text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, disiplin cezasına karşı infaz hâkimliğine yapılan şikâyette hâkim tarafından sözlü savunma alınmadan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru konusu olayların geçtiği tarihte terör örgütüne üye olma suçundan aldığı cezanın infazı kapsamında Van Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun bulunduğu İnfaz Kurumunda 6/1/2017 tarihinde genel arama yapılmış; başvurucunun kaldığı odada Kurum kantininden satın alınan ve başvurucuya ait olan tıraş bıçağının içindeki jiletin çıkarıldığı, kesici alet hâline getirildiği tespit edilerek başvurucu hakkında tutanak düzenlenmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) 9/1/2017 tarihinde disiplin soruşturması başlatmıştır. Başvurucu; bu kapsamda Disiplin Kurulunca alınan sözlü beyanında, Kurum kantininden aldığı tıraş bıçağını idareye dilekçe verirken kullandıkları A4 boyutlu kâğıtları A5 boyutuna getirmek için kesici alet hâline getirdiğini, farklı bir amacının olmadığını beyan etmiştir. Tanık olarak dinlenen idare memuru A.H.Ş., tıraş bıçağının sökülerek jilet hâline getirildiğini başvurucunun kaldığı odada yapılan genel arama sırasında tespit ettiğini, durumu idare memuru H.Ç.ye bildirdiğini, başvurucuya jiletin kime ait olduğunu sorduklarında başvurucunun kendisine ait oluğunu ifade ettiğini, sonrasında jilete el konulduğunu belirtmiştir. İdare memuru H.Ç. de benzer yönde beyanda bulunmuştur. Disiplin Kurulu 19/1/2017 tarihli ve 2017/43 sayılı kararında, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (j) bendinde düzenlenen ''idarece verilen eşya ve benzeri şeyleri kötü kullanmak'' eyleminden dolayı başvurucuya kınama cezası verilmesi gerektiğini belirterek başvurucunun iyi hâlli olmaması nedeniyle aynı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince, bir üst ceza olan bir ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara karşı Van İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. 30/1/2017 tarihli dilekçesinde, Disiplin Kurulu kararına karşı sözlü savunma yapmak istediğini belirtmiştir. Hâkimlik 10/2/2017 tarihli kararıyla, başvurucunun Disiplin Kurulu kararına karşı itirazını başvurucunun eyleminin müeyyidesi konusunda herhangi bir hatanın olmadığı, yaptırımın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu; duruşma salonunda sözlü ifade vermek istediğini, Mahkemenin kendisini ve tanıkları dinlemediğini, eksik inceleme ile karar verdiğini, savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürerek karara itiraz etmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz 1/3/2017 tarihinde Van Ağır Ceza Mahkemesince İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 5/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Bu kanun, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlere yönelik şikâyetleri incelemek, karara bağlamak ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere kurulan infaz hâkimliklerine ilişkin hükümleri kapsar." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır:... Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak...." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır.(Ek cümleler: 22/7/2010 - 6008/5 md.)Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekâletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir." 4675 sayılı Kanun'un maddesine 22/7/2010 tarihli ve 6008 sayılı Kanun'un maddesi ile getirilen ek cümlenin gerekçesi şöyledir:''İnfaz Hakimliği Kanununun 6 ncı maddesinde, şikayet üzerine infaz hakiminin yapacağı işlemler ve verebileceği kararlar düzenlenmiştir. Buna göre, infaz hakimi duruşma yapmaksızın dosya üzerinde yaptığı incelemeden sonra karar vermektedir. Disiplin cezalarına karşı yapılan şikayet başvuruları da aynı usulle incelenmekte ve sonuçlandırılmaktadır. Bu hüküm ve uygulamalar, savunma hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle eleştirilmektedir.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının kapsam ve mahiyeti dikkate alınarak, hükümlü veya tutuklulara verilen disiplin cezalarına karşı yapılan şikayet başvurularında infaz hakiminin, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan sonra karar vermesini sağlamak amacıyla değişiklik yapılması öngörülmektedir. Ayrıca, hükümlü veya tutuklunun, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla da savunmasını yapabilmesi yönünde imkan getirilmektedir. Diğer yandan, infaz hakiminin, gerek görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda alabilmesine imkan tanınmaktadır.'' 5275 sayılı Kanun'un "Kınama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kınama cezası, hükümlüye eyleminin kötü niteliğinin ve uygunsuzluğunun açıklanması ve tekrarı durumunda doğuracağı sonuçlara dikkatinin çekilmesidir. (2) Kınama cezasını gerektiren eylemler şunlardır:...j) İdarece verilen eşya ve benzeri şeyleri kötü kullanmak..." 5275 sayılı Kanun’un "Disiplin cezasını gerektiren eylemlerin tekrarı, disiplin cezalarının infazı ve kaldırılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...(2) Bir eylemden dolayı verilen disiplin cezası kesinleştikten sonra bu cezanın infazıtamamlanıp kaldırılması için dördüncü fıkrada belirtilen süreler geçinceye kadar yeniden disiplin cezasını gerektiren bir eylemde bulunan hükümlü hakkında, her defasında bir üst ceza uygulanır.(2)..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre duruşma yapmamayı haklı gösteren istisnai durumlar olmadığı sürece ilk derece mahkemesi önündeki yargılamalarda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrası kamuya açık duruşma hakkı beraberinde duruşma isteme hakkını da gerektirir (Hakansson ve Sturesson/İsveç, B. No: 11855/85, 21/2/1990, § 64). AİHM sözlü yargılanma hakkı ile ilgili yaptığı tespitlerde Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilen aleni duruşma hakkının sözlü yargılama hakkını da içerdiğini ancak yargılamada duruşma yapma yükümlülüğünün mutlak olmadığını ve ilgili tarafın bu hakkından feragat ettiği veya kamu yararının gerektirdiği durumlarda duruşma yapılmayabileceğini kabul etmiştir (Elo/Finlandiya, B. No: 30742/02, 26/9/2006, § 34; Lundevall/İsveç, B. No: 38629/97, 12/11/2002, § 34). AİHM'e göre ikinci ve üçüncü derecedeki yargılamalarda duruşma yapılmaması ancak ilk derece yargılamasında duruşma yapılması koşuluyla haklı görülebilir. AİHM duruşma yapılmamasını haklı kılan istisnai koşullar olmadığı sürece Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının en azından ilk derece mahkemesi huzurundaki davalarda bir kez duruşma yapılması hakkını sağlayacağını belirtmiştir (Döry/İsveç, B. No: 8394/95, 12/11/2002, § 39; Salomonsson/İsveç, B. No: 38978/97, 12/11/2002, § 39). AİHM, bir yargılamada duruşma yapılmamasını haklı kılabilecek istisnai nedenleri tespit ederken ulusal mahkemeler önündeki davanın niteliğinin gözönünde bulundurulması gerektiğini vurgulamıştır (Miller/İsveç, B. No: 55853/00, 8/2/2005, § 29; Elo/Finlandiya, § 29). Bu bağlamda davanın yazılı beyan ve belgelere dayalı olarak çözülebilecek nitelikte olması, diğer bir deyişle dosya üzerinden çözülemeyecek herhangi bir maddi veya hukuki uyuşmazlığın bulunmaması ya da uyuşmazlığın sınırlı konular içermesi veya karmaşık olmaması durumlarında duruşmanın gerekli olmayabileceği belirtilmiştir (Jussila/Finlandiya [BD] B. No: 73053/01, 23/11/2006, § 29; Salomosson/İsveç, § 34; Allan Jacopsson/İsveç (No. 2), B. No: 16970/90, 19/1998, § 49; Varela Assalino/Portekiz (k.k.), B. No: 64336/01, 25/4/2002). AİHM; özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya olgularla ilgili hiçbir tartışma bulunmayan oldukça teknik davalar ile mahkemelerin tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini açıklamıştır (Jussila/Finlandiya, § 41; Döry/İsveç, B. No: 28394/95, 12/11/2002, §§ 37-45; Mehmet Emin Şimşek/Türkiye, B. No: 5488/05, 28/2/2012, § 30). Schuler-Zgraggen/İsviçre (B. No: 14518/89, 24/6/1993, § 58) başvurusunda başvurucu; sosyal güvenlik hakkından yararlandırılmaması nedeniyle açtığı davada, Federal Sigorta Mahkemesinin duruşma yapmaksızın yargılamayı sonuçlandırdığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. AİHM bu tür davalarda yargılamaların genellikle duruşmasız yapıldığını, davanın teknik nitelikte ve yazılı belgelere göre yürütülebildiğini ve çözümünün tıbbi delillere dayandığını belirterek duruşma yapılmamasının adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmayacağını belirtmiştir. Bununla birlikte AİHM, başvurucunun iddiası davanın çözümü için sözlü duruşmaya ihtiyaç duyulacak nitelikte bir olgu içeriyorsa veya başvurucuya kişisel durumunu duruşmada açıklama hakkı verilmesinin davanın çözümüne, adaletin doğru tecelli etmesine etki edeceği anlaşılıyorsa duruşma yapılmasının gerekli olduğunu kararlarında ifade etmiştir (Apaydın/Türkiye, B. No: 502/03, 12/2/2008, § 37; Fredin/İsveç (No. 2), B. No: 18928/91, 23/2/1994, § 22). Göç/Türkiye ([BD]B. No: 36590/97, 11/7/2002) başvurusunda başvurucu, bir ceza soruşturması kapsamında Cumhuriyet savcılığı tarafından gözaltına alınmış; iki gün sonra serbest bırakılmıştır. Savcılık bir süre sonra takipsizlik kararı vermiştir. Başvurucu haksız yere gözaltına alındığını belirterek devlet aleyhine ağır ceza mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme, üyelerden birini naip hâkim olarak atamış; naip hâkim, başvurucu ile ilgili kişisel bilgileri toplayarak raporunu mahkemeye sunmuştur. Mahkeme, duruşma yapmadan başvurucu lehine tazminata hükmetmiştir. Karar, Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu; yargılamanın hiçbir aşamasında duruşma yapılmadığını, kendisine dava ile ilgili beyanlarını sözlü olarak açıklama fırsatı verilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir (aynı kararda bkz. § 51). AİHM somut davanın -her ne kadar yargılama ceza mahkemesince yürütülüyor ise de- niteliği itibarıyla hukuk davası olduğunu belirterek yukarıda açıklanan ilkeleri tekrarlamış, başvuruyu özellikle ilk derece mahkemesi önündeki yargılama açısından sözlü duruşma yapılmamasını haklı kılabilecek istisnai koşulların bulunup bulunmadığı hususu ile ilgili olarak incelemiştir. AİHM; başvuru konusu davada tazminat miktarının belirlenmesinde başvurucunun yaşadığı olay nedeniyle çektiği sıkıntı, endişe ve manevi zararlarını sözlü olarak mahkemeye ifade etmesi hususunda başvurucuya fırsat tanınması gerektiğini, uyuşmazlığın teknik nitelikte olmadığını ve yalnızca dava dosyasındaki yazılı belgelere dayanılarak sonuçlandırılamayacağını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği kanaatine varmıştır. Gülmez/Türkiye (B. No: 16330/02, 20/52008, §§ 27-34) kararında başvurucu; ceza infaz kurumunda çeşitli disiplin soruşturmaları kapsamında yaklaşık bir yıl boyunca ziyaretçi kabul etme hakkını kısıtlayan disiplin cezaları aldığını, kendisine uygulanan disiplin yaptırımlarının keyfî olduğunu, yerel makamlar huzurunda bizzat savunma hakkından mahrum bırakıldığını, duruşma yapılmaksızın, dava dosyasına dayanılarak karar verildiğini, söz konusu disiplin kovuşturması sırasında adil bir şekilde yargılanmadığını ileri sürmüştür. AİHM mahkemelerin açık duruşma yapmasının Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında öngörülen temel bir ilke olduğunu, duruşmaların açık olarak görülmesinin davacıları adaletin kamu denetimine kapalı olarak gizli bir şekilde incelemesinden koruduğunu, bunun mahkemelere güven duyulmasını sağlamanın yollarından biri olduğunu, umuma açık olmanın adaletin işleyişini şeffaf hâle getirerek Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının amacının özellikle de Sözleşme’ye göre demokratik bir toplumun temel ilkelerinden biri olan adil yargılanma ilkesinin gerçekleşmesine katkıda bulunduğunu ifade etmiştir. AİHM, disiplin suçlarıyla isnat edilen mahkûmların kendilerini bizzat veya avukatları aracılığıyla savunmalarına izin verilmesi gerektiğini ifade eden Avrupa Cezaevi Kurallarının 59 (c) maddesine atıfta bulunarak savunması alınmadan hükümlü hakkında disiplin cezası uygulanamayacağını vurgulamıştır. AİHM sonuç olarak başvuranla ilgili yargılamada duruşma yapılmadığını, infaz hâkimi ile ağır ceza mahkemesinin dava dosyasında yer alan belgelere dayanarak karar aldıklarını, başvurucunun savunmalarının yalnızca çeşitli cezalar uygulayan disiplin kurulu önünde dikkate alındığını belirtmiştir. AİHM'e göre disiplin itirazlarını sonuca bağlayan yerel mahkemeler huzurunda başvurucuya kendini savunma imkânı tanınmadığından başvurucunun aleyhinde yürütülen yargılamayı etkili bir şekilde takip edememiştir. AİHM bu gerekçeyle Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. AİHM açıkladığı ilkeler doğrultusunda bazı başvurular hakkında kabul edilemezlik kararları vermiştir. Jussila/Finlandiya başvurusunda AİHM, Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında aleni yargılama hakkının tanınmasının zorunlu olarak sözlü yargılama hakkını da içerdiğini, bununla birlikte Sözleşme’nin bu maddesinde yer alan söz konusu yükümlülüğün mutlak olmadığını belirterek yazılı belgeler çerçevesinde sonuca ulaşılmasının mümkün olduğu davada sözlü bir duruşmanın gerekli olmadığına karar vermiştir. Speil/Avusturya ((k.k.), B. No: 42057/98, 5/9/2002) kararına konu olayda kendi mülkünde içki fabrikası işleten başvurucu, fabrikaya ait atık su sisteminin şehir kanalizasyonuna bağlanmasına ilişkin idari işlemin iptali talebiyle açtığı davada duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. AİHM, idare mahkemesinin başvurucunun davasının esasını inceleyen ilk ve tek mahkeme olduğunu ve başvurucunun yargılama sırasında duruşma yapılmasını açıkça talep ettiğini ancak olguların tartışılmadığı ve karmaşık nitelikte olmayan uyuşmazlıklarda sözlü duruşmaya gerek olmayabileceğini, başvuru konusu davanın bu özellikte olduğunu belirterek başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Pákozdi/Hungary (B. No: 51269/07, 25/11/2014) davasında ise bu içtihada yeni bir yorum getirilmiş, duruşmada kanıtların inandırıcılığı ve güvenirliliği belirleyici olduğunda duruşma yapılmasının genellikle uygun olacağı belirtilmiştir. AİHM; bir duruşmayı gerektiren güvenilirlik konularının veya tartışmaya açık olayların olmadığı, mahkemelerin adil ve makul bir şekilde dosya üzerinden davaya ilişkin karar verebileceği (Dörty/İsveç, B. No: 28394/95, 12/11/2002, § 37; Saccoccia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008, § 73) sınırlı kapsamda, tamamen hukuki konuların (Allan Jacobsson/isveç (No. 2), B. No: 16970/90, 19/2/1998, § 49; Mehmet Emin Şimşek/Türkiye, B. No: 5488/05, 28/2/2012, §§ 29-31) veya özel bir karmaşıklığı bulunmayan hukuki yönlerin ileri sürüldüğü davalarda (Varela Assalino/Portekiz (k.k.), B. No: 64336/01, 25/4/2002; Speil/Avusturya) davanın oldukça teknik konuları ilgilendirdiği gibi durumları istisnai koşullar olarak değerlendirerek duruşma yapılmasından vazgeçilebileceğini belirtmiştir (Ramos Nunes de Carvalho e Sa/Portekiz, B. No: 55391/13, 6/11/2018, §§ 91-190). Buna karşın AİHM merciler tarafından olayların doğru bir şekilde tespit edilip edilmediğini değerlendirme ihtiyacının olduğu (Malhous/Çek Cumhuriyeti [BD], B. No: 33071/96, 12/7/2001, § 60), koşulların mahkemenin davacılara kendi adlarına veya bir temsilci yoluyla kişisel durumlarını açıklama hakkı vererek onlara dair kendi izlenimini oluşturmasını gerektirdiği (Göç/Türkiye, § 51; Miller, § 34; Andersson/İsveç, B. No: 17202/04, 7/12/2010, § 57), mahkemenin -diğerlerinin yanında- bir duruşma aracılığıyla belirli noktalara ilişkin açıklama elde etme ihtiyacı olduğu (Fredinl/İsveç (No. 2), 23/2/1994, § 22, A Serisi No. 283-A; Lundevall/İsveç, B. No: 38629/97, 12/11/2002, § 39) durumlarda duruşma yapılmasının gerekli olduğuna karar vermiştir. AİHM'in içtihadında teyit ettiği üzere sözlü duruşmadan vazgeçmeyi haklı kılan koşullar, esas olarak bu tür durumların sıklığına değil yetkili ulusal mahkeme tarafından karar verilecek konuların niteliğine bağlıdır. Bu, sözlü bir duruşma yapmayı reddetmenin sadece nadir durumlarda haklı gösterilebileceği anlamına gelmemektedir. maddede yer alan ve kapsamlı olan adillik ilkesi, her zaman olduğu gibi temel olarak dikkate alınması gereken bir husustur (Jussila/Finlandiya, § 42). Ayrıca AİHM, önceden daha düşük dereceli bir yargı mercii önünde duruşma yapılmamasının -ihtilafın unsurlarını ve hukukunu incelemek üzere tam yargı yetkisi olduğu müddetçe- temyiz mahkemesi tarafından telafi edilebileceğine karar vermiştir (Ramos Nunes de Carbalho e Sa/Portekiz, § 192). Son olarak AİHM, ceza infaz kurumu bağlamına ilişkin yargılamalar kapsamında ilgili mercilerin önüne gelebilecek çeşitli konuları ele almak amacıyla basitleştirilmiş usuller tesis etmek için pratik gerekçelerin ve politika gerekçelerinin olabileceğini kabul etmektedir. AİHM ayrıca basitleştirilmiş bir usulün Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca güvence altına alındığı üzere adil yargılanma ilkelerine uyması şartıyla yazılı yargılamalar yoluyla yürütülebileceğini gözardı etmemektedir (Pönka/Estonya, B. No: 64160/11, 8/11/2016, § 30). Bununla birlikte böylesi bir usul kapsamında bile mahkemenin başvuruyu reddedebilmesine ve özel olarak duruşma yapabilmesine rağmen tarafların en azından kamuya açık duruşma imkânının olması gerekmektedir (Martinie/Fransa [BD], B. No: 58675/00, 12/4/2006, § 42). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında REC (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararlarının disiplin suçu işlediği öne sürülen hükümlü ve tutuklulara dair maddesi şöyledir:''a. Kendilerine isnat edilen suçlamaların mahiyeti hakkında anlayacakları bir dilde veayrıntılı olarak bilgilendirilmelidir;b. Savunmalarını hazırlayabilmeleri için yeterli zaman ve imkanlara sahip olmalıdırlar;c. Savunmalarını bizzat kendilerinin yapmasına ya da adaletin yararı bunu gerektiriyorsa hukuki bir yardım alarak yapmalarına izin verilmelidir;d. Tanık dinlenmesini istemelerine ve onları dinlemelerine, ya da kendileri adınadinlenmelerine izin verilmelidir; e. Soruşturma esnasında kullanılan dili anlayamıyor veya konuşamıyorsa bir çevirmenin yardımından ücretsiz olarak yararlanmalıdır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20526 | Başvuru, disiplin cezasına karşı infaz hâkimliğine yapılan şikâyette hâkim tarafından sözlü savunma alınmadan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılan başvurucunun kendisini ziyarete gelen aile fertleriyle toplu şekilde görüştürülmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyleolaylar özetle şöyledir: Başvurucu, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçundan dolayı (Kapatılan) İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin 29/11/2002 tarihli kararı ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu 3/9/2013 tarihinde İnfaz Hâkimliğine müracaat ederek ziyaretçileriyle toplu şekilde görüşmeyi talep etmiştir. Başvurucu dilekçesinde, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un ve maddelerinde ağırlaştırılmış müebbet cezasına hükümlü olanların ziyaretlerinde "Tek tek görüşme yapılır." şeklinde bir ibarenin bulunmadığı dayanak olarak gösterilmiştir. Kocaeli İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 11/10/2013 tarihli kararıyla başvurucunun talebini reddetmiştir. Ret gerekçesi şu şekildedir:"Konu hükümlü ve tutukluların ziyaret edilmeleri hakkındaki yönetmelikte düzenlenmiştir. Yönetmeliğin maddesine göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlü olanlar, 15 günde 1ve günde 1 saati geçmemek suretiyle,ziyaretçiler teker teker içeri alınarak görüşebilirler. Bu yönetmelik 5275 sayılı yasa uyarınca düzenlenmiş bir yönetmeliktir. Bu itibarla cezaevi idaresinin uygulaması uygun görülmüş ve talebin reddine karar verilmiştir." Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 25/11/2013 tarihli kararıyla İnfaz Hâkimliği kararının gerekçesi yerinde görülerek anılan karara yapılan itiraz reddedilmiştir. Nihai karar 11/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 10/1/2014 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Başvurucu, 6/3/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçe ile bireysel başvurusundan feragat ettiğini beyan etmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/621 | Başvuru, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılan başvurucunun kendisini ziyarete gelen aile fertleriyle toplu şekilde görüştürülmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya ait bir dokümanın başvurucudan alınmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; başvuru tarihinde, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçundan Erzincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Ceza İnfaz Kurumunda başvurucuya ait olan ve "Derlemeler 1-2" başlığını taşıyan 757 sayfalık bir doküman ele geçirilmiştir. Dokümanın ne şekilde ele geçtiği konusunda bir bilgi bulunmamaktadır. Söz konusu doküman Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) tarafından incelenmiştir. Eğitim Kurulu, incelemesinin sonucunda 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince kurum güvenliğini tehlikeye düşüren yayınların hükümlülere verilmeyeceğini, başvurucuda ele geçen dokümanın kurum güvenliğini tehlikeye sokacak içerik barındırdığını belirtmiş; söz konusu dokümanı başvurucudan almıştır. Başvurucu, Eğitim Kurulu kararına karşı Erzincan İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik 27/4/2017 tarihli kararıyla Eğitim Kurulu kararındaki gerekçeye benzer bir tespit yaparak şikâyeti reddetmiştir. Başvurucu, Hâkimlik kararına karşı 2/5/2017 tarihinde itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi, Hâkimlik kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir." 5275 sayılı Kanun'un "Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin olay tarihindeki hâli şöyledir: "(1) Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.(2) Resmî kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar, hükümlülere ücretsiz olarak ve serbestçe verilir. Eğitim ve öğretimine devam eden hükümlülerin ders kitapları denetime tâbi tutulamaz. (3) Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez." Tüzük'ün "Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: "(3) Eğitim kurulunca, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsadığı tespit edilen yayın hükümlüye verilmez. " 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Süreli veya süresiz yayınlar ile kitaplar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.Resmî kurumlar, üniversiteler, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıflar ve kamu yararına çalışan dernekler tarafından çıkartılan gazete, kitap ve basılı yayınlar, hükümlülere ücretsiz olarak ve serbestçe verilir. Eğitim ve öğretimine devam eden hükümlülerin ders kitapları denetime tâbi tutulamaz.Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Günana ve Diğerleri/Türkiye (B. No: 70934/10, 6560/11, 23599/12, 39367/12 ve 66687/12, 20/11/2018) kararında, farklı ceza infaz kurumlarında bulunan başvurucularda arama sonucunda ya da ziyaret sırasında ziyaretçiye verilirken ele geçen bazı dokümanlara el konulmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasını incelemiştir. İnceleme konusu olayda AİHM, öncelikle ifade özgürlüğüne bir müdahalenin varlığını kabul etmiş; daha sonra ise söz konusu müdahalenin kanuni bir temeli ile meşru bir amacının olması ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir nitelik taşıması gerektiğini belirtmiştir (Günana ve Diğerleri/Türkiye, §§ 60-62). Bu açıklama sonrasında AİHM, müdahalenin kanuni bir temeli olup olmadığını incelemiştir. AİHM söz konusu kararda öncelikle ceza infaz kurumu idarelerinin, kararlarını desteklemek için farklı yasal dayanaklar ileri sürdüklerini tespit etmiştir. Daha sonra AİHM, dayanılan 5275 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ile Tüzük’ün ve maddelerinin somut olayda olduğu gibi bir ziyaretçiye el yazısı doküman verilmesi ya da hücrelerinde yapılan aramalar sırasında hükümlülerin el yazısı dokümanlarına el konulması ile ilgili olmayıp mektup, faks ve telgrafları alması ve göndermesiyle ilgili olduğunu belirtmiştir. Bunun yanında AİHM, yasal dayanak olarak ileri sürülen Tüzük’ün cezaların infazı ve hükümlülerin eğitiminde gözetlenen temel ilkeler ile ilgili olan maddesinin ikinci fıkrası ile 104 ve maddelerinin ve Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 24 Kasım 2010 tarihli Genelgesi'nin de hükümlüye ait el yazısı bir dokümana herhangi bir koşul altında el konulmasını öngörmediğini ifade etmiştir. Söz konusu açıklamalar sonrasında AİHM, ihtilaf konusu müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ikinci fıkrası anlamında kanunla öngörülmediği sonucuna varmıştır (Günana ve Diğerleri/Türkiye, §§ 65-68). Bu değerlendirmeler sonrasında AİHM, somut olayda ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27380 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya ait bir dokümanın başvurucudan alınmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; yapı kullanma izni bulunmayan, ticari amaçla kullanılan ve izinsiz patlayıcı madde üretimi yapılan binada meydana gelen patlama sonucu yirmi bir kişinin ölmesi, çok sayıda kişinin yaralanması, olay nedeniyle başlatılan ceza soruşturmasında bir kamu görevlisi hakkında zamanaşımından düşme, diğer bazı kamu görevlileri hakkında da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2018/5138, 2018/5158, 2018/5178, 2018/5188, 2018/5367, 2018/5387, 2018/5499, 2018/6014, 2018/7045, 2019/27295, 2019/27805 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/5075 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2018/5075 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İstanbul'un Zeytinburnu ilçesi Maltepe Mahallesi sınırları içinde yer alan ve ticari amaçla kullanılan binanın üçüncü katındaki S.B.ye ait işyerinde 31/1/2008 tarihinde saat 30 sıralarında patlama meydana gelmiştir. Patlamadan tüm bina ve etrafında bulunan yapılar ciddi zarar oluşacak biçimde etkilenmiştir. Patlama sonucu S.B.nin ve başvurucuların yakınlarının da aralarında olduğu 21 kişi hayatını kaybetmiş, 115 kişi yaralanmış ve büyük çapta maddi hasar meydana gelmiştir. Patlama sonrası itfaiye ekipleri saat 38'de müdahalede bulunmuş ve olay yerinde çıkan yangın saat 30'da tamamen söndürülmüştür.Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi tarafından 2008 yılının Şubat ve Mart aylarında düzenlenen otopsi raporlarına göre vefat eden kişiler, binada meydana gelen patlamaya bağlı olarak gerçekleşen genel beden travması (beyin kanaması, doku harabiyeti, iç kanama, büyük damar yırtılması vb.) nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Patlamanın meydana geldiği binanın bodrum ve çekme katı dâhil altı katlı olduğu, inşaatına 1988 yılında başlandığı, inşaatın 1992 yılında tamamlandığı, yapı izin belgesinin (ruhsat) 1990 yılında Zeytinburnu Belediye Başkanlığı (Belediye) tarafından düzenlendiği, binanın yapı kullanma izin (iskân) belgesinin, itfaiye onay belgesinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Patlamanın meydana geldiği işyerinin sahibi S.B. bağımsız bölümün kiracısı olup asıl mülk sahibi Res.K. ve Rem.K.dır. Meydana gelen patlamaya ilişkin olarak Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 2008/10357 sayılı dosya üzerinden soruşturma başlatmıştır. Patlamanın akabinde olay yerinden toplanan numuneler (metal çubuk, plastik malzeme, toz karışım, karton) Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarları Dairesi Başkanlığına getirilmiş ve numuneler üzerinde yapılan inceleme sonucu 12/2/2008 tarihli ekspertiz raporu düzenlenmiştir. Patlama merkezinden elde edilen maddelerin ne olduğuna ilişkin tespitlere yer verilen raporda; numunelerin baryum nitrat, potasyum klorat, stronsiyum karbonat, kükürt, sodyum nitrat, klor, magnezyum gibi kimyasal bileşenler içeren ve eğlence amaçlı kullanılan, patlayıcı özellikte olan moon stars, silver meşale (meşale, oyuncak tabanca, yıldız saçan vb.) gibi piroteknik malzemeler olduğu ifade edilmiştir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı tarafından patlamaya ilişkin olarak düzenlenen 13/2/2008 tarihli raporda "mahalde kaçak imal edilmekte olan piroteknik ürünlerin ısınmak amaçlı kullanılan elektrikli ısıtıcılar ile kontrol dışı ısınıp tutuştuğu ve imalat için hazırlandığı tahmin edilen bir miktar karışımı patlattığı, bu patlamanın oluşturduğu yüksek ısı sebebiyle ikinci büyük patlamanın meydana geldiği" tespitine yer verilmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen 19/2/2008 tarihli inceleme raporunda ise öncelikle patlamada vefat eden yirmi bir kişinin kimlik bilgilerine ve patlamanın meydana geldiği yerden alınan kimyasal maddelere ilişkin -yukarıda yer verilenlere koşut- tespitlere yer verilmiştir. İki bomba uzmanı tarafından yapılan belirlemelere yer verilen raporun sonuç kısmında patlamanın meydana geldiği yerden elde edilen maddelerin maytap, meşale, yıldızsaçan gibi eğlence/gösteri amaçlı ürünlerin yapımında kullanılan kimyasal bileşenler olduğu, patlamanın bu kimyasal madde bileşenlerinin infilak etmesi sonucu meydana geldiği, söz konusu maddelerin canlılar üzerinde öldürücü, yaralayıcı etkilerinin bulunduğu ifade edilmiştir. Ayrıca olay yerinden alınan numuneler İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Metalurji Fakültesi tarafından incelenmiş ve bu inceleme sonucu düzenlenen 17/3/2008 tarihli raporda numunelerin kuvvetli oksitleyici, toksik ve patlayıcı özellikte olduğu, hazım ve solunum yoluyla alındıklarında dahi hayati tehlike oluşturabileceği, bu tür kimyasalların temininde, kullanılmasında, taşınmasında ve imhasında özel tedbirlerin alınmasının zorunlu olduğu ifade edilmiştir. Soruşturma sürecinde (olayın hemen ardından) S.B.ye ait işyerinde çalışmış olan Ö.T. ve H.A.nın kolluk kuvvetleri tarafından ifadeleri alınmıştır. Söz konusu ifadelerde öz olarak işyerinde izinsiz olarak eğlence amaçlı maytap, torpil, meşale ve plastik oyuncak üretimi yapıldığı, çalışanların sigortasız olduğu, işyerinin beş yıldır faaliyette olduğu, Belediyenin işyerine patlayıcı madde imalatı için ruhsat vermediği, üretimde kullanılan kimyasalların temini ve satışıyla S.B.nin ilgilendiği, kimyasal elementlerin birleşiminin binanın dördüncü katında yapıldığı, daha önce işyerinde bazı küçük çaplı kazalar (yangın) yaşandığı ifade edilmiştir. Bu hususlara ek olarak H.A. patlamanın olduğu gün etraftaki tozları süpürdüğünü, sonra yangın çıktığını görmesi üzerine kaçtığını, binadaki insanları da kaçmaları için uyardığını, patlamadan bir ay önce belediye ekiplerinin gelerek S.B.ye ruhsat alması için telkinde bulunduklarını, aksi hâlde kendilerinin de zor durumda kalacaklarını belirttiklerini, birkaç kez de İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ), Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş. (BEDAŞ) görevlilerinin geldiğini, başka bir resmî kurumdan memur geldiğine şahit olmadığını ifade etmiştir. Soruşturma nedeniyle Belediye tarafından Başsavcılığa gönderilen 4/3/2008 tarihli yazıda; binanın iskân izni ve yangın güvenlik belgeleri olmadığı hususlarının yanında binadaki diğer işyerlerine ilişkin olarak daha önceki yıllarda defalarca mühürleme işlemleri yapıldığı, bazı işyerlerinin ruhsatının olduğu, bazılarının ruhsat için başvurduğu, S.B.ye ait işyerinin de 15/1/2008 tarihinde denetlenerek ruhsatsız çalıştığının tespit edildiği, 25/1/2008 tarihinde S.B.nin plastik atölyesi için ruhsat başvurusunda bulunduğu, olay tarihi itibarıyla işletme ruhsatının olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca soruşturma sürecinde elde edilen verilerden işyerinin 2007 yılı içinde ruhsatsız çalıştığının tespit edildiği ancak ruhsat alınması için süre verilmesi dışında bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır. Meydana gelen patlamaya ilişkin olarak olayın aydınlatılması için delilleri toplayan ve tanık ifadelerine başvuran Başavcılık ayrıca bilirkişi incelemesi de yaptırmıştır. 31/3/2008 tarihli rapor; yüksek inşaat mühendisi, yüksek kimya mühendisi, yangın ve patlayıcı madde uzmanı, makine mühendisi ve hukukçu bilirkişilerden oluşan heyet tarafından hazırlanmıştır. Raporda öncelikle binanın yapı izin belgesinin 23/3/1990 tarihinde düzenlendiği ancak binanın yapı kullanma izin belgesi olmadığı, iskân sırasında istenen itfaiye onayının da bulunmadığı, Zeytinburnu Belediyesi tarafından sunulan dosyada binaya ait statik/mimari plan/projenin yer almadığı, yapı inşaat kalitesinin yetersiz olduğu, bu yetersizliğin patlamanın yarattığı etkiyi artırdığı ifade edilmiştir. Raporun devamında, yukarıda alıntısı yapılan raporlarda olay yerinden toplanan numunelere ilişkin tespitlerle örtüşen tespitler yapılmıştır. Bölgenin çeşitli sanayi kollarından irili ufaklı yüzlerce imalathaneye ev sahipliği yaptığı ifade edilen raporda yapılaşmanın/planlamanın çok karışık ve tehlike anında müdahaleyi zorlaştıran bir görünüm arz ettiği vurgulanmıştır. Raporun sonuç kısmında özetle; - Patlamada vefat eden işyeri sahibi S.B.nin işyerinin kaçak ve ruhsatsız olması, iş ve sosyal güvenlik, belediye mevzuatı uyarınca sorumluluklarını yerine getirmemesi, işyerinde yapılan faaliyete uygun önlemler almaması, faaliyet konusunda uzmanlığı olmayan eğitimsiz personel çalıştırması nedeniyle 2/10 oranında,- İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ruhsatlandırma ve denetleme görevlerini yerine getirmemesi, iskânsız binaya su ve kanalizasyon hizmeti vermesi nedeniyle 3/10 oranında,- Zeytinburnu Belediyesinin ruhsatsız çalışan işyerini denetlememesi, iskânsız ve itfaiye onaysız binanın kullanımına izin vermesi nedeniyle 3/10 oranında,- BEDAŞ' ın iskânsız binaya elektrik bağlaması nedeniyle 1/10 oranında,- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının kontrol, teftiş ve denetleme yetkisini kullanmaması nedeniyle 1/10 oranında kusurlu olduğu, anılan kurumların kusuru ile yangın ve patlama olayı arasında da illiyet bağı bulunduğu ifade edilmiştir. Soruşturma evresinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürlüğünden alınan 26/5/2008 tarihli cevap yazısında; işyeri sahibi S.B.nin patlamanın meydana geldiği işyerini selüloit ve plastik muhtelif eşya üreten işyeri olarak bildirdiği, fişek ve maytap işini sakladığı, bölge müdürlüklerinin tescili yapılan işyerlerinin tamamını teftiş etmesi gerektiğine yönelik mevzuatın bulunmadığı, işyerlerindeki işçi sağlığı ve iş güvenliğini sağlama görevinin esas itibarıyla işverenlere ait olduğu ifade edilmiştir. Başsavcılığın ayrıca İSKİ ve BEDAŞ ile aboneliklerin nasıl yapıldığına ilişkin detayların anlaşılması adına yazışmalar yaptığı, Belediyeyle yaptığı yazışmalarla da işyerinin inşa edildiği tarihten patlamanın gerçekleştiği tarihe kadar olan dönemde kimlerin konuyla ilintili birimlerde görev aldığını tespit ettiği görülmüştür. Başsavcılık, Belediyede görevli kişilerin şüpheli sıfatıyla ifadelerini almıştır. İmar ve Şehircilik Müdürü H.K. suça konu işyerinin iskân ruhsatının olmadığını, talep edilmesi hâlinde şartları varsa verilebileceğini, binada ruhsatsız işyerleri olup olmadığını bilmediğini, böyle bir görevinin de bulunmadığını ifade etmiştir. İmar ve Şehircilik Müdürü Ş.Y.; patlamanın olduğu dönemde Belediyede görevli olmadığını, inşaat kalitesinden binayı yapan mühendisin sorumlu olduğunu, kendisinin inşaat projesini kontrol etmekle yükümlü olduğunu, bu sorumluluğu da yerine getirdiğini beyan etmiştir. Ruhsat ve Denetim Müdürü R.T.; ilgili işyerinin patlamadan dört beş gün önce ruhsat müracaatının olduğunu ancak bunun gerçeğin saklanmak suretiyle patlayıcı üretimi yapıldığı belirtilmeyen bir müracaat olduğunu, Belediyede personel sayısının yetersiz olduğunu, bu nedenle denetim görevinin gereği gibi yerine getirilemediğini, daha önce işyerine ekibinin bir defa gittiğini ve işyerinin ruhsatsız olduğunu tespit ettiğini belirtmiştir. Zabıta Müdürü F.K. ilgili işyerini denetlemenin kendi görevleri olduğunu, aynı binadaki kot atölyesinin daha önce İSKİ'den gelen talep üzerine mühürlendiğini, patlamanın olduğu işyerinin ruhsatsız olup olmadığından haberdar olmadığını ifade etmiştir. İmar ve Planlama Müdürü S.K. ise kendisinden sonra bu görevi sırasıyla Ş.Y. ve H.K.nın üstlendiğini, binanın yapım süreci ile ilgili herhangi bir işleminin, imzasının bulunmadığını beyan etmiştir. Başsavcılık yürüttüğü soruşturma sonunda Zeytinburnu Belediyesinde görevli olan Zabıta Müdürü F.K. (2000-...), Ruhsat ve Denetim Müdürü R.T. (2004-...), İmar ve Şehircilik Müdürü Ş.Y. (2004-...), İmar ve Şehircilik Müdürü H.K. (2007-...), İmar ve Planlama Müdürü S.K. (2000-2004) hakkında görevi kötüye kullanma ve taksirle öldürme suçu isnadıyla iddianame düzenlemiştir. 28/10/2009 tarihli iddianamede ayrıca patlamanın meydana geldiği binanın sahipleri Rem.K. ve Res.K. ile işyerinde işçi olarak çalışan H.A.nın da taksirle öldürme suçu isnadıyla cezalandırılmaları istenmiştir. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"Maktül [S.B.]'ın önce babası ile birlikte, daha sonra tek başına 2004 tarihinden itibaren patlamanın meydana geldiği tarihe kadar işletme izin belgesi ve çalışma ruhsatı olmadan bu işyerinde parlayıcı ve patlayıcı proteknik madde imalatı yaptığı anlaşılmıştır. Burada işçi olarak çalışan [Ö.A.] ve şüpheli [H.A.]nın ifadelerine göre bu işyerine Zeytinburnu Belediyesi yetkililerinin denetim amacıyla bir çok defa gittikleri halde kapatılıp mühürlenmesi yönünde hiç bir işlem yapmadıkları, ilgili emniyet birimlerine bildirmedikleri ve böylece olayın oluşumuna sebep oldukları anlaşılmıştır.5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi kanununun Maddesine göre Sınıf gayri sıhhi müesseseleri ruhsatlandırmak ve denetlemek görev ve yetkisi Büyükşehir Belediyelerine verilmiştir, madde içeriğine göre ... patlayıcı ve yanıcı madde üretim ve depolama yerlerini tespit etmek, fabrika ve sanayi kuruluşları ile kamu kuruluşlarını yangına ve diğer afetlere karşı alınacak önlemler yönünden denetlemek izin ve ruhsatları vermekle görevlendirilmiştir, ancak; Büyükşehir Belediyesinde görev yapan yetkili ve sorumlular haiz oldukları bu yetki ve görevlerini bu işyerinde imalat yapan maktül [S.B.]'ye karşı kullanmamışlardır ve bu olayın meydana gelmesinde kusurlu bulunmuşlardır.3194 sayılı İmar Yasasına göre yapı ruhsatiyesi, yapı kullanma ruhsatiyesi olmadan binalarda herhangi bir sınai faaliyette bulunulamaz, elektrik- su ve kanalizasyon hizmeti verilemez hükmünün açıkça yer almasına rağmen patlamanın meydana geldiği binada yapı kullanma izni olmadığı halde binanın tümünün kiralandığı ve atölyeler halinde sınai faaliyetlerde bulunulduğu anlaşılmıştır.Bu nedenlerle bilirkişi heyeti Zeytinburnu Belediyesinin yanısıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi, BEDAŞ, İSKİ ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına da kusur izafe etmiş ise de; Büyükşehir Belediyesi sorumlu ve yetkilileri ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürü haklarında 4483 sayılı yasa gereğince soruşturulmaları valilik iznine tabi bulunmaları nedeni ile İstanbul Valiliğinden soruşturma yapılması için izin talep edilmiş, ancak soruşturma izni verilmemiştir. Bunun üzerine yasal süre içinde izin verilmemesine ilişkin karara karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığına itirazda bulunulmuş ise de; yapılan itiraz mahkemenin kayıtlarına yasal sürede girmediği gerekçesi ile süre aşımı nedeni ile itiraz red edilmiş olmakla haklarında Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına Dair, İSKİ'nin yetkili ve sorumlu personeli ile BEDAŞ'ın yetkili ve sorumlu personeli haklarında ise TCK.nun 184/6 madde ve fıkrasına göre suçun unsurları oluşmadığından Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına Dair; Zeytinburnu Belediyesi eski Ruhsat Müdür [H.A.] hakkında suça konu yer maktül [S.B.]'ye kiraya verilmeden önce tayinle Küçükçekmece Belediyesine atanarak gittiği ve yüklü suçu işlemediği anlaşılmakla Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına Dair Ek Karar verilmiştir. Yukarıda kimlikleri yazılı şüphelilerden [F.K.], [R.T], [H.K.], [Ş.Y] ve [S.K.]'nın Zeytinburnu Belediyesinin yetkili ve görevlileri oldukları yasa ile kendilerine verilen görev ve yetkilerin aynı zamanda bir sorumluluğu da içerdiği, ruhsatsız işletilen kot yıkama atölyesinin ruhsat işlemi kamuoyunda aşırı tepki doğurmamasına rağmen çok defa denetlenip mühürlendiği ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulduğu halde aynı binanın Katında ruhsatsız olarak patlayıcı madde depolayıp imalatını yapan maktül [S.B.]'ın 4 yıl boyunca hiç bir işlem yapılmaması göre ve yetkinin içerdiği sorumlulukla bağdaşamaz.Her ne kadar şüpheliler savunmalarında suçlamayı kabul etmemiş iseler de; görev ve yetkilerini kullanma ya da kullanmamak suretiyle doğacak sorumluluğu kabul etmemek, onu dışlamak yasanın içeriğine aykırı olduğu açıktır. Bu nedenle şüphelilerin görevlerini kötüye kullanmak suretiyle olayın meydana gelmesine, 21 kişinin ölmesine ve 115 kişinin yaralanmasına sebebiyet verdikleri ve böylece yüklü suçları işledikleri; şüpheliler [Rem.K.] ile [Res.K.]'nın binanın sahipleri oldukları, inşaatta deniz kumunu kullandıkları, çimento dozajının az olduğu bu nedenle beton dayanımının minimum 160 KG/ santimetrekare altında ortalama 65-80 Kg/santimetrekare olduğu ve bu nedenle de patlamanın boyutlarını arttırdığı anlaşılmakla yüklü suçu işledikleri; şüpheli [H.A]'nın olay günü işyerinde kimyasal maddelerin oluşturduğu toz karışımını süpürmek suretiyle önce yangın, sonra da patlamanın oluşumuna neden olduğu ve böylece tüm şüphelilerin kendilerine yüklenen suçu işledikleri, olay yerinde yapılan inceleme ve keşiften, muhafaza altına alınan patlayıcı maddelerden, ekspertiz raporlarından, bilirkişi heyetinin tanzim ettiği rapordan ve tüm evrak kapsamından anlaşılmakla; Şüphelilerin yargılanmalarının yapılarak eylemlerine uyan ve yukarıda yazılı yasa maddeleri uyarınca ayrı ayrı CEZALANDIRILMALARINA karar verilmesi kamu adına iddia olunur." İddianameyi 8/12/2009 tarihinde kabul eden Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) dava dosyasını şüpheli A.T. (Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürü) ile A. (Zeytinburnu Belediye Başkanı) hakkında açılan dosyalar ile birleştirmiştir. Mahkeme; kovuşturma evresinde Belediyeye yazılan müzekkereler ile gerek Belediye bünyesinde imar, ruhsatlandırma ve denetim birimlerinde görev alan kişileri gerekse patlamanın gerçekleştiği işyerinin hukuki durumunu tespit etmeye çalışmıştır. Mahkeme ayrıca şüphelilerin patlamanın meydana gelmesinde kusurlarının olup olmadığını, varsa hangi oranda olduğunu tespit etmek amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi heyeti makine, inşaat, kimya, elektrik elektronik mühendisliği ile idare hukuku alanında öğretim üyesi olan akademisyenler ile biri inşaat, biri makine alanında çalışan iki mühendisten teşekkül ettirilmiştir. 15/1/2014 tarihli raporda şüphelilerin kusurları/kusur oranları yönünden yapılan tespitlere yer verilmiştir:"- İş yeri sahibi müteveffa [S.B.], gerekli izinleri almadan tehlikeli maddeleri taşıması/depolaması, üretmesi ve ticaretini yapması, güvenli bir çalışma ortamı oluşturmaması nedeniyle patlamanın meydana gelmesinde asli kusurlu,- Binayı inşa eden ve sahibi olan [Rem. K.] ile [Res. K.], binayı yeterli mukavemete sahip olacak şekilde inşa etmemeleri, iskan izni olmadan kiracı kabul etmeleri, kiracıların beyan ettikleri amaç dışında binayı kullanıp kullanmadıklarını denetlememeleri ve aksi davranışı resmi makamlara bildirmemeleri nedeniyle tali kusurlu, -Zeytinburnu Belediyesi çalışanları zabıta müdürü [F.K.], ruhsat ve denetim müdürü [R.T.], imar ve şehircilik müdürü [Ş.Y.], imar ve şehircilik müdürü [H.K.], imar ve planlama müdürü [S.K.] ise, yapılan işin niteliğinin ve arz ettiği tehlikenin zamanında tespit edilememesi, patlamanın gerçekleştiği işyerinin yeterince denetlenmemesi, tehlikenin risk gerçekleşmeden ortaya çıkarılamaması, patlamanın önlenememesi, gereken izin ve ruhsatların alınmasının sağlanmaması nedeniyle tali kusurlu, - İSKİ ve BEDAŞ yetkilileri, patlama ile elektrik ve su bağlanması arasında ilinti bulunmadığı için kusursuz,- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı çalışanları, sigortasız çalışmaya ilişkin bildirim bulunmadığından kusursuz, - Zeytinburnu Belediye Başkanı [A.], belediyenin ruhsat ve denetim için ayrı ayrı birimleri bulunduğundan ve başkanın kendisinin bizzat denetim yapması söz konusu olmayacağından kusursuz, - İşyerinde çalışan [H.A.], kimyasal maddeler ile ilgili eğitime tabi tutulmadan istihdam edildiği için kusursuzdur." Süreçte BEDAŞ ve İSKİ çalışanları hakkında suçun unsurları oluşmadığından ve eski Belediye Ruhsat Müdürü H.A. hakkında da binada patlayıcı madde imalatına başlanmadan başka belediyeye nakledildiği anlaşıldığından kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği anlaşılmıştır. Mahkeme 14/7/2014 tarihli kararı ile sanıklar H.A., A.T. ve A.nın beraatine, binayı inşa eden ve sahibi olan Rem.K. ile Res.K.nın ayrı ayrı 5 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, Zeytinburnu Belediyesi çalışanları olan Zabıta Müdürü F.K.nın 7 yıl 6 ay; Ruhsat ve Denetim Müdürü R.T.nin 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına; İmar ve Şehircilik Müdürü Ş.Y.nin 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezasının 400 TL adli para cezasına çevrilmesine; İmar ve Şehircilik Müdürü H.K.nın 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezanın 200 TL adli para cezasına çevrilmesine; İmar ve Planlama Müdürü S.K.nın da 5 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezanın 400 TL adli para cezasına çevrilmesine hükmetmiştir. Mahkemenin mahkûmiyet hükümlerine esas aldığı suç, taksirle öldürme suçudur. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Müteveffa [S.B.]'nın 31/12/2014 tarihinden itibaren Zeytinburnu İlçesi, Çifte Havuzlar Caddesi, 1 nci Site Sokak, No:44-3-4 adresinde binanın üçüncü katını ve çatı katını Sanıklar [R.K.] ve [R.K.]'dan kiralayıp, işletme izin belgesi ve çalışma ruhsatı almadan önceleri babası ile birlikte bilahare yalnız başına plastik madde imalatı yaptığı görüntüsü altında gizleyerek parlayıcı ve patlayıcı piroteknik madde imalatı yaptığı, yanında Katılan Sanık [H.A.] ile birlikte üç işçi çalıştırdığı, patlamanın olduğu zamana kadar tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere Zeytinburnu Belediye Başkanlığınca mahalde defalarca denetim yapıldığı, ancak patlama anına kadar patlamanın olduğu işyerinin hiç bir şekilde Zeytinburnu Belediye Başkanlığı yetkililerince mühürlenmediği, faaliyetinin engellenmediği, olay günü olan 31/01/2008 tarihinde saat 30 sıralarında mahalde kaçak olarak üretilmekte olan piroteknik ürünlerin mahalde ısınma amacıyla kullanılan elektrik ısıtıcılarının yaydığı ısı ile temas etmeleri üzerine ilk patlamanın meydana geldiği, bu patlamanın yaydığı ısının ise yaklaşık 5-2 dakika sonra mahaldeki diğer tüm piroteknik malzeme ile temas ettiği ve ikinci büyük patlamanın meydana geldiği, her iki patlama sonucunda da üzücü, facia niteliğinde neticenin meydana geldiği, iş bu işyerinde çalışmakta olan iki kişi ile birlikte toplam 21 kişinin öldüğü, 115 kişinin çeşitli şekillerde yaralandığı, patlama sonucunda işyerinin bulunduğu binan 3 üncü normal kat ve çatı katının tamamen çöktüğü, çevre binalardaki işyerlerinde ve konutlarda, parketmiş araçlarda çökme yıkılma boyutuna varacak ağır hasarlar ve maddi zararların oluştuğu tüm dosya kapsamından anlaşılmakla, mahkememizce oluşun bu şekilde kabulünde vicdani ve hukuki zorunluluk görülmüş,......somut olay ile sanıklar arasında spesifik olarak öngörü ilişkisinin tesbit edilememiş olması nedeniyle sanıkların neticeyi öngördüklerinden ve dolayısıyla bilinçli taksir sahibi olduklarından bahsolunamayacağı, mahkumiyetine karar verilen sanıkların tamamının iş bu nedenlerle tamamının adiyen taksir sahibi oldukları düşünülmüş ve değerlendirilmiş,...Müteveffa [S.B.] nın kusurluluk durumu;Müteveffa [S.B.] nın patlamanın olduğu yerdeki işyerinde ruhsatsız olarak parlayıcı ve patlayıcı piroteknik maddeleri üreterek ... işyerini ... işyeri açma ve çalışma ruhsatı almadan faaliyete geçirmiş olması, ... doldurması gereken formu doldurup yetkili idareye teslim etmemiş olması, dolayısıyla ... asli kuralları ihlal etmiş olması, Keza Müteveffa [S.B]'nın ... patlayıcı maddelerin üretildiği veya işlendiği işyerlerinin kurulmasında dikkat edilmesi gereken güvenlik uzaklıklarını hiç gözetmediği, ... bu maddelerin imal edildiği işyerlerinin tek katlı, duvarları yanmaz, tavanları hafif ve kaymaz, tabanları düz, yanmaz, sızdırmaz, çarpmayla büyük parçalar halinde etrafa dağılmayacak ve zarar vermeyecek mika, telli cam gibi nitelikleri taşıması gerektiğini gözetmediği, böylece iş bu konuda vazedilmiş zikrolunan iş bu aslikuralları ihlal ettiğinin tereddütsüz olması, Bunun gibi müteveffanın patlamanın olduğu işyerinde ruhsatsız olarak parlayıcı ve patlayıcı madde imalatı ve depolaması yaparken,... iş sağlığı ve güvenliği açısından elzem önlemlerinin hiç birisini almadığı, böylece iş bu konuda da vazedilmiş zikrolunan iş bu asli kuralları ihlal ettiğinin saptanmış olması,Yine müteveffanın patlamanın olduğu işyerinde ruhsatsız olarak parlayıcı ve patlayıcı madde imalatı ve depolaması yaparken 506 sayılı Sayılı Yasadan kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal ettiği gibi mahalde sigortasız işçi çalıştırdığı, böylece iş bu konuda da vazedilmiş zikrolunan iş bu asli kuralları ihlal ettiğinin belirlenmiş olması, ... karşısında, Müteveffa [S.B.]nın meydana gelen netice açısından asli kusurlu olduğu hususunda mahkememizde hiç bir tereddüt oluşmamış,...Sanıklar [Ş.Y.] ,[S.K.] ve [H.K.] nın kusurluluk durumları; Zeytinburnu Belediye Başkanlığından soruşturma ve kovuşturma evresinde gelen cevabi müzekkerelerden Sanıklardan [S.K.] nın mimar olup, suç tarihinde fiilen Zeytinburnu Belediye Başkan Yardımcısı olarak görev yapmakta olduğu, 2000 ila 27/08/2004 tarihleri arasında Zeytinburnu Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü görevini ifa ettiği,Sanıklardan [Ş.Y.] nin inşaat mühendisi olup, 27/08/2004 tarihi ila 17/12/2007 tarihinden patlamanın olduğu tarihe kadar Zeytinburnu Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü görevini ifa ettiği, Sanıklardan [H.K.] nın inşaat mühendisi olup, 17/12/2007 tarihinden patlamanın olduğu tarihe kadar Zeytinburnu Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü görevini ifa etmekte olduğu belirlenmiş,Yine kovuşturma ve soruşturma evresine gelen cevabi müzekkerelerden, davaya konu patlamanın olduğu binaya Zeytinburnu Belediye Başkanlığınca 26/09/1989 tarihinde temel ruhsatının verildiği, 23/03/1990 tarihinde ise temel üstü ruhsat izni tesis edilerek yapı ruhsatı düzenlendiği, yapının inşasının 1992 yılında tamamlanarak, yapının iskan edilmeye başlandığı belirlenmiş,...bu nedenle Zeytinburnu Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğünce...binanın derhal mühürlenmesi, bina sahiplerine imara aykırılıkları gidermesi hususunda kanundaki sürenin verilmesi, bu süre içerisinde imara aykırılıkların giderilmemesi halinde binanın yıktırılması görevlerinin bulunduğu ve bu görevlerin yerine getirilmeyip 1990 yılında 2008 yılına kadar patlamanın olduğu yapıya ilişkin olarak imar açısından herhangi bir denetimin yapılmamış olduğu, binanın bu şekilde kullanılmasına sebebiyet verilmiş olduğu, bu şekilde iş bu sanıklarda denetim görevlerinin yerine getirilmediği değerlendirilmiş,...imar müdürü sanıkların İmar Kanunun 32 nci maddesinden kaynaklanan yükümlülükleri nedeniyle zikrolunan durumu tesbit ettirmeleri ve kanunun 32 nci maddedeki müeyyideleri tereddütsüz uygulamaları/uygulattırmalarının gerektiği, oysa bu yönde hiç bir adımın atılmamış, işlemin tesis edilmemiş olduğu, öte yandan 1999 depreminden sonra patlama anına kadarki süre içerisinde deprem mevzuatına göre yapılması gereken denetim ve tesbit faaliyetlerine ilişkin amir hükümlerin dahi bu sanıklarca yerine getirilmediği, binanın deprem karşısındaki durumunun ne olduğunun tesbit edilmediği, yapının birinci grup sanayii alanında kalıyor olmasından kaynaklanan kamuya yönelik tehlikeliliğinin açık olmasına karşın denetlenme hususunda öncelikli sıralara da çekilmediği, dolayısıyla patlama olan binada zikrolunan bu denetimleri müdürlüğünü yaptıkları dönemde denetleme yapmak suretiyle tesbit edemeyen sanıkların iş bu eylemlerinin tali kusur olduğu ve neticenin meydana gelmesinde katkısının bulunduğu düşünülmüş ve değerlendirilmiş,İşbu nedenlerle savunmanın patlamanın olduğu bina için 12/10/2004 tarihinden önce yapılan binalar için yapı iskan belgesi alınmasına hukuki gerek olmadığı savunmasına itibar olunmamış, kaldı ki, bu savunmaya itibar olunması halinde dahi bu durum iş bu sanıkların tali kusurlarını ortadan kaldırır mahiyette görülmemiş, zira mahalde piroteknik malzeme üretildiği, iş bu maddelerin İşyeri Açma ve çalışma Ruhsatlarına Dair Yönetmelik gereğince özel yapı şeklini gerektiren işyerinde üretilebileceği, bu nitelikli işyerinin ise iskan belgesi olmadan üretime geçemeyeceği değerlendirilmiş,Sanıklar [F.K.] ve [R.T.]nin kusurluluk durumları;...belediye sınırların içerisinde faaliyet gösteren işyerlerine ruhsat verilmesi, faaliyete geçirilmesi, denetlenmesi, izinsiz veya verilen izne aykırı faaliyette bulunan işyerlerinin faaliyetten menedilmesi görevinin belde belediyelerine ait olduğu, buna göre belediyenin belde sınırları içerisindeki izinsiz faaliyet gösteren işyerlerini saptaması ve bunlardan Valilik ve Büyükşehir Belediyesi ya da diğer mercilerin iznine tabi olanları bu yerlere yönlendirmesi ve kurallara aykırı veya izinsiz faaliyet gösteren işyerlerinin tesbiti halinde derhal faaliyetten men edilmesi gerektiği, bu bağlamda belde belediyelerinin izinsiz faaliyet gösteren işyerlerine gerekli izin alınıncaya kadar geçici olarak faaliyete devam için izin verme yetkilerinin ve görevlerinin kesinlikle bulunmadığı, bu yönde verilmiş izinlerin tamamının hukuka aykırı olduğu, davaya konu olayda Müteveffa [S.B.]nın önceleri babası ile birlikte bilahare tekbaşına 31/12/2004 tarihinden itibaren patlamanın olduğu mahalde binanın üçüncü katı ile çatı katında işletme izin belgesi ve çalışma ruhsatı olmadan parlayıcı ve patlayıcı madde imalatı yaptığı, Zeytinburnu Belediye Başkanlığından gelen cevabi müzekkerelerden aynı binada yeralan diğer işyerlerine Zeytinburnu Belediye Başkanlığınca muhtelif zamanlarda denetim yapıldığının, ... mühürleme tedbiri uygulandığının anlaşılmış olmasına rağmen, müteveffanın işyerinde patlama anının hemen öncesinde kadar hiç bir denetim yapılmamış olmasının sanıkların her kisininin de görevlerini gereği gibi yerine getirmediklerini gösterdiği, Sanık [H.A.]nın belediye görevlilerinin defalarca mahalle geldiğine ve Müteveffa [S.B.] ile yazıhanesinde müteveffa ile yalnız görüştüğüne dair savunmaları Tanık [Ö.]nün tamamen bu sanığın beyanın teyid eder beyanları, dinlenen pek çok tanığın mahalle çok sık aralıklarla belediye zabıtalarının geldiğine ve müteveffanın işyerine çıktıklarına ilişkin beyanlarınınm da mahkememizin iş bu kabulunu teyit ettiği, öte yandan [S.B.]nın işyerinin işyeri açma ve çalışma ruhsatının bulunmadığının belediye görevlilerince işyeri açma izin harcı ile ilgili yoklama fişi tanzim edilmesi esnasında 09/08/2007 tarihinde tesbit olunduğu, bu tesbitten sonra müteveffanın işyeri açma ve çalışma ruhsatı bulunmadığına ilişkin yoklama yazısının 13/08/2007 tarihinde Zeytinburnu Belediye Başkanlığı Ruhsat ve Denetim Şube Müdürlüğüne gönderildiği, esasen iş bu tarihte müteveffanın ruhsatsız işyerinin derhal mühürlenmesi ve faaliyetten menedilmesinin gerektiği, ancak Ruhsat Şube Müdürlüğünün müdürlüklerine gelen yazıyı tam beş ay kadar nezdinde bekletip, 04/01/2008 tarihinde Zabıta Müdürlüğüne gönderdiği, zabıta Müdürlüğünün ise burayı derhal mühürlemesi gerekir iken mühürlemediği, iş bu dönem içerisinde zikrolunan mahallin mühürlenmesinin gerekmesine rağmen mühürlenmemesinin idarenin ehemmiyetli tali kusuru olduğu ve mühürlenmesi halinde patlamanın meydana gelmemiş olabileceği, Ruhsat Şube Müdürlüğünce hazırlanan tebliğatta müteveffaya yedi gün içerisinde ruhsat için müracaat etmesinin, aksi halde mahallin mühürleneceğinin ihtar olunduğu, bu tebliğin yapılmasından sonra müteveffanın 25/01/2008 tarihinde plastik üretimi yapacağından bahisle Zeytinburnu Belediye Başkanlığına müracaat ettiği, bu müracaat üzerine belediye zabıta görevlilerin 30/01/2008 tarihinde mahalle gittikleri ve mahalde hiç bir denetleme yapmadan müteveffanın ruhsat için başvurduğunu tesbit ile yetindikleri, halbuki mühürlenmesi gereken işyerinin mühürlenmemesi halinde bile en azından beyan olunan faaliyete ilişkin imalat yapılıp yapılmadığının tesbit edilmesi ve yapılmıyor ise derhal mühürlenmesinin ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına bildirilmesi hukuki gereğinin hiç değerlendirilmediği, kaldı ki Zeytinburnu Belediyesinin patlamanın meydana geldiği işyerinde müteveffanın 4 yıl işyeri açma ve çalışma ruhsatı almadan çalıştığını tesbit edememesi, tesbit ettikten sonraki 5 ay boyunca belediyenin hiç bir işlem tesis etmemesi, işlem tesis etmeye başlama kararı alındığında bu kararı hukuki zorunluluğa rağmen mühürleyerek işyerini kapatma olarak belirlememesi hususlarının Müteveffa [S.] nin ruhsatsız imalatının belediyenin ilgili birimlerince bilindiği ancak korunarak faaliyetine göz yumulduğu hususunda mahkememizde vicdani kanaat oluşturduğu, iş bu nedenlerle bu sanıkların patlamanın meydana gelmesinde ihlal ettikleri ehemmiyetli oranda tali kusura işaret eder kural ihlallerinin bulunduğu değerlendirilmiş ve bu sanıkların eylemlerinin neticenin meydana gelmesindeki katkısının fazlalığı kısa kararda hüküm kurulur iken gözetilmiş,...Sanıklar [Rs. K.] ve [Rm. K.] nın kusurluluk durumları; ...işbu sanıkların herşeyden önce patlamanın olduğu binayı inşa eden müteahhitler oldukları, binayı suç tarihinde ve halen yasaların öngördükleri şekilde inşa etmedikleri, Zeytinburnu Belediye Başkanlığından gelen cevabi müzekkere ve eklerinden binanın mimari projeye aykırı olarak yapıldığı, binanın iskan ruhsatının alınmadığı, yapı iskan belgesi alınmadan kiraya verilmiş olduğu, çatı katının ruhsat ve eklerinde olmamasına rağmen binaya kaçak olarak eklendiğinin anlaşılmakta olduğu belirlenmiş, ... patlama neticesinin meydana gelmesinde tali kusurlu olduklarını kabulde mahkememizde tereddüt oluşmamış, özellikle sanıkların patlamanın meydana geldiği piroteknik ürünlerin kaçak olarak üretildiği çatını katını; daha fazla haksız ekonomik menfaat elde etmek için idarece verilen ruhsatlara ve mimari projeye tamamen aykırı olarak inşa etmiş olmaları ve patlamanın bu kaçak çatı katında yapılmış olması karşısında iş bu eylemleri ile ölüm ve yaralanma neticeleri arasında tali kusura varan bir irtibatın varlığını kabul etmek gerekmiş ......iş bu sanıkların inşa etmiş olduğu binanın beton dayanımındaki eksikliğin, patlamaya eklenen tali bir sebep olduğu ve patlamanın neticelerini ehemmiyetli ölçüde attırdığı, dolayısıyla beton dayanımındaki eksikliğin patlamaya eklenen ve neticeyi tali oranda meydana getiren bir sebep olması nedeniyle sanıkların bu eylemleri nedeniyle de tali kusurlu sayılmaları gerektiği değerlendirilmiş, ...işbu sanıkların 1 nci sınıf gayri sıhhı müesseseler için öngörülen binalarda ve tedbirler ile üretilebilecek piroteknik malzemenin bu vasıflara hiç bir şekilde uymayan kiralamış oldukları işyerlerinde üretilmesine göz yumdukları, bu eylemlerinin de patlamaya eklenen kusur olduğu, tali kusurlu kabul edilmeleri gerektiği düşünülmüş ve değerlendirilmiş, Sanıklar [ A.] ve [A.T.] nin kusurluluk durumları; Mahkememizden her ne kadar bu iki sanığın sevk maddeleri gereğince cezalandırılmaları istenilmiş ise de, mahkememizce iş bu sanıklara ceza hukuku açısından atfedilebilecek asli veya tali kusur bulunduğu hususunda vicdani kanaat oluşmamış, Sanık [A.]'nın suç tarihlerinde ve öncesinde Zeytinburnu Belediye Başkanı olduğu, 5393 Sayılı Belediye kanunun ve 5216 Sayılı Yasanın ilçe ve belde belediyeleri görevlerini düzenlediği, kanunların belediyelere verdiği görevlerin yine kanuna uygun olarak kurulan belediye birimleri arasında yönetmeliklerle paylaştırıldığı, ... belediye başkanının denetim görevini gereği gibi yerine getirmemesinin meydana gelen neticeye katkısını gözetmek gerekeceği, mahkememizce imar ve şehircilik müdürlüğünün, zabıta müdürlüğünün, ruhsat ve denetim müdürlüğünün patlamanın meydana gelmesinde tali kusurları görülmüş ise de, Sanık [A.]nın eyleminin bu müdürlüklerin eylemini özenle denetlememekten ibaret sayılabileceği, zira patlama sonucunu meydana gelmesini denetlemesi gereken kişilerin eylemlerini denetlememenin bu sanığın denetim görevinin denetleyenleri denetleme şeklinde üst denetim mekanizması olması nedeniyle patlama sonucunda meydana gelen ölüm ve yaralanma neticeleri ile bu sanığın üst denetim görevini yerine getirmemesi arasında hukuki illiyet bağının olmadığı, dolayısıyla bu sanığın eyleminin taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet suçu olarak nitelendirmeye yasal imkan bulunmadığı düşünülmüş, ...toplanan delillerden sanığın başkanı olduğu belediyeyi genel olarak denetleme görevi hususunda bir eksikliğinin saptanamadığı, patlama sonucunu oluşturan ve tali kusur olarak kabul edilen sebeplerin hiçbirisinde de kişisel imzasının ya da dahlinin görülemediği, iş bu nedenlerle bu sanığın üzerin görevi kötüye kullanmak veya ihmal etmek suçlarını işlediğine dair mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delillerin bulunmadığı değerlendirilmiş, Mahkememizce Sanık [A.T.] nin görevi kötüye kullanmak ve taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet vermek suçlarından dolayı cezalandırılması da istenilmiş ise de, mahkememizce bu sanığın da her iki suçu da sabit görülmemiş, zira bu sanığın Çalışma Ve Sosyal Güvenlik İstanbul İl Müdür olduğu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının il teşkilatı görevinin kayıt dışı faaliyet gösteren işyerlerinin ve burada çalıştırılan sigortaya tabi işçilerin tescil edilmesi ve kayıt altına alınması ile ilgili olduğu, iş bu görevin bu teşkilata izinsiz faaliyet gösteren işyerlerini mühürleme ve faaliyetten menetme yetkisini vermeyeceği, iş bu sanığında İstanbul il müdürü olarak patlamanın olduğu yeri bu açıdan müfettişlerine denetlettirebileceği, denetleme görevinin dahi bu sanığa ait olmadığı, denetlemenin yapılıp yapılmadığın gözetmesinin ise işyerinin kayıt dışı faaliyet gösteren işyerlerinden olup olmadığı hususunda ve işyerinde çalıştırılan sigortaya tabi işçilerin tescil edilmesi ve kayıt altına altına alınması ile ilgili olduğu, dolayısıyla iş bu denetim faaliyetinde yeterli özen gösterilmemiş olmasının patlama sonucunu doğuran uygun sebep olarak kabul olunamayacağı, bu sanığında üzerine atılı her iki suçun yasal unsurlarının oluştuğuna dair mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerin elde edilemediği düşünülmüş, Sanık [H.A.] nın kusurluluk durumu; ...sanığa atfedilen eyleminin iddianamede kimyasal maddelerin oluşturduğu toz karışımını süpürmek suretiyle yangının ve patlamanın oluşmasına sebebiyet vermek olarak nitelendirildiği, oysa ... sanığın olay zamanı herhangi bir ısı kaynağı ile piroteknik maddelerin temasını sağlayacak herhangi bir eylemi tesbit olunamadığın iş bu sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair delillerin elde edilemediği, başka bir anlatım ilem ile bu sanığın meydana gelen ölüm ve yaralanma neticelerini tevlit edecek fiillerinin tesbit edilemediği, iş bu nedenlerle sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair mahkumiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediği hususunda mahkememizde vicdani kanaat oluştuğu, beraatine karar vermek gerektiği düşünülmüş ve değerlendirilmiş, EYLEME MÜMAS KANUN MADDELERİ VE HUKUKİ GEREKÇELER: Mahkememizce Sanıklar [F.K.], [R.T.], [S.K.], [Ş.Y.], [Rs. K.], [Rm.K.], [H.K.] eylemleri TCK.nın 85/2 nci maddesi kapsamında görülmüş, ... iş bu sanıkların ihlal ettikleri kurallara göre tali kusurları ile ölüm ve yaralanma neticelerinin meydana gelmesine sebebiyet verdikleri belirlendiğinden eylemlerini bu madde kapsamında görmekte hukuki ve vicdani zorunluluk görülmüş,Mahkememizce katılan tarafın sanıkların eylemlerinin TCK.nın 83 üncü maddesi kapsamında kabul edilmesine ilişkin taleplerine itibar olunamamış, zira TCK.nın 83 üncü maddesinin '[1] Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerekir.[2] İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için, kişinin; a) Belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanunî düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması, b) Önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması gerekir. [3] Belli bir yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olan kişi hakkında, temel ceza olarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar, diğer hâllerde ise on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceği gibi, cezada indirim de yapılmayabilir.' şeklinde düzenleme ile kişinin yükümlü olduğu bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla ölüm neticesinin meydana gelmesi halinde bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerektiğini emrettiği, kanunun bu maddesinin ikinci fıkrasında da yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer kabul edildiği iki hali tahdidi ve tadadi olarak saydığı, katılanlar ve vekilleri sanıkların eylemlerinin bu madde kapsamında kaldığını iddia etmiş iseler de bu düzenlemenin TCK.nın 83 üncü maddesinde düzenlendiği, TCK.nın 81 ve 82 nci maddelerinin yaşam hakkının kasten ihlalini cezai müeyyideye bağladığı, TCK.nın 83 üncü maddesinin dahi düzenlendiği yer itibarıyla yaşam hakkının kasten ihlalini cezalandırdığı, ancak bu bu eylemin ihmali davranışla gerçekleştirmesini aradığı, dolayısıyla ihmali davranışla olsa ile kişilerin bu madde gereğince cezalandırılabilmeleri için öldürme kastına sahip olmaları gerektiği, oysa yukarıda izah olunduğu üzere mahkum olan sanıkların hiç birinin ne doğrudan ve nede olası kasta sahip olmadıkları hususunda mahkememizde tam bir vicdani kanaat oluştuğu, iş bu duruma göre de sanıkların eylemlerini bu madde kapsamında kabul edebilmeye yasal imkan bulunmadığı değerlendirilmiş, Mahkememizce mahkumiyetine karar verilen sanıkların eylemleri her ne kadar iddianamede TCK.nın 85/1 ve hemde TCK.nın 257/1 inci maddesi kapsamında görülerek her iki kanun maddesi gereğince ayrı ayrı cezalandırılmaları talep olunmuş ise de, TCK.nın 44/1 inci maddesinin '[1] İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.' şeklinde düzenlemesi ile bir fiil ile kanunun farklı hükümlerini ihlal eden sanığa en ağır cezayı gerektiren suçtan ceza verilmesini emrettiği, dolayısıyla mahkumiyetine karar verilen sanıkların aynı eylemleri ile hem TCK.nın 85/2 ve hem de TCK.nın 257/1 inci maddesi gereğince ihlal etmiş oldukları saptandığından sanıkların eylemlerini en ağır cezayı gerektiren TCK.nın 85/2 inci maddesi kapsamında görmek ve mahkum olan sanıkların cezalarını bu madde gereğince kurmak gerektiği hususunda vicdani kanaate ulaşılmış, ...Mahkememizce mahkum olan sanıkların eylemlerinde TCK.nın 22/3 üncü maddesindeki maddesindeki 'Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.' hükmünün uygulanmasına yasal imkan görülmemiş, zira patlama neticesinin meydana gelmesinde yukarıda gerekçeleri izah olunduğu üzere sanıkların doğrudan veya olası kastlarının bulunmadığı, sanıkların neticeyi öngörebilmiş olmaları nedeniyle bilinçli taksirli olduklarının kabulune de yasal imkan bulunmadığı değerlendirilmiş,...Bu kabullere göre ...hüküm kurmak gerekmiştir..." Söz konusu hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/10/2017 tarihli kararı ile kısmen onanmış; kısmen de bozulmuştur. Beraat hükümleri ile sanık Res.K. ve Rem.K. hakkında verilen mahkûmiyet hükümleri yönünden karar Daire tarafından onamıştır. Kararın S.K. hakkındaki kısmı bozulmuş ve S.K. hakkındaki dava yönünden zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmiştir. Zeytinburnu Belediyesi çalışanı olan diğer görevliler hakkında verilen hüküm de suç nitelemesinde hata yapıldığı gerekçesiyle bozulmuştur. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:" ...[S.K.] hakkındaki hükme yönelik temyiz istemlerinin incelenmesinde; [S.K.] nın 2000 ile 2004 tarihleri arasında Zeytinburnu Belediyesi İmar İşleri Müdürü olarak görev yaptığı, her ne kadar sanığın eylemi taksirle öldürme suçu kapsamında değerlendirilerek bu suçtan sanığın mahkumiyetine karar verilmiş ise de; 3194 sayılı İmar Kanunu ile ilgili mevzuat hükümleri incelendiğinde, binaya 1989 yılında temel ruhsatı, 1990 yılında ise temel üstü yapı ruhsatı düzenlenmesi akabinde beyanlara göre binanın tamamlandığı 1992 yılından sonra binada iskan edilmeye başlandığı halde, olay tarihine kadar aradan geçen zamanda iskan izni bulunmayan ve inşai açıdan imara aykırılıkları bulunan binada, İmar Kanunu'nun 29, 30, 31, maddeleri kapsamında herhangi bir imar denetimi yapılmadığı, yapının imar durumunun tespit edilmediği, buna dair gerekli yaptırımların uygulanmadığı, İmar Mevzuatı'nda belirtilen süreler dikkate alındığında yapı ruhsatı verilen binanın tamamlanması akabinde iskan belgesi alınmadan kullanılmaya başlanması sebebiyle, fiilen ve hukuken tamamlanmamış olan binanın bu suretle yapı ruhsatının da hükümsüz hale geldiği, yapı ruhsatında bulunmamasına rağmen, yapıda ruhsata aykırı olarak çatı katı inşaa edilmesinin, yapının mimari proje ile ruhsat ve eklerine aykırı inşaa edildiğinin en büyük göstergesi olduğu, tüm bu tespitler kapsamında Zeytinburnu Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü'nün aradan geçen onca zamanda yapıdaki imara aykırılığı denetimler yolu ile tespit ederek mevzuat kapsamında görevlerini gereği gibi yerine getirmediği, bu nedenlerle 2000 ile 2004 tarihleri arasında Zeytinburnu Belediyesi İmar İşleri Müdürü olarak görevli olan sanık [S.K.]nın eyleminin taksirle öldürme suçu kapsamında değil, 5237 sayılı TCK'nın 257/ maddesinde düzenlenen ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçu kapsamında değerlendirilerek bu suçun unsurlarının oluştuğunun kabulünde zorunluluk bulunduğu, sanık [S.K.]'nın İmar ve Şehircilik Müdürlüğü görevinin 2004 yılında sona ermesi sebebiyle bu sanık bakımından ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçunun suç tarihinin görevinin bittiği tarih olan 2004 tarihi olduğunun kabul edildiği, sanığın işlediği sabit olan bu suçun, suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın ve maddelerinde karşılığının bulunduğu, zamanaşımı bakımından sanık lehine olması sebebiyle 765 sayılı TCK hükümlerinin uygulanması gerektiği kabul edilmiş; Sanığa isnat edilen bu suç 765 sayılı TCK'nın 102/ maddesi uyarınca 5 yıllık zamanaşımına tabi olup kesen nedenlerin varlığı halinde süre yeniden işlemekte ise de, bu süre 104/ maddesi uyarınca en fazla yarı oranında uzayacağından, suç tarihi olan 2004tarihinden itibaren 765 sayılı TCK’nın 102/4 ve 104/ maddelerinde öngörülen 7 yıl 6 aylık zamanaşımı süresine bu sanık hakkında soruşturma izninin istendiği 2008 tarihi ile soruşturma izninin verilmesi kararının kesinleştiği 2009 tarihleri arasında geçen süre eklendiğinde dahi, sanık hakkında zamanaşımının hüküm tarihinden önce gerçekleştiği gözetilmeden, yargılamaya devamla ve suç vasfında yanılgıya düşülerek sanık hakkında yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması, kanuna aykırı olup, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un maddesi gereğince BOZULMASINA, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta CMUK'nın maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkında açılan kamu davasının sanık lehine olan 765 sayılı TCK’nın 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CMK’nın 223/ maddeleri gereğince DÜŞMESİNE; Sanıklar [Ş.Y.], [H.K.], [F.K.] ve [R.T.] hakkındaki hükümlere yönelik temyiz istemlerinin incelenmesinde;a-Sanık [Ş.Y.]m'ın 2004 tarihi ile 2007 tarihleri arasında Zeytinburnu Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürü olarak görev yaptığı, sanık [H.K.]'nın ise 2007 tarihinden itibaren olay tarihinde ve sonrasında Zeytinburnu Belediyesi İmar İşleri Müdürü olarak görev yaptığı, sanık [Ş.Y.] için suç tarihinin görevinin sona erdiği 2007 tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği, sanık [S.K.] hakkındaki bölümde irdelendiği üzere, bu sanıkların da İmar ve Şehircilik Müdürü olarak görev yaptıkları kendi dönemlerinde, yapıdaki imara aykırılığı denetimler yolu ile tespit etmeyerek mevzuat kapsamında görevlerini gereği gibi yerine getirmedikleri, bu nedenlerle belirtilen tarihlerde Zeytinburnu Belediyesi İmar İşleri Müdürü olarak görevli olan sanıkların eyleminin taksirle öldürme suçu kapsamında değil, 5237 sayılı TCK'nın 257/ maddesinde düzenlenen ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçu kapsamında değerlendirilerek bu suçun unsurlarının oluştuğunun kabulünde zorunluluk bulunduğu gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması;b-Sanık [R.T.]nin 2004 tarihinden itibaren olay tarihinde halen görevde olan Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat İşleri Müdürü olarak, sanık [F.K] nın ise 2000 tarihinden itibaren olay tarihinde halen görevde olan Zeytinburnu Belediyesi Zabıta Müdürü olarak görev yaptığı, 3572 sayılı İş Yeri Açma ve Çalışma Ruhsatları Kanunu ile buna dair yönetmelikler ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile 5393 sayılı Belediye Kanunu hükümleri incelendiğinde, birinci sınıf gayrisıhhi müesseselerin ruhsatlandırma işlemlerinin Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütültüğü, ancak ölen [S.B.]'ın, faaliyet konusunu ikinci sınıf gayrisıhhi müessese kapsamında olan 'plastik imalatı' olarak beyan etmesine rağmen kaçak yollardan ve ruhsatsız olarak iş yerinde parlayıcı ve patlayıcı piroteknik madde imalatı yaptığı, patlamanın meydana geldiği aynı binada kot yıkama atölyesi olarak faaliyet gösteren .. Tekstil isimli iş yeri tarafından üretimden kaynaklanan endüstriyel nitelikli atık suların arıtılmadan direkt olarak alıcı ortama verildiğinin tespiti üzerine İSKİ tarafından ilk olarak 2004 yılında durumun Zeytinburnu Belediyesi'ni bildirilmesi akabinde Belediye'nin zabıta memurları tarafından mahallinde yapılan denetimler sırasında iş yerinde mühürlemeler yapıldığı, akabinde İSKİ'nin çeşitli dönemlerde aynı iş yeri ile ilgili benzer ihbarlarda bulunması üzerine Belediye'nin zabıta memurlarının birçok kez aynı iş yerinde yaptıkları denetimlerde iş yeri sahibinin mühür fek-i yaptığı tespit edilerek iş yerinin her seferinde yeniden mühürlendiği, Belediye zabıtaları tarafından her seferinde İSKİ'den gelen ihbar üzerine yeniden olay yerine gidilerek tutanaklar tanzim edildiği, bu işlemlerin 2007 yılına kadar sürdüğü ve en son kontrolün 2007 tarihinde yapıldığı, yine aynı iş hanında bulunan birçok firmanın ruhsatlarının bulunup bulunmadığının tespiti ve ruhsat işlemlerinin tamamlanması aşamalarında aynı iş hanına birçok kez giden, belediyenin kolluk görevlileri olarak görev yapan belediye zabıta memurlarının olaya konu ölen [S.B.]'ye ait iş yerinde kaçak yollardan patlayıcı madde üretildiğini tespit edemedikleri, dosya kapsamından olaya konu iş yerinde olay öncesi Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü ile Zabıta Müdürlüğü tarafından gerekli denetimlerin yapıldığına dair herhangi bir belgeye rastlanılmadığı, özellikle ölen [S.B.]nin iş yerinde çalışan katılan sanık [H.A.] ile tanık [Ö.A.]'nın beyanları ve aynı iş hanında farklı iş yerlerinde çalışan mağdur ve tanıkların beyanları incelendiğinde, hiçbir güvenlik önlemi alınmadan ve tüm mevzuat hükümleri hiçe sayılarak binanın çatı katında ve çatı katının altındaki üçüncü katın ölene ait bölümünde patlayıcı madde imalatının yapıldığı, Belediye zabıta ekiplerinin iş yerine birçok kez geldikleri, her seferinde öleni ruhsat alınması konusunda uyardıkları, ölen tarafından bu iş yerinde patlayıcı madde imalatı yapıldığının iş hanında çalışan diğer kişiler tarafından da bilindiği, maytap üretiminde kullanılan kimyasalların farklı şekilde koku yaydığı, beyanlar ile de sabit olduğu üzere iş yerinde bulunan çuvallarca kimyasal maddenin kimseye görünmeden binanın en üst katına taşınmasının da mümkün olamayacağı, böyle bir durumda ölenin büyük bir gizlilikle imalat yaptığından söz edilemeyeceği gibi, ölenin ruhsatsız bir şekilde tehlikeli patlayıcı madde imal ettiğinin Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü ile Zabıta Müdürlüğü tarafından yerinde ve etkin bir denetim yapılması halinde kolaylıkla tespit edilebileceği, teknik bilirkişi raporlarında da belirtildiği üzere Mevzuat açısından ölen [S.B.]'ın 2008 tarihinde plastik atölyesi işleteceğini beyan ederek ruhsat başvurusunda bulunması akabinde iş yerine 2008 tarihinde giden memurların, iş yeri için ruhsat başvurusunda bulunulduğunu tespit etmekten başka bir şey yapmadıkları, oysa ki iş yerine giden zabıta memurlarının iş yerindeki kaçak patlayıcı madde üretimini fark etmemelerinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat Müdürlüğü ile Zabıta Müdürlüğü tarafından patlamanın meydana geldiği iş yerinin dört yıl boyunca iş yeri açma ve çalışma ruhsatı olmadan faaliyette bulunduğu tespit edilemediği gibi, iş yeri açma ve çalışma ruhsatına sahip olmadığı tespit edildikten sonra ise yaklaşık beş ay iş yerini kapatmak için hareketsiz kalınarak herhangi bir girişimde bulunulmadığı, bu iş yerine yönelik işlemlere başlandığı aşamada ise ruhsatsız patlayıcı madde üretilen bu iş yerini Mevzuat'ın emrettiği şekilde kapatmak yerine, sahibine ruhsat başvurusunda bulunması için süre verilerek faaliyetine devam etmesine izin verildiği, Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat Müdürlüğü ile Zabıta Müdürlüğü tarafından patlamanın meydana geldiği iş yerinin dört yıl boyunca iş yeri açma ve çalışma ruhsatı olmadan faaliyette bulunduğu tespit edilemediği gibi, iş yeri açma ve çalışma ruhsatına sahip olmadığı tespit edildikten sonra ise yaklaşık beş ay iş yerini kapatmak için hareketsiz kalınarak herhangi bir girişimde bulunulmadığı, bu iş yerine yönelik işlemlere başlandığı aşamada ise ruhsatsız patlayıcı madde üretilen bu iş yerini Mevzuat'ın emrettiği şekilde kapatmak yerine, sahibine ruhsat başvurusunda bulunması için süre verilerek faaliyetine devam etmesine izin verildiği, ancak Mevzuat kapsamında iş yerinin izinsiz faaliyet gösterdiğinin tespit edilmesi halinde Belediye'nin gerekli izin alınıncaya kadar bu iş yerini faaliyetten derhal men etmesi zorunlu olup, iş yerinin ruhsat alınıncaya kadar faaliyetine geçici olarak devam etmesine izin veren herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı, ayrıca 2007 tarihli yoklama fişinin Mali Hizmetler Müdürlüğü tarafından 2007 tarihinde Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü'ne gönderilmesi akabinde, bu iş yeri ile ilgili Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü tarafından yaklaşık 5 ay boyunca işlem yapılmama gerekçesinin de anlaşılamadığı;Tüm bu belirlemeler karşısında olaya konu iş yerinde patlayıcı madde imal edildiğini bildiklerine dair açık bir tespit bulunmayan olay tarihinde Ruhsat ve Denetim Müdürü olan sanık [R.T] ile Zabıta Müdürü olan sanık [F.K.]'nın, iş yerini yeterince denetlemeyerek, yapılan işin niteliğini ve çevre için oluşturduğu tehlikeyi zamanında ortaya çıkarıp önlemeyerek, gerekli ruhsat belgesinin almasını sağlamayarak görevlerinin gereklerine aykırı hareket edip kişilerin mağduriyetlerine sebebiyet verdikleri, sanıkların eylemlerinin 5237 sayılı TCK'nın 257/ maddesindeki görevi kötüye kullanma suçunun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması;...Kanuna aykırı olup, sanıklar müdafileri ile katılanlar vekillerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, ... BOZULMASINA; 2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi." Mahkeme, bozma kararına uymak suretiyle 17/1/2019 tarihinde bozulan kısımlar için yeniden hüküm kurmuştur. Buna göre Mahkeme, görevi kötüye kullanma -görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle- suçunu işledikleri gerekçesine yer vererek İmar ve Şehircilik Müdürü Ş.Y.nin takdirî indirimle 10 ay, İmar ve Şehircilik Müdürü H.K.nın takdirî indirimle 10 ay, Zabıta Müdürü F.K.nın takdirî indirimle 1 yıl 8 ay, Ruhsat ve Denetim Müdürü R.T.nin takdirî indirimle 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına hükmetmiş ve şartları oluştuğu için dört sanık için de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Mahkeme; takdirî indirim için sanıkların geçmişteki hâlleri, sosyal durumları, suç sonrası ve yargılama sürecinde dosyaya yansıyan tutum ve davranışları ile verilen cezanın sanıkların geleceği üzerindeki olası etkilerini gerekçe göstermiştir. Mahkeme, hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünden ise sanıkların daha önceden kasıtlı bir suçla mahkûm edilmemiş olması, sanıkların kişilik özellikleri itibarıyla yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaat oluşması, basit bir araştırma ile tespit edilebilecek somut ve ölçülebilir bir zararın meydana gelmemesi hususlarına gerekçesinde yer vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...İstanbul ili, Zeytinburnu İlçesi, Maltepe Mahallesi, Site Sokak No:44 adresinde bulunan, Topkapı Sanayi Bölgesi içinde kalan binanın üçüncü katı ile bu katın üzerindeki çatı katında, resmi kayıtlara göre plastik oyuncak imalatı alanında faaliyet gösteren ölenlerden [S.B.]'ın, kaçak yoldan maytap ve havai fişek imalatı yaptığı iş yerinde olay günü saat 30 sıralarında, ilk olarak üçüncü kattaki bölümde meydana gelen patlamanın yaklaşık bir buçuk dakika sonra çatı katındaki bölüme sirayet etmesi sonucu art arda meydana gelen patlamada binanın 3, 4, katlarının tamamen çöktüğü, patlama sonucu işveren [S.B.] dahil 21 kişinin öldüğü ve çok sayıda kişinin çeşitli yerlerinden yaralandıkları olayda,Sanıklar [Ş.Y.] ve [H.K.] yönünden yapılan değerlendirmede; 3194 sayılı İmar Kanunu ile ilgili mevzuat hükümleri gereğince binaya 1989 yılında temel ruhsatı, 1990 yılında ise temel üstü yapı ruhsatı düzenlenmesi akabinde beyanlara göre binanın tamamlandığı, 1992 yılından sonra binada iskan edilmeye başlandığı halde, olay tarihine kadar aradan geçen zamanda iskan izni bulunmayan ve inşai açıdan imara aykırılıkları bulunan binada, İmar Kanunu'nun 29, 30, 31, maddeleri kapsamında herhangi bir imar denetimi yapılmadığı, yapının imar durumunun tespit edilmediği, buna dair gerekli yaptırımların uygulanmadığı, İmar Mevzuatı'nda belirtilen süreler dikkate alındığında yapı ruhsatı verilen binanın tamamlanması akabinde iskan belgesi alınmadan kullanılmaya başlanması sebebiyle, fiilen ve hukuken tamamlanmamış olan binanın bu suretle yapı ruhsatının da hükümsüz hale geldiği, yapı ruhsatında bulunmamasına rağmen, yapıda ruhsata aykırı olarak çatı katı inşaa edilmesinin, yapının mimari proje ile ruhsat ve eklerine aykırı inşaa edilmiş olduğu, bu tespitler kapsamında Zeytinburnu Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü'nün aradan geçen zamanda yapıdaki imara aykırılığı denetimler yolu ile tespit ederek mevzuat kapsamında görevlerini gereği gibi yerine getirmedikleri, sanık [Ş.Y.]'ın 27/08/2004-17/12/2007 tarihleri arasında Zeytinburnu İmar ve Şehircilik İl Müdürü, sanık [H.K.]'ün 17/12/2017 tarihinden olay tarihine kadar Zeytinburnu İmar ve Şehircilik İl Müdürlüğünde İmar ve Şehircilik Müdürü olarak görev yaptıkları, görev yaptıkları sırada yapıdaki imara aykırılığı denetimler yolu ile tespit etmeyerek mevzuat kapsamında görevlerini gereği gibi yerine getirmediklerinden görevi ihmal suçunu işledikleri sabit görülmüştür.Sanıklar [F.K.] ve [R.T.] yönünden yapılan değerlendirmede; [F.K.]'nın Haziran 2000 tarihinden patlamanın olduğu tarihe kadar Zeytinburnu Belediye Başkanlığı zabıta Müdürlüğü görevini, sanık [R.T.]nin 2004 yılından patlamanın olduğu tarihe kadar Zeytinburnu Belediye Başkanlığı Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü görevini ifa ettiği, olay tarihinden önce ve 2007 tarihinde olayın gerçekleştiği iş yerinde Zeytinburnu Belediyesi Mali Hizmetler Müdürlüğü tarafından yapılan inceleme sonucu düzenlenen yoklama fişi ile ölenin plastik imalatı konulu iş yerinde ruhsatsız faaliyet gösterdiğinin tespit edilmesi üzerine, bu durumun Mali Hizmetler Müdürlüğü tarafından 2007 tarihinde Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat ve Denetim Müdürlüğü'ne yazılı olarak bildirildiği, ancak o tarihte Zeytinburnu Belediyesi Ruhsat ve Denetim Müdürü olan sanık [R.T.] tarafından yaklaşık 5 ay sonra Zabıta Müdürlüğü'ne bildirildiği, bu iş yerine yönelik işlemlere başlandığı aşamada ise ruhsatsız patlayıcı madde üretilen bu iş yerini Mevzuat'ın emrettiği şekilde kapatmak yerine, sahibine ruhsat başvurusunda bulunması için süre verilerek faaliyetine devam etmesine izin verildiği, oysa ki ilgili mevzuat gereğince iş yerinin izinsiz faaliyet gösterdiğinin tespit edilmesi halinde Belediye'nin gerekli izin alınıncaya kadar bu iş yerini faaliyetten derhal men etmesi zorunlu olup, iş yerinin ruhsat alınıncaya kadar faaliyetine geçici olarak devam etmesine izin veren herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı, müteveffa [S.B.]'nın 25/01/2008 tarihinde plastik üretimi yapacağından bahisle Zeytinburnu Belediye Başkanlığına müracaat ettiği, bu müracaat üzerine belediye zabıta görevlilerin 30/01/2008 tarihinde mahale gittikleri ve mahalde hiç bir denetleme yapmadan müteveffanın ruhsat için başvurduğunu tesbit ile yetindikleri, ruhsat işlemlerinin tamamlanması için iş yerine bir çok kez giden zabıta görevlilerinin patlayıcı madde üretildiğini tespit edemedikleri, dosya kapsamından anlaşıldığı üzere yerinde ve dikkatli bir denetim yapılsaydı durumun tespit edilebileceği hususları dikkate alındığında, olaya konu iş yerinde patlayıcı madde imal edildiğini bildiklerine dair açık bir tespit bulunmayan olay tarihinde Ruhsat ve Denetim Müdürü olan sanık [R.T.] ile Zabıta Müdürü olan sanık [F.K.]'nın, iş yerini yeterince denetlemeyerek, yapılan işin niteliğini ve çevre için oluşturduğu tehlikeyi zamanında ortaya çıkarıp önlemeyerek, gerekli ruhsat belgesinin alınmasını sağlamayarak görevlerinin gereklerine aykırı hareket edip kişilerin mağduriyetlerine sebebiyet verdiklerinden dolayı görevi kötüye kullanma suçunu işledikleri sabit görülmüştür." Söz konusu hükme dair başvurucuların öz olarak yargılamaya konu fiilin taksirle ölüme neden olma suçuna vücut verdiği iddiasıyla yaptığı itirazı, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 25/3/2019 tarihinde reddetmiştir. Bu süreçte başvurucular ayrıca yargılama devam etmekte iken 2012 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuruda bulunmuştur. AİHM, başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Neşe Saday ve diğerleri/Türkiye, B. No: 17992/12, 21/11/2017). Kararın gerekçesinde öncelikle somut olayda olduğu gibi tehlikeli faaliyetlerle bağlantılı olarak meydana gelen can kayıpları ve ciddi yaralanmalar bağlamında ceza soruşturmasının vazgeçilmez olduğu vurgulanmış, söz konusu başvuru için tazminat vermeyi amaçlayan yargı yollarının yaşam hakkı kapsamındaki yükümlülüklerin yerine getirilmesi adına yeterli olmayacağı belirtilmiştir. Bu tespitin ardından ceza yargılaması sürecinin devam ettiği yargılamanın sona ermesinin ardından yeniden başvuru yapılmasının mümkün olduğu ifade edilerek başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Kararda, binada yürütülen faaliyetin arz ettiği riske ve suçun nitelendirilmesi ile ilgili bağlantılı olarak soruşturmanın etkililiğine ilişkin şu değerlendirme yapılmıştır:"Mahkeme bu bağlamda, başvurunun asıl, ruhsatsız olarak gizlice havai fişek üretimi yapan bir atölyede meydana gelen patlama sebebiyle başvuranların yakınının ölmesiyle ilgili olduğunu ve bunun gibi atölyelerin şüphesiz ki, uygun şekilde düzenlenmemiş ve denetlenmemiş ise, insanların güvenliğini tehlikeye sokabilecek tehlikeli bir faaliyet olduğunu kaydetmektedir....Ek olarak, bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin benzeri iç hukuk sorunlarının incelenmesi Mahkemenin görevleri arasında değildir, zira bu konu ulusal mahkemelerin takdirine bırakılmıştır. Yine bu bağlamda suçlu-suçsuz kararı vermek de Mahkemenin görevi değildir. Mahkeme, tehlikeli faaliyetlerden kaynaklanan ölümler kapsamında bile, madde kapsamındaki hakkın, etkililik açısından belli asgari standartları karşılayan ve tehlikeli faaliyetlerden kaynaklanan ölümle ilgili cezai müeyyidelerin soruşturmada bulunan bulgularla desteklendiği hâllerde ve ölçüde uygulanmasını sağlayacak bağımsız ve tarafsız bir resmi soruşturma prosedürünün temin edilmesiyle sınırlı olduğunu kaydeder. Somut davada, olayla ilgili ceza soruşturması başlatılmış ve bazı kamu görevlilerine ve özel kişilere karşı ceza davası açılmıştır. Bu kişiler yalnızca Türk Ceza Kanunu’nun maddesi gereği görevlerinin gereklerini yapmakta ihmal göstermekten mahkûm edilmemişler, bunlardan bazıları aynı zamanda ilk derece mahkemesi tarafından Türk Ceza Kanunu’nun 85 § 2 maddesi kapsamında taksirle ölüme neden olma suçundan mahkûm edilmişlerdir. Ayrıca, kamu görevlileri de dâhil olmak üzere, mahkûm edilenlerden bazıları ciddi cezalara çarptırılmıştır. İlk derece mahkemesinin kararına karşı temyiz başvurusunda bulunulmuş ve Yargıtay nezdinde temyiz yargılamalarının hâlen derdest olduğu görülmektedir." Başvurucular, Yargıtay kararı (bkz. § 26) ile Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin süreci sona erdiren itirazın reddine dair kararını tebellüğ etmelerinin ardından bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun "yapı kullanma izni" kenar başlıklı maddesinin ilk fıkrası şöyledir:"Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik bürolarından; 27 nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir." 3194 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"İnşaatın bitme günü, kullanma izninin verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler bu hizmetlerden istifade ettirilir." 3194 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanun hükümlerine göre; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine veya ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılarda projelerine ve ilgili mevzuatına aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. Yapının imar mevzuatına aykırı olduğuna dair bilgi, tapu kayıtlarının beyanlar hanesine kaydedilmek üzere ilgili idaresince tapu dairesine en geç yedi gün içinde yazılı olarak bildirilir. Aykırılığın giderildiğine dair ilgili idaresince tapu dairesine bildirim yapılmadan beyanlar hanesindeki kayıt kaldırılamaz. Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası muhtara bırakılır, bir nüshası da Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne gönderilir.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir. Yapı tatil tutanağının düzenlendiği tarihten itibaren bir ay içinde yapı sahibi tarafından yapının ruhsata uygun hale getirilmediğinin veya ruhsat alınmadığının ilgili idaresince tespit edilmesine rağmen iki ay içinde hakkında yıkım kararı alınmayan yapılar ile hakkında yıkım kararı alınmış olmasına rağmen altı ay içinde ilgili idaresince yıkılmayan yapılar, yıkım maliyetleri döner sermaye işletmesi gelirlerinden karşılanmak üzere Bakanlıkça yıkılabilir veya yıktırılabilir. Yıkım maliyetleri %100 fazlası ile ilgili idaresinden tahsil edilir. Bu şekilde tahsil edilememesi halinde ilgili idarenin 5779 sayılı Kanun gereğince aktarılan paylarından kesilerek tahsil olunur. Tahsil olunan tutarlar, Bakanlığın döner sermaye işletmesi hesabına gelir olarak kaydedilir.İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır." 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun "Belediyenin yetki ve imtiyazları" kenar başlıklı maddesinin (b), (c) ve (ı) bentleri sırasıyla şöyledir:"b) Kanunların belediyeye verdiği yetki çerçevesinde yönetmelik çıkarmak, belediye yasakları koymak ve uygulamak, kanunlarda belirtilen cezaları vermek.c) Gerçek ve tüzel kişilerin faaliyetleri ile ilgili olarak kanunlarda belirtilen izin veya ruhsatı vermek....l) Gayrisıhhî müesseseler ile umuma açık istirahat ve eğlence yerlerini ruhsatlandırmak ve denetlemek." 5393 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Belediye teşkilâtı, norm kadroya uygun olarak yazı işleri, malî hizmetler, fen işleri ve zabıta birimlerinden oluşur.Beldenin nüfusu, fizikî ve coğrafî yapısı, ekonomik, sosyal ve kültürel özellikleri ile gelişme potansiyeli dikkate alınarak, norm kadro ilke ve standartlarına uygun olarak gerektiğinde sağlık, itfaiye, imar, insan kaynakları, hukuk işleri ve ihtiyaca göre diğer birimler oluşturulabilir." 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun maddesinin büyükşehir belediyelerinin görev, yetki ve sorumluluklarını belirleyen birinci fıkrasının (j) ve (u) bentleri sırasıyla şöyledir:" j) Gıda ile ilgili olanlar dâhil birinci sınıf gayrisıhhî müesseseleri ruhsatlandırmak ve denetlemek, yiyecek ve içecek maddelerinin tahlillerini yapmak üzere laboratuvarlar kurmak ve işletmek. ...u) İl düzeyinde yapılan plânlara uygun olarak, doğal afetlerle ilgili plânlamaları ve diğer hazırlıkları büyükşehir ölçeğinde yapmak; gerektiğinde diğer afet bölgelerine araç, gereç ve malzeme desteği vermek; itfaiye ve acil yardım hizmetlerini yürütmek; patlayıcı ve yanıcı madde üretim ve depolama yerlerini tespit etmek, konut, işyeri, eğlence yeri, fabrika ve sanayi kuruluşlarıile kamu kuruluşlarını yangına ve diğer afetlere karşı alınacak önlemler yönünden denetlemek, bu konuda mevzuatın gerektirdiği izin ve ruhsatları vermek." 10/8/2005 tarihli ve 25902 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin (a), (b), (c) ve (n) bentlerinin ilgili kısmı sırasıyla şöyledir:"a) Yetkili idare: Belediye sınırları ve mücavir alanlar dışı ile kanunlarda münhasıran il özel idaresine yetki verilen hususlarda il özel idaresini, büyükşehir belediyesi sınırları içinde büyükşehir belediyesinin yetkili olduğu konularda büyükşehir belediyesini, bunların dışında kalan hususlarda büyükşehir ilçe belediyesini, belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediyeyi..., b) Gayrisıhhî müessese: Faaliyeti sırasında çevresinde bulunanlara biyolojik, kimyasal, fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden az veya çok zarar veren veya vermesi muhtemel olan ya da doğal kaynakların kirlenmesine sebep olabilecek müesseseleri, c) Birinci sınıf gayrisıhhî müessese: Konutlardan ve insan ikametine mahsus diğer yerlerden mutlaka uzak bulundurulmaları gereken müesseseleri, ...n) İşyeri açma ve çalışma ruhsatı: Yetkili idareler tarafından bu Yönetmelik kapsamındaki işyerlerinin açılıp faaliyet göstermesi için verilen izni," Yönetmelik'in "İşyerlerinde aranacak genel şartlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (h) bentleri ile ikinci fıkrası şöyledir: "a) İş sağlığı ve güvenliği ile ilgili olarak mevzuatta öngörülen tedbirlerin alınmış olması,...h) Umuma açık istirahat ve eğlence yerleri; patlayıcı, parlayıcı ve yanıcı maddelerin üretildiği, satıldığı ve depolandığı işyerleri;otuz kişiden fazla çalışanın bulunduğu her türlü işyerleri, ana giriş kapıları dışında cadde ve sokağa doğrudan bağlantısı olmayan ve birden fazla işyerinin bir arada bulunduğu iş hanı, çarşı ve benzeri işyerlerinde yangına karşı gerekli önlemlerinin alındığını gösteren itfaiye raporunun alınması, diğer işyerlerinde ise yangına karşı gerekli tedbirlerin alınmış olması,...Yetkili idareler, işyeri açma ve çalışma ruhsatının verilmesinden sonra yapacakları denetimlerde bu hususların yerine getirilip getirilmediğini kontrol eder." Yönetmelik'in "İşyeri açılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Yetkili idarelerden usulüne uygun olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan işyeri açılamaz ve çalıştırılamaz. ... İşyeri açma ve çalışma ruhsatı alınmadan açılan işyerleri yetkili idareler tarafından kapatılır." Yönetmelik'in "Gayrisıhhi Müesseseler" başlıklı Üçüncü Kısmı'nda yer alan "İnceleme Kurulları" kenar başlıklı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: "Büyükşehir belediyelerinde birinci sınıf gayrisıhhî müesseseleri inceleme kurulu, beş kişiden az olmamak üzere büyükşehir belediye başkanı veya görevlendireceği yetkilinin başkanlığında çevre, sağlık, hukuk, imar ve küşat birimleri görevlileri, sanayi ve ticaret il müdürlüğü temsilcisi, ilgili meslek odalarının temsilcileri ile tesisin özelliğine göre belediye başkanı tarafından belirlenecek diğer kuruluş temsilcilerinden oluşur. İl belediyelerinde birinci sınıf gayrisıhhî müesseseleri inceleme kurulu, üçüncü fıkrada belirtilen esasa göre oluşturulur." Yönetmelik'in maddesinin ilk fıkrası şöyledir:"Gayrisıhhî müessese açmak isteyen gerçek veya tüzel kişiler ... başvuru formunu doldurarak yetkili idareye başvurur." Yönetmelik'in "Yer seçimi ve tesis kurma izni" kenar başlıklı maddesinin ilk fıkrası şöyledir:"Birinci sınıf gayrisıhhî müesseseleri inceleme kurulu, ilgilinin başvurusundan itibaren en geç yedi gün içinde tesisin kurulacağı yeri mahallinde inceleyerek, ... yer seçimi raporu formunu düzenler ve görüşünü bildirir. Yer seçimi inceleme kurulunun raporu, ilgili birimin teklifi üzerine yetkili idarenin en üst amiri veya görevlendireceği yetkili tarafından üç gün içinde değerlendirilerek yer seçimi ve tesis kurma izni kararı verilir." Yönetmelik'in "Açılma ruhsatı" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkrası şöyledir:"Yer seçimi ve tesis kurma izni verilmiş veya deneme izni sonunda çalışmasında sakınca bulunmadığı anlaşılan birinci sınıf gayrisıhhî müesseselerin çalışabilmesi için müracaatı takip eden yedi gün içinde yetkili idarenin inceleme kurulu tarafından yerinde inceleme yapılır. Çevre izni veya çevre izin ve lisans belgesi mevzuat hükümlerine uygun olan yerler için diğer tüm bilgi ve belgeler de dikkate alınmak suretiyle, ... açılma izni raporu düzenlenir ve yetkili idareye sunulur. Yetkili idarenin en üst amiri veya görevlendireceği yetkili tarafından üç gün içerisinde işyeri açma ruhsatı düzenlenir. Birinci sınıf gayrisıhhî müessese başvuru ve beyan formunda yer alan bilgiler esas alınarak bir ay içinde yapılan denetimlerde, beyan edilen hususlara aykırı bir durumun tespiti halinde ilgililer hakkında gerekli kanunî işlem yapılır. Aykırılık ve noksanlıklar toplum ve çevre sağlığı açısından bir zarar doğurmuyorsa, tedbirlerin alınması ve noksanlıkların giderilmesi için bir yılı geçmemek üzere süre verilir. Verilen süre içinde aykırılık ve noksanlıklarını gidermeyen işletmelerin faaliyeti söz konusu aykırılık ve noksanlıklar giderilinceye kadar durdurulur." Yönetmelik'in "Denetim" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Gayrisıhhî müesseseler, çevre ve toplum sağlığı açısından yetkili idareler tarafından denetlenir. Yetkili idarenin en üst amiri veya görevlendireceği kişi gerekli tedbirleri almak veya aldırmakla sorumludur." Yönetmelik'in ek-2 kısmının birinci sınıf gayrisıhhi müesseseleri belirleyen (A) bendinin numaralı sırasında patlayıcı madde üretim tesisleri ve depolarına yer verilmiştir. 29/9/1987 tarihli ve 19589 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tekel Dışı Bırakılan Patlayıcı Maddelerle Av Malzemesi ve Benzerlerinin Üretimi, İthali, Taşınması, Saklanması, Depolanması, Satışı, Kullanılması, Yok Edilmesi, Denetlenmesi Usul ve Esaslarına İlişkin Tüzük'ün (Tüzük) kapsamını belirleyen maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Av ve taş barutlarının, ..., şenlik fişeklerinin, havai fişeklerin, maytapların ve benzerlerinin ... üretilmesi için işyeri kurulması ve işletilmesi, üretilen maddelerin ambalajlanması, taşınması, saklanması, depolanması, ithali, satışı, kullanılması, yokedilmesi, denetimi, ... ve alınacak güvenlik önlemlerine ilişkin usul ve esaslar bu Tüzükte gösterilmiştir." Tüzük'ün maddesinde, Tüzük maddelerinde geçen "işyeri" ifadesinin bu Tüzük kapsamına giren maddelerin üretildiği ve işlendiği yerleri ifade ettiği belirtilmiştir. Tüzük'ün , , 6, , ve maddeleri sırasıyla şöyledir:" İşyeri kurmada ön izinMadde 4 – Bu Tüzük kapsamına giren patlayıcı maddelerin üretimi ve işlenmesi için işyeri kurmak isteyenler, üretecekleri patlayıcı maddelerin cins ve özellikleri ile işletmenin kapasitesi ve nerede kurulacağına ilişkin bilgileri içeren bir dilekçeyle İçişleri Bakanlığından ön izin belgesi almak üzere iş yerinin kurulacağı il valiliğine başvururlar. Girişimci gerçek kişi ise nüfus cüzdanının onaylı örneğinin, tüzelkişi ise temsile yetkili olanların nüfus cüzdanlarının onaylı örneğinin, başvuru dilekçesine eklenmesi gerekir. Başvurunun yapıldığı valilik, dilekçe ve eki belgeleri inceleyerek görüşü ile birlikte İçişleri Bakanlığına gönderir.İçişleri Bakanlığınca, ön izin belgesi isteyenin genel güvenlik bakımından durumunun uygun olduğunun belirlenmesinden ve kuruluş yeri bakımından Genelkurmay Başkanlığının görüşünün alınmasından sonra, ilgiliye ön izin belgesi verilir."Kuruluş izni için gerekli belgelerMadde 5 – Patlayıcı madde üretmek ve işlemek üzere işyeri kurmak isteyenler aşağıda yazılı belgeleri sağlamak zorundadırlar:A - İşyerinin kurulacağı yerin 1/1000 veya 1/2000 ölçekli halihazır haritası üzerine çizilmiş ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca onanmış dört nüsha mevzi imar planı,B - İşyerinin kurulacağı yerin yüzölçümü ve sınırlarını gösteren, il bayındırlık ve iskan müdürlüğünce onanmış 1/500 ölçekli dört nüsha vaziyet planı,C - 1/50 Ölçekli ve il bayındırlık ve iskan müdürlüğünce onanmış inşaat projesi, D - İşyeri alanını sınırlayan, çevre duvarı veya en az iki metre yüksekliğindeki sağlam direklere bağlı sık tel örgüyü,sütre ve taş duvarları, denetime tabiana giriş kapısı ile gerekli diğer kapıları gösterir vaziyet planı ve detay resimleri,E - 3194 sayılı İmar Kanununun 21 inci maddesi hükümlerine göre alınmış yapı ruhsatı,F - İşyerinin Ek: 1 sayılı çizelgede belirlenen güvenlik uzaklıklarını gösteren krokisi,G -Yapılacak yerüstü depolarında Ek-1 çizelgenin dip notunun (D) bendinde gösterilen uzaklıkların içinde kalan alanın, girişimcinin, mülkiyetinde olduğunu veya kiralandığını ya da sahip veya zilyetlerinden muvafakat alındığını gösterir noter onaylı belge.H - Üretilecek patlayıcı maddelerin cins ve özelliklerini açıklayan belge,İ - İşyerinde üretilecek her madde için ayrı ayrı yıllık üretim kapasitesini belirten belge,K - İşyerindeki deneme ve yok etme yerlerini gösteren kroki,L - Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığından 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununa göre alınacak gayri sıhhi müessese belgesi,M - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bölge çalışma müdürlüğünden 1475 sayılı İş Kanununa ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğüne göre alınacak kurma izni,N - Sanayi ve Ticaret Bakanlığından alınacak imalat belgesi,O - Çevre Bakanlığından alınacak iş yerinin çevreye olumsuz etkisi olmadığını belirten belge,P -İş yeri alanını sınırlayan tüm çevrenin harekete duyarlı sensörler ile çalışacak aydınlatma ve alarm sistemi ile birlikte ayrıca, kameralarla bir merkezden izlenecek şekilde düzenlenmiş donanımların kurulduğunu gösterir belge,Kuruluş izin belgesinin verilmesiMadde 6 – Patlayıcı madde üretmek ve işlemek üzere işyeri kurmak isteyenler, kuruluş izin belgesi almak için, bir dilekçeyle İçişleri Bakanlığına başvurmak zorundadırlar. Başvuru dilekçesine, ön izin belgesiyle 5 inci maddede yazılı belgelerin eklenmesi gerekir.Yapılan inceleme sonunda, işyerinin kurulması uygun görülürse, başvuru tarihinden başlayarak bir ay içinde kuruluş izin belgesi verilir.Kuruluş izin belgesi, iki yıl için geçerlidir. Kuruluş, zorlayıcı ya da kabul edilebilir nedenlerle gerçekleştirilmezse, bu süre İçişleri Bakanlığınca uzatılır.İşyerinin genişletilmesi, yeni tesisler eklenmesi, kapasite artırılması için de yukarıda öngörülen usul ve esaslara göre yeniden izin belgesi alınması zorunludur.İşletme izni için gerekli belgeler Madde 7 – Kuruluş izin belgesi alınan işyerlerine işletme izni verilebilmesi için aşağıda yazılı belgelerle valiliğe başvurulur:A - İşyerinin, bu Tüzük hükümlerine uygun olarak yapıldığına ilişkin il bayındırlık ve iskan müdürlüğü raporu,B - Belediye veya valilikçe verilen yapı kullanma izni,C - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bölge müdürlüğünce verilmiş işletme belgesi,D - Çevre Bakanlığından alınacak, iş yerinde arıtma tesis veya sistemleri kurulduğuna ve işletmeye elverişli olduğuna ilişkin belge,E - Yangın yönünden gerekli önlemlerin alındığına ilişkin itfaiye kuruluşu raporu,F - İşyerinin teknik sorumluluğunu yüklenecek kimya yüksek mühendisi, kimya mühendisi veya kimyagerin bu konuda vereceği noterlikçe onaylı kabul belgesi,G - İşyeri sahibince hazırlanan ve il sanayi ve ticaret müdürlüğünce onaylanmış işletme ve çalışma yönergesiyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bölge müdürlüğünce onaylanmış teknik güvenlik yönergesi.Dilekçe ve ekleri valilikçe, İçişleri Bakanlığına gönderilir. İşyerinin, plan ve projelerine ve bu Tüzük hükümlerine uygunluğu saptandığında İçişleri Bakanlığınca, işletme izin belgesi verilir.İşletme izin belgesi almak için başvuranın kuruluş izin belgesi sahibinden başka bir kişi olması halinde, ayrıca, durumunun genel güvenlik yönünden uygun görülmesi gerekir.Güvenlik uzaklıklarıMadde 9 – Patlayıcı maddelerin üretildiği veya işlendiği her işyerinin kurulmasında Ek: 1 sayılı çizelgede gösterilen en az güvenlik uzaklıklarına uyulması zorunludur.Bu işyerlerinin çevresine, güvenlik uzaklıklarından geçen tel örgü veya taş duvar çekilir.Binalar ve tesisatMadde 10 – İşyeri binaları tek katlı yapılır. Ancak teknolojinin gerektirdiği hallerde çok katlı da olabilir. Duvarlar yanmaz, tavanlar hafif ve yanmaz, tabanlar düz, yanmaz, sızdırmaz, çarpmayla kıvılcım çıkarmaz, yumuşak malzemeden, kolay temizlenir ve hafif eğimli, pencereler büyük parçalar halinde etrafa dağılmayacak ve zarar vermeyecek mika, telli cam gibi maddelerden yapılır.Üretimin özelliğine göre binaların tabanları, statik elektriği iletici özel asfalt veya içerisine demir oksit karıştırılmış betonla yapılır. Ayrıca, kapılara statik elektriğe karşı topraklanmış pirinç, bakır veya alüminyum levhalar konur.Binalardaki giriş ve çıkış kapıları, pencereler, pancurlar ve havalandırma menfezlerinin kapakları basınç karşısında dışarıya doğru açılacak, tehlike anında bina içinde bulunanların kolayca kaçabilmelerini sağlayacak biçimde yapılır. Binanın pencerelerinde parmaklık veya kafes bulunmaz. Birden çok bölümleri bulunan işyeri binalarında bölümlerden herbirinin, biri doğrundan doğruya dışarıya,diğeri ana koridora açılan en az iki kapısı bulunur.Güvenliksiz patlayıcı maddelerin bulunduğu yerlerin çevresi, yapılan işin özelliğine göre, tamamen veya kısmen ya da ayrı ayrı sütrelenir veya taş duvar çekilir. Duvar veya sütrenin taban kenarları binalardan en az bir buçuk metreuzaklıkta başlar. Toprak sütrelerin üstleri en az bir metre genişliğinde olur ve kenarlarının eğimleri doğal eğiminden çok olamaz.Sütreler bina çatısının en üst noktasından en az bir metre daha yüksek olur. Duvarların çimento harçlı olarak taştan yapılması halinde üst genişlik en az ellisantimetre, betonarme olması halinde, en az on santimetre olur. Sütre giriş kapıları ve geçitler, çalışanları patlama basıncı ve alevden koruyacak biçimde yapılır." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Zaman bakımından uygulama" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur." 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Görevi kötüye kullanma" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." S.K.nın görev yaptığı dönemde yürürlükte olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılımülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:...4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,... geçmesiyle ortadan kalkar." 765 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkümiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanın kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müddetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz." 765 sayılı mülga Kanun'un ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurlarından her kim bir şahıs veya memur hakkında memuriyetine ait vazifeyi suiistimal ile kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalden başka suretle keyfi bir muamele yapar veya yapılmasını emreder veya ettirirse altı aydan üç seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu muamelede hususi maksat veya siyasi saik veya sebep mevcut ise cezası üçte birden yarıya kadar artırılır.""Hangi nedenle olursa olsun memuriyet görevini yapmakta savsama ve gecikme gösteren veya üstünün yasaya göre verdiği buyrukları geçerli bir neden olmadan yapmayan memur üç aydan bir yıla kadar hapis ve bin liradan beşbin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.Bu savsama ve gecikmeden veya üstünün yasal buyruklarını yapmamış olmaktan Devletçe bir zarar meydana gelmişse, derecesine göre altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile ... " 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı maddesinin (5), (6), (8), (10), (11) ve (12) numaralı fıkraları şöyledir:"(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez. (8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur… …Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur. (10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar… (12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşam hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161). AİHM, yaşam hakkı kapsamında incelediği McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır. AİHM'e göre bu yükümlülük, sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir (Salman/Türkiye [BD], B. No: 21986/93, 27/6/2000, § 105; Can ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 27446/12, 25/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında -öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. AİHM'e göre kasten gerçekleştirilen ölümlerde etkili bir cezai soruşturma yürütme zorunluluğu bulunmakla birlikte ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/97, 24/10/2002,§§ 90, 94, 95; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51). AİHM; yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği olaylarda kullanılabilecek birden fazla başvuru yolu bulunup da başvurucuların bu yolların tamamını kullandıkları durumlarda etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünün yerine getirilebilmesi için söz konusu yolların tamamının etkili yürütülmesi gerekmediğini, bu nedenle incelemenin sadece devletin bu yollardan herhangi biriyle etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini denetlemekten ibaret olacağını belirtmiştir (Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 74; Nurettin Demir ve Çiçek Demir/Türkiye (k.k.), B. No: 34885/06, 13/11/2012, § 71). Bununla birlikte AİHM; ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu görevlilerinin bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, başka bir ifadeyle olası sonuçların farkında olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadıkları durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmamasının ya da bu kişilerin yargılanmamasının yaşam hakkının ihlaline neden olabileceğine karar vermiştir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 93; Budayeva ve diğerleri/Rusya, B. No: 15339/02, 20/3/2008,§ 140). Kararın somut olayla ilgili kısmı şöyledir:" Söz konusu davada, 4 Nisan 1996 tarihli bir kararla İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, adı geçen iki Belediye Başkanı’nı, Ceza Kanunu’nun 230 § 1 maddesinin kapsamı uyarınca (bkz. yukarıdaki 23 paragraf) görevi ihmalden 000 TL (o dönem için yaklaşık 9,70 EUR) para cezasına çarptırmış ve bu cezayı ertelemiştir. Hükümet, AİHM’de, iki Belediye Başkanı’na neden yalnızca bu iki hükmün uygulandığını ve neden öngörülen en düşük cezaya çarptırıldıklarını açıklamaya çalışmıştır (bkz. yukarıdaki paragraf). Ancak, bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin benzeri iç hukuk sorunlarının incelenmesi AİHM’nin görevleri arasında değildir, bu konu ulusal mahkemelerin takdirine bırakılmıştır. Yine bu bağlamda suçlu-suçsuz kararı vermek de AİHM’nin görevi değildir.Görevlerine ilişkin olarak AİHM, sözkonusu davada tartışılan cezai işlemlerin tek amacının, yetkili makamların, Ceza Kanunu’nun insan hayatını tehlikeye sokan eylemlerle ya da madde uyarınca yaşama hakkının korunmasıyla hiçbir ilişkisi olmayan maddesi uyarınca 'görevi ihmal' suçundan sorumlu tutulup tutulamayacağının belirlenmesi olduğuna dikkat çekecektir.Aslında, 4 Nisan 1996 tarihli karardan, ilk derece mahkemesinin İdare Meclis tarafından verilen lüzumu muhakeme kararının gerekçelerine bağlı kalmış ve başvuranın dokuz akrabasının ölümünde yetkili makamların muhtemel sorumluluğuna ilişkin bir yorumda bulunmamıştır. Görüldüğü gibi, 4 Nisan 1996 tarihli karar, 28 Nisan 1993’te meydana gelen ölümlere davanın bir öğesi olarak yaklaşan kısımlar içermemektedir. Ancak bu durum yaşama hakkını koruyamamaktan kaynaklanan sorumluluğun kabul edildiği anlamına gelmemektedir. Kararın işlevsel hükümleri bu hususta yorum yapmamakta ve üstelik, ilk derece mahkemesinin, kazanın son derece ciddi sonuçlarına gereken önemi verdiğini düşündürmemektedir; sorumlu tutulan kişiler sonuçta gülünç sayılabilecek cezalara çarptırılmış, dahası bu cezalar ertelenmiştir. Buna göre, Türk cezai adalet sisteminin trajediye yaklaşım biçiminin, bu Devlet görevlilerinin veya makamlarının olaydaki mesuliyetlerini tamamen tespit ettiğini ve yaşama hakkına saygı duyulmasını garanti eden iç hukuk hükümlerinin, özellikle de Ceza Kanunu’nun caydırıcı işlevinin etkin bir şekilde uygulanmasını sağladığını söylemek mümkün değildir." Diğer taraftan AİHM, ölüm olaylarına ilişkin olarak Türkiye'de yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere HAGB kararı vermelerine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini, ilgili eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Kasap ve diğerleri, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 60; hâkimlerin takdir haklarını kullanmalarına ilişkin benzer yöndeki eleştiriler için bkz. Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 75). Ayrıca AİHM, HAGB kararı verilmesiyle faillerin cezadan tamamen muaf kaldığını çünkü HAGB kararının uygulanması sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen kararın içerdiği ceza da dâhil olmak üzere tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5075 | Başvuru, yapı kullanma izni bulunmayan, ticari amaçla kullanılan ve izinsiz patlayıcı madde üretimi yapılan binada meydana gelen patlama sonucu yirmi bir kişinin ölmesi, çok sayıda kişinin yaralanması, olay nedeniyle başlatılan ceza soruşturmasında bir kamu görevlisi hakkında zamanaşımından düşme, diğer bazı kamu görevlileri hakkında da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2019/10889 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/10889 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, ekli tablonun (D) sütununda yer alan Kurumlarda işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının bildirilmesi üzerine Kurumlar, başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akitlerinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Kurumlar aleyhine dava açmıştır. Davalı Kurumlar cevap dilekçesinde genel hatları itibarıyla iş akitlerinin, ilgili kanun ve kanun hükmünde kararnameler çerçevesinde ve usulüne uygun olarak feshedildiğini belirtmişler ve davaların reddini talep etmişlerdir. Ekli tablonun (E) sütununda belirtilen mahkemelerin bir kısmı davaları reddetmiştir. Kararlarda; ağırlıklı olarak başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklı nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Bazı mahkemeler ise iş sözleşmesinin mahiyetine ilişkin farklı gerekçelere davaların reddine karar vermişlerdir. Ekli tablonun (E) sütununda belirtilen mahkemelerin bir kısmı ise davaların kabulüne ve başvurucuların işe iadesine karar vermiştir. Başvurucular karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf merciince (Bölge Adliye Mahkemesi) davanın reddi kararlarına yönelik başvurucuların istinaf istemleri reddedilmiştir. Kararlarda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve ilgili birimin yazısı ile başvurucuların terör örgütü yapılanmalarıyla irtibatı olduğunun bildirilmesi nedeniyle mahkeme kararının hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Davanın kabulüne yönelik hükümler yönünden davalıların istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemelerde ise anılan hükümler kaldırılarak davaların reddine kesin olarak karar verilmiştir. Karar gerekçelerinde yine başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği, mevcut durum nedeniyle işçiden kaynaklı nedenle işveren açısından güven ilişkisinin sarsıldığı, fesih işleminin haklı ve geçerli nedenle gerçekleştirildiği gerekçesine yer verilmiştir. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları da Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince (Daire) reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10889 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkı ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 25/7/2006 tarihinde tapusuz taşınmazın tescili talebiyle dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 3/2/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/4/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/857 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5595 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, izin tecavüzü suçundan yakalanarak askerî cezaevine konulan başvurucunun görevli personel tarafından ayağının kırıldığına dair şikâyetinin sonuçsuz kalmasının işkence ve kötü muamale yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, zorunlu askerlik hizmetini yerine getirirken izin tecavüzü suçunu işlediği iddiası ile açılan soruşturma kapsamında hakkında yakalama emri çıkarılmıştır. Anılan yakalama emri uyarınca başvurucu ikamet ettiği Almanya'dan Türkiye'ye giriş yaptığı esnada 30/6/2012 tarihinde yakalanarak Mamak Askerî Cezaevine konulmuştur. Cezaevinde bulunan görevli personel ile başvurucu arasında meydana gelen olay esnasında başvurucunun ayağı kırılmıştır. Ayrıca görevli askerî personelden bir kişi de basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralanmıştır. Anılan olay nedeniyle Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Savcılığı başvurucu hakkında kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten yaralama suçundan, diğer askerî personel hakkında ise zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan soruşturma başlatmıştır. Askerî Savcılık, dosyadaki tarafların terhis olması gerekçesine dayanarak 7/3/2013 tarihinde verdiği görevsizlik kararı ile dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonunda 15/4/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yapmış olduğu itiraz, Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 22/7/2013 tarihli kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar 28/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/8/2013 tarihinde anılan olaya ilişkin olarak tekrar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuştur. Şikâyet dilekçesi Kara Kuvvetleri Askerî Savcılığına gönderilmiş ve Askerî Savcılık 25/12/2013 tarihli kararıyla başvurucunun şikâyetine ilişkin 7/3/2013 tarihinde vermiş olduğu görevsizlik kararını hatırlatarak tekrar görevsizlik kararı vermiş, dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 5/2/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:''... UYAP kayıtlarında yapılan incelemede yukarıda belirtilen Görevsizlik Kararı üzerine Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2013/54047 numarasına kayden yapılan soruşturma sonunda 15/4/2013 tarih 2013/23737 sayı ile aynı olayla ilgilikovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği,Bu itibarla aynı konu ile ilgili daha önce soruşturma yapılarak karara bağlandığı anlaşıldığından CMK 223/ maddesi gereğince Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına ... karar verildi.'' Anılan karara itiraz, Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin 26/5/2014 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 23/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13552 | Başvuru, izin tecavüzü suçundan yakalanarak askerî cezaevine konulan başvurucunun görevli personel tarafından ayağının kırıldığına dair şikâyetinin sonuçsuz kalmasının işkence ve kötü muamale yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, özel hayata ilişkin eylemler gerekçe gösterilerek astsubay sözleşmesinin yenilenmemesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının; karar düzeltme talebinin kararı veren aynı Daire tarafından ve bir defaya mahsus incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/1/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 25/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 6/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 5/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 15/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 27/5/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2003 yılında sözleşmeli astsubay statüsünde görev yapmak üzere dokuz yıl süreli sözleşme imzalayarak Hava Kuvvetleri Komutanlığında göreve başlamıştır. Hava Kuvvetleri Komutanlığına 3/6/2011 tarihinde ihbar içerikli bir e-posta gönderilmiş ve başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı askerî personel hakkında birtakım iddialarda bulunulmuştur. Sözleşme süresi sona eren başvurucu hakkında yapılan değerlendirme sonucunda Hava Kuvvetleri Komutanlığının 5/6/2012 tarihli ve "2003 devresi sözleşmeli subay ve astsubayların işlemleri" konulu emriyle başvurucunun sözleşmesinin yenilenmemesine karar verilmiştir. Değerlendirmede sözleşmenin yenilenip yenilenmemesi konusunda takdir yetkisinin eşitlik ve adalet ilkeleri ışığında ve kamu yararı gözetilerek Hava Kuvvetleri Komutanlığınca kullanıldığı, başvurucunun sözleşmesi yenilenen diğer personelden nitelik olarak daha üstün olduğu düşünülse bile istihbarata karşı koyma (İKK) konusunda hassasiyet oluşturan hakkındaki birtakım kayıtlar nedeniyle koşulları taşımadığına kanaat getirilen başvurucunun sözleşmesinin yenilenmemesine karar verildiği belirtilmiştir. Bu karar 25/7/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu; Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde görev yaptığı 2003 yılından itibaren hakkında menfi kanaat oluşmasına neden olacak bir disiplinsizliğinin, başarısızlığının veya yetersizliğinin bulunmadığını, görev süresi boyunca sıralı amirleri tarafından takdir edilen bir personel olduğunu, adli bir eyleminin mevcut olmadığını, sözleşmesinin yenilenmemesine yönelik idare tarafından kullanılan takdir yetkisinin kamu yararına aykırı olduğunu, tesis edilen işlemin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek yürütmenin durdurulması, işlemin iptali ve yoksun kaldığı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 1/8/2012 tarihinde dava açmıştır. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun'un maddesi ile 27/4/2002 tarihli ve 24738 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği’nin , ve maddelerinde düzenlenen sözleşme süreleri çerçevesinde idarenin takdir yetkisinin bulunduğu, sözleşmenin yenilenmemesine ilişkin olarak mevzuatta sınırlayıcı nedenlerin sayılmadığı, personel hakkında her türlü bilgi ve belgeye sahip komisyon üyelerince yapılan objektif değerlendirme sonucunda nitelik olarak başvurucudan daha üstün olduğu belirlenen personel ile sözleşme yenileme yoluna gidildiği dolayısıyla idarenin takdir yetkisinin hukuka ve hakkaniyete uygun şekilde kullanıldığı, dava konusu sözleşmenin yenilenmemesi işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 25/9/2012 tarihli ara kararı ile dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde başvurucu hakkında tesis edilen sözleşmenin yenilenmemesi işleminin uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmemesi gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 20/2/2013 tarihli düşünce yazısında, ihtiyaç kapsamında süresi biten sözleşmelerin yenilenip yenilenmemesi konusunda idarenin takdir yetkisinin bulunduğu ancak bu yetkinin sınırlarının belirlenmesi gerektiği zira özel hukuk kurallarına tabi olmayan söz konusu sözleşme tipinde irade serbestisinin egemen olmadığı, sözleşmenin taraflarından biri olan idarenin kamu gücünün temsilcisi olduğu ve devletin istihdam fonksiyonunu da içinde barındırdığı, bu niteliği nedeniyle sosyal hukuk devleti ilkeleriyle uyumlu olarak sözleşme imzalanırken ve yenilenirken idarenin tedbirli davranması gerektiği, bu bağlamda statüye alınan kamu görevlilerinin bu statüden çıkarılmalarının belirli ve sıkı şartlara tabi olmasının kaçınılmaz olduğu, personel sayısında fazlalık ortaya çıktığı gerekçesine dayanılarak başvurucunun sorumlu tutulmasının hakkaniyete uygun olmadığı, takdir yetkisinin objektif ve adil şekilde kullanılmadığı, ayrıca imzasız ihbar mektuplarıyla başvurucu hakkında ileri sürülen iddiaların dava konusu işleme hukuki açıdan geçerlilik kazandırmaya yeterli olmadığı belirtilerek başvurucu hakkındaki işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği yönünde düşünce bildirilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 21/5/2013 tarihli ve E.2012/1153, K.2013/601 sayılı kararı ile dava konusu sözleşmenin yenilenmemesi işlemi iptal edilmiştir. Kararda, başvurucu hakkında gönderilen bir ihbar mektubunda başvurucunun kendisiyle aynı sınıf ve rütbedeki bir kısım arkadaşıyla birlikte alkol alırken çekilmiş fotoğraflarının bulunduğu, isimsiz ve imzasız olarak gönderilen başka bir ihbar mektubunda da başvurucunun kız kardeşinin 2008 yılında gerçekleştirilen 1 Mayıs törenlerine katıldığına ilişkin bir iddianın öne sürüldüğü, imzasız ve isimsiz ihbar mektuplarıyla ileri sürülen hususların davalı idare tarafından İKK hassasiyeti olarak değerlendirilerek sözleşmenin yenilenmemesine gerekçe olarak gösterildiği, bu durumun hukuken mümkün görülemeyeceği zira bu iddiaların doğruluğunun ilgili istihbarat biriminden teyit edilemediği ve bir kısmının doğrudan davacı ile ilgili bir konu olmadığı, başvurucunun mesleki sicilinin sözleşmesi yenilenen diğer astsubaylardan daha iyi durumda olduğu, dokuz yıldır askerlik mesleğinde olan ve mesleki anlamda bizzat kendisi ile ilgili bir eksikliğine rastlanmayan başvurucunun soyut bir şekilde iddia olunan hususlara dayanılarak sözleşmesinin yenilenmemesinin hukuki olmadığı şeklinde ifadelere yer verilmiştir. Davalı idare tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı Dairenin 12/11/2013 tarihli ve E.2013/1118, K.2013/1082 sayılı kararıyla kabul edilmiş ve davanın reddine karar verilmiştir. Ret kararında, başvurucunun istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde sözleşmesinin yenilenmediği, sözleşmesi yenilenen diğer üç personelle ilgili olarak böyle bir tespitin bulunmadığı, bu doğrultuda idarenin takdir yetkisini hukuka uygun kullandığı, açık bir değerlendirme hatasının bulunmadığı ve davalı idare tarafından tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı belirtilmiştir. Karar 17/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 14/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. AYİM Dairesinin 12/11/2013 tarihli kararına karşı başvurucu tarafından yapılan düzeltme talebi, AYİM kararlarına karşı bir defaya mahsus olarak karar düzeltme yoluna gidilebileceği gerekçesiyle aynı Dairenin 15/4/2014 tarihli ve E.2014/382, K.2014/371 sayılı kararıyla incelenmeksizin reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 4/5/2016 tarihli yazısı ile yargılama dosyasına sunulmuş olan ve başvurucunun sözleşmesinin feshedilmesi işlemine dayanak oluşturan “gizli” ibareli belgelerin gönderilmesi istenmiştir. Anayasa Mahkemesine sunulan söz konusu belgelerin incelenmesinden başvurucunun kendisi gibi personel olan arkadaşları ile birlikte alkol alırken çekilmiş fotoğraflarının bulunduğu ve isimsiz olarak gönderilen başka bir ihbar mektubunda başvurucunun kardeşinin 2008 yılında gerçekleştirilen 1 Mayıs törenlerine katıldığı, bu durumların İKK faaliyetleri çerçevesinde idarede hassasiyet oluşturduğu ve başvurucu hakkında menfi kanaat oluşmasına gerekçe olarak gösterildiği anlaşılmaktadır.B. İlgili Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Amir; … Maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve himayesi altında bulundurur…” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.” 4678 sayılı Kanun’un “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanun’da geçen...f) Sözleşmeli astsubay : Bu Kanunda öngörülen esaslara göre, kendileri ile sözleşme yapılarak astsubay nasbedilen; astsubay çavuş, astsubay kıdemli çavuş, astsubay üstçavuş ve astsubay kıdemli üstçavuş rütbelerini haiz astsubayları,…ifade eder.” 4678 sayılı Kanun’un “Sözleşme süreleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Sözleşmeli astsubay adayları, ön sözleşme yapılarak askeri eğitime alınırlar. Bu eğitimi başarı ile tamamlayanlardan yönetmelikte belirtilen şartları taşıyanlarla sözleşme yapılır ve bu kişiler astsubay çavuş rütbesine nasbedilirler. Sözleşme süreleri; üç yıldan az ve dokuz yıldan fazla olmamak şartıyla, hizmet gerekleri ve yetiştirme maliyetlerine bağlı olarak kuvvet, sınıf ve branşlara göre yönetmelikte belirlenir. Yönetmelikte belirlenen şartları taşıyanların talepleri halinde sözleşmeleri yenilenebilir. Ancak sözleşmeli astsubaylardan rütbe yaş haddini dolduranlar hakkında 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanun hükümleri uygulanır. Sözleşme süreleri; sıkıyönetim, seferberlik, savaş veya silahlı çatışmayı gerektirecek hal ile savaş hallerinde Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı ve Sahil Güvenlik Komutanının göstereceği lüzum üzerine, durumun devamı müddetince Genelkurmay Başkanının onayı ile talebe bakılmaksızın uzatılabilir. Sözleşme işlemleri, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yapılır.” 4678 sayılı Kanun’un “Rütbe Bekleme Süreleri ve Sözleşmenin Yenilenmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Sözleşmeli subay ve astsubayların rütbe bekleme süreleri hakkında, 27/07/1967 tarihli ve 926 sayılı Kanunda muvazzaf subay ve astsubaylar için belirlenen süreler uygulanır. Sözleşmeli subaylardan üst rütbede kadro açığı bulunmadığı için terfi edemeyenler, terfi şartlarını haiz olmak kaydıyla sözleşme müddeti sonuna kadar derece ilerlemesi yaparlar.Her sözleşme süresinin sona erme tarihinden en az üç ay önce taraflar sözleşmeyi yenileyeceklerine dair yazılı bildirimde bulunmadıkları takdirde, sözleşme kendiliğinden sona erer.Sözleşmeli subay veya astsubaylar, sözleşme süreleri sona ermeden sözleşmelerini tek taraflı olarak fesh edemezler.…” 4678 sayılı Kanun’un “Yönetmelik” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Sözleşmeli subay ve astsubay adayları ile sözleşmeli subay ve astsubaylarda aranacak nitelikler, sağlık koşulları, alınacakları sınıf ve branşlar, duyuru, müracaat şekli ve zamanı, müracaatların kabul edilmesi, sözleşmenin yapılması, sözleşme süreleri, sözleşmenin feshedilmesi, görevde başarısız olma ve kendilerinden istifade edilmeme halleri ve bunlara yapılacak işlemler, sözleşmenin uzatılmasında uygulanacak esaslar, sınav, öğretim ve eğitimin esas, şekil ve süreleri, kıt’a, karargâh, kurum ve idarî işlerde görevlendirilmeleri, izin, ayırma, atamalar, yer değiştirmeler, astlık-üstlük münasebetleri, sicil işlemlerine ilişkin usul ve esaslar, muvazzaf subay veya astsubay statüsüne geçirilecekler için uygulanacak usul ve esaslar, sözleşme yapmaya yetkili makamlar, meslek içi eğitim ve ihtisas kurslarının süresi ve şekli, giyim, kuşam ve istihkaklarının verilme usulü, sağlık işlemleri, Türk Silâhlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlerin kendilerine yapılan eğitim, öğrenim ve yetiştirme masraflarının geri ödeme esasları ile diğer hususlar, bu Kanunun yürürlüğe girmesini takip eden altı ay içerisinde Millî Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca müştereken çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir.” Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği’nin "Sözleşmenin Yenilenmesi ve Uzatılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Sözleşmenin yenilenmesi ve uzatılması aşağıda belirtilen esas ve usullere göre yapılır.a) Sözleşmeli subay ve astsubaylardan, sözleşmesini yenilemek isteyenler sözleşme süresinin sona erme tarihinden 6 ay önceden başlamak suretiyle dilekçe ile ilk amirine müracaat eder. Bu dilekçeler, EK-C'de belirtilen nitelik belgesi ile beraber silsileler yolu ile Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına gönderilir. (Ek cümle:RG-19/6/2013-28682) Sözleşmesi yenilenecek personel; Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bünyesinde kurulacak komisyonlar tarafından personelin nitelik belgesi, sicili, takdir/ceza durumu, amir kanaatleri, almış olduğu eğitimler gibi hususlar çerçevesinde mesleki safahatları dikkate alınarak ilgili komutanlık personel ihtiyaçları doğrultusunda belirlenir. (Ek cümle:RG-19/6/2013-28682) Değerlendirme komisyonunun kimlerden oluşacağı, görev, yetki ve sorumlulukları Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca çıkarılacak yönergeler ile tespit edilir. Sözleşmenin yenilenip yenilenmemesi konusundaki nihai karar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından verilir. Uygun görülenlerin sözleşmesinin yenileneceği, sözleşmenin bitiminden önce bildirilir. Sözleşme, ilgili sözleşmeli subay veya astsubayın talebinin İdarece kabul edildiğinin bildirilmesi ile yenilenir.b) Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı da sözleşmeyi yenilemek istediği taktirde bunu ilgili sözleşmeli subay veya astsubaya bildirirler. Sözleşme, ilgili sözleşmeli subay veya astsubayın İdarenin bu talebini kabul ettiğini bildirmesi ile yenilenir....d) Her sözleşme süresinin sona erme tarihinden en az 3 ay önce taraflar sözleşmeyi yenileyeceklerine dair yazılı bildirimde bulunmadıkları taktirde sözleşme kendiliğinden sona erer.…” 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzımgelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: ... (h) İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker. ...'' | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/606 | Başvuru, özel hayata ilişkin eylemler gerekçe gösterilerek astsubay sözleşmesinin yenilenmemesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının; karar düzeltme talebinin kararı veren aynı Daire tarafından ve bir defaya mahsus incelenerek karara bağlanması nedeniyle iki dereceli yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, kasten yaralama suçundan yargılandığı Sincan Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/344 esas sayılı dosyasında, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 25/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Kasten yaralama suçu nedeniyle hakkında açılan ve Sincan Asliye Ceza Mahkemesinde görülen kamu davasında 30/4/2009 tarih ve E.2008/344, K.2009/352 sayılı kararıyla başvurucu 4 yıl 2 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 30/5/2012 tarih ve E.2010/18492, K.2012/22217 sayılı ilamıyla Sincan Asliye Ceza Mahkemesinin kararı onanmış ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu, hüküm kurulurken delillerin eksik ve hatalı değerlendirildiği iddiasıyla Sincan Asliye Ceza Mahkemesine yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuş, Mahkeme, 12/11/2012 tarih E.2008/344, K.2009/352 sayılı Ek Kararı ile 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) maddesinde yer alan yargılamanın yenilenmesini gerektiren bir neden olmadığı gerekçesiyle CMK’nın maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca istemin kabule değer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun karara itiraz etmesi üzerine Sincan Ağır Ceza Mahkemesi, 19/12/2012 tarih ve 2012/3830 Değişik İş sayılı kararı ile Sincan Asliye Ceza Mahkemesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:“(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:…b) Yemin verilerek dinlenmiş olan bir tanık veya bilirkişinin hükmü etkileyecek biçimde hükümlü aleyhine kasıt veya ihmal ile gerçek dışı tanıklıkta bulunduğu veya oy verdiği anlaşılırsa.…” 23/3/2005 tarih ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi, 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305 ila maddeleri, 4/12/2004 tarih 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 267 ila 271, 311 ila maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/781 | Başvurucu, kasten yaralama suçundan yargılandığı Sincan Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/344 esas sayılı dosyasında, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyetine karar verilmek suretiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, idari para cezasına karşı açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 2/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve başvuruya konu yargılama dosyasından UYAP ortamında elde edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait internet kafede yapılan denetimde mevzuata aykırılık tespit edildiğinden bahisle4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi uyarınca başvurucu adına 000 TL idari para cezası uygulanmıştır. Söz konusu cezai işlem 22/11/2010 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve tebliğ belgesinde on beş gün içinde sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceği belirtilmiştir. Başvurucu 2/12/2010 tarihinde Ankara Sulh Ceza Mahkemesine itiraz etmiş,Mahkeme 11/1/2011 tarihli kararıyla idare mahkemesinin görevine girdiği gerekçesiyle başvuruyu görev yönünden reddetmiştir. Bu kararın 19/1/2011 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 1/2/2011 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 1/4/2011 tarihli ve E.2011/281, K.2011/412 sayılı kararıyla davayı süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesi şu şekildedir:"2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun maddesinin fıkrasında, bu maddede öngörülen idarî para cezalarının, belediye sınırları içinde belediye encümeni, belediye sınırları dışında il daimi encümeni tarafından verileceği, verilen idarî para cezalarına dair kararların ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edileceği, bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği öngörülmüştür. Dosyanın incelenmesinden; ... 000,00 TL idari para cezası verilmesine karar verildiği, bu kararın 2010 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine 2010 tarihinde ... açılan davada, Ankara Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2011 tarih ve 2010/1469 Değişik İş sayılı kararı ile Mahkemelerinin görevsizliğine karar verildiği, anılan kararın 2011 tarihinde kesinleşmesi üzerine 2011 tarihinde kayda giren dilekçe ile görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bakılan davanın, dava konusu 2010 tarih ve 704 sayılı işleme karşı açılan Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi'nde açılan davada, verilen görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine otuz günlük süreiçinde 2011 tarihinde açıldığı anlaşılmakla birlikte, yukarıda açıklaması yer alan Kanun [6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi] hükmüne göregörevsiz yargı yerine başvuru tarihi görevli idare mahkemesine başvuru tarihi olarak kabul edileceğinden ve 2010tarihinde davacıya tebliğ edilen dava konusu işleme karşı yedi günlük dava açma süresinin geçmesinden sonra 2010 tarihinde görevsiz yargı yerinde dava açılmış olduğundan, süresinden sonra açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmamaktadır." İdare Mahkemesi kararında ayrıca "kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi'ne itiraz yolu açık ol[duğu]" belirtilmiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 3/11/2011 tarihli ve E.2011/9803, K.2011/9263 sayılı kararıyla davaya konu idari para cezasının 2559 sayılı Kanun'un maddesi uyarıncaverildiği ve buna ilişkin işleminiptali istemiyle açılan davada İdare Mahkemesince verilen kararın kesin olduğu, Kanun'da itiraz yolu öngörülmediğigerekçesiyle itirazı incelemeksizin reddetmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 5/12/2012 tarihli ve E.2012/5167, K.2012/11008 sayılı kararıyla kararın düzeltilmesi isteminin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirine uymadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu karar 31/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 2559 sayılı Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerinden;...c) Bu Kanunun 12 nci maddesinde belirtilen yasaklara uymadığı tespit edilen,d) Mevzuat hükümlerine aykırı olarak işletilen,İş yerlerinin işletmecilerine beşyüzmilyon Türk Lirası ile birmilyar Türk Lirası arasında idarî para cezası verilir.Bu maddede öngörülen idarî para cezaları, belediye sınırları içinde belediye encümeni, belediye sınırları dışında il daimi encümeni tarafından verilir. Verilen idarî para cezalarına dair kararlar ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. İtiraz, zaruret görülmeyen hallerde evrak üzerinde inceleme yapılarak en kısa sürede sonuçlandırılır. İdarî para cezaları 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur....” 2577 sayılı Kanun’un "Görevli olmayan yerlere başvurma" başlıklı maddesi şöyledir: " Çözümlenmesi Danıştayın, idare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde, adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabilir. Görevsiz yargı merciine başvurma tarihi, Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edilir. Adli veya askeri yargı yerlerine açılan ve görevsizlik sebebiyle reddedilen davalarda, görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra birinci fıkrada yazılı otuz günlük süre geçirilmiş olsa dahi, idari dava açılması için öngörülen süre henüz dolmamış ise bu süre içinde idari dava açılabilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/977 | Başvuru, idari para cezasına karşı açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK) yaşlılık aylığı bağlanması işleminde sigortalı çalışmaya başlandıktan sonra yapılmış yaş tashihine ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararının dikkate alınmaması ve 18 yaşından önce sigortalı çalışılan sürelerin, sigortalılık süresinin hesabına dâhil edilmemesi üzerine emeklilik hakkının tespiti için açılan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 25/7/2013 tarihinde Şarköy Asliye Hukuk Mahkemesi ve 14/1/2014 tarihinde Kayseri İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. 2014/820 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2013/5961 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 27/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 5/5/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı 14/5/2015 ve 18/5/2015 tarihlerinde beyanda bulunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyaları içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu 1982 yılında Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) kapsamında bir işte çalışmaya başlamıştır. Başvurucu, Fatsa Asliye Hukuk Mahkemesinin 24/10/1983 tarihli ve E.1983/529, K.1983/576 sayılı kararıyla 6/7/1967 olan doğum tarihini 6/3/1963 olarak tashih ettirmiştir. İkinci başvurucu ise 1995 yılında SSK kapsamında bir işte çalışmaya başlamıştır. Başvurucu, Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesinin 10/12/2009 tarihli ve E.2009/410, K.2009/451 sayılı kararıyla 20/8/1969 olan doğum tarihini 20/8/1955 olarak tashih ettirmiştir. Birinci başvurucu 8/3/2010 tarihinde, ikinci başvurucu ise 17/5/2012 tarihinde kendilerine yaşlılık aylığı bağlanması talebiyle SGK’ya başvurmuşlardır. SGK, aylık bağlanmasında başvurucuların ilk kez sigortalı oldukları tarihlerde nüfus kütüklerinde kayıtlı bulunan doğum tarihlerinin esas alınacağını ve Mahkemelerce verilen yaş tashihi kararlarının dikkate alınmayacağını belirterek başvurucuların yaşlılık aylığı bağlanması için gerekli yaş şartını taşımadıkları gerekçesiyle başvuruları reddetmiştir. Birinci başvurucu yönünden sigortalılık süresinin 18 yaşını doldurduğu 6/7/1985 günü (mahkemece yapılmış tashih dikkate alınmaksızın) itibarıyla başladığı belirtilmiştir. Emeklilik taleplerinin reddedilmesi üzerine birinci başvurucu Tekirdağ İş Mahkemesinde, ikinci başvurucu ise Kayseri İş Mahkemesinde emeklilik şartlarının oluştuğunun tespiti için SGK Başkanlığı aleyhine dava açmıştır. Tekirdağ İş Mahkemesi ile Kayseri İş Mahkemesinde görülen davalarda Mahkemeler, SGK’nın işlemlerinde gösterdiği gerekçelere dayanarak davaların reddine karar vermiştir. Tekirdağ İş Mahkemesinin 30/12/2011 tarihli ve E.2011/84, K.2011/416 sayılı kararının gerekçesi şöyledir: “Yapılan yargılama, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davacının ilk kez 02/08/1982 tarihli işe giriş bildirgesi ile SSK kaydının başladığı, [s]igortanın başlamasından sonra [d]avacının 24/10/1983 tarihinde Fatsa Asliye Hukuk Mahkemesinin 24/10/1983 tarihli kararı ile 06/07/1967 olan doğum tarihinin 06/03/1963 olarak değiştirildiği, [d]avacının 08/03/2010 tarihinde davalı kurumdan maaş tahsis talebinde bulunduğu, [d]avalı kurumca davacının sigorta başlangıç tarihi 06/07/1985 olarak kabul edildiğinden, [t]ahsis talep tarihine kadar 24 yıl 8 ay 2 günlük sigortalılığının bulunduğu ve 5639 gün prim ödemesinin bulunduğu, 506 sayılı [Y]asa’da öngörülen sigortalılık süresinin gerçekleşmemiş olduğu ve ayrıca sigortalılık tescilinden sonraki yaş düzenlemelerinin dikkate alınmayacağı gerekçesiyle tahsis talebinin reddedildiği, [t]araflar arasındaki uyuşmazlığın davacının SSK tescili yapıldıktan sonra doğum tarihinin tashih edilmiş olması nedeniyle sigortalılık işlemlerinde esas alınması gereken doğum tarihinin hangi tarih olduğu ve 18 yaşın altındaki sigortalı çalışmalar ile ilgili sigorta başlangıç tarihinin nasıl tespit edileceği noktasında toplanmakta olup, 506 sayılı [Y]asa’nın maddesine göre ve 5510 sayılı [Y]asa’nın maddesine göre ilk sigortalı işe girdikten sonra mahkemece düzeltilen doğum tarihi SSK'ca yaşlılık aylığı bağlanmasında nazara alınmaz hükmü mevcut olup, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalılarına ilişkin işlemlerde sigortalının ilk defa tescil edildiği tarihte nüfus kütüğünde kayıtlı bulunan doğum tarihinin esas alındığı kabul edilmiş olup, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09/10/2002 tarihli 2002/21-761 esas 2002/777 karar sayılı kararı ile 23/02/2005 tarihli 2005/10-70 esas 2005/101 karar sayılı kararlarında da benzer nitelikte karar verildiği anlaşılmakta olup, davacının 02/08/1982 tarihindeki ilk defa sigortalı olarak çalışmaya başladığı tarihte nüfus kütüğünde doğum tarihi 06/07/1967 olarak kayıtlı olup, emeklilik işlemlerinde bu tarihin esas alınması yönündeki kurum işleminin yerinde olduğu. 506 sayılı [Y]asa’nın maddesinin G bendi gereğince de 18 yaşından önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına tabi olanların sigortalılık süresinin 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edileceği, [a]ncak bu tarihten önceki süreler için ödenen malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinin prim ödeme gün sayısına dahil edileceği, 506 sayılı [Y]asa’nın geçici maddesinde ise 01/04/1981 tarihinden önce tescil edilenlerde aynı [Y]asa’nın maddesinin G fıkrasının hükmünün uygulanmayacağı düzenlenmiş olup, buna göre davacının ilk tescil tarihindeki doğum tarihi olan 06/07/1967 tarihi esas alındığında 18 yaşını doldurduğu 06/07/1985 tarihinin sigorta başlangıç tarihi olarak kabul edilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu, [d]avacının 18 yaşından önceki primi ödenmiş sigortalılık süresi ile birlikte toplam 5639 gün prim ödemesinin bulunduğu, [d]avacının 18 yaşını doldurduğu 06/07/1985 tarihi itibariyle sigortalılığı başlatıldığı takdirde yaşlılık aylığı şartlarının belirlendiği 506 sayılı [Y]asa’nın geçici maddesine göre 23/05/2002 tarihi davacının 19 yıl 9 aylık sigortalılık süresinin bulunduğu, maddenin C bendi gereğince 25 yıllık sigortalılık süresi 47 yaş ve 5150 gün prim ödeme şartlarına tabi olduğu, 06/07/1967 olan ( düzeltme dikkate alınmaksızın ) doğum tarihine göre tahsis talep tarihi olan 08/03/2010 tarihinde davacının 42 yaşında olduğu, [t]ahsis tarihinde 5150 gün prim ödeme şartını yerine getirdiği, [s]igorta başlangıç tarihinin 06/07/1985 olarak kabul edilmesi nedeniyle tahsis talep tarihi[n]de 24 yıl 8 ay 2 günlük sigortalılık süresinin bulunduğu, [d]olayısıyla 25 yıllık sigortalılık süresi şartını yerine getirmediği, [b]u nedenlerle davacının yaşlılık aylığı bağlanması için 506 sayılı [Y]asa’nın maddesinde öngörülen 47 yaş ve 25 yıllık sigortalılık süresi şartlarını yerine getirmediği anlaşıldığından, davalı kurumun davacının tahsis talebini reddetmesinde her hangi bir yasaya aykırı yön olmadığı görülmekle, davacının talebi haklı ve yerinde görülmediğinden davanın reddine karar verilmesi cihetine gidilmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” Kayseri İş Mahkemesinin 5/12/2012 tarihli ve E.2012/399, K.2012/677 sayılı kararının gerekçesi şöyledir: “Tarafların iddia ve savunmaları ve tüm dosya kapsamının birlikte değerlendirilmesi ile her ne kadar davacı tarafça mahkemece yapılan yaş tashihine istinaden hak kazandığı yaşlılık aylığının bağlanmasını talep etmiş ise de mahkemece verilen yaş tashihine ilişkin kararın, davacının sigortalı çalışmaya başladığı tarihten sonra verilmiş olması nedeniyle 5510 sayılı [K]anun’un 57/ maddesine göre emeklilik işlemlerinde esas alınması mümkün olmadığından kurum işlemi yasalara uygundur. Bu nedenle davanın reddine karar verilmesi sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” Anılan kararlar sırasıyla Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/5/2013 tarihli ve E.2012/5810, K.2013/9246 sayılı; Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/12/2013 tarihli ve E.2012/24191, K.2013/24658 sayılı ilamlarıyla onanmıştır. Yargıtay onama ilamı birinci başvurucuya 28/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve bireysel başvuru 25/7/2013 tarihinde yapılmıştır. İkinci başvurucu ise onama ilamını 9/1/2014 tarihinde tebellüğ etmiş ve 14/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, mülga 2/6/1949 tarihli ve 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanununa, mülga 4/2/1957 tarihli ve 6900 sayılı Malûliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Hakkında Kanuna, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir. Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır. Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir.” 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Yaşlılık aylığından yararlanma esas ve şartları aşağıda gösterilmiştir: … G) Bu maddenin uygulanmasında; 18 yaşından önce Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarına tabi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Ancak, bu tarihten önceki süreler için ödenen Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir. …” 506 sayılı mülga Kanun’un geçici maddesi şöyledir: “01/04/1981 tarihinden önce malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tescil edilmiş olanlar hakkında 60 ıncı maddenin (G) fıkrası hükmü uygulanmaz.” 5510 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına ilişkin yaş ile ilgili hükümlerin uygulanmasında, sigortalıların ve hak sahibi çocuklarının, mülga 2/6/1949 tarihli ve 5417 sayılı Kanun ve mülga 4/2/1957 tarihli ve 6900 sayılı Kanun ile 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlara, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine tâbi sandıklara veya bu Kanuna göre ilk defa malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olduğu tarihte, nüfus kütüğünde kayıtlı bulunan doğum tarihleri, sigortalının bu Kanuna göre ilk defa çalışmaya başladığı tarihten sonra doğan çocuklarının ise nüfus kütüğüne ilk olarak yazılan doğum tarihleri esas alınır. İş kazası, meslek hastalığı, malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından gelir ve aylık tahsisleri ile sermaye değerinin hesabında, iş kazasının olduğu veya meslek hastalığının hekim raporuyla ilk defa tespit edildiği veya sigortalıların bu Kanuna ve bu Kanunla yürürlükten kaldırılmış kanunlara tâbi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten sonraki yaş düzeltmeleri dikkate alınmaz.” 506 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortalarına ilişkin yaş ile ilgili hükümlerin uygulanmasında, sigortalıların ve hak sahibi çocuklarının, sigortalının yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihte nüfus kütüğünde kayıtlı bulunan doğum tarihleri, sigortalının sigortaya tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten sonra doğan çocuklarının da nüfus kütüğüne ilk olarak yazılan doğum tarihleri esas tutulur. İş kazalarıyla meslek hastalıkları, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasından gelir ve aylık tahsisleri ile sermaye değerinin hesabında, iş kazasının olduğu veya meslek hastalığının hekim raporuyla ilk defa tespit edildiği veya sigortalıların yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı kanunlara veya 506 sayılı Kanun ile diğer sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten sonraki yaş tashihleri dikkate alınmaz.” Anayasa Mahkemesinin, 506 sayılı mülga Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle yapılan bir itiraz başvurusuna ilişkin 18/1/2005 tarihli ve E.2005/4, K.2005/7 sayılı kararı şöyledir: “Devletin, personel politikasını belirlemede büyük önemi olan emeklilik düzenini, aktüeryal dengeleri gözeterek bilimsel verilere göre belirlemesi ve buna göre gerekli yasal düzenlemeleri yapması doğaldır. Devletin bilimsel verilere dayanarak kurduğu bu düzenin korunması Anayasa'nın maddesinde yer alan sosyal güvenlik hakkının güvenceye alınması için de zorunlu bir gerekliliktir. Nesnel ve sürekli kurallarla sağlam ve sağlıklı temellere oturtulmayan bir sosyal güvenlik kuruluşunun, mahkeme kararları ile alınan yaş düzeltmeleri sonucu ortaya çıkan erken emeklilik gibi nedenlerle aktüeryal dengesinin bozulması, sosyal güvenlik sisteminin sürdürülemez bir duruma gelmesine sebep olabilir. Sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak çalışılmaya başlanıldığı tarihten sonraki yaş düzeltmelerinin dikkate alınmayacağını öngören itiraz konusu kuralın, sosyal güvenlik sisteminin kimi aksaklıklara yol açmadan sürdürülmesi amacına yönelik olarak düzenlendiği kuşkusuzdur. Burada yargı kararı hukuksal olarak değerini ve geçerliliğini korumakta, sadece emeklilik yönünden sonuç doğurmamaktadır. Öte yandan, yasa önünde eşitlik ilkesi, hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez. İtiraz konusu kural, herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olarak çalışanlardan ilk defa çalışmaya başladıkları tarihten sonra yaş düzeltmesi yaptıranlar arasında farklılık yaratmadığından eşitlik ilkesine aykırılık görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa'nın , ve maddelerine aykırı olmadığından istemin reddi gerekir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5961 | Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK) yaşlılık aylığı bağlanması işleminde sigortalı çalışmaya başlandıktan sonra yapılmış yaş tashihine ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararının dikkate alınmaması ve 18 yaşından önce sigortalı çalışılan sürelerin, sigortalılık süresinin hesabına dâhil edilmemesi üzerine emeklilik hakkının tespiti için açılan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, İzmir’de 19/3/2012 tarihinde yerel bir gazetede yayımlanan köşe yazısı ile ilgili olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyet üzerine yürütülen soruşturma sonucunda, köşe yazarı ve sorumlu yazı işleri müdürü hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ve sözü edilen karara karşı yaptığı itirazın Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın , ve maddelerinde düzenlenen temel haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 30/11/2012 tarihinde İzmir Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: İzmir’de faaliyet gösteren yerel bir gazetenin 19/3/2012 tarihli nüshasında, İzmir bölgesinde yaşayan transseksüel ve travestileri konu alan bir köşe yazısı yayımlanmıştır. Söz konusu köşe yazısında, İzmir Emniyet Müdürlüğüne ait ekiplerin çalışması sonucu Alsancak’ın belli bir yerinde oturan travesti ve transseksüellerin dağıldığı, polisin gerekeni yaptığı, polise göre İzmir’de “otuz kırk kişi” kaldıkları, İzmir’in EXPO-2020’ye pırıl pırıl bir şehir olarak hazırlanması için, geriye kalan otuz kişinin de kontrol altına alınmasında büyük bir fayda olduğu, İzmir’e gelen her turistin travesti ve transseksüeller için döviz anlamına geldiği, kurvaziyer gemi personelinin soluğu onlarda aldığı, gemi geldiğinde Alsancak Limanı’nın çevresinde hemen “tezgâh” açtıkları, bu durumun, İzmir’in kanayan yarası ve madalyonun arka yüzü olduğu, İzmir’in travestiler ile tanındığı, kolluk görevlilerinin İzmir’in bu kötü imajını bir an evvel “kurutmalarının” gerektiği ifadelerine yer verilmiş ve bu durum “kepazelik” olarak nitelendirilmiştir. Başvurucu, 15/6/2012 tarihinde anılan köşe yazısı nedeniyle şikâyetçi olmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, “halkın bir kesimini sosyal sınıf, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılama”, “suç işlemeye tahrik ve hedef gösterme” ve “hakaret” suçlarının işlendiği şüphesi ile soruşturma başlatmış, ancak başvurucunun şikâyetine konu olan köşe yazısındaki ifadelerin, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı ve bu çerçevede suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesi ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, bahsi geçen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi, kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesi ile 2/11/2012 tarihinde itirazın reddine karar vermiş ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar bu şekilde kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.(3) Hakaret suçunun;a) ...b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,c) …” 5237 sayılı Kanun’un “Mağdurun belirlenmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Suç işlemeye tahrik” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Suç işlemek için alenen tahrikte bulunan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır....(3) Tahrik konusu suçların işlenmesi hâlinde, tahrik eden kişi, bu suçlara azmettiren sıfatıyla cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1049 | Başvurucu, İzmir’de 19/3/2012 tarihinde yerel bir gazetede yayımlanan köşe yazısı ile ilgili olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyet üzerine yürütülen soruşturma sonucunda, köşe yazarı ve sorumlu yazı işleri müdürü hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi ve sözü edilen karara karşı yaptığı itirazın Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. , 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen temel haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 18/2/2009 tarihinde iyileşemeyen gribal enfeksiyon sonrası gelişen baş ağrısının şiddetlenmesi ve her iki bacakta güçsüzlük şikâyetleri ile Giresun Devlet Hastanesine başvurmuş ve Guillaine Barre ön tanısıyla Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi Acil Tıp Servisine yönlendirilmiştir. Başvurucu 19/2/2009 tarihinde (gece saat 00) hastane acil servisine başvurmuş, hastane tarafından başvurucuda Medulla Spinalis (omur iliği) hastalığı olabileceği belirtilmiş ve başvurucuda aynı gün saat 00'da şuur bozulması, beyin sapı bulguları ve solunum durması gelişmiştir. Bunun üzerine başvurucu yoğun bakım ünitesine alınmış ve altmış dokuz gün boyunca yoğun bakım ünitesinde kalmıştır. Başvurucunun burada tedavisi tamamlanıp taburcu edildikten sonra farklı hastanelerde Guillaine Barre hastalığı teşhisi konularak tedavisine başlanmış olup bu hastalık sonucunda başvurucunun hâlen %81 oranında vücut fonksiyonlarında kaybının bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, Trabzon İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 27/6/2012 tarihinde maddi ve manevi tazminat talebiyle tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesi için Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor alınmasına karar vermiştir. ATK İhtisas Kurulu 2/4/2014 tarihli raporunda; Giresun Devlet Hastanesi tarafından Guillaine Barre ön tanısı konularak hastaneye sevk edilen başvurucuda birkaç saat gibi kısa bir sürede şuur bozulması, beyin sapı bulguları ve solunum durması oluştuğu belirtilmiştir. Bu durumun tedaviyi gerçekleştiren doktorların acil olarak beyin patolojilerine yönlenmesine yol açtığı, hastaya yaklaşımda öncelikle hayati tehlike ile mücadele edilmesinin tıp kurallarına uygun olduğu vurgulanmıştır. Raporda ayrıca Guillaine Barre tedavisinde önemli bir yere sahip olan IVIG (vücut savunma mekanizmasını etkileyen) ve Plasmoferez (bir çeşit kan değişimi) adındaki tedavi yönteminin beyin enfeksiyon hastalıkları tedavisinde yer almadığı, bu nedenle hastalığa ilişkin kesin tanı oluşmadan tedaviye başlanmasının mümkün bulunmadığı ifade edilmiştir. Raporda son olarak hastanın solunum ve şuurunun etkilenmesinden kısa bir süre sonra yoğun bakım ünitesine kabul edilmesinin ve hayati fonksiyonlarının kontrol altına alınmasının tıp kurallarına uygun ve hayat kurtarıcı olduğu belirtilmiştir. Başvurucu ATK raporuna karşı sunduğu 3/2/2015 tarihli itiraz dilekçesinde; bağımsız ve özel üniversite hastanelerinde görev yapmakta olan profesörlerden oluşacak yeni bir kuruldan rapor alınması gerektiğini, başvurucunun sakat kalmasına neden olan ihmallerin ve sorumluların tespit edilmediğini ifade etmiştir. Ayrıca başvurucu tarafından Giresun Devlet Hastanesinde yapılan ilk muayenede Guillaine Barre teşhisiyle hastaneye sevk edildiği, hastanece ise anılan teşhis dikkate alınmadan hatalı olarak menenjit teşhisi ve tanısı konulduğu, buna göre tedavi uygulandığı, bu nedenle de telafisi mümkün olmayan sonuçların ortaya çıktığı vurgulanmıştır. Mahkemece 24/2/2015 tarihli ara kararla; ATK İhtisas Kurulu raporundaki "... İlk günden yapılan EMG ve klinik tablo ile kısmı uyumun dikkate alınıp medulla Spinalis lelzyonlarının araştırılmaması eksiklik olarak kabul edildiği..." ifadesine yer verilmesi karşısında kusur boyutunun yeterince incelenmesi açısından, başvurucunun hastaneye geldiği 00'den yoğun bakıma kaldırıldığı 00'a kadarki 8 saatlik süreçte tanı konulamamasının tıp kuralları açısından olağan olup olmadığı hususunda ATK Genel Kurulundan bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiştir. ATK Genel Kurulu 13/8/2015 tarihli bilirkişi raporunda özetle; başvurucunun Hastaneye ilk girişinden itibaren tüm bulguların kişide ensefalomyelit tanısını destekler nitelikte olduğu, yaşamsal fonksiyonlar yönünden öncelik arz eden yoğun bakım ünitesine kabul edilmesinin ve hastanın hayati fonksiyonlarının kontrol altına alınmasının tıp kurallarına uygun bulunduğu ifade edilmiştir. Mahkemece 12/2/2016 tarihli ara kararıyla; medulla spinalis lelzyonlarının araştırılmasına ilişkin eksikliğin başvurucunun hastalığının tespitindeki ve sonrasında uygulanacak tedaviler açısından öneminin ATK Genel Kurulu raporunda yeterince irdelenmediğinden bu hususta özel bir inceleme yapılmasının istenilmesine karar verilmiştir. Ara kararla ayrıca başvurucunun %81 oranında fonksiyon kaybına yol açan hastalığının hastanede yoğun bakımda uygulandığını iddia ettiği yanlış teşhis ve tedavi sonrasında oluşup oluşmadığı, bu aşamada Guillaine Barre hastalığına yönelik bir araştırma yapılıp yapılmadığı, yapılmamışsa hastanenin kusuru bulunup bulunmadığı hususlarında da inceleme yapılması istenmiştir. ATK Genel Kurulu 23/6/2016 tarihli raporunda özetle; başvurucunun Giresun Devlet Hastanesince Guillaine Barre ön tanısıyla hastane acil servisine yönlendirildiği, burada gerçekleştirilen ilk muayene ve tetkiklerde başvurucunun Medulla Spinalis (omur iliği) hastalığı olabileceği ifade edilmiştir. Raporda başvurucunun birkaç saat gibi kısa bir süre içerisinde şuur bozulması, beyin sapı bulguları ve solunum durması durumunun geliştiği, yoğun bakıma kaldırıldığı, tanı konulmasının sekiz saat gecikmesinin ihmal ya da kusur olarak değerlendirilemeyeceği, ilgili sağlık personelinin kusurunun bulunmadığı vurgulanmıştır. Mahkeme 27/10/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; söz konusu ATK raporlarına atıf yapılmış ve yapılan takip ve tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğu, bu nedenle davalı idareye izafe edilebilecek bir kusur bulunmadığı vurgulanmıştır. Kararda ayrıca başvurucun ATK raporlarına yönelik itirazlarının yerinde görülmediği ifade edilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı sunduğu istinaf dilekçesinde; hastanenin yanlış teşhis ve hatalı tedavisi yüzünden yatağa bağımlı hâle geldiğini, kendisine Guillaine Barre teşhisinin konulduğunun açık olmasına rağmen hastanece bu durumun dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. Hastane acil servisine geldiği saat 00'den yoğun bakıma kaldırıldığı saat 00'a kadar acil serviste kaldığını, kendisine doğru ve hızlı tanının konulmadığını, yoğun bakıma alındıktan sonra da konulan hatalı tanıya göre tedavisine devam edildiğini, daha sonra gördüğü tedavi ve ameliyatların dikkate alınmadığını iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca özel hastane veya tıp fakültelerinden rapor alınması taleplerinin dikkate alınmadığını, daha sonra doğru tedavi sürecinde yer alan doktorların tanık olarak dinlenilmediğini, ATK raporlarının mesleki dayanışma amacı güttüğünü ifade etmiştir. Samsun Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 10/5/2017 tarihli ara kararıyla; i. Davacı açısından, Karadeniz Teknik Üniversitesi Farabi Hastanesi'ne giriş yaptığı andan itibaren yapılan tetkikler sonucunda alınan bulguların Guillain Barre Sendromu'nu düşündürür nitelikte olup olmadığı,ii. Guillain Barre Sendromu'nun tanısına yardımcı olacak laboratuvar yöntemlerinin olup olmadığının sorularak, var ise davacı açısından bu yöntemlerinin uygulanıp uygulanmadığı,iii. Guillain Barre Sendromu teşhisine yardımcı olacak yöntemler arasında yer alan beyin omirilik sıvısı (BOS) incelemesinin yapılıp yapılmadığı, yapılmamasının bir eksiklik olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği,iv. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 2014 tarihli ve 8012 karar numaralı raporda tespit edilen medulla Spinalis lezyonlarının araştırılmamasına ilişkin eksikliğin davacının hastalığının tespitindeki ve sonrasında uygulanacak tedaviler açısından öneminin söz konusu raporda yeterince irdelenmediği anlaşıldığından; bu hususun açıklığa kavuşturulması, v. Medulla spinalis lezyonlarının araştırılmaması hususunun Guillain Barre Sendromu tanısı koymak adına bir öneminin olup olmadığı hususlarında ATK Genel Kurulundan bilirkişi raporu istenilmesine karar vermiştir. ATK Genel Kurulu 26/4/2018 tarihli bilirkişi raporunda; başvurucuda kısa süre içerisinde şuur bozulması ve solunum durması durumlarının geliştiğini, bu durum nedeniyle hekimlerin acil olarak beyin patolojilerine yöneldiğini, bu nedenlerle öncelikle hayati tehlike ile mücadele edilmesinin tıp kurallarına uygun bulunduğunu ifade etmiştir. Raporda Guillaine Barre Sendromu tedavisinde önemli bir yere sahip olan IVIG (vücut savunma mekanizmasını etkileyen) ve Plazmaferez (bir çeşit kan değişimi) adındaki tedavi yöntemlerinin beyin enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde yer almaması nedeniyle hastaya kesin tanı konulmadan bu tedavilerin başlanılmasının mümkün bulunmadığı vurgulanmıştır. Raporda son olarak hastaneye ilk girişinden itibaren uygulanan tetkikler sonucunda edinilen tüm bulguların kişideki ensefalomyelit tanısını destekler nitelikte bulunduğu, yaşamsal fonksiyonların önem arz ettiğinden yoğun bakım ünitesine kabul edilmesinin ve hayati fonksiyonlarının kontrol altına alınmasının tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi davalı idarenin istinaf başvurusunun vekâlet ücreti yönünden kabulüne, diğer yönlerden ise istinaf başvurularının esastan reddine 12/11/2018 tarihinde karar vermiştir. Kararın gerekçesinde ATK Genel Kurulu raporu dayanak gösterilerek mahkeme kararının kaldırılmasını gerektirecek bir neden görülmediği ifade edilmiştir. Başvurucu ve idarenin temyiz talebi, Danıştay Onuncu Dairenin 22/5/2019 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 10/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 6/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29206 | Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6038 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1974 doğumlu olan başvurucu, bireysel başvuruya konu olayların geçtiği tarihlerde Hakkâri'de ikamet etmektedir. Başvurucunun Beytüşşebap ilçesinin Mezra Belediyesi bünyesinde görev yapmakta iken Hakkâri Üniversitesine naklen atanma işlemini temin etmek amacıyla 11/6/2009 ve 22/6/2009 tarihli sahte belgeler düzenlediği; anılan Üniversiteye geçiş yaptığı 2009 yılının Temmuz ayından itibaren sahte belgelere dayalı olarak aynı anda farklı iki kurumdan çift maaş aldığı ve hakkında tesis edilen bir disiplin cezasının sonuçlarını ortadan kaldırmak amacıyla 17/6/2010 tarihli sahte bir belge düzenlediği iddialarına ilişkin olarak soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında başvurucu 31/1/2012 tarihinde Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) ifade vermiştir. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından Başsavcılığın 4/5/2012, 29/11/2012 ve 31/1/2014 tarihli iddianameleri ile başvurucu hakkında çeşitli tarihlerde işlendiği iddia edilen resmî belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından kamu davası açılmıştır. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılama sonucunda Mahkemenin 3/7/2017 tarihli kararı ile başvurucu hakkında 17/6/2010 tarihli eylem nedeniyle resmî belgede sahtecilik suçundan 3 yıl hapis,nitelikli dolandırıcılık suçundan 4 yıl hapis ve 000 TL adli para cezası; 22/6/2009 tarihli eylem nedeniyle resmî belgede sahtecilik suçundan 4 yıl hapis; 2009 yılı Temmuz ayında gerçekleştirilen eylem nedeniyle de nitelikli dolandırıcılık suçundan 4 yıl hapis ve 000 TL adli para cezasına hükmedilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Daire) 10/5/2018 tarihli kararı ile kısmen kabul kısmen reddedilmiştir. Daire anılan kararında başvurucu hakkında nitelikli dolandırıcılık suçlarından kurulan hükümlere karşı istinaf talebinin esastan reddine, resmî belgede sahtecilik suçundan kurulan hükümlerin ise kaldırılarak bu suç yönünden yeniden hüküm kurulmasına karar vermiştir. Daire, başvurucu hakkında resmî belgede sahtecilik suçundan yaptığı yargılama sonucunda başvurucunun atılı suçtan 4 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına 10/5/2018 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu 11/7/2018 tarihinde nihai kararı öğrendiğini beyan ederek 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25568 | Başvuru, ceza davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan alacak davasının adli yargı yerine idari yargı tarafından karara bağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki kanuni hâkim güvencesinin, hukuki dayanağı olmadan proje onay bedeli tahakkuk ettirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, güneş enerji santrali projeleri hazırlamış ve bu projelerin onaylanması için Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketine (TEDAŞ) "proje onay bedeli" adı altında ücret ödemiştir. Başvurucu, ödeme yaptıktan sonra TEDAŞ'ın böyle bir ücret talep etme hakkının bulunmadığını öğrendiklerini beyan ederek ödediği 000,96 TL bedelin ödeme tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi talebiyle Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) istirdat davası açmıştır. TEDAŞ cevap dilekçesinde uyuşmazlığın idari yargının görev alanında kaldığını savunarak davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme 5/11/2019 tarihli celsede davalı TEDAŞ'ın göreve ilişkin itirazını reddetmiştir. TEDAŞ olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması talebiyle 5/11/2019 tarihinde Danıştay Başsavcılığına başvuru yapmıştır. Danıştay Başsavcılığı 12/12/2019 tarihli kararı ile olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Danıştay savcısı görüşünde; TEDAŞ Genel Müdürlüğünce kamu gücüne dayalı olan, resen ve tek yanlı olarak tahsil edilen proje onay bedelinin iadesi için kamu hukuku alanında açılan davada yargısal denetimin idari yargıda yapılması gerektiğini belirtmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi, davalı TEDAŞ'ın özel hukuk hükümlerine tabi bir tüzel kişi olmakla birlikte kamu hizmeti niteliğindeki elektrik dağıtım faaliyetiyle ilgili olarak 19/2/1985 tarihli ve 3154 sayılı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile 30/12/2014 tarihli ve 29221 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Elektrik Tesisleri Proje Yönetmeliği'nin ve maddeleri hükümleri uyarınca Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca yetki devri suretiyle verilen yetkinin kullanımı esnasında tahsil ettiği proje onay bedellerinin iadesi davasında, yargı yolu bakımından idare mahkemelerinin görevli olduğuna 27/1/2020 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Mahkeme 28/2/2020 tarihinde söz konusu davada idare mahkemelerinin görevli olduğunu belirterek Mahkemenin görevsizliğine ve davanın usulden reddine karar vermiştir. Nihai karar 2/3/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan başvurucu aynı süreçte, Uyuşmazlık Mahkemesi kararının kendilerine tebliğ edilmediğini, konuya ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine müracaat edeceklerini, bunun sonucunun beklenmesi gerektiğini, dava konusu uyuşmazlığın sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan alacağa ilişkin olması nedeniyle davanın adli yargıda görülmesi gerektiğini belirterek Mahkeme kararına karşı istinaf başvurusunda da bulunmuştur. İstinaf talebi Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin (Bölge Adliye Mahkemesi) 23/6/2020 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 1/6/2021 tarihli kararıyla onanmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12707 | Başvuru, sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan alacak davasının adli yargı yerine idari yargı tarafından karara bağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki kanuni hâkim güvencesinin, hukuki dayanağı olmadan proje onay bedeli tahakkuk ettirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, özel muayenehanesi bulunan tıp fakültesi öğretim üyesine üniversite ödeneği verilmemesi ve döner sermaye ek ödemesi yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 26/11/2014 tarihinde yürürlüğe giren 19/11/2014 tarihli ve 6569 sayılı Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığına İlişkin Bazı Düzenlemeler ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na eklenen geçici maddeyle tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim üyelerinden, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih (26/11/2014 tarihi) itibarıyla mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmakta veya özel sağlık kuruluşlarında çalışmakta olanlara, bu faaliyetlerini sona erdirinceye kadar üniversite ödeneği verilmeyeceği ve ek ödeme yapılmayacağı hükme bağlanmıştır. Sözü edilen yasal değişikliğin yürürlüğe girdiği 26/11/2014 tarihi itibarıyla başvuruculara üniversite ödeneği verilmesi ve ek ödeme yapılması durdurulmuştur. Anayasa Mahkemesinin 22/6/2016 tarihli ve E.2016/13, K.2016/127 sayılı kararıyla 2547 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi iptal edilmiştir. Anılan karar 21/9/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Başvurucuların2547 sayılı Kanun'un geçici maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin yürürlüğe girdiği tarih ile söz konusu düzenlemenin Anayasa Mahkemesince iptali edildiği tarih arasındaki dönem için üniversite ödeneği verilmesi ve döner sermaye ek ödemesi yapılması yolunda yaptığı idari başvurular reddedilmiştir. Söz konusu işlemlere karşı açılan davalar Anayasa'nın maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği ve iptal edilen kanuna uygun olarak tesis edilen işlemlerin geçerliliğini sürdüreceği gerekçesiyle reddedilmiştir. Kararlar istinaf kanun yolu incelemesinde usul ve yasaya uygun bulunmuştur. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. 2021/21927, 2021/28972 ve 2021/38077 numaralı başvuruların 2021/8426 numaralı başvuru ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/8426 | Başvuru, özel muayenehanesi bulunan tıp fakültesi öğretim üyesine üniversite ödeneği verilmemesi ve döner sermaye ek ödemesi yapılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mali haklara ilişkin olarak açılan davada hukuka aykırı hüküm kurulması, kanun yolu aşamasında gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Erzincan İl Sağlık Müdürlüğü bünyesinde görev yapmakta iken maliye tazminatının ek ödeme matrahına dâhil edilmemesi ve döner sermaye katkı payı tutarından mahsup edilmesine ilişkin işlemin iptali ile işlem nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararın tazmini için 10/12/2004 tarihinde dava açmıştır. Sivas İdare Mahkemesi (Mahkeme) 14/6/2005 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Söz konusu karar, Danıştay İkinci Dairesinin 10/6/2009 tarihli kararıyla eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına yönelik karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 25/2/2010 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme 8/7/2010 tarihli kararı ile bozma kararına uymak suretiyle Maliye Bakanlığı personeline yapılacak ek ödemeye ilişkin usul ve esasların dava konusu işleme dayanak olan hükümlerinin yargı kararı ile iptal edildiğine vurgu yaparak dayanaksız kaldığı sonucuna vardığı işlemi iptal etmiştir. Tazminat istemi için ise kısmen süre aşımı nedeniyle ret, kısmen de kabul yönünde hüküm kurulmuştur. Bu karar, tarafların karşılıklı temyiz istemleri sonucu kısmen süre aşımı nedeniyle reddedilmesi ve işlemin maliye tazminatının ek ödeme matrahına dâhil edilmemesine ilişkin bölümünün iptaline dair kısım ve buna bağlı tazminat isteminin kabulü yönlerinden Danıştay İkinci Dairesinin 16/3/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Mahkeme nihai olarak 30/12/2011 tarihli kararı ile bozma kararına uymak suretiyle -ek ödemenin döner sermaye katkı payı net tutarından mahsup edilmesine dayanak olan işlem yargı kararı ile iptal edildiğinden- ek ödemenin döner sermaye katkı payı net tutarından mahsup edilen kısmının idari başvuru tarihinden hesaplanacak yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. İşlemin maliye tazminatının ek ödeme matrahına dâhil edilmemesine ilişkin kısmı yönünden ise2003 Mali Yılı Bütçe Kanunu'nun uygulamaya dayanak olan hükümleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş ise de bu iptal kararının esasa değil usule ilişkin olması dikkate alındığında başvurucunun parasal hak talebinde bir değişiklik yaratmadığını belirtmiştir. Mahkeme 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun ek maddesinde maliye tazminatının ek ödeme matrahına dâhil edilmeyeceği yönünde açık hüküm bulunduğuna vurgu yaparak işlemin maliye tazminatının ek ödeme matrahına dâhil edilmeyeceğini belirten kısmı yönünden davayı reddetmiştir. Söz konusu karar Danıştay Onbirinci Dairesinin (Daire) 1/11/2013 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi Dairenin 16/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 21/8/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 17/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15015 | Başvuru, mali haklara ilişkin olarak açılan davada hukuka aykırı hüküm kurulması, kanun yolu aşamasında gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mahsup ve buna bağlı olarak şartla tahliye taleplerinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında ceza infaz kurumundan firar etme suçundan açılan davada Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 5/3/1998 tarihli kararı ile başvurucunun beraatine karar vermiş ve karar 11/3/1998 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında topluluk oluşturup izinsiz silah ticareti yapma suçundan açılan davada Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 1/10/2001 tarihli kararı ile başvurucunun 6 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş ve karar 11/7/2005 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucunun cezasının infazına 20/11/2012 tarihinde başlanmıştır. Başvurucu 13/3/2013 tarihli dilekçesiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesince yargılaması yapılan ve beraatine karar verilen davada tutuklu kaldığı sürenin cezasından mahsup edilmesini talep etmiş, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 19/4/2013 tarihli kararı ile başvurucunun anılan davada tutuklu olarak kalmadığı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Başvurucunun bu karara itiraz edip etmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Başvurucu 2/12/2013 tarihinde, tutuklu kaldığı sürenin cezasından mahsup edilmesini yeniden talep etmiş; talebi inceleyen Kızılcahamam Asliye Ceza Mahkemesi (İnfaz Hâkimliği sıfatıyla) 20/12/2013 tarihli kararı ile mahsup kararının Ankara Ağır Ceza Mahkemesince verilmesi gerektiği ve Mahkemece bu konuda ek karar verildiği, okararın da kesinleştiği gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiş; Sincan Ağır Ceza Mahkemesi 14/1/2014 tarihli kararı ile benzer gerekçelerle itirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu 2/5/2014 tarihli dilekçesiyle şartla tahliye talebinde bulunmuş, Kızılcahamam Asliye Ceza Mahkemesi 13/5/2014 tarihli kararı ile aynı hususta daha önce karar verildiği (20/12/2013 tarihli karar) ve yeniden karar verilmesine yer olmadığı gerekçesiyletalebi reddetmiştir. Başvurucu karara itiraz etmiş Ankara Batı AğırCeza Mahkemesi 4/7/2014 tarihli kararı ile kararın usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir. Karar başvurucuya 31/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 7/10/2014 tarihli dilekçeyle başvuru dosyasına yeni belgeler sunmuştur. Bu belgeler incelendiğinde, başvurucunun beraat ettiği dosyada tutuklu kaldığını iddia ettiği sürenin infazı devam eden cezasından mahsup edilmesini bir kez daha talep ettiği, talebi inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli kararı ile mahsup şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle talebi reddettiği, başvurucunun bu karara yaptığı itirazın ise Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 10/10/2014 tarihli kararı ile benzer gerekçelerle reddedildiği anlaşılmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13349 | Başvuru, mahsup ve buna bağlı olarak şartla tahliye taleplerinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltı tedbirinin hukuki olmaması, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ifade alma ve sorgu esnasında sorulan soruların ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade özgürlüğünün; gözaltı ve ceza infaz kurumu koşullarının insani olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağının; aramanın hukuki olmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; ceza infaz kurumunda müdafi ile yapılan görüşmelerin kayıt altına alınması ve yayımlanan haberler nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi birçok kez uzatılmış 19/7/2018 tarihinde ise yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Polis memuru olan başvurucu, Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan bir soruşturma kapsamında 11/7/2016 tarihinde Manisa Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi kolluk görevlileri tarafından 14/7/2016 tarihinde alınmıştır. İfade tutanağına göre başvurucuya yöneltilen FETÖ/PDY üyeliği suçlamasına dair olay ve olgular sorulan sorularla açıklanmıştır. İfade alma esnasında Manisa Barosu tarafından görevlendirilen müdafi de hazır bulunmuştur. Başvurucu; Manisa İl Emniyet Müdürlüğünde alınan ifadesinde özetle Fetullah Gülen cemaati içinde hiçbir zaman bulunmadığını, kimseden himmet, burs, kurban, bağış adı altında para toplamadığını, hiçbir zaman toplantılara katılmadığını, adına kayıtlı ... numaralı hattı yaklaşık on üç on dört yıldır kullandığını, yine adına kayıtlı ... numaralı hattı ise on üç on dört yıldır eşinin kullandığını, A.Y. ve isimli şahısları komşusu olması nedeni ile tanıdığını, A. isimli şahsı eski bir meslektaşı olması sebebiyle tanıdığını, onunla samimiyetinin olmadığını, K.yi nin eşi olması nedeniyle tanıdığını, S.Ç. isimli şahsı emekli polis memuru olarak tanıdığını ve kendisiyle samimiyetinin olmadığını, Z.B. isimli kişiyi ise emniyet müdürlüğü kütüphanesinden sorumlu kişi olarak tanıdığını, kendisiyle fazla bir samimiyetinin olmadığını beyan ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucu 15/7/2016 tarihinde Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilmiştir. İfade tutanağına göre başvurucuya yöneltilen FETÖ/PDY üyeliği suçlamasına dair olay ve olgular açıklanmıştır. İfade esnasında Manisa Barosu tarafından görevlendirilen müdafi de hazır bulunmuştur. Başvurucu, Savcılıktaki ifadesinde emniyette verdiği ifadesini tekrar ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Savcılık başvurucuyu 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanı Hakkında Kanun'a muhalefet, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçlarından tutuklanması istemiyle aynı tarihte Manisa Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Hâkimlik 16/7/2016 tarihinde başvurucunun savunmasını almıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya isnat edilen suçlar anlatılmış, sorgu esnasında başvurucunun Manisa Barosunca görevlendirilen müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun Hâkimlikteki savunmasının ilgili kısımları şöyledir:"...üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum ... yaklaşık 20 yıldır polis memuruyum, Van'da görev yapıyorum, 2008-2014 yılları arasında Manisa'da görev yapmıştım, ayın 12 sinde gözaltına alındık, küçük bir hücre gibi pis bir yerde tutulduk, ben himmet sözünü ilk defa sizden duyuyorum, ben kimseden himmet adı altında herhangi bir para toplamadım, herhangi bir sohbete de katılmadım, eınniyette beni sendikaya üye etmeye çalışan bir personel vardı, o benim hakkımda bu yönde bir beyanda bulunmuş olabilir, suçlamayı kabul etmiyorum, ben herhangi bir örgüte üye olmadım ve herhangi bir şekilde para toplamadım, suçsuzum, ben yılda bir kez Van'dan yıllık izne Balıkesir'e ailemin yanına geldim ve gözaltına onların yanında alınarak buraya getirildim, ben halen polis memuruyum ... ve adresim bellidir, sabit ikametgah sahibiyim, çağrılsam gelirdim, 2 aylık bir çocuğum vardır, babam alzehmer hastasıdır, tutuklama sebepleri oluşmamıştır, tutuksuz yargılanmak isterim, ben A.Y. ve komşum olur, o sebeple tanırım, A. eski bir ernniyetçidir, başka kuruma geçmiştir, ortak arkadaşlarmuz nedeniyle tanışırız. S.Ç. de emekli bir emniyet nıensubudur, bu sebeple tanırım, Z.B. ise Manisa'da çalışırken kütüphane görevlisi idi, o sebeple tanırım, savunmam bundan ibarettir, S.K.yı tanımıyorum, K.yi de tanımıyorum, ben Manisa'da iken folo film büro amirliğinde çalıştım, bu büronun işi emniyetin içerisinde bulunduğu sosyal organizasyonlardaki fotoğrafların çekilmesidir. Bu sebeple bana sormuş olduğunuz S.K., K. ve A. ile bu şekilde görüşme yapmış olabilirim, suçlamayı kabul etmiyorum ..." Hâkimlik 16/7/2016 tarihinde başvurucunun 6415 sayılı Kanun'a muhalefet, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "...Şüpheliler ... Resül Kılıçaslan['a] ...isnat edilen Terörizrnin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanuna Muhalefet, Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme, Terör Örgütü Kurmak veya Yönetmek, Silahlı Terör Örgütü Kurma veya Yönetme suçunun vasıf ve mahiyeti mevcut delil durumu, dosyada mevcut tutanaklar, tanık beyanlarıetkin pişmanlık[tan] yararlanmak isteyen şüpheli beyanları, HTS tutanakları birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması, atılı suçun CMK'nın maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, yasada öngörülen ceza miktarı nedeni ile kaçma şüphesi, verilecek tutuklama kararının ölçülü oluşu ve adli kontrol hükümlerinin uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşilmakla 5271 sayılı CMK'nın ve devamı maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına ... [karar verildi]" Başvurucunun tutuklama kararına itiraz edip etmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Hâkimlik 6/10/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...[Şüpheliye] atılı eylemin niteliği, mevcut delil durumu, delillerin henüz toplanmamış olması, üzerlerine atılı suçun CMK'nın maddesinde sayılan katalog suçlardan olması, atılı suçta öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, tutuklama gerekçeleri göz önüne alındığında kaçma şüphesi olduğundan CMK'nın maddesi uyarınca ... [ şüphelinin tutukluluk halinin devamına karar verildi]." Anılan karara karşı başvurucunun yaptığı itirazı inceleyen Manisa Sulh Ceza Hâkimliği 14/11/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... Manisa Sulh Ceza Hâkimliğinin ... kararı ile şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, delillerin henüz toplanmamış olması, tutuklulukta geçen süre, üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, üzerine atılı suçun katalog suçlardan olması, atılı suçta öngörülen cezanın alt ve üst sınırı göz önüne alındığında kaçma şüphesi olduğundan tutukluluk halinin devamına ilişkin Manisa Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı usul ve yasalara uygun bulunduğundan şüpheli tarafından yapılan itirazın reddine karar verilmiştir." Başvurucu 22/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı 15/1/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede başvurucunun işlediği iddia olunan suça ve örgüt bağlantısına ilişkin olarak yer verilen olay ve olgular özetle şöyledir:i. Bir kısım şüpheli ve tanık beyanlarına göre başvurucunun FETÖ/PDY'nin Manisa'daki emniyet yapılanması içinde oluşturulan sohbet gruplarında sohbet hocası ve grup sorumlusu olarak yer aldığı belirtilmiştir.ii. FETÖ/PDY'nin şifreli haberleşme programı olan Bylock programını adına kayıtlı hat üzerinden -ilk tespit tarihi 26/2/2015 olmak kaydıyla- kullandığı ve şifresinin de başvurucunun kızının ismi ve doğum yılı olarak belirlendiğinin tespit edildiği belirtilmiştir. iii. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca örgütün emniyet mahrem yapılanmasına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında elde edilen verilerden başvurucunun örgütçe "gassalın elindeki meyyit olarak ifade edilen zaafları olmayan, herşeyiyle kendisini örgüte teslim etmiş polis memuru" olarak kodlandığının tespit edildiği belirtilmiştir.iv. FETÖ/PDY'nin Manisa yapılanması içinde emniyet imamı, sohbet hocası, grup sorumlusu, mütevelli üyesi gibi görevlerle yer aldıkları tespit edilen ve haklarında soruşturma yürütülen kişilerle irtibat içinde olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. İddianame Manisa Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 26/1/2018 tarihinde kabul edilerek E.2018/201 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte dosyanın yetkili ve görevli olan Van Ağır Ceza Mahkemelerine gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Tutukluluğun devamına dair gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:"... Tutuklu sanık ile ilgili mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların varlığı, atılı suçun CMK.nın 100/3-a. maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu, delillerin henüz toplanmamış olması, bu aşamada tutuklama dışında adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı kanaatine varılarak CMK.nın 102/ maddesi de gözetilip tutukluluk halinin devamına... [karar verildi]" Yetkisizlik kararı üzerine yargılamaya Van Ağır Mahkemesinin E.2018/97 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuş, Mahkeme 21/3/2018 tarihinde tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"... [Sanığın] üzerine atılı suçu işlediğine dair; tüm soruşturma dosyası kapsamında; (şüpheli savunması, kolluk araştırma tutanakları, sorgu zaptı, Bylock araştırma ve tespit tutanağı, HTS inceleme ve tespit tutanağı, tanık, itirafçı şüpheli beyanları, nüfus ve adli sicil kayıtları ile tüm soruşturma evrakı kapsamı) sanığın atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular ve tutuklama nedeninin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve atılı suça verilecek muhtemel cezanın yasadaki üst haddi ve sanığın üzerine atılı suçun CMK'nın maddesinde sayılan katalog suçlardan olması sebebiylebir tutuklama nedeninin var sayıldığı, işin önemi ve verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağıkanaatine varılarak sanığın tutukluluk halinindevamına... [karar verildi]" Van Ağır Ceza Mahkemesi 13/4/2018 ve 11/5/2018 tarihlerinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda -tahliye taleplerinin de reddiyle- benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 8/6/2018 tarihinde ilk duruşmayı yapmış ancak başvurucunun bulunduğu Ceza İnfaz Kurumu ile Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) bağlantısı sağlanamaması nedeniyle başvurucunun savunması alınamamıştır. Mahkeme benzer gerekçelerle başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 20/7/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun savunmasını almış ve bir kısım tanıklar dinlenmiştir. Mahkeme duruşma sonunda benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Başvurucunun savunmasının ilgili kısımları şöyledir:"... daha önce kollukta, savcılıkta ... ifade vermiştim, oradaki ifadelerim aynen tekrar ve kabul ederim. Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum, benim hakkımda yaklaşık 19 kişi suçlamalarda bulunmuştur, bu kişilerin beyanlarını da kabul etmiyorum. Ben dini amaçlarla aleyhime beyanda bulunan kişilerle aynı ortamda bulundum ancak hiçbir zaman örgütsel anlamda bir faaliyette bulunmadım. Ben 24 aydır tutukluyum, bu süre zarfında babamı kaybettim, şuan aileme bakacak kimse yoktur, şuan ailemin hiçbir maddi geliri yoktur, iki çocuğum vardır, ben ve ailem mağdur olduk, kaçma ve delilleri karartma şüphem yoktur, öncelikle bihakkın tahliyemi, mahkeme aksi kanaatte ise çeşitli adli kontrol yöntemleri ile tahliyeme ve yapılacak yargılama sonucunda ise beraatime karar verilmesini talep ediyorum ..." Mahkeme 17/9/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, tahliyesine ve yurt dışına çıkış yasağı şeklinde kendisine adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf kanun yolunda derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Özcan Güney (B. No: 2017/20709, 15/11/2018, §§ 30-38) kararı. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/43840 | Başvuru, gözaltı tedbirinin hukuki olmaması, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ifade alma ve sorgu esnasında sorulan soruların ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle ifade özgürlüğünün; gözaltı ve ceza infaz kurumu koşullarının insani olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağının; aramanın hukuki olmaması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; ceza infaz kurumunda müdafi ile yapılan görüşmelerin kayıt altına alınması ve yayımlanan haberler nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, örgüte bilerek isteyerek yardım etme ve resmî belgede sahtecilik suçlarından 22/5/2009 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu hakkında atılı suçları işlediği iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 16/6/2009 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 28/5/2013 tarihli kararı ile başvurucunun hapis ve adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 19/4/2016 tarihli kararıyla Mahkeme ilamının bir kısım sanığa tebliğ edilmediği belirtilerek dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verilmiştir.İnceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19804 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tablonun (B) sütununun , ve sıralarında yer verilen başvuru dosyalarının konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle 2018/24896 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/24896 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, hukuk mahkemelerinde açtıkları davalarda delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24896 | Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ağır yük taşıma sonucu engelli kalınması üzerine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ile etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 11/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular Bakanlığa bildirilmiş, Bakanlık 27/10/2014 tarihli beyanı ile görüş bildirmeyeceğini ifade etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 23/2/2009 tarihinde İstanbul-Küçükyalı'da bulunan İkmal Maliye Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Çavuş Eğitim Bölüğünde acemi eğitimine başlamıştır. Başvurucu, eğitime başladıktan bir süre sonra ağır yük kaldırmasına bağlı olarak omurlarından rahatsızlandığını, bu rahatsızlığı ile ilgili olarak askerî sağlık kurumlarına teşhis ve tedavi için gönderildiğini, %96 oranında engelli olmasına yol açan bu olay sebebiyle askerliğe elverişli olmadığına dair rapor ile terhis edildiğini ve 11/8/2010 tarihinde Millî Savunma Bakanlığına tazminat istemiyle başvurduğunu belirtmiştir. Bakanlığın tazminat istemini zımnen reddetmesi sonucunda başvurucu 2/11/2010 tarihinde kayıt altına alınan dava dilekçesi ile 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte kendisine ödenmesine karar verilmesini, adli yardım talebiyle birlikte istemiştir. Başvurucunun adli yardım talebi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinin 12/1/2011 tarihli ve E.2011/10 sayılı kararıyla kabul edilmiştir. Dava dilekçesinde belirtilen hususların doğruluğunun tespiti ve dava konusu olayın aydınlanabilmesi için AYİM İkinci Dairesi 13/12/2011 tarihinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiş, daha sonra Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde görev yapan üç öğretim üyesini bilirkişi olarak resen atamıştır. AYİM; bilirkişilerden başvurucunun sevk edildiği sağlık kurumlarında (revir/askerî hastanelerde) rahatsızlığı ile ilgili olarak teşhis ve tedavisinde gecikme, eksiklik veya hata olup olmadığını, ameliyat uygulamasında tıbbi hata veya doktor hatası bulunup bulunmadığını; hastalığının oluşumunda, ortaya çıkmasında, hastalığının artmasında ve tetiklenmesinde askerlik hizmetinin ve özellikle ağır bir yük taşımasının sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı hususlarındaki tıbbi kanaatlerini bildiren raporun gönderilmesini talep etmiştir. AYİM’e sunulan raporunun ilgili kısmı şöyledir:" Davacı Ali PAKKAN’a ait dosya ve tetkikler incelenmiştir.Buradan edinilen bilgilerin ışığı altında,Hastanın ifadesine göre (dosya kayıtları) askerlik öncesi hastanın bel ve bacağa vuran ağrısının olduğu yani hastalığının askerlik öncesi başladığı anlaşılmıştır.Askerliği sırasında hastalığı ilerlemiş ancak her aşamasında gecikme olmadan uygun tedaviler uygulanmıştır.Bel fıtığı hastalığının neden olduğu nörolojik bulgular, ortaya çıktıktan sonra ameliyat vaktinde ve başarılı yapılsa dahi bozukluklar düzelmeyebilir. Düzelme olmaması ameliyatta gecikme veya hata olduğunu göstermez. Nitekim onay formunda görüldüğü üzere bu durum ameliyat öncesinde hastaya izah edilmiştir.Davacının iddia ettiği üzere askerlik öncesi başlayan hastalığının neden olduğu sakatlıklar askerlik vazifesini veya tedavi hatalarına bağlı değildir. Teşhis ve tedavisinde de gecikme veya hata yoktur." Bu rapor taraflara tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından söz konusu rapora itiraz edilerek yeni bir bilirkişi heyetinin görevlendirilmesi, özellikle Adli Tıp Kurumundan yeni bir bilirkişi raporu aldırılması istenmişse de başvurucunun bu talebi reddedilmiş; dava dosyasındaki bilgi, belge ve mevcut bilirkişi raporu uyarınca değerlendirme yapılmıştır. AYİM İkinci Dairesi 23/1/2013 tarihli ve E.2011/10, K.2013/173 sayılı kararla dava dosyası, tıbbi kayıtlar ve bilirkişi raporunu dikkate alarak başvurucunun açmış olduğu davayı oy çokluğuyla reddetmiştir. Söz konusu kararda özetle; "...davacının askerliğe elverişsiz hale gelmesine neden olan rahatsızlığının askerlik görevinden kaynaklandığına dair tedavi kayıtlarında ve diğer belgelerde somut hiçbir belge ve kayıt bulunmadığı, bu rahatsızlığın ortaya çıkmasında ve tetiklenmesinde askerlik görevinin sebep ve tesirinin bulunmadığı, davacıya uygulanan teşhis ve tedavilerde hata, ihmal ya da gecikme olmadığı, dolayısıyla idarenin meydana gelen zararı tazminle sorumlu tutulamayacağı kanaatine varılarak, davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır." gerekçesine yer verilmiştir. Bunun yanında reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden avukatlık asgari ücret tarifesi uyarınca 890 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine karar vermiştir Karşıoy gerekçesinde özetle "... tıbbi bilirkişi raporunda(...); davacının rahatsızlığının askerlik öncesi başladığı ve askerlik sırasında hastalığın ilerlediği yönünde görüş bildirilmiş, ancak tıbbi bilirkişi raporunda davacının rahatsızlığının askerlik hizmeti esnasında hangi sebeple ilerlediği, yani ağır bir yük taşımanın bu ilerlemeye sebep olup olmadığı belirtilmemiştir...." denilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 6/11/2013 tarihli ve E.2013/1405, K.2013/1230 sayılı kararı ile reddedilmiş ve karar 25/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Yargı Yolu” kenar başlıklı maddesinin son fıkrası şöyledir:“İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” Anayasa’nın “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.(Değişik fıkra: 7/5/2010-5982/21 md.)Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Teminat” başlıklı maddesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler.” 1602 sayılı Kanun’un , ve maddeleri şöyledir:“Üyelerin seçimi: Madde 8 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir.” “Atanma: Madde 9 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar ResmiGazete'de yayımlanır. Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.” “Görev süresi: Madde 10 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.” 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun’un maddesi ile 1602 sayılı Kanun’un maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir:“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8796 | Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ağır yük taşıma sonucu engelli kalınması üzerine açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ile etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın idari davaya konu olabilecek icrai bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Sakarya Orman Bölge Müdürlüğüne bağlı Adapazarı Orman İşletme Müdürlüğünde avukat olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 7/2/2012 tarihinde İstanbul Orman Bölge Müdürlüğüne hitaben yazdığı dilekçeyle İstanbul Kanlıca Orman İşletme Müdürlüğü emrine görevlendirilmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talep dilekçesi İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü tarafından Orman Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) gönderilmiştir. Genel Müdürlük, Adapazarı Orman İşletme Müdürlüğüne hitaben gönderdiği 29/2/2012 tarihli yazı ile başvurucunun görevlendirme talebinin reddedildiğini bildirmiştir. Söz konusu yazıda ayrıca, başvurucunun aynı yöndeki talebine daha önce 12/12/2011 tarihli yazı ile cevap verildiği hatırlatılmış; aradan çok kısa bir süre geçtikten sonra yeniden talep dilekçesi göndermek suretiyle gereksiz yazışmaya sebebiyet vermesi nedeniyle başvurucunun bu konuda uyarılması ve bundan sonraki her türlü taleplerinde kendi bölge müdürlüğü aracılığıyla başvuruda bulunması gerektiğinin başvurucuya tebliğ edilmesi hususlarına da yer verilmiştir. Adapazarı Orman İşletme Müdürlüğü, başvurucunun 29/2/2012 tarihli yazıda belirtilen hususlarda uyarıldığına ve buna dair talimatın kendisine tebliğ edildiğine ilişkin olarak düzenlediği 15/3/2012 tarihli tebliğ tebellüğ belgesini 20/3/2012 tarihli yazı ekinde ilgili üst makama göndermiştir. Başvurucu, görevlendirme talebiyle yaptığı başvurunun reddedilmesine vebu başvurusu ile gereksiz yazışmaya sebebiyet verdiği gerekçesiyle uyarılmasına ilişkin işlemlerin iptali istemiyle Sakarya İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 6/9/2013 tarihli kararıyla dava konusu işlemin başvurucunun yazılı olarak uyarılmasına ilişkin kısmını iptal etmiş, geçici görevlendirme talebinin reddine ilişkin kısmı yönünden ise davayı reddetmiştir. Kararın ret hükmüne dair gerekçesinde; idarelerin geçici görevlendirme yapıp yapmama konusunda takdir yetkisinin bulunduğu, bu konuda belli bir yönde işlem tesis etmeye yargı kararı ile zorlanamayacağı, dolayısıyla davalı idarenin bu konuda sahip olduğu takdir yetkisi çerçevesinde talebin reddi yönünde tesis ettiği dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Kararın iptal hükmüne dair gerekçesinde ise başvurucunun 7/2/2012 tarihli dilekçesinin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi kapsamında devlet memurlarına sağlanan, kurumlarıyla ilgili işlerinden dolayı müracaatta bulunma hakkının kullanılmasından ibaret olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun talep dilekçelerinin konularının farklı olduğuna da dikkat çekilmiş; bu nedenle gereksiz yazışmaya sebebiyet verildiğinin kabulüne olanak bulunmadığı, bu itibarla başvurucunun yazılı olarak uyarılmasına ilişkin işlemin hukuka uygun olmadığı belirtilmiştir. Davalı idare, anılan kararın iptal hükmüne ilişkin kısmına itiraz etmiştir. Sakarya Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 11/12/2014 tarihinde verdiği kararla davalı idarenin itirazını kabul ederek kararın itiraza konu kısmını bozmuş ve davanın başvurucunun yazılı olarak uyarılmasına ilişkin işlemin iptali istemine dair kısmını 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 15/1-b bendi uyarınca incelenmeksizin reddetmiştir. Bozma kararının gerekçesinde; başvurucunun yazılı olarak uyarılmasına ilişkin işlemin disiplin cezası mahiyetinde olmadığı, kişinin mevcut hukuksal durumunu etkileyen, kesin sonuç doğuran ve yürütülmesi zorunlu bir başka ifadeyle icrai işlem niteliği taşımadığı, dolayısıyla iptal davasına konu edilemeyeceği değerlendirmelerine yer verilmiş ve bu sebeple uyuşmazlığın esasının incelenemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı karar düzeltme yoluna gitmiştir. Başvurucunun istemi Bölge İdare Mahkemesinin 14/5/2015 tarihinde oyçokluğuyla verdiği kararla, kararın düzeltilmesi için gerekli yasal sebeplerin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Karşıoy görüşünde isebaşvurucunun yazılı olarak uyarılmasına ilişkin işlemin mükafat ve cezalar klasörüne konulduğuna dikkat çekilmiştir. Bu itibarla söz konusu yazının başvurucunun hukuksal durumunda bir değişiklik meydana getirmeyeceğinin düşünülemeyeceği, nitekim takdire dayalı atamalarda gözönünde bulundurulmasının mümkün olduğu, dolayısıyla dava konusu edilebileceği belirtilmiştir. Nihai karar 24/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkememizin 14/1/2018 tarihli müzekkeresine Sakarya Orman Bölge Müdürlüğü tarafından gönderilen cevap yazısında, dava konusu edilen uyarı yazısının kurumun atama işleri klasörü içinde tutulduğu belirtilmiştir. Ayrıca söz konusu yazının müzekkere cevabı ekinde gönderilen başvurucuya ait özlük dosyası içinde de yer aldığı tespit edilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...:a)..d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,...yönlerinden sırasıyla incelenir." Aynı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;a) ...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." Danıştay İçtihadı Danıştay Beşinci Dairesinin 6/12/2016 tarihli ve E.2016/19739, K.2016/8692 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"İcrai işlem, kamu kudretinin üçüncü kişiler üzerinde ayrıca başka işlemin varlığına gerek olmaksızın, doğrudan doğruya çeşitli hukuki sonuçlar doğurmak suretiyle etkisini gösterdiği işlemler olarak tanımlanmaktadır. İcrailik kavramından farklı bir anlam taşıyan kesinlik ise, işlemin uygulanmaya hazır, tamam bir işlem olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla bir işlemin idari davaya konu olabilmesi için hukuksal sonuç doğuran bir işlem niteliğinde bulunması, bir diğer ifadeyle hukuk düzeninde değişiklik meydana getirmesi zorunludur. İdari davaya konu olması bakımından idari işlemde aranılan özellikleri taşımayan hazırlıkniteliğindekiçalışmaların,idareniniçyapısıve işleyişiyleilgili işlemlerin, tavsiye,mütalaa,teklif, düşünce gibi bilgi verici veya hazırlığa esas işlemlerin ve üçüncü kişilerin hukukunu henüz etkilemeyen işlemlerin davakonusuolamayacağıaçıktır....Olayda; davacı hakkında soruşturma açılması, bu soruşturmayla ilgili olarak muhakkik atanması işlemleri birer hazırlık işlemi olup, davacının hukukunu etkileyen kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem niteliği bulunmamaktadır. Nitekim, soruşturmanın tamamlanmasını müteakip soruşturmacı tarafından ilgiliye disiplin cezası verilmesini gerektirecek bir fiili bulunmadığı yönünde kanaat bildirilebileceği gibi, aksi yönde kanaat bildirilmesi durumunda dahi disiplin cezasının disiplin amiri ya da kurulu tarafından verilebileceği açıktır. Kaldı ki ilgiliye disiplin cezası verilmesi durumunda da bu hususun disiplin cezasına karşı açılacak davada ileri sürülebilmesi mümkündür.Bu durumda; davacının, hakkında başlatılan soruşturmada görevli müfettişlerin değiştirilmesi yönündeki başvurunun reddine ilişkin işlem; davacının hukukunu etkileyen kesin ve yürütülmesi zorunlu idari bir işlem niteliğinde bulunmadığından, dava konusu işlemin iptaline karar veren İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir." Danıştay Onikinci Dairesinin23/3/2016 tarihli ve E.2012/9161, K.2016/1578 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava; davalı idare bünyesinde hukuk müşaviri olarak görev yapan davacı tarafından disiplin cezası olmaksızın uyarılması yolundaki ... işlemlerile ... uyarma cezasının ve ... inceleme raporunun iptali istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince, [davacının]… disiplin cezası olmaksızın yazılı olarak uyarılması ise idarelerin iç işleyişine yönelik ceza niteliği olmayan yazışma niteliğinde olduğundan, tek başına hukuki sebepler doğuran, davacının durumunda değişiklik yapacak kesin ve yürütülebilir işlemler olmadığından esasının incelenme olanağıbulunmadığı[ndan]… davanın reddine karar verilmiştir.(…)Davacının tutum ve davranışlarında gerekli dikkat ve özeni göstermesi gerektiği hususunun bildirilmesine ilişkin işlemler; her ne kadar kamu görevlilerinin disiplin cezaları dışında ve disiplin cezası niteliği taşımayan bir biçimde yazılı olarak ikaz edilmelerine imkân tanıyan bir düzenleme bulunmaması nedeniyle disiplin cezası niteliği taşımasa da, davacının özlük dosyasında bulunan bu işlemin davalı idarenin davacı hakkında takdir yetkisini kullanacağı çeşitli işlemlerde dikkate alınabilecek olması karşısında, davacının hukuki durumunu etkileyebileceği ve bu nedenle de idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi zorunluişlemler niteliğinde olduğu açıktır.Bu durumda uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davacının tutum ve davranışlarında gerekli dikkat ve özeni göstermesi gerektiği şeklinde yazılı olarak ikaz edilmesi işlemlerinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda, idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir idari işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın … incelenmeksizin reddinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır." Danıştay Onikinci Dairesinin 25/6/2013 tarihli ve E.2010/3249, K.2013/5666 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava, Samsun - Canik Telekom Müdürlüğünde kapsamdışı personel statüsündetekniker olarak görev yapan davacının, … tarihinde saat 13:30-15:00 arasında izinsiz ve mazeretsiz olarak işe gelmediği isnadına ilişkin savunmasını alan Canik Telekom Müdürü'nce daha dikkatli ve özenli olması hususunda davacının yazılı olarak uyarılmasına ilişkin… işlemin iptali istemiyle açılmıştır.Samsun İdare Mahkemesi'nin 2009 günlü…sayılı kararıyla; dava konusu yazılı uyarı işleminin bir disiplin cezası olmadığı ve davacının hukuki durumunu etkilemediğinden icrai bir işlem olmadığı, muhakkik tayini talebinin reddi işleminin de idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem olmadığı gerekçesiyle 2577 sayılı Yasa'nın 15/1-b maddesi uyarınca davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiştir.(…)Uyuşmazlıkta; davacının "yazılı olarak uyarılmasına" ilişkin işlemin disiplin cezası niteliğini taşımadığı açık olmakla birlikte, söz konusu işlemin davacının özlük dosyasına konulması vedavalı idarenin davacı hakkında takdir yetkisini kullanacağı çeşitli işlemlerde dikkate alınması olasılığı karşısında, davacının hukuki durumuna ciddi etkileri olabileceği görülen dava konusu işlemin idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken birişlem niteliğinde olduğuanlaşılmıştır.Bu durumda, davanın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, dava konusu işlemin idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir idari işlem olmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği, ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM, uyuşmazlık tespit edilirken görünüşün ve kullanılan dilin ötesine geçilerek her davanın koşullarına göre durumun gerçeklerine yoğunlaşılması gerektiğinibelirtmiştir (Gorou/Yunanistan (No. 2) [BD], B. No: 12686/03, 20/3/2009, § 29). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin sözleşmeci devletlerin iç hukukunda geçen bir hak için belirli bir anlam öngörmediğini, bir hakkın var olup olmadığını karara bağlamada ilke olarak iç hukuka başvurulacağını, ulusal mahkemelerin bu konudaki değerlendirmelerinden farklı bir sonuca ulaşılması için de güçlü gerekçelere sahip olunması gerektiğini, yetkililerin belli bir başvuran tarafından talep edilen tedbirin kabul edilip edilmemesine karar vermede takdir hakkının kullanıp kullanmadığının dikkate alınabileceğini hatta bu durumun belirleyici olabileceğini, bununla birlikte salt bir kanun hükmünün lafzında bir takdir unsurunun bulunmasının bir hakkın varlığını tek başına hükümsüz kılmayacağını, benzer durumlarda iddia edilen hakkın yerel mahkemelerce tanınması veya yerel mahkemelerin başvuranın talebinin esasını incelemesi hususunun da gözönüne alınması gerektiğini belirtmiştir (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94). İlgili diğer AİHM içtihadı için bkz. Yusuf Bilin, B. No: 2014/14498,26/12/2017, §§ 28- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13108 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davanın idari davaya konu olabilecek icrai bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, orman olduğu gerekçesiyle tapu kaydının iptal edilmesi üzerine yapılan başvuru sonrası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen ihlal kararıyla tazminata hükmedilmesine rağmen derece mahkemesince yargılamanın yenilenmesine karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tapu Kaydının Edinilmesi Süreci Toprak Tevzi Komisyonunun 15/6/1952 tarihli kararıyla, Çanakkale ili Merkez ilçesine bağlı Sarıcaeli köyünde bulunan 200 m2 yüzölçümlü 745 parsel sayılı taşınmazın köylülerin toprak edinmelerinin sağlanması kapsamında satışına karar verilmiştir. Bu karar doğrultusunda Maliye Hazinesince 30/1/1953 tarihinde, bu taşınmaz bir özel hukuk kişisine satılarak tarla vasfıyla satın alan kişi adına tapuda tescil edilmiştir. Söz konusu taşınmaz, 1953 ile 1993 yılları arasında dört kez el değiştirmiştir. Başvurucu, bu taşınmazı 1993 yılında tapuda son malikinden satın almış; taşınmaz tarla nitelikli olarak başvurucu adına tapuya tescil edilmiştir.B. Orman Kadastrosu Süreci Anılan köyün bulunduğu yörede 1990 yılında yapılan orman kadastrosu çalışmalarında uyuşmazlık konusu taşınmaz kısmen orman sınırları içinde bırakılmıştır. Orman Kadastro Komisyonunca yapılan sınırlandırma ve tespitler ilan edilmiş ancak taşınmazın tapu kaydına, bu taşınmazın kısmen orman sınırları içinde kaldığına dair herhangi bir şerh konulmamıştır. Başvurucu, orman tahdit işlemine karşı Orman Genel Müdürlüğü aleyhine 17/7/1996 tarihinde Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, Orman Kadastro Komisyonu tarafından gerçekleştirilen işlemin hatalı olduğunu iddia etmiştir. Mahkeme 16/11/2000 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, uyuşmazlık konusu taşınmazın kısmen orman alanı içinde yer aldığı yönündeki bilirkişi raporuna itibar edilmiş ve orman arazisi niteliği taşıyan alanların edinilmesinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/1/2004 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 2/7/2004 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Süreci Başvurucu 17/10/2003 tarihinde mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla AİHM'e bireysel başvuruda bulunmuştur. AİHM, 22/7/2008 tarihinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna; mülkiyet hakkına ilişkin iddianın ise kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir. Kararda, Derece Mahkemelerinin anayasal gerekçelerle başvurucunun mülkünün bir bölümüne tahdit getirdiği, bu mahrumiyetin doğanın ve çevrenin korunması şeklindeki kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğu, dolayısıyla hukuka aykırı ve keyfî hiçbir işlem bulunmadığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte AİHM, başvurucunun taşınmazı 1993 yılında iyi niyetle edindiğini vurgulamıştır. Başvurucunun taşınmazı satın aldığı tarihteki tapu kaydında bu taşınmazın orman olduğuna dair sınırlayıcı bir şerh de bulunmamaktadır. Mülkiyet hakkına yapılan bu müdahaleye karşın iç hukukta etkin bir tazminat yolunun ise mevcut olmadığı kararda özellikle belirtilmiştir. AİHM, başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasının engellendiği hâlde bir tazminat ödenmemiş olması nedeniyle kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varmıştır. Bu doğrultuda başvurucunun şahsi olarak olağan dışı ve aşırı bir yüke katlanmış olduğu kanaatiyle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Aynı kararda, giderim yönünden ise dostane çözüm yoluyla uzlaşma ihtimalinin bulunması nedeniyle taraflara altı ay süre tanındığı belirtilmiştir (Köktepe/Türkiye, B. No: 35785/03, 22/7/2008). AİHM'in 13/10/2009 tarihli adil giderime ilişkin kararında ise başvurucu ile Hükûmetin görüşlerini sunduğu ancak tarafların dostane çözüm imkânı sağlayan bir sonuca varamadıkları tespit edilmiştir. Başvurucu, taşınmazın değeri olarak 230 euro ve on yıl boyunca taşınmazı kullanamadığı gerekçesiyle 246 euro maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca 000 euro manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Hükûmet ise taleplerin aşırı ve dayanaktan yoksun olduğunu, ayrıca taşınmazın kısmen orman alanı içinde bırakıldığını savunmuştur. AİHM öncelikle ihlal kararıyla, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin hukuki olup kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerdiğini tespit ettiğini belirtmiştir. AİHM, ihlalin tespit edildiği bir başvuruda taraf devletin ihlali gidermek ve ihlalden önceki duruma mümkün olduğunca dönülmesini sağlayacak şekilde ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak yükümlüğünün bulunduğu yönündeki temel kuralı hatırlatmıştır. Buna göre kural olarak, ihlalin doğası bir "eski hâle getirme" (restitutio in integrum) için müsaitse bunu yerine getirmek taraf devletin yükümlülüğüdür. AİHM, somut başvuruda verilen ihlal kararı doğrultusunda başvurucunun zarara uğradığını kabul etmektedir. Buna karşın AİHM, mevcut başvuruda tespit edilen ihlalin niteliğinin "eski hâle getirme"nin benimsenmesine müsait olmayıp ileri sürülen zararın ancak tazminat yoluyla gideriminin mümkün olduğunu kabul etmiştir (Köktepe/Türkiye [adil giderim], B. No: 35785/03, 13/10/2009, § 12). Kararda, başvurunun koşullarının belirgin bir maddi tazminata hükmetmeye elverişli olmadığı belirtilmiştir. AİHM'e göre Derece Mahkemelerinin kararlarından taşınmazın hangi bölümlerinin tam olarak orman tahdit sınırları içinde olduğu anlaşılamamaktadır. Taraflar da bu konuya açıklık getirememişler, tahdidin söz konusu taşınmaz üzerinde hangi ölçüde değer kaybına yol açtığı taraflarca açık olarak ortaya konulamamıştır. Öte yandan AİHM, başvurucunun tapu kaydının iptalini öngören yargılamanın sürdüğüne ve bu sürecin akıbetinin ise henüz belirli olmadığına dikkat çekmiştir. Bu gerekçelerle AİHM, başvurucunun belirli ölçüde maddi ve manevi zarara uğradığını kabul ederek 000 euro maddi tazminat ödenmesine; diğer taleplerin ise reddine karar vermiştir(Köktepe/Türkiye[adil giderim], §§ 14, 15). Tapu Kaydının İptal Edilmesi Süreci Orman Genel Müdürlüğü tarafından 28/9/2007 tarihinde, söz konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile orman nitelikli olarak Hazine adına tescil edilmesi istemiyle başvurucu aleyhine Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açılmıştır. Mahkeme 17/12/2008 tarihinde davanın kabulüne ve dava konusu taşınmazın kadastro uzmanı teknik bilirkişinin raporunda (B1) ve (B2) ile işaretli 290 m2 ve 770 m2 yüzölçümlü bölümlerinin başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile orman nitelikli olarak Hazine adına tapuya tesciline karar vermiştir. Başvurucu, kararı temyiz etmiş; Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/11/2009 tarihli ilamıyla hüküm onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 30/9/2010 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.E. Yargılamanın Yenilenmesi Süreci Başvurucu; AİHM tarafından verilen ihlal kararına dayalı olarak 16/10/2009 tarihinde, Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesinin E.1996/527 sayılı dosyasında görülen orman tahdidine itiraza ilişkin yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 21/12/2010 tarihinde yargılamanın yenilenmesi talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, AİHM tarafından verilen ihlal kararının uyuşmazlık konusu taşınmazın orman tahdidi içine alınan kısmının orman olmadığı yönünde bir sonuç içermediği vurgulanmıştır. Mahkeme, AİHM'in başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı içerdiğini ve hukuki olduğunu kabul ettiğini ancak tazminat ödenmemesinin müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna yol açtığını belirtmiştir. Mahkeme ayrıca, adil dengenin bozulması sonucuna ulaşılması nedeniyle AİHM tarafından tazminata hükmedilmiş olduğunu da belirtmiştir. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/5/2012 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 31/3/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Karar düzeltmenin reddine ilişkin ilamda, AİHM tarafından ihlal kararı verilmesinin kanuna göre yargılamanın yenilenmesi sebebi olduğu kabul edilmekle birlikte dava konusu taşınmaz bölümünün orman olduğundan eski hâle iadenin mümkün olamayacağı belirtilmiştir. Başvurucu 18/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Tescil" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır." 4721 sayılı Kanun'un "Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır." 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun "Kamu malları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:...D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine tabidir...." 4721 sayılı Kanun'un "Sorumluluk" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür." 3402 sayılı Kanun'un "Hazine adına tespit" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Orta malları, hizmet malları, ormanlar ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup da bir kamu hizmetine tahsis edilen yerler ile kanunları uyarınca Devlete kalan taşınmaz mallar, tapuda kayıtlı olsun olmasın kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemez." 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"(Değişik birinci fıkra: 5/11/2003-4999/3 md.) Devlet ormanları ile evvelce sınırlaması yapılmış olup da sınırlandırma sırasında orman olduğu halde orman sınırları dışında kalmış ormanların, hükmî şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanların, hususi ormanların, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde bulunan her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti ile 2 nci madde uygulamaları ile ilgili olarak kadastrosu kesinleşmiş yerlerde tespit edilen fennî hataların düzeltilmesi işleri orman kadastro komisyonları tarafından yapılır.(Ek cümle: 15/1/2009-5831/2 md.) Ancak, henüz orman kadastrosuna başlanılmamış yerlerde, 3402 sayılı Kadastro Kanunu hükümlerine göre belirlenen orman sınırı, orman kadastro komisyonunca belirlenen orman sınırı niteliğini kazanır." 6831 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:"(Değişik dördüncü fıkra: 26/2/2014-6527/1 md.) Kadastrosu yapılıp kesinleşen Devlete ait ormanlar orman vasfı ile, 2 nci maddeye göre orman sınırları dışına çıkarılan yerler ise kaydında belirtme yapılarak hâlihazır vasfı ile; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle, en geç üç ay içinde hiçbir harç ve bedel alınmaksızın Hazine adına tapu kütüklerine kaydedilir." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Yargılamanın iadesi sebepleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Aşağıdaki sebeplere dayanılarak yargılamanın iadesi talep edilebilir:...i) Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması." Yargısal İçtihatlar 4721 sayılı Kanun'un maddesiyle tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devletin sorumlu olduğu, devletin zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği hüküm altına alınmıştır. Öncesinde Yargıtay, bu maddenin sadece tapu sicilinde yapılan hataları kapsadığı ancak tapu sicili oluşturulurken yani kadastro çalışmalarından kaynaklanan hataların bu madde kapsamında değerlendirilemeyeceği yönünde kararlar vermiştir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26/11/1980 tarihli ve E.1980/4-624, K.2478 ile Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/11/2007 tarihli ve E.2006/12957, K.2007/14557 sayılı kararları). Bununla birlikte AİHM tarafından verilen çok sayıda ihlal kararından sonra Yargıtay içtihat değişikliğine giderek kadastro sırasında yapılan hataların 4721 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında devletin sorumluluğu altında olduğuna ve tazminat ödenmesi gerektiğine dair kararlar vermiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ilk defa 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı ilamıyla içtihat değişikliğine gitmiştir. Bu ilamın ilgili kısımları şöyledir:"Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un maddesine göre devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi ya da yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/6/2010 tarihli ve E.2010/4-349, K.2010/318 sayılı kararı da benzer yöndedir. Yargıtaya göre kadastrodan kaynaklanan hatalar nedeniyle zarar görenler, 4721 sayılı Kanun'un maddesi gereğince zararlarının tazmini için 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresi dolmadan Hazine aleyhine adli yargıda dava açabilirler (Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/12/2012 tarihli ve E.2012/7876, K.2012/14598 sayılı kararı). Ayrıca Yargıtay, tapu kaydının iptali nedeniyle hükmedilecek tazminatın tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse o miktarda olması gerektiğini ifade etmiştir. Gerçek zarar ise tapu kaydının iptali nedeniyle tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsa zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak ise aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır. Tazminat miktarının belirlenmesinde öncelikli konu, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliğinin ve değerinin belirlenmesi olup araştırma yöntemi taşınmazın arsa ya da arazi olmasına göre farklılık arz edecektir (Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/12/2011 tarihli ve E.2011/8798, K.2011/14624 sayılı kararı).B. Uluslararası Hukuk AİHM, mülkün gerçek değerine göre makul kabul edilebilecek bir tazminat ödemeden mülkiyetten yoksun bırakmanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.'lu Protokol'ün maddesikapsamında aşırı bir yük oluşturduğunu ve hiç tazminat ödenmeden mahrum bırakmanın ancak istisnai durumlarla haklı bulunabileceğini belirtmektedir (Nastou/Yunanistan (No:2), B. No: 16163/02, 15/7/2005, § 33; Jahn ve diğerleri/Almanya [BD], B. No: 46720/99, 72203/01, 72252/01, 30/6/2005, § 116). AİHM'e göre bir taşınmazın orman veya kıyı kenar çizgisi ya da başka bir kamu alanında olduğu gerekçesiyle tapusunun iptal edilmesi, hukuken öngörülebilir olup kamu alanlarının korunmasına yönelik kamu yararına dayalı meşru bir amaç da içermektedir. Ancak AİHM, kadastrodan kaynaklanan mülkiyet tespitine ilişkin hukuki hatalar nedeniyle tapuların iptal edilerek kişilerin mülkiyetlerinden yoksun bırakıldıkları başvurular bakımından istikrarlı olarak hiçbir tazminat ödenmemesini haklı gösterecek herhangi bir istisnai durum da bulunmadığı hâlde bir tazminat ödenmeksizin bireylerin tapu kayıtlarının iptal edilmesi şeklindeki mülkiyetten yoksun bırakmaya yol açan müdahalenin kamunun yararı ile bireylerin hakları arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve bu müdahalelerin başvurucuları aşırı bir yük altına soktuğu kanaatine vararak başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir (N.A. ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37451/97, 11/1/2005, §§ 36-43; Turgut ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1411/03, 8/7/2008, §§ 86-93; Rimer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 18257/04, 10/3/2009, §§ 34-41). AİHM'in ihlal kararlarında, belirtilen “adil denge” nin bozulmasının temelini başvuruculara hiç tazminat ödenmemesi oluşturmaktadır. Yargıtayın yukarıda değinilen içtihat değişikliğinden (bkz. §§ 32) sonra AİHM, bireylerin tazminat ödenmeksizin taşınmazının elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiaları bakımından Yargıtayın yeni içtihatlarına işaret etmiştir. AİHM, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun AİHM'in bu konudaki ihlal kararlarına dayanarak tapudaki yanlış kayıtlardan kaynaklanan ayni hak ya da menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti sorumlu tutabileceğine hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli, niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat çektiğini, bu başvuru yolunun düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal mahkemelerin AİHM'in içtihatlarını ve Sözleşme'ye ek (1) No.'lu Protokol'ün maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini belirterek iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir (Mehmet Altunay/Türkiye (k.k.), B. No: 42936/07, 17/4/2012; Arıoğlu ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 11166/05, 6/11/2012; Osman Yaşar Dişlioğlu ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 39149/04, 11/12/2012). Bununla birlikte her somut olayın kendine özgü koşulları mevcut olup bu nedenle her başvurunun başvuru tarihindeki duruma göre karara bağlanması gerektiği de kuşkusuzdur. Nitekim AİHM, söz konusu içtihat değişikliğinin orman ve kıyı alanlarında kalan taşınmazlar ile ilgili olup her somut olay bakımından kıyaslanabilecek bir durumda bulunan ve söz konusu başvuru yolunun başarıyla kullanıldığı emsal bir içtihadın gösterilmesi gerektiğini ifade etmiş; ayrıca başvuruya konu nihai karardan sonra söz konusu içtihat değişikliğinin meydana geldiği durumlarda kabul edilemezlik itirazlarını reddetmiştir (Dürrü Mazhar Çevik ve Asuman Münire Çevik Dağdelen/Türkiye, B. No: 2705/05, 14/4/2015, §§ 21-30). Öte yandan AİHM, ihlalin tespit edildiği bir başvuruda taraf devletin ihlali gidermek ve ihlalden önceki duruma mümkün olduğunca dönülmesini sağlayacak sekilde ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak yükümlüğünün bulunduğunu hatırlatmaktadır (Iatridis/Yunanistan [adil giderim] [BD], B. No: 31107/96, 19/10/2000, § 32). AİHM'e göre ihlalin doğası eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) müsaitse bunu yerine getirmek görevi taraf devlete düşmektedir (Iatridis/Yunanistan, § 33). Dolayısıyla AİHM kimi durumlarda, tespit edilen ihlalin niteliği itibarıyla eski hâle getirmenin benimsenmesinin müsait olamayabileceğine dikkati çekmektedir (Beyeler/İtalya [adil giderim], B. No: 33202/96, 28/5/2002; Eski Yunan Kralı ve diğerleri/Yunanistan [adil giderim] B. No: 25701/94, 28/11/2002). İç hukukun ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmaya olanak tanımaması ve/veya ancak kısmen giderebilmesi durumunda AİHM, Sözleşme'nin maddesi gereğince mağdura uygun göreceği bir telafiyi sağlama yetkisinin bulunduğunu kabul etmektedir (Brumarescu/Romanya [adil giderim] [BD], B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 20). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12521 | Başvuru, orman olduğu gerekçesiyle tapu kaydının iptal edilmesi üzerine yapılan başvuru sonrası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM) tarafından verilen ihlal kararıyla tazminata hükmedilmesine rağmen derece mahkemesince yargılamanın yenilenmesine karar verilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaatların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve anılan ret işlemlerine karşı açılmış olan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/6/2015 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın cevap yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından ekli tablonun (A) sütununda başvuru numaraları belirtilen dosyaların 2013/4957 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/4957 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuruculara ait bireysel başvurularda, başvuru dilekçeleri ile başvurulara konu yargılama dosyaları içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Batman ili Sason ilçesi Tekevler köyünde ikamet etmekte iken meydana gelen terör olayları nedeniyle 1993 yılında göç etmek zorunda kaldıklarını belirterek ekli tablonun (C) sütununda belirtilen tarihlerde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D sütununda tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararları ilebaşvuruların reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun (E) sütununda belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davaları ekli tablonun (F) sütununda tarihleri gösterilen İdare Mahkemesi kararları ile reddedilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir: “5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; "terör eylemleri" veya "terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler" sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından "tamamen" boşaltılmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür. Sosyal güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın idarece ödenmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Yerleşim yerinin "kısmen" boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde, yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının, yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir. Terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesi mümkündür. Bu nedenle, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılması zorunludur. Ancak, bir yerleşim yerinde meydana gelen terör olayları nedeniyle yerleşim yerinde sadece köy korucuları ile bunların aileleri kalmış, diğer köy halkının yerleşim yerini terk etmiş olması halinde ise, yerleşim yerini kısmen terk eden köy halkının da güvenlik kaygısıyla köyden ayrıldığının kabul edileceği ve bu nedenden dolayı malvarlığına ulaşılamamasından kaynaklanan maddi zararın 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanacağı açıktır. Bu itibarla, bir yerleşim yerinde asgari güvenlik düzeyinin gerçekleştirilmiş olmasına ve bu yerde köy korucuları ile bunların aileleri dışındaki diğer köy halkının yaşamasına karşın, yerleşim yerinde yaşayan kişilerin bir kısmının, yerleşim yerini terk etmeleri sonucunda uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın, güvenlik kaygısından kaynaklandığından bahisle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına olanak bulunmamaktadır. Olayda, dava dosyasının Batman İli, Soson İlçesi, Tekevler Köyü'ne ait bilgi ve belgelerin birlikte incelenmesinden, Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 18647 sayılıyazısında, Tekevler Köyü'nün "kısmen boşaldığı", ayrıca Batman Valiliği'nin 2005 tarihli yazısı ekinde yer alan "Terör Nedeniyle Terkedilen Köyler Listesi"nde bulunmadığı, 2006 tarih ve 30571 sayılı yazısında, "terör olaylarından etkilenen köy" olarak belirtildiği, 2009 tarih ve 63966 sayılı yazısı ekinde, 1987-2000 yılları arasında GKK ve GÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 92 hanenin ikamet ettiği, Batman Valiliği'nin 2006 tarih ve 406 sayılı yazı ekleri uyarınca, köy nüfusunun 1990 yılında 999, 1997 yılında 585, 2000 yılında 064 kişi olduğu, Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'nın 2009 tarih ve 11851 sayılı yazısında, aralarında davacının Köyünün de bulunduğu köylerde 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçiminin yapıldığının belirtildiği görülmektedir Bu durumda; aralarında davacının da bulunduğu Tekevler Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır…” Kararların başvurucular tarafından temyiz edilmesi üzerine ekli tablonun (G) sütununda gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile “karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği” gerekçesiyle hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvurucular tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmamıştır. Muhtelif tarihlerde süresi içinde başvurucular tarafından bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4957 | Başvurular 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan müracaatların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ve anılan ret işlemlerine karşı açılmış olan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 20/11/2002 tarihinde tazminat davası açmışlardır. Kartal Asliye Hukuk Mahkemesi 9/12/2009 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/6/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Kartal Adliyesinin kapatılması üzerine yargılamaya İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinde devam edilmiş, Mahkemece 6/9/2012 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/5/2014 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 29/6/2015 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozma üzerine Mahkemece 6/1/2016 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, taraflara tebliğ edilmiş olup temyiz talebinde bulunulmamıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9743 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/43644 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, savunma tanıklarının dinlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle tanık dinletme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Olayların geçtiği dönemde koronavirüs (COVID-19) salgını sebebiyle tüm lokanta ve restoranlar ile pastane ve benzeri işyerleri sadece paket servis, gel-al benzeri yöntemlerle müşterilerin oturmasına müsaade etmeden hizmet vermektedir. İzmir'deki Ç. isimli lokantanın sahibi; işletmesi hakkında asılsız beyanda ve ihbarda bulunulması nedeniyle polislerin sürekli olarak salgın tedbirine uygun hareket edilip edilmediğini kontrol etmek amacıyla işyerine geldiğini, vatandaşların polislerin ne için geldiğini bilmediğini, bu nedenle müşteri kaybına uğradığını belirterek ilgililer hakkında iftira suçu kapsamında 25/11/2020 tarihinde şikâyetçi olmuştur. Şikâyetin ekinde incelemeye gelen polis memurlarının düzenlediği 25/11/2020 tarihli tutanak yer almaktadır. 25/11/2020 tarihinde saat 00'da tutulan bu tutanakta, aynı gün saat 14'te anılan işyerine müşteri alındığına yönelik bir ihbar geldiği, yapılan kontrolde lokantanın arka bahçesine müşterilerin alındığına yönelik ihbarın asılsız olduğu, masa ve sandalyelerin toplu ve üzerilerinin branda ile örtülü olduğu tespit edilmiştir. Aynı tutanakta 23/11/2020 tarihinde de aynı yönde bir ihbar alındığı, yapılan kontrolde yine benzer bir durumun tespit edildiği ve böylelikle "söz konusu iki ihbarın asılsız olduğu ve görevlileri boşu boşuna oyaladığı" belirtilmiştir. Lokanta sahibi 30/12/2020 tarihinde yine müracaatta bulunarak söz konusu asılsız ihbarların devam ettiğini, bu sürede on beş yirmi kez polisin, bekçinin ve diğer devlet kurumlarından kişilerin geldiğini ifade etmiştir. Ayrıca Alo Gıda hattına 25/11/2020 tarihinde yapılan ihbar üzerine İlçe Tarım Orman Müdürlüğüne bağlı ekiplerin 7/12/2020 tarihinde yaptığı inceleme sonucunda işletmenin teknik ve hijyen şartlarını sağladığına, ibraz edilen belgelere göre sakatatların Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına kayıtlı firmalardan alındığına, çalışanların maske taktığına ve sigara içmediklerine yönelik tutanak tutulduğunu da belirtmiştir. Yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda ihbarlarda bulunan kişinin başvurucu olduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun ifadesi şüpheli sıfatıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 29/6/2021 tarihinde alınmıştır. Bu kapsamda işletmenin bir üst katında ikamet ettiğini, emekli gazeteci olması nedeniyle halkın sağlığıyla ilgili konulara duyarlı olduğunu, lokantanın arka bahçesinden tabak sesleri ile birden fazla insanın konuşmalarını duyduğunu ve lokanta sahibinin içeriye müşteri aldığını anladığını belirtmiştir. Ayrıca söz konusu lokantanın önüne, üzerinde hayvan kafası resmi olan kapalı bir ticari araç geldiğini ve araçtaki şahsın yaptığı "Ölmüş kesimlerden verdim, faturayı ona göre ayarlayın." diyerek bir telefon görüşmesi yaptığını ifade etmiştir. Bunun üzerine de Alo Gıda hattını aradığını ve durumu bildirdiğini, olayın hemen akabinde gelmedikleri için görevlilerin bu durumu tespit edemediklerini ileri sürmüştür. Başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iddianame düzenlenerek başvurucunun zincirleme biçimde iftira suçunu işlediği gerekçesiyle cezalandırılması talep edilmiştir. İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davadaki ilk celseye sadece müşteki olan lokanta sahibi gelmiş ve bu kapsamda şikâyetlerini tekrarlayarak davaya katılma talebinde bulunmuştur. Duruşma sonunda müştekinin davaya katılması kabul edilmiş ve başvurucunun zorla getirilmesine karar verilmiştir. Ayrıca katılanın duruşmadaki ifadeleri dikkate alınarak celse arasında ismini belirteceği tanığın dinlenilmesi talebi de kabul edilmiştir. İkinci celseye başvurucu, müdafii ile katılmıştır. Başvurucunun savunması alınmış; başvurucu, daha önce verdiği ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. Başvurucunun savunması alındıktan sonra katılanın ismini belirttiği tanık aynı celsede dinlenilmiştir. İşletmenin olduğu mahallede oturan söz konusu tanık; başvurucunun ilgili mercilere gıda ile ilgili hep şikâyette bulunduğunu, zabıtaların geldiğini gördüğünü, bir kez de katılanın ağladığını duyduğunu, meselenin ne olduğunu katılana sorduğunda ise üst kattaki kişiyle münakaşa yaşadığını söylediğini belirtmiştir. Başvurucu, söz konusu tanığın olaylara vâkıf olmadığını belirtmiştir. Celse sırasında başvurucuya ve müdafiye kovuşturmanın genişletilmesi taleplerinin olup olmadığı sorulmuştur. Talebin olmadığını nazara alarak Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Başvurucu müdafiinin süre talebi üzerine mütalaaya karşı beyanlarını sunması için duruşma ertelenmiştir. Başvurucu, duruşma öncesi mütalaaya karşı yazılı olarak beyanda bulunurken iki tanığın da dinlenilmesini istemiş ve söz konusu tanıkların "pandemi döneminde ilgili işletmede müşteri olarak yemek yediklerini" ileri sürmüştür. Son celsede başvurucu, iki tanığın duruşma salonu dışında beklediklerini de ifade ederek tanıklarının dinlenilmesini bu sefer sözlü olarak talep etmiştir. Mahkeme, dosyanın geldiği aşama nedeniyle başvurucunun talebinin reddine dair ara kararı vermiştir. Duruşma sonunda başvurucunun zincirleme suretle iftira suçunu işlediği kanaatiyle netice itibarıyla 1 yıl 15 gün hapis cezası ile mahkûmiyetine karar verilmiştir. Gerekçeli kararda öncelikle katılanın aşamalardaki beyanlarının istikrarlı olduğu hususuna ve tanık olarak dinlenilen kişinin ifadelerine değinilmiştir. Ayrıca iftira suçunun maddi ve manevi unsurları hatırlatılmış, işletmenin nizama uygun olduğunu başvurucunun bilmesine rağmen idari bir soruşturma başlatma gayesi ile çeşitli kez asılsız isnatlarda bulunduğu yorumu yapılmıştır. Bu kapsamda katılanın işyerinde farklı usulsüzlük iddialarına ilişkin yapılan denetimlerde herhangi bir usulsüz duruma rastlanmadığına, bu durumun gerek İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü yetkililerinin gerek kolluk görevlilerinin inceleme ile denetimlerinden anlaşıldığına yer verilmiştir. Başvurucunun istinaf istemi üzerine dosya üzerinden değerlendirme yapılmış, dava konusu fiili başvurucunun işlediğinin kabulünde isabetsizlik olmadığı, sabit görülen fiilin doğru vasıflandırıldığı ifade edilmiştir. Ancak olay tarihi olan 25/11/2020'de saat 50'de Tarım ve Orman Bakanlığına ait 174 Alo Gıda hattına ve aynı gün saat 14'te Buca Emniyet Müdürlüğü haber merkezine ihbarlarda bulunduğu, ihbar saatlerinin çok yakın olması nedeniyle tek bir iftira suçunun oluşacağının gözetilmemesinin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle fazla cezaya hükmolunduğu ve bu hukuka aykırılığın düzeltilmesinin de yeniden duruşma yapılmasını gerektiren nitelikte olmadığı gerekçesiyle başvurucu hakkında tesis edilen kısa süreli hapis cezasının takdiren 000 TL adli para cezasına çevrildiği anlaşılmıştır. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 1/11/2022 tarihli kesin nitelikteki kararı ile iftira suçuna yönelik istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 1/11/2022 tarihinde öğrendikten sonra 1/12/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adil yargılanma hakkı kapsamında tanık dinletme hakkı dışında başvurucunun ileri sürdüğü şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/103452 | Başvuru, savunma tanıklarının dinlenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle tanık dinletme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esasının incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/17026 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esasının incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 5/4/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 11/4/2017 tarihinde 2/1/2017 tarihli ve 684 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi uyarınca gözaltı süresinin yedi gün uzatılmasına karar vermiştir. 17/4/2017 tarihinde kollukta başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucuya ifadesi sırasında İçişleri Bakanlığı hukuk müşaviri iken ByLock kullanıcısı olduğu için tutuklanan Y. isimli kişiyi tanıyıp tanımadığı, bu kişinin kullandığı hat ile oğlunun kullanımında olan hat arasında 758 defa, eşinin kullanımında olan hat arasında 17 defa, kendisinin kullandığı hat arasında 2 defa gerçekleşen telefon irtibatı sorulmuştur. Başvurucu; bu kişiyi tanımadığını, oğlunun hattı üzerinden daha çok konuşulduğu için bu kişinin muhtemelen oğlunun arkadaşı veya okuldan öğretmeni olabileceğini ileri sürmüştür. Başvurucu 5/4/2017 tarihinden 18/4/2017 tarihine kadar gözaltında kalmıştır. Başvurucu 18/4/2017 tarihinde Hâkimlik huzuruna çıkarılmış, İstanbul Sulh Ceza Mahkemesince adli kontrol şartı ile serbest bırakılmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda 28/1/2019 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Kararda başvurucunun ByLock kullanıcısı olan Y.yle irtibatının olduğuna ilişkin tespitte maddi bir hata bulunduğu, başvurucunun öne sürdüğü şekilde irtibatlı olduğu kişinin oğlunun arkadaşı olan Y. isimli başka bir kişi olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi üzerine başvurucu, tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; yeterli ve dikkatli bir araştırma yapılmadan, isimlerin karıştırılmasından kaynaklı yanlış HTS kaydı değerlendirmesi nedeniyle on dört gün özgürlüğünden yoksun bırakıldığını, bu yanlışlığın kolaylıkla tespit edilebileceğini, hakkında hiçbir delil olmadığını, gözaltına alınmasından sonraki süreçte iki yıl boyunca hakkında herhangi bir işlem yapılmadığını, iki yılın sonunda da hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (a) bendi kapsamında tazminata hak kazandığını belirterek 000 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Davacının; CMK’nın maddesinin e bendinde belirtildiği gibi kanuna uygun olarak gözaltına alındıktan sonra hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, ilgililerin, masumiyet karinesi, lekelenmeme hakkı ve AİHS'de ve T. Anayasasında güvence altına alınmış haklarının ihlal edilmiş olması halinde devletten tazminat talep etmeleri tartışmasız olup davacının ihlal edilen bu hakları nedeniyle CMK 141 vd. maddeleri doğrultusunda manevi tazminat talep edebileceği anlaşılmıştır....Bu kriterlere göre somut olay davacının sadece manevi tazminat talebi olmakla bu yönden değerlendirilmiş olup, davacının gözaltında kaldığı süre, sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, atılı suçun niteliği, gözaltına alınan şahsın üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler ve gözaltına alınmasına neden olan olayın cereyan tarzı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu'nun 2017/46946 Soruşturma ve 2019/9892 K. Sayılı ve 2019 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararındaki 'Yine Yavuz Yakışkan hakkındaki suçlamanın ise şüpheli Yavuz Yakışkan'ın adına kayıtlı hatlardan ... T. Nolu Y. isimli şahıs adına kayıtlı ... numaralı hat ile 777 kez irtibatının bulunduğu, Y. isimli şahsın İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşaviri iken Bylock kullanıcısı olduğu ve tutuklandığının tespit edildiği, şüpheli Yavuz Yakışkan hakkında ise Bylock kullanıcısı bu şahıs ile irtibatı nedeniyle soruşturma başlatıldığı ancak yapılan tespitte maddi bir hata bulunduğu, şüpheli Yavuz Yakışkan'ın irtibatlı olduğu Y.nin ... T. Nolu şüpheli Yavuz'un oğlunun arkadaşı olan başka bir Y. olduğunun şüpheli müdafii tarafından belirtilmesi üzerine Turkcel'e yazılan müzekkere cevabının incelenmesinde, ... numaralı hattın... T. Kimlik numaralı Y. isimli şahıs adına kayıtlı olduğunun anlaşıldığı, böylece Bylock kullanıcısı olan Y.nin bahse konu hattın sahibi olmadığı, İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerince yapılan tespitte maddi bir hata olduğunun değerlendirildiği, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil olmadığı anlaşıldığından şüpheli Yavuz Yakışkan hakkında da takipsizlik kararı verilmesi gerektiği,' gerekçesi ile takipsizlik verilmesi, zenginleşmeye de sebep olmayacak şekildeki hususların ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek 000,00 TL manevi tazminatın gözaltı tarihi olan 5/4/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Hazineden alınarak davacıya verilmesine... [karar verildi.]" Başvurucu, dava dilekçesindeki iddialarını yinelemiş; tazminat miktarının düşük olduğunu belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 2/7/2020 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 13/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28007 | Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2018/38018 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/38018 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/38018 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 4/4/2008 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 27/12/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6512 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama ve tutuklamanın devamına ilişkin kararlarda matbu gerekçelere yer verilmesi, gözaltına alınırken yasal hakların hatırlatılmaması, derhâl müdafi tayin edilmemesi ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın kanuni hâkim güvencesine aykırı yürütülmesi, değerlendirme aşamasında iddianamenin tebliğ edilmemesi, duruşmaların bir kısmının kapalı yapılması, hukuka aykırı delillerin mahkûmiyete esas alınması, beyanları belirleyici nitelikte olan tanığın duruşmada sorgulanmaması, Yargıtaydaki incelemenin duruşmasız yapılması, temyiz incelemesinin etkin yapılamaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; ceza mahkûmiyeti dışında velayet, vesayet ve benzeri medeni haklara ilişkin ehliyetin sınırlanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; etnik kökenden dolayı ayrımcılığa maruz kalınması nedeniyle kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/2/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 7/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 8/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 22/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/8/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yapılan soruşturma kapsamında 6/1/2010 tarihinde başvurucunun Manisa ilindeki evinde arama yapılmıştır. Başvurucu aynı tarihte gözaltına alınmış ve 9/1/2009 tarihinde Manisa Sulh Ceza Mahkemesinin 2009/11 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Tutuklama kararına yapılan itiraz 22/1/2009 tarihinde reddedilmiştir.İddiasına göre başvurucu gözaltına alınırken kendisine hakları hatırlatılmamış ve yöneltilen suçlamalar bildirilmeden Emniyet Müdürlüğüne götürülmüş; müdafi yardımından yararlanma hakkını gözaltında ancak iki gün sonra kullanabilmiştir. Ancak başvuru dosyasında bu konuda herhangi bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK maddesi ile görevli) 2009/1 Değişik İş sayılı kararıyla soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 12/3/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan İzmir Ağır Ceza Mahkemesine (CMK maddesi ile görevli) kamu davası açılmıştır. Mahkeme, başvurucunun 17/9/2009 tarihinde tahliyesine karar vermiştir. 6352 sayılı Kanun'un 2/7/2012 tarihinde yürürlüğe girmesiyle kamuoyunda “özel yetkili” olarak adlandırılan mahkemeler kapatılmıştır. Aynı Kanun’un geçici maddesinin (4) numaralı fıkrasında bu mahkemelerde açılmış olan davalara kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar aynı mahkemelerce bakılmaya devam olunacağı, bu davalarda yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Mahkemenin 12/12/2012 tarihli kararı ile başvurucunun müsnet suçtan mahkûmiyetine ve "tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkartılmasına" karar verilmiştir. Yakalama kararına yönelik itiraz, İzmir Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"YAZILI KANITLAR :İletişim tespit tutanakları, gizli izleme tutanakları, arama, yakalama tutanakları, emanet makbuzları, ekspertiz raporu, CD izleme tutanağı, bilirkişi raporu, YDGH (Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi) ile ilgili olarak Diyarbakır CMK. madde ile görevli Başsavcılığınca düzenlenen iddianame ve bu iddianameyle Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine açılan kamu davasının duruşma oturum tutanakları ile YDGH'nin yapılanması ve sorumluları hakkındaki R. S.nin ifadeleri ile dosyalarda mevcut tüm tutanak ve belgeler kanıt olarak değerlendirilmiştir.MAHKEMEMİZİN KABULÜ VE GEREKÇE:Yasadışı silahlı PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik örgütlenmesi olan YDGH'ye yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketinin deşifre olması nedeniyle, çalışmalarını legal bir görünüm altında sürdürme ve operasyonlara karşı koruyucu bir tedbir olması amacıyla, 01-03 Haziran 2008 tarihinde Diyarbakır ilinde yapılan kongresinden sonra YDGH'nin, Demokratik Toplum Partisi içerisinde bağımsız olarak YDGM (Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi) adı altında faaliyetlerini sürdürmesi kararı alarak isim değişikliğine gittiği, yeni oluşturulan gençlik yapılanması YDGM'in aslında ayrı bir oluşum olduğu, ancak görünüm itibarıyla yasal bir parti olan DTP'nin gençlik örgütlenmesi şeklinde gösterilmeye çalışıldığı, bunun da yapılan eylemlerinin PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ile irtibatlandırılmasının engellemeye yönelik olduğu, YDGM içinde faaliyet gösteren gençlere yönelik olarak terör örgütünün görüşleri doğrultusunda faaliyet gösteren FIRAT haber ajansının resmi internet sitesinde ve birçok internet sitesi ile ve terör örgütüne ait basın organlarında Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne yönelik sınır ötesi ve yurt içinde yapılan operasyonların protesto edilmesi için terör örgütü yöneticileri tarafından serhildan (ayaklanma-başkaldırı) türü eylem çağrıları yapıldığı, yapılan bu eylem çağrıları doğrultusunda, kamu kurum ve kuruluşlarına ait bina, tesis ve araçlarına yönelik molotof kokteyl atılması, korsan gösteri düzenlenmesi, barikat kurularak yolun trafiğe kapatılması, PKK/KONGRA-GEL terör örgütü ve elebaşı lehinde slogan atılması, olaya müdahale eden güvenlik güçlerine ve araçlarına taşlı sopalı saldırıda bulunulması yönünde çağrılar yapıldığı;YDGH (Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi) ile ilgili olarak Diyarbakır CMK madde ile görevli Başsavcılığınca düzenlenen iddianame ve bu iddianameyle Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine açılan kamu davasının duruşma oturum tutanakları ile YDGH'nin yapılanması ve sorumluları hakkındaki R. S.nin ifadelerinin dosyaya getirtildiği;Bu kapsamda PKK/KONGRA GEL terör örgütünün yurt içerisindeki faaliyetlerini tek çatı altında toplayarak organize etmek amacıyla faaliyete geçirilen KCK (Kürdistan Demokratik Topluluğu)'nun alt yapılanması olan YDGM'nin Ege ve Akdeniz bölgelerinde sorumlu düzeyde faaliyet yürütmek üzere görevlendirilen, A. K., P. U. ve H. A.nın Manisa ili ve ilçelerinde örgütlenme faaliyetlerinde bulundukları ve sanıklara görevlendirilme ve eylemler yönünde talimatlar verdikleri anlaşılmıştır.Olaylarla ilgili 22/07/2009 ve 26/07/2010 tarihli bilirkişi raporları aldırılmış, bilirkişi raporunda;Sanık A. T.nin 26/10/2008 tarihinde Manisa ilinde meydana gelen gösteride terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın posterini taşıyarak "yaşasın başkan Apo, PKK halktır halk burada" şeklinde poster taşıyarak slogan attığı,Sanık Sadullah Remzi Karagöz'ün 26/10/2008 tarihinde Manisa ilinde meydana gelen gösteride taş atarken görüntülendiği belirtilmiştir....Sanığın örgüt tarafından yapılan çağrı üzerine düzenlenen gös[teriye] katıldığı, gösterilerde telefon görüşmelerine yansıyan görüşmelerinden ve bilirkişi raporundan da anlaşılacağı üzere gösteride güvenlik kuvvetlerine taş attığı ve aktif bir şekil hareket ettiği, gösterilere katılım konusunda diğer katılımcılarla görüştüğü, sanığın evinde yapılan aramada örgütsel içerikli kitap ve dokümanların ele geçirildiği, diğer sanık ifadeleri ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış ve açığa çıkmış olmakla sanığın terör örgütünün üyesi olduğu yönünde karar vermek gerekmiştir." Başvurucu anılan yakalama emri üzerine tutuklanıp cezaevine konulmuştur. Yakalanma tarihine ilişkin bireysel başvuru dosyasında bir bilgi yer almamaktadır. Başvurucu müdafii 30/4/2013 tarihinde anılan tutuklama işlemine itiraz etmiştir. Anılan itiraz reddedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 19/3/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Nihai karar, başvurucu tarafından 23/5/2014 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu 10/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Tanıklıktan çekinme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“(1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir:…c) Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu.…” 5271 sayılı Kanun’un olaylar tarihinde yürürlükte bulunduğu hâliyle “İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) (Değişik birinci cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir." 5271 sayılı Kanun’un olaylar tarihinde yürürlükte bulunan “Soruşturma” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“250 nci Madde kapsamına giren suçların soruşturması ve kovuşturması sırasında Cumhuriyet savcıları, hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları, varsa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu işlerle görevlendirilen ağır ceza mahkemesi üyesinden, aksi halde yetkili adlî yargı hâkimlerinden isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8870 | Başvuru, tutuklama ve tutuklamanın devamına ilişkin kararlarda matbu gerekçelere yer verilmesi, gözaltına alınırken yasal hakların hatırlatılmaması, derhâl müdafi tayin edilmemesi ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın kanuni hâkim güvencesine aykırı yürütülmesi, değerlendirme aşamasında iddianamenin tebliğ edilmemesi, duruşmaların bir kısmının kapalı yapılması, hukuka aykırı delillerin mahkûmiyete esas alınması, beyanları belirleyici nitelikte olan tanığın duruşmada sorgulanmaması, Yargıtaydaki incelemenin duruşmasız yapılması, temyiz incelemesinin etkin yapılamaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; ceza mahkûmiyeti dışında velayet, vesayet ve benzeri medeni haklara ilişkin ehliyetin sınırlanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; etnik kökenden dolayı ayrımcılığa maruz kalınması nedeniyle kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Şirket aleyhine işçilik alacaklarının ödenmesi talebiyle dava açılmıştır. Ceyhan Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme-iş mahkemesi sıfatıyla) işverence iş sözleşmesinin tek taraflı askıya alma işlemi ve ücretlerinin ödenmemesi nedeniyle davacı işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Davalı başvurucu istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 28/7/2017 tarihinde, davacının herhangi bir işçilik ücreti alacağının bulunmadığını, bu nedenle kıdem tazminatı talebinin de reddine karar verilmesi gerektiğini belirterek davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Mahkeme 29/9/2017 tarihinde kesinleşme şerhi düzenlemiştir. Davacı vekili 11/10/2017 tarihli dilekçesinde; kararın Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, Hukuk Dairesi hatta aynı Dairenin diğer kararları ile çeliştiğini, iş sözleşmesinin davacı tarafından feshedilmiş gibi kabulünün hukuka aykırı olduğunu belirterek çelişkinin giderilmesini, söz konusu maddi hatanın talepleri doğrultusunda düzeltilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Daire 15/11/2017 tarihinde, aynı davalı aleyhine açılmış seri hâlde incelenen dosyalar, inceleme raporları ve bilgisayar kayıtları incelendiğinde hükmün -bilgisayar kopyala-yapıştır hatası olarak- hatalı şekilde yazıldığını, Daire ilamının "Değerlendirme ve Kabul" başlıklı gerekçe kısmını ve hüküm fıkrasını değiştirerek işyerinde işçilerin ücretsiz izne gönderildiğinin sabit olduğunu belirtmiş; davacının haklı olarak iş sözleşmesini feshettiği gerekçesiyle davanın kısmen reddi ile net 805,54 TL kıdem tazminatı alacağının fesih tarihi olan 15/2/2015 tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz ile birlikte başvurucudan alınarak davacıya verilmesine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucuya 11/1/2018 tarihinde maddi hata dilekçesi tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/1/2018 tarihinde cevap dilekçesi sunmuştur. Davacı 15/5/2018 tarihinde icra takibi başlatmıştır. Başvurucuya 18/5/2018 tarihinde icra emri tebliğ edilmiştir. Bu tebligatla başvurucu nihai kararı öğrenmiştir. Başvurucu 25/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/16488 | Başvuru, işçi ile işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ölümde sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kamu görevlileri hakkında etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun vefat eden oğlu R.T. 1993 yılında doğmuş olup olay tarihinde Rize'nin İyidere ilçesinde bulunan A.E. Güreş Eğitim Merkezinde (Eğitim Merkezi) yatılı güreş eğitimi öğrencisidir. R.T. 25/2/2008 tarihinde saat 00 sıralarında şiddetli baş ağrısı ve mide bulantısı şikâyeti ile Eğitim Merkezinde görevli olan H.A. ve A. tarafından Rize Yıl Devlet Hastanesi Acil Servisine (Hastane) getirilmiştir. Acil Serviste görevli Doktor E.İ.A. tarafından muayenesi yapılan R.T.ye gribal enfeksiyon teşhisi konularak serum verilmiş, dört saat müşahede altında tutulan R.T. Eğitim Merkezine geri gönderilmiştir. Ertesi gün aynı şikâyetlerin devam etmesi üzerine saat 00 civarında bilinci kapalı olarak Hastaneye yeniden getirilen R.T.nin çekilen beyin tomografisinde beyin kanaması geçirdiği anlaşılmış ve R.T. acil ameliyata alınmıştır. Ameliyat sonrası Hastanede yoğun bakım servisi bulunmadığından Karadeniz Teknik Üniversitesi Farabi Devlet Hastanesine sevk edilen R.T. 6/4/2008 tarihinde vefat etmiştir. Olayla ilgili olarak Rize Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma neticesinde 19/9/2008 tarihli iddianameyle Hastanede doktor olarak görev yapan E.İ.A. hakkında hastaya başta gerekli teşhisi koymakta dikkatsiz davranıp gribal enfeksiyon tedavisi uygulaması nedeniyle olayda kusuru olduğu isnadıyla taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan kamu davası açılmıştır. Diğer yandan İyidere Cumhuriyet Başsavcılığının 27/2/2012 tarihli iddianamesiyle de olay tarihinde Eğitim Merkezi müdürü olarak görev yapan Y.Ç.nin Eğitim Merkezindeki tüm işleyiş, düzen, güvenlik ile çocukların okul içi ve dışındaki yaşam koşullarından sorumlu olduğu, fakat müteveffa üzerindeki dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davrandığı isnadıyla taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan kamu davası açılmıştır. Davaların birleştirilerek görüldüğü Rize Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 5/9/2013 tarihli kararıyla sanıkların müsnet suçtan beraatlerine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Mahkememizce ölüm nedeninin tespiti açısından öncelikli olarak fetih-kabir yapılarak [A]dli [T]ıp[K]urumu başkanlığından rapor aldırılması yoluna gidilmiştir. Raporda maktülün ölüm nedeninin kafa travmasına bağlı epidural kanama ve gelişen komplikasyonlardan ileri geldiği epidural kanamaların zaman içinde belirti vereceği, kişinin başvurduğu hastanelerde ifadelerde hekime travma yönnüden bir bilgi verilmediği ve muayene bulgularından nörolojik bir patoloji bulgu olmadığı da birlikte değerlendirildiğinde hastayı muayene eden sanık [E.İ.A.nın] uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu oy birliği ile belirtilmiştir.Mahkememizce ayrıca [Y]üksek [S]ağlık [Ş]urasında görüş sorulması yoluna gidilmiştir. Yüksek Sağlık Şurasına ait 08-09/11/2012 tarihli toplantlarına ait raporda kişinin başvurduğu hastanede hekime travma yönünde bir bilgi verilmediği ve muayene bulgularında nörolojik bir patoloji düşündürecek bir bilgi olmadığıda birlikte değerlendirilerek maktülü muayene eden sanık [E.nin] eylemlerinin tıp kurallarına uygun olduğu oy birliği ile belirtilmiştir.Olay günü maktülün baş ağrısı ve mide bulantısı rahatsızlığı ile Rize Yıl Devlet Hastanesine getirildiği burada sanık [E.] tarafından muayene edilip tedavi uygulandığı, sanık [E.] maktül tarafından başını vurması çarpması, darbe alması yönünde herhangi bir olayın anlatılmadığı, birkaç saat müşahade tutulduktan sonra maktülün taburcu edildiği, bir sonraki gün sabah saatlerinde maktülün tekrar rahatsızlanması üzerine tekrar hastaneye götürüldüğü, hastanede beyin kanaması geçirdiği anlaşılmakla ameliyat edilerek KTÜ Farabi devlet hastanesine gönderildiği ve burada hayatını kaybettiği maktülün bu şekilde öldüğü anlaşılmaktadır.Maktülün hastaneye gittiğinde burada kendisini muayene eden doktora başını darbe alması ile ilgili herhangi bir olay anlatmamıştır. Sanık [E.] tarafından yapılan muayene neticesinde de kafa travmasına bağlı belirtiler ortaya çıkmadığından genel tıbbi tedavi ve kontrol yapılarak maktül taburcu edilmiştir. ATK ve Yüksek Sağlık Şurası raporlarına da bu doğrultudadır. Sanık [E.] atfedilecek herhangi bir kusur bu nedenle söz konusu olmadığından sanığın beraatine karar verilmesi gerekmiştir.Diğer sanık [Y.] ise ... yurtdaki sorumlu yöneticidir. Maktülün hastaneye götürüldüğünde kendisi il dışında görevli olup olayı duyar duymaz il sınırlarına geri dönmüştür. Sanık [Y.nin] bilgisi dahilinde maktülde gerçekleşen herhangi bir yaralanma söz konusu değildir. Sanığında maktülde meydana gelen olayı kendisini anlatılmadığı sürece bilmeside beklenilemeyecektir. Bu nedenle bu sanığında olay nedeniyle herhangi bir kusurunun olmadığı Mahkememizce sabit görülerek bu sanık yönünde de beraat kararı verilerek ..." Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 25/12/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Kesinleştirme işlemi Mahkemece 20/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, başvuru formunda nihai kararın tebliğ veya öğrenme tarihini 25/12/2014 olarak bildirmiştir.Başvurucu 22/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10670 | Başvuru, ölümde sorumluluğu bulunduğu iddia edilen kamu görevlileri hakkında etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, polisin güç kullanması sonucu meydana gelen yaralamaya ilişkin soruşturmanın etkisiz yürütülmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1957 doğumlu olup Van'da yaşamaktadır. 22/3/2008 yılında Van'da bir siyasi parti binası önünde gerçekleşen toplantıya katılan başvurucu, kolluğun güç kullanımı sonucu yaralandığını ileri sürerek kolluk memurları hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyetçi olmuştur. Savcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucunun da aralarında bulunduğu şikâyetçilerin şikâyet ve delilleri tespit edilmiştir. Başvurucu; Savcılığa verdiği 16/2/2009 tarihli ifadesinde kolluk memurlarının toplantıya biber gazı ve copla müdahale ettiğini, kendisine de copla vurulduğunu ancak olay yerinin karışık ve kalabalık olması nedeniyle kendisine vuran polislerin yüzünü göremediğini, bu polisleri teşhis edemeyeceğini ve polislerden şikâyetçi olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu hakkında alınan 22/3/2008 tarihli genel adli muayene raporunda başvurucunun bilincinin açık olduğu ve hayati tehlikesi bulunmadığı belirtilmiş, buna karşın başvurucuda darp veya cebir izi olup olmadığı hususunda bir tespit yapılmamıştır. Başvurucu hakkında Van Devlet Hastanesinden alınan 16/2/2009 tarihli kesin raporda, başvurucuda fiziki bulgu tespiti yapılmaksızın başvurucu üzerindeki etkisinin [Neyin etkisinden bahsedildiği anlaşılamamaktadır.] basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek düzeyde olduğu yönünde görüş bildirilmiştir. Başvurucu 7/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunarak devam eden soruşturmanın etkili olmaması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, olayla ilgili dört CD'den oluşan kamera görüntülerini ve resimleri delil olarak başvuru dosyasına sunmuştur. Başvurucunun bireysel başvurusundan sonra Savcılık tarafından 12/3/2018 tarihinde şüpheliler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Dosyanın incelenmesinde; kamera kayıtları, taraf ve tanık ifadeleri, raporlar ile tüm soruşturma evrakı kapsamından, 21-25/03/2008 tarihleri arasında nevruz kutlamaları adı altında İlimiz merkezinde izinsiz gösteri ve yürüyüş yapıldığı, yüzleri maskeli kişilerce, taş, sopa kullanılmak suretiyle kamu ve özel mallara zarar verildiği, yukarıda belirtilen mağdur beyanlarından da anlaşılacağı üzere vatandaş ve kamu personelinin yaralandığı, gösteri yapan şahısların pkk terör örgütüne ait bez ve pankartlarını açtıkları, terörist başının posterini taşıdıkları ve bu yönde slogan attıkları, kollukça yapılan ikaz ve uyarılara uymadıkları, bu nedenle kollukça olaylara müdahale edildiği, İddia edilen eylemin, kolluk güçlerinin zor kullanma yetkilerine ilişkin sınırlarını aştıklarına ilişkin olduğunun görüldüğü,Dosya kapsamından, çoğu mağdurun yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde olduğunun belirtildiği, bir çok mağdurun göstericiler tarafından yaralandıklarını beyan ettikleri, olayda kollukça izin verilen miktarda plastik mermi kullanıldığı, çoğunluk mağdurun olay nedeniyle şikayetlerinin bulunmadığı hususları da dikkate alınarak,2559 sayılı kanunun maddesinin 'Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.' düzenlemesi karşısında, maske takmak suretiyle, taş, sopa ve bilumum silahlarla kolluk güçlerine direnen, kamu/özel malları tahrip eden, vatandaşa zarar veren kişilere karşı kollukça yapılan müdahalenin 2559 sayılı yasanın maddesi kapsamında gerçekleştiğinin değerlendirildiği, öte yandan atılı suçun 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddesinde düzenlendiği, aynı kanunun 66/1-e maddesi gereği atılı suçun 8 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, olay tarihi itibariyle 10 yıllık bir sürenin geçmiş olduğu, dolayısıyla bu aşamada soruşturma yürütülmesinin hukuki ve fiili olarak mümkün bulunmadığı anlaşılmakla,Olay nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına..." Soruşturma konusu suçun şikâyete tabi olmadığı belirtilerek başvurucu tarafından Savcılık kararına yapılan itiraz, Van Sulh Ceza Hâkimliğinin kararıyla reddedilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4986 | Başvuru, polisin güç kullanması sonucu meydana gelen yaralamaya ilişkin soruşturmanın etkisiz yürütülmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, yargılandığı dava kapsamında 6 yılı aşan bir süre tutuklu bulunması, tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin standart ve klişe nitelikte olması, makul sürede yargılama yapılmaması ve verilen ceza miktarı gerekçe gösterilerek tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ve maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliyesinin sağlanması ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 17/2/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı tarafından dosyaya ilişkin görüş sunulmayacağı belirtilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 6/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış, 10/11/2007 tarihinde ise Kadıköy Sulh Ceza Mahkemesince 2007/482 Sorgu sayılı kararıyla “yağma” suçundan tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 11/8/2008 tarih E.2008/677 sayılı iddianame ile başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında "suç işlemek için örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, yağma, sahtecilik, hırsızlık ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet etmek" suçlarından kamu davası açılmıştır. Başvurucu, yargılamayı yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2012 tarihli tutukluluğun devamı kararına 20/12/2012 tarihli dilekçe ile itiraz etmiştir. Bu arada başvurucunun tutukluluğun devamına ilişkin yaptığı itiraz sonuçlanmadan davanın görüldüğü İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 8/1/2013 tarih ve E.2008/230, K.2013/4 sayılı kararla başvurucunun suç işlemek için kurulan örgüte üye olma, hırsızlık, yağma, sahtecilik ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından toplam 142 yıl 9 ay 15 gün hapis ve 375,00 TL Adli Para Cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına hükmetmiştir. Bu karar, başvurucunun yüzüne karşı tefhim edilmiştir. Bilahare İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 28/1/2013 tarih, E.2008/230 sayılı karar ile başvurucunun tutukluluğun devamı kararına yapmış olduğu itirazın reddine, dosyanın itirazı incelemeye yetkili merci olan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İtirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 11/2/2013 tarih, 2013/68 Değişik iş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir; “Suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, 6136 sayılı yasaya muhalefet, resmi belgede sahtecilik, yağma suçundan sanıklar Cafer KARATAŞ ve … hakkındaki İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/230 esas sayılı dava dosyası üzerinden verilen tutukluluk halinin devamı kararının usûl ve yasaya uygun bulunduğu, kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, dosya kapsamında sanıklara atılı suçu işledikleri konusunda mağdur beyanları, tespit tutanakları, raporlar dikkate alındığında kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunması ve sanıklara verilen ceza miktarı dikkate alınarak sanıklar Cafer KARATAŞ ve ….'in dilekçelerinde belirtmiş oldukları itiraz taleplerinin ve tahliye taleplerinin REDDİNE”. Bu karar 20/2/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Dava temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) Suçun; …b) Elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel beceriyle,….d) Haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir aletle kilit açmak veya kilitlenmesini engellemek suretiyle, ….İşlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. …” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Yağma suçunun; a) Silâhla, b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle, c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,….g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla, ….İşlenmesi hâlinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Örgütün silâhlı olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.” 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149), … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220)…” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2369 | Başvurucu, yargılandığı dava kapsamında 6 yılı aşan bir süre tutuklu bulunması, tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin standart ve klişe nitelikte olması, makul sürede yargılama yapılmaması ve verilen ceza miktarı gerekçe gösterilerek tutukluluk halinin devamına karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı ve 38. maddesinde düzenlenen masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliyesinin sağlanması ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru; beyanı hükme esas alınan tanığın duruşmada sorgulanmaması ve ByLock isimli programın kullanıldığına dair delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyete karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma ve tanık sorgulama hakları dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, anılan şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığı 21/2/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. Iğdır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 27/3/2017 tarihli kararıyla aynı suçtan başvurucunun 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan hükme yönelik istinaf başvurusu Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 23/5/2017 tarihinde esastan reddedilmiştir. Yargıtay, temyiz edilmesi üzerine Mahkemenin 27/3/2017 tarihli mahkûmiyet hükmüne yönelik olarak verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararını onamıştır. Başvurucunun hükümlü olarak bulunduğu Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunca gönderilen 16/5/2018 tarihli tebliğ belgesi ile kurumun 13/4/2021 tarihli yazısına göre anılan ilama ilişkin 11/5/2018 tarihli müddetname başvurucuya 16/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, nihai karardan 28/6/2018 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş; 26/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22055 | Başvuru, beyanı hükme esas alınan tanığın duruşmada sorgulanmaması ve ByLock isimli programın kullanıldığına dair delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyete karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve Cumhuriyet savcısının verdiği mütalaaya karşı görüş alınmadan tutukluluk hâlinin devamına karar verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, özel statülü mahkemede yargılama yapılması, mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması, keşif talebinin gerekçesiz olarak reddedilmesi ve haksız yere mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: PKK/KONGRA-GEL terör örgütü liderinin yanına yeni mahkûmların sevk edilmesiyle cezeevi koşullarının kötüleştirildiği iddia edilerek örgüt sempatizmanlarınca bu durumun protesto edilmesi amacıyla örgütün yayın organlarınca sokak eylemleri çağrısında bulunulmuştur. Bu kapsamdaki eylemlerde kullanılmak üzere molotof kokteyl hazırlandığı bilgisine ulaşılması üzerine başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmış; fiziki takip yapılmıştır. Başvurucu 2/12/2009 tarihinde gözaltına alınmış; dört günlük gözaltı süresi sonrasında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/116 Sorgu sayılı kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma ve tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçlarını işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular olduğu gerekçesiyle 6/12/2009 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 18/1/2010 tarihli iddianamesiyle, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu ve diğer şüpheliler tarafından olay yerine getirilen poşetler içindehazırlanmış on yedi molotof kokteylinin bulunduğu ve bunların sıvı deterjan ve yumurta ile güçlendirildiği, şüphelilerin düzenlemeyi tasarladıkları molotoflu eyleme, telefonla görüşerek ve mesaj yollayarak birbirlerini çağırdıkları ve örgüt adına düzenlenmesi planlanan eyleme katılmak üzereyken yakalandıkları iddia edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga madde ile görevli) 28/1/2010 tarihli kararı ile maddi gerçekliğin ortaya çıkarılmasına imkân tanıyacak bazı deliller toplanmadan ve araştırılması gereken bazı hususlar araştırılmadan düzenlenen iddianamenin iadesine karar vermiştir. İddianamenin iadesi üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, gerekli araştırma ve incelemeler sonrası 25/2/2010 tarihli yeni bir iddianame düzenlemiş ve başvurucunun bir önceki iddianamede de yer verilen suçlardan cezalandırılmasını talep etmiştir. Mahkeme 29/11/2012 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki silahlı terör örgütü üyesi olma suçuna ilişkin eylemlerin silahlı terör örgütünün faaliyetlerinde kullanılmak maksadıyla örgüte silah sağlama suçunu oluşturduğunu belirterek başvurucunun 13 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Diğer eylemler yönünden ise kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Yukarıda ayrıntısı belirtilen iletişimin tespit tutanakları, yakalama ve el koyma tutanakları, tanık beyanları, ekspertiz raporları ve diğer delillerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda; sanık Davut EKİNCİ ve arkadaşlarının olay gönü saat 00-00 sıralarında molotof kokteylli eylem hazırlığı yapmak üzere DTP Esenler ilçe binasında buluştukları, teknik takip ve istihbari bilgi üzerine parti binasının bulunduğu caddeye gelen güvenlik görevlilerinin saat 18:00 civarlarında tertibat alarak beklemeye başladıkları, saat 00 sıralarında sanık Davut EKİNCİ'nin yanında H. Ö. ve Y. olduğu halde binadan çıkarak ... marka bir araca bindikleri, ellerinde 2 ayrı siyah poşet bulunduğu, araçla Güngören ilçesine doğru hareket ettikleri ve Güngören ilçesi .... İlköğretim Okulu arasındaki boş, eğimli ve karanlık alana doğru gittikleri, burada kendilerini bekleyen 10-12 kişilik bir gruba dahil oldukları,ellerindeki poşetleri boş araziye bıraktıkları, bilahere yapılan müdaheleyle sanıklar[ın] ... yakalanarak gözaltına alındıkları, iletişimin tespiti tutanakları [anlaşılmıştır.]" Anılan mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 13/2/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar, başvurucu vekiline 27/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Yukarıdaki maddede tanımlanan örgütlerin faaliyetlerinde kullanılmak maksadıyla bunların amaçlarını bilerek, bu örgütlere üretmek, satın almak veya ülkeye sokmak suretiyle silâh temin eden, nakleden veya depolayan kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10815 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve Cumhuriyet savcısının verdiği mütalaaya karşı görüş alınmadan tutukluluk hâlinin devamına karar verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, özel statülü mahkemede yargılama yapılması, mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması, keşif talebinin gerekçesiz olarak reddedilmesi ve haksız yere mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, polisin silahlı güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Emniyet Müdürlüğü, başvurucunun silahlı bir terör örgütü içinde faaliyet yürüttüğünü değerlendirdiği oğlu İ.Ö.nün İçişleri Bakanı’na yönelik eylem arayışı içinde olduğuna ve silahlı olabileceğine dair istihbarat bilgisi edinmiş, bu hususu 12/6/2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (İstanbul Başsavcılığı) bildirmiştir. Yazıda İ.Ö.nün yürüttüğü söylenen faaliyetlerinin neler olduğu belirtilmemiştir. İstanbul Başsavcılığında görevli bir Cumhuriyet savcısı; şüphelinin kaçması, delillerin kaybolması, yok edilmesi veya başka yere nakledilmesi yönünde tehlike olduğu sonucuna vararak İ.Ö.nün yakalanabilmesi ve delillerin elde edilebilmesi amacıyla içinde İ.Ö.nün yaşadığı yönünde istihbarat bilgisi bulunan bir apartman dairesinde 13/6/2017 tarihinde saat 00’dan itibaren 24 saat süreyle arama yapılmasına, elde edilecek suç unsuru eşya ve delillere el konulmasına karar vermiştir. Bahsi geçen daire, İstanbul'un Kadıköy ilçesi Acıbadem Mahallesi’nde bulunan bir sitededir ve başvurucu, anılan dairede eşi N.Ö. ve oğlu İ.Ö. ile birlikte yaşamaktadır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü arama işlemi sırasında bir Olay Yeri İnceleme ekibi ile bir bomba imha ekibinin olay yerinde hazır olması için gerekli iç yazışmayı yapmıştır. Altında sicil numaraları yazılı 42 polisten 38’i tarafından imzalanan Olay, Arama ve Elkoyma Tutanağı’na (Olay Tutanağı) göre polisler 13/6/2017 tarihinde saat 58 sıralarında başvurucunun ikamet ettiği dairenin kapısını çalmış ve daire sakinlerinin duyabileceği şekilde “Polis, açın kapıyı!” şeklinde uyarı yapmıştır. Daireden ayak sesleri gelmesine rağmen kapının açılmaması üzerine ve delillerin karartılması veya dairedeki kişilerin polislere saldırı düzenlemesi ihtimaline karşı daire kapısı koçbaşı yardımıyla açılmıştır. Daireye giren polisler antrede yaşlı bir kadın (başvurucu) ile orta yaşlı bir erkek (İ.Ö.) görmüştür. Polisi fark eden erkek şahıs sağ taraftaki koridora koşarak soldaki ilk odaya girmiştir. Yaşlı kadını salona alan polisler erkek şahsın bulunduğu odanın kapısına balistik kalkan ile kontrollü bir şekilde yaklaşınca erkek şahıs hedef gözeterek polislere ateş etmiştir. Erkek şahsın “Polis, at silahını, teslim ol!” şeklindeki uyarılara mukabil hedef gözeterek silahla ateş etmeye devam etmesi üzerine polisler silahla ateş ederek erkek şahsı etkisiz hâle getirmiştir. Dairede yapılan kontrolde, olayın meydana geldiği odanın yanındaki yatak odasında yaşlı bir erkek şahıs (N.Ö.) görülmüştür. 112 Acil 03’te aranmıştır. Cankurtaran gelmeyince polis birkaç kez daha 112 Acil’i aramıştır. Tuzaklanmaya karşı bomba imha ekibi daireyi kontrol etmiştir. Saat 21’de olay yerine gelen ve bomba imha ekibinin kontrolü sonrasında daireye alınan cankurtaran görevlileri vurulan erkek şahsın öldüğünü tespit etmiştir. Olay yeri, arama kararını veren Cumhuriyet savcısı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kadıköy Olay Yeri İnceleme Büro Amirliğinde görevli iki uzman yardımcısı tarafından olay gecesi incelenmiştir. Bu inceleme öncesinde başvurucu ile eşi, bir hastaneye intikal ettirilmiştir. Uzman yardımcılarının olay yerini incelemeleri sonucunda düzenledikleri rapor ve bu raporun ekindeki belgelere göre; Olay, kendilerine saat 20 sıralarında bildirilmiş ve saat 30’da olay yerine intikal etmişlerdir. Olay yeri çok katlı bir binanın katındaki bir dairedir. Dairenin çelik olan giriş kapısı kırılmıştır ve yarı açık vaziyettedir. Dairenin girişine göre sağ tarafta mutfak, tam karşıda salon bulunmaktadır. İki bölme arasından geçen koridorun sağ tarafında banyo, banyonun bitişiğinde ise yatak odası vardır. Ayrıca koridorun sonunda bir yatak odası daha bulunmaktadır. Banyonun karşısındaki odada baş kısmı batıya, ayak kısmı ise doğuya bakan, sol kolu başının üzerinde duran ve göğüs bölgesinde yoğun kanlanma olan ölü bir şahıs sağ tarafına dönük yatmaktadır. Bu şahsın üzerinde kısa kollu, beyaz bir atlet ile dize kadar uzanan hâkî renkli bir şort vardır. Atlette mermi giriş deliği olduğu değerlendirilen delikler mevcuttur. Anılan şahsın güneyinde bir tabanca vardır. Üçü 9 mm, üçü 7,65 mm çapında olmak üzere toplam altı mermi kovanı halı üzerinde, 9 mm çapında bir mermi kovanı balkon kapısının önünde, 7,65 mm çapındaki bir başka mermi kovanı ise odanın güney tarafındaki kanepenin üzerindedir. Odadaki halı üzerinde ve TV ünitesinin altında birer adet deforme mermi çekirdeği bulunmaktadır. Odanın girişine göre sağ taraftaki TV’nin üzerinde bir, TV’nin bulunduğu taraftaki duvarda ise üç mermi isabet izi mevcuttur. Odanın girişinde bulunan ve operasyon sırasında kullanıldığı öğrenilen balistik kalkan üzerinde iki mermi giriş deliği olduğu görülmüştür. Mermi çekirdekleri balistik kalkandan çıkarılmıştır. Odada bulunan tabanca kontrol edilmiş; horozunun kurulu, emniyet tertibatının açık olduğu, şarjöründe bir miktar -sayısı belirtilmemiştir- fişek olduğu, ayrıca mermi atım yatağında bir fişek bulunduğu tespit edilmiştir. Ölü şahsın parmak izleri, el svapları ve avuç içi izi, operasyona katılan timde görevli polislerin el svapları ile eldivenleri (üç polisin el svapı ile iki polisin eldiveni) alınmıştır (Svap alma formlarında el svapları alınan polislerin silahla temas edip etmediği ile ilgili bölüm işaretlenmemiştir.). Ölü şahıs hareket ettirilince sol ayağının altında 7,65 mm çapında bir mermi kovanı görülmüştür. Olay yerini ve delilleri fotoğraflamak için 341 poz kullanılmış, ayrıca olay yerinin kamera kaydı yapılıp basit bir krokisi çizilmiştir. Mesafe ölçümleriyle ilgili tabloda ölenin bulunduğu odanın kapısıyla ve polislerle olan mesafesi belirtilmemiştir. Arama işlemini icra etmek amacıyla düzenlenen operasyona katılanlar İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü (TEM Şube) ile Özel Harekât Şube Müdürlüğünde (Harekât Şubesi) görevli polislerdir. Olaydan saat 22’de haberdar olup saat 28’de olay yerine varan Cumhuriyet savcısının düzenlediği olay yeri incelemesine ilişkin tutanak, uzman yardımcılarının düzenlediği raporla uyumludur. Sözü edilen tutanakta ayrıca ölene ait olduğu değerlendirilen tabancaya ait şarjörde iki fişek bulunduğu, evde ölene ait çok sayıda örgütsel eşya olduğu, ölen hakkında bir arama kaydı bulunmadığı, ölenin 1984-1993 yılları arasında ceza infaz kurumunda kaldığı, iki açık suç (örgüt propagandası yapma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet) kaydının bulunduğu belirtilmiştir. Yaptığı inceleme sonunda Cumhuriyet savcısı, kesin ölüm nedeni ile ölüm zamanının tespiti için cesedin Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir. Saat 50 sıralarında başlayan detaylı arama işlemi sırasında bina yöneticisi N.Ç. ile yardımcısı S.B. hazır bulundurulmuştur. Arama işlemi saat 00’te sona ermiş, saat 30’da daire kapısı mühürlenmiştir. Başvurucunun ve eşi N.Ö.nün ifadesi Olay Tutanağı’nda imzası bulunan ve TEM Şubede görevli olan polislerce olaydan birkaç saat sonra bilgi sahibi sıfatıyla alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle evinin kapısından sesler gelmesi üzerine uyanıp koridordan “Ne oluyor?” diye seslendiğini, kapının arkasından “Polis, çekilin kapının arkasından!” dendiğini, sonrasında kapının açıldığını ve evine girildiğini, bu sırada oğlu ile koridorda olduğunu, polislerin kendisini salona aldığını ve silah sesleri duyduğunu söylemiştir. Başvurucunun eşi N.Ö. ise duyduğu sesler üzerine uyandığını, kendisine bulunduğu odada kalmasının söylendiğini, hiçbir şey bilmediğini ifade etmiştir. İstanbul Başsavcılığının talebi üzerine 13/6/2017 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceği gerekçesiyle şüpheli ve müdafiinin soruşturma dosyasını inceleme ve belgelerden örnek alma yetkilerinin kısıtlanmasına, verilen elkoyma kararının onanmasına, el konulan dijital materyaller üzerinde gerekli inceleme, çözümleme ve yedekleme yapılmasına, ölenden alınan kan örneği ile elde edilen biyolojik deliller üzerinde Adli Tıp Kurumunca moleküler genetik inceleme yapılmasına karar vermiştir. Ölü muayenesi ve otopsi işlemleri olay günü Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığında görevli bir Cumhuriyet savcısı nezaretinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Morg İhtisas Dairesince (Morg Dairesi) yapılmıştır. Ölü muayenesi işlemi sonrasında düzenlenen tutanağa göre ölüm, inceleme anından 3 ila 24 saat öncesinde gerçekleşmiştir. Söz konusu işlemlerden sonra Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, yer bakımından görevsiz olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek anılan işlemlerle ilgili soruşturma evrakını İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Anadolu Başsavcılığı) göndermiştir. Anadolu Başsavcılığı da yetkisizlik kararı verip soruşturma evrakını İstanbul Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Başsavcılığı yetkisizlik kararıyla gelen soruşturma evrakını devam eden soruşturmaya ilişkin evrakla birleştirmiştir. Ölenin müdafii olduğu iddiasıyla bir avukat 14/6/2017 havale tarihli dilekçe ile yakalama kararının, arama kararının ve olayla ilgili tutanakların bir örneğini istemiştir. İstanbul Başsavcılığı kısıtlama kararını gerekçe göstererek bu talebi reddetmiştir. Ölenin müdafiinin itirazını İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği reddetmiştir. Başvurucu, vekilleri aracılığıyla Anadolu Başsavcılığına sunduğu 23/6/2017 tarihli dilekçeyle oğlunun ölümüne neden olan polisler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Sözü edilen dilekçesinde başvurucu özetle ve öz itibarıyla polisin “Teslim ol.” çağrısı yapmadığını, öldürme kastıyla hareket ettiğini ve oğlunu sağ ele geçirmek için gerekli tedbirleri almadığını iddia ederek soruşturmayla ilgili bazı taleplerde bulunmuştur. Başvurucuya göre;- Soruşturma bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülmelidir. - Polisin delillerle teması önlenmelidir. - Polisin çektiği kamera görüntülerinin ham hâli istenmeli, söz konusu görüntülerde montaj veya silme olup olmadığı konusunda bilirkişi incelemesine başvurulmalıdır. - Şüpheli polislerin silahlarına el konulmalıdır. - Kolluğun yapması gereken işlemler ve incelemeler polis dışındaki birimlere yaptırılmalıdır.- Aramayla ilgili karar ve tutanaklar, olay yeri incelemesine ve kriminal incelemelere ait tutanaklar, polislerin el svapı örnekleri, balistik incelemeyle ilgili raporlar, ifadesine başvurulan kişilerin beyanlarını içerir tutanaklar ve suç eşyası esas defterine kaydedilen eşyalarla ilgili belgeler getirtilmelidir.- İ.Ö.nün ölümüne neden olan polisler tutuklanmalıdır. Başvurucunun yaptığı suç duyurusu sonrasında Anadolu Başsavcılığı konuyla ilgili bir ceza soruşturması başlatmıştır. İstanbul Başsavcılığı ile Anadolu Başsavcılığınca yürütülen soruşturmalarla ilgili süreçler aşağıda yer almaktadır.A. İstanbul Başsavcılığınca Yürütülen Soruşturmayla İlgili Süreç Başvurucunun evinden elde edilen dijital deliller kollukça incelenerek içerikleri tutanağa bağlanmıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Şube Müdürlüğü Parmak İzi Geliştirme Laboratuvarı Büro Amirliğinin (Parmak İzi Şubesi) 27/6/2017 tarihli uzmanlık raporu olay yerinden elde edilen tabancanın şarjöründe iz tespit edilemediğini ancak tabanca üzerinde iz saptandığını ortaya koymuştur. Bu izin ölene ait olup olmadığı yönünde araştırma yapılıp yapılmadığı tespit edilememiştir. Başvurucu; vekili aracılığıyla İstanbul Başsavcılığına verdiği 17/7/2017 havale tarihli dilekçe ile kolluğa verdiği ifadeye ait tutanağın, arama ve elkoyma kararları ile bu kararların icrasına ait tutanakların ve olay yeri incelemesi nedeniyle düzenlenen tutanağın bir örneğinin kendisine verilmesini istemiştir. Anılan dilekçeye göre başvurucunun İfade Tutanağı'nı okumasına izin verilmemiş ve tutanağın bir örneği başvurucuya teslim edilmemiştir. Başvurucunun talebinin yerine getirilip getirilmediği saptanamamıştır. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesi (Biyoloji Dairesi) olay yerinde bulunan tabanca ve bu tabancaya ait boş şarjörden svap örnekleri almış, söz konusu svaplarda tespit ettiği kandan DNA profilleri elde ederek söz konusu profilleri ölenin DNA profili ile karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırmanın sonucunu gösterir rapora göre DNA profilleri birbiriyle uyumludur. Otopsi raporu Morg Dairesince 7/9/2017 tarihinde tamamlanmıştır. Bu raporun ilgili kısmı şöyledir: “...Yüz, gövde ve kollarda yaygın kan bulaşığı, avuç içlerinde siyah mürekkep bulaşığı ile birlikte; Boyun sol yan sternokleidomastoit kas ortasında 1,2x0,5 cm’lik atipik ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası, Boyun sağ yan ortada 1,5x1 cm’lik kenarları düzensiz ateşli silah çıkış yarası, Göğüs ön yüz sol midskapular [Skapula kürek kemiği demektir.] kot hizasında 0,6 cm çaplı ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası, Sol kol üst dışyan arkada 0,5 cm çaplı ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası, Göğüs sol dış yan orta aksiller [eksen, vücut ekseni] kot hizasında 1cm çaplı ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası izlendi. Başka travmatik patoloji saptanmadı.Radyolojik incelemede; dişlerde protez, boyun sağ alt bölgede metalik cisim, batın sağ üst kadranda deforme mermi çekirdeği, torakal paravertebralda deforme metalik mermi çekirdeği, sol klavikula çevresinde deforme mermi çekirdeği ve sol humerus başı skapula bileşkesinde çok sayıda deforme metalik cisim ile uyumlu imajlar alındı.......Diafragmanın karaciğer komşuluğuki kanamalı kısmından bir adet mermi çekirdeği elde edildi. Torakal vertebradan mermi çekirdeği elde edildi.......Boyun sağ önden bir adet 5x2mm’lik mermi çekirdeği gömlek parçası elde edildi. Hyoid kemik ve boyun omurları sağlam bulundu. Sol klavikula çevresinden bir adet mermi çekirdeği ve sol skapula humerus eklem çevresinden irili ufaklı metalik cisimler elde edildi......9) SONUÇ:...1- Kişinin vücuduna 4 (dört) adet ateşli silah mermi çekirdeği isabet etmiş olup her birinin oluşturduğu yaralanmanın tek başına ölüm meydana getirir nitelikte olduğu, 2- Ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası cilt ve ciltaltı bulgularına göre; atışların bitişik atış mesafesi dışından yapılmış olduğu, ancak atışların elbiseli bölgeye isabet etmiş olduğundan kesin atış mesafesi tayini yapılamadığı, kesin atış mesafesi tayini isteniyorsa olay anında kişinin üzerinde bulunan ve delik ihtiva eden giysilerin yıkanmadan incelenmek üzere Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi'ne gönderilmesi gerektiği,3- Cesetten 3 (üç) adet, makroskobik görünümüne göre muhtemelen 9 mm çapında ileri deforme mermi çekirdeği parçaları ve 1(bir) adet 5x2 mm’lik mermi çekirdeği gömlek parçası elde edildiği,4- Kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı humerus, skapula, sternum ve omur kırıklarıyla birlikte iç organ ve büyük damar yaralanmalarından gelişen iç kanama ve kan aspirasyonu sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatini bildirir rapordur.” İstanbul Başsavcılığı 5/2/2018 tarihli yazıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğünden arama ve elkoyma işlemine ait görüntüleri içeren DVD’nin gönderilmesini talep etmiştir. Talep 13/2/2018 tarihinde yerine getirilmiştir. Polislerce düzenlenen 3/4/2018 tarihli Açık Kaynak Tespit Tutanağı’na göre ölenin mensubu olduğu iddia edilen terör örgütü adına faaliyet gösteren bazı genel ağ adreslerinde başvurucunun oğlunun ölümünü yücelten, onu sahiplenen ve meydana gelen ölüm nedeniyle kamu kurumlarına yönelik tehdit içeren haberler yapılmıştır. İstanbul Başsavcılığının balistik inceleme sonucuyla ilgili 10/10/2017 ve 5/2/2018 tarihli yazılarına rağmen Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesi Balistik Şube (Balistik Şube) inceleme sonucunu ancak 22/10/2018 tarihinde rapor hâline getirebilmiştir. Anılan rapora göre; i. Olay yerinden elde edilen 7,65 mm çapındaki mermileri atan tabanca ile şarjörün atışa engel mekanik arızası yoktur.ii. Anılan tabancadan yapılan atışlarda kullanılan kovanlar ile olay yerinden alınan 7,65 mm çapındaki beş kovan arasındaki uygunluk ve benzerlik gözetildiğinde sözü edilen beş kovan 7,65 mm çapındaki mermileri atan tabancadan atılmıştır.iii. Olay yerinde saptanan 9 mm çapındaki dört kovan dört gruba ayrılabilir.iv. İnceleme için gönderilen iki deforme mermi çekirdeği 7,65 mm’lik fişeklere aittir ancak çekirdekler üzerindeki izler tanıya elverişli değildir.v. Kalkanın üzerinden elde edilen deforme mermi çekirdekleri üzerindeki izler -mermi çekirdeklerin mevcut durumları da dikkate alındığında- mermilerin hangi silahtan atıldığını tespite elverişli değildir.vi. Ölenin üzerinden alınan fanilanın etek ucundan 38 cm yukarıda olup sol kol gövde dikişine 13 cm mesafedeki deliği, omuz dikişinden 5,5 cm aşağıda olup sol kol gövde dikişine 0,5 cm mesafedeki deliği ve sol kol gövde dikişinden 2,5 cm aşağıdaki deliği meydana getiren atışlar yakın atış mesafesinden (kısa namlulu silahlarla yapılan atışta 40 cm, uzun namlulu silahlarla yapılan atışta ise 100 cm’lik mesafe) yapılmıştır. Fanilanın etek ucundan 22 cm yukarıdaki delik ve etrafında yanık, kavruk ve barut isi görülmemiş; barut artığı saptanmamıştır. vii. Ölenin sağ el iç, sol el iç ve sol el dış bölgelerinden alınan svaplarda tespit edilen antimon (Sb), baryum (Ba) ve kurşun (Pb) değerlerinin anlamlı olarak kabul edilen değerlerin (Sb 35 ‘ng/svap’, Ba 150 ‘ng/svap’ ve Pb 800 ‘ng/svap’) üzerinde olması, ölenin ateşli silahın fişek yatağı veya namlu ucu bölgesinden tuttuğu veya atış artıklarının bulunduğu yerlere temas ettiği ya da atış sırasında silaha çok yakın bir mesafede bulunduğu anlamına gelebilir. Antimon değerinin anlamlı olarak kabul edilen değerlere yakın olması ve baryum ile kurşun değerlerinin anlamlı olarak kabul edilen değerlerin üzerinde olması dikkate alındığında ölenin sağ elinin dışından alınan svaplarda atış artığı bulunduğu kabul edilebilir. viii. İki polisten alınan el svaplarında yapılan analizler sonucunda tespit edilen antimon, baryum ve kurşun değerleri polislerin ateşli silahın fişek yatağı veya namlu ucu bölgesinden tuttukları, atış artıklarının bulunduğu yerlere temas ettikleri ya da atış sırasında silaha çok yakın bir mesafede bulundukları anlamına gelebilir. Bir polisin el svapı numunelerinde tespit edilen değerler atış artığı kabul edilen sınırlar içinde değildir. Bir polisin eldivenlerinden alınan svap örneklerinde saptanan antimon, baryum ve kurşun değerleri dikkate alındığında svap örneklerinde atış artığı bulunduğu kabul edilebilir (Raporda eldivenin dış ve iç bölgesinden alınan svaplarda atış artıklarının ateşli silah ile yakın atış mesafesinden yapılan bir atış sonucu oluşmuş olabileceği belirtilmiş ise de bu hususun konuyla ilgili olmayan bir yerde ve ilgisiz bir şekilde bahsedilmesi nedeniyle söz konusu eldivenin hangi polis memuruna ait olduğu anlaşılamamıştır. Bununla birlikte eldiveni alınan ikinci polisin eldiveninin sağ tekinden alınan svap örneklerinde tespit edilen antimon, baryum ve kurşun değerlerinin atış artığı olduğu açıkça belirtilmemiş olsa da söz konusu değerlerin raporda yazılı referans aralıklarının üzerinde olması nedeniyle atış artığı olarak değerlendirebileceği anlaşılmıştır.). ix. Olay esnasında kullanılan kalkan üzerindeki deliklerden alınan svaplardaantimon, baryum ve kurşun tespit edilmiştir. İstanbul Polis Kriminal Polis Laboratuvar Müdürlüğünce (Kriminal Laboratuvar) yapılan incelemelere ilişkin 4/12/2018 tarihli raporda şu hususlar ortaya konulmuştur: - Olay yerinden elde edilen tabanca, 65 mm çapında mermileri atan yarı otomatik bir tabancadır ve tabancanın ateş etmeye engel arızası bulunmamaktadır. - Delil poşetlerinde gönderilen 7,65 mm çapındaki beş mermi kovanı ile 7,65 mm çapındaki bir deforme mermi çekirdeğinin ve 7,65 mm çapındaki iki mermi çekirdeği parçası ile üç mermi çekirdeği gömlek parçası olay yerinden elde edilen tabancadan atılmıştır. - 9 mm çapındaki dört kovan dört farklı ateşli silahtan atılmıştır.- İnceleme için gönderilen nüvenin hangi silahtan atıldığı yönünde inceleme yapılması mümkün değildir zira nüveler teşhise elverişli karakteristik iz ihtiva etmemektedir. Arama işlemi sırasında yapılan kamera kaydı bilirkişiye incelettirilmiştir. Bilirkişinin hazırladığı 10/12/2018 tarihli rapordan anlaşıldığına göre kayıtlar yalnızca İ.Ö.nün ölümünden sonra yapılan aramayla ilgilidir, video kaydından elde edilen fotoğraflara göre İ.Ö. sağ eli ile sağ bacağının üzerinde, yan yatar bir vaziyettedir; olay yerindeki bulunan tabanca İ.Ö.nün sol eli ile sağ ayağının arasında ve halı üzerindedir. İstanbul Başsavcılığı, ölenin yakınlarının şikâyeti üzerine başvurucunun oğlunun ölümü hakkında Anadolu Başsavcılığınca yürütülen bir ceza soruşturması olduğuna işaret ederek ölene isnat edilen suçlar yönünden 10/12/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. İstanbul Başsavcılığının talebi üzerine 9/1/2019 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği olay yerinden elde edilen tabanca ve şarjörünün, tabancadan çıkan üç fişek, beş kovan, iki mermi çekirdeği ve bir gömlekli mermi çekirdeğine ait gömlek parçasının müsaderesine karar vermiştir.B. Anadolu Başsavcılığınca Yürütülen Soruşturmayla İlgili Süreç Anadolu Başsavcılığı 23/6/2017 tarihinde başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucunun ifadesi şöyledir: “Ben Alzermır hastası olan eşim [N.Ö.] ve oğlum [İ.Ö.] ile birlikte ... adresinde ikamet ederim. 12/06/2017 gecesini 13/06/2017 gününe bağlayan gece saat 00:30 sıralarında evde hep birlikte bulunduğumuz sırada kapımız şiddetli bir şekilde çaldı. Daha doğrusu kapı sanki çalmıyordu sert ve büyük bir cisimle kapıya vuruyorlardı. Bu sırada oğlum ve eşim uyuyordu. Ben uyanıktım. Kapıya doğru yöneldim. Kapıyı açacağımı söyledim. Hatta kapı kilitlerini çevirdim. Bu sırada ‘polis’ dediler. Benim açmama fırsat kalmadan kapıyı kırarak içeriye girdiler. İlk başta kamuflajlı yüzleri maskeli ellerinde uzun tüfekleri olan iki şahıs girdi. Elindeki kalkanı portmentonun önüne bıraktı. Beni karşı odaya salona ittirdiler. Ne olduğunu anlayamadım. Sadece üç el silah sesi duydum. Sonrasında bir sessizlik oldu... Daha sonra üç adet merminin oğlum [İ.Ö.nün] cesedinin üzerinden çıktığını öğrendim. Polisler bu şekilde her hangi bir uyarı yapmadan oğlumu evin içerisinde vurup öldürmüşlerdi. Evde kesinlikle çatışma olmadı. Zaten çatışma olsaydı. Polis elindeki kalkanını neden bıraksın. Sonrasında üzerimizi değiştirmeden ve ayakkabılarımızı bile giymeden hemen bizi apar topar Acıbadem karakoluna götürdüler. Oradan da numune hastanesine götürdüler. Çok bitkin ve yıpranmış bir haldeydik. O haldeyken hastane[de] ifadelerimizi aldılar. Ancak ben[im] yanımda gözlüğüm yoktu. Ne yazıldığını göremedim. Okuyamadım. Polisler bana okudu. Bana ve eşime imzalattılar. Hatta daha doğrusu ifadeyi bile bana okumadan imzalattılar. Ben yazılanları okuyamadım. Bir örneğini de bana vermediler. Yazılanlar eğer doğru eğer yanlış ne yazıldığını bilmiyorum. Dolayısı ile kolluğun aldığı ifadeyi kesinlikle kabul etmiyorum. Polisler oğlumu vurmak amacıyla eve girmişlerdir ve öldürmüşlerdir. İlgili polislerin tespit edilerek adam öldürmekten cezalandırılmalarını istiyorum...” Anadolu Başsavcılığı 12/7/2017 tarihli yazıyla İstanbul Başsavcılığından kolluk evrakının, ev araması sonucu tutulan tutanakların ve aramaya katılan polislerin kimliğinin tespiti amacıyla olay yerine ait görüntülerin örneklerini istemiştir. İstanbul Başsavcılığı; arama ve elkoyma kararı ile dayanağı kolluk belgelerinin, uzman yardımcılarınca yapılan olay yeri incelemesi ile ilgili belgelerin ve İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince verilen kısıtlama kararının birer örneğini göndermiştir. 2/11/2017 tarihinde Anadolu Başsavcılığı görevli polislerin arama ve elkoyma kararını veren Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda hareket ettiği, başvurucunun ölümü hakkında yürütülmesi gereken soruşturmanın ölene isnat edilen suçlar nedeniyle yürütülen soruşturmayla birlikte yürütülmesi gerektiği gerekçesiyle yetkisizlik kararı verip soruşturma evrakını İstanbul Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Başsavcılığı, soruşturma yetkisinin Anadolu Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 27/11/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Somut olayda yetkili başsavcılığı tespit etmekle görevli olan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 27/12/2017 tarihli kararla başvurucunun oğlunun ölümü ile ilgili soruşturmanın Anadolu Başsavcılığınca yürütülmesi gerektiğini saptayarak Anadolu Başsavcılığınca verilen yetkisizlik kararını kaldırmıştır. Anadolu Başsavcılığı 17/1/2018 tarihli bir yazıyla İstanbul Başsavcılığından arama, ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine ait tutanaklar ile kamera kayıtlarının birer örneğinin gönderilmesini talep etmiştir. İstanbul Başsavcılığı uzman yardımcılarınca düzenlenen olay yeri incelemesine ilişkin raporun, Cumhuriyet savcısınca yapılan olay yeri incelemesiyle ilgili tutanağın, otopsi işlemi yapıldığına dair tutanağın ve kısıtlama kararının birer örneğini göndermiş; kamera kayıtlarının temini için yazışma yapıldığı ve temin edildiğinde söz konusu kayıtların bir örneğinin gönderileceği konusunda Anadolu Başsavcılığını bilgilendirmiştir. Anadolu Başsavcılığı 17/1/2018 tarihli bir başka yazıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğünden arama kararının ve bu işlemin icrasıyla ilgili tutanağın, olayla ilgili tutanağın, otopsi ve olay yeri incelemesine ilişkin tutanakların, varsa olaya ilişkin kamera kayıtlarının ve aramada görevli polislerin görev belgelerinin birer örneğinin gönderilmesini, ayrıca arama işlemine katılan polislerin şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alınmasını istemiştir. Bu yazıya cevap verilmemesi üzerine Anadolu Başsavcılığı 6/6/2018 tarihinde talebini yinelemiştir. Bunun üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü 2/7/2018 tarihli yazıyla 10/5/2018 tarihli tahkik emriyle başmüfettiş görevlendirildiği ve incelemenin devam ettiği konusunda Anadolu Başsavcılığına bilgi vermiş, Polis Teftiş Kurulu İstanbul Bölge Başkanlığı da devam eden idari soruşturmaya ait belgeleri 26/7/2018 tarihinde Anadolu Başsavcılığına göndermiştir (UYAP aracılığıyla yapılan incelemede gizli kalması amacıyla karartılması ya da iyi taranmaması nedeniyle bazı belgelerin büsbütün siyah olduğu görülmüştür. Az sayıdaki bu belgelerin dışında kalanlar İstanbul Başsavcılığı ve Anadolu Başsavcılığınca yürütülen soruşturmalara ait belgeler ile tahkik kapsamında soruşturmacı görevlendirilmesi, ölenin gözaltı ve adli sicil kayıtlarının celbi gibi hususlarda yapılan yazışmalardan ibarettir.). Bu arada İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bazı polisler, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısıyla görüşmüş ve aldıkları talimat doğrultusunda soruşturmanın İstanbul Başsavcılığında terör suçlarıyla görevli Cumhuriyet savcısı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünün terör suçlarıyla ilgili birimi tarafından yürütüldüğü yönünde tutanak düzenlemiştir. Bu tutanak İstanbul Emniyet Müdürlüğünce 16/8/2018 tarihinde Anadolu Başsavcılığına gönderilmiştir. 5/11/2018 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünden arama sırasında kayıt yapılmış ise bu kaydın CD’ye kaydedilerek gönderilmesi istenmiştir. Talebin yerine getirilip getirilmediği saptanamamıştır. Anadolu Başsavcılığı 28/12/2018 tarihli bir yazıyla İstanbul Başsavcılığından ölenin el svapları, olay yerinde bulunan tabanca ve tabancaya ait diğer materyaller ile elbiseler üzerinde yapılan incelemeler sonucu düzenlenen raporların ve otopsi raporunun birer örneğini istemiştir. İstanbul Başsavcılığı soruşturmanın sona erdiğini bildirerek istenen belgeler de dâhil bazı soruşturma belgelerini Anadolu Başsavcılığına 3/1/2019 tarihinde göndermiştir. UYAP’ta mevcut belgelere göre gönderilen belgeler arasında arama işlemi sırasında çekilen fotoğraflar ve video kaydı ile söz konusu video kaydının içeriği hakkında bilirkişiden alınan rapor yer almamaktadır. Anadolu Başsavcılığı, İ.Ö.nün polis memurlarına açtığı ateş sonrasında başlayan çatışma neticesinde ölümün meydana geldiği ve olayda meşru savunma hâlinin bulunduğu gerekçesiyle 23/9/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“...İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ... soruşturma dosyası içinde bulunan ifadeler, belgeler ve raporlar incelendiğinde; İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurları İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen arama kararını infaz etmek için Kadıköy ilçesi Acıbadem Mahallesi ... sayılı adrese girdiklerinde [İ.Ö.nün] silahla görevli polis memurlarına doğru ateş ettiği, görevli polis memurlarının da silahla karşılık vermesi sonucu çıkan silahlı çatışmada [İ.Ö.nün] eks olduğu, olay mahallinde yapılan incelemede ölen [İ.Ö.nün] yanında 7*65 mm çapında 1 adet tabanca bulunduğu, bu tabanca üzerinde ölen [İ.Ö.nün] svapları bulunduğu ve görevli polis memurlarının kendilerini korumak için kullandıkları balistik kalkana isabet eden mermi çekirdeklerinin [İ.Ö.nün] yanında bulunan tabancadan çıkan kurşuna ait olduğu tespit edilmiş olması nedeniyle müştekinin iddialarının soyut nitelikte olduğu anlaşıldığından,Şikayet edilen şüpheli polis memurları olay tarihinde müştekinin oğlu [İ.Ö.nün] yakalamak için bulunduğu adrese gittiklerinde [İ.Ö.nün] görevli polis memurlarına doğru silahla ateş ettiği, görevli polis memurları da Türk Ceza Kanunu ve PVSK uyarınca müdahale ettikleri olaylarda kendilerine yönelik silahla ateş eden kişilere karşı silah kullanma yetkilerini kullanarak yaptıkları atış sonucu [İ.Ö.nün] ölümüne sebebiyet verme eylemleri ve ellerindeki arama kararında belirtilen evin kapısını zorla açmaları eylemleri meşru savunma ve zorunluluk halini oluşturduğundan haklarında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]” Başvurucu, vekili aracılığıyla Anadolu Başsavcılığınca verilen karara itiraz etmiştir. İtirazında başvurucu özetle oğlunun ölümüyle ilgili soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediğini, delillerin toplanması yönünde gerekli adımların atılmadığını ve yaptığı suç duyurusuyla ilgili dilekçesindeki taleplerinin dikkate alınmadığını belirterek özellikle soruşturma evrakının kendisine verilmemesinden ve operasyon anına ait kamera görüntülerinin getirtilmemesinden yakınmıştır. Başvurucuya göre oğlunun ölümüne neden olan polislerin bağlı olduğu İstanbul Emniyet Müdürlüğü soruşturmada etkin rol almıştır, oğlunun yakınında silah bulunması çatışma yaşandığının göstergesi değildir, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerinin bulunup bulunmadığı hususunda Cumhuriyet savcıları değerlendirme yapamaz ve Anadolu Başsavcılığınca verilen karardaki gerekçeler soyuttur. Başvurucunun itirazı 14/11/2019 tarihine İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) reddedilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Fatma Akın ve Mehmet Eren [GK], B. No: 2017/26636, 10/11/2021, §§ 63, 64, 67- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41772 | Başvuru, polisin silahlı güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2019/16596 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2019/16595 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/16595 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16595 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, açtığı işçi alacaklarına ilişkin davasının yaklaşık 6 yıl 4 aylık makul olmayan bir sürede tamamlandığını, yargılama sürecinin gereksiz yere uzatılarak kendisi için eziyete dönüştürüldüğünü, davanın makul bir sürede bitirilmemesi ve ihtiyati tedbir talebinin görmezden gelinmesi dolayısıyla emeğinin karşılığını alma şansının ortadan kaldırıldığını belirterek adil yargılanma hakkının, eziyet ve angarya yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 4/4/2013 tarihinde İstanbul Anadolu İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 12/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/8/2013 tarihli görüş yazısı, 19/9/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 1/10/2013 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 16/10/1999 tarihinden itibaren makine mühendisi olarak çalıştığı işveren şirket ile olan iş akdini 5/7/2006 tarihinde işverenin ücretini ödememesi üzerine tek taraflı olarak feshetmiştir. Başvurucu, taleplerinin işveren şirketçe karşılanmaması üzerine, 20/7/2006 tarihinde Kadıköy İş Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde fazlaya dair haklarını saklı tutarak kıdem tazminatı için 000,00 TL, ücret alacağı nedeniyle 000,00 TL, ücretli izin alacağı nedeniyle 000,00 TL olmak üzere toplam 000,00 TL talepli alacak davası açmış ve bu taleplerine mevduata uygulanan en yüksek faizin uygulanması isteğini dava dilekçesinde belirtmiştir. Mahkemece, 7/8/2006 tarihli duruşmada taraflar arasında ücret anlaşmazlığı bulunduğu gerekçesiyle “davacının yaptığı iş ile ilgili olarak ilgili meslek kuruluşundan alabileceği aylık brüt ücretin sorulmasına” dair ara kararı verilmiştir. Mahkemece, 22/12/2009 tarihli celsede, ticaret ve makine mühendisleri odalarına tezkere yazılarak başvurucunun çalıştığı dönemlerde şantiye şefi ve ayrıca makine mühendisi olarak görev yapan bir kişinin ne kadar ücret alabileceğinin araştırılarak bildirilmesine karar verilmiştir. Mahkeme 2/2/2009 tarihli celsede dosyanın bilirkişiye tevdiine karar vermiş ve 16/4/2009 tarihli duruşmada taraflara Mahkemeye sunulan bilirkişi raporunu inceleyip görüşlerini sunmaları için süre vermiştir. Başvurucu, 17/7/2009 tarihli dilekçesi ile davalı işverenin “İstanbul Çevreyolları Bakım İşletme Tesisleri ve İdari Binaların Kalorifer Sistemleri Bakımı, Onarımı ve İşletilmesi” ihalesi için yatırdığı teminata ihtiyati tedbir konulması ve davasının miktarının ıslah edilerek 050,53 TL kıdem tazminatı, 516,65 TL ücret alacağı ve 208,88 TL ücretli izin alacağı talebinde bulunmuş, fakat ıslah dilekçesinde faiz talebinde bulunmamıştır. Mahkeme 13/5/2010 tarih ve E.2006/932, K.2010/210 sayılı kararıyla davayı kabul etmiş ve ilk dava dilekçesinde talep edilen kısmın yasal faizi ile ıslah dilekçesinde faiz talebinde bulunulmadığından ıslah edilen kısmın ise faizsiz olarak tahsiline karar vermiştir. İlk derece mahkemesinin kararını, başvurucu faiz isteminin karar altına alınması, davalı ise kararın bozulması istemiyle temyiz etmiştir. Temyiz süreci devam ederken, başvurucunun, davalı işveren şirkette çalıştığı günlerinin ve buna ait sosyal güvenlik primlerinin eksik hesaplandığı ve primlerin eksik yatırıldığı tespit edilmiştir. Başvurucu başvuru dilekçesinde, bu eksikliklerin giderilmesi amacıyla “hizmet tespit davası” açmak istediğini, ancak bu davada Yargıtay tarafından alacak davasının bekletici mesele yapılacağı düşüncesiyle davayı açmayarak, Yargıtay’da temyiz davasının sonuçlanmasını beklediğini, 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi nedeniyle de hizmet tespit davası açamadığını ifade etmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 2012 tarih ve E.2010/29489, K.2012/38205 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır. Karar aynı tarihte kesinleşmiş ve başvurucuya 7/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, alacaklarını tahsil amacıyla 15/3/2013 tarihinde İstanbul İcra Dairesinde 2013/6024 numaralı dosya ile icra sürecini başlatmış olup, bu süreç devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin ve fıkraları şu şekildedir:“Kanun yoluna başvurulan kararlar, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtayca iki ay içinde karara bağlanır.Yargıtayın kararlarına karşı karar düzeltme yoluna başvurulamaz.” 5521 sayılı Kanunu’nun Geçici maddesi şu şekildedir:“Bölge adliye mahkemelerinin, 2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2694 | Başvurucu, açtığı işçi alacaklarına ilişkin davasının yaklaşık 6 yıl 4 aylık makul olmayan bir sürede tamamlandığını, yargılama sürecinin gereksiz yere uzatılarak kendisi için eziyete dönüştürüldüğünü, davanın makul bir sürede bitirilmemesi ve ihtiyati tedbir talebinin görmezden gelinmesi dolayısıyla emeğinin karşılığını alma şansının ortadan kaldırıldığını belirterek adil yargılanma hakkının, eziyet ve angarya yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru; haksız olarak gözaltı tedbirine başvurulmasına rağmen açılan tazminat davasının reddedilmesi ve yakalama sebeplerinin bildirilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, arama ve elkoyma tedbirlerinin hukuka aykırı olmasına karşılık tazminat talebinin kabul edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, tazminat davasının gerekçesiz reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 21/4/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Ceza Soruşturması Süreci İstanbul Emniyet Müdürlüğü Turizm Şube Müdürlüğü önünde bulunan güvenlik noktasına 6/1/2015 tarihinde bombalı bir intihar saldırısı gerçekleştirilmiş ve saldırı sonucunda bir polis memuru hayatını kaybederken iki polis memuru da yaralanmıştır. Bu saldırıya ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında yapılan çalışmalarda olayla ilgisinin olabileceği değerlendirilen ve Rusya Federasyonu vatandaşı olup anılan tarihte Türkiye'de bulunan başvurucunun -kolluk görevlilerince tanzim edilen Yakalama Üst Arama ve El Koyma Tutanağı'na göre- yakalanmasına ve üzerinden çıkan eşyalara el konulmasına ilişkin olarak Cumhuriyet savcısı tarafından talimat verilmiş, ayrıca gözaltına alınmasına da karar verilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun evinin bulunduğu yere giden kolluk görevlileri başvurucuyu burada bulamayınca kendisine telefonla ulaşmış, başvurucu kısa bir süre sonra evinin bulunduğu yere gelmiştir. Başvurucu 9/1/2015 tarihinde saat 40 itibarıyla gözaltına alınmış ve başvurucunun üzerinde bulunan -parası dışındaki- tüm eşyalara el konulmuştur. Ayrıca başvurucunun evinde yapılan arama sırasında bazı dijital materyaller hakkında da elkoyma tedbirine başvurulmuştur. El konulan bazı kişisel eşyaları gözaltı sürecinde başvurucuya teslim edilmiş; buna karşılık Küçükçekmece Sulh Ceza Hâkimliği el konulan dijital materyaller üzerinde inceleme yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu 9/1/2015 tarihinde İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde ifade vermiştir. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, ifadesinde herhangi bir terör örgütüyle ya da söz konusu terör saldırısıyla bir ilgisinin olmadığını belirtmiştir. Başvurucuya olayla ilgili olabileceği değerlendirilen kişilerin resimleri gösterilerek bu kişileri tanıyıp tanımadığı sorulmuş; başvurucu, A.T. isimli kişiyi Rusya'da komşu olmaları nedeniyle tanıdığını söylemiştir. Bunun yanı sıra başvurucudan söz konusu terör saldırılarını gerçekleştiren kadın terörist ile telefonla irtibat kurmuş olmasına ilişkin olarak açıklamada bulunması istenmiştir. Başvurucu kullandığı iddia edilen telefon hattını hatırlamadığını, saldırıyı gerçekleştiren teröristi de tanımadığını belirtmiştir. Başsavcılık 10/1/2015 tarihinde başvurucunun -soruşturma kapsamında- serbest bırakılmasına karar vermiş, bununla birlikte başvurucu sınır dışı edilmek üzere geri gönderme merkezine teslim edilmiştir. Soruşturmanın sonunda Başsavcılık 29/1/2016 tarihinde anılan olay kapsamında yedi şüpheli hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair (ek) karar vermiştir. Başsavcılığın diğer bir kısım şüpheli hakkında ise iddianame düzenleyerek kamu davası açtığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede başvurucu, hakkında iddianame tanzim edilen veya kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen kişilerden biri değildir.B. Tazminat Davası Süreci Başvurucu 30/1/2017 tarihinde haksız arama, elkoyma ve gözaltı nedeniyle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; üç gün süreyle gözaltında tutulduğunu, soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında isminin yer almadığını ancak hakkında iddianame de düzenlenmediğini, üstünün ve konutunun aranması, kişisel eşyalarına el konulması ve gözaltında tutulması nedeniyle manevi zarara uğradığını belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkeme 2/2/2017 tarihinde dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda davanın usul yönünden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Huzurdaki davanın CMK 142/1 maddesi uyarınca haksız gözaltı veya tutuklamaya konu ilgili hakkındaki kararın kesinleşmesi koşuluna bağlandığı ve dosyamızın davacısı olan Az.A. hakkında kamu herhangi bir kamu davasının açılmadığı, dolayısı ile esası çözen herhangi bir mahkeme hükmünün de verilmediği, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar da verilmediği, bu durumda 5271 sayılı CMK'nun 141-142 maddesi bağlamında kesinleşmesi şartı aranan herhangi bir karar verilmiş olmadığı, öncelikle ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından davacı hakkında bir karar verilmiş olmasının gerekli olduğu ve bu şekilde yasal şartın oluşmadığı anlaşılmakla davanın reddine karar vermek gerekmiş[tir.] ..." Başvurucu, karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucu; söz konusu terör saldırısıyla ilgili olarak Başsavcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda isminin yer almamasının kendisinin suçsuz olduğu sonucunu değiştirmeyeceğini zira olayla ilgili görülen kişiler hakkında iddianame tanzim edildiğini ve ayrıca el konulan eşyalarının da kendisine iade edildiğini, koruma tedbiri nedeniyle tazminat için beraat veya takipsizlik (kovuşturmaya yer olmadığı) kararının şart koşulmasının kanuna aykırı olduğunu çünkü 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde ''kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen'' kimseler dışında ayrıca tazminat hakkı bulunan kişilerin sayıldığını ifade etmiştir. Başvurucu bu çerçevede Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki bentleri sıralamıştır. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 14/4/2017 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, kararı 29/5/2017 tarihinde öğrendiğini bildirmiş ve 28/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 5271 sayılı Kanun'un "Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler." 5271 sayılı Kanun'un "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan, g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,...k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır. " Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 23/3/2016 tarihli ve E.2015/4488, K.2016/4813 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Ceza Muhakemesi Kanun’un 141/1-e maddesi ile 'Kanuna uygun olarak yakalandıktan sonra hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilenler için tazminat' ödenmesi kabul edilmiş olup, davacının kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlaması nedeniyle şüpheli sıfatıyla 2011 günü saat 15:30 sıralarında yakalandığı ve akabinde karakola götürüldüğü, davacının şüpheli sıfatıyla kolluk tarafından ifadesi alındıktan sonra gözaltına alındığı ve ertesi gün serbest bırakıldığı, yapılan soruşturma sonunda davacı hakkında, gözaltına alındığı suç nedeniyle İstanbul ... Asliye Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı 2014 tarihli ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar maddi ve manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 4/5/2016 tarihli ve E.2015/11001, K.2016/7842 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "…gözaltına alındığı suç nedeniyle Antalya ... Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı 2011 tarihli ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak sembolik bir miktar maddi ve manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken, 'davacının suç işleme eğilimi içerisinde bulunduğu, yoğun suç şüphesiyle gözaltına alındığı ve makul sürede içinde ifadesi alınıp serbest bırakıldığı,' gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 11/6/2013 tarihli ve E.2013/8808, K.2013/15869 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Yapılan soruşturma sonunda davacı hakkında, yakalanıp gözaltına alındığı suçtan 2010 tarihinde beraat hükmü verilmesi nedeniyle bu yakalamanın hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nesafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken 'davacının, şüpheli davranışları nedeniyle hakkında makul şüphe oluştuğu ve delil yetersizliği nedeniyle hakkında beraat karan verildiğinden' bahisle manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 21/1/2014 tarihli ve E.2013/27015, K.2014/1040 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...incelenen dosya kapsamına göre, davacının hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 2010 tarihinde yakalanıp gözaltına alınıp ertesi gün savunmasının alınmasından sonra nakti kefalet karşılığında serbest bırakılması ve yapılan soruşturma sonunda davacı hakkında, gözaltına alındığı suçtan 2011 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekirken 'davacının, kanuni gözaltı süresi içinde serbest bırakıldığı' gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 27/5/2014 tarihli ve E.2014/5935, K.2014/12895 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...davacının Uyuşturucu ticareti yapma ve Suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçları nedeniyle 2007 günü gözaltına alındığı, 2007 – 2008 tarihleri arasında tutuklu kaldığı, yapılan yargılama sonunda davacı hakkında, tutuklandığı suçlar nedeniyle Erzurum ... Ağır Ceza Mahkemesi'nin ... sayılı 2008 tarihli ilamıyla beraatine hükmedilmesi nedeniyle gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu ve bunun sonucu olarak hak ve nasafet kurallarına göre belirlenecek bir miktar manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi... [gerekir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 3/6/2014 tarihli ve E.2014/2232, K.2014/13556 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...davacı yönünden tazminat davasına dayanak teşkil eden ceza dava dosyasında yapılan yargılama sonucu verilip kesinleşen beraat kararı ile birlikte, beraatle sonuçlanmış suça ilişkin olarak yapılmış olan tutuklamanın haksız hale geldiğinin ve CMK'nın 100/ maddesi uyarınca tutuklama yasağı bulunan kasten yaralama suçlarından tutuklandığının anlaşılması nedeniyle koruma tedbirleri nedeniyle tazminat verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1-a ve devamı maddelerinde belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği gözetilip, uğranıldığı iddia olunan maddi ve manevi zararla ilgili makul bir tazminata hükmedilmesi gerekir..." Yargıtay Ceza Dairesinin 3/12/2012 tarihli ve E.2012/23022, K.2012/26057 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Haksız tutuklama nedeniyle tazminat davalarında 1977 gün 1-1 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında belirtildiği üzere beraat kararı gerekçesinin irdelenmesine olanak bulunmadığı ve davacının tazminat davasına dayanak ceza dava dosyasında yapılan yargılama sonucu atılı suçlardan beraat etmiş olması karşısında, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat Verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1 ve devamı maddelerinde belirtilen şartların davacı yönünden gerçekleştiği, bu nedenle uğranıldığı iddia edilen maddi ve manevi zararla ilgili makul bir tazminata hükmedilmesi gerektiği gözetilmeden, davacının kendi ikrarıyla gözaltına ve tutuklanmasına sebebiyet verdiği gerekçesiyle davanın 5271 sayılı CMK'nın 144/1-e maddesi gereğince reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Hükümleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;b) Kişinin, bir mahkeme tarafından yasaya uygun olarak verilen bir karara uymaması sebebiyle veya yasanın öngördüğü bir yükümlülüğün uygulanmasını sağlamak amacıyla yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması; c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;d) Bir küçüğün gözetim altında eğitimi için usulüne uygun olarak verilmiş bir karar gereği tutulması veya yetkili merci önüne çıkarılmak üzere yasaya uygun olarak tutulması;e) Bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemek amacıyla, hastalığı yayabilecek kişilerin, akıl hastalarının, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılarının veya serserilerin yasaya uygun olarak tutulması;f) Kişinin, usulüne aykırı surette ülke topraklarına girmekten alıkonması veya hakkında derdest bir sınır dışı ya da iade işleminin olması nedeniyle yasaya uygun olarak yakalanması veya tutulması; Yakalanan her kişiye, yakalanma nedenlerinin ve kendisine yöneltilen her türlü suçlamanın en kısa sürede ve anladığı bir dilde bildirilmesi zorunludur. İşbu maddenin c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulan herkesin derhal bir yargıç veya yasayla adli görev yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin önüne çıkarılması zorunlu olup, bu kişi makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama süresince serbest bırakılma hakkına sahiptir. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminat şartına bağlanabilir. Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve, eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir. Bu madde hükümlerine aykırı bir yakalama veya tutma işleminin mağduru olan herkes tazminat hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları a. Tazminat Hakkının Kapsamına ve Tazminatın Niteliğine İlişkin Olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin (5) numaralı fıkrasında öngörülen tazminat hakkı, ulusal bir makam veya Sözleşme kurumları tarafından bu maddenin diğer fıkralarından birinin ihlal edildiğinin sabit bulunduğu varsayımına dayanır (N./İtalya [BD], B. No: 24952/94, 18/12/2002, § 49). Ulusal bir makamın Sözleşme'nin maddesinin diğer hükümlerinden herhangi birinin ihlaline dair doğrudan veya esasa dayalı bir tespitinin olmaması hâlinde maddenin (5) numaralı fıkrasının uygulanabilmesi için AİHM'in öncelikle böyle bir ihlalin varlığını tespit etmesi gerekir (Nechiporuk ve Yonkalo/Ukrayna, B. No: 42310/04, 21/4//2011, § 229; Yankov/Bulgaristan, B. No: 39084/97, 11/12/2003, §§ 190-193). Öte yandan Sözleşme'nin maddesinin (5) numaralı fıkrasının uygulanabilirliği, ulusal makamlarca herhangi bir ihlal durumunun tespit edilmesine veya söz konusu ihlal meydana gelmeseydi tutuklunun salıverilecek olmasının kanıtlanmasına bağlı değildir (Blackstock/Birleşik Krallık, B. No: 59512/00, 21/6/2005, § 51). Yakalama ya da tutuklama ulusal hukuk bakımından hukuka uygun kabul edilse de Sözleşme'nin maddesine aykırı olabilir ve bu durumda anılan maddenin (5) numaralı fıkrası uygulanabilir hâle gelir (Harkman Estonya, B.No: 2192/03, 11/7/2006, § 50). Sözleşme'nin maddesinin ilk dört fıkrasına aykırı olan koşullarda özgürlükten mahrum bırakmanın meydana geldiği durumlarla ilgili olarak tazminat başvurusunda bulunmanın mümkün olması hâlinde (5) numaralı fıkraya da uyulmuş olur (Michalák/Slovakya, B. No: 30157/03, 8/2/2011, § 204; Lobanov/ Rusya, B. No: 16159/03, 16/10/2008, § 54). Bu bağlamda AİHM'in kararından ya önce ya da sonra icra edilebilir bir tazminat hakkı mevcut olmalıdır (Stanev/Bulgaristan [BD], B. No: 36760/06, 17/1/2012, §§ 183, 184). Buna karşılık maddenin ilk dört fıkrasına aykırı olan koşullarda özgürlükten mahrum bırakma olmasına rağmen tazminat imkânının bulunmaması hâlinde (5) numaralı fıkra ihlal edilmiş olacaktır. Ancak bu durum AİHM'in Sözleşme'nin maddesi uyarınca adil tazmin yoluyla tazminata hükmetme konusundaki yetkisine halel getirmez (Brogan ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 11209/84, 29/11/1988, § 67). AİHM'e göre tazminat hakkından etkili bir biçimde yararlanılması sağlanmalıdır (Ciulla/İtalya, B. No: 11152/84, 22/2/1989, § 44). Tazminat hem kuramsal düzeyde (Dubovik/Ukrayna, B. No: 33210/07-41866/08, 15/10/2009, § 74) hem de uygulamada elde edilebilir olmalıdır (Chitayev ve Chitayev/Rusya, B. No: 59334/00, 18/1/2007, § 195). Yerel makamların, tazminat taleplerini değerlendirirken aşırı düzeyde biçimci olmadan, maddenin hükümlerine uygun olarak ulusal hukuku yorumlamaları ve uygulamaları gerekir (Fernandes Pedroso/Portekiz, B. No: 59133/11, 12/6/2018, § 137; Shulgin/Ukrayna, B. No: 29912/05, 8/12/2011, § 65). Öte yandan tutuklu yargılama süresinin cezadan düşülmesi -maddi nitelikte olmaması nedeniyle- maddenin (5) numaralı fıkrasına göre gerekli olan tazminat kapsamında sayılmaz (Wloch/Polonya (2), B. No: 33475/08, 10/5/2012, § 32). Ayrıca anılan fıkradaki tazminat hakkı yalnızca maddi zarar için değil aynı zamanda bir kişinin maddenin ilk dört fıkrasındaki hükümlerin ihlali sonucu maruz kaldığı sıkıntı, kaygı ve gerilim için de tazminat hakkını içerir. Bu bağlamda AİHM, ulusal hukuka göre manevi nitelikteki zararlar için tazminat ödenememesinin Sözleşme'nin maddesinin (5) numaralı fıkrasındaki güvenceye aykırı olduğunu tespit etmiş ve anılan fıkranın ihlal edildiğine karar vermiştir (Khachatryan ve diğerleri/Ermenistan, B. No: 23978/06, 27/11/2012,§§ 158, 159; Sahakyan/Ermenistan, B. No: 66256/11, 10/11/2015, § 31). Diğer taraftan maddenin (5) numaralı fıkrası, Sözleşme'ye taraf devletlerce ilgili kişiye, ihlal sebebiyle uğradığı zararı kanıtlayabilmesine bağlı olarak tazminat verilmesine ilişkin bir yasak getirmemektedir. Fakat tazmin edilecek maddi veya manevi bir zararın olmadığı hâllerde tazminat söz konusu olamaz (Wassink/Hollanda, B. No:12535/86, 27/9/1990, § 38). Bununla birlikte hukuki olmayan tutuklamadan ileri gelen manevi zarara dair kanıtın gerekli kılınmasında aşırı biçimcilik tazminat hakkıyla uyumlu değildir (Danev/Bulgaristan, B. No: 9411/05, 2/9/2010, §§ 34, 35). b. Beraat Hükmü Verilmesinin Tazminat Hakkıyla Bağlantısına İlişkin Olarak AİHM'in Norik Pogosyan/Ermenistan (B. No: 63106/12, 22/10/2020) kararına konu olayda başvurucu, Sözleşme'nin maddesinin ilk dört fıkrasının ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesi talebinde bulunmamıştır. AİHM, bu nedenle başvurucunun davasında yerel mahkemeler tarafından böyle bir ihlalin tespit edilip edilmediğinin belirlenmesi gerektiği sonucuna varmıştır (Norik Pogosyan/Ermenistan, § 31). Anılan başvuruda, beraatin bir sonucu olarak tutukluluğun iç hukuka göre hukuka aykırı olarak görülmesi nedeniyle Sözleşme'nin maddesinin (5) numaralı fıkrasının uygulanabilir olduğu ileri sürülmüştür. AİHM, üst mahkemenin bir alt mahkemenin iç hukuka göre karar verirken hata yaptığına dair daha sonraki bir bulgusunun tutuklulukla ilgili geriye yönelik etki doğurmaması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca ceza yargılamalarında verilen mahkûmiyetin iç hukukun esasa ilişkin hükümlerini ihlal etmesi de tutuklamayı otomatik olarak hukuka aykırı hâle getirmeyecektir (Norik Pogosyan/Ermenistan, § 32). AİHM, somut başvuruya dair beraat etmiş bir kişiye hukuka aykırı olarak özgürlükten yoksun bırakılmasının sonucunda tazminat hakkı sağlayan Ermeni iç hukuk sistemine dikkati çekmiştir. Buna yönelik iç hukukta yer alan hükümler ulusal yargı mercilerince beraat eden kişiye "hukuka aykırı olarak özgürlüğünden yoksun bırakıldığı için" uğradığı maddi zarar dolayısıyla tam tazminat hakkı verdiği şeklinde yorumlanmıştır. AİHM, ulusal yargı organlarının yorumundan hareketle "İlgili hükümler nihayetinde beraat eden bir kişinin tutukluluğunun hukuka aykırı olarak görüldüğü şeklinde işlemektedir." sonucuna ulaşmıştır. AİHM'e göre ilgili hukuk kuralları kesin terimlerle ifade edilmiştir ve yorumları ve uygulanma şekli, davalı devletin en yüksek adli makamı tarafından onaylanmıştır(Norik Pogosyan/Ermenistan, § 33). AİHM; iç hukukun kesin bir beraat durumunda sanığın yargılamalar sırasındaki tutukluluğu için tazminat alma hakkına sahip olmasını öngördüğü durumlarda, bu tür bir otomatik tazminat hakkının kendi başına söz konusu tutukluluğun hukuka aykırı olarak nitelendirilmesi gerektiği anlamına gelmediğini vurgulamaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin (5) numaralı fıkrasının yalnızca ceza yargılamasının beraatle sonuçlandırıldığı gerekçesiyle böyle otomatik bir tazminat hakkı yüklediği söylenemezken bu hükmün gereklerine uyacak hukuki çözümlerin seçimi, iç hukuk tarafından belirlenecek bir politika tercihi olarak kalacaktır. Bu bağlamda AİHM, Ermeni hukukuna göre başvurucunun yalnızca beraatinin bir sonucu olarak tazminat alma hakkına sahip olduğunu değil aynı zamanda tutukluluğunun da iç hukuk anlamında hukuka aykırı olarak kabul edildiğini not etmiştir (Norik Pogosyan/Ermenistan, § 34). AİHM başvurucunun tutukluluğunun beraatini takiben iç hukuk anlamında hukuka aykırı hâle geldiği ve yerel mahkemeler tarafından bu şekilde değerlendirildiği gözönünde bulundurulduğunda davanın özel koşullarında Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının teminatlarının esasen ihlal edildiğinin ulusal düzeyde tespit edildiği ve bu nedenle aynı maddenin (5) numaralı fıkrasının başvurucunun davasına uygulanabilir olduğu sonucuna varmıştır (Norik Pogosyan/Ermenistan, § 36). Öte yandan AİHM Mergen ve diğerleri/Türkiye (B. No: 44062/09…, 31/5/2016) kararında 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi bağlamında tazminat davası açma yoluna ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur. Anılan karara konu olay bağlamında Hükûmet başvurucuların gözaltına alınmalarının hukuka uygun olmadığı iddiaları bakımından -haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş olması nedeniyle- söz konusu tazminat yolunun tüketilmesi gerektiği itirazında bulunmuştur. AİHM, anılan bent uyarınca tazminat talep edilmesi için özgürlükten yoksun bırakmanın hukuka aykırı olduğunun tespitinin gerekmediğinin altını çizmiş ve bu dava kapsamında böyle bir incelemenin yapıldığına dair örnek sunulmadığına değinerek Hükûmetin itirazını kabul etmemiştir (Mergen ve diğerleri/Türkiye, §§ 33-37). Buna karşılık AİHM'in Adıgüzel ve diğerleri/Türkiye (B. No: 65126/09, 13/2/2018) kararına konu olayda ilk derece mahkemesi isnat edilen olayların kanun tarafından suç olarak düzenlenmemiş olması (suçun unsurları itibarıyla oluşmaması) gerekçesiyle başvurucuların beraatine karar vermiştir. Başvurucuların anılan suç kapsamında uygulanan yakalama ve gözaltı tedbirlerinin Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasına aykırı olduğu iddiaları bakımından AİHM 5271 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen tazminat yolunun tüketilmesi gerektiğine hükmetmiştir. AİHM anılan kararda Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine dayanarak tazminat ödenmesi için ulusal mahkemelerin -normal olarak- değerlendirmelerini söz konusu kişinin serbest bırakılmasına dayandırdıklarına değinmekle birlikte somut olayda başvurucular hakkındaki beraat kararının nedeninin anılan tedbirlerin hukuka aykırılığıyla ilgili de bir tespit içerdiğine vurgu yapmış ve anılan bent kapsamında dava yolunun -somut olayın koşullarında- etkili olduğu sonucuna ulaşmıştır. Kararda ayrıca başvurucuların Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine dayanarak da tazminat isteminde bulunabileceklerine dikkat çekilmiştir (Adıgüzel ve diğerleri/Türkiye, §§ 35-39). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34502 | Başvuru, haksız olarak gözaltı tedbirine başvurulmasına rağmen açılan tazminat davasının reddedilmesi ve yakalama sebeplerinin bildirilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, arama ve elkoyma tedbirlerinin hukuka aykırı olmasına karşılık tazminat talebinin kabul edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, tazminat davasının gerekçesiz reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluk sırasında bir din görevlisiyle görüşme isteğinin kabul edilmemesi nedeniyle din özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçlarından 24/2/2017 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, başvuru tarihinde Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) anılan suçlardan tutuklu olarak bulunmaktadır. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 28/7/2016 tarihliyazısı ile ceza infaz kurumlarında FETÖ/PDY ile ilgili suçlardan tutuklu bulunanların ikinci bir talimata kadar bir din adamıyla görüşmeden yararlanma imkânlarının durdurulması uygun görülmüştür. Genel Müdürlüğün söz konusu yazısı uyarınca Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) tarafından 9/8/2016 tarihinde Kurum güvenliği, asayişi ve işleyişi dikkate alınarak diğer terör örgütü üyeleriyle haberleşmelerinin engellenmesi amacıyla FETÖ/PDY üyeliğinden tutuklu bulunanların ikinci bir talimata kadar bir din adamıyla görüşmeden yararlanma imkânlarının durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tutuklu olarak bulunduğu süre içinde İslam dininin Hanefi mezhebine mensup bir din adamıyla görüşmek, iletişim kurmak ya da onlarca ziyaret edilmek istediğini Kurum idaresine ilettiğini belirtmiştir. Başvurucu söz konusu talebinin reddedilmesi üzerine 25/5/2018 tarihinde Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik 21/6/2018 tarihinde şikâyeti reddetmiştir. Hâkimlik, Genel Müdürlüğün 28/7/2016 tarihliyazısı ile İdare ve Gözlem Kurulunun 9/8/2016 tarihli yazısına istinaden ikinci bir talimata kadar başvurucunun din adamı ile görüştürülme talebinin reddine ilişkin Kurum kararını usul ve yasaya uygun bulmuştur. Başvurucu, Hâkimliğin ret kararına itiraz etmiştir. Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi 31/7/2018 tarihinde itirazı reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 14/8/2018 tarihinde öğrendikten sonra 15/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Din ve vicdan özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25985 | Başvuru, tutukluluk sırasında bir din görevlisiyle görüşme isteğinin kabul edilmemesi nedeniyle din özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru tapu tahsis belgesine dayalı olarak mülk edinme koşullarının oluştuğu hâlde taşınmazın tapuya tesciline ilişkin talebin reddedilmesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul'un Üsküdar ilçesine bağlı Bulgurlu Mahallesi 48 ada 1 parsel sayılı Maliye Hazinesi (Hazine) adına tapuda kayıtlı bulunan taşınmaz üzerinde -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- tek katlı bir gecekondu inşa ettirmiştir. Başvurucu, bu taşınmazda bulunan gecekondusu için 5/3/1984 tarihinde 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun kapsamında imar affı başvurusu yapmıştır. Millî Emlak Müdürlüğü tarafından 6/10/1984 tarihinde bu taşınmaz için anılan 2981 sayılı Kanun’a göre tapu tahsis belgesi düzenlenerek başvurucuya verilmiştir. Anılan tapu tahsis belgesi Tapu Müdürlüğü tarafından 16/10/1984 tarihinde, taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine işlenmiştir. Üsküdar Belediyesince (Belediye) bu taşınmazın bulunduğu yerde 16/3/1989-17/10/1990 tarihli 1/1000 ölçekli Islah İmar Planı yapılmıştır. Belediyenin 21/12/1989 tarihli plan tadilatında, anılan taşınmaz konut alanı olarak ayrılmış ve bu taşınmazın üzerinde beş kat yükseklikte bina yapılabilmesine izin verilmiştir. Belediye, bu hususları 12/9/2006 tarihinde Kadıköy Emlak Müdürlüğüne bildirmiştir. Başvurucu 17/12/2007 tarihinde Hazine aleyhine Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun tapu tahsis belgesinin mevcut olup uzun bir süreden beri bu taşınmazı zilyetliğinde bulundurduğu belirtilerek tapu verilmesi koşullarının oluştuğu iddia edilmiştir. Bu arada taşınmazın konumuna ilişkin bilgiler değişmiştir. Buna göre taşınmaz, yeni kurulan Ataşehir ilçesine bağlı Örnek Mahallesi 1439 ada 1 parsel olarak tapuda tescilli bulunmaktadır. Mahkeme, taşınmazın bulunduğu ilçe ve mahallenin değiştiğini gözeterek 24/7/2008 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Yetkisizlik kararı sonrası dava dosyası Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir. Yapılan yargılama sırasında 25/5/2011 tarihinde taşınmaz Toplu Konut İdaresine (TOKİ) devredilmiştir. Başvurucunun talebi üzerine TOKİ de yargılamaya davalı olarak dâhil edilmiştir. Mahkeme, mimari ve kadastro alanında uzman teknik bilirkişiler eşliğinde dava konusu taşınmazın başında 30/11/2011 tarihinde keşif icra etmiştir. Bilirkişilerin 3/1/2012 tarihli raporunda, taşınmazın imar durumunun konut olarak belirlendiği ve düzenleme ortak payı düşüldükten sonra 195,86 m² yüzölçümlü alanın başvurucu tarafından kullanıldığı, taşınmazın değerinin ise 825 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, bilirkişi raporunda belirtilen taşınmaz bedelini Mahkemece gösterilen banka şubesine depo etmiştir. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 1/3/2012 tarihinde Hazine yönünden açılan davanın husumet yönünden reddine, TOKİ yönünden açılan davanın ise kabulüne karar vermiştir. Mahkeme davanın kabulüyle birlikte taşınmazın tapu kaydının kısmen iptali ile 586/340 payının başvurucu adına tesciline, depo edilen taşınmaz bedelinin ise davalı TOKİ'ye ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun taşınmazın bir kısmının zilyedi olup kendisine tapu tahsis belgesi verildiği belirtilmiştir. Mahkeme bu doğrultuda başvurucunun tahsis belgesi verilmesi için gerekli ücreti ödediğini ve taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesinde şagil (işgalci) olarak gösterildiğini tespit etmiştir. Mahkeme ayrıca tapu tahsis belgesinin verildiği tarihten bu yana da başvurucunun zilyetliğinin devam ettiğine dikkati çekmiştir. Mahkemeye göre 2981 sayılı Kanun ile öngörülen tescil için gerekli bütün koşullar tamamlanmış olup tescile kanuni bir engel de bulunmamaktadır. Karar, davalı TOKİ tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire), 6/6/2012 tarihinde taşınmazın son imar durumunun Belediye Başkanlığından sorulması için dosyanın mahalline iadesine karar vermiştir. İlk derece mahkemesinin 25/7/2012 tarihli yazısıyla taşınmazın imar planında konut alanında kalıp kalmadığı ve herhangi bir kamu hizmetine tahsis edilip edilmediği Ataşehir Belediye Başkanlığından sorulmuştur. Belediye Başkanlığının 2/8/2012 tarihli yazısıyla dava konusu taşınmazın 28/5/2010 tarihli ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planı tadilatında meslek lisesi alanı olarak ayrıldığı bildirilmiştir. Daire 17/10/2012 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Daire ilk olarak tapu tahsis belgesinin bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiilî kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel bir hak sağlayan zilyetlik belgesi olduğunu vurgulamıştır. Kararda ayrıca tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için gerekli koşullar sıralanmıştır. Buna göre;a. Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesi mevcut olmalıdır.b. Tahsise konu yerde 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca imar uygulama planı veya 2981 sayılı Kanun uyarınca ıslah imar planı yapılmış olmalıdır.c. İlgilisine tapu tahsis belgesi gereğince başka bir yerden tahsis yapılmamış olmalıdır.d. Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması gerekmektedir.e. Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliğinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığıyla keşif yapılmalıdır.f. Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri, uzman bilirkişiler aracılığıyla saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olmalıdır.g. Yedinci ve son olarak ise imar parsellerinin oluşturulması sırasında taşınmazdan düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediği belirlenerek kesilmiş ise uygulanan oran saptanmalıdır. Daire, ancak bu koşulların gerçekleşmesi durumunda tahsis miktarında düzenleme ortaklık payı oranında yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilebileceğini belirtmiştir. Bozma ilamında, somut olayda dava konusu taşınmazın meslek lisesi olarak ayrıldığına vurgu yapılmıştır. Daireye göre taşınmazın bu imar durumu nedeniyle tescil kararı verilmesi mümkün değildir. Kararın gerekçesinde, tahsis belgesine dayalı olarak oluşturulan imar parselinin ancak konut alanında kalmış olması durumunda tescile karar verilebileceği belirtilmiştir. Daire sonuç olarak tapu tahsis belgesine dayalı tescil davasında lüzumlu olan diğer koşullar gerçekleşmiş ise de belirtilen koşulun gerçekleşmediği gerekçesiyle hükmün bozulması gerektiği sonucuna varmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 27/2/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bozma kararı sonrası dava dosyasının devredildiği İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi 13/6/2013 tarihinde davalı Hazine yönünden açılan davanın husumet yönünden, davalı TOKİ yönünden açılan davanın ise esastan reddine karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm Daire tarafından 12/1/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 11/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 14/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, §§ 24- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12898 | Başvuru tapu tahsis belgesine dayalı olarak mülk edinme koşullarının oluştuğu hâlde taşınmazın tapuya tesciline ilişkin talebin reddedilmesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ulusal yayın yapan bir gazetede yayımlanan makalede kullanılan ifadelerin kişilik haklarını zedelediği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, Ergenekon yargılaması olarak davaya bakmakta olan Ağır Ceza heyetinde yer almaktadır (söz konusu Ergenekon yargılamalarına ilişkin daha geniş açıklamalar için bkz. Mehmet Haberal, B. No: 2012/849, 4/12/2013, §§ 22-37). Yargılama devam ederken heyet tarafından oybirliği ile davanın sanıklarından olan Albay Ç.nin tahliyesine karar verilmiştir. Anılan tahliyenin ardından ulusal düzeyde yayın yapan Zaman gazetesinin 16/11/2009 tarihli nüshasında "Karar!" başlıklı makale yayımlanmıştır. Yayımlanan makale şu şekildedir:" ...binaenaleyh sanığın her ne kadar , sözü edilen kişi ve kurumları, bazı kurum ve kuruluşlarının eleman, ekipman ve yasal otoritesini kötüye kullanmak sureti ile çökertmek, tabir-i amiyane ile işlerini bitirmek için kanunsuz evrak düzenlediği vesaire gibi incir çekirdeğini doldurmayan birtakım tırışka şeylerle itham edildiği tam olarak sübut bulmamış ve bu ithamların ciddi şeylerden olmaktan ziyade cumhuriyet'in çok güvenilir, çok saygıdeğer, çok prestijli kurumlarına iftira atmak, karalamak maksadıyla tertib edildiği istikametinde mahkememizceçok güçlü ve güvenilir bir kanaat hasıl bulunmuş olmasına rağmen yüce mahkememiz yine bulunduğu iddia edilen suç belgesini ve yan delilleri incelemeye almış, mütebahhiresine güvenilir ehlivukuf kişiler marifeti ile yaptırdığı tahkikat neticesinde sözü edilen belgenin bünyesindeki rutubet miktarını ölçtürerek bahse konu imzada yeterince ıslatıcı su bileşenine rastlanılmadığı tespit edilmiş olmakla, mezkur ıslak imzalı belgenin yersen yoğurt içersen ayran kıvamında ve kararında, menşei meşkuk, mes'ulleri gaip azmettirenleri müphem, detayları bulanık, muhtevası karanlık bir vesika olduğu istikametinde son derece ciddi bir kanaat kesafeti hasıl bulunmuş olduğunda ve icabında her isteyen vatandaşın bir dolma kalem ve yazıcı tedarik edebileceği hususunda bir engel bulunmadığı anlaşıldığından mezkur belgenin otantikliği istikametinde vahim ve şiddetli şüphelerin varlığına kanaat getirmekle ve fakat maznunun imza numuneleri arasında çelişik örneklere rastlanılması maznunun suiniyetine değil de insanoğlunun muhtelif zaman ve yerlerde değişen halet-i ruhiyesine binaen imzasında muhtelif tebeddülata rastlanmasının olağanlığına dair kara Avrupası hukukunda geliştirilen içtihadı nazar-ı itibare almak suretiyle maznunun, atılı cürmü işleyip işlemediği meselesinin değil bizzat bizim mahkememiz, dünyanın hiçbir babayiğit mahkeme heyetince ispatının mümkün olmayacağına ekseriyyet-i ara ile hükmolunarak meselenin esasına geçilerek sanığın esasen ilk tevkifi esnasında tam tamına 18 saat, 21 dakika 8 saniye, ikinci tevkifi esnasında 43 saat, 34 dakika ve 25 saniye mevkuf kalmak sureti ile cem'an 61 saat, 55 dakika ve 33 saniye tutuklu kaldığı, savcının raporundan anlaşıldığı için maznun hakkında her ne kadar deliller pek bir şeye benzemiyorsa da her ihtimale karşı bir miktar ceza tesisinde lazım geldiği eşe dosta karşı izah zımnında lüzumlu göründüğü vechile sanığa, evrak tanziminden değil ama ilk duruşmasında mahkeme huzuruna kravatsız çıkması göz önüne alındığında cem'an 48 saatlik ufacık bir hapis cezası verilmesi münasip görülerek mahkumun zaten tutukevinde kaldığı sürelerin infazı, yüce ve muazzez heyetimizce hükmolunan ceza ile mahsup edilerek şöyle böyle 13 saat fazla göründüğü için sanığın işbu dakikadan ba'de, saniye sektirmeksizin, derhal ve azami saygı gösterilip filarmoni mızıkası ile tahliyesine, ceza zaten infaz edildiği için sanığa atılan suçun ebediyyen, hava, kara, deniz ve jandarma mıntıkalarında tamamen yok sayılmasına, taktir edilen cezanın sanığın siciline geçirilmemesine ve buna mukabil fazladan infaz edilen 13 saat için Adalet Bakanlığı bütçesinden, her saniyesine bin yüz milyon Türk Lirası taktir olunmak suretiyle tazminat itilasına ve tazminatın tahliye anına denk getirilmesine ve bu esnada çerden çöpten iddialarla mahkememizi meşgul ettikleri için müddei durumundaki kişi ve kuruluşların alenen te'dip ve ikazına ve bu babda maznunun, kanunda yazılı süre zarfında temyiz hakkının mahfuz bulunduğuna kemal-i, hukuk ve nasfetle karar verildi." Anılan haber sebebi ile başvurucu, imtiyaz sahibi şirket ve haberin yazarı A.T.A. aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; söz konusu makalede tahliyeye ilişkin kararın hukuka uygun olmadığına dair alaycı ifadelere ve aşağılayıcı yorumlara yer verildiğini, sadece görevini ifa etmesi dolayısıyla şeref ve saygınlığına karşı yapılmış bu saldırı nedeni ile manevi üzüntü ve elem duyduğunu belirtmiştir. Davalılardan A.T.A. aleyhine söz konusu makale nedeni ile kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine basın yolu ile hakaret suçundan ceza davası açıldığını, davalı A.T.A.nın Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 680 TL adli para cezası ile cezalandırıldığını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirten başvurucu söz konusu mahkûmiyet kararının da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Başvuru konusu haberleri yapan gazeteci, başvuru konusu dava dilekçesine karşı verdiği cevap dilekçesinde birden fazla unsura değinmiştir. İlk olarak ilgili makalede başvurucunun ve heyetin diğer üyelerinin ismine yer verilmediğini belirten davalı, matufiyet unsurunun oluşmadığını ileri sürmüştür. Makalenin güncel bir konuya ilişkin olarak kaleme alındığını, olgusal temeli bulunduğunu belirten davalı, yargı sistemini ve yargı kararlarını müstehzi bir üslupla eleştirdiği makalede başvurucunun kişilik haklarını hedef alan bir ibare ya da iddiaya yer vermediğini belirtmiştir. Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) tarafından yapılan yargılama sonucunda 21/5/2013 tarihli kararla davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinde; yargıçların eleştiri sınırı belirlenirken bu sınırın politikacılar ya da diğer bürokratlarla aynı düzeyde tutulmayıp daha dar tutulması gerektiği vurgulanmış, yazıda eleştiri sınırlarını aşar nitelikte kelime ve cümlelerle davacıların verdiği kararla dalga geçildiği belirtilerek manevi tazminat talebinin kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiştir. Karar başvurucu ve davalı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda 13/5/2014 tarihli kararla söz konusu makalede; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi üyesi olan başvurucunun oldukça fazla sayıda klasör-belge vs. barındıran, balyoz davası olarak bilinen yargılamada çok kısa sürede karara varmasının eleştirildiği, basında bu hususa ilişkin birçok haber ve yorumun da yapıldığı belirtilmiştir. Bir kamu görevlisi olan başvurucunun hakkında haber, eleştiri ve yorum yapılmasına kendisinin sebebiyet verdiğini değerlendiren Daire, basının bu yöndeki yayınları "aşma" olarak nitelenemeyeceğini belirtmiş ve davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirterek ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Mahkeme tarafından Dairenin bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda; ceza mahkemesi tarafından verilen hükmün açıklanmasının geriye bırakılması kararının Borçlar Kanunu kapsamında bir maddi olgunun tespiti olarak değerlendirilemeyeceği, hukuk mahkemesinin bu kararla bağlı olmadığı sonucuna varılarak dava konusunu oluşturan köşe yazısının davacı yargıcın ismi de kullanılmadan, herhangi bir mesleki ya da kişisel özellikleri hedef alınmaksızın, verilen tahliye kararının veriliş sürecine zaman kısalığı açısından bir eleştiri olduğu, "azami saygı ve orkestra eşliğinde tahliye" ifadeleriyle eleştirinin abartılarak alaycı bir hâl takınılması nedeniyle kabul edilebilir olmasa da eleştiri kapsamında kaldığı değerlendirilmiş ve Yargıtayca verilen bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu, ret kararını temyiz etmiştir. Daire 12/11/2015 tarihli kararı ile başvuru konusu yazının -bir bütün olarak ele alındığında- başvurucuyu küçük düşürmek amacıyla kaleme alındığı ve başvurucunun kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği yönünde bir tespitte bulunmuş ise de yerel mahkeme tarafından bozma ilamına uyulmak suretiyle karar verildiğini belirterek davalı lehine oluşan usulü müktesep hak oluştuğundan Mahkemenin ret kararını onamıştır. Nihai karar başvurucuya 30/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 1/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”B. Uluslararası Hukuk İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için Keleş Öztürk (B. No: 2014/15001, 27/12/2017, §§ 20-30) ve Bekir Coşkun ([GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 18, 19) kararlarına bakılabilir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1999 | Başvuru, ulusal yayın yapan bir gazetede yayımlanan makalede kullanılan ifadelerin kişilik haklarını zedelediği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılma işleminin iptali istemiyle açılan davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1966 doğumlu olup yurt dışında çalışması sebebiyle ilgili mevzuat hükümleri kapsamında dövizle askerlik hizmeti düzenlemesinden yararlanmak istemiştir. Başvurucunun 5/5/2000 tarihinde dövizle askerlik bedelini peşin ödeyerek yaptığı bu yöndeki başvurusu Millî Savunma Bakanlığı (MSB) tarafından kabul edilmiştir. 3/7/2000 ile 3/8/2000 tarihleri arasında Burdur Topçu Er Eğitim Tugay Komutanlığı emrinde temel askerlik eğitimine tabi tutulan başvurucu 3/8/2000 tarihi itibarıyla terhis edilmiştir. Kesin terhis işleminin onay aşamasında Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) başvurucunundövizle askerlik bedeli adı altında 5/5/2000 tarihinde yatırdığı tutarı aynı gün geri çektiğinin tespit edildiğini 16/7/2002 tarihli yazı ile MSB'ye bildirmiştir. Of Askerlik Şubesi (Askerlik Şubesi) başvurucunun İngiltere'de bulunan adresine (yurt dışı adresi) 27/8/2002 tarihli bir yazı göndermiştir. Söz konusu yazıda; dövizle askerlik hizmetinden yararlanabilmek için 5/5/2000 tarihinde yatırdığı tutarın TCMB hesabına aktarılmadığının tespit edildiği, kesin terhis çizelgesinin onaylanabilmesi için muhabir bankayla temasa geçerek söz konusu meblağın TCMB hesabına aktarılması işlemini sonuçlandırması gerektiği hususu başvurucuya bildirilmiştir. Yapılan bu bildirime rağmen başvurucuya ait dövizle askerlik bedelinin TCMB hesabına aktarılmaması üzerine Askerlik Şubesi 5/5/2005 tarihinde Londra Başkonsolosluğuna (Başkonsolosluk) bir yazı göndermiştir. Söz konusu yazıda; dövizle askerlik bedelinin otuz sekiz yaş sonuna kadar tamamlanmamış olması nedeniyle üç ay içindeyurda dönmesi gerektiği, aksi hâlde Türk vatandaşlığının kaybettirileceği hususlarının başvurucuya tebliğ edilmesi istenmiştir. Başkonsolosluk 17/6/2005 tarihli cevap yazısında dövizle askerlik bedelinin ödendiğine dair dekontun gönderildiğini belirtmiştir. Bunun üzerine Askerlik Şubesi 8/7/2005 tarihinde Başkonsolosluğa hitaben; başvurucunun bankaya yatırdığı bedeli aynı gün geri çektiğinin tespit edildiğinden bahisle konu hakkında başvurucu ile görüşme yapılması talebini içeren yeni bir yazı göndermiştir. Askerlik Şubesi başvurucunun yurt dışı adresine gönderdiği 17/8/2005 tarihli yazı ile başvurucuya 7/1/2006 tarihine kadar dövizle askerlik bedelini yatırması gerektiği, aksi hâlde dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılacağı ihtarında bulunmuştur. Başvurucu, yapılan ihtarlara rağmen otuz sekiz yaşını tamamladığı yılın sonuna kadar döviz ödemesini yapmadığı gerekçesiyle 16/5/2006 tarihinde dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılmıştır. Askerlik Şubesi 2006 ile 2008 yılları arasındaki muhtelif tarihli yazılarıyla Başkonsolosluktan, dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartıldığının başvurucuya tebliğ edilmesini istemiştir. Başkonsolosluk 15/1/2008 tarihli yazısı ile başvurucunun yapılan çağrılara icabet etmediğinden tebligatın gerçekleştirilemediğini Askerlik Şubesine bildirmiştir. Aynı mahiyetteki yazışmalar 2011 yılına kadar devam etmiş, nihayetinde 24/11/2011 tarihinde Başkonsolosluk, dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartıldığına dair işlemi başvurucuya tebliğ etmiştir. Başvurucu, dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılmasına ilişkin idari işlemin iptali istemiyle 8/4/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 30/12/2014 tarihinde verdiği kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, kesin terhis işleminin onay sürecinde dövizle askerlik bedelinin TCMB'nin özel döviz hesabına aktarılmadığının tespit edilmesi üzerine söz konusu eksikliğin tamamlanması için başvurucunun yurt içi ve yurt dışı adreslerine müteaddit defalar tebligat yapıldığının anlaşıldığı belirtilmiştir. İlgili mevzuat hükümleri uyarınca paranın özel döviz hesabına aktarılmasının sağlanmasından yükümlülerin sorumlu olduğunun hatırlatıldığı kararda, yapılan tüm bildirimlere rağmen başvurucunun eksikliği tamamlama ya da yatırdığını iddia ettiği paranın akıbetini araştırma yönünde bir tutum sergilemediğine, hukuki süreç başlatmadığına dikkat çekilmiştir. Kararda, yatırdığı parayı aynı gün geri çektiğinin TCMB tarafından tespit edilmesi karşısında başvurucunun idareyi aldatıcı tutum ve davranış sergilediği değerlendirmesine yer verilerek bu sebeple idari istikrar ilkesinin somut olayda uygulanabilirliğinin bulunmadığı ifade edilmiş; netice itibarıyla dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu tespitinde bulunulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 17/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 2/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/7/2015tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanunu'nun ek maddesinin ikinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak üzere yaptıkları başvuruları kabul edilen yükümlülerden,... ödemeleri gereken yabancı ülke parasını yönetmelikte belirtilen sürelere uygun ödemeyenler, ... Millî Savunma Bakanlığı tarafından dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılarak durumlarına uygun askerlik işlemine tâbi tutulurlar." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM, medeni hak kavramının özel bir kişi olmaktan ziyade vatandaş olmanın bir gereği olarak bireyde var olan ve özü itibarıyla kamu hukukuna ilişkin bulunan hak ve yükümlülükleri içermediğini ifade etmektedir. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının askerlik hizmeti ve bu hizmete alternatif kamu hizmetlerine ilişkin yargısal süreçlere uygulanmayacağını kabul etmektedir (Nicolussi/Avusturya (k.k.), B. No: 11734/85, 8/5/1987). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13566 | Başvuru, dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılma işleminin iptali istemiyle açılan davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/49054 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın çağrısı doğrultusunda mesai saatleri içinde bir saat süreyle görev yerinden ayrılması nedeniyle uyarma disiplin cezası ile cezalandırılmasının örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1975 doğumlu olup Ankara'da Yenişehir PTT Merkez Müdürlüğünde memurdur. Başvurucu, Basın Yayın İletişim ve Posta Emekçileri Sendikası (Haber-Sen/Sendika) üyesidir (başvuruya konu olayların arka planına ilişkin detaylı bilgi için bkz. Filiz Koçak Demir ve diğerleri, B. No: 2015/14046, 17/7/2019, § 8). Haber-Sen'in üyesi olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 16/6/2013 tarihinde şu şekilde bir karar almıştır:" İstanbul Taksim Gezi Parkı'na sahip çıkma amaçlı başlayan demokratik ve meşru tepkiler karşısında aralarında üyelerimizin de bulunduğu binlerce yurttaşımızın yaralanmasına, dört vatandaşımızın yaşamını yitirmesine neden olan Hükümetin baskıcı ve şiddeti esas alan uygulamalarını protesto etmek amacıyla; Konfederasyon tüzüğümüzün 'Konfederasyonun Amaçları' başlıklı dördüncü maddesi'nde sayılan; 'Toplumun karar süreçlerinde örgütlü olarak söz sahibi olduğu; devletten ve piyasadan azami ölçüde arındırılmış kamusal alanda eşit, ücretsiz, nitelikli, erişilebilir ve anadilinde kamu hizmetini savunur. Konfederasyon, tüm maddi değerlerin yaratıcısı emeğin en yüce değer olduğu gerçeğinden hareketle ve sendikal mücadelenin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin bir parçası olduğunun bilinciyle... b) Çalışma yaşamında ve hayatın diğer alanlarında üyelerin ve tüm emekçilerin ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal, yasal, kültürel, mesleki, hukuksal, özlük haklarını ve çıkarlarını korumayı ve geliştirmeyi; c) Evrensel insan hakları belgelerine dayanan ve uluslararası hukuk ve sözleşmelerden doğan bütün hak ve özgürlükleri eksiksiz yaşama geçirmek için mücadele etmeyi;' amaçlarımız doğrultusunda,DİSK, TMMOB, TTB ve TDHB ile birlikte, bağlı sendikalarımız üyelerinin; 17 Haziran 2013 tarihi sabahında işyerlerinde bildiri okumaları ve üretimden gelen gücü kullanarak işyerlerinden çıkıp tüm illerde merkezi alanlarda basın açıklamaları yapmaları ..." Sendikanın bağlı olduğu KESK'in aldığı iş bırakma kararı üzerine 17/6/2013 tarihinde başvurucu görevine gitmiş ve 30-30 saatleri arasında eyleme katılabilmek amacıyla işyerinden ayrılmak için şefinden Sendikanın kararını dayanak göstererek izin istemiştir. Başvurucu, talebine olumsuz yanıt verilmesi üzerine işyerinden bir saatliğine ayrılmış ve basın açıklamasına katıldıktan sonra tekrar mesaiye dönmüştür. Söz konusu karar doğrultusunda bir saat görev yerinde bulunmayan başvurucu hakkında mazeretsiz olarak göreve gelmediği ya da görevine gelip daha sonra görev yerini terk ettiği iddiasıyla başlatılan disiplin soruşturması sonucunda başvurucuya uyarma cezası verilmiştir. Başvurucu, disiplin cezasının iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 25/12/2013 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) benzer başvurularda vermiş olduğu kararlara değinmiş ve başvurucunun bağlı bulunduğu Sendikanın çağrısına uymak suretiyle sendikal faaliyet kapsamında eyleme katıldığını belirterek uyarma cezası verilmesinin demokratik bir toplumda gerekli olmadığına ve işlemin iptaline karar vermiştir. İdare tarafından yapılan itiraz üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 31/3/2015 tarihinde başvurucunun sendika kararı doğrultusunda 17/6/2013 tarihinde görev yerini terk etmesinin sendikal faaliyet kapsamı dışında olduğunu, eylemin Taksim Gezi Parkı olaylarında hükûmetin toplumsal olaylara müdahale biçimini protesto etmek amacıyla yapıldığını, bu durumun ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde düzenlenen haklar çerçevesinde olmadığını belirterek ilk derece mahkemesinin kararının bozulmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi de Bölge İdare Mahkemesince 11/11/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 3/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/601 | Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın çağrısı doğrultusunda mesai saatleri içinde bir saat süreyle görev yerinden ayrılması nedeniyle uyarma disiplin cezası ile cezalandırılmasının örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hükümlü olarak bulunulan ceza infaz kurumunda yapılan operasyonda güvenlik güçlerince atılan gaz bombasının isabet etmesi sonucunda sağ kolun dirseğinden kesilmesi üzerine açılan tam yargı davasının reddedilmesi ve yaralanma sonrasında tıbbi yardımın geç yapılması nedenleriyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, makul sürede yargılanma hakkı ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 2014/4217 sayılı dosyadaki bireysel başvuru 26/3/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 19/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 11/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 19/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir. 2016/9073 sayılı bireysel başvuru 3/5/2016 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. 3/6/2016 tarihinde, 2016/9073 numaralı bireysel başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/4217 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2016/9073 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2014/4217 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 7309/04 sayılı kararında ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1969 doğumlu olan başvurucu, başvuru konusu olayın meydana geldiği tarihte Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda (Cezaevi) hükümlü olarak bulunmaktadır. 2000 yılında F tipi ceza infaz kurumlarının hizmete açılması üzerine ülkemizde Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumu da dâhil olmak üzere birçok ceza infaz kurumunda “ölüm orucu” olarak adlandırılan açlık grevi ve isyanlar başlamıştır. Türkiye genelinde eylem yapılan ceza infaz kurumlarına müdahale etmek üzere Adalet ve İçişleri Bakanlıkları tarafından hazırlanan 14/12/2000 tarihli plan doğrultusunda terör örgütlerinin baskısıyla açlık grevi yapan kişilerin kurtarılmaları, tedavilerinin sağlanması, infaz kurumlarının silahsızlandırılması amacıyla 19/12/2000'de saat 00 sıralarında Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda operasyon yapılmıştır. Operasyon sırasında hükümlüler isyan başlatarak Cezaevini ateşe vermişler, birhükümlü kendini yakarak intihar etmiş, ayrıca güvenlik güçleriyle çıkan çatışmalarda üç hükümlü ile bir jandarma er vefat etmiş, birçok kişi de yaralanmıştır. Olaylar sırasında güvenlik güçleri tarafından atılan gaz bombasının başvurucunun sağ koluna isabet etmesi üzerine dirseğinin üzerinden kolu kesilmiştir. Cezaevinde Yapılan Operasyonun Detayları 23/10/2000 tarihli dilekçeyle Cezaevinde hükümlü 69 kişi, aynı tarihte açlık grevine başlayacaklarını bildirmişlerdir. Dilekçede, F tipi cezaevlerinin faaliyete geçmesine karşı dokuz maddeden oluşan isteklerini belirtmişlerdir. Hükümlülerin Bakanlığa hitaben yazdıkları 2/12/2000 tarihli dilekçenin içeriği şöyledir:“…Çanakkale Cezaevinde bulunan bir grup ... çizgi savaşçısı tutsakları olarak hücre tipi cezaevleri politikasını protesto etmek, devletin F tiplerini meşrulaştırma çabalarına geçit vermemek, ölüm orucundaki tutsakların eylemini desteklemek için 3 Aralık 2000’den itibaren süresiz açlık grevine başlıyoruz, hücreler ölümdür, hücrelere girmeyeceğiz. F tipi cezaevleriyle dayatılan siyasi ve insani kimliğimize dönük saldırılara karşı sonuna kadar direneceğiz. Konuşan, hakkını arayan herkese dönük bir tehdit olan hücre politikasını içeride ve dışarıda birleşik etkin ve örgütlü direnişlerle boşa çıkaracağız.” Çanakkale E Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 14/5/2007 tarihli yazısında 2000 yılında Cezaevinde yapılan arama tutanakları gönderilmiştir. Tutanaklarda hükümlü ve tutukluların arama yapılmak üzere havalandırma bahçelerine çıkmaları istendiğinde “Kesinlikle geçmeyiz, daha önceden böyle bir şey yoktu, aramanızı yapacaksanız biz buradayken yapın.” şeklinde cevap verdikleri, ortamın gerginleşmemesi için hükümlü ve tutuklular koğuş havalandırma bahçelerine alınmadan arama yapıldığı, detaylı aramaya terör suçundan hükümlü ve tutukluların karşı çıktığı belirtilmiştir. Çanakkale Cezaevinde açlık grevinin başlaması üzerine açlık grevi yapan hükümlülerin kurtarılmaları, tedavi ettirilmeleri, Cezaevininsilahsızlandırılması ve hükümlülerin F tipi cezaevlerine sevk edilmeleri amacıyla açlık grevi yapanlara müdahale edilmesi kararlaştırılmıştır. İçişleri Bakanlığı ve Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine İl Jandarma Komutanlığı tarafından müdahale yapılması planlanmıştır. İçişleri Bakanlığı tarafından 14/12/2000 tarihinde müdahale emri verilmiştir. 17/12/2000 tarihli yazıyla Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığı; bazı tutukluların “ölüm orucunu” fiilen başlattıkları, her türlü tıbbi yardımı reddettikleri ve sağlık durumlarının endişe verici olduğu yönünde Çanakkale Valiliği ile Jandarma Komutanlığını bilgilendirmiştir. Bu konuda verilen emirle ilgili 18/12/2000 tarihli ve 30 saatli tutanak tanzim edilmiştir. İçişleri, Adalet ve Sağlık Bakanlıkları arasında imzalanan protokolle, açlık grevine katılanların sağlık durumlarının kötüye gitmesi durumunda, uzman bir hekimin kararı üzerine gerektiği takdirde jandarmanın da yardımına başvurularak acil müdahalede bulunma imkânı sağlamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, müdahale emrine göre isyancıların koğuşlarının kontrol altına alınmasına ve açlık grevi yapanların tıbbi bakımlarının sağlanmasına yönelik operasyonun Bakanlık tarafından belirlenen tarihte yürütülmesi gerektiğini belirtmiştir. Çanakkale Cezaevinde 19/12/2000 tarihinde saat 00 sıralarında operasyon başlatılmıştır. Jandarma görevlilerince açlık grevine katılmayan D Blok D-7, D-8 koğuşlarındaki 85 tutuklu ve hükümlünün E Blok E-1, E-2 ve E-3 koğuşlarına; C Blok sağ ve sol müşahede koğuşlarında bulunan 45 tutuklu ve hükümlünün A Blok idare binası avukat görüş yerlerine; B Blok tecrit ve revir bölümünde bulunan 38 tutuklu ve hükümlünün A Blok idare binası nöbetçi müdür odasına nakledilerek güvenlikleri sağlanmıştır. Jandarma görevlileri üst kattaki ana koridoru kontrol altına almış ve Z-3 ve S-7 noktalarında bulunan aşağıdaki ana koridora geçişleri engellemişlerdir. Ancak S-1 ve S-6 kapılarının arkasında barikatlar kuran tutuklulara tahsis edilen D Blok'ta dirençle karşılaşmışlar, D-5 ve D-6 koğuşlarında operasyon başlatılmıştır. Jandarma görevlileri, saat 00 civarında S-6 kapısının arkasında toplanan tutukluları fark etmiş; grup tarafından marşlar söylendiği sırada hükümlü F.K. kendini yakmıştır. Jandarma görevlilerinin F.K.ye yardım etmeye çalıştıkları esnada isyancılar, barikattan silahla ateş ederek ve el yapımı bomba atarak jandarma görevlilerine karşılık vermişlerdir. Ayrıca isyancılar “Yaklaşmayın, tek tek hepimizi böyle yakıp önünüze atacağız, bizi bu şekilde teslim alırsınız.” diye bağırmışlardır. Aynı anda Z-3 noktasında görevlendirilen jandarma görevlilerine S-1 kapısından üç ya da dört el ateş edilmiştir. Güvenlik güçleri tarafından D Blok kontrol altına alınmıştır. Saat 00 sıralarında olası bir silahlı saldırıyı önlemek, isyancı olmayanları tahliye etmek ve isyancıları yakalamak amacıyla kadınlara ayrılan B Blok'un dış duvarlarında iş makineleri tarafından delik açılması için bir komando timi yerleştirilmiştir. Saat 50 civarında bu birliğin konuşlandırıldığı sırada Jandarma Er , B Blok koğuşlarından birinin penceresinden açılan ateş sonucu yaralanmıştır. , ambulansta hayatını kaybetmiştir. Operasyon sırasında isyancı hükümlüler saat 00’de B Blok kadın koğuşundan iki el, C Blok C-1 koğuşunda saat 30’da üç el, saat 40’da C-1 koğuşunda çatı ekibine tabancaylaiki el ateş etmişler, ara maltadan D-3 koğuşu maltasına saat 50’de üç adet el yapımı boru bomba atmışlar, çekildikleri koğuşları yakmışlardır. Güvenlik güçlerinin delik açtıkları duvarlardan isyancılar LPG tüplerinden yaptıkları alev makineleriyle saldırmışlardır. D Bloktaki koğuşların tahliye edilmesinin ardından saat 00’de operasyona ara verilmiştir. 20/12/2000 tarihinde saat 30’da operasyona devam edilmiştir. Operasyon, C Blok'ta yeniden başlatıldığında isyancılar geri çekilerek jandarma görevlilerinin üzerine ateş açmışlar ve boru tipi bombalar atmışlardır. Güvenlik güçleri, C-1 ile C-4 koğuşlarını kuşattıklarında isyancılar bütün yerleri alev makinesi olarak kullandıkları gaz ocaklarıyla ateşe vermişlerdir. C Blok, güvenlik görevlileri tarafından kontrol altına alınmıştır. Bundan sonra E Blok S-7 kapısında bulunan kolluk kuvvetleri S-6 kapısını hâkimiyeti altına alarak S-5 kapısına doğru yönelmiştir. Ardından S-7 noktasına yerleştirilen jandarma görevlileri B Blok'u kuşatmışlardır. Jandarma görevlileri, yemekhanenin girişinde, dört gaz ocağı ve el yapımı patlatıcı yardımıyla sıkıştırılmış iki şişe oksijen bulmuşlardır. Bombayı aktif hâle getiremeden bu kattan ayrılan isyancılar, patlamayı gerçekleştirmek için gaz ocakları ile şişenin üzerine ateş etmişlerdir. Güvenlik güçleri, teslim ol çağrılarını yineleyerek tutuklu ve hükümlülerin direnişini kırmak amacıyla göz yaşartıcı bombalar atmış; 20/12/2000 tarihinde saat 30’da operasyona yeniden ara vermiştir. Tüm bu süre boyunca jandarma görevlileri, 137 gaz bombası ve M-16 saldırı tüfeklerinin üzerine monte edilen bomba atar yardımıyla atılan göz yaşartıcı bombalar kullanmışlardır. Hükümlüler de tabancalar, el yapımı bombalar ve alev makineleri kullanmışlardır. 21/12/2000 tarihinde saat 00 civarında operasyona kaldığı yerden devam edilmiş, A Blok kuşatılmıştır. Müdahale timleri, B Blok'un zemininde delik açmış; deliklerin arasından alt katta bulunan ana koridor, yemekhane, koğuşlar ve spor salonuna doğru göz yaşartıcı bombalar atmışlardır. İtfaiyeciler içeriye tazyikli su sıktıkları sırada söz konusu yerlerin havalandırılmasını ve isyancıların tahliyelerini sağlamak amacıyla iş makineleri, aynı anda söz konusu bloğun dış duvarlarını erişilebilir yerlere kadar yıkmaya başlamıştır. Başvurucu, diğer hükümlülerle birlikte D-3 koğuşuna müdahale yapıldıktan sonra spor salonuna intikal etmiştir. Başvurucu, tutuklu S.S.nin bu olay sırasında yaşamını yitirdiğini ve arkadaşlarını battaniyeler yardımıyla korumaya çalıştığı sırada sağ koluna gaz fişeğinin isabet ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu, bilincini kaybetmeden önce vücut ısısının aşırı derecede yükselmesindenbayılmış, uyandığında arkadaşlarının olay yerinden ayrıldıklarını fark etmiş ve kendisi de çıkışa doğru koridoru izleyerek olay yerinden ayrılmıştır. Saat 30 sıralarında, dışarıda konuşlandırılan jandarma görevlileri ateş seslerini duymuşlar ve bazı isyancıların arkadaşlarının binadan ayrılmasına engel olmaya çalıştığını fark etmişlerdir. Daha sonra yaralı olduğu anlaşılan başvurucunun da aralarında yer aldığı on sekiz tutukludan oluşan bir grup dışarı çıkmıştır. Operasyon, saat 15'te olay yerinin tamamen tahliye edilmesiyle son bulmuştur. Cezaevinin bahçesinde toplanan başvurucunun da aralarında bulunduğu dört yaralı, yoğun bakım ünitesine; on üç yaralı ise hastanelerin cezaevi ünitelerine alınmıştır. Bunlar arasında bulunan F.S., ameliyathanede hayatını kaybetmiştir. Operasyonda güvenlik güçlerinden birisi vefat etmiş, bir asker yanağından yaralanmıştır. 22/12/2000 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı tarafından olay yerinde keşif yapılmıştır. Yapılan keşifte Cezaevinde olaydan sonra alt ana maltaya ait tüm elektrik tertibatının yakılarak ve kırılarak tahrip edildiği, koridorların ve koğuşların yer yer karanlık ve loş olduğu; fenerler yardımıyla, bubi tuzakları ihtimalinin bulunması nedeniyle eşyaların konumu ve yerleri değiştirilmeden bulundukları hâl üzere yapılan tespitte Z-3 kapısı ile S-1 kapısı arasında bulunan tüm camların kırık olduğu, çerçevelerin yandığı, çok sayıda çelik ranza ve çelik dolabın yerlere saçıldığı, büyük bir kısmının tahrip edilmiş ve kullanılamaz hâlde olduğu, yer yer yandığı, S-1 kapısı ile S-2 kapısı arasında, S-1 kapısının arkasına hükümlüler tarafından çelik dolap, ranza, masalardan oluşmuş barikatın kurulduğu, bu şekilde yakıldığı, bu arada elektrik panosunun yandığı, B-5 kapısının yanında duvarın 1x1,5 m ebadında yıkıldığı, bu arada bulunan dolap içinde el yapımı gaz maskesinin bulunduğu, S-1 ve S-2 kapıları arasında çok sayıda çelik dolap, ranza ve buzdolabının bulunduğu, bunlardan faydalanılarak barikatların oluşturulduğu, eşyaların yanmış, tahrip edilmiş, kullanılamaz hâlde olduğu, tavanda gaz bombası atmak için bir adet deliğin bulunduğu, kantin camlarının kırık olduğu, yerlerde pet şişeden yapılmış çok sayıda gaz maskesinin bulunduğu, kot pantolondan yapılmış eldivenlerin bulunduğu, S-1, S-3 kapıları arasında camların kırık olduğu ve tavanlarda yangın izlerinin bulunduğu, S-3, S-4 şebeke kapıları arasında çok sayıda barikat için kullanılan dolap, ranza, yatak ve battaniye gibi malzemelerin bulunduğu, bu malzemelerin yanmış ve kullanılamaz hâlde olduğu, elektrik tesisatı ve panonun tamamıyla yandığı, S-4, S-5 kapıları arasında camların kırık olduğu, yanmış ranza bulunduğu, S-5, S-6 kapıları arasında yanmış elektrik panosu, el yapımı pet şişe gaz maskeleri, ranza demirlerinden yapılmış şiş, pala gibi saldırı aletleri ve yanık yatakların bulunduğu, S-6 kapısının S-5 kapısı tarafında kalan kısmında çelik elbise dolaplarıyla yapılmış barikattan kalan malzemelerin bulunduğu ve yerlerde yangın kalıntılarının bulunduğu, zeminin ıslak olduğu, ana malta bölümünde boydan boya dört sıra hâlinde bulunan yalıtkanlı kalorifer borularının büyük bir kısmının yandığı, D-6 koğuşuna girildiğinde sayılamayacak kadar çok örgütsel kitap, dergi, broşür, bez pankartlar, ecza malzemeleri, ilaçlar, enjektörler ve diğer malzemelerin yerlere saçılmış olduğu, yemekhanede tüm eşyaların yerlerde olduğu, eşyalar arasında kara kutu fotoğraf makinesi, el yapımı boru tipi bomba, çok miktarda serum, maket silahlar, battaniyeden yapılma kütüklüklerin olduğu, D-5 koğuşunun yemekhanesinde girişte barikat olduğu, içerdeki tüm eşyaların yanık olduğu, camların kırıldığı, yerlerde bol miktarda çivi, boru, bomba yapım malzemelerinin olduğu, D-1 koğuşunun kısmen tahrip edilmiş olduğu, elektronik eşyaların tümünün kırıldığı, örgütsel dokümanlar ve kitapların olduğu, D-3 koğuşunun üst maltadan kapısının sökülmüş olduğu, yatakhane kısmında eşyaların dağınık vaziyette olduğu, teneke kutulardan yapılmış el yapımı boş bombalar, örgütsel dokümanlar, kırılmış elektronik eşyalar, örgütsel bayraklar olduğu, yatakhanenin üst katında küçük bölmenin arşiv olarak kullanıldığı, bomba yapımında kullanılan tozlar, boş kola kutuları, kibrit parçalarından yapılmış patlayıcı tozlar olduğu, yemekhane bölümünde her yerin yandığı, yerlerde örgütsel dokümanlar bulunduğu, C-2 koğuşunun yemekhanesinde parçalanmış, ezilmiş dolaplar, örgüte ait pankartlar, dokümanlar bulunduğu, yatakhane kısmında örgütsel doküman, kitaplar, ilaçlar olduğu, C-1 koğuşu yemekhanesinin tamamen yandığı, havalandırmada serumlar ve hortumların olduğu, 2mermi çekirdeği bulunduğu, C-4 koğuşunda eşyaların dağınık ve yerlerde olduğu, örgütsel flama ve kitapların bulunduğu, yemekhanede el yapımı maskeler, örgüt flama ve bayrakları ve Cezaevi planının olduğu, B Blok'ta bulunan spor salonunda yerlerde alt kata gaz bombası atılmak için açılmış yedi delik olduğu, ayrıca çok miktarda örgütsel doküman bulunduğu, B-2 koğuşu yatakhanesinde eşyaların dağıtılmış olduğu, örgütsel gazeteler, ciltlenmiş örgüt kitapları, tuvalette gizli evrakın yakıldığının tespit edildiği, B-1 koğuşu ara maltada çok sayıda kesici alet ve şiş olduğu, yerlerde çok sayıda gaz maskesi olduğu belirtilmiştir. Aramalar sonucunda bir adet tüfek ve bir adet el yapımı tabanca, beş tabanca, bir adet top ve iki tabanca dipçiği, iki şarjör, farklı çaplarda 219 fişek kovanı, otuz dokuz mermi, sekiz fişek, bir adet sapan, ikialev makinesi ve sekiz adet el yapımı bomba atar, çeşitli patlayıcı maddeler, pek çok kesici ve kırıcı alet, otuz bir adet el yapımı bıçak, bir adet pala, altı sopa, otuz birmolotof kokteyli, dört gaz ocağı ve sıkıştırılmış iki şişe oksijen, bir litre mazot, demir tozu, civa, birçok el yapımı gaz maskesi, on üç demir boru bulunmuştur. 26/12/2000 tarihli ikinci keşif tutanağına göre keşfe B-1 koğuşundan başlandığı, birinci bölümde yapılan aramada bir adet 65 mm çaplı tabancaya ait şarjör, bir adet 65 mm çaplı dolu fişek, üç plastik enjektöre monte edilmiş G-3 çekirdeği, bir adet 65 mm boş kovan, bir adet 65 deforme olmuş çekirdek, bir adet kâğıt yapıştırılmış G-3 çekirdiği, iki adet 65 mm boş kovan, bir adet sapan, çok sayıda el yapımı şiş, delici ve kesici alet, çok sayıda lama demirinden yapılmış demir alet ve boru, dört ağaç sopa, bir adet eğe, on üçadet el yapımı gaz maskesi, bir adet kırık cep telefonu parçası, bir adet makas, bir adet küçük çekiç, bir adet kırık demir testere, bir adet pil bataryası, on bir adet serum şişelerine hazırlanmış molotof kokteyli, dört şırınga, sekiz adet 20 cm uzunluğunda boru bomba olduğu tahmin edilen alet, bir adet tartı aleti, çok sayıda tıbbi ilaç ve malzeme, çeşitli pankartlar, kitaplar, bir adet oyuncak lazer, yine iki adet plastik enjektöre monte edilmiş G-3 mermisi çekirdeği, bir adet el yapımı pil içine yerleştirilmiş G-3 çekirdeği, bir adet arkası kâğıt yapıştırılmış G-3 çekirdeği, iki ağaç sopa, bir adet plastik şişede solüsyon, üç makas, Panasonic cep telefonu parçaları, üç adet 65 mm çapında boş kovan, yirmi dört adet el yapımı gaz maskesi, on iki adet el yapımı şiş, kama vb. demir parçaları, on beş adet el yapımı kama ve demir parçası, iki adet 30 cm çelik silindir, 1 m 8’lik demir, bir adet levye, beş adet 70 cm uzunluğunda lama demiri, iki adet 65 mm boş kovan, bir adet el yapımı tabanca, iki adet 35 mm çapında boş kovan, bir adet 65 Belçika BB35883 seri No.lu tabanca, bir adet 65 mm 5334 seri No.lu kırık tabanca, bir adet tabanca mekanizması ve yay, üç adet 65 mm tabancaya ait şarjör, bir adet tabanca namlusu, bir adet kabzası kırık tabanca tipik tertibatı, bir adet içinde patlayıcı olduğu tahmin edilen ilaç kutusu, dört kuş sapanı, iki alev makinesi, on üç adet molotof kokteyli, yirmi beş adet el yapımı gaz maskesi, bir adet el yapımı kırık tüfek, yedi demir boru, on bir adet el yapımı demir şiş ve kılıf, beş adet el yapımı kama ve kılıç, bir adet şarj makinesi, B-1 koğuşunun ikinci bölümünde iki adet 9 mm dolu fişek, bir adet 9 mm boş kovan, bir adet 65 mm dolu fişek, örgüt flamaları, bir adet kot tabanca kırık kabzası, bir adet astra marka tabanca kırık kabzası, bir adet 9 mm dolu fişek, bir adet 9 mm patlamamış fişek, beş adet 65 mm boş kovan, dört adet 65 mm boş kovan, bir adet 35 dolu fişek, bir adet 35 çapında 981657 seri numaralı tabanca, yedi molotof kokteyli, on üç adet el yapımı kama, şiş ve delici alet, altı adet muhtelif ebatta demir boru, sekiz adet el yapımı gaz maskesi, bir adet tabanca kabzası, bir adet bilgisayar adaptörü, üç cep telefonu adaptörü, bir adet içinde patlayıcı olduğu tahmin edilen cam şişe, bir adet balyöz, bir adet masat, iki adet matkap ucu, sekiz adet el yapımı gaz maskesi, dokuz demir testeresi, bir litre likit vazalin, tuvalet kısmında bir adet Nokia marka kartsız, kırık cep telefonu, iki adet 65 mm boş kovan, bir adet yanmış dizüstü bilgisayar bulunduğu belirtilmiştir. Alınan el svaplarında başvurucuda atış artığına rastlanmamıştır. Çanakkale Sulh Ceza Mahkemesinin 2001/2 Değişik İş sayılı dosyasında meydana gelen zararın tespiti için 3/1/2001 tarihinde keşif yapılmış, bilirkişi raporlarına göre Cezaevinde toplam 000 TL (Eski Türk Lirası) maddi hasar meydana geldiği belirtilmiştir. Cezaevi Müdürlüğünün 17/1/2001 tarihli yazısı ile Cezaevinde yapımı tamamlanmamış bir tünel bulunduğu bildirilmiştir. Çanakkale İl Jandarma Komutanlığının 28/9/2004 tarihli yazısında 19/12/2000 ile 21/12/2000 tarihleri arasında Çanakkale E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda yapılan “Hayata Dönüş Operasyonu“nda jandarma personelinin üzerinde görev silahı olan 62 mm G3 piyade tüfeği, 9 mm MP-5 makineli tabanca, 9 mm tabancayla bir kısım personelde göz yaşartıcı bomba mevcut olduğu, operasyon süresince telsiz ve telefon konuşmalarının kaydedilmediği belirtilmiştir. Çanakkale İl Jandarma Komutanlığının 28/6/2005 tarihli yazısında, operasyon esnasında Çanakkale E Tipi Kapalı Cezaevi, A, B, C, D ve E Blokları iç kısımlarında operasyon birliklerince ateşli silah kullanılmadığı, operasyon sonunda il Cumhuriyet Başsavcısı ve Cezaevi Cumhuriyet savcısı nezaretinde tüm Cezaevi ve iç kısımlarında ince ve detaylı aramalar yapıldığı, elde edilen suç eşyalarının Cumhuriyet savcısı tarafından tespit edilerek emanete alındığı, bu konuda güvenlik kuvvetlerinde hiçbir evrak ve madde bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun Muayene Süreci Başvurucu 21/12/2000 tarihinde saat 15 itibarıyla operasyon sona erdikten sonra ambulansla Çanakkale Devlet Hastanesine götürülmüştür. Başvurucuya osteo-fasiyal alanda akut kompartman sendromu (basınç birikmesi sonucu kan akışının kesilmesi) teşhisi konmuş ve cerrahi yolla yaraya yansıyan basıncı azaltma yönünde acilen tedavi uygulanmıştır. Çanakkale Devlet Hastanesinin 21/12/2000 tarihli raporunda şunlar belirtilmiştir: "Sağ ön kolda çok sayıda açık kırık + yabancı nesne + kompartman sendromu, dekompresyon (basınç düşürülmesı) + fasyotomi (kasları bölme)" gerçekleştirilmiştir. Gelişmiş her türlü tedavi için Çapa Üniversite Hastanesi Plastik Cerrahi Servisinde ilgilinin bakımının üstlenilmesi gerekmektedir. Sevk ambulans ile yapılmalıdır. Müdahalenin ardından başvurucu, kardiyovasküler (kalp damar) muayeneye tabi tutulmuş, daha sonra da Ortopedi Servisine kabul edilmiştir. Saat 40 sıralarında düzenlenen geçici sağlık raporunda, patlamamış olan göz yaşartıcı gaz fişeğinin başvurucunun sağ dirseğinden çıkarıldığı ve başvurucunun hayati tehlikesinin bulunduğu belirtilmiştir. AİHM’in dosyasına ibraz edilen ancak başvuru dosyasına sunulmayan tutanağa göre başvurucunun kolundan çıkarılan fişeğin Cumhuriyet savcısına teslim edildiği anlaşılmaktadır. Bu tutanakta saat 00 sıralarında Çanakkale Devlet Hastanesine ambulansla götürülen başvurucunun da aralarında olduğu üç kişi üzerinde cerrahi müdahale yapıldığı belirtilmiştir. Çanakkale Devlet Hastanesi yoğun bakım ünitesi hasta izleme formuna göre başvurucu 21/12/2000 tarihinde saat 15’te ameliyata alınmıştır. Çanakkale Devlet Hastanesi tarafından 23/12/2000 tarihinde başvurucunun Çapa Tıp Fakültesi plastik cerrahi servisine sevk edilmesine karar verilmiştir. Cezaevi Müdürlüğü 23/12/2000 tarihinde, başvurucuyu Çapa Tıp Fakültesi Hastanesine sevk etmeye çalışmış ise de bu Hastanede tutuklulara tahsis edilen bölüm bulunmadığından bu işlem gerçekleştirilememiştir. 23/12/2000 tarihinde saat 50 sıralarında başvurucu Cerrahpaşa Tıp Fakültesi plastik cerrahi servisine sevk edilmiştir. 5/1/2001 tarihinde, başvurucunun dirseğinin üzerinden sağ kolu kesilmiştir ve başvurucu 26/1/2001 tarihine kadar bu Hastanede kalmıştır. 26/1/2001 tarihinde başvurucu, Sağmalcılar Devlet Hastanesi’nin genel cerrahi servisine gönderilmiştir. Başvurucu, söz konusu serviste 13/2/2001 tarihine kadar kalmıştır. Edirne Devlet Hastanesinin 29/11/2001 tarihli raporunda, başvurucunun maruz kaldığı ateşli silah yaralanması nedeniyle humerus (kol kemiği) dirsek üstü (R) ampütasyon (organ kesme) uygulandığı, hayati tehlike geçirdiği, uzuv kaybı olduğu, hastaya myoelektrikli kol protezinin uygun olduğu bildirilmiştir. Bursa Devlet Hastanesinin 12/11/2006 tarihli heyet raporuna göre başvurucuda %57 oranında iş gücü kaybı bulunmaktadır. Güvenlik Güçleri ve Hükümlüler Hakkında Yapılan Soruşturmalar Başvurucunun da aralarında bulunduğu 154 hükümlü hakkında Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının 20/4/2001 tarihli ve 2000/3468 Hazırlık sayılı iddianamesi ve 10/1/2002 tarihli ek iddianamesiyle faili gayrimuayyen olacak şekilde adam öldürme, cezaevinde silahlı isyan, intihara azmettirme, izinsiz patlayıcı madde imal etme ve kullanma suçlarından kamu davası açılmıştır. Açılan bu dava Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/158 sırasına kaydedilmiştir. Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2003 tarihli ve 2001/1234 Hazırlık sayılı iddianamesiyle operasyona katılan 563 güvenlik görevlisi hakkında görevin ifası sırasında faili gayrimuayyen olacak şekilde öldürme ve yaralama suçlarından kamu davası açılmıştır. Başvurucunun yaralanmasıyla ilgili olarak 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun , ve maddelerine göre sanıkların cezalandırılmaları talep edilmiştir. Bu dava, Mahkemenin 2003/378 sayılı esasına kaydedilmiş; 26/5/2004 tarihli kararı ile aynı Mahkemenin 2003/378 sırasına kayden, görülmekte olan operasyona katılan güvenlik görevlileri hakkında açılan kamu davası ile birleştirilmiştir. Dosyalar Mahkemenin 26/5/2004 tarihli kararı ile 2003/378 esasında kayıtlı dosyası üzerinde birleştirilmiştir. Çanakkale E Tipi Cezaevi Müdürlüğü 28/6/2002 tarihli yazısıyla başvurucu hakkında verdiği bilgide başvurucunun 26/3/1998 tarihinde Cezaevine geldiği, terör hükümlülerinin barındığı C-2 koğuşuna verildiği, burada diğer terörden hükümlü ve tutuklularla birlikte malta işgali, sayım vermeme, personeli rehin alma ve açlık grevi gibi eylemlere katıldığı, 10/11/1999 tarihinde D-3 koğuşuna alındığı, operasyona kadar orada kaldığı, 23/10/2000 tarihli açlık grevi direnişi dilekçesinde imzasının bulunduğu, teröristler tarafından açılan tünelde çalıştırıldığı, 24/10/1998 tarihli tutanağa göre dokuz infaz ve koruma memurunun rehin alınması olayına karıştığı bildirilmiştir. Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 16/9/2008 tarihli ve E.2003/378, K.2008/268 sayılı kararı ile hakkında dava açılan kamu görevlisi sanıkların delil yetersizliği nedeniyle beraatlerine, isyancı sanıklar hakkında açılan kamu davalarının ise zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:“...765 Sayılı TCK.nun maddesinde, öldürme ve yaralama fiillerinin 2 veya daha çok kimse tarafından birlikte işlenmiş olup da asli failinin kim olduğu belli olmazsa bunlardan her birisi hakkında, fiil için tayin edilmiş olan cezanın 1/3’ten yarıya kadar indirilerek hükmolunacağı, verilecek cezanın ölüm cezasını gerektiren fiillerde 20, müebbet ağır hapis cezasını gerektiren hallerde 16 seneden aşağı olamayacağı, bu hükmün fiili doğrudan doğruya beraber işlemiş olanlar hakkında uygulanamayacağı öngörülmüştür.Asıl olan suçu işleyen kişi ve kişilerin cezalandırılmasıdır. Bu tespit edilemediğinde yasa koyucu maddede 2 veya daha çok kişinin belli bir suçun işlenmesine katılmış olması ve fakat asli failin hangisi olduğunun belli olmaması halinde, suça katılanların hepsinin tamamlanmış suç için öngörülen ceza ile sorumlu tutulmasını ya da tümünün aklanmasını uygun bulmamış, suçun icrasına katılanların cezalandırılmalarını ancak verilecek cezanın maddede gösterilen şekilde belirlenmesini istemiştir. İddianamede belirtilen güvenlik kuvvetleri mensubu sanıkların tümü fiilen operasyona katılmamıştır. Bir kısmı çevre güvenliğini almış, bir kısmı iddianamede belirtildiği gibi bir kısım kişi ve araçların güvenliğini sağlamıştır. Yani bütün askerler silahlarını kullanıp ateş etmemiştir. Tüm askerlerin öldürme ve yaralama fiillerinden sorumlu tutulmaları için suç kastıyla hareket edip suça katılmaları yani tutuklu veya hükümlülerin bulunduğu koğuşlara ateş ettiklerinin belli olması ancak hangi askerin silahıyla ölüm ve yaralanma neticesinin meydana geldiğinin belli olmaması gerekir. Tüm asker sanıkların silahlarıyla ateş ettiği ispat edilememiştir… Göz yaşartıcı bomba atan tüfeği kimin kullandığı belli değildir…...” Kararın başvurucu ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 12/12/2012 tarihli ve E.2009/10141, K.2012/9364 sayılı ilamıyla karar bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili bölümleri şu şekildedir:“…B) Dosya kapsamına göre, cezaların infazındaki temel ilkeyi gerçekleştirmek için infaza ilişkin kuralların uygulanmasında hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefi inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanması bakımından ve cezaların infazıyla özellikle suç işlenmesini önlemek, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek; üretken, kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak ve cezaevlerinde yok olmaya başlayan Devlet otoritesini yeniden tesis etmek amacıyla, gerekli yasal düzenlemelerin hayata geçirilerek, ülke çapında ihtiyaca uygun yeni cezaevlerinin yapılmaya başlandığı, bu çalışmalara karşı ülke genelinde özellikle terör suçundan hükümlü ve tutuklular tarafından direniş gösterildiği, hükümlü sanıkların da cezaevleri reformuna yönelik bu politikaları etkisiz kılmak maksadıyla, öncelikle cezaevi idaresini zaafa uğratarak koğuşlarda mutat olarak yapılması gereken kontrolleri engelledikleri, cezaevi içinde kendilerine ait egemenlik alanları oluşturdukları, içerisinde teknik ve sağlık ekipman barındıran lojistik birimleri ele geçirdikleri, olası müdahalelere karşı cezaevini adeta bir cephanelik haline getirip, su borularından yapılmış bombalar, mutfak tüplerini kablolarla irtibatlandırarak patlayıcı haline getirilmiş tuzaklar, plastik enjektörlerin uç kısmına mermi çekirdeği konularak içine barut doldurmak suretiyle tek atımlık silah haline getirilmiş mekanizmalar, alev makineleri, molotof kokteylleri, gaz maskeleri, tahta üzerine demir boru monte edilerek üretilmiş tüfek biçimindeki düzenekler, demir çubuklardan yapılmış, uçlarında yorgan iğnesi, kalem ucu, çivi bulunan oklar, bu okları fırlatmayı sağlayan tertibatlar, bunlara benzer saldırı ve savunma amaçlı malzemeler imal ettikleri; bunların yanında idareyi yönetim ve hakimiyet zaafına uğratmaları sonucu, olay yeri tespit tutanaklarında belirtildiği üzere yedi adet tabanca, çok sayıda delici ve kesici alet, cep telefonları ve bilgisayarları cezaevine soktukları, başta Adalet Bakanlığı olmak üzere ilgili mercilere gönderdikleri dilekçelerde açlık grevlerine başladıklarını belirtip, F tipi olarak adlandırılan cezaevlerinin yapımının durdurulması, mevcutların kapatılması, Terörle Mücadele Kanunu ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması, Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıklarının ortaklaşa çalışmasıyla, ceza infaz kurumlarıyla tutukevlerinde yönetim, dış koruma ve sağlık hizmetlerine işlerlik kazandırılması amacına yönelik imzalanan Üçlü Protokolün iptal edilmesi, bazı meslek kuruluşlarınca belirlenen temsilciler tarafından cezaevlerinin denetlenmesi gibi taleplerde bulundukları, muhtemel operasyonlara karşı kendilerini yakacaklarına ilişkin uyarılar yapmak suretiyle isyan sürecini başlattıkları, eylemlerine katılmayan mahkumlara fiziki ve psikolojik baskı uyguladıkları, zamanla açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştüğü, bu nedenle gönderilen tıbbi yardımların geri çevrildiği, bu ahvalde; insan sağlığını tehdit eden bir süreye ulaşan ölüm oruçlarının sona erdirilmesi, cezaevinde hakimiyetin yeniden kurulması, cezaların infazının amacına uygun ortamlarda yerine getirilmesinin sağlanması amacıyla, 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 2/a maddesi uyarınca ceza ve ıslah kurumlarında gözetim ve denetim yapmak, aynı Kanunun 11/b maddesi uyarınca da hükümlülerin beslenmesi konusunda gerekli özeni göstermekle görevli AdaletBakanlığıveİçişleri Bakanlıklarının koordineli olarak yaptıkları istişareler sonunda, İçişleri Bakanlığının emriyle 2000 günü saat 00 sıralarında Çanakkale Cezaevindeki ayaklanmayı bastırmaya yönelik bir operasyon başlatıldığı, operasyona 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunun 7/1-a 10 ve maddelerine göre ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korumasını yapmakla görevli, diğer güvenlik kuvvetleriyle işbirliği yapma yetkisini haiz, kendisine verilen görevlerin ifası sırasında hizmet özelliğine uygun ve görevin gereği olarak Kanunlarda öngörülen silah kullanma yetkisine sahip ve 3152 sayılı İçişleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri hakkındaki Kanunun 29/b maddesine göre İçişleri Bakanlığına bağlı Jandarma Genel Komutanlığının personeli olan Çanakkale il ve ilçe jandarma komutanlıklarında görevli askeri personel ile Halkalı Komando Bölük Komutanlığı personeli ve Balıkesir Mürettep Bölük Komutanlığında görevli personelden oluşan güvenlik gücü mensubu sanıkların katıldığı, operasyonun başlangıcında cezaevi içinde bulunan ve terör suçuyla ilgisi olmayan tutuklu ve hükümlülerin can güvenliklerinin temini bakımından idari birim binalarına nakledildikleri, operasyonun öncelikli amacının ölüm orucuna katılanların muayene ve tedavileriyle, cezaevinde arama yapılmasına yönelik olduğu, direnişte bulunulmadığı takdirde hiç kimseye bir zarar gelmeyeceği belirtilerek, hükümlü sanıklara teslim olmaları yönünde defalarca uyarılarda bulunulduğu, yapılan bu uyarılara aldırış etmeyen hükümlü sanıkların, slogan atarak barikatlar kurmaya başladıkları, bu sırada maktul F.K.nin kimliği tespit edilmeyen bazı hükümlü sanıkların da teşvikiyle kendini yakarak öldürdüğü, ardından hükümlü sanıkların, cezaevi içinde bulunan bir kısım güvenlik gücü mensubunun sanıklara doğru el yapımı boru tipi bombalar atarak, tabancalarla ateş ettikleri, bu durum karşısında uygulanan operasyon planına göre; bir kısım güvenlik gücü mensubunun sanıkların, dışarı çıkması muhtemel hükümlü sanıkların güvenliğini sağlamak ve koğuşlara ait dış duvarların yıkılması için getirilen iş makinalarını korumak amacıyla cezaevi dışında tertiplendikleri, akabinde kim oldukları tespit edilemeyen bir kısım hükümlü sanıklar tarafından açılan ateş sonucu bu tertiplenme içinde yer alan er nin aldığı iki isabetle hayatını kaybettiği, bunun üzerine güvenlik gücü mensubu sanıklardan bir kısmının da üzerlerine ateş edilen yeri hedef alarak karşılık verdikleri, operasyonun ilerleyen safhalarında cezaevi içine giren bir kısım güvenlik gücü mensubu sanıkların, hükümlü sanıklar tarafından düzenlenen bombalı tuzaklarla karşılaştıkları, kaydedilen ilerleme sonucu cezaevinin tuvalet, banyo ve yemekhane bölümlerinde sıkıştırılan hükümlü sanıkların, göz yaşartıcı etki yapan tüfek ve gaz bombaları kullanılarak dışarıya çıkartılmaya çalışıldığı, bu sırada güvenlik gücü mensubu sanıkların üzerine hükümlü sanıklar tarafından tekrar ateş açıldığı, atılan göz yaşartıcı bombaların muhtemel bir zehirlenmeye yol açmaması ve hükümlü sanıkların bir an önce tahliye edilmesi maksadıyla cezaeviduvarlarıyıkılarak,itfaiye araçlarından tazyikli su sıkılmaya başlandığı, dışarı çıkmak isteyen bazı hükümlü sanıkların arkadaşlarınca engellenmeye çalışıldığı, nihayet üçüncü günün sonunda duvarların topluca yıkılmasıyla tüm hükümlü sanıkların etkisiz hale getirilebildiği, üç gün boyunca süren operasyonun bu şekilde sona erdiği, operasyon sırasında hükümlü sanıklar tarafından vurulan ve sağ meme altından isabet eden mermi nedeniyle akciğer yaralanmasından ölen jandarma eri den başka, güvenlik gücü mensuplarına saldıran hükümlüler arasında yer alan maktul S.S.nin göğsüne künt bir cisim çarpması sonucu meydana gelen göğüs kemiği ve ikinci kaburga kırığıyla birlikte aort yaralanması ve kalp hasarı nedeniyle gelişen dolaşım durması sonucu; maktul İ.B.nin sol baş bölgesinden, muhtemelen göz yaşartıcı gaz bombalarının parçalarının çarpmasından kaynaklanan kafatası ve kaide kemiği kırığı, beyin ve beyincik hasarı ile beyin kanaması sonucu; maktul F.S.nin ise sol batın bölgesi ve sol koldan aldığı ateşli silah isabetleriyle ince bağırsak yaralanması sonucu öldükleri, aynı grupta yer alan hükümlülerden otuz üçünün de adli raporlarda belirtildiği şekilde yaralandıkları, neticeten direnişe katılan yüz elli dört hükümlüden, sadece maktul İ.nin ateşli silah isabeti ile öldüğü, diğer iki hükümlünün ölümünün ise, hükümlülerin dışarıya çıkarılmasını sağlamak için atılan göz yaşartıcı bomba parçalarının isabetiyle gerçekleştiği, ellerinde atış artığı bulunan on dört hükümlü sanığa karşı, cezaevinde sadece yedi adet tabancanın bulunduğu, maktul nin vücudundan çıkartılan bir adet mermi çekirdeğinin bu tabancalardan birisiyle atıldığının tespit edilmesine karşılık bu tabancanın hangi hükümlü sanık tarafından kullanıldığının belirlenemediği, maktuller S.S., İ.B. ve F.S.nin ölümüne neden olan eylemlerinise operasyona katılan tüm güvenlik gücü mensubu sanıklar tarafından fikir ve eylem birliği içerisinde gerçekleştirdikleri olayda; a) Fikir ve eylem birliği içinde birlikte hareket eden ve bu nedenle de gerçekleşen sonuçtan 765 sayılı TCK.nun maddesi uyarınca birlikte sorumlu oldukları kabul edilen güvenlik gücü mensubu sanıkların, 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu'nun 7, 10 ve maddelerinde tanınan yetkiler çerçevesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinde belirtilen ölçüler içerisinde “bir isyanın yasaya uygun olarak bastırılması ve cezaevindeki diğer hükümlülerin yasadışı şiddete karşı korunmasının sağlanması” amacına yönelik olarak mutlak zorunlu olanı aşmayacak biçimde güç kullandıkları sırada gerek kendilerinin gerekse diğer hükümlerin yaşama haklarını tehdit eder biçimde silah kullanılması ve bu sırada bir güvenlik gücü mensubunun silahla öldürülmesi üzerine olay tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK.nun maddesindeki sınırları dahilinde güvenlik gücü mensuplarıyla diğer hükümlülerin yaşama haklarına yönelik saldırıyı etkisiz halegetirmekiçinsaldırıylaorantılıbiçimdegüç kullandıklarının anlaşılmış olması karşısında; güvenlik gücü mensubu sanıklar tarafından birlikte işlendiğinden kuşku bulunmayan ve isyana katılan bazı hükümlülerin ölümü, bazılarının ise yaralanmasıyla sonuçlanan eylemde hukuka uygunluk nedenlerinden biri olan meşru müdafaanın koşullarının oluşmuş bulunması nedeniyle 5271 sayılı CMK.nun 223/2-d madde, fıkra ve bendi uyarınca verilmesi gereken beraat hükmünün, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, aynı Kanunun 223/2-e madde, fıkra ve bendi uyarınca, “yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması” gerekçesine dayalı olarak verilmesi,…” Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2014 tarihli ve E.2013/42, K.2014/359 sayılı kararı ile Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda kamu görevlisi sanıkların meşru müdafaa koşullarının oluştuğu gerekçesiyle beraatlerine karar verilmiştir. Bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, dosya Yargıtay Ceza Dairesinin 2016/1784 sayılı esasında kayıtlı olarak beklemektedir. Başvurucunun İşkence ve Kötü Muamele İddialarıyla İlgili Yapılan Soruşturma Bu iddialarla ilgili olarak başvuru dosyasına herhangi bir bilgi ve belge sunulmamıştır. Ancak, AİHM’in dosyasındaki bilgiler aşağıdaki gibidir: Başvurucu, Cezaevinde yapılan operasyonun sona erdiği ve hastaneye sevk edildiği dört beş saatlik sürede kendisine tıbbi yardım sağlanmayarak kötü muameleye maruz bırakıldığını belirterek şikâyette bulunmuştur. Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2003 tarihli kararıyla kötü muamele iddialarına ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Bu karara başvurucu tarafından itiraz edildiğine yönelik herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Başvurucu Tarafından Çanakkale İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davası Başvurucu, Çanakkale E Tipi Cezaevinde sağ kolunun kesilmesine neden olan müdahaleden dolayı uğradığı zararın tazmini için İçişleri ve Adalet Bakanlıkları aleyhine 15/4/2002 tarihinde Bursa İdare Mahkemesine 000 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL’lik tam yargı davası açmıştır. Bursa İdare Mahkemesi 21/5/2003 tarihli ve E.2002/757, K.2003/1001 sayılı kararıyla, hükümlü olan başvurucunun vasisi yerine bizzat kendisinin dava açtığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 7/3/2006 tarihli ve E.2004/6296, K.2006/1772 sayılı ilamı ile başvurucu dava devam ederken 24/3/2003 tarihinde şartla tahliye edildiğinden kısıtlılık hâlinin kendiliğinden ortadan kalktığı, aynı avukata 19/11/2003 tarihinde vekâletname verdiği, avukat vasıtasıyla temyiz isteminde bulunan davacının davaya devam etme iradesini ortaya koyduğu, bu nedenle davanın ehliyet yönünden reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur. Bozmadan sonra dava Bursa İdare Mahkemesinin E.2006/1852 sırasına kaydedilmiştir. Bursa İdare Mahkemesi tarafından bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişi raporunda davacının 466,46 TL maddi zararının bulunduğu bildirilmiştir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 12/7/2007 tarihli ve 303 sayılı kararıyla Çanakkale ilinde idare mahkemesi kurularak 6/9/2007 tarihinde faaliyete geçtiğinden dava dosyası Çanakkale İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Dava, Çanakkale İdare Mahkemesinin 2007/190 sayılı esasına kaydedilmiştir. Çanakkale İdare Mahkemesinin 9/7/2008 tarihli ve E.2007/190, K.2008/363 sayılı kararıyla davacı, %50 oranında kusurlu görülerek davanın kısmen kabulü ile 409, 67 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Kararın başvurucu ve davalılar tarafından temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 28/11/2011 tarihli ve E.2008/10917, K.2011/5169 sayılı kararıyla hüküm, reddedilen kısım yönünden onanmış; kabul edilen kısım yönünden ise davanın reddine karar verilmesi gerektiği yönünde bozulmuştur. Kararın gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:“…Dava dosyasının incelenmesinden; ... örgütünün sair efradı olmak suçundan Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 1995 tarih ve E:1994/18, K:1995/72 sayılı kararıyla 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkum edilen, olaylar sırasında sol terör örgütü mensuplarının bulunduğu D-3 koğuşunda hükümlü olarak bulunan davacının yapılan operasyon sonucunda yaralanması ve sağ kol dirsek altının ampute edilmesi üzerine davacı tarafından açılan davada; Çanakkale cezaevinde bulunan ve terör örgütü mensubu olan hükümlü ve tutuklular tarafından 1999 yılının Şubat, Eylül, Ekim aylarında, 2000 yılının Temmuz, Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık aylarında cezaevlerindeki koşulların olumsuz olduğu, kullanıma açılacak F tipi cezaevlerinin tecrit sistemini getireceği ve ülke gündeminde gerçekleşen çeşitli olaylar ileri sürülerek, malta işgali, sayım vermeme, zemin araması yaptırmama, koğuşların ana malta kapılarını kapattırmama, açlık grevi ve ölüm orucu gibi eylemler yapıldığı, davacının da açlık grevi ve sayım vermeme eylemlerine zaman zaman katıldığı, söz konusu eylemler nedeniyle koğuşlara girilememesi ve arama yapılamaması üzerine 2000 tarihinde saat 05:00 sıralarında güvenlik güçlerince, daha önce belirlenen noktalardan cezaevine girildiği, D-7 ve D-8 koğuşlarında bulunan 85 adli hükümlü ve tutuklunun E blok E-1, E-2, E-3 koğuşlara, C blokta bulunan 44 adli hükümlü ve tutuklunun A blok idare binasına nakledilerek muhafaza altına alındığı, operasyonun ölüm orucuna katılanların muayene ve tedavileri ile cezaevinde arama yapılmasına yönelik olduğu, teslim olmaları yönünde gerekli anonsların yapıldığı, terör koğuşlarında yer alan hükümlü ve tutukluların çağrılara olumlu cevap vermemesi üzerine D-5 ve D-6 koğuşlarına yönelik operasyona başlandığı, operasyonun devamı sırasında şebeke kapılarında barikat kurarak slogan atmaya başladıkları, bu esnada bir bayan hükümlünün bir başka hükümlü tarafından ateşe verildiği, güvenlik güçlerince ateşi söndürmek amacıyla barikatı aşmak için ilerlendiği sırasında güvenlik güçlerine ateş açıldığı, 2 adet boru tipi bomba kullanıldığı, D-5 ve D-6 koğuşları ile D blok doğu tarafında bulunan D-1, D-2, D-3, D-4 koğuşlarına gün boyu operasyonun sürmesi sonucunda D bloğun tamamen hükümlü ve tutuklulardan arındırıldığı, toplu olarak hareket eden mahkumların C blok ve B blok bayanlar bölümüne geçtikleri, B blok kadınlar bölümüne yönelen güvenlik güçlerine boru tipi bomba atılarak, koğuşların ateşe verildiği ve 13:50 sıralarında teröristlerce açılan ateş sonucu bir güvenlik görevlisinin hayatını kaybettiği, LPG tüplerinden yaptıkları alev makineleri ile güvenlik güçlerine alev tuttukları, teslim olmaları yönünde belli aralıklarla anons edildiği, saat 17:00 itibariyle operasyona ara verildiği, ertesi gün 2000 günü erken saatlerinde teslim olmaları yönündeki anons sonrası C bloğun doğu ve batı bloklarında mahkumların koğuşlardan çekilmeden önce güvenlik güçleri üzerine çok sayıda mermi attıkları, el yapımı boru bomba kullandıkları ve LPG tüplerinden yaptıkları alev cihazları ile alev tuttukları, yemekhane ve koğuşları ateşe verdikleri, ikinci günün sonunda erkek ve kadın mahkumların B blok alt kattaki yemekhane, koğuş ve banyo bölümüne sıkıştırıldığı, güvenlik güçlerince direnişe karşı göz yaşartıcı bomba, el ve tüfek bombaları kullanıldığı, gün sonunda alt kat ana maltadaki tüm barikatlar kaldırılarak güvenliğin sağlandığı, ertesi gün 2000 tarihinde A blok idare binası tarafından teslim olmaları yönünde yapılan ikazlara olumlu cevap verilmemesi üzerine B blok üst kat taban betonları delinerek alt kat yemekhane, koğuş ve ara maltaya göz yaşartıcı gaz uygulamasına başlandığı anda cezaevi dış B blok doğu cephesine yanaştırılan iş makineleri ile B bloğu idare binasına bağlayan üst ve alt koridorların duvarları ile B blok tuvalet ve merdiven boşluğu dış duvarları kırılarak teröristlerin gazdan boğulmadan dışarı çıkmalarını teminen itfaiye araçlarıyla su sıkılmasının sağlandığı, olaylarda davacının da aralarında bulunduğu 18 kişinin yaralandığı, 4 mahkumun hayatını kaybettiği, bir kısım güvenlik görevlisinin de yaralandığı anlaşılmaktadır.Olaydan sonra koğuşlarda yapılan aramalarda,çok sayıda şiş, kılıç, pala, delici ve kesici aletler ve bıçaklar bulunduğu, değişik çap ve markalarda 7 adet tabanca ve 15 adet dolu fişeğin ele geçirildiği belirtilmiştir.Dava dosyası içeriğinden, cezaevi görevlileri hakkında operasyon esnasında meydana gelen ölüm ve yaralanma eylemlerine iştirak ve görevi ihmal suçlamasıyla ilgili olarak Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığınca E.2003/2482 sayılı dava (soruşturma) dosyasında takipsizlik kararı verildiği, bazı hükümlü ve tutuklular hakkında 6136 sayılı Kanun’a muhalefet iddiasıyla ilgili olarak açılan davada, davanın ortadan kaldırılmasına; ruhsatsız patlayıcı imal etmek, bulundurmak suçlarından açılan kamu davasında ise delil yetersizliği nedeniyle sanıkların beraatlerine karar verildiği anlaşılmaktadır.Buna göre, cezaevinde asayiş ve disiplinin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahaleyi idarenin hizmetin işleyişinde kusurlu davrandığının bir göstergesi olarak kabul etmeye olanak bulunmamaktadır.Cezaevinde çıkan olaylarda davacının güvenlik güçlerine direniş gösterip, silahlı çatışmaya giren tutuklularla birlikte hareket ettiği, üç gün boyunca süren operasyon sırasında ikazlara rağmen teslim olmadığı, meydana gelen çatışmada da yaralandığı anlaşılmış olup, yaralanan davacının eyleminden ve kişisel kusurundan kaynaklanan yaralanma olayında kişinin olaya katılımı, olayla zarar arasındaki illiyet bağını kesmektedir. Bu itibarla, zararın, idarenin ağır hizmet kusurundan doğduğu gerekçesiyle, davalı idarelerce %50 oranında tazmini yolunda verilen temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet görülmemektedir.Davacının temyiz istemi;İdare Mahkemesince, davacının da olay nedeniyle %50 oranında kusurlu olduğundan bahisle bilirkişi incelemesi sonucu hazırlanan rapor esas alınarak karar verilmiş ise de, dosya ve eklerinin incelenmesinden, davacının kaldığı D-3 koğuşunu temsilen operasyon öncesinde giriş kapılarının kapatılmamasına yönelik olarak davacı ile birlikte hareket eden bazı hükümlüler hakkında çok sayıda tutanak düzenlendiği, operasyonlar sırasında ise mahkumların teslim olmalarına yönelik yapılan ikazlar üzerine bazı hükümlü ve tutukluların teslim olmalarına rağmen davacının üç gün boyunca güvenlik güçlerine direndiği, operasyon sırasında davacının kaldığı D-3 koğuşunun jandarma görevlilerinin müdahalesi ile boşaltılmasına rağmen davacının teslim olmayıp, B bloğa geçerek direnişe devam etmesi ve mahkumlara müdahale ederek görevin ifası sırasında asli faili belli olmayacak şekilde ölüm ve yaralanmalarına neden oldukları iddiasıyla jandarma güvenlik görevlileri hakkında açılan davada sanıkların mahkûmiyetlerine yeter kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar verilmiş olması nedenleriyle davalı idarelere kusur izafe edilmesine olanak bulunmamaktadır.Bu itibarla, İdare Mahkemesince olay nedeniyle davalı idarelerin kusurlarının bulunmadığı gerekçesiyle tazminat isteminin reddi gerekirken, davacı ve davalı idarelerin %50 oranında kusurlu bulunarak tazminat isteminin kısmen reddine karar verilmesinde sonucu itibarıyla hukuki isabetsizlik görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasanın maddesine uygun bulunmayan davacının temyiz isteminin reddine, Çanakkale İdare Mahkemesinin 2008 tarih ve E:2007/190, K:2008/363 sayılı kararının davanın reddine ilişkin kısmının yukarıda yer verilen gerekçe ile ONANMASINA, davalı idarelerin temyiz istemlerinin kabulü ile anılan Mahkeme kararının, maddi ve manevi tazminat isteminin kabulüne ilişkin kısmının BOZULMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen İdare Mahkemesine gönderilmesine… (karar verilmiştir)” Başvurucu, kısmen onama kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunmuş, Danıştay Onuncu Dairesinin 10/12/2013 tarihli ve E.2012/5012, K.2013/8857 sayılı kararıyla bu talep reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 26/2/2014 tarihinde tebliğ edildiğinden 26/3/2014 tarihinde yapılan 2014/4217 sayılı bireysel başvuruda süre aşımının bulunmadığı anlaşılmıştır. Bozma kararından sonra Çanakkale İdare Mahkemesinin E.2014/311 sayılı dosyasında yargılamaya devam edilmiştir. Çanakkale İdare Mahkemesi bozma ilamına uyarak 14/3/2014 tarihli ve E.2014/311, K.2014/230 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Bu karar, davacı ve davalı taraflarca yapılan temyiz üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 29/2/2016 tarihli ve E.2014/3961, K.2016/1088 sayılı ilamı ile onanmıştır. Danıştayonama kararı 5/4/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiğinden 3/5/2016 tarihinde yapılan ve birleştirilmesine karar verilen 2016/9073 sayılı bireysel başvuruda da süre aşımının bulunmadığı anlaşılmıştır. Başvurucunun AİHM'e Yaptığı Müracaat (B. No: 7309/04) Başvurucu 17/1/2004 tarihinde AİHM’e başvurmuştur. Başvurucu, Cezaevinde başlatılan operasyon sırasında ve sonrasında orantısız güç kullanılarak yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağının, ayrımcılık yasağı ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. AİHM, 10/7/2007 tarihinde yaşam hakkı ve işkence ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin olanlar dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların ise Hükûmete bildirilmesine karar vermiştir. AİHM, 27/1/2015 tarihli kararıyla başvuruyu sonuçlandırmıştır. İnceleme sonucunda yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmeyip usul boyutunun ihlal edildiğine; işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarının ise kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. İhlal nedeniyle başvurucuya 000 avro manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Karar 1/6/2005 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: “… Belirtilmeyen bir tarihte, muhtemelen 25 Aralık 2003 tarihinde, Çanakkale Cumhuriyet savcısı, başvuran ve şikâyetçi diğer tutukluların tahliyeleri ve sevkleri sırasında maruz kaldıklarını iddia ettikleri kötü muamele iddiaları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir (bk. benzer yargılamalar konusunda Leyla Alp ve diğerleri/Türkiye davası, No. 29675/02, §§ 30 ila 32, 10 Aralık 2013). Soruşturma dosyasındaki unsurları inceledikten sonra, savcı, birçok tutuklunun silahlı direnişte bulunmaları sebebiyle yaralandığını tespit etmiştir. Savcı, isyancıların teslim olmalarının ardından, cezaevinin önünde bulunan avluda herkesin ve hatta basının gözü önünde arama ve sevk işlemlerinin gerçekleştirildiğini kaydetmiştir. Savcı, aynı zamanda, yaralı tutukluların hastanelere doğru tahliye edildiklerini ve diğer tutukluların, hekimin bu hususta herhangi bir engelin bulunmadığını saptamasının ardından başka cezaevlerine sevk edildiklerini tespit etmiştir. Başvuranın bu karara itiraz ettiğini belirten herhangi bir unsur bulunmamaktadır.… SÖZLEŞME’NİN MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA…B. Esas Hakkında Maddi Yönü Hakkında…b. Mahkemenin Değerlendirmesi Mahkeme, öncelikle, somut olayda ileri sürülen isyan karşıtı operasyonun, daha önce Leyla Alp ve diğerleri/Türkiye (yukarıda anılan karar, §§ 8 ve 10) davasında incelenen operasyon olduğunu ve yerel düzeyde hâlihazırda derdest olan ceza yargılamasının, bu dava (yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, §§ 52 ve 53) hakkında karar verildiği sırada hangi aşamada ise yine aynı aşamada olduğunu kaydetmektedir (yukarıda paragraf). Ayrıca yine bu operasyon sırasında ateşli silah ile yaralanan Meral Kıdır’ın durumunun (yukarıda paragraf in limine) başvuranın durumundan ayrı tutulmasına imkân veren herhangi bir unsur bulunmamaktadır (yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 64; madde açısından incelenen, benzer bir durum için, bk. Sambor/Polonya, No. 15579/05, §§ 36 ila 39, 1 Şubat 2011). Leyla Alp ve diğerleri kararında, Mahkeme, bu durumda yürütülen soruşturmaların, olayları çevreleyen gerçek koşulları aydınlatmaya olanak sağladığına dair ikna olduğunu belirtmiştir (yukarıda anılan karar, §§ 68 ila 84; yukarıda anılan, Saçılık ve diğerleri kararıyla mukayese ediniz, §§9, 107 ve 108). Mahkeme, özellikle şunları ifade etmiştir: Elinde bulunan unsurlar ışığında ve yukarıda belirtilenleri dikkate alarak, Mahkeme, kendisini ulusal mahkemelerin vardığı tespitlerden ve sonuçlardan uzaklaşmaya itecek nitelikte ikna edici herhangi bir bilginin sunulmadığı kanaatindedir. Mahkeme, ayrıca, operasyonun yürütüldüğü sırada kullanılan gücün, izlenen amaçla, yani “isyanı bastırma” ve/veya “herkesi şiddete karşı koruma” amacıyla orantısız olmadığının tespit edildiği kanısındadır.” Başvuranın iddialarının (yukarıda paragraf) Meral Kıdır ile ilgili davanın mevcut davadaki durumdan ayrı tutulmasına imkân vermemesi nedeniyle, Mahkeme, Leyla Alp ve diğerleri/Türkiye kararında kabul edilen gerekçelerle, Sözleşme’nin maddesinin esas yönünden ihlal edilmediği sonucuna varmaktadır. Usul Yönü Hakkında…b. Mahkemenin Değerlendirmesi Mahkeme, Sözleşme’nin maddesinin getirdiği yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün, yalnızca güç kullanımının bireyin ölümüne yol açması durumunda değil (yukarıda anılan, McCann ve diğerleri § 161, ve Kaya/Türkiye, 19 Şubat 1998, § 105, Derleme 1998-I), aynı zamanda, somut olayda olduğu gibi, kullanılan gücün mağdurun hayatını tehlikeye atması durumunda da (bk. diğer kararlar arasında, yukarıda anılan, İsmail Altun, § 80) etkin biçimde soruşturma yürütülmesini kapsadığını ve gerektirdiğini hatırlatmaktadır. Soruşturma, etkin olmalı, bu anlamda güç kullanımının dava koşullarında haklı gösterilip gösterilmediğinin belirlenmesine ve sorumluların tespit edilerek cezalandırılmalarına imkân sağlamalıdır (bk. örnek olarak, Oğur/Türkiye [BD], No. 21594/93, § 88, AĠHM 1999-III). Sonuç yükümlülüğü değil, araç yükümlülüğü söz konusu olsa da, mercilerin, söz konusu olaylara ilişkin delilleri elde etmek amacıyla ellerinde bulunan makul tedbirleri almaları gerektiği bir gerçektir. Dava koşullarını ya da sorumlulukları tespit etme imkânını azaltan, soruşturmadaki her türlü eksiklik, soruşturmanın gereken etkinlik kuralına uymadığı yönünde bir sonuca varılmasına neden olabilecektir (bk. diğer birçok karar arasında, Natchova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], No. 43577/98 ve 43579/98, § 113, AĠHM 2005-VII, yukarıda anılan, İsmail Altun, § 80, ve yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 97). Makul bir çabukluk ve özen gerekliliği, bu bağlamda zımnidir. Soruşturmanın özel bir durumda ilerlemesine mani olan engel ya da güçlüklerin söz konusu olabileceğini kabul etmek gerekmektedir; ancak ölümcül ve/veya potansiyel olarak ölümcül nitelikte güç kullanımı hakkında soruşturma yapılması söz konusu olduğunda, mercilerin ivedilikle cevap vermesinin, yasallık ilkesine riayet edilerek toplumun güveninin korunması ve yasa dışı eylemlere ilişkin olarak her türlü suça iştirak edildiği ya da tolerans gösterildiği izleniminin oluşturulmaması amacıyla genel olarak gereklilik arz ettiği kabul edilebilmektedir (diğer kararlar arasında, McKerr/Birleşik Krallık, No. 28883/95, § 114, AİHM 2001-III, ve yukarıda anılan kararlar, İsmail Altun, § 81, Perişan ve diğerleri, § 103, ve Leyla Alp ve diğerleri, § 98). Daha önce Leyla Alp ve diğerleri (yukarıda anılan, §§ 100 ve 101) davasında tespit edildiği ve önceden de doğrulandığı üzere, ihtilaf konusu operasyonun ardından hazırlık soruşturmasını yürütmekle görevli merciler ve güvenlik gücü mensupları hakkında açılan dava sırasında davanın esasına bakan hâkimler tarafından somut olayda yapılan girişimler, davaya ilişkin olay ve olguların tespiti hususunda tartışma konusu yapılmamaktadır. Ancak yukarıda belirtilen çabukluk ve özen gerekliliği (yukarıda paragraf) dikkate alındığında ve özellikle suça karışan kişi sayısının fazlalığı ve davanın karmaşıklığı nedeniyle bu davanın yürütülmesinde karşılaşılan zorluklar (yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 102) gerektiği gibi göz önünde bulundurulduğunda, hâlihazırda, olayların ardından 13 yıl sekiz aydan fazla bir süre geçtikten sonra, davanın ilk derece mahkemesinde halen derdest olduğunu (yukarıda paragraf) gözlemlemek ve suçlanan kişilerin muhtemel sorumluluklarının belirlenmesini sağlayacak nitelikte somut ve güvenilir en ufak bir ilerleme kaydedilmediğini (bk. benzer bir durum için, yukarıda anılan, Ceyhan Demir ve diğerleri, §§ 10 ve 111, ve Perişan ve diğerleri, § 103) tespit etmek yeterlidir. Bu tespit, Mahkeme’yi, başvuranın söz konusu davanın zamanaşımına uğrayabileceği yönündeki iddiasını ayrıca incelemekle yükümlü tutmamaktadır (yukarıda paragraf) İdari yargıda açılan tazminat davasının yaklaşık on üç yıldan beri devam ettiğinin (yukarıda paragraf) ve ceza davası gibi (yukarıda paragraf), başvuranın yaralanması nedeniyle davalı taraflar hakkında dile getirilen iddiaları doğrulamaya ya da reddetmeye imkân vermediğinin belirtilmesi gerekse bile, söz konusu tespit, Mahkeme’yi söz konusu tazminat davasını incelemekle de yükümlü tutmamaktadır. Danıştay’ın, son olarak, açıklama yapmaksızın ve ivedilikle (mutatis mutandis, yukarıda anılan, Makbule Akbaba ve diğerleri, § 41), başvuranın kendi isteğiyle ayaklanmaya katıldığı (yukarıda ve paragraflar) kanaatine varması sebebiyle, gelecek yargılama süreçleri boyunca bazı şeylerin değişebileceği beklenemeyecektir. Sonuç olarak, Mahkeme, hâlihazırda, somut olayda yürütülen soruşturmaların Sözleşme’nin maddesinin gerektirdiği çabukluk ve özen gerekliliklerini yerine getirmediğini saptamaktadır; nihayetinde, Mahkeme, Hükümet’in ilk itirazının ikinci kısmını (yukarıda ve paragraflar – bk. mutatis mutandis, yukarıda anılan Makbule Akbaba ve diğerleri, §§ 42 ve 43) reddetmekte ve bu hükmün usul yönünden ihlal edildiği sonucuna varmaktadır. SÖZLEŞME’NİN MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDAA.İç hukuk yollarının tüketilmesi hakkında Hükümet, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralına ve mevcut başvurunun vaktinden önce sunulmasına ilişkin daha önceki iddialarına atıfta bulunmaktadır (yukarıda ve paragraflar). Başvuran, kendi iddialarını yinelemektedir (yukarıda paragraf). Acil tıbbi bakımın sağlanmaması bağlamında ileri sürülen şikâyete ilişkin olarak, Mahkeme, 25 Aralık 2003 tarihinde, Çanakkale Cumhuriyet savcısının bu iddia hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiğini ve başvuranın bu karara itiraz ettiğini belirten herhangi bir unsur bulunmadığını saptamaktadır (yukarıda paragraf). Dolayısıyla, başvuran tarafından aynı anda açılan tam yargı davasının söz konusu olan şikayeti kapsaması (yukarıda ve paragraflar) nedeniyle, bu şikâyet, cezai yargı yollarının tüketilmediği gerekçesiyle (yukarıda anılan Şat kararıyla mukayese ediniz, § 88; ayrıca bk. Epözdemir/Türkiye (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 57039/00, 31 Ocak 2002, ve Kanlıbaş/Türkiye (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 32444/96, 28 Nisan 2005) bu bağlamda reddedilemeyecektir. Nitekim bu çözüm yolunun, devletlere, özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilerin hayatını ve sağlığını koruma hususunda getirilen yükümlülüğe ilişkin içtihatla uyumlu olması sebebiyle, somut olaydakine benzer durumlarda, idarenin sorumluluğuna ilişkin davanın muhtemelen etkin olarak değerlendirilmesi gerekmektedir (yukarıda anılan, Iribarren Pinillos, § 40). Söz konusu içtihada göre, tutuklu bir kimse, hayattayken devlet memurlarına atfedilebilir tıbbi nitelikli fiil ya da ihmallerden dolayı mağdur olduğu kanısına vardığında, bu durumda, idari yargı yoluna başvurulması Türkiye’de yeterli ve uygun bir hukuk yolu teşkil etmektedir (Gülay Çetin/Türkiye, No. 44084/10, §§ 83 ila 87, 5 Mart 2013, diğer atıflarla birlikte; genel ilke için, bk. Calvelli ve Ciglio/İtalya ([BD], No. 32967/96, § 51, AİHM 2002-I). Yukarıda belirtilen idari dava bu şikâyeti de kapsadığından, tutukluluk koşulları bağlamındaki şikâyetle ilgili olarak aynı durum geçerlidir. Daha önce belirttiği aynı gerekçeye uyarak (yukarıda ila paragraflar), Mahkeme, dolayısıyla, Hükümet’in itirazının birinci kısmını reddetmekte ve aşağıda açıklanacak olan gerekçelerle de başvurunun vaktinden önce sunulduğu yönündeki ikinci kısım hakkında karar verilmesine gerek olmadığı kanaatine varmaktadır.B. Esas Hakkında Maddi Yönü Hakkında…ii. Operasyonun ardından tıbbi yardımın sağlanmadığı yönündeki iddia Uygun tıbbi bakımların sağlanmaması, kural olarak, Sözleşme’nin maddesine aykırı bir muamele teşkil edebilmektedir (yukarıda anılan, İlhan/Türkiye, § 87, Kudła/Polonya [BD], No. 30210/96, § 94, AĠHM 2000-XI, Kalashnikov/Rusya, No. 47095/99, § 95, AİHM 2002-VI, ve Gennadiy Naoumenko/Ukrayna, No. 42023/98, §112, 10 Şubat 2004). Bu hususta, Mahkeme, her şeyden önce, hastanın ilgili tıbbi gözetim altında tutulmasını ve hastanın özel durumuna ilişkin öngörülen tıbbi bakımın yeterli olmasını gerektirmektedir (yukarıda anılan, Liartis, § 49 ve Khatayev/Rusya, No. 56994/09, § 84, 11 Ekim 2011). Bu “yeterlilik” unsurunun belirlenmesinin açıkça zor olmasına rağmen, Mahkeme, mercilerin, her şeyden önce, bir tutuklunun sağlık sorunlarını tedavi etmek veya bu sorunların kötüye gitmesini önlemek amacıyla derhal uygun bir teşhis konularak, uygun bir tedavi stratejisinin belirlenmesini ve tutuklunun klinik tablosu gerektirdiği takdirde, hastanın düzenli ve sistematik olarak tıbbi gözetim altında tutulmasını sağlamakla yükümlü oldukları kanaatine varmaktadır (bk. diğer kararlar arasında, Sarban/Moldova, No. 3456/05, § 79, 4 Ekim 2005 ve burada yapılan atıflar; yukarıda anılan, Mkhitaryan, § 73). Sağlanan tedavinin etkinliği, böylelikle, cezaevi yetkililerince yetkili hekimler tarafından öngörülen tıbbi bakımın tutukluya sağlanmasını gerektirmektedir (Soysal/Türkiye, No. 50091/99, § 50, 3 Mayıs 2007, ve Gorodnitchev/Rusya, No. 52058/99, § 91, 24 Mayıs 2007). Bu tedavinin uygulanma çabukluğu ve sıklığı, tıbbi tedavinin Sözleşme’nin maddesinin gereklilikleriyle uyumlu olup olmadığını belirlemek amacıyla dikkate alınması gereken diğer iki unsurdur. Zira bu iki unsur, Mahkeme tarafından mutlak anlamda değil, ancak her defasında tutuklunun özel sağlık durumu göz önünde bulundurularak değerlendirilmektedir (Iorgov/Bulgaristan, No. 40653/98, § 85, 11 Mart 2004, Rohde/Danimarka, No. 69332/01, § 106, 21 Temmuz 2005, Serifis/Yunanistan, No. 27695/03, § 35, 2 Kasım 2006, Sediri/Fransa (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 4310/05, 10 Nisan 2007, ve yukarıda anılan, Liartis, ibidem). Genel olarak, tutuklunun sağlık durumunun kötüleşmesi, tek başına, Sözleşme’nin maddesine riayet edilmesi hususunda belirleyici rol oynamamaktadır, zira Mahkeme, yine sağlık durumunun bozulmasının, sağlanan tıbbi bakımlardaki eksikliklere atfedilebilir olup olmadığını (Kotsaftis/Yunanistan, No. 39780/06, § 53, 12 Haziran 2008) ve bu durumda hangi düzeydeki tıbbi tedavinin gerekli olduğunu her defasında incelemekle görevlidir (yukarıda anılan, Mkhitaryan, § 74). Davaya ilişkin olay ve olgular hakkında, Mahkeme, 21 Aralık 2000 tarihinde, isyan karşıtı operasyonun, saat 30 ile söz konusu yerin tam anlamıyla boşaltıldığı saat olan 15 arasında kademeli olarak sona erdiğini tespit etmektedir (yukarıda paragraf). Saat 00 sularında düzenlenen operasyon tutanağına göre, başvuranın da aralarında bulunduğu yirmiden fazla tutuklu, saat 15’ten itibaren Çanakkale Devlet Hastanesi Acil Servisi’ne sevk edilmiştir (yukarıda paragraf, in fine). Başvuranın kolundan çıkarılan fişeğin savcılığa gönderilmesine ilişkin tutanağa göre, başvuran “saat 11 civarında” hastaneye götürülmüştür (yukarıda paragraf, in fine). Ancak başvuran, herhangi bir tıbbi bakım sağlanmaksızın dört ya da beş saat boyunca cezaevinin bahçesinde yalnız bırakıldığını iddia etmektedir (yukarıda ve paragraflar). Bu hususta, Çanakkale Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen sağlık raporunun imzalandığı tarih - “21 Aralık 2000” - ile saatin -“40”- , Meral Kıdır davasında kabul edilen tarih ve saat olduğu (yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 18) kabul edilerek, söz konusu raporla yetinmek gerekmektedir. Bu bilginin aksini ispatlayabilecek nitelikte başka unsurlar bulunmadığından, Mahkeme, dolayısıyla, başvuranın ileri sürdüğü gibi saat 00 veya 00 sularında değil, saat 40’tan önce, bu hastane hekimleri tarafından muayene edildiğinin, ardından ameliyat edildiğinin tespit edilebileceği kanısındadır. Bu durum, dikkate değer bir gecikme teşkil edemeyecektir. Bu tür durumlarda, bazı toplu isyanların kaçınılmaz olduğunu göz önünde bulundurarak Mahkeme, bununla birlikte, somut olayda yürütülen kurtarma operasyonuna ilişkin olarak Sözleşme’nin maddesi bakımından herhangi bir ciddi sorunun ortaya çıkmadığı kanaatine varmaktadır (yukarıda anılan, Finogenov ve diğerleri ile mukayese ediniz, § 266). Çanakkale Devlet Hastanesi’nde sağlanan tıbbi bakımların yeterliliği ve kapsamına ilişkin olarak, Mahkeme, başvuranın ileri sürdüğünün (yukarıda paragraf) aksine, söz konusu tıbbi bakımların pansumanın ötesine geçtiğini kaydetmektedir. Bu durumda, hekimler, başvuranın hayatının tehlikeye girmesine sebep olan, osteo-fasiyal alanda kompartman sendromunu önlemek ve fişeği çıkarmak amacıyla hem önemli hem de zor bir cerrahi müdahale gerçekleştirmişlerdir (yukarıda in limine ve paragraflar). Daha sonraki olayla ilgili olarak, Mahkeme, yukarıda belirtilen hekimlerin tavsiyesine rağmen, belirlenen ilk hastanenin tutuklular için yeterli imkânlara sahip olmadığı gerekçesiyle (bk. benzer bir durum için, Chadli Sediri/Fransa [kabul edilebilirlik hakkında karar], No. 44310/05, 10 Nisan 2007), başvuranın ameliyat sonrası Üniversite Hastanesi’nin Plastik Cerrahi Servisi’nde sevk edilmesi ancak 23 Aralık tarihinde, yaklaşık otuz saatlik bir gecikmeyle gerçekleştirilmiştir (yukarıda paragraf - yukarıda anılan İlhan/Türkiye kararıyla kıyaslayınız, §§ 24 ve 87; yukarıda anılan Mkhitaryan/Rusya, § 79 ve yukarıda anılan, Liartis, § 58). Başvuranın klinik tablosu, her ne kadar gerçek ve yakın bir doku çürümesi riskinin olduğunu gösterse de, daha sonra art arda sağlanan tıbbi bakımlardaki her türlü gecikme, şüphesiz, söz konusu riskin artmasında rol oynayabilmiştir. Ancak bu süreç boyunca, başvuranın sürekli olarak tıbbi gözetim altında tutulduğunun ve Cerrahpaşa Hastanesi’nde uygulanan tedavi çerçevesinde, başvuranın, hekimlerin amputasyona karar vermeden önce 5 Ocak 2001 tarihine kadar beklemeye karar vermelerini eleştirmediğinin (yukarıda paragraf) altını çizmek gerekmektedir. Dolayısıyla, söz konusu hekimlerin bakış açısına göre, somut olayda ileri sürülen gecikmeli sevkin, tedavi stratejilerinin belirlenmesi için belirleyici bir etken olmadığı sonucuna varmak gerekmektedir; ayrıca bu gecikme Sözleşme’nin maddesi bakımından dikkate değer olarak nitelendirilemeyecektir (bk. aynı anlamda, yukarıda anılan kararlar, Erol Arıkan ve diğerleri, § 101, Şat, § 87, İsmail Altun, § 90). Üstelik Mahkeme, başvuranın şikâyette bulunmaması sebebiyle, Çapa’da bu tarihten itibaren, ardından da Sağmalcılar Devlet Hastanesi’nde bir sonraki 13 Şubat tarihine kadar sunulan ameliyat sonrası bakımların uygunluğunu ve kapsamını değerlendirmek zorunda değildir (yukarıda paragraf). Dolayısıyla, dosyada, başvurana sağlanan tıbbi bakımların yeterliliğini ve kapsamının, sağlık personelinin yetkilerinin ve bu konuda müdahale etmeye yetkili hastane kuruluşlarının şikâyet konusu yapılmasına imkân veren herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Ayrıca somut olayda yetkililerin başvurana ex gratia myoelektrik protez temin ettiklerini (yukarıda ve paragraflar – Vladimir Vassilyev/Rusya kararıyla kıyaslayınız, No. 28370/05, §§ 68 ve 69, 10 Ocak 2012), ve bu durumun, ilgilinin bu konudaki eleştirilerine rağmen (yukarıda paragraf in fine), Sözleşme’nin maddesinin konuya ilişkin olarak tavsiye ettiği tedbirler ile uyumlu bir girişim olduğunu (Zarzycki/Polonya, No. 15351/03, §§ 21 ila 24, 12 Mart 2013) hatırlatmak gerekmektedir. Yukarıda belirtilen değerlendirmeleri dikkate alarak, Mahkeme, şikâyet konusu muamelenin, Sözleşme’nin maddesi kapsamına girmesi için gereken asgari ağırlık eşiğine ulaşmadığı kanısındadır. Bu şikâyetin Sözleşme’nin maddesinin ve fıkraları uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmaktadır.…Usul yönü hakkında Sözleşme’nin maddesinin esas yönünden ihlaline ilişkin savunulabilir şikâyetlerin bulunmadığı yönünde varılan iki tespit göz önünde bulundurulduğunda (yukarıda 125 ve paragraflar), bu hükmün usul yönüne ilişkin şikâyet incelenebilecek nitelikte değildir (bk, diğer birçok karar arasında, Ştefan Povestca/Moldova Cumhuriyeti (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 54791/10, §§ 39 ve 40, 18 Mart 2014, Dilan Azgın/Türkiye (kabul edilebilirlik hakkında karar), No. 33062/03, § 60, 17 Mayıs 2011, diğer atıflarla birlikte; yine bk. mutatis mutandis, yukarıda anılan, Leyla Alp ve diğerleri, § 104). Dolayısıyla, daha önce belirtildiği üzere (yukarıda paragraf), Hükümet’in başvurunun zamanından önce yapılmasına ilişkin itirazının ikinci kısmı hakkında karar verilmesi gerekmemektedir, zira bu şikâyet de açıkça dayanaktan yoksundur ve Sözleşme’nin maddesinin ve fıkraları uyarınca reddedilmelidir.…”B. İlgili Hukuk Ulusal Mevzuat 29/3/1984 tarihli ve 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan ve maddeleri şöyledir:“GörevMadde 2 - Adalet Bakanlığının görevleri şunlardır:a) Kanunlarda kurulması öngörülen mahkemeleri açmak ve teşkilatlandırmak, ceza infaz ve ıslah kurumları, icra ve iflas daireleri gibi her derece ve türdeki adalet kurumlarını planlamak, kurmak ve idari görevleri yönünden gözetim ve denetimini yapmak ve geliştirmek,…Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel MüdürlüğüMadde 11- Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır: …b) Hükümlü ve tutukluların giydirilmesi, beslenmesi, yatırılması ve eğitilmesi işleriyle “Cezaevleri ve Mahkeme Binaları, İnşaası Karşılığı Olarak Alınacak Harçlar ve Mahkumlara Ödettirilecek Yiyecek Beddelleri Hakkında Kanun”da gösterilen her türlü işlemleri yapmak, …” 13/12/2014 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:“(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.…f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.…” 765 sayılı mülga Kanun’un , , ve maddeleri şöyledir:“Madde 49 - …2 - Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vukubulan haksız bir taarruzu filhal def'i zaruretinin bais olduğu mecburiyetle, … işlenilen fiilerden dolayı faile ceza verilemez.…Madde 456 - (Değişik: 6123 - 1953) Her kim katil kasdiyle olmaksızın bir kimseye cismen eza verir veya sıhhatini ihlâle aklî melekelerinde teşevvüş husulüne sebep olursaaltı aydan bir seneye kadar hapsolunur.…Fiil, katî veya muhtemel surette iyileşmesi kabil olmayacak derecede akıl veya beden hastalıklarından birini yahut havastan veya el yahut ayaklardan birinin veya söylemek kudretinin yahut çocuk yapmak kabiliyetinin zıyaını mucip olmuş veya âzadan birinin tatilini yahut çehrenin daimî değişikliğini veya gebe bir kadına karşı ika olunup da çocuğun düşmesini intaç eylemiş ise ceza beş seneden on seneye kadar ağır hapistir.Madde 457 - (Değişik: 6123 - 1953) 456 ncı maddede yazılı fiillere 449 uncu maddenin birinci ve üçüncü bentlerinde yazılı hal inzimam eder yahut fiil gizli veya aşikâr bir silah ile veya aşındırıcı ecza ile işlenmiş olursa asıl ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.Madde 463 - (Değişik: 2787 - 1983) 448, 449, 450, 456, 457 nci maddelerde beyan olunan fiilleri iki veya daha çok kimse birlikte yapmış olup da failin kim olduğu belli olmazsa bunlardan her birisi hakkında, fiil için tayin edilmiş olan ceza üçte birden yarıya kadar indirilerek hükmolunur. Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasını gerektiren fiillerde yirmi seneden, müebbet ağır hapis cezasını gerektiren fiillerde onaltı seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası tayin olunur. Şu kadar ki, bu hüküm fiili doğrudan doğruya beraber işlemiş olanlar hakkında uygulanmaz.” 10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun , , ve maddeleri şöyledir:“Tanım:Madde 3 – Türkiye Cumhuriyeti Jandarması emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanun ve nizamların verdiği görevleri yerine getiren silahlı, askeri bir güvenlik ve kolluk kuvvetidir.Jandarmanın genel olarak görevleri: Madde 7 – Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri şunlardır.a) Mülki görevleri;Emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak. b) Adli görevleri;İşlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek.…d) Diğer görevleri; Yukarıda belirtilen görevler dışında kalan ve diğer kanun ve nizam hükümlerinin icrası ile bunlara dayalı emir ve kararlarla Jandarmaya verilen görevleri yapmak. Silah Kullanma YetkisiMadde 11 – Jandarma, kendisine verilen görevlerin ifası sırasında hizmet özelliğine uygun ve görevin gereği olarak kanunlarda öngörülen silah kullanma yetkisine sahiptir. Yürürlükten kaldırılan ve uygulanmayacak olan hükümler: Madde 25 – ...2)1559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun, 3)3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun, 4) Disiplin hükümleri saklı kalmak kaydıyla 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun,Ve diğer kanunların,Bu Kanuna aykırı hükümleri Jandarma Teşkilatı için uygulanmaz." 17/12/1983 tarihli ve 18254 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nin , , , , ve maddeleri şöyledir:“Genel YetkiMadde 24 - Jandarma, emniyet ve asayişi sağlama ve kamu düzenini koruma amacıyla Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda belirtilen gerekli her türlü güvenlik tedbirlerini almaya yetkilidir.Zor Kullanma YetkisiMadde 38 - Jandarma kanun ve nizamlara uygun olarak kişileri yakalama veya toplulukları dağıtma sırasında karşılaştığı direnmeleri, kırmak, saldırıya yeltenen veya saldırıda bulunanları etkisiz duruma getirmek için zor kullanabilir.Zor kullanmanın niteliği ve derecesi karşılaşılan direnme veya saldırıya göre değişmek üzere; yeterli biçimde ve nitelikte bedeni kuvvet, maddi güç ve şartları gerçekleştiğinde her çeşit silah kullanmayı kapsar.…Toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda; zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gerecin seçimi öncelikle, kuvvetin başındaki komutana aittir. Bu konuda mülki amirin yetkileri saklıdır.Silah Kullanma Yetkisi ve Bu Yetkinin Kullanılacağı DurumlarMadde 39 - Jandarma, aşağıda yazılı hallerde silah kullanmaya yetkilidir:a. Nefsini müdafaa etmek için,b. Başkasının ırz ve canına vuku bulan ve başka suretle men'i mümkün olmayan bir saldırıyı savmak için;…g. Jandarmanın görevini yapmasına yalnız veya toplu olarak fiili mukavemette bulunulmuş veya fiili saldırı ile karşı gelinmişse,h. Devlet nüfuz ve icraatına silahlı olarak karşı gelinmişse,…k. Ceza infaz kurumları ile tutukevlerinde, iç yönetimce bastırılmayan isyan, kargaşa, direnme ve kavga çıkması durumunda; cezaevi müdürü ile gardiyanların başvurusu üzerine kuruma girilmesi halinde,(a) ve (b) bentlerinde gösterilen silah kullanma yetkileri çerçevesinde,Silah Kullanmanın Kapsamı ve Uyulması Gereken EsaslarMadde 40 - Silah kullanmak deyiminden, mutlaka ateş etmek anlaşılmaz. Ateş etmek, silah kullanmada en son çaredir. Buna bağlı olarak:a. Bu yönetmeliğin uygulanmasında silah deyimi; ateşli silahları, kesici ve dürtücü silahları, önleyici, etkisiz duruma getirici ve savunmaya ilişkin aletleri cop, sis ve gaz bombalarını; gaz, boyalı ve boyasız basınçlı su püskürten, personel ve malzeme taşıyabilir zırhlı ve zırhsız araçları, helikopter ve uçakları kapsar.b. Silah kullanma yetkisine sahip bulunan amir ve görevliler, kanun ve nizamların belirlediği yetkilerini zamanında kullanmaz ya da silahlarından yeterince yararlanmazsa, davranış ve tutumunun niteliğine göre cezalandırılır."Din ve vicdana göre lazım sayılan hareketler" ile "şahsi tehlike korkusu" yüzünden silah kullanmaktan kaçınmış olmak cezayı kaldırmaz ve hafifletmez.c. Silah kullanmada, olayın ve durumun özellikleri gözönünde bulundurularak; savunmaya ilişkin aletlerle önleyici ve etkisiz duruma getirici aletleri kullanılmasına öncelik verilir. Daha sonra, kesici ve dürtücü silahlarla, ateşli silahların hedefe yöneltilmesi safhasına geçilir. Etkili olunmadığında, dipçik ve kabzalar kullanılır. Buna rağmen amaç sağlanamamışsa, kesici ve dürtücü silahlarla, ateşli silahlar kullanılır. Ateşli silahların kullanılmasında sırasıyla; önce havaya ihtar atışı yapılır, sonra ayağa doğru ateş edilir. Buna rağmen silah kullanmaya yol açan olay ve durum bastırılamamışsa hedef gözetilmeden ateş edilir.Bu sıranın her olayda aynen izlenmesi zorunlu değildir. Olayın özelliğine göre, sıra atlanabileceği gibi, şartları varsa doğrudan doğruya hedefe de ateş edilebilir.Bu gibi durumlarda, neden bu şekilde hareket edildiği olay tutanağında açıkça ve özellikle belirtilir.d. Ateşli Silahlarla Ateş edilmesi;(1) Öncelikle bu konuda emir verilmiş olmasına bağlıdır.(2) Ateş emri verilmemiş olsa bile 39 uncu maddede sayılan, durum ve özelliklerin ortaya çıkması nedeniyle, silahın kullanma zamanını, ölçü ve tarzını, her alandaki özel şartları gözönünde tutarak; her görevli kendisi değerlendirir ve saptar.Diğer silahların kullanılması, emirle ve emirde belirtildiği şekilde olur.Yetkilerin KullanılmasıMadde 41 - Zor ve silah kullanma yetkileri dışında:Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda öngörülen ve yönetmeliğin bu bölümünde ayrıntıları gösterilen görevlerin yapılması ve yetkilerin kullanılması; İl Jandarma alay, ilçe jandarma bölük, bucak jandarma takım ve jandarma karakol komutanlarına aittir.Jandarma iç güvenlik birliklerinin diğer makam ve memurları; geçerli bir yetki devri olmadıkça ya da yetkili amirlik makamlarının emri olarak verilmedikçe, bu konudaki görevleri yapamaz ve yetkileri kullanamazlar. Ancak bu konulara ilişkin bir ihlalle karşılaştıklarında durumu bir tutanakla belgeler ve silsile yoluyla ilgili makama gönderirler.Suçların kovuşturulması yönünden Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun öngördüğü yetkiler gözönünde tutulur.Genel GörevlerMadde 42 - Jandarma; emniyet ve asayişi sağlamak, kamu düzenini korumakla yükümlü olup, bu görevlerini iki şekilde yürütür.a. Kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere, hükümet emirlerine ya da tebliğlere ve genel olarak kamu düzenine uygun olmayan eylemleri, işlenmesinden önce kanun ve nizamlar çerçevesinde önlemek.b. İşlenmiş olan bir suç hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri yapmak,Jandarmanın görevlerini yerine getirirken önde gelen amacı; insana taşınır ve taşınmaz eşyaya en az zarar verilerek, bozulan kanun ve nizam ortamını yeniden kurmaktır.Jandarma görevin yürütülüşünde kanuni kısıtlamalara ve insani düşüncelere bağlıdır. Faaliyetlerine muhatap olanlara, düşman gibi görülmemesi için gerekli özeni gösterir....” Uluslararası Belgeler 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye (KSS) göre göz yaşartıcı gaz kimyasal silah sayılmamakta ve bu tür gazların -iç ayaklanmaların kontrolü de dâhil olmak üzere- asayişin sağlanması amacıyla kullanılmasına izin verilmektedir (Madde II § 7, 9 (d)). KSS, Türkiye'de 11/6/1997 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeler’in (Birleşmiş Milletler [BM] Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990 - 7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümleri şöyledir:“… Öldürücü nitelikte olmayan etkisizleştirici silahların geliştirilmesi ve dağıtılması hususu, olaylarla ilgisi bulunmayan kişilerin zarar görme riskini en aza indirebilmek amacıyla dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir ve bu tür silahların kullanımı titizlikle kontrol edilmelidir.... Güç ve ateşli silahların, kanuna uygun olarak kullanımı kaçınılmaz hale geldiğinde, kolluk görevlileri:(a) Bu tür araçların kullanımına sınırlı olarak başvurur ve suçun ağırlığı ve gerçekleştirilmesi hedeflenen meşru amaç ile orantılı biçimde tasarrufta bulunur;(b) Zarar ve yaralanmaları en aza indireceklerdir ve insan yaşamına saygı gösterir ve onu korur;(c) Yaralananlara veya müdahalelerden etkilenenlere, mümkün olan en kısa sürede yardım ulaştırılmasını ve tıbbi yardım sağlanmasını temin eder;(d) Yaralananların veya müdahalelerden etkilenenlerin akrabaları veya yakın arkadaşlarının, mümkün olan en kısa sürede durumdan haberdar edilmelerini sağlar;… Kolluk görevlileri; ölüm veya ağır yaralanmaya sebebiyet verecek yakın bir tehlikeye karsı kendilerini veya başkalarını savunma, yaşamı ciddi şekilde tehdit eden özellikle ağır nitelikli bir suçun islenmesini önleme, bu tür bir tehlike yaratan ve emirlere karsı gelen bir kimseyi yakalama veya bu tür bir kimsenin kaçmasını önleme amaçları dışında ve söz konusu amaçları gerçekleştirmede daha hafif yöntemler yetersiz kalmadığı sürece başkalarına karsı ateşli silah kullanamaz. Her halükarda, ateşli silahlara, ancak yaşamı koruma açısından büsbütün kaçınılmaz olduğu hallerde başvurulmalıdır.... Kolluk görevlileri, ateşli silahları, sadece daha az tehlikeli araçların kullanılmasının mümkün olmadığı hallerde ve sadece gereken asgari ölçüde kullanabilirler. Kolluk görevlileri, ateşli silahları, ilke kapsamında belirtilen durumlar dışında kullanamaz.” Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT), kanunların uygulanmasında bu tür gazların kullanımına ilişkin endişelerini ifade etmiştir. CPT’nin görüşü şöyledir:“(…) Biber gazı, potansiyel olarak tehlikeli bir maddedir ve kapalı alanlarda kullanılmamalıdır. Açık havada kullanılması halinde bile, CPT’nin ciddi çekinceleri bulunmaktadır; istisnai olarak kullanılması gerektiğinde, bölgede belirli güvenlik tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Örneğin, biber gazına maruz kalan kişiler derhal bir doktora ulaştırılmalı ve bu kişilere panzehir sağlanmalıdır. Biber gazı, halihazırda kontrol altına alınmış bir tutukluya karsı asla kullanılmamalıdır.” (CPT/Inf [2009] 25). CPT, Avrupa Konseyinin bazı üye devletlerine yaptığı ziyaretlerle ilgili raporlarında aşağıdaki tavsiyelerde bulunmuştur:“... (A) Biber gazı kullanımının kontrolüne ilişkin olarak düzenlenecek açık bir yönerge, en azından şu hususları içermelidir:-biber gazının kapalı alanlarda kullanılmaması gerektiğinin açıkça belirtildiği, biber gazının hangi durumlarda kullanılabileceğine dair açık talimatlar;-biber gazına maruz kalan tutukluların derhal doktora ulaştırılmalarına ve kendilerine rahatlatıcı tedbirlerin sunulmasına dair hakları;-biber gazı kullanma yetkisi verilmiş personelin nitelikleri, eğitimleri ve yeteneklerine ilişkin bilgiler;-biber gazının kullanımına ilişkin yeterli bir raporlama ve denetim mekanizması …” (CPT/Inf [2009] 8). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4217 | Başvuru, hükümlü olarak bulunulan ceza infaz kurumunda yapılan operasyonda güvenlik güçlerince atılan gaz bombasının isabet etmesi sonucunda sağ kolun dirseğinden kesilmesi üzerine açılan tam yargı davasının reddedilmesi ve yaralanma sonrasında tıbbi yardımın geç yapılması nedenleriyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, makul sürede yargılanma hakkı ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı hakkının, bu karara karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonlarca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Rusya Federasyonu vatandaşı olan başvurucu 9/4/2015 tarihinde Türkiye'ye giriş yapmış, 17/6/2015 ile 17/6/2016 tarihleri arasında geçerli olmak üzere İstanbul'da ikamet izni almıştır. Başvurucu hakkında 16/10/2015 ve 17/10/2015 tarihinde G-87 (genel güvenlik), 25/11/2015 tarihinde Y-26 (yasa dışı örgüt faaliyetleri) gerekçesine istinaden Türkiye'ye giriş yasağı kaydı konulmuştur. Başvurucu, yanındaki yabancı uyruklu iki kişiyle birlikte Hatay'da bulunduğu 13/2/2016 tarihinde kolluk birimlerine haber verilmesi üzerine yakalanmış ve sorgulanmıştır. Başvurucunun Hatay'da bulunma sebebi hakkında çelişkili ifadeler vermesi ve konaklayacağı yeri gösterememesinden dolayı Suriye'deki çatışma bölgeleriyle irtibatlı olma ihtimali gözönüne alınarak başvurucu şüpheli görülmüş ve kolluk görevlilerince Hatay İl Göç İdaresi Müdürlüğüne teslim edilmiştir. Hatay Valiliğinin 13/2/2016 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi (kamu güvenliği açısından tehdit oluşturma) uyarınca başvurucunun sınır dışı edilmesine ve 6 ay idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu sırasıyla Hatay, Erzurum/Aşkale, Antalya, Adana, İstanbul/Kumkapı, Kırklareli/Pehlivaköy, tekrar İstanbul/Kumkapı Geri Gönderme Merkezlerinde tutulmuştur. Başvurucu, anılan kararın iptali istemiyle 2/5/2016 tarihinde Hatay İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde sınır dışı etme kararının hukuka aykırı olmasının yanı sıra Rus güvenlik güçlerinin baskı ve tehditleri nedeniyle kendisinin 6458 sayılı Kanun'un maddesi gereği sınır dışı edilemeyecek şahıslardan olduğunu iddia etmiştir. İdare Mahkemesinin 9/9/2016 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin değerlendirilmesinden; Rusya Federasyonu vatandaşı olan davacının son olarak 2015 tarihinde yasal yollardan İstanbul Sabiha Gökçen Hava Limanı'ndan Türkiye'ye giriş yaptığı, Genel Güvenlik (G-87) nedeniyle Türkiye'ye giriş yasağı kararı alınması üzerine Türkiye'de ikamet izninin 2016 tarihinde İnsan Ticareti Mağdurlarını Koruma Dairesi Başkanlığınca iptal edildiği, davacı hakkında önceki giriş yasağı bilgileri incelendiğinde, davacının 2015 tarihli Yasa Dışı Örgüt Faaliyetleri (Y-26) nedeniyle yurda giriş yasağı olduğu, ayrıca davacı hakkında verilen 2015 ve 2015 tarihli Genel Güvenlik(G-87) nedeniyle '6 ay- 1 yıl ikametli iken, 6 Ay Men' kararlarının da olduğu dikkate alındığında, söz konusu işlemin dayanağı maddi ve hukuki olayların gerçeğe uygun olarak işlemin tesisini gerektirecek ağırlıkta olduğu, idarenin kamu düzenini tehdit ettiğini belirttiği olayların ilgilinin sınırdışı edilmesini haklı gösterecek nitelikte olduğu ve kamu yararı gözetilerek 6458 sayılı Kanun'un 54/1-d maddesi uyarınca tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.Öte yandan, 6458 sayılı Kanun'un 55/ maddesi uyarınca 'sınır dışı edilemeyecek yabancılar' yönünden davacının durumu değerlendirildiğinde ise, davacının sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunmadığından ve davacının bu yöndeki iddialarının soyut ve varsayıma dayanan iddialar olması nedeniyle, bu iddiası varılan sonucu değiştirecek nitelikte bulunmamıştır." Başvurucu 10/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş, başvurusuyla birlikte sınır dışı etme kararının tedbiren durdurulmasını talep etmiştir. Anayasa Mahkemesinin 10/11/2016 tarihli kararıyla başvurucunun yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunup bulunmadığının değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelere ihtiyaç duyulduğu, bununla birlikte araştırma sürecinde sınır dışı işleminin gerçekleştirilmesi hâlinde ise telafisi imkânsız sonuçlar ortaya çıkabileceği için ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesince başvurucunun sınır dışı edilmesi hâlinde maruz kalacağını iddia ettiği kötü muamele iddialarına ilişkin bilgi ve belge verilmesi için başvurucuya 27/1/2020 tarihinde iki haftalık kesin süre verilmiştir. 3/4/2020 tarihinde verilen cevapta, başvurucunun ülkesine gönderilmesi hâlinde karşılaşacağı risklerin hâlen geçerli olduğu ancak verilen sürenin kısalığı nedeniyle bu risklerle ilgi bilgi ve belge sunma imkânının olmadığı ifade edilmiş, ayrıca 6/3/2017 tarihi itibarıyla idari gözetim kararının kaldırılarak başvurucunun serbest bırakıldığı beyan edilmiştir. Başvurucunun idari gözetimde tutulması nedeniyle kötü muamele yasağı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik şikâyetlerini içeren 5/4/2017 tarihli ve 2017/19346 numaralı bireysel başvurusu, başvurucunun serbest bırakılması nedeniyle öncelikle tazminat yolunu tüketmesi gerektiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesince 12/5/2020 tarihinde kabul edilemez bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/24126 | Başvuru, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile aile hayatına saygı hakkının, bu karara karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2015/33 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muhtelif ülkelerin vatandaşı olan başvurucular farklı tarihlerde idari gözetim altına alınmış ve farklı geri gönderme merkezlerine konulmuşlardır. Tüm başvurucular itirazları üzerine geri gönderme merkezlerinden yetkili sulh ceza hâkimliklerince veya resen idare tarafından farklı tarihlerde salıverilmişlerdir. İlgili hukuk için bkz. T.T. (B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25); B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-38) kararları. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/33 | Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, karar sonucunu etkileyecek bir iddianın ilk derece mahkemesi kararında karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 30/3/2014 tarihi ile 31/3/2019 tarihi arasında İzmir Buca ilçe belediye başkanı olarak görev yapmıştır. İçişleri Bakanlığı Mülkiye Teftiş Kurulu Başkanlığının 15/4/2016 tarihli yazısıyla, Belediye hizmetlerinin yürütülmesi için ilgili müdürlükler bünyesinde değerlendirilmek üzere kontrol, büro yardımcı hizmetler personeli ve araç temini hizmet alımı ihalesini ve Destek Hizmetleri Müdürlüğü bünyesinde değerlendirilmek üzere yardımcı hizmetler personeli ve araç hizmet alımı ihalesini mevzuata aykırı olarak gerçekleştirdiği iddiasıyla ilgili olarak başvurucu hakkında ön inceleme emri verilmiştir. Ön inceleme 18/10/2016 tarihinde tamamlanmış ve soruşturma raporu tanzim edilerek İçişleri Bakanlığına soruşturma izni verilmesi teklifinde bulunulmuştur. İçişleri Bakanlığının 18/10/2016 tarihli kararıyla 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca soruşturma izni verilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan karara 7/3/2017 tarihinde itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; suçun öğrenilmesinden itibaren 30 gün içinde soruşturma izni verilmesi gerektiğini, kendisi hakkında ise 30 gün geçtikten sonra soruşturma izni verildiğini, bu sebeple usule aykırı olarak verilen soruşturma izninin kaldırılması gerektiğini belirtmiştir. Danıştay Birinci Dairesi tarafından 19/4/2017 tarihinde itiraz reddedilmiştir. Kararda, başvurucuya isnat edilen eylemlerin hakkında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucuya 25/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 4483 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir." 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır." 4483 sayılı Kanun'un "Süre" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yetkili merci, soruşturma izni konusundaki kararını suçun 5 inci maddenin birinci fıkrasına göre öğrenilmesinden itibaren ön inceleme dahil en geç otuz gün içinde verir. Bu süre, zorunlu hallerde onbeş günü geçmemek üzere bir defa uzatılabilir. Yetkili merci, herhalde yukarıdaki fıkrada belirtilen süreler içinde memur veya diğer kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesi konusunda karar vermek zorundadır." 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar..." 4483 sayılı Kanun'un "İtiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir. Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir." Danıştay İçtihadı Danıştay İkinci Dairesinin 12/3/2004 tarihli ve E.2004/137, K.2004/240 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...4483 sayılı Kanunla memurların işlemiş oldukları suçlarla ilgili olarak İl ve İlçe idare kurulları ile Danıştay Dairesine mülga Memurin Muhakematı Hakkında Kanun uyarınca verilen hazırlık soruşturması yapma yetkisinin alındığı ve bu yetkinin artık Cumhuriyet başsavcılıklarına devredildiği, dolayısıyla da yukarıda açık hükme yer verilen maddeye de, ön inceleme ile görevlendirilenlerin yapmış oldukları iş ve işlemlerin hazırlık soruşturması olmayıp, hazırlık soruşturmasına esas bilgi ve belgeleri toplamaktan ibaret olduğu kuşkusuzdur..." Danıştay Birinci Dairesinin 10/12/2015 tarihli ve E.2015/1448, K.2015/1722 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...4483 sayılı Kanunun 7 nci maddesindeki, yetkili mercinin en geç kırk beş gün içerisinde ilgili memur veya diğer kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesi konusunda bir karar vermek zorunda olduğu yolundaki hükmün, ön inceleme konusu eylemin niteliği, kapsamı, özelliği dikkate alınmadan her ön incelemede mutlak uyulması gereken bir süreyi ifade ettiğinin kabulünün mümkün bulunmadığı, zira, ön inceleme konusu eylemin teknik özellikler içermesi, niteliği, kapsamı, eylemin aydınlatılması için gerek görülen bilirkişi incelemesinde geçecek süre gibi zorunlu sebeplerle bu sürenin aşılabileceği, bu durumların varlığı halinde kırk beş günlük sürenin aşılmasının, ön incelemenin sıhhatini etkilemeyeceği açıktır..." Danıştay Birinci Dairesinin 1/2/2017 tarihli ve E.2016/1760, K.2017/99 sayılı istişari mahiyetteki kararının ilgili kısmı şöyledir:"...4483 sayılı Kanunun 7 nci maddesindeki, yetkili mercinin en geç kırk beş gün içerisinde ilgili memur veya diğer kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmesi veya verilmemesi konusunda bir karar vermek zorunda olduğu yolundaki hükmün, ön inceleme konusu eylemin niteliği, kapsamı, özelliği dikkate alınmadan her ön incelemede mutlak uyulması gereken mutlak bir süreyi ifade ettiğinin kabulünün mümkün bulunmadığı, zira, ön inceleme konusu eylemin teknik özellikler içermesi, niteliği, kapsamı, eylemin aydınlatılması için gerekli görülen bilirkişi incelemesinde geçecek süre gibi zorunlu sebeplerle bu sürenin aşılabileceği, bu durumların varlığı halinde kırk beş günlük sürenin aşılmasının, ön incelemenin geçerliliğini ve hukukiliğini etkilemeyeceği açıktır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı paragrafının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bir eylemin Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrası uyarınca suç isnadı başlığı kapsamında kalıp kalmadığını belirlemek amacıyla bazı kriterler belirlemiştir. Bu kapsamda öncelikle eylemin iç hukuktaki nitelenmesi dikkate alınmaktadır. Bununla birlikte eylemin ve bu eylem için öngörülen cezanın niteliği ve ağırlığı da gözetilmektedir (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/.., 8/6/1976, § 81; Campbell ve Fell/Birleşik Krallık, B. No: 7819/.., 28/6/1984, § 67). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3154 | Başvuru, karar sonucunu etkileyecek bir iddianın ilk derece mahkemesi kararında karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumunun hatalı işlemi sonucu emekli aylığının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Emeklilik Aylığının Bağlanması ve İptal Edilmesi Süreci Başvurucu 1/12/1979-30/9/1980 tarihleri arasında yaklaşık on ay Türkiye'de öğretmen olarak 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun maddesinin c fıkrası (4/c) kapsamında çalıştıktan sonra istifa ederek Almanya'ya gitmiştir. Başvurucu daha sonra Türkiye'ye dönerek 1/10/2008-1/1/2009 tarihleri arasında üç ay süreyle 5510 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının b bendi (4/1-b) kapsamında BAĞ-KUR sigortalısı olarak çalışmıştır. Başvurucu 12/9/2011 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) başvurarak yurt dışında geçen süreyi borçlanarak emekli olmak istemiştir. SGK 8/5/2012 tarihli cevap yazısında, yurt dışında geçirdiği 24 yıl 2 aylık hizmetinin karşılığı olarak başvurucudan 123 TL ödemesini talep etmiştir. Başvurucu 8/6/2012 tarihinde 132 TL'yi ödemiş ve SGK tarafından 1/7/2012 tarihinde başvuruya Emekli Sandığından emeklilik aylığıbağlanmıştır. 2/3/2014 tarihinde ise başvurucunun Emekli Sandığından değil de BAĞ-KUR'dan emekli olması gerektiği gerekçesiyle emeklilik aylığı iptal edilmiştir. Emeklilik aylığının iptal edildiği tarihe kadar ödenen yaşlılık aylıklarının ödenmesi talebiyle başvurucu aleyhine İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğünde icra takibi başlatılmıştır.B. İptal Davası Süreci Başvurucu 5/3/2014 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde (Mahkeme) emekli aylığının iptaline ilişkin işlemin iptali, almaya hak kazandığı emekli aylığının tekrar ödenmesi ve ödenmiş emekli aylığının iadesi isteminin iptali talepleriyle dava açmıştır. Mahkemece 25/12/2014 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, Türkiye'de sigortalılıkları bulunan kişilerin borçlanma sürelerinin en son sigortalılık hâline göre yapılması gerektiği açıklandıktan sonra başvurucunun borçlanma sürelerinin 5510 sayılı Kanunu'nun 4/1-b maddesi kapsamında sigortalılık süresinin değerlendirilmesinin yasal bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince 1/2/2016 tarihinde onanmıştır. Nihai karar, başvurucu vekiline 18/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 17/4/2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik 5510 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...b) Köy ve mahalle muhtarları ile hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan ise;1) Ticarî kazanç veya serbest meslek kazancı nedeniyle gerçek veya basit usûlde gelir vergisi mükellefi olanlar, ... c) Kamu idarelerinde; 1) Bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendine tabi olmayanlardan, kadro ve pozisyonlarda sürekli olarak çalışıp ilgili kanunlarında (a) bendi kapsamına girenler gibi sigortalı olması öngörülmemiş olanlar, 2) Bu maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine tabi olmayanlardan, sözleşmeli olarak çalışıp ilgili kanunlarında (a) bendi kapsamına girenler gibi sigortalı olması öngörülmemiş olanlar ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 86 ncı maddesi uyarınca açıktan vekil atananlar, sigortalı sayılırlar.” 5754 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik 8/5/1985 tarihli ve 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilenler ile yurt dışında çalışmakta iken veya yurda kesin dönüş yaptıktan sonra ölenlerin Türk vatandaşı olan hak sahipleri sigortalının Türkiye’de hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna tabi çalışması yoksa Sosyal Güvenlik Kurumuna, Türkiye’de çalışması varsa en son tabi olduğu sosyal güvenlik kuruluşuna müracaat etmek suretiyle bu Kanunla getirilen haklardan yararlanırlar. Sosyal güvenlik sözleşmeleri uygulanmak suretiyle kendilerine veya hak sahiplerine kısmi aylık bağlanmış olanların borçlanma işlemleri aylık aldıkları sosyal güvenlik kuruluşunca yapılır. ” 5754 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik 3201 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası şöyledir: “Yurtdışı hizmet borçlanmasına ait süreler 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa göre hangi sigortalılık haline göre geçmiş sayılacağının belirlenmesinde; Türkiye’de sigortalılıkları varsa borçlanma talep tarihindeki en son sigortalılık haline göre, sigortalılıkları yoksa aynı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında geçmiş sigortalılık süresi olarak kabul edilir.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5785 | Başvuru, Sosyal Güvenlik Kurumunun hatalı işlemi sonucu emekli aylığının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yerel bir gazetede yayımlanan köşe yazısı nedeniyle başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılması ve manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü; ayrıca belirtilen ceza soruşturması kapsamında şikâyetçi konumunda olan Cumhuriyet Savcısının aynı soruşturmada başvurucu hakkında kamu davası açmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 9/5/2013 tarihinde Çine Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/7/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 12/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 16/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 21/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 4/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Aydın İline bağlı Çine İlçesinde faaliyet gösteren yerel bir gazete olan Çine Madran Gazetesinin yayın yönetmenidir. Gazetenin 15/10/2012 tarihli nüshasında, başvurucu tarafından kaleme alınan “Frene basmak” başlıklı bir köşe yazısı yayımlanmıştır. Anılan köşe yazısı şöyledir:“Efendim… Sayın… Siz… Sen… Şey… Ben… Biz… Onlar… Öncelikle… Söze… Göze… Dize… Size.. Bize… Nasıl desem… Şunu… Onu… Bunu… Yel… Dal… Sel.. Mal… Aman… Yaman… Çelişki… İlişki… İpek… Köpek… Bebek… Çiçek… Kısaca… Uzunca… Esasında… Örgüt… Mörgüt… Lobi.. Hobi.. Kahrolsun, bir türlü başlayamıyorum yazmaya… Imm.. Hımm.. Ihhı… Gak… Guk… Kem… Küm…. Güüüüüüüüm… Evet, evet! “güüüüm” demeden önce fren…. Vurmak ya da durmak için değil… Dinlemek ve dinlenmek için… Kazasız belasız yolu tamamlamak… Engellerin takılmak değil, aşılmak için olduğunu ispatlamak. Her şeyden önemlisi yola ve yolculara zarar vermemek için… Muhterem zatları, şer şoförlerin dolmuşuna muhtaç etmemek için… Frene basıyoruz… Lütfen emniyet kemerlerinizi takınız…” Çine Cumhuriyet Başsavcılığında o tarihte üç Cumhuriyet Savcısı görev yapmaktadır. Başvurucunun, Cumhuriyet Savcılarının ve ilçe emniyet amirinin “sel”, “ipek”, “uzunca” ve “yaman” olan soy isimlerini altına ve üstüne bazı kelimeler yerleştirerek B. Sel ve Ş. İpek’e hakaret ettiği iddiasıyla ceza soruşturması başlatılmış ve şikâyetçiler tarafından tazminat davaları açılmıştır. Ceza Davası Süreci Başvurucunun kullandığı ifadeleri hakaret olarak değerlendiren adı geçen Cumhuriyet Savcıları, görev yaptıkları Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek şikâyetçi olmuşlardır. Müşteki savcı B. Sel, şikayetçi olmayan diğer savcı izinde olduğu için 16/10/2012 tarihinde başvurucunun ifadesini almış ve aynı tarihte kendisine ve diğer Cumhuriyet savcısı Ş. İpek’e hakaret ettiği iddiasıyla başvurucu hakkında Çine Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Çine Sulh Ceza Mahkemesi, 19/10/2012 tarihinde, kamu davasına konu eylemin, basılmış eser yoluyla işlendiği ve Asliye Ceza Mahkemesinin görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek dava dosyasını Çine Asliye Ceza Mahkemesine göndermiştir. Çine Asliye Ceza Mahkemesi, 10/4/2013 tarihli kararı ile başvurucunun hukuki durumunu Anayasa’nın , ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddeleri çerçevesinde değerlendirerek, şikayetçilere karşı alenen hakaret suçunu zincirleme olarak işlediği kanaatine varmış ve başvurucunun 131 gün karşılığı 620 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“… Katılan Bekir Sel ve müşteki Şükrü İpek' in Çine Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptıkları, sanığın ise Çine Madran Gazetesi yayın yönetmeni olduğu ve aynı gazetede köşe yazıları yazdığı, sanığın 15/10/2012 tarihli Çine Madran Gazetesinin sayfasındaki "Frene Basmak" başlıklı köşe yazısında katılan Bekir Sel' in soy ismi olan "Sel" kelimesinin üst paragrafına "Dal" ve alt paragrafına "Mal", müşteki Şükrü İpek' in soy ismi olan "İpek" kelimesinin üst paragrafına "İlişki" ve alt paragrafına "Köpek" kelimelerini yazarak müştekilerin şahsını kastederek müştekilerin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte fiil isnat ederek müştekilerin onur, şeref ve saygınlığına saldırdığı, sanığın köşe yazısında müştekileri kastettiğinin aşikar olduğu, bu nedenle sanığın köşe yazısının herhangi bir kişiye yönelik olmadığına dair savunmasına itibar edilemeyeceği, sanığın eylemini müştekilere görevlerinden dolayı gerçekleştirdiği hususunun sabit olmadığı, bu bakımdan hakkında nitelikli halin uygulanamayacağı anlaşılmıştır.…TCK'nın 126 maddesi gereğince hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş olsa bile niteliğinde mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa hem ismi belirtilmiş hem de hakaret açıklanmış sayılır. Somut olayda “Mal” ve “Köpek” olarak müştekileri hedef alan köşe yazılarında yukarıda belirtilen ifade özgürlüğünün sınırlarını aşan, açıkça hakaret niteliği taşıyan sözcüklerin kullanılması karşısında sanığın savunmalarına itibar edilmemiş, atılı suçtan sanığın cezalandırılmasına dair oluşan vicdani kanaate göre Türk Milleti Adına aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.”Hukuk Davaları Süreci Şikayetçiler Ş. İpek ve B. Sel başvurucu hakkında ayrıca 15/10/2012 tarihinde Çine Asliye Hukuk Mahkemesinde kişilik haklarına saldırı nedeniyle ayrı ayrı tazminat davaları açmışlardır. Başvurucu, ön inceleme duruşmasında, Cumhuriyet Savcısı B. Sel ile husumetinin olduğunu, şikâyet hakkını kullandığını, ancak şahısları hedef almadığını, bir büyüğünün tavsiyesine uyarak frene bastığını ve söz konusu yazının bu olaydan sonra yazıldığını beyan etmiştir. Buna karşın başvurucu duruşmada, yazıda davacıların isimlerinin yer almadığını ve davacıların hedef alınmadığını, eleştirel içerikli bir yazı olduğunu, yazının henüz bitmemiş olduğunu, okuyucunun anlayışına bırakıldığını, hukuka uygunluk sınırları içerisinde eleştiri hakkının kullanıldığını, yazının bütünü dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerektiğini, davacıya yönelik hakarette bulunmasını gerektirecek bir husumetin bulunmadığını ileri sürmüştür. Çine Asliye Hukuk Mahkemesi, 16/4/2013 tarihli kararlarında davalarının kabulüne, davacılar lehine ayrı ayrı 500,00 TL manevi tazminata kesin olarak karar vermiştir. Birbirinin benzeri olan kararların gerekçesi şöyledir:“Bilindiği üzere, hukuk davasına konu olan olaya ilişkin aynı zamanda cezai kovuşturma mevcut ise, ceza mahkemesince tespit edilecek maddi olgular ve mahkumiyet kararı hukuk Hâkimini bağlayıcı niteliktedir. Buradan hareketle, mahkememizce tespit edilen olguların yanında Çine Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/621 esas, 2013/206 karar sayılı ilamında tespit edilen maddi olgular ve mahkûmiyet kararı bir kül halinde değerlendirmeye esas alınmıştır. Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davalının kaleme aldığı köşe yazısı içeriği, davalının duruşmadaki beyanı, ceza mahkemesince tespit edilen maddi olgular ve mahkumiyet kararı ile yukarıdaki ayrıntılı açıklamalar doğrultusunda, davalının, davacıyı doğrudan hedef alarak hakaret eyleminde bulunmak suretiyle, davacının kişilik haklarının zedelenmesine ve davacının manevi olarak zarara uğratılmasına sebebiyet verdiği anlaşıldığından, talep edilen manevi tazminat miktarının da, tarafların sosyal ve ekonomik durumları göz önüne alınarak hakkaniyet çerçevesinde kaldığı ve meydana gelen manevi zararın tazmini bakımından tatmin edici ölçü ve nitelikte olduğu, kanaatine de varılarak davanın kabulüne karar vermek gerekmiş(tir)” Çine Asliye Ceza Mahkemesi kararını 10/4/2013 tarihinde ve Çine Asliye Hukuk Mahkemesi kararlarını 16/4/2013 tarihinde kesin olarak vermiştir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, 9/5/2013 tarihinde yapılmıştır.Başvurucunun Cumhuriyet Savcısı B. Sel’i Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna (HSYK) Şikâyeti Başvurucu, Cumhuriyet savcısı B. Sel’in bizzat müştekisi olduğu duruşmayı yürütmesi nedeniyle 19/10/2012 tarihinde adı geçen savcıyı HSYK’ya şikayet etmiştir. HSYK Üçüncü Dairesi, 22/1/2013 tarihli kararı ile savcı hakkında soruşturma izni vermemiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“5271 sayılı CMK’da davaya bakacak hâkim ya da duruşmalarda bulunacak zabıt kâtibi ile ilgili olduğu gibi, soruşturmayı yürütecek olan Cumhuriyet Savcısı ile ilgili olarak “Cumhuriyet Savcısının davaya bakamaması ve reddi” müessesesine yer verilmediği, Cumhuriyet Savcısının kendisinin bizzat mağdur ya da müşteki durumda olduğu bir soruşturmayı yürütmesinin ve sonuçlandırmasının yasal olarak mümkün bulunduğu, Çine Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/1466 sayısına kayden yürütülen soruşturma kopsamında müştekinin susma hakkını kullandığı, Çine Adliyesinde Cumhuriyet Savcısı Bekir Sel dışında iki adet daha Cumhuriyet Savcısı görevli bulunmakla birlikte, diğer Cumhuriyet Savcılarından Şükrü İpek’in de bu soruşturma da müşteki olması, Özlem İlhan Uzunca’nın ise raporlu olması nedeniyle görevi başında bulunmaması karşısında; Cumhuriyet Savcısı Bekir Sel’in 5271 sayılı CMK’nun 160/ maddesi ile kendisine verilen “maddi gerçeği araştırması ve âdil bir yargılamanın yapılabilmesi için şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almak ve şüphelinin haklarını korumak” yükümlülüğüne aykırı davrandığını, Cumhuriyet Savcısı olarak yürüttüğü, sonuçlandırdığı ve aynı zamanda müştekilerin de bulunduğu soruşturmada normalin dışında ve taraflı davrandığını gösteren, şüpheli tarafından ibraz veya beyan edilip de ısrarla getirilmeyen, muhafaza altına alınmayan ya da ileri sürülmeyen bir delilin varlığına işaret eden bir olguya da tesadüf edilmediği…” Başvurucu Hakkında Açılan Diğer Davalar Başvurucu hakkında, 28/10/2012 tarihinde “yola gelin beyler” başlıklı bir yazısından dolayı ve 20/1/2013 tarihli “Kelp ile dog ve polis” başlıklı başka bir köşe yazısından dolayı Çine Cumhuriyet Savcısı B. Sel tarafından yargı görevi yapanı etkilemek suçundan iki kez ceza davası açılmıştır. Başvurucu her iki ceza davasından da beraat etmiştir. B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3178 | Başvuru, yerel bir gazetede yayımlanan köşe yazısı nedeniyle başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılması ve manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü; ayrıca belirtilen ceza soruşturması kapsamında şikâyetçi konumunda olan Cumhuriyet Savcısının aynı soruşturmada başvurucu hakkında kamu davası açmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, uzman çavuş olarak görev yapan başvurucunun astsubaylığa geçiş yeterlilik sınavında başarısız sayılmasının eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde yedi yıl uzman çavuş olarak görev yapan başvurucu, 2017 yılında astsubaylığa geçiş sınavını kazanarak astsubaylık eğitimi almaya başlamıştır. Başvurucu bu eğitimin sonunda yapılan yeterlilik sınavının, atış ve spor kısmının her birinden 100 puan almış, mülakat kısmından ise 40 puan almıştır. Yeterlilik sınavının puan ortalamasının hesaplanmasında, sınavın mülakat kısmının %70 etkili olması nedeniyle başvurucunun puanı 58 olarak hesaplanmıştır. Bu puanın yeterlilik sınavında başarılı sayılmak için gerekli olan 60 puanın altında olması nedeniyle başvurucu başarısız sayılarak eğitim merkezinden çıkarılmıştır. Başvurucu, yeterlilik sınavında başarısız sayılmasına ilişkin işleme karşı iptal davası açmıştır. İdare Mahkemesince dava reddedilmiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:"...sözlü sınavlarda verilen yanıtların teknolojik imkanlardan yararlanılarak kayıt altına alınmasını öngören bir yasal düzenleme bulunmadığı, sınav komisyonunca sınavda sorulacak soruların önceden hazırlandığı ve tutanağa bağlandığı, her adaya sorulan soruların kayda geçirildiği ve sorulan sorulara adayların verdiği yanıtlara hangi komisyon üyesince, hangi notun takdir edildiğinin tutanakta ayrı ayrı gösterildiği, sözlü sınavın yapısı gereği adayların bilgi düzeyini ölçmeye yönelik yapılan yazılı sınavlardan farklı olarak gözleme dayalı; adayların genel kültürü, konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği, muhakeme gücü, özgüveni, ikna kabiliyeti, inandırıcılığı, liyakati, temsil kabiliyeti, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu hususlar yönünden değerlendirme yapıldığı, komisyon üyelerinin takdir yetkilerini Kanunla düzenlenen usul kurallarına uygun olarak kullandıkları anlaşıldığından davacının sözlü sınavda 40 puan alarak ilişiğinin kesilmesine dair tesis edilen dava konusu 2017 tarih ve 2016/2017-17 toplantı numaralı Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Başkanlığı Yönetim Kurulu kararında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır..." Başvurucunun anılan karara yönelik istinaf başvurusu, Bölge İdare Mahkemesince kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, kesin nitelikteki kararı 10/12/2019 tarihinde öğrenmiş, 27/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 23/1/2020 tarihinde Bölge İdare Mahkemesi Başkanlar Kuruluna verdiği dilekçede, kendisi ile aynı eğitim döneminde tamamen aynı puanları alarak başarısız sayılan başka bir adayın davasının lehe sonuçlandığını belirtmiş ve bölge mahkemeleri kararları arasındaki aykırılığın giderilmesini talep etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi Başkanlar Kurulunca dosyanın Danıştaya gönderilmesi üzerine uyuşmazlık İdari Dava Daireleri Kurulunca incelenmiş, bölge idare mahkemelerinin kararları arasındaki aykırılığın başvurucunun lehine olacak şekilde giderilmesine, söz konusu davanın iptal ile sonuçlanmasına 6/7/2020 tarihinde karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...hukuka aykırılığı yargı kararıyla saptanarak yürütmesinin durdurulmasına karar verilen Yönetmelik hükümlerine dayalı olarak yapılan yeterlilik sınavları sonucunda başarısız sayılma nedeniyle tesis edilen dava konusu ilişik kesme işlemlerinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Öte yandan, Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Eğitim Merkezi Komutanlığı Eğitim-Öğretim Yönetmeliği 30/04/2020 tarih ve 31114 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiğinden, yapılan değerlendirmenin, yalnızca İçişleri Bakanlığınca 21/03/2017 tarihinde onaylanmakla birlikte Resmi Gazete'de yayımlanmayan Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi Eğitim Merkezi Eğitim-Öğretim Yönetmeliği'ne dayalı olarak yapılan yeterlilik sınavlarına ilişkin olduğu da açıktır." Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42517 | Başvuru, uzman çavuş olarak görev yapan başvurucunun astsubaylığa geçiş yeterlilik sınavında başarısız sayılmasının eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; konutun bulunduğu sokaktan yüksek gerilimli iletim hattı geçirilmesinin çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı ile uygun bulunması işleminin iptal edilmesi talebiyle açılan dava ile söz konusu iletim hattının kaldırılması talebiyle açılan davaların reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamaların makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 6/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 4/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 11/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 24/4/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 2005 yılında Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) tarafından yürütülen Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi kapsamında Ankara ili Keçiören ilçesi Kavacık Subayevleri Mahallesi'nde yer alan ve mülkiyeti başvurucuya ait olan taşınmazın bulunduğu Bando Sokak’ta, yüksek gerilim taşıyan elektrik iletim kablolarının yer altına alınması işlemi gerçekleştirilmiştir. Söz konusu işlemler devam ederken başvurucu tarafından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına hitaben sunulan 7/10/2005 tarihli dilekçe ile iskânlı güzergâhta ve trafiğe açık yolun altında bulunan yüksek gerilim hattının faaliyete geçirilmeden önce hayati tehlike oluşturup oluşturmadığı, meydana getirdiği manyetik alanın insan sağlığına etki edip etmediği ve mevcut doğalgaz tesisatına zarar verip vermediği hususlarının ilgili bağımsız kuruluşlar tarafından incelenip raporlanması ve rapor hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi talebinde bulunulmuştur. TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından 26/1/2006 tarihinde verilen cevap yazısında yüksek gerilim taşıyan yer altı kablolarının döşeneceği güzergâh belirlenirken öncelikle altyapısı oturmuş yapıların bulunduğu ve hattın en kısa mesafeden götürülmesine olanak veren yerlerin tercih edildiği, bunun nedeninin proje maliyetlerinin çok yüksek olmasından kaynakladığı, güzergâhın belirlenmesinin TEİAŞ’ın tasarrufunda bulunduğu, belirlenen güzergâhın ilgili Belediyenin kazı ve tesis ruhsatı vermesi durumunda tescil edildiği, söz konusu ruhsatların verilmemesi hâlinde şartlara uygun olarak başka güzergâhların belirlendiği, ileri teknolojiyle üretilen bu tür kabloların yeterli derinlikte gömülü olduğu sürece insan sağlığına olumsuz bir etkisinin bulunmadığı, güzergâh boyunca uyarı levhaları konduğu, bunun amacının ise gelişigüzel yapılabilecek kazıların önlenmesi olduğu, teknik şartnamelere uygun şekilde belirlenen Hasköy-Akköprü güzergâhının ilk hâlinde Şehit Makbule Sokak’ın bulunduğu ancak anılan sokakta kablo kanalı için uygun genişlik bulunmaması, altyapının sıkışık ve trafiğin yoğun olması gibi nedenlerle ilgili Belediyeden kazı ruhsatı alınamadığı, bu nedenle güzergâh üzerindeki Şehit Makbule Sokak’ının çıkarıldığı ve yerine nihai hedefe en uygun şekilde Bando Sokak’ın eklendiği, bu sokakta kabloların sorunsuz şekilde yer altına döşendiği ve bunun da güzergâhın isabetli olarak belirlendiği anlamına geldiği şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Başvurucu 13/2/2006 tarihinde Ankara Valiliğine yaptığı bilgi edinme başvurusunda, 154 kV geriliminde Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi kapsamında belirlenen yeni güzergâh hakkında çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) kararı alınıp alınmadığı hakkında bilgi talep etmiştir. Valilik tarafından verilen 14/3/2006 tarihli cevap yazısında 16/12/2003 tarihli ve 25318 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin maddesi gereğince söz konusu proje hakkında ilgili Bakanlık tarafından “Çevresel etki değerlendirmesi gerekli değildir.” kararı verildiği, kararın askıda ilan edilerek halka duyurulması konusunda gereğinin yapılması amacıyla ilgili kaymakamlıklara gönderildiği belirtilmiştir. Başvurucu, elektrik iletim kablolarının Bando Sokak’ta yer altına alınmaya başlanmasından itibaren proje kapsamında gerçekleştirilen işlemler ve eylemlerin durdurulması talebiyle farklı tarihlerde birden fazla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı, Ankara Valiliği, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, TEİAŞ Genel Müdürlüğü, Keçiören Belediye Başkanlığı, Subayevleri Muhtarlığı gibi birçok kurum ve kuruluşa dilekçe sunmuştur. Taleplerinin reddedilmesi üzerine başvurucu, yüksek gerilimli elektrik kablolarının yer altına alındığı Bando Sokak’ta elli yıldır ikamet ettiğini, Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi'nde belirlenen ilk güzergâhın elli metre genişliğinde ve kamulaştırılmış bir araziden geçtiğini, bu güzergâhın projeye çok daha uygun olduğunu, buna rağmen güzergâhın sekiz metre genişliğinde dar bir sokak olan Bando Sokak'ı kapsayacak şekilde rant sağlama amacıyla değiştirildiğini, bu değişiklikle hem hattın uzunluğunun artması nedeniyle kamu zararının doğduğunu hem de her iki tarafı da iskânlı olan sokakta oturan binlerce insanın can ve mal güvenliğinin tehlikeye girdiğini, çevresel etki değerlendirmesinin gerekli olmadığına dair karar alındığı ve bilgilendirme için ilgili kurumların görevlendirildiği belirtilmesine rağmen proje hakkında çevre sakinlerinin bilgilendirilmediğini, 154 kV değerinde enerji taşıyan kabloların oluşturduğu elektromanyetik alanın insan sağlığına olumsuz etkilerinin olduğunu ve ölüm tehlikesi oluşturduğunu belirterek telafisi imkânsız zararların doğmaması için öncelikle söz konusu yüksek gerilimli iletim hattına gerilim verilmesini durduracak şekilde yürütmenin durdurulması kararı verilmesi ve neticede hattın kaldırılması talebiyle 21/2/2006 tarihli dilekçesiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Söz konusu dava, anılan Mahkemenin 2006/476 Esas sırasına kaydedilmiştir. Davalı TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından dava dosyasına sunulan cevap dilekçesinde söz konusu iletim hattının 1956 yılından itibaren hizmet verdiği, zaman içerisinde şehrin artan nüfusu ve refah seviyesine göre oluşan ihtiyaçlar doğrultusunda kabloların yeraltına alınmaya başlandığı, proje kapsamında belirlenen güzergahlarda idari ve teknik sorunların ortaya çıkması hâlinde plan değişikliklerinin yapılabileceği, yüksek gerilim taşıyan kabloların mümkün olduğu ölçüde yapılaşmaların tamamlandığı cadde ve sokaklardan uygun derinlikteki kanallara doğrudan serilerek ya da boru içine döşenerek geçirilmesi gerektiği, 30/11/2000 tarihli ve 24246 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği (Yönetmelik) ve teknik şartnamelerdeki uygulama usulleri benimsendiği sürece ileri teknoloji ile üretilmiş iletim kablolarının insan sağlığına bir zararının bulunmadığı, başvurucunun iddialarının aksine söz konusu yüksek gerilimli kablo kanalları yerleştirilmesi amacıyla gerçekleştirilen kazı ve inşa aşamalarında ilgili kuruluşların temsilcileri ve görevli kontrol elemanları hazır bulundurularak emniyetli bir çalışma yürütüldüğü ayrıca mahalle sakinleri ile görüşüldüğü, güzergâhta yapılan değişikliğin başlıca nedeninin Bando Sokak’taki mevcut altyapı tesislerinin konumu ve yol genişliği itibarıyla trafik akışı engellenmeden kablo kanallarının inşa edilmesine ve tesisine teknik açıdan imkân vermesinden kaynaklandığı, yaklaşım ve temas mesafeleri gözetildiğinde 154 kV değerindeki gerilim seviyesinin bir tehlike oluşturmayacağı, yer altı kablolarının bulunduğu kısımlar gelişigüzel kazılmadığı sürece insanların can ve mal güvenliklerini tehlikeye düşürecek, huzur ve esenliklerini bozacak bir durumun bulunmadığı, bu amaçla ayrıca uyarı levhalarının yerleştirildiği, Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı Projesi'nin uluslararası standartlar gözetilerek ve yüksek kaliteli malzemeler kullanılarak hayata geçirildiği, hukuka aykırı bir işlem ya da eylem olmadığı gibi telafisi imkânsız bir durumunda bulunmadığı, bu nedenlerle yürütmenin durdurulması talebinin ve davanın reddinin gerektiği ifade edilmiştir. Diğer davalı olan Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından sunulan cevap dilekçesinde yüksek gerilimli iletim hattının yer altına alınması çalışmalarının bölgede uzmanlarca yapılan titiz incelemelerle ve teknik çalışmalarla gerçekleştirildiği, insan sağlığına bir zarar oluşturmayacağı, güzergâhın değişmesi neticesinde boşalan yerlerin yeşil alan olarak kullanılmak üzere Büyükşehir Belediyesine devredildiği ve bu amaç dışında kullanılmayacağı, rant elde edildiği şeklindeki iddianın asılsız olduğu ileri sürülmüştür. Anılan iletim hattının bulunduğu mahalde 30/1/2007 tarihinde yapılan keşif neticesinde şehir planlama uzmanı, elektrik mühendisi ve çevre mühendisi akademisyenlerden oluşan bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporda, Batı ülkelerinde olduğu gibi yüksek gerilim hatlarının yer altına alınmasının güvenlik açısından tercih edilen bir yöntem olduğu, bu çerçevede kabloların özel nitelikli borular içine alınması ve diğer altyapı sistemlerinden belli mesafede ayrı konulması gerektiği, buna ilişkin esasların Yönetmelik’te belirlendiği, buradaki esasların TEİAŞ tarafından yerine getirildiğinin beyan edildiği, söz konusu kabloların yer altından değil de havai hat üzerinden geçirildiği durumda havai hat güzergâhı üzerinde çeşitli kamu kuruluşlarına ve özel hukuk kişilerine ait taşınmazların bulunması nedeniyle tehlike anında ya da müdahale gerektiğinde izin almanın veya kamulaştırmanın hem uzun zaman aldığı hem de kamu yararına uygun ekonomik bir tercih olmadığı, havai hat altındaki alanlardan rant sağlanacağı iddiasına karşı önlemler alınarak bu tür yerlerin yeşil alan olarak kullanılması koşulu getirildiği, güzergâhın Şehit Makbule Sokak’tan Bando Sokak’a kaydırılmasında altyapı tesislerinin çokluğu ve yol ortasında çok sayıda rögar bulunması gibi teknik birtakım gerekçelere dayanıldığı, Bando Sokak’tan güvenlik koşullarına uygun şekilde geçirilen yer altı kablolarının çevreye bir zararının bulunmadığı, sokakta yer alan uyarı levhalarının görsel kirlilik ve psikolojik olarak rahatsızlık oluşturduğu iddia edilmiş ise de şehirlerde bu tür levhaların çokça bulunduğu, ayrıca güzergâh değişikliği hakkında Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından ÇED olumlu kararı verildiği belirtilmiş ve yüksek gerilim taşıyan yer altı kablolarının Bando Sokak’tan geçirilmesinde teknik ve çevresel açıdan, ayrıca şehircilik ilkeleri bağlamında bir sakınca bulunmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 2006/476 esas sayılı dava dosyasında verdiği 26/9/2007 tarihli ara kararı ile yürütmenin durdurulması talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “… Dava dosyasının incelenmesinden, Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.'nin bağlı ortaklığı olan Başkent Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından işletilmekte olan 33/6,3 kV 2*10 MVA kapasiteli Hasköy Dağıtım Merkezinin, yörenin elektrik enerjisi ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalması nedeniyle anılan saha davalı idareye devredilerek davalı idarenin 2004 yılı yatırım programında "0620 proje no'lu TEİAŞ Hasköy- Akköprü 89/154kV XLPE yalıtımlı yer altı kablosuyla enerji iletim tesisleri" projesine yer verildiği, davacının evinin Hasköy GIS TM ile Akköprü TM arasında yüksek gerilimle enerji iletimine mahsus 89/154 kV XLPE yer altı kablosu güzergahında kaldığı, projenin kesinleşmesi üzerine 2005 tarihinde 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun maddesi uyarınca ihale yapıldığı, yüklenici firma ile 2005 tarihinde sözleşme imzalandığı, projede Şehit Makbule Sokaktan geçirilmesi planlanan yüksek gerilim hattının işin devamı esnasında yüklenici firma ile davalı idarenin kontrol elemanları tarafından yapılan nihai etüd sonucunda davacının evinin bulunduğu Bando Sokaktan geçirilmesine karar verildiği anlaşılmıştır. Mahkememizin 2006 tarihli kararı ile güzergah değişikliği ile ilgili olarak yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş olup, bilirkişilerce hazırlanan raporda özetle; yüksek gerilim hatlarının yer altına döşenmesinin sağlık açısından bir risk oluşturmadığı, hatların oluşturduğu manyetik ve elektrik alan değerlerinin hattın toprak altına döşenmesi durumunda çok daha düşük olduğu, güzergahın Şehit Makbule Sokak yerine Bando Sokaktan geçirilmesi nedeniyle hattın bir miktar uzatıldığı, trafik akış yönü, sokaktaki ağaç sayısı, sokakta bulunan rögar kapaklarının sayısı, döşeme sırasında kablo ek yerlerinin nereye gelmesi gerektiği konularının güzergah belirlenmesinde göz önüne alınması gerektiği, bu hususlar göz önüne alındığında güzergah değişikliğinin yerinde olduğu, güzergah değişikliğinde ve yer altına döşenecek kabloların seçiminde Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun davranıldığı, tesis alanı kapatılmış olduğundan Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinin 58/b/11 maddesinde belirtilen mesafelere uyulup uyulmadığının tespit edilemediği, belirtilen nedenlerle yüksek gerilim hattı kablolarının Bando Sokaktan geçirilmesinde teknik, çevresel ve şehircilik ilkeleri açısından sakınca bulunmadığı ifade edilmiştir. Bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiş olup, davacı tarafından özellikle yüksek gerilim kablolarının yer altına döşenmesinde şartnamelere uyulmadığı, kazı yaptırılması ve uygun olarak döşenip döşenmediğinin tespiti istenilmiştir. Mahkememizin 2007 tarihli kararı ile ek keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş ise de, 2007 tarihli kararı ile davalı idareden; Söz konusu alandaki yüksek gerilim kablolarının Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinin 58/ maddesine uygun, yani zemin yüzeyinden itibaren ne kadar derinliğe döşendiğine ilişkin tüm bilgi ve belgelerin istenilmesine, Söz konusu alanda yüksek gerilim kablolarının yer altına alınmasına ilişkin ihale yapılıp yapılmadığının, yapıldı ise bu konuda Kamu İhale Kurumuna itirazen şikayet başvurusunda bulunulup bulunulmadığının, İdari Yargıda dava konusu edilip edilmediğinin sorulmasına, İhale yapıldı ise hazırlanan idari şartname, teknik şartname ve sözleşmenin bir örneğinin istenilmesine, İhaleye çıkılmadan önce uygulama projesi, ön veya kesin proje yapılıp yapılmadığının sorulmasına, Yapıldı ise söz konusu alanın üzerinde işaretlendiği projelerin istenilmesine, karar verilmiştir. Anılan karar üzerine davalı idareden gelen bilgi ve belgelerin incelenmesinden; işe ait teknik şartnamenin maddesinde güç kablolarının yol seviyesinin minimum 1200 mm altına serileceğinin düzenlendiği, yer altına döşenecek kablolara ilişkin nihai projede asfaltın yol seviyesinden 10 cm., betonun 20 cm., ikaz bantlarının 20 cm., stabilize dolgu malzemesinin 30 cm., özel yataklama kumunun 40 cm. olmak üzere toplam 120 cm. olduğu, tesiste herhangi bir özür ya da eksiklik olmadığı tespit edilerek 2006 tarihinde Kabul Kurulu tarafından Geçici Kabul Tutanağı düzenlendiği görülmektedir. 2007 tarihli kararımız üzerine davalı idareden gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesi üzerine ek keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasından bu aşamada vazgeçilmiştir. 2007 tarihli kararımız üzerine davalı idareden gönderilen bilgi ve belgeler ile verilecek karara esas alınabilecek nitelikte bulunan bilirkişi raporunun birlikte değerlendirilmesi sonucunda; yüksek gerilim hattının söz konusu alanda yer altına alınması ve güzergah değişikliği yapılması işleminde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, olayda yukarıda anılan kanun hükmünde öngörülen şartların gerçekleşmediği anlaşıldığından, yürütmenin durdurulması isteminin reddine …oybirliğiyle karar verildi.” Anılan karar karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 7/11/2007 tarihli ve 2007/5171 Y. İtiraz No.lu kararı ile reddedilmiştir. Dava süreci devam ederken başvurucu tarafından Çevre ve Orman Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama Genel Müdürlüğüne hitaben sunulan 5/4/2006 tarihli dilekçe ile çevresel etki değerlendirmesinin gerekli olmadığına dair verilen kararın halka duyurulması konusunda gereğinin yapılmadığı, yaşadıkları sokağın kazılarak yer altına döşenen yüksek gerilim taşıyan kablolar nedeniyle can ve mal güvenliklerinin bulunmadığı, 16/12/2003 tarihli ve 25318 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nin (ÇED Yönetmeliği) maddesine aykırı davranıldığı belirtilerek yatırımın durdurulması ve "ÇED gerekli değildir" kararının iptali talep edilmiştir. 10/5/2006 tarihinde Ankara Valiliği, proje tanıtım dosyasında taahhüt edilen hususların yerine getirilmesi için ÇED Yönetmeliği’nin maddesi gereğince TEİAŞ Genel Müdürlüğüne altmış iş günü süre verilmesi ve taahhütler yerine getirilene kadar söz konusu 154 kV geriliminde Hasköy-Akköprü yer altı iletim hattına elektrik verilmemesi yönünde karar almıştır. Ankara Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından Valilik makamına sunulan ve proje hakkında değerlendirmeler içeren 21/8/2006 tarihli yazıda, yöre halkından gelen şikâyet dilekçeleri nedeniyle projenin çevresel bir baskıya neden olacağı, bu nedenle daha ayrıntılı incelenmesi gerektiği belirtilmiş ve güzergâh değişikliği için ÇED raporu hazırlanmasının gerekli olduğu yönünde karar verilmesi teklifinde bulunulmuştur. Bu doğrultuda Ankara Valiliği tarafından ÇED Yönetmeliği’nin maddesi gereğince "ÇED gereklidir" kararı verilmiştir. Ankara Valiliğinden Keçiören Kaymakamlığına gönderilen 6/11/2006 tarihli yazı ile, söz konusu iletim hattı projesi hakkında yörede oturanlar tarafından iki yüz altmış yedi adet şikâyet dilekçesi sunulduğu, yer altı kablolarına test amaçlı elektrik verildiği, Valiliğin 10/5/2006 tarihli kararı gereğince iletim hattına verilen elektriğin 9/10/2006 tarihinde kesildiği, güzergah değişikliğine ilişkin karar çıkmadan yer altı iletim hattına elektrik verilmesi nedeniyle TEİAŞ Genel Müdürlüğüne idari para cezası uygulandığı belirtilmiş ve tüm bu hususlar hakkında halkın bilgilendirilmesi talep edilmiştir. Bu kapsamda ÇED Yönetmeliği’nin maddesi gereğince yöre halkının proje hakkında bilgilendirilmesi, görüş ve önerilerinin alınması amacıyla 18/12/2006 tarihinde halkın katılımı toplantısı gerçekleştirilmiştir. Çevre ve Ormancılık Bakanlığının 12/3/2007 tarihli yazısından anlaşıldığı üzere söz konusu projede gerçekleştirilen güzergâh değişikliği hakkında ÇED Yönetmeliği’nin maddesi gereğince “ÇED olumlu" kararı verilmiştir. Başvurucu tarafından sunulan 12/4/2007 tarihli dilekçe ile anılan ÇED olumlu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptal edilmesi talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. 2007/493 Esas sırasına kaydedilen dava dosyasına davalı Ankara Valiliği tarafından sunulan 24/7/2007 tarihli cevap dilekçesinde, başlangıçta proje hakkında ÇED gerekli değildir kararı verildiği, ihtiyaç üzerine yapılan güzergâh değişikliğinden sonra ise proje hakkında ÇED gereklidir kararı verildiği, yöre halkından gelen şikâyetler nedeniyle projenin çevresel etkilerinin daha kapsamlı incelenmesi gerektiği kanaatine ulaşıldığı, ÇED Yönetmeliği’nin Ek-I listesinde yer alan projeler ile ÇED gereklidir kararı verilen projelerde halkın katılımı toplantılarının düzenlendiği, anılan projenin ÇED Yönetmeliği’nin Ek-II listesinde yer aldığı, bu nedenle halkın katılımı toplantısı düzenlenmediği ancak ÇED gereklidir kararı ile bu yönde bir adım atıldığı, Valilik tarafından verilen süre içinde proje sahibi tarafından ÇED Yönetmeliği’ne uygun şekilde gerekliliklerin yerine getirildiği ve verilen ÇED olumlu kararının hukuka ve teknik düzenlemelere uygun olduğu belirtilmiştir. Diğer davalı Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından sunulan cevap dilekçesinde de benzer gerekçelere dayanılmış ve ÇED Yönetmeliği’nin ile maddelerinde belirtilen usul ve esaslar gözetilerek ÇED sürecinin tamamlandığı ve ÇED olumlu kararının verildiği ileri sürülmüştür. Mahkemece verilen 14/11/2007 tarihli ara kararı ile kanunda öngörülen şartların gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir. Karara karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 12/12/2007 tarihli ve 2007/5958 Y. İtiraz nolu kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu tarafından Ankara İdare Mahkemesinin E2006/476 sayılı dava dosyasına sunulan 8/1/2008, 19/2/2008, 12/3/2008 ve 7/4/2008 tarihli dilekçeler ile yeni ve tarafsız bir bilirkişi heyeti oluşturulması ve incelemelerin E.2007/493 sayılı dava dosyasını kapsayacak şekilde yapılması talep edilmiştir. Bu doğrultuda 11/4/2008 tarihinde dava konusu yüksek gerilim hattının Bando Sokak’tan geçen bölümü üzerinde yapılan keşif neticesinde hazırlanan ek bilirkişi raporunda hattın Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’ne uygun olarak döşendiği ancak teknik şartname hükümlerine aykırı olarak beton tabaka kalınlığının 20 cm yerine 18 cm olduğu, derinliğin de 120 cm’den az olduğu, davacının işaret ettiği gibi aynı kanallardan geçen su boruları ve benzeri altyapı tesislerinde oluşabilecek arızalarla ilgilenilirken diğer kurumların görevlileri tarafından yüksek gerilim hattına müdahale etme, özensiz çalışarak yapıyı bozma riskinin bulunduğu şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 26/6/2008 tarihli ve E.2006/476, K.2008/1670 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “… Bilirkişi raporunda belirtildiği üzere, yüksek gerilim hattının yer altına alınmasında Elektrikli Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun davranıldığı, ancak Yönetmelikte belirtilen mesafelerden daha fazla derinlik öngörülen Yapım Sözleşmesine 2 noktada uygunluk bulunmadığı anlaşılmakta olup, tesisin anılan Yönetmeliğe uygun olması nedeniyle, sözleşme hükümlerine aykırılığın idare tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna davacı, davacı yanında müdahil ve TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından itiraz edilmiş ise de, bilirkişi raporundaki saptamalar karşısında itirazlar yerinde bulunmamıştır. Dosyada var olan bilgi ve belgeler ile verilecek karara esas alınabilecek nitelikte bulunan bilirkişi raporlarının birlikte değerlendirilmesi sonucunda, yüksek gerilim havai hattının yer altına alınmasında, güzergah seçiminde, tesisin yapılmasında ve havai hattın kaldırılmasıyla boşalacak alanın yeşil alan olarak kullanılmak üzere Ankara Büyükşehir Belediyesine devredilmesi işlemlerinde anılan mevzuata hükümlerine ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Öte yandan, 2008 tarihli ara kararımız ile, yeşil alan olarak kullanılmak üzere Ankara Büyükşehir Belediyesine devredilen taşınmazın içinde yer aldığı herhangi bir plan yapılıp yapılmadığı sorulmuş olup, gelen cevabi yazıdan; AYKOME kararı ile kaldırılan enerji nakil hattının geçtiği güzergahın Keçiören Belediye Meclisinin 1990 tarih ve 259 sayılı kararı ile onanan Çubuk Çayı ve Çevresi Etap İmar Planı kapsamında kaldığı, onaylı imar planına göre enerji nakil hattının geçtiği güzergahın bir kısmının E=0,10, Hmax=6,50m yapılanma koşullu pazar alanı olarak ayrılırken diğer kısmının yeşil alan olarak ayrıldığı belirtilmiş olup, söz konusu plan veya plan tadilatının bu davanın konusu olmaması nedeniyle belirtilen husus incelenmemiş olup, plan veya plan tadilatının ayrıca dava konusu yapılabileceği de açıktır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine, … oybirliğiyle karar verildi.” Aynı Mahkeme 2007/493 esas sayılı dava hakkında ise 26/6/2008 tarihli ve E.2007/493, K.2008/1654 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “… Dava konusu olayda, TEİAŞ Genel Müdürlüğünce havai elektrik hattının yer altına indirilmesi için hazırlanan proje tanıtım dosyasında davalı idarelerden gerekli izin alınmaksızın güzergah değişikliği yapılması üzerine söz konusu hatta elektrik verilmemesine karar verilerek TEİAŞ Genel Müdürlüğü hakkında idari para cezası verildiği, daha sonradan güzergah değişikliği için verilen ÇED gereklidir kararına istinaden yapılan incelemeler ve halkın katılımı toplantısı sonucunda söz konusu proje için ÇED olumlu kararı verildiği görülmektedir. Mahkememizin E.200/476 esas numarasına kayden yine davacılar tarafından açılan yüksek gerilim havai hattının yer altına alınmasının durdurulmasına ilişkin başvurunun reddine yönelik 2006 gün ve 414 sayılı TEİAŞ Genel Müdürlüğü işlemi ile yüksek gerilim havai hattının kaldırılması ile ortaya çıkacak yeşil alanın Ankara Büyükşehir Belediyesine devrine ilişkin 2005 gün ve 204 sayılı davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı AYKOME ara genel kurul kararının iptali istemli davada güzergah değişikliği ile ilgili olarak yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş olup yapılan keşif sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda özetle; yüksek gerilim hatlarının yer altına döşenmesinin sağlık açısından bir risk oluşturmadığı, hatların oluşturduğu manyetik ve elektrik alan değerlerinin hattın toprak altına döşenmesi durumunda çok daha düşük olduğu, güzergahın Şehit Makbule Sokak yerine Bando Sokaktan geçirilmesi nedeniyle hattın bir miktar uzatıldığı, trafik akış yönü, sokaktaki ağaç sayısı, sokakta bulunan rögar kapaklarının sayısı, döşeme sırasında kablo ek yerlerinin nereye gelmesi gerektiği konularının güzergah belirlenmesinde göz önüne alınması gerektiği, bu hususlar göz önüne alındığında güzergah değişikliğinin yerinde olduğu, güzergah değişikliğinde ve yer altına döşenecek kabloların seçiminde Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun davranıldığı, tesis alanı kapatılmış olduğundan Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinin 58/b/11 maddesinde belirtilen mesafelere uyulup uyulmadığının tespit edilemediği, belirtilen nedenlerle yüksek gerilim hattı kablolarının Bando Sokaktan geçirilmesinde teknik, çevresel ve şehircilik ilkeleri açısından sakınca bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu durumda TEİAŞ tarafından hazırlanan projenin ilk halinde elektrik hattının Şehit Makbule Sokaktan geçirilmesi öngörülmüş ise de yukarıda söz edilen bilirkişi raporu ile de tespit edildiği üzere adı geçen sokağın konumu, altyapının sıkışık olması ve yer altı kablo kanalı için uygun genişlik bulunmaması nedeniyle güzergah değişikliğine gidilmesi üzerine Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde öngörülen koşullara uygun olarak güzergah değişikliğine ilişkin proje hakkında “ÇED olumlu” kararı verilmesine yönelik tesis edilen dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine,… oybirliğiyle karar verildi.” Ankara İdare Mahkemesinin 26/6/2008 tarihli ve E.2006/476, K.2008/1670 sayılı kararına karşı yürütmenin durdurulması ve bozma talebiyle temyiz başvurusunda bulunulmuş; anılan karar Danıştay Dairesinin 16/11/2009 tarihli ve E.2009/4375, K.2009/11132 sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Ayrıca Ankara İdare Mahkemesinin 26/6/2008 tarihli ve E.2007/493, K.2008/1654 sayılı kararına karşı yürütmenin durdurulması ve bozma talebiyle temyiz başvurusunda bulunulmuş ise de yürütmenin durdurulması talebi Danıştay Dairesi tarafından 20/10/2009 tarihinde reddedilmiş ve anılan karar, aynı Dairenin 5/10/2010 tarihli ve E.2008/9842, K.2010/8768 sayılı ilamıyla onanmış; karar düzeltme talebi de Danıştay Dairesinin 12/6/2013 tarihli ve E.2011/10699, K.2013/4867 sayılı ilamıyla reddedilerek kesinleşmiştir. Danıştay Dairesi tarafından verilen 12/6/2013 tarihli nihai karar 12/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu tarafından 29/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 20/2/2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun “Elektrik piyasası faaliyetleri” kenar başlıklı mülga maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Elektrik piyasası faaliyetleri bu Kanun hükümlerine göre piyasada faaliyet gösterecek tüzel kişilerin üretim, iletim, dağıtım, toptan satış, perakende satış, perakende satış hizmeti, ticaret, ithalat ve ihracat faaliyetleridir. Piyasada faaliyet gösterecek tüzel kişilerin faaliyetlerinde uymaları gereken usul ve esaslar bu Kanun ve ilgili yönetmeliklerle düzenlenir. … b) İletim faaliyeti gösterebilecek tüzel kişiler: Elektrik enerjisi iletim faaliyetleri Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından yürütülür. Kamu mülkiyetindeki tüm iletim tesislerini devralmak, kurulması öngörülen yeni iletim tesisleri için iletim yatırım planı yapmak, yeni iletim tesislerini kurmak ve işletmek, Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketinin görevidir. (Değişik paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./ md.) Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi; ayrıca, Kurul onayına tabi olan iletim, bağlantı ve sistem kullanım tarifelerini ve şebeke yönetmeliğini hazırlar, revize eder, denetler ve yük dağıtımı ile frekans kontrolünü gerçekleştirir, iletim sisteminde ikame ve kapasite artırımı yapar, gerçek zamanlı sistem güvenilirliğini izler, sistem güvenilirliğini ve elektrik enerjisinin öngörülen kalite koşullarında sunulmasını sağlamak üzere gerekli yan hizmetleri belirler ve bu hizmetleri Yan Hizmetler Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda sağlar. Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi, Bakanlığın kararı doğrultusunda uluslararası enterkonneksiyon çalışmalarını yapar, iletim sistemine bağlı ve/veya bağlanacak olan serbest tüketiciler dahil tüm sistem kullanıcılarına şebeke yönetmeliği ve iletim lisansı hükümleri doğrultusunda eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin iletim ve bağlantı hizmeti sunar. Piyasanın gelişimine bağlı olarak Kurul kararı doğrultusunda yeni ticaret yöntemleri ve satış kanallarının uygulanabilmesine yönelik alt yapının geliştirilmesi ve uygulanması Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından yürütülür. Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi, yönetmelik çerçevesinde, dağıtım şirketleri tarafından hazırlanan talep tahminlerini esas alarak üretim kapasite projeksiyonunu hazırlar ve Kurul onayına sunar. (Değişik paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./ md.) İletim şebekesi dışında, ulusal iletim sistemi için geçerli standartlara uygun olan ve üretim faaliyeti gösteren tüzel kişinin lisansı kapsamındaki üretim tesisi ile müşterileri ve/veya iştirakleri ve/veya serbest tüketiciler arasında özel direkt hat tesisi, Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi ile üretim faaliyeti gösteren tüzel kişi arasında yapılacak kontrol anlaşması ile mümkündür. (Ek paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./ md.) Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi, uluslararası enterkonneksiyon hatlarının ulusal sınırlar dışında kalan kısmının tesisi ve işletilmesini yapabilir ve/veya bu amaçla uluslararası şirket kurabilir ve/veya kurulmuş uluslararası şirketlere ortak olabilir ve bölgesel piyasaların işletilmesine ilişkin organizasyonlara katılabilir. c) Dağıtım faaliyeti gösterebilecek tüzel kişiler: Elektrik enerjisi dağıtım faaliyetleri, dağıtım şirketleri tarafından lisanslarında belirlenen bölgelerde yürütülür. Dağıtım şirketleri, bulundukları dağıtım bölgesinde, başka bir tedarikçiden elektrik enerjisi ve/veya kapasite temin edemeyen tüketiciler bulunması halinde, perakende satış lisansı alarak bu tüketicilere perakende satış yapmak ve/veya perakende satış hizmeti vermekle yükümlüdür. Dağıtım şirketleri, bölgelerinde, başka perakende satış şirketi ve/veya şirketleri bulunsa dahi perakende satış lisansı almak suretiyle tüketicilere perakende satış yapabilir ve/veya perakende satış hizmeti verebilir. Lisanslarında belirtilen bölgelerdeki dağıtım tesislerini işleten ve/veya sahip olan dağıtım şirketleri, bu tesislerin yenileme, ikame ve kapasite artırım yatırımlarını yapar, dağıtım sistemine bağlı ve/veya bağlanacak olan serbest tüketiciler dahil tüm sistem kullanıcılarına, dağıtım lisanslarının hüküm ve şartları ve dağıtım yönetmeliği hükümleri doğrultusunda ve yönetmelikte belirlenecek süreler içinde eşit taraflar arasında ayrım gözetmeksizin elektrik enerjisi dağıtımı ve bağlantı hizmeti sunar. (Değişik paragraf: 09/07/2008 - 5784 S.K./ md.) Dağıtım şirketleri, Yan Hizmetler Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda yan hizmetleri sağlar. Yönetmelik çerçevesinde, dağıtım lisanslarında belirlenen bölgelerde talep tahminlerinin hazırlanması ve Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketine bildirilmesi görevi dağıtım şirketlerine aittir. Kurul bu talep tahminlerini onaylar ve tahminler Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi tarafından yayımlanır. Mülkiyeti kamuda olan dağıtım tesislerinin, Kurul onaylı talep tahminleri doğrultusunda yatırım planlarının hazırlanması ve Kurul onayına sunulması, onaylanan yatırım planı uyarınca yatırım programına alınan, dağıtım tesislerindeki gerekli iyileştirme ve güçlendirme işlerinin gerçekleştirilmesi ve/veya yeni dağıtım tesislerinin inşa edilmesi görevi söz konusu dağıtım tesislerini işleten dağıtım şirketlerine aittir. …” 2/3/2001 tarihli ve 24334 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5/2/2001 tarihli ve 2001/2026 sayılı Bakanlar Kurulu Kararname’nin eki maddesi şöyledir: “Elektrik üretimi, yük tevzii ve işletme planlaması hizmetlerini yürütmek üzere “Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi”, … unvanlarında … iktisadi devlet teşekkülü kurulmuştur.” 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun “Çevresel etki değerlendirilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Gerçekleştirmeyi plânladıkları faaliyetleri sonucu çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyası hazırlamakla yükümlüdürler. Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça bu projelerle ilgili onay, izin, teşvik, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez; proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. Petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetleri, Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamı dışındadır. Çevresel Etki Değerlendirmesine tâbi projeler ve Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tâbi plân ve programlar ve konuya ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenir.” Başvuru konusu olayın gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan 16/12/2003 tarihli ve 25318 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin “Yetki” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Yönetmeliğe tabi projeler hakkında “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu”, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz”, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararlarını verme yetkisi Bakanlığa aittir. Ancak Bakanlık gerekli gördüğü durumlarda “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararının verilmesi konusundaki yetkisini, sınırlarını belirleyerek Valiliklere devredebilir.” Belirtilen Yönetmelik’in “Çevresel Etki Değerlendirmesine Tabi Projeler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Yönetmeliğin; a) EK-I listesinde yer alan projeler ile, b) Ek-II listesinde bulunup “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” kararı verilen projeler için Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu hazırlanması zorunludur.” Belirtilen Yönetmelik’in “Halkın Katılımı Toplantısı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Komisyonun Kapsam belirleme toplantısından önce, halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, projeye ilişkin görüş ve önerilerini almak üzere proje sahibi tarafından projenin gerçekleştirileceği yerde Bakanlık ile mutabakat sağlanarak belirlenen tarihte, halkın katılımı toplantısı düzenlenir. Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinden önce proje sahibi tarafından, halkı bilgilendirmek amacıyla anket, seminer vb. çalışmalar yapılabilir. a) Toplantı yeri Valilik ve proje sahibi tarafından belirlenir ve Valilik tarafından Bakanlığa bildirilir. Toplantı için projeden en çok etkilenmesi beklenen yöre halkının kolaylıkla ulaşabileceği merkezi bir yerin seçilmesine özen gösterilir. b) Proje sahibi, toplantı tarihini, saatini, yerini ve konusunu belirten bir ilanı ulusal düzeyde yayımlanan bir gazete ile o yörede yayımlanan yerel bir gazetede toplantı tarihinden en az üç gün önce yayınlatır. c) Toplantı İl Çevre ve Orman Müdürünün veya görevlendireceği bir yetkilinin başkanlığında yapılır. Toplantıda; halkın proje hakkında bilgilendirilmesi, görüş ve önerilerinin alınması sağlanır. Başkan katılımcılardan görüşlerini yazılı olarak vermelerini isteyebilir. Toplantı tutanağı, bir sureti Valilikte kalmak üzere Bakanlığa gönderilir. Komisyon üyeleri, 8 inci madde de belirlendiği şekilde kendi isteklerine bağlı olarak Kapsam belirleme toplantısı öncesinde proje uygulama yerini inceleyebilir, kendilerine iletilen tarihe göre halkın katılımı toplantısına katılabilirler. Halkın katılımı toplantısı çalışmaları ile ilgili sekreterya hizmeti, İl Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından yürütülür.” Belirtilen Yönetmelik’in “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz Kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bakanlık, komisyonun rapor hakkındaki çalışmalarını dikkate alarak beş işgünü içinde proje için “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu”ya da “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz” kararı verir, bu kararı proje sahibine ve ilgili kurum ve kuruluşlara yazılı olarak bildirir. Valilik, alınan kararı gerekçeleri ile beraber uygun araçlarla yöre halkına duyurur. “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı verilen proje için beş yıl içinde yatırıma başlanmaması durumunda “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı geçersiz sayılır. “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz” kararı verilen projeler için “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz” kararı verilmesine neden olan koşulların tamamında değişiklik olması durumunda proje sahibi yeniden başvuruda bulunabilir.” Belirtilen Yönetmelik’in “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bakanlık 15 inci maddenin (a), (b), (c) bendinde yer alan projeleri, EK-IV’deki kriterler çerçevesinde inceler ve değerlendirir. Bakanlık, bu aşamada gerekli görülmesi halinde proje sahibinden projesi ile ilgili geniş kapsamlı bilgi vermesini, araç gereç sağlamasını, yeterliği kabul edilebilir kuruluşlarca analiz, deney ve ölçümler yapmasını veya yaptırmasını isteyebilir. Bakanlık on beş işgünü içinde inceleme ve değerlendirmelerini tamamlayarak proje hakkında “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararını beş işgünü içinde verir, kararı Valiliğe ve proje sahibine bildirir. Valilik bu kararı taşra teşkilatlarına ve halka duyurur. Çevresel Etki Değerlendirmesi gerekli değildir kararı verilen proje için 5 yıl içinde yatırıma başlanmaması durumunda Çevresel Etki Değerlendirmesi gerekli değildir kararı geçersiz sayılır. “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gereklidir” kararı alınan projeler 7 nci madde uyarınca Çevresel Etki Değerlendirmesine tabidir. Bir yıl içinde 8 inci maddeye göre Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinin başlatılmaması durumunda başvuru geçersiz sayılır.” Belirtilen Yönetmelik’in “Yönetmeliğe Aykırı Uygulamaların Durdurulması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Yönetmelik kapsamındaki projelerde; a) “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” ya da “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı alınmadan yatırıma başlandığının tespit edilmesi durumunda,Valilik tarafından yatırım durdurulur. “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” ya da “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı alınmadıkça durdurma kararı kaldırılmaz. b) “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” kararı ya da “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı verildikten sonra, proje sahibi tarafından Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya proje tanıtım dosyasında taahhüt edilen hususlara uyulmadığının tespit edilmesi durumunda sözkonusu taahhütlere uyulması için Bakanlıkça da uygun görülmesi halinde Valilikçe bir defaya mahsus olmak üzere süre verilebilir. Bu süre sonunda taahhüt edilen hususlara uyulmaz ise yatırım durdurulur. Yükümlülükler yerine getirilmedikçe durdurma kararı kaldırılmaz.” Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nin maddesi şöyledir: “Bu Yönetmeliğin kapsamına giren tesislerde Türk Standartlarına uygun kablolar kullanılacaktır. Bunlar bulunmadığında Madde 1‘de belirtilen standartlara uygun kablolar kullanılacaktır. … b) Kabloların döşenmesi: 1) Yer altı kablolarının döşendikleri yerler kimyasal, mekanik ve ısıl etkilerden olabildiğince uzak ya da bunlara karşı korunmuş olmalıdır. … 11) Yeraltına döşenecek kablolar, sokak ve alanlarda en az 80 cm derinliğe gömülmelidir. Bu yerlerin dışında en az 60 cm olmalıdır. Bu derinlik zorunlu durumlarda özel koruyucu önlemler alınarak 20 cm dolaylarında azaltılabilir. … e) Kablo yerlerinin işaretlenmesi: Kablo tesisleri bulunan kuruluşlar, bunların yerlerini tam olarak işaretleyerek bu kabloların geçiş güzergahlarını gösteren planları, belediye ve mücavir alan sınırları içinde ilgili belediyelere, diğer yerlerde de ilgili mülki idare amirliklerine vermelidir. Yer altı kablo güzergahları kaplamasız yerlerde işaretli beton kazıklarla, kaplamalı yerlerde oyulmuş işaretlerle belirtilmelidir. Şöyle ki güzergahı görünmeyen kablolar (mesela hendek içindekiler), kablo güzergahı ve niteliği anlaşılacak şekilde işaretlenmelidir. Bu çerçevede düz güzergah maksimum 100 m‘de bir, ek ve branşman yerleri dönüş noktaları vb. yanılgıyı önleyecek şekilde işaretlenmelidir. Bu işaretler yerine göre beton kazık, pirinç veya döküm levha ya da kaldırım kaplamasında oyulmak suretiyle yapılmalıdır. …” 1992 yılında Rio de Janeiro'da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı sonucunda kabul edilen Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio Bildirisi’nin 10 numaralı prensibi şöyledir: “Çevre sorunlarını ele almanın en iyi şekli ve uygun olan çözüm konuyla ilgili her aşamada ilgili bütün vatandaşların kararlara katılımını sağlamaktır. Ulusal düzeyde, her kişi, tehlikeli faaliyet ve maddeler ile ilgili bilgiler dahil olmak üzere, kamu makamlarının sahip olduğu çevre ile ilgili tüm bilgilere ulaşabilmeli ve karar alma sürecine katılma olanağına sahip olmalıdır. Devletler, bu bilgilere halkın ulaşmasını sağlamalı ve ayrıca halkın alınacak kararlara katılımını ve duyarlılığını kolaylaştırmalı ve özendirmelidir. Devletler ayrıca ilgililerin bu konuda yapabilecekleri idari ve yargısal başvuru haklarının kolaylaştırılmasını sağlamalıdır.” Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin çevre ve insan haklarına ilişkin 27/6/2003 tarihli ve 1614 sayılı Tavsiye Kararı'nın ilgili kısmı şöyledir: “Parlamenterler Meclisi, üye Devletlerin hükümetlerine şu hususları tavsiye eder: i) Hükümetler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin , ve maddelerinde ve Sözleşme’nin eki Protokol’ün maddesinde güvence altına alındığı gibi, kişinin yaşam hakkı, sağlık hakkı, özel yaşamı ve aile yaşamı ile vücut ve mal bütünlüğünü, özellikle çevrenin korunması gerekliliğini de gözönüne alarak, etkili biçimde koruyucu tedbirler almalıdır. ii) Hükümetler, tercihen anayasal düzeyde ve fakat en azından yasal düzenlemeler sonucunda çevre hakkının Devlet açısından mutlak olarak korunması gereken nesnel bir insan hakkı olduğunu kabul etmelidirler. iii) Hükümetler, Aarhus Anlaşmasında kabul edildiği üzere, çevre alanında bireylerin bilgi edinme ve alınan kararlara katılım hakları ile kişisel nitelikteki yargısal başvuru haklarını güvence altına almayı kabul etmelidirler.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6714 | Başvuru, konutun bulunduğu sokaktan yüksek gerilimli iletim hattı geçirilmesinin çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararı ile uygun bulunması işleminin iptal edilmesi talebiyle açılan dava ile söz konusu iletim hattının kaldırılması talebiyle açılan davaların reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamaların makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında hırsızlık suçunu işlediği iddiasıyla Hendek Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından adli soruşturma başlatılmıştır. Yapılan adli soruşturma kapsamında bir gün gözaltında kalan başvurucu Sulh Ceza Mahkemesince 19/10/2003 tarihinde tutuklanmıştır. Hendek Cumhuriyet Başsavcılığının 21/10/2003 tarihli iddianamesi ile başvurucunun hırsızlık suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır. Hendek Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yapılan yargılama sırasında başvurucunun tutukluluk hâli değerlendirilerek 12/1/2004 tarihinde tahliyesine karar verilmiştir. Mahkemenin 12/9/2007 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçtan 1 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 4/4/2016 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Bozma kararına uyularak devam edilen yargılama sonunda Mahkemenin 11/5/2017 tarihli kararı ile başvurucu hakkında beraat kararı verilmiştir. Hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/28000 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, eşine uygulanan ziyaret yasağına karşı mahpusun infaz hâkimliğine yaptığı şikâyetin esasa girilmeden reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 31/12/2021 tarihinde ifade özgürlüğü ile kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyet yönünden bir ihlal bulunmaması nedeniyle başvuru kabul edilemez bulunmuş, diğer şikayetler yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Anadolu Adliyesinde hâkim olarak görev yapmakta iken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olduğu şüphesiyle tutuklanmış ve Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir. İnfaz Kurumu 7/12/2016 tarihli ve 2016/1831 sayılı kararıyla, görüş sırasında kurallara uymadığı gerekçesi ile başvurucunun eşi hakkında iki ay süreyle ziyaretten men yasağı getirmiştir. Başvurucu, kararın kaldırılması talebiyle Silivri İnfaz Hâkimliğine 12/1/2017 tarihli dilekçeyle itirazda bulunmuştur. Dilekçesinde başvurucu 2/12/2016 tarihinde eşi ile kapalı görüş sırasında kendilerine bir şey söylenmeden görüşün sonlandırıldığını, İnfaz Kurumu idaresine görüşün neden sonlandırıldığını sormasına rağmen idarenin dilekçesine cevap vermediğini, 30/12/2016 tarihli açık görüşte de eşiyle görüştürülmediğini, kendisine kararın tebliğ edilmediğini, karara karşı etkili şekilde itiraz edemediğini belirterek kararın kaldırılmasını talep etmiştir. İnfaz Hâkimliğinin 28/3/2017 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararının ilgili kısmı şöyledir:"... 5275 Sayılı Yasa'nın 86/8 maddesi; ziyaret ve görüşlerde kurallara uymayan kişilerin görüşmelerini sürdürmelerine derhal son verilerek, görüşme haklarının kurumun en üst amirliğince kısıtlanabileceğine amir olup, ziyaret kısıtlama kararına karşı ilgili ziyaretçi yönünden şikayet yargı yolu açık ise de; tutuklu/hükümlülerin şikayet yargı yoluna başvurmalarını mümkün kılan bir düzenleme mevcut olmadığı ayrıca öte yandan 4675 sayılı yasanın 6/1 maddesi gereği de başvuru hakkı olmayan kimselerce yapıldığından şikayet dilekçesinin reddine karar verilerek ..." Başvurucunun Silivri Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itiraz, kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 14/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir..."... (3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." 5275 sayılı Kanun'un "Ziyaret ve görüşlerde uyulacak esaslar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Kapalı ve açık ceza infaz kurumlarına ziyaret veya görüşe gelen resmî heyet ve özel kişiler, kurum güvenliğini tehlikeye sokacak davranışlarda bulunamaz, kurum güvenliği için alınan ve uygulanan yasal ve idarî tedbirlerin değiştirilmesini isteyemezler. (2) Kurumun düzen ve güvenliğini, hükümlülerin sağlığını bozabilecek nitelikteki eşya ve maddeler ile her türlü iletişim araçları ve taşıma izin belgesi olsa da silâhlar kuruma sokulamaz. Ziyaret ve görüşlerde hükümlülere para, kıymetli evrak ve eşya verilemez.… (5) Konusu suç teşkil etmemekle birlikte ceza infaz kurumlarına sokulması yasak olan her türlü eşya, çıkışta sahibine verilmek üzere idare tarafından muhafaza altına alınır.... (8) Ziyaret ve görüşlerde kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmeleri sürdürmelerine derhâl son verilir. Suç oluşturan davranışlar, ilgili idarî ve adlî makamlara bildirilir. Görüşme hakkına sahip özel kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı davranışları ve istekleri nedeniyle görüşme hakları, kurumun en üst amirince bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir. Mevzuatın avukatlar bakımından getirdiği hükümler saklıdır." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir: "Ziyaret ve görüşlerde kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmeleri sürdürmelerine derhâl son verilir. Suç oluşturan davranışlar, ilgili idarî ve adlî makamlara bildirilir. Görüşme hakkına sahip kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı davranışları ve istekleri nedeniyle görüşme hakları, kurumun en üst amirince bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir. Mevzuatın avukatlar bakımından getirdiği hükümler saklıdır." 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesinin birinci fıkrasının (o) bendi şöyledir: "Ziyaret ve görüşlerde, kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmeleri sürdürmelerine derhal son verilir. Suç oluşturan davranışlar, kurum idaresince tutanakla tespit edilerek, ilgili adlî ve idarî makamlara bildirilir. Görüşme hakkına sahip özel kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı istek ve davranışları nedeniyle görüşme hakları, ceza infaz kurumunun en üst amirince bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir…" 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " İnfaz Hâkimliklerinin görevleri şunlardır. Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahadeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak... " 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Şikâyet yoluna, kendisi ile ilgili olmak kaydıyla hükümlü veya tutuklu ya da eşi, anası, babası, ayırt etme gücüne sahip çocuğu veya kardeşi, müdafii, kanunî temsilcisi veya ceza infaz kurumu ve tutukevi izleme kurulu başvurabilir." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Şikâyet başvurusu, 5 inci maddede yazılı sürenin geçmesinden sonra veya infaz hâkimliğinin görev ve yetki alanı dışında kalan bir işlem veya faaliyete karşı ya da başvuru hakkı olmayan kimselerce yapılmışsa infaz hâkimi, başvuru dilekçesini esasa girmeden reddeder; şikâyet başvurusu başka bir yargı merciinin görevi içerisinde ise o mercie gönderir. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, ... saygı gösterilmesi hakkına sahiptir...." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayata saygı hakkı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönüyle birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No.2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM'e göre suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir hapishane rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması onun Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder ancak bu, kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına getirilen sınırlamalar makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 25/3/1983, §§ 99-105). Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir." AİHM, Sözleşme'nin maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun var olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolunun teoride olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olması gerekmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82). AİHM, etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde savunulabilir nitelikteki bir şikâyetin etkili bir şekilde mahkemelerce incelenmesini ve öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli olmasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157; Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM, iç hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, § 36). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30971 | Başvuru, eşine uygulanan ziyaret yasağına karşı mahpusun infaz hâkimliğine yaptığı şikâyetin esasa girilmeden reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 25/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 22/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9597 | Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı süresinde kötü muameleye maruz kalınması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 17/3/2017 tarihinde, yanında diğer iki kişi ile birlikte kendini maliye denetçisi olarak tanıtarak gittiği işyerinden para talep etmesi ve durumdan şüphelenen işyeri sahiplerinin polis çağırması üzerine kaçmaya çalışırken işyeri sahipleri ve çevredekiler tarafından yakalanarak 30 sıralarında, Devriye Ekipler Büro Amirliğinde görevli polis memurlarına teslim edilmiştir. Dolandırıcılık suçundan hakkında yakalama kararı olduğunun anlaşılması üzerine başvurucu Sultanbeyli Asayiş Büro Amirliğine teslim edilmiş ve burada gözaltına alınmıştır. Yakalama ve gözaltı sürecine ilişkin olarak düzenlenen evraklarda başvurucunun vatandaşlar tarafından yakalandıktan sonra polislere teslim edildiği, başvurucu polis merkezine götürüldükten sonra Cumhuriyet savcısı ile yapılan görüşmede başvurucunun gözaltına alınması ve başvurucuyla birlikte iş yerinden para talep edilmesi olayına karışan diğer iki kişinin tespit edilerek yakalanması talimatı verildiği, başvurucunun polis merkezinde işlemleri devam ederken kafasını duvara vurarak agresif hareketler sergilemesi nedeniyle zor kullanılarak etkisiz hâle getirildiği hususları kayıt altına alınmıştır. 18/3/2017 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. 17/3/2017 tarihinde saat 40 sıralarında düzenlenen gözaltı giriş raporunda sırt sağ yanda 10x15 cm hiperemik alan, sırtta sol orta hatta 5x4 cm hiperemik alan, sol koltuk altında 6x4 cm hiperemik alan tespit edildiği belirtilmiştir. Bir gün sonra alınan gözaltı çıkış raporunda ek bir bulguya rastlanmadığı bilgisi yer almıştır. Başvurucu 27/3/2017 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe ile kötü muameleye maruz kaldığını belirterek polis memurlarından şikâyetçi olmuştur. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun müşteki sıfatıyla, ilgili kolluk görevlilerinin şüpheli sıfatıyla beyanlarını almış; başvurucunun sağlık raporlarını ve ilgili evrakları dosyaya getirtmiştir. Kolluk görevlileri özetle kendilerine ihbar gelmesi üzerine olay yerine gittiklerinde başvurucunun vatandaşlar tarafından darbedildiğini gördüklerini, olaya müdahale ederek şahsı muhafaza altına aldıklarını, hakkında arama kararı olduğunu tespit etmeleri üzerine Büro Amirliğine götürdüklerini, gerekli işlemlerin yapıldığını, şahsın taşkınlık yaptığını, kendisine zarar vermeye çalıştığını, bunu önlemek için şahsı kelepçelediklerini ama darbetmediklerini beyan etmiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 5/10/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"...müştekinin bir tahkikat kapsamında yakalandığı, kaçmak isterken engellendikten sonra olay yerine gelen görevli polis memurları tarafından kelepçelenmek suretiyle muhafaza altına alındığı, sırt sağ yan, sol orta hat ve sol koltuk altında hiperemik şeklindeki yaralanmasının kaçmasının engellenmesi ve muhafaza altına alınması sırasında direnmesi nedeniyle oluştuğunun değerlendirildiği, gözaltı giriş ile çıkış raporları arasında uyumsuzluk bulunmadığı, müştekinin iddialarını doğrulayan tanık ya da herhangi başka bir delil bulunmadığı, şüphelilerin atılı suçlamaları kabul etmedikleri, şüpheli polis memurlarının zor kullanma yetkilerini kullandıkları, bu yetki sınırını aşmadıkları..." Başvurucunun itirazı 9/4/2019 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 7/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18249 | Başvuru, gözaltı süresinde kötü muameleye maruz kalınması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılama devam ederken kamu görevinden ihraç edilme sebebiyle ifade özgürlüğü, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, ana kadrosu Mustafa Kemal Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde olmak üzere 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun maddesi uyarınca öğretim üyesi yetiştirme programı kapsamında (ÖYP) Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Ana Bilim Dalında geçici görevlendirme ile çalışan araştırma görevlisidir. 11/1/2016 tarihinde 128 akademisyenin imzasıyla Türkiye'nin doğusu ve güneydoğusunda 2015 ve 2016 yıllarında terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısı yapan bir bildiri yayımlanmıştır. Başvurucu da bu bildirinin yayımlanmasından sonra imza kampanyasına katılmıştır. Başvurucu 22/2/2016 tarihli yazıyla, geçici görevlendirme ile bulunduğu Hacettepe Üniversitesinden Mustafa Kemal Üniversitesi (İdare) tarafından geri çağrılmış; başvurucu bunun üzerine Yüksek Öğretim Kurumuna (YÖK) itirazda bulunmuştur. YÖK 5/4/2016 tarihli yazı ile başvurucunun itirazını reddetmiş, bunun üzerine başvurucu ilgili işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Dava derdest iken 15/8/2016 tarihli ve 674 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (674 sayılı KHK) maddesi ile 2547 sayılı Kanun'a ek madde ihdas edilmiştir. İlgili düzenleme ile aynı Kanun'a göre başka bir üniversitede geçici görevlendirme ile bulunanların kadrolarının bulunduğu üniversitelerin talebi üzerine on beş gün içinde kendi üniversitelerine dönmek zorunda olduğu ve bu süre içinde üniversitelerine dönmeyenlerin atamalarının iptal edileceği öngörülmüştür. Bunun üzerine İdare 2547 sayılı Kanun'un ek maddesini gerekçe göstererek 10/10/2016 tarihli yazı ile başvurucunun kadrosunun iadesine ilişkin yeni bir idari karar tesis etmiş ve kararı başvurucunun geçici görevlendirme ile çalıştığı Hacettepe Üniversitesine tebliğ etmiştir. Başvurucunun İdarenin ilk işlemine karşın açtığı davada Ankara İdare Mahkemesi davanın kabulüne karar vermiş ve başvurucunun kadrosunun bulunduğu üniversiteye geri çağrılma işlemini 19/10/2016 tarihli kararıyla iptal etmiştir. Başvurucu, İdarenin 2547 sayılı Kanun'un ek maddesine göre yaptığı ikinci işlemine karşı yeni bir iptal davası açmış; ikinci dava derdest iken ilk iptal davası neticesinde verilen hüküm Ankara Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü İdari Dava Dairesinin 25/1/2017 tarihli kararıyla kesinleşmiştir. İdarenin ikinci işlemine karşı açılan ikinci iptal davasında yürütmenin durdurulması talebi 13/4/2017 tarihinde reddedilmiş, ikinci iptal davası derdest iken 29/4/2017 tarihli ve 30052 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 689 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (689 sayılı KHK) ile başvurucu kamu görevinden ihraç edilmiştir. Başvurucunun kamu görevinden ihraç edilmesi üzerine, devam eden ikinci iptal davasında Hatay İdare Mahkemesi (Mahkeme) 30/4/2018 tarihinde "konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına" hükmetmiştir. Başvurucu Mahkeme kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş, Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 7/2/2019 tarihli kararı ile başvurucunun istinaf talebini reddetmiş ve Mahkemenin karar verilmesine yer olmadığı hükmü kesinleşmiştir. Başvurucu25/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal hukuk için bkz. Remziye Duman, B. No: 2016/25923, 20/7/2017,§§ 16-25 | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17006 | Başvuru, yargılama devam ederken kamu görevinden ihraç edilme sebebiyle ifade özgürlüğü, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir meslek kuruluşunun yönetim kurulu başkanı olan başvurucunun yaptığı basın duyurusunda açıkladığı görüşleri nedeniyle hakkında idari para cezası uygulanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.A. Arka Plan Bilgisi Türk siyasi hayatında 2016 Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçilmesi bağlamında yoğun tartışmaların yaşandığı bir yıl olmuştur. Yaşanan tartışmalar sonucunda anayasa değişikliği taslağı hazırlanmıştır. Ek bazı değişiklikleri de içeren taslak metinde en fazla dikkati çeken ve kamuoyunun yoğun gündem maddesini oluşturan kısım, hükûmet sistemi değişikliğine ilişkin maddeler olmuştur. Söz konusu taslak ile başbakanlık makamının kalkması ile birlikte Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetki tanımları tekrar düzenlenmiş ve yeni sistem "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" olarak ifade edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca 21/1/2017 tarihinde kabul edilen 6771 sayılı Kanun, 23/5/1987 tarihli ve 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun hükümleri gereğince 16/4/2017 tarihinde halkoyuna sunulmuştur. Halk oylaması öncesinde değişikliğe ilişkin lehte ve aleyhte olan siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler gibi toplumun birçok kesiminden kişi ve örgütler konu ile ilgili görüşlerini paylaşmak için toplantı ve gösteriler düzenlemiş; broşürler hazırlamıştır.B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu 1968 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Türk Dişhekimleri Birliği (TDB) Yönetim Kurulu başkanıdır. TDB, kanunla kurulmuş kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. TDB'nin de içinde olduğu bazı meslek kuruluşları 24/3/2017 tarihinde ortak bir basın açıklaması yaparak halk oylamasına ilişkin görüşlerini paylaşmıştır. "Toplumsal Sağlığımız İçin Referandumda Hayır Diyoruz" başlıklı basın açıklaması şöyledir:"Toplumun sağlıklı yaşam hakkını ön koşulsuz savunan biz sağlık meslek örgütleri elbette referandum üzerine herkesten fazla konuşacağız.Toplumun sağlığı için hizmet verirken, sağlığı olumsuz etkileyen her türlü tehditle mücadele edeceğiz.Sağlık; fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam bir iyilik halidir. Toplumun tam sağlıklı olması için kişilerin, toplum ve kendisiyle ilgili kararları her zaman verebilmesi, özgür iradesiyle kendi yaşamını oluşturabilmesi gerekir. Bunun ön koşulu ise sağlıklı ortamda adım atabilmektir. İçinde bulunduğumuz OHAL ortamında Anayasa Referandum sürecine gidilmesi başlı başına sağlıksız bir adımdır.Demokrasi toplumsal düzenin, kişi hak ve özgürlüklerinin ön koşuludur. Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, kuvvetler ayrılığı ilkesinde, bağımsız yargıyı koşullayan, parlamenter sistemden vazgeçmeyen, denetim mekanizmaları işleyen ve halkın iradesini kendisinden başka hiçbir güce devretmeyen bir çizgide olmalıdır.Anayasa değişikliği ile yapılmak istenen ülkemizi bu çizgiden uzaklaştırmak olup devletin tüm yetkilerinin tek kişide toplanması gerçeğidir.Tek kişinin karar alma yetkilerinin güçlendiği bir ülkede demokrasiden bahsedilemez.Kendi yaşamına dair bu kadar yetkiyi hiç kimse hiç bir koşulda, denetlenemeyen tek bir güce devretmez. Devrederse sağlıklı yaşama hakkını da devretmiş olur.Toplumun sağlıklı yaşam hakkını savunmak ve yaklaşan tehditlere karşı kamuoyunu uyarmak bizim sorumluluğumuzdur.Anayasayla getirilmek istenen tek adam rejimi demokrasiyi ve parlamenter sistemi bitirme üzerine kurgulanmış bir tehlikedir.Toplumsal sağlığımız için mücadeleye devam edeceğiz OHALDE referandumda HAYIR diyeceğiz." Bu basın açıklaması sırasında başvurucu da bir konuşma yaparak görüşlerini paylaşmıştır. Başvurucunun TDB'nin resmî internet sitesinde de yer alan sözleri şöyledir:"Sağlıklı olmayan bir toplum demek, illa dişleri çürük, öksüren, burnu akan, midesi ağrıyan toplum demek değildir. Sosyal ve psikolojik anlamda sağlıksızlık da bunun içindedir. Türkiye sosyal ve psikolojik olarak sağlıklı değil. Giderek de daha kötüye gidiyor. Biz de diğer meslek örgütleri gibi referandumun amacını aşan bir noktaya rejimi götüreceğini düşünüyoruz. Referandumların aslında toplumsal bir mutabakat yaratması gerekirken, bu referandumun toplumu daha da böldüğünü düşünüyoruz, bu sağlıksız durumun oluşmaması için referandum sonucunun HAYIR olması gerektiğini düşünüyoruz ve HAYIR’ı güçlü bir şekilde destekliyoruz. Umuyoruz, Türkiye’nin aydınlık geleceği için bir bahar günü, iyi bir karar alacağız hep beraber." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) İdari Yaptırım Bürosunun 27/4/2018 tarihli kararıyla başvurucu hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 109,64 TL idari para cezası uygulanmıştır. Söz konusu kararın gerekçesi şöyledir:"Adı geçen şahsın Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yaptığı Türkiye Dişhekimleri Birliğinin basın toplantısında Birliğin kuruluş amacı dışında beyanda bulunduğundan fiilin emre aykırılık kabahatini oluşturduğu gerekçesiyle dosya büromuza tevzi edilmekle eylemin 5326 sayılı Kanun'un maddesine temas ettiği.." Başvurucu, idari para cezasına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği (Sulh Ceza Hâkimliği) 8/6/2018 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Dosya kapsamı değerlendirildiğinde, eylemin 298 sayılı Kanunun maddesi yollaması ile Kabahatler Kanununun maddesinde tanımlanan emre aykırı davranışı oluşturduğu cihetle itirazın reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, nihai kararı 26/6/2018 tarihinde öğrendikten sonra 23/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21405 | Başvuru, bir meslek kuruluşunun yönetim kurulu başkanı olan başvurucunun yaptığı basın duyurusunda açıkladığı görüşleri nedeniyle hakkında idari para cezası uygulanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ruhsatsız olduğu ve çevre açısından tehlike teşkil ettiği gerekçesiyle binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Samsun ili Merkez ilçesi Teknepınar köyü Ova mevkii 764 parsel sayılı taşınmazın malikidir. Taşınmaz tapuda ev ve arsası niteliğiyle kayıtlıdır. Bu taşınmaz üzerinde başvurucuya ait tek katlı bir bina bulunmaktadır. Samsun Canik Belediye (Belediye) Encümeninin 2/6/2010 tarihli kararıyla; söz konusu binanın uzun zamandır kullanılmaması nedeniyle metruk bir hâle geldiği ve bu durumun çevre halkının sağlığı açısından tehlike arz ettiği, çevre ve görüntü kirliliği oluşturduğu gerekçesiyle 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun ve maddeleri uyarınca binanın yıkılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun beyanına göre yıkım kararı kendisine tebliğ edilmemiştir. Başvurucu, yıkım kararının iptaline yönelik bir dava da açmamıştır. Yıkım işlemi Belediye tarafından 3/8/2010 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Başvurucunun beyanına göre bina, metruk bir hâlde olmayıp içinde 18/5/2010 tarihine kadar kiracısı ikamet etmiştir. Yine başvurucunun beyanına göre kira bedelinin ödenmemesi nedeniyle de mahkeme kararıyla anılan tarihte tahliye işlemi gerçekleşmiştir. Başvurucunun sunmuş olduğu belgelerden; yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi alınmadan kullanılan bu yapının elektrik ve su aboneliklerinin yapılmış olduğu, emlak vergilerinin ödendiği anlaşılmıştır. Tapu kaydında taşınmazın ev ve arsa vasfıyla 11/9/1980 tarihinde başvurucu tarafından satın alındığı görülmektedir. Başvurucu, öncesinde binaya ilişkin değer tespiti yaptırıp zararın tazmini için 15/9/2010 tarihinde Belediyeye başvurmuştur. Talebinin reddi üzerine de Belediye aleyhine 16/12/2010 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Samsun İdare Mahkemesi (Mahkeme) 30/11/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, 3194 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında binanın çevre açısından tehlike oluşturacak bir durumda olması nedeniyle yıkılmasının yanında yapının kaçak olarak inşa edildiği vurgulanmıştır. Ayrıca 3194 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında kaçak yapıların yıkımının idare açısından bir hak ve sorumluluk olduğu belirtilmiştir. Sonuç olarak görev ve sorumluluğu bulunan idare açısından binanın yıkılmasının hizmet kusuru olarak değerlendirilemeyeceği, yapının yıkımı nedeniyle oluşan zararın idare tarafından tazmin edilmesinin hukuken mümkün olmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 15/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin de aynı Dairenin 17/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 23/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 3194 sayılı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak planlar ile inşa edilecek resmi ve özel bütün yapılar bu Kanun hükümlerine tabidir." 3194 sayılı Kanun’un "Yapı ruhsatiyesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.” 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsat alma şartları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilir. Dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı kroki eklenmesi gereklidir.Belediyeler veya valiliklerce ruhsat ve ekleri incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile bildirilir. Eksik ve yanlışlar giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç onbeş gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.” 3194 sayılı Kanun’un "Yapı kullanma izni" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik bürolarından; 27 nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir.Belediyeler, valilikler mal sahiplerinin müracaatlarını en geç otuz gün içinde neticelendirmek mecburiyetindedir. Aksi halde bu müddetin sonunda yapının tamamının veya biten kısmının kullanılmasına izin verilmiş sayılır.Bu maddeye göre verilen izin yapı sahibini kanuna, ruhsat ve eklerine riayetsizlikten doğacak mesuliyetten kurtarmayacağı gibi her türlü vergi, resim ve harç ödeme mükellefiyetinden de kurtarmaz.” 3194 sayılı Kanun’un "Kullanma izni alınmamış yapılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İnşaatın bitme günü, kullanma izninin verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler bu hizmetlerden istifade ettirilir.” 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.” 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun "Büyükşehir belediyesinin imar denetim yetkisi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Büyükşehir belediyesi tarafından belirlenen ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapılar, gerekli işlem yapılmak üzere ilgili belediyeye bildirilir. Belirlenen imara aykırı uygulama, ilgili belediye tarafından üç ay içinde giderilmediği takdirde, büyükşehir belediyesi 1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununun 32 ve 42 nci maddelerinde belirtilen yetkilerini kullanma hakkını haizdir...”B. Uluslararası Hukuk Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay, başvuruculara ait 1997 yılında yaptırılan konutun bir okul inşaatı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerini reddetmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından, özellikle ruhsatsız olarak yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek tapuya tescil edilen konut yönünden başvurucuların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM; başvuruyu genel ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55), müdahalenin kanuni dayanağının çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68, 69). Ancak AİHM'e göre somut olayın koşullarında oluşan maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi, başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı arasındaki adil dengeyi bozmuş; başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yükletilmesine yol açmıştır. AİHM, bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70, 71). Benzer şekilde Tiryakioğlu/Türkiye (B. No: 24404/02, 13/5/2008) kararında da AİHM, başvurucunun askerî güvenlik bölgesi içinde ruhsatsız olarak yapılan binanın yıkımına ilişkin şikâyetini incelemiştir. AİHM özellikle bu alanda bina yapılamayacağına dair düzenlemenin öngörülebilir olduğuna ve nitekim binanın yapımından kısa bir süre sonra da yıkım ile ilgili idare tarafından işlemler yapıldığına vurgu yapmıştır. AİHM, bu alanda kamu makamlarına tanınan geniş takdir yetkisi de dikkate alındığında başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklenmediğini belirterek müdahaleyi ölçülü bulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5380 | Başvuru, ruhsatsız olduğu ve çevre açısından tehlike teşkil ettiği gerekçesiyle binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan zararların tazmini istemiyle açılan tam yargı davalarında olayın idarenin kusuruyla meydana geldiğine ilişkin iddialar hakkında açık bir cevap verilmeden ve davacının dayandığı delillerin toplanıp toplanmadığı hususunda açıklama yapılmadan sonuca varılması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 00-00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre Ankara Tren Garı'nda toplanılacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürünecektir. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş ve yaşanan bu olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş, aralarında başvurucunun da bulunduğu birçok kişi yaralanmıştır. Başvurucu, olaydan sonra ameliyat edilmiş ve bir hastanede bir kısmı yoğun bakım servisinde olmak üzere bir süre yatarak tedavi görmüştür. Başvurucu o tarihte İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi Müzik Bölümü öğrencisidir. İçişleri Bakanlığı, başka hususlar yanında olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır. Ön inceleme sonunda hazırlanan raporda başka hususlar yanında şu tespitler yer almaktadır: - 2015 yılı başından itibaren İstihbarat ve Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüklerine değişik kaynaklardan birçok istihbarat bilgisi gelmiştir. Bu istihbarat bilgilerinin büyük çoğunluğu ya yer, zaman ve kişiye ilişkin somut bilgiler ihtiva etmemiş ya da teyide muhtaç niteliktedir ancak sözü edilen istihbarat bilgilerinin yine de güvenlik tedbirlerinin planlamasında dikkate alınması gerekir. 2015 yılında DEAŞ terör örgütü ile ilişkili istihbaratın fazlalığına rağmen Ankara Tren Garı önünde canlı bomba terör eylemini gerçekleştiren Y.E.A.nın da aralarında olduğu bazı şahısların canlı bomba eyleminde bulunabileceğine ve irtibatlı oldukları DEAŞ terör örgütünün Diyarbakır ve Suruç terör eylemlerinden sonra ülkemizde ses getirecek başka terör eylemi hazırlığı içinde olduğuna, halkın kalabalık olduğu yerlerde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine yönelik istihbaratlar son derece önemlidir. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yoğun olarak yapıldığı illerin başında Ankara gelmektedir. Bu sebeple anılan nitelikteki bilgilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenliğini planlamakla sorumlu il emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet birimleri hatta vali ile paylaşılması gereklidir. Buna rağmen TEM Şube Müdürlüğü, emniyet tedbirlerinin gözden geçirilmesi veya sıklaştırılması amacıyla emniyet birimlerine çoğunlukla aynı içerikli yazılar göndermiştir (ön incelemeyle ilgili süreç için bkz. Hasan Kılıç, B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-14). Başvurucu 2/12/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığından 000 TL maddi tazminat ile 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Tazminat talebine cevap verilmemesi üzerine başvurucu, lehine 000 TL manevi tazminat ile 000 TL maddi tazminata hükmedilmesi istemiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara İdare İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, saldırı gerçekleşebileceğine ilişkin gerçek ve yakın bir riskin varlığının bilinmesine veya bilinmesinin gerekmesine rağmen idarenin saldırının önlenmesi için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin birçok iddiada bulunup güvenlik güçlerinin olaydan sonra ölenlerin, yaralananların ve yaralılara yardım edenlerin üzerine gaz bombası atıp cankurtaranların olay yerine ulaşmasını ve ilk yardım çalışmalarını fiilen engellediğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvurucu, gazlı müdahaleye maruz kaldığına ve/veya kendisine yapılacak tıbbi müdahalenin fiilen engellendiğine yönelik bir iddiayı açık bir biçimde dile getirmemiştir. Başvurucu dava dilekçesinde ayrıca aralarında bir kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşu ile bir siyasi parti tarafından ayrı ayrı hazırlanan raporlar da dâhil olmak üzere bazı delillerin toplanmasını talep edip anılan raporlardan birinde isimleri geçen tanıkların duruşmada dinlenmesini istemiştir. İçişleri Bakanlığı idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan bir güvenlik açığı olmadığını, idarenin üzerine düşen dikkat ve özeni gösterdiğini, olayın bir terör saldırısı olduğunu, patlamaların miting alanı dışında ve miting için kararlaştırılan zaman diliminden önce yaşandığını, Anayasa'nın devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamayacağını, uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra idarenin terör olaylarından kaynaklanan zararlar dolayısıyla sosyal risk ilkesi çerçevesinde dahi sorumlu tutulamayacağını ve manevi zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığını savunmuştur. Olay günü saat 00'den itibaren alınan tedbirlere, görevlendirmelere, taleplere, istişarelere, trafik düzenlemelerine, toplantı ve gösteri yürüyüşünde yapılması gereken tüm iş ve işlemlere ilişkin bilgi ve belgeler İçişleri Bakanlığı tarafından İdare Mahkemesine gönderilmiştir. 14/4/2016 tarihinde İdare Mahkemesi, Ankara Valiliğini de hasım olarak tespit edip dava dilekçesinin bir örneğini sözü edilen davalıya tebliğ edilmesine karar vermiştir. Ankara Valiliği savunmasında özetle 5233 sayılı Kanun çerçevesinde başvurucuya tazminat ödenmesine ilişkin işlemlerin devam ettiğini (Başvurucu İçişleri Bakanlığına yaptığı başvuru dışında Ankara Valiliğine 5233 sayılı Kanun çerçevesinde bir başvuru yapmıştır.), manevi zararların 5233 sayılı Kanun'un kapsamında olmadığını ve olayın meydana gelmesinde idarenin hizmet kusurunun bulunmadığını ileri sürmüştür. Başka belgeler yanında mitinge katılacak kişilerin güvenliklerinin sağlanması konusunda alınan tedbirlere ilişkin bilgi notlarını içerir bazı belgeler, bazı kolluk amir ve memurları tarafından düzenlenen Olay Tutanağı ve olay sırasında 112 Acil Çağrı Merkezi ile kurulan iletişimlere ait belgeler savunma dilekçesi ekinde İdare Mahkemesine sunulmuştur. İdare Mahkemesi başvurucudan maddi zararının ne olduğuna dair açıklama yaparak tedavisiyle ilgili tüm kayıtlarla vücut fonksiyon kaybının ne olduğuna ilişkin belgeleri sunmasını istemiştir. Başvurucu herhangi bir belge sunmaksızın Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesinde (Hastane) tedavi gördüğünü, öğrenim gördüğü bölümün 2015-2016 öğretim yılı birinci ve ikinci dönem vizelerine giremediği için öğreniminde bir yıl kaybettiğini, geçen öğretim yılı için harç yatırdığını, günlük masrafının 40 TL olduğunu ve tedavi gördüğü süreçte ulaşım ve konaklama için harcama yapmasına karşın söz konusu harcamalara ilişkin belgeleri muhafaza edemediğini iddia etmiştir. İdare Mahkemesi davalı idarelerden davaya konu olayın kışkırtıcı bir eylem mi yoksa bir terör eylemi mi olduğunun tespit edilip edilmediği, olaydan önce herhangi bir terör eylemi yapılacağına ilişkin bir ihbar olup olmadığı, başvurucunun yaptığı tazminat talepleri hakkında değerlendirme yapılıp yapılmadığı ve başvurucunun tedavisiyle vücut fonksiyon kaybına ilişkin bilgi ve belge talep etmiştir. Ankara Valiliği tarafından söz konusu ara kararının gereği olarak birtakım belgeler sunulmuştur. Gönderilen belgelere göre başvurucunun 5233 sayılı Kanun çerçevesinde talep ettiği tazminat, zararı tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek belgelerin gönderilmesine ilişkin talebin yerine getirilmemesi (belge eksikliği) nedeniyle reddedilmiştir. İdare Mahkemesi, İnönü Üniversitesinden başvurucunun giremediği sınavı olup olmadığı ve bu nedenle başvurucuya mazeret sınavı hakkı verilip verilmediği, mazeret sınav hakkı verilmemişse veya devamsızlık nedeniyle başvurucu öğrenimini uzatmışsa bu fazla öğrenim süresi sonucu fazladan ödediği harç miktarı konularında bilgi istemiştir. Cevap yazısında mazeret sınavına gerek duymaksızın sınavlarda başarı kazanmaya çalışan başvurucunun 2015-2016 öğretim yılı güz döneminde çello dersinden devamsızlık, piyano dersinden ise başarısızlık nedeniyle kalarak anılan dersleri bir sonraki yıl yeniden tekrar etmek zorunda kaldığı, solfej, dikte ve teori dersinden diyaframındaki sıkıntı nedeniyle başarısız olduğu, teorik derslerin birçoğunu tamamlayabildiği, bahar döneminde başvurucunun çellodan şana geçtiği, ses genliği dar olan ve diyaframını zorlamayan parçalarla döneminde başarılı olduğu ancak yaşadığı psikolojik travma nedeniyle bazı derslerden devamsızlık nedeniyle kaldığı ve hâlen alttan ders alan başvurunun en az iki yıl öğrenimi uzattığı belirtilmiştir. İdare Mahkemesi, başvurucunun vücudunda olay nedeniyle bir hasar oluşup oluşmadığı, oluşmuşsa bu hasarın iş gücünde bir azalmaya neden olup olmadığı, iş gücünde bir azalmaya neden olmuşsa bunun oranı ve iş gücü kaybının ömür boyu devam edip etmeyeceği hususunda Hastaneden rapor talep etmiştir. Hastane tarafından tanzim edilen 21/9/2018 tarihli raporda başvurucunun muayene edildiği ve başvurucu hakkındaki tıbbi kayıtların incelendiği belirtilerek başvurucunun çalışma gücünü kaybetmediği, engellilik oranının sıfır olduğu, olaydan sonra dört ay süreyle iş göremez durumda kaldığı açıklanmıştır. Başvurucu; özetle müzik bölümünde okuduğunun ve geçirdiği ameliyatın diyaframını etkileyerek mesleği gereği çıkarması gereken sesleri engelleyip engellemediğinin gözönüne alınmadığını, el ve parmaklarında meydana gelen sinir kaybı nedeniyle ince motor becerilerini tamamen kaybettiğini ve müzik aletlerini çalmayı bırakmak zorunda kaldığını, alet çalmayı gerektiren derslerden geçemediği için öğrenimini en az iki yıl uzattığını, müzik alanında artık hayal ettiği akademik kariyeri yapamayacağını ve muayene sırasında tıbbi bir cihaz kullanılmadığını öne sürerek Hastane tarafından tanzim edilen rapora itiraz etmiştir. İdare Mahkemesi yürüttüğü yargılama sonunda yaralanma sonucu oluşanzararını net olarak ortaya koyamadığı gerekçesiyle başvurucunun maddi tazminat talebini reddetmiş ancak sosyal risk ilkesi çerçevesinde başvurucuya, idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. İdare Mahkemesine göre olay öngörülebilir değildir ve idarenin kusuru net olarak ortaya konulamamıştır. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “...Davacının 000,00 TL Maddi Tazminat İstemine Gelince;Davalı idareler tarafından, 5233 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen terör eylemleri veya terörle mücadele sırasında uğranılan zararların tazmini istemiyle açılan davalarda sosyal risk ilkesinin uygulanma imkanı olmadığı, bu tür uyuşmazlıkların 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenmesi gerektiği ileri sürülmekteyse de; 5233 sayılı Yasanın maddesinde 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiş olup, söz konusu yasanın maddi tazminata ilişkin öngördüğü hesaplamaların sulh yoluyla anlaşılması halinde zarar gören ilgilileri bağlayacağı hususunda kuşku bulunmadığı, ancak sulhnamenin imzalanmaması durumunda, ilgililerin gerçek zararlarının tazmini için yargı yoluna başvurmasını engelleyen bir hüküm de bulunmadığından, davacının terör eylemi sonucu oluşan gerçek zararının tazminat hukukunun genel ilkeleri uyarınca ödenmesini talep edebileceği açıktır.Bakılan davada, Mahkememizin 2018 tarihli ara kararı ile Ankara Garı'nda meydana gelen patlama sonrasında vücudunda bir hasar oluşup oluşmadığının, şayet oluşmuşsa (oluştuğu bölüm de değerlendirilerek) bu hasarın iş gücünde bir azalmaya neden olup olmadığının; iş gücünde bir azalmaya neden olmuşsa bunun oranının ve iş gücü kaybının ömür boyu devam edip etmeyeceğinin saptanmasına ilişkin kesin sağlık kurulu raporu düzenlenmesinin istenildiği, ara karar cevabı olarak dosyaya sunulan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı Dahili Tıp Bilimleri Bölümü Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı'nca düzenlenen 2018 tarih ve 2857 numaralı raporda; '... Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği esas alındığında vücut genel çalışma gücünden kaybetmediği, Özürlülük Ölçütü Sınıflandırılması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik'e göre kişinin özür oranın 0(sıfır) olduğu, 4(dört) ay süre ile işgöremezlik halinde kaldığı kanaatinde olduğumuz hususları saygılarla arz olunur.' şeklinde tespitlere yer verilmiştir.Bununla birlikte davacı tarafından tedavi süreci nedeniyle sınavlarına giremediği ve okulunu uzattığı bu yüzden fazla harç ödediği iddia edildiğinden Mahkememizin 07/02/2018 tarihli ara kararıyla 'Davacının 2015-2015 tarihleri arasında hastanede tedavi gördüğü ve 45 gün istirahati uygundur denilerek taburcu edildiği görüldüğünden, anılan tarihlerde davacının giremediği (vize ya da final) sınavı olup olmadığının ve bu nedenle davacıya mazeret sınavı hakkı verilip verilmediğinin sorulmasına, şayet mazeret sınav hakkı verilmemişse veya devamsızlık nedeniyle davacı okulu uzatmışsa bu fazla öğrenim süresi sonucu varsa fazladan ödediği harç miktarının bildirilmesinin istenilmesine' karar verilmiş olup verilen yanıtta davacının mazeret sınav hakkına gerek duymaksızın sınavlarda başarı kazanmaya çalıştığı ancak başarılı olamadığı belirtilmiş olup, bu durumda tedavi sürecinin doğrudan okulu uzatmasına neden olmadığı, tedavi sürecinde yol parası ve barınma masrafının olduğu ancak buna ilişkin belgelerin muhafaza edilmediği gerekçesiyle dosyaya sunulmadığı gibi bu hususu destekler makul ve kabul edilebilir açıklama getirilmemesi karşısında davacının uğradığını ileri sürdüğü tazminini istediği maddi zararı herhangi bir bilgi veya belge ile desteklenmediği dolayısıyla patlama nedeniyle yaralanma sonucu oluşan zararının net olarak ortaya konulamadığından maddi tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.Davacının 000,00 TL Manevi Tazminat İsteminin İncelenmesinde;-Yukarıda değinilen 'sosyal risk ilkesi' ve yapılan açıklamalar çerçevesinde, tazminat istemine konu olan terör olayının meydana geliş şekli, davacının yaralanma hususu (hastane evraklarında yer alan tespit ve bulguları) ve sosyo-ekonomik durumu dikkate alındığında, yaşanan terör olayı neticesinde davacının yaralanması nedeniyle duyduğu elem ve ızdırabın karşılığı olarak takdiren 000,00 TL manevi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacıya ödenmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.Davacı tarafından tazminde 'sosyal risk' ilkesinin değil, davalı idarenin ağır hizmet kusuru varlığının esas alınması gerektiği ileri sürülmüş ise de olayın öngörülebilir olmaması ve idarenin kusurunun net olarak ortaya konulmaması karşısında bu hususa itibar edilmemiştir. ...” Başvurucu ile davalı idareler, İdare Mahkemesince verilen karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuşlardır. Başvurucu; istinaf istemine ilişkin dilekçesinde yargılama sürecinde dile getirdiği iddiaları yineleyerek özetle tedavi giderlerini ve yol ücretlerini kendisinin karşıladığını, herhangi bir geliri olmadığı için ailesinden yardım almak zorunda kaldığını, maddi zararın İdare Mahkemesince resen takdir edilmesi gerektiğini, hükmedilen manevi tazminatın yetersiz olduğunu, idarenin olayın meydana gelmesinde kusurlu olduğunu ileri sürmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek İdare Mahkemesince verilen kararın tazminata ilişkin kısımlarını 10/4/2019 tarihinde onamıştır. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Danıştay Onuncu Dairesinin 21/10/2020 tarihli ve E.2015/4478, K.2020/4057 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir: “...[İ]dare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, olayda idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Danıştay Onuncu Dairesi'nin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil birhizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir.'' | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20420 | Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan zararların tazmini istemiyle açılan tam yargı davalarında olayın idarenin kusuruyla meydana geldiğine ilişkin iddialar hakkında açık bir cevap verilmeden ve davacının dayandığı delillerin toplanıp toplanmadığı hususunda açıklama yapılmadan sonuca varılması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, psikolojik taciz nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, İstanbul Üniversitesi Aziz Sancar Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü engelli kadrosunda memur olarak görev yapmakta iken 10/10/2016 tarihinde altı ay süreyle geçici olarak veteriner fakültesine görevlendirilmiştir. Başvurucunun görevlendirme işlemine karşı yaptığı itiraz, veteriner fakültesinde personel ihtiyacı olduğu gerekçesiyle idarece reddedilmiştir. Başvurucunun görevlendirmesi 25/4/2017 ve 13/10/2017 tarihlerinde altı aylık sürelerle iki kez uzatılmıştır. Başvurucu ilk görevlendirme işlemine karşı idari yargıda dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; görevlendirildiği yerde kendisine ihtiyaç bulunmadığını, solunum yollarında tümör olduğunu ve bir gözünün sakat olduğunu, Çapa'da bulunan mevcut görev yerinde hastaneye ulaşımının kolay olduğunu, görevlendirildiği Avcılar Kampüsü'nün ise tedavi gördüğü hastaneye 20 km uzak olduğunu, ilgili mevzuat gereğince engelli memurların kendi istekleri dışında başka bir yere atanamayacağını belirtmiştir. İdare mahkemesi; dava konusu görevlendirme işleminin altı aylık süre ile geçici olarak tesis edildiği, idarece başvurucunun görevlendirildiği yerde personel ihtiyacı olduğunun beyan edildiği, başvurucu engelli kadrosunda bulunmakta ise de dava konusu işlemin geçici görevlendirme olduğu ve kurum değişikliğine ilişkin bir atama olmadığı, görevlendirildiği yerde başvurucunun sağlık problemlerine müdahale edilmesine imkân verecek mesafede devlet hastanesi bulunduğu gerekçesiyle iptal talebini reddetmiştir. Başvurucu; geçici görevlendirmenin hizmet ihtiyacından kaynaklanmadığını, önceki işyerinde gerçekleştirilen protesto eylemleri sırasında özel güvenlik görevlileriyle problemler yaşadığını ve bu nedenle idarenin kendini cezalandırmak amacıyla görevlendirme işlemini tesis ettiğini, dava süreci devam ederken geçici görevlendirmenin altı ay süre ile uzatıldığını belirterek istinaf talebinde bulunmuştur. Davalı idarece sunulan cevap dilekçesinde başvurucunun kurumun bir çalışanının ilişiğinin kesilmesinden sonra kampüs içinde ve dışında izinsiz gösterilere katıldığı, özel güvenlik görevlilerine mukavemet gösterdiği, sosyal medya üzerinden kurum çalışanlarını hedef alan nefret içerikli paylaşımlar yaptığı, bu kapsamda hakkındaki disiplin soruşturmasının devam ettiği, bu nedenlerle görevlendirme işleminin keyfîlik içermediği ve kamu yararına aykırılık oluşturmadığı belirtilmiştir. Bölge idare mahkemesi 30/11/2017 tarihli kararında başvurucunun %50 engelli olduğuna dair özürlü kimlik kartının bulunduğunu ve Anayasa'nın maddesinde engelliler hakkında pozitif ayrımcılık yapılmasına ilişkin düzenleme yer aldığını vurgulamıştır. Bölge idare mahkemesi görevlendirmenin temel olarak başvurucu hakkında yürütülmekte olan disiplin soruşturması kapsamındaki fiillere dayandığı ve başvurucunun mevcut görev yerinden fiilen uzaklaştırılmak adına geçici görevlendirmenin yenilendiğinin görüldüğü gerekçesiyle istinaf talebini kabul ederek dava konu işlemin iptaline karar vermiştir. Başvurucu ilk görevlendirme işleminin istinaf mahkemesince iptal edilmesinden önce gerçekleştirilen ikinci ve üçüncü görevlendirme işlemlerine karşı da dava açmıştır. İkinci görevlendirme işlemine karşı açılan dava idare mahkemesince reddedilmiş, başvurucunun istinaf talebi üzerine bölge idare mahkemesince 7/3/2018 tarihinde ret kararı kaldırılarak dava konusu işlem iptal edilmiştir. Başvurucunun üçüncü görevlendirme işlemine karşı açtığı davada işlem idare mahkemesince iptal edilmiş ve davalı idarenin istinaf talebi bölge idare mahkemesince 28/3/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu ilk görevlendirme işleminin iptali üzerine 000 TL manevi tazminat talebiyle tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; görevlendirildiği yerin evinden ve tedavi gördüğü hastaneden yaklaşık 20 km uzak olduğunu, görevlendirmeyle kendisine psikolojik şiddet uygulandığını, yaşadığı zorluklar nedeniyle psikolojik tedavi gördüğünü ve ilaç kullanmaya başladığını belirtmiştir. İdare mahkemesi görevlendirme işleminin psikolojik şiddet uygulama amacına yönelik olduğuna dair başvurucunun soyut beyanları dışında somut bilgi ve belge bulunmadığı gerekçesiyle tazminat talebini reddetmiştir. Başvurucunun istinaf talebi ise bölge idare mahkemesince kararın hukuka ve usule uygun olduğu belirtilerek reddedilmiştir. Başvurucu iptal edilen ikinci görevlendirme işlemi nedeniyle de tam yargı davası açarak 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. İdare mahkemesi; davacının daha önce geçici görevlendirmesine ilişkin işlemin mahkeme kararıyla iptal edilmesine karşın benzer gerekçelerle ikinci kez görevlendirme işleminin tesis edildiği, ikinci görevlendirme işleminin de başvurucuyu mevcut görevinden uzaklaştırma amacıyla tesis edildiği gerekçesiyle mahkeme kararıyla iptal edildiği, engellilik durumu da gözönünde bulundurulduğunda başvurucuya manevi yönden zarar verildiğini belirterek davayı kısmen kabul etmiş ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Davalı idare tazminat kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Bölge idare mahkemesi; dava konusu olayda idarenin ağır hizmet kusurunun bulunmadığı, ikinci görevlendirmenin yapıldığı tarihte başvurucu lehine verilmiş bir yargı kararının olmadığı, başvurucunun geçici görevlendirilmesi ile şeref ve onurunu zedeleyen bir durumun söz konusu olmadığı gerekçesiyle idare mahkemesi kararının kaldırılmasına ve tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 12/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 9/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde başvurucunun bireysel başvuruda bulunmadan önce 6/3/2019 tarihinde üçüncü görevlendirme işleminin iptalini takiben üçüncü kez tazminat davası açtığı tespit edilmiştir. İdare mahkemesi görevlendirme işleminin psikolojik şiddet uygulamaya yönelik olduğuna dair somut bilgi ve belge bulunmadığı, başvurucunun iddialarının soyut beyanlara dayandığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. İstinaf talebi üzerine bölge idare mahkemesi başvurucunun engellilik durumuna ve üç görevlendirme işleminin de mahkeme kararlarıyla iptal edildiğine vurgu yaparak idarenin kusurunun ortaya koyulması ve başvurucunun manevi dünyasında meydana gelen zararın giderilmesi için makul bir tutarın başvurucuya ödenmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Bölge idare mahkemesi manevi tazminatın zenginleşme aracı olamayacağı ilkesini de dikkate alarak 25/2/2020 tarihinde istinaf talebinin kısmen kabulüyle başvurucuya 000 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11045 | Başvuru, psikolojik taciz nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, müsadere kararının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1966 doğumlu olup Demre'de ikamet etmektedir. A. Orman Kadastrosunun İptali ve Tescil Davası Süreci Başvurucu tarafından Antalya'nın Demre ilçesi Yavu köyü 160 ada 1, 2, 3, 4 ve 5 parsel numaralı taşınmazların -2160, 2161 numaralı OS noktasının- kuzeyinde yer alan ve krokide A, B ve C şeklinde gösterilen alanın orman sınırları dışına çıkarılarak adına tesciline karar verilmesi istemiyle 21/2/2008 tarihinde Demre Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açılmıştır. Keşif yapılmasından sonra 13/3/2009 tarihinde düzenlenen bilirkişi raporunda dava konusu alanın orman sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Belirtilen alanda ölçüm ve aplikasyon hatalarının düzeltilmesi amacıyla 2010 yılında kadastro çalışması yapılmasının akabinde Asliye Hukuk Mahkemesi ek bilirkişi raporu talep etmiştir. 13/12/2010 tarihli ek raporunda krokide A1, B1 ve C1 şeklinde işaretlenen alanın orman hattı dışında ve 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2/B maddesi kapsamında kaldığı, A, B ve C şeklinde işaretli alanın ise orman sınırları içinde kaldığı saptanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24/3/2011 tarihli kararıyla krokide A, B ve C şeklinde işaretli alan yönünden bu kısmın orman sınırları içinde kalması nedeniyle davanın reddine, buna karşılık krokide A1, B1 ve C1 şeklinde işaretlenen alan yönünden bu kısmın orman hattı dışında olması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Mahkemesinin 28/6/2011 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. B. Başvurucu Aleyhine Başlatılan Ceza Soruşturması Süreci Demre Cumhuriyet Başsavcılığının 27/10/2010 tarihli iddianamesiyle başvurucunun krokide A1 işaretli bölgede ev inşa etmek suretiyle ormanı işgal ettiği gerekçesiyle 6831 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca cezalandırılması ve başvurucu hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin uygulanması talebiyle Demre Sulh Ceza Mahkemesinde (Sulh Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. Sulh Ceza Mahkemesi, Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan 13/12/2010 tarihli ek bilirkişi raporuna istinaden başvurucunun beraatine 1/11/2011 tarihinde hükmetmiş ise de bu karar, Yargıtay Ceza Dairesinin E.2013/11789, K.2013/39023 sayılı kararıyla bozulmuştur. Bozma kararına uyan Sulh Ceza Mahkemesi 28/3/3014 tarihinde taşınmaz mahallinde bilirkişilerle birlikte keşif yapmıştır. Üç orman mühendisinden müteşekkil bilirkişi heyetince düzenlenen 1/4/2014 tarihli raporda, başvurucunun üzerine ev inşa ettiği alanın 17/1/1950 tarihinde kesinleşen orman kadastrosuna göre orman sınırları içinde kaldığı tespit edilmiştir. Anılan raporda, Asliye Hukuk Mahkemesine sunulan 13/12/2010 tarihli ek bilirkişi raporunda 160 numaralı OS noktasının yerinin ormanın içine çekilerek âdeta yeni bir kadastro uygulaması yapıldığı değerlendirmesinde bulunulmuştur. Sulh Ceza Mahkemesi 25/6/2014 tarihinde ek bilirkişi raporundaki tespitlere dayanarak başvurucunun kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içinde işgal ve faydalanma suçunu işlediğini kabul etmiş, 6831 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ile ikinci fıkraları uyarınca ve 1/6 oranında takdirî indirim de uygulandıktan sonra 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Ancak Sulh Ceza Mahkemesi, koşullarının oluştuğu gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve başvurucunun beş yıl süre ile denetime tabi tutulmasına karar vermiştir. Sulh Ceza Mahkemesi ayrıca suça konu alandaki ev ve eklentilerinin 6831 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası ile 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre müsadere edilmesine karar vermiştir. Başvurucu bu karara karşı 2/7/2014 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Sulh Ceza Mahkemesi 3/7/2014 tarihli ek kararıyla temyiz istemini, kararın temyize tabi olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu 27/7/2014 tarihinde bu karara karşı da temyiz yoluna müracaat etmiştir. Temyiz dilekçesinde, düzeltme amacıyla yapılan kadastro çalışması sonucunda bu alanın orman sınırları dışına çıkarıldığı hususunun 9/8/2010 tarihinde kesinleştiğini, bilirkişi heyetinin ağır bir yanılgıya düştüğünü belirtmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi (Yargıtay) 23/7/2017 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesi kararının temyize tabi olmadığı gerekçesiyle temyiz istemini reddetmiştir. Demre Orman İşletme Şefliğinin (İdare) 23/1/2015 tarihli yazısıyla evin İdareye teslim edilmesi talep edilmiştir. Başvurucunun müracaatı üzerine Demre Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) 19/10/2015 tarihli ek kararıyla müsadere kararının temyiz edilmiş olması sebebiyle infazının durdurulmasına karar vermiştir. Yargıtay tarafından temyiz isteminin reddine karar verilmesi üzerine Asliye Ceza Mahkemesi 6/9/2017 tarihli ek kararıyla infazın durdurulmasına ilişkin kararını kaldırmıştır. Başvurucu bu karara itiraz etmiş ise de Asliye Ceza Mahkemesi 26/10/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Nihai karar 24/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Süleyman Başmeydan [GK], B. No: 2015/6164, 20/6/2019, §§ 23- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1879 | Başvuru, müsadere kararının hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleştirilmesiyle birlikte infazı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; bir kısım sosyal medya paylaşımından dolayı iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, kitap ve kırtasiye alanında faaliyet gösteren özel bir şirkette işçi olarak çalışmaktadır. İşveren 1/6/2016 tarihinde başvurucunun davalı işyeri hakkında sosyal medya üzerinden olumsuz paylaşımlar yaptığı gerekçesiyle güven ilişkisinin zedelendiğini belirterek başvurucunun iş sözleşmesini sona erdirmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade edilmesi talebiyle 14/6/2016 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 4/7/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararda; başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) bağlı PAK EĞİTİM-İŞ Sendikasına üye olduğu, sendika üyelik işleminin 3/7/2015 tarihinde yapıldığı, başvurucunun çalıştığı işyerine FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle el konulup kayyım atandığı belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun kayyım heyetini eleştiren yazılar yazmasının yanı sıra terör örgütüyle irtibatlı sendikaya üyeliğinin de şüphe feshini gerektirdiği sonucuna ulaşılmıştır. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 22/3/2019 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar, başvurucuya 2/4/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14799 | Başvuru, bir kısım sosyal medya paylaşımından dolayı iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne ve adil yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 15/2/2018 tarihli kararı ile Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 4/7/2018 tarihli kararı ile istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir. Başvurucunun temyiz yasa yoluna başvurması üzerine inceleme yapan Yargıtay Ceza Dairesi 16/4/2019 tarihli kararı başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararını onamıştır. Hükümlü olarak cezasını infaz etmek üzere Burdur E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilen başvurucu hakkında Burdur Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 25/6/2019 tarihinde düzenlenen müddetnamede, koşullu salıverilme tarihinin 10/4/2022, hak ederek tahliye tarihinin ise 23/2/2024 olduğu belirtilmiştir. Söz konusu müddetnamede ayrıca başvurucunun 29/8/2016 ile 24/6/2019 tarihleri arasında tutuklu kaldığı 1029 gün ile gözaltında kaldığı 1 günün cezasından mahsup edildiği belirtilmiştir. Başvurucu 16/7/2019 tarihinde Burdur E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) sunmuş olduğu dilekçe ile açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve denetimli serbestlik hükümlerinden faydalanabilmek için gerekli işlemlerin başlatılmasını talep etmiştir. Burdur E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu 26/7/2019 tarihinde, terör örgütü üyeliği suçundan hükümlü olan başvurucunun gözleme tabi tutulduğunu, belirli bir gözlem sonucunda hakkında karar verilebileceğini belirterek karar tarihi itibarıyla başvurucunun örgüt ile bağlarının koptuğuna dair somut bir delilin olmadığını değerlendirmiş; 6 aylık deneme süreleri boyunca tekrar değerlendirme yapılmak üzere başvurucunun açık ceza infaz kurumuna ayrılma talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, İdare ve Gözlem Kurulu kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Burdur İnfaz Hâkimliği 7/9/2019 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucunun İnfaz Hâkimliğinin kararına itirazını inceleyen Burdur Ağır Ceza Mahkemesi, 1/10/2019 tarihinde İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğunu değerlendirerek itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 4/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 16/4/2021 tarihinde Burdur E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan denetimli serbestlikle tahliye edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Takyan [GK], B. No: 2020/27974, 15/12/2021, §§ 21- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36883 | Başvuru, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma taleplerinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, satın aldıkları dairelerde mevcut ayıpların giderilmesi ya da ayıpların giderilmesi için gereken masrafların tazmini talebiyle 31/3/2006 tarihinde dava açmışlardır. Küçükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi 1/12/2006 tarihli kararı ile Mahkemenin görevsizliğine, dava dosyasının görevli İstanbul Tüketici Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. İstanbul Tüketici Mahkemesinin E.2007/203 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 14/4/2010 tarihli karar ile bazı davacılar yönünden sıfat yokluğundan, diğerleri yönünden ise esastan davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/3/2011 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Davalının karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 12/10/2011 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 21/12/2012 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/1/2014 tarihli ilamı ile başvurucuların temyiz itirazlarının reddine, asli müdahil yönünden hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Davalının karar düzeltme talebine ilişkin dilekçesi aynı Dairenin 22/9/2014 tarihli ilamı ile reddedilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13364 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun kâğıtlara yazdığı yazılardan dolayı disiplin cezasıyla cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucunun da barındığı Ceza İnfaz Kurumunun odasına sabah sayımının gerçekleştirilmesi için görevli memurlar girmiştir. Başvurucunun da aralarında bulunduğu bir grup mahpusun odanın üst kat penceresinden oda havalandırma bahçesinde bulunan görevli memurların üzerine "özür dile Gülşah, işkencede zamanaşımı yoktur, yere düşen eli kolu bağlıya vurmak insanlık mı? ahlak mı? görev mi?, işkence affa uğramaz zamanaşımına girmez" yazılı çeşitli büyüklükteki kâğıtları attıkları tespit edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu (Disiplin Kurulu) disiplin soruşturması sonucunda başvurucunun kurumda korku, kaygı veya panik yaratacak şekilde söz söylemek veya davranışta bulunmak eylemini gerçekleştirdiği kanaatine vararak başvurucuya 2 ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma disiplin cezası vermiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı Silivri İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği başvurucunun eylemi gerçekleştirme şekli, eylemin sübutuna ilişkin kabulü ve cezanın uygulanış şeklinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle 28/8/2019 tarihinde şikâyetin reddine karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. Silivri Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) İnfaz Hâkimliği kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından bahisle anılan itirazı 24/10/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı13/11/2019 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 12/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42038 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun kâğıtlara yazdığı yazılardan dolayı disiplin cezasıyla cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, icap nöbetine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 31/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 11/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1849 | Başvuru, icap nöbetine tabi diğer personele nöbet ücreti ödenmesine rağmen bazı uzman doktorlara ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, disiplin cezasına karşı infaz hâkimliğine yapılan şikâyette hâkim tarafından sözlü savunma alınmadan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında sözlü yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Kırıkkale F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) hükümlü olarak bulunan başvurucu ve B. hakkında, transferlerinde kullanılan ring aracı içindeki kameraları kapatmaları ve slogan atmaları nedeni ile başlatılan disiplin soruşturması neticesinde Kurum Disiplin Kurulu Başkanlığının 4/3/2020 tarihli kararıyla dörder gün hücreye koyma disiplin cezası verilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara Kırıkkale İnfaz Hâkimliği (Hâkimlik) nezdinde şikâyet etmiş ve dilekçesinde savunmasını mahkeme huzurunda vermek istediğini de bildirmiştir. Başvurucunun yaptığı şikâyet üzerine Hâkimlik 24/4/2020 tarihli tensip zaptı ile başvurucuya üç gün içinde yazılı olarak savunmasını yapması için süre vermiş ve bu sürede savunma vermemesi durumunda savunma hakkından vazgeçmiş sayılacağını ihtar etmiştir. Başvurucu Hâkimliğe sunduğu yazılı savunma dilekçesinde; savunmasını yazılı olarak vermeyi kabul etmediğini belirtmiş, salgın sonrasında mahkeme huzurunda beyanda bulunmak istediğini bildirmiştir. Hâkimlik 9/6/2020 tarihli kararıyla, COVID-19 salgınının ne zaman sona ereceğinin belli olmadığı gerekçesiyle başvurucunun salgın sonrasında mahkeme huzurunda beyanda bulunma talebini reddetmiş, yazılı savunması ve dosya kapsamındaki beyanına göre disiplin cezasına itirazını değerlendirmiş ve bu kapsamda başvurucunun 4 gün hücreye koyma disiplin cezasının kaldırılmasına ilişkin itirazını reddetmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz da Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 24/6/2020 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 17/7/2020 tarihinde öğrenmesi üzerine 14/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede; başvurucu ile birlikte aynı ring aracıyla nakli yapılan B.nin talebi üzerine Adalet Bakanlığının (Bakanlık) evrakına istinaden düzenlenen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesi uyarınca B.ye verilen disiplin cezası kanun yararına bozma yoluna götürülmüştür. Talebi inceleyen Yargıtay Ceza Dairesinin 15/9/2023 tarihli kararıyla Mahkemenin kararının kanun yararına bozulduğu ve bozma üzerine Hâkimliğin 11/1/2024 tarihli ek kararı ile B.nin disiplin cezasının iptaline karar verdiği tespit edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/27003 | Başvuru, disiplin cezasına karşı infaz hâkimliğine yapılan şikâyette hâkim tarafından sözlü savunma alınmadan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında sözlü yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 10/10/2005 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında İlk Derece Mahkemesinin 23/7/2010 tarihli kararı ile davanın kabulüne hükmedilmiş, temyiz incelemesi sonucu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesince 5/12/2012 tarihinde bozulmuş, bozma üzerine devam eden yargılamada Ankara İş Mahkemesinin 27/2/2014 tarihli davanın kısmen kabulüne yönelik kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/7/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14557 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bünyesinde şube müdürü olarak görev yapmakta iken yurt dışı teşkilatta görevlendirilmek için açılan sınava katılmış ve yazılı aşamasında başarılı olmuştur. Mülakat aşamasında 55 puanla değerlendirilen başvurucu başarısız sayılmıştır. Başvurucu mülakat aşamasında başarısız sayılmasına ilişkin işleme karşı Ankara İdare Mahkemesi nezdinde iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 29/4/2005 tarihli kararı ile mülakat sınavının objektif kriterlere uygun yapıldığının ortaya konulamadığı gerekçesine yer vererek başarısız sayılma işlemini iptal etmiştir. İptal kararı kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. İptal kararı gereği yerine getirilerek yeniden yapılan mülakat sınavında 72 puan alarak başarılı olan başvurucu 28/7/2006 tarihinde yurt dışı teşkilatta görevlendirmesinin yapılması için MEB'e başvuruda bulunmuştur. Başvuruda bulunurken Vaşington ve Londra eğitim müşavirliği kadrolarına yönelik isteğini de dile getirmiştir. 25/9/2006 tarihli ve 8459 sayılı müşterek kararname ile başvurucu, Tiflis Büyükelçiliği eğitim müşavirliğine atanmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucu, başvurucunun puanının yetmesine rağmen Londra ya da Washington eğitim müşavirliği kadrosuna atanmayarak Tiflis eğitim müşavirliğine atanmasının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla 25/9/2006 tarihli müşterek kararnamenin ve 24/2/2004 tarihli ve 25383 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Yurt Dışı Teşkilatına Sürekli Görevle Atanacak Personelin Seçimine İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi ile maddesinin iptali için Danıştay İkinci Dairesi nezdinde dava açtığı anlaşılmıştır. Davanın 2006 yılı içinde açıldığı görülmektedir. Danıştay İkinci Dairesi 18/12/2006 tarihli kararıyla dilekçe ret kararı vermiştir. Gerekçede; Yönetmelik hükümlerinin mülakat sınavının usulüne dair belirleme içerdiği, mülakatta başarılı olan başvurucunun Tiflis'e atanma işlemi ile arasında maddi hukuki bağ bulunmadığı ve bu nedenle atama işlemine karşı Ankara idare mahkemesi nezdinde, Yönetmelik için ise Danıştay nezdinde iki ayrı dilekçe ile dava açılması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu dilekçe ret kararı üzerine 25/5/2007 tarihinde Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde müşterek kararnamenin iptali için dava açmıştır. Mahkeme ilk etapta 9/8/2007 tarihli kararı ile davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Ret gerekçesinde müşterek kararnamenin 10/10/2006 tarihinde tebliğ edilmesinden itibaren süresi içinde dava açılmadığı ifade edilmiştir. Süre ret kararı Danıştay İkinci Dairesi tarafından 11/3/2008 tarihli kararla bozulmuştur. Bozma kararında, müşterek kararnamenin tebliğinden itibaren süresi içinde ilk olarak Danıştay nezdinde dava açıldığı ve Danıştay tarafından verilen dilekçe ret kararı üzerine dilekçenin yenilenmesi suretiyle otuz günlük süre dâhilinde müşterek kararnamenin iptali için davanın açıldığı belirtilmiştir. Bu yargısal süreç devam ederken başvurucu, müşterek kararname uyarınca Tiflis'e gitmiş ve üç yıllık süre boyunca eğitim müşavirliği görevini ifa ederek 2009 yılında yurda dönmüştür. Mahkeme, bozma kararı üzerine 16/7/2009 tarihinde yeniden kayıt açarak işin esasına geçmiş ve 12/5/2010 tarihli kararıyla müşterek kararnameyi iptal etmiştir. İptal gerekçesinde öncelikle millî eğitim mevzuatı uyarınca yeterlilik ve mülakat sınavlarında alınan puan dâhilinde yapılacak başarı sıralamasına göre boş kadro imkânları mucibince eğitim müşavirliklerine atama yapılacağı hatırlatılmıştır. Londra eğitim müşavirliğine atanan kişinin 82,5; Washington eğitim müşavirliğine atanan kişinin 73,6 ve başvurucunun 81 puana sahip olduğu vurgulanmıştır. Bu bağlamda görevlendirilen diğer kişiler ile başvurucunun puanı kıyaslanarak ve Londra ile Washington eğitim müşavirliklerinin vekâleten yürütüldüğü de dikkate alınarak başvurucunun Tiflis eğitim müşavirliğine atanmasında hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. İptal hükmü Danıştay İkinci Dairesinin 2/10/2014 tarihli kararı ile onanmış ve karar düzeltme istemi aynı Dairenin 2/7/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. UYAP üzerinden yapılan inceleme sonucu, başvurucunun lehine verilen 12/5/2010 tarihli iptal kararının uygulanmadığını belirterek şikâyet ettiği MEB bürokratlarına soruşturma izni verilmemesine dair 30/4/2012 tarihli işleme Danıştay nezdinde itiraz ettiği, Danıştay Birinci Dairesinin 1/10/2012 tarihli kararı ile itirazı reddettiği görülmektedir. Ret gerekçesinde "şikayetçinin atama işleminin iptali istemiyle açtığı davanın Tiflis Büyükelçiliği Eğitim Müşavirliği görevinin tamamlanmasından sonra Ankara İdare Mahkemesince 2010 tarih ve E:2009/825, K:2010/687 sayılı kararıyla sonuçlandırıldığı ve bu kararla dava konusu işlemin iptal edildiği, ancak atama işleminin iptaline hükmedilmeden önce şikayetçinin söz konusu görevitamamladığı, dolayısıyla Mahkeme kararının uygulanmasının fiilen mümkün olmadığı, ...bu nedenlerle ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı" ifade edilmiştir. Diğer taraftan başvurucu 22/10/2010 tarihinde de Londra eğitim müşaviri olarak atanmak için MEB'e başvurmuş ancak talebinin reddi üzerine bu işlemin iptali için Ankara İdare Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 13/3/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde; başvurucunun Tiflis eğitim müşavirliğine atanarak göreve başladığı üç yıllık yurt dışı görev süresini tamamlayarak 2009 yılında yurda döndüğü, Londra eğitim müşavirliğine atanmak için tekrar sınava girip başarılı olması gerektiği ifade edilerek atanma talebinin reddinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Ret kararı Danıştay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu müşterek kararnamenin iptal edildiği yargılama sürecine ilişkin nihai hükmü 13/8/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 1/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucu hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem yapılıp yapılmadığı hususlarında MEB'den bilgi istenmiştir. MEB tarafından gönderilen 6/12/2018 tarihli yazı ve eklerinde yukarıda aktarılan olay silsilesine yer verilmiş ve bu yapılırken Ankara İdare Mahkemesinin 13/3/2013 tarihli kararında belirtilen başvurucunun yurt dışı eğitim müşavirliğine atanmak için tekrar sınava girip başarılı olması gerektiği noktasına vurgu yapılmıştır. Nihai olarak başvurucu hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem tesis edilmediği bildirilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.... Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir." Yönetmelik'in müşterek kararnamenin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan hâlinin maddesi ile maddesinin ilk cümleleri sırasıyla şöyledir:"Bakanlığın yurt dışı teşkilatı kadrolarına sürekli görevle atanacaklar hizmetin gerektirdiği meslekî bilgi ve yeterliklerinin tespiti için yazılı veya sözlü olarak yapılacak Meslekî Yeterlik Sınavına tâbi tutulurlar.Sınavlar sonucunda başarılı olanlar, en yüksek puan alandan başlanılarak atanmak istedikleri kadrolara boş kadro imkânları ölçüsünde başarı sıralamasına göre atanırlar." Yönetmelik'in gerek daha sonra yürürlüğe giren gerekse mevcut hâlinde yukarıda yer alan hükümlere koşut düzenlemelere yer verilmiştir. Yargı Kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun yargı kararının uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde verilen ısrar kararının bozulmasına ilişkin 22/4/2014 tarihli ve E.2011/1088, K.2014/1787 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Anayasada ve Yasada yer alan emredici kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan kaçınmasının, 'ağır hizmet kusuru' oluşturacağı açık bulunduğundan, idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi gerekmektedir.İncelenen olayda; davacının 2006 yılı sicil raporunun 'orta' olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı ile iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine karşılık gelecek not seviyesinde (71 notla yine orta olarak) düzenlenmiştir. Ayrıca davacının hakkındaki soruşturma ve iddiaların sadece bununla ilgili sicil hanelerinin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği yönündeki iptal kararının gerekçesi dikkate alınmamış ve yeniden düzenlenen 2006 yılı sicil raporunda hakkındaki soruşturma ve iddialarla ilgili olmayan sicil haneleri aynı şekilde olumsuz değerlendirilmiş ve bunun sonucunda davacının 2006 yılı sicili yine 71 notla orta olarak düzenlenmiştir. Belirtilen durum karşısında, idarenin mevcut Anayasal ve yasal hükümleri gözardı etmek suretiyle yargı kararının uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun sonucunda davacının manevi olarak zarara uğradığı kabul edilmelidir. Bu itibarla; olayda manevi tazminat ödenmesini gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını uygulamadığı saptanan davalı idarenin, olaydaki kusurunun niteliği ve ağırlığının dikkate alınarak Mahkemece takdir edilecek miktarda manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmektedir. " Danıştay Üçüncü Dairesinin özelleştirme ihalesi ve işletme hakkı verilmesi işlemlerinin yargı kararı ile iptal edilmesine rağmen hukuki ve fiilî imkânsızlık gerekçe gösterilerek iptal kararının uygulanmaması sonucu işçi akitlerinin feshedilmesinden kaynaklı olarak uğranılan zararın tazmini için açılan davada verilen hükme yönelik 6/11/2006 tarihli ve E.2006/2939, K.2006/4217 sayılı bozma kararının ilgili kısmı şöyledir: "Yargı kararları gereğinin yerine getirilmesi yukarıda yer verilen Anayasa ve İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca zorunlu olmasına karşın, davalı idarenin, ... özelleştirilmesi işlemlerinin iptal edilmesine ilişkin yargı kararlarının gereğini yerine getirmediği, bu nedenle de işyerinde çalışan işçilerin iş akitlerinin feshedildiği sonucuna ulaşıldığından...Öte yandan, iptal kararlarının gereklerinin hukuki veya fiili imkânsızlık nedeniyle yerine getirilmemiş olması, ilgililerin bu nedenle ortaya çıkan zararlarının ödenmemesine engel teşkil etmemekte, aksine hukuka aykırılığı yargı kararı ile tespit edilen bir işlem nedeniyle uğranılan zararların, bu iptal kararının uygulanmaması nedeniyle telafisi olanağı ortadan kalktığı için tazmin yükümlülüğü ortaya çıkmaktadır.İptal edilen işlem nedeniyle doğan zarar, bu iptal kararının uygulanmaması nedeniyle telafi edilemediğine göre, ... doğan zararın muhtemel zarar olarak nitelendirilmesi mümkün değildir ..." Danıştay Beşinci Dairesinin muvafakat verilmemesi işleminin yargı kararı ile iptali üzerine açılan tam yargı davasında verilen hükme yönelik 20/11/2009 tarihli ve E.2007/6374, K.2009/6756 sayılı kısmen bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının O.S.E. Enstitüsü'nde öğrenim görmesini sağlayacak kurumlar arası naklen atama işlemine muvafakat verilmemesinin hukuka aykırı bulunarak iptal edilmesi ve bu yargı kararının uygulanması aşamasında Enstitüye 2004 yılında öğrenci alınmadığı gerekçe gösterilerek hukuki ve fiili imkansızlık nedeniyle davacının Enstitüde öğrenime başlatılmaması karşısında, davalı idare tarafından 2001 yılında kurulan muvafakat vermeme işleminin davacının O.S.E. Enstitüsü'ne kayıt yaptırmasına ve böylece yüksek öğrenimle bilgi ve yeteneklerini artırarak kendisini geliştirip mesleğinde ilerlemesine engel oluşturduğu açık olduğundan, davacının bu nedenle duyduğu elem ve acının kısmen de olsa manevi tazminatla giderilmesi ve davalı idarenin hizmet kusurunun ağırlık derecesine göre -TL manevi tazminat isteminin tamamının kabul edilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin -liralık kısmının reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir." Danıştay Beşinci Dairesi 19/11/1996 tarihli ve E.1994/4362, K.1996/3530 sayılı kararı ile "yurt dışı görevden yurt içi asli göreve döndürülmeye ilişkin işlemin iptali için açılan davada verilen iptal kararının hukuki ve fiili imkansızlık nedeniyle uygulanamadığı anlaşılsa da, davalı idarenin, yargı kararı ile iptal edilen işlemiyle hizmet kusuru işlediği" sonucuna ulaşılarak Ankara İdare Mahkemesi tarafından verilen 16/11/1993 tarihli ve E.1991/636, K.1993/1418 sayılı tazminat hükmünü onamıştır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/ maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olur. (Burdov/Rusya, § 37). AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32). AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda Sözleşme'nin maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, madde anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34). AİHM, Sözleşme'nin maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54). Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye (B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 73-75) kararında 2577 sayılı Kanun'a göre açılabilecek tazminat davalarının yargı kararının icra edilmemesi şikâyetleri bakımından etkili bir iç hukuk yolu olup olmadığı tartışılmıştır. AİHM bir kararın uygulanma biçiminin ilgilinin uğradığı maddi veya manevi zararın tazmin edilmesi hususuyla karıştırılmaması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM tam yargı davalarında bir yargı kararını uygulamamanın genellikle hizmet kusuru olarak değerlendirildiği doğru olsa dahi bu durumun bundan dolayı ortaya çıkan zararın tazminini sağlamak için yeterli olmadığını belirtmiştir. AİHM 2577 sayılı Kanun'un özel hüküm (lex specialis) niteliğindeki hükümleri kapsamında öngörülen hukuk yolunun -mevcut davada olduğu gibi- yargı kararlarının uygulanmamasına dayandırılan şikâyetler bakımından uygun tazminat yolu oluşturmadığını belirtmiştir. AİHM aynı kararda, genel hüküm niteliğindeki tam yargı davası hükümlerinin idare tarafından yargı kararlarının icra edilmemesi konusunda uygulanabileceği varsayılsa dahi hem teorik hem de pratik olarak bu tarz bir davada etkinlik ve erişebilirlik şartlarının oluştuğunun ispatlanamadığını vurgulamıştır. AİHM bu bağlamda, Türk hukukuna göre yargı kararlarının aynen icrasının önünde aşılamaz bir engelin varlığı saptanmışsa idarenin başvuranlara mevcut durumun özelliklerine uygun olarak eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) denk düşecek en uygun alternatif çözümü teklif etme yükümlüğünün olduğunu hatırlatmıştır. AİHM'e göre başvurucuların lehine herhangi bir sonuç doğuracağı varsayılsa dahi tam yargı davasından elde edecekleri sonuç, iptal davalarında elde ettiklerinden farklı olmayacaktır (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 95-98). Reisner/Türkiye (B. No: 46815/09, 21/7/2015, §§ 48-50) kararına konu olayda ise bir bankaya elkonulması işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen bu bankanın üçüncü bir kişiye satışı nedeniyle söz konusu yargı kararının uygulanmaması söz konusudur. AİHM başvurucunun dava açabilmekle birlikte iptal kararının icrasının mümkün olamadığına dikkati çekmiştir. AİHM'e göre yerel icra usulünün karmaşıklığı veya devletin bütçe sistemi, Sözleşme uyarınca bağlayıcı ve icra edilebilir yargısal kararların makul bir süre içinde icra edilmesini herkes için sağlama yükümlülüğünden devleti muaf tutamaz. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14743 | Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Muş/Hasköy İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Gökyazı Jandarma Karakol Komutanlığı emrinde asker iken 9/12/2012 tarihinde yaşamını yitiren 1992 doğumlu U.nin babasıdır. Soruşturma dosyasında bulunan bilgi ve belgelere göre 9/12/2012 tarihinde saat 30 sıralarında askerî birliğin küçük koğuş olarak adlandırılan yatakhanesinden bir el silah sesi duyulmuştur. Sesin geldiği yere gidilmesi üzerine başvurucunun oğlu U.nin J Er K.Ö.ye ait ranzanın yanında, çenesinin altından giren ve başının üst kısmından çıkan bir mermiyle başından vurulmuş vaziyette olduğu görülmüştür. Yapılan kontrolde U.nin olay yerinde hayatını kaybettiği anlaşılmıştır. Gökyazı Jandarma Karakol Komutanlığı yetkilileri saat 00 sıralarında olayı Muş Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmiştir. Muş Cumhuriyet Başsavcılığı, olayın gecikmesinde sakınca bulunan hâllerden olduğunu değerlendirerek resen soruşturmaya başlanmasına karar vermiştir. Cumhuriyet savcısı, Olay Yeri İnceleme ekibinin ölümün gerçekleştiği yere yönlendirilmesini istemiş; akabinde kendisi de olay yeri incelemesi yapmak üzere Gökyazı Jandarma Karakol Komutanlığa gitmiştir. Cumhuriyet savcısı, saat 15 sıralarında olay yerine varmıştır. Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda U.nin yanı başında bulunan 735170 seri numaralı G-3 marka piyade tüfeği ile olay yerinde bulunan, Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) ibareli 1 adet mermi kovanı, 2 adet deforme olmuş mermi çekirdeği nüvesi ve bir adet mermi çekirdeği gömlek parçası muhafaza altına alınmıştır. Yapılan araştırmalar neticesinde olay yerinde bulunan 735170 seri numaralı G-3 marka piyade tüfeğinin J Er K.Ö. adına zimmetli olduğu anlaşılmıştır. Olay yeri inceleme ve keşif tutanağında, olay yerinde bulunan tüfeğin baştan aşağıya kana bulandığı ifade edilmiştir. Olay yeri incelemesi sırasında ayrıca Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda U.nin el ve yüz svapları ile parmak izleri alınmıştır. Yine Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda J Er K.Ö.nün el svapları ile parmak izleri alınmıştır. Olay yeri incelemesi sırasında Cumhuriyet savcısı tarafından bazı tanıkların ifadesi alınmıştır. Cumhuriyet savcısı, bu kapsamda olay yerinde bulunan silahın sahibi olan J Er K.Ö.nün ifadesini almıştır. J Er K.Ö. ifadesinde özetle U. ile yakın arkadaş olduğunu, U.nin komutanları ve arkadaşlarıyla arasının çok iyi olduğunu, askerlik döneminde U.nin bir sıkıntısı olduğuna, uyuşturucu madde ya da hap kullandığına şahit olmadığını ifade etmiştir. J Er K.Ö., U.ile aynı koğuşta kalmadığını, görev yaptıkları karakolun bulunduğu yer terör bölgesi olduğundan silahlarını yataklarının başında bulundurduklarını, kendi üzerine zimmetli olan silahın da olay günü yatağının yanında asılı vaziyette olduğunu, olay günü bu silahı alan U.nin intihar ettiğini öğrendiğini ifade etmiştir. J Er K.Ö., intiharın gerçekleştiği saatlerde yemek dağıtımı ile görevli olduğu için birliğin gazinosunda olduğunu, bu sebeple intiharın nasıl gerçekleştiğine ilişkin doğrudan bir bilgisinin bulunmadığını belirtmiştir. Olay günü Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınan Gökyazı Jandarma Karakol Komutanı O. ifadesinde özetle 2012 yılının Ağustos ayında birliğe katılan U.nin en uyumlu askerlerden biri olduğunu, U.nin arkadaşlarıyla iyi geçinen, sıkıntısız bir asker olduğunu belirtmiştir. O. ifadesinde ayrıca karakolun bulunduğu yer terör bölgesi olduğundan silahların depoya konulmayıp askerlerin yattığı ranzaların başına, hücum yelekleri ile beraber asıldığını ifade etmiştir. Olay günü Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınan bir diğer kişi ise Astsubay S.dir. S. ifadesinde özetle saat 30 sıralarında gece nöbet tutan askerlere yat emri verdiğini, talimat verdiği askerler arasında U.nin de bulunduğunu ifade etmiştir. Astsubay S. yat emri verdikten sonra kuleleri kontrole gittiğini, döndüğünde U.yi büyük koğuşta elinde cep telefonu ile sırtüstü yatar vaziyette gördüğünü, bunun üzerine U.nin elindeki telefonu aldığını ve daha sonra çalışma odasına gittiğini, telefonun SIM kartını burada çıkardıktan sonra sim kartı U.ye iade ettiğini, telefonunu aldığı sırada U.nin ruh hâlinin iyi olduğunu belirtmiştir. Astsubay S. saat 30 sıralarında jandarma karakol komutanının odasında iken ilk başta masa devrilmesi sesi sandığı, daha sonra silah sesi olarak değerlendirdiği bir ses duyduğunu, bunun üzerine odadan çıktığını, askerler saldırı olabileceğini söyleyince hemen koğuşa girdiğini, bu sırada koğuşta yoğun bir duman olduğunu, ilk başta kalorifer borusunun patlamış olabileceğini düşündüğünü ancak daha sonra yerde yatar vaziyette bir asker cesedi gördüğünü, ölen asker haricinde odada kimse olmadığını, odadan çıkan kimseyi de görmediğini belirtmiştir. Astsubay S. ayrıca U.nin emirlere itaat eden, sıkıntı çıkarmayan bir asker olduğunu da ifade etmiştir. Cumhuriyet savcısı, U. ile hem acemi birliğinde hem de usta birliğinde askerlik yaptığını belirten E.U. adlı bir askerin olay günü ifadesini almıştır. E.U. ifadesinde özetle askerlik yaptığı dönemde U.nin herhangi bir sıkıntısına, uyuşturucu veya hap kullandığına şahit olmadığını, sigara bile kullanmadığını, gerek arkadaşlarıyla gerekse komutanlarıyla arasının iyi olduğunu belirtmiştir. E.U. ifadesinde ayrıca U.nin bir dönem nişanlısından ayrılması nedeniyle moralinin bozuk olduğunu ancak bir süre sonra nişanlısı ile barıştığını kendisine söylediğini ifade etmiştir. E.U., U. ile olayın meydana geldiği sabah görüştüğünü, bu sırada onunla şakalaştıklarını, daha sonra yat emrine istinaden U.nin koğuşa gittiğini, sonra da onun intihar ettiği haberini aldığını belirtmiştir. Cumhuriyet savcısı, U. ile hem acemi birliğinde hem de usta birliğinde askerlik yaptığını belirten bir diğer asker Y.E.S.nin de ifadesini almıştır. Y.E.S., tıpkı E.U. gibi askerlik yaptığı dönemde U.nin herhangi bir sıkıntısına, uyuşturucu veya hap kullandığına şahit olmadığını, gerek arkadaşlarıyla gerekse komutanlarıyla arasının iyi olduğunu belirtmiştir.Y.E.S. olaydan önceki akşam kule nöbetini tuttuktan sonra U. ile birlikte gazinoya inip televizyon izlemeye başladıklarını, bu sırada U.nin bir sıkıntısının olduğunu gördüğünü, daha sonra dışarı çıkıp misafirhanenin orada bulunan futbol sahasına gittiklerini, U.ye burada sıkıntısının ne olduğunu sorduğunu, U.nin ise "Sıkıntım yok. Kendi kafanızdan sıkıntım olduğunu yaratmayın." şeklinde cevap verdiğini, akabinde ise kule nöbetine çıktıklarını ifade etmiştir. Y.E.S. kule nöbeti sırasında da kulede bulunan telefon aracılığıyla U. ile görüştüğünü ancak U.nin ses tonunun bu sırada da sıkıntılı olduğunu ifade etmiştir. Y.E.S. nöbetten sonra kahvaltıya indiklerini, kahvaltıdan sonra yat emri verilmesi üzerine 00-30 sıralarında büyük koğuşa yatmaya gittiklerini, sıkıntısı olduğunu bildiği için 40-45 dakika kadar U.yi kontrol ettiğini, sonrasında kendisinin uyuduğunu, daha sonra ise silah sesi duyduğunu, olayı ilk başta sabotaj zannettiğini ancak sonrasında olayın intihar olduğunu öğrendiğini belirtmiştir. Muş Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan araştırmalardan sonra olay hakkında görevsizlik kararı vererek dosyayı Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) göndermiştir. Soruşturmaya Askerî Savcılık tarafından devam edilmiştir. Ölüm olayının gerçekleştiği gün ölü muayene işlemi, bu işlemin ardından da klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Klasik otopsi işlemi sonucunda hazırlanan ölü muayene ve otopsi tutanağında, U.nin mentum (çene) bölgesinde mermi çekirdeği giriş yarası, başının tepe bölgesinde ise mermi çekirdeği çıkış yarası bulunduğu ifade edilmiştir. Ölü muayene ve otopsi tutanağında U.nin ateşli silah yaralanmasına bağlı beyin harabiyeti sonucu öldüğü belirtilmiştir. Olay yeri incelemesi neticesinde muhafaza altına alınan J Er K.Ö.ye ait 735170 seri numaralı G-3 marka piyade tüfeği, bir adet şarjör, bir adet MKE yapımı mermi kovanı ve iki adet deforme olmuş mermi çekirdeği nüvesi gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne gönderilmiştir. Balistik İnceleme Laboratuvarının 26/12/2012 tarihli uzmanlık raporunda, 735170 seri numaralı tüfeğin ateş etmesine mani mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı, incelenmek için gönderilen bir adet MKE yapımı mermi kovanının 735170 seri numaralı tüfek ile atılmış olduğu, 2 adet deforme olmuş mermi çekirdeği nüvesi ile bir adet mermi çekirdeği gömlek parçası üzerinde yapılan incelemede ise mukayeseye elverişli karakteristik bir iz bulunamadığı tespitleri yapılmıştır. Başvurucunun oğlu U. ile J Er K.Ö.den alınan svaplar üzerinde Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü görevlileri tarafından atış artığı analizi yapılmıştır. Hazırlanan 25/12/2012 tarihli uzmanlık raporuna göre U.nin sol el avuç içi, sol el üstü, sağ el avuç içi, sağ el üstü ve sol yanak svaplarında atış artıklarında bulunan antimon elementi tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra J Er K.Ö.nün sağ el üstünden alınan svaplarda da atış artıklarında bulunan antimon elementi tespit edilmiştir. Raporda "Olayla ilgisi olmadığı hâlde atış artıklarının bulunduğu yerlere temas eden ellerde de atış artıkları bulunabilir." şeklinde açıklamaya yer verilmiştir. Tüfek üzerinde yapılan parmak izi incelemesinde ise herhangi bir ize rastlanmamıştır. J Er K.Ö.nün sağ el üstünden alınan svaplarda atış artıklarında bulunan antimon elementinin tespit edilmesi üzerine olay saatinde J Er K.Ö.nün nerede olduğu hususu ile ilgili olarak çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu kapsamda Askerî Savcılığın talimatı doğrultusunda J Yüzbaşı A.Ç. tarafından ifadesi alınan Er A. özetle olay günü yemekhanede yemek yedikten sonra boş tabldotu mutfağa götürmek üzere hareket ettiği sırada bir el silah sesi duyduğunu, olay esnasında J Er K.Ö.nün yemekhanede olduğunu ve yemek dağıtmakla meşgul olduğunu belirtmiştir. B. adlı bir diğer asker de benzer şekilde J Er K.Ö.nün olay günü saat 15 sıralarında gazinoya gelerek yemek dağıtımı için masayı kurduğunu, J Er K.Ö.nün olay esnasında da görevli askerlere yemek dağıtmakla meşgul olduğunu ifade etmiştir. Bu kapsamda ifadesi alınan Er O.K. ise özetle karakol komutanının olay günü nöbetçi olan Astsubay S.yi çağırmak üzere kendisini yemekhaneye gönderdiğini, yemekhaneye girdiğinde J Er K.Ö.nün yemekhanede olduğunu belirtmiştir. Er O.K. ifadesinde ayrıca karakol komutanının çağırdığını söylemesi üzerine Astsubay S.nin karakol komutanının odasına gittiğini, Astsubay S.nin odaya girmesinden bir iki dakika sonra büyük bir gürültü duyulduğunu, Astsubay S.nin koridora çıktığını ve mutfağa yöneldiğini, kendisinin de onun arkasından hareket ettiğini, bu sırada J Er K.Ö. ile diğer birkaç askerin yemekhaneden çıktığını gördüğünü ifade etmiştir. Olay hakkında tekrar ifadesi alınan Astsubay S. ile Astsubay S.U., olayların gelişimine ilişkin olarak Er O.K. ile benzer yönde beyanda bulunmuş ve olay esnasında J Er K.Ö.nün yemekhanede olduğunu ifade etmişlerdir. Askerî Savcılık ayrıca U. adına zimmetli bir silahın olup olmadığı ve olayın meydana geldiği koğuşta kimlerin kalmakta olduğu hususlarında da çeşitli araştırmalar yapmıştır. Bu araştırmalar neticesinde U. adına PKMS marka (biksi) 505 seri numaralı makineli tüfeğin zimmetli olduğu, olayın meydana geldiği koğuşta J Onbaşı R.U. ile J Er K.Ö.nün kaldığı, olay esnasında J Onbaşı R.U. nöbette olduğu için koğuşta sadece J Er K.Ö. adına zimmetli silahın bulunduğu, olayın J Er K.Ö.nün ranzasının yanında meydana geldiği tespit edilmiştir. U.nin yatağının ise büyük koğuş olarak adlandırılan yatakhanede bulunduğu anlaşılmıştır. Olaydan sonra U.nin dolabında bulunan not defterinde; "Bak biri kollarımda uyuyup gitmem diyordu gitti, biri can verip de ölsem bitmez diyordu bitti, yüreğim ses etmez inanır, sözler şerefsiz oldu, bu yolun sonu yok, ne olur söz verme sen de aşkım." yazısı ile "Bir insan ilk aşkını neden unutmaz, çünkü her şeyin ilkini onunla yaşar, ilk onu sever, ilk onu öper, ilk onun elini tutar. O bir parçası olur, kopamaz ayrılamaz, vazgeçemez ondan. Ayrılınca hayattan kopar hata üstüne hata yapar, her yaptığı yanlış olur, çünkü tek doğrusu gitmiştir, gittiği her yerde aldığı her nefeste onu hatırlar. Ben de ilk sana aşık olmuştum [], sana karşı çok yanlışım oldu, çok hata yaptım, seni çok üzdüm. Pişman oldum ama seni kaybettim. Ayrılalı tam bir yıl oldu. Ama ben seni ilk günkü gibi seviyorum. Seni unutamam biliyorum. Bekletmekte çok saçma olur. Bir gün seni unutacağım seni beni unuttuğun gibi. Yeni birine aşıkolucam onu sevicem. O kız simdi benimle çok mutluyum. [A] o kız." şeklinde yazılar olduğu anlaşılmıştır. Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği tüm bu verileri değerlendirerek U.nin ölümünde herhangi bir kişiye atfı kabil kusur ve ihmal bulunmadığı, ölümün intihar sonucu meydana geldiği kanaatine varmış; 5/5/2013 tarihli karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık, J Er K.Ö.nün sağ el üstünden alınan svaplarda atış artıklarında bulunan antimon elementinin tespit edilmesi üzerine adı geçen şahsın olay anında tam olarak nerede bulunduğunun tespiti amacıyla tanık ifadelerinin alındığını, tanık ifadelerinden söz konusu şahsın olay anında yemekhanede yemek dağıtmakla meşgul olduğunun anlaşıldığını, şahsın sağ el üstünde atış artığı tespit edilmesinin sebebinin ise intiharın söz konusu şahsın yatağının bulunduğu ranzanın yanında gerçekleşmesi olduğunu, nitekim raporda da olayla ilgisi olmadığı hâlde atış artıklarının bulunduğu yerlere temas eden ellerde atış artıklarının bulunabileceğinin ifade edildiğini belirterek J Er K.Ö.nün olayla ilgisi olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu, araştırılması ve incelenmesi gereken birçok hususun gözden kaçırıldığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde özetle oğlunun başkasına ait bir silahtan çıkan kurşunla öldüğü ve bu silahın sahibi olan kişinin ellerinde atış artığı tespit edildiği dikkate alındığında bu kişi hakkında dava açılmamasının yanlış olduğunu zira Türk hukuk sisteminde maddi gerçeğe ulaşmanın en güvenilir yolunun davanın açılması olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, oğluna ait telefon kayıtlarında oğlunun kimlerle görüştüğü ve mesajlaştığı tespit edilmekle birlikte mesajların içeriğine ilişkin olarak herhangi bir araştırma yapılmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca bazı askerlerin -kayıt dışı olarak- oğlu ile J Er K.Ö. arasında bir tartışma olduğunu söylediklerini iddia etmiştir. Başvurucu, J Er K.Ö.nün sadece parmak izleri ile el svaplarının alınmasının da eksik bir araştırma olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, oğlunun dolabında bulunan bir şiirden hareketle olayın intihar olarak nitelendirilmesinin de hatalı olduğunu savunmuştur. Başvurucu son olarak olay intihar olsa bile ihmallerin açık olduğunu ileri sürmüştür. İtirazı inceleyen Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) 27/6/2013 tarihli karar ile soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Askerî Mahkeme, olayın nasıl gerçekleştiğine ilişkin olarak uzman bilirkişiler tarafından canlandırma raporu alınması, U.nin telefonundan atılan ve telefonuna gelen mesaj içeriklerinin Telekomünikasyon İletişim Başkanlığından (TİB) istenmesi, olay günü U. ile telefonla görülen F.Ç., B.S. ve İ.Y. adlı kişilerin ifadelerinin alınması ve U.ile J Er K.Ö. arasında bir husumet bulunup bulunmadığına ilişkin tanık beyanlarının alınması gerektiği sonucuna varmış; tespit edilen eksikliklerin tamamlanması için dosyanın Askerî Savcılığa gönderilmesine ve gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra dosyanın Mahkemeye iadesine karar vermiştir. Askerî Savcılık, anılan eksikliklerle ilgili olarak çeşitli araştırmalar yapmıştır. Askerî Savcılık tarafından bu kapsamda terhis olan birçok askerin ifadesinin alındığı, ifadesi alınan askerlerin ise genel olarak U. ile J Er K.Ö. arasında herhangi bir husumet bulunmadığı yönünde beyanda bulundukları görülmüştür. U.nin telefonundan gönderilen ve telefonuna gelen mesaj içeriklerinin tespiti ile ilgili olarak TİB'e yazılan müzekkereye ise mesajların geriye dönük olarak bulunamadığı cevabının verildiği anlaşılmıştır. Askerî Savcılık tarafından ayrıca U.nin olay günü telefonla görüştüğü kişilerin ifadesinin istinabe yoluyla alındığı anlaşılmıştır. Askerî Savcılık son olarak silahın hangi pozisyonda ateşlenmiş olabileceğine ilişkin Fırat Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı BaşkanıProf. Dr. T. ile bilirkişiler A. ve Z.Ş.den rapor almıştır. Alınan bilirkişi raporunda sonuç olarak "(...) Ölen şahsın ateş etmesinden sonra yerde yatış pozisyonu, duvarda bulunan elektrik priz etrafındaki kan izlerinin yüksekliğinden, tavanda sıçrayan kan izlerinin seyrek olmasından dolayı, şahsın çömelir veya dizlerinin üzerine çöker vaziyette ateş etmiş olabileceği (...)" değerlendirilmiştir. Askerî Mahkeme, soruşturmanın genişletilmesi üzerine yapılan araştırmaları da dikkate alarak 9/2/2015 tarihli karar ile itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Bu karar 4/3/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Coşkun Çiftler, B. No: 2014/18624, 22/2/2018, §§ 55-61; Kumrişan Akkuş ve Sefer Akkuş, B. No: 2014/14672, 1/2/2017, §§ 45- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5099 | Başvuru, askerlik hizmeti sırasında ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, aleni olmayan bir konuşmanın hukuka aykırı şekilde kayıt altına alınmasına yönelik şikâyet hakkında etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bodrum İlçe Emniyet Müdürlüğü Yalıkavak İlçe Emniyet Müdürlüğünde polis olarak görev yaptığı dönemde, bekleme salonunda bulunan kameralar Kurum tarafından 8/6/2016 tarihinde incelenmiştir. İnceleme sonunda başvurucu ve çalışma arkadaşlarının kendi aralarında yaptıkları konuşma içeriklerine dayanılarak başvurucunun önce Bodrum İlçe Emniyet Müdürlüğüne sonra Marmaris İlçe Emniyet Müdürlüğüne ataması yapılmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının 11/7/2017 tarihli disiplin soruşturması raporunda 8/6/2016 tarihinde kameralardan elde edilen görüntü ve ses kayıtlarının çözümlemelerinin incelenmesi sonucunda; başvurucu ve bir kısım çalışma arkadaşının karakolun bekleme salonunda "Nizami nöbet tutuyorlar, manyak mısınız oğlum, iki kişi rapor alacak, ellerinde eleman kalmayacak, kendileri görev yapacak, al raporunu geç ..." şeklinde konuştukları, rapor alarak görevin aksaması için propaganda ve planlama yaptıkları, bu plan doğrultusunda hareket ederek başvurucunun on gün refakat izni aldığı ve görevi kötüye kullanma suçunun oluştuğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Bodrum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen bu rapor doğrultusunda başvurucu hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçundan soruşturma yürütülmesine karar verilmiştir. Başvurucu, söz konusu dinleme ve kayıt altına almanın hukuka aykırı olduğu iddiasıyla dinlemeyi yapan ve sonrasında bu kayıtları kullanan görevliler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Şikâyet dilekçesinde başvurucu; bekleme salonuna konulan kameralarla ilgili personelin önceden bilgilendirilmediğini, personelin yemek yediği, dinlendiği ve aralarında sohbet ettikleri, özel konuşmaların yapıldığı alanı gözetleyecek şekilde ses kaydı ve kamera kaydı yapılmasının personelin özel hayatını ve çalışma hayatını izlemek amacına hizmet ettiğini, bu yöntemle elde edilen verilerin hukuka aykırı olduğunu ve delil olarak kullanılamayacağını, yapılan işlemlerde savcılık ya da mahkeme kararına dayanmadığını vurgulamıştır. Konuşmaların hukuka aykırı şekilde dinlenmesi ve kayda alınmasının özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturduğunu, kaydı yapan kaydı çözümleyen ve inceleyen polis memurları hakkında anılan suç ve görevi kötüye kullanma suçu yönünden dava açılarak cezalandırılmalarını, ayrıca kameraların nasıl ve neden yerleştirildiğinin araştırılmasını talep etmiştir. Bodrum Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık), başvurucunun iddialarıyla ilgili ceza soruşturması başlatmış ve başvurucu hakkında görevi kötüye kullanma suçu yönünden yürütülen soruşturma dosyasıyla birleştirmiştir. Başsavcılık, başvurucunun ifadesine başvurmuş ve iddialarla ilgili düzenlenen disiplin soruşturması raporunu celp etmiştir. Ayrıca Başsavcılık; Yalıkavak Polis Merkez Amirliği bekleme salonunda bulunan kamera ve ses kayıt cihazlarının kurulumunun hangi tarihte yapılıp faaliyete geçirildiği, faaliyete geçirilmesine hangi makamın talimat ya da izni olduğu hususlarını Bodrum İlçe Emniyet Müdürlüğünden sormuştur. Bodrum İlçe Emniyet Müdürlüğünün 22/12/2017 tarihli cevabında; Yalıkavak Polis Merkez Amirliğinin 1/3/2013 tarihinde kurularak faaliyete geçtiği, Polis Merkezi Hizmet Binasında mevcut olan kameraların kurulumunun eski Yalıkavak Belediyesinin kendi imkânları doğrultusunda 2013 yılı Mart ayı içerisinde kurularak faaliyete geçirildiği belirtilmiştir. Ayrıca Yalıkavak Polis Merkez Hizmet Binasının içindeki birinci katta bulunan nezarethane, ifade alma ve müracaat salonunda (bekleme salonu) kamera kayıt ve ses kayıt cihazlarının faaliyette olduğu, binanın dış kısmında yani giriş ve arka kısımlarında sadece kamera sistemi takılı olduğu, ses kayıt cihazı olmadığı ifade edilmiştir. Bununla birlikte Emniyet Genel Müdürlüğünün 2/10/2013 tarihli ve 31311769-67019 sayılı yazısı ile kamera kayıtlarının tutulması yönündeki talimatının yurt genelinde bulunan tüm polis merkezlerini kapsayacak şekilde bildirilmesi üzerine Yalıkavak Polis Merkezine kamera takılarak faaliyete geçirildiği vurgulanmıştır. Başsavcılık 30/1/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunun konusunun haberleşme araçları ve haberleşme içeriği olduğu hatırlatılarak belirli kişiler arasında yapılan konuşmaların bu kapsamda değerlendirilmeyeceği belirtilmiştir. Anılan Kanun'un maddesinde düzenlenen kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçunun konusunun ise aleni olmayan konuşmalar olduğu ve suçun oluşması için dinleme veya kayıt altına alınmanın bir alet aracılığıyla olması gerektiği belirtilmiştir. Suçun manevi unsurunun gerçekleşmesi için ise mağdurun rızası dışında dinleme ve kayda almaya yönelik kastın varlığı mevcut olduğu vurgulandıktan sonra, dosya kapsamına göre suçun unsurlarının oluşmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir. Aynı kararda başvurucu hakkındaki iddiaların disiplin suçu kapsamında olduğu belirtilerek görevi kötüye kullanma suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı belirtilmiştir. Karara karşı yapılan itiraz Bodrum Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararda, Başsavcılık tarafından verilen kararın usule ve mevzuata uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 24/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Katıldığı aleni olmayan bir söyleşiyi, diğer konuşanların rızası olmadan ses alma cihazı ile kayda alan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verileri hukuka aykırı olarak ifşa eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve dörtbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur. " 5237 sayılı Kanun'un "Özel hayatın gizliliğini ihlal" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır" 17/12/2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." 20/11/1982 tarihli 2577 saylı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20040 | Başvuru, aleni olmayan bir konuşmanın hukuka aykırı şekilde kayıt altına alınmasına yönelik şikâyet hakkında etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen yargılamada 8/6/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 17/7/2017-21/7/2017 tarihleri arasında yapılmasına ve başvurucunun birlikte yargılandığı çok sayıdaki diğer tutuklu sanıklar ile birlikte duruşma gün ve saatinde duruşma salonunda hazır edilmesinin istenmesine karar verilmiştir. Beş gün devam eden ilk celsede mahkeme salonunda hazır bulunan başvurucunun savunması dosya kapsamındaki sanık sayısının fazlalığı nedeniyle alınamamış ve duruşma sonunda dosyanın her bir sanık yönünden tefrik edilmesine karar verilmiştir. Dosyanın tefrik edilmesinden sonra Mahkeme tarafından başvurucunun yargılandığı dava yönünden 10/8/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 17/11/2017 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşma tarihinde hazır edilmesi için bulunduğu Silivri 4 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne yazı yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun bizzat katılarak isnat edilen suça ilişkin savunmasını yaptığı 17/11/2017 tarihli celse sonunda Mahkeme, duruşmanın 1/3/2018 tarihine ertelenmesine ve başvurucunun duruşma gün ve saatinde SEGBİS (Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi) aracılığıyla hazır bulundurulması için ceza infaz kurumu müdürlüğüne yazı yazılmasına karar vermiştir. Başvurucu müdafii celse arasında Mahkemeye ilettiği 27/2/2018 tarihli dilekçe ile savunma hakkının engellenmemesi için başvurucunun beyanlarının SEGBİS aracılığıyla değil doğrudan alınması gerektiğini, bu nedenle başvurucunun duruşmada bizzat hazır edilmesini talep etmiştir. Başvurucunun SEGBİS aracılığıyla katıldığı 1/3/2018 tarihli celsede iddia makamı esas hakkında görüş sunmuştur. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebi hakkında Mahkemece herhangi bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Tefrik kararı sonrası yargılamanın dört celsede tamamlandığı ve başvurucunun ilk celse haricindeki tüm celselere SEGBİS aracılığı ile katılımının sağlandığı anlaşılmıştır. Yargılama sonucunda başvurucunun anılan suçtan hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Başvurucunun duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılımının neden gerekli görüldüğü hususunda Mahkemenin gerekçeli kararında herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Başvurucu; celse arasında Mahkemeye ilettiği ve duruşmada hazır bulunma talebini içeren dilekçesinin dikkate alınmadığını, duruşmalarda bizzat hazır bulundurulmaması nedeniyle savunma hakkını etkili bir şekilde kullanamadığını belirterek hükme karşı kanun yollarına müracaat etmiştir. Hüküm kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41875 | Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı başvurucu hakkında Denizli Valiliğince 30/4/2021 tarihinde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (i) bendi uyarınca sınır dışı etme kararı alınmıştır. Başvurucunun anılan kararın iptali amacıyla açtığı dava Denizli İdare Mahkemesi tarafından 31/12/2021 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. 31/1/2022 tarihinde nihai kararı öğrenen başvurucu 28/2/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Göç İdaresi Başkanlığı 25/12/2023 tarihli yazısıyla başvurucu hakkındaki sınır dışı etme işleminin kaldırıldığını bildirmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/21392 | Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/3/2010 tarihinden itibaren asıl işveren Türkiye Elektrik Üretim Anonim Şirketi (TEİAŞ) bünyesindeki değişik alt işverenler (en son davalı BTM Özel Güvenlik ve Koruma Hizm. Ltd. Şti.) nezdinde aralıksız bir şekilde özel güvenlik görevlisi olarak çalışmıştır. Mardin İl Emniyet Müdürlüğü (Emniyet) tarafından Valilik makamına gönderilen 12/12/2016 tarihli yazı ile başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile irtibatı olduğu tespit edildiğinden özel güvenlik kimlik kartı ve çalışma izni iptali talep edilmiş; Emniyetin 17/1/2018 tarihli yazısı ile de iptal işlemi TEİAŞ'a bildirilmiştir. Asıl işveren TEİAŞ 10/1/2017 tarihi itibarıyla başvurucunun iş akdini feshetmiştir. Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Batman İş Mahkemesi nezdinde, kimlik kartı ve çalışma izninin iptali işleminin iptali talebiyle Mardin İdare Mahkemesi nezdinde olmak üzere ayrı dava açmıştır. Bu süreçlere paralel olarak ayrıca Batman Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucunun üzerine kayıtlı GSM hattında ByLock kullanıldığı tespiti nedeniyle FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıyla başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır.A. Hukuk Davasına İlişkin Süreç Başvurucu; Batman İş Mahkemesine ibraz ettiği 1/2/2017 tarihli dava dilekçesinde, Bylock'un indirildiğinin tespit edildiği hattı abonelik avantajlarından istifade etmek maksadıyla çıkardığını ancak kullanmadığını, arkadaşı F.E.ye verdiğini, en başından beri F.E.nin kullandığını hatta bu kapsamda F.E. hakkında soruşturma başlatıldığını ve gözaltı tedbiri uygulandığını, nitekim söz konusu durumun Mardin ve Batman Emniyetine de bildirildiğini belirtmiştir. ByLock tespiti dışında tarafına yönelik olarak FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğuna dalalet eden bir tespit bulunmadığını ifade eden başvurucu, savunması dahi alınmadan iş akdinin feshedilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek davanın kabulünü talep etmiştir. Devam eden yargılama sürecinde başvurucu 11/10/2017 tarihli dilekçe ile F.E. hakkında Mardin Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde kovuşturmaya başlandığını belirtmiş ve 1/8/2017 tarihli ilk duruşmada F.E.nin verdiği ifadeyi Mahkemeye ibraz etmiştir. Söz konusu ifade metnine göre F.E., başvurucunun üzerine kayıtlı hattı kendisinin kullandığını, ByLock uygulamasını indirdiğini kabul etmiştir. Mahkeme 31/10/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Kimlik kartı ve dolayısıyla çalışma izni olmayan kişinin özel güvenlik görevlisi olarak çalışması yukarıda belirtilen düzenlemelere göre mümkün değildir. Özel güvenlik görevlisi çalışma şartlarını taşımamak yetersizlikle ilgili olup, ne var ki, bu eksiklik fesih için geçerli neden oluşturmaktadır.Ayrıca yine kamu güvenliğini tamamlayıcı mahiyette görev yapan özel güvenlik görevlilerinin tamamen suç şüphesinden uzak olması gerekmektedir. Mardin Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü'nün davalı şirkete gönderdiği yazı içeriği dikkate alındığında, 15 Temmuz 2016 tarihinde ülkenin rejimini tehlikeye düşüren, kamu otoritesini sarsmaya yönelik olan ve tüm ülke vatandaşlarını tehdit eden vahim kalkışmalar, yaşanan ölümler nedeniyle ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü hal ve bu kapsamda Resmi Gazete'de yayımlanan Olağanüstü Hal Kapsamında alınması gerekli tedbirlere ilişkin Kanun hükmünde Kararnameler doğrultusunda, Olağanüstü Hal Kapsamında alınması gerekli tedbirler çerçevesinde milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen terör örgütlerine veya milli güvenlik kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu davalı şirkete bildirilen davacının iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından feshinin geçerli nedene dayandığı anlaşıldığından, ayrıca 680 Sayılı KHK'nin Maddesi gereği FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı tespit edilen davacının işe iadesine karar verilmesi de hukuken ve yasal olarak mümkün olmadığından davacının işe iade isteğinin reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, gerekçeli karara karşı 13/12/2017 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuş ve özellikle idari yargı sürecinin bekletici mesele yapılmasını talep etmiştir. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 5/4/2018 tarihinde istinaf talebinin esastan reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak gösterilen KHK'lardan 22/07/2016 tarih ve 667 Sayılı KHK nın Maddesi ile kamu görevlilerine ilişkin bir takım tedbirler alınmıştır. Maddeye göre; Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı oluşum veya gruplara üyeliği mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen ... denilmek suretiyle değerlendirme kriteri getirmiş olduğu, somut bir bağ ve ispatı aranmadığı, Anayasa Mahkemesi’nin 2016 Tarih 2016 / 6 İş, 2016 / 12 K.sayılı kararının gerekçesinde belirtilen tüm bu hususlara yer verildiği, Yargıtay Hukuk Dairesi'nin 07/03/2017 tarih 2017/5151 Esas ve 2017/4850 Karar nolu ilamı da gözönünde bulundurularak, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, vakıa mahkemesi hakiminin objektif, mantıksal ve hayatın olağan akışına uygun, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarına göre, mahkemesince dava dosyasındaki delillerin değerlendirilmesinde ve karar gerekçesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanaat ve sonucuna varılarak yerinde görülmeyen istinaf başvurusunun 6100 sayılı H.K.'nın 353/1-b(1) maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir." Nihai karar başvurucuya 29/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başsavcılık yürüttüğü soruşturmada 5/12/2017 tarihinde başvurucunun ifadesine başvurmuştur. İfadesinde başvurucu; hukuk mahkemesinde verdiği beyanları yinelemiş; söz konusu hattı F.E.nin kullandığını, kendisinin FETÖ/PDY ile bir irtibatının olmadığını beyan etmiştir. Başsavcılık 9/4/2018 tarihinde F.E.ye ilişkin olarak yürütülen yargılamanın evrakı ile duruşma tutanaklarını dosyaya getirtmiş, aynı tarihte de başvurucu hakkında takipsizlik kararı vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Batman TEM Şube Müdürlüğü'nün 15/03/2017 tarihli araştırma tutanağından söz konusu GSM hattının [F.E.] isimli şahıs tarafından fiilen kullanılmış olabileceğinin değerlendirildiği, şüpheli müdafiinin beyanlarını içerir dilekçesinden [F.E.] isimli şahsın Mersin Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2017/114 esas sayılı dosyasından FETÖ silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılandığının anlaşıldığı, Mersin Ağır Ceza Mahkemesi'nin anılan dosyası kapsamında görülen 01/08/2017 tarihli duruşmasında savunma yapan sanık [F.E.] nin 0507 ... .. 62 numaralı şüpheli adına kayıtlı GSM hattını kendi kullandığını ve Bylock programını kendisinin yüklediğini belirttiği anlaşılmıştır.Batman İl Emniyet TEM Şube Müdürlüğü'nün şüpheli hakkında yaptığı araştırma sonucu düzenlenen 12/09/2017 tarihli tutanaktan da anlaşılacağı üzere; şüphelinin Bankasyada hesabının bulunmadığı, FETÖ soruşturmaları kapsamında herhangi bir kaydına rastlanmadığı, FETÖ'ye müzahir sendika veya derneklere üyelik kaydına ratlanmadığı, FETÖ'ye müzahir özel okul veya dershanelerinde eğitim aldığına dair kayda rastlanmadığı, FETÖ ile iltisaklı bir işyerinde çalıştığına dair SGK kaydının bulunmadığı, açık kaynak araştırmasında her hangi bir suç unsuruna rastlanılmadığı tespit edilmiştir." İdari Yargıya İlişkin Süreç Başvurucu, Mardin İdare Mahkemesine ibraz ettiği 23/2/2017 tarihli dava dilekçesinde işe iade davasında ileri sürdüğü hususları tekrarlamış; davanın kabulü ile işlemin iptalini talep etmiştir. Mardin İdare Mahkemesi 3/1/2018 tarihinde davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Olayda; davacının,'0 507 6[....]' numaralı GSM hattını kendi adına satın aldığı ve söz konusu hat üzerinden FETÖ/PDY terör örgütü mensupları tarafından kullanıldığı bilinen 'bylock' isimli programın indirildiğinin Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tespit edildiği görülmektedir.Bu durumda; her ne kadar davacı tarafından, söz konusu GSM hattının, memur olarak çalışan bir arkadaşına vermek üzere satın alındığı ve kendisi tarafından hiç kullanılmadığı ileri sürülmüşse de, FETÖ/PDY terör örgütü ile mücadele kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan araştırma sonucunda davacının, FETÖ/PDY terör örgütüne aidiyeti, iltisaki veya irtibatı tesbit edilenlere ilişkin listede isminin yer alması nedeniyle iş akdinin feshedildiği görüldüğünden; Emniyet Genel Müdürlüğü'nce yapılan güvenlik araştırması sonucu olumsuz olan davacıya ait özel güvenlik kimlik kartının iptaline ilişkin dava konusu işlemde, hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucu, davanın reddi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş ve Başsavcılığın verdiği takipsizlik kararını da ibraz ederek ByLock kullanmadığı hususunun sabit olduğundan bahisle davanın kabulünü talep etmiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından yapılan inceleme neticesinde 2/10/2018 tarihli kararla istinaf talebinin kabulüne ve dava konusu işlemin iptaline hükmedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...davacının üzerine kayıtlı cep telefonunda yasadışı örgütün kullandığı haberleşme programının yüklü olduğu dışında başkaca somut bir tespitin olmadığı,ancak bu sebeple davacı hakkında yürütülen soruşturmada Batman Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Soruşturma No:2017/5055, Karar No:2018/9807 numaralı kararıyla davacı hakkında 'kovuşturmaya yer olmadığına' karar verildiği, davacının üzerine kayıtlı telefon numarasının başka bir şahıs tarafından kullanıldığının belirtildiği, anılan şahsın Mersin Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamasında bu telefon hattını kendisinin kullandığını ve program yüklediğini ifade ve beyan ettiği görülmektedir." Davalı işverenin temyiz talebi ise Danıştay Onuncu Dairesinin yaptığı inceleme neticesinde reddedilmiş ve nihai karar 18/3/2021 tarihinde kesinleşmiştir. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir....Davacının hakkında derdest bulunan ecza yargılamasında, 'Morbeyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20020 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tehdit vakasına ilişkin olarak etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 7/8/2017 tarihinde şikâyetçi olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde, şikâyetçi olduğu Ş.Y.B. ile bir dönem birlikte olup bu kişinin evli olduğunu öğrendikten sonra ayrıldığını, Ş.Y.B.nin kendisini telefonla arayarak veya mesaj atarak tehdit ettiğini belirtmiştir. Başvurucu ifadesinde Ş.Y.B.nin kendisini tehdit etmesi nedeniyle telefon numarasını değiştirdiğini, İzmir'e ailesinin yanına gitmek zorunda kaldığını, bu kişinin annesini ve ağabeyini de arayarak tehditlerine devam ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 10/5/2018 tarihli dilekçesinde ise Ş.Y.B.nin kendisini e-mail ve sosyal medya hesapları üzerinden taciz ve tehdit etmeye devam ettiğini, çalıştığı işyerindeki kişileri arayarak kendisini işten attırmaya çalıştığını, buna ilişkin bilgi ve belgeleri sunduğunu ifade etmiştir. Belirtilen şikâyet dilekçesi ekinde başvurucu ile Ş.Y.B.nin arasında geçen birtakım sosyal medya ve e-mail yazışmalarına yer verildiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun belirtilen şikâyetleri üzerine başlatılan soruşturma sonucunda İstanbul (Anadolu) Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 10/4/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda; başvurucunun daha sonradan sunduğu yazışma içeriklerinde tehdit içerikli mesajların olmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı sunduğu itiraz dilekçesinde; ileri sürdüğü bilgi ve belgelerin yeterince incelenmediğini, tanıklarının dinlenilmediğini, sadece şüphelinin ifadesine dayanılarak karar verildiğini ifade etmiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından kamu davasının açılması için bu aşamada yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığı gerekçesiyle 13/1/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 3/2/2020 tarihinde öğrenmesinin ardından 27/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9049 | Başvuru, tehdit vakasına ilişkin olarak etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, özel soruşturma usulüne uyulmayarak yetkili olmayan mahkemelerce tutukluluk incelemesi yapılması ya da itirazın değerlendirilmesi, tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması ve tahliye taleplerinin değerlendirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; usule aykırı şekilde sorgu yapılması nedeniyle kötü muamele yasağının; özensiz olarak yürütülen soruşturma sonunda iddianame düzenlenmesi ve savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitlere önceki kararlarda ayrıntılı şekilde yer verilmiştir (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Kocaeli Adliyesinde hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesi 16/7/2016 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına, 24/8/2016 tarihinde ise meslekten ihraç edilmesine karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine başvurucu, Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 25/7/2016 tarihinde benzer gerekçelerle itirazı reddetmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 20/4/2017 tarihli iddianameyle başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme,Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açmıştır.İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 22/5/2017 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/143 sayılı dosya üzerinden yargılama başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, Mahkemenin görevsiz olduğuna ve yargılamanın yapılması için dosyanın ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun anılan görevsizlik ve tutukluluk hâlinin devamı kararına yaptığı itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince ortaya konulan gerekçelere atfen 7/6/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Görevsizlik kararı üzerine yargılamaya Yargıtay Ceza Dairesinin E.2017/10 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuştur. Daire 19/6/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 14/7/2017 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 15/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 18/7/2017 tarihinde Dairenin görevsizliğine karar vererek görev uyuşmazlığının çözümlenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine karar vermiştir. Daire görevsizlik kararı ile birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Başvurucu 2/8/2017 tarihinde tutukluluk hâlinin devamına dair karara itiraz etmiş, Yargıtay Ceza Dairesi 7/8/2017 tarihinde kararında düzeltmeye yer olmadığına karar vererek dosyayı incelenmek üzere itiraz mercii olan Yargıtay Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 14/8/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 10/10/2017 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılamayı yapmak üzere dosyanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Anılan görevsizlik kararı üzerine yargılamaya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/216 sayılı dosyası üzerinden devam olunmuş, Mahkeme 22/11/2017 tarihinde tensiben başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 13/2/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Mahkeme anılan duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk halinin devamına da karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 17/1/2019 tarihinde yaptığı duruşmada terör örgütüne üye olma suçundan başvurucunun 12 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme anılan duruşma sonunda hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dava istinaf mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37727 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, özel soruşturma usulüne uyulmayarak yetkili olmayan mahkemelerce tutukluluk incelemesi yapılması ya da itirazın değerlendirilmesi, tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması ve tahliye taleplerinin değerlendirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; usule aykırı şekilde sorgu yapılması nedeniyle kötü muamele yasağının; özensiz olarak yürütülen soruşturma sonunda iddianame düzenlenmesi ve savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Kamu görevlisinin eylemine bağlı olarak meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Antalya Kepez İlçe Emniyet Müdürlüğü Suç Önleme ve Araştırma Büro Amirliğinde görev yapan polis memurları İ. ve O.S., ihbar üzerine farklı suçlardan aranan bir şahsı yakalamak için 22/1/2017 tarihinde ihbarcı şahsın da katılımıyla başvurucuların annesi olan H.Y.nin ikametgâhının bulunduğu adrese gitmiştir. Polisler konutu bir süre gözledikten sonra eşgale uyan kişilerin konutun bahçe içinde bulunan balkonunda oturuyor olduğunu görmeleri ve ihbarcının da bu kişilerden birinin aranan şahsa benzediğini söylemesi üzerine bahçe kapısından içeri girmiştir. İhbarcı kişi, güvenli olduğu düşünülen bir konumda bırakılmış; konutun bahçesine girmemiştir. Başvurucuların formdaki ifadelerine göre olaylar, izleyen cümlelerde aktarıldığı gibi gerçekleşmiştir. Bahçe kapısından giren polis memurunun (Başvurucular polis memurunun sivil görünümlü olduğunu ve kendisini tanıtmadığını, kimlik de göstermediğini belirtmişlerdir.) hiçbir şey söylemeden Ali Yücel'e silah doğrultmuş ve neden geldikleri, kim oldukları yönünde sorulan sorulara cevap vermemiştir. Bu sırada Ali Yücel olay esnasında birlikte olduğu misafirlerinin arkasına saklanmış ancak polis memuru, Ali Yücel'in kolundan tutarak silahını kendisine doğrultmaya devam etmiştir. Bu sırada mutfakta olan H.Y. ise çıkan gürültü üzerine olayın gerçekleştiği, bahçe içinde bulunan balkona gelmiş ve polis memuruna "Ne oluyor oğlum, bir şey mi var, siz kimsiniz?" şeklinde sorular yöneltmiştir. Polis memuru H.Y.yi koluyla ittirmiş ve soruya cevap olarak "Teyze sen bir çekil, oğlun cinayet işlemiş, cinayetten aranıyor." şeklinde beyanda bulunmuştur. Ali Yücel annesinin kalp rahatsızlığı bulunduğunu beyan etmesine karşın polis memuru Ali Yücel'e silah doğrultmaya ve onu tutmaya devam etmiştir. Akabinde ikinci bir polis memuru elinde evrakla bahçeye girmiş ve Ali Yücel'in talebi üzerine polis kimlik kartını ibraz etmiştir. Bunun üzerine Ali Yücel de kimliğini çıkartarak daha sonra gelen polis memuruna ibraz etmiş ve aranan şahsın kendisi olmadığı polis memurlarınca anlaşılmıştır. Başvurucuların annesi H.Y. söz konusu olay sırasında rahatsızlanmış ve ambulansla hastaneye sevk edilmiştir. H.Y. tedavi altına alındığı hastanede aynı gün kalp krizi neticesinde vefat etmiştir. Başvurucular, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde polis memurları İ. ve O.S.den hukuksuz eylemleri sonucu annelerinin ölümüne sebep olmaları nedeniyle şikâyetçi olmuştur. Polis memurları İ. ve O.S. soruşturma sırasında alınan ifadelerinde "Ali Yücel'e silah doğrultmadıklarını, kelepçe veya fiziksel temasın söz konusu olmadığını; [H.Y.ye] yönelik itme/dokunma şeklinde de olsa fiziksel müdahalede bulunulmadığını; [H.Y.nin] olay sırasında bahçede olmadığını, kendi eylemlerinden ziyade Ali Yücel'in fevri hareketleri sonucu [H.Y.nin] bahçeye geldiğini ve fenalaştığnı; 'senin oğlun katil' şeklinde bir ifadenin söz konusu olmadığını ve sadece görevlerini yaptıklarını" beyan etmiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 10/5/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir;"Yapılan soruşturma neticesinde, her ne kadar müştekiler vekili polis memurlarının hiçbir arama izni alınmaksızın, savcılık talimatı veya talebi veya mahkeme izni olmaksızın tamamen kendi keyfi ve ihmali davranışlarıyla ikamete gelerek hatalı teşhis ile gözaltına yapmaya çalıştıkları ve ihmalleri neticesinden maktülün ölümüne sebebiyet verdiklerinden bahisle şikayetçi olmuş ise de, Kepez İlçe Emniyet Müdürlüğü Suç Önleme ve Araştırma Büro Amirliği'nde görev yapan şüpheli polis memurlarının Uyuşturucu Ticareti Yapmak, Hükümlü ve Tutuklunun Kaçması, Tasarlayarak Adam Öldürme, Hırsızlık, Basit Yaralama, İftira suçlarından hakkında yakalama emirleri bulunan ve 8,5 yıl kesinleşmiş hapis cezası bulunan [Ş.] isimli şahsın yakalanması yönünde yapılan ihbara dayanarak Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun Maddesinde 'haklarında yetkili mercilerce verilen yakalama veya tutuklama kararı bulunanları, eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemi yapar' şeklindeki düzenleme uyarınca bu yetki kapsamında ihbara konu aranan şahsın kaçma ihtimalini gözeterek gerekli tedbirleri alarak söz konusu ikametin bahçe kısmına girdikleri, aranan şahsın eşgali ile ikamette bulunan Ali Yücel isimli şahıs arasındaki benzerlik üzerine yapmış oldukları kimlik kontrolünde aranan şahsın Ali Yücel isimli şahıs olmadığını tespit ettikleri, o esnada ikamet içerisinden ikametin bahçe kısmına gelen Ali Yücel'in annesi olan maktüle [H.Y.nin] fenalaşmaya başladığı ve kaldırıldığı hastanede kalp krizi sonucu vefat ettiği, bu şekilde meydana gelen olayda şüpheli polis memurlarına atfedilecek herhangi bir kusurun veya ihmalin bulunmadığı kanaatine ulaşıldığından ... " Başvurucular, şikâyet edilen polislerin hukuka aykırı olarak silah kullandığını, kalp rahatsızlığı olduğu söylenen bir kişinin bulunduğu ortamda hukuksuz hareketlerine devam ettiklerini ve ölüme neden olan bu eylemlerinin bilinçli taksire vücut verdiğini belirterek Antalya Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı itirazda bulunmuştur. Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 8/8/2018 tarihli kararla itirazı reddetmiştir. Gerekçede itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucular itirazın reddine dair kararı tebellüğ etmelerinin ardından 14/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “İdari dava türleri şunlardır:...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,...” 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin ilk cümlesi şöyledir:"Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. "B. Yargı Kararları Danıştay Onuncu Dairesi 16/9/2019 tarihli ve E.2019/7648, K.2019/5705 sayılı kararıyla; polis memurlarının eylemi nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan davada, görevin yerine getirilmesi sırasında gerçekleşen hizmet kusurunu tespit etmek suretiyle tazminata hükmeden İzmir İdare Mahkemesinin 29/1/2019 tarihli ve E.2019/84, K.2019/140 sayılı kararını onamıştır. Danıştay Onuncu Dairesinin kolluk kuvvetlerinin eylemleri nedeniyle uğranılan zararların tazmini için açılan davalara ilişkin olarak farklı tarihlerde verilmiş kararları mevcuttur (çok sayıda karar arasından bkz. E.2016/1127, K.2019/4287; E.2016/13930, K.2019/4289; E.2018/1153, K.2019/4285). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5252 | Kamu görevlisinin eylemine bağlı olarak meydana gelen ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, askerlik hizmeti yaptığı sırada yaşamını yitiren kişinin yaşamının korunması açısından idarenin gerekli tedbirleri almaması ve olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/12/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/6/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 20/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 30/7/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri, ilgili soruşturma dosyası içeriği ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Oğlunun Askerlik Süreci Başvurucunun oğlu Yusuf Bozan (Y.B./müteveffa), Van ili Çaldıran ilçesinde bulunan Uzunyol Hudut Karakol Komutanlığına (Birlik) katıldığında kendisi ile görüşme gerçekleştirilmiş, anketler uygulanmış, hakkında gerekli formlar tanzim edilmiştir.Söz konusu anket ve formlarda müteveffanın herhangi bir psikolojik sorunundan bahsedilmemiştir. Bir süre sonra Y.B., takım komutanına kız arkadaşıyla ilgili sorunlarından bahsetmiş ve bu sorunları çözmek üzere izin istemiştir. İzne giden Y.B. izin dönüşünde problemlerini hallettiğini beyan etmiştir. Y.B. mekanik nişancılık ve atış eğitimi almıştır. Y.B., 23/4/2013 tarihinde nöbet sırasında kendisine tahsis edilen piyade tüfeği ile göğüs bölgesinden vurulmuş olarak bulunmuştur. Çaldıran Devlet Hastanesine kaldırılan Y.B. burada hayatını kaybetmiştir. Ceza Soruşturması Süreci Olayın bildirilmesi üzerine Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından resen soruşturma başlatılmıştır. Çaldıran İlçe Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Timi ile birlikte olay yeri incelemesi gerçekleştirilmiş, detaylı bir rapor tanzim edilmiştir. Müteveffanın bulunduğu Çaldıran Devlet Hastanesinde askerî savcı eşliğinde ölüharicî muayenesi yapılmış, daha sonra müteveffa klasik otopsi yapılmak üzere Van Asker Hastanesine sevk edilmiştir. Otopsi neticesinde müteveffanın kesin ölüm sebebinin, ateşli silah mermi çekirdeği giriş ve çıkışı sonucu meydana gelen göğüs içi organ yaralanması ve göğüs içi kanama olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca atış mesafesinin tespiti maksadıyla müteveffanın üzerinden çıkan kıyafetler üzerinde kriminal inceleme yapılması gerektiği belirtilmiştir. Olay yerinde bulunan silah, boş kovan, müteveffanın kıyafetleri ile müteveffadan alınan el svapları üzerinde kriminal inceleme gerçekleştirilmiştir. İncelemeler neticesinde düzenlenen uzmanlık raporlarında, müteveffanın ölümü sonucunu doğuran ateşli silah yaralanmasının müteveffaya teslim edilen piyade tüfeğiyle gerçekleştiği, anılan tüfek üzerinde herhangi bir parmak veya avuç izine rastlanmadığı, müteveffaya ait hücum yeleğindeki atış artıklarının dağılımı ve yoğunluğu itibarıyla atışın bitişik atış olduğu, el svaplarında atış artığı tespit edildiği belirtilmiştir. Soruşturma kapsamında, olaya ilk müdahalede bulunan askerlerin, müteveffanın arkadaşlarının ve komutanlarının tanık olarak ifadeleri alınmıştır. Topçu Er , olayın gerçekleştiği gün askerî savcının bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle olay günü saat 30-30 saatlerinde bir numaralı kulede nöbetçi olduğunu, nöbetin bitimine yakın Y.B.nin kuleye doğru geldiğini gördüğünü, kendisi yukarıda iken yanına geldiğini, kendisine diğer nöbetçinin nerede olduğunu sorduğunu, tuvalete gittiğini ve geleceğini söylediğini, bunun akabinde de gelen diğer nöbetçiyi görünce Y.B.yi yukarıda bırakarak aşağı indiğini, aşağı indiğinde yukarıdan bir el silah sesi geldiğini, hemen yukarı koştuğunu; Y.B.yi oturur vaziyette ve silahı önünde yerde, başının ise yanda bulunduğunu gördüğünü, seslendiğini ancak cevap alamadığını, komutanlarının olay yerine gelerek müdahale ettiğini ve Y.B.yi hastaneye götürdüklerini, olay yerine ilk gidenin kendisi olduğunu, olay yerinde kendilerinden başka herhangi bir kimsenin bulunmadığını, müteveffanın nişanlım dediği bir kız arkadaşının bulunduğunu, kendisiyle tartıştıklarını hatta ayrıldıklarını bildiğini, bu nedenle moralinin bozuk olduğunu, yine kız arkadaşıyla sorunları nedeniyle on günlük izne gittiğini, bu izninden sonra sorunlarını hâllettiğini söylediğini, ancak daha sonra yine kız arkadaşından ayrıldığından bahsettiğini beyan etmiştir. Topçu Er H.Ç., olayın gerçekleştiği gün askerî savcının bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle, nöbetini Y.B. ile birlikte tuttuğunu, ikinci nöbetini yine kendisi ile birlikte tutacak olduğunu, Y.B.nin doldur boşalta katılmadan kuleye gitmesi nedeniyle kendisinin de kuleye gittiğini, bu sırada önceki nöbetçiler ile kapıda karşılaştığını, tam bu sırada bir el silah sesi geldiğini, bundan önce yukarıdan Y.B.nin salavat getirdiğini duyduğunu, kendisinin şoka girdiğini, bu nedenle yukarı gidemediğini, komutanlarının olay yerine gelerek müdahale ettiklerini; nöbetleri esnasında müteveffanın, ailevi problemleri olduğunu, annesinin daha önce vefat ettiğini, babasının yeni bir kadınla evlendiğini, bu nedenle eve hiç gitmediğini, İstanbul'da bir akrabasının yanına yerleştiğini, Küçükçekmece’de bir lokantada çalıştığını anlattığını, bir kız arkadaşı olduğunu, ailevi nedenlerle ailesinin kızı istemediğini, kendisinin ise kızı sevdiğini anlattığını, yaşadığı bu problemler nedeniyle izne gittiğini, iyi bir insan olduğunu, olay sırasında kulede müteveffadan başka kimsenin bulunmadığını beyan etmiştir. Topçu Er H.A., olayın gerçekleştiği gün askerî savcının bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle bildiği kadarıyla kendisinin kız arkadaşıyla ve ailesiyle sorunları olduğunu, kız arkadaşıyla ayrıldığından bahsettiğini,olaydan önceki gün kız arkadaşının doğum günü olduğunu bildiğini, bu nedenle Y.B.nin sıkıntılı olduğunu, kız arkadaşının kendisini arayarak barışmak istediğini söylediğini ancak "bu işin dönüşü yok" şeklinde sözler söylediğini ifade etmiştir. Piyade Asteğmen S.Y., olayın gerçekleştiği gün askerî savcının bulunduğu sırada alınan ifadesinde özetle, olay günü saat 30 civarında bir el silah sesi duyduğunu, sesin kuleden geldiğinin söylenmesi üzerine hemen kuleye koştuğunu, bir askerin şok hâlinde “kendini vurdu!” tarzında bir şeyler söylediğini, kuleden içeri girdiğinde kuleden ağlama ve bağırma sesi duyduğunu, yukarı çıktığında () ismindeki askerin Y.B.nin başında ağlayıp dövündüğünü gördüğünü, Y.B.nin yanına giderek kendisini ve silahını düzeltmeye çalıştığını, silahı alarak başka bir kaza olmaması için yana koyduğunu, yarasını aradığını ama bulamadığını, aşağı koşarak yardım istediğini, olay mahalline gelen karakol komutanının Y.B.nin yarasına tampon yaptığını, kendisinin de ona yardım ettiğini, Y.B.yi aşağı indirerek araca taşıdıklarını, bu şekilde yola çıktıklarını, yolda Y.B.yi karşıdan gelen ambulansa naklettiklerini, daha sonra Y.B.nin vefat ettiğini öğrendiklerini beyan etmiştir. Diğer tanıklar da ifadelerinde genel olarak aynı yönde beyanlarda bulunmuşlar, müteveffanın çalışkan biri olduğunu, Karakolda herhangi bir kötü muamelede bulunulmadığını beyan etmişlerdir. Görgü tanıklarının beyanlarından hareketle ölüm şekli olay yerinde farazi canlandırmalarla fotoğraflandırılmak suretiyle tespit edilmiştir. Askerî Savcılık 12/7/2013 tarihli ve K.2013/163 sayılı kararında "...müteveffanın ailevi ve kız arkadaşı ile ilgili sıkıntıları nedeniyle bunalım içinde olduğu, bu bunalımın etkisiyle kendisinden önce nöbet tutan arkadaşlarını kandırarak nöbet kulübesinde yalnız kaldığı, bu sırada bir adet fişeği tüfeğine sürerek tüfeğini kuledeki trabzanın üzerine koyup göğsüne dayadığı ve tetiği çektiği, müteveffaya isabet eden merminin müteveffanın vücudunda oluşturduğu yaralar ve iç kanama nedeniyle de müteveffanın 2013 günü vefat ettiği, müteveffanın vefatında kendi eylemleri dışında herhangi bir asker şahsın eyleminin bulunduğuna ilişkin bir delil bulunmadığı, vefat sonucunu doğuran eylemin bizzat müteveffanın kendisi tarafından gerçekleştirildiği sonucuna ulaşıldığı…" gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun Askerî Savcılığın kararına yapmış olduğu itiraz, Şırnak Askerî Mahkemesinin 24/10/2013 tarihli ve 2013/12 Müteferrik sayılı kararıyla "anılan kararda kanuna aykırı bir yön bulunmadığı, müteveffanın kanuni yakınının vekili tarafından ileri sürüldüğü üzere noksan soruşturma teşkil edecek herhangi bir işlem olmadığı kanaatine" varıldığı gerekçesiyle reddedilmiş ve anılan karar bu tarihte kesinleşmiştir. Anılan karar, 13/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu tarafından 11/12/2013 tarihli dilekçe ile yapılan bireysel başvuruda süre aşımı olmadığı tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesi şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan Askeri Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8917 | Başvuru, askerlik hizmeti yaptığı sırada yaşamını yitiren kişinin yaşamının korunması açısından idarenin gerekli tedbirleri almaması ve olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve çalışma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 3/10/2014 tarihinde dava açmıştır. Danıştay Onikinci Dairesi 16/4/2019 tarihinde temyiz talebinin reddine hükmün onanmasına karar vermiştir. Karar düzeltme talebinde bulunulmaması üzerine, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde açtığı davada iddiaları incelenmeden adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve çalışma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasıyla 5/8/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26615 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve çalışma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/49045 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda önleyici idari tedbir alınmaması sonucu bir mahpusun yaşamını yitirmesi ve olaya ilişkin olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular; Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) mahpus iken 17/11/2014 tarihinde yaşamını yitiren 1978 doğumlu Ş.S.nin eşi, annesi, babası ve kardeşleridir. Başvurucuların yakını Ş.S. Erciş Ağır Ceza Mahkemesince 18/3/2010 tarihinde başvurucu Ferit Sanlav'ı kasten öldürmeye teşebbüs etme, başvurucu Şükrü Sanlav'ı kasten yaralama suçlarından 11 yıl 8 ay hapis cezası ve 240 TL adli para cezası ile cezalandırılmış; Erciş Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna alınmıştır. Başvurucuların yakını 12/8/2014 tarihinde nakil yoluyla geldiği Ceza İnfaz Kurumunda 16/11/2014 tarihinde, aynı koğuşta kalan K.Ç. ile tartışmış; tartışma sonucu başvurucular yakını ile K.Ç. birbirlerini yaralamıştır. İnfaz ve koruma memurlarının olaya müdahalesi sonrası her iki hükümlünün Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Eğitim ve Araştırma Hastanesi) sevki ile muayenelerinin yapılması sağlanmıştır. Muayene sonrasında her iki hükümlü de farklı tek kişilik odalara alınmıştır. 16/11/2014 tarihinde Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen raporda, Ş.S.nin alt dudakta ve sol el parmakta 1x1 cm büyüklüğünde abrazyon olarak tarif edilen yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu belirtilmiştir. 17/11/2014 tarihinde saat 00 sıralarında yemek dağıtımı için gelen infaz ve koruma memuru, Ş.S.nin kaldığı T24 numaralı tek kişilik odanın kapı mazgalından seslendiği hâlde cevap alamaması üzerine vardiya başmemurunu çağırmıştır. Vardiya başmemuru ile infaz ve koruma memuru oda kapısını açarak içeriye girdiklerinde Ş.S.nin yatak çarşafından yırtarak aldığı bez parçasını tuvalette bulunan su vanasına bağlayarak kendisini asmak suretiyle intihar ettiğini görmüşlerdir. Ceza İnfaz Kurumu görevlileri 112 Acil Servise haber vermiş, olay yerine gelen acil servis ekibi yaptıkları muayenede Ş.S.nin hayatını kaybettiğini bildirmiştir.A. Ceza Soruşturması Süreci Van Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) ölümle ilgili resen ve derhâl soruşturma başlatmıştır. Nöbetçi Cumhuriyet savcısı olay tarihinde saat 30 sıralarında Olay Yeri İnceleme ekibi ile birlikte olay yerine gelerek çeşitli araştırmalar yapmıştır. Yapılan araştırmalar sonucu düzenlenen 18/11/2014 tarihli tutanakta; başvurucuların yakınının oda girişinde sol tarafta bulunan, tuvalet ve banyo olarak kullanılan bölümde tuvalet sifonunun demirine boynundan asılı vaziyette ve yarı oturur şekilde bulunduğunun görüldüğü, yapılan ölçümde ası ipinin bağlandığı sifon vanasının zeminden 123 cm yüksekte olduğu, sifon üzerinde bulunan düğüm ile ölenin boynunda bulunan düğüm arasının 46 cm olarak ölçüldüğü, asıda kullanılan ipin çarşaf parçalarının örülüp urgan hâline getirilmesi sonucu yapıldığı belirtilmiştir. Olay Yeri İnceleme ekipleri ayrıca oda içindeki ranza üzerinde aynı renkte, bir kısmı yırtılmış çarşaf olduğunu ve çarşafın muhafaza altına alındığını, odada intihar mektubu veya başka delil olmadığını, oda kapısı üzerinde yan duvarda kamera bulunup kameranın oda kapısını ve koridoru görecek pozisyonda olduğunu bildirmiştir. Olay yeri ve civarının kamera kayıtları alınarak fotoğrafları çekilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen 17/11/2014 tarihli tutanakta; saat 00 sıralarında tekli odalara akşam yemekleri dağıtılırken T24 numaralı odaya gelindiğinde mazgal açılıp başvurucuların yakınının odada görülmemesi üzerine kendisine seslenildiği, cevap alınamayınca da oda kapısının vardiya başmemuru ile açıldığı, Ş.S.nin çarşaftan yırtarak örmek suretiyle elde ettiği ipi tuvaletin su vanasına asarak intihar ettiğinin görüldüğü belirtilmiştir. Cumhuriyet savcısı bilirkişi eşliğinde ölü muayene ve otopsi işlemi gerçekleştirmiş; 17/11/2014 tarihli otopsi raporunda ölümün ası sonucu meydana geldiği, kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için organ parçaları, kan ve göz içi sıvısında toksikolojik ve histopatolojik inceleme yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır. Başsavcılık, Adli Tıp Kurumu Trabzon Grup Başkanlığından cesette histopatolojik ve toksikolojik inceleme yapılmasını, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinden de tüm tıbbi belgeler ışığında ölenin kesin ölüm nedeninin tespitini istemiştir. Adli Tıp Kurumu Trabzon Grup Başkanlığınca düzenlenen 22/12/2014 tarihli raporda ölenin kan ve göz içi sıvısında yapılan incelemede uyuşturucu madde, alkol ve ilaç bulgusuna rastlanmadığı ifade edilmiştir. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 25/2/2015 tarihli raporda, otopsi raporu ve her türlü tıbbi belgenin incelenmesi sonucu başvurucuların yakınının ölümünün ası sonucu meydana geldiğini bildirmiştir. Başsavcılık; Ceza İnfaz Kurumundan başvurucuların yakınının hangi ceza infaz kurumundan nakil yoluyla geldiğinin, nakil tarihi ve gerekçelerinin bildirilmesini istemiştir. Başsavcılık ayrıca başvurucuların yakınının sağlık probleminin olup olmadığının, sağlık problemi varsa revire veya hastaneye götürülme tarihinin, herhangi bir tıbbi muayenenin yapılıp yapılmadığının, başvurucuların yakınının ilaç kullanıp kullanmadığının, Ceza İnfaz Kurumu psikoloğu ile görüşüp görüşmediğinin, bu yönde bir talebinin olup olmadığının, Başsavcılığa, Bakanlığa, mahkemelere gönderilmiş veya gönderilmemekle birlikte gönderilmesini talep ettiği herhangi bir dilekçesinin bulunup bulunmadığının bildirilmesini, talep dilekçesinin bulunması hâlinde suretlerinin gönderilmesini istemiştir. Başsavcılık araştırmayı derinleştirerek başvurucuların yakınını açık ve kapalı görüş günlerinde ziyarete gelen kişilerin tarihleri ile birlikte bildirilmesini, ölüm olayına ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında disiplin soruşturması yapılıp yapılmadığını, yapılmışsa soruşturmaya ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesini Ceza İnfaz Kurumundan istemiştir. Ceza İnfaz Kurumu 24/11/2014 tarihli cevap yazısında Ş.S.nin Erciş Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan 12/8/2014 tarihinde geldiğini, nakil geldiği 12/8/2014 tarihinden itibaren açık ve kapalı görüş kaydına rastlanmadığını, ziyaretçisinin gelmediğini, herhangi bir sağlık problemi bulunmadığını, revire çıkmadığını, Erciş Açık Ceza İnfaz Kurumunda fırın atölyesinde çalışması nedeniyle kâr payı talebi dilekçesi gönderdiğini, başka bir konuda talep dilekçesinin bulunmadığını bildirmiştir. Ceza İnfaz Kurumu ayrıca başmemurlar A.T., A.E. ile infaz ve koruma memurları U., F.K., K. hakkında yapılan idari soruşturma sonucunda Disiplin Amirliğince disiplin cezası verilmesine yer olmadığına dair karar verildiğini bildirmiştir. Ceza İnfaz Kurumunca 21/11/2014 tarihli Psikososyal Servis raporunda Ş.S.nin 12/8/2014 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna nakil olarak geldiği, 20/8/2014 tarihinde ilk görüşme yapılarak tanıma formu düzenlendiği, olumsuz bir durum gözlemlenmediği, Ş.S.nin Psikososyal Servisine herhangi bir başvurusunun olmadığı belirtilmiştir. Başsavcılık 26/1/2015 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundan başvurucular yakınının tekli koğuşa alınma nedeni ile buna karar veren görevlinin kimlik bilgilerinin bildirilmesini istemiştir. Başsavcılık 23/2/2016 tarihinde başvurucular yakını hakkındaki tüm disiplin soruşturmalarına ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu, Ş.S.nin kaldığı odalara, tekli koğuşa alınmasına, yapılan disiplin soruşturmalarına ilişkin bilgi ve belgeleri göndermiştir. Başvurucular vekili 27/6/2016 tarihli dilekçe ile soruşturmanın etkin, eksiksiz, süratli ve düzenli bir şekilde yürütülmesini, olay yeri incelemesi sırasında adli tıp uzmanı bulundurulmadığını ve otopsinin ölüm olayını aydınlatıcı nitelikte yapılmadığını, hukuka aykırılıkların giderilmesi için Adli Tıp Kurulundan ayrıntılı bir rapor alınmasını, olay yerine ait kamera görüntülerinin uzman ve tarafsız bilirkişiye çözümünün yaptırılmasını, olay yerinin fotoğrafları ve görüntülerinin tespit edilmesini, tespit edilecek şüphelilerin ifadesinin alınmasını talep etmiştir. Başvurucular vekilinin talebi doğrultusunda Başsavcılık, Ceza İnfaz Kurumundan olay tarihine ait kamera kayıtlarının gönderilmesini istemiş, Ceza İnfaz Kurumu kamera kayıtlarının çözümü yaptırılmak suretiyle hazırladığı raporu göndermiştir. Kamera kayıtlarının yapılan çözümünde Ş.S.nin kaldığı odaya saat 14'te ekmek dağıtımı yapıldığı, saat 47'de kahvaltı verildiği, saat 17'de sayım yapıldığı, Ş.S. ile saat 59'da ve saat 40'ta görüşüldüğü, saat 42'de Ş.S.ye yemek verildiği, sonrasında saat 30'da ve saat 59'da Ş.S.yle tekrar görüşüldüğü, saat 11'de infaz ve koruma memuru F.K.nın koridora yemek dağıtımı için girdiği, saat 16'da odaya yemek verileceği esnada görevli F.K.nın çalışan T.K. ile birlikte telaşlı bir şekilde koridordan çıkıp aşağı doğru koştukları, saat 18'de tekrar koridora geldikleri, görevliler K., O., A.T., O.T., H.P. ve diğer görevlilerin olay yerine geldiklerinin tespit edildiği belirtilmiştir. Başsavcılık 26/5/2017 tarihinde Van Adli Tıp Kurumuna müzekkere yazarak ölende vücut dokunulmazlığının ihlali niteliğinde herhangi bir yaralanmanın olup olmadığının bildirilmesini istemiştir. Van Adli Tıp Kurumu 29/5/2017 tarihli cevap yazısında ölenin ölümüne en yakın tarih olan 16/11/2014 tarihinde darp nedeniyle Eğitim ve Araştırma Hastanesine getirildiği ve alt dudakta 1x1 cm'lik abrazyon, sol el parmakta 1x1 cm'lik abrazyon olarak tarif edilen yaralanma dışında ölende bir yaralanmaya rastlanmadığı bildirilmiştir. Cumhuriyet savcısı, hükümlü K.Ç.nin Ş.S.yi yaralama eylemi nedeniyle müşteki şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. K.Ç. 17/11/2014 tarihli ifadesinde Ş.S. ile 16/11/2014 tarihine kadar hiçbir sorun yaşamadıklarını, olay günü kapıya infaz ve koruma memurunun gelerek yemek karavanasını istediğini ancak Ş.S.nin karavanayı vermediğini, bu nedenle tartışıp birbirlerine vurmaya çalıştıklarını, her ikisinin dudaklarından yaralandığını beyan etmiştir. K.Ç. ifadesinde ayrıca S.Ş.nin kapıyı tekmeleyip zile bastığını, sinirle kapıya kafa attığını, sonrasında infaz koruma memurlarının geldiğini, ikisini de koğuştan çıkararak önce hastaneye götürüldüklerini, sonra da tekli koğuşlara yerleştirdiklerini, olayın anlık gerilimle gerçekleştiğini, tırnakları ile birbirlerini dudaklarından yaraladıklarını beyan etmiştir. Cumhuriyet savcısı olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memuru olarak görev yapan F.K.yı tanık sıfatıyla dinlemiştir. Tanık F.K.nın 17/11/2014 tarihli ifadesi şöyledir: "...Yukarıdaki bilgiler doğrudur ve bana aittir, ben tanıklık yapacağım hususu anladım, ben Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memuru olarak görev yapmaktayım. Dün ben vardiya iznindeydim. Bugün saat 08:00-19:00 arasında tekliler koğuşlarının koridorunda görevliydim. Bugün öğleden önce ve öğleden sonra T-24 koğuşunda kalan [Ş.S.] havalandırma iznine çıkmadı. Fakat kendi koridorunda bulunan diğer hükümlüler havalandırmaya çıkmıştı. Bugün saat 16:30-17:00 arasında tekli koğuşlara akşam yemeği dağıtımı yapıyordum. Alt kattaki tekli koğuşlardan sonra üst kattaki tekli koğuşlara yemek dağıtımı yaparken en köşede bulunan T-24 koğuşuna yemek vermek için iki üç kez seslendiğimde içeriden cevap gelmedi. Mazgalı açıp baktığımda odada kimseyi göremedim. İlk önce firardan şüphelendim. Hemen gidip İnfaz Koruma Memuru [K.ya] durumu söyledim. O da İnfaz Koruma Başmemuru [A.T.ye] haber verdi. Üçümüz birlikte T-24 koğuşuna girdik. İçeride kimseyi göremedik. Fakat banyo kapısını açtığımızda [Ş.nin] kendisini lavabonun su vanasının olduğu yere örmüş olduğu çarşafla astığını gördük. Nabzını ve kalp atışlarını dinlediğimizde öldüğünü anladık. Nabzı ve kalbi atmıyordu yine de 112 acili aradık. Elektroşok uyguladılar. Fakat geri dönüş olmadı. Hükümlüler havalandırmaya kendi istekleri ile çıkarlar. Çıkmaları zorunlu değildir. Ayrıca koğuşlarda bulunan zil ile bize isteklerini bildirirler. Gün boyu [Ş.] zile basmamıştı. Sayımlar sabah vardiya teslim alınırken ve akşam teslim edilirken yapılır. Sabah sayımında kendisi hayattaydı. Fakat akşam sayımı saat 19:00 olduğu için sayım yapılmamıştı. [Ş.nin] herhangi bir sorunu olup olmadığını bilmiyorum. Öğle yemeğini almıştı. Gün boyu koğuşunda herhangi bir taşkınlık, bağrışma sesi gelmedi. Olayla ilgili bilgim ve görgüm bundan ibarettir." Cumhuriyet savcısı, R.T. isimli hükümlü tanığın ifadesine başvurmuştur. Tanık R.T.nin 17/11/2014 tarihli ifadesi şöyledir: "...Yukarıdaki bilgiler doğrudur ve bana aittir, ben tanıklık yapacağım hususu anladım, ben Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktayım. 14/11/2014 cuma günü tekli koğuşlardan olan T-23 koğuşuna disiplin nedeni ile geçtim. Dün, yani 16/11/2014 tarihinde hatırladığım kadarıyla 19:00-20:00 civarında yanımdaki T-24 koğuşuna Çaldıranlı olduğunu söyleyen [Ş.] adlı hükümlü getirildi. Benim koğuştaki açık pencereden onun koğuşundaki açık pencereden iletişim kurduk. Kendisi ile konuştuk. T-22 koğuşunda bulunan [Ö.] de kendi penceresinde konuşuyordu. [Ş.] bizden çay istedi. Biz semaverimiz olmadığını söyledik. Yarın havalandırmaya çıktığımızda çay içeriz dedik. Kendisi yarın havalandırmaya çıkacak mıyız dedi. Ben de çıkarız dedim. Fakat kendisi bugün ne öğleden önce ne de öğleden sonra havalandırma çıkmadı. Ben öğleden sonra havalandırmadan saat 16:30 civarında koğuşuma döndüğümde kendisine pencereden seslendim. Kendisi ses vermedi, konuşmadı. Saat 17:00 civarında akşam yemeği geldi. O sırada yemeği getiren infaz koruma memuru T-24 koğuşundaki mazgalı açtı. Daha sonra koşarak aşağıya seslendi. Kendisinin ayak seslerini ve mazgalı açma kapama seslerini duydum. [Ş.] bugün gün boyu odasında sessiz kaldı. Odasından herhangi bir bağrışma, gürültü veya kavga sesi gelmedi. Kendisi dün akşam konuştuğumuzda herhangi bir sorunundan bahsetmedi. Kendisinin neden tekli koğuşa geldiğinden de bahsetmedi." Cumhuriyet savcısı, A.T. isimli ceza infaz kurumu başmemurunun beyanına başvurmuştur. 26/1/2015 tarihinde A.T.nin tanık sıfatıyla alınan beyanı şöyledir: "...Yukarıdaki bilgiler doğrudur ve bana aittir, ben tanıklık yapacağım hususu anladım, Ben Van M Tipi Ceza İnfaz Kurumunda İnfaz ve Koruma Başmemuru olarak görev yaparım. 16/11/2014 tarihinde d-8 koğuşundaki kavga olayı sırasında ben izinliydim. Görevde değildim. Ertesi güngörevde iken saat 17:20 civarında İnfaz ve Koruma memuru [K.] T-24 tekli koğuştan ses gelmediğini söyledi. Biz de diğer İnfaz ve Koruma memuru arkadaşlarla bu koğuşa hemen girdik. Koğuşa girdiğimizde hemen banyo kısmına baktığımda, [Ş.nin] asarak intihar ettiğini gördüm. Orada [K.] nabzını ve boynunu kontrol etti. Atmadığını tespit ettik. 112 acili aradık. Doktor ekip geldi. Onlarda kontrol ettiğinde [Ş.nin] ölmüş olduğunu tespit ettiler. koğuşa girdiğimizde şüpheli bir durum görmedik. [Ş.nin] nevresimi kullanarak bir nevi urgan haline getirerek kendisini astığını gördüm. [Ş.yi] D-8 koğuşunda kalırken tanıyordum. Kendisi sorunsuz, kimseye zarar vermeyen bir hükümlüydü. neden intihar ettiği konusunda bir fikrim yoktur.'' Cumhuriyet savcısı, A.E. isimli ceza infaz kurumu başmemurunun beyanına başvurmuştur. 26/1/2015 tarihinde A.E.nin tanık sıfatıyla alınan beyanı şöyledir: "Yukarıdaki bilgiler doğrudur ve bana aittir, ben tanıklık yapacağım hususu anladım, 11/2014 tarihinde saat 15:55 civarında C Blok görevlisi İnfaz ve Koruma Memuru [B.B.nin] D-8 koğuşunda, olay olduğunu bildirmesi üzerine İnfaz ve Koruma Başmemuru olarak yetkili Vardiya Başsorumlusu olduğum için, koğuşun bulunduğu yere, diğer İnfaz ve Koruma Memurları ile gittik. Mazgalda baktığımda, [Ş.S.] kapının olduğu yerde, dudağı kanamış bir şekilde duruyordu. Sonra kapıyı açıp girdik. Olayı koğuştakilere sorduk. [Ş.S.] koğuştan alınmasını istedi. Zaten kendisini darp raporu için hastaneye gönderecektik. Daha sonra [Ş.yi] ve [K.yi] hastaneye gönderdik. Hastane dönüşlerinde, bu tür olaylarla karşılaştığımız durumlardaki gibi, disiplin soruşturması da yürütüleceğinden, koğuştaki diğer kişileri etkilememeleri ve ayrıca güvenlik için, geçici olarak tedbiren [Ş.] ve [K.yi] tekli odalara yerleşimini yaptırdım. Zaten genel uygulama bu şekildedir. Aksi halde, kendi koğuşlarında bulunduklarında soruşturmanın selameti etkilenecek ve koğuşun huzursuzluğu da devam edebilecektir. Yani tekli odalara yerleşimlerini ben kendi insiyatifimle yaptım. Zira kural bu şekildedir. Ertesi gün [Ş.S.] tekli koğuşta intihar etmiş. Ben 17:11/2014 tarihinde saat 19:00 da vardiya görevime başladım. Yani intihar ettiğinde ben görevimin başında değildim.'' Cumhuriyet savcısı olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memuru olarak görev yapan K. isimli tanığın ifadesine başvurmuştur. Tanık K.nın 26/1/2015 tarihli ifadesi şöyledir: "...Yukarıdaki bilgiler doğrudur ve bana aittir, ben tanıklık yapacağım hususu anladım, Ben Van M Tipi kapalı Ceza İnfaz Kurumunda İnfaz ve Koruma Memuru olarak görev yaparım. 16/11/2014 tarihindeki [Ş.S.] ve [K.Ç.nin] koğuşlarındaki kavga olayı sırasında ben izinliydim. Ertesi gün vardiyam geldiğinde görev yaparken, İnfaz ve Koruma Memuru [F.K.] saat 17:20 civarında yanıma gelerek T 24 koğuşundan ses gelmediğini söyledi. Zaten o sırada koğuşlara akşam yemeği dağıtılıyordu. Daha sonra ben, başmemur [A.T.ye] söyleyip hep birlikte T24 koğuşuna gittik içeriye girdiğimizde, tuvalet kısmında asılmış vaziyette [Ş.yi] gördük. Nabzına ve boynuna baktığımda, atmadığını tespit ettim. 112 acili arayıp ambulans ile doktor ekibi istedik. Doktorlar kontrol ettiğinde, [Ş.nin] öldüğünü tespit ettiler. Biz koğuşa gittiğimizde şüpheli bir durum görmedik. Bir kavga izi veya bırakılmış bir mektup, not kağıdı görmedik. [Ş.yi] kontrol eden doktor, [Ş.yi] o halde gördüğünde, bir kimsenin bu kadar ölmek istediğini ilk defa görüyorum dedi. Çünkü [Ş.nin] kendini astığı yerin yerden yüksekliği ve kendisini zorlaması düşünüldüğünde, ne kadar ölmek istediği anlaşılacaktır. Bilgim ve görgüm bundan ibarettir... " Cumhuriyet savcısı, Ş.S. ile aynı koğuşta kalan Ö.K. isimli tanığın ifadesine başvurmuştur. Tanık Ö.K.nın 26/1/2015 tarihli ifadesi şöyledir: "...Yukarıdaki bilgiler doğrudur ve bana aittir, ben tanıklık yapacağım hususu anladım, Ben Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlüyüm. [Ş.S.] ile D-8 koğuşunda kalırken, 16/11/2014 tarihinde [K.Ç.] ile koğuş havalandırmasında kavga ettikleri sırada, ben üst kattaydım. Alt kata indiğimde, her ikisini ayırmışlardı.[Ş.S.] koğuş kapısının olduğu yerde, kapıyı tekmeliyordu. Ayrıca zile basmıştı. İnfaz ve Koruma memurlarını gelmesini istiyordu. İnfaz ve Koruma memurları gelip her ikisini aldılar. [Ş.S.] ile koğuşta önceleri konuştuğumuzda bekar olduğunu, babasının öldüğünü, kardeşini elinden yaralaması nedeniyle annesinin küskün olduğunu, bu nedenle kendisini kimsenin ziyaret etmediğini söylüyordu. Ayrıca [Ş.S.] telefon açma hakkını hiç kullanmıyordu. kendisi sorunlu birisi değildi. Bilgim ve görgüm bundan ibarettir." Cumhuriyet savcısı, ölen ile aynı koğuşta kalan R.S., K.K., N.B. ile infaz ve koruma memuru U.nin tanık sıfatıyla beyanlarını almış; tanıklar benzer beyanlarda bulunmuştur. Başsavcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği verileri dikkate alarak hükümlü K.Ç. hakkında basit yaralama ve intihara yönlendirme suçundan, Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında da görevi kötüye kullanma suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. 29/5/2017 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda; Olay Tutanağı, Olay Yeri İncelemesi Tutanağı, otopsi raporu, Kamera Çözüm Tutanağı, tanık beyanları belirtildikten sonra yapılan değerlendirme kısmı şöyledir: "..Ölen [Ş.S.nin] olay günü infaz kurumunda kaldığı T-24 numaralı odada ası sonucu ölmesinde bir başkası tarafından kasten öldürüldüğüne dair herhangi bir iz, emare ve delilin bulunmadığı, ayrıca intihar etmesinde bir başkasının öleni intihara azmettirdiğine, teşvik ettiğine, intihar kararını kuvvetlendirdiğine ya da intiharına herhangi bir şekilde yardım ettiğine dair bir delilin bulunmadığı, kurumda görevli infaz ve koruma memuru olan şüphelilere ve kurum yönetimine meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmeleri için neticenin oluşumuna sebebiyet veren icrai davranışa eşdeğer bir ihmali davranış veya görevi ihmal niteliğinde bir eylem yada herhangi bir kusur izafe edilmediğinden üzerlerine atılı suçun yasal unsurları oluşmadığı, 16/11/2014 tarihinde kavga ederek karşılıklı olarak birbirlerini darp eden [Ş.S.] ile müşteki-şüpheli [K.Ç.nin] yaralanmasının niteliği itibari ile meydana gelen ası sonucu ölüm olayı arasında neden ve sonuç ilişkisinin bulunmadığı, bu haliyle müşteki-şüpheli [K.Ç.nin] eyleminin basit yaralama suçunu oluşturduğu, suçun TCK'nun 86/2 maddesi uyarınca soruşturulması ve kovuşturulmasının şikayet şartına bağlı olduğu, ancak [Ş.S.nin] 17/11/2014 tarihinde ölüm olayının gerçekleşmiş olması nedeniyle şikayetçi olup olmadığı yönünde yazılı veya sözlü bir beyanının bulunmadığı, her ne kadar olayla ilgili müştekilerin alınan ifadelerinde şikayetçi olduklarını beyan etmiş iseler de, müştekilerin takibi şikayete bağlı olan suçtan dolayı doğrudan bir zarar görmedikleri, kişiye sıkı sıkıya bağlı olan şikayet hakkının ölen [Ş.S.ye] ait olduğu, ölenin basit yaralama suçu bakımından sağlığında kullanamadığı şikayet hakkının ölümünden sonra müştekiler tarafından kullanılmasının mümkün olmadığı, şikayet yokluğu nedeniyle soruşturma ve kovuşturma şartının oluşmadığı, müşteki-şüpheli [K.Ç.ye] yönelik gerçekleşen basit yaralama suçu bakımından [Ş.S.nin] 17/11/2014 tarihinde ölümü nedeniyle TCK'nun maddesi uyarınca kovuşturma imkanı bulunmadığı dosya kapsamından anlaşılmıştır.Açıklanan nedenlerle kamu görevlisi olan şüpheliler hakkında suçun yasal unsurları oluşmadığından, müşteki-şüpheli [K.Ç.] hakkında suçun unsurları oluşmadığından ve şikayet yokluğundan kamu adına kovuşturmaya yer olmadığını..." Başvurucular vekili tarafsız, hızlı ve etkin soruşturma yapılmadığını, taleplerine ilişkin değerlendirme yapılmadığını, başvurucuların ifadelerinin alınmadığını, olay yeri incelemesi sırasında adli tıp uzmanı bulundurulmadığını, maddi delillerin yeterince incelenmediğini, intihar riskini bilmek için idarenin çaba göstermediğini, denetim ve gözetim yükümlülüğünün yerine getirilmediğini belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itirazda bulunmuştur. Van Sulh Ceza Hâkimliği (Sulh Ceza Hâkimliği) 13/7/2017 tarihinde itirazın kabulüne, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasına, dosyanın Başsavcılığa gönderilmesine karar vermiştir. Anılan kararda; kamera görüntülerinin bilirkişi marifetiyle incelenmesi, Ş.S.nin ailesiyle psikososyal sorunlar yaşayıp yaşamadığının araştırılması, Ş.S.nin kaldığı T24 numaralı oda ile irtibata geçen görevlilerin tanık sıfatıyla dinlenmesi, 16/11/2014 tarihinde Ş.S.nin tekli odaya alınmadan önce kaldığı koğuşta, koğuş arkadaşı K.Ç. ile aralarında yaşanan tartışma ile ölüm olayı arasında irtibat bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi için A. ve E.S.nin bilgi ve görgülerine başvurulması gerektiği belirtilmiştir. Cumhuriyet savcısı, Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı doğrultusunda soruşturma işlemlerine devam etmiş; yapılan soruşturma kapsamında ölen ile aynı koğuşta kalmakta olan E.S. isimli şüphelinin ifadesine başvurmuştur. E.S.nin 18/9/2017 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesi şöyledir: "...Bana sormuş olduğunuz konuyu anladım. [Ş.S.yi] ceza infaz kurumunda aynı odada kalmamızdan dolayı tanırım. Hatırladığım kadarıyla bayramdan bir gün önce [A.] ile tartıştı. Temizlik dolaysıyla aralarında tartışma yaşanmıştı. Sözlü tartışma yaşanmıştı. [Ş.S.] odadan çıkmak istediğini memurlara söyledi. Hatta bizler bayramdan sonra çıkmasının daha iyi olacağını tavsiye ettik. Ancak [Ş.S.] odadan ayrıldıktan bir kaç gün sonra veya daha uzun bir süre sonra öldüğü haberini aldık. [Ş.S.] kendisine zarar verme eğilimi olan bir kişiydi. Kendisine okumuş olduğunuz şekilde seni keseriz veya benzeri tehdit içerikli bir söz söylemedim. Görevli memurlarda [Ş.S.nin] kendisine zarar verme eğiliminde olduğuna bizzat şahittirler. Olay günü anlattığım gibi temizlik işinden dolayı [A.] ile aralarında tartışma yaşandı. Hatırladığım kadarıyla [Ş.S.] elindeki çatal ve bıçakla kendisine zarar vermeye kalktı. [Ş.S.yi] yatıştırmaya çalıştığımız halde bir türlü yatışmadı. Bunun üzerine görevli memurlar odasını değiştirdi. [K.Ç.] isimli kişiyi tanımıyorum belki fotoğrafını görsem hatırlarım. [Ş.S.] oda değişikliğinden önce benim kaldığım odada kimseyle kavga etmedi. 6 ay kadar birlikte kaldık. Daha eskiden tahliye olan bir kişiyle tartışması vardı. Başka herhangi bir tartışmasına veya kavgasına şahit olmadım. Daha önce kendisine zarar verme eğilimi vardı. Psikolojik sorunlu görünüyordu. Ailesinin olmadığını söylerdi ve maddi durumu iyi değildi. Ancak öldüğünü haber aldıktan sonra ailesinin olduğunu duyduk. [Ş.S.ye] yönelik tehdit veya başka suretle herhangi bir eylemim olmadı. [A.] isimli kişide tehdit etmedi. Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Söyleyeceklerim bundan ibarettir." Cumhuriyet savcısı, Ş.S. ile aynı koğuşta kalmakta olan A. isimli şüphelinin ifadesine başvurmuştur. Tanık A.nın 18/9/2017 tarihli ifadesi şöyledir:"...Yukarıdaki kimlik ve adres bilgileri bana aittir, doğrudur. Bana sormuş olduğunuz konuyu anladım. 2014 yılında Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna alındım. Geçici koğuştan sonra yerleştiğim odada [Ş.S.] kalıyordu. Bu odada bir süre beraber kaldık. Yaklaşık 10 gün beraber kaldıktan sonra [Ş.S.yi] odadan aldılar. [Ş.S.nin] intihar olayı ile ilgili herhangi bir bilgim yoktur. Ailevi sorunları olduğunu bana kısaca anlatmıştı. Bana babasını ve abisi trafik kazasında kaybettiğini, babasının adına kayıtlı taksi durağı ve marketinin olduğunu, amcasının kendisine sahip çıktığını ancak daha sonra babasından kalan mallarla ilgili aralarında anlaşmazlık yaşandığını, bir defasında tartışma esnasında amcasının oğlunu silahla kolundan vurduğunu anlatmıştı. [Ş.S.] odada meydancı olarak iş yapıyordu. Benimle arasında herhangi bir sorun yaşanmadı. Oda temizliği konusunda [Ş.S.] ile odada kalan diğer hükümlü/tutuklular ile arasında sözlü tartışma yaşandı. [Ş.] tartışmadan sonra odada kalmayacağını artık burada durmam şeklinde sözler söyledi. Eline aldığı çatalı kendi boğazına dayadı ve bardak falan kırdı ancak kendine zarar vermedi. Olayı gören infaz koruma memurları [Ş.S.yi] odadan aldılar. Benim bildiğim kadarıyla hücreye gönderildi. Daha sonra hücreden alınıp başka koğuşa verilmiş. Oradan tekrar hücreye verilmiş. Bu anlattıklarım bir aylık süre zarfında yaşanan olaylardır. Benim [Ş.S.] ile aramda bire bir yaşanan bir olay yoktur. Kendisine seni keseriz şeklinde bir söz söylemedim. Başka kimse de tehdit etmedi. Anlattığım şekilde sadece temizlik konusunda aramızda koğuş içerisinde bir tartışma yaşandı. [Ş.S.nin] infaz kurumunda bir sorunu olup olmadığını husumetli olup olmadığını bilmiyorum. Daha önce trafik kazasında hatırlayabildiğim kadarıyla babası ve annesini kaybettiğini söylemişti. Abisini de kazada kaybedip kaybetmediğini tam olarak hatırlamıyorum. Hatırladığım kadarıyla ailevi sorunlardan dolayı amcasının çocuğunu vurmuş. Kendisine sahip çıkılmadığını söyleyerek dert yandığı oluyordu. [Ş.S.nin] intihar ettiğini şu an ilk kez sizden duyuyorum. İntihar olayı ile ilgili herhangi bir şey bilmiyorum. Ben Van M Tipinde üç ay kadar kaldıktan sonra İstanbul iline sevk geldim. Zaten tutuklu olduğum için [Ş.S.nin] olduğu odada kısa bir süre kaldıktan sonra başka bir odaya alınmıştım. [Ş.S.ye] herhangi bir kimsenin zarar verip vermediği konusunda herhangi bir bilgim yok. [Ş.S.yi] ne ben ne de bir başkası tehdit etmedik. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Şahsı doğru dürüst tanımam. Kısa bir süre ceza infaz kurumunda bulundum. İddialar asılsızdır. Söyleyeceklerim bundan ibarettir." Cumhuriyet savcısı olay tarihinde yemek dağıtmakla görevli hükümlü T.K. isimli tanığın ifadesine başvurmuştur. Tanık T.K.nın 16/2/2018 tarihli ifadesi şöyledir: "...Olay tarihinde Van M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlüydüm. İşçi statüsünde çalışıyordum. Mutfakta görevliydim. C blokta yemek dağıtıyordum. Gün boyu yemek dağıttım. Akşam saat 17:10 sıralarında mesai bitiminden sonra tek kişilik odaların olduğu bölüme şu an ismini hatırlamadığım bir görevli ile gittik. Görevli kapıyı çaldı ancak içeriden cevap verilmedi. Kapı mazgalında yemeğini verecektik. Ses gelmeyince görevli kapıyı daha sert çaldı. Yine kapıya gelen olmayınca mazgaldan içeriye baktı. Ancak içerideki hükümlü/tutukluyu göremedi. Bunun üzerine kapıyı açtı ve içeriye gireceği sırada kapının girişinde hemen sol taraftaki banyoda şahsı gördü. Bana dönüp hemen başmemurluğa haber ver dedi. Bende koşarak alt kata indim ve ilk gördüğüm memura durumu haber verdim. Onlar da üst kata olayın olduğu yere geldiler. Görevliler geldikten sonra ben mutfağa döndüm. Daha sonra ne olup bittiğini bilmiyorum. Ben bu şahsın odasına aynı gün içerisinde öğle yemeği vermek için gittim. Yemek dağıtımı esnasında yemeği görevlilere veriyordum. Görevli de kapı mazgalından koğuşta bulunanlara yemeklerini dağıtıyordu. Kapı mazgalına ben bakmadığım için şahsı görmedim. Görevli kapıyı çalıp şahısta yemeğini alarak içeriye gittiğinden ve aralarında herhangi bir konuşma geçmediğinden herhangi bir söz duymadım. Şahsa yemeği verilirken herhangi bir sorunu veya talebi olduğuna dair görevliye bir şey söylemedi. Söyleseydi duyabilecek mesafede duruyordum. Bu şekilde yemekleri dağıttık. Daha sonra da akşam yemeği dağıtmak için gittiğimizde söz konusu intihar olayı yaşanmıştı. Bu kişi ile ilgili olarak bildiğim tek şey kaldığı odada kavga ettiği için tek kişilik odaya alınmış olmasıydı. Yemek dağıtımı sırasında süpheli bulduğum veya dikkatimi çeken olağan dışı herhangi bir durum yoktu. Hatırladığım kadarıyla öğle yemeği ve akşam yemeği dağıtımı için farklı memur eşliğinde dağıtıma çıktım. O tarihte üç infaz ve koruma memuru o bloktan sorumluydu. Ancak ismen infaz ve koruma memurlarını tanımıyorum. Görsem tanıyabilirim. Anlattıklarımın dışında konu ile ilgili bildiğim ve gördüğüm başkaca bir husus yoktur. Söyleyeceklerim bundan ibarettir." Başsavcılık; Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan İ. ile Ceza İnfaz Kurumu görevlileri Y., T.K., N.K.K., S.A., K., F.K., Y.E., S.A.nın tanık sıfatıyla beyanlarını almıştır. Tanıklar benzer nitelikte beyanda bulunmuştur. Başsavcılığın talimatı üzerine olay günü görev yapan doktor F. ve adli tıp uzmanı N.K.nın 19/10/2017 tarihinde kolluk tarafından tanık sıfatıyla beyanları alınmıştır. Başsavcılık 22/8/2017 tarihinde kamera görüntülerinin incelenmesi için bilirkişi tayin etmiş, bilirkişi marifeti ile kamera görüntülerinin incelenmesi sonucu düzenlenen rapor Başsavcılığa sunulmuştur. Başsavcılığın talimatı üzerine 27/7/2017 tarihinde başvurucu Susan Sanlav dışındaki tüm başvurucuların beyanları kolluk kuvvetleri tarafından alınmıştır. Başvurucu Susan Sanlav'ın ise adres bilgilerinin belirlenememesi nedeniyle ifadesinin alınamadığına dair tutanak düzenlenmiştir. Başsavcılık, Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulundan (Birinci İhtisas Kurulu) Ş.S.nin kesin ölüm sebebinin ve kişinin ölümünde bir başkasına atfedilebilecek kusur bulunup bulunmadığının belirlenmesi yönünde rapor düzenlenmesini talep etmiştir. Birinci İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 29/1/2018 tarihli raporda kişinin ası dışında travmatik bir tesirle ya da zehirlenerek öldüğüne ilişkin tıbbi delil bulunmadığı, ası fiilinin kişi canlı iken gerçekleşmiş olduğu, kişinin ölümünün ası sonucu meydana geldiği, kişinin ölümüne neden olan asının kendisi tarafından yapılmasının mümkün olduğu oybirliği ile belirtilmiştir. Başsavcılık, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı kaldırması sonucu yaptığı yeniden soruşturma sonucunda Sulh Ceza Hâkimliğince vurgulanan tüm hususları inceleyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. 19/6/2018 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Ölen [Ş.S.nin] olay günü infaz kurumunda kaldığı T-24 numaralı odada ası sonucu ölmesinde bir başkası tarafından kasten öldürüldüğüne dair herhangi bir iz, emare ve delilin bulunmadığı, ayrıca intihar etmesinde bir başkasının öleni intihara azmettirdiğine, teşvik ettiğine, intihar kararını kuvvetlendirdiğine ya da intiharına herhangi bir şekilde yardım ettiğine dair bir delilin bulunmadığı, kurumda görevli infaz ve koruma memuru olan şüphelilere ve kurum yönetimine meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmeleri için neticenin oluşumuna sebebiyet veren icrai davranışa eşdeğer bir ihmali davranış veya görevi ihmal niteliğinde bir eylem yada herhangi bir kusur izafe edilmediğinden üzerilerine atılı suçun yasal unsurları oluşmadığı, [Ş.S.nin] 03/10/2014 tarihinde C-6 numaralı odada kaldığı dönemde şüpheliler [A.]ve [E.S.] ile tartıştığı olayda şüpheliler tarafından tehdit edildiğine dair soyut iddia dışında bir delilin bulunmadığı, ayrıca şüphelilerin meydana gelen intihar olayıyla ilgili olarak suç teşkil eden bir eylemlerinin bulunmadığı, 16/11/2014 tarihinde kavga ederek karşılıklı olarak birbirlerini darp eden [Ş.S.] ile müşteki-şüpheli [K.Ç.nin] yaralanmasının niteliği itibari ile meydana gelen ası sonucu ölüm olayı arasında neden ve sonuç ilişkisinin bulunmadığı...Açıklanan nedenlerle kamu görevlisi olan şüpheliler hakkında suçun yasal unsurları oluşmadığından, şüpheli A. İle E.S. hakkında delil yetersizliği nedeniyle ve müşteki-şüpheli [K.Ç.] hakkında suçun unsurları oluşmadığından ve şikayet yokluğundan kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına..." Başvurucular vekili 30/7/2018 tarihinde aynı gerekçelerle kovuşturmasızlık kararına itirazda bulunmuştur. Van Sulh Ceza Hâkimliği 13/9/2018 tarihinde Başsavcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar 6/11/2018 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 3/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ölüm Olayıyla İlgili Olarak Yürütülen Tazminat Davası Süreci Başvurucular, yakınları Ş.S.nin idarenin gözetim ve denetimi altında iken intihar ederek ölümü nedeniyle idarenin kusurlu olduğu iddiasıyla idare aleyhine Van İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) maddi ve manevi tazminat istemiyle tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi 25/1/2017 tarihli kararıyla davalı idare ile intihar etme olayı arasında illiyet bağı bulunmadığından idarenin kusurunun olmaması nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucular, İdare Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 13/12/2017 tarihinde İdare Mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermesi üzerine başvurucular vekili temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Dava, başvuru tarihi itibarıyla Danıştayda derdest olup henüz sonuçlanmamıştır. İlgili hukuk için bkz. Serfinaz Öztürk, B. No: 2014/18274, 21/9/2017; Nejla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782, 21/4/2016; Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/ | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31589 | Başvuru, ceza infaz kurumunda önleyici idari tedbir alınmaması sonucu bir mahpusun yaşamını yitirmesi ve olaya ilişkin olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Q.Vekili:Av. Abdulhalim YILMAZ Başvuru; insan haysiyetiyle bağdaşmayan koşullarda hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile kötü muamele yasağının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücreti hükmedilmemesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan A.O., H. ile evli olup diğer başvurucular bu kişilerin 2006, 2007, 2011 ve 2013 doğumlu müşterek çocuklarıdır. Fransa Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucular 3/3/2015 tarihinde Türkiye'ye yasal yollardan giriş yapmışlardır. Başvurucular Türkiye'de yaşamaktayken Kocaeli Valiliğinin 24/3/2015 tarihli kararıyla -4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca- başvurucuların sınır dışı edilmelerine ve bir ay süreyle idari gözetim altına alınmalarına karar verilmiştir. Başvurucuların itirazı üzerine Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/5/2015 tarihli kararıyla idari gözetim kararının sonlandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucular tutuldukları Kocaeli Geri Gönderme Merkezinden aynı gün salıverilmişlerdir. Verilen karar başvurucular vekiline 20/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 3/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-38) başvurusu hakkında verilen karar. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9777 | Başvuru; insan haysiyetiyle bağdaşmayan koşullarda hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile kötü muamele yasağının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücreti hükmedilmemesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile eşi arasında Ezine Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) devam eden boşanma davasında, başvurucunun eşi 8/6/2016 tarihinde beyan ve delil dilekçesi ibraz etmiştir. Anılan dilekçede; başvurucunun telefonunda bulunan mesaj içerikleri, ses kayıtları, videolar ve bir adet fotoğrafını mahkemeye sunmuştur. Başvurucu, kullandığı cep telefonuna eşi tarafından yüklenen casus yazılım aracılığıyla tüm kişisel verilerinin ele geçirildiğini ve kullanıldığını ileri sürerek 28/11/2016 tarihinde şikâyetçi olmuştur. Başvurucu vekili şikâyet dilekçesinde; başvurucunun tüm kişisel verileri, e-devlet şifresi, banka hesap bilgileri, sosyal medya yazışmaları, arama kayıtları, GPS yer bildirim kayıtları, fotoğrafları ile videolarının özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması haklarına aykırı olarak ele geçirilip mahkeme dosyasına sunulduğunu vurgulamıştır. Dilekçede başvurucunun eşinin bu bilgileri ele geçirmek için bir internet sitesinden satın aldığı yazılımı başvurucunun telefonuna yüklediği ve zaman içinde elde ettiği bu verileri hukuka aykırı şekilde depoladığı ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun eşi tarafından boşanma davasında delil olarak kullanılması amacıyla bu şekilde hareket edildiği bildirilmesine karşın dava dilekçesinde bu amacın fazlasıyla aşıldığı beyan edilerek başvurucunun aile fertlerinin hayatlarının dahi takip edildiği, boşanma davasındaki tanıkların kimliklerinin ele geçirildiği belirtilmiştir. Başvurucu, telefonundaki programın ne zaman yüklendiğinin ve eşi tarafından elde edilen verilerin kapsamının ne olduğunun belirlenmesinin iddialarının ispatı için önem taşıdığını belirterek eşinin haberleşmenin gizliliğini ihlal ve özel hayatın gizliliğini ihlal suçlarından cezalandırılmasını talep etmiştir. Ceza soruşturmasını yürüten Ezine Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 11/5/2017 tarihinde iddianame düzenlenerek başvurucunun eşinin verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçlarından cezalandırılması istenmiştir. İddianamede başvurucunun eşinin casus program sayesinde başvurucunun kullandığı telefondan yapılan konuşmalara, kısa mesajlara ve internet üzerinden kullanılabilen programların içeriğine, e-devlet ve bankacılık şifrelerine, fotoğraf ve videolara ulaşabildiği belirtilmiştir. Yine başvurucunun eşi tarafından bu sayede kayıt altına alınan konuşmalar, mesajlar, fotoğraflar ve videoların boşanma davası dosyasına ibraz edildiği ifade edilerek başvurucunun eşinin atılı suçlardan cezalandırılması talep edilmiştir. Ezine Asliye Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) tarafından yapılan yargılama sonucunda başvurucunun eşinin beraatine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; sanık olan başvurucunun eşinin başvurucunun kullandığı telefona program yüklediğini ikrar ettiği ve kayıtları boşanma davasına delil olarak sunma dışında atılı suçlara vücut verecek şekilde bilerek ve isteyerek basın, yayın, internet yolu ile veya başkaca herhangi bir yolla yayıp ifşa etmemesi nedeniyle suç işleme kastının olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu vekili; istinaf yoluna müracaat etmiş ve şikâyet dilekçesindeki hususlara ek olarak Başsavcılığın suçun hukuki nitelendirmesini yaparken hatalı davrandığını, kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ele geçirilmesi konusunda bir değerlendirme yapmadığını belirtmiştir. Bu nedenle sanığın 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçu ile maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan cezalandırılması gerektiğini, beraat kararı nedeniyle Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ve kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlaline neden olunduğunu beyan etmiştir. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) tarafından 25/5/2018 tarihinde Ceza Mahkemesinin kararının onanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; Yargıtay kararlarına ve yerleşik uygulamaya atıf yapılarak haksız bir saldırıyı önlemek için kaybolma olasılığı bulunan kanıtları yetkili makamlara sunmak amacıyla kişisel verileri kaydetme, ele geçirme ve yayma eylemlerinde bulunulabileceği vurgulanmıştır. Nihai karar 8/9/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde Hukuk Mahkemesinde görülen boşanma davasında başvurucu ve eşi tarafından mahkemeye anlaşmalı boşanma protokolü sunulduğu görülmüştür. Hukuk Mahkemesi 19/7/2019 tarihinde tarafların anlaşmalı olarak boşanmalarına karar vermiş, karar kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 5237 sayılı Kanun'un "Özel hayatın gizliliğini ihlal" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır" 5237 sayılı Kanun'un "Kişisel verilerin kaydedilmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un "Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. " İlgili Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/3/2019 tarihli ve E.2018/5100, K.2019/2582sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre davalı-davacı erkeğin delil olarak dayandığı ses kaydının hukuka aykırı delil olması nedeniyle hükme esas alınmamasında bir isabetsizlik bulunmamakla birlikte, davalı-davacı erkeğin bir kısım tanık beyanlarıyla da ispatladığı üzere davacı-davalı kadının eşine orospu çocuğu diyerek ağır hakaret ettiği, eşinin bilgisayarına casus proğram yüklediği, davalı-davacı erkeğin de son olayda eşine ağır şekilde fiziksel şiddet uyguladığı ve ortak haneye gizli kamera koyduğu, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda eşine fiziksel şiddet uygulayan davalı-davacı erkeğin fazla kusurlu bulunmasında bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, tarafların yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA..." Yargıtay Ceza Dairesinin 24/5/2017 tarihli ve E.2016/11851, K.2017/4263sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "....Oluşa ve dosya kapsamına göre; esnaf olan sanık [E.nin], kimliği tespit edilemeyen bir kişi tarafından bilgisayarına yüklenen 'Kim Nerde' adlı ücretli casus yazılım programı sayesinde, bir süre karşılıksız burs verdiği üniversite öğrencisi katılan mağdur [H] ile onun erkek arkadaşı olan diğer katılan mağdur [T.nin] farklı tarihlerde birbirlerine gönderdikleri mesajların birer kopyasını elde ederek, mesaj içeriklerini öğrendiğinin iddia ve kabul edildiği olayda,Sanık [E.nin], katılan mağdurlar [H.] ve [T.nin] telefon aracılığıyla birbirlerine gönderdikleri mesajların kopyasını kaydetmesinden dolayı eylemine uyan TCK'nın maddesinin fıkrasının cümlesindeki haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan cezalandırılmasına, haberleşme içeriklerini kaydeden sanığa hükmedilen cezada aynı madde ve fıkranın cümlesi gereğince bir kat artırım yapılmasına, katılan mağdurlar [H] ve [T.in] farklı tarihlerde birbirlerine gönderdikleri mesaj içeriklerini, bilgisayarına yüklettiği tek bir casus yazılım programı sayesinde ele geçiren sanığın, aynı suçu katılan mağdurlara karşı tek bir fille ve bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda birden fazla defa işlemesinden dolayı sanık hakkında tayin olunan cezada, önce TCK'nın 43/ maddesi, daha sonra da TCK'nın 43/ maddesi atfıyla aynı Kanun'un 43/ maddesi gereğince artırım yapılmasına ilişkin yerel mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişiler arası ilişkilerde Sözleşme'nin maddesine uyulmasını güvence altına alacak tedbirlerin seçiminin ulusal makamların takdirinde olduğunu, bu konudaki yükümlülüğü yerine getirmenin niteliğinin özel hayata yönelik müdahaleye göre farklılık oluşturabileceğini ifade etmiştir. AİHM, devletlerin Sözleşme’nin maddesi uyarınca uygun bir yasal koruma çerçevesi oluşturma ve uygulama yükümlülüğünün her zaman ceza hükümlerinin tatbik edilmesi anlamına gelmeyeceğini de vurgulamıştır (Söderman/İsveç [BD], B. No: 5786/08, 12/11/2013, § 79; P./Portekiz, B. No: 27516/14, 7/9/2021, §§ 40, 41). AİHM, eşlerin birbirlerinin erişimine rıza gösterdiği bilgilerin hukuk davasında kullanılması suretiyle ifşa edildiği iddiasının incelendiği bir ceza davasının akabinde yapılan başvuruda, ifşa edildiği iddia edilen söz konusu bilgilerin ortak erişime açık olduğuna ve başvuranın özel hayatı üzerindeki etkilerinin sınırlı olduğuna vurgu yapmış; neticede bu bilgilerin hukuk davasında kullanılmasının cezai takibatı gerektirmediği yönünde ulaşılan sonucu özel hayata saygı hakkının öngördüğü pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmediği anlamına gelmediğini belirterek sonuca ulaşmıştır (P./Portekiz, §§ 46-51). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30296 | Başvuru, etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucu sendikanın açtığı davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurunun Arka Planı Başvurucu, Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş/Sendika) 17/10/2005 tarihinde kurulmuştur ve Birleşik Kamu İşçileri Konfederasyonuna bağlı olarak faaliyet göstermektedir. Eğitim-İş Tüzüğü'nde, Sendikanın eğitim, öğretim ve bilim alanında faaliyet gösteren kamu çalışanlarının ortak ekonomik, sosyal, özlük, mesleksel, sendikal hak ve çıkarlarını korumak amacıyla kurulduğu belirtilmiştir. Başvurucu, Eğitim-İş 2017 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde (Üniversite) örgütlenme faaliyetlerine başlamıştır. Başvurucu, üyeleri aracılığıyla sendika üye sayısını artırmayı ve bu şekilde toplu iş sözleşmesi yapabilmek için gerekli yetkiyi almayı hedeflediğini belirtmiştir. Başvurucu bu doğrultuda Üniversite çalışanı ve aynı zamanda Eğitim-İş üyeleri H.K, H.B, N.A ve A.N.Ç aracılığıyla sendikal faaliyetlerde bulunulduğunu ifade etmiştir.B. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başvurucu ile birlikte Sendika üyeleri H.K, H.B, N.A ve A.N.Ç. başlattıkları sendikal faaliyetlerden dolayı Üniversitede sürekli soruşturma geçirdiklerini ve görev yerlerinin değiştirildiğini, bu şekilde baskıya uğradıklarını ileri sürerek Üniversite yetkilileri hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen "sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi suçu"nu işledikleri gerekçesiyle 3/4/2018 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık, şikâyet edilenlerin Üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapmaları nedeniyle soruşturmanın 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun maddesinin Ç bendi kapsamında Üniversite Rektörlüğü tarafından yapılması gerektiği gerekçesiyle 4/4/2018 tarihinde görevsizlik kararı vermiş ve dosya gereği için Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığına (YÖK) gönderilmiştir. İdari Soruşturmaya İlişkin Süreç YÖK tarafından başvurucu Sendika ve şikâyetçi Sendika üyelerine 17/7/2019 tarihinde tebliğ edilen yazıda şikâyet edilenler hakkında herhangi bir işlem yapılmasına yer olmadığına karar verildiği bildirilmiştir. Başvurucu, ile şikâyetçi Sendika üyeleri işlem yapılmasına yer olmadığı yönündeki YÖK işleminin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle işlemin iptali talepli dava açmıştır. Başvuru Konusu Olmayan Sendika Üyeleri Yönünden Davanın görüldüğü Ankara İdare Mahkemesi Sendika üyeleri tarafından açılan davaların Üniversite genel sekreteri yönünden oyçokluğuyla, Üniversite rektörü yönünden oybirliğiyle reddine karar vermiş, kararlar istinaf incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Mahkeme gerekçeli kararlarda şikâyetçilerin Üniversitedeki görev yerinin değiştirilmesi işlemlerinin ayrı bir davanın konusunu oluşturduğunu değerlendirmiştir. Mahkemeye göre dava konusu iddialara ilişkin olarak idare tarafından gerekli incelemeler yapılmıştır. Mahkeme; idarenin soruşturma açılmasına gerek olmadığına ilişkin olarak karar alabileceğini, bu kapsamda şikâyetçilerin iddiaları ile ilgili olarak yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığı yönünde tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Gerekçeli kararlarda yer alan muhalif üyenin azlık oyunda ise Üniversite genel sekreterinin görevde olduğu süreçte farklı bir sendikanın üst düzey yöneticisi olarak görevine devam etmesinin etik olmadığı, bu bağlamda bir başka sendikada yönetici olan şikâyetçilerin Üniversitedeki görev yerinin değiştirilmesi suretiyle mobbing uygulandığı değerlendirilmiştir. Azlık görüşüne göre şikâyetçilerin görev yeri değişikliği işlemine karşı açtıkları davalarda iptal kararı verildiği, aynı konuda görülen diğer davalarda da sendikada yönetici pozisyonunda olanların yerlerinin değiştirildiği, söz konusu yer değişikliği işlemlerine karşı açılan davaların da iptal kararı ile sonuçlandığı vurgulanmıştır. Anılan görüşe göre dava konusu işlemlerle Sendika üye sayısının da etkilenmesine sebebiyet verildiği, şikâyetçilere mobbing uygulandığı gerekçesiyle davanın Üniversite genel sekreteri yönünden kısmen iptal, rektör vekili yönünden ise kısmen ret ile sonuçlanması gerektiği belirtilmiştir. Başvuru Konusu Sendika Yönünden Ankara İdare Mahkemesi 3/6/2020 tarihinde başvurucu sendika yönünden ehliyet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde dava konusu işlemin başvurucunun hukuki menfaatini ihlal edici mahiyette olmadığını ve iptalinin istenmesinde hukuki yararı olmadığını, ayrıca menfaati ihlal edilen kişilerin (Sendika üyeleri) ayrı ayrı dava açtıklarını, işlemin Sendikanın tüm üyelerinin ortak menfaatini ilgilendirmediğini belirtmiştir. Mahkemeye göre Sendika ile iptali istenilen dava konusu işlem arasında dava açma yönünden kişisel, meşru, aktüel bir menfaat ilişkisi bulunmamaktadır. Karar 10/9/2020 tarihinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar 7/10/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...c) Ehliyet,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." 2577 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; ... , ehliyet, ... hallerinde ...Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır." 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının f bendi şöyledir:"Sendika : Kamu görevlilerinin ortak ekonomik, sosyal ve meslekî hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kuruluşları,ifade eder." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:''(1) Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir." 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir." 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Medenî hakları kullanma ehliyetine sahip olmayanlar davada kanuni temsilcileri, tüzel kişiler ise yetkili organları tarafından temsil edilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35269 | Başvuru, başvurucu sendikanın açtığı davanın ehliyet yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, aleyhlerine açılan ceza davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde koruma altına alınan adil yargılama haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminata karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 3/12/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 8/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 3/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 26/2/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 25/9/2003 tarihinde sahtecilik suçlamasıyla göz altına alınmıştır. Kartal Cumhuriyet Başsavcılığının 30/12/2003 tarihli iddianamesiyle başvurucular hakkında sahte plaka ve ruhsat düzenlemek, motor ve şasi numaralarında sahtecilik yapmak iddiasıyla cezalandırılmaları için kamu davası açılmıştır. İlk iddianameden sonra Kartal Cumhuriyet Başsavcılığının 1/2/2005 tarihli iddianamesiyle başvurucular ile birlikte dokuz kişi hakkında otomobil hırsızlığı, plakada sahtecilik ve cürüm eşyasını kabul etmek suçlarını işledikleri iddiasıyla cezalandırılmaları için kamu davası açılmıştır. Başvurucular hakkında açılan her iki ceza davası Kartal Asliye Ceza Mahkemesinin E.2005/168 sayılı dava dosyasında, 10/3/2005 tarihinde görülmeye başlanmıştır. Başvurucu Yavuzhan Siyahtaş’ın savunması 28/9/2005 tarihli celsede, başvurucu Karaman Siyahtaş’ın savunması ise 21/2/2006 tarihli celsede alınmıştır. Bu tarihte hakkında hırsızlık iddiası bulunan bir sanık hariç tüm savunmalar tamamlanmıştır. Hakkında başvurucular ile birlikte otomobil hırsızlığı yaptığı iddiası bulunan sanık K.’nin savunmasının alınması için önce bulunduğu yer ceza mahkemelerine talimat yazılmış, savunmasının alınamaması üzerine 28/9/2006 tarihinde yakalama emri düzenlenmiştir. Sanık K.’nin savunması 3/5/2013 tarihinde alınmış ve dosya tekemmül etmiştir. Bu tarihten sonra yapılan iki celse bazı sanık müdafilerinin mazeret dilekçeleri nedeniyle ertelenmiş ve 5/11/2013 tarihli son celsede tüm sanıkların beraatlarına karar verilmiştir. Derece mahkemesinin kararı başvurucular müdafiinin yüzüne karşı verilmiş ve temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8870 | Başvurucular, aleyhlerine açılan ceza davasının makul sürede bitirilememesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılama haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminata karar verilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, itirazen şikâyet sürecinde alınan başvuru bedelinin lehe karar verilmesine rağmen başvurucuya iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu tıbbi ürünlerin ticareti ile iştigal eden bir şirkettir. Sinop ili Kamu Hastaneleri Birliği tarafından hemodiyaliz sarf malzemelerinin alımı için ihale düzenlenmiş, başvurucu Şirket ise İhale Komisyonunca ihale dışı bırakılmıştır. Başvurucu, ihaleye ait idari şartnamenin maddesine göre %15 oranındaki fiyat avantajının uygulanmadığını belirterek 30/12/2015 tarihinde ihaleyi gerçekleştiren idareye şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İdare, başvurucunun şikâyetini 4/1/2016 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu bunun üzerine 12/1/2016 tarihinde Kamu İhale Kurumuna (KİK) itirazen şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu 831 TL tutarında başvuru bedeli ödemiştir. KİK 3/2/2016 tarihinde başvurucunun şikâyetini kabul etmiştir. Buna göre ihalenin bazı kısımlarında yerli malı teklif eden isteklilere %15 oranında fiyat avantajı sağlanması gerektiği belirtilerek başvurucunun haklı olduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucu, itirazen şikâyet başvuru bedelinin iade edilmesi için 2/3/2016 tarihinde KİK'ten talepte bulunmuştur. KİK 1/4/2016 tarihinde bu talebi reddetmiştir.B. İptal Davası Süreci Başvurucu söz konusu idari işlemin iptali istemiyle KİK aleyhine 3/5/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 24/3/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davaya konu başvuru bedellerinin idarenin gelirleri arasında sayıldığına vurgu yapılmıştır. Mahkeme ayrıca başvuru bedeli alınmasına ilişkin kanun hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edilmediğine işaret etmiştir. Başvurucunun istinaf talebi Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince (Daire) 21/9/2017 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 16/10/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Mevzuat Hükümleri 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun maddesinin (j) bendinin (2) numaralı alt bendi şöyledir:"Kurumun gelirleri aşağıda belirtilmiştir:...2) (Değişik: 6/2/2014-6518/49 md.) Yaklaşık maliyeti beş yüz bin Türk Lirasına kadar olan ihalelerde üç bin Türk Lirası, beş yüz bin Türk Lirasından iki milyon Türk Lirasına kadar olanlarda altı bin Türk Lirası, iki milyon Türk Lirasından on beş milyon Türk Lirasına kadar olanlarda dokuz bin Türk Lirası, on beş milyon Türk Lirası ve üzerinde olanlarda on iki bin Türk Lirası tutarındaki itirazen şikâyet başvuru bedeli...." 4734 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"İhale sürecindeki hukuka aykırı işlem veya eylemler nedeniyle bir hak kaybına veya zarara uğradığını veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile istekli olabilecekler, bu Kanunda belirtilen şekil ve usul kurallarına uygun olmak şartıyla şikâyet ve itirazen şikâyet başvurusunda bulunabilirler. Şikâyet ve itirazen şikâyet başvuruları, dava açılmadan önce tüketilmesi zorunlu idari başvuru yollarıdır. Şikâyet başvuruları idareye, itirazen şikâyet başvuruları Kuruma hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle yapılır. ...İtirazen şikâyette bulunanlardan 53 üncü maddenin (j) bendinin (2) nolu alt bendinde belirtilen bedelin dört katı tutarına kadar başvuru teminatı alınmasına Cumhurbaşkanınca karar verilebilir. Başvuru teminatları Kurum hesaplarına yatırılır. Bu teminatlar Kurum gelirleri ile ilişkilendirilmeksizin ayrı hesaplarda tutulur. İtirazen şikâyet dilekçelerine, başvuruda bulunmaya yetkili olunduğuna dair belgeler ile imza sirkülerinin aslı veya yetkili mercilerce onaylı örneklerinin, varsa şikâyete idarece verilen cevabın bir örneği ile başvuru bedeli ve teminatının Kurum hesaplarına yatırıldığına dair belgenin eklenmesi zorunludur.Aynı kişi tarafından birden fazla ihaleye, birden fazla kişi tarafından ise aynı ihaleye tek dilekçe ile başvuruda bulunulamaz.Belirtilen hususlara aykırılık içeren ve henüz başvuru süresi dolmamış olan başvurulardaki eksiklikler, idare veya Kurumun bildirim yapma zorunluluğu bulunmaksızın, başvuru süresinin sonuna kadar başvuru sahibi tarafından giderilebilir.(Ek: 6/2/2014-6518/50 md.) Başvuruların ihaleyi yapan idare veya Kurum dışındaki idari mercilere ya da yargı mercilerine yapılması ve başvuru dilekçelerinin bu merciler tarafından ilgisine göre idareye veya Kuruma gönderilmesi hâlinde, dilekçelerin idare veya Kurum kayıtlarına girdiği tarih, başvuru tarihi olarak kabul edilir.Başvurular üzerine ihaleyi yapan idare veya Kurum tarafından gerekçeli olarak;a) İhale sürecinin devam etmesine engel oluşturacak ve düzeltici işlemle giderilemeyecek hukuka aykırılığın tespit edilmesi halinde ihalenin iptaline,b) İdare tarafından düzeltme yapılması yoluyla giderilebilecek ve ihale sürecinin kesintiye uğratılmasına gerek bulunmayan durumlarda, düzeltici işlem belirlenmesine,c) Başvurunun süre, usul ve şekil kurallarına uygun olmaması, usulüne uygun olarak sözleşme imzalanmış olması veya şikâyete konu işlemlerde hukuka aykırılığın tespit edilememesi veya itirazen şikâyet başvurusuna konu hususun Kurumun görev alanında bulunmaması hallerinde başvurunun reddine,karar verilir. Kurumun görev alanında bulunmaması hali hariç, itirazen şikâyet başvurusunun reddedilmesi durumunda, başvuru teminatı yatırılan hallerde teminatın gelir kaydedilmesine de karar verilir...."B. Anayasa Mahkemesi Kararı 4734 sayılı Kanun'un 20/11/2008 tarihli ve 5812 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen maddesinin (j) fıkrasının değiştirilen ikinci bendinin iptali istemine ilişkin Anayasa Mahkemesince verilen 16/6/2011 tarihli ve E.2009/9, K.2011/103 sayılı kararın ilgili kısımları şöyledir: "Dava dilekçesinde, iptali istenen kural ile Kamu İhale Kurumu'na yapılacak itirazen şikâyet başvurularında getirilen yüksek başvuru ücretlerinin, ihaleye aday ve istekli olmuş gerçek ve tüzel kişilerin başvurularını ölçüsüzce sınırlandırdığı, bu nedenle kuralın Anayasa'nın , ve maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.İptali istenilen kural ile mal, hizmet veya yapım işleri ihalelerine ilişkin olarak Kamu İhale Kurumu'na yapılacak itirazen şikâyet başvurusu bedelleri yaklaşık maliyetle ilişkilendirilmiş ve buna göre mal, hizmet, yapım işleri ihalelerinde itirazen şikâyet başvuru bedellerinin, ihalelerin yaklaşık maliyetlerine göre kademeli olarak artırılıp azaltılması esası getirilmiştir.Anayasa'nın maddesinde belirtilen hukuk devletinin önemli ilkelerinden birisi de ölçülülük ilkesidir. Buna göre, hak ve özgürlüklerin kullanım alanına ilişkin kuralların hakkaniyete uygun, dengeli ve ölçülü bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.İptali istenilen kural ile Kuruma yapılan itirazen şikâyet başvurularından alınmakta olan başvuru bedeli, ihalelerin niteliği ve parasal büyüklükleri göz önünde tutularak yeniden belirlenmiştir. Düzenlemenin amacının; şikâyet ve itirazen şikâyet başvurusunda bulunacakları iyi niyetli, esas saiki hak arama amacı olan, özenli biçimde hazırlanmış başvurulara sevk etmek, bununla birlikte şikâyet ve itirazen şikâyet sürecinin hızlı ve etkili biçimde gerçekleşmesini temin etmek olduğu anlaşıldığından, itirazen şikâyet başvurularından bedel alınmasının ve bu bedelin yaklaşık maliyete göre kademeli olarak artmasının amaç ve araç arasında makul ve uygun bir ilişki kurduğu ve düzenlemenin amacına ulaşmaya elverişli olduğu görülmekle, kuralın ölçüsüzce düzenlendiği söylenemeyeceğinden söz konusu düzenleme Anayasa'nın maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37300 | Başvuru, itirazen şikâyet sürecinde alınan başvuru bedelinin lehe karar verilmesine rağmen başvurucuya iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, yetkili amirin kararıyla hakkında herhangi bir mahkeme kararı bulunmaksızın oda hapsi cezası verilmesinin eşitlik ilkesini, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ve hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 29/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine şahsen yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, TCG (Türkiye Cumhuriyeti Gemisi) Gaziantep Komutanlığı’nda topçu astsubay kıdemli çavuş olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, 6 ila 8 Nisan 2012 tarihleri arasındaki “nöbet vardiya topçu astsubaylığı” görevini ve 6/4/2012 tarihinde 00 ila 00 saatleri arasında “güverte nöbet astsubaylığı” görevini talimat ve yönergelere uygun olarak icra etmediği gerekçesiyle, 30/5/2012 tarihinde 15/6/1930 tarih ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun maddesi uyarınca disiplin amiri tarafından 6 gün oda hapsi cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucunun, 1632 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca aynı gün yaptığı itiraz ise 15/6/2012 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucuya verilen oda hapsi cezası 30/10/2012 ila 5/11/2012 tarihleri arasında Aksaz Disiplin Ceza Tutukevinde infaz edilmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası, geçici maddesinin yedinci fıkrası, 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası, geçici maddesinin (8) numaralı fıkrası, maddesi, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 171 ve maddeleri. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/832 | Başvurucu, yetkili amirin kararıyla hakkında herhangi bir mahkeme kararı bulunmaksızın oda hapsi cezası verilmesinin eşitlik ilkesini, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ve hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; başvurucular aleyhine açılan bir adet dairenin devir ve temlikine ilişkin dava nedeniyle mülkiyet ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular nihai hükmü 8/4/2019 tarihinde öğrendikten sonra 2/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13558 | Başvuru; başvurucular aleyhine açılan bir adet dairenin devir ve temlikine ilişkin dava nedeniyle mülkiyet ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu elektrik çarpması sonucu ortaya çıkan maddi ve manevi zararının tazmini talebiyle 1/9/2009 tarihinde dava açmıştır. Senirkent Asliye Hukuk Mahkemesi 7/10/2009 tarihli kararı ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/1/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada Mahkemece 8/4/2013 tarihli karar ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/10/2014 tarihli ilamı ile karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere onanmıştır. Onama ilamı başvurucuya 4/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18912 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun bir yakınına gönderdiği mektupta yer alan ifadeleri nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kamu malına zarar verme, terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek ve tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçlarından hükümlü olarak Maltepe 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, bir yakınına gönderilmek üzere hazırladığı mektubu 22/10/2018 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna vermiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu (Disiplin Kurulu) mektubun alıcısına gönderilmemesine 22/10/2018 tarihinde karar vermiştir. Mektupta geçen sözler nedeniyle başvurucu hakkında ayrıca bir disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin Kurulu disiplin soruşturması sonucunda suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapma veya yaptırma eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında 11 gün hücreye koyma cezası verilmesine 26/10/2018 tarihinde karar vermiştir. Disiplin Kurulu kararında öncelikle mektupta geçen bazı sözlere yer vermiştir. Disiplin Kurulu kararında değinilen sözlere bakıldığında başvurucu, göndermek istediği mektubunda, "Kürdistan" olarak belirlediği alanda tecavüzlerin incelenmesinin tecavüzün politik hâlini anlaşılır kılacağını belirtmiştir. Daha sonra başvurucu, kamu görevlilerince gerçekleştirilen gözaltılarda ve köy baskınlarında tecavüzlerin ve benzer nitelikle cinsel şiddet olaylarının yaşandığını, bunun yanında ceza infaz kurumlarında da aynı eylemlerin gerçekleştirildiğini ifade etmiştir. Hatta başvurucu, kadın cenazeleri üzerinde dahi benzer cinsel şiddet olaylarının gerçekleştirildiğini açıklamıştır. Söz konusu eylemlerin bir devlet politikası olduğunu vurgulayan başvurucu, eylemlerin öncelikli olarak "Kürt" illerindeki kadınlar üzerinde gerçekleştirildiğini, ayrıca diğer illerde de muhalif çevreler üzerinde icra edildiğini belirtmiştir. Öte yandan söz konusu tecavüz politikalarının eğitim alanında özellikle yatılı bölge okulları aracılığıyla icra edildiğini belirten başvurucu, üç bini aşkın çocuğun buralarda asimilasyona tabi tutulduğunu iddia etmiştir. Başvurucu, bazı illerde bulunan bu nitelikteki okullarda tecavüz olaylarının ortaya çıktığını, hatta bu eylemi gerçekleştirenlerin kamu görevlileri olduğunu, devletlerin ordu gücünü tecavüz kültürünü meşrulaştırmak ve uygulamak için kullandığını ifade etmiştir. Başvurucu, daha sonra mektubunda devletlerin gerçekleştirdiği savaşların doğa üzerinde tahribatlara neden olduğu hususunda açıklama yapmıştır. Devletlerin savaşlarda ormanları yaktığını, suları zehirlediğini, köyleri yok ettiğini belirten başvurucu, bunun en yakın örneğinin "Kürdistan"ın içinde bulunduğu savaş ortamı olduğunu açıklamıştır. Daha sonra başvurucu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin çıkardığı savaşta, "Kürt" halkını özgürlük mücadelesinden vazgeçirmek için "Kürdistan"ı yaşanılmaz hâle getirmeye çalıştığını belirtmiştir. Bu noktada başvurucu, devletin "Kürt" halkının dilini yok etmeye çalıştığını, okullarda bilmedikleri bir dilin ve tarihin kendilerine öğretildiğini, giyimlerinin dahi değiştirilmeye çalışıldığını, yaşam tarzlarından utanmalarının sağlandığını, bu şekilde asimile edilmek istendiklerini ifade etmiştir. Son olarak başvurucu, bu şekilde yapılmak istenen inkâr ve imhalara karşı "Kürt" tarihinde onurlu isyanların çıktığını, "Kürt"lerin özüne geri dönebilmesi ve eski hâle gelebilmeleri için insanların can verdiğini belirtmiştir. Disiplin Kurulu, daha sonra değindiği sözlerden de anlaşıldığı üzere başvurucunun mektubunda, kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek yalan yanlış bilgilere yer verdiğini, bunun da ötesinde "Kürdistan" ifadesiyle terör örgütü lehine açıklamalar yaptığını, "tecavüz", "asimilasyon", "eğitim" gibi başlıklar altında yapılan açıklamalarla Türkiye Cumhuriyeti devletini ve kurumlarını açıkça hedef aldığını belirtmiştir. Mektup içeriğine dair bu şekilde değerlendirme yapan Disiplin Kurulu, başvurucunun söz konusu eylemi ile Ceza İnfaz Kurumunun disiplinini bozacak bir eylem yaptığını, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük ve yönetmelikler ile idarenin uyulmasını gerekli kıldığı davranış ve tutumları kusurlu olarak ihlal ettiğini kabul etmiş ve anılan disiplin eyleminin somut olayda gerçekleştiğine karar vermiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı İstanbul Anadolu İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği/Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği, başvurunun itirazını 6/12/2018 tarihinde reddetmiştir. Hâkimlik, Disiplin Kurulunca belirtilen sözlere aynen yer verdikten sonra bu sözlerin ve mektuptaki diğer açıklamaların genel olarak kişi ve kuruluşları paniğe yöneltecek ve Türkiye Cumhuriyeti devletini ve kurumlarını açıkça hedef gösterecek bir anlatım şekline sahip olduğunu belirtmiştir. Bu değerlendirme sonrasında Hâkimlik, başvurucunun göndermek istediği mektubun tümüyle sakıncalı olduğuna ve mektubun içeriğine göre başvurucunun anılan disiplin eylemini gerçekleştirdiğinin sabit olduğuna karar vermiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle anılan itirazı 6/3/2019 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 29/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 26/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının olay tarihindeki hâli şöyledir:"Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır." 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (l) bendi şöyledir:"(3) Onbir günden yirmi güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:…l) Suç örgütlerinin eğitim ve propaganda faaliyetlerini yapmak veya yaptırmak.…" | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14529 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun bir yakınına gönderdiği mektupta yer alan ifadeleri nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon; diğer iddialar yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı vererek başvurunun tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılmasına, ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Darbe teşebbüsü sonrasında Konya Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY örgütlenmesine ilişkin olarak başlatılan bir soruşturma kapsamında başvurucu hakkında 23/9/2016 tarihinde yakalama kararı çıkarılmıştır. Başsavcılığın 16/6/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle Konya Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamede, başvurucunun ByLock haberleşme programını kullandığı ve FETÖ/PDY içinde bulunduğuna dair tanık beyanlarının olduğu belirtilmiştir. İddianame, Mahkeme tarafından kabul edilmiş ve E.2017/1 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Yargılama sonucunda bir kısım sanık hakkında karar verilmiş; aralarında başvurucunun da bulunduğu, haklarındaki yakalama emri yerine getirilemeyen diğer sanıklar bakımından ise ayırma kararı verilerek başvurucu hakkındaki yargılamayaE.2018/9 sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Mahkemece 9/4/2019 tarihli duruşmada başvurucu hakkındaki davanın ayrılmasına ve yakalama emrinin infazının beklenmesine karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava E.2019/192 sayılı dosya üzerinden sürdürülmüştür. Başvurucunun yakalanması üzerine Mahkemece açılan 4/6/2020 tarihli ara oturumda başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu 30/6/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenerek tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiş,başvurucunun bu karara yaptığı itiraz Konya Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinden incelenerek 7/7/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla mahkeme önüne çıktığı ve müdafiinin de bulunduğu 23/7/2020 tarihli duruşmada tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiş; başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Konya Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinden incelenerek 29/7/2020 tarihinde reddedilmiştir. Mahkeme, daha önce alınan karar uyarınca başvurucunun tutukluluk durumunu 18/8/2020 ve 15/9/2020 tarihlerinde dosya üzerinden incelemiş; tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun 18/8/2020 tarihli tutukluluk hâlinin devamı kararına yaptığı itiraz 25/8/2020 tarihinde Konya Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinden incelenerek reddedilmiştir. Başvurucunun 15/9/2020 tarihli karara itirazı ve tahliye talebi de Mahkemece 24/9/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenerek reddedilmiştir. Başvurucunun SEGBİS yoluyla mahkeme önüne çıktığı ve müdafiinin de bulunduğu 8/10/2020 tarihli duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu 23/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki hüküm 21/9/2021 tarihinde onanmak suretiyle kesinleşmiştir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kuralları için bkz. S, B. No: 2020/15221, 5/10/2023, §§ 26- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35096 | Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucunun şeref ve itibarına yönelik sözlere karşı açtığı tazminat davasının reddi nedeniyle şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Olayların geçtiği tarihte Ankara'nın Keçiören ilçesi belediye başkan adayı olan başvurucu 1994-2009 tarihleri arasında üç dönem Keçiören Belediyesi başkanlığı yapmış -2019 yerel seçimlerinde yeniden Keçiören Belediye başkanı seçilmiş olan- aktif bir siyasetçidir. Davalı ise Keçiören ilçesinde yaşayan ve seçmen sıfatını haiz bir vatandaştır. Başvurucunun belediye başkanlığı yaptığı dönemlerde, bazı esnaf ve pazarcılara çeşitli baskılar uygulandığı iddiaları kamuoyunda tartışılmıştır. Davalının savunmaları ve dosya içerisinde yer alan bilgilere göre olayın arka planı ile ilgili basında yer alan bazı haberler şöyledir:i. T. isimli internet gazetesinde 29/8/2008 tarihinde "Flörte dayak meyhaneye kilit" başlığıyla yer alan haberin ilgili kısımları:"...Büfeci dayağıyla gündeme gelen Ankara’nın en büyük ilçesi Keçiören’de 1994’te 22 olan içkili restoran sayısı şu anda '0'. Eski belediye başkanı H.K. görevi AKP’li Turgut Altınok’a teslim ettikten sonra yaşananları şöyle anlattı: 'Kimseye içkili yer ruhsatı vermediler. Baskı ve şiddetle bütün restoranlar kapatıldı.' 'A takımı'ndan dayak Keçiören’in Altınok’tan önceki Belediye Başkanı H.K., 'Benim dönemimde içkili restoran için talepte bulunan ve şartları belediyemizce uygun görülen her işletmeye ruhsatı verildi. 1994’te, 22 içkili restoran vardı. Hatta belediyemize ait bir tesisi kiraya verip içkili restoran haline getirmiştik. Biz görevi Altınok’a teslim ettikten birkaç yıl sonra tüm restoranlar baskı ve şiddet kullanılarak kapatıldı. Kimseye de içkili restoran ruhsatı verilmedi. Adını ’A Takımı’ koydukları bir ekip oluşturarak parklarda elele tutuşanlara dayak attılar, büfecilere saldırdılar' dedi. Arabistan'a çevirdilerKeçiören’de kapatılan son içkili restoranın sahibi olan SHP Ankara İl Başkanı [K.] da restoranının kapatılma sürecini şöyle anlattı: 'Altınok göreve başladıktan birkaç ay sonra sürekli taciz edilmeye başlandık. Restoranımız sürekli kapatılıyor ve baskı altında bırakılıyorduk. Müşterilerimiz tedirgin olmaya başlamıştı. ’A Takımı’ denilen ekip kurarak müşterilerimizi korkutuyorlardı. Biz de bir süre sonra restoranı kapatmaya karar verdik. Keçiören’i, aradan geçen 14 yıl içinde Arabistan’a çevirdiler'Korku imparatorluğu H. gazetesine konuşan ve baskılardan korktukları için isimlerinin yazılmasını istemeyen alkollü içki satan büfe sahiplerinin birçoğu, Altınok’un göreve başlamasının ardından içki satışları nedeniyle kendilerine baskı yapılmasından yakındılar. Ramazan ayında baskıların daha da arttığını söyleyen başka bir büfeci ise şunları söyledi: 'İçki sattığımız için Ramazan ayında büfenin açılmasını istemiyorlar. Zabıtalar sürekli kontrole geliyor ve ’gözünün üzerinde kaşın var’ diyerek sudan sebeplerle tutanak tutup büfeleri kapatıyorlar. Fiziki güç kullanarak Keçiören’de korku imparatorluğu kurdular. İnsanlar ellerine içki alıp evlerine getirmeye korkar oldu.'..."ii. T. isimli internet gazetesinde 9/10/2008 tarihinde "Dövdüler bir de üstüne para istiyorlar" başlığıyla yer alan haberin ilgili kısımları şöyledir:"Keçiören Belediye Başkanı Turgut Altınok, dükkânına gelen iki belediye zabıtası tarafından dövüldüğü kamera görüntüleriyle ortaya çıkan esnaf Ş. ile babası P.Ş. hakkında, kişilik haklarına hakarette bulundukları iddiasıyla toplam 50 bin YTL’lik iki ayrı tazminat davası açtı.... söz konusu olayın ardından ve babası P.nin bakkal dükkânının kapısına, 'Şehir eşkiyalarının başı Turgut Altınok...' ve 'Turgut gidecek şehir eşkiyalığı bitecek' yazılı pankartlar astıkları belirtildi..." . " iii. H. gazetesinin 8/7/2010 tarihli nüshasında "Savcı Keçiörende A Takımını Arıyor" başlıklı haberin ilgili kısımları şöyledir:"Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Keçiören ilçesinde sık sık dayak olaylarıyla gündeme gelen 'A Takımı' hakkında soruşturma başlattı. Savcılık yine bir dayak olayına karışan 'A Takımı' üyelerinin tespit edilerek ifadelerinin alınması için Etlik Polis Merkezi’ne talimat gönderdi. Polislerin 'A Takımı' üyelerini tanımalarına rağmen hala ifadelerinin alınmadığı iddia edildi....Yıllardır Keçiören’de varlığı iddia edilen ancak ispatlanamayan 'A Takımı', ilk kez bir savcılık soruşturmasıyla resmi kayıtlara geçti.Cumhuriyet Savcısı, polise gönderdiği yazıda Kanuni Parkı’nda bir kişinin dövülmesi olayına karıştığı iddia edilen 'A Takımı’na' mensup kişilerin ifadelerinin alınmasını istedi. Ancak, aradan iki ay geçmesine rağmen bu kişiler polis tarafından bulunamadı..." Davalı, başvurucunun belediye başkanı adaylığını açıkladığı dönemde; 16/1/2014 tarihinde başvurucu hakkında üçüncü bir şahıs tarafından Twitter isimli sosyal paylaşım sitesinde yazılan bir bildirimi retweet (yeniden gönderim) yapmak suretiyle takipçileri ile paylaşmıştır. İlgili paylaşım şu şekildedir:"Pazar eşkiyası Turgut Altınok, ben sana aday olmazsın demedim, adam olamazsın demiştim, yine haklı çıktım." Başvurucu, paylaşımda geçen ifadeler nedeniyle davalının hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle suç duyurusunda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 7/5/2014 tarihli iddianamesiyle başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. Yargılamayı yapan Ankara Asliye Ceza Mahkemesi davalının "hakaret suçunu işlediğini anlaşılması nedeniyle" 800 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş ve hükmün açıklanmasını geri bırakmıştır. Verilen karar itiraz üzerine kesinleşmiştir. Anılan paylaşım üzerine başvurucu, davalı hakkında manevi tazminat davası açmıştır. Yargılamayı yapan Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 21/3/2017 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Ankara Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2014/1227 Esas sayılı dosyasında; ...yaptırılan bilirkişi incelemesi ile [E.K]'nin 'Pazar eşkiyası Turgut Altınok, ben sana aday olmazsın demedim adam olamazsın demiştim. Yine haklı çıktım' şeklinde hakaret içeren ifadeleri alıntı da olsa paylaşmak suretiyle katılımda bulunduğu, bu ifadeleri retweetlemek suretiyle eylemini gerçekleştirdiği, ... sanığın hakaret suçunu işlediği anlaşıldığından eylemine uyan TCK'nın 125/maddesi delaletiyle 125/ Maddesi gereğince ...90 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, karar verildiği, kararın 03/04/2015 tarihinde kesinleştiği görülmüştür. TMK. nun 24/1 maddesine görehukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse hakimden saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. TBK.nun maddesine göre de kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Bu davada; davalı, www.twitter.com isimli sosyal paylaşım sitesinde kendisine ait olan Emrah Kabadayı isimli profilden 'Pazar Eşkiyası Turgut Altinok Ben sana aday olamazsın demedim, Adam olamazsın demiştim. Yine haklı çıktım.' şeklinde sözlerle davacıyı küçük düşürücü, onu aşağılayıcı, hakaret içeren sözler söylediği, böylece davacının kişilik haklarını ihlal ettiği sabit olmuştur. Her ne kadar davacı, siyasetçi olup ağır eleştirilere katlanmak zorunda olsada, davalının paylaştığı sözler eleştiri sınırını aşmakta doğrudan davacının kişilik haklarına hedef almaktadır. Bu nedenle kişilik hakları ihlal edilen davacının manevi tazminat istemeye hakkı bulunmaktadır. Davalının istinaf yargı yoluna başvurması üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 15/9/2017 tarihli kararıyla kararın kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Ceza dava dosyasında her ne kadar davalı, davacıya yönelik hakaret suçundan yargılanmış ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise de,... hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder nitelikte bir hüküm olmadığından hukuk yargıcı yönünden ortada bağlayıcı nitelikte bir ceza mahkemesi kararı bulunmamaktadır.Davacı, dava dilekçesinde de beyan ettiği üzere 1994-2009 yılları arasında Ankara’nın Keçiören ilçesinde belediye başkanlığı yapmış bir siyasetçidir. Dava konusu olan ifadeler, 2014 tarihinde yapılacak olan yerel seçimlerde davacının bir kez daha belediye başkanlığına aday olmasından sonra internet ortamında paylaşılmış olup seçimlerin yaklaştığı bir dönemde, seçmenlerin siyaset ve siyasetçiler hakkında yorum ve eleştirilerde bulunmaları demokratik hakları olup, söz konusu ifadelerin yazıldığı zaman diliminden bağımsız olarak değerlendirilmesi doğru olmayacaktır.Aynı zamanda davacının daha önce üç dönem belediye başkanlığı yaptığı yeni seçimler öncesinde yeniden belediye başkanlığına aday olduğu, davalının Ankara/Keçiören’de yaşayan bir seçmen sıfatı taşıdığı unutulmadan davalının paylaşımının ifade özgürlüğü sınırlarını aşıp aşmadığının değerlendirilmesi gereklidir. ...Somut olaya baktığımızda, davacının üç dönem belediye başkanlığı yapmış bir siyasetçi, davalının ise davacının adaylığını koyduğu seçim çevresinde yaşayan bir seçmen olduğu, davacının siyaseti seçmekle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin dediği gibi bilinçli olarak eylem ve davranışlarını vatandaşların kontrolüne açık bıraktığı, dava konusu paylaşımın davacının yeni seçimler öncesinde yeniden belediye başkanlığına aday olduğu bir ortamda yapıldığı değerlendirildiğinde, ortaya çıkacak kamusal yarar nedeniyle davacının sert, ağır ve hatta incitici de olsa eleştirilere açık olması gerektiği sonucuna varılmıştır. Davacı, davalının paylaşımlarına karşı yazılı ve görsel basını kullanarak cevap verebilecek imkanlara da sahiptir. Davalı eleştirilerini dile getirirken doğrudan, açık ve somut bir isnatta bulunmamış, daha çok subjektif değerlendirmeleri niteliğindeki ifadeleri kullanmıştır. Bu sırada ağır olarak nitelendirilebilecek bir kelime kullanmış olsa da, bu ifadenin davacının belediye başkanlığı yaptığı dönemde gösterdiği siyasi tutum ve davranışlara yönelik bir eleştiri olduğu, davacının bizzat kişilik haklarını hedef almadığı değerlendirilmiştir. Bu şartlar altında davalının ifade özgürlüğüne sınırlama getirilmesini gerektirir demokratik bir toplum için gereklilik bulunmadığı anlaşıldığından İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir". Nihai karar başvurucuya 19/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun "Sorumluluk" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için İlhan Cihaner (2) (B. No: 2013/5574, 30/6/2014); Bekir Coşkun ([GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015) ve Kemal Kılıçdaroğlu (B. No: 2014/1577, 25/10/2017) kararlarına bakılabilir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36724 | Başvuru, başvurucunun şeref ve itibarına yönelik sözlere karşı açtığı tazminat davasının reddi nedeniyle şeref ve itibar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, başvurucu B.’nin sınır dışı edilmesi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/1/2014 tarihli görüşü başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili 12/2/2014 havale tarihli beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ukrayna uyruklu B., 20/8/1999 tarihinde turist olarak Türkiye’ye giriş yapmıştır. Başvurucu, 31/3/2002 tarihinde Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim Hastanesinde diğer başvurucu B.’yi dünyaya getirmiş, ancak doğum raporunda doğum yapan kişi olarak başvurucunun doğum sırasında yanında bulunan G. Ş. isimli kişi gösterilmiştir. 4/5/2002 tarihinde başvurucuların barındıkları eve fuhuş yapıldığı gerekçesiyle baskın yapılması sonucu başvurucu B. yakalanarak sınır dışı edilmiştir. Doğum raporunda annesi olarak görünmediği için oğlu olan diğer başvurucu B.’yi yanında götüremeyen başvurucu B., 15/6/2005 tarihinde tekrar Türkiye’ye giriş yapmış ve B.’nin kendi oğlu olduğunun tespiti istemiyle dava açmıştır. Ankara Aile Mahkemesinin 3/5/2006 tarih ve E.2006/178, K.2006/485 sayılı kararıyla B.’nin B.’nin oğlu olduğunun tespitine karar verilmiştir. 18/1/2007 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat eden başvurucular, B.’nin hizmet kusuru sonucunda sınır dışı edilmesi nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebinde bulunmuşlar, talebin reddi üzerine 28/3/2007 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat istemle dava açmışlardır. Ankara İdare Mahkemesi 30/10/2007 tarih ve E.2007/1199, K.2007/1214 sayılı kararı ile davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“Bu durumda 2002 yılında sınır dışı edilen davacının bu işlem nedeniyle uğradığı belirtilen manevi zararın tazmini istemiyle bu işlemin icra tarihi olan 2002 tarihinden itibaren atmış gün içerisinde veya da sınırdışı edildiği tarihte Türkiye'de kalan oğlu B. ile soybağının tesbit edilmesi üzerine 2006 tarihinde düzenlenen kimlik belgesi ile B. için dava açmak için hukuki imkansızlığın kalktığı tarihten itibaren atmış günlük süre içerisinde veya bu süre içerisinde idareye söz konusu manevi zararın tazmini istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine başvuru süresine kadar geçen sürede hesaplanmak suretiyle verilen cevaptan sonra kalan dava açma süresi içerisinde dava açılması gerekirken bu süreler geçirildikten çok sonra 2007 tarihinde yapılan başvurunun 2007 tarihinde reddi üzerine 2007 tarihinde açılan davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenmesi mümkün değildir.” Başvurucular tarafından yapılan temyiz talebi Danıştay Onuncu Dairesinin 21/11/2011 tarih ve E.2008/4725, K.2011/5009 sayılı kararı ile ve karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin 6/5/2013 tarih ve E.2012/1864, K.2013/4055 sayılı kararı reddedilmiştir. Karar, başvurucular vekiline 31/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, 28/8/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuru yapılmıştır. B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Üst makamlara başvurma” başlıklı maddesi şöyledir: " İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır." 2577 sayılı Kanun'un “İptal ve tam yargı davaları” başlıklı maddesi şöyledir: "İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." 2577 sayılı Kanun’un “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından: a) Görev ve yetki, b) İdari merci tecavüzü, c) Ehliyet, d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı, e) Süre aşımı, f) Husumet, g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları, Yönlerinden sırasıyla incelenir. (4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.” 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6697 | Başvurucular, başvurucu M. B. ’nin sınır dışı edilmesi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 20. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.