır. Oda değişimi olduğunda, ziyaret ve telefon saatlerinin değişmesinden bir mağduriyet yaşayıp yaşamayacağı soruldu. Hiçbir sıkıntı yaşamayacağını söyledi. Ziyaretlerinin gelip gelmediği sorulduğunda, ziyaretinin gelmediğini, gelmelerini kendisinin istemediğini söyledi. Sadece telefon görüşü yaptığını söyledi. Faaliyetlerini kendisinin 3 ay önce iptal ettiğini, bu durumun da sıkıntı olmayacağını ifade etti. Oda arkadaşlarının onlardan ayrılmak istediğini bilip bilmediği, oda değişimi yapılırken bir sıkıntı yaşanıp yaşanmayacağı soruldu. Kendilerine ayrılmak istediğini söylediğini, dilekçe verdiğini bildiklerini söyledi. Görüşmenin birçok kısmında 'konuşacak ya da anlatılacak bir şey yok' diyerek görüşmeyi sonlandırmak istedi. Kurum Psikologu [P.], psikolojik ruh halinin iyi olmadığını gözlemlediğini, kendisine zarar verip vermemesinden endişe ettiğini dile getirmesi üzerine; kendisine herhangi bir zarar vermeyi düşünmediğini, zaten böyle bir düşünce içerisine girseydi odasında bunu rahatlıkla yapabileceğini, ama kendisine kesinlikle zarar verme gibi bir düşüncenin ona uymadığını anlattı. 2009 tarihinde Uşak Ceza İnfaz Kurumu 'na sevk talebinde bulunduğunu, haber gelmesini beklediğini ifade etti. ... kurum psikoloğu olarak, kendisini birey olarak gördüğünü yaşadığı sıkıntılara duyarlı olduğunu, bu konuda ne zaman yardıma ihtiyaç duyarsa kendisine yardım edebileceğini, gerektiğinde psikiyatriye sevkinin yapılabileceği anlatıldı. Hükümlü, psikiyatrik bir durumunun olmadığını, kendisinin deli olmadığını, gitmeyeceğini söyledi. ... Boş olan bir üçlü odaya tek başına alınacağı söylendi. Yakında kendisi ile tekrar görüşüleceği söylendi..." Sosyal Hizmet Uzmanı S. ve iki infaz koruma memuru tarafından tutulan 26/3/2010 tarihli tutanakta 26/3/2010 tarihinde K.nın odasına gidildiği, kapı mazgalından durumu ve faaliyetlere katılmayı isteyip istememesi hakkında şahısla görüşüldüğü, iki üç aya yakın bir süredir yalnız olması nedeniyle kendisine nasıl hissettiğinin sorulduğu, şahsın iyi olduğunu, yalnızlığa alıştığını belirttiği, şahsın güler yüzlü ve sakin olduğunun gözlendiği, durumu nedeniyle şahsa isterse haftada bir saat açık spora yalnız çıkarılabileceğinin söylendiği, şahsın düşünüp ona göre dilekçe yazacağını belirttiği, K.ya odada televizyonu olup olmadığının sorulduğu, yoksa idareyle televizyon temini konusunda görüşülebileceğinin belirtildiği, şahsın televizyonu bir iki güne kadar sipariş edeceğini ve kendisinin temin edebileceğini belirttiği hususlarına yer verilmiştir. K.nın spor faaliyetlerine katılması içinkendisiyle konuşulduğunda katılabileceğini söylese de bazı nedenlerden bunu yapamayacağını 29/3/2010 tarihli dilekçeyle bildirdiği görülmüştür. K.nın 31/3/2010 tarihli dilekçeyle başta kardeşi olmak üzere aile üyelerini reddetmesi sebebiyle ailesinden gelebilecek para dâhil herhangi bir şeyi kabul etmediğini, iade edilmesini istediğini bildirdiği dosya kapsamındaki belgelerden anlaşılmaktadır. Bu dilekçe üzerindeki el yazısıyla yazılan notta "ziyaret kabul ... anne baba veya kardeşlerden biri geldiğinde müdürle görüştürülme" ibaresinin bulunduğu görülmektedir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayın meydana geldiği koridora ait görüntülerin saat 50 ile 35 arasındaki kısmı temin edilerek bu kayıtların izlenmesi sonrası 13/4/2010 tarihli Kamera İzleme Tutanağı tutulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2010/34364 numaralı soruşturma kapsamında 19/4/2010 tarihli yazıyla K.nın vefat ettiği hastaneden şahsa ait tüm tedavi evrakı, hasta müşahede kâğıtları, çekilen tüm röntgen ve filmlerin iletilmesi istenmiş; talep edilen belgeler hastane tarafından 21/4/2010 tarihli yazıyla iletilmiştir. Olay tarihinde olayın gerçekleştiği B Blok'ta görevli infaz koruma memurları İ.B., Ö.T., Ö.G. ve B.Ü., sorumlu infaz koruma başmemuru ve nöbetçi Müdür A. tarafından 3/4/2010 tarihli Olay Tutanağı düzenlenmiştir. Tutanakta; saat 30'da B Blok'ta yemek dağıtılırken 39 numaralı odanın mazgalı açılarak yemekhanede görülemeyen ve tek başına kalmakta olan K.ya seslenildiği, K.nın yatakhane kısmından yüzü ve burnu kanlı bir şekilde, bitkin durumda aşağı indiği, odaya girilerek ne olduğu sorulduğunda şahsın cevap veremeyecek kadar bitkin olduğunun görüldüğü, şahsın burnundan ve kafasının sol arka kısmından kan aktığı, sırt bölgesinde kızarıklık olduğu, elinde ve bileğinde sürtünmeye bağlı çizikler meydana geldiği, sağ ayak bileğinin üst kısmında hafif çizik ve kan olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Ayrıca 112 Acil Servise haber verildiği, şahsın sağlık görevlilerince yapılan muayenesi sonrasında Ceza İnfaz Kurumu ring aracıyla jandarma nezaretinde hastaneye sevk edildiği, sonrasında durumundan şüphelenilerek odasında inceleme yapıldığında yatağının bir kısmında kan olduğunun görüldüğü, yemekhane kısmında dört adet küçük not ve bir adet mektup bulunduğu, mektup ve notların ihanetle ilgili olup veda şeklinde yazıldığının görüldüğü belirtilmiştir. Aynı Ceza İnfaz Kurumu personeli tarafından tutulan 3/4/2010 tarihli bir diğer tutanakta; durumun daha detaylı araştırılması amacıyla B1-39 No.lu odada akşam saatlerinde tekrar yapılan incelemede oda bahçesinde kan izlerinin olduğu, bahçe kapısının üst kısmındaki duvarda birçok ayak izinin bulunduğu, şahsın pencere demirinden tutunmak suretiyle duvara tırmanırken düşmüş ve düşerken de kafasını açık bahçe kapısının köşesine çarpmış olabileceği, kapının köşesinde saç kıllarının bulunması nedeniyle bu şekilde bir tespite varıldığı belirtilmiştir. Olay tarihinde infaz koruma başmemuru olarak görev yapan nin Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şüpheli olarak alınan 12/4/2010 tarihli ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:"...30 sıralarında B Blok nöbctçisi [Ö.T.] telefonla beni aradı. yemek dağıttıkları sırasında B Blok 39 nolu odada kalan hükümlü [K.nın] burnundan kan geldiğini ve kafasının sağ arka üstü kısmından kan geldiğini söyledi. Hemen söz konusu B Blok 39 nolu odaya gittim. Odaya girerek hükümlüyü gördüm. Burnundan kan geliyordu. Ayrıca kafasının sağ tarafından da kan geliyordu. Ne olduğunu sorduğumda hafif şekilde sırtımda ağrı var dedi. başka cevap veremedi. Bu arada odaya girdiğimde ayaktaydı. ... burnunda yere kanlar akıyordu. ... tuvalet kısmına girdiğinde de yere kanlar aktı. Yine her iki el bileğinin iç kısımlarındaki deride soyutmuş kızarıklıklar vardı. ... 112 Acil Servisi aradık. Müdür [] bey ile beraber tekrar odaya girdik. Müdür bey ile birlikte 112 Acil Servisi beklerken yaptığımız incelemede üst katta yatakhanede yatak çarşafında kan izleri olduğunu gördük. Yine mutfak kısmındaki masanın yanındaki sandalye üzerinde gazetelerin arasında 4 adet el yazımı altındaki [K.] yazan not bulduk. ... Bu arada hemen hükümlüyü tekerlekli sandalye ile kurum kabul kısmına götürdük. Yolda giderken iki kez hafif şekilde kustu. ... 112 Acil Servis Ambulansı geldi. doktor hemen muayenesini yaparak İzmir ... Hastanesine sevk etti. Daha sonra müdür bey ile beraber tekrar odayı ve havalandırma bahçesini inceledik. Bahçe kapısı[nın] üst köşesinde saç derisi sıyrılmış şekilde saç tellerinin bulunduğunu gördük. Yukarı doğru baktığımızda üst kattaki oda penceresinin alt kısmında yaklaşık 7-8 adet siyah ayakkabı izleri olduğunu gördük. Mahkumun botu uzun olduğundan yan taraftaki pencere demirleri ve kapının tokmağına basarak kapının üstüne çıkıp buradan üst kat penceresine tırmanmış olabileceğini ve bu şekilde düşmüş veya kendisini atmış olabileceğini düşündük. Ayrıca ambula[an]s kendisini alıp götürürken ayakkabılarını çıkarttıklarını ve ayakkabılarının mahkum kabulde olduğunu gördük. Ayakkabıları incelediğimizde siyah spor ayakkabı olduğunu, duvardaki izlerinde siyah ayakkabıya ait olduğunu tespit ettik. Ayrıca ayakkabının alt kısmında duvar renginin izleri sürtünmüş şekilde mevcuttu. Bu arada bulduğumuz not kağıtlarında ve mektup kağıdında ihanet öldürür şeklinde sözler yazıyordu. ...Hükümlünün gerek düşmesi gerekse ölümü alayında benim hiçbir kusur ve ihmalim yoktur. Görev arkadaşların[ı]n da bu konuda herhangi bir kusur ve ihmalleri yoktur. Biz kendisinın durumunu öğle yemeği dağıtımı sırasında görür görmez 112 Acil Servis'e haber vererek kendini hastaneye kaldırdık. Görevimizin gereklerini mevzuata uygun olarak yerine getirdik. dedi. Lüzumuna binaen soruldu. Ben ve yukarıda isimlerini belirttiğim arkadaşlarımın hiçbirisi hükümlüye karşı asla darp cebirde bulunmadık. Yemek ye sayım haricinde asla hiçbir hükümlünün odasına girmeyiz. Kurumumuzda konuşlandırılmış kameralardan bu hususlar rahatlıkla tespit edilebilir..." Olay tarihinde B Blok'ta infaz koruma memuru olarak görev yapan Ö.T.nin Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şüpheli olarak alınan 12/4/2010 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Öğle yemeğini kreşte çalışan hükümlü [N.U.] ile birlikte dağıtıyorduk. B Blok 39 nolu odanın mazgalını açtığımda tek başına kalan hükümlü [K.yı] göremedim. ... birkaç kez ben seslendim, hükümlü üst kattan 'geliyorum' dedi. Merdivenlerden halsiz bir şekilde indi. Burnundan kan akıyordu. Ne olduğunu sordum. Hafif sesle uyurken burnum kanamış dedi. ... Başmemur hükümlüye ne olduğunu sordu. Hafif şekilde sırtının ağrıdığını söyledi. Halsizdi. Mutfak masasının yanında oturuyordu. ... Bu arada mahkum acil servis ile hastaneye gönderildikten sonra müdür bey ile başmemur tekrar odaya geldiler. Odada inceleme araştırma yapıldı. Sandalye üzerindeki gazetelerin arasında not kağıtları bulduk. 4 tanesi küçük kağıt. bir tanesi de arkalı önlü 'ihanetin başlangıcı' başlığı ile başlayan [K.] tarafından yazılmış notlar vardı. ... Havalandırma bahçesine geçtik. Balıçe kapısının üst köşesinde saç kılları vardı. Kapının üst tarafındaki duvarda da ayak izleri vardı. Ayrıca kapının önünde birkaç damla kan izleri vardı. ... Söz konusu olayda benim herhangi bir kusurum ve ihmali[m] yoktur. ...[K.ya] yönelık asla fiili bir saldırımız söz konusu değildir..." Olay tarihinde B Blok'ta infaz koruma memuru olarak görev yapan B.Ü.nün Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şüpheli olarak alınan 12/4/2010 tarihli ifadesinde de benzer beyanlarda bulunduğu anlaşılmıştır. İfadenin diğer ifadelere göre ek bilgi içeren ilgili kısmı şöyledir:"...Ambulans gelir gelmez doktor kendisini muayene etti ve 'hükümlüyü hemen hastaneye götürün' dedi. Gerekli işlemler yapıldıktan sonra 112 Servisi doktorunun talebi üzerine hükümlüyü İzmir ... Hastanesine sevk etmek için ring aracına bindirdik..." Olay tarihinde B Blok'ta infaz koruma memuru olarak görev yapan Ö.G. ve İ.P.nin Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şüpheli olarak alınan 12/4/2010 tarihli ifadelerinde de benzer beyanlarda bulundukları anlaşılmıştır. Olay tarihinde nöbetçi müdür olarak görev yapan A.nın Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şüpheli olarak alınan 13/4/2010 tarihli ifadesinde de benzer beyanlarda bulunduğu anlaşılmıştır. İfadenin diğer ifadelere göre ek bilgi içeren ilgili kısmı şöyledir:"...Daha sonra 112 Ambulans Servisi kısa bir süre içerisinde geldi. Gerekli kontrol ve muayene işlemlerini yaptı. Hastaneye sevk edilmesini bildirdiler. Hatta ambulans da görevli doktor kendisi ambulans ile götürmeyi teklif etti. Ancak ben hükümlü hastanın durumunu gördüğüm anda ağır ve acil olduğunu anladığım için jandarmayı arayarak hastanın sevki gerekebileceğinden hemen sevk aracının hazırlanmasını istemiştim. Bu nedenle bu arada çok kısa bir sürede sevk aracı ile birlikte hazırdı ve sevk aracına yani ring otosuna hasta alınarak derhal İzmir ... Hastanesi'ne sevki sağlandı. Biz hasta hükümlüyü odasından 1-2 dakika içerisinde çıkarıp mahkum kabule getirmiştik. O arada ambulans da yetişmişti. Ambulans doktoru muayenesini yapıncaya kadar da ring otomuz yetiştiği için hiçbir gecikmeye sebebiyet vermeksizin hasta hükümlünün sevki yapıldı. Benim veya hiçbir arkadaşımın olayda en küçük bir ihmali söz konusu olmadığı gibi olayda hiçbir suçumuzda yoktur." Olay tarihinde nöbetçi müdür olarak görev yapan N.Ü.nün Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şüpheli olarak alınan 14/4/2010 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...En son 2009 tarihinde dilekçe ile benimle görüşme talep etmesi üzerine kendisi ile görüştüm. Örgütten ayrılmayacağını ancak kaldığı odadan ayrılıp tek başına bir odada kalmak istediğini söyleyince psikososyal serviste görevli arkadaşları da görüşme yapmaları için uyardım. Hatta doktor da hazır olmak üzere gerekli görüşmeleri yapıp tutanakları da düzenlendikten sonra mevcut mevzuata uygun ve talebi doğrultusunda aynı gün B Blok 39 nolu odaya nakledildi. Bu odada da olay tarihine kadar hiçbir sorun yaşanmadı. 2010 tarihinde normal sabah sayımında da sağlıklı ve iyi olarak görülmüş. Öğle yemeği vermek üzere çağırılıncaya kadar da odasının kapısı hiç açılmamış ve hiçkimse girmemiştir. Yemek dağıtımı esnasında ısrarla yemeğini alması istendiğinde yaralı halde olduğunu görülmesi üzerine en seri biçimde ve mevzuata uygun olarak jandarma ile ... Hastanesine sevki ve akabinde muayene ve tedavisine başlanması sağlanmıştır. Olayda ben dahil hiçbir kurum görevlimizin hiçbir kötü muamelesi veya ihmali söz konusu değildir. Olayın tek başına kaldığı esnada olması sebebiyle nasıl olduğu konusunda bilgi sahibi değilim..." K.nın odasının yanında kalan hükümlüler Ş.Ö., A.T.B., B.Ö., G.B.nin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanık olarak beyanları alınmıştır. Şahıslar beyanlarında özetle olayla ilgili bir bilgilerinin olmadığını ifade etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yemek dağıtımında görevli hükümlü N.U.nun 13/4/2010 tarihinde tanık olarak beyanı alınmıştır. Beyanın ilgili kısmı şöyledir:"...hükümlü olarak kalmaktayım. Aynı zamanda kurumun iç hizmetlerinde görev yaparım. Yaklaşık 3 senedir bu kurumdayım. 29 aydır da B bloka yemekleri ben dağıtırım O gün kahvaltıyı bizzat ben [K.ya] mazgaldan verdim. Kendisini gördüm. Son derece sağlıklı, normal ve iyiydi. Kendisi çok sessizdi. Bu nedenle bir konuşmamız olmadı. Öğle yemeğini ise hatırladığım kadarıyla 30 sıralarında yine yanımda tanımadığım yeni bir memur ile dağıtırken 41 ve odalardan dönüşte 39 nolu odaya geldiğimizde yemeği almak için her zaman hazır bekleyen [K.nın] hazır olmadığını gördük. Bunun üzserine mazgal deliğinden baktığımızda kendisini göremedik. Yanımdaki memur ve ben seslendik, kapıya da vurduk. Yine de göremeyince ben memura 'gidelim daha yemek dağıtacağız, belki de hastanede veya duruşmada olabilir' dedim. Memur bana günlerden cumartesi olduğunu böyle birşey olmadığını bildirerek ısrarla seslenince [K.nın] merdivenlerden ıhlayarak zoraki indiğini, burnundan da kan geldiğini gördük. Burnundaki kan yere damlıyordu. Memur kendisine ne olduğunu sordu. Otur elini yüzünü yıka dedi. Elini yüzünü yıkayamadı, cevap da veremedi. Yemek almıyor musun dedi. Yemek de alamadı. Hemen mazgalı kapatıp [] başmemura haber verdi. Hemen [] yanında iki memur ile birlikte geldi. Kapıyı açıp içeriye girdiler. Ben dışarı da kaldım. Başmemur kendisine ne olduğunu sorduğunda cevap veremedi. Hemen başmemur idareye çıktı. Bu arada memurlar içeriye bıraktı. Daha sonra başmemur müdür ile geri geldi. Onlar geldiği sırada ben yemek dağıtmaya devam ettiğim için daha sonrasını bilemiyorum. [K.] gazete almadığı halde bize çok gazete veriyordu. Tahmin ettiğim kadarıyla bitişik odalardan kendisine gazete atılıyordu. Benim tahminim kendisine atılan gazete veya benzeri bir şey tellere takılı kaldıysa onları alayım derken düşmüş olabilir. Bu sadece benim tahminimdir. Benim başkaca bilgim yoktur.[K.] sessiz sakin, hiç kimse ile konuşmayan kendi halinde biriydi." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 13/4/2010 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda görevli jandarma personeli İ.G.nin tanık olarak beyanı alınmıştır. Beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...2010 tarihinde takriben saat 35 gibi [Ö.Ö.] komutanımız İzmir 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda acil hasta bulunduğunu ve hastaneye sevk edileceğini bildirmesi üzerine komutanımız ve dört asker cezaevi nizamiyesinin önünde ring otosuna bindik. Ring otosunda [E.U.] uzman çavuşumuzda vardı. Yaralı hasta da araç koltuğunda yatıyordu. Hemen yola çıktık. Yolda Belenbaşı mevkiinde 112 Acil Ambulansının doktoruna tekrar hastayı komutanlarımız kontrol ettirdi. Hastanın bu şekilde hastaneye gönderilmesinin uygun olacağını söyledikleri için biz yola devam ettik. Yolda hastanın şuurunu kaybetmemesi uyumaması için sürekli diğer arkadaşlarımla konuşuyorduk. Ancak hasta herhangi bir cevap vermiyordu, sadece sağa sola dönüyordu. Biz en kısa yollardan derhal hastaneye yetiştirdik. Hastanede acil serviste ilk muayene ve tedavisine başlandı. Gece saat 00 gibi yoğun bakıma alındı. Orada doktorlarında uygun görmesi üzerine iki kelepçe birleştirilerek hastaya sıkıntı vermeyecek şekilde kelepçe ile ranzaya bağlandı..."Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 13/4/2010 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda görevli jandarma personeli İ.G.nin tanık olarak beyanı alınmıştır. Beyanları benzerdir.Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 13/4/2010 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda görevli jandarma personeli Ö.Ö.nün tanık olarak beyanı alınmıştır. Beyanının diğer beyanlara göre ek bilgi içeren ilgili kısmı şöyledir:"...Hastanesi acil servisine intikal ettik. Orada gereken müdahale derhal yapıldı. Ben saat 00'a kadar orada kaldım. O sürede hasta hiçbir şekilde kelepçe ile bağlanmamıştır. Daha sonra komutanımıza bilgi vererek hastayı [E.] uzman çavuşa ve diğer 3 askere bırakarak [R.] isimli askeri yanıma alıp Birliğime döndüm. Ben hasta hükümlüyü hastaneye götürürken aracın ön kısmında olduğum için durumunu pek izleyemedim. Ancak hastaneye vardığımızda doktor neyi var diye sorduğunda merdivenden düştüğünü duyduğumu söyledim. Bunun dışında hiç kimseye hiçbir konuda beyanda bulunmadım..."Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 13/4/2010 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda görevli jandarma personeli E.U.nun tanık olarak beyanı alınmıştır. Beyanının diğer beyanlara göre ek bilgi içeren ilgili kısmı şöyledir:"...kurum nöbetçi müdürünün de hazır bulunduğu sırada ring otosuna mahkumların oturduğu kısma yatırarak cezaevi nizamiyesi önüne geldik. Orada Jandarma Başçavuş [Ö.Ö.] ile dört asker de alıp hemen yola çıktık. Yolda Belenbaşı mevkiinde hastanın durumundan da şüphelendiğim için [Ö.] başçavuşa da bildirerek ambulansın bulunduğu yerde durduk. Tekrar doktora hastayı gösterdik. Doktor da tekrar bakıp derhal hastaneye götürmemizi söyledi. Ben ve askerlerim yolda doktorun söylediği şekilde uyutmamak ve şuurunu kaybetmemesini sağlamak için kendisi ile sürekli konuşarak götürdük. Ancak yolda sadece ben ve askerlerim konuşuyordu, kendisi hareket edebilmesine rağmen konuşmuyordu. Sadece sağa sola dönebiliyordu. Biz bu şekilde hastayı kelepçesiz olarak acil servise götürdük....Yolda Belenbaşı mevkiinde hastanın ambulansla götürülmesinin uygun görülmesi halinde doktor refakatinde ambulans ile götürülmesini acil servis ambulans doktoruna söyledik ancak doktor ring otosu ile bu şekilde hastaneye götürülebileceğini belirttiği için biz de bu şekilde dev[a]m ettik. Hastanede acil serviste muayene ve tedavi işlemleri yapıldıktan sonra tahmini 00 sıralarında yoğun bakıma kaldırıldı. Yoğun bakımda iken doktorun da bir sakınca görmemesi ben de kuralların gerektirmesi ve hastanın durumunu da tam bilmediğim için kuralları uygulayarak iki kelepçeyi birbirine takarak rahat edebileceği bir şekilde ranzaya bağladım. Bunun hastanın durumuna herhangi bir olumsuz etki edeceğine dair doktor ve sağlık görevlilerinin hiçbirinden tepki almadım. Olayda benim görevimi harfiyen yerine getirme dışında hiçbir kusurum yoktur..."K.nın önceden oda arkadaşları olan hükümlüler B., Ö., A.N., A.B.nin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanık olarak beyanları alınmıştır. Şahıslar beyanlarında özetle K. ile önemli bir sorun yaşamadıklarını, onun sakin biri olduğunu, yalnızca bir kereM.Ö. ile yumruklaşma olayı yaşadığını söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ceza İnfaz Kurumunda sosyal çalışmacı olarak görev yapan H.S.nin 14/4/2010 tarihinde tanık olarak beyanı alınmıştır. Beyanın ilgili kısmı şöyledir:"...mutad görüşmelerimizi yapardık. Kendisinin her talebi de değerlendirilerek kurum idaresi tarafından koşulları uyanların hepsi yerine getirilmiştir. Ben kendisi ile en son 2010 tarihinde odasının mazgalından görüştüm ve aynı tarihli tutanağı düzenledim. Tutanakta da belirttiğim gibi herhangi bir sorunu bulunmadığını, kendisi beyan etti, ben de gözlemledim. Hatta 2010 tarihli dilekçesinde de on görüşmemizde spor faaliyetlerine çıkabileceğini beyan etmesine rağmen sonradan çıkmayacağını beyan etmiştir. 2010 tarihinde de psikolog [] hanım ile psiko-sosyal yardım servisi değerlendirme raporunu düzenledik. Altında imzam bulunan o raporda doğrudur. Yine 2009 tarihli tutanak doğrudur. O görüşmeyi [P.] yapmıştır. Görüşme tutanağındaki talebi doğrultusunda 2009 tarihinde de odası değiştirilerek tek kişilik B Blok 39 nolu odaya yerleştirilmiştir. Kendisi ile olan görüşmelerimizde örgütsel ilişkileri ile ilgili hiçbir konuda hiçbir şey konuşmamıştır. Ailesi ile ilgili ilişkileri konusunda da konuşmazdı. En son Uşak'a sevk istediğini beyan etmişti. Genelde kendisi sessiz ve sakin yapısı olan, bununla birlikte sert ve ketum tutumu vardı. Bana açıklamamasına rağmen örgütten dışlandığını bu nedenle de bir travma yaşadığını düşünüyorum. Ancak bu konuda kendisi herhangi bir şey söylemiş değildir..." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ceza İnfaz Kurumunda psikolog olarak görev yapan P.nin 14/4/2010 tarihinde tanık olarak beyanı alınmıştır. Beyanın ilgili kısmı şöyledir:"...[K.] da ... örgüt üyesi olmak suçundan gelmişti. Bu nedenle psiko-sosyal servisin yardımlarından istifade etmeme tavrını sergiliyordu. Ancak psiko-sosyal servis dosyasından da anlaşılacağı üzere biz bütün arkadaşlar çabalarımızı sürdürdük, gerekli görüşmelerimizi de yaptık. Kendisi 2009 tarihinde tek kişilik odaya geçme talebinde bulunduğu için kurum müdürümüzün talimatı ile revirdeki psiko-sosyal servis odasında görüştüm. Durumunu hiç iyi görmedim. Gözleri yaşlı gibiydi. Gergin ve iletişime kapalı bir vaziyetteydi. Benimle de görüşmeyi kabul etmedi. Israr ve telkinlerimle bir süre görüştüm. Elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Ben örgüt konusunu açtığımda ısrarla bu konuda konuşmayacağını söylediği için ben de ısrar edemedim.. Sonradan memur arkadaşlardan bu şahsın örgütten dışlandığını anladım. Ailesi ile olan ilişkilerini sorguladığımda ziyarete gelmediklerini bildiğim için sorduğum sorulara cevap vermedi..."Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından tutulan 13/4/2010 tarihli tutanağa göre olay tarihi olan 3/4/2010 günü saat 10-30 arası ile 2/4/2010-3/4/2010 tarihleri arası saat 50-10 arasına dair kamera görüntülerini içeren kasetlere Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından el konmuştur.Cumhuriyet Başsavcılığının 14/4/2010 tarihli yazısıyla, Ceza İnfaz Kurumuna ait beş kasedin, dilekçe ve yazı örnekleriyle saç kıllarının, 16/4/2010 tarihli yazı ile K.nın odasındaki şahsa ait ayakkabıların, 29/4/2010 tarihli yazı ile B Blok 39 No.lu odanın bulunduğu koridorun 3/4/2010 tarihli kamera kayıtlarını içeren CD'nin emanete alınması talimatı verilmiştir.Cumhuriyet Başsavcılığının 19/4/2010 tarihli yazısıyla, Ceza İnfaz Kurumundan K.nın odasının bulunduğu koridorun 28/3/2010 ile 3/4/2010 tarihleri arasındaki kamera kayıtlarının, şahsa ait odadaki tüm eşyaların ikinci bir talimata kadar aynen muhafazası talep edilmiştir.Dosya kapsamındaki Uşak Ceza İnfaz Kurumunda K. hakkında düzenlenen 9/3/2006 tarihli Gözlem ve Sınıflandırma Formu'nunPsikososyal Değerlendirme kısmında şahsın psikolojik sorunlarının varlığına dair hiçbir bilgi bulunmadığı görülmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2010/34364 numaralı soruşturmada, Ceza İnfaz Kurumunun şüpheli yedi personeli (N.Ü., A., B.Ü., , Ö.G., Ö.T., İ.P.) hakkında kasten öldürme, intihara yönlendirme, yaralama, işkence ve eziyet, görevi kötüye kullanma ve görevi ihmal suçlarından; jandarma görevlisi E.U. hakkında ise eziyet etme suçundan 29/4/2010 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...OLAYIN SORUŞTURMASINDA UYULAN VE GÖZETİLEN ULUSLARARASI MEVZUAT;...OLAYIN SORUŞTURMASINDA UYULAN, UYGULANAN VE DİKKATE ALINAN ULUSAL MEVZUAT;...Soruşturma esnasında müşteki [F.K.] vekili Av.Nezahat Paşa Bayraktar'ın 2010 ve 2010 tarihli dilekçelerine istinaden soruşturma ile ilgili tüm bilgi ve belgeler 2010 tarihinde kendilerine imza karşılığı teslim edilmiş, ayrıca müşteki [F.K.] vekilleri Av. [N.T.A.] ve Av.Nezahat Paşa Bayraktar'ın 2010 tarihli, Av. [N.T.A.nın] 2010 tarihli, 2010 tarihli soruşturma ile ilgili taleplerini içeren dilekçeleri derhal işleme konulmuş, gereğine tevessül edilerek vekillerce takip edilmemesi nedeniyle 2010 tarihli tutanak düzenlenmiştir. Soruşturmanın tüm aşamalarında müşteki vekillerinin tüm talepleri ile ilgili değerlendirmeler en kısa sürede yapılarak kendilerinden soruşturma konusu hiç bir bilgi, belge ve soruşturmaya konu evrak esirgenmemiş, soruşturma yukarıda belirtilen tüm uluslararası ve ulusal mevzuat çerçevesinde açık, şeffaf, ilgililer ile talep konuları paylaşılmak suretiyle yürütülmüştür. Olayın meydana geldiği tarih öncesinde kurum tarafından [K.] hakkında kurumda yürütülen tüm işlem ve uygulamalar titizlikle araştırılmış, hangi tarihler arasında hangi koğuşlarda kaldığı, bu sürelerde yapılan işlem ve uygulamalar, telefon görüşmeleri, yazışmaları, ziyaretçi durumu incelenmiş, 2009 dan sonra hiç bir ziyaretçisinin gelmediği anlaşılmış, hesabına yatan paralar ile harcamaları, kurumda kaldığı süre içindeki oda değişiklikleri incelenmiş, en son 2009 tarihinde tek kişilik odaya geçme talebi üzerine psikoservis görevlilerinin kendisi ile yaptıkları görüşmeler sonrasında rapor ve tutanaklar düzenlenerek idare ve gözlem kurulu kararı ile talebi doğrultusunda ve mevcut mevzuat çerçevesinde B Blok 39 nolu tek kişilik odaya yerleştirildiği anlaşılmış, daha önceki koğuşlarda birlikte kaldığı kişiler tanık olarak dinlenmiş, kendisi ile ilgili tüm bilgi ve belgeler temin edilerek soruşturma evrakına eklenmiş, Cumhuriyet Başsavcılığı emanetinin 2010/4516 nosunda kayıtlı kendisine ait el yazısı mektup ve notlardan örgüte ihanet iddiasına maruz kalmanın verdiği elem, ızdırap ve üzüntüyü içeren, bu duygu ve düşüncelerini ifade eden, bu nedenlerle özetle yaşama isteğinin kalmadığını belirten haleti ruhiye içinde olduğu düşüncesi uyandıran bir durumunun bulunduğu, olay öncesi ile ilgili titizlikle yapılan tüm araştırma ve incelemeler ile toplanan delil, bilgi ve belgelerden olay öncesinde başta şüpheli kamu görevlileri olmak üzere hiç kimseye atfı kabil herhangi bir kusur, ihmal ya da suç bulunmadığı tespit edilmiştir.Ölen [K.nın] 2010 tarihinde kendi talebi ve idari gözlem kurulu kararı ile tek başına kaldığı kurumun B blok 39 nolu odasında saat 07:56 dan 12:37 ye kadar olan bölümde kaldığı odanın kapısının açıldığı, koridorun kamera kayıtları izlenerek 2010 tarihli tutanak düzenlenmiş, tutanak ve kamera kayıtları kapsamından da anlaşılacağı gibi B 39 nolu odaya en son infaz koruma memuru [H.nin] saat 07:53 dekapıyı açmasıyla infaz koruma memurları [B.Ü.] ve [İ.B.nin] sayım için odaya girip 07:54' te çıktıkları, 07:56 da da koridoru terk ettikleri, daha sonra saat 12:37 de yemek dağıtımı için infaz koruma memuru [Ö.T.] ile yemek dağıtım yapan işçi hükümlü [N.U.nun] kapıya geldikleri, kapı mazgalından seslendikleri, 12:42'ye kadar kapı önünde bekledikleri, 12:42 de infaz koruma baş memuru [nin] yanında [B.Ü.] ve [İ.B.] ile geldikleri, kapının 12:43 te açılarak odaya girdikleri, [N.U.nun] dışarıda beklediği, kapıda [Ö.T.nin] durduğu, 12:45te [nin] çıktığı, hükümlü [N.U.nun] [Ö.T.ye] yemeği vererek ayrıldığı, [Ö.T.nin] yemeği içeri götürdüğü, 12:46 da [B.Ü.] ve [İ.B.nin] dışarı çıktığı, akabinde [Ö.T.nin] de dışarı çıktığı, 12:53 te kurum Müdürü [A.], [], [B.Ü.] ve [İ.B.nin] içeri girdikleri, 12:55 te [B.Ü.] ve [İ.B.nin] aralarında hükümlü [K.nın] da olduğu halde yürüyerek koridora çıkıp revir koridoruna doğru yürüdükleri, diğer memurların da odadan ve koridordan ayrıldıkları, 44B1/2-1 nolu kamera kasetlerinin kesintisiz olarak incelenmesinden anlaşılmış, 35 nolu kameranın aynı gün saat 13:00 daki görüntülerinde [İ.B.nin] revirden tekerlekli sandalye aldığı, 36 nolu kameranın saat 13:01 deki görüntüsünde tekerlekli sandalye ile hükümlü [K.nın] götürüldüğü, 122 nolu kamerada saat 13:02 de hükümlü [K.nın] mahkum kabule indirildiğinin görüldüğü, 13 nolu dış kamera kayıtlarının incelenmesinde 13:03 de mahkum kabule geçildiği, 13:18 de 112 acil servis ambulansının geldiği, kurum ring otosunun hazır bulunduğu, 13:29 da doktorun kurumun mahkum kabulünden çıktığı, 13:31 de ring otosunun geldiği, 13:34 te yaralı hükümlü [K.nın] araca bindirilerek götürüldüğü 2010 tarihli kamera görüntüleri izleme tutanağı kapsamından Cumhuriyet Başsavcılığı emanetinin 2010/5030 nolu emanetindeki CD kapsamından anlaşılmıştır.Tüm kamera kayıtlarının izlenip ayrı bir CD ye kopyalanarak muhafaza altına alınmış, görüntülerden ve tutanak kapsamından anlaşıldığı üzere, hükümlü [K.nın] odasına 2010 tarihinde saat 07:56 dan 12:37 ye kadar hiç kimsenin girmediği, hiç bir tereddüte mahal bırakmayacak şekilde tespit edilmiştir.Olayın meydana geldiği 2010 tarihi saat 07:56 - 12:37 arasında B 39 nolu odada yalnız kalan hükümlü [K.nın] bu süre içinde ne yaptığı ve nasıl yaralandığı odada yalnız kalması nedeniyle tespit edilememiş, ancak olay akabinde olay yerinde yapılan araştırma ve inceleme neticesinde ve 2010 tarihinde olay yerinde yapılan keşif, tespit ve olay yeri incelemesi neticesinde, tüm üst kat yatakhane bölümü, alt kat mutfak ve yemek bölümü ile havalandırma bahçesi, odadaki ve havalandırmadaki tüm eşyaların da bulunduğu hal üzere kameraya çekilerek tutanağının düzenlenip, CD sinin Cumhuriyet Başsavcılığı 2010/5030 sayılı emanete alınmıştır. [K.nın] odasında olay akabinde yapılan araştırma ve incelemelerden, havalandırma kısmındaki demir kapının üst köşesinde deri parçası ve saç kıllarının yapışmış olarak bulunduğu Cumhuriyet Başsavcılığı emanetinin 2010/4516 nosuna alındığı, havalandırma boşluğunda alt kat penceresi ile üst kat penceresi arasında kapı üzerindeki bölümde ayakkabı sürtünme izlerinin mevcut olduğu, ölen [K.nın] her iki elinin iç avuç ve bilek arasındaki kısımlarında sürtünmeye bağlı ekimoz izlerinin bulunduğu, yerlerde havalandırmadan itibaren mutfak ve üst katyatakhane bölümünde kan izlerinin bulunduğu dikkate alındığında, ölen [K.nın] havalandırmadaki birinci kat penceresinden kapının üzerine tırmanarak, ikinci kat demir parmaklıklarına tutunup yukarıya tırmanmak istediği sırada, bilinemeyen bir nedenle düşme neticesi kafatasının havalandırma kapısının köşesine çarptığı, aynı esnada sırt kısmındaki çizik ve ekimozların da aynı şekilde kapıya sürtünme neticesi meydana gelmiş olabileceğini düşündürmektedir. Tüm bu gelişmeler ölen [K.nın] odasında ve havalandırma boşluğunda tek başına kalması neticesinde meydana geldiği, incelenen tüm çatı kamera görüntülerinde de görüntü alınamadığı için tam olarak değerlendirilmesi mümkün olmamıştır. Ancak kesin ve net olarak tespit edilen husus, bu olayların gelişiminde ve oluşumunda hükümlü [K.nın] odasında tek başına olduğu, hiç bir kimsenin hiç bir katkı ve müdahalesinin bulunmadığıdır. Olay ile ilgili tüm şüphelilerin savunmaları alınmış, savunmalarında olayda hiç bir kusur veya ihmallerinin bulunmadığını, görevlerini mevcut mevzuat çerçevesinde titizlikle ve hassasiyetle yerine getirdiklerini, suçsuz olduklarını beyan etmişlerdir. Ölen [K.nın] odasının bitişiğinde ve yakınındaki odalarda kalan hükümlüler [A.T.B., Ş.Ö., B.Ö., G.B., Z.A.Ç.] tanık olarak dinlenmişler,ancak olay tarihinde ölene herhangi bir müdahalede bulunulduğuna dair bilgi sahibi olmadıkları tespit edilmiştir. Ölen [K.nın] hastaneye sevkinde ve hastanedeki muhafazasında görevli jandarmalar [İ.G., R., Ö.Ö.] tanık olarak dinlenmişler, beyanlarında gerek sevk esnasında, gerek hastanede [K.ya] doktor tavsiyesine uygun biçimde davrandıklarını, şuurunu kaybetmemesi için yolda sürekli kendisi ile yüksek sesle konuştuklarını, olay ve sonrasında hiç kimseye atılı kabil kusur ve suç bulunmadığını beyan etmişlerdir. Jandarma görevlisi [E.U.] da beyanında aynı hususları belirtmiş, hastanede iki kelepçeyi birbirine takarak herhangi bir sıkıntı yaratmaksızın mevcut mevzuata uygun biçimde güvenlik tedbiri aldığını, olayda hiç bir kusur, ihmal ve suçunun bulunmadığını beyan etmiştir. Olaydan önce [K.nın] aynı koğuşlarda kaldığı [Ö., A. N., B. ve A.B.nin] tanık olarak dinlenmişler, tanık [Ö.] [K.nın] kendisine yumruk atması olayı ile ilgili bir disiplin işlemi yapıldığını, bunun dışında kendisi ile aralarında hiç bir vukuat ve husumet bulunmadığını belirtmiş, diğer tanıklar da [K.] ile aralarında herhangi bir husumet ve vukuat yaşanmadığını, olay ile ilgili başkaca bir bilgileri olmadığını beyan etmişlerdir. Kurum sosyal çalışmacısı [H.S.], kurum psikoloğu [P.], kurum öğretmeni [Kü.], olay sırası ve olay öncesi ile ilgili tanık olarak dinlenmişler, beyanlarında [K.nın] ailesi ve arkadaşları arasında ilişkileri konusunda konuşmak istemediğini, sert ve k[e]tum bir tutumu olduğunu, olay öncesinde ve olayın meydana gelişinde kendilerinin ve diğer kurum görevlilerinin vazifelerini titizlikle ve usulüne uygun yerine getirdiklerini belirtmişlerdir. Kurumda işçi hükümlü [N.U.] ve infaz koruma memuru [Y.O.] da tanık olarak alınan beyanlarında, özetle olay ile ilgili hiç kimseye atılı kabil hiç bir kusur, ihmal veya suç bulunmadığının belirtmişlerdir. Ölen [K.nın] 2010 tarihinde detaylı biçimde ölü muayene ve otopsisi yapılarak ölü muayene ve otopsi tutanağı düzenlenmiş, İzmir Adli Tıp Kurumunun 2010 gün ve 2010/2314/479 sayılı geniş kapsamlı otopsi raporunda, ölen kişide toksik maddelerden hiçbirinin bulunmadığı, kanda alkol (etil-metil) bulunmadığı, kanda ve idrarda uyuşturucu maddelerin hiçbirinin bulunmadığı, kişinin ölümünün kün kafa travmasına bağlı kafatası kırığı ile birlikte beyin kanaması bu nedenle gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. Soruşturma konusunun Devlet kurumu olan ceza infaz kurumunda meydana gelen yaralanma ve akabindeki ölüm olayı olması, önemi ve hassasiyeti nedeniyle en kısa sürede ve en seri biçimde müşteki vekillerinin de tüm görüş ve talepleri dikkate alınarak titizlikle tüm usul kurallarına riayet edilerek yapılan soruşturma neticesinde toplanan ve birbirini teyit eden yukarıda belirtilen tüm delillerden anlaşıldığı üzere, olay tarihi olan 2010 tarihinden önceki dönemde kurum müdürü ve diğer görevlilerin hiç bir kusur, ihmal veya suçlarının tespit edilemediği, olayda hiç bir kurum görevlisinin hiç bir kusur, ihmal veya suçunun tespit edilemediği, özetle hükümlü [K.nın] örgütten dışlanması nedeniyle tek kişilik koğuşa geçme talebinin idare ve gözlem kurulu kararıyla yerine getirilmesi akabinde, tek başına koğuşunda kaldığı sırada dışarıdan hiç kimsenin hiç bir müdahalesi olmaksızın yaralanması akabinde en kısa sürede hastaneye kaldırılarak tüm tıbbi müdahale, muayene ve tedavi işlemlerinin eksiksiz olarak yürütülmesine rağmen kurtarılamayarak ölümü olayında hiç kimseye atılı kabil kusur, ihmal veya suç bulunmadığı anlaşılmıştır. Resen yürütülen soruşturmada ve talepler üzerine toplanan tüm delillerden, şüphelilerin yüklenen suçları işlediklerini gösterir, hiç birkanıt ve emare bulunmadığı açık biçimde anlaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, şüpheliler hakkında yüklenen suçlardan KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..."Müşteki F.K. ve aynı zamanda başvurucular vekili Av. Nezahat Paşa tarafından karara karşı 20/5/2010 tarihinde yapılan itiraz, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 18/6/2010 tarihli kararıyla kabul edilerek kovuşturmasızlık kararının kaldırılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"...Savcısı yazılı mütalaasında, takipsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesiniistemiştir. Takipsizlik evrakında yapılan incelemede ; -İtiraz dilekçesinin sayfasının 3-a bendinde belirtili 112 Acil Servis kayıtlarının mevcut olup-olmadığının sorulması, mevcutsa tasdikli suretlerinin istenmesi, -İtiraz dilekçesinin sayfasının 3-b bendinde belirtili 112 Acil Servis görevlilerinin tespiti ve usulüne uygun şekilde dinlenmeleri, -İtiraz dilekçesinin sayfasının 3-c bendinde belirtili [K.nın] koğuşundan elde edilen tüm eşyaların adli emanete alınması, emanet makbuzunun eklenmesi, -İtiraz dilekçesinin sayfasının 3-e bendinde belirtili [K.nın] üzerinden çıkan kıyafetlerin adli emanete alınması, emanet makbuzunun eklenmesi, ayrıca bu emanetlerin önlü-arkalı fotoğraflarının çekilip evraka eklenmesi, -İtiraz dilekçesinin sayfasının 3-d bendinde belirtili 2010 ile 2010 tarihleri arasındaki [K.nın] bulunduğu koğuş kısmına ilişkin görev çizelgelerinin ayrı ayrı tasdikli suretlerinin temini ve evraka eklenmesi, -İtiraz dilekçesinin sayfasının 3-f bendinde belirtili 2010 tarihinden geriye doğru 1 haftalık, bu koğuşun bulunduğu yerdeki kamera kayıtlarının tamamının CD lere gün gün ayrı ayrı aktarılarak, bu CD lerin adli emanete alınması, emanet makbuzunun evraka eklenmesi, ayrıca bu CD lerin izlenip çözümünün yaptırılması, bu koğuştaki insan hareketlerinin tarih-saat-dakika aralıklarının belirlenmesi, gün-gün ayrı ayrı tutanağa bağlanması gerekirken esasa etkili bir kısım işlemlerin yapılmadığı, yapılacak işlemlerin niteliği ve Yargıtay Ceza Dairesinin 2007/9636-9375 E-K. sayılı 2007 tarihli yol gösterici kararı içeriği birlikte gözetilerek ,itirazın kabulü ile takipsizlik kararının kaldırılması ve gereğinin ilgili Savcısı tarafından icrası yönünde karar vermek yoluna gidilmiştir..." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 3/8/2010 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesinin kovuşturmasızlık kararının kaldırılmasına yönelik kararına karşı Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) nezdinde kanun yararına bozma yoluna gidilmesi talebinde bulunulmuştur. Talebin ilgili kısımları şöyledir:"...Kararda her ne kadar 112 acil servis kayıtla[rı]nın mevcut olup olmadığının sorulması ve tasdikli suretlerinin istenmesi, acil servis görevlilerinin tespiti ve usulüne uygun dinlenilmes[i] istenilmekte ise de; olayla ilgili soruşturma esnasında kurum kamera kayıtlarının incelenerek CD'ye aktarılması ve yaralı [K.nın] sevki ile ilgili görevlilerin dinlenilmiş olmaları nedeniyle; kaldırılan kararın yasaya ve usule aykırı yönü bulunmamaktadır. Ayrıca [K.nın] koğuşunda bulunan tüm eşyaların tutanakla tespiti yapılmış, koğuşun olay akabindeki durumu kamerayla kayıt alınmış ve CD ortamında delil olarak muhafaza altına alınmıştır. Delil niteliğindeki eşyalar emanete alınmıştır. [K.nın] üzerinden çıkan eşyalar ilgili hastane başhekimliğinden istenilmiş ise de, verilen cevabı yazıdan yaralı olarak hastaneye getirilen [K.nın] muayene tedavi ve ameliyat işlemleri sırasında üzerinden çıkarılmış ve akabinde temin edilememiş olduğı bildirilmiştir. 27/03/2010 ile 13/04/2010 tarihleri arasında [K.nın] bulunduğu koğuş kısmına ilişkin görev çizelgelerinin temini istenilmekte ise de, olayla ilgili yürütülen kapsamlı soruşturmada tüm olayla ilgili görevliler ve ilgili çizelgeler temin edilerek görevlilerinin ifadeleri alınmıştır. Olayla ilgili delil niteliğindeki kurumda bulunan olay öncesi, olay sırası ve olay sonrasındaki kamera görüntüleri ayrı ayrı incelenerek CD ortamına aktarılıp delil olarak emanete alınmış birer suretleri de talep nedeniyle ölen [K.nın] yakınlarının vekillerine verilmiştir. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin 18/06/2010 gün ve 2010/1502 sayılı kararında eksiklik olarak belirtilen tüm hususların titizlikle soruşturma kapsamı içinde değerlendirilip yerine getirilmiş, olayla ilgili tüm delillerin titizlikle toplanıp değerlendirilerek karar verilmiş olmasım rağmen verilen takipsiz kararının kaldırılmasına dair karar yasaya ve usule aykırı olmakla kanu[n] yararına bozma yoluna gidilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir..."Genel Müdürlük tarafından 22/9/2010 tarihinde kanun yararına bozma yoluna gidilmediği bildirilmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma 2010/59055 numaraya kayden yeniden açılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 7/10/2010 tarihli müzekkereyle İzmir İl Sağlık Müdürlüğünden K.ya müdahale için gönderilen 112 Acil Servis kayıtlarının iletilmesi ile tıbbi müdahalede bulunan 112 Acil Servis görevlilerinin beyanlarının alınmak üzere hazır edilmesi talep edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2010/59055 numaralı soruşturma kapsamında 112 Acil Serviste görev yapan S.S.nin 18/10/2010 tarihinde tanık olarak beyanı alınmıştır. Beyanın ilgili kısmı şöyledir:"...Yanımda hemşiremde olduğu halde hasta muayenesini acilen yaptım. Hastadaki bulgular tansiyonu 110 a 70 nabzı 76 oksijen satürasyonu %92 idi. Glaskov koma sıkalası 13 idi. Hasta ile 'dını soyadını, yaşını sordum. Bilinç değerlendirmesi yaptım. Bu sorulara hasta cevap verebiliyordu. Nasıl yaralandığını sorduğumda diğer sorularıma cevap verebilmesine rağmen sustu. Oradaki diğer cezaevi görevlileri yataktan düştüğünü söylediler. Ben hastanın durumunu değerlendirmem neticesinde hastayı hastane acil servisine götürmek istedim. Oradaki kimliğini bilmediğim ancak cezaevi görevlisi olduğunu üniformasından anladığım görevliler hastanın naklinin kurum aracı ile yapacaklarını söylediler. Ben iki kez daha acilen götürülmesi gerektiğini söyledim ve vaka kayıt formundan bir nüshasını cezaevi görevlilerine verip cezaevinden ambulans ile ayrılıp takriben Belenbaşı mevkiinde mola verdiğimizde kurum ring otosu ile hemen arkamızdan yetiştiler ve görevliler hastayı tekrar muayene etmemi istediler. Ben de tekrar muayenemi yapıp derhal hastane acil servisine yetiştirmelerini söyledim...."Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanık olarak 18/10/2010 tarihinde beyanları alınan, 112 Acil Serviste görev yapan A. ve N.nin de benzer anlatımları olduğu görülmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/10/2010 tarihli müzekkereyle hastaneden K.nın üzerinden çıkan kıyafetlerin emanete alınmak üzere iletilmesi talep edilmiştir. Şahsın kıyafetlerinin atılması nedeniyle bulunmadığına dair önceden Cumhuriyet Başsavcılığı ile yapılan yazışma örnekleri hastane tarafından tekrar iletilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/10/2010 tarihli müzekkereyle Ceza İnfaz Kurumundan K.nın odasındaki tüm eşyaların, hastanedeyden üzerinde olan kıyafetlerin, K.nın odasının bulunduğu kısma dair 27/3/2010 ile 13/4/2010 tarihleri arasındaki görev çizelgelerinin, şahsın odasının bulunduğu yerin 3/4/2010 tarihinden geriye doğru bir haftalık kamera kayıtlarının gönderilmesini talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumundan gelen 12/10/2010 tarihli cevap yazısında 2/4/2010-3/4/2010 tarihleri arasına ait kamera görüntülerinin Cumhuriyet Başsavcılığınca alındığı (bkz. § 45), 28/3/2010-31/3/2010 tarihli kayıtların ise Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (CTE Genel Müdürlüğü) bu yöndeki genelgesi uyarınca altı aylık süre sonunda silinerek üzerine yeni kayıt kapıldığı bildirilmiştir. Ceza İnfaz Kurumundan gelen 12/10/2010 tarihli yazı ekinde nöbet çizelgesiyle K.ya ait sağlık ve infaz dosyasının bir örneği sunulmuştur. Gönderilen tedavi evrakının incelenmesinden K.nın"kaçabilir-kaçırılabilir" kaşeli yazılarla ceza infaz kurumları tarafından tedavi amacıyla göz, intaniye gibi çeşitli polikliniklere gönderildiği, 2006 yılında uzun zamandır var olan irkilme problemi nedeniyle nöroloji polikliniğinde muayene edildiği görülmüş; K. hakkında düzenlenmiş psikolojik duruma dair bir doktor raporuna rastlanmamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2010/59055 numaralı soruşturmada, önceki kararda belirtilen aynı sekiz şüpheli hakkında aynı müsnet suçlardan 2/11/2010 tarihinde yeniden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin önceki kovuşturmaya yer olmadığı kararınınkine (bkz. § 49) ek olan kısmı şöyledir:"...Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesince kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasına gerekçe olarak gösterilen ve müşteki vekilinin itiraz dilekçesinde belirtilen;112 Acil servis kayıtlarının mevcut olup olmadığı, İl Sağlık Müdürlüğünden sorularak temin edilmiş,112 Acil servis görevlileri tespit edilerek, usulüne uygun şekilde ifadeleri alınmış,Ölen [K.nın] koğuşundan elde edilen eşyalardan delil niteliğinde olanlar Cumhuriyet Başsavcılığı emanetine alınmış olmasına rağmen karar gereği ilgili kurumdan istenilmiş. İzmir Tereke Hakimliğine teslim edildiği bildirilmekle, Tereke Hakimliğinden talep edilmiş, ancak Tereke Hakimliğince emanet eşyalarının ilgililerine teslim edilmek üzere yetkisizlik kararı ile 2010 tarihinde Uşak Sulh Hukuk Mahkemesine gönderildiği anlaşılmış, Ölen [K.nın] üzerinden çıkan kıyafetlerin emanete alınması, bu emanetlerin önlü arkalı fotoğraflanmn çekilmesi istenilmekle, söz konusu kıyafetler ilgili kurumdan ve ... Hastanesi Başhekimliğinden talep edilmiş, ancak söz konusu kıyafet ve giysilerin adı geçenin hastanede ameliyata alınmadan önce ve tedavi aşamasında üzerinden çıkanlması akabinde tıbbi atık kovasına atılmış olması nedeniyle temin edilememiş, 2010 ile 2010 tarihleri arasındaki [K.nın] bulunduğu koğuş kısmına ilişkin görev çizelgelerinin onaylı suretleri ilgili kurum müdürlüğünden temin edilerek dosyasına konulmuş,2010 Tarihinden geriye doğru bir haftalık ölen [K.nın] koğuşunun bulunduğu yerdeki kamera kayıtlarının tamamının CD'lere aktarılıp emanete alınması, çözümünün yaptırılması, insan hareketlerinin tarih-saat-dakika aralıklarının belirlenip gün gün ayrı ayrı tutanağa bağlanması istenilmiş, karar gereği yerine getirilmek üzere istenilen hususlan içeren tüm kamera kayıtları ilgili kurumdan talep edilmiş, ancak kurum müdürlüğünce 2010 gün ve 201017338 sayılı cevabi yazı ile soruşturma aşamasında teslim edilen ve Cd ye aktarılan kasetler dışındaki kamera kayıtlarını içeren kasetlerin kurumda yeterli sayıda kaset olmaması nedeniyle Yüksek Bakanlık emirleri doğrultusunda üzerlerine yeniden kayıt yapıldığı için gönderilemediği bildirilmiştir . 2010 gün ve 2010/34364 soruşturma 2010/26696 karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasını müteakip araştırılması ve soruşturulması istenilen tüm hususlar eksiksiz olarak araştırılıp soruşturulmuş, temin edilen tüm yeni deliller ile birlikte yapılan değerlendirme neticesinde, olayda hiç kimseye atılı kabil kusur, ihmal veya suç bulunmadığı anlaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, şüpheliler hakkında yüklenen suçlardan KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..."Müşteki F.K. ve aynı zamanda başvurucular vekili Av. Nezahat Paşa tarafından yeniden verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı yapılan itiraz, Ağır Ceza Mahkemesinin 17/12/2010 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karara karşı 17/1/2011 tarihli dilekçeyle Av. Nezahat Paşa tarafından kanun yararına bozma talebinde bulunulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bu talep, talebin reddi gerektiği düşüncesini de içerir biçimde 28/1/2011 tarihli yazıyla Genel Müdürlüğe iletilmiştir. Genel Müdürlüğün talebi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Ağır Ceza Mahkemesinin 17/12/2010 tarihli itrazın reddi kararının kanun yararına bozulması talebini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 21/7/2011 tarihli kararla talebin reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"...Dosyada bulunan Adli Tıp Kurumu, İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesinin 26/04/2010 gün ve 2010/2314/479 sayılı raporundan ölenin, '1- İç organlarda yapılan sistematik, toksikolojik analiz sonucunda, aranan toksit maddelerden hiçbirinin bulunamadığı, kanda alkol (etil-metil) bulunamadığı, kanda ve idrarda aranan uyuşturucu maddelerin hiçbirinin bulunamadığı,2- Kişinin ölümünün kafa travmasına bağlı kafatası kırığı ile birlikte beyin kanaması ve bu nedenle gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği ... ' anlaşılmaktadır. Yine dosyada bulunan 13/04/2010 tarihli kamera görüntüleri izleme tutanağı, 12/04/2010 günlü olay yeri keşif, tespit ve olay yeri inceleme tutanağı, İzmir... Hastanesine ait ölen ile ilgili hasta tabela kağıtları aynı infaz kurumunda, bitişik odalarda kalan hükümlülerin tanık olarak verdikleri ifadeler, cezaevi nöbet çizelgesi, şüphelilerin ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde; Terör örgütü ve mensuplarına yardım suçu hükümlüsü olan [K.nın] adı geçen Cezaevi B Blok 39 nolu oda da tek başına kaldığı, sabah 00' deki sayımdan, öğle saatinde görevlilerin yemek getirmesine kadar, odasına hiçbir kimsenin girmediği, yaralı olarak bulunduğunda, sırtının ağrıdığını söylemesine rağmen yaralanmasının nedenini anlatmadığı, ancak havalandırma boşluğundaki telleri tutan demirde, saçlı derisinden parçalar bulunması, duvarda, tırmanmayı gösterir, lastik ayakkabılarının izlerinin görülmesi, zaman zaman yan odada kalanların havalandırma boşluğundan içeriye gazete atmalarının, diğer hükümlülerin anlatımlarından anlaşılmasına göre, [K.nın] havalandırma boşluğuna sıkışan bir gazeteyi almak isterken, ayağının kayıp, kafa üstü düşmesi üzerine, kendindeki yaraların oluşmasının mümkün görüldüğü, dışarıdan bir müdahalenin bulunmadığı, hastaneye sevkinde gecikme bulunmadığı, böylece cezaevi müdür, infaz koruma memuru, Jandarma görevlisi olan şüphelilerin [K.daki] yaraları oluşturduğuna, yine yaralanmadan sonra hastaneye sevkinde herhangi bir kusur ve ihmallerinin olduğuna ilişkin kamu davası açmaya yeterli kanıtların bulunmadığı anlaşılmıştır. ..." Tam Yargı Davası Süreci Başvurucuların olay nedeniyle ilettikleri tazminat talebinin CTE Genel Müdürlüğü tarafından reddedilmesi üzerine başvurucular 1/7/2011 tarihli dilekçeyle İzmir İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde; yakınlarının vücudunda düşme sonucu oluşamayacak yara izleri bulunması sebebiyle infaz koruma memurları tarafından darbedilmiş olabileceğini, bu sebeple ölüm olayıyla ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmediğini, olayın intihar olması durumunda bile bunun nedeninin yakınlarının tek kişilik odaya konularak psikolojisinin bozulmasına neden olunması olduğunu, yine yakınlarının ambulans yerine Ceza İnfaz Kurumu ring aracıyla kelepçeli şekilde hastaneye götürüldüğünü, yoğun bakımda kelepçeli olması nedeniyle gerekli tedavinin yapılamadığını, yakınlarının hastaneye yatırıldığının geç haber verilmesi nedeniyle kendisini göremediklerini, olayda idarenin kusurlu ve kusursuz sorumluluğu bulunduğunu iddia ederek maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir. İdare Mahkemesi 16/2/2012 tarihinde bir duruşma gerçekleştirmiş, sonrasında aynı tarihli kararıyla talebin reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"...Dava dosyasının incelenmesinden, davacıların yakını [K.nın] İzmir 8 Nolu Ağır Ceza Mahkemesinde ... terör örgütü üyesi olmak, örgüt üyelerine bilerek ve isteyerek yardımda bulunmak suçlarından yargılandığı ve Mahkemenin 2006 tarih ve E:2006/103, K:2006/212 sayılı kararı ile '6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına' karar verilerek İzmir 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulduğu, bu yer ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunduğu sırada 2010 günü saat 12:30 sıralannda yapılan yemek dağıtımı sırasında yemeğini almak için kaldığı odanın kapısına gelmemesi ve çağrılara cevap vermemesi üzerine oda mazgalının açılarak içeriye bakıldığında ağzının ve burnunun kanadığının görülmesi üzerine kurum görevlilerince hükümlünün kaldığı odaya girilerek kurum revirine götürüldüğü, durumun112 Acil Servise bildirildiği ve 112 Acil Servisin ceza infaz kurumuna geldiği, acil servis görevlileri tarafından ilk muayene ve tedavisinin yapıldığı, ilk muayenede kafa travması teşhisi konularak [K.nın] İzmir ... Hastanesine sevki uygun görülerek hastaneye götürüldüğü, önce bu hastanenin acil servisinde daha sonra beyin cerrahi yoğun bakım ünitesinde tedavi gördüğü, durumunun giderek ağırlaşması sonucunda da aynı hastanenin anestezi yoğun bakım servisine alındığı, burada tedavisine devam edilmekte iken 2010 tarihinde vefat etttiği, davacıların vekili tarafından, bu olaydan dolayı davacıların uğradıklarını iddia ettiği zararların karşılanması talebiyle davalı idareye başvuruda bulunulduğu, talebin reddi üzerine de bakılmakta olan iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Uyuşmazlığın özünü, davalı idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı oluşturmaktadır.Dava dosyası, Cezaevi görevlileri hakkındaki idari ve adli soruşturma dosyalarının birlikte değerlendirilmesineden, İzmir 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza infaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan davacıların yakını hükümlü [K.nın] tek kişilik odaya geçmeden önce iki kişi ile birlikte kaldığı, 2009 tarihinde tek kişilik odaya geçme talebi üzerine İdare ve Gözlem Kurulu Kararı ile tek kişilik odaya yerleştirildiği, odasında bulunan ve kendi el yazısı mektup ve notlardan örgüte ihanet iddiasına maruz kalmanın verdiği elem ızdırap ve üzüntüyü içeren bu duygu ve düşüncelerini ifade eden, bu nedenle yaşama isteğinin kalmadığını belirten ruh hali içinde olduğu, olay akabinde hükümlünün kaldığı odada yapılan araştırma ve incelemelerden her iki elinin iç avuç ve bilek arasındaki kısımlarında sürtünmeye bağlı ekimoz izlerinin bulunduğu, havalandırmadaki birinci kat penceresinden kapının üzerine tırmanarak, ikinci kat demir parmaklıklara tutunup yukarıya tırmanmak istediği sırada bilinmeyen bir nedenden dolayı düşerek kafasını havalandırma kapısının köşesine çarptığı, sırt kısmındaki çizik ve ekimozlann da aynı şekilde kapıya sürtünme neticesi meydana gelmiş olabileceği, ceza infaz kurumunun 24 saat sürekli kameralarla kayıt alındığı, kamera kayıtlarına göre,hükümlünün odasına 2010 günü saat 07:53'de infaz koruma memurları [B.Ü.] ve [İ.B.nin] sayım için girdikleri saat 07:54'de odadan çıktıkları bu saatten sonra hükümlünün yaralı vaziyette bulunduğu saate kadar odaya giren çıkan kimsenin olmadığı, olay hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan idari soruşturma neticesinde cezaevinde görevli personelin olayla ilgili herhangi bir ihmal ve kusurunun olmadığı sonucuna varılarak 30/04/2010 tarih ve 2010/31 sayılı karar ile 'disiplin cezası verilmesine yer olmadığına' karar verildiği, yine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca Cezaevi personeli hakkında, adam öldürme, intihara yönlendirme, yaralama, işkence ve eziyet, görevi kötüye kullanma ve görevi ihmal suçlarıyla ilgili adli yönden yürütülen soruşturmada ise, talepler üzerine toplanan tüm delillerden şüphelilerin suçları işlediklerini gösterir hiç bir kanıt ve emare bulunmadığı kanaatine varılarak 29/04/2010 tarih ve 22010/26696 sayılı karar ile 'kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına' karar verildiği, karara yapılan itirazın da yerinde görülmeyerek Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin Değişik İş No:2010/2682 sayılı kararı ile reddedildiği görülmektedir.Bu durumda, davacıların yakını [K.nın] ölümü sonrası Cezaevi personeli hakkında yapılan idari ve adli soruşturma sonucu, davacıların yakınının odada tek başına kaldığı sırada kimsenin müdahalesi olmaksızın meydana geldiğinin sübuta erdiği, ölüm olayında davalı idareye atfedilebilecek herhangi bir kusurunun bulunmadığı, oluştuğu iddia edilen zararla idarenin eylemleri arasında herhangi bir illiyet bağının kurulamadığından tazminat isteminin kabul edilebilmesi için gereken koşulların da oluşmamış olması nedeniyle idarenin tazmin yükümlülüğünden söz edilemeyeceğinden davacıların maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. ..."Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/9/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı başvuruculara 8/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 7/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Başvurucular vekili 27/2/2019 tarihli dilekçeyle, başvurucuların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdindeki başvurusunun (B. No: 54768/11) 24/1/2019 tarihli kararla Hükûmetin tek taraflı deklarasyonu ile başvuruculara tazminat ödemeyi kabul etmesi sonucunda düşmesine karar verildiğini ve bu karar üzerine de Cumhuriyet Başsavcılığından 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca olayla ilgili olarak yeniden soruşturma yapılması talebinde bulunulduğunu Anayasa Mahkemesine bildirmiş; kovuşturmaya yer olmadığı kararına binaen verilen tazminat talebinin reddi kararı yönünden inceleme yapılmasını talep etmiştir. Bakanlık görüşünde belirtildiğine göre başvurucular, yakınlarının vücudunun çeşitli bölgelerinde yaralar olması nedeniyle düşme sonucu ölmediği, gece boyunca Ceza İnfaz Kurumu personeli tarafından dövüldüğü, intihar olayı olsa bile bunu önlemek için yetkililerin gerekli önlemi almadığı ve acil tıbbi destek sağlamadığı, dolayısıyla olayla ilgili etkili soruşturma yürütülmediği iddialarıyla AİHM'e başvurmuştur. AİHM'insöz konusu düşme kararında; Hükûmetin başvuruculara müştereken 000 avro ödemeyi teklif ettiği, ayrıca 5271 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasında kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin AİHM'in kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi veya bu karar aleyhine AİHM'e yapılan başvuru hakkında dostane çözüm ya da tek taraflı deklarasyon sonucunda düşme kararı verilmesi üzerine kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılacağı hükmü bulunduğu birlikte gözetildiğinde başvurunun incelenmesine gerek olmadığı fakat Hükûmetin tek taraflı deklarasyonun gereklerini yerine getirmemesi hâlinde başvurunun tekrar yapılabileceği belirtilmiştir. UYAP sisteminden edinilen bilgiye göre başvurucular vekilinin yeniden soruşturma açılması talepli dilekçesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2019/53512 numaraya kayden açılan soruşturma derdesttir. Yine UYAP sisteminden yapılan incelemede başvurucular vekilinin 19/4/2019 havale tarihli dilekçesiyle AİHM tarafından verilen karar üzerine Cumhuriyet Başsavcılığından yeniden soruşturma yapılmasının talep edildiğini belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi gerekçesiyle tam yargı davasının reddedilmesine dair kararın kaldırılmasını talep ettiği, bunun üzerine İdare Mahkemesi tarafından 2019/474 esasa kaydedilen yargılamanın derdest olduğu tespit edilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/541
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutulan bir hükümlünün şüpheli ölümü ve bu olayla ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmemesi, ayrıca kamu makamları tarafından yaşamı koruma yükümlülüğünün gerektirdiği şekilde intihara karşı tedbir alınmaması, açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının; hükümlünün infaz koruma görevlileri tarafından darbedilmesi, tek kişilik odada cezasının infaz edilmesi suretiyle psikolojisinin bozulmasına sebebiyet verilmesi, ceza infaz kurumu ring aracıyla, kelepçeli olarak hastaneye sevk edilmesi ve kelepçenin çıkarılmamasından dolayı yeterli tedavi uygulanamaması nedeniyle kötü muamele yasağının; tam yargı davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 30/11/2006 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası Yargıtayın 17/11/2015 tarihinde verdiği onama kararıyla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17263
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, 2017/24116 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24116
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sağlık hizmetlerine erişim imkânından yararlanamama ve ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Bölüm, başvurunun Genel Kurula sevk edilmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu gerekçesiyle 1/12/2016 tarihinde tutuklanmış ve Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna nakledilerek burada tutulmaya başlanmıştır. Başvurucu daha sonra 31/3/2017 tarihinde Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna ve 18/1/2019 tarihinde de Bandırma 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucu, tutulduğu odada kalan kişi sayısının fazlalığı nedeniyle koşulların uygun olmadığından şikâyet etmiş; odadaki kişi sayısının azaltılması ve revirde muayene olmaya ilişkin kısıtlamaların kaldırılması talebiyle 31/5/2019 tarihinde Bandırma İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) başvurmuştur. Anılan şikâyetinde başvurucu; sekiz kişilik koğuşta yirmi bir kişiyle kalmasından, kalabalık nedeniyle birer tane olan tuvalet ve banyo için uzun kuyruklar oluşmasından, bu nedenle sıra beklemek zorunda kaldığından, havalandırmanın yetersiz olmasından, havasız ve gürültülü bir ortamda yerde yatmak zorunda kalmasından ve üç haftada bir 5-10 kişinin muayene olabileceğine dair düzenleme nedeniyle sağlığı koruma hakkının engellenmesinden yakınmıştır. Hâkimlik 14/10/2019 tarihli kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"Kurum mevcut kapasitesinin çok üzerinde olduğu her türlü suç gurubundan mahkumun barındırıldığı oda koğuş yerleştirilme işlemlerinde güvenlik gerekçesi ile suç gurubu gibi bir takım hususların gözetildiği genel anlamda tüm oda ve koğuşlarda kapasitenin üzerinde mahkum barındırıldığı koğuşlara ek ranzalar ile destek verildiği hükümlünün bu talebinin şu an için değerlendirelemediği ancak ileride kurum mevcudunun normalleşmesi halinde talebe gerek kalmaksızın söz konusu işlemlerin gerçekleştileceği, Revire muayene kişi sayısı, Hükümlü ve tutuklulara gerekli tıbbi desteğin belirlenen zamanlarda Aile hekimliği tarafından imkanlar dahilinde sağlandığı, herhangi kişi sınırı olmaksızın Aile hekiminin çalışma saatleri içerisinde muayene edebildiği kadar kişinin tedavi edildiği, kişi ayrımı yapılmaksızın tedavilerin yapıldığı, ayrıca 24 saat boyunca süre sınırı olmaksızın 112 acil servis ekiplerinde hizmetinden faydalanıldığı anlaşılmakla, hükümlünün taleplerinin ayrı ayrı reddine" Başvurucunun Hâkimlik kararına itirazı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Bandırma Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) 4/11/2019 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 6/11/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 25/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 14/7/2021 tarihinde denetimli serbestliğe nakledilmiştir. Anayasa Mahkemesi İnfaz Kurumundan başvurucunun tutulduğu sürece ilişkin ayrıntılı bilgi talep etmiştir. İnfaz Kurumunun gönderdiği yazılı cevaplara göre;-Başvurucu 18/1/2019 tarihinden itibaren İnfaz Kurumunda barındırılmıştır. -İnfaz Kurumunun resmî kapasitesi 000 (bin) kişidir. Başvuru tarihinde mevcudun 365 olduğu tespit edilmiştir.- Başvurucu; C-3, B-2, A-16 numaralı çok kişilik koğuşlarda kalmıştır. C-3, B-2, A-16 koğuşunun yatakhane bölümü 32,4 m² ve 97,2 m³tür. Yatakhanede iki katlı ranzalar vardır. Her bir ranzanın yüksekliği 163 cm, uzunluğu 198 cm, genişliği 90 cm'dir.- Koğuşlarda televizyonun ve yemek masalarının da bulunduğu 18 m²lik ortak kullanım alanı vardır.- Yatakhane bölümünde dört, ortak kullanım alanında iki pencere bulunmaktadır. Pencerelerin her birinin sabit kısmı 114x44,5 cm, açılır (kanat) kısmı 106x37 cm'dir. Pencerelerde ışığın içeri girmesini engelleyen panjur, demir parmaklık yoktur. Ranzalar da pencerelerin açılmasını, ışığın girmesini engellememektedir. Pencereler dışında havalandırma sistemi yoktur, ısıtma kalorifer sistemiyle sağlanmaktadır.- Ayrıca koğuştan bağımsız olmayan 33 m² büyüklükte havalandırma bahçesi bulunmaktadır. Koğuştakiler, havalandırma bahçesinden kesintisiz biçimde faydalanabilmektedir ancak havalandırma bahçesi güvenlik gerekçesiyle gün ışığı ile açılıp gün batımında kapatılmaktadır. Havalandırma bahçesindeki faaliyetlerde tutuklu ve hükümlüler serbest bir şekilde bireysel yahut grup çalışması yapabilmektedir, bu konuda bir kısıtlama yoktur.- İnfaz Kurumu daha sonra gönderdiği bir yazıda yatakhane bölümünün 660x680 cm (44 m²), ortak kullanım alanının 480x680 cm (32 m²), havalandırma bahçesinin 670x490 cm (32m²), merdiven boşluğunun 350x110 ve 410x110 cm (toplam 8 m²) olduğunu bildirmiştir. - Koğuşların giriş katında, yatakhane ve ortak kullanım alanından tamamen bağımsız 1,2 m² büyüklüğünde bir tuvalet, 1,2 m² büyüklüğünde bir banyo vardır. Tuvalet ve banyonun kullanım süresi bulunmamaktadır ve tuvalet ve banyo sürekli açıktır. 24 saatte bir güncellenmek suretiyle bir kişinin günlük 50 litre sıcak su, 200 litre soğuk su kullanma hakkı bulunmaktadır.- Koku, akma gibi nedenlerden dolayı bakım/onarım ihtiyacının olduğu koğuşta barındırılanlar bu ihtiyacı dilekçeyle bildirmemiştir ancak başvurucunun barındığı C-3 koğuşunda musluk ve aydınlatma değişimi yapılmıştır.- Kurumda bulunan tutuklu ve hükümlülerin kendilerine ait yatak ve ranzası vardır. Bunların dönüşümlü kullanılması söz konusu olmayıp tutuklu/hükümlüler 24 saat esasına göre yatmaktadır. Başvurucunun da kendisine ait yatağı, ranzası ve dolabı bulunmaktadır. Kapasite fazlalığından dolayı koğuşun ek ranzalarla desteklenmesi nedeniyle dönüşümlü olarak yatma, yerde yatma veya dinlenme gibi bir durum söz konusu değildir. - Ceza İnfaz Kurumunda saat 00'de ve saat 00'de olmak üzere gün içinde iki kez, rutin olarak sayım yapılmaktadır.- Başvurucuyu 1/4/2021 tarihine kadar 62 kez babası, 25 kez annesi, 120 kez eşi, 119 kez çocuğu, 33 kez kardeşi Y., 9 kez kardeşi S.Y., 20 kez kardeşi G.Y., 10 kez kardeşinin çocuğu ziyaret etmiştir. Başvurucu, idarenin belirlediği gün ve saatte haftalık telefon görüş hakkını ARG sistemine kayıtlı olan kardeşi G.Y.yi arayarak kullanmaktadır.- Başvurucu, açık görüş ziyareti yapılabilen haftalar hariç açık ve kapalı spor salonundan faydalanmıştır. - Başvurucu, İnfaz Kurumuna kabul edildiği tarihten itibaren süreli ve süresiz yayınlardan faydalanmış; Eskişehir Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Emlak Yönetimi Ön Lisans Bölümüne kaydolarak bölümün sınavlarına bu Kurumda katılmış ve 16/9/2020 tarihinde mezun olarak diplomasını almıştır. - Başvurucu, Kurum Hekimliğinde on üç kez muayene edilmiştir, beş kez devlet hastanesine sevk edilmiş; kendisinin imtina ettiği hâller dışında üç kez hastanede muayenesi yapılmıştır. Başvurucunun bir kez de ambulansla götürüldüğü acil serviste muayenesi yapılmıştır. Bakanlığın 22/3/2022 tarihli görüş yazısıyla bildirdiği, başvurucunun da Bakanlık görüş yazısına cevabında teyit ettiği koğuş ölçüleri C-3, B-2 ve A-16 No.lu koğuşlar için aynı olmak üzere ortak yaşam alanı 18 m², yatakhane kısmı 44 m², havalandırma (bahçe) bölümü 33 m²dir. Ayrıca söz konusu koğuşlarda 1,2 m² büyüklüğünde bir tuvalet, 1,2 m² büyüklüğünde bir banyo mevcuttur. Başvurucu, şikâyetçi olduğu İnfaz Kurumunda toplam 29 ay 26 gün kalmıştır. Bu süre zarfında 18/1/2019 tarihinden 7/8/2020 tarihine kadar 18 ay 20 gün C-3 koğuşunda, 7/8/2020 tarihinden 27/8/2020 tarihine kadar 20 gün B-2 koğuşunda, 27/8/2020 tarihinden 29/12/2020 tarihine kadar 4 ay 2 gün C-3 koğuşunda, 29/12/2020 tarihinden 14/7/2021 tarihine kadar 6 ay 15 gün A-16 koğuşunda kalmıştır. Başvurucunun hangi koğuşta kaç kişi ile ne kadar süre barındırıldığına ilişkin ayrıntılı durum aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. Koğuşun ölçüleri Bakanlık tarafından bildirilen, başvurucu tarafından da teyit edilen verilere dayanmaktadır. Koğuşun toplam boyutu koğuş içi sıhhi tesisler hariç tutularak (aşağıda 16, 31 ve paragrafta belirtilen metodolojiye dayalı olarak) hesaplanmıştır. Sıhhi tesisin ölçüsü ise yaklaşık (1,2 m²+1,2 m²) 2,4 m²dir.Kişi SayısıKaldığı Tarih AralığıKoğuşu Toplam Süre (gün)Kişisel Alan (m²)24 27/1/2021-4/2/2021 (8 gün)  17/5/2021-1/6/2021 (14 gün)  A-16 223,9523 18/1/2019-12/2/2019 (25 gün)  20/3/2019-11/4/2019 (22 gün) 25/4/2019-9/5/2019 (14 gün) 10/9/2019-23/9/2019 (13 gün) 21/11/2019-2/1/2020 (42 gün) 2/4/2020-15/5/2020 (43 gün) 29/5/2020-11/6/2020 (13 gün) 8/1/2021-11/1/2021 (3 gün) 20/1/2021-27/1/2021 (7 gün)  C-3  A-16  1824,1322 12/2/2019-1/3/2019 (17 gün)  8/3/2019-20/3/2019 (12 gün) 11/4/2019-25/4/2019 (14 gün) 9/5/2019-27/5/2019 (18 gün) 5/7/2019-20/8/2019 (41 gün)  29/8/2019-10/9/2019 (11 gün)  23/9/2019-25/10/2019 (33 gün) 14/11/2019-21/11/2019 (7 gün) 7/2/2020-2/4/2020 (53 gün) 15/5/2020-29/5/2020 (14 gün) 30/6/2020-20/7/2020 (20 gün) 13/11/2020-24/11/2020 11gün) 11/1/2021-20/1/2021 (9 gün)  8/6/2021-13/7/2021 (45 gün) C-3 A-16  305  4,3121  1/3/2019-8/3/2019 (7 gün)  27/5/2019-5/7/2019 (39 gün) 22/8/2019-29/8/2019 (7 gün) 25/10/2019-14/11/2019(19gün) 2/1/2020-10/1/2020 (8 gün)  9/9/2020-13/10/2020 (34 gün) 24/11/2020-8/12/2020 (14gün) 1/6/2021-8/6/2021 (7 gün) C-3 A-16 1354,5220 10/1/2020-7/2/2020 (28 gün)  11/6/2020-30/6/2020 (19 gün)  13/10/2020-13/11/2020(30gün 8/12/2020-11/12/2020 (3 gün) 30/12/2020-8/1/2021 (9 gün)  5/5/2021-17/5/2021 (12 gün) C-3 A-16  1014,7519 20/8/2019-22/8/2019 (2 gün) 11/12/2020-29/12/2020(18gün) 4/2/2021-5/3/2021 (33 gün)  C-3A-16 53518 20/7/2020-7/8/2020 (18 gün) 27/8/2020-9/9/2020 (13 gün)29/12/2020-30/12/2020 (1 gün)13/7/2021-14/7/2021 (1 gün)  C-3A-16 335,27175/3/2021-13/4/2021 (39 gün) A-16395,581620/4/2021-5/5/2021 (15 gün) A-16155,931516/8/2020-27/8/2020 (11gün)13/4/2021-20/4/2021 (7 gün)  B-2 A-16 18 6,33 1313/8/2020-16/8/2020 (3 gün) B-237,3127/8/2020-13/8/2020 (6 gün) B-267,9 A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Sağlığın korunması kurallarına uyma", "Nakiller", "Tutukluların barındırılması" ve "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı , , ve maddeleri için bkz. Mehmet Hanifi Baki, B. No: 2017/36197, 27/6/2018, §§ 14-B. Uluslararası Hukuk Ceza İnfaz Kurumlarının Aşırı Kalabalıklaşması Sorununa İlişkin Avrupa Konseyi Standartlarıa. Avrupa İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezayı Önleme Komitesi Avrupa İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezayı Önleme Komitesi (CPT) 2015 yılında mahpus başına düşmesi gereken asgari yaşam alanına ilişkin görüşünü ve standartlarını net bir şekilde açıklamaya karar vermiştir. Bu standartlar çok sayıda CPT ülke ziyareti raporunda sıkça kullanılmakla birlikte ilk defa “Cezaevlerinde Mahkum Başına Düşen Yaşam Alanı: Cpt Standartları” başlıklı belgede (CPT/Inf (2015) 44, 15 Aralık 2015) bir araya getirilmiştir. Bu belgenin ilgili kısmı şöyledir:" Bu belgede bahsedilen odalar disiplin, güvenlik tecrit veya tefrik odalarının yanı sıra mahpusların kalması için tasarlanan sıradan odalardır. Bununla birlikte çok kısa süreler için kullanılan bekleme odaları ya da benzer alanlar burada ele alınmamıştır. (İnsanların özgürlüklerinden mahrum bırakılabilecekleri diğer mekanlardaki (polis karakolları, psikiyatri kurumları, mülteci kampları vb.) yaşam alanı meselesi bu belgenin kapsamında değildir.) CPT 1990’larda bir mahkuma bir odada sağlanması gereken asgari yaşam alanı için temel bir “pratik kural” standardı geliştirmiştir.• tek kişilik oda için 6 m² yaşam alanı • çok kişilik oda için mahkum başına 4 m² yaşam alanı CPT’nin son yıllarda açıkça belirttiği gibi asgari yaşam alanı standardına oda içindeki banyo ve tuvalet alanı dahil değildir. Sonuç olarak tek kişilik bir oda 6 m² olmalı, ayrıca (genellikle 1 m² ila 2 m² tutarında) bir banyo/tuvalet eklentisi bulunmalıdır. Aynı şekilde çok kişilik odalardaki banyo/tuvalet bölümü de kişi başına düşen 4 m² hesabından ayrı tutulmalıdır. Ayrıca bir mahkumdan fazlasını barındıran her odada banyo ve tuvaletler tamamen ayrılmış olmalıdır. Ayrıca CPT mahkumları barındırmak amacıyla kullanılan her odanın duvarları arasında en az 2 m, zemini ile tavanı arasında da en az 5 m mesafe olması gerektiğini düşünmektedir. Bu nedenlerle CPT, dört mahkuma kadar olan çok kişilik odalarda, tek kişilik oda için geçerli olan 6 m²’lik asgari yaşam alanına her ilave mahkum için 4 m² ekleyerek, arzulanan bir standardı teşvik etmeye karar vermiştir: • 2 mahkum: en az 10 m² (6m² + 4m²) yaşam alanı + banyo ve tuvalet• 3 mahkum: en az 14 m² (6m² + 8m²) yaşam alanı + banyo ve tuvalet• 4 mahkum: en az 18 m² (6m² + 12m²) yaşam alanı + banyo ve tuvalet CPT hiçbir zaman oda boyutu standartlarının mutlak olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünmemiştir. Bir başka deyişle CPT, özellikle mahpusların her gün önemli miktarda bir vakti oda dışında geçirebilmeleri (atölyelerde, sınıflarda veya diğer aktivitelerde) gibi hafifletici faktörler bulunduğu sürece, asgari standartlarından küçük bir sapmanın otomatik olarak söz konusu mahkum(lar)ın insanlık dışı ve onur kırıcı muamele gördükleri anlamına gelebileceği görüşünü benimsememektedir. Bununla birlikte CPT böyle durumlarda bile hâlâ asgari standarda bağlı kalınmasını tavsiye etmektedir. Diğer yandan Komite için alıkonma koşullarının insanlık dışı ve onur kırıcı muamele olarak sayılması için odaların aşırı kalabalık olması ya da birçok vakada olduğu gibi, bütün mahkumlar için yeterli sayıda yatak olmaması, yetersiz hijyen, parazit salgını, yetersiz havalandırma, ısıtma ya da aydınlatma, odada tuvalet/banyonun bulunmaması ve doğal ihtiyaçlar için kova ya da şişe kullanılması gibi birçok olumsuz unsuru bir arada bulundurması gerekmektedir. Aslında bir alıkoyma merkezinin hem aşırı kalabalık olma hem de iyi havalandırılma, temiz olma ve yeterli sayıda yatak bulundurma ihtimali oldukça düşüktür. Dolayısıyla CPT’nin sadece yetersiz yaşam alanına atıfta bulunmak yerine sıklıkla ağır tutukluluk şartlarını oluşturan faktörleri sayması şaşırtıcı değildir. Ayrıca CPT –her vakada olmasa da- özel bir durumu değerlendirirken koşullarla doğrudan doğruya bağlantısı olmayan başka faktörleri de dikkate almaktadır. Bu faktörler oda dışında az zaman geçirilmesi ve genellikle kötü bir cezaevi rejimi; açık hava egzersizlerinin azaltılması; yakınlarla yıllarca görüşme mahrumiyeti vb. içerir. Bu belgenin sonundaki Ek cezaevinde alıkoyma koşulları değerlendirilirken göz önünde bulundurulması gereken faktörlerin (mahkum başına düşmesi gereken yaşam alanı miktarı dışında) kısmi bir listesini içermektedir. Bu belge, CPT’nin belirli bir odada mahkûm(lar) açısında uyulması gereken asgari yaşam alanı standartlarını açıkça belirterek, uygulayıcılara ve diğer ilgili taraflara kılavuz ilkeler sağlamaya çalışmaktadır. Nihai olarak, belirli bir kişinin, o kişinin kişilik yapısı da dahil olmak üzere bütün faktörleri dikkate alarak AİHS’nin maddesi çerçevesinde insanlık dışı ve onur kırıcı muamele eşiğine varacak kadar acı çekip çekmediğine karar vermek mahkemelerin işidir. Kişi başına düşen metrekare miktarı, çoğunlukla anlamlı ve belirleyici olmakla birlikte sadece bir faktördür." Söz konusu belgenin ekinde yer alan ceza infaz kurumundaki tutulma koşulları değerlendirilirken gözönünde bulundurulması gereken diğer faktörlerin listesi ilgili olduğu ölçüde aşağıdaki gibidir: “ Onarım ve temizlik durumu- Hücreler, mobilyalar da dahil olmak üzere, iyi bir onarım durumunda olmalı ve yaşam alanlarının temiz ve hijyenik kalması için her türlü çaba gösterilmelidir.- Herhangi bir haşere istilası şiddetle mücadele edilmelidir.- Mahpuslara gerekli kişisel hijyen ürünleri ve temizlik malzemeleri sağlanmalıdır.Doğal ışığa, havalandırmaya ve ısıtmaya erişim - Mahpuslar için tüm yaşam mekanları (hem tek kişilik hem de çok kişilik hücreler), okuma amaçları için yeterli olan yapay aydınlatmanın yanı sıra doğal ışığa da erişebilmelidir.- Aynı şekilde, hücrelerin içindeki havanın sürekli yenilenmesini sağlamak için yeterli havalandırma olması gerekir.- Hücreler yeterince ısıtılmalıdır.Sıhhi tesisler- Her hücrede en az bir tuvalet ve lavabo bulunmalıdır. Birden fazla kişinin bulunduğu hücrelerde, sıhhi tesisler tamamen bölünmelidir (yani tavana kadar).Açık hava egzersizi- CPT, her mahpusa her gün en az bir saat açık havada egzersiz teklif edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Açık hava egzersiz alanları geniş olmalı ve mahkûmlara kendilerini fiziksel olarak efor sarf etmeleri (örneğin spor yapmaları) için gerçek bir fırsat verecek şekilde uygun şekilde donatılmalıdır; ayrıca dinlenme araçları (örneğin bir bank) ve sert hava koşullarına karşı bir barınak ile donatılmalıdır.Belli bir amaca yönelik etkinlikler- CPT uzun süredir mahkumlara çeşitli amaçlı faaliyetler (iş, meslek, eğitim, spor ve eğlence) sunulmasını tavsiye etmektedir."b. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Avrupa Cezaevi Kuralları (Kurallar) Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin (Bakanlar Komitesi) ceza infaz kurumlarında uygulanacak asgari standartlar hakkında Avrupa Konseyi üyesi olan devletlere tavsiyeleridir. Bakanlar Komitesi, ilk olarak 1987 yılında kabul ettiği kuralları 2006 yılında önemli ölçüde değiştirmiş ve "Avrupa Cezaevi Kurallarına Dair Üye Devletlere Rec (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararı"nı kabul etmiştir. Bakanlar Komitesince Rec (2006) 2 sayılı tavsiye kararı 1/7/2020 tarihinde gözden geçirilerek revize edilmiş, "Avrupa Cezaevi Kurallarına Dair Üye Devletlere Rec (2006)2-Rev Sayılı Tavsiye Kararı" verilmiştir. Kuralların yeni versiyonu, bu tavsiye kararına ek olarak sunulmuştur. Kuralların mahpusların yerleştirilme ve barındırılmasına, hijyen ile giyim ve yatak malzemelerine ilişkin kriterleri düzenleyen , , ve maddelerinin ilgili kısımlarına daha önce Mehmet Hanifi Baki kararında yer verilmiştir (aynı kararda bkz. §§ 26, 27). Rec (2006) 2-rev sayılı tavsiye kararında bu kurallara ilişkin bir değişiklik yapılmamıştır. Mehmet Hanifi Baki kararında yer verilmeyen kuralların ilgili kısmı şöyledir:"Hijyen 3 Mahpuslar, hijyen ve mahremiyetin gözetildiği sıhhî imkânlara her an ulaşabilmelidirler. Dış Dünya ile Temas 1 Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir Cezaevi Rejimi 1 Bütün mahpuslara sağlanan genel rejim, dengeli bir faaliyet programı sunmalıdır. 2 Bu rejim, bütün mahpusların yeterli bir insanî ve sosyal etkileşim için, gerektiği kadar odalarının dışında zaman geçirmelerine imkân vermelidir. 3 Rejim, mahpusların refahına ilişkin ihtiyaçları da karşılamalıdır. Çalışma 1 Cezaevinde çalışma, cezaevi rejiminin pozitif bir unsuru olarak görülmeli ve asla bir ceza olarak kullanılmamalıdır. 2 Cezaevi yetkilileri mahpuslara faydalı ve yeterli iş imkânı sağlamak için çaba göstermelidir. Açık Hava Egzersizi ve Boş Zaman Faaliyetleri 1 Eğer hava koşulları elveriyorsa, her mahpusun günde en az bir saat açık havaya çıkarak egzersiz yapmasına imkân verilmelidir. 2 Hava durumu elverişsiz olursa mahpusların egzersiz yapmalarına imkân sağlayan alternatif düzenlemeler yapılmalıdır. 3 Mahpusların bedensel sağlıklarını geliştirmek ve uygun egzersizler ile boş zaman etkinliklerine imkân sağlamak amacıyla doğru bir biçimde organize edilen faaliyetler, cezaevi rejiminin ayrılmaz bir parçasını oluşturmalıdır. 6 Spor, oyunlar, kültürel faaliyetler, özel hobiler ve diğer boş zaman uğraşlarına imkân sağlanmalı ve mümkün olabildiğince mahpusların bu etkinlikleri organize etmelerine izin verilmelidir. 7 Mahpusların egzersiz esnasında ve eğlendirici faaliyetlere katılmaları için biraraya gelmelerine izin verilmelidir. Eğitim 1 Her cezaevi, mahpusların beklentilerini de dikkate alarak, bireysel eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için onlara mümkün olabildiğince ayrıntılı ve anlaşılır eğitim programları sağlamaya çalışmalıdır. Bakanlar Komitesinin üye devletlere ceza infaz kurumlarında aşırı kalabalığa ve hapishane nüfusu enflasyonuna ilişkin 30/9/1999 tarihli R (99) 22 sayılı tavsiye kararına ekin ilgili kısmı şöyledir: Cezaevi yer sıkıntısı ile başa çıkmak Aşırı kalabalıklaşmayı önlemek için ceza infaz kurumları için azami kapasite belirlenmelidir. Aşırı kalabalık koşulların meydana geldiği durumlarda, insan onuru ilkelerine, cezaevi idarelerinin insani ve olumlu muamele uygulama taahhüdüne, personel rollerinin tam olarak tanınmasına ve etkili modern yönetim yaklaşımlarına özel önem verilmelidir. Avrupa Cezaevi Kurallarına uygun olarak, mahpuslar için mevcut olan alan miktarına, hijyen sağlanmasına, egzersiz yapmasına yeterli ve uygun şekilde hazırlanmış ve sunulan yiyeceklerin sağlanmasına, mahpusların sağlık hizmetlerine ve dışarıda vakit geçirme fırsatına özel dikkat gösterilmelidir. Cezaevlerinin aşırı kalabalıklaşmasının bazı olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmak için mahkûmların aileleriyle iletişimleri mümkün olduğunca kolaylaştırılmalı ve toplum desteğinden azami ölçüde yararlanılmalıdır."c. Avrupa Konseyi Suç Sorunları Komitesi Avrupa Konseyi Suç Sorunları Komitesi; Avrupa Cezaevi Kuralları yorumunda yeterli barınma ve ceza infaz kurumu rejimleri için gerekliliklerin kapsamını açıklamıştır. Açıklamanın ilgili kısmı şöyledir:  “Kural 18 bazı yeni unsurlar içeriyor. İlki, Kural 3'te, hükümetleri ulusal hukuk yoluyla uygulanabilecek belirli standartlar ilan etmeye zorlamayı amaçlamaktadır. Bu tür standartlar, insan onuru ile ilgili daha geniş konuların yanı sıra pratik sağlık ve hijyen konularını da karşılamalıdır. CPT, çeşitli ülkelerdeki cezaevlerinde bulunan koşullar ve yer hakkında yorum yaparak bazı asgari standartları belirtmeye başlamıştır. Bunlar, çok kişilik koğuşlardaki mahkumlar için 4 m² ve tek kişilik bir hapishane hücresi için 6 m² olarak kabul edilir. Bununla birlikte, bu minimumlar, mahpusların hücrelerinde gerçekte ne kadar zaman harcadıklarına dair çalışmalar da dahil olmak üzere, belirli hapishane sistemlerinin daha geniş analizleriyle ilgilidir. Bu minimumlar norm olarak görülmemelidir. CPT böyle bir normu hiçbir zaman doğrudan ortaya koymamış olsa da, göstergeler, bir mahkum için bir hücre için 9 ila 10 m²'yi arzu edilen bir boyut olarak kabul edeceği yönündedir. Bu, CPT'nin bu konuda halihazırda ortaya konanların üzerine inşa edilecek sürekli bir katkı yapabileceği bir alandır. Gerekli olan, çeşitli sayıdaki kişinin hangi hücre boyutunun kabul edilebilir olduğunun ayrıntılı bir incelemesidir. Uygun büyüklükler belirlenirken mahpusların hücrelerde kilitli kaldıkları saat sayısına dikkat edilmelidir. Hücrelerinin dışında çok fazla zaman geçiren mahpuslar için bile, insan onuru standartlarını karşılayan net bir asgari alan olmalıdır. ..Kural 25, cezaevi yetkililerinin yalnızca çalışma, eğitim ve egzersizle ilgili kurallar gibi belirli kurallara odaklanmaması gerektiğinin, aynı zamanda tüm mahpusların genel cezaevi rejimini insan onurunun temel gerekliliklerini karşılayıp karşılamadığını gözden geçirmesi gerektiğinin altını çizer. Bu tür faaliyetler normal bir iş gününün süresini kapsamalıdır. Örneğin mahpusların 24 saatin 23 saati hücrelerinde tutulması kabul edilemez. CPT, mahpusların üstlendikleri çeşitli faaliyetlerin onları günde en az sekiz saat hücrelerinden çıkarmak olduğunu vurgulamıştır...” Birleşmiş Milletler Standartları 1955 tarihli Mahpuslara Muameleye Dair Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kuralları, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 2015 yılında gözden geçirilmiş ve Mahpuslara Muameleye Dair Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kurallar (Nelson Mandela Kuralları) adı verilmiştir. Nelson Mandela Kurallarının ilgili kısmı şöyledir:"Barınma Kural 12 Mahpusların uyuma yerleri, tek kişilik hücre veya oda ise her mahpus, gece tek başına bu hücre ya da odada kalır. Geçici kalabalık gibi, özel nedenlerle merkezi hapishane idaresinin bu kurala istisna getirmesi gerektiğinde bile, iki mahpusun küçük bir yerde veya odada bir arada tutulması, uygun değildir. Koğuş sisteminin kullanıldığı yerlerde, aynı koğuşa bu şartlar altında birbirleri ile uyuşabilecek kişiler dikkatle seçilerek yerleştirilir. Hapishanenin özelliği dikkate alınarak, düzenli biçimde gece denetimleri yapılır. Kural 13 Mahpuslara kalmaları için ayrılan bütün yerlerde ve özellikle uyudukları yerlerde, iklim şartlarına ve ayrıca metreküp başına düşen hava miktarına, asgari zemin alanına, aydınlatmaya, ısıtmaya ve havalandırmaya gerekli özen gösterilerek, sağlık için gerekli bütün koşullar karşılanır. Kural 14Mahpusların yaşamaları ve çalışmaları gereken her yerde:  (a) Pencereler, mahpusun gün ışığında okuma veya çalışabilmesine yeterli büyüklükte ve yapay bir havalandırma sistemi olmasına bakılmaksızın, temiz havanın girebileceği şekilde inşa edilir. (b) Mahpusun okuma veya çalışması için, görme yeteneğine zarar vermeyecek ölçüde yeterli yapay aydınlatma sağlanır. Kural 15Her mahpusun tuvalet ihtiyaçlarını karşılayabileceği ölçüde yeterli sıhhi tesis bulunur; bu tesisler temiz ve bakımlı tutulur.Kural 16 Her mahpusun yararlanabileceği, yeterli banyo ve duş yeri bulunur. Mahpusların iklim koşullarına uygun, mevsime ve coğrafi bölgeye göre genel sağlığa uygunluk için gerekli aralıklarda, ılık bir iklim varsa haftada en az bir kez banyo veya duş olanağı sağlanır. Kural 21Yerel ve ulusal standartlara uygun olarak, her mahpusa, verildiğinde temiz, iyi durumda ve temizliği korumaya yetecek sıklıkta değiştirilen, yeterli büyüklükte ve sayıda yatak takımı ve ayrı bir yatak sağlanır. Egzersiz ve spor Kural 23 Hava koşulları izin verdiği ölçüde, dışarıda çalıştırılmayan her mahpus, günde en az bir saat açık havada, uygun bir biçimde egzersiz yapacaktır." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşmesi) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin maddesi şöyledir: “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadıa. Genel ilkeler 24 Kötü muamele yasağına ilişkin genel ilkeler için bkz. Mehmet Hanifi Baki, §§ 18-b. Ceza İnfaz Kurumlarının Aşırı Kalabalıklaşmasına İlişkin İlkeler i. Çok Kişilik Koğuşlarda Asgari Kişisel Alan Sorunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesine uymak için bir mahpusa tahsis edilmesi gereken belli bir metrekarenin kesin olarak belirleyemeyeceğini birçok kez vurgulamıştır. Tutulma koşullarının tutulma hâlinin güvencelerini karşılayıp karşılamadığına karar vermede tutulma süresi, açık havada egzersiz yapma olanakları, mahpusun fiziksel ve zihinsel durumu gibi bir dizi diğer ilgili faktörün önemli bir rol oynadığını değerlendirmiştir (Samaras ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 11463/09, 28/2/2012, § 57). Bununla birlikte ceza infaz kurumu koğuşlarında kişisel alan sorunu, ihtilaflı tutulma koşullarının madde anlamında aşağılayıcı olup olmadığının belirlenmesi amacıyla dikkate alınması gereken bir husus olarak ağır basmaktadır (Mursic/Hırvatistan [BD], B. No: 7334/13, 20/10/2016, § 104; Karalevicius/Litvanya, B. No: 53254/99, 7/4/2005, § 36). AİHM, çok kişilik koğuşlarda kişisel asgari alan için arzu edilen standardın 4 m² olmaya devam ettiğini belirtmiş ancak başvuranların 3 m²den daha az zemin yüzeyine sahip olması durumunda aşırı kalabalıklaşmanın diğer faktörlere bakılmaksızın kendi başına Sözleşme'nin maddesinin ihlaline yol açacak kadar şiddetli kabul edilmesi gerektiğine karar vermiştir. Kişisel alan eksikliği nedeniyle maddenin ihlal edilip edilmediğine karar verirken AİHM, aşağıdaki üç unsuru gözönünde bulunduracağını açıklamıştır:i. Her mahpusun ayrı bir uyku yeri olmalıdır. ii. Her mahpusun emrinde en az 3 m² taban alanı olmalıdır. iii. Hücrenin genel yüzeyi, mahpusların mobilyalar arasında serbestçe hareket etmesine izin verecek şekilde olmalıdır. AİHM, bu unsurlardan herhangi birinin yokluğunun -kendi içinde- tutulma koşullarının aşağılayıcı muamele teşkil ettiğini ve maddeyi ihlal ettiği konusunda güçlü bir karine oluşturduğunu belirtmektedir (Ananyev ve diğerleri/Rusya, B. No: 42525/07, 60800/08, 10/1/2012, §§ 145-148). Çok kişilik koğuşlarda mahpusa tahsis edilen kişisel alanın 3 m²nin altına düştüğü önemli sayıda davada AİHM, aşırı kalabalığı maddenin ihlali tespitini haklı gösterecek kadar şiddetli bulmuştur (Orchowski/Polonya,B. No: 17885/04, 22/10/2009, § 122; Varga ve diğerleri/Macaristan, B. No: 14097/.., 10/3/2015, § 75). AİHM, mahpusların 3 m² ile 4 m² arasında kişisel alana sahip olduğu hâllerde madde kapsamında bir değerlendirme yaparken tutulma koşullarının diğer yönlerinin yeterliliğini/yetersizliğini incelemiştir. Bu durumda alan faktörü açık hava egzersizine, doğal ışığa veya havaya erişim, havalandırmanın mevcudiyeti, ısıtma düzenlemelerinin yeterliliği, tuvaleti özel olarak kullanma, temel sıhhi ve hijyen gerekliliklerine uygunluk gibi diğer unsurların eksikliğiyle birleştiğinde maddenin ihlal edildiğine karar verilmiştir (Ananyev ve diğerleri/Rusya, §149). Davaların az bir kısmında ise AİHM, 4 m²den daha az kişisel alanın zaten maddenin ihlali tespitini haklı çıkarmak için yeterli bir faktör olduğunu değerlendirmiştir (diğerleri arasından bkz. Apostu/Romanya, B. No: 22765/12, 3/2/2015, § 79). AİHM Büyük Dairenin 2016 yılında verdiği Mursic/Hırvatistan kararında, çok kişilik koğuşlarda bir mahpus için olan 3 m² zemin yüzeyi gereksiniminin Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki değerlendirme için ilgili asgari standart olarak sürdürülmesi gerektiği sonucuna varmıştır. CPT gibi diğer uluslararası kurumlar tarafından geliştirilen standartları ise AİHM, madde kapsamındaki değerlendirmesi için belirleyici bir argüman olarak ele almayı reddetmiştir (Mursic/Hırvatistan, §§ 110, 111). AİHM anılan kararıyla çok kişilik koğuşlarda bir mahpusa tahsis edilen asgari kişisel alanın hesaplanmasına ilişkin metodolojiyi de netleştirmiştir. Buna göre AİHM, CPT'nin konuyla ilgili metodolojisinden hareketle hücre içi sıhhi tesisatın hücrenin toplam yüzey alanından sayılmamasına karar vermiştir. Öte yandan hücredeki kullanılabilir yüzey alanının hesaplanmasına mobilyaların kapladığı alanın da dâhil olduğunu, bu noktada mahpusların hücre içinde normal bir şekilde hareket etme imkânının olup olmadığının önemli olduğunu belirtmiştir (Mursic/Hırvatistan, §114).ii. Asgari Şartın Altında Kişisel Alan Tahsisinin Kendi Başına Maddenin İhlaline Yol Açıp Açmadığı veya Bir Karine Oluşturup Oluşturmadığı AİHM, 3 m² altına düşen kişisel alanın tahsisinin maddenin ihlali veya diğer ilgili unsurlarla çürütülebilecek bir ihlal karinesi oluşturup oluşturmadığı konusunda her zaman tutarlı olmamıştır. Bir mahpusun 3 m²den daha az kişisel alana sahip olmasının kendi içinde maddenin ihlal edildiği sonucuna varılan davalar olduğu gibi kişisel alanın 3 m²nin altında kalmasının maddenin ihlali olduğuna hükmedilen ve ardından diğer tutulma koşullarının yalnızca daha ağırlaştırıcı nedenler olarak incelendiği davalar da vardır (Mursic/Hırvatistan, §§ 116-118). AİHM'in diğer bir yaklaşımı ise Ananyev ve diğerleri pilot kararında (anılan kararda bkz. § 24) ortaya konan güçlü karine testine dayanmaktadır. Bu kararda anılan üç unsurdan herhangi birinin yokluğunun kendi içinde tutulma koşullarının aşağılayıcı muamele teşkil ettiği ve maddeyi ihlal ettiği konusunda güçlü bir karine oluşturduğu vurgulanmıştır. Benzer şekilde AİHM, Orchowski pilot kararında da bir mahpusun hücresinde en az 3 m² kişisel alandan yoksun bırakıldığı tüm durumların Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine dair güçlü bir belirtiye yol açtığını kabul etmiştir (Orchowski/Polonya, § 98). Bu yaklaşımda AİHM'in ceza infaz kurumunun aşırı kalabalık olması nedeniyle maddenin ihlal edildiği iddiasına ilişkin nihai kararı, ihlale yönelik güçlü karinenin tutulma koşullarının diğer kümülatif etkileri tarafından çürütülüp çürütülmediğinin değerlendirilmesine dayanmaktadır (Idalov/Rusya [BD], B. No: 5826/03, 22/5/2012, § 101). AİHM Mursic kararıyla 3 m²nin altında kalan kişisel alanın tahsisi konusundaki bu farklı yaklaşımları uyumlu hâle getireceğini ve Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki yerleşik içtihadının genel ilkelerine göre hareket edeceğini açıklamıştır. Bu bağlamda herhangi bir kötü muamelenin madde kapsamına girmesi için asgari ağırlık seviyesinin değerlendirilmesinin -doğası gereği- göreceli olduğunu yinelemiş, bu asgari miktarın değerlendirilmesinin muamelenin süresine, fiziksel ve zihinsel etkilerine, bazı durumlarda mağdurun cinsiyetine, yaşına, sağlık durumuna ve davanın tüm koşullarına bağlı olacağını belirtmiştir. Dolayısıyla maddenin ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme, bir mahpusa tahsis edilen metrekarenin sayısal hesaplamasına indirgenemeyecektir (Mursic/Hırvatistan, §§ 122, 123). Bununla birlikte AİHM, tutulma koşullarının genel değerlendirmesinde alan faktörüne verilen önemi gözönünde bulundurarak çok kişilik koğuşlarda kişisel alanın 3 m²nin altına düştüğü hâllerde maddenin ihlal edildiğine dair güçlü bir karinenin ortaya çıktığı kanaatindedir (Mursic/Hırvatistan, § 124). Bu aşamada AİHM, tutma koşullarına ilişkin davalardaki yerleşik ispat standardına göre değerlendirme yapacağını, başvurucuların tutulma koşullarına ilişkin iddialarını kanıtlamak için delil toplamada yaşadıkları nesnel zorlukların özellikle farkında olduğunu ifade etmektedir. Yine de bu tür davalarda başvurucular, şikâyet ettikleri olguların ayrıntılı ve tutarlı bir açıklamasını sunmalıdır. Bazı durumlarda başvurucular, şikâyetlerini desteklemek için en azından bazı kanıtlar sunabilmektedir. Aşağılayıcı olduğu iddia edilen tutma koşullarının güvenilir ve makul şekilde ayrıntılı bir açıklaması yapıldıktan sonra ispat yükü hükûmete geçer. Çok kişilik koğuşlarda 3 m²den daha az kişisel alan olduğu kesin olarak tespit edildiğinde kişisel alanın azlığını yeterince telafi edebilecek faktörlerin bulunduğunu ikna edici bir şekilde göstermek hükûmete kalmıştır (Mursic/Hırvatistan, §§ 126-128).iii. Kişisel Alanın Azlığını Telafi Edebilecek Faktörler AİHM, 3 m²nin altındaki bariz veya uzun süreli kişisel alan eksikliğinde güçlü karinenin çürütülmesinin zor olacağı, hatta çürütülemeyeceği görüşünün baskın hâle geldiği kanaatindedir. Asgari kişisel alanda normalde yalnızca kısa, ara sıra ve küçük çaplı azalmaların maddenin ihlaline ilişkin güçlü karineyi çürütecek nitelikte olacağını kaydetmektedir. Bunun yanında AİHM; tutulma süresinin uzunluğu, bir mahpusun yetersiz tutulma koşulları nedeniyle maruz kaldığı acı veya aşağılanmanın ağırlığının değerlendirilmesinde ilgili bir faktör olsa da bu sürenin göreceli kısalığının-başka unsurlar onu bu hükmün kapsamına sokmak için yeterliyse- tek başına şikâyet edilen muameleyi otomatik olarak maddenin kapsamından çıkarmayacağını da vurgulamaktadır (Mursic/Hırvatistan, §§ 125, 130-131). AİHM'e göre çok kişilik koğuşlarda 3 m²den daha az bir alanın tahsis edilmesinden kaynaklanan madde ihlaline ilişkin güçlü karine yalnızca üç faktörün kümülatif olarak karşılandığı durumlarda çürütülebilecektir. Bu faktörler kişisel alandaki azalmaların kısa süreli, ara sıra ve küçük çaplı olması, hücre dışında yeterli hareket özgürlüğü ve yeterli hücre dışı faaliyetler, ceza infaz kurumunun genel uygunluğu yani tutulmanın genel koşullarına ilişkin başka bir ağırlaştırıcı durumun ortaya çıkmadığı bir yerde hapsedilmenin eşlik etmesidir (Mursic/Hırvatistan, §§ 132-138).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39068
Başvuru, sağlık hizmetlerine erişim imkânından yararlanamama ve ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, trafik kazası sonucu çocuklarının vefat etmesi üzerine 6/2/2004 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Çarşamba Asliye Hukuk Mahkemesi 3/6/2014 tarihli kararı ile maddi tazminat talebinin kabulüne, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar başvurucuya 19/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Temyiz talebinde bulunulmaması üzerine anılan karar 9/10/2014 tarihinde kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16538
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 4/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlali dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun bu kısmının kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı şüpheliler hakkında muhtelif suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu, 12/1/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. Dava, fiilî ve hukuki irtibat nedeniyle aynı Mahkemenin E.2010/34 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Mahkemece 3/8/2012 tarihinde başvurucunun tahliyesine ve başvurucu hakkında yurt dışına çıkış yasağı konulmasına karar verilmiştir. Davanın görüldüğü İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kapatılması üzerine dosya, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Dosya kapsamında birleştirilmiş dört dava ve yargılanan çok sayıda sanık bulunmaktadır. Başvurucu 4/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi 2/10/2015 tarihli ve E.2014/155, K.2015/359 sayılı kararıyla tüm sanıkların beraatına karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki hüküm temyiz edilmeden 19/11/2015 tarihinde kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8627
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvurucu, kanunda öngörülen azami süreyi aşacak şekilde ve somut olgular gösterilmeden tutukluluğun devamına karar verildiğini ileri sürerek Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 2/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 15/4/2014 tarihinde başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 29/5/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, 16/4/2013 tarihinde daha önceki görüşlerine atıfta bulunarak başvuruya ilişkin ayrıca görüş sunmaya gerek görülmediğini bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kasten öldürmeye azmettirme kapsamında 16/9/2008 tarihinde gözaltına alınmış ve Kartal Sulh Ceza Mahkemesinin 20/9/2008 tarih ve 2008/278 sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Kartal Cumhuriyet Başsavcılığının 26/12/2008 tarih ve 2008/677 sayılı iddianamesiyle başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında kasten öldürme ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçlarından açılan dava Kartal Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2009/1 sayılı dosyasında yürütülmüştür. Kartal Ağır Ceza Mahkemesi 7/1/2010 tarihinde E.2009/424 sayılı dosyanın Mahkemenin E.2009/1 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine ve yargılamanın E.2009/1 dosyası üzerine yürütülmesine karar vermiştir. Kartal Ağır Ceza Mahkemesince 25/3/2010 tarih ve E.2009/1, K.2010/75 sayılı kararla başvurucunun kasten öldürme suçlarından toplam 38 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 19/4/2011 tarihli ilamla “katılma talebinde bulunulduğu halde, bu konuda olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrasında Kartal Ağır Ceza Mahkemesinin 23/11/2011 tarih ve E.2011/228, K.2011/396 sayılı kararıyla, başvurucunun kasten öldürme suçlarından toplam 38 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmen tutukluluğa karar verilmiştir. Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Ceza Dairesi 2/4/2013 tarihli ilamla “Kartal Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/77 Esas sayılı dosyası ile iş bu dosya arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğundan her iki dosyanın birleştirilip sonucuna göre delillerin birlikte takdir edilerek sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi” gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Yeniden yapılan yargılamada İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi (Kartal Ağır Ceza Mahkemesi) 21/5/2013 tarih, E.2013/180, K. 2013/270 ve 13/5/2013 tarih, E.2013/173, K.2013/245 sayılı birleştirme kararlarıyla, davanın İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/77 dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince de 23/5/2013 tarih, E.2012/77 ve K.2013/95 sayılı kararla yargılamanın İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/173 sayılı dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmesi üzerine görevli mahkemenin belirlenmesi için dosya Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 8/7/2013 tarihinde “..İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/173 Esas, 2013/245 Karar sayılı birleştirme kararının KALDIRILMASINA, davanın İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi dosyası üzerinden yürütülmesine” karar vermiştir. Başvurucunun, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarihli tutukluluk halinin devamı kararına yapmış olduğu itiraz İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 24/10/2013 tarih, 2013/1969 iş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 11/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 9/4/2014 tarihinde mahkeme heyetinin reddi nedeniyle başvurucu hakkındaki dosyanın ayrılmasına karar vermiş, diğer sanıklar hakkındaki hükmünü açıklamıştır. Başvurucu hakkındaki dava İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/188 dosyasında devam etmektedir. Başvurucu 2/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddesi. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Madde 100 – (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir;  (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir. Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8694
Başvurucu, kanunda öngörülen azami süreyi aşacak şekilde ve somut olgular gösterilmeden tutukluluğun devamına karar verildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
1
Başvuru; terör örgütü üyeliği suçuyla ilgili olarak yapılan yargısal yorumların öngörülebilir olmaması ve mahkûmiyete esas olarak suç oluşturmayan bazı eylemlere de dayanılması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, ByLock isimli programın verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi, mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak bu verilere dayanılması, bilirkişi incelemesi yaptırılmaması ve dijital verilerin mahkeme huzuruna getirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2018/31172 numaralı bireysel başvuru dosyasının kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2018/8903 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/8903 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının Faaliyetleri ve Özellikleri Türkiye'de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960'lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dinî bir grup olarak nitelenen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde "Cemaat", "Gülen Cemaati", "Fetullah Gülen Cemaati", "Hizmet Hareketi", "Gönüllüler Hareketi" ve "Camia" gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22). Anılan yapılanma süreç içinde özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş; bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır,B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75). Buna karşılık hareket tarzı ve icraatları öteden beri toplumda tartışma konusu olan bu yapılanmanın örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak özellikle 2013 yılı sonrasında pek çok soruşturma ve kovuşturma yürütülmüştür. Bu kapsamda bu yapılanmaya mensup kişilerin -yapılanmanın amaçları doğrultusunda- suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin soruları önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemlerde bulundukları belirlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma belgelerinde, yapılanma "Fetullahçı Terör Örgütü" (FETÖ) ve/veya "Paralel Devlet Yapılanması" (PDY) olarak isimlendirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 22, 27). Çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulandığı bu soruşturma ve kovuşturmaların genelinde FETÖ/PDY'nin bir terör yapılanması olduğuna değinilmiş ve haklarında dava açılan kişilerin bir kısmının -diğer suçların yanı sıra- silahlı terör örgütü kurma, yönetme veya üyesi olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 28). Darbe teşebbüsü öncesinde, adli makamlar tarafından FETÖ/PDY mensubu oldukları ve bu örgütün faaliyetleri doğrultusunda çeşitli suçlar işledikleri değerlendirilen kişiler hakkında başlatılan soruşturmalar kapsamında;i. Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19/1/2007 tarihinde İstanbul’da silahlı bir saldırı sonucu öldürülmesi olayına ilişkin olarak FETÖ/PDY mensubu olduğu ileri sürülen bazı emniyet görevlilerinin cinayetin işleneceğini bilmelerine rağmen yapılanmanın amaçları doğrultusunda cinayeti önlemedikleri iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde E.2015/337 sayılı kamu davası açılmıştır (AYM, E.2016/6 ( İşler), K.2016/12, 4/8/2016, § 16/c).ii. FETÖ/PDY mensubu olduğu ileri sürülen bazı kamu görevlileri hakkında Başbakan’ın evini ve çalışma odalarını teknik cihazlarla dinleyerek siyasi ve askerî casusluk yaptıkları iddiasıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde E.2014/412 sayılı kamu davası açılmıştır (AYM, E.2016/6 ( İşler), K.2016/12, 4/8/2016, § 16/d).iii. FETÖ/PDY mensubu olduğu ileri sürülen bazı kamu görevlileri hakkında yapılanmanın faaliyeti kapsamında işlendiği ileri sürülen suçların tespit edilmesini engellemek için delilleri yok ettikleri (Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığının bir projesinin kullanıcı bilgilerini sildikleri) iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 2014/74480 sayılı soruşturma başlatılmıştır (AYM, E.2016/6 ( İşler), K.2016/12, 4/8/2016, § 16/e).iv. FETÖ/PDY mensubu olduğu ileri sürülen bazı kamu görevlileri hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Anayasa Mahkemesi Başkanı, Başbakan Yardımcıları, Bakanlar ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı’nın da aralarında olduğu üst düzey devlet yetkililerine verilen ve Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu tarafından üretilen kriptolu telefonları casusluk amacıyla dinledikleri iddiasıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde E.2015/202 sayılı kamu davası açılmıştır (AYM, E.2016/6 ( İşler), K.2016/12, 4/8/2016, § 16/f).v. Dışişleri Bakanlığında 13/3/2014 tarihinde yapılan ve Dışişleri Bakanı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay İkinci Başkanı’nın katıldığı gizli bir toplantının siyasi ve askerî casusluk maksadıyla dinlenildiği ve bu ses kayıtlarının internet üzerinden yayımlandığı iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 2014/47602 sayılı soruşturma başlatılmıştır. Bu eylemin FETÖ/PDY mensubu kişilerce gerçekleştirildiği iddiası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 6/6/2016 tarihli ve E.2016/24769 sayılı iddianamesinde dile getirilmiştir (AYM, E.2016/6 ( İşler), K.2016/12, 4/8/2016, § 16/g).vi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/41637 sayılı soruşturması sonucunda FETÖ/PDY mensubu olduğu ileri sürülen kamu görevlileri hakkında kamuoyunda Kudüs Selam Tevhit Örgütü soruşturması olarak bilinen soruşturmanın bu yapılanmanın amaçları doğrultusunda yapıldığı, anılan soruşturmada birçok üst düzey kamu yöneticisi, gazeteci ve bilim insanının da aralarında olduğu çok sayıda kişinin telefonlarının usulsüz olarak dinlendiği iddiasıyla kamu davası açılmıştır (AYM, E.2016/6 ( İşler), K.2016/12, 4/8/2016, § 16/i).vii. FETÖ/PDY mensubu olduğu ileri sürülen kamu görevlileri hakkında siyasetçilerin ve üst düzey kamu görevlilerinin telefonlarını dinleyerek gizli nitelikteki siyasi ve askerî bilgilere ulaştıkları iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 2016/80080 sayılı soruşturma başlatılmıştır (AYM, E.2016/6 ( İşler), K.2016/12, 4/8/2016, § 16/j).viii. FETÖ/PDY mensubu olduğu ileri sürülen kamu görevlileri hakkında İnsani Yardım Vakfının (İHH) Kilis'teki bürosunun 15/1/2014 tarihinde casusluk amacıyla arandığı iddiasıyla Van Cumhuriyet Başsavcılığınca 2015/4111 sayılı soruşturma başlatılmıştır (AYM, E.2016/6 ( İşler), K.2016/12, 4/8/2016, § 16/k).ix. FETÖ/PDY'ye mensup olduğu ileri sürülen kişilerin kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarında, sınav sorularını yapılanmanın mensuplarına önceden verdikleri iddiaları çok sayıda soruşturmaya konu olmuştur (AYM, E.2016/6 ( İşler), K.2016/12, 4/8/2016, § 16/l). Diğer taraftan Şemdinli, Ergenekon, Balyoz, Askerî Casusluk, Devrimci Karargâh, Oda TV ve Şike davaları gibi kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan birçok davanın -FETÖ/PDY'nin amaçları doğrultusunda- başta Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) olmak üzere farklı kamu kurum ve kuruluşlarındaki örgüt mensubu olmayan kamu görevlilerini tasfiye etmek ve farklı sivil çevrelerde örgütün çıkarlarına aykırı davrandığı düşünülen kişileri etkisizleştirmek amacıyla kullanıldığı ileri sürülmüştür (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 29). Bu davaların bir kısmındaki usulsüzlük iddiaları Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarına da konu olmuştur (ilgili kararların bir kısmı için bkz. Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014; Yavuz Pehlivan ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2312, 4/6/2015; Yankı Bağcıoğlu ve diğerleri [GK], B. No: 2014/253, 9/1/2015). Yine FETÖ/PDY ile bağlantılı oldukları belirtilen savcı ve hâkimler ile kolluk görevlileri tarafından bazı siyasiler ve bunların yakınları ile kamuoyunun tanıdığı bir kısım iş adamı hakkında yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla soruşturma başlatılmış ve 2013 yılının sonunda gerçekleştirilen operasyonlarda bu kişilerle ilgili bazı koruma tedbirlerinin uygulanmasına çalışılmıştır. Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen bu operasyonlar, kamu makamları ile soruşturma mercileri ve yargı organları tarafından FETÖ/PDY'nin Hükûmeti devirmeye yönelik örgütsel bir faaliyeti olarak değerlendirilmiş; sonrasında bu operasyonlarda görev alan yargı mensupları ve kolluk görevlileri hakkında idari/adli tedbir ve yaptırımlara başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 30; Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, § 76). Anayasa Mahkemesi de bu soruşturma süreçlerinde görev alan bazı emniyet görevlileri ve onların tahliyesine karar veren yargı mensupları hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukuki olduğuna dair çok sayıda karar vermiştir (ilgili kararların bir kısmı için bkz. Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 74-87; Mehmet Fatih Yiğit ve diğerleri, B. No: 2014/16838, 9/9/2015, §§ 62-75; Abdulkerim Anaçoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15469, 17/7/2018, 46-66; Mustafa Başer ve Metin Özçelik, B. No: 2015/7908, 20/1/2016, §§ 134-161). Ayrıca 1/1/2014 tarihinde Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde, 19/1/2014 tarihinde ise Adana'nın Ceyhan ilçesi Sirkeli otoyol gişelerinde MİT'e ait yüklerin bulunduğu tırlar FETÖ/PDY ile bağlantılı oldukları belirtilen savcılar tarafından verilen talimatlar doğrultusunda, bu yapılanmaya mensup oldukları ifade edilen kolluk görevlileri tarafından durdurulmuş ve tırların bir kısmında arama faaliyeti gerçekleştirilmiştir (anılan olaylar hakkında ayrıntılı bilgiler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 12-50). MİT tırlarının durdurulması ve aranması eylemleri de kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları tarafından FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu belirtilen yargı mensupları ve kolluk görevlilerinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin terör örgütlerine yardım ettiği şeklinde bir kamuoyu oluşturarak Hükûmet üyelerinin yargılanmasını sağlamak amacıyla gerçekleştirdikleri örgütsel bir faaliyet olarak değerlendirilmiş, sonrasında bu operasyonlarda görev alan yargı mensupları ve kolluk görevlileri hakkında idari/adli tedbir ve yaptırımlara başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi de bu soruşturma süreçlerinde görev alan bazı yargı mensupları ile kolluk görevlileri hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukuki olduğuna dair kararlar vermiştir (ilgili kararların bir kısmı için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 198-244; Gökhan Bakışkan ve diğerleri, B. No: 2015/7782, 9/1/2019, §§ 43-60). Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, darbe teşebbüsünden önce düzenlediği 6/6/2016 tarihli iddianameyle Fetullah Gülen'in de aralarında olduğu 73 örgüt yöneticisi hakkında silahlı terör örgütü kurdukları ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs ettikleri iddiasıyla birçok suçtan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açmıştır. Anılan iddianamede; FETÖ/PDY'nin özellikle TSK ve emniyet teşkilatı içinde kadrolaştığı, subay ve astsubay olacak mensuplarını özel olarak yetiştirdiği, askerî yargıda egemen bir güç hâline geldiği ve bu nedenle yapıya yönelik soruşturmalardan netice alınamadığı belirtilmiştir. İddianamede ifade edildiği şekliyle TSK içindeki bu yapılanma, ordu disiplinini bozacak ve ülke savunmasında zafiyet oluşturacak bir yoğunluğa ulaşmıştır. Cumhuriyet savcısı; FETÖ/PDY'nin kuvvet komutanlıkları, jandarma ve emniyet teşkilatları içindeki sayıları on binleri bulan mensuplarından oluşan ve devletten ayrı hiyerarşiye bağlı bu silahlı yapılanmanın Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihi boyunca gördüğü en büyük, en tehlikeli ve en organize terör örgütlenmesi olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur. Buna göre anayasal düzeni değiştirecek veya ortadan kaldıracak silahlı güce ulaşan ve bir askerî darbe yapabilecek tek organize güç olan FETÖ/PDY'nin TSK içindeki etkinliği dikkate alındığında darbe teşebbüsünde bulunma tehlikesi açık ve yakındır. İddianamede; son olarak bu tehlikenin gerçekleşmesi hâlinde bunun devlet için gerçek bir yıkım olacağı, ülkenin bir iç savaşa sürüklenebileceği, milyonlarca insanın ölüp milyonlarca mültecinin ortaya çıkabileceği, devletin yeniden ayağa kaldırılmasının mümkün olmayabileceği öngörüsünde bulunularak FETÖ/PDY'nin tasfiyesinin devlet için artık varlık-yokluk meselesi hâline geldiğine değinilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 31). FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak ülke genelinde açılan çok sayıda davadan biri, Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 16/6/2016 tarihinde karara bağlanmıştır (E.2016/74). Anılan kararda FETÖ/PDY'nin özellikle yargı ve emniyet birimleri ile TSK'da örgütlendiği, devletin hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir yapılanmaya gittiği belirtilmiş; bu itibarla yapılanmanın silahlı bir terör örgütü olduğu kabul edilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 32). Anılan mahkûmiyet hükmü temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Ceza Dairesi tarafından bozulmuş olmakla birlikte Daire 18/7/2017 tarihli ve E.2016/7162, K.2017/4786 sayılı bozma kararında FETÖ/PDY ile ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmelerde bulunmuştur:"... Örgütün niteliklerinin mahkemece belirlenmesi bir tespit kararıdır. Önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de, örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri açısından, kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından işledikleri fiile göre sorumlu olacaklardır. Bu mensuplardan bir kısmı, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmemesi (hata hükümleri) durumunda, 'kusursuz ceza olmaz' ilkesi doğrultusundauygulama yapılacağında bir tereddüt yoktur. ...FETÖ/PDY küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzerine kurulan bir maşa olarak; Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türkiye Devletini ve varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkmak ve daha sonra ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt kuruluşundan 15 Temmuz sürecine kadar örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından belirlenen ideolojisi doğrultusunda amaçlarını gerçekleştirmek üzere eylem ve fikir birliği içinde hareket etmiştir. Gerçekleştirdiği eylemlerde kullandığı yöntem, bir kısım örgüt üyelerinin silah kullanma yetkisine haiz resmi kurumlarda görevli olmaları ve bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkanlarının varlığı, örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi halinde silah kullanmaktan çekilmeyeceklerinin anlaşılması karşısında; tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK'nın 314/1-2 maddesi kapsamında silahlı bir terör örgütü olduğu anlaşılmıştır. Sanıklar ve müdafileri tarafından, suç tarihinde bu yapının bir terör örgütü olduğuna dair mahkemelerce bir karar verilmemiş olduğundan, terör örgütü olarak kabulüne olanak bulunmadığı savunulmuş ise de, bir oluşumun suç örgütü olarak faaliyette bulunması her zaman mümkün olup, suç örgütü kabulü için mahkemenin bu yönde bir tespit yapması zorunlu değildir. Aksine kabul örgüt kararı kesinleşinceye kadar gerçekleşen zaman diliminde örgütsel suçların oluşmayacağı anlamına gelir ki bu durum suç ve yaptırım teorisine aykırıdır. Zira, bir kasten öldürme, hırsızlık, cinsel saldırı suçlarında, ceza usul hukuku açısından, fiilin ve failin tespiti yapılacak yargılama sonucunda verilen kararın kesinleşmesi ile hukuki açıdan varlık kazanacaktır. Eylemin gerçekleştiği tarih şüphe yok ki maddi olayın olduğu tarih olup, kararın kesinleşme tarihi olmadığı tartışmadan uzak olduğu gibi, kişilere örgütten yaptırım uygulanması da örgüt kararının verilmesine bağlı değildir. Mahkeme kararıyla örgüt kararı verilmemiş olması, örgüte bir şekilde katılan, örgüt adına suç işleyen veya örgüte yardım eden kişilerin kusursuz olmaları bir başka deyimle yardım ettikleri veya adına suç işledikleri yapının örgüt olduğunu bilmemeleri halinde 'hata hükümleri çerçevesinde' sorumsuzluk halini sağlayacaktır. Bu nedenle suç tarihi itibariyle bir örgüt kararının verilmemiş olması, açıklanan ilkeler doğrultusunda, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanıkları, yasal yönden sorumlu tutulmalarına engel teşkil etmeyecektir...." Öte yandan FETÖ/PDY'nin millî güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit devletin güvenlik birimlerinin karar, açıklama ve uygulamalarına da konu olmuştur. Bu bağlamda anılan yapılanmanın ülke güvenliği için tehdit olduğuna dair değerlendirmeler Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarında da ifade edilmiştir. MGK, söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla "halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma", "devlet içindeki illegal yapılanma", "kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma", "paralel devlet yapılanması", "terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması" ve "bir terör örgütü" olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararları basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "Legal Görünümlü İllegal Yapılar" başlığı altında "Paralel Devlet Yapılanması" adıyla yer almış; Jandarma Genel Komutanlığı ise 8/1/2016 tarihinde FETÖ/PDY'yi mevcut terör örgütleri listesine dâhil etmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 33). Diğer yandan başta yargı mensupları ve polisler olmak üzere çok sayıda kamu görevlisiyle ilgili olarak FETÖ/PDY ile bağlantıları dolayısıyla disiplin soruşturmaları yürütülmüş, birçok kamu görevlisi hakkında kamu görevinden çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin yaptırımları veya idari tedbirler uygulanmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik birtakım idari tedbirlere başvurulmuştur (ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 34, 35). Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY'nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Yargı organları kararlarında ayrıca FETÖ/PDY'nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğunu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğunu ortaya koymuştur (FETÖ/PDY'nin genel özellikleri için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; yargı organlarındaki örgütlenme biçimi için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 11). Örgütlenme şekli olarak gizliliği esas alan FETÖ/PDY'nin üyelerine telkin ettiği yöntemler, istihbarata karşı koyma olarak nitelendirilebilecek düzeyde güvenlik önlemleridir. Bu bağlamda FETÖ/PDY'nin kurucusu ve lideri olan Fetullah Gülen'in örgüt mensuplarına "Hizmet bir namaz ise tedbir onun abdestidir. Tedbirsiz hizmet abdestsiz namaz gibidir." şeklinde talimat verdiği ifade edilmiştir. Gizliliği sağlamak üzere örgüt tarafından başvurulan yöntemler arasında -diğer pek çok terör örgütünde olduğu üzere- kod adı kullanmak da yer almaktadır. Soruşturma ve kovuşturma makamlarının tespitlerine göre FETÖ/PDY'nin deşifre olmamak için bir tedbir olarak iletişimde başvurduğu temel yöntem yüz yüze görüşmedir, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise kripto programlar üzerinden iletişimdir. Örgüt liderinin "Telefonla görüşme yapanlar hizmete ihanet etmiş olur." şeklindeki talimatı nedeniyle telefonla olağan usulde örgütsel görüşme yapılması yasaktır (bu konuda detaylı bilgi için bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin -ilk derece- 28/3/2019 tarihli ve E.2018/12, K.2019/45 sayılı kararı). Bu nedenle örgütsel iletişimde kullanılmak üzere güçlü kriptolu programlar geliştirilmiştir (Ferhat Kara [GK], B. No: 2018/15231, 4/6/2020, § 22).B. ByLock Programına İlişkin Açıklamalar FETÖ/PDY'nin örgütsel haberleşme için oluşturduğu ve örgüt mensuplarınca kullanılan iletişim yöntemlerinden birinin ByLock uygulaması olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir (Ferhat Kara, § 23). ByLock programıyla ilgili kavramsal açıklamalara, programın tespiti, adli makamlara ulaştırılması ve adli sürece, yüklenmesine ve iletişimde kullanılmasına, genel ve örgütsel özelliklerine, yaygın uygulamalardan ayrılan yönlerine, ByLock verilerinin niteliği, anlamlandırılması ve kişilerle eşleştirilmesine ilişkin arka plan bilgisinin detaylarına Ferhat Kara kararında yer verilmiştir (Ferhat Kara, §§ 23-67). Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu 1980 doğumlu olup inceleme tarihi itibarıyla Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak tutulmaktadır. Başvurucu, bireysel başvuruya konu olayın geçtiği tarihte (Şırnak) Güçlükonak İlçe Emniyet Amirliğinde emniyet amiri olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, terör örgütleriyle veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK'ca karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla irtibatı olduğu gerekçesiyle 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname(670 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Kimliği belirsiz bir kişi tarafından 30/6/2016 tarihinde polis ihbar hattına e-posta yoluyla ihbarda bulunulmuştur. Bu ihbarın içeriğinde; Güçlükonak Polis Merkezi Amirliğindeki bazı kolluk görevlilerinin FETÖ/PDY içinde yer aldıkları belirtilerek örgüt adına yaptıkları iddia edilen bazı faaliyetlerine dair açıklamalar yapılmıştır. Bunun üzerine aralarında başvurucunun da bulunduğu bazı kolluk görevlileri hakkında Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır. Darbe teşebbüsünden sonra -teşebbüsün arkasındaki yapılanma/terör örgütü olduğu değerlendirilen FETÖ/PDY'nin örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak ülke genelinde başlatılan soruşturmalar kapsamında- FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilerek görevden uzaklaştırılan kolluk görevlilerine yönelik olarak başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı kişiler hakkında Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca Anayasa'yı ihlal suçundan soruşturma başlatılmıştır. Cizre Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/7/2016 tarihli kararı ile tutuklanan başvurucu hakkındaki her iki soruşturma dosyası hukuki irtibat nedeniyle birleştirilmiştir. Soruşturma sırasında elde edilen delillere göre başvurucu hakkında ByLock kaydına rastlanmıştır. Başvurucu hakkındaki soruşturma dosyası görevsizlik kararı verilerek Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir. Başsavcılık tarafından tamamlanan soruşturma sonunda hazırlanan 18/5/2017 tarihli iddianamede, Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (EGM-KOM) Daire Başkanlığınca Başsavcılığa sunulan 3/2/2017 tarihli ve ''Yeni ByLock CBS Sorgu Sonucu'' başlıklı iki ayrı rapora göre başvurucunun kendi adına kayıtlı iki GSM hattının biri üzerinden tek IMEI numaralı cihazla ilk defa 11/8/2014, diğeri üzerinden de IMEI numaraları farklı iki cihazla ilk defa 13/8/2014 tarihinde olmak üzere ByLock iletişim programını kullandığı iddia edilmiştir. Başsavcılık; ByLock kaydı, hakkındaki ihbarın mahiyeti ve kamu görevinden çıkarılmış olması nedeniyle başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğundan bahisle silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği kanaatine vararak Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. KOM Daire Başkanlığınca ByLock verileri üzerinde yapılan çalışma sonucunda, başvurucuyla ve kendi adına kayıtlı iki GSM hattıyla eşleştirilen "1658" ve "13039" user-ID numaralarına ilişkin olarak 11/7/2017 tarihli iki ayrı ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı düzenlenmiş; bu tutanaklar iki görevli tarafından imzalanmış ve ilk celseden önce Mahkemeye sunulmuştur. Söz konusu ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanaklarında, başvurucu adına kayıtlı GSM hatlarından biri kullanılarak ByLock sunucusuna yapılan bağlantı sonucunda oluşturulan 1658 user-ID numarası ve buna bağlı diğer verilere ilişkin tutanakta yer alan tespitler aşağıdaki şekildedir:i. User-ID numarası "1658", kullanıcı adı "23626", şifre "0108_Sibel", adı "Adn", mesaj "telegramx Atalay06", son çevrim içi tarihi "2015, saat: 54", tespit edilebilen ilk log tarihi "08/11/2014" şeklindedir.ii. "1658 ID'ye Bağlı İstatistik" başlığı altında "veri" ve "log" olarak kategorize edilen tespitlere göre yazışma ve e-posta durumunun aktif olduğu, gönderilen e-posta sayısının 333 log, toplam e-posta sayısının 1 veri, gelen arama sayısının 27 veri, silinen dosya sayısının 3 log, giriş sayısının 200 log, alınan e-posta sayısının 1 veri ve 306 log, giden arama sayısının 6 veri ve 1 log, eklenen arkadaş sayısının 3 log, alınan mesaj sayısının 573 log, okunan e-posta sayısının 381 log, toplam e-posta sayısının 1 veri, alınan dosya sayısının 8 log, silinen arkadaş sayısının 1 log, gönderilen mesaj sayısının 991 log, silinen e-posta sayısının 123 log ve gönderilen dosya sayısının da 2 log olduğu görülmektedir. iii. "1658 ID'yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)" başlığı altında 57 veri bulunduğu, gerçek kullanıcıları tespit edilen ve bu ID'yi listesine ekleyenlerden bir kısmının da başvurucu gibi emniyet görevlisi olduğunun belirtildiği, söz konusu user-ID'ye bir kısım kullanıcı tarafından "Adnan Sen", "adnan abi", "Adnan", "adn", "adnan şen", "şen adn", "as" ve "Kont" şeklinde adlar verildiği gözlemlenmektedir. iv. "1658 ID'nin Eklediklerine Verdiği İsimler (Roster)" başlığı altında 57 veri bulunduğu, bu bölümde de user-ID numarası kendileriyle eşleştirilen kişilere ait user-ID, ad-soyadı, T. kimlik numarası ve meslek bilgileri ile henüz kime ait olduğu belirlenemeyen user-ID numaralarına yer verildiği, bu kişilerin bir kısmına başvurucu tarafından isimler verilerek kişi listesine eklendiğinin belirtildiği görülmektedir. v. "1658 ID'nin Katıldığı Gruplar ve Grupların Kişi Listesi" başlığı altında toplam üç grup bulunduğu, bu üç grupta da gruplara dâhil olan user-ID numaralarına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine, "1658 ID'ye Bağlı Kişi Listesi" başlığı altında 53 adet user-ID numarasına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine, "1658 ID'ye Bağlı Mail Listesi" başlığı altında 40 adet user-ID numarasına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine yer verildiği anlaşılmaktadır. vi. "1658 ID'ye Bağlı Yazışmalar" başlığı altında "Toplam Kişi: 0" açıklamasına, "1658 ID'ye Bağlı Mailler" başlığı altında da başka bir kullanıcı tarafından bu user-ID numaralı kullanıcıya 19/5/2015 tarihinde saat 14 itibarıyla gönderilen ancak şifresinin çözümlenememesi nedeniyle içeriği tespit edilemediği belirtilen 1 adet e-posta olduğu bilgisine yer verildiği ifade edilmektedir. vii. "1658 ID'nin Arama Kayıtları" başlığı altında, söz konusu program kullanılarak farklı ByLock kullanıcılarıyla yapılan 33 arama kaydına dair tespitlere; "1658 ID'ye Bağlı IP Log Tablosu" başlığı altında, Android işletim sistemli cihaz kullanılarak 8/11/2014 ile 13/7/2015 tarihleri arasında ByLock iletişim sistemine yapılan 200 adet "login" işlemine; "1658 ID'ye Bağlı Tüm Log Tablosu" başlığı altında da 8/11/2014 ila 13/7/2016 tarihlerinde ByLock iletişim sistemine yapılan toplam 827 adet "login" işlemine yer verildiği anlaşılmaktadır. Başvurucu hakkındaki yargılama tek celsede tamamlanmıştır. Başvurucu savunmasında suçlamayı kabul etmediğini, ByLock kaydı bulunan iki GSM hattını da kendisinin kullandığını, ByLock programını herkesin indirip kullanabileceğini ancak kendisinin bu programı indirmediğini ve kullanmadığını, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'ndaki tespitlerin istihbari nitelikte olduğunu ve delil olarak kabul edilemeyeceğini, ByLock tespitinin nasıl yapıldığının araştırılması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca 1/8/2013 doğumlu Sibel isminde bir kızı olduğunu ancak ona kendi aralarında "Nilgün" diye hitap ettiklerini, eşinin adının da "Serpil" olduğunu, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nda 1658 ID numarasını arkadaş listesine eklediği tespit edilen kişilerin çoğunu daha önce birlikte çalışmış olmaları nedeniyle tanıdığını, telefon rehberinde de bu kişilerin kayıtlı olduklarını, kendisi hakkında istihbari veri toplanarak önceden tanıdığı bu kişilerin tespit edildiğini ve ByLock verilerine eklemeler yapılarak söz konusu ID'nin arkadaş listesinde varmış gibi gösterildiğini, ByLock tespitine dair tutanakların imzasız ve basit bir çıktı niteliğinde olduğunu, hukuki değerinin bulunmadığını, tutanaklardaki verilerin kendi arasında çelişkiler içerdiğinibeyan etmiştir. Başvurucu müdafii ise başvurucu ile benzer nitelikte yaptığı savunmalarına ek olarak ByLock programının münhasıran FETÖ/PDY'nin kullanımına sunulmuş bir program olmadığını ve yalnızca bu programın kullanılması sebebiyle kişiye örgüt üyeliği suçu isnat edilmesinin suçta ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, Mahkemenin 15/8/2017 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkûmiyet gerekçesinde, başlangıçta terör kavramının hukukumuzdaki yeri açıklanmış; sonrasında hem FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amaçları ve yapılanmasıyla ilgili olarak hem de ByLock iletişim programına, bu programa dair verilerin hukuka uygun delil olduğuna, programın örgütün kullanımına sunulan ve örgütsel amaçlarla kullanılan bir program olduğuna dair açıklamalara yer verilmiştir. Mahkûmiyete gerekçe olarak başvurucu hakkında 0507 ... 28 numaralı GSM hattına dair gönderilen ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nda yer alan veriler değerlendirilmiştir. Buna göre söz konusu user-ID numarasına bağlanan IP numarasının tanımlandığı GSM hattının başvurucu tarafından kullanıldığı, ByLock şifresinin başvurucunun kızının adından ve yine kızının doğum tarihinin gününü ve ayını ifade eden rakamlardan oluştuğu, roster kayıtlarında diğer ByLock kullanıcılarının başvurucuya ait olduğu belirtilen "1658" user-ID numarasını çoğunlukla başvurucunun gerçek adıyla veya bu ada benzer rumuzlarla kaydettikleri, roster kayıtlarındaki kişilerin çoğu ile başvurucunun meslektaş olması ve başvurucunun da savunmasında bu kişileri tanıdığını ikrar ettiği tespitlerine yer verilmiştir. Böylece başvurucunun FETÖ/PDY mensuplarının kullanımına sunulan ByLock iletişim programını "1658 user-ID numarası" üzerinden "23626" kullanıcı adıyla kullandığının tespit edilmiş olması hükme esas alınmıştır. Gerekçede; suçun işleniş biçiminin, kasta dayalı kusurun ağırlığının, güdülen amaç ve saikin gözönünde bulundurulduğu belirtilerek bu kriterler kapsamında başvurucunun ilçe emniyet amiri olarak görev yapmasına ve ByLock kullanımının yoğun olduğuna dair tespitlere dayalı olarak suça ilişkin temel ceza alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle belirlenmiştir. Mahkeme, başvurucu adına kayıtlı diğer GSM hattı üzerinden ByLock sunucusuna yapılan bağlantı sonucu oluşturulan "13039 user-ID numarası" ve buna bağlı verileri incelemesi sonucunda bu user-ID numarasının gerçekte başvurucu dışında bir başkası tarafından kullanıldığını değerlendirerek bu ByLock kullanıcısının kimliğinin tespit edilmesi amacıyla Başsavcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. Diğer yandan hükümle birlikte "Sanığın aldığı cezanın miktarı ve buna göre kaçma şüphesinin bulunması dikkate alınarak ve yine aynı nedenlerle hakkında adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun hükümle birlikte verilen tutukluluğunun devamına ilişkin karara yönelik itirazı, Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin 22/8/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya tebliğ edilmemiştir. Anılan hükme yönelik istinaf başvurusu Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 21/12/2017 tarihinde esastan reddedilmiştir. Başvurucu vekili 25/9/2017 tarihli olarak imzaladığı bireysel başvuru formunu Anayasa Mahkemesine gönderilmek üzere Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesine 19/3/2018 tarihinde sunmuş, bu tarihte bireysel başvuru harcını da yatırarak 2018/8903 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay, temyiz edilmesi üzerine Mahkemenin 15/8/2017 tarihli mahkûmiyet hükmüne yönelik olarak verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararını onamıştır. Başvurucu 10/10/2018 tarihinde 2018/31172 numaralı bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesi Yönündena. İlgili Mevzuat 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Suçta ve cezada kanunîlik ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz. (2) İdarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamaz.(3) Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz." 5237 sayılı Kanun'un "Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar." 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir...."b. Yargıtay Kararları Yargıtay; terör örgütüne üye olma suçundan mahkûm edilebilmesi için -eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu dikkate alındığında- kişinin terör örgütüyle organik bir bağı bulunduğunun, örgütün hiyerarşik yapısı içinde bilerek ve isteyerek hareket ettiğinin gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir (Yargıtay Ceza Dairesinin E.2012/4191, K.2013/3971, 14/3/2013; E.2013/9229, K.2013/13608, 13/11/2013 sayılı kararları). Suçun unsurları konusundaki genel ilke bu olmakla birlikte somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılmaktadır (Yargıtay Ceza Dairesinin E.2007/11916, K.2009/1340, 4/2/2009; E.2010/16588, K.2011/1626, 9/3/2011 sayılı ve Yargıtay Ceza Dairesinin E.2015/4767, K.2015/1862, 16/6/2015 sayılı kararları). Yargıtayın somut olayın özelliklerine göre FETÖ/PDY'ye ilişkin yaptığı değerlendirmeler aşağıda verilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956,K.2017/370 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“2- FETÖ/PDY Silahlı Terör ÖrgütüFETÖ/PDY silahlı terör örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı haline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; 'Altın Nesil' adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü 'gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkâr etmek' üzerine kuruludur. Talimatlar yoluyla kollektif bir şekilde mobilize olan, kamu erkinin kritik bürokratik alanları başta olmak üzere, kamusal alanı ele geçirme refleksi ile hareket eden, mülkiye, adliye, emniyet, eğitim, istihbarat ve ordu içerisinde kendi özel hiyerarşisi ile illegal şekilde kadrolaşan, devletin tüm kurumlarına yerleştirdiği örgüt mensupları ile devlet teşkilatını kendisine hizmet eder hale getiren ve adeta devlet içinde ayrı bir devlet yapısı oluşturan örgütün lideri Fethullah Gülen tarafından;'Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın!; bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin!''Adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.''Zaman henüz uygun değil. Bütün dünyayı omuzlayıp taşıyabileceğimiz zamana dek, tamam olacağınız ve koşulların uygun olacağı zamana dek beklemelisiniz! Bilhassa, haber alma hususunda her zaman hasım cephenin çok önünde olunmalıdır.''Yani siz hâkim değilsiniz başka kuvvetler var. Bu ülkede değişik kuvvetleri hesap edecek dengeli, dikkatli, tedbirli, temkinli yürümekte yarar var ki geriye adım atmayalım…''Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır. (…) bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım. (…) sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir olursunuz.''Daima tedbirli olmalıyız, daima istişare içerisinde karar alın, ana istişare organı olan Başyüceler ne karar aldıysa onu uygulayın (Kaldı ki; Başyüceler’in lideri de kendisidir) bütün güç merkezlerine ulaşmalıyız …''Bir gün bana Ankara’da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından şöyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacağı hiçbir şey kalmayacak.' şeklinde değişik yer ve zamanlarda örgüt mensuplarına verilen talimatlarda gizliliğe atfedilen önem görülmektedir.Örgüt, kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirdiği personelin aile yaşamlarına dahi müdahale ederek şahısların kiminle evleneceğine de karar vermektedir. Örgüt, kamu kurumlarında sayısı beş kişiyi geçmeyen bir örgüt abisine bağlı hücreler şeklinde yapılanmıştır. Hücreler birbirinden haberdar değildir. Bu şekilde bir hücre açığa çıksa bile diğer hücrelerin faaliyetlerine devam ederek deşifre olmaları engellenmektedir. İçlerinde katı bir askeri disiplin hakimdir. Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hakim ve önder Fethullah Gülen olup, örgüt içerisinde kainat imamı olarak görülmektedir. Diğer yöneticiler onun verdiği yetkiyle onun adına görev yaparlar. Kainat imamı inancı ve yedi katlı piramidal yapılanmaya sahip FETÖ/PDY silahlı terör örgütünde, örgüt içi hiyerarşide itaat ve teslimiyet katı bir kuraldır. Teslimiyet hem örgüte hem de liderin emrine ona atfen verilen göreve adanmışlıktır.Örgütün hiyerarşik yapılanması tabaka-kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkün ise de, dördüncü kattan sonrasındaki geçişleri önder belirlemektedir. Katlar şu şekildedir:a) Birinci Kat (Halk Tabakası): Örgüte iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili vemaddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların bir çoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir. b) İkinci Kat (Sadık Tabaka): Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. Bunlar örgüt sohbetlerine katılan, düzenli aidat ödeyen, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir. c) Üçüncü Kat (İdeolojik Örgütlenme Tabakası): Gayri resmi faaliyetlerde görev alan, örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı çevresine propaganda yapan kişilerdir.d) Dördüncü Kat (Teftiş Kontrol Tabakası): Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgütte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar. e) Beşinci Kat (Organize Eden ve Yürüten Tabaka): Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanan ve devletteki yapıyı organize edip yürüten kişilerdir. f) Altıncı Kat (Has Tabaka): Örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından bizzat atanan ve lider ile alt tabakaların irtibatını sağlayan, örgüt içi görev değişiklikleri yapıp azillere bakan kişilerdir.g) Yedinci Kat (Kurmay Tabaka): Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen ve on yedi kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir. Örgütün deşifre olmaması ve Devletin örgüt yapısını çözmekte zorlanması için örgüt hücre tipinde yatay yapılanmaya özen göstermiştir. Hücreler genellikle en fazla beş kişiden oluşan ve bir abla veya abiye bağlı birimlerdir. Hücredeki kişi sayısı bazı kurumlarda üç, TSK gibi bazı kurumlarda ise birebirdir. Her hücreden sorumlu bir imam vardır. ...FETÖ/PDY'nin Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Teşkilatına ve MİT'e sızan militanları, şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de, bu kişilerin örgüt aidiyetleri diğer tüm aidiyetlerinden önce gelmektedir. FETÖ/PDY’nin devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ/PDY’nin bir neferi olarak TSK, Emniyet Teşkilatı ve Milli İstihbarat Teşkilatında meslek hayatlarına başlayan örgüt mensupları, sahip oldukları silah ve zor kullanma yetkilerini FETÖ/PDY’deki hiyerarşik üstünden gelen emir doğrultusunda seferber etmeye hazır olacak şekilde bir ideolojik eğitimden geçirilmektedir. Bu durum, örgüt lideri tarafından hizmet insanı başlığı altında 'örgüte bağlı kişinin azimli, kararlı, hizmete karşı itaatkar, her şeyin sorumluluğunu alması gereken, darbe yediğinde azmi bozulmayan, yüksek rütbelere geldiğinde kendi rütbesi değil de hizmetin rütbesini ön planda tutan, hizmet içerisinde yapacağı görevlerin zor olabileceğine inanan ve bütün varlığını, canını, sevdiklerini hizmet için feda etmeye hazır olması' şeklinde açıklanmaktadır.Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK'da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatları ile hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir.Söz konusu terör örgütü, nihai amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirmiştir....Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK'nun maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir....Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurlarını bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olup, bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik ya da hatalı bilgi, maddi unsurlara ilişkin bir hatadır. Bu hatanın kastın varlığına engel olacak düzeyde bulunması halinde sanığa ceza verilmeyecektir. Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır....Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK'nın maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yara[r]lanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hali de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK'nun maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir.FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihaî amacını gerçekleştirmek için 'mahrem alan' şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dinî bir kült, ardından da terör örgütü hâline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile ilgili dava dosyalarında yer alan EGM'nin örgüt hakkındaki raporu ile diğer belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak, devleti ve hükûmeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır. Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür.Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY’nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleri ile işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütü ile devletin tüm kurum ve birimleri ile birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükûmet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir. ” Anılan kararda sanıkların FETÖ/PDY'ye üyeliğine ve örgüt kapsamında işledikleri görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin sabit görülen eylemleri şu şekildedir: "Olay tarihinde sanık [Ö.nün] İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde, sanık [B.nin] ise İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde hâkim olarak görev yaptıkları,...FETÖ/PDY (Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) silahlı terör örgütü mensuplarının, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Hükûmetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakma, itibarsızlaştırma ve hükûmetin El Kaide terör örgütüne yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokma amacıyla örgüt faaliyeti kapsamında gerçekleştirdikleri iddia edilen çeşitli eylemleriyle ilgili olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme, silahlı terör örgütüne üye olma gibi çok sayıda suçtan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan [...] sayılı beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında, biri gazeteci diğerleri emniyet görevlisi altmış üç şüphelinin tutuklu bulunduğu, ... [B]u şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen’in 'www.herkul.org' isimli internet sitesinde yayınlanan 'Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları' başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşması ile altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hâkimliklerinde görevli hâkimlerin reddi ile şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi sanık [Ö.ye] odasında teslim edildiği, sanık [Ö.nün] reddi hâkim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi sanık [B.yi] tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık [B.nin] de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kuralları ile hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen’in 2015 günü örgütün yayın organlarından 'www.herkul.org' isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak 'adanmış' bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve [darbe teşebbüsü sonrasında, kovuşturma devam ettiği sırada yapılan tespitlere göre] FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır.Suç tarihi itibarıyla FETÖ/PDY'nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanıkların kanuni yönden sorumlu tutulmalarına engel teşkil etmeyecektir. Ayrıca örgüt pramidi içindeki konumları itibarıyla 'mahrem alan' kapsamında yer almaları ve sanıkların eğitim düzeyi, yaptıkları görev nedeniyle edindikleri bilgi ve tecrübeleri ile örgütteki konumları itibarıyla bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda oldukları anlaşıldığından, sanıklar hakkında TCK’nun maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hata hükmünün uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Bu sebeplerle TCK'nun maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğu sonucuna varılmış olup sanıklar [Ö. ve B.nin] silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını ayrı ayrı işlediklerinin kabulü gerekmektedir.Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, meslekî kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hâkim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar [Ö. ve B.nin,] verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında TCK’nun maddesinin birinci maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir. ..." Yargıtay Ceza Dairesinin26/10/2017 tarihli ve E.2017/1809, K.2017/5155 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir....Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve faaliyet yöntemleri Dairemizin 2015/3 E. Sy. kararında anlatılan venihai amacı, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında, örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla irtibatlı olduğu anlaşılan ve fakat örgütün nihai amacını bildiği, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, hükme esas alınan ikrarı ve HTS kayıt içeriğine göre [A.] İlçe Tarım Müdürlüğü'nde ziraat mühendisi olarak görev yaptığı dönemde, örgütün ilçe imamı olduğu iddia edilen ve örgütün ilçe yapılanması içerisinde görevli oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma yürütülen şahıslarla telefonla görüşmek suretiyle irtibat içinde olmak, çoğunluğu kamuoyu nezdinde örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan, hukuki kılıflarla kamu görevlileri ve sivil şahıslara yönelik bir kısım operasyonlara başladığı 2013 yılı öncesinde olmak üzere birkaç kez de bu tarihten sonra örgütün dini sohbet toplantılarına katılmak, örgüt tarafından çıkarılan gazetelere gerçek ismiyle abone olmak ve çocuğunu örgüte müzahir olması nedeniyle kapatılan [A.] isimli okula göndermekten ibaret eylemlerinin, sanığın konum ve kişisel özellikleri de nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetil[melidir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 21/1/2018 tarihli ve E.2017/3335, K.2018/361 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"[B]ir ve ikinci katmanlarda yer alanlar açısından; Devletin her kurumuna sızan mensupları vasıtasıyla kişi ve kurumlara yönelik, örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan operasyonlara başlandığı, bu yapının kamuoyu ve medya tarafından tartışılır hale geldiği, üst düzey hükümet yetkilileri ve kamu görevlileri tarafından yapılan açıklamalarda “paralel yapı” veya “terör örgütü” olduğuna ilişkin tespitler ve uyarıların yapıldığı, Milli Güvenlik Kurulu tarafından da aynı değerlendirmelerin paylaşıldığı süreçten önce icra edilen faaliyetlerin, nitelik, içerik ve mahiyeti itibariyle silahlı terör örgütünün amacına hizmet ettiğinin somut delil ve olgularla ortaya konulmadıkça örgütsel faaliyet kapsamında kabul edilemeyeceği değerlendirilerek;FETÖ/PDY terör örgütünün Dinar İlçesi mütevelli heyeti içerisinde yer alarak, örgütsel nitelikte toplantılar yapmak, örgüte kazanç sağlamak için himmet toplamak, örgütü müzahir oldukları için faaliyetlerine son verilip kapatılma kararı verilen derneklerin organizasyonlarına katılıp ekonomik destek sağlamak, örgüt mensuplarınca kutsallık atfedilen (f) serisinden 1 dolar bulundurmak, talimat üzerine BankAsya’ya para yatırmak şeklinde gerçekleşen faaliyetlerin örgütsel nitelikte olduğundan içerdikleri çeşitlilik, yoğunluluk ve süreklilik nedeniyle örgüt üyeliği kabulünde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.Örgütsel faaliyetlerin örgütün gerçek yüzünün ortaya çıkıp kamuoyunca da bilinmesinden önce başlayarak, 2016 tarihli darbe girişimi sonrasında da devam ederek yakalanma tarihine kadar sürmesi karşısında, sanığın FETÖ/PDY’nin terör örgütü olduğunu bilmediğine ilişkin savunmasına itibar etmeyen ve TCK’nın maddesinde yer alan hata hükümlerini uygulamayan yerel mahkemenin kararında hukuka aykırılık görülmemiştir." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/2/2018 tarihli ve E.2017/1861, K.2018/294 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"[N]ihai amacı, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında; örgütün kurucusu, yöneticileri ve örgüt hiyerarşisinde üçüncü veya daha yukarı katlarda yer alan mensuplarının zaman sınırlaması olmaksızın nihai amacından haberdar oldukları yönünden kuşku bulunmamakta ise de bir ve ikinci katmanlarda yer alanlar açısından; Devlete sızan mensupları vasıtasıyla kişi ve kurumlara yönelik örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan operasyonlara başlanması, bu yapının kamuoyu veya medya tarafından tartışılır hale gelmesi üst düzey hükümet yetkilileri ve kamu görevlileri tarafından yapılan açıklamalarda 'paralel yapı' veya 'terör örgütü' olduğuna ilişkin tespitler yapılması ve Milli Güvenlik Kurulu tarafından da aynı şekilde değerlendirilmesi karşısında bu tarihten önceki faaliyetlerin örgütsel olduğunun mahkemece ispat edilmesinin gerekli olduğu gözetildiğinde; [B] İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde veteriner hekim olarak görev yapan, ByLock iletişim sistemini kullanmayan ancak 2014 tarihinde örgüt liderinin talimatı doğrultusunda Bank Asya’ya para yatırdığı anlaşılan sanığın eyleminin silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğunu gösterir biçimde çeşitlilik, devamlılık ve yoğunluluk içermemesi karşısında örgüt üyesi olarak kabul edilmesine yasal olanak bulunmadığı, konusu suç oluşturmayan ancak örgüt liderinin talimatı doğrultusunda amaca hizmet eden faaliyetinin yardım suçunu oluşturacağı gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması [kanuna aykırıdır.] Yargıtay Ceza Dairesinin 5/7/2019 tarihli ve E.2019/521, K.2019/4769 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi 'Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç sayılmadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zamanda kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır ceza verilemez. şeklinde ifade edilen kanunilik ilkesi, çağdaş ceza hukukunun en temel ilkelerinden birisidir. Nitekim Anayasamızın 38, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 7, 765 sayılı TCK 7 ve 5237 sayılı TCK'nın 2/1 maddelerinde bu ilkeye yer verilmiştir. Bu ilkenin kabul edilmesindeki asıl neden kişilerin yasaklanan ve işlediği zaman cezalandırılacağı eylemleri önceden bilmelerini sağlamaktır. Kişiler ancak bu şekilde davranışlarını düzenlenen imkanı bulabilirler ve ancak bu durumda kişiyi işlemiş olduğu eylemden dolayı kusurlu ve sorumlu saymak mümkün olabilir. ......... [S]uç ve cezada kanunilik ilkesi ceza hukukunun en temel ilkelerden olduğu uygulayıcılar tarafından hassasiyetle gözetilmelidir. Aksi düşünce keyfiliğe yol aça[c]aktır. Bilindiği gibi, hakim genel ve soyut nitelikteki, kanun maddesini somut ve özel olaya uygularken çoğu zaman yoruma ihtiyaç duymaktadır. Aslında, hukuk kurallarının belirlilik ilkesinin gereği olarak, hem suçun unsurları hem de cezanın miktarı ve çeşidini açık ve seçik olarak düzenlediği durumlarda, ilk okuyuşta hangi eylemin suç olduğu ve bu suç için hangi tür cezadan ne kadar verileceği belli olduğunda yoruma gerek kalmayacaktır. Ancak bazı durumlarda hukuk kuralları bu kadar açık seçik olarak düzenlenmediğinden yorum yöntemine başvurulmaktadır. ... Yasanın yeterince açık ifade edilmemesi halinde uygulayıcı kanun koyucunun gerçek iradesini bulmak için zihni faaliyette bulunabilir. Eğer kanunun lafzı, kanun koyucunun ifade etmek istediği anlama göre dar kalıyor ise, bu durumda kanun koyucunun gerçek iradesini bulmak için genişletici yoruma başvurulmalıdır. Yorum yapılırken başvurulacak araçlar madde başlığı ve gerekçesi, suçun ihlal ettiği hukuki değerin anlaşılması bakımından maddenin bulunduğu bölüm ve kısım, kanun yapma çalışmaları sırasındaki komisyon ve genel kurul görüşmeleri sırasında yasanın hangi ihtiyaçtan kaynaklandığına ilişkin ifadeler, geçmişteki içtihatlar ve doktrindeki bilimsel görüşler yardımcı kaynaklardandır. Yorum yapılırken kıyas yasağının gözetilmesi kanunilik ilkesinin sonucudur. ... Kıyas yasağı kanunda öngörülen suçun tüm unsurları açısından geçerlidir. Bu açıklamalar doğrultusunda; Öncelikle, terör örgütleri, anayasal düzene karşı suçların unsur ve nitelikleri, bu suçlar yönünden eski ve yeni ceza yasanın mukayesesi, teşebbüs sorunu, illiyet bağı, iştirak hükümleri ve sanıkların savunmada ileri sürülen hukuki kurumlar ile kusurluluğu etkileyen nedenlerin genel değerlendirilmesi yapılacaktır. Silahlı Terör Örgütü Suçua- Örgüt Üyeliği:Tipik eylem unsuru; ...Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir. ...Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de, örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır. ...Dairemizce de benimsenen, istikrar kazanmış yargısal kararlarda da; silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir.Temadi eden suçlardan olan örgüt üyeliği, hukuki veya fiili kesinti gerçekleşinceye kadar tek suç sayılır. Örgüt üyeliği, yakalanma, örgütün dağılması, örgütten ihraç ya da kendiliğinden örgütten ayrılma gibi sebeplerden sona erer. Yakalanmayan sanık hakkında düzenlenen iddianame temadi eden suç için hukuki kesinti oluşturmaz. Örgüt üyeliğinden mahkum olduktan sonra tekrar örgütle hiyerarşik bağ kurup süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren faaliyetlere katılması halinde yeniden üyelik suçu oluşacaktır.Örgüt faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur. (TCK. 220/4) Örgüt kurma ve yönetme ya da üye olmak fiillerinin cezalandırılabilmesi için örgütün amacı doğrultusunda ve faaliyeti çerçevesinde bir suç işlenmesi şart değildir. Ancak bu kapsamda bir suç işlenirse bu düzenleme doğrultusunda gerçek içtima kurallarına göre cezalandırılacaklardır.Manevi Unsur: Suçun manevi unsuru, doğrudan kast ve 'suç işlemek amacı/saiki'dir. Örgüte giren kişinin, girdiği örgütün suç işleyen, suç işlemeyi amaçlayan bir örgüt olduğunu bilmesi gerekir.Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için de saikin 'suç işlemek amacı' olması aranır ...Tüm faillerin kastının suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüte katılmak olması gerekirken hepsinin de aynı suçları işlemek amacında olması gerekmez. Bir oluşuma dahil olan kişinin bu oluşumun suç işlemek amacında olduğunun bilincinde olması aranır....Terör örgütü üyeliği, örgüt adına suç işleme ve yardım suçlarına ilişkin genel açıklamalar ışığında olayın daha iyi aydınlatılması bakımından FETÖ/PDY silahlı terör örgütün hiyerarşikyapılanmasının değerlendirilmesi gerekmektedir." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2019 tarihli ve E.2018/3850, K.2019/3831 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve faaliyet yöntemleri Dairemizin 2015/3 E. sayılı kararında anlatılan ve nihai amacı, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında; 2005 yılından itibaren örgüte müzahir kurumlarda çalışan, 2011-2014 yıllarında da aynı nitelikte bir derneğin denetim kurulu üyesi olarak gösterilen, 2013 yılı Haziranında ayrılarak örgütle irtibatı bulunmayan özel kurumlarda niteliksiz eleman olarak çalışmaya devam ettiği anlaşılan sanığın, 2011-Haziran 2013 tarihlerinde örgüte müzahir [S.] öğrenci yurdunda müdürlük yapıp ayrılmasından sonra örgütle irtibatını ortaya koyan herhangi bir faaliyetinin tespit edilememiş olmasına göre, sanığın örgüte ait kurumlardan ayrılma tarihleri, konumu ve savunmaları dikkate alınarak hakkında TCK'nın 30/1 maddesinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının tartışmasız bırakılması... [kanuna aykırıdır.] Yargıtay Ceza Dairesinin 11/6/2019 tarihli ve E.2017/3139, K.2019/4111 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ancak önce dinî bir kült, ardından da terör örgütü hâline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.”Sanığın savunması ile tanık beyanları ve toplanan diğer deliller itibariyle hukuki durumunun TCK’nın 30/1 maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tartışılmasında zorunluluk bulunduğu gözetilmeden eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi [kanuna aykırıdır.]" Silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 21/5/2019 tarihli ve E.2018/7220, K.2019/3659 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Sanığın örgütle iltisaklı olması nedeniyle kapatılan okula çocuğunu göndermesinin ve Bank Asya nezdindeki mutad hesap hareketlerinin ve çalıştığı kurumdaki görev yaptığı birimlerin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceğinin gözetilmemesi;..." Silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 25/4/2019 tarihli ve E.2018/6390, K.2019/2961 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Sanık S.nin çocuğunu örgüte müzahir okula göndermesinin ve suç ve cezaların şahsiliği ilkesi uyarınca sanık Ö.nün eşinin FETÖ/PDY örgütünün ... ilindeki Özel ... İlköğretim okulunda görev yapmış olmasının ve yine sanıkların [Z]aman gazetesine aboneliğinin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceğinin gözetilmemesi,..." Silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Dairesinin 1/4/2019 tarihli ve E.2018/5527, K.2019/2206 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... Örgütle iltisaklı okul ve dershanelere çocuğunu göndermenin örgütsel faaliyet ya da bu suçun delili kapsamında değerlendirilemeyeceğinin gözetilmemesi,..." Yargıtay, kişilerin örgütle bağlantılı gazete veya dergilere (örneğin bu kapsamda Zaman gazetesine) abone olmalarının örgütsel bir faaliyet olarak kabul edilemeyeceğini belirtmektedir (birçok karar arasından bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin E.2018/5167, K.2019/3211, 7/5/2019; E.2017/3174, K.2019/2244, 2/4/2019; E.2019/6400, K.2020/139, 13/1/2020 sayılı kararları). Adil Yargılanma Hakkı Yönünden Adil yargılanma hakkına ilişkin ulusal hukuk kaynakları için bkz.Ferhat Kara, §§ 83- Aynı Fiil Nedeniyle Yeniden Yargılanmama veya Cezalandırılmama İlkesi Yönünden 670 sayılı KHK'nın "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanun Hükmünde Kararname ile 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında, darbe teşebbüsü ve terörle mücadele çerçevesinde gerekli bazı tedbirlerin alınması amaçlanmaktadır." 670 sayılı KHK'nın "Kamu personeline ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan;...ç) Ekli (4) sayılı listede yer alan kişiler Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatından,başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir. (2) Birinci fıkra gereğince ... Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatından çıkarılan kişilerin, mahkûmiyet kararı aranmaksızın, rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler ..." Diğer ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Ünal Gökpınar, B. No: 2018/9115, 27/3/2019, §§ 22-34; Ç., B. No: 2014/16941, 24/1/2018, §§ 12-29; B.Y.Ç., B. No: 2013/4554, 15/12/2015, §§ 14-17; Selçuk Özbölük, B. No:2015/7206, 14/11/2018, §§ 13-B. Uluslararası Hukuk Suç ve Cezaların Kanuniliği İlkesi Yönündena. Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."b. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin savaş durumunda ve olağanüstü hâllerde dahi askıya alınmadığını, bu ilkenin hukuk devleti ilkesinin temel unsurlarından biri olduğunu ve Sözleşme koruma sisteminde önemli bir yer tuttuğunu belirtmiştir. Sözleşme'nin anılan maddesi; hedef ve maksadından anlaşılacağı üzere keyfî kovuşturma, mahkûmiyet ve cezaya karşı etkili önlemler sağlayacak şekilde yorumlanmalı ve uygulanmalıdır (Del Río Prada/İspanya [BD], B. No. 42750/09, 21/10/2013, § 77). Sözleşme’nin maddesinin koruması ceza kanununun sanığın aleyhine olacak şekilde geriye yürütülmesi yasağı ile sınırlı değildir (Del Río Prada/İspanya, § 78). Bunun ötesinde anılan madde -daha genel anlamda- ancak kanun ile bir suçun tanımlanabileceği ve bir cezanın öngörülebileceği ilkesini de içermektedir (Parmak ve Bakır/Türkiye, B. No: 22429/07 ve 25195/07, 3/12/2019, § 58). Sözleşme'nin maddesi özel olarak ise mevcut suçların kapsamını daha önceden suç olarak sayılmayan eylemlere teşmil edilmesini yasaklarken aynı zamanda ceza kanununun -örneğin kıyas yoluyla- sanığın aleyhine olacak şekilde geniş bir biçimde yorumlanmaması gerektiği ilkesini de içermektedir (Coëme ve diğerleri/Belçika, B. No: 32492/96, ... ve 33210/96, § 145; Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye [BD], B. No: 23536/94 ve 24408/94, § 36). AİHM'e göre bütün bu değerlendirmelerden suçların ve ilgili cezaların kanun ile açıkça tanımlanması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu gereklilik, bir kimsenin ilgili hükmün ifadesinden veya ihtiyaç duyması durumunda mahkemelerin bu hükmü yorumlamalarından hangi aktif davranışlarının ve ihmallerinin cezai sorumluluk gerektirdiğini anlayabildiği zaman karşılanmış sayılır (Parmak ve Bakır/Türkiye, § 58). Sözleşme anlamında kanun, yazılı hukukun yanı sıra içtihatları da içermekte; erişebilirliği ve öngörülebilirliği de kapsayan niteliksel gerekliliklere işaret etmektedir (Kasymakhunov ve Saybatalov/Rusya, B. No: 26261/05 ve 26377/06, 14/3/2013, § 77). Sözleşme'nin maddesi, cezai sorumluluk kurallarının suçun özü ile tutarlı olması ve makul olarak öngörülebilmesi şartıyla davadan davaya aşamalı olarak adli yorum yoluyla netleştirilmesini yasaklar şekilde anlaşılamaz (Parmak ve Bakır/Türkiye, § 59). AİHM, bir norm ne kadar açık şekilde düzenlenirse düzenlensin ceza hukuku da dâhil olmak üzere herhangi bir hukuk sisteminde kaçınılmaz olarak bir yargısal yorum unsuru olabileceğini kabul etmektedir. Çünkü daima şüpheli noktaların aydınlığa kavuşturulması ve değişen durumlara uyarlanması ihtiyacı olacaktır. Kesinlik çoğu zaman istenen bir durum olsa da bu, beraberinde aşırı katılık getirebilir. Kanunların değişen koşullara ayak uydurabilmesi gerekir. Buna göre birçok kanun, az ya da çok belirsizlik içerir; bunların yorumlanmaları ve tatbik edilmeleri bir uygulama sorunudur. Mahkemelerin görevi, tam da bu türden kalan yorumsal şüpheleri gidermektir (Kafkaris/Kıbrıs [BD], B. No. 21906/04, 12/2/2008, § 141). c. Venedik Komisyonu Raporu 15/3/2016 tarihli ve 831/2015 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun , , ve Maddeleri Hakkında Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu Venedik Komisyonu Raporu'na (rapor) göre silahlı bir örgüte üyelik suçundan mahkûmiyet kararının ikna edici delillerle ve her türlü makul şüpheden uzak biçimde verilmesi gerekmektedir (rapor, § 105). Raporda, Yargıtay tarafından kabul edilen eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu dikkate alındığında kişinin silahlı örgütle organik bir bağı bulunduğu ve örgütün hiyerarşik yapısı içinde bilerek ve isteyerek hareket ettiğinin gösterilmesi gerektiği ilkesinin sıkı bir şekilde uygulanması tavsiye edilmiştir. Komisyon, bu ilkenin geniş biçimde yorumlanması hâlinde özellikle Sözleşme'nin maddesinde öngörülen suç ve cezaların kanuniliği prensibiyle ilgili sorun oluşabileceğini belirtmiştir (rapor, § 106). Adil Yargılanma Hakkı Yönünden Adil yargılanma hakkına ilişkin uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ferhat Kara, §§ 105- Aynı Fiil Nedeniyle Yeniden Yargılanmama veya Cezalandırılmama İlkesi Yönünden AİHM, bir olayda cezai alanda bir suç isnadı olup olmadığını (i) ulusal mevzuattaki tanımlamayı, (ii) suçun türünü (mahiyetine göre cezalandırma ve caydırma amacı taşıyıp taşımadığı) ve (iii) cezanın türü ile ağırlığını dikkate alarak belirlemektedir (Engel ve diğerleri/Hollanda [BD], B. No: 5100/71…, 8/6/1976, §§ 80-85; Ezeh ve Connors/Birleşik Krallık [BD], B. No: 39665/98…, 9/10/2003, § 86). Bu kriterler çerçevesinde AİHM, meslekten çıkarma dâhil çeşitli disiplin cezaları yönünden Sözleşme'nin maddesinin suç isnadı boyutuyla uygulanamayacağına karar vermiştir (Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, § 93). Sözleşme’nin maddesinin suç isnadı boyutuyla arındırma tedbirleri yönünden uygulanabilirliği ise Polyakh ve diğerleri/Ukrayna (B. No: 58812/15, 17/10/2019) kararında değerlendirilmiş ve arındırma süreci kapsamındaki kamu görevinden çıkarmalar -kural olarak- cezai alanında görülmemiştir. AİHM, Ankara Kalkınma Ajansında uzman olarak çalışan bir kişinin iş akdinin 15 Temmuz darbe girişiminden sonra feshedilmesini Engel ve diğerleri/Hollanda kararında ortaya koyduğu ölçütler çerçevesinde inceleyerek cezai bir yaptırım olarak görmemiş ve iş mahkemesindeki yargılamada Sözleşme'nin maddesinin cezai kısmının uygulanabilir olmadığını belirtmiştir (Pişkin/Türkiye, B. No: 33399/18, 15/12/2020, §§ 102-109).
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8903
Başvuru, terör örgütü üyeliği suçuyla ilgili olarak yapılan yargısal yorumların öngörülebilir olmaması ve mahkûmiyete esas olarak suç oluşturmayan bazı eylemlere de dayanılması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, ByLock isimli programın verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi, mahkûmiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak bu verilere dayanılması, bilirkişi incelemesi yaptırılmaması ve dijital verilerin mahkeme huzuruna getirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; bir kısım yaklaşımlar dolayısıyla masumiyet karinesinin, gözaltındaki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ve soruşturma/kovuşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu son olarak Ceyhan hâkimi olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından 16/7/2016 tarihli karar ile görevden uzaklaştırılmış ve 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatıyla 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, 20/7/2016 tarihinde müdafii huzurunda Başsavcılıkta ifade vermiş, ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık aynı tarihte silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu Ceyhan Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Ceyhan Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucunun müdafii, başvurucunun sabit ikamet sahibi olduğunu belirterek adli kontrol tedbiri uygulanmasını talep etmiştir. Sorgu sonucunda başvurucunun anılan suçtan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Açıklanan nedenlerle ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin 16/7/2016 tarihli ve 2016/4 sayılı karan ile Dairesinin 16/7/2016 tarihli ve 2016/9052 sayılı karan ile elde edilen deli1ler, somut şüphe oluşturan olguların olması, müsnet suçun niteliği, öngörülen cezanın miktarı, atılı suçun 100/3-a-11 'de sayılan ve kaçma şüphesi var olduğu kabul edilen katalog suçlardan oluşu, öngörülen ceza miktarı ile tutuklama tedbiri karşılaştırıldığında bu aşamada anayasanın maddesinde ifade olunan ölçülülük ilkesine uygun olacağı düşünülmesi, eylemin silahlı bir terör örgütünün faaliyeti kapsamında işlenmiş olması, amaç ve yöntem olarak temel hak ve özgürlüklerin sonlandırmak gayesini gütmesi, bu hali ile vehamet arz etmesi, hali hazırda anayasal düzeni değiştirmeye yönelik eylemlerin sonlanmamış ve devam ediyor olması ile adli kontrol uygulanmasının bu aşamada yetersiz oluşu ile 2802 sayılı yasanın maddesindeki suç üstü koşullarının da gerçekleştiği gözetilerek, 103/a maddesinde belirtilen ve tutuklama nedeni var sayılan katalog suçlardan olması, öngörülen ceza miktarının yüksekliği nedeniyle kaçma şüphelerinin bulunması, adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağının anlaşılması dikkate alınarak şüpheliler T., S.B., A.A., Z.A., A.U., Lütfi Demir, F.Ü., R.A., Ö.U.nun üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 94/1 maddesi yollaması ile CMK 100 ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA ... [karar verildi]." Başsavcılık yetkisizlik kararı vererek dosyayı Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı 5/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. 15 Temmuz darbe teşebbüsüne ilişkin açıklamalarla birlikte FETÖ/PDY'ye ve ByLock programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede; FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin açıklamalar yer almıştır. Ayrıca başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. FETÖ/PDY tarafından örgütsel ve kriptolu haberleşme maksadıyla tasarlanan ByLock uygulamasını başvurucunun kullandığı ileri sürülmüştür.iii. Başvurucu hakkında üniversite eğitimi döneminde örgüte ait evlerde kalmak suretiyle örgütsel faaliyetlere katıldığı, hâkimlik/Cumhuriyet savcılığı meslek sınavlarına hazırlık için örgüt tarafından oluşturulmuş -örgüte ait- evlerde kaldığı ve yine meslek stajını yapan adayların kalması için örgüt tarafından oluşturulmuş -örgüte ait- evlerde kaldığı ve böylece FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu yönünde tanık beyanlarının yer aldığı belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak haklarında yapılan soruşturmalarda şüpheli sıfatıyla alınan tanık beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:- A.Y. ifadesinde "... Hatta fakültede bir üst dönemimiz olan Lütfi Demir isimli cemaat evinde kalan kişi beni seçimden önce aradı. Ben ağzını yoklayıp halen cemaat ile irtibatı olup olmadığın tespit ederek bunu da bildirdim. Hatta N. ve isimli iki kişinin askeri hakim olduklarını, K., Lütfi Demir, G.A., E.K., S., S.T., E.G. ve K.nın cemaat evlerinde kaldığını hatırlıyorum. Ancak K. daha sonra bu kişiler ili ilişkisin kesmişti. seçim döneminde de YBP'yi desteledi. Dediğim gibi orada detaylı isim vermiştim. Bunları tanımamızın sebebi hem fakülteden sınıf arkadaş olmamız hem de o dönem kendilerinde herhangi bir tehlike görmedikleri için rahatça kendilerin belli etmeleri ve saklamamalarıdır" şeklinde beyanda bulunmuştur.- K.A. ifadesinde "Bir gün A. isimli şahıs beni aradı. Bana hakim savcılık sınavlarına çalışmak için Ankara'da bir ev ayarladıklarını eşyalarımı alıp oraya gitmemi söyledi. Ben de kabul ettim ve eşyalarımı alarak 2010 yılı Eylül ya da Ekim ayında Ankara'ya gittim, A. isimli şahsın yönlendirmesi ile Ankara'da Akköprü metro girişine yakın bir yerde Ö. isimli bir şahıs ile buluştum. Bu şahıs beni plakasını ve modelini hatırlamadığım bir araç ile Keçiören ilçesi Hacıkadın mahallesinde açık adresini hatırlamadığım bir eve götürdü. Bu evi Keçiören'e gitmiş olsam bulurum, ancak apartman ismini ve numarasını hatırlamıyorum. Gittiğimiz bu evde benimle birlikte 7 kişi vardı. Bu kişiler, H.A., A.Y., Lütfi isimli şahıs, G.A., N. isimli şahıs, K. isimli şahıslardı. Lütfi isimli şahsın soy ismini şu anda hatırlamıyorum memleketinin Erzurum ili Oltu ilçesi olduğunu biliyorum. Antalya Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olduğunu biliyorum. Dönem hakim adayı olduğunu biliyorum, nereye atandığın ve nerelerde görev yaptığını bilmiyorum, çalışma evinden sonra görüşmedik. Görsem teşhis ederim. 2011 yılı Nisan ayındaki sınavı kazandıktan sonra da staja başladığımız tarihe kadar yine aynı evde yukarıda A.Y., G.A. ve Lütfi isimli şahıs ile birlikte kaldık. Mülakat döneminde de bu şahıslar ile aynı evde kalmıştık, bu evde kaldığımız süre içerisinde Ö. isimli şahıs bizimle ilgilenmeye devam etmişti. Mülakat öncesi kaldığımız bu eve daha önceden hiç görmediğim isimlerini ve açık kimliklerini bilmediğim üç şahıs geldi, bu şahıslar o dönem 35-40 yaşlarında idiler, bize hakim olduklarını söylediler. İsimlerini ve nerede görev yaptıklarını söylemediler. Bu şahıslar gelmeden önce Ö. isimli şahıs bize eve birilerinin geleceğini onlar gelmeden önce kıyafetlerimizi hazırlamamızı söylemişti. Bu şahıslar gelince biz odalarda kıyafetlerimizi giydik, bu şahıslar evin salonunda bir masanın arkasına üçü oturdu, sırayla bize mülakat sınavı yapar gibi prova yaptılar. Bana daha rahat olmam gerektiğini heyecan yapmamamı bildiğim soruları açıklamamı bilmediklerime hatırlamıyorum şeklinde cevap vermem gerektiğini söylediler. Bu prova öncesi biz Ö. isimli şahıs koyu renkli siyah ya da lacivert takım elbise beyaz gömlek giymemiz gerektiğini söylemişti. Prova yana şahıslar kıyafetimin uygun olduğunu söylemiştiler. Ayrıca prova yapan bu şahıslar bana mülakat öncesi referans bulmam gerektiğini referansın etkili olduğunu söylediler. Ben de tavsiyeye uyarak çevremden ve tanıdığım şahıslar aracılığı ile müsteşar yardımcısına ulaştık. Bu şekilde referansı buldum. Bu mülakat sınavını evde bulunan A.Y., Lütfi isimli şahıs, G.A. ile birlikte kazandık" şeklinde beyanda bulunmuş ve avukat huzurunda başvurucuyu teşhis etmiştir. - Gizli tanık G. ifadesinde ... sicil numaralı Lütfi Demir'i işaret ederek "Bu kişinin cemaatten olduğunu biliyorum. A.O.E.ye ait staj evinde kalıyordu. Bunun bağıda zayıftır. Örneğin cemaatin talimatına aykırı olarak Cumaya giderdi." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... Toplumun dini duygularını kullanarak ‘Himmet’ adı altında topladığı finans kaynaklarını istişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü, örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp devletin kurumlarına sızmak ve bunun için yabancı ülkelerden bir takım kişi ve kuruluşların desteğini alarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tüm anayasal kurumlanın (yasama, yürütme, yargı erklerini) ele geçirmek, aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç haline gelmek ve siyasi/sosyal konularda kendi düşünce ekseni etrafında bir kamuoyu oluşturmak, tüm toplumu hedef alıp kendi anlayışınca terbiye etmek, karar alıcıları ve politikacıları etkilemek, ulusal ve uluslararası politikalara yön vermek amacıyla hareket eden FETÖ/PDY Silahla Terör Örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olan şüphelinin;1) Örgütün gizli haberleşme programı olan Bylock haberleşme programını kullanması, 2) Üniversite eğitimi döneminde örgüte ait evlerde kalarak örgütsel faaliyetlere katılması,3) Örgüt tarafından Hakimlik/Cumhuriyet Savcılığı meslek sınavlarına hazırlık için oluşturulmuş örgüte ait evlerde kalması,4) Örgüt tarafından Hakimlik/Cumhuriyet Savcılığı meslek stajını yapan adayların kalması için oluşturulmuş örgüte ait evlerde kalması,5) Örgüt üyesi olduğunu gösterir olay ve davranışlarına dair tanık beyanları ile tüm soruşturma kapsamında elde edilen deliller gözetildiğinde FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün üyesi olduğu anlaşıl[mıştır.]" Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 13/7/2017tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/69 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 8/9/2017 tarihinde dosya üzerinde yaptığı inceleme neticesinde yetkisizlik kararı vererek dosyanın Adana Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucunun tutukluluk durumunu inceleyen Adana Ağır Ceza Mahkemesi 18/1/2018 tarihinde tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu; bu karara itiraz ettiğini ancak sonucunun kendisine tebliğ edilmediğini, anılan karardan sonra da tutukluluk hâlinin devamına dair herhangi bir kararın tebliğ edilmediğini beyan etmiş ve 13/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adana Ağır Ceza Mahkemesince 26/1/2018 tarihinde karşı yetkisizlik kararı verilerek dosyanın yetkili ve görevli mahkemenin belirlenmesi için Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlığına gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 7/3/2018 tarihli kararıyla Mahkemenin 8/9/2017 tarihli yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Yargılamaya Mahkemenin E.2018/128 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir. Başvurucunun 29/3/2018 tarihli tensip incelemesinde tutukluluğunun da devamına karar verilmiştir. Mahkemece 27/4/2018 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu savunmasında özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Aynı duruşmada iddia makamının talebine de uygun olarak başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmasuçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu yapılan duruşma sonunda aynı tarihte tahliye de edilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Sanık Lütfi Demir'in Ceyhan Hakimi olarak görev yaptığı sırada FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile irtibat ve iltisakı sebebi ile Hâkimler ve Savcılar Kurulu İkinci Dairesinin 16/7/2016 tarih ve 2016/345 sayılı kararı ile görevden uzaklaştırıldığı, Hakimler Savcılar Kurulu'nun 24/8/2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararı ile meslekten çıkarılmasına karar verildiği, sanığın yeniden inceleme talebinin Hakimler Savcılar Kurulu'nun 29/11/2016 tarih ve 2016/434 sayılı kararı ile reddedilip ihraç kararının kesinleştiğinin anlaşıldığı, yukarıda yapılan açıklamalar ve belirtilen deliller ile birlikte sanığın durumu ele alındığında; sanığın örgüt yapısının içerisinde yer aldığı, öte yandan 2014 yılının son ayına kadar bylock programını kullanmış olmasının da sanığın FETÖ/PDY örgütünün içerisinde yer almaya devam ettiğini açıkça gösterdiği, tüm bu tespitler ve deliller nazara alındığında sanığın meslek dönemi dahil FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olup örgütle organik bağ kurduğu, sanığın süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerde bulunduğu, bylock programını da yukarıda bylock bölümünde belirtildiği üzere örgütsel faaliyet kapsamında yükleyip kullandığı, sanığın bu şekilde örgütle organik olarak bağ kurarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden eylemlerde bulunduğunun eldeki somut deliller ve tanıklar beyanları ile sabit olduğu, sanığın üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçunun sübuta erdiği, bu açıklamalar muvacehesinde; örgütün gizli haberleşme programı olan bylocku 2014 yılının son ayına kadar kullanan, örgütün Hakim/Savcı çalışma ve staj evinde kalan sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olmak sureti ile süreklilik, çeşitlik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerde bulunmak suretiyle üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olmak suçunu işlediğinin sabit olduğu kanaatine varılmış ve bu suçtan dolayı cezalandırılması yoluna gidilmiştir." Başvurucunun hakkında verilen mahkûmiyet hükmüne karşı yaptığı istinaf başvurusu Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 11/3/2019 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Anılan hükme karşı temyiz yoluna başvurulmuş olup dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Yargıtayda derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5385
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; bir kısım yaklaşımlar dolayısıyla masumiyet karinesinin, gözaltındaki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ve soruşturma/kovuşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, bir toplantıya ve gösteri yürüyüşüne katılması nedeniyle terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan mahkûm edilmiş olmasının başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını; yargılamanın uzun sürmesinin de makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1986 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Derik'te (Mardin) ikamet etmektedir. Başvurucu, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçlarını işlediği gerekçesiyle 15/2/2011 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/4/2011 tarihinde görevi yaptırmamak için direnme, silahlı olarak katılınan toplantı ve yürüyüşte ihtara rağmen dağılmama, terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, terör örgütü propagandası yapma, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme veya bunlara katılma, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçlarından iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yürüten (kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (CMK maddesi ile görevli-Mahkeme) 10/8/2011 tarihli celsede başvurucunun tutuklanmasına, 1/11/2011 tarihli celsede ise izinsiz olarak patlayıcı madde bulundurma suçundan başvurucu hakkında ek iddianame tanzimine yönelik müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Mahkeme 30/12/2011 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçundan ise 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına; silahlı olarak katılınan toplantı ve yürüyüşte ihtara rağmen dağılmama, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme veya bunlara katılma, genel güvenliği kasten tehlikeye uğratma ve izinsiz olarak patlayıcı madde bulundurma suçlarından ise atılı suçları işlediği sabit olmadığı gerekçesiyle beraatine hükmetmiştir. Mahkeme, başvurucuyu hükümle birlikte tahliye etmiştir. Hükümlerin sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 11/9/2012 tarihli kararı ile bazı usule ilişkin eksiklikler ve hükümden sonra yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun'un getirdiği değişiklikler kapsamında başvurucunun hukuki durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunması gerekçeleriyle mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı sonrası Mahkeme, başvurucu hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçundan 6352 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (b) bendi uyarınca kovuşturmanın ertelenmesine; terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan ise 6352 sayılı Kanun ile değişik 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (6) numaralı fıkrası uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına hükmetmiştir. Mahkûmiyet kararının yeniden sanık müdafiileri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 13/9/2013 tarihli kararı ile hükmün onanmasına karar verilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. Mahkeme 20/1/2014 tarihinde kesinleştirme işlemlerini yapmıştır. Başvurucu, Yargıtay ilamından 14/7/2014 tarihinde kararın tebliği ile haberdar olduğunu belirtmiş; buna ilişkin tebligat parçasını sunmuştur. Başvurucu 22/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12541
Başvuru, bir toplantıya ve gösteri yürüyüşüne katılması nedeniyle terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan mahkûm edilmiş olmasının başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını; yargılamanın uzun sürmesinin de makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, iptal davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 21/5/2012 tarihinde açtığı iptal davası bireysel başvuru tarihinden sonra 29/1/2020 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu 8/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1755
Başvurucu, iptal davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ihlalin ancak yeniden yargılamayla giderilebileceğine dair kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesi ve dosya üzerinden karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Sırasıyla 1973, 1976 ve 1973 doğumlu olan başvurucular, Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta; bireysel başvuruya konu yargılama dosyasından verilmiş müebbet hapis cezasının infazını yerine getirmektedirler. Başvurucular, Diyarbakır 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 17/10/1996 tarihli ve E.1992/777, K.1996/453 sayılı kararıyla devletin hâkimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylem yapmak suçundan müebbet hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir. Anılan karar, Yargıtay incelemesinden geçerek 19/1/1998 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular, mahkûmiyetleriyle sonuçlanan olaylara ilişkin olarak 29/6/1998 tarihinde AİHM'e başvurmuşlar; DGM heyetinde askerî bir hâkimin de bulunması nedeniyle bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapılmadığı, mahkûmiyet kararının gözaltındayken verdikleri ifadelere dayandığı, Başsavcı'nın verdiği kararın kendilerine bildirilmediği, yargılamanın çok uzun sürdüğü ve haksız yapıldığından şikâyet etmişlerdir. AİHM, 4/12/2003 tarihli (Dursun ve diğerleri/Türkiye, B. No: 44267/98) kararıyla aynı konuya ilişkin verdiği İncal/Türkiye (B. No: 22678/93, 9/6/1998, §§ 68, 69) ve Özel/Türkiye (B. No: 42739/98, 7/11/2002, §§ 33, 34) kararlarına da atıf yapmak suretiyle başvurucuların bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir. Anılan ihlal tespiti dikkate alınarak başvurucuların adil yargılanma hakkına ilişkin diğer şikâyetlerinin incelenmesine gerek görülmemiştir. AİHM, kararında prensip olarak yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağını da belirtmiştir. Başvurucular, 23/11/2004 havale tarihli dilekçe ile anılan ihlal kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli), 31/5/2005 tarihli ek kararı ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının f bendi ve aynı Kanun’un aynı maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen şartları taşımadığı gerekçesiyle talebine reddine karar vermiştir. Anılan karara yapılan itiraz, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 8/2/2006 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu arada 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'na geçici madde eklenerek 4/2/2003 tarihi itibarıyla AİHM'de derdest olup da sonradan ceza hükmünün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiği tespit edilen ancak 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası nedeniyle yargılamanın yenilenmesine başvurulamayan, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 15/6/2012 tarihi itibarıyla icra süreci denetlenmekte olan kararlar açısından da yargılamanın yenilenmesi yolu açılmıştır. Başvurucular, aynı ihlal kararına dayanarak 2/5/2013 tarihinde 6459 sayılı Kanun ile yapılan değişikliği gerekçe göstererek yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, 19/11/2013 tarihli ve E.2005/46, K.2005/104 sayılı ek kararıyla dosya üzerinden inceleme yapmış ve başvurucuların talebini reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen karar ile; Mahkememiz hükmünün tutukluluk ile yargılama süresinin ihlal edilmek suretiyle verildiği karara bağlanmıştır. Ancak; tutukluluk ile yargılama süresinin ihlal edilmesi, hükümlünün cezalandırılmasına karar verilen Mahkememiz hükmünün dayanağı değildir. Bu itibarla; yeniden yargılama talebinin kabulü için gerekli olan ve 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 311/1-f maddesinde düzenlenen; ceza hükmünün İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması şartı gerçekleşmemiştir.Açıklanan sebeplerle; hükümlü müdafinin talebinin 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 311/1 -f maddesinde ve 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 311/2 maddesinde öngörülen şartları taşımaması sebebiyle reddine karar vermek ve aşağıdaki hükmü kurmak gerekmiştir." Başvurucular, AİHM'in kararıyla bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkının ihlalinin tespit edildiğini, kabul edilebilir bulunan diğer iddiaların incelenmesine gerek görülmediğini, uygun giderim yolu olarak yargılamanın yenilenmesine işaret edildiğini belirterek karara itiraz etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, dosya üzerinden verdiği 16/12/2013 tarihli ve 2013/544 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucuların itirazını reddetmiştir. Bu karar, başvurucular müdafiine tebliğ edilmemiş; başvurucular 14/2/2014 tarihinde kararı öğrendiğini beyan etmişlerdir. Başvurucu 14/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:...f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır.” 6459 sayılı Kanun’un maddesi ile eklenen 5271 sayılı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:“(1) İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle bir ceza hükmünün verildiğini tespit eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararlarından, 2012 tarihi itibarıyla Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde denetlenmekte bulunanlar bakımından bu Kanunun 311 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü uygulanmaz. Bu durumda olanlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunabilirler.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2196
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin AİHM) ihlalin ancak yeniden yargılamayla giderilebileceğine dair kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesi ve dosya üzerinden karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kullanılması, mahkeme kararlarının idari denetime tabi tutulması ve soruşturma dosyasına erişim imkânı ile savunmanın hazırlanması için makul süre verilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; siyasilerin ve bir kısım medya organının birtakım açıklama ve yorumları nedenleriyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ve Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen kanun maddelerinin iptali istemine ilişkindir. Başvuru 31/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen soruşturmalar esnasında (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) Edirne Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğü bünyesinde yapılan -önleme amaçlı- iletişime müdahale işlemlerinin usulsüz olduğu iddiasına ilişkin olarak başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 12/11/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 14/11/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Edirne Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içinde altlık-üstlük ilişkilerini kullanarak yasa dışı bir örgütlenmede bir araya geldikleri, devletin istihbarat faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuz ve güç ile kanunların verdiği yetkileri görevin gereklerine aykırı kullanarak amaçlarına ulaşmak için toplumda tanınan ve kamuoyuna mal olmuş kişileri -yoğunlukla emniyet müdürleri ve eşlerini, öğretim görevlilerini, meslek odası mensuplarını- organize suç örgütleriyle ilişkilendirmek ve bu kişilere ait bilgileri bildikleri hâlde gerçek kimliklerini gizlemek veya eksik ya da yanlış bilgi vermek suretiyle içeriği itibarıyla sahte oluşturulmuş belgelerle temin edilen dinleme kararlarıyla dinledikleri, bu şekilde özel hayatın gizliliğini ihlal ettikleri ifade edilmiş; başvurucu tarafından gerçekleştirildiği ve suç oluşturduğu iddia edilen eylemlere ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 14/11/2014 tarihinde, tutuklama talebinin reddine ve başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 14/11/2014 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin bu kararına itiraz etmiştir. Başsavcılığın bu itirazının değerlendiren İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 18/11/2014 tarihinde, itirazın kabulü ile başvurucunun resmî belgede sahtecilik suçundan tutuklanmasına ve hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Hâkimlik, başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere atıf yapmış; özellikle İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliğinin tevdi raporuna, atılı suçların işlendiği hususundaki tanık ve müşteki beyanları ile ıslak imzalı sahte belgelerin varlığına atıfta bulunmuştur. Kararda kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerlendirmede ayrıca başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin dinleme kararı alınması sürecinde örgütlü bir yapı içinde uygun mahkeme seçimi konusunda birbirlerini yönlendirdikleri, ret kararlarına rağmen aynı gerekçelerle tekrar mahkeme kararı alarak suç işlemede iradelerini, azim ve kararlılıklarını ortaya koydukları, bu hususların tevdi raporuyla da tespit edildiği ifade edilmiştir. Aynı kararda, şüphelilerin Edirne Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesinde görev yaptıkları dönemde görevin sağladığı nüfuz ve gücü, görevlerinin gereklerine aykırı bir şekilde kullanarak toplumda tanınan ve kamuoyuna mal olmuş birçok kişi hakkında bu kişileri suç örgütleri ile ilişkilendirmek suretiyle iletişim tespiti kararları aldıkları, bu kararları alırken yargı mensuplarını da aldatacak şekilde, aleyhinde dinleme kararı alınan kişilerin gerçek kimlik bilgilerini gizleyerek veya eksik yazarak hatta yanlış bilgi vererek talepte bulundukları, bu kararlarla kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları amaç dışı kaydettikleri, bu kararları alabilmek için iletişime müdahale talep formlarını yaygın, sistemli ve organize bir şekilde sahte olarak düzenleyip kullandıkları yönündeki olgulara ve tutuklama talep yazısında yer alan diğer tespitlere değinilmiştir. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise "...suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırı, bu suçun önemli ve ciddi sayılan suçlardan olması hasebiyle tutuklama nedeninin varsayıldığı, CMK'nun [Ceza Muhakemesi Kanunu] ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi halin bulunmadğı, atılı suçlar yönünden şüphelilerin üzerine atılı suç sayısı ve çeşitliliği dikkate alınarak alabilecekleri ceza miktarı gözönüne bulundurulduğunda kaçabilecekleri yönünde şüphe bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı bir şekilde ve çok yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, bu anlamda şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme,tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde 'ölçülülük' ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada ve bu suçlar ile bu şüpheliler yönünden yetersiz kalacağı..." değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucu, çıkarılan yakalama kararı üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/11/2014 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu 19/11/2014 tarihinde tutuklamaya dair İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/11/2014 tarihli kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 24/11/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 5/12/2014 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 31/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, görevi kötüye kullanma, iftira, resmî belgede sahtecilik, haberleşmenin gizliliğini ihlal etme, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları kayıt etme, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetme, hukuka aykırı olarak ele geçirme veya yayma, özel hayatın gizliliğini ihlal etme suçlarından cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/371 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Hikmet Kopar ve diğerleri (GK), B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 36-47
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/34
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kullanılması, mahkeme kararlarının idari denetime tabi tutulması ve soruşturma dosyasına erişim imkânı ile savunmanın hazırlanması için makul süre verilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; siyasilerin ve bir kısım medya organının birtakım açıklama ve yorumları nedenleriyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ve Anayasa ya aykırılığı ileri sürülen kanun maddelerinin iptali istemine ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 23/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası Yargıtayın 21/12/2015 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16180
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, imar mevzuatına aykırı inşa edilen binanın depremde yıkılması sonucu gerçekleşen ölüm ve yaralanmayla ilgili yargısal sürecin makul özenle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 17/8/1999 tarihinde Marmara Bölgesi'nde meydana gelen, richter ölçeğine göre 7,4 şiddetindeki depremde başvurucunun annesi ile birlikte ikamet ettiği bağımsız dairenin bulunduğu İstanbul Küçükçekmece'deki sekiz katlı bina yıkılmıştır. Başvurucunun annesi, binanın enkazı altında kalarak yaşamını yitirmiş; olay tarihinde yirmi yaşında olan başvurucu ise enkazdan yaralı olarak kurtarılmışsa da vücut fonksiyonlarını önemli ölçüde kaybederek engelli kalmıştır. Olayda başvurucunun annesi dışında yirmi sekiz kişi aynı binanın enkazı altında kalarak can vermiştir. Küçükçekmece Sulh Hukuk Mahkemesi (Sulh Hukuk Mahkemesi) tarafından 31/8/1999 tarihinde olay yerinde gerçekleştirilen delil tespiti sonucunda binanın taşıyıcı sisteminde hatalı ve eksik malzeme kullanıldığı, işçiliğinin yetersiz olduğu bilirkişi tespit raporuyla anlaşılmıştır. A. Olayla İlgili Ceza Yargılaması Süreci 24/11/1999 tarihinde binanın müteahhitlerinden ikisi için gıyabi tutuklama (yakalama) kararı verilmiş, bu kişiler ile birlikte bir müteahhit hakkında tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu (taksirle) birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verme suçundan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. Sanıklar tüm aramalara rağmen yakalanamamış ve 9/4/2007 tarihinde, söz konusu suça ilişkin kanunda öngörülen zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.B. Olayla İlgili Tazminat Davası Süreçleri Bireysel Başvuru Öncesi Başvurucu 20/7/2000 tarihinde; annesi ile birlikte ikamet ettikleri binanın müteahhitlerinin ruhsatsız ve kusurlu olarak inşa etmeleri ile Belediyenin bu konudaki denetim görevini yerine getirmemesi sonucunda yıkıldığını, annesinin ölmesiyle maddi desteğinden yoksun kaldığını, evini, ayrıca bütün ev eşyaları ile birlikte çeyizini yitirdiğini, olay nedeniyle manevi zarara uğradığını ileri sürerek söz konusu zararlarının bina müteahhitleri ile Küçükçekmece Belediyesinden (Belediye) tahsiline karar verilmesi talebiyle Küçükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye Hukuk Mahkemesi) nezdinde dava açmıştır. Başvurucu bu davada toplamda 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesince yürütülen yargılama ana hatlarıyla şu aşamalardan geçmiştir:i. 12/3/2002 tarihine kadar davalı bina müteahhitlerinin açık adreslerinin tespiti ve gerekli tebligatların yapılması için çalışılmıştır. ii. 12/3/2002 tarihli duruşmada davalı Belediye, Uyuşmazlık Mahkemesinin ilgili kararını ibraz ederek görev itirazında bulunmuş ve davaya bakmanın idari yargı mercilerinin görevi olduğunu ileri sürmüştür. iii. 19/9/2002 tarihinde yapılan duruşmada bilirkişi marifetiyle mahallinde keşif yapılmasına ve davalı müteahhitler hakkında yürütülen kamu davası hakkında mahkemesinden bilgi talep edilmesine karar verilmiştir. Keşif aşamasından önce Sulh Hukuk Mahkemesinin delil tespiti sonucunda hazırlanan bilirkişi tespit raporunun dosya içeriğine alındığı anlaşılmıştır. iv. 22/5/2003 günü gerçekleştirilen keşif sonrasında hazırlanan 3/6/2003 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısımları şöyledir:"...3) Proje ve Ruhsat DurumuDosyaya sunulan belgelerden anlaşıldığına göre, dava konusu binaya ait proje olmadığı, bir başka projeye göre bina inşa edildiği ve bina ruhsatsız bir şekilde işe başlandığı ve inşaatın tamamlandığı anlaşılmıştır. Bu zaman içinde ilgili belediyenin herhangi bir işlem yapmadığı, kaçak inşaat tutanağı tutmadığı anlaşılmıştır. ...
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4686
Başvuru, imar mevzuatına aykırı inşa edilen binanın depremde yıkılması sonucu gerçekleşen ölüm ve yaralanmayla ilgili yargısal sürecin makul özenle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işçi alacaklarının ödenmesi talebiyle açılan davada faize hükmedilmemesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Asıl Davaya İlişkin Yargılama Süreci Başvurucu 1/3/2005 tarihli dilekçe ile fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak ödenmeyen işçi alacakları için 000 TL ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi 13/5/2010 tarihli kararla 105,60 TL fazla mesai, 105,60 TL genel tatil ve 475,20 TL yıllık izin ücretinin davalıdan tahsiline karar vermiş; fazlaya ilişkin talepleri reddetmiştir. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 7/6/2012 tarihli kararla iş akdi işverence haksız olarak feshedildiğinden kıdem ve ihbar tazminatının da hüküm altına alınması gerektiğine işaret ederek hükmü bozmuştur. Başvurucu, bozma kararına uyulmasından sonra yaptırılan bilirkişi incelemesini esas alarak 8/10/2009 tarihinde davasını 71 TL olarak ıslah etmiştir. Anılan ıslah dilekçesinde artırılan miktara faiz uygulanmasına ilişkin bir talep mevcut değildir. Mahkeme 27/12/2012 tarihinde, önceki kararda hüküm altına alınan alacakların yanı sıra 956,01 TL kıdem ve 124,80 TL ihbar tazminatını hüküm altına almış ancak ıslah ile artırılan kısma faiz uygulamamıştır. Hüküm 4/6/2013 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.B. Faiz Alacağına Konu Davaya İlişkin Yargılama Süreci Başvurucu 8/7/2014 tarihli dilekçeyle hüküm altına alınan alacağa işleyen toplam 000 TL faiz alacağının ödenmesi talebiyle ikinci bir dava açmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi 9/4/2015 tarihli kararla bilirkişi tarafından hesaplanan toplam 152 TL faiz alacağının tahsiline karar vermiştir. Hüküm Yargıtayca 9/9/2015 tarihinde onanarak kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17697
Başvuru, işçi alacaklarının ödenmesi talebiyle açılan davada faize hükmedilmemesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların ve açılan davaların reddedilmesive makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde Ağrı Asliye Hukuk Mahkemeleri vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucular, adli yardım talep etmişse de bireysel başvuru yapıldıktan sonra harçların yatırıldığı görülmüştür. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın muhtelif tarihli yazılarında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvurular hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından ekli tablonun A satırında başvuru numaraları belirtilen dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/7257 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/7257 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Iğdır ili Tuzluca ilçesi Kartutan köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları ve köy muhtarının öldürülmesi neticesinde köyün boşaltılmasıyla yerleşim yerlerinden göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Iğdır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvuruculara belirlenen miktarlarda tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından sulhname tasarısı imzalanmayarak Komisyon kararında belirtilen miktarın eksik hesaplandığı gerekçesiyle iptal davası açılmıştır. Belirtilen Komisyon kararları aleyhine başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun E satırında tarihleri gösterilen Erzurum İdare Mahkemeleri kararları ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararların gerekçelerinin ilgili kısmı şöyledir:" ... ara kararı ile davalı idareden,Iğdır İli Tuzluca İlçesi Kartutan Köyü’nde 1993 yılı ve sonrasında yaşanan terör olayları nedeniyle uğranılan zarar ziyandan dolayı aynı tarihlerde Kartutan Köyü ile ilgili olarak tutulan tüm tutanaklar ile olayla ilgili tüm diğer bilgi ve belgeler istenilmiş olup, davalı idare tarafından ara kararına cevaben verilen yazı ile eklerinin incelenmesi neticesinde; 2006 tarihinde yapılan ve Iğdır İli'ndeki birçok köyü kapsayan keşifle ilgili başvuru sahibi veya yetkili temsilcisine keşif yeri ile gün ve saatinin yazılı olarak bildirildiğine ilişkin tebliğ ve tebellüğ belgeleri ile hazır bulunmadıklarını gösteren tutanağa ilişkin herhangi bir belgenin ibraz edilmediği görülmüştür.Olayın Mahkememizce değerlendirilmesi neticesinde; Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin maddesinde belirtilen usule uyulmaksızın keşif yapıldığı, keşif yeri ile gün ve saatinin davacıya veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirilmediği; başvuru sahibinin kendisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitlerinin keşif mahallinde hazır bulundurulmadığı hususunun dava dosyası mündericatında yer alan ... keşif tutanağından anlaşıldığından, eksik incelemeye ve usule aykırı biçimde yapılan keşfe dayalı olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." İdare Mahkemelerinin iptal kararları üzerine Komisyon tarafından ekli tablonun F satırında tarih ve sayıları gösterilen karalarla taleplerin reddine karar verilmiştir. Kararların ilgili kısmı şöyledir:"...Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü ile 2009 tarihinde yapılan yazışmaya ilişkin alınan cevabi yazıda 14/1983 yılında Kartutan köyünde meydana gelen doğal afet (sel) nedeniyle köyde bulunan genel hane sayısı 11 olarak tespit edilmiş ve 11 aile hak sahibi kabul edilerek Afet İşleri Genel Müdürlüğünce Tuzluca merkez Tuzla civarı mevkide bulunan afet konutlarına yerleştirildiği, ilçe nüfus müdürlüğü ile yapılan yazışma sonucu alınan 2007 tarih ve 146 sayılı cevabı yazıda Kartutan köyünde 1990-2000 tarihinde genel nüfus sayımı yapılmış olup köy nüfus sayısının sıfır olarak belirtildiği,İl İdare Kurulu Müdürlüğü ile 2009 tarihinde yapılan yazışmaya ilişkin alınan cevapta, ilgili köyü 1992 yılında ekonomik ve sosyal nedenlerden dolayı köyü terk ederek başka yerleşim birimlerine yerleştikleri, köydeki evlerin harap ve yıkık bir şekilde olduğu ve herhangi bir hayat belirtisinin bulunmadığı bu nedenle adı geçen köyün Bakanlık Makamının 2005 tarih ve 76-1 sayılı onayı ile köy tüzel kişiliğinin kaldırıldığı,Tuzluca ilçe jandarma komutanlığı ile Komisyonumuzca 2009 tarihli yapılan yazışmaya ilişkin alınan cevabi yazıda Kartutan köyünün bağlı olduğu Gaziler karakol arşiv kayıtlarında ilgili köyde herhangi bir terör olayının meydana gelemediği ve yine müracaat dosyalarında iddia edilen olaya ilişkin ilçe jandarma Komutanlığı ile yapılan ikinci yazışma neticesinde 2009 tarihli alınan cevabi yazıda, vatandaşlar tarafından iddia edilen olayın köy sınırları içerisinde değilde 1990 tarihinde Seyitçeşme tepede gerçekleştiği,İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı ile komisyonumuzca yapılan yazışmaya ilişkin 2009 tarihli alınan cevabi yazıda ilgili mezrada yaşanan doğal afet sonucu Kartutan mezrası halkının Tuzluca merkezde bulunan afet konutlarına yerleştirildiği ve bu nedenle 1994 yılında yapılan mahalli idareler genel seçimlerinin de burada yapıldığı anlaşılmış olup bu nedenle ... taleplerin reddine..." Belirtilen Komisyon kararı aleyhine başvurucular tarafından tekrar açılan iptal davalarında, ekli tablonun G satırında tarihleri gösterilen Erzurum İdare Mahkemeleri kararları ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararların gerekçelerinin ilgili kısmı şöyledir:"...Uyuşmazlığın çözümü için Mahkememizce yapılan ara kararlara verilen cevapların incelenmesinden; Iğdır Valiliği Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nün 2009 gün ve 2345 sayılı yazısında; Kartutan Köyü'nde 14-1983 tarihinde meydana gelen şiddetli yağmurlar sonucu oluşan afet nedeniyle 11 ailenin hak sahibi kabul edildiği ve bu ailelerin Tuzluca ilçesinde yapılan afet konutlarına 1989 yılında yerleştirildikleri, Tuzluca Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğü'nün 2010 gün ve 50 sayılı yazısında; 1993-1999 yılları arasında genel nüfus sayımı yapılmadığı, ancak 1997 yılında genel nüfus tespiti yapıldığı ve burada Kartutan Köyü nüfusunun sıfır olarak tespit edildiği, 2009 tarihli Jandarma tutanağında; Kartutan Köyü'nde terör olayı meydana gelmediği, başvurucuların iddia ettikleri terör olayının Seyisçeşme Tepe'de meydana geldiği, buranın da Kartutan Köyü dışında bulunduğu, Jandarma tarafından tutulan 2010 tarihli tutanakta; 1993-2000 yılları arasında Kartutan Köyü'nde geçici köy korucusu bulunmadığı ve görevlendirilmediği, İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü'nün 2005 gün ve 76-1 sayılı onayıyla; Kartutan Köyü halkının 1992 yılından itibaren ekonomik ve sosyal nedenlerle köyü terk ederek başka yerleşim birimlerine yerleşmeleri ve köyde yerleşik nüfusun bulunmaması nedeniyle tüzel kişiliğinin kaldırılmasına karar verildiği, Tuzluca İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 2010 gün ve 261 sayılı yazısında; 27 Mart 1994 tarihinde yapılan Mahalli İdareler Genel Seçimleri öncesinde Kartutan Köyü halkı topluca Tuzluca İlçe Merkezi Kartutan Afet Konutlarına yerleştirildiğindenYüksek Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 1993 gün ve 30 sayılı yazısı ekinde yer alan 165 sayılı kararı gereği Kartutan Köyü'nde sandık kurulamadığı ve muhtar seçilemediği, 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan Milletvekilliği Genel Seçimlerinde Kartutan Köyü'nün sandık bölgesi ilan edilmediği, Tuzluca İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın anılan yazısı eklerinde yer alan belgelerde ise; Kartutan Köyü Muhtarı Hasan Orhan'ın 1994 tarihli dilekçesinde; köylerinde heyelan olması nedeniyle Tuzluca ilçe merkezinde kendilerine konut yapıldığı, söz konusu afet konutlarına kendi köyleri adına sandık kurulması talebinde bulunulduğu, dolayısıyla o tarih itibariyle anılan gerekçeyle köyün boşaldığının muhtarca zımnen kabul edildiği, Tuzluca Kaymakamlığı Mahalli İdareler Bürosu'nun 1994 gün ve 310 sayılı yazısında da, Kartutan Köyü'nün tamamen boşaltılarak Tuzluca ilçe merkezindeki afet konutlarına yerleştiklerinin belirtildiği görülmüştür. Bu durumda, yukarıda belirtilen hususların birlikte değerlendirilmesinden, Kartutan Köyü'nün idarece resmi şekilde veyaköy halkıtarafından terör kaygısıyla fiilenboşaltılmadığı, dolayısıyla ... 5233 sayılı Yasadan yararlanma imkanı bulunmadığı anlaşıldığından, ... başvurunun reddine dair dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir..." Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun H satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş, ekli tablonun I satırında belirtilen tarihlerde karar düzeltme talepleri Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararları, başvuruculara tebliğ edilmiş ve başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir:"Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır: ... d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar." Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:"Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir...." Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı şöyledir:"5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği; güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de tabiidir.Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda, davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. ..."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7257
Başvurular, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların ve açılan davaların reddedilmesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 9/4/2022 tarihinde öğrendikten sonra 15/4/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/43530
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Elektrik abonesi olan başvurucu Şirket, elektrik faturalarına yansıtılan kayıp kaçak, dağıtım, iletim, sayaç okuma, perakende hizmet satış bedelleri ile bunlara dayalı olarak alınan katma değer vergisinin haksız olarak tahsil edildiğini ileri sürerek 9/2/2015 tarihinde alacak davası açmıştır. Denizli Asliye Ticaret Mahkemesi (Mahkeme) 5/4/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde, dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen geçici madde uyarınca başvurucudan tahsil edilen dava konu konusu bedellerin Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun düzenleyici işlemlerine uygun olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Mahkeme, davanın reddedilmiş olması nedeniyle başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedilmediğini açıklamıştır. Başvurucu, davanın esasına ve vekâlet ücretine ilişkin itirazları kapsamında istinaf yoluna başvurmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 14/7/2017 tarihinde istinaf talebini kısmen kabul etmiş ve Mahkeme kararını kaldırmıştır. İstinaf Mahkemesi 6719 sayılı Kanun hükümleri uyarınca dava konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına ve başvurucunun dava tarihi itibarıyla dava açmakta haklı olduğundan 980 TL maktu vekâlet ücretine hükmetmiştir. İstinaf Mahkemesinin kararı başvurucu ve davalı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 11/9/2018 tarihinde kararı onamıştır. Nihai karar 2/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Aksaray Tır Nakliyat San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2017/36736, 19/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33535
Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; doğumun ardından tıbbi hata sonucu bebeğin kaybedilmesi nedeniyle açılan tazminat davasında etkin araştırma yapılmaması, kusurun tespit edilmemesi ve yeterli miktarda tazminata hükmedilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 33 hafta 5 günlük hamile iken ağrı hissetmesi ve gebelik suyunun gelmesi üzerine ikamet ettiği Sakarya'dan İstanbul'a gelerek 10/8/2012 tarihinde İstanbul Üniversitesi (Üniversite) Cerrah Paşa Tıp Fakültesi Hastanesine (Hastane)müracaat etmiştir. Başvurucunun daha önce iki düşük ve bir dış gebelik (olumsuz obstetrik) öyküsü bulunmaktadır. Başvurucu; prematüre (erken doğum), erken membran ruptürü (suyun gelmesi), transvers duruş (bebeğin yan durması) bulgularıyla aynı gün saat 00 civarında hastaneye yatırılmıştır. Başvurucunun yatışının yapıldığı 10/8/2012 tarihinde doğum servisinde düzenlenen belgede aktif su gelişinin olduğu ve anomali kısmın datransvers geliş ifadesiyle birtakım notlar alındığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun hastaneye yatışı yapılırken kendisine yeni doğan yoğun bakım ünitesinde yer olmadığı bilgisi verilmiştir. Başvurucuya yatışı yapıldıktan sonra rutin tetkikler yapılmıştır. Bu bağlamda kan, NST (bebeğin kalp atışları ve rahim kasılmasının tetkiki) ölçümleri yapılmış; erken membran ruptürü nedeniyle enfeksiyonu önlemek amaçlı antibiyotik ilaçları verilmiştir. Ayrıca başvurucuya kötü obstetrik öyküsü nedeniyle kan sulandırıcı ilaç ve bebeğin akciğer gelişimi için steroid verilmiştir. Başvurucunun takibi sürecinde yer alan doktorların beyanına göre (olayla ilgili yapılan inceleme sırasında alınan) başvurucuya doğumu baskılayıcı/erteleyici ilaç verilmemiştir. Başvurucunun 11/8/2012 ve 12/8/2012 tarihlerinde rutin tetkikleri, takibi yapılmıştır. 13/8/2012 tarihinde başvurucu tekrar değerlendirildiğinde geliş bulgularından farklı bir durumun olmadığı, NST tetkikinin normal olduğu, rahim kasılması olmadığı, enfeksiyon bulgusu izlenmediği tespit edilmiş ve ertesi gün için doğum (sezaryen) kararı alınmıştır. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. K.P.Ö.nün beyanına göre tıbbi bulguların acil sezaryeni gerektirmemesi, haftanın tamamlanıyor olması, kortikostereoid ilaçların etki süresinin dolması ve bebek yoğun bakımda yer açılıyor olması nedenleriyle 14/8/2012 tarihinde sezaryen ameliyatı ile doğum yapılması kararı alınmıştır. Başvurucu 14/8/2012 tarihinde gece yarısı 00 sıralarında rahim kasılması hissetmiş ve yapılan muayenesinde doğum eyleminde olduğunu düşündürecek bir durumun olmadığı değerlendirilmiştir. Yine tedavi sürecinde yer alan doktorların beyanına göre başvurucu 14/8/2012 tarihinde sabah saat 00 sıralarında yapılan muayenesinde gece yaşadığı ağrıların bulunmadığını ifade etmiştir. 14/8/2012 tarihinde saat 00 civarında başvurucu, ağrısı olduğunu birim hemşiresine bildirmesi üzerine hemşire tarafından yapılan kontrolde doğumun başladığı, bebeğin kordonunun ve ayaklarının dışarı çıkmış olduğu tespit edilerek doktorlara haber verilmiştir. Başvurucu en yakın müdahale odasına (pansuman odası) alınmıştır. Vücudunun yarısı dışarıda olan bebeğin doğumu için doktorlar tarafından makat doğum manevraları uygulanmıştır. Bu manevralar sonucu bebeğin başının sıkıştığının anlaşılması üzerine rahim ağzına kesi atılarak bebek doğurtulmuştur. Bebek, doğumunun ardından çocuk hekimlerine teslim edilmiş ve yoğun bakıma alınmıştır. Doğduktan sonra bebeğin yüzünde kesi olduğu tespit edilmiştir. Bebek yoğun bakım ünitesinde solunum cihazına bağlanan bebeğe solunum/dolaşım için müdahalelerde bulunulmuş ancak bebek 14/8/2012 tarihinde saat 45'te vefat etmiştir. Hastane tarafından idari yargı merciine sunulan evrak arasında bulunan "Hasta Değerlendirme" başlıklı belgede "sağ çenede derin kesi mevcut, adrenalinli tampon uygulandı'" ifadesi yer almaktadır. Ayrıca yine hastane tarafından sunulan "Hasta Değerlendirme" başlıklı bir başka belgede "ağızda kesi mevcut, sağ dudak kenarından alt çene orta hattına kadar 10 cm lik kesi mevcut" ifadeleri yer almaktadır. Aynı belgelerde "doğumun ardından bebekte solunum olmadığı, düzensiz kalp atışı olduğu, entübe edildiği, adrenalin verildiği ve yanaktaki kesinin doktor tarafından dikildiği" bilgileri yer almaktadır. Hastane tarafından bebek için düzenlenen epikriz raporunda şu ifadeler yer almaktadır:"... doğar doğmaz ağlamadı, spontan solunumu yoktu, kalp tepe atımı alınamayan bebek aspire edilerek ambulandı, ombilikal katater takıldı, eş zamanlı entübe edilip kardiyopulmoner resüstasyona başlandı, 3 dakika ara ile adrenalin ... yüklendi, kesi yerine adrenalinli tampon uygulandı, ... 20 dakikada yanıt alındı, yeni doğan yoğun bakım ünitesine yatırıldı. ...Genel durum kötü, yd refleksleri alınamıyor, spontan solunumu yok, entübe, bradikardik, siyanoze, sağ dudak kenarından içine kemik ve yumuşak doku alan 8-10 cm lik kesi mevcut,...Bebek yenidoğan yoğun bakım ünitesine alınarak monitorize edildi, entübe edilen hasta ambulanmaya devam edildi, ... Tekrar kardiak arrest gelişti, ... 40 dakikalık yoğun kardiyopulmoner resüsistasyona yanıt alınamadı, 12:45 itibarıyla eksitus kabul edildi. " İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 15/8/2012 tarihli Ölü Muayene Tutanağı'nda "cesedin yapılan harici muayenesinde: Haricen.Tahminen.Takriben . 50 cm boylarında. 500-800 gr civarında ağırlığında, siyah saçlı,beyaz tenli siyah gözlü, kız bebek cesedinde haricen her iki alt ekstremite de muhtelif morluklar, sağ çenede cerrahi dikişi izi, vücudunun ön ve arka bölümünde muhtelif çok sayıda cildi sıyrıklar görüldüğü, otopsi kararı alındı" ifadelerine yer verilmiştir. Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesinin 30/11/2012 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Sağ ağız köşesinden başlayıp orta mandibula köşesine uzanan 3cm uzunluğunda üzerinde ip sütürü bulunan lezyon, göğüs önde stemum üzerinde 3x2cm lik kırmızı görünümlü ekimoz olduğu görüldü, göbek kordonunun kesilmiş olduğu, l,3cm uzunluğunda 0,7cm den iple bağlı olduğu, göğüs önde sternum sağında 0,5x0, l cmlik kırmızı renkte sıyrık, manibrium sternim üzerinde 0,2 cm çaplı kırmızı renkte sıyrık, sol klavikula üzerinde 0,8x0,3 cm.lik kırmızı renkte sıyrık, sol göğüs ön aksiller hatta dikey seyirli 3x0,5cm lik kırmızı renkte sıyrık, sol ön kol üst 1/3 de ön yüzde 0,3x0,lcmlik sıyrık, sol el bileği lateralde 0,4x0,2 cmlik koyu kırmızı renkte sıyrık, sol 2 metakarp üzerinde 0,4x0,2cmlik koyu kırmızı renkte sıyrık, sol skapula üst köşesine uyan bölgede l,4x0,6cmlik kırmızı renkte sıyrık, sol uyluk 1/3alt medialde lcm.lik kırmızı renkte sıyrık,sağ inguinal bölgede 2,5x5 cm lik alanda kırmızı renkte sıyrık, karın sağ alt kadranda 3x0,5cmlik peteşial kanama alanı, sol skapula üst köşesine uyan bögede 0,7x0,2cmlik kırmızı renkte sıyrık, ense sağ tarafta iki adet 0,4x0,3cm lik kırmızı renkte sıyrık, sol avuç içinde tenar bölgede 0,5x0,4cm lik siyah renkte sıyrık, sağ yanakta 0,3x0,3cmlik iarmız: rer.kte sıyrık, sol alt ekstremitede daha ağır olmak üzere her iki alt ekstremite yaygın ekimoz görünümde olduğu, sol el sırtında 3 adet iğne pikür izi olduğu, sol yanakta 0,5x0,3cmlik kırmızı renkte sıyrık, sağ kalça kıvrımlarında az miktarda mekonyum bulaşığı olduğu görüldü. ...... Boyun organlarının tetkikinde; tiroid her iki tarafında skalen kas kenarlarında kanama alanları olduğu görüldü. ......Sonuç olarak; Sorulan hususlarda tüm gebelik takiplerine ait kayıtları ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum servisinde düzenlenmiş tüm tıbbi evrakın aslını ve tamamını içerir soruşturma dosyası gönderilerek Adli Tıp Kurumu Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulundan görüş alınmasının uygun olduğu kanaati bildirir rapordur" Başvurucu, bebeğin vefatının ardından Üniversiteye sunduğu 22/1/2013 tarihli dilekçe ile bebeğinin tıbbi ihmal nedeniyle gerçekleşen ölümünden kaynaklı olarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Dilekçede özetle "ağrı ve su gelmesi şikayeti ile hastaneye başvurulmasına karşın müdahalede gecikildiği, doğumun (sezaryenin) 4 gün boyunca ertelendiği, tıbbi donanımdan yoksun odada doğum yaptırıldığı, doğuma zamanında müdahale edilmediği, doğum esnasında hatalı müdahale yapılması ile bebeğin yüzünde ciddi bir yara oluştuğu, doğumun uzman değil asistan doktorlar ile yaptırıldığı" ifade edilmiştir. Talebin 19/3/2013 tarihinde reddi üzerine başvurucu, İstanbul İdare Mahkemesi(Mahkeme) nezdinde maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açmıştır. Başvurucu davayı bebeğin babası ve o dönem eşi olan E.S. ile birlikte açmış ve toplam 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur. İlgili idareden başvurucunun doğum sürecine ilişkin tıbbi belgeleri temin eden Mahkeme 14/2/2014 tarihli ara kararı ile Adli Tıp Kurumundan bebeğin canlı doğup doğmadığı, ne kadar süre canlı kaldığı konularında bilgi ve belge ile bebeğin ölüm sebebinin bildirilmesini istemiştir. Adli Tıp Kurumu 18/3/2014 tarihli cevap yazısında "bebek ile ilgili Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesinin 30/11/2012 tarihliotopsi raporunu düzenlediği, bu raporda Adli Tıp Kurumu Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulundan görüş alınmasının uygun olduğunun belirtildiği, kurum kayıtlarının incelenmesinden bu konu ile ilgili Kuruma başkaca giriş olmadığının görüldüğü" ifade edilmiştir. Ayrıca Mahkeme aynı ara kararı ile Yükseköğretim Kurulu Başkanlığından (YÖK) ilgili sağlık personeli hakkında inceleme soruşturma yapılıp yapılmadığı bilgisinin verilmesini istemiş, YÖK tarafından konunun Üniversite tarafından soruşturulduğu ifade edilmiştir. Üniversite tarafından idari tahkikat yapıldığı ve ilgili doktorların ifadelerine başvurulduğu anlaşılmakta ise de dosya içeriğinde ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarında Üniversite tarafından bu tahkikat sonucu disiplin işlemi tesis edildiğine dair kayıt bulunmamaktadır. Mahkeme doğum süreci ve bebeğin vefat etmesi ile ilgili olarak bir hizmet kusuru bulunup bulunmadığının anlaşılması adına Adli Tıp Kurumuna bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi heyeti adli tıp, tıbbi patoloji, dahiliye, anesteziyoloji ve reanimasyon, çocuk sağlığı ve hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum ile genel cerrahi alanında uzman olan doktorlardan teşekkül etmiştir. 22/10/2014 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir: " ...Adli ve tıbbi belgelerde; kişinin 10 Ağustos 2012 tarihinde saat 00'da 33 hafta 5 günlük, gebe olarak müracaat ettiği, öz geçmişinde 12 haftanın altında iki gebelik kaybı ve bir dış gebelik öyküsü olduğu, gebenin erken membran rüptürü nedeniyle hastaneye başvurmuş olduğu, yapılan muayenesinde; vajinal muayenede rahim ağzı açıklığı bir parmak genişliğinde ve aktif su gelişi tespit edildiği, Ultrasonografik tetkikde bebeğin tahmini doğum ağırlığı 2061 gram olduğu, amnion suyunun azalmış ve başı sağa yerleşmiş şekilde yan duruşda (Transvers duruşda ) canlı, tekiz fetus tespit edildiği, NST incelemesi yapıldığı, NST nin reaktif olduğu ve kontraksiyon olmadığı tespit edildiği, hasta ve hasta yakınlarına hastanelerinin yeni doğan yoğum bakım ünitesinde yer olmadığı bilgisi verilerek kadın doğum kliniğine yatırılarak takip ve tedaviye alındığı, rutin kan tetkikleri yapıldığı, günde 2 kez NST takibi yapıldığı, erken membran rüptürü nedeniyle enfeksiyonu önlemek amacıyla antibiyotik başlanıldığı, hemşire ve doktor tarafından takbi yapıldığı, bebeğin akciğerlerinin gelişimi için steroid tedavisi başlandığı (Celestone) ve kötü obstetrik öyküsü nedeniyle daha önceden başlanmış olan enoksaparin 4ml/gün (Kanın pıhtılaşmasını engelleyici ilaç) tedavisine devam edildiği, takip eden günlerde yapılan NST tetkiklerinde NSTlerde bebek kalp atışları normal tespit edildiği, ve uterin kasılma tespit edilmediği, Ultrason kontrol tetkikleri yapıldığı,2014 tarihinde kullnılan Clexanın kesilerek (doğumda aşırı kanamaya neden olmamakamacıyla) 1 gün sonra kuagülasyon faktörlerine bakılarak sezaryen ile doğum planlandığı, 14 Ağustos 2012 tarihinde saat 30'da gebe tarafından rahim kasılması hissettiğini nöbetçi hemşire ve doktorlara bildirildiği, yapılan muayenede rahim ağzı açıklığının bir parmak genişliğinde olduğu, doğum eyleminde olduğunu düşündürecek bir değişiklik olmadığı ve yapılan NST'de kasılma izlenmediği tespit edildiği, sabah 00'da yapılan vizitte geceki ağrılarının olmadığını ve herhangi bir şikâyetinin bulunmadığını belirttiği, hastanın sezaryen ile doğumu için hazırlıklarına başlanıldığı, Enoksaparin tedavisine bağlı kanamaya yatkınlık olması ihtimali göz önünde bulundurularak, iki ünite eritrosit süspansiyonu (Kırmızı kan hücreleri ihtiva eden kan ürünü) hazırlatıldığı, saat 00 civarında, ağrısı olduğunu servis hemşiresine bildiren gebenin, yatağında hemen yapılan ilk muayenesinde, bebeğe ait kordon ve ayakların vajinadan dışarıda olduğu ve makat doğum eyleminin hızla başlayarak ilerlemiş olduğu tespit edildiği, gebenin müdahale imkanlarına sahip en yakındaki yer olan servis muayene odasına (Doğum için gerekli olan doğum masası ve steril doğum seti bu odada bulunmakta olan) odaya acilen sedye ile alındığı, bebeğin, yan duruştan makat duruş pozisyonuna geçtiği tespit edildiği, makat doğum manevraları sırayla uygulandığı, Bracht manevrasında doğum tamamlanmayınca, klasik manevrayla bebeğin kollarının kurtarıldığı, bebeğin başını doğurtmak için Mauriceau- Veit-Smellie manevrası (Bebeğin ağzına, operatörün bir elinin işaret parmağını yerleştirmiş iken diğer eli ile ensesinden başı kavrayıp güç uygulayarak başın doğurtulması manevrası) uygulandığı, bu işlemin başarısız olması üzerine, tekrar yapılan muayenede kollumun (rahim ağzının) bebeğin boynu ve başı etrafında kasılı bir şekilde olduğu tespit edilerek, rahim ağzına saat 12 ve 5 hizasından yapılan kesi iletekrar Mauriceau- Veit-Smellie manevrası ile bebeğin başı doğurtulduğu, bebeğin önceden acil haber verilmiş olan çocuk hekimlerine teslim edildiği, ... dikkate alındığında; erken membran rüptürü nedeniyle hastaneye müracaat etmiş olan gebenin ayrıntılı anamenezi alınarak, muayenesi USG incelemesi, NST tetkiki, laboratuar tetkikleri yapılarak servise yatırıldığı, günlük muayene takiplerinin, NSTve USG incelemelerinin yapıldığı, bebeğin akciğerlerinin gelişimi için steroid tedavisi başlandığı, gebeye kanı sulandırıcı ilaç tedavisine devam edildiği, erken memeran rüptürüne bağlı enfeksiyonu önlemek için antibiyotik tedavisi uygulandığı, kasılması olmadığından doğumun planlanarak sezaryen ile yapılmasına karar verildiği, doğum hazırlıkları yapılırken kendiliğinden hızlı bir şekilde doğumun başladığı, yan duruşta olan bebeğin makat gelişe döndüğü, makat geliş manevraları ile bebeğin çıkartılmaya çalışıldığı, manevralarla gerçekleşmeyince rahim ağzına kesi ve ardından yine manevra ile doğumun sağlanılmış olduğu ve bebeğin çıkartılmasından sonra gebenin ameliyathaneye alınarak mevcut kesilerinin dikildiği, acil doğum eylemi nedeniyle vücudunun bir bölümü çıkmış olan bebeğin bir an önce doğumunun gerçekleştirilmesi gerektiği, bu nedenle en yakın uygun yerde doğumun gerçekleştirilmiş olduğu, yapılan manevraların ve doğum işleminin tıbben doğru olduğu, bebeğin anne karnındaki duruş pozisyonun her an değişebileceği, yapılan manevralar sırasında bebeğin yüzünde oluşan kesinin bir komplikasyon olduğu, bebeğin doğumunda sonra uygun resüsitasyon işlemlerinin yapılmış olduğu cihetiyle; gebenin muayenesinde, takibinde ve doğumunda görev alan doktorlara, yardımcı sağlık personeline ve idareye kusur atfedilemeyeceği ... mütalaa olunur." Mahkeme, bilirkişi raporunda "başvurucunun 10/8/2012 ile 14/8/2012 tarihleri arasında bekletilmesinin nedenine ilişkin açıklama yapılmadığından" 30/6/2015 tarihli ara kararı ile ek rapor talep etmiştir. Bilirkişi heyeti tarafından sunulan 29/7/2015 tarihli ek raporda, başvurucunun 10/8/2012 ile 14/8/2012 tarihleri arasında bekletilmesine ilişkin olarak şu açıklama yapılmıştır: "... gebenin hastaneye ilk yatışından itibaren uygun şeklide takibinin yapıldığı, bebeğin doğum için haftası dolmamış olduğundan erken membran rüptürüne karşı uygun antibiyotiğin başlanılarak takibe alındığı, NTS takiplerinde bulguların reaktif olduğundan haftasını tamamlayabilmek için uğraşıldığı, bu süreç içerisinde takibinin sürdürüldüğü, ultrason kontrollerinin yapıldığı, bebeğin akciğerlerinin gelişimi için steroid tedavisi başlandığı, gebeye kanı sulandırıcı ilaç tedavisine devam edildiği, kasılması olmadığından doğumun planlanarak sezaryen ile yapılmasına karar verildiği, doğum hazırlıkları yapılırken kendiliğinden hızlı bir şekilde doğumun başladığı, yan duruşta olan bebeğin makat gelişe döndüğü, makat geliş manevraları ile bebeğin çıkartılmaya çalışıldığı, manevralarla gerçekleşmeyince rahim ağzına kesi ve ardından yine manevra ile doğumun sağlanılmış olduğu ve bebeğin çıkartılmasından sonra gebenin ameliyathaneye alınarak mevcut kesilerinin dikildiği, acil doğum eylemi nedeniyle vücudunun bir bölümü çıkmış olan bebeğin bir an önce doğumunun gerçekleştirilmesi gerektiği, bu nedenle en yakın uygun yerde doğumun gerçekleştirilmiş olduğu ... " Başvurucu her iki rapora da itiraz etmiştir. 22/10/2014 tarihli ilk rapora ilişkin itiraz dilekçesinde özetle hastanede 5 gün boyunca yeterli tıbbı izleme ve müdahaleden yoksun şekilde bekletildiği, özellikle transvers duruş şeklinde olan doğumların yüzde yüz sezeryanla yapılması gerektiği, aksi halde olumsuz sonuçlar doğurma oranının çok yüksek olduğu buna rağmen başvurucunun basit rutin kontrollerden geçirildiği, raporda konunun rutin kontrollerin yapıldığı belirtilerek geçiştirildiği, ayrıntılı bir açıklama yapılmadığı, doğumun sezeryanla yapılması için geç kalındığı , doğum suyu gelen hastanın hastanedeki günde hasta odasında bebeğin doğum kanalına düşmesinin ve makata kadar çıkmasının izahı ile bu olay öncesine kadar olan süreçte idarece benimsenen bir doğum metodunun olup olmadığının izahının yapılmadığı, doğum suyunun gelmiş olmasının doğumun her an başlayabileceğinin işareti olduğunun herkes tarafından bilinen bir durum olduğu, doğumdan önceki gece başvurucunun ağır sancıları nedeniyle doktorlara başvurduğu ancak kendisine çeşitli ilaçlar verilerek ağrıların dindirildiği bu durumun da müvekkilin artık her an doğum yapabileceğinin açık işareti olduğu, bebeğin transvers duruştan makat duruşuna geçtiğinin hastane personelince fark edilmemiş olduğu bunun da başvurucunun tıbbi gerekliliklere uygun müşahade ve kontrol altında tutulmadığının göstergesi olduğu, riskli bir doğum yapacağı belli olan başvurucunun doğumunun gerekli tıbbı teçhizattan yoksun pansuman odasında yaptırılmış olmasının bebeğin yüzünde bulunan kesinin hayati tehlike taşıyıp taşımadığının, ölü doğup doğmadığının raporda belirtilmediği, solunum sıkıntısı yaşayan bir bebeğin bir de kendisine göre büyük sayılacak bir yara nedeniyle ne gibi bir sıkıntı yaşadığının, bu durumun ölüme sebep olup olmadığının tetkik edilmesi gerektiği, söz konusu yaranın ölüme sebep olup olmadığının belirlenmesi kadar nasıl oluştuğunun da açıklığa kavuşturulması gerektiği, gerçekten bebeğin doğumu için yapılan mauriceau-veit-smellie manevrası sırasında bu yaranın oluşup oluşmayacağının belirtilmediği" ifade edilmiştir. Başvurucu 29/7/2015 tarihli ek rapora da itiraz etmiş ve dilekçede bebeğin yan duruş pozisyonundan makat pozisyonuna geçmesinin doğumun başlaması anlamına gelip gelmediği, makat pozisyonuna geçen bebeğin ne kadarlık bir zaman dilimi içerisinde doğurtulması gerektiği, bebeğin yüzündeki yaralanmanın kolluma atılan kesiler sonucunda mı oluştuğu; yoksa hekimlerin iddia ettiği gibi doğum sırasında uygulanan mauriceau-veit-smellie manevrası sırasında mı oluştuğu, bu kesinin bizatihi hayati tehlike doğuracak mahiyette olup olmadığı, yine ölüm ile kesi arasında nedensellik bağı bulunup bulunmadığı hususlarında açıklama yapılmadığını ve yeni bir rapor alınması gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme 18/11/2015 tarihli kararı ile maddi tazminat istemini reddetmiş, manevi tazminat istemini ise kısmen kabul etmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın maddesinin son fıkrası hükmüne göre idareler, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunmaktadırlar.İdarelerin yapmakla yükümlü oldukları görevlerin yerine getirilmesinde bir kusuru olması ve bu kusur neticesinde bir zararın doğması durumunda, idarece bu zararın tazmin edilmesi Anayasa hükmü gereğidir.Kamu idareleri, yapmakla yükümlü bulundukları hizmetlerini gereği gibi ifa etmekle beraber bu hizmetin işleyişini sürekli kontrol etmek ve hizmetin yürütülmesi sırasında gerekli önlemleri almakla da yükümlüdürler. İdarenin bu yükümlülüğünü yerine getirmeyerek bir zarara sebebiyet verilmiş olması halinin hizmet kusuru nedeniyle meydana gelen zararları tazmin sorumluluğu yükleyeceği idare hukukunun yerleşmiş ilkelerindendir....İdarelerin, yerine getirmekle yükümlü oldukları hizmetlerin ifası sırasında kusurlu fiil ya da eylemi nedeniyle üçüncü şahısların zarara uğraması, zararın da hizmetin ya da eylemin doğal sonucu olması durumunda tazmin yükümlülüğü doğacaktır. Sağlık gibi son derece hayati önem arzeden kamu hizmetinin taleplere cevap verecek şekilde teknik, fiziki ve personel açıdan gerekli donanıma sahip olması zorunludur. Bu hususlar hizmetin gereği gibi verimli ve düzenli bir şekilde yürütümü açısından önem ifade etmektedir.......bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiş, davacı tarafından yapılan itiraza itibar edilmeyerek rapor hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.Bir hastalık ya da rahatsızlık nedeniyle başvurulan sağlık kuruluşunca hastalığın veya rahatsızlığın tedavisi için tıbbi kurallar içerisinde yapılması gereken her türlü müdahale ve etkinin uygulanması zorunludur. Uzmanlık alanı insan sağlığı, vücut bütünlüğü olan sağlık personeli, görevini yerine getirirken son derece dikkatli ve özenli davranmakla yükümlüdür. Zira bu yükümlülüğe riayet edilmemesi daha sonradan giderilmesi mümkün olmayan zararlara yol açacaktır. Bu kapsamda, çocuğun sağlıklı bir şekilde doğumu için tıbbi kurallara uyulması, gerekli tedbirin alınması, özenin gösterilmesi gereklidir. Doğum esnasında gösterilecek küçük bir kayıtsızlık kişinin ömür boyu sakat kalmasına veya vefat etmesine sebebiyet verebilecektir. Dolayısıyla idarenin tazmin yükümlülüğünden söz edebilmek için ilgilide meydana gelen hastalık ya da rahatsızlığın kendisine uygulanan hatalı tetkik ya da tedaviden kaynaklanması gerekmektedir. Şayet zarar yapılan tedavi ya da muayene dışında başka bir sebepten doğmuşsa idarenin tazminat ödeme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Zira zarar idarenin eyleminden (tektik, tedavi) doğmamaktadır. Uyuşmazlıkta, annenin doğum öncesi ve sonrasında yapılan tedavi ve tetkiklerde herhangi bir hata olmadığı, uygulamaların bilimsel ve tıbbi kurallara uygun olduğu Adli Tıp Kurumu raporunda ortaya konulduğu görülmektedir.Davanın, manevi tazminata ilişkin kısmına gelince;Manevi tazminat, Patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderin yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak benimsenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olayın gelişimi ve sonucu, ilgilinin durumu itibariyle uğradığı manevi zarara karşılık takdir edilecek manevi tazminatın belirlenmesinde manevi tatmin aracı olması idarenin olaydaki kusurunun niteliği, ağırlığı, idarenin eylemi nedeniyle kişinin manevi değerlerinde bir eksilme olması, olayın üzerinde bırakacağı üzüntü, acı ve sarsıntının etkisi gibi hususlar göz önüne alınacaktır.Her ne kadar bilirkişi raporunda annenin doğum öncesi ve sonrasında yapılan tedavi ve tetkiklerinde hata olmadığı belirtilmiş ise de; tüm dosya kapsamından ve bilirkişi raporundan davacı annenin hastaneye gelişi, doğum ve doğum sonrası yaşadığı travmaların Devletin vatandaşına sağlaması gereken sağlık hizmetlerinin kusurlu veya kusursuz sorumluluk ilkesi aranmaksızın doğrudan 1982 Anayasası´nın Maddesinde öngörülen Sosyal Devlet olma ilkesi kapsamında toplumla paylaşılması gerektiği sonucuna varılmakla anne ve baba için ayrı ayrı 000,00-TL manevi tazminatında yasal faiziyle birlikte ödenmesi gerekli görülmüştür." Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi hükmü redde ilişkin kısımlar yönünden onamış, kabule ilişkin kısım yönünden ise gerekçeyi değiştirmek suretiyle onama kararı vermiştir. 29/9/2016 tarihli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Manevi tazminat, idari eylem veya işlem nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa karşılamaya yönelik bir manevi tatmin aracıdır. Manevi tazminat, evrensel hukukta eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unsuru da ön plana alınmaktadır. Gelişen hukuktaki bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde, tatmin olma duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini de ortaya koymakta ve vücut bütünlüğü yanında ruh sağlığını da içeren kişi haklarının önemini vurgulamaktadır.Manevi tazmin ile amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek değil, hizmet kusuruyla zarar veren idareyi, gerekli dikkat ve özeni gösterme konusunda etkili biçimde uyarmaktır.Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak bir miktarda olması gerekmektedir.....Olayda, Yeliz Acar'ın 10/08/2012 tarihinde 33 hafta 5 günlük prematüre, transvers (yan) duruş, kötü obstetrik öyküsü (12 haftanın altında iki gebelik kaybı ve bir dış gebelik öyküsü) ve erken membran rüptürü ( gebelik haftasından önce doğum eylemine girmeden bebeğin sularının gelmesi ve gebelik kesesi bütünlüğünün bozulması) olan gebe olarak davalı idare hastanesine yatırıldığının anlaşıldığı, hastanedeki takip ve tedavisinin tıp kurallarına uygun olduğu Adli Tıp Kurumu raporunda belirtilmiş ise de, olay tarihi olan 14/08/2012 tarihinde saat 01:30'da hastanın rahim kasılması hissettiğini ilgililere bildirmesi üzerine yapılan muayenesinde doğum eyleminde olmadığının belirlendiği, sabah 08:00'de şikayetinin olmadığını bildirdiği, sezaryen için hazırlıklara başlandığı, saat 11:05'te sezaryen katındaki odasında doğumunun başladığı sezaryen servis hemşireleri tarafından haber verildiği, kordonun sarktığı söylenildiği, saat 11:20'de hastanın ağrısının olduğunu tarif etmesi üzerine muayene için odasına gidildiği, kordonun vagenden sarktığı, bebeğin ayaklarının vagen çıkımında olduğunun görülmesi üzerine ilgili doktorlara haber verildiği, müdahale imkanına sahip en yakın yer olan servis muayene odasına alınarak doğum eyleminin gerçekleştirildiği ve akabinde bebeğin vefat ettiği anlaşılmakta olup, sancılı ve sorunlu bir gebelik yaşayan davacının 14/08/2012 tarihinde sezaryen ile doğum kararı alınmasına rağmen 14/08/2012 tarihinde saat 11:00 civarında yapılan muayenesinde bebeğin kordon ve ayaklarının çıktığının görülmesi ve akabinde doğum eylemini gerçekleştirmek üzere en yakın yer olan servis odasına alınması ve davacıların bu süreçte yaşadığı travma bir arada değerlendirildiğinde, bu durumun davacılarda, gebelik takibinin gerektiği gibi yürütülmediği yönünde şüphe, endişe ve üzüntüye yol açtığı görüldüğünden, davacıların manevi zararının karşılanması gerekmektedir.Bu nedenle, idare mahkemesi kararının manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne ilişkin kısmı sonucu itibariyle yerinde görülmüştür." Başvurucunun karar düzeltme istemi 24/10/2017 tarihinde Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 29/11/2017 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 28/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, §§ 24-30; Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/161
Başvuru, doğumun ardından tıbbi hata sonucu bebeğin kaybedilmesi nedeniyle açılan tazminat davasında etkin araştırma yapılmaması, kusurun tespit edilmemesi ve yeterli miktarda tazminata hükmedilmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun bir yayınevine göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 19/2/2013 tarihinde Kırşehir Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 16/6/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 16/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 3/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 3/7/2015 tarihinde Adalet Bakanlığa (Bakanlık) bildirilmiştir. Bakanlık, görüşünü 22/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 5/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvurucu, daha önceden aynı Disiplin Kurulu kararı kapsamında milletvekillerine göndermek istediği mektuplara el konulmasını da şikâyet etmiştir. Başvurucunun inceleme konusu olan bireysel başvuru formunda, sadece yayınevine göndermek istediği mektuba ilişkin şikâyette bulunduğu ve gönderilmek istenen diğer mektupların muhataplarının farklı olması gerekçesiyle birleştirme kararı verilmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Hâlihazırda Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun, Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda iken "Kutsal Kitap Bilgilendirme Merkezi" adlı bir yayınevine ve dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) üyesi olan eski milletvekilleri Melda Onur ile Hüseyin Aygün'e göndermek istediği mektuplar, Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 12/11/2012 tarihli ve 2012/398 sayılı kararıyla sakıncalı olarak değerlendirilerek gönderilmemiştir. Başvurucunun, milletvekilerine göndermek istediği mektupların alıkonulmasını ayrı bir başvuru formuyla ve 2013/2072 numaralı bireysel başvuru numarasıyla şikâyet ettiği anlaşılmaktadır. Gönderilmek istenen mektupların muhataplarının farklı olması sebebiyle anılan mektuplarla ilgili bireysel başvuruları ayrı ayrı ele almanın daha uygun olacağı değerlendirilerek dosyalar birleştirilmemiştir. Söz konusu mektubun ilgili kısımları şöyledir:“Kutsal kitap bilgilendirme merkezine merhaba.Mesihin sevgisi üzerinizden eksik olmasın dileklerimle sevgi ve saygılarımla.Ben 2011 tarihinde RR. barkod numaralı tauütlü mektupla Epesus Dağıtım Merkezi Bakırköy adresine başvurdum. Kutsal kitabı almak istedim. Bu mektuptan sonra cezaevinde şahsıma yönelik saldırılar başladı. Bu tarihten sonra gönderdiğim mektuplar engellendi. Dilekçelerim engellendi. Yasal herhangi bir hakkım tanınmıyor. Bu nedenle 2012 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yaptım. İyadeli tauütlü mektupla yaptığım bu başvuru kayıptır. RR. barkotludur. Bu mektubum kayıp olduğu için defalarca savcılığa suç duyurusunda bulundum. Ancak dilekçelerim işleme konmuyor. ...  2012 tarihinde Kırıkkale Nüfus Müdürlüğüne dilekçe yazarak Hıristiyan olmak istediğimi, kimliğimdeki İslam silinip dinimin Hıristiyan olduğunu yazmanızı istiyorum diye dilekçe verdim... Yapılan uygulamalar karşısında tahammül gücüm kalmadığımdan 2012 tarihinde süresiz açlık gırevine başlıyorum. Bu nedenle aşağıda yazacaklarım benim vasiyetimdir. Bu niteliktedir. Zaten ölmesemde ayrı bir durum  Ben ölür isem .... (kişiler) sorumludur.  Ben ölür isem beni Hıristiyanlık geleneklerine göre defin etmenizi rica ediyorum ve eyer mümkün ise bir rahip ya da papaz aracılığı ile vattiz olmak istiyorum. Ben dinimiz Hristiyanlık üzerinde yaklaşık olarak 5 yıldır çalışıyor ve araştıyor inceliyorum. "Devletten bazı kesimler niye Hıristiyanlığı bu kadar önemsiyorsun diye bana çeşitli sorular soruyorlar. Verdiğimi cevaptan anlamadıkları için diyorum Hıristiyanlar bana para yardımını yapıyorlar." bu bir masum yalandır ancak Türkiye toplumu idolist felsefeden kültürden öyle koparılmış ki verecek başka bir cevap yok.. ... Selam ve sevgilerimi sunarkenmesihin sevgisine emanet olun.Kahraman Güvenç Not: Zarfın içinde Hıristiyan yaşam programının tanıtım kaydı  okuyucu kuponu   Anket vardır. Büyük ihtimal ile bu size son mektubum olacak. Maddi imkanım el vermiyor. Şayet imkanım olur ise size yazarım. ... " İlgili mektubun eklerinde Hristiyan inancı ile ilgili bir program tanıtım kartının ve bir kitapla ilgili olduğu anlaşılan okuyucu kuponunun bulunduğu, bu kuponda ve "Dinin ötesinde" adındaki bir kitapçıkta yer alan anketlerin işaretlenip mektupla beraber yayınevine gönderilmek istendiği anlaşılmaktadır. Okuyucu kuponunun bir bölümünde "...inanç ile ilgili veya buna benzer yaşamsal önemi olan sorularınız varsa, mektubunuzu bekliyoruz...", kitapçıkta yer alan anketlerin yer aldığı kâğıdın başında ise "...Anket sorularını cevaplayarak bize gönderirseniz, Hristiyan inancını açıklayan diğer kitaplarımıza hiç bir ücret ödemeden sahip olacaksınız...." denilmektedir. Milletvekillerine gönderilmek istenen mektuplarla beraber anılan mektuplar değerlendirilmiş ve İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunca, bunların tamamının sakıncalı bulunarak alıcısına gönderilmemesine karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şu şekildedir:  “...hükümlünün mektubunun içeriğinde yer alan ifadalerde kuruma ilk girişi esnasında eşyalarının kayıt altına alınmadığına, ilgili yerlere yazdığı mektupların alıcılarına gönderilmediğine veya kaybolduğuna, kuruma yazdığı dilekçelerinin işleme konulmadığına dair yalan yanlış ve de aksinin kanıtlanması mümkün iddialar ile kurum ve görevlilerini hedef göstermeye yönelik çaba içerisinde olduğu anlaşılmış olmakla birlikte iddiasında yer alan; gönderilmediğini ifade ettiği mektuplarının gönderildiği PTT onaylı çıktılarından, eşyalarının ise kayıt altına alındığına dair hükümlünün imzası bulunan belgeden ve dilekçelerinin gönderildiği uyap kayıtlarından anlaşılmıştır. Bu sebep ile;- Hükümlü Kahraman Güvenç tarafından CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur'a, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'e, Kutsal Kitap Bilgilendirme Merkezine gönderilmek istenen mektupların tamamının sakıncalı bulunarak alıcılarına gönderilmemesine; - ...; karar verilmiştir." Başvurucu bu karara karşı Kırıkkale İnfaz Hâkimliği nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 19/12/2012 tarihli ve E.2012/614, K.2012/554 sayılı kararla başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Şikâyetin reddedilme sebebi şu şekildedir:“Hükümlü Kahraman Güvenç tarafından gönderilmek istenen mektuplarda, cezaevi idaresince yapılan işlemlerin kanuna aykırı olarak yapıldığı intibaanı uyandıracak şekilde yalan yanlış yazılar bulunduğundan, kurumu hedef gösterme gayesi söz konusu olduğundan, cezaevi idaresince sakıncalı bulunarak mektupların gönderilmemesi kararı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ve Ceza Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Tüzük'ün maddesine uygun olduğundan hükümlünün şikayetinin reddine …” Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi 4/2/2013 tarihli ve 2013/117 Değişik İş sayılı kararla İnfaz Hâkimliğinin kararını usul ve yasaya uygun bularak başvurucunun itirazını reddetmiştir. Anılan karar başvurucuya 13/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 19/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa Mahkemesinin Ahmet Temiz (B. No: 2013/1822, §§ 16-19) kararında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektuplara cezaevi idareleri tarafından yapılan müdahalelere ilişkin mevzuata yer verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2260
Başvuru, Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun bir yayınevine göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ulaşım aracında yapılan gösteriye polis müdahalesi nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye, 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda PKK tarafından Şırnak'ın merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış; teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık iki yüz güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir (Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, § 18). Başvurucu 17/12/2015 tarihinde İstanbul'un Beyoğlu ilçesi İstiklal Caddesi'nde bulunan Taksim-Tünel istikametinde hizmet veren tarihî tramvay içinde, herhangi bir şiddet eylemine başvurmadan Cizre'de yaşanan olaylara dikkat çekmek maksadıyla düzenlenen gösteriye katıldığını, yaptıkları gösterinin Çevik Kuvvet polisleri tarafından engellendiğini beyan etmektedir. Başvurucu anılan olay nedeniyle 17/12/2015 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, ertesi gün Başsavcılıkta şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde polis müdahalesi sırasında darbedildiğini belirterek polislerden şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun ifadesi şöyledir: "SORULDU: Ben eylemi sosyal medya üzerinden öğrendim. Ben eyleme tek başına gittim. Şüphelilerden B.A. ve U.Ş.yi tanıyorum diğer şahısları tanımıyorum. İddia edildiği gibi tramvayın ulaşımına engel olmadık akbil basarak tramvaya bindim. Üzerinde T.E. ölümsüzdür olan pankartı gördüm daha doğrusu bu pankartı ben yapıştırdım diğer pankartları yapıştırmadım. İddia edildiği gibi kürdistan faşizme mezar olacak katil polis hesap verecek katil erdoğan diye sloganda atmadım tutanakta geçen ve el konulan nüsaybin cizre sur silvan katil devlet kürdistandan defol yazılı dövizi kaldırmadım ayrıca böyle bir dövizde görmedim üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Tramvayın ulaşımına engel olmadık tramvay elektkrikler kesildiği gerekçesi ile ağa camii durağında durmuştu. Dedi Gözaltına alınmam sırasında da polis memurlarının şiddetine maruz kaldım. U. isimli bambam lakaplı çevik kuvvette görevli bir polis memuru telefonuma el koydu bir kısım görselleri sildi bu polis memurunun otobüste de şidetine maruz kaldım beni yumrukladı bu polis memurundan ve bana şiddet uygulayan diğer polis memurlarından şikayetçiyim. Hastaneye rapor için götürüldüğümüzde de yine aynı şekilde polis şiddetine maruz kaldım burada sivil uzun saçlı bir polis memuru jop eğitmeni olduğunu ve bu hareketleri bizim üzerimizde gösterebileceğini söyledi. İçerde 30 saniye zamanımız olduğunu söyledi. Doktorun yanına girdiğimizde ise polisler kapıda bekledi..." Başvurucu; terör örgütü propagandası yapmak, silahlı olarak katılınan toplantı ve yürüyüşte ihtara rağmen dağılmamak, deniz veya demir yolu ulaşım araçlarını kaçırma veya alıkoyma suçlarını işlediği iddiasıyla yedi şüpheliyle birlikte Başsavcılık sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Yapılan sorgusu sonucunda başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/12/2015 tarihli kararıyla adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle serbest bırakılmıştır.A. Başvurucunun Yaralanmasına İlişkin Ceza Soruşturması Süreci Başvurucu vekili, başvurucunun ve Ş.U. isimli diğer müştekinin gözaltına alındıkları sırada darbedildiklerini belirterek kolluk görevlileri hakkında işkence, görevi kötüye kullanma, hakaret, tehdit ve ifade hürriyetinin engellenmesi suçlarını işledikleri iddiasıyla 23/12/2015 tarihinde Başsavcılığa şikâyette bulunmuştur. Başsavcılık, Taksim Polis Merkezi Amirliğine 30/12/2015 tarihinde müzekkere yazmış ve 17/12/2015 tarihinde gerçekleşen olay yerini gören MOBESE kameralarının araştırılarak gönderilmesini talep etmiştir. 28/12/2015 tarihinde olay anına ilişkin olduğu belirtilen ve bazı görüntüleri içeren bir DVD ve bir CD gönderilmiştir. Öte yandan 20/1/2016 tarihinde, olay yerini gören MOBESE kamerasının görüntü kayıtlarının teknik özellikleri sebebiyle on veya on beş gün süreyle saklandığı, daha sonra yeni görüntülerin eski görüntüler üzerine kaydedildiği, bu sebeple olay gününe ait kamera görüntülerine ulaşılamadığı bilgisi verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun yargılandığı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) müzekkere yazmış; Olay Tutanakları, doktor raporları, ifade örnekleri, Yakalama Tutanakları, varsa olay anına ait görüntüler ile düzenlenmiş iddianame ve karar örneklerinin gönderilmesini talep etmiştir. Mahkemenin 11/2/2016 tarihli yazısıyla talep edilen bilgi ve belgeler Başsavcılığa gönderilmiştir. Olay, Yakalama ve Savcı Görüşme Tutanağı Başvurucunun da aralarında bulunduğu göstericilerden sekizinin olay nedeniyle yakalanarak gözaltına alındığı olaya ilişkin olarak kolluk, tutanak düzenlemiştir. Anılan tutanak iki sayfadan oluşmakta olup tutanağı dokuz kolluk görevlisi imzalamıştır. Şüphelilerden altısı hakkında imzadan imtina ettikleri belirtilmiştir. Başvurucunun gözaltına alınmasına ilişkin olarak kolluk tarafından düzenlenen tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"17/12/2015 günü saat 16:30 sıralarında Beyoğlu İlçesi İstiklal Caddesi üzerinde Taksim Meydan ve Tünel Meydan arasında seyreden Nostaljik Tramvayın işgal edildiği bilgisi üzerine Güvenlik Şube Müdürlüğü, Beyoğlu Güvenlik Büro Amirliği ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne bağlı ekiplerce ivedilikle olay yerine geçilmiştir. Tarihi tramvay İstiklal Caddesi Ağa Camii Durağında durduğu sırada tramvayda bulunan yolcuların Tramvaydan indirildiği ve ulaşıma engel olunduğu görülmüş, sonrasında Tramvay camlarına 040*5 metre ebatlarında beyaz zemine siyah yazı ile 'Cizre, Silopi, Sur, Nusaybin, Derik, Dargeçit, Silvan da 160 Sivil yaşamını yitirdi, Sizden Korkan Sizin gibi alçak olsun, T.E., Katliamlara sessiz kalma HDP/HDK Gençlik, Ölümsüzdür HDP/HDK gençlik yazılı pankartları yapıştırdıkları, 'Nusaybin, Cizre, Sur-Silvan-Katil Devlet Kürdistan'dan defol' yazılı dövizleri kaldırdıkları ve 'Kürdistan faşizmeme mezar olacak-Katil Polis Hesap verecek-Hırsız Katil Erdoğan' şeklinde slogan attıkları görülmesi üzerine şahıslara defaten duyabilecekleri ses tonuyla yaptıkları eylemin kanunsuz olduğu ve sonlandırmaları gerektiği dile getirilmişse de şahıslar eylemlerine devam etmeleri üzerine biz görevlilerce şahıslara dirençlerini kıracak ölçüde zor kullanılarak yakalama işlemi yapılmıştır." Bilirkişi Raporu Başsavcılık, olaya ait bir DVD ve bir CD üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi tarafından düzenlenen raporun ilgili kısmı şöyledir: "CD içerisinde '2015-12-17 Nostaljik tramvaydaki eyleme polis müdahalesi' mp4 uzantılı 00:03:06 dakikalık videonun olduğu görülmekle yapılan incelemede: 00:00:15 saniyede bir bayan şahsın elinde mikrofonla konuşma yaptığı görülüyor. Tramvay üzerine çeşitli yazılar asıldığı görülüyor. 00:00:39 saniyede tramvayı kullanan insanların tramvayı boşalttığı görülüyor. Şahısların tramvay içerisinde gösteri yaptığı anlaşılıyor. Tramvay[ın] hareket etmediği ve diğer yolculardan kimse kalmadığı görülüyor. 00:01:16 de içeridekilerin çeşitli sloganlar attığı gözlemleniyor. 00:01:41 de polis memurlarının olay yerine geldiği gözlemleniyor. Polis memurları[nın] tramvay içerisinde bulunan şahısları gözaltına aldığı görülüyor. 00:02:25 saniyede bir polis memurunun elini aşağı doğru salladığı görülüyor. Herhangi bir kişiye değdiği belli değil. Görüntü üstünde gerekli netlik, yakınlaştırma ve doygunluk yapılmış olup, görüntü pikselinin yani kalitesinin düşük olması, polis memurunun sırtı dönük olması, yüz kısmının ve elinin bir kişiye değdiği görülmediği anlaşılıyor. Polis memurlarının gözaltına alırken kalkanlarla kordon çektiği görülüyor. Görüntüler üzerinde doygun, aydınlatma, netleştirme, doygunluk ve yakınlaştırma ayarları yapılarak aktarılmıştır..." Bilirkişi, bir adet DVD üzerinde yaptığı incelemede özetle görüntülerde herhangi bir olayın ve olay mahallinin olmadığını belirtmiştir. Adli Tıp Raporu Başsavcılık 23/12/2015 tarihinde Adli Tıp Kurumundan (ATK) başvurucunun muayene edilmesini ve buna ilişkin adli rapor düzenlenmesini talep etmiştir. ATK'nın düzenlediği 23/12/2015 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:"...doğumlu kişiye ait tıbbi belge bulunmadığı, ifadesinde, 17/12/2015 tarihinde tramvay içerisinde yapılan eyleme katıldığını, bu esnada polisler tarafından kötü muameleye maruz kaldığını, 18/12/2015 tarihinde akşam geç saatlerde gözaltından çıktığını, gözaltına alınma esnasında ve gözaltındayken de yumruk tekme ve copla darba maruz kaldığını, hakaret edildiğini belirttiği, tarafımdan yapılan muayenesinde, kafa arka kısımda oksipital bölgede şişlik ve hassasiyet, sağ üst kol orta omuz bileşkesinde sarı yeşil ekimoz, sol dirsek dış kısımda hafif ödem olduğu, boyun hareketlerinde arka tarafta daha fazla olmak üzere hassasiyet olduğu, arızasının,Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu kanaatini bildirir rapordur. " Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar Başsavcılık 24/3/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Söz konusu soruşturma evrakı ile ilgili olarak düzenlenen 2015 tarihli olay tutanağı kapsamına göre, nostaljik tramvayın işgâli bilgisi üzerine olay yerine varıldığında tramvay yolcularının indirilmiş olduğu, tramvayın hareketinin engellenmiş olduğu, tramvay camlarına "Cizre, Silopi, Sur, Nusaybin, Derik, Dargeçit, Silvan' da 160 sivil yaşamını yitirdi. Sizden korkan sizin gibi alçak olsun T.E. Katliamlara sessiz kalma HDP/HDK Gençlik ölümsüzdür" yazılı pankartlar yapıştırıldığı, göstericilerin 'Nusaybin, Cizre, Sur -Silvan- Katil Devlet Kürdistan' dan defol' şeklinde pankartlar açtıkları ve sloganlar attıkları, şahısların uyarılara aldırış etmemeleri üzerine dirençlerini kıracak ölçüde zor kullanılarak yakalama işlemi yapıldığı tespit edilmiştir. Yine şikayete konu olay ile ilgili olarak görüntü içeren CD temin olunarak yaptırılan bilirkişi incelemesinde, bir kadın şahsın elinde mikrofonla tramvay üzerinde konuşma yaptığı, tramvay üzerine 'Katliamlara sessiz kalma! HDK/HDP Gençlik' şeklinde yazılar asıldığı, tramvay yolcularının tramvayı boşalttıkları, bir grubun tramvay içerisinde gösteri yaptığı ve sloganlar attığı, polis memurlarının müdahale ederek tramvayda bulunan göstericileri gözaltına aldıkları, başkaca suç konusu eyleme rastlanmadığı anlaşılmıştır.Yapılan soruşturma sonucu mevcut bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde;Kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkilerini kullanmalarına neden olan ve olay tarihlerindeki eylemci gruplar tarafından gerçekleştirilen tramvay işgali ile ilgili toplantı, gösteri ve yürüyüşlerin yasal bildirimler yapılmadan gerçekleştirildiği, bu hali ile barışçıl olarak kabul edilmediği, ayrıca ulaşım aracının hareketinin engellediği ve aralarında müştekilerin de bulunduğu eylemcilerin kolluk görevlilerine direnmede bulundukları ve alınan adli raporlarındaki yaralanmalarının niteliği ve derecesi dikkate alındığında, müştekilerin şikayetlerine konu olan kolluk görevlileri olan şüphelilerin zor kullanırken orantılı davranmadığına, zor kullanma yetkisinde sınırı aşarak sahip bulundukları nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle müştekileri kasten yaraladıklarına ilişkin olarak müştekilerin soyut iddiası dışında kamu davası açılması için yeterli ve elverişli deliller bulunmadığı anlaşıldığından, suç ve şüpheliler ile ilgili olarak kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..." Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 31/1/2019 tarihinde verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Anılan karar 25/2/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Başvurucu Hakkında Yürütülen Soruşturma Başsavcılık, başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında 23/12/2015 tarihli iddianameyle deniz veya demir yolu ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması, silahlı olarak katılınan toplantı ve yürüyüşte ihtara rağmen dağılmama, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme suçlarından kamu davası açmıştır. Yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 23/6/2016 tarihli kararıyla başvurucunun ve diğer şüphelilerin beraatlerine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Tüm sanıkların üzerlerine atılı TCK'nun 223/2 ulaşım araçlarının engellenmesi yönünden savunmalarında tramvaya bindiklerini belirttikleri ama herhangi bir şekilde tramvayı durdurmadıklarını söyledikleri, dosya kapsamı içerisinde yer alan video görüntülerinin tetkikinde de, sanık savunmalarının aksini gösterir bir görüntü kaydının olmadığı, sanıkların ulaşımını engelledikleri iddia olunan tramvayın kullanıcısı olan tanık Y.B.nin de beyanlarında sanıkların tramvaya akbil basarak bindiklerini ve ulaşımı engellemediklerini belirttiği, hal böyle olunca tüm dosya kapsamında sanıkların atılı bu suçlama yönünden savunmalarının aksini gösterir, delil bulunmadığından sanık savunmalarının var olan delillerle desteklenmiş olması hasebiyle bu savunmalara itibar edilerek, atılı suçlamanın kanunda ön görülen unsurlarının oluşmadığı vicdani kanısına varıldığından tüm sanıkların ayrı ayrı beraatlerine,Tüm sanıkların üzerlerine atılı terör örgütü propagandası yapma suçu yönünden iddianamede belirtilen pankartlar, dövizler ve sloganlar dikkatlice tetkik edildiğinde, 'cizre silopi sur nusaybin derik dargeçit silvanda 160 sivil yaşımını yitirdi, sizden korkan sizin gibi alçak olsun t.e.' , 'katliamlara sessiz kalma HDP-HDK GENÇLİK', 'ölümsüzdür HDP - HDK GENÇLİK'yazılı pankartlar, 'Nusaybin , cizre , sur , silvan - katil devlet kürdistandan defol' yazılı dövizler ve 'Kürdistan faşizme mezar olacak - katil polis hesap verecek' şeklinde sloganlarda terör örgütünün cebir şiddet içeren yöntemlerini meşru gösterici, övücü veya bu yöntemlere başvurmayı teşvik edici herhangi bir hususun bulunmadığı, bu haliyle pankart, döviz ve slogan içeriklerinin ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiği vicdani kanısına varıldığından tüm sanıkların üzerlerine atılı bu suçlama yönünden ayrı ayrı beraatlerine,Tüm sanıkların üzerlerine atılı toplantı gösteri yürüyüşleri kanunun 33/b maddesine muhalefet suçu yönünden sanıkların pankartlarının HDP-HDK gençlik imzalı olduğu, taşınan dövizlerin içerik itibarıyla terör örgütü propagandası olarak kabul edilemeyeceği, bu nedenle yasa dışı örgüt ve topluluklara ait olmadığı ve yine atılan sloganların içerik itibarıyla terör örgütü propagandası olarak kabul edilmediği dikkate alındığında sanıkların üzerlerine atılı bu suçlama yönünden de suçun maddi unsurlarının yani yasa dışı örgüt ve topluklara ait pankart, dövizlerle veya bu nitelikteki sloganlarla toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma unsurunun gerçekleşmediği, bu nedenle sanıkların ayrı ayrı beraatlerine,Tüm sanıkların üzerlerine atılı görevi yaptırmamak için direnme suçu yönünden, dosya kapsamından atılı bu suçlamanın gerçekleştiğine ilişkin sanık savunmalarının aksini gösterir, her türlü şüpheden uzak, kesin ve yeterli delil olmadığı vicdani kanısına varıldığından, sanık savunmalarının tanıkçada desteklenmiş olması nedeniyle, atılı bu suçlama yönünden mahkumiyetlerine yeterli delil elde edilemediğinden tüm sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur..." Temyiz edilen hüküm, Yargıtay Dairesinin 12/10/2021 tarihli kararıyla onanmıştır. Anayasa Mahkemesinin Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38), Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45) kararlarında ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması açıklanmıştır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9303
Başvuru, ulaşım aracında yapılan gösteriye polis müdahalesi nedeniyle yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, "1705 sayılı Kanun'a muhalefet" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 7/1/2014 tarihinde Van Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başkale Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 25/1/2001 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu hakkında, Başkale Cumhuriyet Başsavcılığının 7/2/2001 tarih ve E.2001/178 sayılı iddianamesi ile 10/6/1930 tarih ve 1705 sayılı Ticarette Tağşişin Men'i ve Murakabesi ve Korunması Hakkında Kanun'a muhalefet suçundan kamu davası açılmış, dava Başkale Asliye Ceza Mahkemesinin E.2001/182 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Yargılamaya başlayan Başkale Asliye Ceza Mahkemesince, 7/2/2001 tarihli tensip tutanağı ile savunmasının alınması amacıyla başvurucuya tebligat gönderilmesine karar verilmiştir. Usulüne uygun tebligata rağmen 4/7/2001 tarihli ilk duruşmadan itibaren yargılamaya katılmaması üzerine, Mahkemece, başvurucu hakkında önce yakalama emri çıkartılmış, ardından başvurucunun gıyaben tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, 28/9/2005 tarihinde yakalanmış, aynı tarihte Mahkemece savunması alınarak serbest bırakılmıştır. Başkale Asliye Ceza Mahkemesinin 5/4/2006 tarih ve E.2001/182, K.2006/512 sayılı kararı ile başvurucunun, "1705 sayılı Kanun'a muhalefet" suçundan 2 ay hapis ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar, kanun yollarına başvurulmadığı gerekçesiyle 3/5/2006 tarihinde Mahkemece kesinleştirilmiştir. Mahkemece, Başkale Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan 30/10/2007 tarih ve 2001/182 sayılı yazı ile 5/4/2006 tarihli kararın başvurucuya usulsüz tebliğ edildiği gerekçesiyle infazının durdurulması ve infaz belgelerinin işlem yapılmaksızın Mahkemeye iade edilmesi talep edilmiştir. Karar, 26/10/2007 tarihinde temyiz edilmiş ve 10/8/2012 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir. Başvurucu, 7/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 1705 sayılı Kanun’un maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/369
Başvurucu, "1705 sayılı Kanun'a muhalefet" suçunu işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, tesis edilen idari para cezasının başkalarına uygulanandan farklı ve fahiş oranda hesaplanması nedeniyle eşitlik ilkesinin; idari para cezasının iptali için açılan davanın reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 04/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık 4/2/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur. Bakanlığın görüş yazısı 13/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 25/2/2014 tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Şirket, LLC Limited Şirketinin acenteliğini yapmıştır. Şirkete ait M/T Kapitan isimli gemiyle taşınarak M/T yüzer antreposuna 22/3/2005 tarihli ve 58 sayılı özet beyan ile tahliye edilen fuel oil cinsi eşyanın 124 kg eksik çıktığı yetkili gözetim firmasınca düzenlenen 24/3/2005 tarihli tutanak ile tespit edilmiştir. Bunun üzerine 24/3/2005 tarihli ve 2685 sayılı yazı ile özet beyan eksikliğine ilişkin olarak üç ay içinde eksikliğin neden kaynaklandığının izahı ve ispatı istenmiş, bilahare başvurucuya üç aylık ek süre verilmiştir. Başvurucu 23/9/2005 tarihli dilekçe ekinde “Rusya Federasyonu Ticaret ve Sanayi Odası tarafından Moskova’da 2005 tarihinde mühürlenmiş ve onaylanmıştır.” şerhini taşıyan ve Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği Konsolosluk Şubesince onaylanan 22/9/2005 tarihli manifesto düzeltmesini ibraz etmiştir. İbraz edilen belgeler yeterli görülerek Haramidere Akaryakıt Gümrük Müdürlüğünün 23/9/2005 tarihli ve 10109 sayılı işlemi ile özet beyan eksikliğine ilişkin takibat kaldırılmıştır. Haramidere Gümrük Müdürlüğünün yapılan teftişi neticesinde düzenlenen 23/2/2007 tarihli ve 4 sayılı cevaplı raporun birinci maddesinde, 124 kg fuel oil eksikliği ile ilgili olarak Müdürlüğe ibraz edilen manifesto düzeltme belgesinde belgenin boşaltma acentesi olarak başvurucu Şirketçe düzenlenerek imzalandığı, mahreç ülke Ticaret ve Sanayi Odasınca ve Moskova Büyükelçiliği tarafından tasdiklendiği ve tahkikatın kaldırıldığının görüldüğü ancak bu tür belgelerin boşaltma acentesi tarafından değil; yükleme acentesi tarafından düzenlenmesinin gerektiği, bu yüzden yapılan işlemin uygun görülmeyerek otuz gün içinde usulüne uygun bir yazıyla eksikliğin giderilmesinin gerektiği belirtilmiştir. Anılan rapor uyarınca Gümrük Müdürlüğünün 26/2/2007 tarihli ve 2068 sayılı yazısı ile başvurucu Şirketten özet beyan eksikliğinin izahı istenmiş, aksi hâlde 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun maddesi uyarınca işlem yapılacağı tebliğ edilmiştir. Başvurucu Şirket ile Müdürlük arasında bu aşamadan sonra yazışmalar devam etmiş ancak başvurucu Şirketin özet beyan eksikliğini gidermediğinden bahisle Müdürlüğün 6/4/2007 tarihli ve 66 sayılı kararı ile Şirkete 791 TL para cezası verilmiştir. Şirket tarafından bu karara karşı yapılan itiraz, İstanbul Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğünün 2/5/2007 tarihli ve 2007/30 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu Şirket tarafından anılan kararın ve dayanağı işlem ve tahakkukların iptali istemiyle 6/6/2007 tarihinde İstanbul Vergi Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkeme 19/2/2008 tarihli ve E.2007/1916, K.2008/612 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Mahkemenin ret gerekçesi şöyledir: “Olayda, ihtilaf konusu fueloil cinsi eşyaya ilişkin gerek manifestoda, gerekse faturada yer alan miktara göre boşaltma sırasında ortaya çıkan 124-kg eksikliğin izah ve ispatının eşyanın yüklendiği liman yetkilileri, çıkış acenteleri, ve taşımacı kuruluş kamu kuruluşu ise bu kuruluştan alınan ve eşyanın yüklendiği limandaki en büyük Mülki İdare Amirince, Gümrük İdaresince, Ticaret Ve Sanayi Odalarınca Veya Liman Başkanlığınca onaylanmış belgelerle ispat edilmesi gerekliliği açık olup, boşaltma limanındaki acente olan ödevli şirketçe tanzim edilen ve bilahare “Rusya Federasyonu Ticaret ve Sanayi Odası tarafından Moskova’da 2005 tarihinde mühürlenmiş ve onaylanmıştır.” şerhini taşıyan ve Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği Konsolosluk Şubesince onaylanmış olan 2005 tarihili manifesto düzeltmesinin söz konusu eksikliği ispat ve izahı mümkün olmayıp 4458 sayılı Yasanın maddesi uyarınca kesilen para cezasına vaki itirazı reddeden başmüdürlük işleminde hukuka aykırılık görülmemiştir.” Başvurucu Şirket tarafından temyiz edilen bu karar, Danıştay Yedinci Dairesinin 27/3/2012 tarihli ve E.2008/2475, K.2012/1029 sayılı ilamı ile onanmıştır. Anılan karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Dairenin 26/6/2013 tarihli ve E.2012/6778, K.2013/3769 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucu vekiline 26/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve 22/8/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4458 sayılı Kanun’un maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan kısmı şöyledir:“ (Değişik ibare:2009 - 5911 S.K./mad) 35/A ila 35/C madde hükümlerine göre taşıt araçlarının sahipleri, kaptanları veya acentaları tarafından gümrük idaresine verilen özet beyan veya özet beyan olarak kullanılan ticari veya resmi belgelerdeki kayıtlı miktara göre fazla çıkan kapların yanlışlıkla mahrecinden fazla olarak yüklenmiş olduğu gümrük idaresince belirlenecek süre içinde kanıtlanamadığı takdirde, söz konusu eşyaya el konularak müsadere olunur ve eşyanın CIF kıymeti kadar para cezası alınır. 1 inci fıkraya göre ceza belirlenmesi mümkün olamıyorsa, noksan her kap için 241 inci maddenin 1 inci fıkrasında belirlenen miktarda para cezası alınır. (Değişik ibare:2009 - 5911 S.K./mad) 35/A ila 35/C madde hükümlerine göre taşıt araçlarının sahipleri, kaptanları veya acentaları tarafından gümrük idaresine verilen özet beyan veya özet beyan olarak kullanılan ticari veya resmi belgelerdeki kayıtlı miktara göre fazla çıkan kapların yanlışlıkla mahrecinden fazla olarak yüklenmiş olduğu gümrük idaresince belirlenecek süre içinde kanıtlanamadığı takdirde, söz konusu eşyaya el konularak müsadere olunur ve eşyanın CIF kıymeti kadar para cezası alınır.… Bu maddede belirtilen para cezaları, yapılan tespite göre taşıt araçlarının sahipleri, kaptanları veya acentalardan alınır.” Gümrükler Genel Müdürlüğünün mülga 2002/28 No.lu Genelgesi’nin “Cezai İşlem” kenar başlıklı maddesinin ilgi kısmı şöyledir:“Özet beyan eksikliğinin veya fazlalığının tespit edildiğini gösterir tutanağın imzalandığı tarihte yapılan bildiri üzerine 3 ay içinde taşıt sahipleri, kaptanları ya da acentaları tarafından bu eksiklik veya fazlalığın neden kaynaklandığının, eşyanın yüklendiği liman yetkilileri, çıkış acentaları ve taşımacı kuruluş kamu kuruluşu ise bu kuruluştan alınan ve eşyanın yüklendiği limandaki en büyük Mülki idare Amirince, Gümrük idaresince, Ticaret ve Sanayi Odalarınca veya Liman Başkanlığınca onaylanmış belgelerle ispat edilemediği takdirde Gümrük Kanununun 237 nci maddesi uyarınca cezai işleme başlanacaktır.…” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6405
Başvuru, tesis edilen idari para cezasının başkalarına uygulanandan farklı ve fahiş oranda hesaplanması nedeniyle eşitlik ilkesinin; idari para cezasının iptali için açılan davanın reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, astsubay başçavuş olarak görev yapmaktayken Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilen başvurucunun açtığı iptal davasında, hükme esas alınan gizlilik dereceli belgelerin başvurucuya incelettirilmesine ilişkin bir karar alınmadan karar düzeltme isteminin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ana Jet Üs Komutanlığı emrinde görev yaptığı sırada Astsubay Sicil Yönetmeliği'nin mülga maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine göre; silahlı kuvvetlerin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkındasıralı sicil üstleri tarafından 27/6/2012 tarihinde ayırma işlemi başlatılmıştır. 14/12/2012 tarihli kararnameyle başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, 25/12/2012 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinin idareye tebliğinden sonra davalıya otuz gün ek süre verilmiştir. 19/3/2013 tarihli savunma dilekçesi başvurucuya gönderilmek üzere aynı gün Başkanlığa teslim edilmiştir. Ayrıca savunma dilekçesinden ayrı olarak idari işlemin dayanağını teşkil eden bilgileri içeren evrak 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi kapsamında incelenmek üzere "gizli" gizlilik dereceli olarak Mahkemeye sunulmuştur. Gizlilik dereceli belgeler dışındaki evrak başvurucuya 26/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu tarafından 11/4/2013 tarihinde cevaba cevap dilekçesi sunulmuştur. Davalı idare tarafından bu defa cevaba cevap dilekçesine karşılık teşkil etmek üzere 17/5/2013 tarihli üst yazıyla "gizli" gizlilik dereceli bazı belgeler Mahkemeye gönderilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 9/10/2013 tarihli ve E.2013/55, K.2013/970 sayılı kararıyla dava reddedilmiştir. Dava sonunda gizlilik dereceli belgelerin iadesine karar verilmiştir. Gerekçenin başvuruyla ilgili kısmı şu şekildedir:"...Bu açıklamalar ışığında davacının durumu değerlendirildiğinde; davalı idarece 1602 sayılı AYİM Kanunun 52'nci maddesi kapsamında savunma ekinde gizlilik dereceli olarak gönderilen belgeler içerisinde yer alan ve disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve bu şekilde tespit edilen ifadesi esnasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı bir şekilde veya yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi ve belge bulunmadığı görülen davacı tarafından imzalanmış bulunan davacıya ait ifade tutanağı ile yine bu kapsamda alınmış olduğu anlaşılan diğer personellere ait olup davacının ifadesinde geçen olayları doğrulayan ve teyit eden ifadelere, idari tahkikat ve istihbarat raporlarına nazaran; Ankara genelindeki pavyonlara devamlı surette gitmekte olduğu, burada çalışan yabancı uyruklu konsomatris bayanlarla tanıştığı, anılan bayanlarla cinsel ilişki yaşadığı, üzerine kayıtlı telefonu bu bayanlara verecek kadar samimi olduğu, internette bir çok arkadaşlık sitelerine üye olduğu ve anılan siteler aracılığı ile tanıştığı bayanlarla cinsel ilişki yaşadığı, farklı ortamlarda ve farklı kişilerle birlikte esrar içip kullandığı, yaşam tarzı ve uyku problemi nedeniyle bir çok kez mesaiye geç kaldığı ve bu nedenle disiplin cezası aldığı; ayrıca meslek safahatındaki diğer disiplin cezaları ve hakkında farklı sicil üstlerince bildirilmiş olan menfi kanaatler ile 15-2009, 04-2011 ve 07-2011 tarihleri arasında üç ayrı "yabancı memlekete firar" eylemini gerçekleştirmiş olduğu hususları hep birlikte göz önüne alındığında; tavır ve hareketlerini hizmetin gerektirdiği şekilde düzenleyemeyip disiplin bozucu ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu anlaşılan davacının bu mevcut durumu itibarı ile TSK'daki kamu hizmetini devam ettirmesine olanak kalmadığı, bu itibarla 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 94/b madde ve fıkrası ile Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 60 ve 61'nci maddeleri uyarınca tesis edilen ayırma işleminde idarece takdir yetkisinin objektif kıstaslara bağlı kalınarak, kamu yararı amacına yönelik olarak ölçülü bir şekilde kullanıldığı anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır..." Ayrışık gerekçe gösteren üyenin değerlendirmesi şu şekildedir:"Davacı hakkında, Hv.K.K.lığı Askeri Mahkemesi tarafından 22 Mayıs 2013 tarihli kararıyla üç ayrı "yabancı memlekete firar" suçundan dolayı karar verildiğini ve davacının fiilen hizmetten uzak kaldığını gözönüne alarak ve sadece bu sebebe bağlı olarak genel gerekçeye katıldım.Davacı hakkında ileri sürülen diğer hususlara hukuka aykırı elde edilen soyut ifade tutanaklarına dayandırılması ve davacının özel hayatına ilişkin olması nedeniyle katılamadım." Başvurucu karar düzeltme isteminde bulunurken özetle; gerekçeli karar ile birlikte kendisi hakkında oluşan kanaatlerden bilgi sahibi olduğunu, kişiliği hakkında ileri sürülen hususların sahih olmayan kaynaklara dayandığını ve bunun dikkate alınmasının uygun olmayacağını belirterek gizli bilgilerin incelenmesine izin verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu talebine ilişkin olarak herhangi bir karar alınmaksızın, karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 22/4/2014 tarihli ve E.2014/23, K.2014/405 sayılı kararıyla reddedildiği anlaşılmaktadır. Anılan karar 4/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1602 sayılı Kanun'un "Dosya dışında inceleme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde bunun verilecek karar üzerindeki etkisi, görevli daire veya kurulca önceden takdir edilir, ara kararında bu husus ayrıca belirtilir. Ancak, istenen bilgi ve belgeler Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğine ve yüksek menfaatlerine veya Türkiye Cumhuriyetinin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir.(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır."  19/6/2010 tarihli ve 6000 sayılı Kanun'un maddesiyle 1602 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası değiştirilmiş ve maddeye beşinci ve altıncı fıkralar eklenmiştir. Yapılan bu yeni düzenlemede dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin taraf ve vekillerine açık olduğu ancak mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekilerin taraf ve vekillerine incelettirilemeyeceği; taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler incelettirilecek suretlerin veya ilgili bölümlerin idare tarafından karartılarak ayrıca gönderileceği, davacı taraf veya vekilinin karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebileceği ve bu itirazın mahkeme tarafından incelenerek haklı görüldüğü hususlarda mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin karşı tarafa incelettirilebileceği kural altına alınmıştır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Kural olarak başvurucular, davanın karşı tarafına tanınan bir avantajın kendisine zarar vermiş olduğunu veya bu durumdan olumsuz etkilendiğini ispat etmek zorunda değildirler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), taraflardan birine tanınan, diğerine tanınmayan avantajın, fiilen olumsuz bir sonuç doğurduğuna dair delil bulunmasa da silahların eşitliği ilkesi ihlal edilmiş saymaktadır (Zagorodnikov/Rusya, B. No: 66941/01, 7/6/2007, § 30). Çelişmeli yargılama ilkesi ise taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hâle gelmesine neden olabilecektir (Ruiz-Mateos/İspanya, B. No.12952/87, 23/06/1993, § 63). AİHM, hükme esas olan ve gizli olduğu belirtilen belgelere tarafların erişiminin kısıtlanmasını ihlal sebebi saydığı birçok kararından biri olan Miran/Türkiye kararında (B. No: 43980/04, 21/4/2009), AYİM'de görülen davada "gizli" ibareli belgelere başvuranın erişiminin imkânsız olmasına ilişkin şikâyet yönünden Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, bundan önce de benzer kararlarında "gizli" ibareli belgelere erişimin sağlanmamasının silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle aynı hükmün ihlal edildiğini belirtmiştir (Güner Çorum/Türkiye, B. No: 59739/00, 31/10/2006, §§ 21-30; Aksoy (Eroğlu)/Türkiye, B. No: 59741/00, 31/10/2006, §§ 24-31).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12380
Başvuru, astsubay başçavuş olarak görev yapmaktayken Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiği kesilen başvurucunun açtığı iptal davasında, hükme esas alınan gizlilik dereceli belgelerin başvurucuya incelettirilmesine ilişkin bir karar alınmadan karar düzeltme isteminin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/11/2010 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 24/1/2019 tarihinde kararı onamış, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 15/3/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17655
Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2019/20509 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/20509 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır.B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Cizre Belediyesine (Belediye) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının bildirilmesi üzerine Şirket, başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akdinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediye aleyhine dava açmıştır. Davalı Belediye cevap dilekçesinde, işe alım ve iş akdinin feshinin Şirket tarafından yapıldığını, başvurucular ile Belediye arasında imzalanmış yahut feshedilmiş bir sözleşmenin bulunmadığını belirtmiştir. Davalı Şirket ise Belediye tarafından yapılan bildirim doğrultusunda 667 sayılı KHK doğrultusunda hazırlanan ekli listede ismi geçen çalışanların Belediye hizmetlerinden ilişiğinin kesilmesinin istendiği, Şirket ile Belediye arasındaki sözleşme gereğince de çalışanların işine son verdiğini, bu konuda inisiyatifinin olmadığını ifade etmiştir. Cizre Asliye Hukuk Mahkemesi (İş Mahkemesi sıfatıyla) açılan davaların reddine karar vermiştir. Mahkeme kararlarında başvurucuların güvenlik soruşturması çerçevesinde çalıştırılması uygun olmayan kişiler olarak millî güvenliği tehdit eden yapılar ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Daireleri (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf istemlerini reddetmiştir. Kararlarda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve 667 sayılı KHK kapsamında başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatı olduğu gerekçesiyle iş sözleşmelerinin feshedildiği, ileride açılması muhtemel alacak davasında haklılığı ayrıca değerlendirilmek üzere söz konusu hususun geçerli sebep oluşturduğu, dolayısıyla ilk derece mahkemesi kararlarında bir isabetsizlik bulunmadığı yönünde değerlendirme yapılmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker, [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20 -
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20509
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamulaştırma bedelinin taşınmazın gerçek değerini karşılamaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle mülkiyet hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Konya'nın Selçuklu İlçesi Kayacık köyünde bulunan, başvurucuya ait 537 parselin askerî hizmetlerde kullanılmak üzere Millî Savunma Bakanlığının 10/3/2008 tarihli kararı ile kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Tarafların kamulaştırma bedelinde anlaşamamaları üzerine idare 4/2/2009 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ile bu bedel karşılığında başvurucu adına olan tapunun iptaliyle adına tesciline karar verilmesi talebiyle Konya Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme, taşınmazın değerinin saptanması için mahallinde keşif yaparak bilirkişi raporu temin etmiştir. Bilirkişi heyeti 28/5/2009 tarihli raporunda, kamulaştırmaya konu taşınmazın 1/1000 ölçekli uygulamalı imar planı dışında ancak 1/5000 ve 1/25000 ölçekli nazım imar planında askerî alan içinde kalan bir yer olduğunu tespit etmiştir. Heyet imar planında bu şekilde yer alan taşınmazın belediyenin yalnızca ulaşım hizmetlerinden yararlanması, yakınında yerleşim bulunmaması ve alt yapı hizmetlerinden yararlanmaması nedeniyle tarımsal arazi vasfıyla 624,75 TL'lik bir değere sahip olduğunu belirtmiştir. Mahkeme bilirkişi heyetince belirlenen bedelin başvurucu adına depo edilmesinden sonra bu bedel karşılığında taşınmazın tapusunun iptaliyle Millî Savunma Bakanlığı adına tesciline 5/3/2010 tarihinde karar vermiştir. Hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 13/7/2010 tarihli kararla taşınmazın değerinin belirlenmesinde esas alınan kapitalizasyon faiz oranı ve ilçe tarım müdürlüğü verilerinin doğru olmadığı gerekçesiyle hükmü bozmuştur. Bu aşamadan sonra ilk derece mahkemesi bozma kararı doğrultusunda bilirkişi heyetinden ek raporlar almış ve 7/6/2013 tarihli kararla 14/3/2012 tarihli bilirkişi raporundaki tespitleri nazara alarak 217,25 TL kamulaştırma bedelinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Aynı kararda ilk karardan önce başvurucu adına depo edilen miktardan arta kalan 407,50 TL'nin başvurucu tarafından bankadan paranın çekildiği tarihe kadar varsa işlemiş mevduat faizi ile birlikte iadesine karar verilmiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmekle Yargıtay denetiminden geçerek 1/12/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Nihai karar 13/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 12/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkındaki ilgili hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 18-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2788
Başvuru, kamulaştırma bedelinin taşınmazın gerçek değerini karşılamaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle mülkiyet hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılandığı ceza davasında uyuşmazlığın esası incelenmeden kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle başvurucunun karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1955 doğumlu olup olay tarihinde Mersin Barosu Başkanlığı görevini yürütmektedir. Balıkesir Adliyesinde görevli Hâkim Y., 14/10/2011 tarihinde, görev yaptığı Balıkesir Sulh Hukuk Mahkemesinde görülen bir davada duruşma esnasında davanın taraflarından birinin vekilliğini yapan Avukat Z.'yi darp etmiştir. Konu ulusal basında geniş yer bulmuş ve avukatlar bu olaya karşı çeşitli protestolarda bulunmuşlardır. 12/11/2011-13/11/2011 tarihlerinde Türkiye Barolar Birliği tarafından düzenlenen baro başkanları toplantısında da aynı konu gündeme gelmiş ve adı geçen hâkime yönelik eleştiriler dile getirilmiştir. Başvurucu da anılan toplantıda yaptığı konuşmada Hâkim Y.ye eleştiriler yöneltmiştir. Eleştirilerini dile getirirken "bu eylemin faili zuhulen yanlışlıkla hakimlik mesleğine intisap etmiş, psikiyatrik patolojisi bulunan, eski tabirle yine meczup bir adam... Bu meczup bizim mesleğimize saldıramaz..." şeklinde sözler kullanmıştır. Hâkim Y.nin şikâyeti üzerine gerekli prosedürler tamamlandıktan sonra başvurucu hakkında hakaret suçundan kovuşturma yapılmaya başlanmıştır. Yargılamayı yapan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 2/7/2015 tarihli kararıyla 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun'ungeçici maddesindeki düzenlemeye dayanarakkovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı, Ankara Ağır Ceza Mahkemesince 1/10/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 12/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6352 sayılı Kanun'ungeçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;...b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, ...karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen ... kovuşturmaya devam olunur."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17180
Başvuru, yargılandığı ceza davasında uyuşmazlığın esası incelenmeden kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle başvurucunun karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü, başvurucu vekilinin başvuru formunda bildirdiği adresine tebliğe çıkarılmış ancak tebliğ işlemi başvurucu vekilinin adresinden taşınmış olması nedeniyle yapılamamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Soruşturma ve Yargılama Süreci Başvurucu, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde başkomiser olarak görev yapmakta iken kamuoyunda bilinen ismiyle 17-25 Aralık soruşturmaları sürecindeki (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) bazı eylemleri dolayısıyla meslekten ihraç edilmiştir. Ayrıca söz konusu eylemler dolayısıyla başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 1/9/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 3/9/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; başvurucunun görev aldığı soruşturma sürecinde başkaca delil elde etme imkânının bulunup bulunmadığı araştırılmadan soruşturma konusu olaylarla ilgisi bulunan ve/veya bulunmayan yüzlerce kişinin telefonlarının dinlendiği, dinleme işlemlerinin usulsüz olarak icra edildiği, çoğu kişinin neden soruşturmaya dâhil edildiğinin ve telefonlarının dinlendiğinin anlaşılamadığı, sonrasında -henüz iletişimin tespiti kararlarının geçerlilik süresi devam ederken- dinleme faaliyetlerinin sonlandırıldığı ve operasyon aşamasının başlatıldığı ifade edilmiştir. Başsavcılık, soruşturma dosyasında yer alan bazı bilgi ve belgelere değinerek soruşturmanın ve soruşturma sürecinde yapılan işlemlerin amacının o tarihte görevde bulunan Hükûmeti cebir ve şiddet kullanarak görev yapamaz hâle getirmek olduğunu ve bu faaliyetlerin Paralel Devlet Yapılanması (PDY) mensubu polislerce gerçekleştirildiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda özellikle usulsüz olarak yapılan dinlemelere dayanılarak hazırlanan fezlekede bir bakanın suç örgütü lideri olarak gösterilmesine, bir kişi (medya patronu) hakkında iletişimin tespiti tedbirine başvurulduğu hâlde fezlekede bu kişiyle ilgili bir suç isnadında bulunulmamasına, fezlekenin hazırlandığı tarihte görev başında olan Başbakanın fezlekede "dönemin Başbakan'ı" şeklinde ifade edilmesine, iletişimin tespiti tedbirlerinin icrasında görevli polis memurlarının kendi aralarındaki haberleşmelerinde "bütün kabineyi toplamaktan" bahsetmelerine dikkat çekilmiştir. Başsavcılık ayrıca Başbakan ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı'nın bir görüşmesine ilişkin görüntülerin usulsüz bir şekilde temin edilerek basına servis edilmesine, hakkında iletişimin tespiti kararı olmamasına rağmen Başbakan'ın telefonlarının uzun bir süre dinlenilmesine ve basına sızdırılmasına, Başbakan'ın evinde usulsüz olarak teknik takip yapılmasına da temas etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 4/9/2014 tarihinde başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Hâkimlik, başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere atıf yapmış; özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen bir rapora, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından kullanılan bilgisayarlar üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen rapora, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının (TİB) tespitlerine, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişleri tarafından yürütülen disiplin soruşturmasının içeriğine ve bir gizli tanığın beyanlarına atıf yapmıştır. Kararda kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerledirmede ayrıca Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görev yaptıkları anlaşılan -başvurucunun da aralarında olduğu- şüphelilerin emniyet teşkilatındaki hiyerarşi içinde değil yasal olmayan bir oluşum çerçevesinde faaliyette bulundukları ve ayrı bir yapı oluşturdukları, bu kapsamda Başbakan da dâhil olmak üzere üst düzey siyasilerin ve kamu görevlilerinin telefonlarını uzun bir süre usulsüz bir şekilde dinledikleri yönündeki olgulara ve tutuklama talep yazısında yer alan diğer tespitlere değinilmiştir. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise "... yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemi ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'Kanun gereğince' varsayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK'nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği ..." değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucu 10/9/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 16/9/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme ve karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak ilgili soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin, hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine "tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu" değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılıkça, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları yeniden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, Mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 28/4/2015 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 11/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/2015 tarihli iddianamesiyle, başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, resmî belgede sahtecilik, resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemek ve kayıt etmek, verilerin süresi içinde yok edilmemesi, kişisel verileri hukuka aykırı olarak bir başkasına vermek veya ele geçirmek, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek ve göreve ilişkin sırrın açıklanması suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 16/10/2015 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2015/366 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Mahkeme 24/12/2018 tarihli kararı ile sanıklar hakkında çeşitli suçlardan mahkûmiyet ve/veya beraat kararı vermiştir. Aynı kararla başvurucunun da Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek suçundan 3 yıl (on sekiz kez) hapis cezası, haberleşme gizliliğini ihlal etmek suretiyle elde edilen kayıtları ifşa etmek suçundan 3 yıl (on sekiz kez) hapis cezası, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemek suçundan 9 ay (iki kez) hapis cezası, özel hayatının gizliliğini ihlal etmek suçundan 2 yıl 3 ay (dört kez) hapis cezası, özel hayata ilişkin görüntüleri ifşa etmek suçundan 3 yıl 4 ay 15 gün ve 2 yıl 3 ay (iki kez) hapis cezaları, verilerin süresi içinde yok edilmemesi suçundan 1 yıl hapis cezası ve resmî belgeyi bozmak, yok etmek ve gizlemek suçundan 6 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet hükmü başvurucu tarafından istinaf edilmiş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla yargılama dosyası hâlen ilk derece mahkemesindedir.B. İlgili Süreç Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler (Sonrasında meslekten de çıkarılmışlar.) ve 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -kendilerinin de üyesi oldukları- Fetullahçı Terör Örgütü/ Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiğini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd.maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık,müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir.Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de,gerek ilgili madde metinlerinde açıkça “şüpheli” kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.Hakan Hakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi,evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerlegönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına ve tamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin,kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd.maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte,bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına baş vurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in 'www.he.o' isimli internet sitesinde yayınlanan 'Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları' başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından 'www.herkul.org' isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak 'adanmış' bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." Başvuru Öncesi Süreç Başvurucu, aynı soruşturma kapsamında ayrıca 24/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine (Arif İbiş, B. No: 2014/16836, 12/12/2018) başvuruda bulunmuştur. Söz konusu başvuruda başvurucu, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle de masumiyet karinesi ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi 12/12/2018 tarihinde, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi ve gözaltına almanın hukuka aykırı olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve ayrıca kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş olması, tutuklamanın hukuki olmaması ve sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve ayrıca masumiyet karinesi ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların ise açıkça dayanaktan yoksun olması nedenleriyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Arif İbiş). İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7796
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Devlet Su İşleri ile başvurucu arasındaki mühendislik hizmetleri sözleşmesinin kapsamına ilişkin doğan uyuşmazlıkta verilen tahkim kararının başvurucunun söz konusu sözleşmenin tarafı olmadığı gerekçesi ile mahkeme tarafından iptal edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvurucu Elektrik Üretim Anonim Şirketi olup 29/8/2007 tarihinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) ile Beyhan Barajı ve hidroelektrik enerji üretim tesisinin su kullanımı hakkı ve işletme esaslarına ilişkin anlaşma imzalamıştır. Başvurucu, 19/8/2015 tarihinde Beyhan 3 Barajı ve Hidroelektrik Santrali (HES) Projesi fizibilite raporu hazırlanması ve enerji potansiyelinin kendisi tarafından değerlendirilmesi için DSİ'ye başvuruda bulunmuş, DSİ 21/8/2015 tarihli cevabıyla fizibilite raporu hazırlanması talebini reddetmiştir. DSİ'nin ret cevabı üzerine başvurucu, Beyhan Barajı ve Hidroelektirik Santrali Projesi Mühendislik Hizmetleri Sözleşmesi uyarınca tahkim yoluna başvurduğunu 24/8/2015 tarihli noter ihtarnamesi DSİ'ye bildirmiştir. DSİ de tahkim yoluna başvurduğunu 29/9/2015 tarihli noter ihtarnamesi ile başvurucuya bildirmiş ve tahkim süreci karşılıklı başlatılmıştır. Hakem heyeti 14/3/2016 tarihli kararı ile tahkime konu projelerin Beyhan Barajı ve Hidroelektirik Santrali Projesi Mühendislik Hizmetleri Sözleşmesi'nin kapsamında yer aldığına, sözleşmenin ifasının icbarına başvurucu lehine hükmetmiştir. DSİ tarafından söz konusu hakem heyeti kararına karşı iptal talebi ile dava açılmış, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 22/3/2019 tarihli kararıyla hakem heyeti kararının idareyi bir işlem yapmaya zorlayıcı nitelikte olduğu ve kararın kamu düzenine aykırı olduğu gerekçeleri ile iptaline karar vermiştir. Başvurucu ilgili karara karşı temyiz yoluna başvurmuş, Yargıtay Hukuk Dairesi 10/10/2019 tarihli kararı ile başvurucunun söz konusu uyuşmazlığa ilişkin sözleşmede taraf sıfatını haiz olmadığını belirterek gerekçesi değiştirilmek üzere hükmü onamıştır. Başvurucu, Yargıtay kararını 30/10/2019 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 27/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38736
Başvuru, Devlet Su İşleri ile başvurucu arasındaki mühendislik hizmetleri sözleşmesinin kapsamına ilişkin doğan uyuşmazlıkta verilen tahkim kararının başvurucunun söz konusu sözleşmenin tarafı olmadığı gerekçesi ile mahkeme tarafından iptal edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, muris muvazaası nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davasında delillerin yanlış değerlendirilerek usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; yargılamada delillerin ileri sürülmesi, dosyadaki bilgi ve belgelere ulaşma ve beyanda bulunma hususunda taraflar arasındaki eşitliğe aykırı davranılması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi A. ile Ü.E. isimli şahıs 8/11/2000 tarihinde evlenmişler, 3/4/2008 tarihinde boşanmışlardır. Muris A. İstanbul ili, Kadıköy ilçesi Caferağa Mahallesinde bulunan bir apartman dairesini 14/11/2002 tarihinde o dönemde eşi olan Ü.E.ye tapuda devretmiştir. Muris A.nın 16/1/2009 tarihinde vefat etmesi üzerine mirasçısı olan başvurucu 1/6/2009 tarihinde, Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada, söz konusu taşınmazın mal kaçırmak amacıyla Ü.E.ye devredildiğini belirterek tapu iptali ve tescil talebinde bulunmuştur. Mahkeme 25/9/2012 tarihli kararında, muris ile davalının evlendiklerinde aralarında yaş farkı olduğunu, murisin dava konusu taşınmazı davalı eşine hediye olarak verdiğini, mal kaçırma amacının olmadığını, Kadıköy Noterliğince düzenlenen vasiyetnamenin tasarruf tarihinden hemen sonra düzenlendiğini ve davacıya da taşınmaz mal vasiyet edildiğini, murisin davalıdan boşanmasından sonra vasiyetnameden rücu ettiğini, bütün malların davacıya intikal ettiği dikkate alındığında murisin mal kaçırmak kastıyla hareket etmediğinin anlaşıldığını belirterek davayı reddetmiştir. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla Kadıköy Adliyesi kapatılmış, dosya İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 24/6/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 21/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 20/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13953
Başvuru, muris muvazaası nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davasında delillerin yanlış değerlendirilerek usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; yargılamada delillerin ileri sürülmesi, dosyadaki bilgi ve belgelere ulaşma ve beyanda bulunma hususunda taraflar arasındaki eşitliğe aykırı davranılması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucunun Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan ameliyat sonrasında göğüslerinde ortaya çıkan deformasyon sebebiyle uğradığını ileri sürdüğü zararların tazmini istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle vücut bütünlüğünün korunması hakkının, anılan davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle ise adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 4/10/2013 tarihinde Antalya Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/9/2015 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık tarafından 12/3/2015 tarihinde başvuruya ilişkin Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 2/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 7/6/2004 tarihinde “meme pitozis onarımı” ameliyatı geçirmiştir. Ameliyatın ardından başvurucunun göğüslerinde deformasyon meydana gelmiştir. Başvurucunun Almanya’da bir sağlık merkezi tarafından yapılan muayenesi sonrasında hazırlanan 17/8/2004 tarihli raporda, “başvurucunun göğüslerinde, geçirilen ameliyata bağlı normal göğüs şekline uymayan ve deforme olmuş anormal bir fonksiyon bozukluğu olduğu, halihazırdaki deformeliklerin doğru yapılan bir T- kesimi ile düzeltilebileceği” bilgisine yer verilmiştir. Başvurucunun isteği üzerine Adli Tıp Vakfı tarafından düzenlenen 21/7/2005 tarihli mütalaada ise “memelerde oluşan şekil bozukluğunun ameliyatın uygulanışındaki teknik hata sonucu meydana geldiği ve bu tıbbi uygulama hatasının bir beceri kusuru olarak değerlendirilmesi gerektiği kanaatine varıldığı” belirtilmiştir. Başvurucu ameliyat nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararlarının tazmini amacıyla 4/10/2005 tarihinde 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın ödenmesi istemiyle Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğüne karşı Antalya İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, Adli Tıp Kurumundan “başvurucunun geçirdiği ameliyatın ardından göğüslerinde ortaya çıkan deformede idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı, oluşan zararın tazmini yönünden olayda başvurucunun ve idarenin ve derece kusurlarının oranlarının tespiti” hususlarında rapor düzenlenmesini istemiştir. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu, 28/3/2007 tarihli raporunda hekime ve idareye atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmadığına karar vermiştir. Anılan raporun ilgili kısmı şöyledir: “… Kişi hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerdeki bilgi ve bulgular ile kişinin ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası alan fotoğrafları ve Kurulumuzda yapılan muayenesinde tespit edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde; Ameliyatın erken döneminin normal seyrettiği, yaklaşık bir ay sonra Almanya'da yapılan muayenesinde dikiş enfeksiyonu tespit edilmiş olduğu, mevcut verilere göre memelerde gelişen iz ve deformitenin dikiş alanında gelişen enfeksiyondan ileri geldiği cihetle ameliyatın komplikasyonu olarak değerlendirilmesi gerektiği, bu nedenle hekime ve kuruma atfedilebilecek kusur olmadığı oy birliği ile mütalaa olunur…” Antalya İdare Mahkemesi, 29/11/2007 tarihli ve E.2005/1601, K.2007/1707 sayılı kararıyla “Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen raporun hükme esas alınacak nitelikte olduğunu, rapora davacı vekili tarafından yapılan itirazın yerinde bulunmadığını, bu nedenle başvurucunun hastalığının teşhis ve tedavisinde idarenin ağır hizmet kusurunu gerekli kılacak koşullar bulunmadığını ve dolayısıyla zararlı sonuç nedeniyle davalı idareyi tazminle yükümlü kılmanın mümkün olamayacağını” belirterek davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 28/12/2011 tarihli ve E.2008/2471, K.2011/6000 sayılı kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Danıştay Onbeşinci Dairesinin 5/6/2013 tarihli ve E.2013/3226, K.2013/4104 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin karar, 5/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup 4/10/2013 tarihli bireysel başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesi, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur. Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7528
Başvuru, başvurucunun Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan ameliyat sonrasında göğüslerinde ortaya çıkan deformasyon sebebiyle uğradığını ileri sürdüğü zararların tazmini istemiyle açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle vücut bütünlüğünün korunması hakkının, anılan davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle ise adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
1
Başvuru, karar sonucunu etkileyebilecek esaslı iddiaların gerekçede tartışılmaması ve yakın akrabalar arasında yapılan telefon görüşmelerinin delil olarak kullanılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında yapılan ihbar neticesinde soruşturmalar başlatılmış ve şüpheliler hakkında çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, üye olmak ve örgüt faaliyeti çerçevesinde suç işlemek isnatlarıyla iletişimin tespiti kararları temin edilmek suretiyle iletişimleri takip altına alınmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucunun evinde yapılan aramada yirmi yedi adet MKE yapımı 9 mm fişeğin ele geçirilmiştir. Başvurucu ve diğer otuz yedi şüpheli hakkında farklı tarihlerde gerçekleştirdikleri havaya silahla ateş etmek suretiyle genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, silahla kasten yaralama, yaralamaya teşebbüs, yaralamaya azmettirme, hürriyeti tahdit, geceleyin zorla örgütün korkutucu gücünden yararlanarak birden fazla kişiye karşı konut dokunulmazlığını ihlal, silahla tehdit, gasp, örgütün korkutucu gücünden yararlanarak yağma, meskun mahalde ateş etme, mala zarar verme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, görevi kötüye kullanma, örgüte yardım etmek suretiyle uyuşturucu madde nakli yapmak şeklindeki otuzdan fazla eylemden Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga maddeyle yetkili) (Başsavcılık) on ayrı iddianamesiyle kamu davaları açılmıştır. Başvurucu ve diğer yirmi üç şüpheli hakkında düzenlenen Başsavcılığın örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiği iddia edilen on dokuz ayrı suça dair eylemlerin ve iletişimin tespiti kayıtlarının değerlendirildiği 9/3/2007 tarihli iddianamesinin başvurucuyla ilgili kısımları şöyledir:" ...1- ŞÜPHELİ MEHMET AYDIN’ın [başvurucu] YUKARIDA BAHSİ GEÇEN SUÇ ÖRGÜTÜNÜN KURUCUSU, LİDERİ OLDUĞU VE ÖRGÜTÜ ABİSİ [A.] VE KARDEŞİ [Ş.E.A.] İLE BERABER YÖNETTİĞİ, ÖRGÜT ELEMANLARINA KENDİSİ İÇİN UYUŞTURUCU TEMİN ETTİRDİĞİ, ÖRGÜT ELEMANLARININ YAPMIŞ OLDUĞU OLAYLARDA ARABULUCULUK, AVUKAT TEMİNİNİ, MÜŞTEKİ VE SANIK İFADELERİNDE YÖNLENDİRME YAPARAK NÜFUZUNU KULLANMAK SURETİ İLE KORUYUCU, KOLLAYICI, YÖNLENDİRİCİ VE AZMETTİRİCİ OLDUĞU BU BAĞLAMDA;a) 2006 TARİHİNDE [T.A.] İSİMLİ ŞAHSIN SİLAH İLE YARALANMASI OLAYINDA, OLAY SONRASI ŞÜPHELİ [A.Ç.] İSİMLİ ŞAHSIN SAKLANMASI VE YAKALANDIKTAN SONRA VERECEĞİ İFADE KONUSUNDA VE OLAY YERİNDEKİ BOŞ KOVANLARIN TOPLANMASI KONUSUNDA YÖNLENDİRİCİ VE TALİMATLANDIRICI OLDUĞU, (EK-2/A-18-19-20-21-22-23-24-25-26-27-28)b) 2006 GÜNÜ [S.Ö.] İSİMLİ ŞAHSIN SİLAHLA YARALANMASI OLAYINDA YARALI ŞAHIS VE AKRABALARI İLE GÖRÜŞEREK OLAYIN ŞÜPHELİSİ [U.nun] [(U.S.)] ADININ VERİLMEMESİ VE ŞİKÂYETÇİ OLMAMALARI İLE İFADELERİN DEĞİŞTİRİLMESİ KONUSUNDA KORUYUCULUK YAPTIĞI, (EK-2/D-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16-)c) 2006 GÜNÜ [O.E.]NİN SİLAH İLE YARALANMASI OLAYINDA OLAY SONRASI SANIKLAR İLE AVUKAT ARASINDA İRTİBAT SAĞLADIĞI, ŞÜPHELİLERİ TESLİM OLMALARI VE VERECEKLERİ İFADE KONUSUNDA YÖNLENDİRİP KORUDUĞU, (EK-2/E-11-15-19-22-23-24-25-26)d) 2006 GÜNÜ KONYA İLİNDE YAKALANAN UYUŞTURUCU ESRAR MADDESİ VE EXTACY HAPLARIN TEMİNİ VE GÖNDERİLMESİNDE ÖRGÜT ELEMANLARINATALİMATVERDİĞİ, (EK-2/H-1-10-11-12-13-14-15-16-17-18-19-20-21-22-23-24)e) 2006 GÜNÜ [İ.A.nın] DARP EDİLMESİ [H.A.nın] SİLAH İLE YARALANMASI OLAYINDA ŞAHISLARIN VURULMASI KONUSUNDA TALİMAT VERİP, SİLAHLA YARALAMA OLAYINDAN SONRA TARAFLARIN ADLİ SAFHADA ŞİKÂYETLERİNDEN VAZGEÇMELERİ İÇİN ÇABA SARFETTİĞİ, GRUP ÜYELERİNİN DEŞİFRE OLARAK ADLİ SAFHADA ZARAR GÖRMEMELERİ AMAÇLI KARŞI ŞAHISLAR İLE GÖRÜŞTÜĞÜ VE KORUYUCULUK, ARABULUCULUK YAPTIĞI, (EK-2/I-21-22-23-24-25-H-21)f) 2006 GÜNÜ MÜŞTEKİ [A.Ç.] İSİMLİ ŞAHSIN ATEŞLİ SİLAH İLE YARALANMASI OLAYINDA YARALANAN [A.Ç.ye] KENDİSİNİ YARALAYAN ŞAHSIN [A.A.] OLDUĞU KONUSUNDA İFADE VERMESİ VE [A.A.] HAKKINDA ŞİKÂYETÇİ OLMASI TALİMATINI VERDİĞİ, (EK-2/O-1-3-5-8-9-10-11-12-13-14,R-23-24)g) 2006 GÜNÜ [] CAFE ([E.R.] CAFE) ADLI İŞ YERİNİN BASILMASI SİLAH İLE ATEŞ ETME, IZRAR VE DARP OLAYINDA OLAY YERİNDE OLDUĞU VE MÜŞTEKİLERİN SANIKLAR HAKKINDA ŞİKÂYETÇİ OLMAMALARI AMACI İLE MÜŞTEKİYİ OLAY YERİNDEN ARABASI İLE ALARAK KONUŞTUĞU VE GÖRÜŞTÜĞÜ, KENDİ HİMAYESİNDEKİ GURUP ELEMANLARINI KOLLADIĞI VE KORUYUCULUK YAPTIĞI, (EK-2/P-1-2-3-4-5-6-7-8-9-10)h) PROJELİ ÇALIŞMAYA BAŞLANILMADAN ÖNCE 2006 GÜNÜ CEZMİ KARTAY CADDESİ [İ.] PAVYON İÇERİSİNDE [Y.S.] İSİMLİ ŞAHSIN SİLAH İLE ÖLDÜRÜLMESİ [T.Y.] İSİMLİ ŞAHSIN SİLAH İLE YARALANMASI OLAYINDAN SONRA ŞÜPHELİ [E.K.] VE [K.] İSİMLİ ŞAHISLARIN 2006 GÜNÜ SAVCILIĞA MEVCUTLU OLARAK ÇIKARTILIRKEN [İ.K., Y.] VE 6 ERKEK ŞAHIS İLE BİRLİKTE MAHKEMEYİ TAKİP ETTİĞİ, MAHKEME ÖNÜNE GELEN 38 ... 9 PLAKA SAYILI ARAÇ İÇERİSİNDEKİ [G.K.] VE [İ.K.] İLE GÖRÜŞTÜĞÜ, ŞÜPHELİ [E.K.] İLE CEZAEVİNDE BULUNDUĞU SIRADA İLLEGAL OLARAK İRTİBAT KURARAK MAHKEME SAFHASI VE TANIKLARIN İFADE DEĞİŞİKLİĞİ KONUSUNDA YARDIMCI OLDUĞU, TESPİT EDİLMİŞ VE GEREKLİ RAPOR TUTULMUŞTUR. (EK-1/3-EK-2/R-1-2-3-4-5-6-7)ı) ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜNCE 2006 TARİHİNDE YAPILAN [P.] KOD ADLI PROJELİ ÇALIŞMA KAPSAMINDA TUTUKLANAN ÖRGÜT ÜYELERİ İLE ADLİ YARDIM KONUSUNDA İRTİBATLI OLDUĞU ,(EK-2/S-1-2-3-4-EK-1/3)j) 2006 TARİHİNDE [A.A.] İSİMLİ ŞAHSI SİLAH İLE VURMAK AMAÇLI [A.nın] ARACILIĞI İLE [K.K.] VE [A.Ç.] İSİMLİ ÖRGÜT ÜYELERİNİ İKAMETİNİN YANINA ÇAĞIRDIĞI, (EK-2/R-23-24)..." Yargılamalar Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga maddeyle görevli) (Mahkeme) 2007/9 esasına kayıtlı dava dosyasında birleştirilerek görülmüştür. Mahkemenin 16/5/2012 tarihli kararıyla başvurucunun ve kardeşleri A. ile Ş.E.A.nın örgüt kurma, yönetme suçundan neticeten ayrı ayrı 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Ayrıca başvurucu hakkında; diğer sanıklarca işlenen silahla yaralama, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, hürriyeti tahdit, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, birden fazla kişiyle örgütün korkutucu gücünden yararlanarak ve örgüte yarar sağlamak amacıyla yağma gibi on yedi ayrı suçtan farklı sürelerde hapis cezalarıyla cezalandırılmasına karar verilmiş; bu cezaların birçoğunda başvurucu örgüt yöneticisi olması nedeniyle diğer sanıklarca işlenen eylemlerden sorumlu tutulmuştur. Başvurucunun çıkar amaçlı suç örgütü kurma ve yönetme suçuna ilişkin mahkûmiyet kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ... haksız çıkar sağlamak ve suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt olduğu, örgütün hiyerarşik yapısı ve örgüt üyelerinin konumlarına ilişkin yapılan değerlendirmede:1- Sanık Mehmet Aydın’ın [başvurucu] bahsi geçen suç örgütünün kurucusu, lideri olduğu ve örgütü abisi [A.] ve kardeşi [Ş.E.A.] ile beraber yönettiği, örgüt elemanlarına kendisi için uyuşturucu temin ettirdiği, örgüt elemanlarının yapmış olduğu olaylarda arabuluculuk, avukat teminini, müşteki ve sanık ifadelerinde yönlendirme yaparak nüfuzunu kullanmak sureti ile koruyucu, kollayıcı, yönlendirici ve azmettirici olduğu bu bağlamda;a) 1/2/2006 tarihinde [T.A.] isimli şahsın silah ile yaralanması olayında, olay sonrası sanık [A.Ç.] isimli şahsın saklanması ve yakalandıktan sonra vereceği ifade konusunda ve olay yerindeki boş kovanların toplanması konusunda yönlendirici ve talimatlandırıcı olduğu, (Tapeler-2/a-18-19-20-21-22-23-24-25-26-27-28)b) 6/3/2006 günü [S.Ö.] isimli şahsın silahla yaralanması olayında yaralı şahıs ve akrabaları ile görüşerek olayın sanığı [U.S.] nin adının verilmemesi ve şikâyetçi olmamaları ile ifadelerin değiştirilmesi konusunda koruyuculuk yaptığı, (Tapeler-2/d-4-5-6-7-8-9-10-11- 12-13-14-15-16)c) 21/3/2006 günü [O.E.nin] silah ile yaralanması olayında olay sonrası sanıklar ile avukat arasında irtibat sağladığı, sanıkları teslim olmaları ve verecekleri ifade konusunda yönlendirip koruduğu, (Tapeler-2/e-11-15-19-22-23-24-25-26)d) 23/4/2006 günü Konya ilinde yakalanan uyuşturucu esrar maddesi ve extacy hapların temini ve gönderilmesinde örgüt elemanlarına talimat verdiği, (Tapeler-2/h -1-10-11-12-13-14-15-16-17-18-19-20-21-22-23-24)e) 24/4/2006 günü [İ.A.nın] darp edilmesi [H.A.nın] silah ile yaralanması olayında şahısların vurulması konusunda talimat verip, silahla yaralama olayından sonra tarafların adli safhada şikâyetlerinden vazgeçmeleri için çaba sarfettiği, grup üyelerinin deşifre olarak adli safhada zarar görmemeleri amaçlı karşı şahıslar ile görüştüğü ve koruyuculuk, arabuluculuk yaptığı, (Tapeler-2/ı-21-22-23-24-25-h-21)f) 29/9/2006 günü müşteki [A.Ç.] isimli şahsın ateşli silah ile yaralanması olayında yaralanan [A.Ç.] ye kendisini yaralayan şahsın [A.A.] olduğu konusunda ifade vermesi ve Ali Aydın hakkında şikâyetçi olması talimatını verdiği, (Tapeler -2/o-1-3-5-8-9-10-11-12-13-14,r-23-24)... " Bunun yanında Mahkemenin genel olarak çıkar amaçlı suç örgütü açısından yaptığı değerlendirmedeki gerekçenin ilgili kısmı ise şöyledir:"... Dosyamıza konu örgüt ve eylemleri değerlendirildiğinde örgüt içinde örgütün en tepesinde planları yapan emirleri veren ve örgütü en üst düzeyde yöneten şahıs veya şahısların olduğu bir kısım eylemleri bizzat diğer üyelerle gerçekleştirdikleri, bir kısmının emrini verip süreci takip ettikleri , bir kısım eylemde ise olaydan sonra nasıl davranılacağına ilişkin yönlendirmelerde bulundukları, ceza evine giren örgüt üyeleri ile ilgilenip yardım ettikleri, defeatla uyuşturucu madde ticareti; adam yaralama, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması yağma ve 6136 sayılı yasaya muhalefet suçunu işledikleri anlaşılmıştır." Başvurucunun diğer sanıkların eylemlerinden örgüt yöneticisi olmaktan dolayı sorumlu bulunarak cezalandırıldığı bazı suçlara ilişkin Mahkemenin kurduğu hükümlerden birkaçı ise şöyledir:"... 4- 9/3/2007 tarihli ve 2007/31 Esas 2007/19 numaralı iddianamede olaydan dolayı;a- Sanık Mehmet Aydın [başvurucu] (örgüt yöneticileri olması nedeniyle) sanık [O.E.ye] isnat edilen [S.Ö.ye] yönelik silahla yaralama suçundan dolayı eyleminden dolayı (örgüt yöneticisi sıfatıyla) eylemine uyan TCK 220/5 delaletiyle 5237 sayılı TCK.nın 86/2 maddesi gereğince suçun işleniş biçimi kast yoğunluğu meydana gelen zarar dikkate alınarak takdirenveteşdiden 8 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA ...5- 9/3/2007 tarih ve 2007/31 Esas 2007/19numaralı iddianamedeolaydan dolayı;a- Sanık Mehmet Aydın [başvurucu] (örgüt yöneticisi olması nedeniyle belirtilen sanık [K.K.nın] [H.H.K.ya] yönelik) subut bulan eylemine uyan 5237 sayılı TCK.nın 220/5 maddesi delaletiyle TCK.nın 149/1-a-c-f-g-hmaddesi gereğince suçun işleniş biçimi nazara alınarak takdiren ve teşdiden 12 YIL HAPİS CEZASI İLECEZALANDIRILMASINA..." Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 29/4/2015 tarihli kararıyla başvurucu yönünden çıkar amaçlı suç örgütü kurma ve yönetme suçu açısından ilk derece mahkemesi kararındaki gerekçeye atıfla onanmıştır. Başvurucu, onama kararını 29/4/2015 tarihinde tefhim etmiştir. Başvurucu 28/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir. (2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tanıklıktan çekinme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"(1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir:…d) Şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları.…" 5271 sayılı Kanun’un maddesinin 25/5/2005 tarihli ve 5353 sayılı Kanun’un maddesi ile değiştirilmeden önceki (1) ve (6) numaralı fıkralarının ilgili kısımları şöyledir:"(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir ve kayda alınabilir...  (6) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),…" Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19/2/2013 tarihli ve E.2011/MD-137, K.2013/58 sayılı kararı şöyledir:"... Şüpheli ya da sanıkların, birlikte suç işleme şüphesi bulunmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları görüşmelerin kanuni delil olmadığı konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme kuşkusu altında bulunan kişilerle yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında doğmaktadır.... CMK'nun 135/ maddesi hükmünün birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri kapsamayacağı, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişinin suça katıldığı daha önceden başka delillerle belirlenmiş ise artık bu noktada CMK'nun 135/ maddesi kapsamına giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz edilemeyeceği, çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği kabul edilmektedir… Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele alındığında;Sanık A.K. ile yeğeni olan sanık K. ve kardeşi olan sanık H.K. arasında yapılan ve mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verilen telefon konuşmaları, bu kişilerin suça katıldıklarının daha önceden başka delillerle belirlenmesi ve bunlar hakkında da mahkeme kararıyla iletişimin tespiti ve kayda alınmasına karar verilmiş olması nedeniyle kanuni delil olarak kullanılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Aksi halde; tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişilerin, aynı suçu birlikte işlemelerinin kanun koyucu tarafından himaye edildiği sonucuna ulaşılır ki bunun kabulü de mümkün değildir…"
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9267
Başvuru, karar sonucunu etkileyebilecek esaslı iddiaların gerekçede tartışılmaması ve yakın akrabalar arasında yapılan telefon görüşmelerinin delil olarak kullanılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda bir tutuklunun intihar etmesini önleyici tedbir alınmaması ve olaya ilişkin olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile onaylı suretleri Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından gönderilen soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu iken 10/11/2015 tarihinde yaşamını yitiren 2000 doğumlu E.N.nin annesidir.A. E.N.nin Ceza İnfaz Kurumuna Girişi ve Ölümü Başvurucunun oğlu E.N, Trabzon Başsavcılığınca (Başsavcılık) hırsızlık suçundan yürütülen soruşturma kapsamında 9/10/2015 tarihinde tutuklanmış ve tutuklama kararının infazı için Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. E.N. ilk olarak 12/10/2015 tarihinde ve sonrasında 23/10/2015 tarihinde Kurumun Psiko-sosyal Servisinde iki kez görüşme yapmıştır. Bu serviste düzenlenen Hükümlü-Tutuklu Ön Görüşme Tanıma Takip Formu'nda E.N.nin kişisel ve ailevi bilgileri ile tutuklu bulunduğu suçlara ilişkin bilgilerin yanında ''Geçmişte tedavi gördüğü ya da şu anda tedavi görmesini gerektirecek psikolojik bir rahatsızlığı var mı? Varsa nedir?'' sorusuna ''Kaşüstü Hst. Psk. İlaçlar kendi bırakmış'' şeklinde bir cevabın da yer aldığı görülmektedir. Bunun yanında ''Geçmişte kendisine zarar verme girişimi oldu mu? Olduysa ne şekilde?'' sorusuna E.N, silahla intihar girişimi olduğunu beyan etmiştir. Bu formdaki bilgilere göre E.N. ayrıca iki kez evden kaçmış, yaşına rağmen alkol tükettiğini de ifade etmiştir. Buna ilaveten E.N. ailevi problemleri nedeniyle anneannesi ile yaşamaktadır. Formun Değerlendirme kısmında ise herhangi bir görüşe yer verilmemiştir. E.N. hakkında Çocuk Mahkemeleri tarafından aldırılmış 20/4/2015 tarihli sosyal inceleme raporu bulunmaktadır. Başvurucu bu raporun Ceza İnfaz Kurumuna sunulup sunulmadığına ilişkin olarak bir beyanda bulunmamıştır. Bununla birlikte bu raporda belirtilen hususların infaz görevlilerince tespit edildiğini ve E.N ile iki defa görüşme yapıldığını iddia etmektedir. Söz konusu raporun ilgili kısımları şöyledir: " [E.N.nin] özellikle annenin evliliğinden sonratutum ve davranışlarının olumsuz yönde değiştiği, üvey babanın çocuğa ilgi sevgi göstermediği, çocuğun da ona karşı tepkili olduğu, [E.N.nin] öz babasını uzun yıllardır tanımadığı, geçen yıl babası ile karşılaştığı, öz babasının da çocukla ilgilenmediği öğrenilmiştir. Çocuğun evlenene kadar annesiyle birlikte yaşadığı, yaklaşık bir yıldır da anneannesiyle kaldığı, zaman zaman evden ayrıldığı, dışarıda kaldığı, çocuktan haber alamadıkları, annesi ve diğer akrabalarıyla çatışma yaşadığı, istekleri karşılanmayınca agresifleştiği, hakaret ve tehdit ettiği, çabuk sinirlenme, öfke patlamaları yaşama, kendine zarar verme, eşyaları kırma, sabırsız tutumlar sergileme gibi davranışlarının bulunduğu, evden kaçtığı, aile denetimine uymadığı belirlenmiştir. [E.N.nin] davranış bozuklukları nedeniyle Kaşüstü Numune Hastanesi ve Özel İmperyal Hastanesinde psikiyatrik tanılamasının yapıldığı, çocuk için ilaç tedavisi önerildiği ancak [E.N.nin] tedaviyi sürdürmediği anlaşılmıştır....Suça sürüklenen çocuk [E.N.] ile ilgili gerçekleştirilen sosyal incelemeler sonucunda çocuğun temel fiziksel ve biyolojik gereksinimlerinin anne ve anneanne tarafından karşılandığı belirlenmiştir. Ancak S[uça] S[ürüklenen] Ç[ocuk].un [SSÇ] kişilik özellikleri, psikolojik durumu, tutum ve davranışları bütün olarak değerlendirildiğinde, [E.N.nin] şiddet suç içerikli olaylara karışma hususunda risk altında bulunduğu düşünüldüğünden, 1) Çocuğun ebeveynleri ile olan iletişimin olumlu ve nitelikli düzeyde olmaması, eğitim- öğretimden uzaklaşması, akademik başarısızlık yaşaması, gelecek yaşam sürecine ilişkin nitelikli plan ve öngörülerinin bulunmaması, sosyal uyum ve davranış bozuklukları sergilemesi nedeniyle SSÇ'ye psiko-sosyal kimlik gelişiminde kişisel eğitsel rehberlik danışmanlık yapılması, ayrıca suça sürüklenen çocuğun ebeveynlerine çocuğun eğitsel, sosyal, kültürel, psişik gelişimi, çocuğa karşı ilgi, sevgi şefkat sunumu, çocuk yetiştirme , etkili iletişim, nitelikli anne baba tutumları, çocuk/ergenlik psikolojisi gibi konularda bilgi verilmesi amacıyla, çocuk hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun a maddesi gereğince danışmanlık tedbiri uygulanmasının, alınan danışmanlık tedbiri kararının 5395 sayılıKanunun a maddesi gereğince Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü'ne yönlendirilmesi, aynı kanunun maddesinin ikinci fıkrası gereğince tedbir kararının süreçleri hakkında üçer aylık sürelerle rapor istenmesinin,2) SSÇ'nin aşırı sinirlenme, tepkisel ve agresif davranışlar sergileme gibi olumsuz anti sosyal tutum-davranışlarının rehabilite edilmesi, ruhsal sağlığının korunması amacıyla gereken norölojik ve psikiyatrik teşhis ve tedavi sürecinin tekrar değerlendirilmesi için, çocuk hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu'nund maddesi gereğince sağlık tedbiri uygulanmasının, alınan tedbir kararının 5395 sayılı Kanunun d. maddesi gereğince il Halk Sağlığı Müdürlüğüne gönderilmesi, aynı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası gereğince tedbir kararının süreçleri hakkında üçer aylık sürelerle rapor istenmesinin uygun olduğu kanaatine varılmıştır." E.N.nin Kurum kantininden daha önceden elde ettiği çamaşır ipini çocuk koğuşunun mutfak bölümünde bulunan, güvenlik kameralarının da rahatça görebileceği kalorifer peteği borusuna bağlayarak 10/11/2015 tarihinde intihar ettiği anlaşılmıştır. Kamera kayıtlarına göre E.N. eylemlerine saat 13'te başlamıştır. Kamera kayıtlarına ve daha sonra alınan rapora göre intiharı ilk olarak E.N.nin koğuşta bulunan arkadaşları saat 28 civarında görmüş ve acil yardım butonlarına basarak infaz ve koruma memurlarına haber vermişlerdir. Altı infaz ve koruma memurunun saat 30 gibi olay yerine geldiği, E.N.yi alarak sedyeye koyduğu, sağlık görevlileri tarafından ilk müdahalenin saat 46 sıralarında yapılabildiği, sağlık görevlileri nezaretinde Ceza İnfaz Kurumundan çıkarılan E.N.nin hastaneye götürüldüğü ve yoğun bakıma alındığı fakat müdahalelere rağmen saat 00 sıralarında öldüğü anlaşılmıştır. Ölüm olayı hakkında on üç infaz ve koruma memuru tarafından bir tutanak düzenlenmiştir. 10/11/2015 tarihli tutanak şöyledir: ''Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda 10/11/2015 Salı günkü nöbetimizde saat 19:55 sularında bir sonraki vardiyaya görev teslimi için akşam sayımı hazırlığı esnasında B-1 bolu çocuk odasının zilinin çalması, akabinde odada çıkan gürültü üzerine görevli memurun oda mazgalından yapmış olduğu kontrolde odada kalan çocuk tutukluların içeride çok önemli ve acil bir durumun olduğunu haber verdiği, görevli memurun oda mazgalından yaptığı ilk kontrolün ardından oluşturulan ekiple derhal odaya girildiğinde odanın mutfak kısmında bulunan bahçe kapısının önünde çocukların toplanmış halde oldukları görüldü. Yanlarına gidildiğince çocuk tutuklu [E.N.nin] bahçe kapısının kenar kısmında sırtının duvara yaslanmış vaziyette, kurum kantininden temin edilen çamaşır ipi parçasının boynuna bağlı vaziyette olduğu, ipin kesik olan diğer parçasının ise yaklaşık 5-2 metre yükseklikte bulunan kalorifer borusuna bağlı vaziyette olduğu, odada bulunan diğer çocuk tutukluların ise [E.N.nin] boynunda bulunan ipi yine kurum kantinindentemin edilen meyve bıçağı ile kesmeye çalıştıkları görüldü.Derhal çocuk tutuklu [E.N.nin] boynundaki ip çözülmüş ve nefes alması sağlanmaya çalışılmış, aynı zamanda 112 acil servis'e telefonla haber verildi. Çocuk tutuklu [E.N.] derhal bulunduğu odadan sedye ile alınarak kapı altı bölümüne çıkarıldı. Takribi 15 dakika (20:10 sularında) sonra kuruma gelen 112 Acil Servis elemanlarınca yapılan ilk kontrol ve müdahalenin ardından çocuk tutuklu [E.N.nin] 112 Acil Servis aracılığı ile hastaneye sevki sağlanmıştır.İş bu tutanak tarafımızca 4 suret olarak tanzim edilmiş ve birlikte imza altına alınmıştır.''B. Olaylarla İlgili Soruşturmalar Disiplin Soruşturması Kapsamında Yapılan İşlemler ve Karar Aralarında Kurum müdürü, ikinci müdür ve idare memurlarının da bulunduğu on yedi kişi hakkında Başsavcılık tarafından olayla ilgili olarak disiplin soruşturması başlatılmıştır. Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülen disiplin soruşturması sonucunda disiplin cezası verilmesine yer olmadığına 17/2/2016 tarihinde karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "...[K]işinin eylemine saat 20:13 sıralarında başlaması ve görevli infaz koruma memurlarının olaya saat 20:30 sıralarında müdahale etmiş olmalan durumunda olaya geç müdahalede bulunarak ihmali davranışta bulunduklan düşünülmüş olsa da, çocuk koğuşunda bulunan kamera görüntülerinin kurumda bulunan diğer tüm güvenlik kamerası görüntüleri ile birlikte güvenlik ve gözetim servisi odasında bulunan 4 adet LCD ekrana yansıtıldığı, her ekranın 16 eşit parçaya bölünmüş kamera görüntülerini gösterdiği, toplamda 4 ekranda 64 görüntünün birlikte göründüğü, olay yerini gösteren görünrünün sağ alt LCD'nin CH3 nolu bölümünde olduğu ve bu bölürnün LCD ekranın en üst kısmında kaldığı, olayın oluş şeklinin güvenlik ve gözetim servisi odasında bulunan LCD ekrandan nasıl göründüğünün ve olay cd'leri ile karşılaştırılması amacıyla 15/01/20 16 tarihinde yapılan tespitte; kurumda görevli bir infaz koruma memurunun görevleridirilerek olay yerine gönderildiği ve LCD ekrandan görünüş şeklinin kamerayla kayıt altına alındığı, kayıt altına alınan bu görüntülerle olayanını gösteren cd kayıtlarının görüntüleriri karşılaştırılması için bilirkişiden rapor alındığı, 03/02/2016 tarihli bilirkişi raporunda, olayanına ilişkin görüntüler ile yapılan tespitteki görüntüler denetime elverişli şekilde karşılaştırmalı olarak fotoğraf haline getirildiği, raporun ve karşılaştırılmalı görüntülerin incelenmesinde olay anına ilişkin gerçek görüntülerde ölen [E.N.nin] boynuna ip taktığının ve asıldığının net olarak görülmesine rağmen LCD ekranındaki görüntüde ekranın üst kısmında tarih-saat ve görüntü numarası kısmı olduğu, LCD ekran görüntülerinde görevlendirilen infaz koruma memurunun dirsek bölümünden yukarı kısmın tarih ve saat bölümünün altında kalması nedeniyle görünmediği, bu durumda ölen [E.N.nin] boynuna ip takmasının ve kendisini kalorifer borusuna asma anının ekranda bulunan tarih ve saat gösteren kısmın altında kalmış olması nedeniyle güvenlik ve gözetim servisi odasında bulunan LCD ekranda görünmesinin ve farkedilmesinin mümkün olmadığı değerlendirilerek, böylece hakkında soruşturma yapılan memurların soruşturmaya konu olayın meydana gelmesinde ve neticenin gerçekleşmesinde herhangi bir kusur ya da ihmallerinin olduğuna dair delil bulunmadığı anlaşıldığından haklarında idari yaptırım uygulanmasına yer olmadığına dair karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır." Ceza Soruşturması Kapsamında Yapılan İlk İşlemler ve Alınan Raporlara. Olay Yeri İncelemesi Olay hakkında kendisine bilgi verilen nöbetçi Cumhuriyet savcısı, olay yerine intikal ederek Olay Yeri İnceleme ekibiyle birlikte çeşitli araştırmalar yapmıştır. Olay yeri incelemesi sonucunda hazırlanan 20/3/2014 tarihli olay yeri inceleme raporunun ilgili kısmı şöyledir:"Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan yaşı küçük [E.N.] isimli şahsın intihar girişiminde bulunulduğunun bildirilmesi üzerine Ceza İnfaz Kurumuna ait 61 VE 654 plakalı resmi araçla şoför [E.T.] ile Cumhuriyet Savcısı [H.T.] cezaevine intikal etti. 5271 sayılı CMK'nın maddesi uyarınca acele halin varlığı sebebiyle cezaevinde infaz koruma memuru olarak çalışan [O.K.ya] yemin verdirilerek Zabıt Katibi olarak görevlendirildi. Jandarma olay yeri inceleme ekibinin cezaevine intikal etmesiyle birlikte olayın gerçekleştiği çocuk koğuşu olarak ayrılan bölüme gelindi. Girişte sağda yatakhane kısmına çıkan mcrdivcnlcrin olduğu, devamında sağ tarafta tuvalet ve banyo olarak kulanılan bir bölümün olduğu girişin sağ çaprazında mutfak tezgahınm olduğu, tezgahın üstünde bir adet su bardağının kırılmış vaziyette olduğu, tezgahın yanında kalorifer peteğinin bulunduğu, peteğin yanında da avlu denilen kısma açılan demir bir kapının olduğu, petek ile tezgah arasında bir adet süpürge ve bir adet faraşın olduğu, kalorifer peteği borusunun yerden yüksekliği 70 cm kısmında san ve mavi renkli çamaşır ip[iyle] bu iplere bağlı muhtemelen nevresimden koparılmış mavi renkli bez parçasının olduğu, peıeğin altında yerde sarı renkli çamaşır ipi parçasının bulunduğu, peteğin olduğu yeri yani olay yerini çaprazında güvenlik kamerasının bulunduğu. tezgahın altında büyük çöp kutusunun bulunduğu, çöpün içinde üst tarafta 2015/10895 soruşturma, 2015/3439 esas nolu iddianame suretinin kınştırılmış vaziyette olduğu. peteğin karşısında bulunan tv sehpasının alt bölümünde 'Hz. Muhammed ve Evrensel Mesaj' adlı kitabın bulunup kitabın ilk sayfasında bir not olduğunun görüldüğü, kitabın üzerinde gerekli incelemeler yapılması için olay yeri inceleme ekibince kitabın incelenmesi talimatı verildi. Tuvaletler ve banyo ol[a]rak kullanılan yer incelendiğinde lavabonun altında sarı renkli çamaşır ipinin mavi renkli nevresim parçasının ve bir kağıt parçasının olduğu, kağıt parçasına bakıldığında herhangi bir şeyin yazmadığı görüldü. Bu bölümün içerisinde bulunan iki tane büyük kovanın birinde sallanır vazivette sarı renkli çamaşır ipi parçasının bulunduğu, havalandırma kısmında ise bir tişörtten kesilmişe benzeyen bez parçasının olduğu görüldü. Şahsın kaldığı koğuş incelendiğinde şahsa ait olduğu beyan edilen elbise dolaplarının üstünde bulunan siyah renkli montun olduğu, mornun içerisinde çeşitli kağıt parçalarının olduğu, kaldığı yatak kısmında bulunan mavi renkli yastık kılıfından bir parcanın koparılmış olduğu görüldü. Daha sonra güvenlik kamerası incelendiğinde olay öncesi, olay anı ve olay sonrasına ilişkin görüııtülerin bulunduğu, bu görüntülerin Cd ortamına aktarılarak soruşturma dosyasına eklenme talimatı verildi. Olay yeri inceleme ekibine olay yerinde gerekli incelemelerin, fotoğraflamaların ve basit krokinin çizilmesi talimatı verildi. Cezaevi idaresine şahsın aynı koğuşta kaldığı arkadaşlarının ifadelerinin alınması talimatı verildi. Cezaevi idaresi tarafından güvenlik kamera görüntüleri Cd ortamına aktarılarak Curnhuriveı Savcısına sunuldu, tutanağa eklenmek üzere teslim alındı. 10/11/2015 Saat 5 '' Kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla yapılan klasik otopsi işlemi sonucunda kişinin ölümünün ası sonucu meydana gelmiş olduğu değerlendirilmiştir. Otopsi raporunda ayrıca cesetten alınan kanda alkol (etanol ve metanol) ve diğer aranan maddelerin (antipsikotikler ve antidepresanlar dâhil) bulunmadığı belirtilmiştir. Başsavcılık ayrıca Ceza İnfaz Kurumu kamera kayıtlarının incelenmesi için 30/11/2015 ve 3/2/2016 tarihli iki bilirkişi raporu almıştır. Raporda; E.N.nin saat 12'de çekmeceleri olan eşya dolabının üzerinden ip ya da ipe benzeyen bir nesneyi aldığı, nesneyi kafasının gireceği şekilde ayarladığı, saat 13'te bu nesneyi kalorifer borusuna bağladığı ve eylemine başladığı, yarım adım öne gittikten sonra sağ bacağı diz kısmından bükülmek suretiyle arka tarafa doğru yere yavaşça düşmeye başladığı, saat 15-18 arasında ise üç defa daha kıpırdadığı, bu aşamadan sonra ilk olarak saat 28'te onunla aynı koğuşta kalan bir kişinin E.N.nin yanına yaklaşıp sol ayağına tekme attığı ve başına baktığı, hemen tezgâhın üzerinden bir şeyler bulmaya çabaladığı, bu sırada başka birinin daha geldiği, kendi aralarında haberleşen beş kişinin daha olay yerine gelmesinin ardından Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin saat 30'da E.N.nin yanına geldiği, 112 görevlilerinin saat 46'da müdahaleye başladığı, saat 49'da ise E.N.nin sedye ile taşınarak hastaneye götürüldüğü belirtilmiştir. İkinci kez alınan bilirkişi raporunda ise göre Ceza İnfaz Kurumunda bulunan tüm güvenlik kamera görüntülerinin canlı olarak izlenebildiği, dört adet LCD televizyon ekranının on altı eşit parçaya bölündüğü, dört ekranda toplamda altmış dört görüntünün olduğu, kamera odası güvenlik kamerası toplu gösterim ekranında saat ve güvenlik kamerasının adının olayın gerçekleştiği bölümü gösteren güvenlik kamerası görüş açısının uzak bölümünde bazı alanların görüntülenmesini engellediği açıklanmıştır.b. Başvurucu, Tanıklar ve Şüphelinin İfadeleri Cumhuriyet savcısı 4/1/2016-6/1/2016 tarihlerinde müşteki sıfatıyla başvurucunun ifadesine başvurmuştur. Başvurucu ilk ifadesinde özetle psikolojik rahatsızlıkları bulunan oğlunun bu durumunun görevlilerce bilindiğini, görevlilerin görevlerini ihmal ederek dikkatsiz davrandıklarını, olay saatinden çok sonra sabah 00 civarında aranıldığını beyan etmiştir. Başvurucu, ikinci ifadesinde ise oğluyla Ceza İnfaz Kurumunda olduğu süre içinde bir defa açık görüş yaptığını, oğlunun kendisine Ceza İnfaz Kurumunda kötü davrandıklarını, kilolu, uzun boylu, kaba bir görevlinin her hafta kendilerine sıra dayağı çektiğini, omuzlarına vurduğunu anlattığını, ayrıca oğluna tuvaletleri temizlettiklerini, bulaşık yıkattıklarını, oğlunun Ceza İnfaz Kurumuna uyum sağlayamadığını beyan ettiğini ifade etmiştir. Cumhuriyet savcısı olay tarihinde E.N. ile aynı Ceza İnfaz Kurumunda kalmakta olan, olay anında E.N.yi ilk gören ve diğer arkadaşlarına haber veren S.E. başta olmak üzere sekiz tanığın ifadesine başvurmuştur. S.E.nin ifadesi şöyledir: ''Olay tarihinde akşam 00 vardiyasına 5-10 dakika kala [H.A.] alt katta banyo yapıyordu. [H.A.], [E.N.yi] üst kata göndererek benden tıraş bıçağı istedi. Verdiğim tıraş bıçağını kör olduğunu söyleyerek [E.N] tekrar yanıma geldi. Ben de[E.N.ye başka permatik olmadığını bunun ile tıraş olmasını söyledim. [E.N] aşağıya indi. Bende yaklaşık 10 dakika sonra aşağıya indim. Aşağıya indiğimde [E.N.nin] kalorifer borusuna çamaşır ipi ile asılı olduğunu gördüm. Ayakları yerde uzanır vaziyette idi. Ben ilk önce [E.N] şaka yapıyor zannettim. O yüzden kısa süreli bir duraksama yaşadım. Daha sonra [E.nin] dilinin başka bir renk aldığını gördüğümde korku ile yanına gittim ve [E.N.yi] tutup yukarıya kaldırdım. Bu esnada odada kalan diğer arkadaşlara bağırıyordum. Yanımıza ilk [B.] geldi. Ben de [B.ye] diğer arkadaşlara ve görevlilere haber ver dedim. Bir yandan da [E.N.yi] tutmaya devam ediyordum. Bir ara [E.N.yi] bırakıp boğazındaki ipi kesmek amacı ile yanında bulunan mutfak tezgahından bıçak almaya gittim. Ancak telaş içerisinde bıçak bulamadım. Bu esnada diğer arkadaşlarda geldiler. Hep birlikte [E.N.yi] kaldırdık. Görevliler daha gelmemişti. Defalarca zile ve kapıya vurmamıza rağmen görevliler hemen gelmediler. Hatta görevlilerden biri durumu kendisine anlattığımızda baş memurungeleceğini, içeriye girmek için onu beklediklerini söyledi. Yani görevliler biz çağırmamıza rağmen içeriye girmekte geç kaldılar. Yaklaşık 10 dakika geç geldiler. Bu arada ben ipi kesmek amacı ile tezgahta bulunan bir bardağı kırdım ve ipi kestim. Daha sonra görevliler geldiler. [E.N.yi] odadan dışarıya çıkardılar. Bildiğim kadarı ile [E.N.yi] aynı odada kaldığımız arkadaşlarla herhangi bir sıkıntısı yoktu. Ancak kendisi ile sohbet ettiğimizde [E.N.] bize ailevi sorunlarının olduğunu, annesinin ve babasının boşandıklarını ve her ikisinin de başka birisi ile evlediklerini, kendisinin bu duruma çok içerlediğini, üvey babasının istememesi sebebi ile annesinin yanına gidemediğini, hatırladığı kadarı ile annesi ile bir defa açık görüş yaptığını, dayısının açık görüşe geldiğinde dayısı ile görüşmek istemediğini, annesinde kalamadığı için çoğu zaman meydan ve terminalde kaldığını anlatıyordu. Ben [E.N.yi] kalorifer borusunun dibinde görmeden önce odada şakalaşıp oyun oynuyorduk. Herhangi bir sorun görünmüyordu. [E.N.] bu sorunları sebebi ile zaman zaman merdivenin altında yalnız başına oturuyordu. Bizimle pek fazla bir arada bulunmuyordu. [E.N.nin] kendisini asacağını, intihar etmek isteyeceğin hiç tahmin etmezdim. Çünkü bu yönde hiçbir hareketi olmadı. Bizim çocuk koğuşumuz ile gardiyanlardan [] isimli birisi bizimle ilgilenmektedir. Bu gardiyan bize gayet iyi davranmaktadır. Sorunlarımızla ve isteklerimizle ilgilenmektedir. Herhangi bir şik[â]yetimiz yoktur. ''İfadelerine başvurulan diğer tanıklar da benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Bu tanıklar, ifadelerinde özetle E.N.nin ailevi sorunları nedeniyle psikolojik sorunlarının bulunduğunu, Ceza İnfaz Kurumuna bu durum hakkında dilekçe verdiğini bildiklerini ifade etmişlerdir. Olayın kamuoyunda bilinir hâle gelmesinden sonra çok sayıda dernek ve sivil toplum temsilcisinin yerel başsavcılıklar aracılığı ile suç duyurusunda bulunmasının ardından Başsavcılık tüm dosyaların birleştirilmesine karar vermiştir. Olayın tek şüphelisi olduğu Başsavcılık tarafından değerlendirilen infaz koruma memuru Ö.nün ifadesine 14/12/2015 tarihinde başvurulmuştur. Ö.nün ifadesi şöyledir: ''Ben yaklaşık 16 yıldır Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memuru olarak görev yapmaktayım, olay tarihinde 00-00 nöbetinde vardiya infaz koruma baş memuru [P.A.nın] izinli olması nedeniyle ceza evi müdürü [S.S.nin] görevlendirmesiyle sorumlu baş memur yardımcısı olarak görevliydim, saat 55 sıralarında bir sonraki vardiyaya görev teslimi için sayım hazırlığı yapıyorduk, bir sonraki vardiyanın sorumlusu [G.ye] ceza evinde herhangi bir olay olmadığı hakkında bilgi veriyordum, bu esnada baş memurun telefonu çaldı, telefona ben baktım, bizim vardiyadaki görevli ismini hatırlayamadığım infaz koruma memuru bir arkadaş çocuk tutukluların kaldığı B-1 odasında sorun olduğunu söylemeleri üzerine hemen B-1 odasına gittim, odaya gittiğimde diğer memur arkadaşlar ve birkaç çocuk tutuklu adını sonradan öğrendiğim [E.N.] isimli çocuk tutukluyu tutuyorlardı, [E.N.] boynundan iple bağlı şekilde kalorifer borusunun dibinde oturuyordu, ben geldiğimde [E.nin] boynundaki ipi kesmeye çalışıyorlardı,ben bu esnada hemen 112 acil servisinin çağrılması talimatı verdim, 10-15 dakika içerisinde 112 acil servis geldi, gerekli müdahaleyi yapıp hastaneye götürdüler, daha sonrasında sayımı yapıp nöbeti teslim ettik, olay tutanağı tuttuk dedi. SORULDU: ceza evinin cevabi yazısında belirtildiği gibi hükümlü ve tutukluların ortak yaşam alanı ve havalandırmasını gösteren kamera sadece çocuk odasında bulunmaktadır, ceza evinde toplamda 63 adet kamera bulunmaktadır, bu kameralar ani müdahale odasında bulunan 4 adet LCD ekran televizyon vasıtasıyla 00-00 saatleri arasında ani müdahale ekibi memurlarınca takip edilmektedir, söz konusu görüntüler infaz ve koruma baş memurluğu odasında bulunan 2 adet bilgisayar ekranından da seyredilebilmektedir, saat 00 den sonra kameraları takip etme sorumluluğu vardiya baş memurluğundadır, bizim vardiyalarımız genellikle 10-15 kişilik olur vardiyamızdan özel olarak kameraları takip etmekle görevli bir personelimiz yoktur, baş memurluk odasında genellikle baş memurlar bulunmaktadır, vardiyadaki diğer personeller ise koridorlarda görev yapmaktadır, kameralar ara ara baş memur ve durumu müsait olan X-Ray cihazındaki görevli arkadaş ile kapı altı bölümünde görevli arkadaşlar zaman zaman gelip kameralara bakarlar, olay tarihinde bu arkadaşların isimleri [M] ile [A.U.] dur ancak bu arkadaşlarla biz olay tarihinde diğer vardiyayı nöbeti devretmek için hazırlık yapıyorduk, bu nedenle bu arkadaşlar sorumlu oldukları alanda idiler, kamera sayısının çok fazla olması ve bu işle görevli bir personelimizin olmayışı nedeniyle bütün kameraları sürekli takip etme şansımız yoktur, zaten genellikle de nöbet devirlerinin 15 dakika öncesi ile 15 dakika sonrası nöbet devir teslim işlemleri yapıldığından kameraları takip etme olanağı bulunmamaktadır, olayda tam nöbet devri sırasında olmuştur, ben üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum, bu olayda bizim herhangi bir kusurumuz, ihmalimiz yoktur'' Cumhuriyet savcısı tarafından başka bir ifade alma işleminin yapıldığına dair dosya içinde bir veriye ulaşılamamıştır. c. Soruşturma Kapsamında Yapılan Diğer Araştırmalar Başsavcılık 16/11/2015 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazarak olayla ilgili olarak tüm bilgi ve belgelerin temini ile gönderilmesi, ölen E.N. ile aynı odada kalanların ifadelerinin alınması ve gönderilmesi, olayın meydana geldiği odada olay tarihinde görevli olan personelin görev listesinin gönderilmesi, ayrıca Ceza İnfaz Kurumunda ve odada bulunan güvenlik kameralarının personel tarafından denetiminin nasıl yapıldığı, sürekli kameraları takip eden personelin olup olmadığı, bu konuda olay esnasında görevli olan personelin açık kimlik ve adres bilgilerinin bildirilmesi, yapılan idari soruşturmanın safahatı hakkında bilgi verilmesi ve belgelerinin onaylı örneklerinin gönderilmesi talimatını vermiştir. Ceza İnfaz Kurumu; kameraların ani müdahale odasında bulunan televizyon vasıtasıyla takip edilmekte olduğunu, kameraları takip etme görevinin 00-00 saatleri arasında gündüz ani müdahale ekibi memurlarının, saat 00'den sonra ise vardiya başmemurluğunun sorumluluğu altında olduğunu,ayrıca yine söz konusu görüntülerin infaz ve koruma başmemurluğu odasında bulunan iki bilgisayardan da seyredilebildiğini, bu işle ayrıca görevlendirilmiş bir personelin bulunmadığını, her vardiyanın kendi içinde takibini yaptığını açıklamış ve gündüz ekibi ve vardiya başmemurlarının imzasını içeren belgeleri sunmuştur. Başsavcılık; bundan başka 25/4/2016 tarihinde E.N.nin psikolojik durumuyla ilgili olarak Ceza İnfaz Kurumuna dilekçe verdiği ve Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süreçte kötü muameleye maruz kaldığı iddialarına ilişkin olarak E.N.nin bu şekilde bir dilekçe verip vermediği, vermiş ise bu dilekçelerle ilgili olarak Kurum tarafından ne gibi işlemlerin yapıldığı, ölene psikolojik destek verilip verilmediği hususlarında bilgi verilmesi, E.N.nin tutuklu olarak kaldığı süreye ait kamera görüntülerinin CD hâline getirilip gönderilmesi, E.N.nin ıslak imza ve yazılarını taşıyan tüm dilekçe, ifade vs. belgelerin temin edilip gönderilmesini Ceza İnfaz Kurumundan talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu istenen bazı belgeleri göndermiş ve E.N. tarafından mahkemelere, savcılıklara, diğer kamu kurum veya kuruşlarına gönderilen dilekçelerin bulunmadığını, ayrıca Ceza İnfaz Kurumuna geldiği ilk tarihte ve 23/10/2015 tarihinde olmak üzere Psikososyal Servisi tarafından kendisiyle iki kez görüşme yapıldığını, kamera kayıtlarının 15-20 günlük süreler sonunda otomatik olarak silinmesi nedeniyle ölene ait geçmiş kayıtların bu nedenle gönderilemediğini beyan etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu idaresinden düzenlenen belgeye göre Kurum psikoloğu tarafından 12/10/2015 tarihinde yapılan görüşme sonucunda ''Görüşme Notları'' adı altında not tuttuğu anlaşılmıştır. Aynı tarihli kayda göre E.N.nin dayısıyla telefon ile irtibata geçildiği, E.N.nin Kurumda olduğunu bilgisinin dayısına verildiği ve geçmiş yaşamıyla ilgili bilgilerin de dayısından alındığı notunun düşüldüğü tespit edilmiştir. Bundan başka 23/10/2015 tarihli görüşmede de E.N.nin olumsuz duygularını ifade etmesinin sağlandığı, kendisine psikolojik destek verildiği ve stresle başa çıkma üzerine kendisiyle çalışıldığı anlaşılmıştır. Başsavcılık bunların yanında ölenin Ceza İnfaz Kurumunda bulunan notlarla mukayesesi yapılmak üzere çeşitli tarihlerde yargı mercilerine ve kamu kurumlarına yazı yazarak ölene ait ıslak imzalı belgelerin gönderilmesini talep etmiş ve Samsun Kriminal Polis Laboratuvarında da incelemesini yaptırmıştır.d. Soruşturma Sonucunda Verilen Karar Başsavcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği verileri dikkate alarak 21/6/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Söz konusu karar şöyledir: "Olay tarihinde ölen [E.N.nin] tutuklu olarak bulunduğu Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda intihar girişiminde bulunduğunun bildirilmesi üzerine ilgili Cumhuriyet Savcısı tarafından olay yerine intikal edilerek gerekli incelemelerin yapıldığı, çocukların kaldığı bölüme gelindiğinde mutfak olarak kullanılan yerde kalorifer peteği borusunun bulunduğu, buraya sarı ve mavi renkli çamaşır ipleriyle bu iplere bağlı bez parçasının olduğu, olayın gerçekleştiği yer olan kalorifer peteğini gören güvenlik kamerasının bulunduğu, detaylı incelemeler için olay yeri inceleme ekibine gerekli talimatların verildiği, [E.N.nin] kaldırıldığı hastanede vefat etmesi üzerine ölü muayene ve klasik otopsi işlemlerinin yapıldığı, cezaevi idaresi tarafından tutulan tutanaklara göre olayın 10/11/2015 günü saat 55 sıralarında bir sonraki vardiyaya görev teslimi için akşam sayımı hazırlığı esnasında gerçekleştiği, B-1 nolu çocuk odasının zilinin çalması üzerine görevlilerin odaya gidip durumu kontrol ettikleri, odaya girdiklerinde odanın mutfak kısmında bulunan bahçe kapısının önünde çocuk tutuklu [E.N.nin] sırtını duvara yaslamış vaziyette, çamaşır ipi parçasının boynuna bağlı olduğu, ipin kesik olan diğer parçasının ise kalorifer borusuna bağlı olduğu, derhal müdahale edilerek ölenin boynundaki ip çözülmeye çalışıldığı ve 112 acil servise haber verildiği, yaklaşık 15 dakika sonra 112 acil servisin gelerek [E.N.yı] hastaneye sevk ettikleri, [E.N.nin] hastanede tedavi altına alındığı, yoğun bakımda iken tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak saat 00 da vefat ettiği, olay yeri inceleme raporunda bu hususların ayrıntılı olarak belirtildiği, Cezaevi İdaresinin 19/11/2015 tarihli cevabi yazısına göre, kurumda toplam 63 adet kameranın bulunup, bu kameralarda hükümlü/tutukluların ortak yaşam alanı ve havalandırmasını gösteren kameranın sadece çocuk odasında bulunduğu, söz konusu kameraların ani müdahale odasında bulunan 4 adet LCD ekran televizyon vasıtasıyla takip edildiği, saat 00 dan sonra kameraları takip etme sorumluluğunun vardiya baş memurluğunda olup, kameraları takip etmekle görevlendirilmiş her hangi bir personelin bulunmadığı hususlarının belirtildiği, [E.N.] ile olay tarihinde aynı odada kalmakta olan çocuk tutukluların Cumhuriyet Savcısı huzurunda alınan beyanlarında özetle,[E.N.nin] kendilerine ceza evinde kaldığı süre içerisinde ailevi sıkıntılarının olduğundan, anne babasının boşanıp yeniden evlenmeleri sebebiyle bu duruma içerlediğinden, evde kalamadığından çoğu zaman dışarıda meydan ve terminalde kaldığından bahsettiğini, [E.N.nin] odada yalnız başına oturduğunu, kendileriyle fazla konuşmadığını belirttikleri, kameranın incelenmesi amacıyla aldırılan bilirkişi raporuna göre,[E.N.nin] olay öncesinde ipi alarak kalorifer peteğinin yanına gittiği, ipi elleriyle ayarlayarak kafasının üst tarafına kadar getirip kafasına göre ayarlamaya çalıştığı, daha sonra ipi kalorifer borusuna bağlayıp, arka kısmı kalorifer borularına yüzü güvenlik kamerasına bakacak şekilde ipi boynuna geçirdiği, daha sonra bulunduğu yerden yarım adım kadar geri kalorifer borusuna doğru giderek öne doğru eğildiği, sağ dizini bükerek başını öne eğip geriye doğru düştüğü, duvarın görüş açısını engellediği için düştükten sonra sadece bacaklarının dizden aşağısının göründüğü, yaklaşık 15 dakika sonra aynı odada kalan bir başka tutuklunun ölenin kalorifer peteğinin yanında oturur vaziyette bulduğu, yaklaşık 2 dakika sonrada ceza evi görevlilerinin olay yerine geldikleri, yaklaşık 16 dakika sonra da sağlık görevlilerinin geldikleri, görevlilerin ve 3 tutuklu şahsın öleni başka bir yere taşıdıkları hususlarının belirtildiği, olay tarihinde vardiya baş memuru görevine geçici olarak bakan [Ö.nün] şüpheli olarak alınan ifadesinde özetle, olay tarihinde baş memurun izinli olması sebebiyle görevlendirmeyle sorumlu baş memur yardımcısı olduğunu, saat 55 sıralarında bir sonraki vardiyaya görev teslimi için sayım hazırlığı yaptıkları esnada çocuk tutukluların kaldığı B-1 odasında sorun olması üzerine buraya gittiklerinde ölenin boynundan iple bağlı şekilde kalorifer borusunun yanında oturur vaziyette olduğunu gördüklerini, hemen 112 acil servise haber verdiklerini, olayla ilgili olarak her hangi bir kusurunun ve ihmalinin bulunmadığını beyan ederek üzerine atılı suçlamaları kabul etmediği, otopsi raporuna göre kesin ölüm sebebinin ası ve gelişen komplikasyonlar sonucu olduğunun belirtildiği, müşteki ve vekilinin[E.N.nin] psikolojik rahatsızlıkları bulunup, ceza evi idaresinin bunu bilmesine rağmen bu konuda her hangi bir şey yapmadıklarından, görevlilerin [E.N.ya]kötü davranıp darp ettiklerinden bahisle şikayetçi oldukları, ceza evi görevlileriyle ilgili yürütülen disiplin soruşturması kapsamında aldırılan bilirkişi raporuna göre ceza evinde bulunan tüm güvenlik kamera görüntülerinin canlı olarak izlenebildiği 4 adet LCD televizyon ekranının 16 eşit parçaya bölünerek kamera görüntülerini gösterdiği ve 4 ekranda toplamda 64 görüntünün olduğu, kamera odası güvenlik kamera toplu gösterim ekranında saat ve güvenlik kamerasının adının olayın gerçekleştiği bölümü gösteren güvenlik kamerası görüş açısının uzak bölümünde bazı alanların görüntülenmesini engellediğinin tespit edildiği, ceza evi idaresinin 27/04/2016 tarihli cevabi yazısına göre, [E.N.nin] ceza evinde kaldığı süreçte her hangi bir mahkemeye, savcılığa, kurum veya kuruluşa gönderilen dilekçesinin olmadığı, [E.N.nin] kurumu ilk geldiğinde ve 23/10/2015 tarihinde olmak üzere kurum psiko-sosyal servisince resen 2 kez görüşme yapıldığının belirtildiği, tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde kamera görüntülerinden de açıkça anlaşılacağı üzere, ölenin çamaşır ipleriyle kendisini kalorifer borularına bağlamak suretiyle intihar ettiğinin anlaşıldığı, intihar etmenin başlı başına ceza kanunlarımızda suç olarak düzenlenmediği, ancak intihara yönlendirmenin suç olarak düzenlendiği, somut olayımızda ölenin intihara yönlendirildiğine dair her hangi bir delilin bulunmadığı, aynı odada kalan arkadaşlarının beyanlarından anlaşılacağı üzere, ölenin daha önce intihar etme şeklinde bir fikrinin olduğundan kimseye bahsetmediği, ailevi sıkıntıları nedeniyle psikolojik rahatsızlıklarının bulunduğu, müşteki ve vekili tarafından ileri sürülen kötü muamele iddialarının ise soyut nitelikte kalıp , diğer tutuklular tarafından ceza evinde her hangi bir kötü muameleye maruz kaldıkları yönünde bir iddiadan bahsedilmediği, ölenin annesi olan müştekinin kötü muamele iddialarını öğrenir öğrenmez değil de, oğlu öldükten yani aradan delilerin sağlıklı bir şekilde toplanabilmesi için gereken süreden sonra gündeme getirmesi nedeniyle somut her hangi bir delilin elde edilemediği, olayda şüpheli herhangi bir durumun bulunmadığının yapılan otopsi işlemleri, tanık beyanları, otopsi raporu ve kamera görüntülerinden anlaşıldığı, intihara bağlı ölüm olayının herhangi bir suç ya da suç unsuru oluşturmadığı, olay nedeni ile kusur izafe edilebilecek herhangi bir şahsın da bulunmadığı tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmakla, şüpheli hakkında üzerine atılı suçtan yukarıda açıklanan gerekçelerle KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA [karar verilmiştir.] Başvurucu; E.N.nin psikolojik rahatsızlıkları olup Ceza İnfaz Kurumu idaresinin bunu bilmesine rağmen bu konuda gerekli tedbirleri almadıklarını, olay saatini gösteren kamera kayıtları ile idarenin düzenlemiş olduğu ilk tutanağın saatleri arasında farklılıklar bulunduğunu, E.N.nin eylemine başlaması ile infaz koruma memurlarının müdahalesi arasında zaman farkının olduğunu, olaya 15 dakika geç müdahale edildiğini, kameraların yetkililerce aktif izlenmediğini, kötü muamele iddialarının yeterince araştırılmadığını, ölüm olayının ailesine geç haber verildiğini belirterek itirazda bulunmuştur. Trabzon Sulh Ceza Hâkimliği 1/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 11/8/2016 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel Başvuru Sonrasında Açılan Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu, bireysel başvuru yaptıktan sonra Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne başvurarak olay nedeniyle uğradığı zararların tazmin edilmesini talep etmiştir. Talebinin reddedilmesi üzerine başvurucu 17/1/2017 tarihinde Trabzon İdare Mahkemesinde 00 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat istemli olarak tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 26/2/2018 tarihli kararı ile maddi tazminat isteminin reddine ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:''..Olayda, dosya içerisinde yer alan bilirkişi raporu, ifade tutanakları ile tüm bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden, davacının oğlu [E.N.nin] Çocuk Tutuklu Ön Görüşme Tanıma Takip Formunda daha öncesinde silahla intihar girişiminde bulunduğunu beyan ettiği, kurumda yapılan psikolog görüşmelerinde Emirhan'ın psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunun belirtildiği, ailevi sorunlarının üzerinde olumsuz etkiler oluşturduğu anlaşılmasına rağmen bu konuda gerekli tedbirlerin alınmadığı, denetim ve gözetim yükümlülüğünün yerine getirilmediği hususları gözönünde bulundurulduğunda, tutuklu ve hükümlülerin can güvenliğinden sorumlu olan idarenin koruyucu tedbirlerin alınmasına ilişkin sorumluluğunu yerine getirmediğinden meydana gelen ölüm olayında kusurlu olduğu sonucuna varılmaktadır.'' Anılan karar aleyhine kanun yollarına başvurulması nedeniyle henüz kesinleşmemiştir. Benzer yöndeki içtihatlar için bkz. Serfinaz Öztürk (2014/18274, 21/9/2017), Necla Özer ve Müslim Özer (B. No:2013/3782, 21/4/2016), Mehmet Kaya ve diğerleri (B. No: 2013/6979, 20/5/2015) başvuruları hakkında verilen kararlar.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/78494
Başvuru, ceza infaz kurumunda bir tutuklunun intihar etmesini önleyici tedbir alınmaması ve olaya ilişkin olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör eylemi kapsamında gerçekleşen patlamada birinci başvurucunun eşi, ikinci başvurucunun babasının ölmesi nedeniyle idare hukukunun genel hükümleri kapsamında manevi zararların tazmini için yapılan başvurunun ve akabinde açılan davanın reddedilmesi; 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında maddi zararlarının tazmini için yapılan başvuru kabul edilmekle birlikte tazminat miktarının az olmasından dolayı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süre sonunda görüşünü 19/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 27/8/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı herhangi bir beyan ibraz etmemişlerdir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İstanbul ili Büyükçekmece ilçesi Yakuplu beldesi Güzelyurt Mahallesi Bey-Kop. Bölge E-5 kara yolu civarında Tatilya üst geçidi altında çöp konteynırına bırakılan bombanın 18/11/2005 tarihinde patlaması nedeniyle birinci başvurucunun eşi, ikinci başvurucunun babası olan S.nin öldüğünü beyan etmişlerdir. Başvurucular 23/11/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle İstanbul Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Komisyon 25/11/2005 tarihli kararında S.nin mirasçılarına tazminat bedeli, tedavi ve cenaze gideri olmak üzere toplam 000 TL ödenmesine karar vermiştir. Başvurucular 21/12/2005 tarihinde, miras bırakanın ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararların giderilmesi talepli bir dilekçe ile İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuşlardır. Komisyon kararı (bkz. § 9) akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte gönderilen sulhname örneği 29/12/2005 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 5/1/2006 tarihinde, miras bırakanın ölümü nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararların giderilmesi talepli bir dilekçe ile İstanbul Valiliğine başvuruda bulunmuşlardır. İstanbul Valiliğine yapmış oldukları başvuru (bkz. § 13) hakkında Komisyon tarafından verilen 20/1/2006 tarihli kararda başvurucuların Komisyona müracaat ettikleri, Komisyonun 000 TL tazminat ödenmesine hükmettiği, sulhname tasarısının başvuruculara tebliğ edilmek üzere postaya verildiği, dolayısıyla öngörülen bu miktar dışında maddi tazminat ödenmesi imkânının bulunmadığı, 5233 sayılı Kanun’un manevi tazminat ödenmesi yönündeki talepleri kapsamadığı belirtilmiştir. Başvurucuların İçişleri Bakanlığına yapmış oldukları başvuru (bkz. § 11) hakkında Komisyon tarafından verilen 31/1/2006 tarihli karar ile yukarıdaki paragrafta belirtilen gerekçelerle başvurucuların talepleri reddedilmiştir. Sulhname tasarısı ve davet yazısına Kanun’da belirtilen süre içinde başvurucular tarafından olumlu yanıt verilmemesi üzerine 15/3/2006 tarihinde Komisyon tarafından uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiştir. Başvurucular tarafından 14/2/2006 tarihinde, maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinin 30/3/2010 tarihli ve E.2006/590, K.2010/493 sayılı kararı ile gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 560 TL miktarındaki maddi tazminatın idareye başvurulduğu tarihinden itibaren uygulanacak yasal faiziyle birlikte başvuruculara ödenmesine; davanın kısmen reddine hükmedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:“...Bu durumda, meydana gelen ölüm olayının 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğu, ancak, tazmin edilecek maddi zararın komisyon kararı tarihi (2006) itibariyle 560,00 YTL (7000 gösterge rakamıx2005 yılı yarısına ait memur maaş katsayısı yani 0,0416x 50 ) olduğu görüldüğünden, 5233 sayılı yasa kapsamında karşılanabilecek zarar miktarının 560,-TL olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmaktadır.Ayrıca, 5233 sayılı Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla düzenlenmiş olup, manevi zararlar bu Kanun kapsamında olmadığından, davacının manevi zararının tazmini isteminin kabulüne olanak bulunmamaktadır...” Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/1/2012 tarihli ve E.2011/9458, K.2012/135 sayılı ilamı ilegerekçesi ile kararın maddi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmının bozulmasına, maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne ilişkin kısmının ve manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının onanmasına hükmedilmiştir.İlgili gerekçe şöyledir:“...Dava konusu olayın, bir terör eylemi olduğu açıktır. Nitekim bu hususta taraflar arasında da herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Dolayısıyla söz konusu olayın 5233 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra meydana geldiği dikkate alındığında, uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenmesi zorunlu bulunmaktadır. Bu durumda, İdare Mahkemesi kararının söz konusu olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğu ve 560 TL maddi tazminatın davacılara ödenmesi gerektiği yolundaki kısmında hukuka aykırılık bulunmamakla birlikte, 5233 sayılı Kanunun yukarıda açıklanan maddesi uyarınca, tedavi ve cenaze giderlerinin de tazminine karar verilmesi gerekmekte olup; mahkemece bu kısma yönelik olarak da tazminat isteminin reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır. Nitekim İstanbul Valiliği Zarar Tespit Komisyonu tarafından, tedavi ve cenaze giderlerinin davacılara ödenmesine karar verilmiştir...” Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 28/2/2013 tarihli ve E.2012/10144, K.2013/1646 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 23/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 13/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İstanbul İdare Mahkemesinin 29/11/2013 tarihli ve E.2013/1175, K.2013/2080 sayılı kararı ile kısmen bozma ilamına uyularak 560 TL tazminat miktarına ilaveten tedavi ve cenaze giderlerinin de tazmin edilmesi gereği dikkate alınmış; başvuruculara toplam 000 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Bu karar taraflarca temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu Kanun, sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.” 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: ... b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.” 5233 sayılı Kanun’un, 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  ...  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” 5233 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.  Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.  Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.  Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.  Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir“ İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...” 2577 sayılı Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: “5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine yer verilmiştir. Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.” Danıştay Onbeşinci Dairesinin 11/12/2014 tarihli ve E.2011/9361, K.2014/9507 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“... terör eylemeleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucunda salt toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının sosyal risk ilkesi gereğince sulhen karşılanması amacıyla çıkarılan 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunan maddi zararların sulhen karşılanması için 2577 sayılı Kanun’un maddesinden ayrı, özel bir usul öngörmektedir... Ayrıca, 5233 sayılı Kanun’un Geçici maddesiyle Kanun’un uygulamasını geriye yürüterek, 19/7/1987 - 27/7/2004 tarihleri arasında meydana gelen olaylar nedeniyle zarara uğrayanların, Kanun’ un yürürlüğe girmesinden itibaren 1 yıl içinde ilgili mercilere başvurması halinde, bu zararlarının tazmin olacağını getirmekte, böylece 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen sürelerde dava açma hakkını kullanamayan kişilerin zararlarının da sulhen karşılanmasını amaçlamaktadır...”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4022
Başvuru, terör eylemi kapsamında gerçekleşen patlamada birinci başvurucunun eşi, ikinci başvurucunun babasının ölmesi nedeniyle idare hukukunun genel hükümleri kapsamında manevi zararların tazmini için yapılan başvurunun ve akabinde açılan davanın reddedilmesi; 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında maddi zararlarının tazmini için yapılan başvuru kabul edilmekle birlikte tazminat miktarının az olmasından dolayı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Tunceli Belediyesi (İşveren/Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette şoför olarak çalışmaktadır. Tunceli Valiliği Olağanüstü Hal Bürosunca başvurucunun PKK terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde İşverene bildirimde bulunulmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle 10/3/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, üyesi olduğu Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası aracılığıyla feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle 9/3/2018 tarihinde Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme -iş mahkemesi sıfatıyla-) dava açmıştır. Dava dilekçesinde; fesih işleminin usule ve yasaya uygun şekilde yapılmadığı, fesih nedenlerinin bildirilmediği ve savunma alınmadan sözleşmenin feshedilmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İşveren cevap dilekçesinde, başvurucunun Tunceli Belediyesi tarafından yapılan personel çalıştırılmasına dair hizmet alımı ihalesi neticesinde taşeron firma bünyesinde çalışan işçi olduğunu, Tunceli Valiliği İl OHAL Kurulu'nun kararının belediyelerine tebliği üzerine ilgili taşeron firmaya bildirim yapıldığını ve başvurucunun 10/3/2017 tarihinde işten çıkarıldığını, işten çıkarma işlemlerinin Kanun Hükmünde Kararname ile OHAL Yasası kapsamında, belirtilen şekil ve nedenlerle yapıldığını belirtmiştir. Mahkeme, PKK terör örgütü ile irtibatlı ya da iltisaklı olabileceği hususunda şüphenin bulunduğunu belirterek 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi kapsamında gerçekleştirilen fesih işleminin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 11/5/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, dosyaya getirtilen bilgi ve belgelerden, başvurucunun iş sözleşmesinin feshine neden olabilecek nitelikte PKK terör örgütü ile irtibat ve iltisakına ilişkin şüpheyi ortaya koyabilecek emarelerin bulunduğu, Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma ve kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme suçundan soruşturma yaptığı, soruşturma sonunda 25/3/2016 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği belirtilmiştir. Söz konusu tespit ile dava dosyasının içinde yer alan emniyet ve istihbarat kaynaklı bilgiler birlikte değerlendirildiğinde İşveren bakımından iş sözleşmesinin devamının katlanılmaz derecede yük oluşturacağı ve taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği ifade edilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara karşı sunduğu istinaf dilekçesinde, 2014 yılında hakkında soruşturma yürütülmesinin ve takipsizlik kararı verilmesinin iş akdinin feshi gerekçesi olarak kabul edilmesinin hukuka ve vicdana uygun olmadığını belirterek ret kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığını ve özellikle Yargıtay Hukuk Dairesi'nin E.2017/40300, K.2017/18606 sayılı ilamında ifade edildiği gibi, asıl işverenin 10/3/2017 tarihli yazısı ile terör örgütleri ile ilgili olarak yapılan değerlendirmeler sonucunda güvenlik tedbirleri nedeniyle başvurucunun çalışmasının uygun görülmediğinin bildirilmesi üzerine,alt işveren açısından feshin zorunlu hale geldiğini belirterek 1/11/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 16/11/2018 tarihinde öğrendikten sonra 14/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun işe iade davasının reddine ilişkin kararın gerekçesinde yer verilen Tunceli Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen ceza yargılamasında başvurucunun partizan yapılanmasına ait kırmızı zemin üzerine sarı büyük harflerle yazılı 10 adet ''PARTİZAN'' ibareli flamayı HDP seçim irtibat bürosuna asma eylemi hakkında delil yetersizliğinden beraatine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37427
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hakkâri İl Emniyet Müdürlüğü (Emniyet Müdürlüğü) Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmakta iken 28/7/2016 tarihinde ikamet ettiği evinde yaşamını yitiren 1986 doğumlu B.Y.nin babasıdır. Soruşturma dosyasında yer alan bilgi ve belgelere göre B.Y. evinde bulunduğu sırada kendisine ait silah ile ateş etmek suretiyle intihar etmiştir. B.Y. ile aynı evi paylaşan polis memuru olay günü saat 00 sıralarında nöbetten çıkarak eve gelip kapıyı açmasına rağmen kapının arkasının sürgülü olduğunu fark etmiş, B.Y.ye seslenmesi üzerine cevap almayınca durumu Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğüne bildirmiştir. 28/7/2016 tarihli tutanağa göre Asayiş Şube Müdürlüğü görevlileri olay yerine gelmiş, kapı önünde polis memuru nin beklemekte olduğu görülmüş, evin kapısının kilidinin açıldığı ancak içerden sürgülü olduğu anlaşılmış ve kapı kırılarak içeri girilmiştir. Tutanakta B.Y.nin yatak üzerinde sol tarafına yatar vaziyette bulunduğu, yüzünde kan lekelerinin olduğu, nabzının atmadığının tespit edildiği belirtilmiştir. Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) olayla ilgili olarak derhâl soruşturma başlatılmıştır. Hakkâri nöbetçi Cumhuriyet savcısının talimatı ile saat 45 sıralarında olay yeri inceleme ekibi olay yerine yönlendirilmiştir. Olay yeri inceleme ekibi olay yerini emniyete alarak fotoğraf çekimlerinin yapılması, ölenin olay yerinde bulunan silahının incelenmek üzere muhafaza altına alınması, ölen ile aynı evde ikamet eden nin el svaplarının ve beyanlarının alınması, ölenin telefonunun inceme yapılmak üzere muhafaza altına alınması gibi işlemleri gerçekleştirmiştir. Başsavcılıkça ölenin anne ve babasının müşteki sıfatıyla beyanlarının alınması, ölenin nişanlısının beyanlarının alınması, ölenin ev arkadaşının olay anında görevli olup olmadığının tespiti amacıyla görev yazısının alınması, varsa kamera kayıtlarının alınması ve CD çözüm tutanağına aktarılması talimatları verilmiştir. Başsavcılık Soruşturma Bürosu tarafından Olay Yeri Tespit ve Ölü Muayene Tutanağı düzenlemiştir. Tutanakta şu hususlara yer verilmiştir:i. Kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması, beyin doku harabiyeti sonucu olduğu görülmüştür.ii. Cesetten alınan kan ve idrar örneklerinin incelenmek üzere Adli Tıp Kurumu Erzurum Grup Başkanlığı Kimya İhtisas Dairesine, cesedin kesin ölüm nedeninin belirlenmesi ve ayrıntılı otopsi raporu düzenlenmesi için Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verilmiştir. Ölü Muayene Tutanağı'nda, kimlik tanığı sıfatıyla yer alan E.A.nın beyanları şöyledir: "Bana göstermiş olduğunuz cesedi tanırım. Bu şahıs benimle aynı şubeden arkadaşım olan [B.Y.] dir...27/7/2016 günü [B.Y.] akşam saatlerinde Valilik Ohal Büro Amirliğinde görevliydi. 28/7/2016 günü saat 1:00 sıralarında şube müdürüm [K.] beni telefonla arayarak[B.nin] yerine sen geç, [B.de] istirahate ayrılsın, sabah mesaiye gelsin dedi. Bunun üzerine ben hemen büroya gittim. [B.ye] durumu anlattım. [B.de] bilgisinin olduğunu söyledi. Bir müddet muhabbet ettik. [B.nin] yaklaşık bir ay sonra düğünü vardı. Maddi olarak yardımda bulunup bulunamayacağımızı sordum. Herhangi bir sıkıntısının olmadığını söyledi. Normal şartlarda [B.] çok cana yakın, neşeli bir arkadaştı ancak son iki üç gündür stresliydi. Ancak intihar edecek boyutta bir sıkıntısının olduğunu gözlemleyemedim. Akabinde saat 2:30 sıralarında [B.] iş yerinden ayrılarak evine gitti. Ben sabaha kadar çalıştım. Sabah 7:15 sıralarında şubemizde görevli polis memuru [H.] ortak grubumuz olan whatsuptan [B.nin] intihar ettiğini yazmış. Ben de bunun üzerine [H.yi] arayarak doğru olup olmadığını sordum. Bana doğru olduğunu ve vefat ettiğini söyledi. Bunun üzerine ben de[B.nin] evine gittim. Eve gittiğimde [B.] yatağın üzerinde başında mermi deliği vardı. Duvarda kan vardı. Yatağında ve vücudunda kanlar vardı. Benim olay hakkında bilgim görgüm bundan ibarettir. [B.nin] bildiğim kadarıyla psikolojik bir rahatsızlığı yoktu." Adli Tıp Kurumu â Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 3/8/2016 tarihli otopsi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Kişinin vücuduna bir adet ateşli silah mermi çekirdeği isabet etmiş olup müstakilen öldürücü nitelikte olduğu, ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliği cilt altı bulgularına göre atışın bitişik atış mesafesinden yapılmış olduğu, cesetten mermi çekirdeği elde edilemediği, kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatini bildirir rapordur." Olay yerinde tespit edilen ve Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlıklarınca gönderilen deliller üzerinde yapılan incelemeler sonucunda muhtelif uzmanlık raporları düzenlenmiştir. Olay tarihinde B.Y.nin görevli olduğu Hakkari Valiliğinden giriş ve çıkışlarını içerir kamera kayıtlarının incelemesi yapılmış ve 19/8/2016 tarihli CD izleme tutanağı düzenlenmiştir. Tetkik için gönderilen "T1102-09U15299" numaralı 9x19 mm çap ve tipinde fişek atan Türkiye yapısı, Sarsılmaz marka Kılınç 2000 Mega model yarı otomatik tabanca üzerinde yapılan inceleme sonucu alınan 14/11/2016 tarihli uzmanlık raporunda inceleme konusu tabancadan elde edilen mukayese kovanın ve mukayese mermi çekirdeklerinin olay yerinden elde edilen bir adet kovan ve aynı çaplı bir adet mermi çekirdeği gömlek parçası ile mikroskopta yapılan karşılaştırılmalarında aralarında karakteristik izler yönünden benzerlikler bulunduğu, tetkik konusu kovanların inceleme konusu "T1102-09U15299" numaralı tabancadan atılmış olduğunun tespit edildiği bildirilmiştir. 15/11/2016 tarihli Diyarbakır Kriminal uzmanlık raporunda B.Y.nin sol el üstü, sağ el avuç içi ve sağ yanak svaplarında atış artıklarına rastlandığı belirtilmiştir. Başsavcılıkça Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılarak B.Y.nin ikamet ettiği apartman dairesi ve çevresinde çatıdan veya başka bir taraftan içeri girilip girilmeyeceği ve evin kapısının kolay açılıp açılmayacağı hususlarında gerekli inceleme ve fotoğraflamaların yapılması, olay gecesi B.Y.nin Hakkâri Devlet Hastanesinde (Hastane) foto-film çekiminde görevli olarak bulunup bulunmadığı, buna ilişkin tüm bilgi ve belgelerin temin edilerek gönderilmesi istenmiştir. Emniyet Müdürlüğünün 1/3/2017 tarihli müzekkere cevabında maktulün evine gidilerek evin ve binanın fotoğraflandığı, bina ana girişinin demir kapı olduğu, anahtar ile açılabildiği, daire kapısının ahşap olduğu, kapı kilidinin sağlam ve kolay açılamayacak türden olduğu, dairenin bir balkon kapısının bulunduğu, balkondan başka bir yere geçişin mümkün bulunmadığı, merdivenlerden çatıya doğru çıkıldığında kilitli bir demir bir kapının olduğu, çatıya çıkıldığından çatının yan binanın çatısı ile bitişik olduğu, çatıdan çatıya geçişin mümkün olduğu belirtilmiştir. Tahkikat evrakı ekinde bulunan CD İzleme Tutanağı'nda belirtilen kamera görüntülerinde ve Hastanenin acil giriş bölümünden alınan kamera görüntülerinde B.Y.nin kamera görüş açısına girmediğinden Hastaneye girip girmediğinin tespit edilemediği belirtilmiştir. Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumunca B.Y.nin telefonu ile ilgili olarak iletişimin tespiti yapılarak düzenlenen 12/4/2017 tarihli rapor Başsavcılığa gönderilmiştir. Van İl Emniyet Müdürlüğünce B.Y.ye ait materyaller üzerinde dijital materyal incelemesi yapılmış, 1/6/2017 tarihinde rapor düzenlenerek Hakkâri İl Emniyet Müdürlüğüne gönderilmiştir. Kolluk tarafından B.Y.nin ev arkadaşı polis memuru nin tanık sıfatıyla beyanı alınmıştır. nin 20/10/2016 tarihinde alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Polis memuru olan [B.Y.] benim ev arkadaşımdı. Olay günü ben 19:00- 7:00 saatleri araında gece görevliydim. Ben görevden sabah 7:00 sıralarında çıkarak eve geldiğimde kapıyı çaldımKapı arkadan kilitliydi. Zaten evde bulunan kişi kapıyı arkadan kilitler ve eve gelecek kişi de kapıyı çalar, içerdeki kişi açardı. Ancak ben kapıyı çalmama rağmen açan olmadı. Bunun üzerine telefondan [B.Y.yi] aradım. Ancak telefonuna ulaşılamıyordu. 155 i aradım ekipler geldi. Ekipler içeriye girdiler. Arkadaşımın başına bir şey geldiğini anladım. Arkadaşımın son günlerde biraz sıkıntılı ve düşünceli bir hali vardı. Ben kendisi ile konuşmak istedim. Ancak darbe girişimi nedeniyle çalışma ve stirahat saalerimiz uyuşmadığı için konuşma fırsatı bulamadım. Arkadaşım nişanlıydı. Ancak intiharının nişanlı olması ile ilgili olmadığını ve nişanlısının sebep olmadığını düşünüyorum ancak sebebini de bilmiyorum arkadaşım son günlerde düşünceliydi. Ben iş arkadaşlarına ve çalıştığı şube müdürüne arkadaşımın durumunu bildirdim. Ancak onlar bu konuda bir şey yaptılar mı bilmiyorum..." Kolluk tarafından polis memuru Y.nin 13/10/2016 tarihinde tanık sıfatıyla alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Olağanüstü hal (OHAL) kapsamında Hakkari Valiliği OHAL Bürosunda geçici olarak görevlendirilme ile görevlendirildim. İntihar eden [B.Y.yi] ilk kez burada gördüm ve tanıdım. Kendisi ile beraber OHAL bürosunda 12/36 çalışma sisteminde geceleri görev yaptım. Bu süre zarfında çalışma arkadaşımın herhangi bir rahatsızlığını gözlemlemedim. Yalnız 28/7/2016 günü Hakkari ili Depin polis kontrol noktasında yapılan bombalı saldırı ekibinde iki şehidimizin olduğu bilgisinin bize gelmesi üzerine saat 23:00 sıralarında kendisinin bu olay üzerine üzülerek rahatsızlandığını gördüm. Kendisine hitaben 'iyi misin' dedikten sonra durumunun iyi olmadığını anlayınca o sırada Hakkari Valiliği önünde bulunan Valilik özel kalem müdürü Başkomiser [E.H.Ö.ye] [B.Y.nin] rahatsızlandığını söyledim. Kendisi [B.Y.nin] OHAL bürosuna gelmiş olduğu Muharebe Elektronik Şube Müdürü [K.yi] arayarak konuyu bildirdikten sonra [] müdür yaklaşık 15 dakika sonra Hakkari Valiliğine intikal etti. [E.H.] Başkomiser ve [] müdür OHAL bürosuna çıkmışlar ve [] müdür [B.Y.yi] yanına alarak Valilik bnasından ayrıldılar. Ben daha sonra yalnız otururken yaklaşık 20 dakika sonra [B.Y.nin] tekrar geldiğini gördüm. Kendisine 'nasılsın' diye sorunca bana hitaben ev arkadaşı soyadını blmediğim adının [] olduğunu söylediği arkadaşı ile bir süre oturduğunu ve geri geldiğini söyledi. Ben daha sonra bürodan dışarı çıkarak [] müdürümüzü şahsi telefonumdan arayarak [B.Y.nin] OHAL bürosuna geri geldiğini söyledim ve kendisi bana 'tamam iki arkadaş göderiyorum' dedi. Bu sırada [B.Y.] ile birlikte valilik bahçesinde kutlanan demokrasi mitingine gelen vatandaşlarla birlikte oturarak çay içtik. Yaklaşık on dakika sonra Muharebe Elektronik Şube Müdürlüğünden iki arkadaş gelerek beş dakika kadar [B.Y.] ve kendileri sohbet ettik. Gelen arkadaşlardan adını [E.] olarak bildiğim arkadaş [B.Y.nin] yerine benimle görev alacağını söyledi. Daha sonra [B.Y.] ben istirahat etmeye gidiyorum diyerek yanımızdan ayrıldı. Bu süre içinde kendisinde herhangi olumsuz davranış veya söylem duymadım..." Kolluk tarafından Emniyet Müdürü K.nın 15/10/2016 tarihinde alınan beyanının ilgili kısımları şöyledir:"...[B.Y.] intihar olayının meydana geldiği gün Ohal Bürosunda görev yapmakta idi. Arkadaşları ile ilişkileri gayet normal görevinin gerekleri ile amirleri tarafından verilen emirlere itaat hususunda dikkatli bir personelimizdi. 26/7/2016 günü akşam saatlerinde Muharebe Elektronik Şube Müdürlüğü kadrosunda görev yapan polis memuru [A.K.] Polisevine geldi. [B.Y.nin] ev arkadaşı [] isimli polis memurunun kendisine [B.nin] son günlerde değişik davrandığını rahatsız olabileceğini söylediğini iletti. [B.Y.yi] konuşmak üzere Polisevine çağırdım. Kendisine herhangi bir sıkıntısı, ailesi, nişanlısı veya iş arkadaşlarıyla bir probleminin olup olmadığını sordum....İl Emniyet Müdürümüz ile görüşerek senelik izine ayrılması konusunda yardımcı olabileceğimi söyledim. Babasının Hakkari'ye geleceğini bir müddet kaldıktan sonra izne ayrılacağını söyledi ve ayrıldık. 27/7/2016 günü İlimiz Depin kontrol noktasında bombalı araç saldırısı oldu. İki arkadaşımız şehit oldu. ...Gece yarısına doğru Valilik özel kalem müdürü [E.Ö.] telefon ile [B.Y.nin] garip davrandığını mesai arkadaşının tedirgin olduğunu söyledi. [B.yi] iyi tanımaması nedeniyle konuşmaküzere beni çağırdı. Hükümet konağına gittiğime OHAL bürosunda görevli polis memuru [] Depindeki patlamadan sonra [B.Y.nin] garip davranmaya başladığını kendisiyle konuştuğunu bu nedenle tedirgin olduğunu söyledi. [E.Ö.] ile [B.nin] yanına gittik, kendisi ile konuştuk. Depinde meydana gelen patlamaya çok üzüldüğünü şehit personelin olduğunu bildiğini söyledi. Ev arkadaşı olan polis memurunun polis merkezine yakın olan kavşaklı uygulama noktasında bulunduğunu onunla konuşmasının iyi olacağını söyledi. [E.Ö.nün] uygun görmesi üzerine [B.yi] araç ile bıraktım. Tekrar Hastaneye gittim. [B.] ile samimi olduğunu bildiğim [E.A.ya] [B.nin] herhangi bir sorununun olup olmadığını sordum. Herhangi bir şey bilmediğini söyledi. [B.] ile konuşmak üzere gönderdim. Bir süre sonra [] aradı [B.nin] geri gelerek görevine devam ettiğini söyledi..." Kolluk tarafından B.Y.nin annesi S.Y.nin 6/10/2016 tarihinde alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Oğlum 15/7/2016günü meydana gelen darbe girişimi sırasında darbeciler tarafından silahla başından yaralanan Terörle Mücadele Daire Başkanı ile daha önce çalıştığından çok üzülmüş ve iş yerinde bu paralelcilern hepsini asmak lazım şekline sözler sarfemiştir. Bunu telefonla darbe girişiminden bir kaç gün sonra söyledi. Ben de kendisine neden bu şekilde söylediğini kendisini de yok edeceklerini söyledim. Bana çok üzüldüğünden söylediğini bir daha söylemeyeceğini ifade etti. Ölmeden önce kendisi ile görüştüğümüzde bize telefonda kendisine usulsüz işlemler yaptırmak istediklerini imza attırmak istediklerini kendisinin yapmadığını söyledi. Bu nedenle çok tedirgindi. Bunu bize gönderdiği resimlerden de fark ettik. Ayrıca OHAL bürosunda çalıştığı sıralarda kendisine bir şeyin zorla imzalatıldığını telefonla bana söylemişti. Bildiğim kadarıyla imzaladığı bu evrakı yukarıda söylediğim silahla yaralanan Daire başkanının tanıdığı [N.] isimli birine telefonla resmini çekerek göndermiş. Ölümünden snra biz [N.] beyle görüştüğümüzde gönderilen resimden bir şey anlamadığından silmiş olduğunu söyledi..." Başsavcılığın talimat yazısı gereği kolluk tarafından B.Y.nin annesi S.Y.nin müşteki sıfatıyla bir kez daha beyanı alınmıştır. S.Y.nin 1/11/2016 tarihinde alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Benim oğlum [B.nin] ölüm haberini almadan önce 25/7/2016 tarihinde saat 15:00 ile 16:00 sıralarında oğlum [B.Y.] beni aradı. Konuşma esnasında oğlum bana hitaben 'anne beni evimin merdivenlerinde öldüreceklerdi' dedi. Bunun anlamı oğlum eve girerken ya merdivenlerde birisi vardı, ya da yanında birileri vardı. Ben de hayırdır oğlum diye sordum. Bana telefonla da sana anlatamam dedi bende oğlum fazla telaşlanmasın diye telkinde bulundum. Benim oğlum ile aramdaki görüşme kayıtlarının çıkarılmasını talep ediyorum. Oğlum ile 15-20 dakika kadar konuştuktan sonra telefonu kapattık. Akşam 17:00 den sonra eşim [H.Y.] eve geldi. Eşime oğlum ile yapmış olduğumuz görüşmeyi anlattım. Bunun üzerine eşim oğlumu aradı. Oğlum eşime bana anlattıklarını anlattı. Eşimde oğluma bu anlattıklarının şüphe mi yoksa gerçek mi olduğunu sordu. Oğlum da bana söylediklerinin gerçek olduğunu, telefonda anlatamayacağını söyledi. Eşim de oğluma o zaman izne ayrıl gel, gelmeden önce öldürme durumunu amirlerine anlat dedi. Eşim oğluma eğer sen buraya gelemiyorsan ben senin yanına yarın geleyim dedi. Oğlum da babasına şube müdürüne durumu anlatacağını söyledi. Bu görüşmeler yapılırken telefon ahizesi açık olduğundan tüm görüşmeleri duydum..." Başsavcılığın talimat yazısı gereği kolluk tarafından B.Y.nin kız kardeşi N.Y.nin tanık sıfatıyla beyanı alınmıştır. N.Y.nin 19/12/1016 tarihinde alınan beyanının ilgili kısımları şöyledir:"...Polis memuru olan [B.Y.] Hakkari Emniyet Müdürlüğünün Muharebe biriminde görev yapmaktaydı. Bu görevi sırasında kendisiyle yaptığımız telefon konuşmalarında sık sık gelecek planlarından komiserlik sınavı için ders çalıştığından nişanlısı ile olan evlilik planlarından bahsederdi. Darbe girişimi sonrasında görev yeri değiştirilerek Hakkari Valiliği OHAL Büro da görevlendirildi. Bu göreve geldikten sonra yaptığımz telefon görüşmelerinde ses tonu giderek tedirginleşmeye başladı. Sebebini sorduğumda bazı sıkıntılar yaşadığını, ailemize zarar gelmesinden korktuğunu ifade etti. Aynı gün nişanlısı [A.A.] İle yaptığım telefon görüşmesinde abim nişanlısına 'Sen ve annem uçurumun kenarındasınız. Size bir şey olmasın. Ben sizin yerinize ölürüm' dediğini öğrendim. Ayrıca annemle yaptığım telefon görüşmesinde ' anne beni merdivenlerde öldüreceklerdi.' gibi çok ciddi bir olaydan söz etti. Annemin bunun üzerine abime kimin bir şey yapacağını sorduğunda eşgal ya da isim veremeyeceğini, işle alakalı olduğunu ailemize zarar gelmesinden çok korktuğunu ifade etmiş. Olaydan iki gün sonra babam Hakkariye gitmek için uçak bileti ayarladı. 27 Temmuz saat 12:30 uçağı ile Adana'dan Van'a uçak bileti alındı. Babamın geleceğini duyan abim buna karşı çıkarak engel olmak istedi. Bunun sebebi olarak da babamın başına bir şey gelmesinden korktuğunu ifade etti. Uçak biletini aldıktan sonra babamla yaptığı telefon görüşmesinde babam oraya gidince mantarlı tavuk yapacağını bunun için mantar aldığını söylemiş, ek olarak Valilik bahçesinde nargile içeceklerini bana telefon konuşmasında söyledi. Olayın gerçekleştiği akşam saat 20:00 civarında abimle yaptığımız telefon görüşmesinde işyerinden çıktığını Valiliğin yakınında yer alan kakolda nöbet tutan ev arkadaşı [nin] yanına gittiğini, sdöyledi. Telefonu kapatırken son olarak [nin] yanına gittiğini '[] çay var mı?' sorusundan anladm. Daha sonra telefonu kapattık. Bu konuşmadan bir süre sonra tekrar aradığında telefonu meşguldü. Daha sonra ulaştığmda kiminle konuştuğunu sordum. O da komiseri ile konuştuğunu kendisine usulsüz işlemler verdiğini, bu görevleri yapamayacağını ifade etti. Kendisinin yapmayacağı işleri abim gibi OHAL büroda görevli [Y.] isimli polisin yapacağını ifade etti. Bizimle son olarak 21:55 civarı konuştu. Bize OHAL bürodan resimlerini whatsuptan toplu konuşma programımıza yolladı. Bu resimleri gördüğümüzde yüz ifadesinin korku dolu olduğunu farkedip tedirgin oldum. Saat 22:30 dan sonra yolladığım konuşmalar iletilmedi ve defalarca aramama rağmen telefonuna ulaşamadım. Mesajlarım sabaha kadar iletilmeyince tedirginliğim iyice arttı. 27 temmuz sabahında babam Hakkariye gitmek üzere Mersinden Adanaya doğru yola çıktı. Havaalanına doğru giderken gece yaşanan olaydan babam habersizdi. Babam uçağa binmeden önce Hakkari de bulunan [] Komiserden aldığı telefonla abimin ölüm haberini aldı. Gece son olarak OHAL büro da iken konuştuğum abimin sabah evde ölü olarak bulunduğu haberini aldık. Normalde sabah 8:00 a kadar görevli abim[K.] ve [H..Ö] tarafından eve gönderilmişti. ...Son günlerde söylediği ve yaşadığı tedirginlik sebebiyle bu olayın başkaları tarafından yapılarak bilgi sızmasını önlemek amacıyla üstünün kapatılmak istendiğini düşünmekteyim...." Başsavcılığın talimat yazısı gereği kolluk tarafından B.Y.nin nişanlısı A.A.nın tanık sıfatıyla beyanı alınmıştır. A.A.nın 6/12/1016 tarihinde alınan beyanının ilgili kısımları şöyledir:"...Polis memuru olan [B.Y.] benim nişanlım olur. Aramız çok iyiydi. 9 Eylül tarihinde nikahımız vardı. İntihar olayından üç dört gün önce telefonlarıma cevap vermiyordu. Bazen telefonlarını kapatıyordu. Özellikle OHAL büroda çalışırken sebebini bir gün sorduğumda kafamı dinlemek için kapattım demiştir....Sürekli ne zaman arasam Müdürüne konuşmaya gidiyordu. İşle ilgili sıkıntılarım var üstüme gelme dedi. Çünkü işyeri OHAL olarak değişmişti. Olaydan bir gün önce akşam teefonda konuşurken tedirgin tavırları vardı. Konuşuyordu bana 'Annemle sen uçurumun kenarındasınız, size bir şey olmasın, ben sizin yerinize ölürüm' dedi. Elim ayağım uyuşuyor. diyordu nefes nefeseydi. Bana ne oluyor diyordu. Bende fazla üstüne gitmek istemedim. Biz iyiyiyz diye teselli etmek istedim. Yaklaşık bir hafta önce de bana senle neden bir an önce evlenmek istiyorum biliyor musun başıma bir şey gelir de şehit olursam şehit eşi olur maaş alırsın dedi. Ben de öyle konuşma ölümden bahsetme dedim. Kendisiyle konuştuğumuzda uzun konuşurduk. Bu nedenle kulaklık kullanırdık. Yine konuşurken kendisinden kulaklığını takmasını istedim. Ancak bana ben takarsam sana bir şey olur mu diye sordu. Bende ben taktım bir şey olmaz sen de tak rahat konuşalım dedim. Sonra evde kulaklığını aramaya başladı. Koyduğu masa varmış. Kulaklığını orda bulamadı. Sonra aradı aradı başka bir masada buldu ben buraya koyamadım dedi. Bu buraya nasıl geldi diye sürekli bunu düşündü. Çözemedi. Sanki eve biri girmiş de yerini değiştirmiş olabileceğinden şüphe etti. Sonra o sırada beni babası aradı. Ben de konferans görüşme yapalım dedim. Ancak istemedi. Sonra annesi beni aramadığı halde onu bağlayım dedim. O da tamam dedi. Annesi ile görüştü. Tavırları düzgündü. Annesine bir şey belli etmiyordu. Kardeşim evlensin mutlu bir yuvası olsun babam milletvekili olsun dedi. Annesi ve benim için dilekte bulundu. Sonra ben dinleneceğim dedi. Telefonu kapattı. Daha sonra aradığımda telefonu kapalıydı. Ben de panik oldum. Ailesini arayıp telefonun kapalı olduğunu söyledi. Onunla facebook u ortak kullanıyorduk. Burdan arkadaşlarına ulaşmaya çalıştım. Bu olaydan bir gün önceydi. Polis memuru [H.O.] ve [K.O.] onlarda Hakkari'de polis memurları mesaj attım. [B.ye] ulaşamadığımı mümkünse eşinin gidip bakmasını istedim. Onlar [B.nin] kaldığı binanın karşısında lojmanda oturuyorlardı. Eşi gidip kapıyı çalmış [B.] açmış evde uzanmış dinleniyormuş. ..." Kolluk tarafından N.A.nın tanık sıfatıyla 22/11/2016 tarihinde alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Polis memuru [B.Y.nin] nişanlısının ailesini tanırım. Kendisi zaman zaman beni arardı. Hakkari iline tayini çıktığında da bir vesileyle Hakkari İl Emniyet Müdürüne polis memuru [B.Y.yi] sahiplenmesi için rica ettik. Bir yıl kadar İl Emniyet Müdürünün yanında çalıştıktan sonra darbe girişiminden sonra OHAL bürosuna atandığını söyledi. Bir gün bana mesaj çekerek '[N.] amca bana bugün sizin artık işiniz bitti ilişiğiniz kesildi' diyerek bir şey imzalattılar, bu nedir? diye sordu. Ben de kendisine mesajla 'ben anlamam başındaki amirlere sor dedim. Şeklin de mesaj yazdım. O da 'peki [N.] amca amirlerime sorayım.' dedi. Daha sonra ailesinden intihar ettiğini duydum. İmzalatıldığını iddia ettiği belgenin fotoğrafını göndermedi. Ayrıca bana gönderdiği mesajı da sonradan sildim..." Polis memuru nin kolluk tarafından tanık sıfatıyla 3/4/2017 tarihinde yeniden alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Ben Hakkari ilinde şark görevimi yaparken aynı evde benim gibi polis memuru olan [B.Y.] ile birlite ikamet ediyorduk. 28/7/2016 tarihinde ben gece nöbetinden çıkıp eve gittim eve gittiğimde kapının sürgüsü arkadan çekili olduğu için kapıyı açamadım. Kapıyı çaldım açan olmadı. Sete gelmedi. Telefonunu aradım telefonu da kapalı idi. Bunun üzerine kapıyı ısrarla çaldım açamn olmayınca 155 i aradım. Ekşp geldi zaten kendisi haber merkezinde çalıştığından birlikte çalıştığı iş arkadaşları da geldiler. Kapıyı yüklenip açtılar. İçeri girdiler polis arkadaşımın intihar ettiği anlaşıldı. Hemen 112 ambulansı ardılar ambulans geldi. Polis arkadaş vefat ettiğinden ambulan götürmedi. Daha sonra savcı geldi adli işlemler başladı. Ben [B.Y.nin] niçin intihar ettiğini bilmiyorum. İntihar ettiğinde gece görevde idim. İntihar etmeden önce B.nin düşünceli bir hali vardı. Be nedir mesele dedim. Bana beş yıldır birlikte olduu Esra isminde bir kız arkadaşı olduğunu, onıun için polis ouluna gittipini ou çok sevdiğini ancak sora ayrıldıklarını duyduğuma göre kızın başka bşr erkekle beraber olduğunu kendisine büyü yapıldıını ancak büyü yapanıın kim olduğunu söylemedi yüne aynı durumda olduğunu ve aynı şeyleri yaşadığı için tekrar kendisine büyü yapılmış olabileceğini söyledi. Ben de kendisine bak sen evlilik arifesindesin artık eskileri düşünme yeni yuva kurmaya bak demiştirm. Hatta bayram namazında çalıştığı polis arkadaşı olan [A.] İle birlikte gittiğini, vaaz veren imamdan çok etkilendiğini, camiden sonra otonun içinde on beş dakika ağladığını bana söyledi. Zaren bu olayla ilgili olarak eski verdiğim ifademde ayrıntılı şekilde beyan etmişti. Sonra ben çalıştığı şube müdürüne giderek [B.Y.nin] sıkıntıları var herhalde siz bir görüşür müsünüz dedim. Müdürü de çağırıp bizzat kendisi ile görüştü. Ben görüşürlerken yanlarında yoktum..." Kolluk tarafından ayrıca Başkomiser E.H.Ö., polis memurları O.G., K.O., H.A., F.A. ve A.K.nin de tanık sıfatıyla beyanları alınmış; diğer beyanlarla aynı yönde beyanların yer aldığı görülmüştür. Başsavcılık tarafından kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. 3/7/2017 tarihli kararın ilgili kısımları şöyledir: "Soruşturma dosyasının incelenmesinde ölen [B.Y.nin] ev arkadaşı [.nin] daire kapısının arkadan sürgüsü ile kapatılmış olduğunu farketmesi üzerine polise haber verdiği, 28/07/2016tarihli tutanakta da ikamet kapısı kontrol edildiğinde kapının ev sahibi [] tarafından kilidinin açıldığı ancak kapının arkadan sürgülü olduğunun görüldüğü ikamet kapısının itelenmek suretiyle açıldığının belirtildiği, 01/03/2017 tarihli tutanakta [B.Y.nin] öldüğü adreste yapılan araştırmada bina ana giriş kapısının demirden olduğu ve açık olduğu, Kattan Kata geçişte yine demir kapının olduğu ve bu kapının açık olmadığı, anahtar marifetiyle açılabildiği, ikametin bulunduğu 8 nolu daireye gelindiğinde kapının tahta kapı olduğu, kilidinin sağlam olduğu görünüş itibariyle kolay açılamayacağı ancak özel bir beceri ile açılabileceği, ikametin içine girildiğinde balkondan ya da ikametin başka bir yerinden bir geçiş yada girişin olmadığını, üst katında daire olduğu, merdivenlerden çatıya doğru çıkıldığında yine bu demir kapının olduğu ve kapalı olduğu kilidinin sağlam olduğu, kapının içerden açıldığı, çatıdan binaya girmek için kapı göbeğinin içeri kısımda olmasından dolayı kapının normal şartlarda çatı tarafından açılıp içeri girilemeyeceği çatıya çıkılıp bakıldığında çatının yanındaki binanın çatısıyla bitişik bakıldığında çatının yanındaki binanın çatışıyla bitişik olduğu ve çatıdan çatıya geçişin mümkün olabileceğinin belirtildiği, 03/08/2016 tarihli Hakkari Adli Tıp Şube Müdürlüğünün otopsi raporunda kişinin vücuduna bir adet ateşli silah mermi çekirdeğinin isabet ettiği, müstakilen öldürücü nitelikte olduğu, ateşli silahın mermi çekirdeği giriş deliği cilt altı bulgularına göre atışın bitişik atış mesafesinden yapılmış olduğu, cesetten mermi çekirdeği elde edilmediği, kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiğinin belirtildiği, 15/11/2016 tarihli Diyarbakır Kriminal uzmanlık raporunda [B.Y.nin]sol el üstü, sağ el avuç içi ve sağ yanak svaplarında atış artıklarına rastlandığının belirtildiği, 19/08/2016 tarihli Diyarbakır Kriminal uzmanlık raporunda [B.Y.nin] başının altındaki kanlı yastık üzerinden alınan biyolojik svap üzerinde yapılan incelemede tek yumurta kardeşlerinde bireylere ait DNA aynı genotipik özellikte olduğunun belirtildiği, 14/11/2016 tarihli Diyarbakır Kriminal uzmanlık raporunda 9x19 mm çap ve tipinde bir adet kovan ve aynı çaplı bir adet mermi çekirdeği gömlek parçasının, inceleme konusu tabancadan elde edilen mukayece kovanları ve mukayese mermi çekirdekleri ile makroskopta ayrı ayrı yapılan karşılaştırmasında aralarında karakteristik izler yönünden benzerlikler bulunduğu ve inceleme konusu T1102-09U15299 numaralı tabancadan atılmış olduklarının tespit edildiği,Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde ölen [B.Y.nin] kendi bilinçli iradesi sonucu silahla intihar ettiği, kendisini intihara azmettiren, teşvik eden intihar kararını kuvvetlendiren ya da herhangi bir şekilde yardım eden kimsenin olduğuna, gerçekleşen ölüm olayında ölenin vefat etmesinde başka bir şahsa izafe edilecek kusur olduğuna dair kamu davası açmayı gerektirecek nitelikte delil elde edilemediği anlaşılmakla,Olay hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına..." Başvurucu 31/7/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek aynı tarihte itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) Başsavcılığın kararında usul ve yasaya aykırılık tespit edilemediğinden itirazın reddine karar vermiştir. 3/8/2017 tarihli itirazın reddi kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Hakimliğimizce de kabul gören yukarıdaki içtihat uyarınca, soruşturma dosyası içinde yer alan tanık anlatımları 12/04/2017 tarihli BTK'nın yazı cevabı, tutanak içerikleri, Diyarbakır Polis Kriminal Labaratuvarı müdürlüğünün 16/11/2016 tarihli uzmanlık raporu ve tüm deliler kapsamında olay hakkında etkin soruşturma yapılarak toplanması gereken tüm deliller toplanarak kararda tartışıldığı, bu bağlamda toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye göre verilen hükümde isabetsizlik görülmediği hususları gözönüne alınarak; Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığının 03/07/2017 tarih ve 2016/1821 Soruşturma 2017/843 Karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen karar usul ve yasaya uygun olduğundan, karara karşı yapılan vaki itirazın reddine karar vermek gerekmiş..." Başvurucu 15/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Abdulkadir Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2015/1894, 16/1/2020, §§ 63-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32312
Başvuru, ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, irtifak sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Şanlıurfa ticaret siciline 5249 numarayla kayıtlı bir şirkettir. Başvurucu Şirket eski ortaklarından A., ortaklar kurulunun 30/3/2007 tarihli kararıyla on yıllığına şirket müdürü olarak seçilmiş ve A.nin şirket kaşesinin altına atacağı imza ile şirketi temsile yetkili olacağına karar verilmiştir. Başvurucu Şirket ile İl Özel İdaresi arasında Şanlıurfa'nın Haliliye ilçesine bağlı Sırrın Mahallesi'nde kain 4771 ada 1 No.lu parsel sayılı 347,77 m² yüz ölçümlü taşınmaz üzerinde park ve rekreasyon tesisleri yapılmak üzere 18 yıl 6 ay süreliğine 3/6/2010 tarihinde başvurucu Şirket lehine yıllık 000 TL bedelle irtifak hakkı sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmeyi, başvurucu Şirket adına A. imzalamıştır. Söz konusu sözleşmenin irtifak hakkının amacı ve taşınmazın kullanım şekline ilişkin maddesinde taşınmaz üzerinde su parkı (aquapark), yarı olimpik yüzme havuzu, asma germe brandalı çok amaçlı mekânlar, mini futbol, basketbol, voleybol sahaları, tenis kortu, koşu kondisyon pisti, çocuk carting pisti ile bu mekânları destekleyecek bitkilendirme, bunların otomatik sulanması ve bu mekânlara yetecek kadar otopark tesisleri yapılmak amacıyla irtifak hakkının kurulmuş olduğu ve su parkı konseptinin irtifak hakkının kullanım amacı ve şekli olduğu belirtilmiştir. Sözleşmenin irtifak hakkı bedeline ilişkin maddesinde ise İl Özel İdaresinin taşınmaz üzerinde yapılacak tesisin bizzat hak lehtarınca işletilmesi hâlinde bu tesisin işletilmesinden elde edilen toplam yıllık hasılatın yüzde biri oranında pay alacağı; üçüncü kişilere kiraya verilmesi hâlinde ise hak lehtarından brüt kiranın yüzde biri oranında, kiracı/kiracılardan ise tesisin işletilmesinden elde edilecek toplam yıllık hasılattan hak lehtarına ödenen kira bedeli düşüldükten sonra kalan tutar üzerinden yüzde bir oranında ayrıca pay alınacağı kararlaştırılmıştır. Başvurucu Şirket ortaklarından A. 14/3/2011 tarihinde başvurucu Şirketteki hisselerini ye devretmiş ve şirket müdürlüğü görevi de sona ermiştir. Başvuru konusu taşınmaz 13/6/2014 tarihinde bedelsiz olarak Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesine (Belediye) devredilmiştir. Başvuru konusu irtifak sözleşmesi 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi gereğince 13/1/2017 tarihinde Belediye tarafından tek taraflı olarak feshedilmiştir. Başvurucu Şirket tarafından fesih işleminin iptali talebiyle 19/4/2017 tarihinde Belediye aleyhine Şanlıurfa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açılmıştır. Mahkeme 28/6/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:i. İrtifak sözleşmesinin imzalanması aşamasında şirket ortağı ve temsilcisi olan A. hakkında Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2017/444 soruşturma numaralı dosyasında -PKK/KCK- silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütü propagandası yapma suçlarının işlendiği iddiasıyla iddianame düzenlendiği belirtilmiştir. ii. Bununla birlikte Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada 14/3/2018 tarihinde atılı suçlarla ile ilgili olarak somut delillerle desteklenmeyen yalnızca istihbari bilgi bulunduğu, yapılan aramalarda ele geçirilen materyaller ile dijital materyallerde bulunan ses ve görüntü dosyalarının sempati ve iltisak boyutunu aşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildiği izah edilmiştir. iii. Öte yandan A.nin sonrasında şirket ortaklığından ayrıldığı görülmüş ise de irtifak sözleşmesinin başvurucu Şirketin ortağı ve kanuni temsilcisi olan A. tarafından imzalandığı vurgulanmıştır. Ayrıca A.nin irtifak sözleşmesinin imzalandığı tarihte şirket yetkilisi ve ortağı olmasından dolayı sorumluluğunun devam ettiği belirtilmiştir.iv. Bunun yanında ceza mahkemesi kararındaki tespitler ile diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi neticesinde, A.nin PKK/KCK terör örgütü ile iltisakı olduğu sonucuna varıldığı dile getirilerek 667 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca irtifak hakkı sözleşmesinin feshedilmesi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı kabul edilmiştir. Başvurucunun istinaf istemi, Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince (Daire) 15/3/219 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 29/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 'un ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlar üzerinde tesis edilecek irtifak hakları ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerler üzerinde verilecek kullanma izinlerinde, irtifak hakkı veya kullanma izni bedellerine ilave olarak, bu alanlarda yürütülen faaliyetlerden elde edilecek tüm hâsılatın yüzde 1’i oranında Hazinece pay alınır. Toplam yıllık hasılat; işletmenin, tek düzen muhasebe sistemindeki gelir tablosunda yer alan net satışlar, iştiraklerden ve bağlı ortaklıklardan elde edilen temettü gelirleri hariç olmak üzere diğer faaliyetlerden olağan gelir ve kârlar ile olağan dışı gelir ve kârların toplamı üzerinden tespit edilir. İrtifak hakkı kurulan veya kullanma izni verilen Hazine taşınmazı üzerinde bulunan tesisin tamamının veya bir kısmının hak lehtarınca üçüncü kişilere kiraya verilmesi hâlinde; hak lehtarından brüt kiranın yüzde l’i oranında, kiracıdan/kiracılardan ise, tesisin işletilmesinden elde edilecek toplam yıllık hasılattan hak lehtarına ödenen kira bedeli düşüldükten sonra, kalan tutar üzerinden yüzde 1 oranında ayrıca pay alınır. Kiracılardan alınamayan hasılat payları hak lehtarından alınır. Yürütülen faaliyetin niteliği gereği yıllık hasılatın tespit edilememesi durumunda; hak lehtarından cari yıl irtifak hakkı veya kullanma izni bedeli, kiracılardan ise hak lehtarına ödenen cari yıl kira bedeli üzerinden yüzde 20 oranında pay alınır...." 667 sayılı KHK'nın "İrtifak ve İntifa hakları ile kira sözleşmelerinin iptali" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Mülkiyeti 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda belirtilen genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçe kapsamındaki idarelere, düzenleyici ve denetleyici kurumlara, sosyal güvenlik kurumlarına, mahalli idarelerle bu idareler tarafından kurulan birlik ve işletmelere, özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları, müessese ve işletmeleri ile sermayesinin %50'sinden fazlası kamuya ait diğer ortaklıklara ve vakıflara ait olan her türlü taşınmazın yararlanıcıları ile kiracılarının, milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatının değerlendirilmesi halinde irtifak ve intifa hakları ile kira sözleşmeleri ilgili kurum ve kuruluş tarafından resen iptal edilir. Bu durumda, ilgili kurum ve kuruluşlara ait ve sözleşme tarihinde mevcut bina, yapı ve tesisler hariç olmak üzere, taşınmazların üzerinde yapılan bina, yapı ve tesisler ile her türlü taşınır, alacak ve haklar, belge ve evrak 23/7/2016 tarihinden geçerli olmak üzere bedelsiz olarak Hazineye devredilmiş sayılır."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23070
Başvuru, irtifak sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ölüm olayı dolayısıyla uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvurucular Şanlıurfa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) 16/6/2012 tarihinde çıkan yangında yanarak ölen Taner Şimşek'in kardeşleridir. Ceza İnfaz Kurumunun C-15 koğuşunda çıkan yangında on üç kişinin yaşamını yitirdiği, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) yürütülen soruşturma sonucunda 6/6/2013 tarihli kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu karara karşı yapılan itirazın da Adıyaman Ağır Ceza Mahkemesinin 31/7/2013 tarihli kararıyla reddedildiği anlaşılmaktadır. Olayla ilgili yapılan disiplin soruşturması neticesinde görevli personel hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verildiği görülmektedir. Başvurucular ölüm olayında idarenin hizmet kusurunun bulunduğunu belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle tam yargı davası açmıştır. Şanlıurfa İdare Mahkemesi (Mahkeme) 12/3/2014 tarihli kararıyla davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, ölüm olayının gerçekleştiği 16/6/2012 tarihinde başvurucuların bu olayı öğrendiği kabul edilerek bu tarihten itibaren bir yıl içinde zorunlu idari başvuruda bulunması ve verilen cevap üzerine dava açması gerekirken bu süre geçtikten sonra 6/11/2013 tarihinde idareye başvurduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla idareye süresinde yapılmayan başvurunun reddi üzerine açılan davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin (Daire) 9/12/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Anılan karar oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan başkan ve üyenin karşıoy gerekçesinde, on üç kişinin hayatını kaybettiği yangında vefat edenlerden Yunus Eşkili'nin yakını olan Meral Eşkili tarafından Anayasa Mahkemesine yapılan 2013/7586 sayılı bireysel başvuru sonucunda yaşam hakkının ihlal edildiğine ve yeniden bir ceza soruşturması yapılması gerektiğine karar verildiği ifade edilmiştir. Bu şekilde eylemin idariliğinin bulunup bulunmadığı konusunun kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararla kesinlik kazandığı, dolayısıyla bir yıllık sürenin de bu tarihten itibaren başlayacağı belirtilmiştir. Nihai karar 7/4/2016 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular karar düzeltme isteminde bulunmamışlardır. Başvurucular 21/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." Danıştay İçtihadı İlgili Danıştay içtihadı için bkz. Hasan Oğuz ve diğerleri, B. No: 2015/2700, 7/2/2018, §§ 22, B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Feray Uluğ, B. No: 2015/11005, 10/10//2018, §§ 34-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7878
Başvuru, ölüm olayı dolayısıyla uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 2019/24518 numaralı başvuru incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) üyesi olduğu şüphesiyle 6/9/2016 tarihinde gözaltına alınmış; 9/9/2016 tarihinde ise tutuklanmıştır. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığının 26/10/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan kamu davası açılmıştır. Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamada 2/11/2017 tarihinde Mahkemece duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 15/1/2018 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmaya katılımının sağlanması hususunda tutuklu bulunduğu Denizli D Tipi Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun Mahkemenin yargı çevresi dışındaki bir infaz kurumuna nakledilmiş olduğu gözetilerek İnfaz Kurumundan duruşma salonuna transferi nedeniyle oluşabilecek gecikmelerin azaltılması ve yargılamanın hızlandırılması amacıyla video konferans yöntemine başvurulduğu Mahkemenin gerekçeli kararından anlaşılmıştır. Başvurucu bizzat mahkeme salonunda savunma yapma talebini celse arasında dilekçe ile Mahkemeye bildirmiştir. Yargılamanın 15/1/2018 tarihli tek celsesine SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucu, müdafiinin de hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Mahkemenin 15/1/2018 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçtan 8 yıl 9 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına hükmedilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 10/5/2018 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Başvurucu 6/6/2018 tarihli temyiz dilekçesinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmak istemediğini belirtmiş olmasına rağmen talebinin Mahkemece dikkate alınmadığını ileri sürerek temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesinin 2/4/2019 tarihli kararı ile hüküm düzeltilerek onanmıştır. Duruşmada hazır bulunma hakkı yönünden ilgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24034
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesi nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/1/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/4/2016 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık karar tarihi itibarıyla herhangi bir görüş bildirmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen E.2010/2674 sayılı soruşturma kapsamında 30/4/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 4/5/2011 tarihli ve 2011/22 sorgu sayılı kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 17/6/2011 tarihli iddianameyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme suçunu işlediği iddiasıyla Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede otuz üç şüpheli bulunmaktadır. İddianamenin başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:"... Diğer şüpheli H.K'nin beyanına göre şüpheli Mehmet Yıldız'ın aracı ile Lice Kırsalında terör örgütü mensuplarına .. Köyü üzüm bağlarının içerisinde erzak teslim ettiği, yine şüphelinin teröristlere sigara ve tütün götürdüğü, diğer yaşamsal lojistik malzemeyi de temin ederek teröristlere götürdüğü, ayrıca şüphelinin kendi beyanında Dicle ve Lice ilçesi kırsalında faaliyet yürüten terör örgütü mensaplarının yanına gidip geldiği, onlara kavurma yaptıklarını, teröristlerin bulundukları alana arkadaşları ve bazen de tek başına gidip geldiği, teröristlerin sığınakta mı veya arazide mi oldukları konusunda bilgi sahibi olduğu ,teröristlerin yanına zaman zaman diğer şüpheli S.Ş ile birlikte gittiğini beyan etmesi [karşısında] -Teröristlerin kış üslenmesi ile ilgili sığınağa girip-girmediklerini, kendilerini kimseye göstermedikleri halde şüpheli Mehmet YILDIZ’ın bu durumu bilmesi, terör örgütü içerisinde şahsa güvenildiği, bilgisi karşısında, PKK terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme suçunu işlediği anlaşıl [mıştır]." Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 1/7/2011 tarihinde yapılan tensip incelemesinde "kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve ayrıca, sanıkların kaçacağı, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerine baskı yapma olasılıklarının bulunması, bunların yanında, sanıkların 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan birini işlediği hususunda yoğun şüphenin varlığı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, tutukluluk incelemelerinin 28/7/2011 ve 25/8/2011 tarihlerinde yapılmasına ve duruşmanın 23/9/2011 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemece ilk duruşma 23/9/2011 tarihinde yapılmış, başvurucunun "üzerine atılı suçun niteliği ile mevcut delil durumu ve atılı suçun CMK.100/ maddesinde sayılan suçlardan olması" gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu celsede tutuklu olan sanıkların savunmaları alınmış; hakkında yakalama kararı çıkarılan sanıklar için yazılan müzekkerelerin beklenmesi, yargılamaya katılmayan sanıklar hakkında zorla getirme emri çıkarılması, sanıkların ses örneklerinin alınması, ilgili Mahkeme ve Savcılıktan yargılamaya konu dava ile ilgili dosyalarının istenmesi amacıyla duruşma ertelenmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 25/11/2011 tarihinde yapılan celsede başvurucunun "üzerine atılı suçun niteliği ile mevcut delil durumu ve atılı suçun CMK.100/ maddesinde sayılan suçlardan olması" gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiş; sanıkların ses örnekleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması, gizli tanıkların dinlenmesi, haklarında yakalama kararı bulunan sanıklar için yazılan müzekkerelerin beklenmesi için duruşma ertelenmiştir. Bireysel başvuru tarihine kadar Mahkeme tarafından başvuru konusu davayla ilgili olarak on beş celse yapılmış, 20/12/2013 tarihli celsede başvurucunun "üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma, örgüte yardım etme suçlarının niteliği mevcut delil durumu, yüz karşılaştırma formu, uzmanlık raporu, sanıklara ait ses karşılaştırma raporu ile tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suçun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması, isnat edilen suç için öngörülen ceza miktarı nedeniyle kaçma şüphesinin varlığının bulunması, tutuklama tedbirinin makul ve dosya kapsamıyla uyumlu olması, bu koşullar altında adli kontrol uygulamasının tutuklamadan beklenen amaca ulaşılmasını sağlayamayacağı" gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilerek Cumhuriyet savcısına esas hakkındaki mütalaasını sunmak üzere süre verilmiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 30/12/2013 tarihli ve 2013/732 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Bu karar, başvurucuya 6/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesiyle özel yetkili mahkemelerin görevlerinin son bulması üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiş olup Mahkemenin E.2014/163 sayısına kaydedilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 9/4/2014 tarihinde yapılan tensip incelemesinde "üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma, örgüte yardım etme suçlarının niteliği mevcut delil durumu yüz karşılaştırma formu, uzmanlık raporu, sanıklara ait ses karşılaştırma raporu ile tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, suçun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/ maddesinde sayılan suçlardan olması, isnat edilen suç için öngörülen ceza miktarı nedeniyle kaçma şüphesinin varlığının bulunması, tutuklama tedbirinin makul ve dosya kapsamıyla uyumlu olması, bu koşullar altında adli kontrol uygulamasının tutuklamadan beklenen amaca ulaşılmasını sağlayamayacağı" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkemece 23/5/2014 tarihinde yapılan celsede başvurucunun tahliyesine karar verilmiş; 25/5/2014 tarihinde yapılan inceleme sonucunda başvurucu hakkında devam eden dava tefrik edilerek aynı Mahkemenin E. 2014/290 sayısına kaydedilmiş ve yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmiştir. Yargılama sonucunda Mahkemenin 27/5/2014 tarihli kararıyla başvurucunun yasadışı silahlı örgüte yardım etmek suçundan 4 yıl 8 ay 7 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup dava temyiz aşamasında derdesttir. Başvurucu 29/1/2014 tarihinde başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Ceza Kanunu’nun maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:"(Değişik: 2/7/2012 – 6352/85 md.) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir." 5237 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi şöyledir:“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde ...,314, ...)…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1296
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesi nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/44492
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 17/8/2017 ve 22/12/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/39837 numaralı bireysel başvuru dosyasının, 2017/32036 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2017/32036 sayılı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32036
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) olduğu sonucuna ulaşmıştır (darbe teşebbüsü ve arkasındaki FETÖ/PDY'ye ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-36). Başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların meydana geldiği tarihte Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde tümgeneral rütbesiyle görev yapmaktadır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı olarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından aralarında başvurucunun da olduğu bir kısım şüpheli hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında 20/7/2016 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından yapılan sorgusunun ardından adli kontrol altına alınarak serbest bırakılmıştır. Başvurucu, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ortaya çıktığı gerekçesiyle bu defa Hâkimlik tarafından 27/7/2016 tarihinde tutuklanarak Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından Başsavcılık 6/3/2017 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve sair suçlardan kamu davası açmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre başvurucunun tutuklu olarak bulunduğu Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun kapsama gücünün aşılması nedeniyle başvurucu 27/10/2016 tarihinde Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada 18/10/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın ilk celsesinin 22/12/2017 tarihinde yapılmasına, başvurucunun anılan tarihte Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığı ile duruşmaya katılımının sağlanması için tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucunun celse arasında Mahkemeden duruşmada hazır bulundurulmayı talep ettiği ve bu kapsamda duruşma nedeniyle 17/12/2017 tarihinde misafir tutuklu statüsüyle Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği yapılan inceleme sonucunda anlaşılmıştır. Başvurucu, duruşmanın 22/12/2017 tarihli ilk celsesinde duruşma salonunda bizzat hazır bulunarak savunma yapmıştır. Duruşmanın 23/12/2017 tarihinde yapılan ikinci celsesinde de başvurucu duruşma salonunda hazır bulundurulmuştur. Mahkeme, başvurucunun bir sonraki celsede SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılımının sağlanması hususunda tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına, duruşmanın bir sonraki celsesinin 4/4/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Diğer taraftan başvurucunun 2/1/2018 tarihinde misafir tutuklu dosyasının kapatıldığı ve aynı tarihte Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği görülmüştür. Mahkeme, duruşmanın 4/4/2018 tarihinden itibaren gerçekleştirilen diğer celselerine başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katılımının sağlanması hususunda her bir celse öncesinde tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Bu bağlamda toplam on dört celsede tamamlanan duruşmanın ilk iki celsesi dışındaki tüm celselerine SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucu, duruşmanın 28/12/2018 tarihli onuncu celsesinde (esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma da yapacağı celse) takip eden celselerde duruşma salonunda hazır bulundurulması yönünde talepte bulunmuş ancak başvurucunun bu talebi "SEGBİS'in doğrudan doğruyalığa aykırı olmaması" gerekçesi ile aynı tarihli celsede reddedilmiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı 15/2/2019 tarihli on birinci celsede iddia makamı esas hakkındaki mütalaayı dosyaya sunmuştur. Başvurucunun bu mütalaaya karşı savunması SEGBİS aracılığı ile katıldığı duruşmanın 17/2/2019 tarihli on üçüncü celsesinde alınmıştır. Başvurucunun SEGBİS aracılığı ile katıldığı duruşmanın 20/2/2019 tarihli son celsesinde hüküm açıklanmıştır. Mahkeme, başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, gerekçeli istinaf ve temyiz dilekçelerinde diğerlerinin yanı sıra duruşmada bizzat hazır bulunarak savunma yapma talebini celse arasında Mahkemeye ilettiği hâlde talebinin reddedilerek duruşmaya SEGBİS aracılığı ile katılmak zorunda bırakılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu 28/12/2020 tarihinde nihai kararı öğrendikten sonra 26/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat Duruşmada hazır bulunma hakkına ilişkin ulusal hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 18/10/2021 tarihli ve E.2021/1533, K.2021/9568 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"II- Sanıklar [A.Y.], [Z.Y.], [S.E.], [F.A.], [A.A.], [E.K.], [H.K.] ve [E.K.] haklarında [FETÖ/PDY Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan] kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik yapılan temyiz incelemesinde;2-) Sanık [A.A.] yönünden;Yargılandığı suçtan dolayı tutuklu olan ve mahkeme salonunda hazır bulunmak istediğini 2018 tarihli dilekçesi ile belirten sanığın, mahkemeye getirilmemesindeki zorunluluk hallerinin nelerden ibaret olduğu denetime elverecek biçimde belirtilmeden duruşma salonuna getirilmeyip, SEGBİS ile alınan savunma ile hüküm kurularak CMK'nın 196/4 maddesine muhalefet etmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,...Kanuna aykırı, Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısı, sanıklar [E.K.], [A.A.], [F.A.], [S.E.] ve sanıklar [H.K.], [E.K.], [A.Y.], [Z.Y.], [E.K.] müdafiilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, sanıklar [S.E.], [F.A.] ve [A.A.] yönünden sair yönleri incelenmeyen hükümlerin bu sebeplerden dolayı CMK'nın 302/ maddesi uyarınca BOZULMASINA,...karar verildi." (Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesinin 15/6/2021 tarihli ve E.2020/5394, K.2021/4218 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"1-)Sanıklar [B.Ş.] ve [A.T.nin] Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, sanık [A.K.nın] silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkumiyetine ilişkin hükümler yönünden;Şanlıurfa T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan sanıklar [B.Ş.] ve [A.K.nın] müdafileri ile Van F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan sanık [A.T.nin] İlk Derece Mahkemesine sundukları 2017, 2017 ve 2018 tarihli dilekçelerinde özetle; 'duruşmaya SEGBİS ile katılmak istemediklerini, mahkeme salonunda hazır bulunarak savunma yapmak istediklerini' belirttikleri görülmekle;Hükümden önce 2017 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı KHK’nın maddesiyle değiştirilen ve 2018 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7078 sayılı Kanunun maddesi ile de kanunlaştırılan CMK’nın 196/ maddesinde öngörülen zorunluluk halinin ne olduğu belirtilmeden sanıkların mahkeme salonunda hazır bulundurulmayıp SEGBİS yöntemiyle esas hakkındaki savunmaları ve son sözleri sorulmak suretiyle yargılamanın tamamlanıp CMK’nın 289/1-h maddesi kapsamında aynı Kanunun 196/ maddesine muhalefet edilmesi,...Kanuna aykırı, sanıklar müdafileri, sanık [A.K.] ve [B.Ş.], sanık [A.T.nin.] eşi ile katılanlar vekillerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, ...karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 23/1/2023 tarihli ve E.2022/29446, K.2023/218 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"1-Ayrıntıları, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2008 tarih, 9-148/169 sayılı ve Şehrivan Çoban başvurusu üzerine verilen AYM’nin 2020 tarih, 2017/22672 sayılı kararları ile Dairenin 2016 tarih, 2016/1697, 2016/3295 sayılı kararında açıklandığı üzere;Türk Ceza Muhakemesi Hukuku'nun benimsediği sisteme göre, Kanun'un ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz (5271 sayılı Kanun madde 193/1). Duruşmada hazır bulunmak isteyen sanığın, hazır bulundurulması sadece ödev değil aynı zamanda bir haktır.Sanığın duruşmada hazır bulunması hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine işlerlik kazandırmaktadır. Ceza adaletinin hakkaniyete uygun şekilde gerçekleşebilmesi için sanığın mahkemenin huzuruna çıkarılması büyük önem arz etmektedir. Anılan hak, sadece duruşmada hazır bulunmayı değil duruşma sürecini takip etmeyi, iddiaları ve tanık ifadelerini dinlemeyi, iddia/savunmaları destekleyecek argümanları ileri sürmeyi de içerir. Dolayısıyla duruşmada hazır bulunma hakkı, sanığın yargılamaya etkili katılım hakkıyla da doğrudan ilişkilidir. Suç isnadı altındaki bir kimse duruşmada hazır bulunarak yargılamaya etkin olarak katılmakta, hakkında kurulacak hükmün inşasına ortak olmakta ve yargılamaya yön verme imkânına kavuşmaktadır. Hâkimler de bu hak vesilesiyle sanığın tutum ve davranışları ile kişisel özelliklerini gözlemleme imkânı elde etmektedir....Duruşmada hazır bulunma hakkı, özellikle hükme tesir edebilecek nitelikteki değerlendirmelerin veya başka esaslı işlemlerin yapıldığı celselerde sanığın duruşmada hazır bulunmasını kural olarak gerekli kılar. İlk ve son savunmanın yapıldığı, esasa ilişkin delillerin toplandığı oturumlara sanığın SEGBİS yolu ile katılması, açık kabulüne dayalı olmalıdır. Dolayısıyla duruşmada hazır bulunma hakkı ancak olayın koşullarının zorunlu kıldığı durumlarda sınırlanabilecektir. Bu bakımdan duruşmada hazır bulunma hakkını sınırlayan herhangi bir tedbirin öncelikle zorunlu/gerekli olduğunun gösterilmesi gerekir. Bu çerçevede sanığın duruşmada hazır bulunmamasını zorunlu kılan bir olgunun varlığı derece mahkemelerince genel, soyut ve klişe cümlelerle değil somut ve olaya uygun bir gerekçeyle ortaya konulmalıdır.Duruşmada hazır bulunma hakkını sınırlayan video konferans yöntemi ile duruşmalara katılımın zorunlu/gerekli olduğunun ortaya konulması halinde ise sanığın duruşmada hazır bulunmamasının yargılamanın adilliğine bir bütün hâlinde zarar verip vermediği ölçülülük ilkesinin diğer bir unsuru olan orantılılık açısından gözönüne alınmalıdır. Bu kapsamda duruşmada bizzat hazır bulundurulmayan tarafın diğer tarafça ileri sürülen görüşler ve kanıtlar hakkında bilgi sahibi olup olamadığı veya bunlara yorum yapıp yapamadığı, dezavantajlı duruma düşürülmeksizin davaya etkili katılımının sağlanmasında makul bir fırsata sahip olup olmadığı, yokluğunda gerçekleştirilen işlemin sanığın duruşmada fiziken hazır bulunmasını gerektiren bir işlem olup olmadığına göre bir değerlendirme yapılmalıdır.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Bandırma M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde, yargılamanın bütün aşamalarında sanığın SEGBİS sistemi ile savunmasının alınmasının yüz yüzelik ilkesini ihlal ettiğini belirttiği görülmekle, hükümden önce 2017 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı KHK’nın 147 inci maddesiyle değişik CMK’nın 196/4 üncü maddesinde öngörülen zorunluluk halinin ne olduğuna ilişkin olaya özgü ilgili ve yeterli gerekçeleri somut olgulara dayandırılarak gösterilmeden, hüküm celsesinde mahkeme salonunda hazır bulundurulmaksızın SEGBİS yöntemiyle savunması alınıp son sözü sorulmak suretiyle yargılamanın tamamlanıp CMK’nın 289/1-h maddesi kapsamında aynı Kanun'un 196/4 üncü maddesine muhalefet edilerek savunma hakkının kısıtlanması [hukuka aykırı bulunmuştur.]"B. Uluslararası Hukuk Duruşmada hazır bulunma hakkına ilişkin uluslararası hukuk için bkz. Şehrivan Çoban, §§ 53-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3006
Başvuru, ceza davasında sanığın hazır bulunma talebinin reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; asteğmen adayı olan başvurucunun askerî eğitim sırasında işitme kaybı oluşması nedeniyle maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkının; buna ilişkin davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu bir üniversitenin fizik bölümünden 28/7/2009 tarihinde mezun olmuş, askerlik hizmetini yedek subay olarak yerine getirmek üzere 12/12/2011 tarihinde birliğine katılmış ve 29/12/2011 tarihinde yemin ederek İstanbul Tuzla Piyade Okul Öğrenci ve Kurs Alayı Asteğmen Adayı Kurs Bölük Komutanlığında asteğmen adayı olarak eğitimine başlamıştır. Başvurucunun askerliğe alınmadan önceki sağlık durumu hakkındaki bilgi formunda yer alan "Sağlığınız ile ilgili bir endişeniz var mı?" sorusuna "Kulağımda çınlama var" şeklinde cevap verdiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun, askerliğe alınışından sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Sağlık Kurulu muayene fişine göre başvurucunun kulak burun boğaz uzmanı tarafından kontrol edildiği ve başvurucuya sağlam raporu verildiği görülmektedir. 5/1/2012 tarihinde adaylar ilk kez silahla atış eğitimi almak üzere toplanmıştır. Başvurucu, mühimmata nezaret etmek üzere aynı gün refakatçi olarak atış alanında bulunmuştur. Başvurucu, refakatçilik görevinin herhangi bir kimseye ait olmadığını, takım komutanı tarafından o gün kendisinin görevlendirildiğini, ancak esas görevinin mühimmat sorumluluğu olduğunu belirtmektedir. Silahla atış eğitimi ertesi gün (6/1/2012) devam etmiştir. Başvurucu, yeniden talimlere girmiştir. Bu defa kendisi de silahla atış yapmıştır. Hafta sonu evci iznine çıkan başvurucu, 9/1/2012, 10/1/2012 ve 11/1/2012 tarihlerinde sırasıyla G-3 piyade tüfeğiyle tek tek altı mermi, tek tek üç mermi ve tek tek iki mermi şeklinde atışlar yapmıştır. Başvurucu bu süreçte takım komutanı, bölük komutanı ve tabur komutanına rahatsızlığını defalarca ilettiğini ve revire gitmek istemesine rağmen engellendiğini belirtmektedir. İstenen belgeler kapsamında başvurucunun 9/1/2012 tarihinde muayene edildiği, muayene kapsamında vizite defterine "işitme kaybı KBB sevk" yazıldığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, yapılan muayeneden sonra ancak personel hastane aracının planlı olduğu ilk gün olan 12/1/2012 tarihinde GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesine (Hastane) gidebilmiştir. Bundan önce GATA erbaş ve er servisinin başvurucunun bulunduğu yerden 9/1/2012 tarihinde saat 00'de çıkış yaptığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, 12/1/2012 tarihinden itibaren onsekiz gün hastanede kalmıştır. Yapılan muayeneler ve tetkikler sonucu başvurucunun her iki kulağında işitme kaybının olduğu ortaya çıkmıştır. Hastalığının iyileşme süresinin zaman alacağı düşüncesiyle başvurucu 30/1/2012 tarihinde bir aylık hava değişimine tabi tutulmuştur. Başvurucu, adaylık sürecindeki eğitime katılamaması nedeniyle dönem kaybına uğrayarak geçici olarak terhis edilmiştir. Bu süreçte başvurucu hakkında Hastane tarafından gerekli tetkikler ve muayeneler yapılmaya devam edilmiştir. 7/3/2012 tarihli rapora göre başvurucu üç ay daha istirahat raporu almıştır. Uğradığı işitme kaybı nedeniyle başvurucu, 28/5/2012 tarihinde İstanbul Ordu Komutanlığı nezdinde sorumlular hakkında şikâyette bulunmuştur. Başvurucu, 29/5/2012 tarihinde Hastaneye tekrar giriş yapmıştır. 6/6/2012 tarihli rapora göre daha önce yapılan teşhislerin doğru olduğu değerlendirilmiş ve Kurul toplantısında başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı kararı verilmiştir. Daha sonra askerliğe elverişli olmadığına dair verilen karar doğrultusunda, başvurucunun 8/6/2012 tarihinde taburcu edildiği anlaşılmıştır. Başvurucu 9/7/2012 tarihinde Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesine müracaat etmiş, yapılan incelemeler sonucunda 16/7/2012 tarihli heyet raporuna göre "bilateral orta dereceli sensörinöral işitme kaybı" teşhisi ile başvurucunun işitme engelinin %61,3; tüm vücut fonksiyonu kaybı oranının ise %37 oranında olduğu tespitinde bulunulmuştur. Raporun geçerliliğinin sürekli olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 12/12/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına başvurarak tazminat talep etmiştir. İdarenin cevap vermemesi üzerine 13/2/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesi'nde 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat istemiyle dava açılmıştır. Açılan davada başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiştir. Dilekçe teatisi aşamaları ve AYİM Başsavcılığının görüşleri alındıktan sonra başvurucunun kayıtlı olduğu Askerlik Şubesi Başkanlığından 4/12/2013 tarihinde şahsi dosyasının incelenmek üzere talep edildiği, yine aynı tarihte başvurucunun muayene edildiği hastaneden başvurucuyla ilgili tüm kayıtların istenildiği, 6/12/2013 tarihinde de Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığından (Askerî Savcılık) soruşturma safahatıyla ilgili bilgi ve soruşturma sonucunda verilen karara ilişkin belgelerin ara kararlarla istenildiği görülmektedir. 21/11/2013 tarihinde Askerî Savcılık ilgili belgeleri yollamıştır. Buna göre şikâyet sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ve başvurucunun itirazının reddedildiği anlaşılmaktadır. Askerî Savcılık; ilk önce başvurucunun, daha sonra olayla ilgili kişilerin ifadelerine başvurmuş ve İstanbul'daki bir kulak burun boğaz uzmanından bilirkişi raporu alınmıştır. Askerî Savcılığın takipsizlik kararında yer aldığı şekliyle bilirkişi raporunda şunlar denilmektedir:"...yapılan ilk atışlardan sonra müştekide akustik travmaya bağlı ani işitme kaybı geliştiğini, bu durumun kalıtsal bir rahatsızlık olmadığını, ancak bu durumun atışlarda tıkaç kullanılmamasına bağlı olabileceği gibi bazı kişilerde iç kulak anatomik yapısı nedeniyle kalıtsal yatkınlıktan kaynaklanabileceğini, müştekiye askere alınmadan önce yapılan işitme testleri dikkate alındığında bu rahatsızlığın müştekide askere alınmadan önce olmadığını değerlendirdiğini, bu rahatsızlığın 120 DB ses şiddetine 15 dakika maruz kalan her bireyde gelişebileceğini, rahatsızlığın ilk habercisinin de kulakta işitilen ve hiç geçmeyen çınlamalar olduğunu, iç kulak yapısında anatomik farklılıklar ve hassasiyet olanlarda işitme kaybı olurken, kalıtsal yatkınlığı olmayan bireylerde çınlamaların geçici olup işitme kaybının kalıcı olamadığını; müştekinin tedavisine başlandığı tarih göz önüne alındığında tedavisini olumsuz yönde etkileyecek bir gecikmenin veya ihmalin olmadığını, müştekinin ilk atışlardan sonra çıktığı hafta sonu evci izninde KBB bölümünde muayenesine ve tedavisine başlansa bile işitmesinin düzelebileceğinin kesin olarak belli olmadığını, müştekinin hafta başı yapılan atışlara katılmaması halinde iç kulaktaki hasarın önlenebileceği kanaatinde..." 12/2/2014 tarihinde yapılan görüşme sonucunda AYİM'deki heyet tarafından duruşma günü belirlenmiş, taraflara usulüne uygun olarak duruşma davetiyesi tebliğ edilmiştir. 26/3/2014 tarihinde duruşma yapılmıştır. AYİM'in 26/3/2014 tarihli kararına konu sekiz sayfalık kararın ilgili kısımları şu şekildedir:"...Dava dosyası, davacıya ait şube şahsi dosyasında bulunan bilgi ve belgeler dikkate alındığında; davacı hakkında asker hastanelerince tanzim edilen işitme kaybı bağlantılı raporların Kozan As. Ş. Bşk.lığından davacıya ait şube dosyasının istenilmesinden de anlaşılacağı üzere evveliyatının bulunduğu, davacının son yoklamasında belirtmiş olduğu "kulağımda çınlama var" ifadesini hastane raporlarında "hasta hikayesi" bölümlerinde hiç dile getirmediği gibi duruşma sırasında sorulması üzerine askere gelmeden önce kulağından rahatsızlığı bulunmadığı yönündeki beyanı ile son yoklaması sırasında ıslak imzası ile tespit edilen kulağından sağlık sorunu olduğu şeklindeki beyanı ve rahatsızlığının ırsi olduğuna dair kendi anlatımlarından kaynaklanan tanıkların da bulunduğu, işitme kaybı ile ilgili daha iyi ve ileri tetkik ve tedavi yapılması için gayret içerisinde olmadığı, bu kapsamda davacının rahatsızlığının piyade tüfeği atışlarına bağlı olmadığı, davacının olaylarla desteklenmeyen soyut beyanı dışında askerliğe elverişsiz hale gelmesine sebep olan rahatsızlığının ortaya çıkması ile askerlik hizmetinin sebep ve tesiri arasında herhangi bir illiyet bağının bulunmadığı, iddia edilen işitme kaybı ve kulak çınlaması olayının idari bir eylemin sonucu olarak meydana geldiğini kabul etmenin mümkün olmadığı, zarar doğuran eylem idareye bağlanamayacağı gibi, idarenin de zararın faili ve sorumlusu olarak tutulmasının mümkün olmadığı, davacı tarafından belirtilen iddiaların hizmetle ilgisinin olmadığı, dolayısıyla idarenin tazmin yükümlülüğünün olmadığı, bu nedenle davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddine karar verilmesinin gerektiği sonucuna ulaşılmıştır." Başvuruya konu karara muhalif iki üyenin gerekçeleri şu şekildedir:"Dosyadaki bilgilerden davacının rahatsızlığının askere gelmeden önce de mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Davacı bu durumu son yoklama sırasında beyan etmiştir. Ancak yürütülen hizmet esnasında ifa edilen görev kapsamında yapılan atışların, bu rahatsızlığın artmasında etkili o!up olmadığı hususunda tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılarak, hasıl olacak duruma göre karar verilmesi gerekirken, davanın reddi yönündeki sayın çoğunluk görüşüne katılamadık." Başvurucu süresi içerisinde bilirkişi raporu alınması gerektiğini ve söz konusu eylemin idari bir eylem olduğunu belirterek karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Davalı Millî Savunma Bakanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Komutanlığından karar düzeltme talebine ilişkin olarak verilecek cevaba esas teşkil edecek bilgi ve belgelerin gönderilmesini istemiştir. Bu kapsamda 3/9/2014 tarihinde başvurucu hakkında istenen belgeler davalı idareye gönderilmiştir. Ayrıca ilgili evrakın içerisinde konuya ilişkin görüşlerini içeren GATA Haydarpaşa Hastanesinde görevli uzmanın değerlendirmesi de yer almaktadır. İlgili yazı şu şekildedir:"...Atış eğitimine nezaret edenlerde ve atış eğitimine katılanlarda yüksek sese maruziyet sonrası işitme kaybı ve çınlama gelişmesi ihtimali vardır. Bu ihtimal kulakların tıkaç, vb. ile yüksek seslerden korunmaması durumunda artmaktadır. Teyfik ÖZDURMUŞOĞLU kliniğimize başvurduğunda atış eğitimi sırasında işitme kaybı şikayetinin başladığını bildirdi. Yapılan işitme tetkik sonuçları da öyküsü ile uyumludur ve yüksek sese maruziyet sonucu akustik travmaya bağlı, daha çok yüksek frekansları tutan işitme kaybı tespit edildi. Teyfik ÖZDURMUŞOĞLU' na ait olay sonrası kliniğimizde yattığı döneme ait hasta dosyası fotokopisi EK D' de sunulmuştur. Mevcut bilgiler ışığında Teyfik ÖZDURMUŞOĞLU' nun olay öncesinde işitme kaybı olup olmadığının tespit edilme şansı yoktur. Ancak Teyfik ÖZDURMUŞOĞLU' nun bütün verileri yüksek sese bağlı işitme kaybının geliştiğini veya yüksek ses travmasına bağlı işitme kaybının arttığını doğrular niteliktedir." AYİM Başsavcılığı 8/10/2014 tarihli yazısıyla yukarıdaki paragrafta yer verilen değerlendirme kapsamında, başvurucunun durumunun tıbbi bilirkişi tarafından incelenerek başvurucunun karar düzeltme isteminin kabul edilmesine ilişkin görüş bildirmiştir. Başsavcılığın düşüncesi başvurucuya ve davalı idareye tebliğ edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi AYİM'in 12/11/2014 tarihli kararıyla yine oyçokluğuyla reddedilmiştir. Çoğunluğun görüşüne katılmayan iki üye düzeltilmesi talep edilen kararın karşıoy gerekçesinde belirtilen nedenlerle karar düzeltme talebinin kabul edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. Anılan karar başvurucuya 4/12/2014 tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler."B. Uluslararası Hukuk Kişilerin vücut ve ruhsal bütünlükleriyle ilgili konular, onlara sağlanan tıbbi tedavi seçimindeki katılımları ve bu tedavilere olan rızaları ile ilgili hususlar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin sınırları içerisinde yer almaktadır. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), maddeye ilişkin içtihatla saptanan esasların, ayrıca, Sözleşme’nin maddesinin sınırlarına giren kişi dokunulmazlığı hakkına ciddi müdahalelere de uygulanabilir olduğuna işaret etmektedir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20406
Başvuru, asteğmen adayı olan başvurucunun askerî eğitim sırasında işitme kaybı oluşması nedeniyle maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkının; buna ilişkin davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında başvurucuların (sanıkların) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımlarının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon; duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Patnos Cumhuriyet Başsavcılığı, tasarlamak suretiyle kasten öldürme ve tasarlamak suretiyle kasten öldürmeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılması talebiyle başvurucular hakkında iddianame düzenlemiştir. Anılan iddianamede başvurucularla birlikte toplam on beş şüpheliye muhtelif suçlar isnat edilmiştir. İddianamenin kabulü sonrasında Patnos Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamada 19/10/2015 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 31/12/2015 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular duruşmanın ilk 11 oturumuna tutuklu olarak bulundukları Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katılmıştır. Başvurucular müdafii duruşmanın , , , ve oturumlarında SEGBİS uygulamasına itiraz ederek sanıkların duruşmada bizzat hazır edilmelerini talep etmiştir. İlgili duruşma tutanağı içeriklerinden Mahkemenin bu yöndeki taleplere ilişkin herhangi bir değerlendirme yapmadığı ancak başvurucuların duruşmanın 9/5/2017 tarihli oturumunda bizzat hazır edilmelerine karar verdiği anlaşılmaktadır. Başvurucular anılan oturuma bizzat katılarak kendilerine yöneltilen isnatlara ilişkin savunma yapmıştır. Söz konusu oturumda sanık savunmalarının alınması dışında esaslı bir işlem yapılmamıştır. Yargılamanın devamında Mahkeme, başvurucuların duruşmaya katılımlarını SEGBİS vasıtasıyla sağlamıştır. Duruşmanın 18/7/2017 tarihli oturumunda başvurucuların isnat edilen suçlardan muhtelif hapis cezalarıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Hüküm, istinaf ve temyiz kanun yolu denetiminden geçerek 12/11/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai hükmü 9/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 4/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10210
Başvuru, ceza davasında başvurucuların (sanıkların) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımlarının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın tapu tahsis belgesinin iptal edilmesi üzerine İstanbul İdare Mahkemesinde açılan iptal davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/8/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 10/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 30/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul ili Kadıköy ilçesi Bostancı Mahallesinde bulunan 703 ada 19 parsel numaralı taşınmaz, tapuda Todori kızı Atina adına kayıtlı iken Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 5/3/1984 tarihli ve E.1975/884, K.1984/128 sayılı kararı gereğince Tapu Müdürlüğünce 1/10/1985 tarihinde Maliye Hazinesi adına tescil edilmiştir. Başvurucuların miras bırakanı Satı Üstün, bu taşınmazda bulunan gecekondusu için 10/6/1983 tarihinde, 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun kapsamında imar affı başvurusu yapmıştır. Millî Emlak Müdürlüğü tarafından 22/10/1987 tarihinde bu taşınmaz için, anılan Kanun’a göre “tapu tahsis belgesi” düzenlenerek başvurucunun miras bırakanına verilmiştir. Anılan “tapu tahsis belgesi” Tapu Müdürlüğü tarafından 3/11/1987 tarihinde, taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine işlenmiştir. Başvurucu 16/9/1998 tarihinde tapu tahsis belgesi karşılığı olarak 000 TL (eski TL ile) ödemiştir. Tapu tahsis belgesi verilen taşınmazdaki bina, Kadıköy Belediyesince yapılan imar uygulaması sonucu aynı Mahalle 2890 ada 2 parsel sayılı taşınmazda kalmıştır. İstanbul Defterdarlığının (Defterdarlık) 7/5/2002 tarihli yazısı ile tapu tahsis belgesinin iptal edildiği başvurucu ve diğer mirasçılara bildirilmiştir. Başvurucu, Defterdarlık aleyhine 15/10/2002 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinin (Mahkeme) E.2002/1612 sayılı dosyasında açtığı davada, tapu tahsis belgesinin iptaline ilişkin Defterdarlığın 7/5/2002 tarihli işleminin yürütmesinin durdurulmasını ve iptalini talep etmiştir. Mahkemenin 27/6/2003 tarihli ve E.2002/1612 sayılı kararı ile 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen şartların birlikte gerçekleştiği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne karar verilmiştir. Mahkeme, 26/4/2004 tarihli ve E.2002/1612, K.2004/581 sayılı karar ile davanın kabulüne ve davaya konu tapu tahsis belgesinin iptaline dair işlemin iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...davacının gecekondusunun bulunduğu alana ilişkin Kadıköy Belediyesince yapılan ikinci şuyulandırma işleminin yoldan ihdas edilerek belediye adına tescil edilen parsellere ilişkin kısmının İstanbul İdare Mahkemesinin 28/2/1997 tarihli ve E.1997/823, K.1997/158 sayılı kararı ile iptaline karar verildiği, davalı idarece davacıya ait gecekondunun da imar uygulaması ile önce yol alanı, ikinci imar uygulaması ile belediye adına tescil edilen alan üzerinde bulunduğu, dava konusu taşınmazın konut alanında kalmakta olup, yapılaşma şartlarının Taks: 0,25 Kaks: 2,07 H: Serbest olarak düzenlendiği, bu durumun 2981/3290 sayılı yasanın maddesine, amacına ve yargı kararlarına aykırılık teşkil ettiğinden bahisle davacıların murisi adına düzenlenen tapu tahsis belgesinin iptali yönünde işlem tesis edildiği anlaşılmaktadır....Uyuşmazlıkta davacıya ait gecekondunun bulunduğu alan anılan idare mahkemesi kararı kapsamında bulunan alan içinde yer almadığı gibi, imar planının yapımı ve yürürlüğe girmesinde herhangi bir yetki ve sorumluluğu bulunmayan ve yasada öngörülen azami yüksekliği aşan yükseklikte yapı yaptırdığı yolunda bir saptamada bulunmayan davacıların murisi adına düzenlenen tapu tahsisbelgesinin anılannedenlerle iptal edilmesinde mevzuata uyarlık bulunmamaktadır...." Kararın temyizi üzerine Danıştay Altıncı Dairesinin 6/3/2007 tarihli ve E.2004/8054, K.2007/1306 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Ancak davalı taraf karar düzeltme isteminde bulunmuş, aynı Dairenin 2/3/2009 tarihli ve E.2007/9794, K.2009/1912 sayılı ilamıyla ".... dava konusu gecekondu için imar affı başvurusunun yapıldığı tarih itibariyle taşınmazın, özel bir şahsa ait olup olmadığı, özel şahıs adına kayıtlı ise, 2981 sayılı Yasa'nın maddesinin (a) bendi kapsamında değerlendirilmesine olanak bulunup bulunmadığı incelenerek, tapu tahsis belgesinin iptaline ilişkin işlem hakkında yeniden karar verilmesi gerekmektedir." gerekçeleriylekarar düzeltme isteminin kabulüne, onama kararının kaldırılmasına ve hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, 24/9/2009 tarihli ve E.2009/798, K.2009/1482 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... davacı tarafından 2981 sayılı Kanun uyarınca af başvurusunun 10/6/1983 tarihinde yapıldığı, bu tarih itibariyle taşınmazın Todori kızı Atina adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır.Bu durumda, dava konusu gecekondu için imar affı başvurusu yapıldığı tarih itibariyla taşınmazın özel bir şahsa ait olduğu hususu karşısında 2981 sayılı Kanun'un 10/a maddesi kapsamında değerlendirilmesine olanak bulunmadığından tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır...." Temyiz üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin 11/4/2012 tarihli ve E.2011/7049, K.2012/2637 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, Danıştayın aynı Dairesinin 18/6/2013 tarihli ve E.2012/10379, K.2013/5009 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar başvurucu vekiline 26/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2981 sayılı Kanun’un “Tapu verme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“a) Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verilir.Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.” 2981 sayılı Kanun’un “Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular hakkında aşağıdaki uygulamalar yapılır.a) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Bu Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin; kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir.b) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde, ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilir. Gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinde başka bir arsa veya hisse verilir. Tahsis edilen arsa veya hissenin bedeli 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kanun veya 6/6/1984 tarih ve 3016 sayılı Kanuna göre tespit edilir.…c) (Değişik:22/5/1986 - 3290/6 md.) Islah imar planları belediye veya valiliklerce mümkün olduğu kadar fiili durum dikkate alınarak ve yapılanma şartları da belirlenerek yapılır veya belediye veya valiliklerce Yeminli Özel Teknik Bürolara yaptırılır. En geç (1) ay içinde belediye meclislerince kabul edilenler belediye meclislerince, büyük şehir yönetiminde ilçe belediye meclislerince Kabul edilenler ilçe belediye meclislerince, il idare kurullarınca kabul edilenler valilikçe tasdik edilerek yürürlüğe girer. Bu planların tescili de (1) ay içinde ivedilik ve öncelikle yapılır.İmar planı olan yerlerde mevcut imar planları gerektiği takdirde ıslah imar planları şeklinde yeniden düzenlenir.…” 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6767
Başvuru, taşınmazın tapu tahsis belgesinin iptal edilmesi üzerine İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açılan iptal davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ile eşitlik ilkesinin, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun göndermek istediği mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Akşehir T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunan başvurucu, Yeni Asya Gazetesi'ne bir sayfalık bir mektup göndermek istemiştir. İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu Başkanlığının (Eğitim Kurulu) 24/7/2017 tarihli kararıyla mektubun muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; mahkemelerden adalet dilenme devrinin bittiği ve bu dönemde gerçekleri sadece Yeni Asya Gazetesinin yazdığı, gazetenin ellerine geçmediği, gazete hakkında bir yasaklama kararının olup olmadığını bilmek istediği şeklindeki mektubun, Türkiye'nin sıkıntılı bir süreçten geçmesi, gazetelerin bunu farklı amaçlar için kullanabileceği, sadece devlet resmî kurumlarından bilgi istemenin uygun olacağı ifade edilerek sakıncalı olduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Eğitim Kurulu kararına karşı Akşehir İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan şikâyet 28/7/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; Eğitim Kurulu tarafından verilen karar tekrar edilerek kararın usul ve yasaya uygun bulunduğu vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Akşehir Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz da 22/8/2017 tarihli kesin kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde İnfaz Hâkimliği tarafından verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu 5/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34249
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun göndermek istediği mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, temyiz dilekçesinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Bursa İcra Müdürlüğünde ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla yapılan icra takibinde adlarına kayıtlı taşınmazın satış işleminin iptali için Mustafakemalpaşa İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ihalenin feshi davası açmışlardır. Mahkeme 6/11/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Mahkemenin hüküm celsesi tutanağı ve gerekçeli kararında, kararın davacı vekili ile davalının yüzüne karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren on gün içinde Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere verildiği belirtilmiştir. Gerekçeli karar 22/12/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş, başvurucular 28/12/2015 tarihinde anılan kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 21/3/2016 tarihli kararında, Mahkeme kararının temyiz edene 6/11/2015 tarihinde tefhim edildiğini, temyiz dilekçesinin yasal süre geçirildikten sonra 28/12/2015 tarihinde verildiğini belirterek başvurucuların temyiz dilekçesini süre yönünden reddetmiştir. Karar düzeltme talebi Dairenin 22/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 11/10/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, 9/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk Karar tarihinde yürürlükte bulunan 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun mülga maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"İcra mahkemesinin vereceği kararlardan:... (Değişik bent: 6/6/1985-3222/45 md.) Taşınır ve taşınmaz malların ihale kararlarının feshine veya fesih talebinin reddine;... (Değişik fıkra: 9/11/1988-3494/60 md.) İlişkin kararlarla bu Kanunda temyiz kabiliyeti kabul edilen kararlar tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde temyiz edilebilir. Şu kadar ki, 1, 2, 3 ve 5 inci bentlerde takip konusu alacakta ihtilaflı kalan değer veya miktarın; 4, 6, 7, 8, 9, 11, 15, 16 ve 17 nci bentlerde merci kararının taalluk ettiği malın veya hakkın değerinin; 10 uncu bentte sırası itiraza uğrayan alacağın tutarının ve 18 inci bentte de yanlışlığı öne sürülen alacak miktarının ikimilyar lirayı geçmesi şarttır...." 2/3/2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun ile 2004 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir: "Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar İcra ve İflâs Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümleri uygulanır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şu şekildedir:"Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:…ç) Hüküm sonucu, ... varsa kanun yolları ve süresini.…"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), Sözleşme'nin maddesinde, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını, ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda, kanun yolu başvurusunu inceleyen mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, § 25). AİHM, mahkemeye erişim hakkına yönelik birtakım sınırlandırmaların kabul edilebileceğini ancak sınırlamaların meşru bir amaca yönelik olmadığı veya kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin bulunmadığı durumlarda, kısıtlamaların Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasına uygun olmayacağını belirtmiştir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57). AİHM; ulusal hukuk kurallarını yorumlama görevinin yerel mahkemelere ait olduğunu, AİHM'in rolünün bu yorumların Sözleşme ile uyumluluğunu denetlemekle sınırlı olduğunu, bu durumun temyiz başvurusunda öngörülen süre sınırlamaları ile ilgili yapılan yorumlar açısından da geçerli olduğunu, süreye ilişkin kuralların adaletin ve özellikle de yasal kesinliğin düzgün şekilde uygulanmasını amaçladığını (Pérez De Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, §§ 43, 45), bununla birlikte mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten ve usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmaları gerektiğini belirtmiştir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/67616
Başvuru, temyiz dilekçesinin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/12506 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/12506 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12506
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve hırsızlık suçlarını işlediği iddiasıyla 9/2/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve sonrasında hakkında kamu davası açılmıştır. Bursa Asliye Ceza Mahkemesinin 23/3/2010 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 20/5/2013 tarihli ilamıyla karar bozulmuş; bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 17/12/2013 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20367
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle öğretmenlik mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanarak davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin, kamu hizmetine girme hakkının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2015 yılında Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi bölümünden mezun olduktan sonra 2017 yılı Temmuz ayında Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesi, İsmet Öztop Ortaokuluna sözleşmeli Türkçe öğretmeni olarak yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesi uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Yönetmelik'in maddesi uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun ataması gerçekleştirilmemiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 25/12/2017 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, somut olmayan bilgiye dayanarak kamu hizmetine girme hakkının engellendiğini belirtmiştir. Güvenlik soruşturmasının hiçbir somut bilgi ve belgeye dayanmadığından yakınan başvurucu, kanun hükmünde kararname ile temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılamayacağını ifade etmiştir. Şanlıurfa İdare Mahkemesi 18/1/2018 tarihinde davayı yetki yönünden reddetmiştir. Kararda, dava konusu işlemi tesis eden Millî Eğitim Bakanlığının bulunduğu yer idare mahkemesi olan Ankara İdare Mahkemesinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 16/11/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda; başvurucunun üniversite eğitimi sırasında PKK/KCK yapılanmasının gençlik kolu olan DYG ile bağlantılı EDÖ-DER (Dernek) içinde faaliyette bulunduğu, PKK/KCK terör örgütü ile bağlantılı oluşumlar tarafından düzenlenen etkinliklerde yer aldığı ifade edilmiştir. Bu bilgileri Yönetmelik hükümleri ışığında değerlendiren Mahkeme, başvurucunun yapacağı görevin önemini de dikkate alarak güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak değerlendirilmesini hukuka uygun bulmuştur. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dava dosyasının incelenmesinden; 2017 yılı temmuz sözleşmeli öğretmen alımı duyurusu kapsamında Türkçe öğretmeni olarak Şanlıurfa İli, Viranşehir İlçesi, İsmet Öztop Ortaokuluna atanan davacı hakkında, Iğdır İl Emniyet Müdürlüğü tarafından yürütülen güvenlik soruşturması sonucunda, 'kendisi: Erzincan İlinde 2011-2015 yıllarında üniversitede eğitim gördüğü dönemde PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanması DYG içerisinde faaliyet yürüten Erzincan Üniversitesi öğrencileri tarafından kurulan EDÖ-DER vasıtasıyla faaliyet yürüttüğü, PKK/KCK terör örgütü yanlısı oluşumlar tarafından düzenlenen etkinliklere katıldığı' hususlarının tespit edildiği, bu bilgiler uyarınca güvenlik soruşturması olumsuz kabul edilerek atamasının iptal edilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığın yukarıda yer verilen mevzuat hükümleriyle değerlendirilmesinden; Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği uyarınca güvenlik soruşturmasının ilgili kişinin içinde bulunduğu ortam da dikkate alınarak yapılacağı, davacı hakkında da bu mahiyette bir güvenlik soruşturması yapıldığı, elde edilen bilgilerin niteliği ve içeriği ile atanmak istenen kadroda yürütülen kamu hizmetinin önem ve niteliği bir bütün olarak değerlendirildiğinde, atamasının iptal edilmesine ilişkin işlemde kamu yararına, hizmet gereklerine ve hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. " Başvurucu karara karşı 24/12/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, hakkında açılan herhangi bir dava ya da soruşturma bulunmadığını, soyut istihbari nitelikteki bilgilerden hareket edildiğini belirtmiş; güvenlik soruşturmasının içeriğinin somut bilgiler ile kanıtlanmadığını, yerleştirilmesi yapılan görevi yerine getirmede bir engelinin bulunmadığını ifade etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 14/3/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucu tarafından 10/4/2019 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu 30/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar" Yönetmelik'in "Amaç" başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Yönetmeliğin amacı; ... ilk defa veya yeniden kamu hizmeti ve görevlerine atanacaklar hakkında yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını düzenlemektir." Aynı Yönetmelik'in "Kapsam" başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Yönetmelik; ... ilk defa veya yeniden kamu hizmeti ve görevlerine atanacakları ... için yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının esas ve usullerini, bunu yapacak mercileri, hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacak gizlilik dereceli yerlerde çalışan kamu personeli ile meslek grupları ve üst kademe yöneticilerini kapsar" Aynı Yönetmelik'in "Yöntem" başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Yönetmelik kapsamına giren kamu kurum ve kuruluşlarınca yaptırılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında aşağıdaki yöntem izlenir :a ) 9 / A ve 9 / B maddeleri kapsamındaki talepler doğrudan Cumhurbaşkanlığına iletilir. b ) Emniyet Genel Müdürlüğü ve/veya mahalli mülki idare amirliklerince (a) bendi kapsamındaki talepleri hariç yapılması öngörülen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması ilgili bakanlık veya kamu kurumu ve kuruluşlarının talebi üzerine gerçekleştirilir. İllerden gelen talepler valilikler aracılığı ile yapılır. c) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması taleplerinin ilgili makama ulaşmasından itibaren arşiv araştırması sonuçları en geç 30 iş günü, güvenlik soruşturması sonuçları en geç 60 iş günü içinde cevaplandırılır. Soruşturma ve araştırma sonucu içeren bilgi ve belgeler ilgilinin işlemini yapan makamlardaki dosyasında asgari ‘‘gizli’’ gizlilik derecesinde aidiyet konusuna göre fiziki ve / veya elektronik ortamda muhafaza edilir .ç) Güvenlik soruşturmasını ve arşiv araştırmasını isteyen makama, kişi hakkında karar vermeye yeterli bilgiler aktarılır.d ) Güvenlik soruşturmasını ve arşiv araştırmasını nasıl ve ne şekilde yapılacağı, soruşturma ve araştırma yapmaya yetkili makamların görev ve talimatları ile belirlenir.e ) Mahalli mülki idari amirliklerince yapılmış olan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında durumu saptananların evrakının bir örneği dosya açılmak üzere Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilir.f) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması taleplerine, ilgili kişinin adı, soyadı ve kimlik numarası bilgilerini içeren liste dijital ortama kaydedilerek eklenir. Ancak Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığına iletilmek üzere gönderilen güvenlik soruşturması talep yazılarına, söz konusu liste yerine bu Yönetmeliğin ekinde yer alan güvenlik soruşturması formu dijital ortama kaydedilerek eklenir." Aynı Yönetmelik'in "Değerlendirme" başlıklı maddesi şöyledir:"Yaptırılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi amacıyla gerektiğinde kişinin gizlilik dereceli birim, kısım ve gizlilik dereceli yerler ile askeri, emniyet ve istihbarat teşkilatları, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalıştırılıp çalıştırılmamaları, yer değiştirerek bu görevlere devam edip etmemeleri ile 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesi kapsamında belirtilen şartları taşıyıp taşımadığı gibi hususları incelemek ve sonucunu sorumlu amirin takdirine sunmak üzere; bakanlıklarda görevlendirilecek bakan yardımcısının, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında en üst amirin, üniversitelerde rektörün, illerde valinin başkanlığında, personel birim amiri, hukuk müşaviri ve varsa güvenlik işlerinden sorumlu birim amirinden oluşan değerlendirme komisyonu kurulur. Cumhurbaşkanlığında kurulacak Değerlendirme Komisyonu İdari İşler Başkanının görevlendireceği bir üst kademe yöneticisinin başkanlığında belirlenecek genel müdürlerin katılımıyla oluşur. Türk Silahlı Kuvvetlerinde ise bu Komisyonun oluşumu kendi yönergeleri ile belirlenir. Değerlendirme Komisyonunun çalışma tutanakları ve kararları gizlidir"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM'e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35). AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu ifade etmektedir. AİHM bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak AİHM keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da adaleti hiçe sayacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğine işaret etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18008
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle öğretmenlik mesleğine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanarak davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, masumiyet karinesinin, kamu hizmetine girme hakkının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, 24/8/2005 tarihinde Adana İş Mahkemesinde açtığı malul olduğunun tespitine ilişkin davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 21/11/2013 tarihinde Adana Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 14/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 5/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 24/8/2005 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aleyhine Adana İş Mahkemesinde açtığı davada, Bağ-Kur sigortalısı olduğunu, ağır kalp ameliyatları geçirmesi ve ellerinin titremesi nedeniyle demircilik mesleğini ifa edemediğini belirterek malul olduğunun tespitini talep etmiştir. Mahkemece, 29/5/2008 tarih ve E.2005/1438, K.2008/661 sayılı kararla; 9/2/2007 tarihli Adli Tıp Kurumu raporu gereği başvurucunun 8/10/2004 tarihi itibarıyla beden ve çalışma gücünü 2/3 oranında kaybettiğinin tespitine karar verilmiştir. Davalının temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/10/2009 tarih ve E.2008/13792, K.2009/12940 sayılı ilamıyla; Bağ-Kur Genel Müdürlüğü Sağlık İşleri Daire Başkanlığının kararı ile Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulu raporu arasında çelişki olduğu, bu çelişkiyi gidermek için başvurucunun işe başlama tarihinde 2/3 oranında maluliyetinin bulunup bulunmadığı ve hangi tarihten itibaren 2/3 oranında maluliyete girdiğini tespit etmek için Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan rapor alınması ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Adana İş Mahkemesince bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 9/4/2013 tarih ve E.2012/261, K.2013/194 sayılı kararla; başvurucucun Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun raporuna göre meslekte kazanma gücünü %80 oranında kaybettiği ve 2/3 oranında maluliyetinin bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, 9/5/2005 tarihi itibarıyla başvurucunun malul olduğunun tespitine karar verilmiştir. Davalının temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/9/2013 tarih ve E.2013/10703, K.2013/17286 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır. Karar düzeltme yolu kapalı olan hüküm 30/9/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Karar, başvurucu tarafından 25/10/2013 tarihinde öğrenilmiş, gerekçeli karar 6/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:  “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 5521 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:  “İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” 5521 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.” 31/5/2006 tarih ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malûl sayılma” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sigortalının veya işverenin talebi üzerine Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurullarınca usûlüne uygun düzenlenecek raporlar ve dayanağı tıbbî belgelerin incelenmesi sonucu, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamındaki sigortalılar için çalışma gücünün veya iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az % 60’ını, (c) bendi kapsamındaki sigortalılar için çalışma gücünün en az % 60’ını veya vazifelerini yapamayacak şekilde meslekte kazanma gücünü kaybettiği Kurum Sağlık Kurulunca tespit edilen sigortalı, malûl sayılır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8478
Başvurucu, 24/8/2005 tarihinde Adana 6. İş Mahkemesinde açtığı malul olduğunun tespitine ilişkin davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda protesto eylemine yapılan müdahale neticesinde yaralanmadan dolayı açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1970 doğumlu olup olay tarihinde Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak tutulmaktadır. Başvurucu -kendi anlatımına göre- İnfaz Kurumundaki bazı uygulamaları protesto etmek amacıyla yaklaşık yedi aydır oturma eylemi yaparken 2017 yılı Mart ayı içinde beş kez (3, 6, 7, 10 ve 16 Mart tarihlerinde) kameraların görüntü kaydettiği bir alanda, eyleme müdahale eden infaz görevlilerine direnmediği hâlde görevliler tarafından yere yüzüstü yatırılıp her iki kolu arkaya bükülmek suretiyle yürümeye zorlanmış, her seferinde zor kullanma seviyesi artırılmış, kol ve omuzlarında kalıcı rahatsızlıklara neden olunmuştur. Başvurucu; iki hükümlüyle birlikte 20/3/2017 tarihinde, işkence suçunu işledikleri iddiasıyla infaz görevlileri hakkında Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur. Şikâyetle ilgili olarak Savcılıkça İnfaz Kurumundan bilgi istenmiştir. İnfaz Kurumunun yazılı cevabı şöyledir:"Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün Maddesinin Fıkrasında 'İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.' hükmünün yer aldığı, adı geçenin kurumun düzenini ve güvenliği bozmaya yönelik eylemde bulunduğu, görevli personelin mevzuatta belirtilen şekilde görevini yaptığı anlaşıldığından haklarında disiplin soruşturması açılmamıştır." Savcılık tarafından 17/10/2017 tarihinde İnfaz Kurumu görevlileri hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ... Müştekilerin iddiaları ile ilgili kurum görevlilerinin; herhangi bir kusur, ihmal ve suç işleme kasıtlarının bulunmadığı gibi haklarında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil de elde edilemediği, yapılan işlemlerin mevzuata uygun olduğu dosya kapsamından anlaşılmakla;Açıklanan nedenlerle iddialar ve şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına," Başvurucunun Savcılık kararına itirazı, Kırıkkale Sulh Ceza Mahkemesinin 2/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 3/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu ayrıca başvuruya konu olaydan sonra 25/5/2017 tarihinde infaz görevlilerince yeniden fiziksel şiddet uygulanması nedeniyle kolunun kırıldığını ve bu hususta Savcılığa şikâyette bulunduğu belirtmiş, sağlık raporlarını başvuru dosyasına eklemiştir. UYAP'ta yapılan araştırmada başvurucunun kolunun kırıldığını iddia ettiği olayın başvuru konusundan farklı bir olay olması nedeniyle Savcılıkça ayrı bir soruşturma yürütüldüğü ve bu olaya ilişkin soruşturma sürecinin başvurucu tarafından ayrıca bireysel başvuru konusu yapıldığı tespit edilmiştir. Söz konusu 2017/37364 numaralı bireysel başvuru inceleme tarihi itibarıyla henüz sonuçlanmamıştır. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39507
Başvuru, ceza infaz kurumunda protesto eylemine yapılan müdahale neticesinde yaralanmadan dolayı açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; murisin kooperatif ortaklık payının güncel bedelinin tespiti isteminin reddi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesinin Nevriye Kuruç ([GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022) kararında uzun süren yargılamalar nedeniyle tazminat talep edilebilecek bir mekanizmanın mevcut olmaması sebebiyle makul sürede yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bunun yanında söz konusu kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihe kadar makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış olan başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı mahiyetteki başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren dört ay süreyle ertelenmesine karar verilmiştir (Nevriye Kuruç, § 114). Bu durumda başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden ayrılmasına karar verilmesi gerekir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1953 doğumlu olup Konya'da ikamet etmektedir. Başvurucunun murisi A. 19/10/1953 tarihinde kurulan K. İstihsal Kooperatifine (Kooperatif) kurucu üye olarak 500 (eski) TL ile ortak olmuştur. Başvurucunun murisi A. 16/2/1999 tarihinde ölmüştür. A.nın ölümünden sonra mirasçıların Kooperatife ortak olmak için girişimde bulunduklarına dair herhangi bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Kooperatifin bireysel başvuruya konu yargılamanın kesinleştiği tarih itibarıyla hukuki varlığını sürdürdüğü anlaşılmıştır. Kooperatifin ana sözleşmesinin maddesi şöyledir:"Kooperatiften çıkan veya çıkarılan ortakların yahut varislerinin, o yılın bilançosuna göre kooperatife olan borçları kapatıldıktan sonra ödenmiş olan ortaklık payları ve varsa hesaplarına kaydedilmiş olan şahsi alacaklardan başka kooperatifin varlıkları ve yedek akçeleri üzerinde hiçbir hakları yoktur. Ayrılan ortaklarla hesaplaşma işlemleri ayrıldıkları yıla ait bilançonun genel kurulca kabulünden sonra yapılır. Bu ortaklara ortaklık paylarından yapılacak ödemeler yekünü bir yıl için o yıl bilançosunda görülen ödenmiş kooperatif sermayesinin %2'sini geçemez. Sermayesinin %2'sini aşan kısmı ayrılış tarihlerine göre ortakların adları, ödeme listesinin başına yazılmak suretiyle ertesi yıla bırakılır. Ödeme listelerindeki hesaplaşma sırası ayrılan ve çıkarılan ortakların hal ve durumları gözününde tutularak yönetim kurulunca tespit edilir. Ancak varisleri tarafından veraset ilamı ibraz edilmek şartıyla ölen ortakların ve malul hale düşenlerin hesapları yönetim kurulu kararı ile yukarıda şartlara bakılmaksızın derhal ödenir. Kooperatif mevcudiyetini tehlikeye düşürecek miktarlara yükselen iade ve ödemeler 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu maddesine göre yapılır" Mirasçıların murisin ortaklık sermayesinin güncellenmiş değerinin bildirilmesi amacıyla ihtarname göndermesi üzerine Kooperatif, 10/4/2012 tarihli cevabında murisin ortaklık sermayesinin değerinin 0,1 (yeni) TL olduğunu mirasçılara bildirmiştir. Başvurucu tarafından 30/5/2012 tarihinde Konya Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) Kooperatif aleyhine dava açılmıştır. Başvurucu, murisin 1953 yılında ödediği 500 (eski) TL ortaklık payının güncel değerinin tespitini talep etmiştir. Dava dilekçesinde, murisin ve mirasçıların kâr paylarından ve bunların faizlerinden yararlandırılmadığı ileri sürülmüştür. Diğer mirasçılar da davaya sonradan dâhil olmuştur. Davalı Kooperatifin cevap dilekçesinde, ortaklık payının güncellenmesi talebinin kanuni temelinin bulunmadığı ileri sürülmüştür. Mahkeme 17/12/2012 tarihinde davayı hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddetmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 18/3/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde ölümle birlikte murisin ortaklığının son bulduğu tespiti yapıldıktan sonra ortaklık payının dava tarihi itibarıyla değerinin tespitinden başvurucunun hukuki yararının bulunduğu vurgulanmıştır. Bozma kararına uyan Mahkeme, bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. İki akademisyenden oluşan bilirkişi heyetince hazırlanan 22/5/2014 havale tarihli raporda, 1991-2002 yılları arasında eklenen faizler neticesinde murisin ortaklık payının 23/3/2006 tarihi itibarıyla 186 (eski) TL'ye ulaştığı, Türk lirasından altı sıfır atılmasından sonra bu tutarın 0,1 (yeni) TL'ye dönüştüğü belirtilmiştir. Raporda 24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun maddesine atıfta bulunularak davacının muris tarafından ödenmiş bulunan ortaklık payından başka bir bedel talep edemeyeceği görüşü açıklanmış, bu durumda 1953 tarihinde ödenen ortaklık payının güncellenmesinin geçerli bir iddia olup olmadığının Mahkemenin takdirinde olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 8/1/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 1163 sayılı Kanun'un maddesiyle atıfta bulunulan ana sözleşmenin maddesinde Kooperatiften çıkan veya çıkarılanların ödemiş olduğu ortaklık paylarından başka Kooperatifin diğer varlıkları üzerinde hiçbir haklarının bulunmadığı hatırlatılmıştır. Kararda, davacılar murisinin ölümüyle kooperatif ortaklığının sona erdiği ifade edilmiş; mirasçıların murise ait ortaklık payının davalı Kooperatifin tasfiyesi dışındaki hâllerde güncellenmesinin mümkün bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, talebin ortaklık payının güncel değerinin tespiti isteminden ibaret olmasına rağmen Mahkemenin talebi aşarak alacağın esasıyla ilgili olarak hüküm kurduğundan yakınılmıştır. Temyiz dilekçesinde ayrıca 1953 yılında kurulan Kooperatife ilişkin uyuşmazlığın 1969 tarihinde yürürlüğe giren 1163 sayılı Kanun'a göre çözümlenmesinin hukuka aykırı olduğu savunulmuştur. Temyiz dilekçesinde son olarak 1953 yılında ödenen ortaklık payının güncel değerinin tespit edilmemesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Daire 15/2/2016 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararını düzelterek onamıştır. Daire, tespit talebinin reddine ilişkin hüküm fıkrasının karara eklenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde ise Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/4/2014 tarihli ve E.2013/23-1616, K.2014/540 sayılı kararı ile aynı Dairenin bazı kararlarına atıfta bulunularak kooperatif ile ortağının karşılıklı hak ve yükümlülüklerinin belirlendiği ana sözleşmede ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nda karşılığı bulunmayan denkleştirme, yeniden değerleme, sepet hesabı, eskalasyon vs. yöntemler kullanılarak çıkma payının hesaplanmasının yasal dayanaktan yoksun olduğu, ayrıca böyle bir yöntemin kooperatiflerin kuruluş amacına ve Kooperatiflerin mevcudiyetinin tehlikeye düşürülmemesini hedefleyen uygulamaya da aykırı bir yorum olacağı vurgulanmıştır. Karar düzeltme istemi Dairenin 16/1/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 4/2/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 1163 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek veya geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklara kooperatif denir. " 1163 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Kooperatiften çıkan veya çıkarılan ortakların kendilerinin yahut mirasçılarının kooperatif varlığı üzerinde hakları olup olmadığı ve bu hakların nelerden ibaret bulunduğu anasözleşmede gösterilir. Bu haklar, yedek akçeler hariç olmak üzere, ortağın ayrıldığı yıl bilançosuna göre hesaplanır.Kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşürecek nitelikteki iade ve ödemeler, anasözleşmede daha kısa bir süre tespit edilmiş olsa bile genel kurulca üç yılı aşmamak üzere geciktirilebilir. Bu durumda kooperatifin muhik bir tazminat isteme hakkı saklıdır. Çıkan veya çıkarılan ortaklar ile mirasçılarının alacak ve hakları bunları istiyebilecekleri günden başlıyarak beş yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.Çıkan veya çıkarılan ortağın sermaye veya mevduatından kısmen veya tamamen yoksun kalacağı hakkındaki şartlar hükümsüzdür."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4912
Başvuru, murisin kooperatif ortaklık payının güncel bedelinin tespiti isteminin reddi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü tarafından 7/6/2001 tarihinde Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhlerine açılan tapu iptali ve tescil davasında makul sürede yargılama yapılmadığını, dava konusu taşınmazlar hakkında ihtiyati tedbir kararı verildiğini belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 21/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.   Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine DSİ Genel Müdürlüğü tarafından 7/6/2001 tarihinde Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesinde bir kısım taşınmazlar için tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. 25/9/2001 tarihli duruşmada, davacı tarafından takip edilmediği için dava dosyasının işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir. Davacı vekilinin 17/10/2001 tarihli dilekçesi üzerine aynı tarihte dosya yenilenmiştir. Mahkemece 20/10/2010 tarihinde, dava konusu taşınmazların bir kısmı yönünden davanın tefriki ile ayrı esasa kaydedilmesine karar verilmiştir. Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesi, tefrik edilen dava dosyasında, 21/10/2010 tarih ve E.2010/439, K.2010/388 sayılı kararıyla davaya konusu taşınmazların Doğubayazıt Kadastro Mahkemesinin E.1991/82 sayılı dosyasında dava konusu oldukları gerekçesiyle bu taşınmazlar yönünden görevsiz olduğuna karar vermiştir. Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesince, asıl dava dosyasındaki yargılamanın 11/4/2012 tarihli duruşmasında, davacı tarafından takip edilmediği için dava dosyasının işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir. Davacı vekilinin 25/4/2012 tarihli dilekçesi üzerine 30/4/2012 tarihinde dosya yenilenmiştir. Yargılama, Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2001/161 sayılı dosyasında devam etmektedir. Başvurucular, 21/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/11/2001 ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ve maddeleri
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5680
Başvurucular, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü tarafından 7/6/2001 tarihinde Doğubayazıt Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhlerine açılan tapu iptali ve tescil davasında makul sürede yargılama yapılmadığını, dava konusu taşınmazlar hakkında ihtiyati tedbir kararı verildiğini belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/111
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da yer alan diğer bazı hakların ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu uzuv kaybı yaşanması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirilmeyeceğini belirtmiştir. A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu sol ayak bileğinde ağrı şikâyetiyle Aralık 2000 tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Erzurum Hastanesine başvurmuş ve başvurucuya ilaç tedavisi uygulanmıştır. Başvurucu aynı şikâyetlerle SSK Ankara İhtisas Hastanesine müracaat etmiş, (başvurucunun beyanına göre 9/3/2001 tarihinde, Adli Tıp Kurumu (ATK) raporuna göre ise 28/6/2001 tarihinde) gut artrit tanısı konulmuş ve buna yönelik tedavi uygulanmıştır. Ancak başvurucunun şikâyetleri giderek artmış, 30/7/2001 tarihinde ayakta patolojik kırık meydana gelmiş ve üç ay alçıya alınmasına rağmen kırığın kaynamaması üzerine başvurucu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine sevk edilmiştir. Burada 30/10/2001 tarihinde biyopsi yapılmış, tetkikler sonucunda 7/11/2001 tarihinde ayak bileğinde kemik tümörü olduğu tespit edilmiş, kemoterapi tedavisi uygulanmıştır. Bununla birlikte başvurucunun durumu kötüleşmiş ve 21/12/2001 tarihinde sol bacağı diz altından kesilmiştir. Başvurucu 18/9/2002 tarihinde SSK aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmıştır. Başvurucu ilk önce gut rahatsızlığı olduğu yönünde hatalı teşhis ve tedavi yapıldığını, bu nedenle bacağının kesilmesine sebebiyet verildiğini belirterek davalı idarenin ihmalden kaynaklanan hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme konu hakkında ATK'dan bilirkişi raporu düzenlenmesini istemiştir. ATK, başvurucunun tedavisine dair tüm tıbbi belgelerin temini için beş kez (18/6/2004, 10/12/2004, 24/6/2005, 19/4/2006 ve 21/11/2007 tarihlerinde) dosyayı Mahkemeye iade etmiştir. Mahkeme tarafından ara kararları ile başvurucudan, davalı idare SSK Genel Müdürlüğünden, SSK Ankara İhtisas Hastanesi ve SSK Ankara Dışkapı Eğitim Hastanesi başhekimliklerinden istenilerek temin edilebilen tüm bilgi ve belgeler ile grafiler dava dosyasına konulmuştur. Mahkemece davanın tarafları ve söz konusu hastanelerden temin edilebilecek başka bir bilgi ve belgenin olmadığı belirtilerek dosya tekrar ATK Başkanlığına gönderilmiş ve bilirkişi raporu alınmıştır. ATK'nın 25/4/2008 tarihli raporunda yer verilen tıbbi belgeler arasında SSK Ankara İhtisas Hastanesinin 9/3/2001 tarihli mikrobiyoloji laboratuvarı sonucu ile Dr. G.K. imzalı epikriz raporu yer almaktadır. Bu epikriz raporunda; 18/4/2001 tarihinde hastanın ayakta şişlik ve ağrı şikâyetiyle geldiği, şikâyetlerin uzun süredir olduğu, daha önce gittiği doktorların gut teşhisi koyduğunu söylediği, her iki ayak bileği ve parmaklarında kronik gut artriti düşündüren nodülariteleri olduğu, radyoloji ve biyokimyasal tetkiklerinprimer gut ile uyumlu olduğu, gut tanısı ile tedaviye başlandığı ifade edilmiştir. ATK'nın 25/4/2008 tarihli raporunda; 16/10/2001 tarihinde yapılan ince iğne aspirasyon biyopsisinin tanı için az sayıda hücre içerdiğinden yetersiz olduğu, aynı tarihli tru-cut biyopsisinin yetersiz materyal içerdiği ve tekrarlandığı ancak bu biyopsi ile osteosarkom (tümör) tanısının konduğu, tedavi sürecinin beş aylık süre için uzadığı, gut tanısının konduğu 28/6/2001 tarihinde osteosarkom tanısı konmuş olsaydı da bacağın amputasyona gideceği ve sonucun değişmeyeceği bildirilmiştir. Mahkeme 5/11/2008 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde meydana gelen zarar ile kusur arasında illiyet bağı kurulamadığı takdirde idarenin sorumlu tutulamayacağının idare hukukunun bilinen ilkelerinden olduğu vurgulanmış, hükme esas alınan ATK raporunda 28/6/2001 tarihinde osteosarkom tanısı konmuş olsaydı da bacağın amputasyona gideceğinin ve sonucun değişmeyeceğinin belirtildiği, bunun yanı sıra idarenin kusurlu olduğuna yönelik bir belirleme de bulunmadığından tazminat ödemekle sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir. Söz konusu karar Danıştay Onuncu Dairesinin 21/11/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme aşamasında ise Danıştay Onbeşinci Dairesinin 29/4/2014 tarihli ilamıyla derece mahkemesi kararının maddi tazminat talebinin reddine ilişkin kısmı onanmış, manevi tazminat isteminin reddine dair kısmı ile vekalet ücretine ilişkin kısmı bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, ister davacının iddia ettiği ve bazı belgelerde desteklenen 9/3/2001 tarihinde isterse ATK raporunda belirtilen 28/6/2001 tarihinde yanlış olarak gut teşhisi konulmuş olsun sonuçta daha sonra kemik tümörü olduğu tespit edilen hastalığın tedavisinde gecikme olduğu vurgulanmıştır. Olayda hastalığın tedavisinde gecikme yaşandığı, bu durumun ATK raporunda da "tedavi sürecinin 5 aylık süre için uzadığı" şeklinde belirtildiği, dolayısıyla sağlık hizmetinin geç işlemesi nedeniyle idarenin hizmet kusurunun bulunduğu ifade edilmiştir. Kararda zararlı sonuç ile idarenin faaliyeti arasında illiyet bağı kurulamadığı durumlarda idarenin maddi zarardan sorumlu tutulmasının mümkün olamayacağı, ancak idarenin sonuca etkisi olmayan hizmet kusuru nedeniyle uğranılan manevi zarardan sorumlu tutulması gerektiği belirtilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"....zararlı sonuç ile idarenin faaliyeti arasında illiyet bağı kurulamadığı durumlarda idarenin maddi zarardan sorumlu tutulması mümkün olmadığından, idarenin sonuca etkisi olmayan hizmet kusurunun uğranılan manevi zararın karşılığı olduğunun kabulü gerekir.Buna göre, zamanında tedavi olsaydı şifa bulacağı, dolayısıyla bacağının kesilmeyeceği ümidini her zaman taşıyacağı açık olan davacının uğradığı manevi zararın karşılığı olarak manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken bu talebin reddine yönelik mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemiştir." Bu karar başvurucu vekiline 18/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. 15/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Mahkeme tarafından bozma kararına uyulmuş ve 18/2/2015 tarihli kararla başvurucuya 000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmiştir. Karar Danıştay Dairesinin 23/12/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Davalı idarenin karar düzeltme istemi aynı Dairenin 22/5/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre başvurucu 19/3/2012 tarihinde makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden bahisle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde şikâyetçi olmuştur. AİHM, makul sürede yargılanma hakkının ihlaliyle ilgili şikâyet hususunda başvurucunun 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun ile kurulan Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) müracaat etmesi gerektiğine, diğer şikâyetlerin ise kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Başvurucu 16/6/2015 tarihinde AİHM kararı doğrultusunda Tazminat Komisyonuna müracaat etmiştir. Tazminat Komisyonu 7/3/2016 tarihinde başvuruya konu davanın iki dereceli olarak 13 yıl, 5 ay 20 gündür sürmekte olduğu, yargılamanın hâlen devam ettiği tespitini yapmış ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle başvurucuya 600 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararda, söz konusu tazminat miktarı belirlenirken davanın başvurucunun sol bacağının diz altından kesilmesi nedenine dayalı tazminat davası olması ve başvurucu için taşıdığı önem dikkate alınarak tazminat miktarının artırıldığı ifade edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye). AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59 ).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19450
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu uzuv kaybı yaşanması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, sosyal medyada yaptığı bir paylaşımdan dolayı cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi PKK'nın neden olduğu ve uzun süredir devam eden şiddetin ve terör olaylarının sona erdirilmesi amacıyla başlatılan ve yaklaşık üç yıl devam eden süreçte şiddet ve terör olayları önemli ölçüde azalmıştır. Güvenlik güçlerinin daha sonra yayımlanan raporlarına göre bu dönemde PKK terör örgütü bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapmış, 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet bu kez şehirlerde başgöstermiştir (Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 10). Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri; Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi; Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri; Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş ve buralara patlayıcılar yerleştirilerek anılan yerlerde öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Yaklaşık on ay süren bu şiddet olaylarını sona erdirmek için Türk Silahlı Kuvvetleri ile Emniyet Genel Müdürlüğünce PKK mensuplarına karşı başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde ortak olarak güvenlik operasyonları gerçekleştirilmiştir (Ayşe Çelik, § 11). Güvenlik güçleri, anılan yerlere halkın giriş ve çıkışını engellemek isteyen terör örgütü mensuplarına operasyonlar düzenleyerek teröristlerle çatışmaya girmiştir. Bu operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş, fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır (Ayşe Çelik, § 12). Aylarca devam eden bu operasyonlar ve çatışmalar sırasında yaşanan kayıpların büyüklüğü konusunda 2016 yılının Mayıs ayında yapılan açıklamalara göre en az 500 terörist öldürülmüş; 480 güvenlik görevlisi şehit olmuş ve 000'in üzerinde güvenlik görevlisi de yaralanmıştır. Açık kaynaklarda yer alan, resmî olmayan ve doğrulanmamış bazı açıklamalara göre 100'ün üzerinde sivil hayatını kaybetmiş, 000'in üzerinde sivil ise yaralanmıştır. Buna ilave olarak en az 000 kişinin çatışma bölgelerinden başka bölgelere göç etmek zorunda kaldığı ileri sürülmüştür. Ancak kesin rakamların yer aldığı resmî bir açıklama bulunmadığı gibi bu konuda güvenilir ve bağımsız herhangi bir rapor da Anayasa Mahkemesinin bilgisine sunulmamıştır (Ayşe Çelik, § 13). 11/1/2016 tarihinde 128 akademisyenin imzasıyla 2015 ve 2016 yıllarında Türkiye'nin doğusu ve güneydoğusunda terörle mücadele kapsamında yürütülen ve yukarıda kısaca özeti verilen çatışma ve operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısı yapan bir bildiri yayımlanmıştır. Barış İçin Akademisyenler Bildirisi veya Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi olarak isimlendirilen bildirinin yayımlanmasını takip eden hafta içinde imzacı akademisyenlere destek olmak amacıyla gelen yeni imzalarla birlikte bildirinin nihai imzacı sayısı 200'ü aşmıştır (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 10). İmzacı akademisyenler hakkında ceza soruşturmaları başlatılarak kamu davaları açılmış ve bazı üniversiteler, akademisyenlerin işine son vermiştir. Akademisyenlerin bir kısmı olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri (KHK) ile bir kısmı ise üniversitelerin yönetimlerince görevden ihraç edilmiştir (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 13).B. Başvuruya Konu Olaylar Başvurucu olayların meydana geldiği tarihte A. Üniversitesi İletişim Fakültesinde öğrencidir. Müşteki ise olayların meydana geldiği tarihte ve hâlen A. Üniversitesi rektörüdür. Yukarıda anlatılan bildirilere imza attığı için KHK ile ihraç edilenler arasında A. Üniversitesinde görev yapan akademisyenler de vardır. Başvurucu, Twitter isimli sosyal paylaşım sitesindeki hesabından müşteki E.İ.yi hedef alan paylaşımlar yapmıştır Başvurucunun 8/2/2017, 9/2/2017 ve 11/2/2017 tarihlerinde yaptığı paylaşımlar sırasıyla şöyledir:"la sana diyoz tırşik ibiş, kıracaz elbet çarkını""Buradayız, biradayız!!! anladın sen onu ibiş""la tırşik ibiş ben de hayır diyorum, sen de beni kovsana okuldan" Söz konusu paylaşımlar üzerine, müşteki başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında hakaret ve tehdit suçlarından cezalandırılması talebiyle 10/4/2017 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan Ankara Asliye Ceza Mahkemesi başvurucunun tehdit suçundan beraatine, hakaret suçundan 840 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Sanığın suç tarihinde A. Üniversitesi Rektörü olan katılan [E.İ.ye] yönelik 08/02/2017 ve 11/02/2017 tarihlerinde internette yayınladığı yazılarda 'tırşik' şeklinde hitapta bulunduğu, tırşik kelimesinin içine her şey katılan bir yemeği ifade ettiği gibi Anadolu'da 'ne idüğübelirsiz, bir söylediği ötekini tutmayan, ne olduğu belirsiz insan' anlamlarına geldiği, dolayısıyla bu ifadenin katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek anlam taşıdığı, dolayısıyla sanığın belirtilen yazılarının katılana yönelik hakaret içerdiği kanaatine varılmış ve sanığın bu suçtan cezalandırılmasına karar verilmiş, aynı ifadenin değişik günlerdeki birden çok yazıda kullanıldığı anlaşılmakla sanık aleyhine TCK.nun 43/1 maddesi uygulanarakhüküm kurulmuştur..." Başvurucu ilgili karara itiraz etmiştir. İtiraz üzerine karar Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 5/7/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar 31/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir....(3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34463
Başvuru, sosyal medyada yaptığı bir paylaşımdan dolayı cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/36797
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 23/8/2008 tarihinde gözaltına alınmış; İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2/4/2009 tarihli iddianamesiyle yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle bir kişiyi öldürme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 29/11/2013 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 15/5/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14507
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından yerleştirilen mayının patlaması neticesindeki yaralanmanın dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 23/3/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 23/8/1997 tarihinde terör örgütü mensuplarınca yerleştirilen mayının patlaması neticesinde yaralandığını ve bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 15/12/2007 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 28/1/2011 tarihli ve 2011/1-1101 sayılı kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Geçitli köyünün boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden ailelerin bulunduğundan bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 23/11/2011 tarihli ve E.2011/48, K.2011/1021 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:  "Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 18647 sayılıyazısında, Geçitli Köyü'nün "kısmen boşaldığı", 2006 tarih ve 30571 sayılı yazısında,"terör olaylarından kısmen etkilenen köy" olarak belirtildiği, 2009 tarih ve 63966 sayılı yazısı ekinde, 1987-2000 yılları arasında GKK ve GÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 102 hanenin ikamet ettiği, Batman Valiliği'nin 2006 tarih ve 406 sayılı yazı ekleri uyarınca, köy nüfusunun 1990 yılında 857, 1997 yılında 403, 2000 yılında 557 kişi olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 2009 tarih ve 11851 sayılı yazısında, aralarında davacının Köyünün de bulunduğu köylerde 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçiminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir.Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Geçitli Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/6/2012 tarihli ve E.2012/1866, K.2012/4337 sayılı ilamı ile Geçitli köyünün tamamen boşaltılıp boşaltılmadığının tespitine yönelik olarak İdare Mahkemesince araştırma yapılmış olup anılan dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgeler dikkate alındığında Geçitli köyünün tamamen boşaltılmadığı sonucuna ulaşıldığından 16/9/2010 tarihli jandarma tutanağında yer alan ifadelere itibar edilmemiş; kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 13/12/2012 tarihli ve E.2012/10748, K.2012/14115 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararı başvurucuya 7/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4594
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından yerleştirilen mayının patlaması neticesindeki yaralanmanın dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanımı nedeniyle hayati tehlike doğacak şekilde yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen gösteri yürüyüşleri sırasında 3/6/2013 tarihinde Dolmabahçe Sarayı önünde kafasına gaz fişeği isabet etmesi sonucu yaralandığı gerekçesiyle hastaneye götürülmüştür. Başvurucunun Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen sağlık raporunda; 3/6/2013 tarihinde başına gaz kapsülü geldiği ifadesiyle Taksim E.A. Hastanesine kabul edildiği, düzenlenen sağlık raporunda sol frontalde cilt altı hematom, periorbital hematom, sol frontalde fraktür, sol ince subdural hematom olduğu, bilinç uykuya meyilli olduğu, frontal kemikte ince lineer fissür hattı görünümü olduğu, fraktür hattının anterior orbita tavanında yer yer parçalı karakter kazandığı, solda epidural mesafede hematom ve hava habbeciği görünümü olduğu, pnömosefalinin rezörbe olduğunun kayıtlı olduğu belirtilmiştir. Sonuç olarak başvurucunun frontal kemik kırığına ve beyin kanamasına neden olan yaralanmasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu, saptanan kemik kırığının hayati fonksiyonları orta derecede etkileyecek nitelikte olduğu rapor edilmiştir. Başvurucu olaya ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Şikâyet dilekçesi ile adli ve idari süreçlerde alınan beyanlarında özetle demokratik haklarını kullanarak katıldığı protestolar kapsamında 2/6/2013 tarihinde yürüyüşe başladıklarını, 3/6/2013 günü sabaha karşı Dolmabahçe Sarayı önüne geldikleri sırada resmî kıyafetli polisler tarafından gruba müdahale edildiğini, yürüyüş grubunun içinde bulunduğu sırada kafasında kask olan Çevik Kuvvet polislerinden bir tanesinin kendisine beş metre kadar yaklaşıp kasıtlı olarak ve hedef gözeterek gaz kapsülünü ateşlediğini ifade etmiştir. Başvurucu; kafasına isabet eden gaz kapsülünün ağır yaralanmasına sebebiyet verdiğini, darbe aldıktan sonra hastaneye götürülme aşamalarını parça parça hatırladığını, yürüyüşe katılan diğer kişilere cop ile müdahale edilerek kendisini hastaneye götürme çabalarına engel olunduğunu, olay yerinde bulunan E.T.G. isimli kişinin olaya tanık olduğunu ve kendisini sırtında taşıyarak hastaneye götürdüğünü belirtmiştir. Başvurucu; olaydan sonra beyin kanaması geçirmesi nedeniyle başka bir hastaneye sevkinin gerçekleştirildiğini ve bir hafta sonra taburcu edildiğini, hayati tehlike geçirdiğinin, kafasında kemik kırıkları oluştuğunun, geçici görme bozukluğu yaşadığının sağlık raporlarıyla sabit olduğunu, olay nedeniyle ayrıca psikolojik travma yaşadığını ve buna ilişkin tedavisinin devam ettiğini beyan etmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, şikâyete konu eylemin idari görev sırasında meydana geldiği gerekçesiyle 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında soruşturma izni talebinde bulunulmuştur. Soruşturma izni vermeye yetkili idari merci sıfatıyla İstanbul Valiliği tarafından şikâyet konusuna ilişkin ön inceleme başlatılmış, ön incelemeci olarak bir emniyet müdürü görevlendirilmiştir. Ön inceleme aşamasında başvurucunun beyanı alınmış, ilgili emniyet müdürlüklerinden olay yerini gösterir kamera kayıtları, polislerin görev çizelgeleri ile müdahale tutanakları talep edilmiştir. Gelen cevap yazılarında, ilgili adreste MOBESE ya da işyeri kameralarının mevcut olmadığı, olay yerinde başvurucu ya da başka bir kişi hakkında yapılmış bir işlem bulunmadığından herhangi bir kamera görüntüsü, fotoğraf, Olay Tutanağı benzeri bilgi ya da bilginin söz konusu olmadığı belirtilmiş; yirmi dört saat süreyle olay yeri ve çevresinde görev yapan polislerin listeleri gönderilmiş, il dışından gelen kuvvetlerin ise kayıtlarının olmadığı bildirilmiştir. Ön inceleme raporunda; görevli personelin kendilerine kanunlarla verilen yetkiyi kullanarak eylemlere müdahale ettiği, eylemcilere yönelik olarak kullanılan gaz fişeğinin herhangi bir kasıt olmaksızın şahsın yaralanmasına sebebiyet vermiş olabileceği ancak başvurucunun kendisini yaralayan polisi teşhis edemeyeceğini belirttiği, teşhise uygun somut bir bilgi, tanık ya da delil ortaya koyulamadığı bu nedenle görevli personelin kusurlu bulunmadığının değerlendirildiği ifade edilmiştir. Göz yaşartıcı gazların mevzuata uygun şekilde ve bu konuda eğitim almış uzman personel tarafından hedef gözetilmeksizin kullanıldığı, başvurucunun yaralanmasına sebebiyet veren cismin gaz fişeği olduğuna dair herhangi bir bilgi, belge, görgü tanığı, kamera görüntüsü, fotoğraf benzeri delil bulunmadığından iddialara dayanak teşkil edecek suç unsuruna rastlanmadığı, iddiaya konu eylemi gerçekleştiren polis memurlarının tespit edilemediği gerekçeleriyle soruşturma izni verilmemesi yönünde görüş ve kanaat bildirilmiştir. 6/1/2016 tarihinde İstanbul Valiliği tarafından soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir: "Kamuoyunda Gezi Parkı Olayları olarak bilinen olaylara müdahale eden görevlilerin 2559 Sayılı Polis Vazife ve Selahiyete Kanunu ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun ilgili maddelerinden doğan yetki çerçevesinde görevlerini yerine getirdikleri esnada eylemleri önlemek amacıyla herhangi bir kasıt olmaksızın atılan gaz fişeğinin şikayetçi şahsın yaralanmasına sebebiyet verme ihtimali olmakla birlikte, şikayetçi şahıs alınan ifadesinde kendisini yaralayan görevlileri teşhis edemeyeceğini beyan ettiği, iddialar hakkında açık, somut ve teşhise uygun isim, şahıs, şahit, beyan ve delil ortaya koyma imkanı olmadığı ve ayrıca dosya muhteviyatında bulunan bilgi, belge ve kayıt içeriklerinden müştekinin iddialarına mesnet teşkil edecek suç unsuruna rastlanmadığı... [anlaşılmıştır.]" İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma izni verilmemesi kararına karşı itiraz edilmemiştir. 13/6/2016 tarihinde, şüpheliler hakkında soruşturma izni verilmemesine dair verilen kararın kesinleştiği gerekçesiyle 4483 sayılı Kanun'un maddesinin son fıkrası uyarınca soruşturma yapılmasına yer olmamasına (şikâyetin işleme konulmamasına) itiraz yolu açık olmak üzere karar verilmiştir. Anılan kararın tebliği üzerine soruşturma izni verilmemesine dair karardan haberdar olan başvurucunun itirazı İstanbul Bölge İdare Mahkemesince 29/9/2016 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...İlgiler hakkında, hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı anlaşıldığından itirazın reddine..." Anılan ret kararından sonra 17/5/2017 tarihinde İstanbul Valiliği tarafından soruşturma izni verilmemesine dair kararın kesinleştiğinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bildirildiği anlaşılmaktadır. Kararın başvurucuya tebliğ edildiğine dair bilgi ve belgeye rastlanmamıştır. Başvurucunun İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 13/6/2016 tarihli karara karşı yaptığı itiraz ise İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucu vekiline 17/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Polisin Güç Kullanımı Yönünden 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir...." Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tüm kolluk birimlerine gönderilen 15/12/2008 tarihli ve 19 sayılı “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları” konulu Genelge, Aralık 2008 tarihinde hazırlanan “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı”na atıf yapmaktadır. Bu talimat göz yaşartıcı gaz silahlarının özelliklerini, kullanım yöntemlerini ve gazın etkilerini açıklamaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen bu talimatın ilgili kısmı şöyledir:"… Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatlarını Kullanma Taktikleri...-Göz yaşartıcı maddeler gaz ekibinden sorumlu amirin şartları değerlendirmesi neticesinde, vereceği taktik doğrultusunda ve belirttiği dozda kullanılır....-Göz yaşartıcı maddelerin dozu topluluğun veya kişinin direncine ve karşı koymasına orantılı olarak kademeli bir şekilde arttırılır.-Göz yaşartıcı gaz fişekleri doğrudan insan vücudunu hedef alacak şekilde atılmaz.-Göz yaşartıcı maddeler direniş ve saldırısına son vermiş kişilere karşı asla kullanılmaz.-Göz yaşartıcı gaz mühimmatı kullanan veya kullanacak her personel, mühimmatı üreten firmanın belirttiği kullanma talimatı ve uyarılar hakkında bilgilendirilir. Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatlarının Açık ve Kapalı Alanlarda Kullanım Taktikleria) Açık Alanlarda-Toplumsal olaylarda kalabalığı daha küçük parçalara bölerek dağıtmak, aralarındaki etkileşimi zayıflatarak tahrikçilerin etkilerinden diğerlerini kurtarmak için Göz Yaşartıcı Maddeler kullanılabilir.-Toplumsal olaylarda göz yaşartıcı madde kullanımında aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır. ...-Gazdan etkilenen şahısların kaçış yolları açık tutulmalıdır. Kaçış yolu açık tutulmazsa kalabalığı dağıtmak mümkün olmadığı gibi sıkıştırılan insanlar da daha fazla saldırganlaşırlar. Ayrıca, kaçış yolunun iyi tayin edilmesi gereklidir. Kalabalığın tahribat yapabileceği, iş merkezlerinin ve yerleşim merkezlerinin bulunduğu bölgelere geçiş kapatılmalı, grubun zarar verme ihtimali en düşük olan ve küçük parçalara ayırma imkânı bulunabilen bölgelere geçiş açık tutulmalıdır.-Kullanılacak olan mühimmatların menzilinin ne kadar olduğunun bilinmesi ve buna göre hedeflenen noktaya ulaşıp ulaşamayacağının düşünülerek, uygun mesafeden atılması gerekir. Ayrıca, mühimmatın geri atılabileceği ve etki alanı da düşünülerek, toplumsal olayın durumuna uygun mühimmatların kullanılması gereklidir.-Kalabalığın özellikleri ve büyüklüğü dikkate alınmalıdır. Çok büyük bir topluluğun ortasına gaz mühimmatları atıldığında içeriden dışarıya doğru bir kaçış olacağı düşünüldüğünde, bu büyük topluluğun dış kısmındakilerin gazdan etkilenmedikleri için açılmayabilecekleri ve ezilmelerin olabileceği düşünülmelidir.... Göz Yaşartıcı Gazla Müdahale Kademeleri-Topluluk ile polis arasındaki mesafeye göre tercih edilmesi gereken göz yaşartıcı gaz mühimmatlarına ilişkin esaslar aşağıda belirtilmiştir.a) Kademe: Yakın mesafe (1–15 metre) Gaz Spreyi ve Model 5 Gaz Tüpü ile yapılan müdahale şeklidir. Kalkan hattına yüklenen grubu, gazın fiziksel ve psikolojik etkisi vasıtasıyla minimum 15 metre etki altına alabilir.b) Kademe: Orta mesafe (15–30 metre) Gaz El Bombaları ile yapılan müdahale şeklidir. Kademe Müdahale sonunda dağılmamakta ısrar eden ve saldırgan özelliğini koruyan gruplara karşı kullanılır. Meteorolojik şartlara göre değişmekle birlikte bir adet gaz el bombası 50 metre kare alanı etkisi altına alabilir.c) Kademe: Uzak Mesafe (30–150 metre) 37/38 mm. Gaz Tüfeği ile yapılan müdahale şeklidir. Kademe Müdahaleye müteakip toplanmaları engellemek ve grubu dağılım güzergâhlarına yönlendirmek amacıyla kullanılır. Kullanıcının vücuduna 45 derece açı ve ideal hava şartlarında yapılan atış ile 150 m mesafe ötesi etki altına alınabilir." Polisin Güç Kullanımı Sonucu Meydana Gelen Yaralanmalar ile Bunların Soruşturulması Yönünden 4483 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir." 4483 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin son fıkrası şöyledir:"765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243 ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz." 4483 sayılı Kanun’un "Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler.... (Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur. (Değişik dördüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir..." 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır." 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur." 4483 sayılı Kanun'un "İtiraz" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir.........Verilen kararlar kesindir." 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Kuvvei cebriye imaline memur olanlar ve bilümum zabıta ve ihzar memurları memuriyetlerini icrada ve mafevkınde bulunan amirin emrini infazda kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalden başka surette bir kimse hakkında sui muameleye veya cismen eza verecek hale cür'et eder yahut ol kimseyi darp ve cerh eyler ise bir aydan üç seneye kadar hapis ve muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezalariyle cezalandırılır. Eğer işlediği cürüm bu fiillerin fevkınde ise o cürümlere terettüp eden cezaya üçte bir miktarı zammolunur. " 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şeklinde Hakkında Kanun'un "Yollamalar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. ... (3) Kasten yaralama suçunun; ...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle, e) Silahla, İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;...d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma....Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz. ..." 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.  (2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun; ...e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, ...Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır." Yargıtay Ceza Dairesi 21/1/2009 tarihli ve E.2008/15833, K.2009/405 sayılı kanun yararına bozma kararında, 765 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan suçun karşılığını oluşturan, 5237 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçunun 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma iznine tabi olmayacağını belirterek kanun yararına bozma istemini yerinde bulmuştur. B. Uluslararası Hukuk Göz yaşartıcı gaz kullanımı ile ilgili uluslararası belgeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) göz yaşartıcı gaz kullanılmasında kullandığı ilkeler Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 31-35) kararında, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiği iddialarının incelenmesinde kullandığı ilkeler ise Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 91-96) kararında yer almaktadır. AİHM, başvuruculara karşı fiziki güç kullanan kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin şikâyeti incelediği İşeri ve diğerleri/Türkiye (B. No: 29283/07, 9/10/2012, § 42) kararında 4483 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca soruşturma konusu fiilin soruşturma izni gereken bir suç olmadığına işaret edip daha önceki içtihatlarına da atıf yaparak idari makamlar tarafından yürütülen soruşturmanın bağımsız bir makam tarafından yürütülen bir soruşturma olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir (benzer yöndeki bir başka karar için bkz. Karahan/Türkiye, B. No: 11117/07, 25/3/2014, § 45).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15128
Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşleri sırasında kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanımı nedeniyle hayati tehlike doğacak şekilde yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir. 2014/9105 sayılı bireysel başvuru dosyası, konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/9113 sayılı dosya üzerinde birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ahmet Uyanık'ın babası olan murisi Baba Uyanık ve başvurucu Ayhan Kamacı'nın babası olan murisi Mehmet Kamacı aleyhine, 7/7/1988 tarihinde Karlıova Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9113
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tek kolu olmayan ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olan başvurucunun tutulduğu ceza infaz kurumunda yerine getiremediği öz bakım ihtiyaçlarını kendi başına yapmak zorunda kalması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucu 18/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca tedbiren infaz koşullarının iyileştirilmesini talep etmiştir. Komisyonunca 2/5/2016 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 7/6/2016 tarihinde tedbir talebi kabul edilerek başvurucunun sağlık durumuna ve fiziksel özelliklerine uygun koşullarda cezanın infaz edilmesi konusunda gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. A. Genel Bilgiler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun (kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 12/3/2013 tarihli kararıyla devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, kasten öldürme, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme, resmî belgede sahtecilik suçlarından iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile ayrıca toplamda 10 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş; verilen karar temyiz edilmesi sonucunda 18/3/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen müddetnameden başvurucunun 8/6/2006 tarihinden itibaren ceza infaz kurumunda bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, güvenlik güçleri tarafından yakalanmadan önce yakınında patlayan bir patlayıcı madde nedeniyle sağ kolunu dirsek seviyesinden kaybetmiştir. Başvurucu, cezasını Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz etmekte iken 18/2/2015 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) müracaat ederek tek kişilik odada cezasının infaz edilmesinin fiziksel durumu itibarıyla mümkün olmadığını, infazın iyileştirilmesi gerektiğini belirterek bu durumun sağlık kurulu raporuyla tespit edilmesini talep etmiştir. Sevk edildiği Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 24/3/2015 tarihli raporunda başvurucunun "günlük aktivitelerini yerine getirirken (giyinme, yıkanma vs.) yardıma ihtiyacı olduğu ve tüm ihtiyaçlarını tek başına karşılayamayacağı" tespitine yer verilmiştir. Başvurucu tarafından 7/7/2015 tarihinde söz konusu sağlık kurulu raporu da sunularak Savcılıktan yeniden infazın iyileştirilmesi talebinde bulunulmuştur. Başvurucu bu kez Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Söz konusu Hastanenin 10/9/2015 tarihli raporuyla başvurucunun -tek başına ihtiyacını gideremediğinden- tek başına ve tek kişilik odada kalamayacağı değerlendirilmiştir. Başvurucu 4/9/2015 tarihinde infaz koşullarının iyileştirilmesi talebini yinelemiştir. Savcılığın 8/9/2015 tarihli yazısıyla infaz edilen cezanın hükmünü veren Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinden başvurucunun talebinin değerlendirilmesi istenmiştir. Söz konusu Mahkeme tarafından yapılan 10/9/2015 tarihli değerlendirme sonucunda -talebin 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında cezanın infazının geri bırakılması kapsamında kaldığı ve bu konuda ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının görevli olduğu gerekçesiyle- karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Savcılık 13/10/2015 tarihli yazısıyla başvurucunun infazın iyileştirilmesi talebi konusunda karar verilmesini Diyarbakır İnfaz Hâkimliğinden (Hâkimlik) istemiştir. Hâkimlik 14/10/2015 tarihli kararıyla başvurucunun talebinin mahkeme kararının değiştirilmesi niteliğinde olduğunu ancak bu konuda yetkili ve görevli olmadığını belirterek talebi reddetmiştir. Hâkimliğin kararını itiraz üzerine inceleyen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, infazın ertelenmesine ilişkin kanuni düzenlemeye atıf yaparak başvurucunun talebi konusunda Savcılığın yetkili olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiş ve karar verilmek üzere Savcılığa gönderilmesi için dosyanın Hâkimliğe iadesine 5/11/2015 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Savcılık 16/11/2015 tarihinde başvurucunun infaz koşullarının iyileştirilmesi konusundaki talebini reddetmiştir. Verilen kararın ilgili kısmı şöyledir:"...infaz erteleme talebine konu ilamın incelenmesinde 'hükümlünün cezasının infazına hiçbir surette ara verilemediği, hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbi tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü Devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkum koğuşlarında uygulanır.' denilmekle, hakkında yasal olanak bulunmadığı anlaşılmakla talebinin REDDİNE... " Karar başvurucu vekiline 18/11/2015 tarihinde elden tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Cezanın İnfazına İlişkin Süreç ve Tutulmaya İlişkin Belgeler Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 3/6/2016 tarihli yazısına göre başvurucu, Kurumda tutulduğu süre içinde tek kişilik odalarda barındırılmış, güvenlik nedeniyle Bakanlığın emrine istinaden 18/2/2016 tarihinde Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir. İlgili yazıda bitişik hâldeki üç tek kişilik odanın birinde tutulan başvurucunun havalandırmaya yanında kalan bir kişi nezaretinde çıkarıldığı ve bu kişinin başvurucunun ihtiyaçlarını karşıladığı belirtilmiştir. Başvurucunun odasında tuvalet ve banyo bulunmakta, ayrıca odaya sabah ve akşam sıcak su verilmektedir. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 3/6/2016 tarihli Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne hitaben yazdığı yazısına göre başvurucu, Kurumda tutulmaya başlandığı 19/2/2016 tarihinden itibaren tek kişilik odada barındırılmış; sağlık sorunlarını gerekçe göstererek Cumhuriyet Başsavcılığından, İnfaz Hâkimliğinden veya kendilerinden herhangi bir talepte bulunmamıştır. Metris R Tipi Ceza İnfaz Kurumuna sevkinin uygun olup olmayacağına ilişkin resen başlatılan süreçte başvurucu, Silivri Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesinden sağlık kurulu raporu alınması için 3/5/2016 tarihli randevusuna kendi isteğiyle gitmek istememiş; Kurum tarafından 21/6/2016 tarihi için ikinci kez randevu alınmıştır. Söz konusu yazıda başvurucunun kişisel ihtiyaçlarını gideremediği için İnfaz Kurumu idaresinden herhangi bir talepte bulunmadığı, ayrıca başvurucunun tutulduğu odada banyo, tuvalet ve mutfak bulunduğu, odanın büyüklüğünün 22,5 m² olduğu belirtilmiştir. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı 7/3/2019 tarihli yazıda başvurucunun giriş işlemlerinin ardından B Blok koridor 12 numaralı üç kişilik odaya tek kişi olarak yerleştirildiği, 9/3/2016 tarihinde üç kişilik farklı bir odaya, aynı suç türünden tutuklu bulunan başka bir kişiyle, 26/4/2016 tarihinde ise başka bir üç kişilik odaya iki kişiyle konulduğu belirtilmiştir. Başvurucunun son tutulduğu odaya G.O. isimli bir hükümlünün -kendi talebi doğrultusunda- başvurucuya yaşamsal özel ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olması için yerleştirildiği, ayrıca odada bulunan tuvaletin klozete çevrildiği, banyo ve klozete tutunma demirleri monte edildiği vurgulanmıştır. İlgili yazıda hayatını tek başına idame ettiremeyenler için İnfaz Kurumunda özel oda bulunmadığı söylenmektedir. Yazıya göre İnfaz Kurumu bünyesinde görev yapan İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 7/6/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesinin tedbir kararı uyarınca başvurucunun kaldığı odanın fiziki yapısının, tuvalet, banyo vb. alanların sağlık durumuna göre yeniden gözden geçirilmesine, kişisel ihtiyaçlarının giderilmesi için yanına başka bir mahkûmun verilmesine karar vermiştir. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun 6/3/2016 ve 7/3/2019 tarihli yazılarında başvurucunun tutulma koşullarına ilişkin bilgilerin birbiriyle uyumlu olmadığı görüldüğünden durumun netleştirilmesi için Anayasa Mahkemesince İnfaz Kurumuna yeniden yazı yazılmıştır. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun 17/12/2019 tarihli cevap yazısında; başvurucunun giriş işlemlerinin yapılmasının ardından doğrudan B Blok koridor 12 numaralı üç kişilik odaya tek kişi olarak yerleştirildiği, daha sonra Diyarbakır Eğitim ve Araştırma ve Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanelerinin raporları gözönünde bulundurularak 9/3/2016 tarihinde hükümlü S.A. ile beraber B Blok koridor 14 numaralı üç kişilik odada iki kişi olarak tutulduğu belirtilmiştir. İlgili yazıya göre Ceza İnfaz Kurumunun B Blok kısmına toplu hükümlü/tutuklu sevki planlandığından başvurucu, üç kişilik C Blok koridor 24 numaralı odaya 26/4/2016 tarihinde tek kişi olarak konulmuştur. Bu odada bulunduğu süre içinde 26/4/2016 ile 3/6/2016 tarihleri arasında tek kişi, 3/6/2016 ile 22/7/2016 tarihleri arasında Anayasa Mahkemesinin 7/6/2016 tarihli tedbir kararına istinaden İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 2016/1238 sayılı kararı gereğince hükümlü G.O. ile beraber iki kişi, 22/7/2016 ile 4/8/2016 tarihleri arasında hükümlü A. ile beraber yine iki kişi olarak barındırılmıştır. Ayrıca yazıda yaşamsal özel ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olabilmesi için hükümlü G.O.nun başvurucunun kendi talebi doğrultusunda yanına verildiği, banyo ve tuvaletin fiziksel durumunda iyileştirmeye gidildiği, bu kapsamda odada bulunan tuvaletin klozete çevrilip banyo ve tuvalete tutunma demirleri monte edildiği söylenmiştir. Başvurucu güvenlik nedeniyle 4/8/2016 tarihinde Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir. Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 7/3/2019 tarihli yazısında başvurucunun Bakanlık emrine istinaden 4/8/2016 tarihinde Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünden kendi Kurumlarına nakledildiği, ilk girişten itibaren aynı suç grubundaki hükümlülerle birlikte tutulduğu, sevk edildiği 21/1/2017 tarihine kadar dört farklı odada barındırıldığı, 10/1/2017 tarihinde konulduğu son odasında tutunma aparatı olan klozet bulunduğu belirtilmiştir. Söz konusu Kurum bünyesinde görev yapan İdare ve Gözlem Kurulunun 7/6/2016 tarihli kararıyla (Söz konusu kararın 4/8/2016 tarihli olduğu görülmektedir.) başvurucunun Anayasa Mahkemesinin 7/6/2016 tarihli tedbir kararı uyarınca F Blok koridor F-7 numaralı (Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünde konulduğu ilk oda) odaya yerleştirilmesine karar verilmiştir. Maltepe 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı 7/3/2019 tarihli yazıda başvurucunun 21/1/2017 tarihinde Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan kapasite aşımı nedeniyle Kurumlarına nakledildiği, 2/4/2018 tarihinde resen Maltepe 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinin yapıldığı belirtilmiştir. Yazıda ayrıca başvurucunun tutulduğu süre içinde aynı suç türünden tutuklu/hükümlüler ile birlikte üç ayrı odada barındırıldığı, öz bakımı ve günlük ihtiyaçlarını yerine getirmekte zorlanması nedeniyle tek başına ayrı bir odada tutulmadığı belirtilmiştir. Tek başına hayatını idame ettiremeyenler için Kurumda özel oda bulunmadığı da vurgulanmıştır. Maltepe 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 7/3/2019 tarihli Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne hitaben yazdığı yazıda başvurucunun 21/1/2017 ila 2/4/2018 tarihlerinde Maltepe 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulduğu, daha sonra kendi kurumlarına nakledildiği ifade edilmiştir. Söz konusu yazıda başvurucunun tutulmasına ilişkin şu hususlara değinilmiştir:"...Ersan NAZLİER 2/4/2018 günü Maltepe 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan kurumumuza nakil gelmiş ve geldiği günden beri C-14 PKK Terör örgütü mensuplarının barındırıldığı koğuşta 28 kişilik terör örgütü hükümlüleri bulundurulduğu koğuşta kalmaktadır. ...Ersan NAZLİER kurumumuzda kaldığı süreler içeresinde bedensel engelli olduğuna dair öz bakımı ve günlük ihtiyaçları konusunda herhangi bir talebi olmamış ve ayrıca adli mercilere de talepte bulunmamış ancak kurumumuz tarafından kendisin engelli olduğundan koğuş ortamına verilmiş ve her zaman hastane-revir tedavi işlemleri için sevkleri sağlanılmıştır. Kalıcı bedensel engeli nedeniyle hayatını tek başına idame ettiremeyen ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlü olanlar için hasta koğuşlarımız bulunmakta ayrıca bedensel engeli olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlüler sağlık nedeniyle koğuşlarda barındırılmakta ve idare gözlem kurulu kararı alınıp, doktor raporu alınarak koğuşlarda barındırma işlemleri yapılmaktadır. Şuan itibariyle engelli hükümlü-tutuklulardan bu konuyla ilgili herhangi bir sıkıntı yaşandığına dair talep ya da şikayet gelmemiştir. Bulundukları koğuşlarda insan onuruna yaşabilecekleri ortam sağlanmakta, her koğuşta yıkanmaları adına 24 saat sıcak su, acil çağrı butonları, temiz yaşanabilecek bir ortam, hükümlü Ersan NAZLİER ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlü olmasına rağmen mevsimsel durumlara göre08:00-19:00 arası diğer hükümlüler gibi havalandırmadan yararlanmakta olmakla beraber barındırıldığı koğuşta gerektiği kadar banyo, tuvalet ve TV bulunmaktadır." Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün İnsan Hakları Daire Başkanlığına hitaben yazdığı 13/3/2019 tarihli yazıda başvurucunun tutulduğu ceza infaz kurumlarından bahsedilmiş, ayrıca tutulma sırasında öz bakımı ve günlük ihtiyaçları konusunda adli makamlardan veya infaz kurumlarından herhangi bir talebinin olmadığı belirtilmiştir. Yazıda; ceza infaz kurumu koşullarında hayatını tek başına idame ettiremeyeceği gözlemlenen hükümlülerin 5275 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca ceza tehir işlemlerinin resen başlatıldığı, tehiri uygun görülmeyenlerin sürekli gözlemlendiği, hastalığın ilerlemesi ve sağlık durumunun bozulması durumunda yeniden bu işlemlere başlandığı ifade edilmiştir. Söz konusu yazıda mevcut sağlık durumu nedeniyle öz bakımını yerine getiremeyen tüm hükümlü/tutukluların ihtiyaçlarını hasta bakıcıların yerine getirdiği, görevli hekimler ve sağlık personeli tarafından muayene ve tedavilerinin yapıldığı, sağlık kurulu raporuyla bir başkasının yardımına muhtaç olacak derecede ağır rahatsızlığı olduğunun tespit edildiği hâllerde rehabilitasyon tipi ceza infaz kurumlarına nakil işleminin yapıldığı ifade edilmiştir. Başvurucunun 11/10/2016 ve 25/10/2016 tarihli iki ayrı dilekçeyle rahatsızlığı sebebiyle hastaneye sevk edilmek istemediğini Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne ilettiği görülmüştür. A. Ulusal Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İnfaz hakimliklerinin görevleri şunlardır : Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikayetleri incelemek ve karara bağlamak...." 5275 sayılı Kanun'un "Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı rejimine ait esaslar aşağıda gösterilmiştir:a) Hükümlü, tek kişilik odada barındırılır.b) Hükümlüye, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır.c) Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hâle göre; hükümlünün, açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.d) Hükümlü, yaşadığı yerin olanak verdiği ve idare kurulunun uygun göreceği bir sanat veya meslek etkinliğini yürütebilir.e) Hükümlü, kurum idare kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve onbeş günde bir kez olmak üzere (f) bendinde gösterilen kişilere, süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir.f) Hükümlüyü; eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi, belirlenen gün, saat ve koşullar içerisinde onbeş günlük aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler.g) Hükümlü hiçbir suretle ceza infaz kurumu dışında çalıştırılamaz ve kendisine izin verilmez.h) Hükümlü, kurum iç yönetmeliğinde belirtilenlerin dışında herhangi bir spor ve iyileştirme faaliyetine katılamaz.ı) Hükümlünün cezasının infazına, hiçbir surette ara verilemez. Hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbî tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü Devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkûm koğuşlarında uygulanır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin maddesi şöyledir: “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, hükümlü ve tutukluların (mahpusların) Sözleşme'de yer alan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi kurumda güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda sahip olunan haklar sınırlanabilir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM, Sözleşme’nin maddesi çerçevesinde ceza infaz kurumunda tutulma koşullarını değerlendirirken başvurucular tarafından yapılan, somut olaylara ilişkin iddialarla birlikte koşulların bir bütün olarak gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (Dougoz/Yunanistan, B. No: 40907/98, 6/3/2001, § 46). Bu kapsamda önlemlerin şiddeti, amacı ve bireyler için sonuçları birlikte değerlendirilmelidir (Van der Ven/Hollanda, B. No: 50901/99, 4/2/2003, § 51). AİHM'e göre infazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahpusların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardım sağlanması da insan onuruna yakışır şartların sağlanması için gereklidir (Piechowicz/Polonya, B. No: 20071/07, 17/4/2012, § 162). AİHM'e göre bir kişiyi özgürlüğünden alıkoyan önlemler genel olarak elem verici ve onur kırıcı bir durum içermektedir. Ancak yüksek güvenlikli bir ceza infaz kurumunda tutulma, mahpuslar için tek başına kötü muamele yasağının ihlali olarak kabul edilemez. Kamu düzeninin sağlanması amacıyla bazı suçlardan ceza alanların veya tehlikeli mahkûmların yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında tutulmaları gerekebilir. Firarı engellemek, diğer mahkûmların huzur ve güvenliğini sağlamak amacı ile yapılacak bu tür düzenlemeler bazı mahkûmların diğer mahkûmlardan ayrılmasını ve sıkı kontrol altında tutulmasını öngörebilir (Piechowicz/Polonya, § 161; Ramirez Sanchez/Fransa [BD], B. No: 59450/00, 4/7/2006, §§ 80-82, 138; Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, §§ 42-54; Rohde/Danimarka, B. No: 69332/01, 21/7/2005, § 78; Van der Ven/Hollanda, §§ 26-31, 50; Csüllög/Macaristan, B. No: 30042/08, 7/6/2011, §§ 13-16). Ayrıca güvenliği sağlama, tutulan kişiyi diğer tutulanlardan koruma, devam eden yargılamada sanıkların hileli iş birliği yapmalarını veya tutulan kişinin dışarıdakilerle suç için iş birliği yapmalarını önleme gibi amaçlarla tek başına tutma tedbirinin uygulanması da mümkündür. Başka bir ifade ile sıkı güvenlik rejimine ilişkin bir tedbir olan tek başına tutma, kendiliğinden Sözleşme’nin maddesine aykırı bir müdahale sayılmaz (Van der Ven/Hollanda, § 50). Uzun süre başkalarından ayrı tutmanın Sözleşme’nin maddesi kapsamında bir ihlal oluşturup oluşturmayacağı değerlendirilirken olayın özel koşullarına, tedbirin şiddetine, süresine, izlenen amaca ve ilgili kişi üzerindeki etkilerine bakılması gerekir (Rohde/Danimarka, § 93). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). Bunlarla birlikte AİHM, Sözleşme'nin -tedavisi imkânsız bir hastalığa yakalanmış olsa da- tutulu bulunan bir kişinin sağlık nedenleriyle serbest bırakılması genel yükümlülüğünü üye devletlere yüklemediğini, bununla birlikte çok istisnai ve ciddi koşullarda, iyi bir ceza adaletinin gerçekleştirilmesi adına insani nitelikli birtakım tedbirlerin alınmasının gerekli olduğu durumların ortaya çıkmasının mümkün olduğunu kabul etmektedir. AİHM'e göre kişilerin klinik tablosu özgürlükten yoksun bırakılmayı gerektiren infaz şekillerinde dikkate alınması gereken unsurlardan birini oluşturmaktadır. Bu husus özellikle ölümcül hastalığa yakalanmış kişiler veya sağlık durumu ceza infaz kurumu koşullarında sürekli şekilde tutulması olanaksız hale gelen kişilerin tutulmaları ile ilgili durumlarda geçerlidir (Gülay Çetin/Türkiye, B. No: 44084/10, 5/3/2013, § 102).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19917
Başvuru, tek kolu olmayan ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olan başvurucunun tutulduğu ceza infaz kurumunda yerine getiremediği öz bakım ihtiyaçlarını kendi başına yapmak zorunda kalması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 13/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 14/9/2018 tarihinde başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işlemin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. Kayseri Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için açılan davanın sınır dışı etme kararının uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 30/11/2018 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26567
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklamanın hukuka aykırı olması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma dosyasında gizlilik kararı verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturması kapsamında27/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Belirlenemeyen bir tarihte 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Başvurucu 2/9/2016 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin üzerine atılı FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçundan; atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı, atılı suçun yasada öngörülen cezasının üst sınırı, kaçma ve delilleri karartma şüphesi nazara alındığında bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından CMK 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüphelinin tutuklanmasına [karar verildi]." Başvurucu bu karara itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 21/9/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 14/10/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/2/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüş; başvurucunun 11/8/2014 tarihinde ByLock programını yüklediği belirtilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 1/3/2017 tarihinde, Ankara mahkemelerinin yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi de 22/5/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Yetki uyuşmazlığı üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 2/10/2017 tarihli kararıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili olduğuna karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 30/11/2018 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Kullanımında olan GSM hattı ile FETÖ/PDY örgütü mensuplarınca kullanılan ve örgüt mensubu olmayanlarca kullanılması mümkün görülmeyen Bylock programını kullandığı, sanığın örgütsel bilinçle Digitürk aboneliğini sonlandırdığı, örgüt liderinin talimatı ile Bankasya isimli bankada işlem gerçekleştirdiği, sanığın Deniz Kuvvetleri Mahrem yapılanması içerisinde yer aldığı, örgüt içerisinde 'Sami' kod adını kullandığı ve tüm dosya kapsamına göre sanığın örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk ettiği,örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girdiği, örgütle organik bağ kurup örgüt üyesi sıfatına haiz olduğu anlaşılmıştır." Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 2/7/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. İstinaf mahkemesi kararına karşı temyiz yoluna başvurulmuş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Metin Evecen, B. No: 2017/744, 4/4/2018, §§ 31-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/76720
Başvuru, tutuklamanın hukuka aykırı olması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma dosyasında gizlilik kararı verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/20721
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1