text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, yaralama suçuna ilişkin olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 11/12/2017 tarihinde, eşinin kardeşi olan A. ve A.nın akrabası A.Y.A.nın işyerine gelerek miras meselesi nedeniyle kendisini tehdit ettikleri iddiasıyla bu şahıslardan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) nezdinde şikâyetçi olmuştur. Şikâyet üzerine başlatılan soruşturma 12/1/2018 tarihinde başvurucunun soyut iddiası dışında başkaca bir delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlanmış ve karar 14/3/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucunun bu soruşturma sürecine dair herhangi bir iddiası bulunmamaktadır. Başvurucu 14/12/2017 tarihinde -A. ve kardeşleri tarafından yönlendirildiğini iddia ettiği ve aralarında A.Y.A.nın da bulunduğunu ileri sürdüğü kişilerce- işyerinde bıçaklanmış ve gasbedilmiştir. Olayın hemen akabinde başlatılan soruşturmada olay yeri krokisi çıkarılmış, olay yeri inceleme raporu düzenlenmiştir. Olay yeri inceleme raporunda mahalden delillerin toplandığı, vücut izine müsait zeminlerden teşhis ve mukayeseye elverişli bulgu elde edilemediği belirtilmiştir. 15/12/2017 tarihli Kolluk Araştırma Tutanağı'nda olay yerinde görüntü kaydı yapan kamera bulunmadığı, olaya şahitlik edecek birinin olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun eşkâlini verdiği kişiler için emniyet birimlerinin eşkâl modülünden başvurucu ile birlikte inceleme yapılmış, başvurucunun verdiği kriterlere uygun şahıs tespit edilemediği 15/12/2017 tarihli tutanaklarla kayıt altına alınmıştır. Başvurucu hakkında, olay günü özel bir sağlık kurumu tarafından düzenlenen adli raporda özetle sağ uyluk kemiğinin yan tarafında, üç ayrı yerde 1,5 cm genişliğinde, 4 cm derinliğinde kesi, kafanın arka kısmında yumuşak doku şişliği, sağ üst çene kemiği bölgesinde sıyrık/kazıntı, sol uyluk kemiğinin yan tarafında 2 cm genişliğinde, 2 cm derinliğinde kesi tespit edilmiştir. Soruşturma sürecinde söz konusu yaralamanın başvurunun hayati fonksiyonlarına etkisine ve yaralamanın derecesine ilişkin eğitim ve araştırma hastanesinden sağlık raporu talep edilmiş olup düzenlenen 7/2/2018 tarihli raporda, yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu ve hayati tehlikeye neden olmadığı ifade edilmiştir. Soruşturma sürecinde ayrıca ilgili kurumlardan şüpheliler hakkında iletişim (GSM) tespitlerinin yaptırıldığı görülmüştür. Olay gerçekleştiği sırada işyerinde olduğu anlaşılan başvurucunun oğlu E.G. 15/12/2017 tarihli ifadesinde; 4-5 erkek şahsın işyerlerine gelerek babasını darbettiğini, bıçakladığını, küfürlü sözler söylediğini, babasının bağırması üzerine kaçtığını beyan etmiştir. Başvurucunun eşi ise aynı tarihli ifadesinde; kardeşlerinin silah göstererek eşini miras uyuşmazlığı nedeniyle tehdit ettiklerini, tehdit eylemine şahit olduğunu, olay günü ikametlerinin işyerinin hemen üzerinde olması nedeniyle işyeri önünde toplanan kalabalığı gördüğünü, oğlunun kendisine haber verdiğini, şahısları tanımadığını, işyerine girdiğinde kan lekelerini gördüğünü beyan etmiştir. Başvurucunun eşinin kardeşleri olan A, T.A, Me.A., ve Mu.A. şüpheli sıfatıyla gerek emniyet biriminde gerekse Başsavcılık bünyesinde alınan ifadelerinde özetle olayla ilgilerinin bulunmadığını, olay anında, öncesinde ve sonrasında farklı yerlerde olduklarını, şüpheli bir görüşmelerinin olmadığını, HTS kayıtlarından da bu durumun anlaşılabileceğini, başvurucunun kendilerine iftira attığını ve şikâyetçi olduklarını beyan etmiştir. A.Y.A. da ifadesinde diğer şüphelilerin amcasının çocukları olduğunu, olay günü İzmir'de bulunduğunu, başvurucuyu tanımadığını, işyerine de hiç gitmediğini belirtmiştir. Başsavcılık tarafından 24/10/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Gerekçede; şüphelilerin inkâra yönelik savunmaları, alınan HTS içeriklerine göre olay tarihi ve saatinde olay yerinde bulunmadıklarına dair tespit ile suçun azmettireni olduklarına dair müştekinin soyut iddiası dışında delil elde edilememesi, olayın asli faillerinin kimlik bilgilerinin tespit edilememesi dikkate alınarak kamu davası açılması için yeterli şüphe ve delil bulunmadığını ifade edilmiştir. Kararda ayrıca A.Y.A.nın 17/5/2018 tarihinde vefat ettiği ve bu nedenle anılan şüpheli için kovuşturma imkanı bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun karara yönelik itirazı da 13/2/2019 tarihinde reddedilmiştir. Bu süreçte ayrıca 26/10/2018 tarihinde, olayın kimliği tespit edilemeyen faillerine ilişkin olarak daimi arama kararı verilmiştir. Başvurucu 3/3/2019 tarihinde nihai kararı tebellüğ etmesinin ardından 2/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11079
Başvuru, yaralama suçuna ilişkin olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi yoluyla savunma yapılması, gizli tanığın duruşmada dinlenmemesi ve soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının müdafi olmaksızın ifade alması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 4/12/2012 tarihinde gözaltına alınmış, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma ve mala zarar verme suçlarından 7/12/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma, silahlı terör örgütüne üye olma, kamu malına zarar verme ve muhtelif suçlardan 14/2/2014 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Açılan davanın Van Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/52 Esas sırasına kaydı yapılmış ancak 06/03/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun yürürlüğe girdiğinden bahse konu Kanun kapsamında başvurucu hakkındaki kamu davası Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır. Mahkemece yapılan yargılama neticesinde başvurucu hakkında 11/02/2016 tarihli karar ile suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde izinsiz olarak tehlikeli madde bulundurmak suçundan iki kez 6 yıl 11 ay 10 gün hapis cezası ile 880 TL adli para cezası, yakıcı ve parlayıcı madde kullanarak kamu malına zarar verme suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ise 10 yıl hapis cezası verilmiştir. İddianamede atfedilen diğer eylemlere ilişkin suçlar yönünden ise beraat kararları verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, başvurucu hakkında yakıcı ve parlayıcı madde kullanarak kamu malına zarar verme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından verilen cezaları 10/10/2016 tarihli kararıyla onamıştır. Yargıtay Ceza Dairesinin 10/10/2016 tarihli kararı ile bozulan hükümlere yönelik dava dosyasının Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/4 Esas sırasına kaydının yapıldığı ve buna ilişkin yargılamanın ise devam ettiği anlaşılmıştır. Başvurucu, onama kararı sonrasında Yargıtayın 10/10/2016 tarihli ilamını 13/1/2017 tarihinde tebliğ aldığını belirterek 27/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru incelemesi, hükmün onanarak kesinleşen kısmına yönelik yapılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15649
Başvuru, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi yoluyla savunma yapılması, gizli tanığın duruşmada dinlenmemesi ve soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının müdafi olmaksızın ifade alması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 27/4/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle sevk edildiği Tunceli Sulh Ceza Hâkimliğince 3/5/2017 tarihinde atılı suçtan tutuklanmıştır. Soruşturma sonucunda 28/2/2019 tarihinde başvurucu hakkında iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kabul edilmesiyle kovuşturma aşaması başlamıştır. 3/10/2023 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, bu karara itiraz etmiş; Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi 18/10/2023 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 22/11/2023 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 23/11/2023 tarihli duruşmada başvurucu yönünden dosyanın tefrikine ve farklı bir esas numarası üzerinden yargılamaya devam edilmesine karar vermiştir. Yapılan yargılama sonucunda 12/12/2023 tarihinde başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan 21 yıl; bombalamak suretiyle kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 5 kez 8 yıl 8 ay , 2 kez 10 yıl 8 ay, bir kez 12 yıl hapis; bombalamak suretiyle kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürme suçundan üç kez 21 yıl hapis, tasarlayarak kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 3 kez 10 yıl hapis, tehlikeli maddelerin izinsiz bulundurulması ve el değiştirilmesi suçundan 8 yıl hapis ve 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme silahlı terör örgütüne üye olma suçu ile geçitli suç olan devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan ceza verilmiş olması nedeniyle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ötürü tutuklanan başvurucunun tahliyesine, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, nitelikli kasten öldürme suçlarından hükümle birlikte tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir. Komisyon; başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2023/100269
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle Hazine avukatlığına atanmama işlemine karşı açılan davada işleme esas alınan bilgi ve belgelerin devlet sırrı olduğu gerekçesiyle mahkemeye sunulmaması ve sunulmayan bu bilgi ve belgelere göre karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Maliye Bakanlığı tarafından açılan Hazine Avukatlığı Sınavı'nın 17/1/2016 tarihinde yazılısına girmiş ve başarılı olmuştur. Daha sonra 14/3/2016 tarihi ile 31/3/2016 tarihi arasında yapılan mülakat sınavından da başarılı olarak İstanbul Muhakemat Müdürlüğü Hazine avukatlığı kadrosuna yerleştirilmiştir. Başvurucu hakkında 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği (Yönetmelik) uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması sonucunda elde edilen bilgilerin incelenmesi neticesinde Bakanlık Değerlendirme Komisyonu Başkanlığının 22/6/2017 tarihli kararıyla başvurucunun atanmaması gerektiği değerlendirilmiştir. Söz konusu karar gereği 30/6/2017 tarihli işlemle de başvurucunun ataması yapılmamıştır. Anılan işlem başvurucuya 6/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu atanmamasına yönelik işlemin iptali istemiyle 28/8/2017 tarihinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 10/4/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu, karara karşı 31/7/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 12/12/2018 tarihinde istinaf talebini reddederek mahkeme kararını kesin olarak onamıştır. Nihai karar başvurucuya 10/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/4752
Başvuru, güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle Hazine avukatlığına atanmama işlemine karşı açılan davada işleme esas alınan bilgi ve belgelerin devlet sırrı olduğu gerekçesiyle mahkemeye sunulmaması ve sunulmayan bu bilgi ve belgelere göre karar verilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, ikale sözleşmesine istinaden iş akdi sona erdirilen çalışanın şirkete karşı açtığı işe iade davasında aleyhine verilen kararın Yargıtayın diğer kararlarıyla çelişkili olması ve söz konusu kararla mükerrer ödeme yapmak durumunda kalması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 11/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 11/6/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket, ticari piyasadaki pazar daralması gerekçesiyle istihdamı azaltma kararı almış ve bu çerçevede işten kendi isteği ile ayrılmak isteyen çalışanlarına kıdem tazminatı gibi yasal alacaklarının yanında ayrıca 12 aylık maaş tutarında teşvik ödemesi yapacağını duyurmuştur. Başvurucu şirket, bu teşvikten yararlanmak isteyen çalışanlarından, yasal hakları ile birlikte verilen teşvikleri de alarak iş akitlerini kendilerinin feshettiklerine dair yazılı dilekçe almış ve iş akitlerini sonlandırmıştır. Bu kapsamda teşvikten yararlanmak isteyen bir çalışanına, dilekçesi alınarak, yasal haklarının yanı sıra 12 aylık maaş tutarında teşvik ödemesi yapılmış ve çalışanın iş akdi sonlandırılmıştır. İş akdi sonlandırılan çalışan, işe iadesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Gebze İş Mahkemesi, 17/5/2012 tarih ve E.2011/1416, K.2012/318 sayılı kararla, çalışanın işe iadesine karar vermekle birlikte, boşta geçen süre için en fazla 4 aylık, işe başlatmama hâlinde ise en fazla 8 aylık maaş tutarında tazminata hükmedilmesi gerektiği, ancak işverence zaten 12 aylık maaş tutarında tazminat ödendiğini gerekçe göstererek, tazminat konusunda hüküm kurulmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın taraflarca temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 21/11/2012 tarih ve E.2012/11069, K.2012/26040 sayılı ilamla; ortada çalışanın serbest iradesine dayalı bir ikale sözleşmesinin bulunmadığı, bu nedenle iş akdinin ikale sözleşmesiyle sonlandırılmadığı gerekçesiyle kararı bozmuş ve işin esasına girerek çalışanın işe iadesine, boşta geçen süre için 4 aylık ve işe başlatmama hâlinde ise 6 aylık olmak üzere toplam 10 aylık maaş tutarında tazminata hükmetmiştir. İş mahkemesi kararlarının temyizi üzerine Yargıtayca verilen kararlara karşı karar düzeltme yolu öngörülmediğinden karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Karar başvurucu vekiline 22/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 2/3/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanun ile değişiklikten önceki hâliyle maddesinin üçüncü fıkrası, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun , , , ve maddeleri, 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2428
Başvurucu, ikale sözleşmesine istinaden iş akdi sona erdirilen çalışanın şirkete karşı açtığı işe iade davasında aleyhine verilen kararın Yargıtayın diğer kararlarıyla çelişkili olması ve söz konusu kararla mükerrer ödeme yapmak durumunda kalması nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölümün 6/7/2017 tarihinde yaptığı toplantıda, verilecek kararın Bölümlerin önceden vermiş olduğu kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun son yoklaması 24/3/2005 tarihinde yapılmış ve muayene sonucunda askerliğe elverişli olduğuna karar verilmiştir. 23/5/2005 tarihinde askere sevk edilen başvurucu, zorunlu askerlik hizmetini tamamlayarak 24/8/2006 tarihinde terhis edilmiştir. Terhisten sonra uzman erbaş adaylığına müracaat eden başvurucu 2009 yılında sözleşme imzalayarak piyade uzman erbaş olarak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde göreve başlamıştır. Görevi esnasında yapılan sağlık kontrolü üzerine hakkında düzenlenen 28/9/2012 tarihli Sağlık Kurulu raporunda 37/B/5 Ailesel Akdeniz Ateşi tanısı nedeniyle ''Askerliğe elverişli değildir. TSK'da görev yapamaz.'' tespiti yapılmıştır. Bu raporun 9/11/2012 tarihinde Millî Savunma Bakanlığınca (MSB) onaylanıp kesinleşmesinin ardından başvurucunun sözleşmesi sağlık nedeniyle 27/11/2012 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu, söz konusu hastalık nedeniyle doğuştan askerliğe elverişli olmadığı hâlde idarece yeterli muayene yapılmadığı için bu durumun tespit edilememesi sonucu kendisine askerlik yaptırıldığını belirterek bu sebeple uğradığı zararların tazmini istemiyle 25/12/2012 tarihinde idareye başvurmuş; başvurunun zımnen reddi üzerine 25/2/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme), oyçokluğuyla verdiği kararladavayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. 31/10/2013 tarihli kararın gerekçesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir: Öncelikle davanın idari işlemden (askerliğe elverişli olmadığı hâlde askere alma işlemi) doğan bir tam yargı davası niteliğinde olduğu tespit edilmiş, başvurucunun en geç terhis tarihinde bu işlemi öğrendiği kabul edilmiştir. Dolayısıyla 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca davanın en geç terhis tarihinden (24/8/2006) itibaren altmış gün içinde doğrudan veya aynı Kanun'un maddesi uyarınca davalı idareye ihtiyari müracaatta bulunularak ve bu müracaat üzerine idarenin cevabının niteliğine göre yine aynı maddede öngörülen usul uyarınca hesaplanacak süre içinde dava açılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun ise bu süreler geçirildikten çok sonra 25/12/2012 tarihinde idareye yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine 25/2/2013 tarihindeaçtığı davanın süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Karşıoy gerekçesinde ise başvurucunun terhis edildiği tarihte söz konusu rahatsızlıktan ve dolayısıyla zararının varlığından haberdar olduğundan söz edilemeyeceği, bu sebeple dava açma süresinin başlangıcında terhis tarihinin esas alınmaması gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucunun, askerliğe elverişli olmadığının tespit edildiği sağlık raporunun kesinleşmesiyle birlikte zararı öğrendiğinin kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Buna göre başvurucunun raporun kesinleştiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde idareye yaptığı başvurunun zımnen reddi üzerine açtığı davanın süresinde olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Mahkemenin 14/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 8/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında "medeni" nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM, "medeni hak" kavramının özel bir kişi olmaktan ziyade vatandaş olmanın bir gereği olarak bireyde var olan ve özü itibarıyla kamu hukukuna ilişkin bulunan hak ve yükümlülükleri içermediğini ifade etmektedir. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının askerlik hizmeti ve bu hizmete alternatif kamu hizmetlerine ilişkin yargısal süreçlere uygulanmayacağını kabul etmektedir (Nicolussi/Avusturya (k.k.), B. No: 11734/85, 8/5/1987). AİHM, uyuşmazlığın medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin olup olmadığını tespit ederken davanın konusundan ziyade davada tartışılacak meseleye odaklanmaktadır. AİHM'in Panjeheighalehei/Danimarka ((k.k.), B. No: 11230/07, 13/10/2009) kararına konu olayda İran vatandaşı olan başvurucunun annesi 1997 yılında yasal yollardan başvurucu ve diğer çocuğu (kızı) ile birlikte Danimarka’ya gelmiş ve Danimarka’da iken hem kendisi hem de o tarihte reşit bulunmayan çocukları için siyasi sığınma talebinde bulunmuştur. Başvurucunun annesi monarşi yanlısı İran Javid örgütünün aktif üyesi olması ve örgüt tarafından düzenlenen gösterilere katılması nedeniyle İran Hükûmeti tarafından gözaltına alındığını ve işkence gördüğünü ileri sürmüş, geri gitmesi hâlinde işkence görme riskinin bulunduğunu belirtmiştir. Ancak başvurucunun annesinin sığınma talebi, anlatımlarının itibar edilebilir bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. 1999 yılında reşit olan başvurucu dosyanın yeniden açılması için Danimarka makamlarına dilekçe vermiş ve İran Hükûmeti tarafından arandığına dair haber aldığını belirterek geri gönderilmesi hâlinde işkence göreceğini yinelemiştir. Fakat başvurucunun talebi, yeni bilgi ve belge eklenmediği gerekçesiyle reddedilmiş ve başvurucu bu tarihte sınır dışı edilmiştir. Başvurucunun avukatı 1999 ve 2002 yıllarında olmak üzere iki kere daha başvurucu adına sığınma talebinde bulunmuştur. Başvurucu 2003 yılında tekrar Danimarka’ya giriş yapmış ve yeniden sığınma talep etmiştir. Başvurucu, ülkesinde iken iki yıl boyunca gözaltında işkence gördüğünü ileri sürmüştür. İşkence Mağdurları Rehabilitasyon ve Araştırma Merkezi tarafından verilen sağlık raporunda başvurucunun vücudundaki izlerin anlattığı hikâye ile uyumlu olduğu tespit edilmiştir. Bu rapor üzerine 2004 yılında başvurucunun sığınma talebi kabul edilmiştir. Başvurucu 1999 tarihli karar nedeniyle ülkesine geri gönderilmesi üzerine gördüğü işkence ve çektiği acılar sebebiyle tazminat ödenmesi talebiyle Mülteci Kurumuna karşı dava açmıştır. Yargılama sonucunda başvurucunun tazminat talebi Mülteci Kurumunun sınır dışı işlemleri nedeniyle bir sorumluluğunun söz konusu olamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, AİHM’e bireysel başvuruda bulunurken diğer iddialarının yanında tazminat talebinin reddi nedeniyle Sözleşme’nin maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının da ihlal edildiğini öne sürmüştür. AİHM, yabancıların “ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmeleri”ne ilişkin işlemlerin medeni hak ve yükümlülük karakterinin bulunmadığına dair içtihadını yinelemiştir. AİHM, başvurucunun görülen davanın yabancıların “ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmeleri”ne ilişkin işlemlerle ilgisinin bulunmadığı yolundaki iddiasını da yerinde bulmamıştır. AİHM, başvurucunun açtığı tazminat davası haksız fiil sebebiyle açılan bir dava gibi kurgulanmış olsa da bu davadaki temel iddianın Mülteci Kurumunun 1999 tarihli kararının hukuka aykırılığı olduğunun altını çizmiştir. AİHM, başvurucunun tazminat talebinin -özünde ve öncelikle- Mülteci Kurumunun 1999 yılındaki kararının esasının sorgulanmasını gerektirdiğini vurgulamıştır. AİHM, başvurucunun açtığı tazminat davasında incelenmesi gereken meselelerin Mülteci Kurumunun söz konusu kararıyla yakından bağlantılı olduğu ve “yabancıların ülkeye girişi, ülkede kalışı ve ülkeden sınır dışı edilmelerine ilişkin karar”dan ayrıştırılmasının mümkün bulunmadığı kanaatini açıklamıştır. Sonuç olarak AİHM, başvurucunun açtığı tazminat davasının Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının kapsamına girmediğinden kabul edilemezlik kararı vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11067
Başvuru, askerliğe elverişli olunmadığı hâlde askerlik hizmeti yaptırılmasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltında avukatıyla görüştürülmeme ve kötü muamele edilmesi, gözaltı sürecinde işkence ve baskıya dayalı alınan ifadelerinin hükme esas alınması, soruşturma işlemlerinin Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) faal olduğu dönemde yapılması, bazı kovuşturma işlemlerinin eksik bırakılması, mahkeme kararının uygun bir şekilde gerekçelendirilmemesi, temyiz duruşmasından haberdar edilmemesi ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazının ömür boyu devam edecek olması nedenleriyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, özgürlük ve güvenlik ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 17/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 20/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 20/2/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın görüş yazısı 28/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 18/5/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 25/5/2015 tarihinde sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Bakanlık görüş yazısı ile sunulan ek bilgiler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 3/5/2004 tarihinde İ.G. ve eşi S.G.nin evlerinde ölü bulunmaları üzerine soruşturma başlatılmıştır. Olay günü ve 4/5/2004 ile 5/5/2004 tarihlerinde maktullerin evinde olay yeri incelemeleri yapılmıştır. 5/5/2004 tarihinde ifadesi alınan tanık N.Ö., 30/4/2004 Cuma günü saat 30-00 sıralarında iki el peş peşe “tak tak” sesi duyduğunu, kapı çalındığı zannıyla baktığında kimseyi görmediğini söylemiştir. Olay tarihlerinde apartman görevlisi olan B., maktullerin dairesinin bitişiğinde A.S.Y., karşısında ise S.K. isimli kişinin oturduğunu belirtmiştir. Tanık A.B., belirtilen gün saat 30 civarında ön bahçede oturmaya başladığını, bu esnada (7) numaralı dairede çalışma yapan iki kişi ile maktule iletilmek üzere bir poşet bırakan B. isimli bayanla karşılaştığını, 30 civarında servis için yukarıya çıktığını ama maktullerin kapıyı açmadığını ifade etmiştir. 6/5/2004 tarihinde ifade veren Ç.E., maktul İ.G.nin bir keresinde “Telegram” isimli bir kelimeden bahsederek, “bu telegramda kendisini aşağılayıcı, küçültücü hareket tarzında tehdit edildiğini” söylediğini belirtmiştir. 6/5/2004 tarihinde İstanbul 5 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 2004/437 Müteferrik sayılı kararı ile bazı sanıkların öldürme olayının İBDA/C tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin basın kuruluşlarına mesaj attıklarını belirttikleri “[email protected]” elektronik posta adresine gelen, giden, bilgi akışı gibi elde edilebilecek her türlü bilginin üç ay süreyle tespitine karar verilmiştir. 13/5/2004 tarihinde ise İstanbul 4 No.lu DGM’nin 2004/395 Müteferrik sayılı kararıyla “[email protected]” elektronik posta adresinin emniyet birimleri tarafından incelenmesine hükmetmiştir. Bu işlemlerin sonucuna ilişkin dosya içerisinde bir belge bulunamamıştır. 11/5/2004 tarihinde kendisini B.Y. olarak tanıtan bir ihbarcı telefon ile Tuzla Polis Merkez Amirliğini aramış ve cinayeti açık adresini verdiği A. isimli kişinin işlediğini bildirmiştir. 14/5/2004 günü saat 30’da, yapılan istihbari çalışmalar neticesinde cinayet olayıyla ilgili olabileceği değerlendirildiği ve daha önce de hakkında İBDA/C terör örgütü dolayısıyla işlem yapıldığı belirtilen sanık A.T. gözaltına alınmıştır. Başvurucu ise saat 19:30’da aynı suçla ilgili olarak gözaltına alınmıştır. Diğer sanıklar Y.A. ile İ.K.nin de aynı gün gözaltına alındığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun gözaltında bulunduğu ve ifadesi alındığı sırada bir avukatın hukuki yardımından faydalanmak istemediğini beyan ettiğine ilişkin 14/5/2004 tarihli “Avukat İstememe Tutanağı” düzenlenmiştir. Tutanakta, polislerin ve başvurucunun imzası bulunmaktadır. 15/5/2004 tarihinde İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde, yasa dışı örgüt üyesi olmak ve bu örgüt adına anılan öldürme eylemine iştirak etmek suçundan başvurucunun ifadesi alınmıştır. Tutanağa göre, ifade öncesinde başvurucuya 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesindeki hakları hatırlatılmış, başvurucu avukat yardımından faydalanmak istemediğini belirtmiştir. Başvurucu ifadesinde, kendisi gibi örgüt üyesi olan sanık A.T.nin maktul İ.G.yi öldürmek istediğini söylediğini, internetten sorgulama yaparak adresini tespit ettiklerini, kendisinin maktulü telefonla arayarak adresini öğrendiğini, daha sonrasında adresin bulunduğu yerde keşif yaptığını, adresi teyit ettiğini sanığa söylediğini, olaydan tahminen 15 gün önce sanığın öldürme eyleminde kullanacağını belirttiği iki adet tabanca getirdiğini ve kendisinin bunları evinde sakladığını, sanığın olaydan iki üç gün önce silahları geri aldığını, 1/5/2004 günü sanığın kendisine eve kargocu kıyafeti giyerek gittiklerini ve maktulü ve eşini ekibiyle birlikte öldürdüğünü anlattığını, il dışına çıkmak için para istediğini ve kendisine 100 TL verdiğini söylemiştir. 15/5/2004 tarihinde gözaltında bulunan başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıkların avukatları olduklarını belirten H.S. ile A.A., başvurucu ve diğer sanık A.T. ile görüştürülmediklerine dair bir tutanak hazırlamışlar ve diğer bir müşahit avukatla birlikte imzalamışlardır. Tutanakta, saat 00 sıralarında polis merkezine gittikleri ve sanıklarla görüşmek istedikleri, konuştukları sanıklar İ.K. ve Y.A.nın kendilerine şiddet uygulandığını belirttikleri, Y.A.nın bazı ifadeleri zorla imzalattırdıklarını söylediği ve yüzünde şişlikler bulunduğu, fakat avukat istemediklerine dair tutanak bulunduğu gerekçesiyle başvurucu ve sanık A.T. ile görüştürülmedikleri, bunun üzerine barodan müşahit avukat talep ettikleri ifade edilmiştir. 17/5/2004 tarihinde sanıklar B.Y. ve E.K.ye avukatları hazır bulunmaksızın Cumhuriyet Savcısı tarafından yer gösterme işlemi yaptırılmıştır. Sanık B.Y., 30/4/2004 Cuma günü saat 11:30 sularında sanıklar A.T., E.K. ve S.A ile buluştuklarını, kendisini kamufle etmek amacıyla kargocu kıyafeti giydiğini ve yanına şeffaf poşete sarılı kitap paketini aldığını ve inceleme sırasında kapının arkasında bulunan kitapların da bunlar olduğu, sanık A.T.nin yolda indiğini, minibüsü eve 150 m kala park ettiklerini kendisinin dairenin bulunduğu kata geldiğini, kapıyı açmalarının ardından önce tekerlekli sandalyede oturan maktul İ.G.nin kafasına ateş ettiğini, ardından bağırarak yere yatmış olan maktule S.G.ye ateş ettiğini, sonrasında minibüse döndüğünü, gözcülük yapan sanık E.K.nin de gelmesiyle sanık S.A.nın kullandığı minibüsle olay yerinden ayrıldıklarını belirtmiştir. Diğer sanık E.K. de olay yerine arabayla gittikleri ve kendisinin gözcülük yaptığına ilişkin diğer sanığın beyanlarını teyit eden ifade vermiştir. 17/5/2004 tarihli tutanakla söz konusu kitaplar muhafaza altına alınmıştır. Avukat A.A., 18/5/2004 tarihinde İstanbul DGM Başsavcılığından vekili olduğu, devam eden davalarda avukatlığını yaptığı ve emniyette kendisi ile görüştürülmediği başvurucu ile savcılık ifadesi öncesinde görüştürülmesini ve ifadesinde hazır bulundurulmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının aynı günlü yazısıyla, dilekçelerin sanıkların ifadeleri alınırken verildiği, adliyede görüşme yeri bulunmadığı ve ifadeyi bölerek görüştürme imkânı olmadığı şeklinde cevap verilmiştir. Başvurucu, 18/5/2004 tarihli DGM Cumhuriyet Savcılığı ifadesinde fikrî olarak “İBDA’cı” olduğunu belirtmiş fakat öldürme olayıyla bağlantılı tüm suçlamaları reddetmiştir. İstanbul 2 No.lu DGM Yedek Hâkimliği önünde başvurucu, suçlamaları yine reddetmiş, ifadeleri polislerin uydurduğunu ve imzalamazsa daha önce gözaltına aldıklarında yaptıkları şeyleri yine yapacaklarını söyleyerek tehdit ettiklerinden imzalamak zorunda kaldığını belirtmiştir. Diğer sanık A.T. ise gözaltında psikolojik ve fiziki işkenceye tabi tutulduğunu, ifadesine söylemediği şeylerin de yazıldığını, imzaladığı bazı evrakların ne olduğunu dahi göremediğini, avukatıyla görüştürülmediğini beyan etmiştir. Avukatları, başvurucudaki psikolojik bulguların ve diğer sanıktaki işkence bulgularının tespiti için Adli Tıp Kurumuna sevk edilmelerini talep etmiştir. Yedek Hâkimlik sorgusu esnasında sanık B.Y., dört gün uykusuz bırakılması sonucunda polisin kendince hazırladığı ifadeyi ve avukat istediği halde istemediği şeklindeki belgeyi imzaladığını; sanık S.A. ise emniyette psikolojik ve fiziki baskı altında ifadesini imzaladığını belirtmiştir. İstanbul 2 No.lu DGM Yedek Hâkimliğinin 18/5/2004 tarihli ve 2004/42 Sorgu sayılı kararı ile tüm sanıkların tutuklanmasına karar verilmiştir. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 14/6/2004 tarihli ve 2004/686 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve sanıklar A.T., B.Y., S.A. ve E.K. hakkında 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası uyarınca, ayrıca diğer iki sanık hakkında farklı suçlamalardan ceza davası açılmıştır. İstanbul 6 No.lu DGM tarafından davanın tensibi yapılmışsa da yargılamaya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince devam edilmiştir. 18/10/2004 tarihli ilk duruşmada başvurucu, avukat istemediğine dair tutanağı zorla imzalattırdıklarına, gözaltında dayak atıldığına ve işkenceyle tehdit edildiğine, beş yıldır panikatak tedavisi gördüğüne ve bu koşullar altında hazırlanan ifadeyi okumadan imzaladığına dair yazılı savunma sunmuştur. Başvurucu ayrıca emniyet ifadesini reddetmiştir. Diğer bir sanık S.A., lise son sınıfta okuduğunu ve 30/4/2004 tarihinde tam gün okulda bulunduğunun öğretmenlerinin ve arkadaşlarının beyanları ile yoklama tutanaklarıyla sabit olduğunu, emniyette işkence ve kötü muamele gördüğünü, tutanakların zorla imzalattırıldığını ve babasının getirdiği avukatla görüştürülmediğini ifade etmiştir. Sanık E.K. de olay günü okulda olduğunu beyan etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince duruşmaya ara verilerek, maktul İ.G.nin kolundaki giriş çıkış ve başındaki giriş izinin tek bir atışla meydana gelip gelemeyeceğine ilişkin Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasına, sanıklar S.A. ve E.K.nin öğretmen ve arkadaşlarıyla görüşülmesine ve derse devam çizelgelerinin istenmesine, tanık Ç.E. de dahil olmak üzere bazı tanıkların dinlenmesine, avukatların sanıklarla görüştürülmemesi hususunun, gereği için Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesine karar verilmiştir. Maktuldeki kurşun izlerine ilişkin olarak Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 17/12/2004 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Raporda, “Otopsi tutanağında tanımlanan ateşli silah mermi çekirdeği giriş ve çıkış deliklerinin lokalizasyonlarına göre sorulduğu üzere sağ kolunu kaldırarak dirseğini sol göz bölgesine getirmesi şeklindeki bir pozisyonda tek bir atışla yaralanmış olabileceği gibi iki ayrı ateşli silah mermi çekirdeği ile de yaralanmış olabileceği, aralarında tıbben ayrım yapılamayacağı” belirtilmiştir. 28/2/2005 tarihli duruşmada başvurucu vekili, net olmadığı ve varsayım üzerine kurulduğu gerekçesiyle Adli Tıp raporuna itiraz etmiştir. Başvurucu vekili ayrıca, 11/5/2004 tarihli ihbar tutanağında olayın faili olduğu iddia edilen ve emniyet tarafından verilen cevapta, radikal bir düşünceye sahip olmadığı ve İBDA/C ile ilişkisi tespit edilmediği belirtilen A.nin tanık olarak dinlenmesini istemiştir. Dinlenen tanık İ.K., sanık A.T.ye avukat istemediğine ilişkin tutanağın yemek fişinin altına konmak suretiyle imzalattırıldığını gördüğünü, polisin ardından belgeyi göstererek “işte biz imzalatırız” dediğini, sanık A.T.nin kaşının patlamış olduğunu ve diğer sanık S.A.nın sakalının polislerce çekildiğini ve dudağının patlamış olduğunu gördüğünü beyan etmiştir. Tanık 15/5/2004 tarihli polis ifadesinin zorla alındığını, dayak atıldığını, silah dayanınca imzalamak zorunda kaldığını, buna ilişkin soruşturmanın Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/26798 Hz. sayılı dosyasında sürdürüldüğünü ifade etmiştir. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/26798 Soruşturma ve 2010/10531 numaralı kararı ile anılan iddialar yönünden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı itiraz yoluna başvurmamıştır. Mahkeme, hazırlık evrakının akıbetinin sorulmasına karar vermiş fakat A.nin tanık olarak dinlenmesine dair bir ara karar almamıştır. 11/7/2005 tarihli duruşmada sanıkların ifadelerini alan polisler dinlenmişlerdir. Polisler, ifadelerin zora dayalı alınmadığını ve sanıkların kendi istekleriyle avukat talep etmediklerini belirtmişlerdir. Diğer sanık A.T.nin avukatının, (7) numaralı dairede çalışanların dinlenmesi talebi, dosyaya bir yenilik getirmeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir. 17/3/2006 tarihli duruşmada başvurucunun ve diğer sanık B.Y.nin avukatının talebi üzerine maktullerin yan komşusu olan G.K.nin dinlenilmesine karar verilmiştir. 27/6/2007 tarihli duruşmada açık adresi Mahkemeye ibraz edilmediğinden tanık G.K.nin dinlenilmesinden vazgeçilmiştir. 3/6/2009 tarihli duruşmada dinlenen tanık E.P., maktul İ.G.nin tekerlekli sandalye kullanmadığını belirtmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli ve E.2004/196, K.2012/7 sayılı kararı ile başvurucu ile sanıklar A.T., B.Y., S.A. ve E.K.nin 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucunun yazdığı bir makalede ismini vermek suretiyle maktul İ.G.yi hedef gösterdiğini, yazı sonrası sanık A.T.de öldürme fikrinin oluştuğunu ve başvurucunun, maktulün adresini tespit ettiğini ve mahallinde keşif yaptığını, eylem öncesinde olayda kullanılan tabancaları bir müddet sakladığını ve sonrasında da A.T.ye para yardımında bulunduğunu belirtmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, “tüm bu eylemleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde ...[başvurucu] her ne kadar emniyet müdürlüğünde avukat istemediğini belirtmesi üzerine avukat huzurunda olmaksızın alınan ifadesinde bu hususları doğrular biçimde beyanda bulunmuş ancak daha sonraki ifadelerinde bunu reddetmiş ise de dosya bir bütün halinde diğer sanıklarında birbirlerini doğrular şeklindeki anlatımları, olaya ilişkin yukarıda deliller kısmında belirtilen ve tüm sanıkların emniyet müdürlüğünde alınan ifadelerini destekler nitelikteki araştırma, inceleme tutanakları otopsi raporları, adli top raporları, ekspertiz raporları ve tüm dosya içeriği bir bütün halinde değerlendiğinde ... [başvurucunun] eyleminin mülga 765 sayılı TCK 146/1 maddesine gösterilen şekilde diğer sanıkları 146/1 maddesinde belirtilen suçları işleme yönünde teşvik edici nitelikte rol aldığı” sonucuna varmıştır. Mahkeme diğer sanıklar bakımından, “… her ne kadar eylemi tüm ayrıntılarıyla anlattıkları emniyette alınan ifadelerinden sonra aşamalarda ısrarla bu ifadelerini reddetmişlerse de, yukarıda deliller kısmında izah edilen maktullerin otopsi tutanakları, otopsi raporları, maktullerin vücutlarından çıkan kurşunlara ilişkin ekspertiz raporları, sanıkların birbirleriyle uyumlu olarak olaya ilişkin emniyetteki anlatımlarını destekler, doğrular mahiyette oldukları, olay mahallinde maktul İ… G…’e kargo paketi olarak hazırlandığı belirtilen kitapların ele geçirilmiş olması, ayrıca haklarında takipsizlik kararları verilen ancak tanık sıfatıyla ifadeleri hazırlık aşamasında tespit edilen tanıkların anlatımlarının gerek eylem öncesinde gerekse eylem sonrasında sanıkların davranışlarına ilişkin emniyetteki anlatımlarıyla uyumlu olacak şekilde verdikleri ifadeleri, ayrıca sanıklardan A… E…’nin emniyetteki anlatımı sonrasında savcılıkta vermiş olduğu ifadesinde sanıklardan B…’in olay sonrasında evine geldiklerinde maktullerin öldürülmesine ilişkin gazetedeki haberleri göstererek bu eylemi kendilerinin gerçekleştirdiklerini söylediğine dair ifadesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanıkların sonradan savunmalarında yapmış oldukları ifade değişikliklerine tüm bu nedenlerle mahkememizce itibar edilmemiş, sanıkların bu eylemi yasa dışı silahlı terör örgütü İBDA/C adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir ve tedbil veya ilgaya ve bu kanun ile teşkil etmiş olan Büyük Millet Meclisini Iskata veya vazifesini yapmaktan mene teşebbüs etmek için gerçekleştirdikleri kanaatine …” varmıştır. Başvurucu belirtilen kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesince, sanık A.T. müdafisinin, usulüne uygun tebligata rağmen duruşmaya gelmediği ve geçerli bir mazeret de bildirmediği belirtilerek başvurucu ile sanıklar A.T. ve B.Y. yönünden temyiz incelemesi duruşmasız yapılmış ve 2/10/2012 tarihli ve E.2012/7356, K.2012/10175 sayılı ilamla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı 21/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Olay tarihinde yürürlükte olan 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:  İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.  Kendisine isnat edilen suç anlatılır.  Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.  İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.  Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.  İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.  İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.” 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir: “İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz. Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez. Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.” 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.” 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.  (2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır. ” 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (16) numaralı fıkrası şöyledir:“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin son fıkrası şöyledir:“Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2541
Başvuru, gözaltında avukatıyla görüştürülmeme ve kötü muamele edilmesi, gözaltı sürecinde işkence ve baskıya dayalı alınan ifadelerinin hükme esas alınması, soruşturma işlemlerinin Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) faal olduğu dönemde yapılması, bazı kovuşturma işlemlerinin eksik bırakılması, mahkeme kararının uygun bir şekilde gerekçelendirilmemesi, temyiz duruşmasından haberdar edilmemesi ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazının ömür boyu devam edecek olması nedenleriyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, özgürlük ve güvenlik ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.
1
Başvuru, Anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, yargılama sırasında usuli güvencelere riayet edilmemesinin adil yargılanma hakkını, iletişimin tespitine ve fiziki takip yapılmasına izin verilmesi hakkındaki kararların keyfi olmasının da haberleşme özgürlüğü ile özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1989 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisidir. Başvurucu; silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği gerekçesiyle üç gün gözaltında tutulduktan sonra 27/4/2012 tarihinde serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet savcısı 7/5/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından cezalandırılmasını talep etmiştir. Mahkeme 21/12/2012 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından mahkûmiyetine hükmetmiştir. İlk derece mahkemesinin başvurucunun terör örgütü üyeliği ve terör örgütünün propagandasını yapmak suçlarından mahkûmiyetinde dikkate aldığı delillerin bazıları şu şekildedir: i. İlk derece mahkemesi başvurucunun, PKK'nın gençlik yapılanması olan Demokratik Yurtsever Gençlik Meclisi (DYGM) bünyesinde faaliyetlerde bulunduğunu tespit etmiştir. Mahkemeye göre DYGM, Kürtçülüğün yaygınlaştırılması ve PKK'nın ideolojisi ve amaçları hakkında daha fazla bilinçlendirilmesi kapsamında yapılan faaliyetlerde gençlerin daha aktif rol üstlenmesi amacını taşımaktadır. ii. 4/2/2012 tarihinde "Fıratlaşan Yurtsever Gençlik" isimli, içinde PKK/KCK terör örgütünün propagandasının yapıldığı resim ve yazıların bulunduğu belirtilen yayından yüz elli tanesinin Diyarbakır'dan temin edilerek Elazığ'a gönderilmesi eylemine başvurucunun da katıldığı ifade edilmiştir. iii. Başvurucunun Bingöl'de 9/2/2012 tarihinde güvenlik güçleri ile girdiği silahlı çatışmada ölü olarak ele geçirilen PKK/KCK terör örgütü mensubu A.dan şehit olarak bahseden, bu kişi hakkında bilgiler veren ve kimliği tespit edilemeyen bir kadınla görüşme yaptığı, bu bayana birtakım bilgiler verdiği belirtilmiştir. iv. Başvurucunun 2/3/2012 tarihinde Fırat Üniversitesinde kız meselesi yüzünden başladığı belirtilen bir kavgada bir kısım öğrencilerin yaralanması sonrasında Kürt kökenli öğrencilerin örgütsel yapı içinde sahiplenildiği algısının yaratılmasını diğer sanıklarla birlikte organize ettiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun Kürt kökenli öğrencileri sağ görüşlü öğrencilerle bir araya getirerek örgütsel faaliyetlere kitle oluşturulması amacıyla kavga ortamı hazırladığı belirtilmiştir.v. Başvurucunun 3/3/2012 tarihinde ElazığAtapark Düğün Salonunda Fırat Öğrenci Derneğinin "Dernek Açılışı ve Tanıtımı" adı altında düzenlenen etkinliğinin organizasyonunda görev aldığı, bilet satış faaliyetlerinde bulunduğu ve aynı zamanda bu etkinliğe katıldığı ifade edilmiştir. Ayrıca Mahkeme, başvurucunun bu etkinlik sırasında terör örgütünün propagandasını da yaptığını belirtmiştir. Bu kapsamda birtakım iletişim kayıtlarına ve teknik takip tutanaklarına dayanılmıştır. -Teknik takip tutanağına göre başvurucunun düzenlenen bu etkinlik sırasında etkinlik alanının kapısında bekleyerek davetlileri karşıladığı ve bu kişilerin biletlerini kontrol ettiği, bu etkinlik sırasında sözde devrim şehitleri adına 1 dakikalık saygı duruşunda bulunulduğu, bu sırada başvurucunun da aralarında olduğu sanıkların yönlendirmesiyle ışıkların söndürüldüğü, saygı duruşu sonrasında "Gerilla Marşı" adı verilen ve içinde terör örgütünün propagandasını oluşturan sözler barındıran şarkının tüm katılımcılarla birlikte yüksek sesle söylendiği ifade edilmiştir. Bu şarkının akabinde ışıkların tekrar açıldığı ve bu kez "Oramar" adı verilen ve içinde terör örgütünün propagandasını oluşturan sözler barındıran şarkının söylendiği belirtilmiştir. Teknik takip tutanağına göre ayrıca etkinlik sonunda bir tiyatro gösterisinin yapıldığı, bu gösteride güvenlik güçlerince kötü muamele yapılarak insanların öldürüldüğü ve gözaltında kaybedildiği hususları işlenerek etkinliğe katılanların şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa yönlendirildiği, kin ve düşmanlığa tahrik edildiği ifade edilmiştir.vi. Başvurucunun PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanması içinde faaliyet gösterdikleri iddiasıyla tutuklanan bir kısım kişilerin Malatya'da görülen duruşmasına Elazığ'dan katılımın sağlanmasını organize edenlerden biri olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun bu eylemi gerçekleştirmekteki amacının tutuklu kişilere ve ailelerine destek olmanın yanında bu organizasyona katılan kişilerde örgütsel bir bilinç oluşmasının sağlanması olduğu ifade edilmiştir.vii. Başvurucunun kardeşi olan Y.E.nin ikametgâhında yapılan aramada ele geçirilen bir harddiskin başvurucu ve diğer sanık İ.E. tarafından kullanıldığı belirtilmiştir. Bu harddiskin içinde örgütsel dokümanlar, başvurucunun da aralarında olduğu yüzleri kapatılmış kişilere ait fotoğraflar, başvurucunun Kalaşnikof marka silah ile çektirdiği fotoğraflar ve örgütsel nitelik taşıyan müzik ve videoların bulunduğu ifade edilmiştir. Hatta Mahkeme, iletişim kayıtlarından yola çıkarak bu harddiske yüklenen örgütsel nitelikteki dokümanların tamamının başvurucu ve diğer sanık İ.E. tarafından yüklendiğini değerlendirmiştir.viii. Başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada; daha önce el konulmasına ve toplatılmasına karar verilen kitap ve yayınların ele geçirildiği, örgütsel niteliği bulunan müzikler ve Abdullah Öcalan ile bir kısım terör örgütü mensuplarının fotoğraflarının bulunduğu belirtilmiştir. Mahkûmiyet kararında ayrıca başvurucunun da kurucuları arasında yer aldığı Fırat Öğrenci Derneği hakkında birtakım açıklamalara yer verilmiştir. Mahkemeye göre başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım sanıklar tarafından bu dernek aracılığıyla örgütsel bir bilinç oluşturmak için genellikle Kürt kökenli öğrencilerin birtakım eylemlere katılımı sağlanmaktadır. Mahkeme; bu eylemlerin ceza infaz kurumlarında bulunan terör örgütü mensuplarının kendilerinin ve ailelerinin ziyaret edilmesi, ölen terör örgütü mensuplarının mezarlarının ziyaret edilmesi, bir kısım kişilerin yasaklanan Nevruz eylemlerine ve Abdullah Öcalan’ın sözde doğum günü ile ilgili düzenlenmesi amaçlanan etkinliklere götürülmesi, bir kısım etkinliklerde terör örgütü lehine marş söylenmesinin ve yasa dışı slogan attırılmasının sağlanması olduğunu ifade etmiştir. Bir diğer yandan Mahkeme kararında; bu dernek aracılığıyla dernek açılışı ve tanıtımı adı altında yapılan ve terör örgütünün toplantısı hâline dönüşen etkinliklere eleman temin edildiği, üniversitede öğrenciler arasında meydana gelen basit olayların tırmandırıldığı, örgüt tarafından verilen talimatlar doğrultusunda Kürt kökenli vatandaşlara yönelik sağlık taraması yapıldığı ve özel eğitim verildiği tespitine de yer verilmiştir. Terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyetine ilişkin kararı başvurucunun temyiz etmesi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 23/1/2014 tarihinde onanmıştır. Yargıtay Ceza Dairesi aynı kararla terör örgütünün propagandasını yapma suçundan kurulan mahkûmiyetin hükmünün ise bozulmasına hükmetmiştir. Başvurucu, karardan 2/5/2014 tarihinde tebliğ almak suretiyle haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 28/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası için bkz. Metin Birdal ([GK] (B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7693
Başvuru, Anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, yargılama sırasında usuli güvencelere riayet edilmemesinin adil yargılanma hakkını, iletişimin tespitine ve fiziki takip yapılmasına izin verilmesi hakkındaki kararların keyfi olmasının da haberleşme özgürlüğü ile özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, bir internet sitesinde yer alan duyuruya erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Eğitim İşkolu Kamu Görevlileri Sendikası (EĞİTİM İŞ) ile Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİT SEN) 23/1/1995 tarihinde birleşerek oluşturduğu başvurucu Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (Sendika) Türkiye'nin 81 ilinde 100 şubesi ve 114 binden fazla üyesi bulunmaktadır. Sendika; eğitim sektöründe çalışanların ekonomik, sosyal, demokratik, kültürel haklarının korunması ve geliştirmesi ile özgür ve demokratik bir çalışma yaşamının oluşturulması iddiasıyla demokratik ve yaşanılası bir ülke talebiyle çalışmalarını sürdürmektedir. Amasya İl Millî Eğitim Müdürlüğü 2015 yılında; Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) ile İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfının (Vakıf) ortaklaşa yürütmek üzere anlaştıkları “Her Sınıfın Bir Yetim Kardeşi Var” projesi ile ilgili olarak Amasya'da bulunan ilk ve orta dereceli okulların müdürlüklerine proje tanıtım afişlerinin okullarda öğrencilerin görebilecekleri yerlere asılması talimatını vermiştir. Başvurucu bu talimat üzerine projenin hayata geçirildiğini öğrendiğini belirterek MEB Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünün söz konusu proje ile ilgili 8/9/2014 tarihli kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali talebiyle dava açmıştır. Başvurucu açtığı bu davayı kendisine ait http://www.egitimsen.org.tr isimli internet sitesi üzerinden kamuoyuna bir yazı ile duyurmuştur. İnternet sitesinin "Duyurular" kısmında yayımlanan yazı şöyledir: “İHH İnsani Yardım Vakfı'nın MEB ile Yürüttüğü 'Her Sınıfın Bir Yetim Kardeşi Var Projesi'ne Karşı Dava Açtık Milli Eğitim Bakanlığı ile İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı elbirliğiyle yürütülen 'Her Sınıfın Bir Yetim Kardeşi Var' projesi kapsamında, sınıflara kumbara konularak öğrenciler 'insani yardım' amacıyla yönlendirilmekte ve her sınıftan 90 lira para toplanmaktadır.Türkiye'deki okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve liselerde özel ve devlet okulu ayrımı yapmaksızın 'gönüllülük esası' çerçevesinde ilgili projeye desteğin sağlanması talimatını içeren MEB kararı doğrultusunda söz konusu projenin tanıtımı için il il kampanyalar başlamıştır. Bakanlar Kurulu'nun 2011 gün 2011/1799 sayılı kararıyla vergi muafiyeti tanınan İHH Vakfı, 01/04/2013 tarihinde de 'Yardım toplamada izne tabi olmama' statüsü verilmiştir. Adı pek çok yolsuzluk olayına karışan 'Deniz Feneri' ve 'Kimse Yok Mu?' derneklerinin de bu statüye sahip oldukları da hatırda tutulmalıdır. Bu nedenledir ki 'insani yardım' adı altında toplanan paraların/yardımların hareketi, kimlere ulaştığı, hangi çevrelerle ilişki içerisinde yardımların dağıtıldığı gibi sayısı artırılabilir sorularla, bu ilişkilerin denetimi ve 'insani yardımın' amacına uygun yürütülüp yürütülmediği sorunu gündemimize gelmiştir.Belirtmek isteriz ki İHH İnsani Yardım Vakfı izne tabi olmayan vakıflardan olmasına rağmen, bildirim üzerine Milli Eğitim Bakanlığının dava konusu ettiğimiz yazısı okullardan yardım toplanmasının biçim ve koşullarını içermediği gibi, denetimin nasıl yapılacağı konusunda da bir bilgilendirme içermemektedir. Ayrıca yasalarda 'iki yıl' olarak getirilen yardım süresi sınırı da ilgili MEB yazısında belirtilmemiştir. Zira aynı yardım 2013-2014 öğretim yılında da yapılmış, halen de yapılmaya devam etmektedir.Söz konusu projede yardımın miktarı da mevzuata aykırı biçimde 'sınıf içerisinde toplanacak olan 90 (doksan türk lirası) TL' olarak belirtilmiştir. Yardımı kimin yaptığı kayıtlara geçirilmektedir. Yardım edilenin de tüm bilgileri yardım edene verilmektedir. Tüm bunlar aleniyet gereği gibi görülse de gerçekte yardımın amacından uzaklaşılmakta ve zorunlu hale gelmektedir. Eğitim Sen olarak belirtmek isteriz ki, egemenlerin dünyada ve Türkiye'de yürüttüğü politikalar karşısında ezilenlere dost eli uzatmanın erdemi tartışma götürmezdir. Ancak bu el, halihazırdaki biçimiyle uzanmamalıdır. Çocuklara yardım götürürken, sadece bu çocukların gözlerine 'insanca' bakabilmek için, onların yetim kalmasına neden olan 'savaş politikalarına' da karşı çıkmak gerekmektedir.Belirtmek isteriz ki okullar, öğrencilerimizin eşit, özgür, adil ve barış içinde bir yaşamı var edebilecekleri düşüncesinin teşvik edildiği eğitim-öğretim kurumları olarak görülmelidir.Ancak söz konusu projenin temel aktörü hakkında basında yer alan kimi çarpıcı haberleri de hatırlatmakta yarar bulunmaktadır. Basında yer alan haberlerde, İHH Vakfı Başkanı ...'nın El Kaide'ye para aktardığı iddiasıyla hakkında gizli bir soruşturma yürütüldüğü iddia edilmişti. Ayrıca 2013 yılı Ağustos ayında Suriye'de El Nusra'nın kontrolünde bulunan Rakka bölgesinde iftar verdiği, El Nusra örgütüne tırlarla yardım götürdüğü ve El Nusra'ya silah ve tıbbi malzeme gönderdiği haberleri de basında yer almıştı. Türkiye'nin yangın yerine dönen Suriye'de iç savaşı büyütecek 'eğit donat' politikaları düşünüldüğünde bu tablonun akıllarda çokça soru işareti yaratması kaçınılmazdır.Sonuç olarak ifade etmek isteriz ki, böylesine hukuksuz ve akıllarda soru işareti bırakan bir projenin okullarda yürütülmesi oldukça sakıncalıdır. Bu nedenle söz konusu projenin okullarda uygulanmasına dayanak olan Milli Eğitim Bakanlığı Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü'nün 08/09/2014 tarih ve 3784945 sayılı kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle 10 Nisan 2015 tarihi itibariyle dava açmış bulunmaktayız." Yazıda bahsi geçen Vakıf ile Vakfın Başkanı (müştekiler), internet sitesinde yer alan yazı içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek internet içeriğine erişimin engellenmesi talebinde bulunmuşlardır. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 27/4/2015 tarihinde haber içeriğine erişimin engellenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "Yayından kaldırılması talep olunan haberin http://www.egitimsen.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=23278&sube=0#.VTdGeSHtmko isimli sitede internet ortamında yayınlandığı, bu haberin verilmesinde herhangi bir kamu yararı bulunmadığı, haberin somut bir olaya dayanmadığı, asılsız ve mesnetsiz bir takım isnat ve ithamlara karşı talep edenin rızası dışında yayınlanmasının talep edenin itibar ve saygınlığını zedeleyici nitelikte olduğu, bu suretle söz konusu haberin talep edenin kişilik haklarını ihlal eder mahiyette olduğu, bu nedenle yayından kaldırılması gerektiği,buna göre talebin haklı olduğu anlaşıldığından06/02/2014 tarih ve 6518 sayılı yasanın Maddesi ile değişik 5651 Sayılı Yasanın -(3),(4), maddesi uyarınca talebin kabulü ile söz konusu haberin yayından çıkarılmasına (erişimin engellenmesine)karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucunun anılan karara itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/5/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 2/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, §§ 21-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11131
Başvuru, bir internet sitesinde yer alan duyuruya erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 24/3/2006 tarihinde hakaret suçunu işlediği iddiasıyla Derik Cumhuriyet Başsavcılığının 30/5/2006 tarihli ididanamesiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Derik Sulh Ceza Mahkemesince 11/10/2006 tarihinde karar verilmiş; temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 15/07/2008 tarihli kararıyla dava dosyasında hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağının tartışılması zorunluluğu bulunduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyularak yürütülen yargılamada 27/5/2009 tarihli kararla başvurucunun cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar bozulmuştur. Bozmaya uyulmuş ve Mahkemenin 6/5/2014 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Karar henüz katılana tebliğ edilememiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7041
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, zorunlu askerlik hizmetini ifa eden yükümlüler arasında oynanan bir futbol maçında oyuncuların çarpışması neticesinde oluşan yaralanmanın akabinde meydana gelen ölüm ve bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve bir örneği temin edilen başvuruya konu ceza soruşturmasında bulunan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İzmir'de konuşlu 57'nci Topçu Tugay Komutanlığına bağlı MEBS Bölük Komutanlığında (Bölük Komutanlığı) zorunlu askerlik hizmetini ifa etmekteyken 13/3/2015 tarihinde vefat eden A.G.nin ebeveynidir. A.G. acemi askerlik eğitimi almak üzere 7/12/2014 tarihinde Mamak (Ankara) MEBS Okulu ve Eğitim Merkezine bağlı bir askerî birliğe katılmıştır. Üzerinde herhangi bir tarih bulunmayan ancak altında A.G.nin imzası bulunduğu görülen bir belgeye göre A.G. askerlik hizmeti öncesinde herhangi bir rahatsızlık geçirmemiştir. Ayrıca A.G. söz konusu belgeyi doldururken sigara içmediğini ve uyuşturucu madde kullanmadığını ifade etmiştir. Acemi askerlik eğitimi sonrasında kullandığı dağıtım izninin ardından A.G. 19/1/2015 tarihinde Bölük Komutanlığına katılmıştır. Bölük Komutanı S.U. ve A.G.nin imzalarının bulunduğu danışmanlık kartına göre A.G.nin katılış muayenesi yapılmıştır. A.G. 20/1/2015 tarihinde psikolojik danışmana uyuşturucu madde kullandığını ve bırakmak istediğini, ayrıca askerlik hizmeti öncesinde intihar girişiminde bulunduğu beyan etmiştir. Psikolojik danışman 22/1/2015 ve 12/2/2015 tarihlerinde A.G. ile görüşmeler yapmıştır. Son görüşmede A.G.nin bir aydır uyuşturucu madde kullanmadığını beyan etmesi üzerine A.G. ile yapılan görüşmeler sonlandırılmıştır. A.G. 8/3/2015 günü saat 00-00 sıralarında oynadığı futbol maçında Y.G. ile çarpışmıştır. Çarpışma esnasında Y.G.nin ayağı A.G.nin kasığına gelmiştir. A.G. 15 dakika kadar daha maça devam etmiş ancak karnının ağrıdığını söyleyerek maçı bırakmıştır. 57'nci Topçu Tugay Komutanlığı Birinci Basamak Muayene Merkezince (BBMM) kasığındaki şişlik ve ağrı nedeniyle hasta nakil aracı ile Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine (Fakülte Hastanesi) sevkedilen A.G. saat 01'de Acil Servise giriş yapmıştır. Batın (karın) içi yaygın sıvı saptanması üzerine çekilen sistografide (mesanenin x ışınlarına opak bir kontrast maddeyle doldurulmasından sonra çekilen radyografisi) mesane perforasyonu (delinme) tespit edilince A.G. Üroloji Servisince ameliyat edilmiştir. Ameliyat sonrasında Yoğun Bakım Ünitesinde izlenen A.G.de taşikardi (kalp atım sayısının dakikada 100'ün üzerinde olacak şekilde atması) ve eletrolit imbalansı (elektrolit dengesizliği) saptanmıştır. Ayrıca A.G. diabetes insipidus (yoğun idrar atımı ve şiddetli susama duygusuyla belirgin bir hastalık) ön tanısıyla yakın takibe alınmıştır. Kardiyoloji, nefroloji, endokrinoloji ve -uyuşturucu kullanımı öyküsü dikkate alınarak- psikiyatri branşlarıyla yapılan konsültasyonlar doğrultusunda tedavisi yeniden düzenlenen A.G. genel durum, bilinç bozukluğu ve hipernatremi (kanda sodyum konsantrasyonunun yüksek oluşu) nedeniyle ileri tetkik ve tedavi için 11/3/2015 günü saat 55'te Üroloji Servisi Yoğun Bakım Ünitesinden İç Hastalıkları Servisi Yoğun Bakım Ünitesine gönderilmiştir. Askerî yetkililerin yaptığı bilgilendirme üzerine başvurucu Yusuf Gören, 11/3/2015 tarihinden itibaren Fakülte Hastanesinde hazır bulunabilmiştir. A.G. tedavi gördüğü Fakülte Hastanesinde 13/3/2015 günü saat 45'te vefat etmiştir. A.G.nin tedavi gördüğü süre içinde ve başvurucu Yusuf Gören gelinceye kadar durumun takip edilmesi ve kendisine yardımcı olunması maksadıyla Fakülte Hastanesinde refakatçi askerî personel bulundurulmuştur. A.G.nin ölüm haberini alan Ege Ordusu Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) derhâl ve kendiliğinden ölüm olayı hakkında bir soruşturma başlatmış, Ege Ordusu Komutanlığı da olayın soruşturulması için bir idari tahkikat heyeti oluşturmuştur. A. Olay Hakkında Yürütülen İdari Tahkikata İlişkin Süreç İdari tahkikat kapsamında Erkân Başkanı Topçu Albay A.T.nin, Personel Şube Müdürü Topçu Albay F.G.nin, Tugay Nöbetçi Amiri Topçu Binbaşı T.nin, 57'nci Topçu Komutanlığında görevli bazı tabip ve psikologların, ayrıca A.G. ile birlikte askerlik hizmetini yapan bir kısım er ve erbaşın ifadeleri alınmıştır. Ayrıca başvurucu Yusuf Gören ile A.G.nin bir kuzeni ve kim olduğu tespit edilemeyen bir yakını dinlenmiştir. İdari Tahkikat Heyetince düzenlenen idari tahkikat raporunda yer aldığı kadarıyla tahkikat esnasında alınan ifadelerden anlaşılanlar şunlardır: - Askerlik hizmeti öncesinde alkol ve uyuşturucu madde kullanan A.G. 15 yaşında ailesini terk edip İstanbul'a gitmiştir.- Askerlik hizmetini ifa ederken A.G. kolunu dört yerinden kesici aletle yaralamıştır.- Başvurucu Yusuf Gören ile A.G.nin akrabaları ile yapılan görüşmeler sırasında A.G.nin babasında ve erkek kardeşlerinde böbrek rahatsızlığı olduğu öğrenilmiş ise de askerlik hizmeti esnasında A.G. böyle bir sağlık problemi olduğunu bildirmemiştir. - A.G. yapılan eğitim ve diğer faaliyetler esnasında tuvalete gitmek için komutanlarından sık sık izin istemiştir.- Sorunları nedeniyle A.G. kontrol altında tutulması için haberci olarak görevlendirilmiştir.-Maç sırasındaki çarpışma sert değildir. İdari Tahkikat Heyetinin yürütülen tahkikat sonunda ulaştığı sonuçlar şunlardır: i. Maçta yaşanan olayı müteakip A.G. gecikmeden sağlık kuruluşuna sevk edilmiş ve A.G.nin Fakülte Hastanesindeki tedavi süresi sıkı bir şekilde izlenmiştir. Bu nedenle olayda birlik komutanlığının kusur ve ihmali bulunmamaktadır. ii. Maçta yaşanan çarpışma olayı, her maçta maçın heyecanı ile yaşanabilecek kasıtsız bir çarpışma olup sert bir tekme veya darbe söz konusu değildir. iii. A.G.nin vefatı, bilinmeyen bir rahatsızlıktan veya tedavi sürecinde meydana gelen bir komplikasyondan kaynaklanmış olabilir. Zayıf bir ihtimal de olsa maçta yaşanan çarpışmanın A.G.deki bir hastalığı tetiklemiş olması muhtemeldir. iv. A.G.nin kesin ölüm nedeninin belirlenmesi sonrasında soruşturmaya adli mercilerce devam edilmesi uygundur. B. Olay Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Ölü muayene işlemi Askerî savcı ve Askerî Savcılığın talebi üzerine başvurucular için İzmir Barosu tarafından görevlendirilen bir vekil (zorunlu vekil) nezaretinde 13/3/2015 günü 45-00 saatleri arasında bir adli tıp uzmanınca Fakülte Hastanesinde yapılmıştır. Yapılan işlem sırasında cesedin fotoğrafları da çekilmiştir. Otopsi işlemi 14/3/2015 günü saat 30 sıralarında Askerî savcı ve zorunlu vekil nezaretinde iki adli tıp uzmanınca yapılmıştır. İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesince düzenlenen otopsi raporunda kesin ölüm nedeni hakkında Adli Tıp Kurumundan görüş alınmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Askerî Savcılık 17/3/2015 günü zorunlu vekil nezaretinde A.G.nin yaralanmasıyla sonuçlanan futbol maçında oynamış Y.G. de dâhil on kişinin ifadesini almıştır. Alınan ifadelerden top Y.G.de iken A.G.nin topu almak için hamle yaptığı esnada çarpışmanın meydana geldiği, çarpışma neticesinde gerek A.G.nin gerekse Y.G.nin yere düşmediği, maç öncesinde A.G. ve Y.G. arasında husumet bulunmadığı, çarpışma sonrasında herhangi bir kavga olayının yaşanmadığı, çarpışmadan sonra yaklaşık on beş dakika kadar daha maça devam eden A.G.nin karın ağrısı nedeniyle maçı bırakmak zorunda kaldığı ve A.G.nin saat 00 sıralarında BBMM'ye gittiği anlaşılmıştır. Y.G.nin ifadesinde ayrıca A.G.nin geceleri çok sık lavaboya gittiğinden, herhangi bir hastalığından bahsetmediğinden ve A.G.nin vefatından sonra duyduğuna göre A.G.nin ağabeyine hastalık nedeniyle askerliğe elverişsiz olduğuna dair rapor verildiğinden söz ettiği görülmüştür. Askerî Savcılık, Şanlıurfa Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliğine (Genel Sekreterlik) bir müzekkere yazarak Genel Sekreterliğe bağlı tüm hastanelerden müteveffaya ait tıbbi belgeleri elde etmiştir. Askerî Savcılık başvurucuların ifadelerini 28/8/2015 tarihinde istinabe yoluyla almıştır. İfade sırasında başvurucular için Şanlıurfa Barosunun görevlendirdiği bir vekil de hazır bulunmuştur. Başvurucular ifadelerinde askerlik hizmeti öncesinde oğullarının sağlık kuruluşlarınca takibi yapılan bir hastalığının bulunmadığını, oğullarının öldürüldüğünden şüphelendiklerini zira ölümünde on gün kadar önce A.G.nin kendilerine birisiyle kavga ettiğinden, diğer askerlerin kendisine gıcık olduğundan ve zor idare ettiğinden söz ettiğini beyan etmişlerdir. Başvurucu Yusuf Gören ek olarak oğlunu Fakülte Hastanesinde sadece bir kez görebildiğini, oğluna kendisini tanıyıp tanımadığını sorduğunu, oğlunun ise "Babamsın." diyerek cevap verdiğini ve bu görüşme sırasında bir komutanının da hazır bulunduğunu söylemiştir. Askerî Savcılık, başvurucuların iddiaları doğrultusunda Bölük Komutanlığına bir müzekkere yazarak ölümünden on gün kadar önce A.G.nin kavga edip etmediğini sormuş; Bölük Komutanlığı anılan müzekkereye tespit edilmiş bir kavganın bulunmadığı şeklinde cevap vermiştir. Askerî Savcılık müteveffanın kesin ölümü nedenin ne olduğu, futbol maçı esnasında yaşanan çarpışma ile müteveffanın ölümü arasında nedensellik bağının bulunup bulunmadığı, Y.G.nin ölüm olayında kusurunun bulunup bulunmadığı, Fakülte Hastanesinde müteveffaya uygulanan tedavilerin neler olduğu, uygulanan tedavilerde tıbbi ilim ve gereklere aykırı bir yön bulunup bulunmadığı ve ölümün gerçekleşmesinde herhangi bir askerî personele veya asker olmayan bir başka kişiye kusur izafe edilip edilemeyeceği hususlarında Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulundan (İhtisas Kurulu) görüş istemiştir. Soruşturma evrakını ve A.G. hakkında düzenlenen tıbbi belge ve kayıtları inceleyen İhtisas Kurulunca hazırlanan 4/11/2015 tarihli raporda şu görüşler yer almıştır:i. Otopsi sırasında alınan kan, idrar ve iç organ örneklerinin toksikolojik incelemesinde rastlanan maddeler tıbbi tedavide kullanılan ilaç etken maddeleri olup toksik düzeyde değildir. ii. Kendisinde diabetes insipidus rahatsızlığı bulunan A.G.nin ölümü künt batın travmasına bağlı mesane perforasyonu ve gelişen komplikasyonlar nedeniyle meydana gelmiştir. iii. Fakülte Hastanesince doğru tanı konulmuş olup takip ve tedavi de tıp kurallarına uygun yapılmıştır.iv. Fakülte Hastanesinde yapılan tetkiklerde ve otopside diabetes insipidus hastalığına bağlı mesane büyüme duvarında incelme olduğunun tespit edildiği cihetle mesane yırtılmasında mevcut hastalığın da kolaylaştırıcı etkisi olmuştur. Futbol maçında yaşanan çarpışma görülebilir bir durumdur ancak kastı olmadığı sürece Y.G.ye çarpışma sonucu oluşan yaralamadan dolayı kusur izafe edilemez.v. Y.G.nin kastının olup olmadığı ve diğer askerî personelin kusurunun olup olmadığının adli tahkikatla aydınlatılması uygundur. Askerî Savcılık, yürüttüğü soruşturma sonunda öz olarak futbol maçının birtakım riskleri olduğu, oyuncuların oyun içinde birbirlerini yaralama eylemlerinin kasıt boyutuna varmadığı sürece varsayılan rıza kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, Y.G. ile müteveffanın arasında maç öncesinde veya maç sırasında husumet olduğuna ve Y.G.nin bu nedenle müteveffaya zarar verdiğine ilişkin kamu davası açmaya yeter derecede şüphe oluşturacak delil elde edilemediği, ayrıca başka herhangi bir askerin cezai sorumluluğunu gerektirecek nitelikte kasta veya taksire dayalı eyleminin bulunduğu yönünde kamu davası açmaya yeter derecede şüphe oluşmadığı gerekçesiyle kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Vekilleri aracılığıyla başvurucular başka hususlar yanında; i. Oğullarının ölmeden on gün kadar önce kendilerine biriyle kavga ettiğini ve diğer askerlerin kendisine gıcık olduğunu söylediğini soruşturma makamlarına bildirmelerine rağmen soruşturmanın derinleştirilmediğini,ii. Tedavi sürecinin başında durumun kendilerine bildirilmediğini, bu nedenle hem oğullarına refakat edemediklerini hem de tedavinin yapılmasında kişisel imkânlarını kullanamadıklarını, kendisinin (baba Yusuf Gören) A.G. ile yalnız görüşme imkânı bulamadığını, bu nedenle A.G.nin ölümle sonuçlanan olayın kim tarafından nasıl meydana getirildiği hakkında kendisine (baba Yusuf Gören) bilgi verme fırsatının engellendiğini,iii. İhtisas Kurulunca hazırlanan raporda Y.G.nin kastının olup olmadığı ve diğer askerî personelin kusurunun bulunup bulunmadığı hususlarının adli tahkikatla aydınlatılması gerektiği belirtilmesine karşın etkili bir inceleme yapılmadığını,iv. Soruşturma kapsamında herhangi bir kimsenin şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınmadığını,v. Y.G.ye kasten öldürme veya taksirle öldürme suçlarıyla ilgili soru yöneltilmediğini öne sürerek kovuşturmasızlık kararına itiraz etmişlerdir. Güzelyalı-İzmir Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) 1/2/2016 tarihinde, ölene yönelik kasti bir müdahalenin bulunmadığı, öngörülebilir bir neticenin olmaması nedeniyle herhangi bir kimseye taksir derecesinde dahi kusur yüklenemeyeceği, İhtisas Kurulunca hazırlanan rapora göre başvurucuların yakınının yaralanması sonrasında gerekli tüm tıbbi işlemlerin yapıldığı, ölümünden on gün önce müteveffanın birisiyle kavga etmesi ile ölüm olayı arasında doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantı bulunmadığı, yaralanma olayı sonrasında başvuruculara hemen haber verilmemesi ile ölüm olayı arasında bağ kurulamadığı, meydana gelen neticenin askerî hizmetle bağlantılı olmadığı gerekçesiyle başvurucuların itirazını reddetmiştir. Anılan karar 12/2/2016 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucular 14/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular, oğullarının ölümüyle ilgili olarak Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askerî Yüksek İdare Mahkemesi nezdinde açtıkları tam yargı davasının reddine dair İzmir İdare Mahkemesinin (İdare Mahkemesi) 8/11/2017 tarihli kararı ile bu karar aleyhine yaptıkları istinaf başvurusunun reddine ilişkin İzmir Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdare Dava Dairesinin (Dava Dairesi) 1/3/2018 tarihli kararını bireysel başvuru dosyasına konulmak üzere 25/4/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine göndermişlerdir. Başvurucular dilekçelerinde tam yargı davasında yapılan yargılamaya ilişkin herhangi bir şikâyet dile getirmedikleri gibi nihai kararı hangi tarihte tebliğ aldıklarına ilişkin bir bilgi de vermemişlerdir. İlgili hukuk için bkz. Coşkun Çiftler, B. No: 2014/18624, 22/2/2018, §§ 55-57; 61; Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 91-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5608
Başvuru, zorunlu askerlik hizmetini ifa eden yükümlüler arasında oynanan bir futbol maçında oyuncuların çarpışması neticesinde oluşan yaralanmanın akabinde meydana gelen ölüm ve bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 17/5/2010 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 7/12/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13356
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, esasa etkili bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1985 doğumlu olup olayların geçtiği tarihte İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu 5/4/2018 tarihinde kullanmakta olduğu otomobil ile seyir hâlindeyken trafik ekiplerince alkol kontrolü amacıyla durdurulmuştur. Kontrolde 2,49 promil alkollü hâldeyken araç kullandığının tespit edilmesi üzerine başvurucunun sürücü belgesi geçici olarak geri alınmış, başvurucuya 002 TL idari para cezası uygulanmış ve trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan düzenlenen evrak Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiştir. Başvurucunun alkolmetre ile ölçülen değere itiraz etmesi üzerine Çiğli Bölge Eğitim Hastanesi Laboratuvarında yapılan tahlil neticesinde kanında alkol saptanmamıştır. Başvurucu 6/4/2018 tarihinde Karşıyaka Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) hakkında tesis edilen idari para cezasına ve sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin kararlara karşı başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, dilekçesine hastanede yapılan alkol tahlili neticesini de eklemiştir. Bu arada Başsavcılıkça 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi kapsamında başlatılan soruşturmada kanında alkol tespit edilmediği gerekçesiyle başvurucu hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Hâkimlik 6/6/2018 tarihli kararıyla anılan başvurunun reddine karar vermiştir. Gerekçede; trafik kazaları hariç teknik cihazla yapılan ölçüme itiraz etmenin mümkün olmadığı, ölçü aletinin sağlam ve çalışır vaziyette olduğu ve uygulanan cezada usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı ifade edilmiştir. Ret kararında ayrıca idari para cezasının miktarı itibarıyla kesin nitelikte olduğu vurgulanmış, sürücü belgesinin geri alınması kararı yönünden Karşıyaka Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz yolunun açık bulunduğu belirtilmiştir. Bu karar başvurucuya 12/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu anılan kararın sürücü belgesinin geçici olarak geri alınmasıyla ilgili kısmına yönelik olarak 19/6/2018 tarihinde Karşıyaka Sulh Ceza Hâkimliğine itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu, Çiğli Bölge Eğitim Hastanesi Laboratuvarında yapılan tahlil neticesinden ve aynı olay sebebiyle hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan bahsetmiştir. Karşıyaka Sulh Ceza Hâkimliği 20/6/2018 tarihinde itirazı reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dosya incelendiğinde; İtiraz eden vekilinin 19/06/2018 havale tarihli dilekçesi ile Karşıyaka Sulh Ceza Hakimliğinin 06/06/2018 tarih 2018/888 İş sayılı İdari Para Cezasına itirazın reddi kararına yapmış olduğu itirazların dosyadaki delillere göre yerinde olmadığı, Karşıyaka Sulh Ceza Hakimliğinin kararının ve göstermiş olduğu red gerekçelerin yerinde ve hukuka uygun olduğu anlaşıldığından itirazın reddine yönelik karar vermek gerekmiştir." Nihai karar 28/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 27/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun "Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin etkisi altında araç sürme yasağı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile alkollü olan sürücülerin karayolunda araç sürmeleri yasaktır.Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin kullanılıp kullanılmadığı ya da alkolün kandaki miktarını tespit amacıyla, kollukça teknik cihazlar kullanılır. ...Yapılan tespit sonucunda, 50 promilin üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler hakkında, fiili bir suç oluştursa bile, 700 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgesi altı ay süreyle geri alınır. Hususi otomobil dışındaki araçları alkollü olarak kullanan sürücüler bakımından promil alt sınırı 21 olarak uygulanır. Alkollü olarak araç kullanma nedeniyle sürücü belgesi geri alınan kişiye, son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde; ikinci defasında 877 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri iki yıl süreyle, üç veya üçten fazlasında ise, 407 Türk Lirası idari para cezası verilir ve sürücü belgeleri her seferinde beşer yıl süreyle geri alınır. Sürücü belgelerinin herhangi bir nedenle geçici olarak geri alınmış olması hâlinde belirtilen süreler, geçici alma süresinin bitiminde başlar. Yapılan tespit sonucunda, 00 promilin üzerinde alkollü olduğu tespit edilen sürücüler hakkında ayrıca Türk Ceza Kanununun 179 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır....Alkollü olarak araç kullanması nedeniyle son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde sürücü belgeleri ikinci defa geri alınan sürücüler Sağlık Bakanlığınca, usul ve esasları İçişleri, Millî Eğitim ve Sağlık bakanlıklarınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilen sürücü davranışlarını geliştirme eğitimine; üç veya üçten fazla geri alınan sürücüler ise psiko-teknik değerlendirmeye ve psikiyatri uzmanının muayenesine tabi tutulurlar....." 18/7/1997 tarihli ve 23053 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği'nin "Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı maddeler etkisi altında araç sürme yasağı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri almış olan sürücüler ile kanlarındaki alkol miktarı 50 promilin üzerinde olan hususi otomobil sürücülerinin ve kanlarındaki alkol miktarı 20 promilin üstünde olan diğer araç sürücülerinin karayolunda araç sürmeleri yasaktır.Trafik görevlilerince sürücüler her zaman alkol kontrolüne tabi tutulabilirler. Uyuşturucu veya uyarıcı madde kontrolü ise durumundan şüphe edilen sürücüler üzerinde yapılır.Trafik görevlilerince sürücülerin alkol oranlarının tespitinde aşağıdaki usul ve esaslar uygulanır:a) Sürücülerin alkol oranlarının tespitinde; tarih, saat ve ölçüm sonucu ile cihaza ait seri numarasını gösterir çıktı verebilen ve kalibrasyon ayarı yapılmış teknik cihazlar kullanılır.b) Yapılan ölçüm sonucunda yasal sınırların üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüye 2918 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin beşinci fıkrasında belirtilen miktarlarda idari para cezası verilerek, son ihlalin gerçekleştiği tarihten itibaren geriye doğru beş yıl içinde sürücü belgeleri birinci defasında altı ay, ikinci defasında iki yıl, üç veya üçten fazlasında ise her seferinde beşer yıl süreyle geri alınır.c) Teknik cihaz kullanılmasını kabul etmeyen sürücüye 2918 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin dokuzuncu fıkrasında belirtilen miktarda idari para cezası verilir ve sürücü belgesi iki yıl süreyle geri alınır.ç) Yasal sınırların üzerinde alkollü olarak araç kullandığı tespit edilen sürücüler ile teknik cihaz kullanılmasını kabul etmeyen ve bu nedenle hakkında işlem yapılan sürücüler araç kullanmaktan men edilir.d) Yapılan tespit sonucunda 1,00 promilin üzerinde alkollü olduğu tespit edilen ve 2918 sayılı Kanunun 48 inci maddesine göre işlem yapılan sürücüler, haklarında ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 179 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerine göre adli işlem yapılmak üzere mahalli zabıtaya teslim edilir.e) 1,00 promilin altında alkollü olmasına rağmen, alkolün etkisiyle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek durumda olduğu tutanakla tespit edilen sürücü, hakkında ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 179 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükümlerine göre adli işlem yapılmak üzere mahalli zabıtaya teslim edilir.f) Teknik cihazla yapılan ölçüm sonucuna itiraz edilmesi durumunda tekrar ölçüm yapılmaz, yapılan işlemlere itiraz 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 27 nci maddesi kapsamında ilgili mahkemelere yapılır...."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/23430
Başvuru, esasa etkili bir iddianın karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işe iade davasında verilen karara karşı temyiz imkânı tanınmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya ait işyerinde muhasebe yetkilisi olarak çalışmaya başladığını iddia eden T.K., işveren tarafından yapılan 11/5/2016 tarihli fesih bildirimi ile iş akdinin feshedilmesi üzerine 8/6/2016 tarihinde işe iade davası açmıştır. Ankara İş Mahkemesi (Mahkeme) 29/9/2017 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Başvurucu, istinaf talebinde bulunmuş; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 5/6/2018 tarihinde eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle hükmü ortadan kaldırmış ve dosyayı Mahkemeye göndermiştir. Mahkeme 24/1/2019 tarihinde tekrar davanın kabulüne karar vermiş, Bölge Adliye Mahkemesi 26/11/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz yoluna başvurmuştur. (Kapatılan) Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 27/2/2020 tarihli kararıyla temyiz talebini reddetmiş; kararı gerekçesinde 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi uyarınca açılan fesih bildirimine itiraz davalarında verilen kararlar hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağını vurgulamıştır. Yine 7036 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (4) numaralı fıkrasında, ilk derece mahkemeleri tarafından bu Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen kararların karar tarihindeki kanun yoluna ilişkin hükümlere tabi olduğunun düzenlendiğini belirtmiştir. Söz konusu düzenlemeler uyarınca ilk derece mahkemelerinin işe iade davalarında 25/10/2017 tarihinden sonra verdiği kararlar hakkındaki bölge adliye mahkemesi kararlarının kesin olduğunu ve bu kararlara karşı temyiz yoluna başvurulamayacağını ifade etmiştir. Nihai karar 1/6/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 26/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19001
Başvuru, işe iade davasında verilen karara karşı temyiz imkânı tanınmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamu görevinden çıkartılmaları nedeniyle açlık grevi yapan bazı kişilere destek vermek amacıyla "Yüksel Direnişi Halk Sofrasında Buluşuyor" sloganı ile düzenlenen bir etkinliğe katılan başvurucuların idari para cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 21/8/2019 ve 11/9/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/32394 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2019/30422 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). OHAL döneminde alınan tedbirlerden biri de "terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca [MGK] karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu" değerlendirilen kişilerin Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmasıdır. Bu kapsamda darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin yanı sıra diğer terör örgütleri ile ilgisi nedeniyle de çok sayıda kamu görevlisinin ihraç edildiği bilinmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-60). Öğretmen olarak görev yapmakta olan S.Ö. 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK'ca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Akademisyen olan Nuriye Gülmen de hakkındaki 3/10/2016 tarihli görevden uzaklaştırma tedbirinin ardından 2/1/2017 tarihli ve 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile aynı gerekçeyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Bu süreçte Nuriye Gülmen 9/11/2016 tarihinde Ankara'da Yüksel Caddesi'nde oturma eylemi yapmaya başlamıştır. S.Ö. de 23/11/2016 tarihinden itibaren bu oturma eylemine katılmıştır. Bu kişiler 11/3/2017 tarihinde, görevlerine iade edilmeleri amacıyla açlık grevi başlattıklarını açıklamıştır. Nuriye Gülmen ve S.Ö. tarafından başlatılan oturma eylemi ve sonrasındaki açlık greviyle ilgili olarak kamuoyunda yoğun tartışmalar olmuş ve konu uzun süre güncelliğini korumuştur.B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvuruculardan İpek Moral 1998, Nuriye Gülmen ise 1982 doğumlu olup olay tarihinde İpek Moral öğrenci, Nuriye Gülmen ise KHK ile ihraç edilmiş eski akademisyendir. Görevinden ihraç edilmesi nedeniyle açlık grevine başlayan eski akademisyen Nuriye Gülmen tarafından 2016 yılı Kasım ayında Ankara'nın Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde başlatılan ve Konur Sokak'ın Yüksel Caddesi'yle kesiştiği bölgede uzunca bir süre devam ettiği anlaşılan "İşimi Geri İstiyorum" talepli protesto gösterileri yaşanmıştır. Söz konusu protesto gösterileri somut olayın meydana geldiği 29/5/2019 tarihinde de devam etmektedir. Anılan tarihte Yüksel Caddesi'nde eylem yapan grup tarafından ramazan ayı olması nedeniyle "Yüksel Direnişi Halk Sofrasında Buluşuyor" sloganıyla iftar sofrası kurulmak istenmiştir. Başvurucular da bu etkinliğe katılmıştır. Başvurucuların da aralarında bulunduğu grup Yüksel Caddesi Mimarlar Odası önüne gelerek yanlarında getirdikleri karton kolileri yere serip iftar sofrası kuracaklarını söylemiştir. Bunun üzerine kolluk kuvvetleri tarafından izinsiz böyle bir etkinliğin yapılamayacağı konusunda uyarılarda bulunulmuş ve Ankara Valiliğinin (Valilik) 21/1/2018 tarihli kararı hatırlatılmıştır. Söz konusu ikazların dikkate alınmaması ve grubun dağılmaması üzerine kolluk kuvvetleri tarafından başvurucuların da içinde bulunduğu bir kısım grup üyelerine orantılı olarak zor kullanılmış, başvurucular gözaltına alınmış ve gerekli idari işlemler yapıldıktan sonra şahıslar salıverilmiştir. Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü (İdare) tarafından başvurucular hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 320 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucular hakkında düzenlenen idari yaptırım karar tutanaklarında idari para cezasına konu kabahat fiiline ilişkin olarak Valiliğin 21/1/2018 tarihli kararı gerekçe gösterilmiştir. Valiliğin söz konusu 21/1/2018 tarihli yasaklama kararı şöyledir:"Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ülkemiz sınırları içinde veya dışında güvenlik ve istikrarı sağlama ve Afrin bölgesinde bulunan çeşitli terör örgütü unsurlarını etkisiz hale getirmek üzere, 2018 Cumartesi günü saat 00’de 'Zeytin Dalı Operasyonu' başlatılmıştır.Çeşitli siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları tarafından sosyal medya üzerinden yapılan çağrılarla; ‘Zeytin Dalı Operasyonu’nu protesto etmek amacıyla, Ankara'nın muhtelif yerlerinde birtakım eylem ve etkinlikler yapılacağı yönünde paylaşımlarla toplanma çağrısında bulunulduğuna dair istihbarî bilgiler elde edilmiştir.Bu tür eylemlerin, umuma açık alanları, meydanları, yolları, parkları ve diğer dinlenme mekânlarını kullanan vatandaşlarımız ile eylemi gerçekleştiren şahıslar arasında, istenmeyen olayların yaşanmasına yol açabileceği; bu eylemler sırasında, terör örgütlerinin katılımcılar ve vatandaşlarımıza yönelik olarak bombalı eylemler yapabileceği yönünde istihbari duyumlar alınmaktadır.Bu sebeple, 21 Ocak 2018 tarihinden itibaren, ‘Zeytin Dalı Operasyonu’ devam ettiği sürece park, bahçe, genel yollar, kamu binalarının önleri ve umuma açık alanlarda düzenlenecek açık ve kapalı yer toplantıları, basın açıklamaları, açlık grevi, oturma eylemi, konser, şenlik, şölen ve benzeri eylem ve etkinlikler; kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması, temel hak ve özgürlükler ile can ve mal emniyetinin sağlanması amacıyla, 2911 sayılı Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17’nci maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda Valiliğimizden izin alınarak yapılacaktır.Yukarıda belirtilen düzenlemelere uymayanlar hakkında, fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17’nci ile 28’nci maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66’ncı madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır." Başvurucular tarafından idari para cezalarına ayrı ayrı itiraz edilmiştir. İtirazları inceleyen ilgili Ankara sulh ceza hâkimlikleri (Hâkimlikler), başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle farklı tarihlerde itirazları kesin olarak reddetmiştir. Kararlar farklı tarihlerde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 21/8/2019 ve 11/9/2019 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..." 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı,a) Tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım,b) Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması,Durumlarında olağanüstü hal ilan edilmesi ve usulleriyle olağanüstü hallerde uygulanacak hükümleri belirlemektir." 2935 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince olağanüstü hal ilanında; genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla 9 uncu maddede öngörülen tedbirlere ek olarak aşağıdaki tedbirler de alınabilir:...m) Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü taplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak," 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (C) bendi şöyledir:"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir." 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir." B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurulara ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/30422
Başvuru, kamu görevinden çıkartılmaları nedeniyle açlık grevi yapan bazı kişilere destek vermek amacıyla "Yüksel Direnişi Halk Sofrasında Buluşuyor" sloganı ile düzenlenen bir etkinliğe katılan başvurucuların idari para cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kolluk görevlilerince bir protesto eylemine güç kullanılarak müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; kullanılan güç sonrası yaralanma ve buna ilişkin yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1973 doğumlu olup İstanbul'da avukat olarak görev yapmaktadır. Kendini "kadın hakları aktivisti" olarak nitelendiren başvurucu, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfında gönüllü olarak çalışmakta ve kadınlara yönelik şiddete karşı hukuki süreçlerde aktif olarak yer almaktadır. Başvurucu, DEAŞ terör örgütünün Suriye'nin Kobani (Ayn El Arab) kentinde özellikle kadınlara yönelik gerçekleştirdiği ileri sürülen şiddet eylemlerini protesto etmek ve buna ilişkin hükûmet politikalarını eleştirerek kamuoyu oluşturmak amacıyla kurulduğu belirtilen Savaşa Karşı Kadın İnisiyatifi Platformu çerçevesinde düzenlenen farklı tarih ve mekânlardaki gösterilere katılmıştır. Anılan Platform 9/10/2014 tarihinde Atatürk Havalimanı'nda aynı konuya ilişkin olarak protesto eylemi düzenlemiş, başvurucu da bu eyleme iştirak etmiştir. Atatürk Havalimanı dış hatlar terminali içinde, gelen yolcu katındaki check-in kontuarları arasında bulunan alanda iki kişinin koşmasıyla başlayan başvuru konusu gösteriye, kolluk ve havaalanı özel güvenlik görevlilerince müdahale edilmiştir. Başvurucunun anlatımına göre kamu görevlileri tarafından, önceden hiçbir uyarı yapılmaksızın toplantıya müdahale edilerek sağ kolu sırtına doğru bükülen başvurucu kolundan ve boynundan tutularak Havalimanının dışına çıkarılmış, ardından gözaltına alınarak polis aracına bindirilmiştir. Başvurucu ayrıca bu esnada yere düştüğünü ve kamu görevlilerinin hakaretine maruz kaldığını belirtmiştir. Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan 9/10/2014 tarihli sağlık raporuna göre, gözaltına alınırken başvurucunun sağ ön kolunda 1x3 cm açık kırmızı ekimoz (çürük), sol kolunda 8x6 cm açık kırmızı noktasal ekimoz, sol dirseğinde 1x1 cm açık kırmızı ekimoz, sol ön kolunda 4x0,5 cm cm ve 0,5x0,5 cm açık kırmızı ekimoz mevcuttur. Başvurucu 5-6 saat gözaltında kalmıştır. Başvurucu gözaltından çıkarılırken Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan sağlık raporunda başvurucunun sağ kolunda ağrı ve şişlik olduğu tespiti yer almaktadır. Olayın ertesi günü (10/10/2014 tarihinde) Türkiye İnsan Hakları Vakfına başvurusu üzerine Vakıf çalışanları tarafından düzenlenen sağlık raporunda,başvurucunun boynunda ve sağ kolunun ön kısmında sıyrık olduğu kayıtlıdır. Ayrıca kolda oluşan ödemin travmaya bağlı olduğu ve yaralanmanın künt travmatik niteliğinin bulunduğu belirtilmiştir. Kolluk memurları tarafından olayın ertesi günü izlenen kapalı devre kamera kayıtları tutanağına göre, 30-40 kişilik kadın grubunun bazı kıyafetlerini çıkararak kıyafetlerin altında bulunan yazılı tişörtleriyle pankart açmaya ve slogan atmaya çalıştıkları esnada görevliler tarafından kademeli olarak kendilerine müdahale edilmiş ve zor kullanılmıştır. Tutanakta, gösterinin başlama anı saat 58 olarak belirtilmiş; saat 03 ile 11 arasında bireylerin polis otobüslerine bindirilmesi suretiyle grubun dağıtıldığı açıklanmıştır. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma, ihtara rağmen dağılmamakta ısrar etme suçlarını işlediği isnadıyla 16/2/2015 tarihinde başvurucu hakkında dava açılmıştır. Yargılama sonucunda Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 26/9/2018 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu 47 sanığın beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde Mahkeme, gösterici grubun henüz toplanmadan polisin müdahale ettiğini belirterek kanuna aykırı toplantı yapma suçunun unsurlarının oluşmadığını, polisin müdahale etmeden önce gerekli ihtarı yapmaması sebebiyle de ihtara rağmen dağılmama suçunun oluşmadığını açıklamıştır. Başvurucu ise kolluk görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma ve hakaret suçlarını işledikleri iddiasıyla Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyetçi olmuştur. Savcılık 28/5/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu 47 kişi hakkında 2911 sayılı Kanun'a aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma, ihtara rağmen dağılmamakta ısrar etme suçlarını işledikleri iddiasıyla dava açıldığı belirtilerek bu kişilerin görevlilerce uyarılmalarına rağmen Havalimanında yasak gösteri yürüyüşü yapmaya çalışmaları nedeniyle zor kullanıldığı, zor kullanma yetkisinin aşıldığına veya hakaret edildiğine yönelik delil olmadığından kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiği belirtilmiştir. Bu karara yapılan itiraz, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/8/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar, 18/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15836
Başvuru, kolluk görevlilerince bir protesto eylemine güç kullanılarak müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; kullanılan güç sonrası yaralanma ve buna ilişkin yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, delil tespiti isteğinin yerine getirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Sahip olduğu arazide tarımsal üretim yapmakta olan başvurucu, tarlasını sulamak amacıyla sondaj kuyuları açmışsa da gerçekleşen planlı kesintiler, düşük voltaj ve son olarak dört gün süreyle elektrik kesintisi nedeniyle tarlasını sulamayamadığını belirterek ileride açacağı davada delil teşkil etmek üzere 23/9/2014 tarihinde zararın tespiti isteminde bulunmuştur. Başvurucu, mahkemece belirlenen harç ve gider avansından oluşan toplam 160,50 TL'yi aynı tarihte mahkeme veznesine yatırmıştır. Mahkeme 25/9/2014 tarihli tensip tutanağı ile dava konusu taşınmaz başında 20/10/2014 tarihinde keşif yapılmasına karar vermiş ve ilgili kurumlara bilirkişi görevlendirilmesi talebiyle müzekkereler düzenlemiştir. Ne var ki bilirkişi temin edilemediği belirtilerek anılan tarihte keşif icra edilmemiştir. Mahkemece 13/11/2014 tarihinde yeniden keşif yapılmasına karar verilmiş ancak bu kez güvenlik nedeniylekeşfin yapılamadığına dair tutanak düzenlenmiştir. Başvurucu 4/6/2015 tarihli dilekçe ile bu tarihten sonra delil tespiti yapılmasının mümkün olamayacağını belirterek kullanılmayan gider avansının iadesi talebinde bulunmuş anılan 090 TL'lik avans 5/6/2015 tarihinde başvurucuya iade edilmiştir. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"(1) Taraflardan her biri, görülmekte olan bir davada henüz inceleme sırası gelmemiş yahut ileride açacağı davada ileri süreceği bir vakıanın tespiti amacıyla keşif yapılması, bilirkişi incelemesi yaptırılması ya da tanık ifadelerinin alınması gibi işlemlerin yapılmasını talep edebilir.(2) Delil tespiti istenebilmesi için hukuki yararın varlığı gerekir. Kanunda açıkça öngörülen hâller dışında, delilin hemen tespit edilmemesi hâlinde kaybolacağı yahut ileri sürülmesinin önemli ölçüde zorlaşacağı ihtimal dâhilinde bulunuyorsa hukuki yarar var sayılır." 6100 sayılı Kanun'un ''Delil tespit talebi ve karar'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Delil tespiti talebi dilekçeyle yapılır. Dilekçede tespiti istenen vakıa, tanıklara veya bilirkişilere sorulması istenen sorular, delillerin kaybolacağı veya gösterilmesinde zorlukla karşılaşılacağı kuşkusunu uyandıran sebepler ile aleyhine delil tespiti istenen kişinin ad, soyad ve adresi yer alır. Tespit talebinde bulunan, durum ve koşulların imkân vermemesi nedeniyle, aleyhine tespit yapılacak kişiyi gösteremiyorsa talebi geçerli sayılır.(2) Mahkeme tarafından belirlenen tespit giderleri avans olarak ödenmedikçe sonraki işlemler yapılmaz.(3) Tespit talebi mahkemece haklı bulunursa karar, dilekçeyle birlikte karşı tarafa tebliğ edilir. Kararda ayrıca, delil tespitinin nasıl ve ne zaman yapılacağı, tespitin icrası esnasında karşı tarafın da hazır bulunabileceği, varsa itiraz ve ilave soruların bir hafta içinde bildirilmesi gerektiği belirtilir.'' 6100 sayılı Kanun'un ''Tutanak ve diğer belgeler'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Delil tespiti dosyası, asıl dava dosyasının eki sayılır ve onunla birleştirilir. Asıl davanın taraflarından her biri, iddia veya savunmasını ispat için bu tutanak ve raporlara dayanabilir.'' Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10/2/2010 tarihli ve E.2010/13-26, K.2010/73 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''Delil tespiti isteme de hukuki yarar bulunmalıdır; şimdiden tespit edilmemesi halinde ilerde kaybolacağı (yok olacağı) veya gösterilmesi çok güç olacağı tahmin edilen delillerin, önceden tespit edilmesinde hukuki yarar varlığı kabul edilmektedir.Delil tespiti tek başına bir dava olmadığından, aynı kanunun maddesinde sayılan sonuçları doğurmayacağı gibi, bu talebe karşı üçüncü kişiler müdahale edemez ve karşı dava da açılamaz.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/6/2010 tarihli ve E.2009/11854, K.2010/7219 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''Yerel mahkemece, Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 368 ve maddeleri gereğince, şimdiden el konulmaz ve varlığı saptanmazsa ileride kaybolacağı veya sunulmasında zorluklarla karşılaşılacağı kuşkusu olan kanıtlar söz konusu olmadığı ve istemin yargılamayı gerektirir nitelikte olduğunu gerekçesiyle istemin reddine karar verilmiştir.Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 427/ maddesi gereğince, mahkemelerden verilen son (nihai) karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Bir dava niteliğinde olmayan kanıtların saptanması isteminin (delil tespitinin) kabul ya da reddine ilişkin kararlar, yerine getirilmesi (infazı) gereken son (nihai) kararlar niteliğinde olmadığından temyiz de edilemezler.''B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında "medeni" nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8066
Başvuru, delil tespiti isteğinin yerine getirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle adli tıp uzmanı görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir Başvuru 7/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Sivas Cumhuriyet Hastanesinde adli tıp uzmanı olarak araştırma görevlisi kadrosunda görev yapmaktayken Sağlık Bakanlığınca yapılan Dönem Devlet Hizmeti Yükümlülüğü Kurası'na katılarak Van Adli Tıp Şube Müdürlüğüne atanmaya hak kazanmıştır. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca 30/7/2018 tarihinde başvurucunun atanmamasına yönelik işlem tesis edilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 7/9/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; güvenlik soruşturmasında tespit edilen hususlara ilişkin olarak herhangi bir şey öğrenememekten yakınmış, hakkında açılan herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma bulunmamasına rağmen atamasının gerçekleştirilmemesinden şikâyet etmiştir. Sivas İdare Mahkemesi (Mahkeme) 15/1/2019 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşmazlıkta, dava konusu işlemin, davacı hakkında yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda davacının abisinin FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibat ve iltisağı bulunduğu gerekçesiyle tesis edildiği anlaşılmış olup, dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ile yukarıda yer alan mevzuatın birlikte değerlendirilmesinden; davalı idarece yapılan araştırmalar, davacının yürüteceği kamu görevinin mahiyeti ve hassasiyeti dikkate alındığında, davalı idarenin davacıyı istihdam etmek konusunda çok yönlü değerlendirme hakkına sahip olmasının doğal sonucu olarak takdir yetkisine sahip olduğu, son derece önemli ve stratejik bir kamu görevinin sağlıklı yürütümünün gerektirdiği hassasiyet kapsamında davalı idarenin sahip olduğu takdir yetkisi çerçevesinde tesis edilen dava konusu işlemde, takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gereklerine aykırı olarak kullanıldığı yönünde somut bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmakla tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucu karara karşı 15/2/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, ağabeyi hakkında yapılan tespit nedeniyle atamasının gerçekleştirilmemesine bağlı olarak cezaların şahsiliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Hakkında açılan herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma bulunmamasına rağmen haksız bir şekilde atamasının gerçekleştirilmediğini belirtmiştir. Kurum değişikliği yapılanların güvenlik soruşturmasına tabi olmadığını, bu nedene dayanarak atamasının gerçekleştirilmesinin önüne geçilemeyeceğini ifade etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 23/5/2019 tarihinde istinaf talebini kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 30/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar" 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73; K.2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/28224
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle adli tıp uzmanı görevine başlatılmama işlemine karşı açılan iptal davasında davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektupların sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Malatya (kapatılan) 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 17/11/1994 tarihli kararı gereğince hükümlü olarak Ankara 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, içerisinde altı ayrı kişiye yazılmış altı ayrı mektup ile fotoğraflar bulunan zarfı 2015 yılı Nisan ayında alıcısı S.Ş. olarak belirtilen kişiye göndermek istemiştir. Kürtçe yazılan söz konusu mektupların Türkçe tercümesi İnfaz Kurumunda yaptırılmıştır. Mektupların ilgili kısımları şöyledir:"...şahsında bütün Kürdistan'ın sesi emekçilerine ve çalışanlarına selam gönderiyorum. ... göndermiş olduğum bu resimleri ve mektupları siz okuduktan sonra sahiplerine gönderirseniz iyi olur. ... S.A., K.E., F.H. ve E. arkadaşlara gönderdiğim mektuplar ve resimler özgürlük kampına gidecek. N.E. ve R.E. arkadaşlara yazmış olduğum mektup Kobani bölgesine gidecek. ...Kobani bölgesi karar almış ki Kobani merkezinde, üç farklı yeri müze yapacaklarmış. Ayrıca Kürdistan'da direniş müzesi savaşta inşa edilecek. ... Ölümsüzlerimiz mühürlerini müzeye koyacaklar. ... ölümsüz liderimize de Kobani'nin kurtuluşu yollandı. ... Kobani kurtuldu ve memleketin tümünde arkadaşlar ve halkımız her gün başarılı eylemler çıkartıyor. Moralimiz de çok yükseliyor. ......En çok da Türklerin cephesindeki savaşanlar çok mutlu olmuşlardı. ... Özgürlük kampına gideceksin. İnsan zaten tersini düşünemiyor. Umut ediyorum ki fiziki yönden zahmet çekmemişsindir. ... başlangıçta zahmet çekmişsen de normaldir. Ve dedeye (...) karşı zahmet çekmen normaldir. ...En sonunda biz beraber Çakal dağından (...) Fırat havzasına geçtik. 1992 yılının nisanın başında Silvarlıda düşmanla bizim aramızda savaş çıktı. ... ben bu mektubu Efrin'e gönderdim, şimdi eve yetişmiştir. ......biz intizamlı şekilde bir şekilde ölümsüzlerin yolundan gitmeye devam edeceğiz. ... Sen hala özgürlük kampındaymışsın. ...Kamuran Reşit Bekir"İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 27/5/2015 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla mektupların muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun S.Ş. aracılığıyla radyo kanalına gönderdiği mektuplarda dağdaki terör örgütüyle haberleşmeyi sağlayan ifadelerin bulunduğu belirtilmiş ve cezanın infazı ile ulaşılmak istenen amaç vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 3/6/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararda, söz konusu mektupların S.Ş. adına gönderilmek istendiği ancak altı mektubun da farklı kişilere yazıldığının görüldüğü belirtilmiştir. Ayrıca, mektupların özgürlük kampı olarak ifade edilen yere gönderilmesine yönelik ifadelerin bulunduğu ve 1992 yılında bulunulan ortamların anlatıldığı vurgulanmıştır. Kararda, terör örgütü kamplarında bulunan örgüt mensuplarıyla yazışmanın amaçlandığı ve mektupların aracılar vasıtasıyla gönderildiğinin açık olduğu ifade edilmiştir. Bunun yanında, başvurucunun kendisine gönderilen mektupların doğrudan değil radyo kanalı aracılığıyla geldiğini dile getirdiği, bunun da yasa dışı haberleşme şeklinde değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 6/7/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 23/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13924
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektupların sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, vazife malulü aylığı bağlanması talebiyle açılan davada gerekçesiz karar verilmesi ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM) yapısından kaynaklanan hususlar nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/4/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu, terör olaylarının yaşandığı sınır birliğinde asteğmen olarak zorunlu askerlik görevini yapmaktayken 2/1/1996 tarihinde nöbetçi subaylık görevini devrettikten sonra kaldığı tabur misafirhanesinin banyosunda şofbenden sızan gazdan zehirlenerek vefat etmiştir. Askerî Savcılıkça yapılan soruşturma sonucunda olayın şofbendeki teknik bir arızadan kaynaklandığı belirtilerek Savcılığın 21/12/1996 tarihli ve E.1996/118, K.1996/613 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu, ölen oğlundan dolayı vazife malullüğü aylığı bağlanması için 1996 yılında Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne başvurmuş ancak ölüm olayının müteveffanın nöbet bitiminde istirahatli olduğu sırada vuku bulduğu, vefatında görevin neden ve etkisinin söz konusu olmadığı gerekçeleriyle başvuru reddedilmiştir. Başvurucu 12/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6353 sayılı Kanun ile 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun maddesinde değişiklik yapıldığından bahisle 8/1/2013 tarihinde yeniden başvuruda bulunmuş ise de Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının 6/2/2013 tarihli yazısıyla başvurusu reddedilmiştir. Bu işlemin iptali istemiyle açılan dava AYİM Üçüncü Dairesinin 5/12/2013 tarihli ve E.2013/1466, K.2013/1467 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Kararda 5434 sayılı Kanun'un ve maddelerine yer verildikten sonra şu gerekçe yer almıştır:"Somut olaya dönecek olursak; Davacının oğlunun, 1996 tarihinde bölük nöbetçi subayı olduğu, nöbeti devredip sabah saatlerinde kaldığı tabur misafirhanesinin banyosuna girdiği, banyoda şofbenden sızan gaz nedeniyle aynı gün vefat ettiği, vefat olayının görevin sebep ve etkisiyle meydana gelmediği, davacının vazife malulü olarak sayılmasına olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle davacıya, aylık bağlanabilmesi için gerekli "vazife malullüğü" koşulu gerçekleşmediğinden tesis edilen işlemde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından davanın bu nedenle reddine karar verilmiştir." Başsavcılık düşüncesinde, başvurucunun oğlunun askerlik hizmetini yerine getirdiği birliğin sınır birliği olduğu ve birlik personelinin ikameti için misafirhane tesis edildiği, misafirhanede ikamet edilmesinin hizmetin devamlılığını sağlamaya yönelik olarak verilen bir emre dayandığı, istirahat hâlinde de olsa misafirhanede kalanların vazife ile irtibatlarının kesilmediği, yapılan tahkikatta müteveffanın kusur veya ihmalinin bulunmadığının da anlaşıldığı, dolayısıyla vefat olayı vazifenin sebep ve tesiri ile meydana geldiğinden dava konusu işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 27/3/2014 tarihli ve E.2014/428, K.2014/419 sayılı kararıyla reddedilmiştir.Karar 8/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.Başvurucu 29/4/2014 tarihinde bireysel başvurudabulunmuştur.B. İlgili Hukuk5434 sayılı Kanun’un maddesinde malullük şu şekilde tanımlanmıştır: ''Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere (malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır.'' 5434 sayılı Kanun'un maddesinde vazife malullüğü ve vazife malulü şu şekilde tanımlanmıştır:''44 üncü maddede yazılı malullük; a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa; b) Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken, bu işlerden doğmuş olursa; c) Kurumların menfaatini korumak maksadiyle bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (Maksadın ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartıyla); ç) Fabrika, atelye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa; buna (Vazife malullüğü) ve bunlara uğrıyanlara da (Vazife malulü) denir.''5434 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası şöyledir: ''Değişik cümle: 04/07/2012 - 6353 S.K./ md.) 5510 sayılı Kanunun 47 nci maddesinin sekizinci fıkrasında belirtilen durumlardan dolayı veya 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ile bu Kanuna ek 18/12/1981 tarihli ve 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında mütalaa edilen görevler nedeniyle veya 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren olaylar sebebiyle hayatlarını kaybetmiş bulunan iştirakçilerle bunlardan aylık almaktayken ölenlerin, baba veya analarına; yukarıda belirtilen kanunların veya bu Kanunun 56 ncı maddesi kapsamına girecek şekilde hayatını kaybeden erbaş ve erlere veya 56 ncı maddede belirtilen öğrencilere ya da bunlardan aynı sebeplerle aylık almakta iken ölenlerin ana veya babalarına; ölüm tarihini takip eden ay başından geçerli olarak malullük ve muhtaçlık şartı aranmaksızın aylık bağlanır, hayatını kaybeden erbaş ve erler ile yedek subay okulu öğrencilerinin ana ve babasına bağlanan aylığın toplamı 16 yaşından büyük işçiler için tespit edilen otuz günlük asgari ücretin net tutarından az olamaz. Babaya bağlanan aylık, dul ve yetimlerin bulunması hali de dahil, ana ve babaya eşit olarak paylaştırılarak ödenir. Dul ve yetimlerle beraber baba veya anaya aylık bağlanması halinde, eş ve çocukların aylıkları baba veya ananın bulunmadığı durumlarda bağlanacak aylıktan az olamaz. 03/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Kanun ile bu Kanuna ek 18/12/1981 tarihli ve 2566 sayılı Kanun kapsamında mütalaa edilen görevler nedeniyle bağlanan aylıklar Bakanlar Kurulu Kararıyla iki katına kadar çıkartılabilir... ''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6011
Başvuru, vazife malulü aylığı bağlanması talebiyle açılan davada gerekçesiz karar verilmesi ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin AYİM) yapısından kaynaklanan hususlar nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi ve aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Erzurum'un Tortum ilçesi Aksu Mahallesi'nde bulunan 132 ada 127 parsel sayılı taşınmazın malikidir. Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare) tarafından söz konusu taşınmazın 177,85 m² yüz ölçümündeki kısmının yol, inşaat ve emniyet sahası olarak kullanılmak üzere kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Bu kapsamda İdare, başvurucu aleyhine 19/12/2014 tarihinde kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili istemiyle Tortum Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemece aldırılan 20/3/2015 tarihli bilirkişi raporunda net gelir yöntemine göre 713,18 TL kamulaştırma bedeli tespit edilmiştir. Objektif değer artış oranı ise taşınmazın Tortum-Oltu kara yoluna yakın olması nedeniyle %25 kabul edilerek kamulaştırma bedeli 391,48 TL olarak hesaplanmıştır. Mahkeme 22/5/2015 tarihinde davanın kabulüne, taşınmazın yol olarak terkinine, kamulaştırma bedelinin 391,48 TL olarak belirlenmesine ve tespit edilen bedelin taşınmaz malikine ödenmesine karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 6/4/2016 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararında; başvuru konusu taşınmazın konumu, yüz ölçümü ve niteliği gözetildiğinde objektif değer artışının uygulanmaması gerektiği belirtilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak ve yeni bir bilirkişi raporu aldırılmadan 13/6/2017 tarihinde bu kez objektif değer artış oranı dikkate alınmaksızın 713,18 TL kamulaştırma bedeline hükmedilmiştir. Bunun yanında davacı İdare lehine davalı başvurucudan alınmak üzere 980 TL ve başvurucu lehine davacı İdareden alınmak üzere yine 980 TL vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmiştir. Taraflarca temyiz edilen karar, Dairece 28/6/2018 tarihinde faiz tarihi yönünden düzeltilerek onanmıştır. Nihai karar, başvurucu vekiline 27/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Vekâlet ücretiyle ilgili hukuk için bkz. Sadettin Ekiz, B. No: 2016/9364, 9/5/2019, §§ 20- Objektif değer artış oranıyla ilgili hukuk için bkz. Celal Afşin ve diğerleri, B. No: 2015/18943, 19/9/2018, §§ 18-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29303
Başvuru, kamulaştırılan taşınmazın bedelinin düşük belirlenmesi ve aleyhe hükmedilen vekâlet ücreti nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; açılan tazminat davasında dava dilekçesinde faiz talep edildiği hâlde talep miktarının artırılmasına yönelik ıslah dilekçesinde faiz talebi belirtilmediğinden faize hükmedilmemesi ve bu konuda Yargıtay Daireleri arasında farklı kararlar bulunması nedeniyle adil yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 19/1/1998 tarihli dava dilekçesiyle davalılar eski yönetim ve denetim kurulu üyeleri, fenni mesul ve taşeronlar hakkında Kooperatife verilen zararın karşılığı olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL'nin (000 YTL) dava tarihinden işleyecek ticari temerrüt faiziyle birlikte müteselsilen tahsili talebiyle dava açmıştır. Başvurucu 14/5/2005 tarihinde ıslah dilekçesiyle talep miktarını 861,000 TL'ye (861,60 YTL) yükseltmiştir. Mahkeme 2/6/2005 tarihinde davalılar A., R. ve B.İ. hakkında karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar A.O.B., K.Ş., N.Ö. ve U.T. hakkında açılan davanın kabulü ile 000 TL'nin (861,60 YTL) dava tarihinden işletilecek yasal faiziyle davalılardan müteselsilen tahsiline karar vermiştir. Karar davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 31/7/2007 tarihinde kararı, davalıların kusurlu bulunmalarında isabetsizlik olmadığı ancak Kooperatifteki imalat hatalarının 21/12/1997 tarihli genel kurul toplantısında öğrenildiği bu tarihten itibaren zamanaşımı süresinin başlayacağı, ıslah dilekçesiyle talep edilen miktarın zamanaşımı süresi içinde talep edilip edilmediğinin değerlendirilmesinin, ayrıca davalı A.O.B. ile Kooperatif arasında yapılan sözleşmenin niteliğinin belirlenmesi ve buna göre zamanaşımı süresinin tespit edilmesi gerektiği, davası atiye bırakılan davalılardan talep edilen miktarın da diğer davalılardan tahsiline karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle bozmuştur. Başvurucu25/12/2007 tarihinde davalarını atiye bıraktığı davalılar A., R. ve B.İ. hakkında tekrar dava açmış, bu dava ile asıl dava birleştirilmiştir. Mahkeme bozma ilamına uyduktan sonra 22/4/2010 tarihinde asıl dava yönünden davalılar K. Ş., N. Ö. ve U. T. aleyhine açılan davanın kısmen kabulü ile 000 TL'nin (300,00 YTL) bu davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak başvurucuya verilmesine, davalı A.O.B. aleyhine açılan davanın kısmen kabulü ile 000 TL'nin (437,00 YTL) davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine, davalılar A., R. ve B.İ. hakkındaki dava atiye bırakıldığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına, birleşen dava yönünden davanın kabulü ile 100 YTL'nin davalılar A., R. ve B.İ.den müştereken ve müteselsilen tahsili ile başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Kararı taraflar temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 28/6/2012 tarihinde davalılar vekillerinin temyiz taleplerinin aleyhlerine hükmedilen miktarın kesinlik sınırında olması nedeniyle reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebini kabul etmiştir. Mahkeme kararını davalılar hakkında 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca cezalandırılmaları talebiyle ceza davasının açıldığı, ceza zamanaşımı süresinin 7 yıl 6 ay olduğu, davalılar hakkındaki ceza dosyası getirtilerek zamanaşımını kesen sebeplerden en son gerçekleşenin tarihinin saptanması ve belirlenen bu tarihten itibaren ıslah tarihine kadar 5 yıllık sürenin geçip geçmediğinin belirlenmesinin gerektiği, başvurucu Kooperatif ile davalı A.O.B. arasındaki ilişkinin hizmet sözleşmesi mi yoksa bir eser sözleşmesi mi olduğunun belirlenmesi, ulaşılacak sonuca göre tabi olduğu zamanaşımı süresinin tespitinin gerektiği gerekçesiyle bozmuştur. Anılan Daire 19/2/2013 tarihinde davalılar vekilinin karar düzeltme talebini de reddetmiştir. Mahkeme 28/11/2013 tarihinde asıl dava yönünden davalılar K.Ş., N.Ö. ve U. T. hakkında açılan davanın kabulü ile 300 TL'nin dava tarihinden itibaren işletilecek ticari temerrüt faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen tahsili ile başvurucuya verilmesine, 044,65 TL'nin davalılar K.Ş., N.Ö. ve U.T.den müteselsilen tahsili ile başvurucuya verilmesine, 437 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari temerrüt faizi ile birlikte davalı A.O.B.den tahsili ile başvurucuya verilmesine, 649,16 TL'nin davalı A.O.B.den tahsili ile başvurucuya verilmesine, davalılar A., R. ve B.İ. hakkında karar verilmesine yer olmadığına, birleşen dosya yönünden açılan davanın kabulü ile 430,80 TL'nin davalılar A., R. ve B.İ.den müteselsilen tahsili ile başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Kararı taraflar temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 16/4/2015 tarihinde hükmü düzelterek onamıştır. Anılan Daire 15/10/2018 tarihinde tarafların karar düzeltme talebini de reddetmiştir. Bu karar 15/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun'un "Tasarruf ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz. (2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz. (3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder." 6100 sayılı Kanun'un "Taraflarca getirilme ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir."(1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. (2) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz." 6100 sayılı Kanun'un "Taleple bağlılık ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. (2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır. 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir. (2) Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir." 6100 sayılı Kanun'un "Islahın zamanı ve şekli" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir. (2) (Ek:22/7/2020-7251/18 md.) Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz. (3) Islah, sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. Karşı taraf duruşmada hazır değilse veya ıslah talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber vermek amacıyla karşı tarafa bildirilir." 6100 sayılı Kanun'un "Islahın etkisi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Islah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren, bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılması sonucunu doğurur. (2) Ancak ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif ve isticvap tutanakları, yerine getirilmiş olan veya henüz yerine getirilmemiş olmakla beraber, karşı tarafın yerine getireceğini ıslahtan önce bildirmiş olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile geçersiz kılınamaz. (3) Şu kadar ki, ıslahtan sonra yapılacak tahkikat sonucuna göre, bu işlemlerin göz önünde tutulması gerekmiyorsa, bunlar da yapılmamış sayılır." 6100 sayılı Kanun'un "Davanın tamamen ıslahı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden itibaren bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi hâlde, ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir." 6100 sayılı Kanun'un "Kısmen ıslah" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir."B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 24/5/2019 tarihli ve E.2017/8, K.2019/3 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...A. İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURUYargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 2017 tarihli ve 237 sayılı karan ile 12 Ocak 2016 tarihinde Yargıtay Birinci Başkanı, Hukuk Genel Kurulu Başkanı ve Yargıtay 7, 9, 22 Hukuk Daireleri Başkanları ile yapılan toplantıda kararlaştırıldığı üzere Yargıtay Hukuk Genel Kurulu salonunda 01, 03 ve 04 Şubat 2016 tarihlerinde 7, 9 ve Hukuk Daireleri Başkan ve üyeleri ile yapılan toplantı sonucunda içtihat aykırılığı olup uzlaşma sağlanamadığından içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilmesi gerekli konulardan olan ıslahta faiz istenmemişse, faize karar verilip verilemeyeceği hakkında içtihatları birleştirme başvurusunun görüşülmesi sonucunda "Islahta faiz istenmemişse, faize karar verilip verilemeyeceği" konusunda görüş aykırılığı bulunduğu ve farklı uygulamaların sürdürüldüğü sonucuna varıldığından, aykırılığın İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunda giderilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.B. YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSUYargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 6 Temmuz 2017 tarihli ve 237 sayılı kararı ile "Islahta faiz istenmemişse, faize karar verilip verilemeyeceği" konusunda Daireler arasında görüş aykırılığı bulunduğu ve bu aykırılığın İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunca içtihatları birleştirme yoluyla giderilmesi gerektiğine karar verilmiştir.Bununla birlikte Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 19 Nisan 2019 tarihli birinci görüşmesinde içtihadı birleştirme konusu “Bir miktar para alacağının faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesinin talep edildiği kısmî davada dava konusu miktarın kısmî ıslahla faiz talebi belirtilmeksizin arttırılması halinde arttırılan miktar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedilip hükmedilemeyeceği" şeklinde oy birliği ile değiştirilmiştir. İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KONUSUNA İLİŞKİN ÖZEL DAİRELER İLE HUKUK GENEL KURULU GÖRÜŞLERİNİN ÖZETLERİ İçtihatların Birleştirilmesi Konusu Kapsamında Kısmî Islah İle Faiz Talebi Belirtilmeksizin Arttırılan Miktar Bakımından Dava Dilekçesindeki Faiz Talebine Bağlı Olarak Faize Hükmedileceği Görüşünde Olan Daireler:Yargıtay Yirmiikinci Hukuk Dairesi 2016 tarihli görüş yazısında 6100 sayılı Kanun'un 176'ncı maddesinin birinci fıkrası hükmüne göre taraflardan her birinin yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen ya da tamamen ıslah edebileceği, ıslahın, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini bir defaya mahsus olmak üzere kısmen ya da tamamen düzeltmesine imkân tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yol olduğu, öğretide ise ıslahın yukarıdaki tanıma benzer, taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesi olarak tanımlandığı, davacının davasını değiştirmeyip sadece genişletmek istemesi ve dava dilekçesindeki talep sonucunu artırmasının kısmi ıslah yolu ile mümkün olduğu, kısmî ıslahta sadece belli bir usul işleminin düzeltildiği, kısmî ıslahta dava dilekçesinin sadece talep sonucunda belirtilen miktar yönünün düzeltildiği, dava dilekçesinin diğer kısımlarının geçerli olduğunun kabulü gerektiği, başka bir anlatımla, dava dilekçesinin faiz ile ilgili kısmının ıslahla artırılan miktar için de geçerli olduğu, davacının faiz talebini ıslah dilekçesinde tekrar etmesinin anlamı bulunmadığı, aksi hâlde dava dilekçesinin miktar dışındaki tüm unsurlarına ıslah dilekçesinde de yer verilmesi gerektiği, ancak kısmî ıslahta bunun gereksizliğinin ortada olduğu, ıslaha konu usul işleminin sadece dava dilekçesindeki miktar olup, dava dilekçesindeki diğer unsurların aynen devam ettiği yönünde davacının iradesinin mevcut olduğu, bunun ayrıca ve özel olarak belirtilmesinin gerekmediği, kısmî ıslahla dava konusu miktarın artırılması işleminin ek davayla bazı yönlerden benzerlik gösterse de, esas itibarıyla farklı müesseseler olduklarından ıslahla ilgili sorunların yine ıslah müessesesi çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği, başka bir anlatımla kısmî ıslahla ortaya çıkan hukuki sorunların ek dava müessesesi ile çözümlenmesinin her zaman doğru olmadığı, bu bağlamda temerrüt dolayısıyla faizin başlangıcı ve zamanaşımına ilişkin sorunların çözümü yönünden kısmî ıslah ile ek dava paralellik göstermekte ise de, ek davada faize karar vermek için aranan talep şartının kısmî ıslahta aranmaması gerektiği, dava dilekçesinde faiz istenmiş olması kaydıyla, miktar artırmak suretiyle yapılan kısmi ıslahta ayrıca faiz istenmesine gerek olmadığı, Dairece miktar artırmak suretiyle dava dilekçesinin kısmen ıslah edilmesi hâlinde dava dilekçesinde yer alan faiz talebinin artırılan miktar için de geçerli olduğunun kabul edildiği, kısmî ıslahla dava dilekçesinin miktar dışındaki tüm unsurlarının geçerli olduğu, sadece miktara ilişkin kısmının düzeltildiğinin kabul edildiği belirtilmiştir. İçtihatların Birleştirilmesi Konusu Kapsamında Kısmî Islah İle Faiz Talebi Belirtilmeksizin Arttırılan Miktar Bakımından Dava Dilekçesindeki Faiz Talebine Bağlı Olarak Faize Hükmedilemeyeceği Görüşünde Olan Daireler:Yargıtay (kapatılan) Yedinci Hukuk Dairesi 2016 tarihli görüş yazısında, HMK'nın 26'ncı maddesi gereği hâkimin istisnalar hariç tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olduğu, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremeyeceği, duruma göre talep sonucundan daha azma karar verebileceği, davacının açıkça faiz talep ettiğini belirtmediğinden ıslahtaki taleplere faiz yürütülmemesi gerektiği;Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi 2016 tarihli görüş yazısında, Dairenin çoğunluk görüşünün, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 26'ncı maddesi gereğince ve taleple bağlılık kuralı uyarınca ıslah dilekçesinde faiz talebi açıkça belirtmemiş ise, faize karar verilmeyeceği yönünde olduğu, ancak karşı görüşte olanların ise ıslahın karşı tarafın onayına ve yargıcın kararına bağlı olmaksızın bir tarafın usûle ilişkin yaptığı işlemleri, gerekli giderleri vermek koşuluyla yasada belirtilen süre içerisinde yöntemine uygun biçimde tamamen veya kısmen düzeltilmesini sağlayan hukuksal bir işlem olduğu, HMK'nın 176'ncı maddesine göre taraflardan her birinin yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen ya da tamamen ıslah edebileceği, aynı davada tarafların ancak bir kez ıslah yoluna başvurabileceği, kısmen ıslahta davada daha önce yapılmış olan belli bir usulî işlemin düzeltilmesinin söz konusu olduğu, kısmen ıslaha uygulamada sıklıkla dava konusunun artırılması biçiminde rastlandığı, davanın kısmen ıslahı ile davada yapılmış olan belli bir usul işleminin ıslah edildiği ve bundan sonraki usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasının sağlandığı, kısmî ıslah sureti ile dava konusunun artırılması ile kısmî dava dilekçesinde belirtilen miktarın artırılmasına ilişkin usul işleminin düzeltilerek davanın tam eda davası niteliğini almakta olduğu, dava dilekçesinde faiz istemi var ise ıslah ile miktar artırıldığından ayrıca ıslah dilekçesinde faiz istenmesine gerek bulunmadığı gibi, ıslah ile artırılan isteklere temerrüt yoksa dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerektiği, buna bağlı olarak davalı taraf süresinde kısmî davada zamanaşımı definde bulunmuş ise, bu zamanaşımı definin, davalı yönünden ıslahtan sonra zamanaşımı definde bulunmasına gerek olmaksızın ıslah ile artırılan miktarlar için de değerlendirilmesi ve dikkate alınması gerektiği, kısaca davalı kısmî davada zamanaşımı definde bulunmuş ise, bu zamanaşımı itirazının ıslah ile artırılan miktarları da kapsadığının kabul edilmesi gerektiği, zira kısmî ıslah da olsa ıslahın bir ek dava olmadığı, dava dilekçesinde kısmî olarak istenen miktarın düzeltildiği gerekçesi ile faize karar verilebileceği yönünde olduğu belirtilmiştir. Diğer Hukuk Dairelerinin Görüşleri:Yargıtay Birinci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, ıslahta faiz istenilmemiş ise, ıslah dava değerinin artırılmasına yönelik ve asıl dava dilekçesinde faiz istenilmiş olması hâlinde faize karar verilebileceği, asıl dava dilekçesinde ve ıslahta faiz istenilmemiş olması hâlinde ise faize karar verilemeyeceği, davanın tamamen ıslah hâlinde ise, faiz istenilmesi durumunda faize karar verilebileceği;Yargıtay İkinci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, Dairenin, gerek 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu yürürlükte iken, gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra oluşturduğu kararlarda taleple bağlılık ilkesi uyarınca ıslah edilen miktar için faiz isteğinin bulunmaması hâlinde ıslah edilen miktar için faize hükmedilemeyeceğini kabul ettiği;Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, faiz feri bir alacak olduğu için davacının kısmî davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutup tutmamasına bakılmaksızın daha sonra faizle ilgili olarak ek dava açabilmesi mümkün olduğundan, kısmî veya tam dava açılırken başlangıçta hiç faiz istenmediğinde faiz talebinin daha sonra ıslah işlemi ile yapılabileceği, esas alacağın talep edilebileceği süre içerisinde faizin (ek alacağın) istenmesi gerektiği, açılan kısmî davada talep edilen asıl alacak için faiz istenilmiş ancak daha sonra ıslahla dava konusu arttırılmış ve ancak ıslahla arttırılan kısım için açıkça faiz istenmediği gibi, faiz talebi bulunan kısmi dava dilekçesine atıfta da bulunulmadığında kural olarak mahkemenin taleple bağlılık ilkesi (HMK md.) gereği ıslahla artırılan kısım için faize hükmedemeyeceği, yani faiz ferî bir talep olduğundan kısmî davadaki alacak için istenilen faiz talebinin ıslahla arttırılan kısım için geçerli olarak kabul edilmediği, ancak kısmî dava dilekçesinde açıkça faiz talebinde bulunulmuş, ıslah dilekçesinde ise dava konusu edilen miktar arttırıldığı gibi, dava dilekçesindeki bütün taleplerin geçerli olduğu belirtilmiş veya dava dilekçesindeki diğer tüm taleplerin kabulüne karar verilmesi istenilmiş ve dava dilekçesine atıfta bulunulmuş ise, bu kısmî davadaki faiz talebinin ıslahla arttırılan kısım için de istenildiği anlamına gelecek şekilde yorumlandığı, buna göre kısmî dava dilekçesinde faiz talep edildiği hâlde ıslah dilekçesinde faiz talep edilmeyip ve kısmi dava dilekçesine de atıfta bulunulmadığı durumlarda ıslah ile artırılan miktar için faize hükmedilmesi yönünde dairelerin farklı uygulamalarının bulunması nedeniyle içtihatların birleştirilmesi hususunun düşünülebileceği;Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, Dairenin çoğunluk görüşünün ıslah dilekçesi ile ıslah edilen miktara faiz istenmemesi hâlinde faize hükmedilemeyeceği yönünde olduğu;Yargıtay Beşinci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, Daire uygulamalarına göre, dava dilekçesinde faiz talep edilmiş olmak kaydı ile daha sonra yapılan ıslahta faiz istenilip istenilmediğine bakılmaksızın ıslah edilen miktara faiz uygulanması gerektiği yönünde görüş mevcut olduğu;Yargıtay (kapatılan) Altıncı Hukuk Dairesinin 2016 görüş yazısında, Daire çoğunluğuna göre, ıslah dilekçesinde faiz talebi yoksa, HMK'nın 26'ncı maddesindeki taleple bağlılık ilkesi gereği, hâkimin talepten fazlasına karar veremeyeceği, bu nedenle talep yoksa faize karar verilemeyeceği, azınlıkta olan bir kısım üyelerin ise, ıslah ile dava dilekçesindeki asıl alacak miktarının arttırılarak düzeltildiği, dava dilekçesinde faiz talebi varsa, bu talebin ıslah edilen istemin tamamı için geçerli olduğu, ıslah dilekçesinde ayrıca faiz talebinde bulunulmasına gerek olmadığı görüşünde olduğu;Yargıtay Sekizinci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, dava dilekçesinde "faiz" talep edilmiş olması koşuluyla, başlangıçta talep edilen miktarın daha sonra ıslahla artırılması durumunda, ıslah dilekçesinde artırılan miktar için faiz talep edilmemiş olsa bile, başlangıçta talep edilen faizin, aksi yönde bir açıklama bulunmadıkça ıslahla artırılan kısım için de geçerli olacağı, ancak, ıslah ile artırılan miktar için ıslah tarihinden, önceki miktar için ise dava tarihinden itibaren faize hükmedilebileceği;Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, Dairede görülen alacak davalarında ıslah ile artırılan miktarlar yönünden faize hükmedilebilmesi için ayrıca faiz talep edilmiş olması aranmakta iken; zaman içerisinde bu görüşün yumuşatıldığı, alacak davalarında dava dilekçesinde faiz talep edilmiş ise, müddeabihin artırılmasına yönelik olarak yapılan ıslahlarda, açıkça faiz talebi olmasa da faize hükmetmek gerektiği, kısmî talepli dava dilekçesindeki faiz isteme iradesinin, tüm alacak miktarı için geçerli sayılması; davanın tamamen ıslahı hâlinde ise, açıkça faiz talebinde bulunmak gerektiği, çünkü ıslah dilekçesi ile ilk dava dilekçesi hiç verilmemiş sayıldığı için bu dava dilekçesindeki faiz isteğinin ıslah dilekçesinde dikkate alınmasının söz konusu olmayacağı noktasına gelindiği, hâlen uygulamanın bu şekilde olduğu;Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, faizin açıkça dava dilekçesinde talep edildiği kısmî dava veya belirsiz alacak davalarında, açıkça faizden feragat edilmediği sürece, kısmî davadaki alacağın kalan bölümünün ıslahla, belirsiz alacak davasında da alacağın belirlenen bölümünün dilekçe ile istenmesi durumunda, arttırılan veya belirlenen bölüm için yeniden faiz istenmesine gerek bulunmaksızın arttırılan miktar yönünden de faize hükmedilmesi gerektiği, zira, arttırılan ve belirli duruma getirilenin asıl alacak miktarı olup, dava dilekçesinde ayrım yapılmaksızın faiz açıkça talep edilmekle arttırılan bölüm yönünden faiz talebinin tartışmalı bulunmadığı, konuya ilişkin Daire uygulamasının açıklanan şekilde kararlılık kazandığı, diğer Dairelerin istikrar kazanmış farklı uygulamaları varsa içtihat aykırılıklarının giderilmesi için içtihatların birleştirilmesi gerektiği;Yargıtay Onikinci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, Dairenin yerleşik içtihatlarına göre icra takiplerinde istenilen para miktarının ıslah yoluyla artırılamayacağı, bu nedenle ıslahta faizle ilgili bir içtihatları bulunmadığı;Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, Dairenin özellikle tüketici kredilerinden alınan dosya masrafları ile ilgili davalarda ıslah dilekçesinde faiz istenmese bile ıslah ile artırılan kısma ıslah, dava dilekçesiyle istenen kısma ise dava tarihinden itibaren faiz işletilecek şekilde yerel mahkeme kararlarını düzelterek onadığı, belirsiz alacak davası şeklinde açılan davalarda ise müddeabihi artırmayı yeterli görüp, dava dilekçesinde faiz istenmişse dava tarihinden itibaren faiz işletilecek şekilde karar verdiği;Yargıtay Ondördüncü Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, Dairenin ihtisas alanı gayrimenkul hukukuna ilişkin bulunduğundan tapu iptali ve tescil istemi yanında ikinci kademede tazminat isteminde bulunulması hâlinde mahkemece tazminata hükmedilmiş ve hüküm bu yönden temyiz edilmiş ise, dosyanın görevsizlik kararı verilerek ilgili Dairelere gönderilmekte olduğu, bu yönüyle faiz talebi bulunmayan ıslah hâllerinde faize karar verilip verilmeyeceği hususunda yaygın bir uygulamalarının bulunmadığı, ancak, ıslah ile artırılan kısım müddeabih olup, artırılan kısım için yeniden faiz istenmesine gerek bulunmadığı, asıl davada talep edilen miktara temerrüdün dava açılmasıyla oluştuğu nazara alınarak dava tarihinden, (haksız fiil dışında) ıslah ile artırılan miktara ise ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerektiğinin düşünüldüğü;Yargıtay Onbeşinci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, kısmen yapılan ıslahta dava dilekçesinin sadece miktar yönünün düzeltilmiş olduğu, dava dilekçesinin diğer kısımlarının geçerliliğini aynen koruduğu, yani dava dilekçesinin faiz ile ilgili kısmının ıslahla artırılan miktar için de geçerli olduğu, o hâlde ıslah dilekçesinde artırılan alacak kalemi yönünden faiz talebi olmasa dahi dava dilekçesindeki faiz istemi gözetilerek artırılan miktara ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerektiği;Yargıtay Onaltıncı Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, başlangıçta dava dilekçesiyle faiz istenmiş olması kaydıyla miktar artırmak suretiyle yapılan kısmî ıslahta ayrıca faiz istenmemiş olsa da, ıslah edilen alacak miktarları yönünden de faiz yürütülmesi gerektiğinin düşünüldüğü, bu konuda Daireye ait karar bulunmadığı;Yargıtay Onyedinci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak ve faiz talebinde bulunularak dava açılmış ise, ıslah dilekçesi ile müddeabih artırıldığı hâlde faiz istenilmemiş olsa da, dava dilekçesinde istenen faizin ıslah dilekçesinde artırılan alacağı da kapsadığı, diğer bir ifade ile ıslahla artırılan bölüme de faiz işletilmesinin mümkün olduğu, Dairenin konuya ilişkin kararlarının istikrarlı bir uygulama olduğu;Yargıtay (kapatılan) Onsekizinci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, dava dilekçesinde fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı tutulmak suretiyle "faiz" talep edilmiş olması hâlinde, başlangıçta talep edilen miktarın daha sonra ıslahla artırılması durumunda, ıslah dilekçesinde artırılan miktar için faiz talep edilmemiş olsa bile, başlangıçta talep edilen faizin, aksi yönde bir açıklama bulunmadıkça ıslahla artırılan kısım için de geçerli olacağı, dolayısıyla ıslahla artırılan miktar dahil, alacağın tamamı için dava tarihinden itibaren faize hükmedilebileceği;Yargıtay Ondokuzuncu Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, ıslahla müddeabihin artırılması sırasında artırılan kısım için faiz istenmemiş ise “talepten fazlasına hükmedilemez” ilkesi gereğince artırılan kısım için faize karar verilemeyeceği;Yargıtay Yirminci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, “ Islahta faiz istenmemişse, faize karar verilip verilemeyeceği" konusunda dairede görüş farklılığı bulunduğu, Daire çoğunluğunun, ıslah yolu ile müddeabihi artıran davacının, dava dilekçesini kısmen ıslah etmiş sayılacağı, dava dilekçesinde değindiği diğer taleplerini değiştirmediğine göre ilk dava dilekçesinde faiz istemi varsa, ıslahla artırılan bölüm yönünden faize hükmedilebilmesi için ayrıca ıslah dilekçesinde faiz istemesine gerek bulunmadığı, mahkemece ıslahla artırılan bölüm dâhil alacağın tümü için ilk davadaki isteme göre faize hükmedilmesi gerektiği görüşünde olduğu, buna karşılık azınlıkta kalan üyelerin ise, müddeabih artırımı için yapılan ıslahın kısmi ıslah olduğu, ek dava yoluyla elde edilebilecek haklara, mevcut dava içerisinde daha basit, daha az masrafla ve daha kısa süre içerisinde kavuşma olanağı tanıyan ve bu yönüyle adeta ek dava açma yoluna alternatif oluşturan bir yapıda bulunduğu, dolayısıyla, kısmî dava açan davacının, müddeabihi artırabilmek için ek dava açmak veya kısmî ıslah yoluna gitmek konusunda seçimlik hakka sahip bulunduğu, kısmi ıslah yoluyla müddeabihin artırılabilmesi olanağının, bir anlamda artırıma konu kısmın ek dava yoluyla istenilmesinin alternatifi niteliğinde olduğu, kısmî davayı ıslah ederek müddeabih artırma ile bu yola gidilmeyip ek dava açılmasının davacıya aynı hak ve olanakları tanıyan seçimlik yollar olduğundan, usul hukuku açısından sonuçlarının da aynı olması gerektiği, bu nedenle de nasıl ki ek davada faiz istenilmediğinde faize hükmedilemeyecekse, ıslahta da faiz istenilmemişse mahkemece ıslahla artırılan alacak için faize hükmedilemeyeceği görüşünde oldukları;Yargıtay Yirmibirinci Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 141'inci maddesinde iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı düzenlenerek ıslah hükümlerinin saklı olduğunun ifade edildiği, aynı kanunun 176 ve devamı maddelerindeki düzenleme ile, taraflardan her birine, yapmış olduğu usul işlemlerini aynı davada bir kez olmak üzere kısmen veya tamamen ıslah etme imkânı tanındığı, bu nedenle davanın tamamen ıslah edilebileceği gibi, kısmen de ıslah edilebileceği, davacının, ıslah yoluyla davadaki usul işlemlerinden bir veya birkaçını değiştirebileceği, bu kapsamda olmak üzere ıslah yoluyla dava sebeplerinin ve talep sonucunun değiştirilebileceği, kısmen ıslahta ise usul işlemi bağlamında davacının, talep sonucunu genişletebileceği, sonuç itibariyle davacının, dava dilekçesindeki talebini arttırabileceği ve talep sonucu kısmına yeni talepler ekleyebileceği, ıslahın tam ıslah mı yoksa kısmen ıslah mı olduğu hususunun önem taşıdığı, zira davanın tamamen ıslahı hâlinde sunulan dava dilekçesinin önceki dilekçenin yerine geçeceği için ıslah dilekçesinde faiz istenmemiş olması hâlinde faize hükmedilmesinin "taleple bağlılık" ilkesine aykırı düşeceği, eğer ıslah kısmî ise, dava dilekçesinde yer alan hususlardan birinin arttırılması, ilk dilekçedeki talebin ferisi olan faiz isteminden vazgeçme anlamı taşımayacağından, ıslahta faiz istenmese dahi faize hükmedilmesi gerektiği;Yargıtay Yirmiüçüncü Hukuk Dairesinin 2016 tarihli görüş yazısında, Dairece yazı ekinde bulunan karar örneklerinde de görüleceği üzere, kısmî dava açılması durumunda, fazlaya ilişkin hak saklı tutulsa dahi, davalının sadece dava dilekçesinde belirtilen tutar üzerinden temerrüde düştüğü, ıslahla talebin artırılması sırasında faiz talep edilmemesi hâlinde ıslah ile artırılan kısma faiz yürütülemeyeceği görüşünün benimsendiği;belirtilmiştir. İçtihatların Birleştirilmesi Konusu Kapsamında Hukuk Genel Kurulu Başkanlığının Görüşü:Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016 tarihli görüş yazısında, ıslahta faiz istenmemiş ise, faize karar verilip verilemeyeceği konusunda Hukuk Genel Kurulunun 2011 tarihli ve 2011/4-504 E.-2011/606 K. sayılı kararının "... harcı yatırılarak ıslah ile artırılan kısmın ayrı bir dava, diğer bir deyişle ek dava olarak kabulü gerektiği, ek davadaki ilkelerin burada da söz konusu olacağı, ıslah suretiyle istenen miktara faiz yürütülmesi talep edilmediğinden, dava açılırken talep edilen faizin bu talebe yansıtılmayacağı, kendisi faiz talep etmeyen davacı lehine faiz yürütülmesi olanağı bulunmadığı benimsenmiş ve sonuçta ıslah ile artırılan kısım için faiz talep edilmediğinden bu bölüm için faize hükmedilmeyecektir.Buna göre müddeabihin ıslah yolu ile artırılması ayrı bir dava niteliğinde kabul edilmekle, ıslah sırasında bu miktar için faiz talep edilmemiş ise, davacının faiz talep etmeme yönündeki bu açık tavrına karşın dava açılırken talep edilen faizin bu isteğe de sirayet edeceği gerekçesi ile ıslah olunan miktara faiz yürütülmesi olanaksızdır" şeklinde olduğu, sonuç olarak, ıslah suretiyle istenen miktara faiz yürütülmesi talep edilmediğinde dava açılırken talep edilen faizin bu talebe yansıtılamayacağı, dolayısıyla ıslah ile artırılan kısım için faiz talep etmeyen davacı lehine faiz yürütülmesi olanağı bulunmadığı, içtihatlar arasındaki aykırılığın Hukuk Genel Kurulu kararları doğrultusunda giderilmesinin uygun olacağının düşünüldüğü bildirilmiştir..../... GEREKÇEBir miktar para alacağının faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesinin talep edildiği kısmî davada, dava konusu miktarın kısmî ıslahla faiz talebi belirtilmeksizin arttırılması hâlinde, arttırılan miktar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedilip hükmedilemeyeceği konusunda bir sonuca ulaşabilmek için, davaya konu edilen alacak miktarının ıslahla arttırılmasının yeni (ek) dava olup olmadığı konusunun çözüme kavuşturulması gerekir.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ıslahı tamamen (tam) ıslah ve kısmen (kısmî) ıslah olarak iki ayrı şekilde düzenlemiştir.Davanın tamamen ıslahı durumunun mevcut olabilmesi için davanın unsurlarından birinin, örneğin netice-i talebin veya dâva sebebinin değiştirilerek eski dâvanın niteliğinin değiştirilmiş olması gerekir (Üstündağ, 459).Kısmî ıslahta ise, belirli bir usul işlemi düzeltilir, davanın dayandığı sebebin değiştirilerek davanın niteliğinin değiştirilmesi söz konusu değildir. Kısmen ıslahta, ıslah işlemi yapıldığı tarihten itibaren hüküm ifade etmekte olduğu gibi, davanın ıslah edilmeyen kesimine ilişkin usul işlemleri ise geçerli olmaya devam eder.Öte yandan kısmî olarak açılan bir davada, dava konusunun artırılması kısmî ıslah olarak kabul edilmektedir (Kuru, s.4014).Ek dava ise kısmi davada saklı tutulan alacak için gerek kısmî dava karara bağlanmadan önce, gerekse daha sonra açılan davadır. Bu hâliyle kısmî ıslah, ek dava yoluyla elde edilebilecek haklara, mevcut dava içerisinde, daha basit, daha az masrafla ve daha kısa süre içerisinde kavuşma olanağı tanıyan ve bu yönüyle adeta ek dava açma yolunun alternatifi olan hukuki bir müessesedir. Bu nedenle kısmî davanın davacısı, ek dava açmak veya kısmî ıslah yoluna başvurmak konusunda seçimlik bir hakka sahiptir. Kısmî davada zamanaşımı sadece davaya konu edilen alacak miktarı için kesileceği gibi, davadan önce gerçekleşmiş temerrüt olgusu yoksa faiz başlangıç tarihi kısmî davaya konu edilen kısım için dava tarihi; kısmî ıslah ile artırılan tutar için ıslah tarihi olacaktır. Kısmî ıslah ile davaya dahil edilmek istenen alacak bölümü bakımından ise zamanaşımı süresi işlemeye devam edecektir. Bu açılardan ek dava ile kısmî dava arasında paralellik mevcut ise de, ıslahla ilgili sorunların yine ıslah müessesesi kapsamında değerlendirilerek sonuçlandırılması gerekir. Bu nedenle dava değerinin artırılması kısmi ıslah kapsamında olduğundan, süregelen davanın devamıdır ki, yeni bir dava veya ek dava olarak kabul edilemez. Artırılan tutar için harç yatırılması ise bir usul işlemidir; yeni bir dava açıldığı şeklinde yorumlanamaz. Yine dava dilekçesinde nelerin yer alması gerektiği HMK'nın 119'uncu maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiş olup kısmî ıslahın duruşmada sözlü olarak dahi yapılmasının mümkün olması karşısında kısmî ıslahın yeni bir dava olduğu da bu açıdan savunulması güç bir görüştür.Bu durumda HMK m. 179’da (HUMK m. 87) ifade edilen, 'ıslah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren, bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılması sonucunu doğurur' hükmü ile anlaşılması gereken mahkeme usul işlemleridir. Bu amaçla verilen bir ıslah dilekçesi dava dilekçesindeki istemi ve ferilerini ortadan kaldırmayacak, sadece istenilen alacak rakamını değiştirecektir. Hâl böyle olunca, ıslahla artırılan tutar yeni bir dava olmadığından, ilk dava dilekçesinde yer alan bütün unsurlar, faiz istemi de dâhil olmak üzere, ıslahla artırılan kısım için de uygulanabilir olmalıdır. Islah dilekçesinde, dava dilekçesindeki iddia ve istemlerin bu arada faiz talebinin tekrarlanmasına ihtiyaç bulunmamaktadır. Dava dilekçesindeki faiz istemi, ıslah dilekçesini de kapsar.Kısmî olarak açılan davadaki faiz isteminin faiz talebi belirtilmeksizin yapılan kısmî ıslah çerçevesinde arttırılan alacak kesimi için de geçerli olduğuna ilişkin kabulün, belirsiz alacak davası ile kısmî dava arasındaki farkı ortadan kaldırdığı da ileri sürülemez. Zira belirsiz alacak davası ile kısmî davanın açılma ve görülme koşulları birbirinden farklı olup belirsiz alacağın belirsiz alacak ve/veya tespit davası ya da kısmî davaya konu edilmesi mümkün ise de, belirli ya da belirlenebilir alacağın belirsiz alacak ve/veya tespit davasına konu edilmesi mümkün değildir.Bundan başka, kısmî dava dilekçesinde faiz istemi mevcut ise, kısmî ıslah ile arttırılan alacak miktarı için de dava dilekçesindeki faiz istemi geçerliliğini koruduğundan HMK'nın 26'ncı maddesinde hükme bağlanan 'Taleple bağlılık ilkesi'nin ve bu ilkenin bağlantılı olduğu, 'Tasarruf', 'Teksif' ve 'Taraflarca getirilme' ilkelerinin ihlal edilmesi söz konusu olmayacaktır.Öte yandan temerrüt ve temerrüdün oluşma koşulları hukuki ilişkinin veya alacağın bağlandığı hukuki durumun mahiyetine göre ayrı ayrı belirleneceğinden kısmî ıslahın temerrütle ilişkilendirilmesi de isabetli bir yaklaşım değildir.Kısmî dava dilekçesindeki faiz isteminin kısmî ıslah ile arttırılan alacak tutarı için de geçerli olduğunun kabulü aynı zamanda Devletimizin imzaladığı Uluslararası Sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınan 'hak arama özgürlüğü'nün gerçekleşmesine hizmet edeceği gibi, yine yargılamaya hakim olan ilkelerden olan aynı zamanda 'adil yargılanma hakkı' kapsamındaki 'usul ekonomisi' ilkesine de uygun düşecektir...." Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve bireylerin meşru beklentilerinin korunması, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94, 34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008). AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM'in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50). AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Ucar/ Türkiye (k.k.), B. No: 12960/05, 29/9/2009). AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi içinde Sözleşme'ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto /Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandıysa ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53). AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM'in incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların bir yüksek mahkemenin birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55, 80).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36995
Başvuru, açılan tazminat davasında dava dilekçesinde faiz talep edildiği hâlde talep miktarının artırılmasına yönelik ıslah dilekçesinde faiz talebi belirtilmediğinden faize hükmedilmemesi ve bu konuda Yargıtay Daireleri arasında farklı kararlar bulunması nedeniyle adil yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 5/5/2011 tarihinde gözaltına alınmış, 7/5/2011 tarihinde tutuklanmıştır.Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 09/12/2011 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütünü yönetme suçunu işlediği iddiasıyla (kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga madde ile görevli) başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Mahkemenin kapatılması üzerine dava dosyası Mardin Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Başvurucu 11/6/2014 tarihinde tahliye edilmiş olup yargılamadevam etmektedir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12211
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; istinaf başvuru süresinin, gerekçesi açıklanmayan kararın tefhim edildiği tarihten başlatılarak istinaf talebinin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucunun icra hukuk mahkemesinde görülen ve taraf konumunda olduğu şikâyet davasında verilen karara ilişkin olarak yaptığı istinaf başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle ek karar ile reddedilmiştir. Başvurucu, bu ek karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş; istinaf mahkemesi kanun yoluna ilişkin başvuru süresinin geçirilmiş olduğu gerekçesiyle anılan kararın kesin olduğunu belirterek istinaf başvurusunun usulden reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 29/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra vekili aracılığıyla 24/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru tarihi itibarıyla 12/2/2024 tarihine kadar geçerli olan süreli vekâletname sunulduğundan Anayasa Mahkemesinin 1/2/2024 tarihli müzekkeresi ile başvurucu Şirket temsilcisinden güncel vekâletnamenin aslı veya onaylı örneği talep edilmiştir. Başvurucu Şirket temsilcisi 1/3/2024 tarihli müzekkere cevabında başvuruyu şahsen takip edeceğini bildirmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28399
Başvuru, istinaf başvuru süresinin, gerekçesi açıklanmayan kararın tefhim edildiği tarihten başlatılarak istinaf talebinin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünde sözleşmeli Başbakanlık uzmanı olarak görev yapmaktayken 25/2/2004 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı (Bakanlık) Merkez Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğüne genel müdür olarak atanmıştır. Başvurucu 4/7/2005 tarihli işlem ile genel müdürlük görevinden alınarak Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Planlama Kurulu (APK) uzmanlığına atanmıştır.A. Görevden Alınmaya İlişkin Açılan İptal DavasıBaşvurucu, genel müdürlük görevinden alınma ve APK uzmanlığına atanma işlemlerinin iptalleri istemiyle idare mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu, dava sonuçlanmadan Başbakanlık uzmanlık kadrosuna kendi talebiyle 9/8/2005 tarihli idari işlemle atanmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 9/2/2007 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun genel müdürlük görevinden başarısızlığı ve yetersizliği kanıtlanmadan veya kamu yararı amacı ile hizmet gerekleri yönünden görevden alınmasını gerekli kılacak herhangi bir neden de gösterilmeden görevden alınıp APK uzmanlığına atanmasına ilişkin işlemde sebep ve maksat unsurları yönünden hukuka uyarlık görülmediği belirtilmiştir.  Bakanlığın temyiz talebi, Danıştay Beşinci Dairesinin 22/1/2010 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar onanmıştır.B. Mahkeme Kararının Yerine Getirilmemesi Üzerine Açılan İptal Davası Başvurucu, görevden alınmasına ilişkin işlemin Ankara İdare Mahkemesince iptal edilmesi üzerine genel müdürlük görevine iade edilmesi istemiyle Bakanlığa yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle idare mahkemesinde tekrar dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 24/4/2008 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, Ankara İdare Mahkemesince karar verilmeden önce başvurucunun kendi isteğiyle Başbakanlıktaki uzman kadrosuna tayin edilmek suretiyle yeni bir işlem tesis edildiği vurgulanmıştır. İptal kararının başvurucunun Başbakanlık uzman kadrosuna atanması işleminin sonuçlarını geçersiz kılmak yönünde hukuksal bir netice doğurmayacağı dikkate alınarak başvurucunun "uygulanabilirlik" niteliğini kaybeden (başka bir ifadeyle hukuken başvurucunun eski görevine atanması sonucunu doğurması mümkün olmayan) bir iptal kararının varlığından bahisle genel müdürlük görevine iade edilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine dair dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği belirtilmiştir. Başvurucunun kararı yürütmenin durdurulması talepli temyiz etmesi üzerineDanıştay Beşinci Dairesi 12/9/2008 tarihli kararı ile dava konusu işlemin ve mahkeme kararının yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde hukuk devleti ilkesi gereğince idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan başka seçeneği olmadığı vurgulanarak idarenin yasal düzenlemeler uyarınca bağlı yetki içinde bulunduğunun açık olduğu ifade edilmiştir. Bakanlığın ilgili idarelerle koordinasyonu sağlayarak başvurucunun genel müdürlük görevine iade edilmesi gerekirken bu yöndeki talebinin reddilmesi hukuka uygun görülmemiştir. Başvurucu yürütmenin durdurulması kararı üzerine, nihai karar verilinceye kadar yaklaşık iki yıl genel müdürlük görevini yaptığını belirtmiştir. Danıştay Beşinci Dairesi 12/5/2010 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulması kararında açıkladığı gerekçe ile derece mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermiştir. Bakanlık karar düzeltme talebinde bulunmuş, aynı Dairenin 24/6/2011 tarihli kararıyla temyiz üzerine verilen karar kaldırılarak derece mahkemesi kararı onanmıştır. Karar gerekçesinde 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'n maddesinde belirtilen temyiz nedenlerinin bulunması hâlinde bozma kararı verilebileceği, davanın reddi üzerine temyiz yoluna başvuran başvurucunun taleplerinin bunlardan birine uymadığı belirtilmiştir. Yargılamanın Yenilenmesi Talebine İlişkin SüreçBaşvurucu, Ankara İdare Mahkemesince verilen kararın kesinleşen Ankara İdare Mahkemesinin lehine verdiği kararı hükümsüz bıraktığı iddiasıyla yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Ankara İdare Mahkemesi 3/2/2012 tarihli kararıyla yargılamanın yenilenmesi talebini reddetmiştir. Karar gerekçesinde yargılamanın yenilenmesine konu kararın Ankara İdare Mahkemesi kararı dikkate alınarak verildiği ve bu hususların Danıştay incelemesinden geçerek kesinleştiği, başvurcunun iddialarının yargılamanın yenilenmesini gerektiren sebepler arasında olmadığı belirtilmiştir. Temyiz talebi, Danıştay Beşinci Dairesinin 17/5/2013 tarihli kararıyla reddedilerek derece mahkemesi kararı onanmıştır.Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 12/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 8/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 6/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.  A. Kanun Hükümleri 2577 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,[...]" 2577 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez."B. Danıştay İçtihadı Danıştay Beşinci Dairesinin 12/2/2013 tarihli ve E.2010/347, K.2013/892 sayılı kararında şöyle denilmiştir:" 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin fıkrasında yer alan; "Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare en geç otuz gün içinde işlem tesis etmeye mecburdur." hükmüyle Anayasanın maddesinde yer alan "Hukuk Devleti" ilkesine uygun bir düzenleme getirilmiştir. Bu hükümler karşısında; idare, maddi ve hukuki koşullarına göre uygulanabilir nitelikte olan yargı kararlarını aynen ve gecikmeksizin uygulamak zorundadır....Hakkında tesis edilmiş bir idari işlemin iptali istemiyle açtığı davada lehine yürütmenin durdurulması veya iptal kararı verilen kamu görevlisinin, bu karar verilmeden veya verilen kararın gerekleri yerine getirilmeden önce kendi isteğiyle görev yaptığı kurumdan ayrılması hali söz konusu olduğunda, ortada birbirinden bağımsız iki ayrı işlemin mevcut olduğu görülmektedir. Bu işlemlerden birincisi, davacının açmış olduğu iptal davası üzerine iptal edilen veya yürütülmesi durdurulan işlemdir. Diğeri ise, davacının iradesine dayanılarak, bir başka ifadeyle görev yaptığı kurumdan kendi isteğiyle ayrılması yolunda tesis edilen işlemdir. Bu işlemlerden birincisi hakkında verilmiş bulunan iptal kararının yerine getirilmesi gerekli ise de; davacı, iptal kararı sonucunu beklemeksizin kendi isteği ile görev yaptığı kurumdan ayrılmak suretiyle idareye yeni bir işlem tesis ettirmiş olduğundan, bunun sonucu olarak da hukuken başka bir kamu kurumunun personeli olduğundan, yargı kararının yerine getirilebilmesi bakımından hukuksal bir imkânsızlık doğmuş olup, davacı lehine artık ortada yerine getirilmesi gerekli bir yargı kararının varlığından söz etmeye hukuken olanak bulunmamaktadır.Uyuşmazlıkta, davacı Mahkeme kararının sonucunu beklemeden kendi isteğiyle ... emrine atanmak suretiyle idareye yeni bir işlem tesis ettirdiğinden, iptal kararının davacının anılan kuruma kendi isteğiyle atanması işleminin sonuçlarını geçersiz kılmak yönünde hukuksal bir sonuç doğuramayacağı dikkate alındığında, "uygulanabilirlik" niteliğini kaybeden (bir başka ifadeyle, hukuken davacının eski görevine atanması sonucunu doğurması mümkün olmayan) bir iptal kararının varlığından bahisle davacının ... emrine şube müdürü olarak atanması mümkün değildir. . " Danıştay Beşinci Dairesinin 15/11/2012 tarihli ve E.2010/1829, K.2012/7396, 20/6/2014 tarihli ve E.2011/7537, K.2014/5415 sayılı kararları da benzer niteliktedir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8420
Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında aseton zehirlenmesi sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ile ekindeki başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Gelibolu Kolordu Komutanlığına bağlı Topçu Alay Komutanlığı (Komutanlık) emrinde er olarak askerliğini ifa ederken rahatsızlanarak 8/10/2010 tarihinde yaşamını yitiren 1986 doğumlu Ç.P.nin babasıdır. Olay hakkında yürütülen soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelere göre Ç.P. 29/9/2010 tarihinde saat 00 civarlarında mide bulantısı şikâyetiyle kışla revirine müracaat etmiştir. Kendisine bulantı giderici iğne yapılmıştır. Ertesi sabah viziteye çıkmaması üzerine aynı gün saat 00'da Albay R.A. tarafından bir kez daha muayene olması için revire yollanmıştır. Revirde muayene edilip kendisine ilaç tedavisi uygulanmış, ertesi gün sabah yeniden muayene edildiğinde şuurunun yerinde olmadığının anlaşılması üzerine ambulansla Uzunköprü Devlet Hastanesi (Hastane) Acil Servisine kaldırılmıştır. Hastanedeki 30/9/2010 tarihli muayenesi üzerine Ç.P.nin yoğun bakım ünitesi olan bir hastaneye sevkine karar verilmiştir Aynı gün Ç.P. saat 00 civarında ambulans helikopterle Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Araştırma Hastanesi) getirilmiş ve Enfeksiyon Kliniğine yatırılmıştır. Ardından 4/10/2010 tarihli Klinik Konseyi toplantısı sonucunda, kendisine aseton zehirlenmesine maruz kaldığı teşhisi konulması üzerine Ç.P. İç Hastalıkları Kliniğine sevk edilmiş, tedavisi devam ederken 8/10/2010 tarihinde saat 30 civarlarında hayatını kaybetmiştir. Kolordu Komutanlığı Gelibolu Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) vefat olayının aynı gün telefonla bildirilmesi üzerine Askerî Savcılık tarafından olay, gecikmesinde sakınca bulunan hâl kapsamında değerlendirilerek derhâl ve resen soruşturma başlatılmıştır. Askerî savcı, aynı gün saat 30 civarlarında Komutanlığa giderek olayla ilgili tanık beyanlarını bizzat almış; ayrıca Ordu Komutanlığı Askerî Savcılığına talimat yazarak otopsi ve diğer gerekli işlemlerin yapılmasını talep etmiştir. Soruşturma kapsamında İstanbul Adli Tıp Kurumu (Kurum) tarafından düzenlenen 24/12/2010 tarihli otopsi raporunda özetle müteveffanın kanında alkol, diğer uyuşturucu maddelere ya da asetona rastlanmadığı belirtilerek ölüm sebebi hakkında Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan (Kurul) görüş talep edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kurulun otopsi raporu, tedavi evrakı, Kurumun raporunu da dikkate alarak hazırladığı 6/4/2011 tarihli raporda kişinin ölümünün aseton zehirlenmesi sonucu meydana geldiği tespitinde bulunması üzerine Askerî Savcılık, Topçu Alay Komutanlığından envanterinde bulunan akaryakıt, kimyasal madde ve türevlerinin ayrıntılı listesini istemiştir. Liste Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Kimya Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yapan bilirkişiye iletilmiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan 4/7/2011 tarihli raporda özetle Ç.P.nin kanında 1/10/2010 tarihinde 9 g, 4/10/2010 tarihinde ise 04 g aseton tespit edildiği, dört günde asetonun %96'sının vücuttan atıldığı, Komutanlıkta bulunan malzemelerin listesindeki bazı malzemelerde düşük miktarda aseton bulunabileceği fakat bu hususun laboratuvar testleriyle ortaya konması gerektiği, Ç.P.nin kanındaki aseton miktarı gözetildiğinde bu miktarın solunum yoluyla vücuda alınmasının mümkün olmadığı, direkt ağız yoluyla alınma ihtimalinin mevcut olduğu belirtilmiştir. Ayrıca diğer zayıf bir ihtimalin de enerji ihtiyacını karşılamak üzere vücuttaki yağın kullanılması sonucu aseton oluşabilmesi olduğu ancak vücutta tespit edilen 9 g aseton değerine bu yolla ulaşılıp ulaşılamayacağının uzman incelemesini gerektirdiği, anılan değerdeki asetonun envanter listesindeki malzemeler yoluyla vücuda alınmasının mümkün olmadığı tespitlerinde bulunulmuştur. Bilirkişi raporu üzerine askerî savcı 5/7/2011 tarihinde Komutanlığa bizzat giderek içinde aseton bulunabilecek malzemelerden örnekler almış, alınan numuneler analiz için 6/7/2011 tarihinde Ankara Jandarma Kriminal Laboratuvarına (Laboratuvar) gönderilmiştir. Laboratuvar tarafından hazırlanan 6/9/2011 tarihli raporda asetonun uçuculuğu yüksek bir madde olmasından dolayı gönderilen numunelerde aseton tespit edilememiş olabileceği ifade edilmiştir. Bunun üzerine askerî savcı tarafından bilirkişi olarak atanan Tabip Yüzbaşı F.T.nin önerisiyle Askerî Savcılık tarafından Çanakkale 18 Mart Üniversitesinden biyokimya, toksikoloji-farmakoloji, dahiliye, gastroenteroloji, enfeksiyon hastalıkları ve adli tıp uzmanlarından müteşekkil bir bilirkişi heyetinin görevlendirilmesi talep edilmiştir. Soruşturma dosyasının 13/12/2011 tarihinde incelenmek üzere tevdi edildiği bilirkişi heyetince düzenlenen 27/11/2012 tarihli raporda özetle ölen şahısta tespit edilen aseton miktarının kesin olarak viral hastalığa bağlı olup olmadığını söylemenin mümkün olmadığı, şahsın belirgin bir hastalığının bulunmadığı fakat asetonu vücuttan uzaklaştırmada önemli görevleri bulunan organlar olan akciğerler ve böbreklerinde belirgin ölçüde fonksiyon kaybı tespit edildiği ifade edilmiştir. Devamında mevcut bulguların değerlendirilmesinde herhangi bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde belli bir zehirli maddenin dışarıdan alındığının söylenemeyeceği, şahsın kanındaki aseton miktarının birincil nedeninin tespit edilemediği, bu durumun endojen kaynaklı olduğu kanaatine varıldığı, herhangi bir fiziksel ya da psikolojik zorlamayla ilişkilendirilemediği, tanı koyduracak nitelikte zehirlenme verilerine rastlanmadığı belirtilmiştir. Ayrıca raporda; bulguların şahısta gelişen akut böbrek yetmezliğinin belirtileri olabileceği, şahsın yakınmalarının başlamasından önce ağır egzersiz yaptığı fakat bu egzersizlerin söz konusu komplikasyona yol açacak düzeyde olup olmadığının eldeki verilerle anlaşılamadığı, kesin ölüm nedeninin belirlenemediği, şahsa yapılan müdahalelerin eldeki verilere göre tıp kurallarına uygun olduğu kanaatine varıldığı tespitlerine yer verilmiştir. Askerî Savcılık müteveffanın babasının çeşitli zamanlarda ilettiği, oğluna askerliği süresince psikolojik baskı yapıldığı ve kötü muamelede bulunulduğu iddiaları üzerine Ç.P. ile aynı dönemde askerlik yapan erbaşların ifadelerine başvurmuştur. İfadeler neticesinde Askerî Savcılık, bölük ve takım komutanlarının sert yönetim tarzlarından ötürü askerlerin çekindikleri fakat erlere kötü muamelede bulunulduğuna dair bir delile ulaşılmadığı kanaatine varmıştır. Oğlu ile aynı dönemde askerlik yapan Erbaş R.Y.nin bir sosyal paylaşım sitesinde "Kardeşim affet bizi konuşamadık, hepimiz sustuk." şeklinde bir paylaşımda bulunduğunun Ç.P.nin babası tarafından iletilmesi üzerine askerî savcı talimatla derhâl R.Y.nin beyanı alınmıştır. R.Y., ölüm olayıyla ilgili sorumlu tuttuğu bir kişi ya da gizlenen bir husus olmadığını beyan etmiştir. Askerî savcı tanık beyanları, otopsi raporu, bilirkişi raporları, hastane kayıtları ile tüm dosya kapsamını değerlendirerek ve yukarıda değinilen tüm bulguları gerekçesinde belirterek Ç.P.nin ölümünde herhangi birinden kaynaklanan ihmalî ya da kasıtlı bir davranışın saptanmadığı, aseton zehirlenmesine neden olan asetonun endojen kaynaklı olduğu kanaatine varmış ve 31/12/2012 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Ç.P.nin anne ve babası bu karara itiraz etmiştir. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından dosya kapsamında yeterli araştırmanın yapıldığı, bilirkişi raporlarının son derece açıklayıcı ve bilimsel olduğu görüşüyle itirazın reddi yönünde görüş bildirilmiştir. Kolordu Komutanlığı Çorlu Askerî Mahkemesi 28/2/2013 tarihli kararla itirazın kabulüne, soruşturmanın genişletilmesine ve itiraza dair kesin kararın soruşturma işlemlerinin tamamlanmasının ardından verilmesine karar vermiştir. Kararda gerekçe olarak Ç.P.ye karşı gerek erler gerekse üstler tarafından yapılan herhangi bir maddi ya da manevi baskı bulup bulunmadığı ile muayene ve sağlık hizmetlerine ulaşma hususlarında yeterli araştırma yapılmadığı belirtilmiş; adı sayılan bazı erbaşın terhisinden sonra beyanının alınması gerekliliği belirtilmiştir. Ayrıca Ç.P.nin askerliği öncesinde herhangi bir hastalığı bulunup bulunmadığına dair resmî kurumlardan araştırma yapılmamasının eksiklik olduğuna işaret edilmiştir. Yine şahsın ölümünde geç, yanlış teşhis veya müdahale, takip eksikliği olabileceği ihtimaline binaen kusur durumunun tespitinde görevli olan Yüksek Sağlık Şûrasından (Şûra) karmaşıklık arz eden olaya dair görüş alınması gerektiği ifade edilmiştir. Askerî Savcılık 27/11/2012 tarihli raporu düzenleyen bilirkişi heyetinden müteveffanın vücudundaki aseton yüksekliğine fiziksel ya da psikolojik zorlanmanın neden olup olmayacağı yönünde ek rapor vermesi talebinde bulunmuştur. Bilirkişi heyetinin ek raporunda özetle şahsın askerlik öncesinde ve sırasında aynı bulgularla seyreden, kolayca tanı konulabilecek bir rahatsızlığının tespit edilemediği, mevcut verilerle kesin ölüm nedeninin ve tıbbi işlemlerle ölüm olayı arasında nedensellik bağının bulunup bulunmadığının tespit edilemediği, şahıstaki yüksek aseton düzeyinin endojen kaynaklı olduğu kanaatine varıldığı, buna neden olan birincil etkenin tespit edilemediği, 28/9/2010 tarihinde yapılan yoğun egzersiz ve iddia edilen psikolojik zorlamanın olaya sebep olduğuna dair veri bulunamadığı belirtilmiştir. Askerî Savcılık tarafından, ilgililerin kusur durumunun tespiti için rapor talep edilmesi gerekliliğine işaret edilen Şûranın yalnızca yargılama aşamasında mahkemelere görüş vermesi nedeniyle Kuruldan yeniden görüş alınması yoluna gidilmiştir. Kurulun 28/1/2015 tarihli raporunda; şahsın travmatik tesirle ya da aseton zehirlenmesi dışında bir zehirlenme ile öldüğüne dair tıbbi delil bulunmadığı, kişiye gerekli tıbbi müdahalenin yapıldığı, ilk gün revire yatırılmasının, ertesi gün sabah yapılan muayenedeki tespitler üzerine ise ambulansla sevk edilmesinin uygun olduğu, ölümünde ilgili sağlık personeline kusur atfedilemeyeceği görüşüne yer verilmiştir. Kolordu Komutanlığı Çorlu Askerî Mahkemesi 4/6/2015 tarihli kararla yukarıdaki tüm ek soruşturma işlemlerine de değinerek itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Ret kararı 18/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden ulaşılan bilgilere göre başvurucunun ölüm olayıyla ilgili olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde açtığı tazminat davası, AYİM'in 2/7/2014 tarihli kararıyla ölüm tarihinden bir yıl geçtikten sonra dava açıldığı gerekçesiyle süre aşımı bulunarak reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin de 5/11/2014 tarihinde reddedilmesi üzerine başvurucu Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Söz konusu karara karşı yapılan 2015/9181 numaralı bireysel başvuru Anayasa Mahkemesince başvuru süresinin dolmasından sonra bireysel başvuruda bulunulduğu gerekçesiyle 16/6/2015 tarihinde idari yönden reddedilmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12142
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında aseton zehirlenmesi sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular, 21/7/1978 tarihinde açtıkları kadastro tespitine itiraz davasının halen devam etmesi nedeniyle yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi zararların tazminini talep etmişlerdir. Başvuru, 7/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 14/11/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/12/2013 tarihli görüş yazısı 23/12/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili tarafından 8/1/2014 havale tarihli Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Kızıltepe ilçesi Akdoğan köyünde 1978 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 333, 334, 335, 338, 339, 340, 341 ve 350 parsel numaralı taşınmazlar kısmen Halef Kurt ve arkadaşları ile Maliye Hazinesi adına tespit edilmiştir. Bir kısım başvurucuların kardeşi Yusuf Sarıdağ (murisi İbrahim Sarıdağ mirasçıları adına), diğer başvurucuların murisleri Ömer ve Ahmet Sarıdağ ile Halef Savcı, Kıleyp Hazar, Tahir Dündar, Dehham Karadeniz, A.Rezzak Karadeniz ve Maliye Hazinesi tarafından, Halef Kurt ve müşterekleri ile Maliye Hazinesi aleyhine 21/7/1978 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin 1978/71 esas numarası ile kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. a) Bir kısım başvurucuların kardeşi Yusuf Sarıdağ (murisi İbrahim Sarıdağ mirasçıları adına), Halef Savcı, A.Rezzak Karadeniz, Dehham Karadeniz, Tahir Dündar ve Maliye Hazinesi tarafından İbrahim Sarıdağ ile Maliye Hazinesi aleyhine 11/1/1980 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin 1978/73 esas numarası ile kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır.b) Kızıltepe Kadastro Mahkemesince, 28/12/1988 tarih ve E.1978/73, K.1988/18 sayılı kararla; 1978/73 esas sayılı dava dosyası ile 1978/71 esas sayılı dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya 1978/71 esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a) Bir kısım başvurucuların kardeşi Yusuf Sarıdağ (murisi İbrahim Sarıdağ mirasçıları adına), diğer başvurucuların murisleri Ömer ve Ahmet Sarıdağ ile Halef Savcı, Kıleyp Hazar, Ali Sarıdağ, Fatma Kurt ve müşterekleri, Tahir Dündar, A.Rezzak Karadeniz, Dehham Karadeniz, Mehmet Dinler ve Maliye Hazinesi tarafından, Halef Kurt ve arkadaşları ile Maliye Hazinesi aleyhine 21/7/1978 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin 1978/76 esas numarası ile kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) Mahkemece, 28/12/1988 tarih ve E.1978/76, K.1988/19 sayılı kararla; 1978/76 esas sayılı dava dosyası ile 1978/71 esas sayılı dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya 1978/71 esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a) Halef Savcı, A.Rezzak Karadeniz, Dehham Karadeniz, Mehmet Aslan, Bedii Füsari ve Maliye Hazinesi tarafından, Mehmet Kabalı ve müşterekleri ile Maliye Hazinesi aleyhine 11/1/1980 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin 1980/1 esas numarası ile kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) Kızıltepe Kadastro Mahkemesince, 5/12/2007 tarih ve E.1980/1, K.2007/9 sayılı kararla; 1980/1 esas sayılı dava dosyası ile 1978/71 esas sayılı dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya 1978/71 esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. a) Halef Savcı, A.Rezzak Karadeniz, Dehham Karadeniz, Mehmet Aslan, Kasım Aslan, Bedii Füsari ve Maliye Hazinesi tarafından, A.Rezzak Karadeniz ve Dehham Karadeniz ile Maliye Hazinesi aleyhine 11/1/1980 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin 1980/2 esas numarası ile kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. b) Mahkemece, 13/7/1998 tarih ve E.1980/2, K.1998/69 sayılı kararla; 1978/71 esas sayılı dava dosyası ile 1980/2 esas sayılı dava dosyasının birleştirilmesine, yargılamaya 1978/71 esas sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir Belirtilen dava dosyası 2013 yılında Mardin Kadastro Mahkemesine devredilmiş olup, yargılamaya Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/71 sayılı dava dosyası üzerinde devam edilmektedir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6044
Başvurucular, 21/7/1978 tarihinde açtıkları kadastro tespitine itiraz davasının halen devam etmesi nedeniyle yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi zararların tazminini talep etmişlerdir.
1
Başvuru, hükümlü olarak cezaevinde bulunan başvurucuya açlık grevi nedeniyle disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/12/2013 tarihinde Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 17/3/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu; 64 kişiyle birlikte 6/11/2012 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) hitaben yazmış olduğu dilekçeyle terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a uygulandığı iddia edilen tecride ve Kürt dili üzerinde uygulandığı iddia edilen yasak ve kısıtlamalara son verilmesini; mahkeme, kamu alanları ve sosyal yaşam alanlarında Kürtçe kullanımının serbest olmasını ve yasal hâle getirilmesini talep ederek süresiz ve dönüşümsüz açlık grevi eylemine başladıklarını bildirmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı başvurucu hakkında açlık grevi yapması nedeniyle disiplin soruşturması başlatmıştır. Disiplin Kurulu Başkanlığı 14/11/2012 tarihli ve 2012/361 sayılı kararında 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendi gereğince başvurucunun “3 Ay Süre İle Bazı Etkinliklere Katılmaktan Men Cezası (Kütüphane, açık saha, çok amaçlı spor salonu ve iş atölyeleri faaliyetleri)” ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, anılan karara karşı Bolu İnfaz Hâkimliğine itirazda bulunmuştur. Başvurucuya hakları hatırlatıldıktan sonra hakkında verilen disiplin cezasına ilişkin olarak diyecekleri sorulmuştur. Başvurucu, tercüman bilirkişi eşliğinde alınan savunmasında “Ben de arkadaşların beyanlarına katılıyorum ve cezanın iptalini talep ediyorum.” şeklinde beyanda bulunmuştur. Bu beyanlar şu şekildedir:“Bizim bu açlık grevini başlatmamızın nedenleri iki sebep üzerine dayalıdır. Birincisi önderimiz Abdullah Öcalan’ın hapishanede tecritte tutulmasıdır. İkincisi talebimiz de Kürt dilinin kullanılması amacına yönelikti ve Kürt dili üzerindeki yasakların kaldırılması amaçlanmıştı.Birinci amacımız kapsamında önderimiz Abdullah Öcalan’ın sağlık, güvenlik ve özgürlüğünün sağlanması idi. Önderimiz Abdullah Öcalan’ın bulunduğu yerin güvenlik açısından güvenli değildir. Geçen dönemde önderimiz karşısında orada farklı biçimlerde saldırılar gerçekleşti. Bunlardan birisi zehirlenme girişimi şeklinde oldu, isteği dışında saçları kesildi ve fiziki olarak darp eylemine maruz bırakıldı. Dışarı ile iletişim kurması ve kendisini savunmasını sağlıklı bir biçimde yapabileceği gerekli koşulların sağlanması gerekli idi ve bu olumsuz şartlar devam ettiği sürece hayati tehlike içerisinde bulunmakta idi. Bu şartlardan dolayı 15 yıldır sağlığı bozulmuştur tutulduğu yerde yeni yeni hastalıkları ortaya çıkmıştır. Orada görevli bulunan sivil doktorların tedavide yetersiz kaldığı görülmüş bundan dolayı da bağımsız doktor heyetinin görevlendirilmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Ve bu bağımsız doktor heyetinin gidip muayene ve tedavi yapabilmesi için gerekli şartların da sağlanması lazımdı. Ayrıca bir diğer nokta da özgürlüğüne ilişkin koşulların gerçekleştirilmesi idi. Önderimiz Abdullah Öcalan aynı zamanda bir halk önderidir. Kendisi ile şu an diyalog ve müzakere yürütülmektedir. Bu nedenle herkesle rahatça ilişki ve diyalog kurabilmesi gerekmektedir bu nedenle de özgürlük şartlarının oluşması gerekmektedir. İzah ettiğimiz bu gerekçeler ile açlık grevi başlatmıştık.Bir diğer gerekçemiz ise dil ve dilin kullanılması ile ilgili engellerin ortadan kaldırılması, ana dilde savunma yapma hakkının sağlanması idi cumhuriyet kurulduğu tarihten bu tarafa Kürt dili üzerinde bir yasaklama politikası yürütülmüştür. Hayatın her alanında bu yasak sürdürülmüştür. Bu ise insanlık dışı bir yasak olmaktadır. Kürt dilinin kullanması Kürt halkının doğal bir hakkıdır bu yasağın kaldırılması ve gerek hukuki, siyasi ve eğitsel alanda dilin kullanılmasının önünün açılmasını amaçladık bu gereklilik nazara alınarak yasakların kaldırılması amacıyla açlık grevini başlattık. Cezaevi disiplin kurullarının ve yönetiminin hakkımızda disiplin cezasını tertip ettikleri vakit genel olarak taraf vaziyeti almaktadırlar ve bizlere karşı taraflı olmaktadırlar resmi bir kuruluş olduğundan taraf mantığı ile hareket etmektedirler. Hukuki mantık içerisinde taraf olan bir kurum kuruluş ya da kişinin bir karar verme yetkisi de yoktur. Açlık grevine gitmek suç olmayıp, ahlaki ve vicdani bir tutum ve davranış olarak değerlendirilmelidir suç olarak kabul edilemez. Danıştay bir kararında açlık grevleri ile ilgili olarak suç olmadığına dair bir karar vermiştir. Mahkemenin bu hususlara nazara almasını ve hakkımızda tertip edilen cezanın iptaline karar verilmesini talep ediyoruz. Bazı arkadaşlarımız pratikte açlık grevine girdi ve bazılarımız da dilekçe vermek suretiyle yani rahatsızlıkları sebebiyle fiilen açlık grevi yapmasalar da dilekçe ile manevi destek verdiler bunlar nazara alınmadan ceza tertip edildi ve toplu bir tutumla ceza tertip edilmiştir. Açlık grevi ve benzeri eylemler suç teşkil etmemelidir. Ayrıca açlık grevine fiilen girmeyip sadece dilekçe vererek destek verenlerin eylemi ise düşünce özgürlüğü kapsamındadır bunların hiç suç sayılmaması lazım. İnfaz hakimliğince bütün bu hususların nazara alınarak cezanın değerlendirilmesi ve iptaline karar verilmesidir. Suç işleme kastıyla hareket edilmemişti.” Bolu İnfaz Hâkimliği 25/9/2013 tarihli ve E.2013/75, K.2013/1737 sayılı kararı ile başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…Hükümlü iddiası, disiplin kurulu kararı, karardaki gerekçe ve dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde usul ve yasaya uygun olduğu değerlendirilen Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığı' nın 14/11/2012 tarih ve 2012/361 Karar sayılı kararına karşı yapılan hükümlünün İTİRAZININ REDDİNE karar vermek gerekmiş(tir).” Başvurucunun İnfaz Hâkimliğinin kararına yaptığı itiraz, Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 6/11/2013 tarihli kararı ile “usul ve yasaya uygun bulunarak” reddedilmiştir. Karar 14/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.” 5275 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.(2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını engellemez.” 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendi şöyledir:“(1) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar süreyle kurumun kültürel ve spor etkinliklerine katılmaktan yoksun bırakılmasıdır. (2) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:…g) Açlık grevi yapmak.”
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8777
Başvuru, hükümlü olarak cezaevinde bulunan başvurucuya açlık grevi nedeniyle disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ikramiye farkı ile denge tazminatı alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay Daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından dolayı reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, özelleştirilen Türk Telekomünikasyon A.Ş. (Şirket) bünyesinde sözleşmeli personel olarak görev yapmaktayken kurumun özelleştirme kapsamına alınması üzerine Kayseri İl Sağlık Müdürlüğü Bünyan Devlet Hastanesine atanmıştır. Başvurucu atama sırasında ödenmesi gereken ikramiye farkı ve denge tazminatı tutarının tahsili talebiyle şirket aleyhine alacak davası açmıştır. Kayseri İş Mahkemesi (Mahkeme) 3/2/2015 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararda özelleştirme öncesi kapsam dışı çalışan başvurucunun özelleştirme sonucunda da kamuda çalışmış gibi kabul edilerek artışlardan yararlanması gerektiğine vurgu yapılarak başvurucunun denge tazminatı ile ikramiye farkı alacağı olduğu belirtilmiştir. Şirketin temyiz yoluna başvurması üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 9/5/2016 tarihli kararı ile Mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararında, başvurucunun kapsam dışı nakle tabi olarak çalıştığı dönemde aynı statüde kamuda 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin eki II Sayılı Cetvel'e tabi olarak çalışanlara uygulanan artışlardan yararlandırılıp yararlandırılmadığının tespit edilmesi ve bu kapsamda hak kazanmasına rağmen ödenmeyen bir alacağının bulunup bulunmadığı ile memurlara yapılmış olan ve başvurucunun yararlanması gereken artışlara göre nakil ilmühaberinin eksik düzenlenip düzenlenmediği konusunda uzman bilirkişiden rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma ile sonuca gidilmesinin hatalı olduğu belirtilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 4/12/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (375 sayılı KHK) ek maddesi uyarınca yapılan ek ödemelerin kamu personeli arasındaki ücret dengesizliğinin giderilmesi amacıyla madde kapsamında sayılan kamu idarelerindeki personel ile sınırlı olan ödeme olduğu, yapılan düzenlemenin kamu personeli arasındaki ücret adaletini sağlamaya yönelik olduğu ve kamu personelinin tamamını kapsayan genel bir artış niteliğinde olmadığı vurgulanmıştır. Mahkeme sonuç olarak başvurucunun davalı şirkette nakle tabi personel olarak çalıştığı dönemde kamuda çalışanlara yapılan zam oranında maaşına zam yapılarak belirlenen ücrete göre nakil ilmühaberinde ücretinin tespit edildiğini belirterek ek ödemeden yararlanamayacağına hükmetmiştir. Başvurucu Mahkeme kararına karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Aynı Daire 21/2/2019 tarihinde kararın onanmasına hükmetmiştir. Nihai karar başvurucuya 18/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12077
Başvuru, ikramiye farkı ile denge tazminatı alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay Daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından dolayı reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; internet sitelerine erişimin engellenmesi kararlarına ilişkin istatistiklerle ilgili bilgi edinme talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğretim üyesi olup internet hukuku ve insan hakları alanında çalışmalar yapmaktadır. Başvurucu aynı zamanda cyber-rights.org adlı kâr amacı gütmeyen sivil toplum örgütü ile bilgiedinmehakki.org isimli internet sitesinin de kurucusudur. Çeşitli makalelerinin yanında başvurucunun internet hukuku alanında yazılmış birçok kitabı bulunmaktadır. Başvurucu, Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) için Türkiye dâhil AGİT'e üye 56 ülke ile ilgili olarak ifade özgürlüğü ve internet raporu hazırlamış; bu rapor 2011 yılında yayımlanmıştır. 2016 yılında Avrupa Konseyi tarafından yayımlanan ve internet içerik düzenlemeleri, erişim engelleme, filtreleme ve içerik çıkarma uygulamalarının hukuki dayanaklarını değerlendiren "Filtering, Blocking And Take-down Of İllegal Content On The Internet" adlı çalışmanın Türkiye bölümünü de başvurucu yazmıştır. Ek olarak 2018 yılından beri başvurucunun da üye olarak çalışmalarına dâhil olduğu İfade Özgürlüğü Derneği bünyesinde her yıl Türkiye'de internet içeriğine erişimin engellenmesi konulu "EngelliWeb" raporu yayımlanmaktadır. İfade Özgürlüğü Derneğinin internet sitesinde anılan raporun tanıtımı şu şekilde yapılmıştır:"EngelliWeb raporu yaklaşık 14 sene önce yürürlüğe giren 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ve sonrasında ortaya çıkan bazı düzenlemelerle birlikte Türkiye’de gitgide artan Internet sansürleri ve erişim engelleme uygulamaları hakkında değerlendirmeleri kapsamaktadır.Bilindiği üzere, kapanana kadar Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı ve sonrasında Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından Türkiye’den erişime engellenen web siteleri ile ilgili istatistiki veriler ve benzer şekilde Erişim Sağlayıcıları Birliği tarafından da erişime engellen web siteleri, haberler (URL adresleri) ve sosyal medya içerikleriyle ilgili istatistiki bilgiler hiçbir zaman açıklanmamıştır." Başvurucu 21/12/2009 tarihinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı İnternet Daire Başkanlığına 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu hükümleri kapsamında bir başvuru yapmıştır [Anılan başvurunun muhatabı, 15/8/2016 tarihli ve 671 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılıp görev ve yetkileri Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (BTK) aktarılıncaya kadar Telekomünikasyon İletişim Başkanlığıydı. Bununla birlikte karışıklığa mahal vermemek üzere karar boyunca uyuşmazlık konusu kamu organı BTK olarak belirtilmiştir.]. Başvurucu dilekçesinde, BTK'dan şu bilgileri istediğini belirtmiştir:"i. Mayıs 2008 ayından itibaren sistematik olarak en son 11 Mayıs 2009 tarihinde guvenliweb.org.tr web sitesinde yayınladığınız erişim engelleme istatistikleri ile ilgili detaylı bilgilerin (Aralık 2009 itibarı ile) tarafıma gönderilmesini talep ederim. İstenilen istatistikler Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim ve Kasım 2009 ayları için ayrı ayrı talep edilmektedir ve 5651 sayılı Kanunun maddesinde yer alan katalog suçlar için 'resen' ve 'yargı' kategorileri için ayrı ayrı istenmektedir.ii. İlaveten her ay için ayrı ayrı 'diğer' kategorisinde yer alan, yani mahkemeler tarafından Maddenin kapsamı dışında verilen erişim engelleme kararlarının da sayıları bu bilgi edinme başvurusunda talep edilmektedir.iii. Son olarak, kapsam dışı erişim engelleme kararlarının gerekçeleri (hangi kanun veya kanun maddelerine dayanarak) ile ilgili istatistiki bilgi talep edilmektedir." BTK'nın 30/12/2009 tarihinde başvurucuya elektronik posta yoluyla verdiği cevabın ilgili kısmı şöyledir:"Erişim engelleme istatistikleri çalışması; doğru verilerin toparlanarak kamuoyunun sağlıklı bilgilendirilmesi amacıyla Mayıs 2009 tarihine kadarki kısmı kapsamayacak şekilde yapılmış ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının 'http://www.guvenliweb.org.tr' adlı internet sitesinde yayınlanmıştır. Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunda erişim engelleme istatistiklerinin yayınlanması bir yana erişimi engellenen sayfada erişimin neden engellendiğini belirten bir uyarı sayfası dahi bulunmamakta, kullanıcılar teknik nedenlerden dolayı mı yoksa yasaklandığı için mi sayfaya erişemediklerini anlayamamaktadır. Ayrıca yasal bir zorunluluk yok iken 30/11/2007 tarihli 26716 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 'İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesine Dair Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik' hükümleri çerçevesinde, idari tasarrufla, söz konusu Yönetmeliğin 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrası gereği, erişimin engellenmesi tedbirine ilişkin karar detayları (kararı veren merciin adı ile karar tarih ve sayısı) kamuoyuna açık olan uyarı sayfasında görünür kılınmıştır. Yine 'http://www.tib.gov.tr/sorgu_ekranı' isimli internet adresinde Başkanlık tarafından erişimin engellenmesi tedbiri uygulanmakta olan internet adresleriyle ilgili sorgu yapma imkanı getirilmiş, hali hazırda 'http://www.guvenliweb.org.tr' adlı internet adresinde tüm engelleme tedbirlerinin suç türlerine göre oransal dağılımına yer verilmek suretiyle de kamusal sorumluluğa azami ölçüde riayet edilmiştir. 5651 sayılı Yasa'nın uygulamalarına ilişkin tüm bu bilgilendirmeler, çalışmalar sürdürülmekte olup 'http://www.guvenliweb.org.tr' adlı internet sitesinde Başkanlıkça kamuoyuna sunulan çalışma (erişimin engellenmesi tedbirlerinin suç türlerine göre oransal dağılımı) dışında başka bir istatistik sunumu mevcut durum itibarıyla söz konusu değildir. 4982 sayılı 'Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun; 7 nci maddesinin 2 nci fıkrası 'Kurum ve kuruluşlar, ayrı veya özel bir çalışma, araştırma, inceleme ya da analiz neticesinde oluşturulabilecek türden bir bilgi veya belge için yapılacak başvurulara olumsuz cevap verebilirler.' hükmünü amirdir. Bununla birlikte Başkanlığın 5651 sayılı Yasa'nın 'İdari yapı ve görevler' kenar başlıklı 10 uncu maddesinin (g) bendinde belirtilen ve bir soruşturma temelinde yürütülen görevleriyle, 4982 sayılı Kanun'un 'Bilgi Edinmenin Sınırları' başlıklı dördüncü bölümündeki maddesine istinaden, adli makamlar tarafından verilen erişimin engellenmesi kararlarının, adli soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin bilgi veya belgelerden olduğu düzenlemesi birlikte ele alındığında; 5651 sayılı Yasa'nın madde kapsamı dışındaki erişim engelleme kararlarına ilişkin bilgilerin Başkanlıkça temini mümkün olmadığı gibi, bir soruşturma kapsamında Maddede sayılan katalog suçlarla ilgili engelleme kararlarına ilişkin verilerin de, karar merciilerinin ilgili idari organlarından talep edilmesi ve 4982 sayılı Yasa kapsamındaki uygulamaların da bu mercilerce değerlendirilmesi yerinde olacaktır." Başvurucu, BTK'nın cevabına karşı 11/2/2010 tarihinde Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna (Kurul) itiraz etmiştir. Kurul 4/3/2010 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Kurul kararının ilgili kısmı şöyledir:"İtiraz sahibinin dilekçesi ve eklerinin incelenmesi neticesinde, itiraz sahibinin bilgi edinme başvurusuna, ilgili Kurumun 30/12/2009 tarihli yazısında vermiş olduğu cevabın yeterli olduğu değerlendirildiğinden dolayı itirazının reddedildiğinin başvuru sahibine bildirilmesine oybirliği ile karar verilmiştir." Bunun üzerine başvurucu, BTK'ya yaptığı 21/12/2009 tarihli bilgi edinme başvurusunun reddine ilişkin 30/12/2009 tarihli işlemin 4982 sayılı Kanun kapsamında talebinin karşılanması gerektiği, istediği istatistiki bilgilerin idarede zaten mevcut olduğu ve açıklanmasında kamu yararı bulunduğu gerekçeleriyle iptali talebiyle 26/4/2010 tarihinde dava açmıştır. Davalı BTK ise usul yönünden davanın Danıştayda açılması gerektiğinden görev yönünden reddedilmesi gerektiğini, esas yönünden ise davacının talebinin kabul edilmesinin mevzuat uyarınca mümkün olmadığını ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir. Yargılamayı yürüten Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 27/10/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"...4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununda, istenilen belge ayrı bir araştırmayı gerektiriyor ise talebin reddedilebileceği, zamanından önce açıklanması suç işlenmesine yol açacak, yargılama görevinin yerine getirilmesini engelleyecek, suç ve suçlu ile mücadeleyi tehlikeye düşürecek nitelikte olan belgenin bu Kanun kapsamında olmadığının hükme bağlandığı, 5651 sayılı Kanun'un maddesinde sayılan katalog suçlarla ilgili yayın yapıldığının tespit edilmesi durumunda soruşturma aşamasında hakim, kovuşturma aşamasında mahkemece erişimin engellenmesi kararı verileceği, kurum tarafından maddede sayılan suçların işlenmesinin engellenmesi için soruşturma mercilerine her türlü yardımın yapılacağı anlaşılmaktadır.Olayda, davacının ilk talebine ilişkin olarak Kurumdan verilmesini istediği istatistiki belgeler yukarıda bahsedilen 4982 Bilgi Edinme Hakkı Kanunu maddesinde bahsedilen ayrı bir araştırma, incelemeyi gerektiren belge kapsamında olduğu, diğer taleplerine ilişkin olarak ise, davalı idarece re'sen veya adli makamlar tarafından 5651 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında görülerek verilen erişimin engellenmesi kararları adli soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin bilgi ve belge kapsamında bulunduğundan 4982 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca bu Kanun kapsamında bulunmamaktadır. 5651 sayılı Kanun'un maddesi kapsamı dışında verilen erişimin engellenmesi kararlarının davalı idareden talep edilmemesi gerektiği gibi mahkemelerce verilen erişimin engellenmesi kararlarının ve gerekçelerinin ilgili mahkemelerinden istenilmesi gerektiğinden, davacının bilgi edinme başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucunun temyizi üzerine karar, Danıştay Onuncu Dairesinin (Daire) 3/12/2015 tarihli ilamı ile "hukuka uygun olduğu ve ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı" gerekçesiyle onanmıştır. B. Bireysel Başvurudan Sonraki Gelişmeler Başvurucu, Anayasa Mahkemesine yaptığı bireysel başvuruda BTK tarafından reddedilen bilgi edinme talebinin konusu olan verilerin daha geniş kapsamlı olarak 4/12/2014 tarihinde Kamu Denetçiliği Kurumu ile paylaşıldığını ileri sürmüş; iddiasını ispatlamak üzere başvuru formuna BTK tarafından anılan Kuruma hitaben yazılan yazıyı eklemiştir. Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından yapılan bireysel başvuruya ilişkin olarak 23/2/2021 tarihinde BTK'ya hitaben yazdığı yazı ile başvurucunun bahsi geçen iddiasını da belirterek bilgi edinme talebine konu edilen erişimin engellenmesi kararlarına ilişkin verilerin -istatistiki bilgiye dönüştürülmüş olup olmadığından bağımsız olarak- Kurumlarında bulunup bulunmadığını sormuştur. Anayasa Mahkemesi ayrıca BTK tarafından başvurucunun bilgi edinme talebine verilen 30/12/2009 tarihli cevapta belirtilen internet içeriğine erişimin engellenmesi istatistiklerinin yayımlanması meselesine ilişkin olarak Avrupa Birliği'ne (AB) üye ülkelerin uygulamaları ile ilgili ayrıntılı bilgi sunulmasını istemiştir. BTK tarafından 1/4/2021 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan bilgi ve belgelerde yer alan açıklamalar özetle şöyledir:- BTK, başvurucunun bilgi edinme talebinde bulunduğu erişimin engellenmesi istatistiklerinin çıkarılmasının ayrı ve özel bir çalışma gerektirdiğini belirtmiştir. BTK, başvurucunun 2009 yılında bilgi edinme talebinde bulunduğu dönemde söz konusu istatistiklere ilişkin ham verilerin -kurumları tarafından uygulanan erişimin engellenmesi kararlarına ilişkin veriler hariç- Kurumlarında hazır bulunmadığını, bununla birlikte 14/6/2012 tarihli ve 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu'na istinaden Kamu Denetçiliği Kurumunun yazılı talebi üzerine özel bir çalışma neticesinde oluşturulan bu verilerin 2014 yılında ilgili Kuruma arz edildiğini açıklamıştır.- BTK karşılaştırmalı hukuk uygulamalarını inceleyerek erişimin engellenmesi istatistiklerini 2009 yılının ikinci yarısından itibaren resmî olarak yayımlamaktan vazgeçtiğini ifade etmiştir. BTK, Avrupa Konseyine üye ülkelerin genelinde erişim engelleme istatistiklerinin resmî olarak yayımlanmadığını, AB'ye üye ülkelerin birçoğunda polis teşkilatları vasıtasıyla internet servis sağlayıcılar üzerinden uygulanan erişim engellemelerinin "gizli kara listeler (blacklist)" ile yapıldığını belirtmiştir. - AB katılım sürecinde müktesebat uyumuna ilişkin gelişmelerin takip edilmesi amacıyla 11/4/2000 tarihli ve 3/2000 sayılı Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklık Konseyi kararı ile Ortaklık Komitesi altında faaliyet göstermek üzere kurulan alt komitelerden 8 No.lu Alt Komitenin 7-8 Kasım 2019 tarihinde Brüksel'de gerçekleştirdiği toplantı öncesinde Avrupa Komisyonuna, Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Başkanlığı aracılığıyla BTK tarafından bir soru seti iletilmiştir. Anılan soru setinde Avrupa Komisyonuna diğer hususların yanı sıra "üye Devletler tarafından, erişim engelleme, içerik kaldırma, filtreleme ve benzeri şekilde bir müdahaleye maruz kalmış web sitelerine ilişkin resmi istatistiklerin yayımlanıp yayımlanmadığı" sorulmuş, "eğer yayımlanıyorsa buna ilişkin bilgilerin (URL adresleri, raporlar vb.) iletilmesi" talep edilmiştir. Avrupa Komisyonunun soruya cevabı şöyledir:"Halihazırda AB Hukukunda üye devletler için böyle bir yükümlülük bulunmamaktadır. Bazı çevrim içi platformlar, şeffaflık raporlamalarının bir parçası olarak veya öz düzenleme girişimlerinin izlenmesi bağlamında içerik denetleme faaliyetlerine ilişkin verileri yayımlamaktadır.Yaklaşan Dijital Hizmetler Yasası bağlamında Komisyon, yetkili düzenleyici makamlara içerik denetleme faaliyetleri ile ilgili olarak veri paylaşımı da dahil olmak üzere çevrimiçi platformların şeffaflık yükümlülüklerini güçlendirme ihtiyacını incelemektedir."- BTK ayrıca Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan ve Konseyin resmî internet sitesinden erişilebilen "Filtering, blocking and take-down of illegal content on the internet" (internetteki yasa dışı içeriğin filtrelenmesi, engellenmesi ve çıkarılması) başlıklı, 47 üye ülkedeki uygulamaları konu alan karşılaştırmalı hukuk çalışmasında, Türkiye'ye ilişkin resmî olmayan istatistikler dışında hiçbir ülke raporunda erişimin engellenmesi istatistikleri ile ilgili bilgiye yer verilmediğini bildirmiştir. - BTK; Avrupalı devletler tarafından resmî olarak açıklanan erişimin engellenmesi istatistikleri bulunmamakla beraber bu ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarınca açıklanan ihbar sayılarına ilişkin istatistiklere ulaşılabildiğini, BTK Bilgi ve İhbar Merkezinin de üyesi olduğu Uluslararası İnternet İhbar Merkezleri Birliğinin (INHOPE) üyesi ihbar merkezleri tarafından sistematik olarak açıklanan verilerin de bu ihbar merkezine yapılan vehttps://www.inhope.org/EN/articles/annual-reports adresinden raporlarına erişilebilen ihbar istatistiklerinden ibaret olduğunu açıklamıştır. BTK, bu merkezler tarafından erişimin engellenmesi istatistiklerinin değil kullanıcılardan alınmış ihbarlara ilişkin istatistiklerin kamuoyuyla paylaşıldığını Internet Watch Foundation (Birleşik Krallık), Point de Contact (Fransa), jugendschutz.net (Almanya), Meldpunt Kinderporno op Internet (Hollanda) gibi bazı ihbar merkezlerinin internet sitelerindeki raporları örnek vererek göstermiştir. BTK, uluslararası uygulamalarla uyumlu olarak Kurumlarınca da yıllık faaliyet raporları aracılığıyla ihbar istatistiklerinin kamuoyuna açıklandığını, anılan raporların Kurumlarının web sitesinde erişilebilir olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca Türkiye'de erişimin engellenmesi tedbirine ilişkin karar detaylarının (kararın tarihi ve sayısı ile karar mercii) ilgili internet adresine erişmeye çalışanların bilgilendirilmesi amacıyla kamuoyuna açık olan uyarı sayfasında verildiğini, bu şekilde internet kullanıcılarının erişimi engellenen internet adreslerinin hangi karara istinaden engellendiği hakkında bilgi sahibi olabildiklerini, yine, https://internet.btk.gov.tr adresi üzerinden Kurumları tarafından erişimin engellenmesi tedbiri uygulanmakta olan internet adresleriyle ilgili sorgu yapma ve ilgili bilgileri temin etme imkânının bulunduğunu belirtmiştir. Son olarak https://www.guvenliweb.org.tr/dosya/brEipdf adresi üzerinden de 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un maddesinde sayılan katalog suçlar kapsamında, Kurumlarınca idari tedbir olarak verilen erişimin engellenmesi kararlarının suç türlerine göre oransal dağılımının yapıldığını bildirmiş, bilgiye erişim ve şeffaflık ilkeleri doğrultusunda Kurumları tarafından paylaşılagelen yukarıda yer verilen veriler ile Avrupa Konseyine üye diğer ülkelerin uygulamaları da dikkate alındığında başvurucunun bilgi edinme talebinin reddedilmesine karar verildiğini belirtmiştir. A. Ulusal Hukuk 4982 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı; demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir." 4982 sayılı Kanun'un "Bilgi verme yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler." 4982 sayılı Kanun'un "İstenecek bilgi veya belgenin niteliği" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: "Bilgi edinme başvurusu, başvurulan kurum ve kuruluşların ellerinde bulunan veya görevleri gereği bulunması gereken bilgi veya belgelere ilişkin olmalıdır.Kurum ve kuruluşlar, ayrı veya özel bir çalışma, araştırma, inceleme ya da analiz neticesinde oluşturulabilecek türden bir bilgi veya belge için yapılacak başvurulara olumsuz cevap verebilirler." 4982 sayılı Kanun'un "Adlî soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin bilgi veya belgeler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Açıklanması veya zamanından önce açıklanması hâlinde;a) Suç işlenmesine yol açacak,b) Suçların önlenmesi ve soruşturulması ya da suçluların kanunî yollarla yakalanıp kovuşturulmasını tehlikeye düşürecek,c) Yargılama görevinin gereğince yerine getirilmesini engelleyecek,d) Hakkında dava açılmış bir kişinin adil yargılanma hakkını ihlâl edecek,Nitelikteki bilgi veya belgeler, bu Kanun kapsamı dışındadır." 27/4/2004 tarihli ve 25445 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Kurum ve kuruluşlar, ellerinde mevcut olan ve bilgi edinme başvurusuna konu olabilecek bütün bilgi veya belgeleri, bilgi edinme hakkının kullanımını kolaylaştıracak şekilde tasnif ederler. Bu amaçla kurum ve kuruluşların belge kayıt, dosyalama ve arşiv düzeniyle ilgili gerekli idari ve teknik tedbirler alınır.Bilgi edinme hakkının etkin olarak kullanılabilmesi ve bilgi edinme başvurularından kaynaklanan iş yükünün en aza indirilebilmesi amacıyla kurum ve kuruluşlar; a) Görev ve hizmet alanlarına giren konulardaki bilgi veya belgelerin konularını ve bunların hangi birimde mevcut olduğunu ihtiva eden kurum dosya planlarını,b) Görev ve hizmet alanlarına giren konulardaki temel nitelikli karar ve işlemlerini, mal ve hizmet alımlarını, satımlarını, projelerini ve yıllık faaliyet raporlarını,...bilgi iletişim teknolojilerini kullanmak suretiyle kamuoyunun bilgisine sunarlar.Kesinleşen faaliyet ve denetim raporları uygun vasıtalarla kamuoyunun incelemesine açık hale getirilir.Kurum ve kuruluşlar, Kanun ve bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde, bilgi edinme hakkının etkin olarak kullanılabilmesi ve bilgi edinme başvurularından kaynaklanan iş yükünün en aza indirilebilmesi amacıyla kurumsal internet sayfalarını bu madde hükümlerine göre yeniden şekillendirir. Bu Yönetmelik kapsamındaki kurum ve kuruluşlar, bu bilgileri tek tek birimler bazında, aynı kurumsal internet sayfası üzerinden; zorunlu hallerde kurumsal internet sayfasından link verilmek suretiyle birime ait internet sayfası üzerinden kamuoyunun bilgisine sunarlar.Kurum ve kuruluşlar, görev ve hizmet alanlarına giren konulardaki bilgi veya belgelerin konularını ve bunların hangi birimde mevcut olduğunu ihtiva eden kurum dosya planlarını, konuyla ilgili mevzuatta belirlenmiş ilkelere uygun olarak düzenlerler. Kurum dosya planları, kurum ve kuruluşların basın ve halkla ilişkilerle görevli birimlerinde oluşturulacak bilgi edinme birimlerinde bulundurulur ve bunlardan yeterli sayıda nüsha başvuru sahiplerinin istifadesine sunulur. Kurum dosya planlarının bir örneği de kurum ve kuruluşların kurumsal internet sayfalarından kamuoyunun bilgisine sunulur.... "B. Uluslararası Hukuk Bilgi Edinme Hakkına İlişkin Avrupa Konseyi Belgeleri Bakanlar Komitesi tarafından 21/2/2002 tarihinde kabul edilen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Resmî Belgelere Erişme Konusunda Üye Devletlere Tavsiye Kararı REC (2002) 2'nin ilgili kısmı şöyledir:"...Özellikle, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Maddesini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6, 8 ve maddelerini, Çevresel Konularda Bilgiye Erişme, Karar Vermeye Halkın Katılımı ve Yargıya Erişme Hakkında Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ni (25 Haziran 1998 tarihinde Danimarka/Aarhus’ta kabul edilmiştir), 28 Ocak 1981 tarihli Kişisel Nitelikteki Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunmasına Dair Sözleşme’yi (ETS No. 108); 29 Nisan 1982 tarihinde kabul edilen İfade Ve Bilgi Özgürlüğü Bildirgesi’ni; Kamu Otoritelerinin Sahip Olduğu Bilgiye Erişme Hakkında Tavsiye Kararını No. R (81) 19, Kamu Makamlarının Sahip Olduğu Kişisel Verilerin Üçüncü Kişilere İletilmesi Hakkında Tavsiye Kararını No. R (91) 10; İstatistiki Amaçlarla Toplanan ve İşlenen Kişisel Verilerin Korunmasıyla İlgili Tavsiye Kararı’nı No. R (97) 18 ve Arşivlere Erişme Hakkında Avrupa Politikası Üzerine Tavsiye Kararı’nı No. R (2000) 13 göz önünde bulundurarak,Çoğulcu ve demokratik bir toplumda kamu yönetiminin şeffaflığının ve kamu yararını ilgilendiren konularda bilginin kolayca erişilebilir olmasının önemini göz önüne alarak,  ...Üye ülkelerin hükümetlerine kanunlarında ve uygulamalarında bu tavsiye kararında belirtilen ilkelerin rehber olmasını tavsiye eder. Resmi Belgelere Erişme Hakkında Genel İlkeÜye devletler, kamu otoritelerinin sahip olduğu resmi belgelere, istek üzerine, herkesin erişebilmesi hakkını güvence altına almalıdır. Bu ilke, her şart altında ulusal köken de dahil ayrım gözetilmeksizin uygulanır. Resmi Belgelere Erişmede Olası Kısıtlamalar Üye devletler resmi belgelere erişme hakkını kısıtlayabilir. Kısıtlamalar, tam olarak kanunda yazılmalı, demokratik bir toplumda gerekli olmalı ve koruduğu amaçla orantılı olmalıdır:i. Milli güvenlik, savunma ve uluslararası ilişkilerii. Kamu güvenliği,iii. Suç oluşturan eylemlerin önlenmesi, araştırılması ve kovuşturulması,iv. Kişinin özel yaşamı ve diğer meşru özel çıkarlar,v. Özel ya da kamusal olsun ticari ve diğer ekonomik çıkarlar,vi. Mahkeme işlemleriyle ilgili olarak tarafların eşitliği,vii. Çevre,viii. Kamu otoritelerince yapılan teftiş, kontrol ve denetim,ix. Devletin ekonomik, parasal ve döviz kuru politikaları, x. Bir konunun kurum içi hazırlığı esnasında kamu otoritelerinin kendi içinde veya diğer otoritelerle yaptığı müzakerelerin gizliliği. Açıklanmasında üstün bir kamu yararı olmadıkça, Paragrafta zikredilen herhangi bir çıkara zarar verecekse veya zarar verme ihtimali doğuracaksa resmi belgelerin içerdiği bilgilere erişim reddedilebilir.... Resmi Belgelere Erişim İstemi Resmi belge isteminde bulunan bir kişi resmi belgeye erişmek için gerekçe bildirmekle yükümlü tutulmamalıdır. İstem ile ilgili formaliteler minimum düzeyde tutulmalıdır. Kamu Otoritelerinin İnisiyatifiyle Halka Açıklanan BilgilerBir kamu otoritesi uygun olan durumlarda ve kendi inisiyatifiyle, elindeki bilgiler kamu yönetiminin şeffaflığını ve yönetimlerin iç işleyişinde verimliliğini arttırma amacına hizmet edecekse veya kamu yararını ilgilendiren konularda halkın bilinçli katılımını teşvik edecekse, bunları halka açıklamak için gerekli tedbirleri almalıdır." 18/6/2009 tarihinde imzaya açılan Resmî Belgelere Erişime İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin ilgili maddeleri şöyledir (On taraf devletin sözleşmeye bağlı kalmak için muvafakatlerini açıkladıkları tarihten itibaren üç aylık sürenin dolmasını izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girecek olan sözleşme; Bosna Hersek, Finlandiya, Macaristan, Litvanya, Karadağ, Norveç ve İsveç olmak üzere bugüne kadar yedi üye ülke tarafından onaylanmıştır.): "Madde 2 – Resmi Belgelere Erişim Hakkı Taraflardan her biri, herhangi bir nedenle ayrım gözetmeksizin herkesin, talep üzerine kamu makamlarının elinde bulunan resmi belgelere erişim hakkını garanti edecektir. Taraflardan her biri, bu Sözleşmede belirtilen resmi belgelere erişim hükümlerini yürürlüğe koymak için kendi iç hukukunda gerekli önlemleri alacaktır. Bu önlemler, en geç bu Sözleşmenin o Taraf açısından yürürlüğe girdiği tarihte alınacaktır. Madde 3 – Resmi Belgelere Erişimde Olası Sınırlamalar Taraflardan her biri resmi belgelere erişim hakkını sınırlayabilir. Sınırlamalar, kanunla kesin olarak belirlenmeli, demokratik bir toplumda gerekli olmalı ve aşağıdakilerin korunması amacıyla orantılı olmalıdır:a. Milli güvenlik, savunma ve uluslararası ilişkiler;b. Kamu güvenliği;c. Suç oluşturan eylemlerin önlenmesi, araştırılması ve kovuşturulması;d. Disiplin soruşturmaları;e. Kamu otoritelerince yapılan teftiş, kontrol ve denetim;f. Kişinin özel yaşamı ve diğer meşru özel çıkarlar;g. Ticari ve diğer ekonomik çıkarlar;h. Devletin ekonomik, para ve döviz kuru politikaları;i. Mahkeme işlemlerinde tarafların eşitliği ve adaletin etkin yönetimi;j. Çevre; ya dak. Bir konunun incelenmesiyle ilgili olarak kamu makamları içinde veya arasında yapılan müzakereler.... Açıklanmasında üstün bir kamu yararı olmadıkça, Paragrafta zikredilen herhangi bir çıkara zarar verecekse veya zarar verme ihtimali doğuracaksa resmi belgelerin içerdiği bilgilere erişim reddedilebilir....Madde 4 – Resmi Belgelere Erişim Talepleri Resmi belge isteminde bulunan bir kişi resmi belgeye erişmek için gerekçe belirtmek zorunda değildir. ...” Bilgi Edinme Hakkına İlişkin AİHM İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 2016 yılında verdiği Magyar Helsinki Bizottság/Macaristan ([GK], (B. No: 18030/11,8/11/2016, § 156) kararı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin bireye bir kamu otoritesi tarafından tutulan bilgilere erişim hakkı vermediği veya devlete bu bilgileri bireye verme yükümlülüğü getirmediği şeklindeki kanaatini önceki kararları (diğerleri arasından bkz. Leander/İsveç [BD], B. No: 9248/81, 26/3/1987, § 74; Társaság A Szabadságjogokért/Macaristan, B. No: 37374/05, 14/4/2009, § 35) ile uyumlu olarak devam ettirmişse de kesin hüküm niteliği kazanmış bir yargı kararına bağlı olarak bilginin açıklanması gereken hâller veya bilgiye erişimin sağlanmasının kişinin düşüncesini açıklaması hakkını kullanmasının bir aracı olması hâli söz konusu olduğunda Sözleşme'nin maddesi kapsamında böyle bir yükümlülüğün doğabileceğini belirterek yeni bir yaklaşım benimsemiştir (aynı kararda bkz. § 156). Bilgiye erişimin reddedilmesinin başvuranın ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale teşkil edip etmediğinin ya da hangi ölçüde bir müdahale olduğu hususunun her olayın kendine özgü koşullarında değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan AİHM (aynı kararda bkz. § 157), önceki içtihadına da atıfla bazı kriterler belirlemiş ve böyle bir hakkın madde kapsamında değerlendirilebilmesi için somut davada bu kriterler temelinde belirli bir eşiğe ulaşma şartı aramıştır. AİHM'in belirlediği kriterler özetle şöyledir (aynı kararda bkz. §§ 158-170):i. Bilgi Talebinin Amacı: Öncelikle kişinin bir kamu otoritesi tarafından tutulan bilgilere erişim talebinde bulunma amacının bilgi ve fikir alma ve başkalarına iletme özgürlüğünü kullanmasına imkân sağlaması ön koşul olmalıdır. Bu nedenle AİHM bilgilerin toplanmasının gazetecilik faaliyetlerinde veya diğer faaliyetlerde bir forum oluşturup oluşturmadığına ya da kamusal tartışmanın temel bir unsurunu teşkil edip etmediğine vurgu yapmıştır (Társaság A Szabadságjogokért/Macaristan, §§ 27, 28; Österreichische Vereinigung zur Erhaltung, Stärkung und Schaffung/Avusturya, B. No: 39534/07, 28/11/2013, § 36).ii. Araştırılan Bilginin Niteliği: AİHM erişimi aranan bilgi, veri veya belgelerin Sözleşme uyarınca bir açıklama ihtiyacının ortaya çıkması için genel olarak bir kamu yararı testini karşılaması gerektiği kanaatindedir. Böyle bir ihtiyaç, diğerlerinin yanı sıra kamu işlerinin yürütülme şekli ve bir bütün olarak toplumu ilgilendiren konularda şeffaflık sağladığında, böylelikle kamunun genel olarak kamu yönetimine katılımına izin verdiğinde söz konusu olabilir.iii. Başvuranın Rolü: Yukarıda belirtilen iki kriterin mantıksal sonucu, bilgiyi arayan kişinin bilgiyi alma ve topluma iletme konusundaki rolünün özel bir önem taşımasıdır. Bu nedenle davalı devletin başvuranların Sözleşme'nin maddesi ile korunan haklarına belirli belgelere erişimi reddederek müdahale edip etmediğini değerlendirirken AİHM daha önce başvuranın bir gazeteci veya bir sosyal gözlemci ya da faaliyetleri kamu yararı ile ilgili olan bir sivil toplum örgütü olmasına önem vermiştir (Roşiianu/Romanya, B. No: 27329/06, 24/6/2014, § 61; Társaság A Szabadságjogokért/Macaristan, § 36; Youth Initiative for Human Rights, B. No: 48135/06, 25/6/2013, § 20; Guseva/Bulgaristan, B. No: 6987/07, 17/2/2015, § 41).iv. Hazır ve Kullanılabilir Bilgi: AİHM, bilgiye erişimin reddedilmesinin maddeyi ihlal ettiği sonucuna varırken daha önce istenen bilginin hazır ve kullanılabilir olduğunu ve hükûmet tarafından herhangi bir veri toplanmasını gerektirmediğini dikkate almıştır (Társaság A Szabadságjogokért/Macaristan, § 36). Öte yandan AİHM yerel bir makamın başvurana belge vermeyi reddetme gerekçesi olarak bilgi toplamanın zaman ve personel yetersizliği nedeniyle beklenen zorluğu göstermesini, söz konusu zorluğun makamın kendi uygulamasından kaynaklandığını ifade ederek reddetmiştir (Österreichische Vereinigung zur Erhaltung, Stärkung und Schaffung/Avusturya, § 46). AİHM Bubon/Rusya (B. No: 63898/09, 7/5/2017) kararında ise bilgi edinme talebinin önemli miktarda iş yüküne yol açacağını dikkate alarak başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. Başvuru konusu olayda avukat olan başvurucu, yazacağı bilimsel bir makalede kullanmak üzere 2000 ile 2009 yılları arasında fuhuş suçuna karışanların milliyeti, yaşı, eğitim durumu ve ikameti gibi -kişisel bilgilerden arındırılmış- bir dizi istatistiki bilgi talep etmiş ancak talebi reddedilmiştir. AİHM, dava konusu uyuşmazlığın bir kısmının (başvurucunun talep ettiği dört bilgiden ilk üçünün) bilgilerin hazır ve kullanılabilir olup olmadığı konusunda düğümlendiğini, bu nedenle öncelikle bilgilerin idarenin elinde olup olmadığının tespit edilmesi gerektiğini belirtmiştir (aynı kararda bkz. §§ 40,41). AİHM, idarenin elindeki suç istatistiklerinde başvurucunun talep ettiği parametrelerin de bulunduğunu ancak yayımlanan kamuya açık suç istatistiklerinde başvurucunun talep ettiği parametrelerin değil idare tarafından seçilen başka parametrelerin tercih edildiğini, bu raporların ise başvurucunun isteğine karşılık vermediğini not etmiştir (aynı kararda bkz. § 42). Başvurucunun bu nedenle anılan raporlardan ayrı olarak idareden belirttiği parametreleri kullanarak bilgileri işlemesini ve özetlemesini istediğini (aynı kararda bkz. § 43) tespit eden AİHM, idarenin başvurucunun istediği kadar spesifik bilgilere sahip olmadığı gerekçesiyle bilginin başvurucunun istediği şekliyle hazır ve kullanılabilir olamadığı sonucuna varmıştır(aynı kararda bkz. § 44). AİHM, Magyar Helsinki Bizottság/Macaristan kararında belirlediği kriterleri 2019 yılında verdiği Cangı/Türkiye (B. No: 29/4/2019, 24973/15) kararında da uygulamıştır. Anılan karara konu olayda, baraj yapımı projesiyle tehdit altında olan bir antik kentin yıkımına karşı mücadele eden sivil toplum kuruluşlarından ve bazı kişilerden oluşan bir grubun üyesi ve aynı zamanda da avukat olan başvurucu, söz konusu baraj çalışmalarının planlanmasına ilişkin olarak devlet yetkililerinin yaptığı bir toplantının tutanağının nüshasının kendisine iletilmesini 4982 sayılı Kanun gereğince talep etmiştir. Başvurucunun bu talebi, kurumlar arası hizmete özel bir toplantının söz konusu olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. AİHM, başvurucunun bu talebini aynı zamanda halkı bilgilendirme isteğiyle yaptığını, önemli bir sosyal konuyla ilgili olan ve güçlü bir tartışma yaratacak nitelikte bir sorun teşkil etmesi nedeniyle söz konusu toplantının itiraz edilemez bir şekilde kamu yararına olduğunu, başvurucunun rolü itibarıyla sivil toplum kuruluşundaki görevine ilişkin kesin ve güvenilir bilgileri sunması amacıyla bu bilgilere ihtiyaç duyduğunu, “halkın bekçi köpeği” rolünü üstlendiğini, son olarak söz konusu tutanağın mevcut olduğunu ve bu belgenin başvurucuya iletilmesinin makamlara özellikle ağır bir yük yüklediğinin de ileri sürülmediğini tespit etmiştir (Cangı/Türkiye, §§ 32-36). AİHM bu şekilde Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğunu kabul etmiştir. Daha sonra müdahalenin kanunla öngörülüp öngörülmediği konusunda yaptığı incelemede AİHM, somut olayda 4982 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının metniyle pek bağdaşmayan yorumun keyfî bir nitelik taşıdığı gerekçesiyle ihtilaf konusu müdahalenin Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrası anlamında kanunla öngörülmediği kanısına varmıştır (Cangı/Türkiye, §§ 38-45). AİHM, Weber/Almanya ((k.k.), B. No: 70287/11, 6/1/2015) kararında bilgi edinme talebinin önemli ölçüde iş yüküne yol açacağını dikkate alarak başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı bireysel başvuruyu kabul edilemez bulmuştur. Başvuru konusu olayda başvurucu, Wuppertal Belediyesi yönetiminden, Belediyeye ait holding şirketleri tarafından siyasi partilere yapılan ödemeler hakkında bilgi talep etmiş; ayrıca 2000, 2001 ve 2002 yıllarında belediye bütçesinden siyasi partilere, parlamento gruplarına ve siyasi vakıflara yapılan ödemelerin bir listesini derlemesini istemiştir. AİHM, başvurucunun çoğunlukla çevrim içi erişilebilir olan ya da en kötü ihtimalle Belediyeye başvurarak rahatlıkla temin edebileceği mali tablo ve bilançolardan, belediyeye ait holding şirketleri tarafından siyasi partilere yapılan ödemeler hakkındaki veriler ile 2000, 2001 ve 2002 yıllarında belediye bütçesinden siyasi partilere, parlamento gruplarına ve siyasi vakıflara yapılan ödemeleri elde edebilecekken bu bilgiyi kendisi yerine Belediyenin derlemesine yönelik talebinin reddedilmesinde Sözleşme'nin maddesinde yer alan bilgi alma ve verme hakkına herhangi bir müdahale olmadığına karar vermiştir. Son olarak Saure/Almanya ((k.k.), B. No: 6106/16, 18/11/2021) kararına konu olayda gazeteci olan başvurucu, Alman Dış İstihbarat Servisinden 1950, 1955, 1960, 1970 ve 1980 yıllarında İstihbarat Servisi ve öncül örgütünde (Gehlen örgütü) resmî ve gayriresmî iş birlikçi olarak çalışanlardan -İstihbarat Servisine sızan- Nazi örgütü [Nazi Partisi, SS mensupları, Gestapo ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordusu istihbarat örgütü olan Yabancı Doğu Orduları (Fremde Heere Ost)] üyesi olanların sayısını istemiştir (aynı kararda bkz. § 4). Federal İdare Mahkemesi ve Federal Anayasa Mahkemesi başvurucunun taleplerinin makul olma eşiğinin ötesinde olduğu, basının bilgi alma hakkının her hâlükârda ilgili makamın elinde mevcut olan bilgilerle sınırlı olduğu, makamdan bilgi toplamasının istenemeyeceği, başvuran tarafından talep edilen bilgilerin Dış İstihbarat Servisinde (henüz) mevcut olmadığı zira talep edilen bilgilerin büyük ölçüde söz konusu konuyu araştırmak üzere özel olarak görevlendirilen Bağımsız Tarihçiler Komisyonu tarafından araştırıldığı gerekçesiyle bu talebin reddedilmesinin başvurucunun anayasa tarafından güvence altına alınan haklarını ihlal etmediği sonucuna varmıştır (aynı kararda bkz. §§ 9, 14, 17). AİHM de talep edilen bilginin yetkili makamda bile bulunmadığını dikkate alarak Sözleşme'nin maddesinin başvurucunun talebi üzerine bilgi toplama yükümlülüğü getirmediğini belirtmiş; başvurucunun bilgi edinme talebinin reddedilmesine ilişkin şikayetinin Sözleşme'nin maddesiyle ratione materiae bağdaşmadığı sonucuna varmıştır. Karşılaştırmalı Hukukta Devletin İnternet İçeriğine Erişimin Engellenmesine İlişkin Verilerin Erişilebilirliğini Sağlama/Anılan Verileri Kamuoyu ile Paylaşma Yönündeki Yükümlülükleri Avrupa Konseyine taraf ülkelerde içeriği engellenen internet sitelerine ilişkin resmî istatistiklerin yayımlanması yönünde ortak bir uygulama tespit edilememiştir. Öte yandan birçok taraf devlette terör içeriği ve çocuk pornografisi barındırması nedeniyle erişimi engellenen internet sitelerine ilişkin resmî istatistiklerin yayımlanmadığı görülmüştür. Avrupa Komisyonunca BTK tarafından yöneltilen soruya verilen cevapta da belirtildiği üzere AB mevzuatında üye devletlerin içeriği engellenen internet sitelerine ilişkin resmî istatistiklerin yayımlanması yönünde bir yükümlülüğü bulunmamaktadır (bkz. § 15). Bununla birlikte 29/4/2021 tarihli ve (EU) 2021/784 sayılı Avrupa Birliği Parlamentosu ve Konseyinin Çevrimiçi Terör İçeriklerinin Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Tüzük (Tüzük) ile uygulanmasına 7/6/2022 tarihinde başlanarak terör içeriklerine mahsus olmak üzere bu konuda politika değişikliğine gidilmiştir. Her bir üye devletin yetkili makamına, tüm üye devletlerde bulunan barındırma hizmeti sağlayıcılarından terör içeriklerini kaldırmalarını veya terör içeriklerine erişimi devre dışı bırakmalarını bildiren bir kaldırma emri çıkarma yetkisi veren Tüzük, yetkili makamlara aynı zamanda bir şeffaflık yükümlülüğü de getirmiştir. Tüzük'ün "Yetkili makamların şeffaflık raporları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Yetkili makamlar, bu Tüzük kapsamındaki faaliyetlerine ilişkin yıllık şeffaflık raporları yayımlayacaktır. Bu raporlar, söz konusu takvim yılına ilişkin en azından aşağıdaki bilgileri içermelidir: (a) madde kapsamında verilen kaldırma emirlerinin sayısı, 4(1) maddesine konu kaldırma emirlerinin sayısı özel olarak belirtilmek suretiyle madde kapsamında değerlendirilen kaldırma emirlerinin sayısı ve terörist içeriğin kaldırıldığı veya erişimin devre dışı bırakıldığı ve terörist içeriğin kaldırılmadığı veya erişimin devre dışı bırakılmadığı durumlar da dahil olmak üzere ilgili barındırma hizmeti sağlayıcıları tarafından kaldırma emirlerinin uygulanmasına ilişkin bilgiler;(b) 5(4), veya maddeler uyarınca alınan kararların sayısı ve belirli önlemlerin açıklaması da dahil olmak üzere bu kararların barındırma hizmet sağlayıcıları tarafından uygulanmasına ilişkin bilgi;(c) 5(4) ve maddeler uyarınca alınan kaldırma emirleri ve kararlarının idari veya adli inceleme işlemlerine tabi olduğu davaların sayısı ve ilgili işlemlerin sonucuna ilişkin bilgiler;(d) madde uyarınca ceza uygulayan kararların sayısı ve uygulanan ceza türünün açıklaması. Birinci fıkrada atıfta bulunulan yıllık şeffaflık raporları, terör suçlarının önlenmesi, tespiti, soruşturulması veya kovuşturulması için devam eden faaliyetler ile ulusal güvenliğe ilişkin çıkarlara halel getirebilecek bilgileri içermeyecektir." Tüzük'le üye ülkelerin birbirinden oldukça farklı olan uygulamalarına son verilmesi planlanmış, çevrim içi terör içerikleri ile mücadele konusunda yeknesak bir yaklaşımın benimsenmesi amaçlanmıştır. Üye ülkeler, bu Tüzük'e göre mevcut yasal düzenlemelerini gözden geçirmek durumunda kalacağından ilgili tüm aktörlerin (yetkili ulusal makamlar, AB’de bulunan yer sağlayıcıları/içerik sağlayıcıları, sosyal medya platformları vb.) yeni Tüzük'e uyum sağlayabilmeleri için Tüzük'ün uygulanması ileri bir tarihe alınmıştır.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6815
Başvuru, internet sitelerine erişimin engellenmesi kararlarına ilişkin istatistiklerle ilgili bilgi edinme talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; ortaklığın giderilmesi davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, taşınmaz üzerinde tasarruf hakkının kullanılamaması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2019/23911, 2019/23917, 2019/23920 ve 2019/27029 numaraları bireysel başvuru dosyalarının 2019/23908 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, İ.H.K. ve N.A. tarafından açılan ve kendilerinin de taraf sıfatında bulunduklarını ifade ettikleri Bakırköy Sulh Hukuk Mahkemesinin 2001/1101 esasına kayıtlı olan ortaklığın giderilmesi davasında yargılamanın hâlen devam ettiğini belirtmiştir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve taşınmaz üzerinde tasarruf haklarını kullanamamaları sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 9/7/2019 ve 30/7/2019 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23908
Başvuru, ortaklığın giderilmesi davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, taşınmaz üzerinde tasarruf hakkının kullanılamaması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi neticesinde elde edilen kayıtların imha edilmediği ve alenileştirildiği ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetiyle bağlantılı etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Hizbullah terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 2011 yılında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sürecinde başvurucu hakkında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri uygulanmıştır. Başvurucunun da aralarında bulunduğu altmış dört şüpheli hakkında Başsavcılık tarafından 2/11/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına (takipsizlik) karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, şüpheliler hakkında telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi tedbiri uygulandığı ve söz konusu tedbirin uygulanmasına 22/5/2013 tarihinde son verildiği belirtilmiştir. Kararda; yürütülen soruşturmada operasyon yapılmasını gerektirecek mahiyette yeterli delile ulaşılamadığı, şüphelilerin gerçekleştirdiği görüşmelerin güncel görüşmeler kapsamında kaldığı ve neticede delil elde edilemediğinden şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ifade edilmiştir. Kararda, mahkeme kararlarına dayanılarak icra edilen iletişimin dinlenmesi, tespiti, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin tedbirlerin kaldırıldığı vurgulanmıştır. Ayrıca telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca ilgili kişilere gerekli bildirimlerin yapılmasına, adli emanet memurluğunda bulunan kayıtlı materyallerin aynı maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca imha edilmesine, bu hususta anılan merciye yazı yazılmasına da karar verilmiştir. Başvurucu; telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesine ilişkin koruma tedbirinin kanuna aykırı şekilde iki yıldan fazla süre boyunca uygulandığını, söz konusu koruma tedbiri neticesinde elde edilen ve 2/11/2015 tarihli takipsizlik kararıyla birlikte imha edilmesine karar verilen kayıtların Başsavcılık tarafından farklı mahkemelere gönderildiğini, kayıtların 11/4/2016 tarihinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) yüklendiğini ve bu suretle alenileştirildiğini ileri sürerek 5271 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kayda alınan ve 000 TL manevi tazminat talebini içeren 9/5/2016 tarihli dava dilekçesinde başvurucu, imha edilmesi gereken söz konusu kayıtların -tespit edebildiği kadarıyla- yirmi dört farklı dava dosyasına girdiğini iddia etmiş ve bu hususta mahkeme adı, esas numarası gibi detaylı bilgiler sunmuştur. Başvurucu; takipsizlik kararının üzerinden beş ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen soruşturma kapsamında elde edilen dinleme kayıtlarının imha edilmemiş olmasının ve bu kayıtların UYAP'a yüklenip farklı mahkemelere gönderilerek alenileştirilmesinin 5271 sayılı Kanun'da yer alan usullere açıkça aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Kişinin mahremiyetine ve haberleşmesine yönelik müdahaleler dolayısıyla oluşan zararların devlet tarafından tazmin edilmesi gerektiğini, fiilî durumun Cumhuriyet savcılarının eksik ve yanlış şekilde yaptığı işlemlerden kaynaklandığını ve açtığı davanın 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilmeye uygun olduğunu iddia etmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından Mahkemeye sunulan esas hakkındaki mütalaada 5271 sayılı Kanun'un maddesindeki yasal koşulların oluşmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkeme 23/12/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 5271 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen hâllerin bulunmadığı ve mevcut durumun anılan maddenin (3) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu, söz konusu kararın bozulması ve davanın kabulüne karar verilmesi talebiyle İstanbul Bölge Adliye Mahkemesine istinaf başvurusunda bulunmuştur. 12/1/2017 tarihli istinaf dilekçesinde 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının açık olduğunu, bu düzenlemeyle suç soruşturması ya da kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğinin hüküm altına alındığını ve mahkemelerin her şeyin kanunlarda açık şekilde düzenlenmesini beklemelerinin hukuka uygun olmadığını iddia etmiştir. Başvurucu; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/5/2015 tarihli kararını da zikretmiş ve kanunların her sorunu çözemeyeceğini, sorunların çözümü için uygun kurallar manzumesini ortaya koyduğunu, sorunların ise ancak karar vericiler tarafından çözülebileceğini ifade etmiştir. Aynı konu hakkında farklı mahkemelerce verilen kabul kararlarının bulunduğunu, bu yöndeki kararların 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrası çerçevesinde verildiğini, oluşan manevi zararlarının giderilmesi yönündeki talebinin yersiz gerekçelerle reddedildiğini de ileri sürmüştür. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 10/3/2017 tarihli kararıyla istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde mahkeme kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, başvurucu tarafından ileri sürülen nedenlerin yerinde görülmediği belirtilmiştir. Nihai karar 22/5/2017 tarihinde öğrenilmiştir. 22/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 5271 sayılı Kanun’un "İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) (Değişik: 21/2/2014–6526/12 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi (…) dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. ...(4) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok iki ay için verilebilir; bu süre, bir ay daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim yukarıdaki sürelere ek olarak her defasında bir aydan fazla olmamak ve toplam üç ayı geçmemek üzere uzatılmasına karar verebilir....(6) (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu ve tedbirin süresi belirtilir. ...(7) Bu madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur...." 5271 sayılı Kanun’un "Kararların yerine getirilmesi, iletişim içeriklerinin yok edilmesi" kenar başlıklı maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: "(3) 135 inci maddeye göre verilen kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir.(4)Tespit ve dinlemeye ilişkin kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir." 5271 sayılı Kanun’un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan, g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen, k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler....(3)(Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir...." 5271 sayılı Kanun’un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.(3) Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir....(6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir....(8) Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır...." 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'a 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici madde şöyledir:"(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır." İlgili Yargı Kararları Başvurucuyla aynı soruşturma kapsamında soruşturulan ve haklarında takipsizlik kararı verilen dört kişi tarafından koruma tedbirleri nedeniyle açılan tazminat davasında Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince verilen 13/12/2017 tarihli ve E.2016/59, K.2017/349 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir:"...İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının ... soruşturma sayılı evrakın incelenmesinde; Davacının İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Müdacele Şube Müdürlüğünce yürütülen soruşturma sırasında teknik takip altında tutulduğu, telefonlarının dinlendiği, hakkında iletişim tespit kararları verildiği ve bu kararların bir çok kez uzatıldığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının ... evrakında verilen 02/11/2015 tarihli ... kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmış, böylece hakkında haksız yere koruma ve denetim tedbirlerinin uygulandığı, KYOK kararı verildikten sonra davacı hakkında yapılan dinleme kayıtlarının, teknik takip kayıtlarının uyap sistemine yüklenerek 24 farklı dosyaya girdiği, davacı hakkında haksız dinleme sonucunda elde edilen dinleme kayıtlarının hukuka aykırı olarak elde tutulduğu ve yok edilmediği, bu sebeplerle davacının CMK'nın 141/3 maddedeki şartların gerçekleştiği anlaşılmakla haksız koruma ve denetim tedbirlerine maruz kalan davacının zenginleşemeye yol açmayacak şekilde iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik takip tedbirine başvurulmasından dolayı meydana gelen mağduriyetinin giderilmesi için 500 TL manevi tazminatın 02/02/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte, haksız dinleme sonucunda elde edilen dinleme kayıtlarının hukuka aykırı olarak elde tutulmasından ve yok edilmemiş olmasından dolayı meydana gelen mağduriyetinin giderilmesi için 500 TL manevi tazminatın 10/05/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalı hazineden alınarak davacıya ... verilmesine hükmedilmesi gerekmiştir...." Yargıtay Ceza Dairesinin 11/11/2015 tarihli ve E.2015/13049, K.2015/17584 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...ceza yargılama mevzuatımızda kişilerin gizli veya özel hayatı ile ilgili kabul edilebilecek bilgiler ile kişilerin onur ve saygınlığını zedeleyecek ifade ve ibarelerin iddianamede bulunmasını yasaklayıcı pozitif bir hukuk kuralı bulunmamaktadır. Ancak, böyle bir düzenlemenin bulunmaması kişilerle ilgili her türlü bilginin iddianamede gösterilmesini hukuka uygun kılmakta mıdır? Başka bir anlatımla diğer kişilerden beklenen, özel hayata saygı, onur ve saygınlığı zedeleyici davranışlardan kaçınma özen ve yükümlülüğü Cumhuriyet savcısı veya hakimden beklenmeyecek midir?Anayasamızın başlangıç bölümünde yer alan 'Her Türk vatandaşının ... milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme varlığını hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu' özel hayatın gizliliğini düzenleyen maddesinde ise ' Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz' şeklindeki düzenlemeye paralel olan; 4721 sayılı MK’nın maddesindeki; 'Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.' hükmü ile; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun maddesinin fıkrasındaki; 'Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.' hükmü ve yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 'Özel hayatın ve aile hayatının korunması başlıklı maddesindeki; "Herkes özel hayatına, aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.' hükümleri birlikte değerlendirildiğinde;CMK'nın maddesinin Fıkrasındaki 'iddianamede yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır' hükmünü uygulayan Cumhuriyet savcıları da, zorunluluk ve gereklilik ilkelerine uygun hareketle özenli davranmalı, kişilerin gizli veya özel hayat alanına ait olan, haberleşme içerikleri, kişiler arasındaki konuşmalar, özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerle ilgili bilgi ve belgelere iddianame içeriğinde yer vermelerinin gerekli olması halinde, maruz kalınan suçlar bakımından kişilerin onur ve saygınlığını en az zedeleyecek şekilde yer vermeli, zorunluluk ve gereklilik bulunmadıkça yer vermemelidir. Gereklilik ve zorunluluğun belirlenmesinde ise suçun sübutu ve nitelendirilmesine etki ölçüsüyle hareket edilmeli, isnat edilen suçun niteliği, tarafların davadaki konumları, kişilerin ileriki yaşamlarındaki etkileri, cinsiyeti, yaşı gibi özellikleri göz önünde bulundurulmalı yer verilmesinin gerekli olduğu sonucuna ulaşıldığı takdirde ise bireysel hakları en az ihlal edecek ve bu ihlali haklı gösterecek bir yöntem benimsenmelidir. Yargılama makamları da, kamusal ve özel yararlar arasındaki dengeyi gözeterek, özel bilgilerin kamuya yayılmasının önüne geçecek tedbirleri almalı, gerek kararlarında gerekse yargılamada bu hususlarda daha dikkatli ve özenli davranmalıdır.Tüm bu açıklamalar ışığında davacının iddiaları değerlendirildiğinde, iddianamede mağdur olarak gösterilen davacı hakkında tutulan fişleme kayıtlarının iddianamede aynen yer alması, içeriğiyle ilgili hiçbir değerlendirme yapılmaksızın ve değer yargısında bulunulmaksızın CMK’nın 141/ fıkrası uyarınca tazminatı gerektirmektedir. Zira sanıklara isnat edilen suç gözetildiğinde, bu kayıtların iddianamede aynen yer alması gerekmediği gibi, aynen yer almasında kamusal bir yarar da bulunmamaktadır. Yargılama faaliyetlerinden kaynaklanan ve emredici veya yasaklayıcı bir norm bulunmaması nedeniyle, kişisel kusur veya haksız fiil kapsamında değerlendirilemeyecek bu özensiz davranış nedeniyle doğan zararın giderilmesinde, Devletin kusursuz sorumluluğu söz konusu olup, yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda oluşan bu tür zararların tazminat hukukunun genel ilkeleri çerçevesinde Devlet tarafından karşılanması gerekmektedir.Açıklanan ilkeler çerçevesinde, ispatlandığı takdirde maddi zararı ile yargılama faaliyetleri nedeniyle zedelenen kişilik haklarından dolayı makul bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, isabetsiz gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi, Kanun'a aykırı olup, davacı vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden ... hükmün bozulmasına ... oybirliğiyle karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 11/6/2018 tarihli ve E.2018/2990, K.2018/6506 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...yeterli uzmanlığı bulunmayan bilirkişiye rapor düzenlettirerek, bu raporu esas alıp dava açan Cumhuriyet savcısının eylemlerinden ötürü manevi tazminat isteminde bulunulduğu görülmekle, belirtilen davanın 5271 sayılı CMK'ın 141/3 maddesinde düzenlenen hakim ve Cumhuriyet savcısının verdiği karara ve yaptığı işleme dayanılarak açıldığı, 6545 sayılı Kanunun maddesi ile ekli CMK'nın 141/3 maddesinde, 'Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabileceği'nin belirtildiği, aynı Kanun'un maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici maddesinde ki 'Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır.' şeklinde düzenleme dikkate alındığında, CMK'nın 141/3 maddesinde belirtilen hakim ve Cumhuriyet savcılarının karar veya işlemlerine dayalı tazminat davalarının ağır ceza mahkemelerinde karar bağlanacağı hususu gözetilmeden, davanın görev yönünden reddine dair yazılı şekilde hüküm tesisi, Kanuna aykırı olup, ... sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı ... bozulmasına ... karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/5/2018 tarihli ve E.2017/8495, K.2018/5987 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...tarihli duruşmada davacı vekili tarafından, dinleme kararı veren hakim hakkında, kurul tarafından soruşturma açıldığının iddia edilmesi karşısında, tazminat istemine dayanak soruşturma dosyasında görev yapan Cumhuriyet savcıları ve hakimler hakkında yürütülen adli ve idari soruşturma olup olmadığı, olması halinde sonucunun, Cumhuriyet savcıları ve hakimlerin kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâllerinin bulunup bulunmadığı, CMK'nın 141/ maddesinde belirtilen halin davacı lehine oluşup oluşmadığının araştırılmaması ... Kanuna aykırı olup ... hükmün ... bozulmasına ... karar verildi." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir." Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin ulusal düzeyde korunması için etkili bir başvuru yolunun var olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi yetkili ulusal makamlar tarafından Sözleşme kapsamına giren bir şikâyetin esasının incelenmesine izin veren ve uygun bir telafi yöntemi sunan bir iç hukuk yolunun sağlanmasını gerekli kılmaktadır. Ayrıca bu hukuk yolunun teoride olduğu kadar pratikte de etkili bir yol olması gerekmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 97; Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 157; Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 82). AİHM, etkili başvuru hakkının Sözleşme çerçevesinde savunulabilir nitelikteki bir şikâyetin etkili bir şekilde mahkemelerce incelenmesini ve öngörülen yolun uygun bir telafi imkânı sunmaya elverişli olmasını güvence altına aldığını vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, § 157; Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, B. No: 11379/03, 10/2/2011, § 35). AİHM iç hukuktaki düzenlemelerin başvuruculara bu anlamda asgari güvenceleri içerecek şekilde yeterli bir hukuk yolu sunup sunmadığını irdelemektedir (Dimitrov-Kazakov/Bulgaristan, § 36).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24356
Başvuru, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi neticesinde elde edilen kayıtların imha edilmediği ve alenileştirildiği ileri sürülerek açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetiyle bağlantılı etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kolluk görevlilerinin bir yürüyüşe müdahalesi ile başlayıp sonrasında gözaltına alınma ve bir süre kolluk nezarethanesinde tutulma ile sonuçlanan sürede kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.         Başvuru 8/12/2014 tarihinde yapılmıştır.     Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.     Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.      Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.     Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir     Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.        Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen olaylar özetle şöyledir:    Başvurucu, bir meslek odasının İstanbul şubesi başkanıdır. Başvurucu, meslek odasının başkanı olduğu şubenin bazı üyeleri ile birlikte 8/7/2013 tarihinde İstanbul Taksim Meydanı'na doğru gerçekleştirilen yürüyüşe katıldığı sırada, izinsiz gösteri yürüyüşü yaptığı gerekçesiyle kolluk görevlileri tarafından saat 00 dolaylarında yakalanmıştır.  Hakkındaki soruşturmanın tamamlanması için yetkili makamlarca başvurucunun gözaltına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu, gözaltı işleminin yerine getirileceği polis merkezindeki nezarethaneye konulmadan önce adli muayene için Eyüp Devlet Hastanesine götürülmüş ve saat 48'de muayene edilmiştir. Gerçekleştirilen muayeneden sonra düzenlenen, Olayın Öyküsü ve Muayene Edilenin Şikâyetleri kısımlarının da yer aldığı raporda, başvurucuda darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Raporda, başvurucunun olayın öyküsüne ilişkin herhangi bir anlatımı ile ruhsal ve fiziksel bütünlüğüne yönelik bir saldırıya maruz kaldığına ilişkin şikâyetinin yer almadığı görülmektedir.  Başvurucu nezarethanede tutulduğu 9/7/2013 tarihinde kendi seçtiği müdafileri ile görüşmüştür. Bu görüşmeden sonra başvurucunun nezarethanenin fiziki koşullarına ve tuvalet ihtiyacını gidermek için uzun süre bekletildiğine ilişkin şikâyetleri olduğunun tutanak altına alındığı görülmektedir. Tutanak bir kolluk görevlisi, başvurucu ve başvurucu müdafileri tarafından imzalanmıştır.    Başvurucunun gözaltında tutulmaya devam ettiği 10/7/2013 günü saat 30-00 sıralarında Eyüp Devlet Hastanesine götürülerek yeniden muayene edilmesi sağlanmış, ardından başvurucu hakkında adli muayene raporu düzenlenmiştir. Öncekiyle aynı mahiyetteki bu raporda da başvurucunun herhangi bir yakınmasının bulunmadığı, başvurucuda darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Raporun Muayene Edilenin Tıbbi Öz Geçmişi kısmında, başvurunun astım hastası olduğunun belirtildiği görülmektedir. Raporda başvurucunun astım ilaçlarının verilmediğinden şikâyet ettiği belirtilmemiştir.   Başvurucunun nezarethanedeki tutulması 11/7/2013 tarihinde sona ermiştir. Yetkililerce gözaltı işlemine son verilirken yeniden muayene edilmesi sağlanmıştır. Bu bağlamda Adli Tıp Kurumu İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından aynı gün yapılan muayene sonucu düzenlenen raporun Olayın Öyküsü ve Hastanın Yakınmaları kısmında, gözaltına tutulduğu zaman zarfında tuvalet ihtiyacını gidermesinde kendisine zorluk yaşatıldığı, ayrıca tehdit edildiği, astım ilaçlarının verilmediği; Diğer Tıbbi Belgeler ve Bulgular kısmında genel durumunun iyi, solunumunun ise rahat olduğu; Lezyon veya Lezyonlarla İlgili Bulgular kısmında haricen bir lezyonun saptanmadığı; Sonuç kısmında ise vücudunda darp ve cebir izi bulunmadığı hususları kayıtlıdır.  Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma kapsamında kendisine yönelik suçlamalara ilişkin susma hakkını kullanıp kolluğa ifade vermemiştir. Suçlamalara ilişkin ilk ifadesi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) 11/7/2013 tarihinde alınmıştır. Bu işlem sırasında kendi seçtiği müdafileri de hazır bulunmuştur. İfadesinin ilgili kısımları şöyledir: "...ben olayla ilgili olarak Güvenlik Şube Müdürlüğünde susma hakkı kullandım... ben Elektrik Mühendisleri Odası şube yönetim kurulu başkanıyım, olay günü Taksim gezi parkının vali tarafından açıldığının belirtilmesi üzerine yanımda kurum temsilcileri ve [A.] olduğu halde İstiklal Caddesinden odadan çıkarak gezi parkına gitmekte iken birden etrafımızı polisler çevirdi, [A.] hanımı darp ederek arabaya aldılar bunun üzerine bizde bizi de alın şeklinde talepte bulunduk ve gözaltına alındık bunun dışında diğer suçları kabul etmiyorum...... Hazır bulunan müdafilerden soruldu;şüpheli yasa dışı bir gösteriye katılmadığı gibi görevlilere mukavemette bulunmamıştır, kendi isteğiyle gözaltına alınmıştır... şüphelinin salıverilmesini talep ediyorum , kendisi sabit iş ve ikamet sahibidir dediler. ..."   Cumhuriyet Başsavcılığı ifade alma işleminin ardından aynı tarihte başvurucunun tutuklanmasını talep etmiştir. Talebi inceleyen İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi başvurucuyu aynı tarihte sorgulamıştır. Başvurucu, müdafilerinin hazır bulunduğu sorgusunda şu hususları dile getirmiştir: "Ben Elektrik Mühendisleri odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapmaktayım. Odamızın görevleri arasında 'Kamu yararını gözetmek' vardır. Bu nedenle, Taksim Platformunda odamız adına dönem dönem Ben veya başka arkadaşlar görüşmelere katılmakta, basın açıklaması yapmaktayız. Olay günü Gezi Parkı'nın halka açıldığını, İstanbul Valisi'nintelevizyondaki konuşmasından öğrendik ve arkadaşlar ile Gezi Parkı'na gitmek istedik. Ancak Gezi Parkına daha yaklaşmadan polisler tarafından engellendik. Bunun üzerine polislere, Valilik tarafından parkın açıldığını ve parka gitmek istediğimizi söyledik. Ancak polis şiddetine maruz kaldı. Üzerimize su sıkıldı, hatta 62 yaşında olan [A.] polisler tarafından darp edildi. Biz bunun üzerine polislere neden bu şekilde yapıldığını sorduk. Bu sırada polisler bizi çembere aldılar ve polis kalkanı ile duvara doğru sıkıştırmaya başladılar. Biz yasal hakkımızı kullanmayı istediğimizi söylememize rağmen arkadaşlarımızın darp edilerekgöz altına alındığını gördük. Bu nedenle arkadaşlarımız ile kol kola girerek, polis aracına doğru girerek, 'Eğer bu bir suçsa, bizi de göz altına alın' dedik. Bizi de göz altına aldılar. Bu arada polis aracı içinde bir kadın polis 'Sizi döveriz, daha sonra da başka şeyler yaparız' şeklinde sözler de söyledi. Ayrıca göz altına alma süreci içinde, polisler tarafından kötü muameleye tabi tutulduk. Bazı kadınların çıplak arandığını, tuvalet ihtiyacının karşılanmadığını, kadın memur bulundurulmadığını ve parmak izi alınması aşamasında bazı arkadaşlarımızın darp edildiğini, çığılıklarından anladık... ŞÜPHELİ MÜDAFİİ AV. Ö... K... BEYANINDA : müvekkilin üzerine atılı suçlamaları kesinlikle katılmıyoruz... Öncelikle serbest bırakılmasını, aksi takdirde adli kontrol uygulanmasını talep ederiz dedi.  ŞÜPHELİ MÜDAFİİ AV. A... E... SÖZ ALDI : Müvekkilimin gerek polis aşamasında gerek savcılık aşamasında herhangi bir şekilde suç işlemek için örgüt kurmak suçundan savunması alınmamıştır... Bu ciddi anlamda, savunma hakkının kısıtlanmasıdır (dedi.)"  Mahkemenin tutuklama talebini reddetmesiyle başvurucu aynı gün (11/7/2013) tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır.   Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında izinsiz gösteri yapmak ve suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçlarından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Başvurucu söz konusu kovuşturmanın 12/6/2014 tarihli oturumunda savunmasını yapmıştır. Savunmasının ilgili kısımları şöyledir: "Ben savunmamı yazılı olarak sunuyorum, bu yazılı savunmayı okuyacağım, özet olarak zabta geçmesini istiyorum, dedi. Sanık devamla; ... Taksim Dayanışması hukuka aykırı yapılacak olan yapılaşmaları engellemek amacıyla kurulmuştur. Taksim Dayanışma platformuna her birey gelip katılabilir. Polislerin dahi toplantıya gireceği kadar şeffaftır. Demokratik ve meşru bir dayanışmadır. Eğer iddianamede belirtilen örgüt böyle bir örgüt ise ben bunun üyesiyim. 8 temmuz günü İstanbul Valisi parkın açıldığını duyurduğu için bizde açılan gezi parkına gitmek istedik. Ancak önümüz polisler tarafından kesildi. Parkın sadece bazı vatandaşların girmesine izin verildiğini gördük. Anayasanın maddesine göre basın açıklaması yaptık. Ancak 8 temmuzda böyle bir açıklamamız yoktur. 8 temmuz da açıklama yapan sayın validir. İnsanların baret gözlük taşımaları kendilerine yönelik saldırıdan korunmak amacıyladır. Gezi parkına giderken 8 temmuzda polis tarafından gözetim altına alındık. Emniyete götürüldük. Kötü muameleye maruz kaldık. Kadın arkadaşlarımızı onları döveceklerini ve başka şeyderde yapacaklarını söylediler. Evlerimizde usulsüz aramalar yapıldı..."   Başvurucu vekili 4/7/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçeyle başvurmuştur. Bu dilekçede başvurucunun gözaltına alınması sırasında ve gözaltına alındıktan sonra nakil aracındayken kolluk görevlileri tarafından tartaklandığı, sinkaflı sözler içeren hakaretlere maruz kaldığı, araçta bulunan bir kadın görevlinin kendisini ve araçtakileri tehdit ettiği, nezarethaneye konulmadan önce çıplak aramaya tabi tutulduğu, gözaltı süresince son derece kirli ve havasız odalarda tutulduğu, tuvalet ihtiyacını uzun süre bekletilerek ve erkek görevlilerinin görebildiği bir ortamda giderebildiği, üstelik tuvalette temizlik için sabun ve kâğıdın bulunmadığı, kendisine yeterli yiyecek ve temiz giysiler verilmediği, ruhsal bütünlüğüne saldırı amacıyla gece vakti uyandırılıp sonrasında zorla parmak izinin alındığı ileri sürülmüş ve sorumluların cezalandırılması talep edilmiştir. Şikâyet dilekçesinde ayrıca başvurucuyu tehdit ettiği ileri sürülen kadın polis memurunun olay günü üzerinde numara bulunan bir yelek giydiği belirtilmiş, yelekte yazılı olduğu belirtilen yedi rakamlı numara da bildirilmiştir.   Cumhuriyet Başsavcılığı şikâyet üzerine olay hakkında derhâl bir soruşturma başlatmıştır. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı, başvurucunun şikâyetinde yelek numarasını belirttiği kadın polis memurunun kimliğinin ve başvurucunun tutulduğu polis merkezi ile nezarethaneye ilişkin kamera kayıtlarının derhâl gönderilmesi için ilgili emniyet müdürlüklerine yazılı talimat vermiştir.   Emniyet müdürlükleri bu talimatlara yazılı olarak cevap vermiş ve sorulan numaralı bir polis memuru yeleğinin bulunmadığını, kamera kayıtlarının otuz gün süre ile saklandığını, kayıtların daha sonra en eski tarihten itibaren silinmeye başlayarak üzerine yeni tarihli kayıtların yapıldığını, dolayısıyla başvurucunun gözaltında tutulduğu bir yıl öncesine ilişkin sorulan kayıtların bu şekilde silinmiş olması nedeniyle tespit edilemediğini bildirmişlerdir.   Cumhuriyet savcısı, başvurucunun yargılandığı davanın dosyasında bulunan ve yukarıda ilgili bölümde yer verilen doktor raporlarını da incelemiş ve birer örneklerini soruşturma dosyasına almıştır.   Cumhuriyet Başsavcılığı 15/9/2014 tarihinde başvurucunun şikâyetleri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, başvurucunun iddialarının delille desteklenmeyen nitelikte olduğu belirtilmiştir.   Başvurucunun bu karara karşı yapmış olduğu itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 21/10/2014 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 7/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.  
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19426
Başvuru, kolluk görevlilerinin bir yürüyüşe müdahalesi ile başlayıp sonrasında gözaltına alınma ve bir süre kolluk nezarethanesinde tutulma ile sonuçlanan sürede kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, temyiz yoluna başvurulması nedeniyle dosyanın yetkili mahkemeye gönderilme talebinin süresinde yapılmaması üzerine davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul İcra Müdürlüğünün talimatıyla gerçekleştirilen taşınmaz satış ihalesinin feshi istemiyle İstanbul İcra Hukuk Mahkemesinde şikâyette bulunmuştur. Mahkemenin 9/12/2013 tarihli kararıyla ihaleye konu taşınmazın mahkemenin yetki alanında bulunmadığı gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiş ve anılan karara "Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içinde temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi." ibaresi yazılmıştır. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 21/4/2014 tarihli kararıyla ihalenin feshi istemi hakkında verilen yetkisizlik kararının kesin nitelikte bulunduğu gerekçesiyle temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Dairenin kararının 24/6/2014 tarihinde tebliği sonrasında başvurucu vekili 1/7/2014 tarihli dilekçe ile dosyanın yetkili İstanbul Anadolu Nöbetçi İcra Hukuk Mahkemesine gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Dosyanın davayı görmeye yetkili mahkemeye gönderilmesi üzerine İstanbul Anadolu İcra Hukuk Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda 21/11/2014 tarihindedavanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...2004 sayılı İİK nun 134/ maddesine göre ihalenin feshine yönelik şikayet görevsiz veya yetkisiz icra mahkemesine yapılırsa mahkeme evrak üzerinden yapacağı inceleme ile en geç 10 gün içerisinde görevsizlik veya yetkisizlik kararı verir. Bu kararlar kesindir. Kanunun sarih hükmü ile ihalenin feshine ilişkin mahkemesince verilmiş yetkisizlik kararlarının kesin olduğu belirtilmekle kararın verildiği andan itibaren Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi gereğince kararın verildiği tarihten itibaren 2 hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak dava dosyasının görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesi istenir.2004 sayılı İİK'nun maddesinde para veya teminat borcu için takip hususunda Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yetkiye dair hükümlerinin kıyas yolu ile uygulanacağı belirtilmiştir. Az yukarıda belirtilen kanunların konulmasındaki amaç ihalenin feshi davalarında sürecin uzamaması yargılamanın bir an önce bitirilmesi ve ihalenin kesinleştirilmesidir. Kanun kötü niyeti korumaz.Somut olayda kıymet takdirine itiraz davası neticesi verilen kararın temyizi yine ihalenin feshine ilişkin yetkisiz mahkemede açılan davanın yetki nedeni ile reddine dair kararın kanunun açık hükmü ile kesin olduğu belirtilmesine rağmen temyiz edilerek sürecin uzatılması ve kararın kanunen kesinleştiği tarihten itibaren HMK'nun maddesinde belirtilen 2 haftalık süre içerisinde dosyanın yetkili mahkemeye gönderilmemesi nedeni ile HMK'nun maddesindeki açık düzenleme nedeni ile davanın açılmamış sayılmasına ... şekilde hüküm kurulmuştur." Temyiz üzerine Dairenin 2/4/2015 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Dairenin 15/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 13/11/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 9/12/2015 tarihinde yasal süre içerisinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun "İhalenin neticesi ve feshi" kenar başlıklı maddesinin (4)numaralı fıkrası şu şekildedir: "İhalenin feshine ilişkin şikâyet görevsiz veya yetkisiz icra mahkemesi veya mahkemeye yapılırsa, icra mahkemesi veya mahkeme evrak üzerinde inceleme yaparak başvuru tarihinden itibaren en geç on gün içinde görevsizlik veya yetkisizlik kararı verir. Bu kararlar kesindir." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler" kenar başlıklı Anayasa Mahkemesinin 10/2/2016 tarihli ve E.2015/96, K.2016/9 sayılı kararı ile "...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten..." ibaresinin iptal edilmeden önceki nihai karar tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesinin (1) numaralı fıkrasının hâli şöyledir:"Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:…ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.…"
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19307
Başvuru, temyiz yoluna başvurulması nedeniyle dosyanın yetkili mahkemeye gönderilme talebinin süresinde yapılmaması üzerine davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sınır dışı kararı nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, 2018/31403 No.lu bireysel başvuru dosyasıyla bağlantılı olan başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve ekleri, ilgili kurumlardan ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir:A. Genel Olarak 1974 doğumlu ve Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucu, 2014 yılında iç savaştan kaçarak Türkiye’ye kaçak yollardan girdiğini ifade etmektedir. Başvurucunun 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca “kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar” kapsamında olduğu değerlendirilerek İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 19/10/2018 tarihli kararıyla sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun sahte kimlik kullanarak resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunmasından dolayı adli işlem yapılarak sınır dışı kararı verildiği anlaşılmıştır. B. Anayasa Mahkemesine Yapılan 2018/31403 No.lu Başvuru Başvurucu, 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile 6458 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek 30/10/2018 tarihinde doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. 6458 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasında 676 sayılı KHK ile yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme kararlarına karşı dava açma süresi içinde veya yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancının sınır dışı edilmeyeceği hükmüne bazı istisnalar getirilmiştir. Buna göre “terör veya çıkar amaçlı suç örgütlerinin yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlar”, “kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar” ile “uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından tanımlanan terör örgütleriyle ilişkili olduğu değerlendirilenler” bakımından dava açma süresinde veya yargılama sonuçlanmadan önce yapılan bireysel başvurular bakımından sınır dışı işleminin yürütmesinin durdurulmasına yönelik tedbir talepleri hakkında değerlendirme yapılması gereği ortaya çıkmıştır (Y.T. [TK], B. No: 2016/22418, 1/11/2016). Anılan KHK değişikliği nedeniyle 30/10/2018 tarihinde başvurucu hakkında verilen sınır dışı kararının uygulanmaması yönünde tedbir kararı verilmiştir. 2018/31403 No.lu bireysel başvuru dosyası ile birlikte toplam 243 başvuru dosyası, 7/12/2020 tarihinde 2016/43088 No.lu başvuru dosyasıyla birleştirilmiştir. A.A.K. ve diğerleri (B. No: 2016/43088, 3/12/2020) kararında tüm başvurucular yönünden kötü muamele yasağı ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine, kamu makamları tarafından başvurucular hakkında yeniden bir değerlendirme yapılıncaya kadar başvurucuların sınır dışı edilmemesine karar verilmiştir. Başvurucunun Anayasa Mahkemesine Yaptığı İkinci Başvuru Başvurucu, aynı sınır dışı kararına karşı 24/10/2018 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Dava 31/1/2019 tarihinde esastan reddedilmiştir. 29/3/2019 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 1/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9882
Başvuru, sınır dışı kararı nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, çalışmakta olduğu kurumda emsallerinin almış olduğu döner sermaye katkı payından geriye doğru beş yıl süreyle yararlandırılmamasından ve eksik yararlandırılmasından kaynaklanan alacağının tarafına ödenmesi istemiyle idare mahkemesinde açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve emsal olarak gösterdiği bir Danıştay kararının yargı mercilerince gerekçesi belirtilmeksizin dikkate alınmaması nedeniyle Anayasa’nın , , ve maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespitiyle maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 4/10/2013 tarihinde Eskişehir İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 10/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 13/2/2014 tarihli yazı ile benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Anadolu Üniversitesi İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığı’nda memur statüsünde çalıştığı dönemde döner sermaye katkı payı oranının emsalleri baz alınarak düzeltilmesi ve geriye dönük haklarının yasal faizi ile birlikte tarafına ödenmesi talebiyle 23/8/2007 tarihinde idareye başvurmuş, anılan başvuru Anadolu Üniversitesi Yönetim Kurulunun 28/8/2007 tarihli işlemiyle reddedilmiştir. Başvurucunun, ret işleminin iptali ile 549,90 TL döner sermaye alacağının tarafına ödenmesine hükmedilmesi istemiyle 10/10/2007 tarihinde açtığı dava, Eskişehir İdare Mahkemesinin 25/4/2008 tarih ve E.2007/469, K. 2008/540 sayılı kararıyla “süregelen etkiler doğuran bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararların tazmini istemiyle açılan davalarda, hesaplanacak zararın başlangıç tarihinin işlemin ilk tesis edildiği ya da ilk uygulandığı tarih, diğer durumlarda ise ilgililerin bu zararların ödenmesi istemiyle idareye başvurdukları tarih olarak dikkate alınması gerektiği; yoksun kalınan parasal hakların yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılan davada başvuru tarihinden itibaren ileriye dönük olarak yoksun kalınan tutarların istenebileceği; bu durumda, başvuru tarihinden önceki dönemlere ait tutarların tazmini istemiyle yapılan başvurunun reddine dair işlemin iptali ve tazminat istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı” gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 3/2/2009 tarih ve E.2008/9596, K.2009/797 sayılı kararıyla “döner sermaye katkı payları yönünden belli bir uygulama tarihi esas alınarak istekte bulunulan davalarda 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesine göre uygulama tarihinden itibaren altmış gün içinde; uygulama üzerine davacı idareye başvurmuş ise maddenin göndermede bulunduğu maddeye göre idarenin bu başvuruya cevap vermemiş olduğu hallerde uygulama tarihinden itibaren en geç 120 gün, idarenin cevap verdiği durumlarda ise uygulama tarihinden başvuru tarihine kadar geçen süre de hesaba katılmak koşuluyla cevabın davacıya tebliğ tarihinden itibaren altmış gün içinde idari davanın açılmış olması gerekeceği, bu durumda, davacıya döner sermaye katkı payının her ay itibariyle ödememe şeklinde devam ettiği, dolayısıyla ortada süregelen bir ödememe işlemi bulunduğu göz önüne alındığında, davacının idareye başvuru tarihinden itibaren yukarıda belirtilen süreler dahilinde eksik bir ödemeden kaynaklı alacağı olması halinde davacıya ödenmesi gerekeceğinden, idare mahkemesince yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerekirken davanın tümüyle süre aşımından reddinde isabet görülmediği” gerekçesiyle bozulmuş, bozma kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 1/7/2009 tarih ve E.2009/4217, K. 2009/4398 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bozma kararına uyan Eskişehir İdare Mahkemesinin 29/3/2010 tarih ve E.2009/525, K. 2010/177 sayılı kararıyla, “emsal teşkil eden personel ile davacıya eşit oranda döner sermaye katkı payı ödendiği, bu durumda 2547 sayılı Kanun’un maddesinde Üniversite Yönetim Kuruluna tanınan takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmetin gereğine uygun olarak kullanıldığı” gerekçesiyle, dava, 23/8/2007 tarihli idari başvurudan geriye doğru altmış günlük süreden önceki kısım yönünden süreaşımı nedeniyle; anılan tarihten geriye doğru altmış günlük dava açma süresi içinde kalan kısım yönünden ise esastan reddedilmiştir. Kararın başvurucu tarafından temyizi üzerine Danıştay Dairesi, 16/11/2012 tarih ve E.2010/6366, K.2012/9467 sayılı kararıyla yerel mahkeme kararını onamış, onama kararına karşı başvurucunun karar düzeltme talebini ise 21/6/2013 tarih ve E.2013/2177, K.2013/5311 sayılı kararla reddetmiştir. Karar, başvurucu vekiline 4/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 4/10/2013 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/11/1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun maddesinin başvuruya konu davada hukuki denetimi yapılan idari işlem tarihinde yürürlükte bulunan (a) fıkrasının dördüncü bendi şöyledir: (Değişik dördüncü paragraf: 31/7/2003-4969/12 md.) Her eğitim-öğretim, araştırma veya uygulama birimi veya bölümü ile ilgili öğretim elemanlarının katkısıyla toplanan döner sermaye gayrisafi hasılatının en az % 35'i o kuruluş veya birimin araç, gereç, araştırma ve diğer ihtiyaçlarına ayrılır. Kalan kısmı ise üniversite yönetim kurulunun belirleyeceği oranlar çerçevesinde bağlı bulunduğu üniversitenin bilimsel araştırma projeleri ile döner sermaye gelirinin elde edildiği fakülte, enstitü, yüksek okul, konservatuar ile uygulama ve araştırma merkezlerinde görevli öğretim elemanları ve aynı birimlerde görevli 1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tâbi personel (döner sermaye işletme müdürlüğü ve döner sermaye saymanlık personeli dahil) arasında katkıları da dikkate alınmak suretiyle paylaştırılır. Öğretim üyeleri ile Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim Kurulunca kabul edilen sağlık, teknik ve sanatla ilgili birimlerde görevli öğretim elemanlarına döner sermayeden bir ayda ayrılacak payın tutarı, bunların bir ayda alacakları aylık (ek gösterge dahil), yan ödeme, ödenek (geliştirme ödeneği hariç) ve her türlü tazminat (makam, temsil ve görev tazminatı hariç) toplamının iki katını, diğer öğretim elemanları için bir katını, 657 sayılı Kanuna tâbi personel için ise % 100'ünü geçemez. İşin ve hizmetin özelliği dikkate alınarak yoğun bakım, doğumhane, yeni doğan, süt çocuğu, yanık, diyaliz, ameliyathane, kemik iliği nakil ünitesi ve acil serviste çalışan sağlık personeli için % 100 oranı, ayrıca % 50'sine kadar artırılabilir.(Değişik son cümle: 17/9/2004 – 5234/2 md.) Rektörler ve rektör yardımcıları, üniversite veya ileri teknoloji enstitülerindeki döner sermaye gelirinin elde edildiği birimlerin birinden katkılarına bakılmaksızın bu maddedeki esaslara göre her ay pay alabilirler ve bunlara bir ayda ödenebilecek pay, bir ayda alacakları aylık (ek gösterge dahil), ödenek (geliştirme ödeneği hariç) ve her türlü tazminat (makam, temsil ve görev tazminatları hariç) toplamının iki katını geçemez. Öğretim üyelerine saat 00'den sonra döner sermayeye yaptıkları doğrudan gelir getirici katkılarından dolayı ilave olarak, almakta oldukları aylık (ek gösterge dahil), ödenek (geliştirme ödeneği hariç) ve her türlü tazminat (makam, temsil ve görev tazminatları hariç) toplamının on katına kadar pay verilebilir. Rektör ve rektör yardımcıları ile bu kapsamdaki gelirin elde edildiği fakültelerin dekan ve dekan yardımcıları ile başhekim ve başhekim yardımcılarına doğrudan gelir getirici katkılarına bakılmaksızın bu kapsamda elde edilen gelirlerden karşılanmak üzere, bir ayda alacakları aylık (ek gösterge dahil), ödenek (geliştirme ödeneği hariç) ve her türlü tazminat (makam, temsil ve görev tazminatları hariç) toplamının dört katına kadar ayrıca pay verilebilir.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesi, maddesi, maddesi, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7527
Başvurucu, çalışmakta olduğu kurumda emsallerinin almış olduğu döner sermaye katkı payından geriye doğru beş yıl süreyle yararlandırılmamasından ve eksik yararlandırılmasından kaynaklanan alacağının tarafına ödenmesi istemiyle idare mahkemesinde açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve emsal olarak gösterdiği bir Danıştay kararının yargı mercilerince gerekçesi belirtilmeksizin dikkate alınmaması nedeniyle Anayasa’nın 10. , 35. , 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespitiyle maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru; askerlik hizmetinin sebep ve tesiriyle oluşan rahatsızlığın tedavisinde eksik ve hatalı tıbbi müdahalede bulunulması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda bildirilen görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1978 doğumlu olan başvurucu, Kara Kuvvetleri Komutanlığınca yapılan sözleşmeli subaylık sınavını kazanarak 1/3/2004 tarihinden itibaren sözleşmeli subay adayı olarak mesleğe başlamıştır. Temel askerlik ve subaylık anlayışı kazandırma eğitimini tamamlayan başvurucu 2004 yılı Ağustos ayından itibaren üç yıllık sözleşme imzalayarak Zırhlı Tugay Komutanlığında göreve başlamıştır. 2007 yılında sözleşmesini üç yıl daha uzatan başvurucunun ataması 2009 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Zırhlı Tugay Komutanlığına yapılmıştır. Başvurucunun son sözleşmesi burada 29/8/2013 tarihine kadar uzatılmıştır. Başvurucu, ayaklarında hissettiği rahatsızlıklar üzerine 24/2/2011 tarihinde Girne Asker Hastanesi Ortopedi Hastanesine, buradan da "sol tibia stres yaralanması" teşhisiyle Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Komutanlığına sevk edilmiştir. Burada, stres kırığı tanısıyla başvurucunun her iki ayağı dizinden aşağıya alçıya alınmış ve GATA Sağlık Kurulunun 16/3/2011 tarihli raporuyla başvurucunun iki ay süreyle istirahat etmesine karar verilmiştir. İstirahat sürecinin günü olan 10/4/2011 tarihinde başvurucu, şiddetli göğüs ağrısı şikâyetiyle GATA Acil Ana Bilim Dalı Başkanlığına müracaat etmiş ve yapılan tetkikler neticesinde başvurucunun "pulmoner enbolizm (akciğer embolisi)" rahatsızlığını geçirdiği tespit edilmiştir. Alçıları ayağından çıkarılan başvurucu GATA'ya yatırılmış ve burada tedavisine başlanmıştır. GATA Komutanlığının 21/4/2011 tarihli sağlık raporuyla yatarak tedavisi tamamlanan başvurucunun tedavisine ayakta devam edileceği belirtilmiş ve bir buçuk ay süreyle istirahat etmesine karar verilen başvurucu taburcu edilmiştir. İstirahat sürecinde yapılan muayeneler sonucunda GATA Sağlık Kurulu tarafından hazırlanan 8/6/2011 tarihli sağlık raporunda "stres kırığı (tibia shin splint)" tanısıyla başvurucu hakkında "59/A/1 Sınıf görevine devam eder. Bir yıl süre ile 3000 metre ve üzeri koşulardan, 5000 metre ve üzeri uzun tempolu yürüyüşlerden, uzun atlama, yüksek atlama, pentatlon parkuru gibi sportif faaliyetlerden muafiyeti uygundur." şeklinde karar verilmiştir. Başvurucu hakkında GATA Komutanlığınca düzenlenen 29/6/2011 tarihli sağlık raporunda ise "pulmoner embolizm, akut kor pulmonale ile birlikte (pulmoner tromboemboli)" tanısıyla süre bitiminde muayene edilmesi kaydıyla başvurucunun bir buçuk ay süreyle istirahat etmesine karar verilmiştir. 20/10/2011 tarihli üçlü kararname ile 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (k) bendi gereğince bir sözleşme yılı içinde almış olduğu hava değişimi, istirahat ve benzeri sıhhi izin süresi toplamı doksan gün geçtiği gerekçesiyle başvurucunun sözleşmesi feshedilmiş ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, stres kırığı tanısıyla başlatılan tedavinin eksik ve hatalı şekilde uygulandığını ileri sürerek 24/1/2012 tarihinde adli yargı düzeninde tazminat davası açmış ise de söz konusu dava Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 14/6/2012 tarihli kararıyla görev yönünden reddedilmiştir. Başvurucu, davanın görev yönünden reddine ilişkin kararın 5/3/2013 tarihinde kesinleşmesi üzerine 8/3/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Dilekçesinde başvurucu:i. Her iki ayağının stres kırığı teşhisiyle diz altından ayak parmaklarına kadar alçıya alındığını ve kendisine iki ay süreyle istirahat verildiğini,ii. Ayaklarının alçıya alınması sürecinde görevli doktora ilaç kullanmasının gerekli olup olmadığını sorduğunu, kendisi hakkında düzenlenen raporda da ilaç kullanması gerektiği yönünde herhangi bir ibarenin bulunmadığını,iii. İstirahat sürecinde şiddetli göğüs ağrısı yaşaması nedeniyle başvurduğu GATA'da akciğerinde bir şey olduğunun söylendiğini ve hareketsizlikten kaynaklanabilecek akciğer embolisi şüphesiyle tetkiklerinin yapıldığını, kendisine ağrı kesici ve antibiyotik verildiğini ve ertesi gün GATA Göğüs Hastalıkları Polikliniğine başvurmasının söylendiğini,iv. İlaçların etkisiyle o gece evinde uyuduğunu, sabah uyandığında cep telefonunda kırk altı adet cevapsız çağrı gördüğünü, söz konusu numaraya geri dönüş yaptığında arayan kişinin GATA Radyoloji Bölümünde görevli doktor olduğunu öğrendiğini, doktor tarafından derhâl GATA Acil Bölümüne gelmesinin kendisine söylendiğini,v. Özel aracıyla vakit kaybetmeden GATA'ya ulaştığını, alçılarının çıkarıldığını, akciğer embolisi tanısıyla GATA'ya yatırıldığını ve tedavisine başlandığını,vi. Tedavi sürecinde alçılar nedeniyle oluşan bu rahatsızlığın oldukça giderilmiş olduğunun tespit edildiğini ve 8/6/2011 tarihli sağlık raporuyla görevine dönebileceğine karar verildiğini, vii. Göğüs Hastalıkları Polikliniği tarafından yapılan tetkiklerde bir buçuk ay daha istirahat raporu verileceğinin kendisine söylendiğini, sözleşmeli subay olduğunu, 4678 sayılı Kanun gereğince doksan gün istirahat sınırının bulunduğunu ve istirahat istemediğine ilişkin gerekirse yazılı beyanda bulunabileceğini ilgili doktorlara söylediğini ancak istirahat raporunun verilmesi gerektiği konusunda alınan karardan vazgeçilmediğini,viii. İlgili uzmanlar tarafından kendisine kan sulandırıcı ilaçlarla birlikte tedavisine en az altı ay daha istirahat ederek devam etmesi gerektiğinin söylendiğini, ix. Bu süreçte hakkında birçok tetkik yapıldığını, durumunun Klinik Konseyi'nde görüşüldüğünü, solunum fonksiyon testine tabi tutulduğunu, genetiğine bakıldığını, EKG ve ultrason testlerinin yapıldığını, Romatoloji ve Hematoloji polikliniklerine sevk edildiğini, Hematoloji Polikliniğinde görevli doktor tarafından hastalığın hareketsizlikten kaynaklandığının ve kan sulandırıcı iğnenin yapılması ya da koraspin veya bebek aspirini kullanması durumunda bu rahatsızlığın oluşmayabileceğinin kendisine söylendiğini,x. Her iki bacağında meydana gelen stres kırığının KKTC'deki bölük komutanlığı görevi esnasında yoğun spor faaliyetleri (3000 metre koşu, pentatlon, yüksek ve uzun atlama) neticesinde meydana geldiğini, dolayısıyla stres kırıklarının görevini icra ederken veya görev nedeniyle oluşan bir meslek hastalığı olarak değerlendirilmesi gerektiğini,xi. Ayrıca tedavi ve istirahat süresinin uzamasının ve sonucunda sözleşmesinin feshedilmesinin esas nedeninin GATA Ortopedi Polikliniğinde uygulanan eksik ve hatalı tedavi olduğunu, eksik ve hatalı tedavi nedeniyle akciğer embolisi rahatsızlığı yaşadığını, bu rahatsızlık nedeniyle ölümden döndüğünü,xii. Tedavi sürecinin uzamasında hiç bir kusurunun bulunmadığını, tedavi sürecinde ve sonrasında yoğun acı ve ızdırap çektiğini, geleceğe umutla bakan başarılı bir subayken TSK'dan ilişiğinin kesildiğini ve umutlarının söndüğünü, toplumda kendisine şüpheyle bakıldığını, yaşadığı süreci çevresine anlatamadığını,xiii. İdarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğunu belirterek çektiği acıların karşılığı olarak 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. AYİM 20/3/2013 tarihinde, başvurucu tarafından sunulan 8/3/2013 tarihli dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Kararda, davanın sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle mi yoksa hatalı ve eksik tedavi nedeniyle mi açıldığı hususunun anlaşılamadığı belirtilmiştir. Bunun üzerine başvurucu vekili tarafından 4/4/2013 tarihinde yenileme dilekçesi sunulmuştur. Söz konusu dava dilekçesinde "Öncelikle belirtmek gerekir ki bu dava müvekkile uygulanan hatalı ve eksik tedavi nedeniyle açılmıştır." ifadesine yer verilmiş ve davanın konusu bu şekilde belirlenmiştir. Ayrıca 8/3/2013 tarihinde sunulan dava dilekçesinde belirtilen hususlara da yer verilmiştir. Davalı Millî Savunma Bakanlığı tarafından AYİM'e sunulan cevap dilekçesinde; başvurucunun 2011 yılı içinde aldığı istirahatlerin toplamının yüz on beş gün olduğu, bu doğrultuda 4678 sayılı Kanun kapsamında fesih işleminin tesis edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun durumunun anılan Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (k) bendinde sayılan istisnalara girdiğini gösteren bir belgenin bulunmadığı ifade edilmiştir. Cevap dilekçesinde, başvurucunun rahatsızlığına yönelik konulan teşhislerde ve uygulanan tedavilerde bir eksikliğin ya da hatanın bulunmadığı, kan sulandırıcı iğne yapılması ya da aspirin kullanılması durumunda embolinin oluşmayacağına ilişkin iddianın gerçeği yansıtmadığı, söz konusu rahatsızlığın tedavisinde aspirinin koruyucu olmadığının bilimsel olarak ispatlandığı ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucunun haksız bir muameleye maruz bırakılmadığı, moral ve motivasyonunda ağır bir tahrifata yol açacak bir durumun olmadığı, dolayısıyla herhangi bir maddi ve manevi zarara uğradığının kabul edilmesine olanak bulunmadığı şeklinde ifadelere yer verilmiştir. Başvurucu 21/8/2013 tarihinde AYİM'e sunduğu dilekçesinde GATA Ortopedi Polikliniğinde uygulanan eksik ve hatalı tedavi sonucunda akciğer embolisi hastası olduğuna ilişkin iddialarını yinelemiş ve tarafsız bir kurumdan bilirkişi raporu alınmasını talep etmiştir. GATA Komutanlığı tarafından 12/9/2013 tarihinde AYİM'e sunulan yazıda; başvurucuya teşhisi konulan shin splint (koşucu bacağı) rahatsızlığının kemik zarının reaksiyonu ile karakterize bir durum olduğu, kemik kırığı olmadığı, istirahat, soğuk uygulama, gerektiğinde alçı uygulamasının tedavi seçenekleri arasında olduğu, alçı tedavisi sırasında hastanın koltuk değnekleri yardımı ile yürüyebildiği, alçı tedavisi sırasında gerekli takibin yapıldığı belirtilmiştir. Yazıda; GATA'daki klinikte, diz altı bölge travmaları sonrası kısa bacak alçı uygulamasında değil kemik kırığı bulunup uzun süre yatak içerisinde hareketsiz olarak kalması gereken olgularda ilaç tedavisinin uygulandığı, şu ana kadar kısa bacak alçı uygulanan ve hareket etmesine izin verilen hiçbir hastada akciğer embolisine rastlanılmadığı, bu durumun oluşmasında hastanın bünyesel özellikleri başta olmak üzere birçok faktörün rol oynayabileceği ifade edilmiştir. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan 15/11/2013 tarihli düşünce yazısında; stres kırığı nedeniyle başlatılan tedavinin hatalı ve eksik olduğuna ilişkin iddia doğrultusunda açılan davada, öncelikle bilirkişi incelemesine başvurulması gerektiği belirtilmiştir. Düşünce yazısında, bilirkişi incelemesi neticesinde başvurucunun ortopedik rahatsızlığına yönelik tıbbi teşhis ve tedaviyle yapılan girişimlerde hata, gecikme ya da ihmalin varlığının tespit edilmesi durumunda takdir edilecek bir miktarın başvurucuya manevi tazminat olarak ödenmesine, aksi takdirde davanın reddine karar verilmesi gerektiği şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. AYİM İkinci Dairesinin 18/12/2013 tarihli ara kararıyla davada ileri sürülen hususların doğruluğunun tespiti amacıyla tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. Bu karar doğrultusunda AYİM tarafından Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığına yazılan müzekkerede;i. Başvurucunun stres kırığı rahatsızlığının bünyesel bir hastalık mı yoksa dış etkenlerden kaynaklanan bir hastalık mı olduğu,ii. Stres kırığı rahatsızlığı bünyesel değil ise bu rahatsızlığın oluşumunda sözleşmeli subay olarak görev yapan başvurucunun görevinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı,iii. Stres kırığı rahatsızlığı bünyesel ise rahatsızlığın tetiklenmesinde ve ilerlemesinde başvurucunun görevinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı,iv. Başvurucunun akciğer embolisi rahatsızlığının bünyesel bir hastalık mı yoksa dış etkenlerden kaynaklanan bir hastalık mı olduğu,v. Akciğer embolisi rahatsızlığı bünyesel değil ise bu rahatsızlığın oluşumunda sözleşmeli subay olarak görev yapan başvurucunun görevinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı, stres kırığı rahatsızlığına ilişkin teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinde hata, gecikme ya da eksikliğin bulunup bulunmadığı, varsa bunun akciğer embolisinin oluşumuna neden olup olmadığı,vi. Akciğer embolisi rahatsızlığı bünyesel ise rahatsızlığın tetiklenmesinde ve ilerlemesinde başvurucunun görevinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı, stres kırığı rahatsızlığına ilişkin teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinde hata, gecikme ya da eksikliğin bulunup bulunmadığı, varsa bunun akciğer embolisinin oluşumuna neden olup olmadığı hususlarında ilgili ana bilim dallarında görevli üç profesör veya doçent doktor tarafından bilirkişi raporu düzenlenmesi talep edilmiştir. İkisi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalında, birisi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli üç akademisyen tarafından hazırlanan ve 26/3/2014 tarihinde AYİM'e sunulan bilirkişi raporunda; i. Askerlik eğitimi sırasında kemiklerde yorgunluk kırıklarının oluşabildiği, bu kırıklara ilişkin bulguların hareket ve yüklenme ile artan, istirahat ile geçen, genelde sessiz seyreden bölgesel ağrılar şeklinde ortaya çıktığı, bu tür rahatsızlığın daha çok askerlerde, atletlerde ve dansçılarda görüldüğü, rahatsızlığın kemiğe doğrudan bir darbe sonucu oluşmadığı, temelde kas kontraksiyonları nedeniyle kemikler üzerinde oluşan stres yüklerinden kaynaklandığı,ii. Başvurucunun her ayağında oluşan stres kırıklarının tetiklenmesinde ve ilerlemesinde başvurucunun yerine getirdiği görevinin sebep ve tesirinin bulunduğu, bu kırıkların tanı ve tedavi sürecinde bir hata, gecikme ya da eksikliğin olmadığı, idarenin ve sağlık kuruluşlarının görevlerini aksatmadıkları,iii. Kısa bacağın alçıya alınması durumundaki rutin klinik uygulamada, embolinin oluşmaması amacıyla önleyici tedavi uygulanması konusunda kesin bir kuralın olmadığı, Amerikan Göğüs Hastalıkları Akademisinin 2012 yılı Şubat ayında yayımlanan tedavi kılavuzunda sadece alt bacakları ilgilendiren yaralanmalar sonrasında yapılan alçı tedavilerinde önleyici bir tedaviye gerek olmadığının belirtildiği, Avustralya Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırma Konsilince hazırlanan kılavuzda ise böylesi bir durumda düşük molekül ağırlıklı heparin ile önleyici tedavi verilmesinin belirgin derecede önleyici olduğunun ifade edildiği ancak yine aynı kılavuzda bu önleyici tedavinin akciğer embolisi oluşma riskini tedavi almayanlara göre belirgin derece değiştirmediğinin belirtildiği,iv. Başvurucuda oluşan akciğer embolisi gelişmesinde ise başvurucunun bünyesel bir yatkınlığının olmadığı, rahatsızlığın her iki bacağın alçıya alınmasına bağlı olarak ortaya çıkan bir komplikasyondan kaynaklandığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Söz konusu bilirkişi raporu başvurucuya, davalı idare olan Millî Savunma Bakanlığına, GATA Komutanlığına ve TSK Sağlık Komutanlığına tebliğ edilmiştir. Davalı idare tarafından sunulan itiraz dilekçesinde, bilirkişi raporunun bazı kısımlarında çelişkiye düşüldüğü belirtilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği savunulmuştur. Başvurucu tarafından sunulan 22/4/2014 tarihli itiraz dilekçesinde ise raporun çelişkili olduğu belirtilmiş ve Amerikan Göğüs Hastalıkları Akademisi ile Avustralya Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırma Konsili arasında farklı görüşlerin bulunduğuna dikkat çekilmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu, bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporda hangi gerekçeyle Amerikan Göğüs Hastalıkları Akademisinin görüşünün benimsendiğinin açıklanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, çelişkilerin ve eksikliklerin giderilmesi amacıyla başka bir bilirkişi heyetinden yeni rapor alınması talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca stres kırığının gelişmesinde görevin sebep ve tesirinin bulunduğu hususunun tespit edildiğini belirtmiş ve başvurucuda oluşan zararın tazmin edilmesini talep etmiştir. GATA Komutanlığı tarafından Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerince hazırlanan 26/3/2014 tarihli bilirkişi raporuna itiraz edilmiş ve buna ilişkin belgeler davalı idare aracılığıyla AYİM'e sunulmuştur. 24/4/2014 tarihli üst yazıyla gönderilen ve GATA Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığınca göğüs hastalıkları uzmanı üç akademisyen tarafından hazırlanan kanaat raporunda; başvurucuda ortaya çıkan akciğer embolisi rahatsızlığının oluşumunda stres kırığına bağlı olarak uzun süre hareketsiz kalınmasının kolaylaştırıcı rol oynadığı belirtilmiştir. AYİM İkinci Dairesinin 16/9/2014 tarihli ara kararıyla Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığına müzekkere yazılarak tarafların bilirkişi raporuna yönelik itirazlarına yer verilmiş ve ek bilirkişi raporu düzenlenmesi talep edilmiştir. Söz konusu ara kararla;i. Rahatsızlıkların tedavisinde gecikme, hata olup olmadığı,ii. Başvurucuda bünyesel bir yatkınlık olmamasına rağmen akciğer embolisinin bir komplikasyon sonucu oluştuğunun bilirkişi raporunda belirtildiği dikkate alındığında, komplikasyonun oluşmasında tıbbi hata veya gecikmenin etkili olup olmadığı, akciğer embolisi komplikasyonu oluşmadan stres kırığının tedavisi edilebilmesinin tıbben mümkün olup olmadığı hususlarında tıbbi görüşleri içeren raporun düzenlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Aynı bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan ve AYİM'e sunulan 11/11/2014 tarihli ek bilirkişi raporunda komplikasyonun tıbbı kötü uygulama veya kusur sonucunda oluşmadığı belirtilmiş ve komplikasyon, tanı ve tedavi sürecinde olması muhtemel, istenmeyen sonuçlar olarak tanımlanmıştır. Ek raporda;i. Bilimsel bir çalışmaya atıf yapılarak alt bacakları herhangi bir nedenle üç hafta ve üzerinde hareketsiz bırakılan kişilerin bacak ve baldır toplar damarlarında kan pıhtılaşması oluşma riskinin yüzde on beş ile yüzde kırk arasında olduğu, ii. Bacak ve baldır toplar damarlarında oluşan pıhtının bir parçasının yerinden koparak dolaşıma katılması ve akciğer atardamarına gelerek burada bir tıkanmaya yol açması neticesinde meydana gelen akciğer embolisinin oluşumunun önlenmesine yönelik koruyucu tedavi uygulanmasında kesin bir kuralın olmadığı,iii. 26/3/2014 tarihli bilirkişi raporunda olduğu gibi Amerikan Göğüs Hastalıkları Akademisi ile Avustralya Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırma Konsili yayımlanan kılavuzlardaki bilgilere yer verildiği, iv. Akciğer embolisinin alçıyla tedavi sırasında gelişebilen, istenmeyen bir durum olduğu, akciğer embolisinin ve bacak ya da baldır toplar damarında kan pıhtılaşmasının önlenmesine yönelik ulusal bir tedavi kılavuzunun bulunmadığı, geçerli uluslararası tedavi kılavuzlarına göre önleyici tedavilerin akciğer embolisinin oluşumunu engellemediği, bu riskin sıfırlanmasının mümkün olmadığı, dolayısıyla başvuruda meydana gelen akciğer embolisi rahatsızlığının komplikasyon olarak değerlendirilmesi gerektiği, stres kırığının tanı ve tedavi sürecinde bir gecikmenin ya da hatanın söz konusu olmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. AYİM İkinci Dairesi 7/1/2015 tarihinde oyçokluğuyla davanın reddine karar vermiştir. Kararda öncelikle dava konusunun kapsamı tartışılmış ve stres kırığına ilişkin rahatsızlığın askerlik hizmeti nedeniyle oluştuğuna yönelik açık bir iddianın başvurucu tarafından sunulan 8/3/2013 tarihli ilk dilekçede yer almadığı, sonradan ileri sürülen iddiaların ise davalı idarenin açık muvafakati olmadan dava konusu yapılamayacağı ve davanın genişletilemeyeceği belirtilmiştir. Kararda başvurucu tarafından sunulan yenileme dilekçesindeki "Öncelikle belirtmek gerekir ki bu dava müvekkile uygulanan hatalı ve eksik tedavi nedeniyle açılmıştır." şeklindeki ifadeye yer verilmiş ve davanın stres kırıklarına ilişkin rahatsızlığın hatalı ve eksik şekilde tedavi edilmesi nedeniyle oluşan zararların tazmin edilmesi talebiyle açıldığı tespit edilmiştir. Karar gerekçesinde; bilirkişi raporlarının AYİM'in kıstaslarına, ilmi verilere ve dosya kapsamındaki tıbbi kanaatlerle uyumlu şekilde düzenlendiği ve raporlarda ifade edildiği üzere meydana gelen zarardan davalı idarenin sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir. Karşı oy gerekçesinde ise stres kırığına ilişkin rahatsızlığın askerlik görevinin sebep ve tesiriyle oluştuğu yönündeki tıbbi verilerin dikkate alınması, bu kapsamdaki iddianın da dava konusunun kapsamında değerlendirilmesinin uygun olacağı ve başvurucuda bu nedenle oluşan zararın kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Nihai karar 2/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu tarafından subay sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işleme karşı AYİM Birinci Dairesinde açılan iptal davası reddedilmiş ve başvurucu, kusuru bulunduğunu ileri sürdüğü GATA'ya bilirkişi incelemesi yaptırılması ve burada düzenlenen rapora dayanılarak davanın reddine karar verilmesinin adil yargılanma hakkının ihlaline neden olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/2/2016 tarihli kararıyla Anayasa Mahkemesi; başvurucunun durumuyla ilgili daha önce tedavide bulunmuş ve buna ilişkin raporlar hazırlamış olan askerî hastanenin (GATA) idari teşkilat yapılanması içinde bulunan bir kurulun hazırladığı rapor esas alınarak davanın reddedilmesinin Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlaline neden olduğuna hükmetmiştir. Mahkeme; başvurucuyu davalı idareye göre daha zayıf bir duruma düşürdüğü, davalı idareyi ise önemli ölçüde avantajlı hâle getirdiği, bu şekilde çıkarlar dengesinin kendisine katlanılması zor külfetler yüklenen başvurucu aleyhine bozulduğu ve bu durumun silahların eşitliği ilkesine yönelik orantısız bir müdahale oluşturduğu tespitinde bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun "İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır..." 4678 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir:…k) (Değişik: 31/1/2013-6413/45 md.) Sözleşmenin yapılmasını müteakip;1) Barışta ve savaşta, görevini icra ederken veya görevi dolayısıyla bir saldırıya, kazaya uğrayan ya da bir meslek hastalığına yakalananlar,2) Kanser, tüberküloz, kronik böbrek yetmezliği ile ruh ve sinir hastalıkları gibi sağlık kurulları raporlarında uzun süreli bir tedaviye ihtiyaç gösterdiği belirtilen bir hastalığa yakalananlardan, toplam olarak ve fiilen üç yılı geçmemek şartıyla tedavi, istirahat veya hava değişimine tabi tutulanlar,3) Tedavi kurumlarında yatarak tedavi olanlar ile aylıklı veya aylıksız doğum izni alanlar,hariç olmak kaydıyla, bir sözleşme yılı içinde alınan hava değişimi, istirahat ve benzeri sıhhi izin süresi toplamı doksan günü geçmek.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Avrupa İnsan Hakalrı Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 89; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49). AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4303
Başvuru, askerlik hizmetinin sebep ve tesiriyle oluşan rahatsızlığın tedavisinde eksik ve hatalı tıbbi müdahalede bulunulması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu Türkiye İş Bankası AŞ (Banka), çalışanlarına çeşitli menfaatler sağlamak üzere kurulmuş olan Türkiye İş Bankası AŞ Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfına (Vakıf) şubeleri itibariyle yaptığı katkı payı ödemelerinin, vergi müfettişlerince yapılan vergi incelemesi sonucunda ücret olarak değerlendirilmesi dolayısıyla adına tarh edilen gelir vergisi ve damga vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezalarına karşı açtığı davanın reddi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 7/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru dosyasının bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Bakanlığın 15/10/2014 tarihli görüş yazısı 23/10/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu vekili tarafından 24/10/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı cevap dilekçesi verilmiştir. İkinci bölüm tarafından 4/11/2014 tarihinde, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Banka nezdinde 2007-2011 yılları arası dönem için yapılan vergi incelemesi sonucunda düzenlenen 23/11/2012 tarih ve 2012-B-585/8 sayılı vergi tekniği raporunda özetle, "Munzam Sandık Vakfının 506 sayılı Kanun'un geçici maddesine göre kurulmadığı, Bankaya ait geçici maddeye göre kurulan başka bir sandığın bulunduğu, dolayısıyla Munzam Sandığın bu sandığın sağladığı haklara ek haklar sağladığı ve bu sebeple özel sigorta fonksiyonu gördüğü, Munzam Sandığın ana finansman kaynağının çalışanlardan ve Bankadan sağlanan katkı payları olduğu, dolayısıyla Vakıf tarafından çalışanlara sağlanan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, bu yönüyle Banka katkı payının işçilere sağlanan menfaatlere ilişkin işveren payı olarak algılanması gerektiği, Banka katkı payının hesabında çalışanların emekliliğe esas maaş ve ikramiye paylarının dikkate alındığı ve bundaki amacın her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarını belirlemek olduğu, Banka katkı payı ödemelerinden esas yararlananın çalışanlar olduğu Munzam Sandığın sadece buna aracılık ettiği" gerekçeleriyle Bankanın muhtelif şubeleri tarafından yapılan ödemelerin ücret mahiyetinde olduğu ve bu ödemelerin 31/12/1960 tarih ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinde yazılı şartları taşımaması nedeniyle ücret matrahından indirilemeyeceği sonucuna varılarak, bu ödemeler üzerinden gelir vergisi kesilerek beyan edilip ödenmediği gerekçesiyle cezalı gelir vergisi tarhiyatları ve bu katılım payları ödemelere ilişkin belgelerde gösterilmediğinden damga vergisi matrahının eksik hesaplandığı gerekçesiyle de cezalı damga vergisi tarhiyatları yapılarak Bankanın muhtelif şubelerine tebliğ edilmiştir. Banka tarafından muhtelif şubeleri adına bu tarhiyatlara karşı, Vakfa ödenen katkı paylarının ücret sayılamayacağı iddiasıyla vergi mahkemelerinde çok sayıda dava açılmış, bu davaların çoğu reddedilmiş, bazı davalar vergi mahkemelerince kabul edilse de bu kararların bir kısmı üst derece mahkemeleri olan bölge idare mahkemelerince bozularak esastan reddedilmiş, bir kısmı da üst derece mahkemesi olan Danıştay Üçüncü ve Dördüncü Dairelerince 2013 yılının değişik tarihlerinde verilen kararlarda, esastan reddedilmeleri gerektiği gerekçesiyle bozulmuş olup halen derdesttir. İlk derece aşamasında davaları kabul eden vergi mahkemelerinin kararları ile emsal niteliğindeki Danıştay Dördüncü Dairesinin 14/11/2013 tarih ve E.2013/5743, K.2013/7966 sayılı oyçokluğu ile verilen kararına katılmayan üyelerin karşı oy yazılarında özetle, "katkı payı ödemesinin kaynağının Vakıf senedi olduğu, Vakfın fonksiyonunun çeşitli sosyal güvenlik yardımlarının sağlanması olduğu, koşulların gerçekleşmesi halinde çalışanlara sağlanan faydanın ücret olarak değerlendirilemeyeceği, katkı payının hesaplanmasında işçi ücretlerinin baz alınmasının bir sigorta primi hesaplama tekniği olup bu şekilde hesaplama yapılmasının katkı payının ücret olarak değerlendirilmesi sonucunu doğurmayacağı, çalışanlara Vakıfça menfaat sağlanmasının tek başına ödemenin ücret olduğunun kabulünü gerektirmeyeceği, sağlanan menfaat üzerinde hukuki ve fiili tasarrufun ne zaman gerçekleştiğinin tespit edilmesi gerektiği oysa menfaatin hangi çalışana ne zaman sağlandığının belli olmadığı, ödemenin yapıldığı tarih itibariyle çalışanın hukuki ve fiili tasarrufunun bulunmadığı, dolayısıyla Banka çalışanlarına doğrudan bir menfaat sağlanmadığı, menfaatin Banka ile çalışan arasındaki iş aktine göre değil, Vakıf ile yararlanan arasındaki hukuki bağa göre sağlandığı, hangi çalışana hangi tutarda menfaat sağlandığı tespit edilemeyeceğinden, menfaatin parayla temsil edilme kabiliyetinin bulunmadığı, Vakfın sağladığı menfaatlerden sadece ücretli olarak çalışanlar değil, Bankanın vakıflarında çalışanlar ve görevinden ayrılanların da yararlandığı, Bankanın katkı payını önce bordroya ekleyip vergi kesmesi sonra da Vakfa ödemesi hususunda yasal bir zorunluluk bulunmadığı, kıyas veya genişletici yorum yoluyla vergi konusunun genişletemeyeceği, aksinin kabulü halinin vergiyi doğuran olayın mahiyetine ve verginin kanuniliği ilkesine aykırı olduğu" gerekçeleriyle davaların kabul edildiği ve aynı gerekçelerle Danıştay incelemesinde bazı üyelerin çoğunluk görüşüne katılmadıkları görülmektedir. Gerek davaların reddine ilişkin vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemeleri kararlarında ve gerekse emsal niteliğindeki ve kabul yönündeki ilk derece mahkemesi kararlarının bozulmasına ilişkin Danıştay Dördüncü Dairesinin 24/12/2013 tarih ve E.2013/6879, K.2013/10433 sayılı kararı ile Danıştay Üçüncü Dairesinin 23/12/2013 tarih ve E.2013/10314, K.2013/6399 sayılı kararında özetle, "Kanunun vergiyi doğuran olay olarak nitelendirdiği hukuki durumun özel hukuk işlemi veya tasarrufuyla değiştirilemeyeceği, Banka tarafından Vakfa aktarılan paraların Vakıfta kalmayıp çalışanlara menfaat olarak yansıtıldığı, Vakfın bu işlemde aracılık ettiği, Vakıf tarafından sunulan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, Banka katılım payının çalışanların maaş ve ikramiyelerinin belli bir oranı olarak hesaplanması suretiyle her çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının belirlendiği, kayıtların personel bazında tutulduğu ve sağlanan maddi menfaatin bu kişilere münhasır kılındığı, menfaat anlık olarak sunulmasa bile Banka tarafından yapılan ödemelerin kişi bazında izlendiği ve sonuçta koşullar gerçekleştiğinde kişiye ödeme yapıldığı, dolayısıyla ödeme ile kişisel bazda menfaat sağlandığı, Bankanın vakfa ödenen işçi paylarından stopaj yoluyla vergi kestiği bu nedenle tasarruf hakkının bulunduğu, iç ilişkide Bankanın sorumluluğunun çalışana karşı değil de Vakfa karşı olmasının sonucu değiştirmeyeceği, (başvuranlar tarafından aksi yönde Danıştay kararları bulunduğu iddiasına ilişkin olarak) aksi yönde Danıştay kararları bulunsa da, içtihadı birleştirme kararları dışındaki kararların olaya özgü ve tarafları bağlayıcı olduğu, (aksi yönde Maliye Bakanlığı muktezaları bulunduğu iddiasına ilişkin olarak ise) Maliye Bakanlığı muktezalarının mahkemeler açısından bağlayıcılığının bulunmadığı, (Bankanın sosyal güvenlik sistemindeki emeklilik sonrası düzenlemeler dikkate alındığında yapılan stopajın mükerrer vergilemeye sebep olacağı iddiasına ilişkin olarak) farklı dönemlerde farklı vergileme uygulamaları nedeniyle mükerrer vergilemeden söz edilemeyeceği" gerekçeleriyle davaların reddedildiği, vergi mahkemelerinin davaların kabulü yönündeki kararlarının bozulduğu ve Danıştayın bu husustaki içtihadının 2013 yılında verdiği kararlara dayandığı görülmektedir. Başvuru konusu dava Ankara Vergi Mahkemesinde açılmış ve Mahkemenin 11/7/2013 tarih ve E.2013/178, K.2013/1367 sayılı kararıyla kabul edilerek verginin tarhına ilişkin işlem iptal edilmiştir. Davalı Ankara Vergi Dairesi Başkanlığınca itiraz edilen bu karar, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun 17/12/2013 tarih ve E.2013/30201, K.2013/25158 sayılı ilamında itirazın kabulüyle bozulmuş ve dava reddedilmiş, başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Kurulun 20/3/2014 tarih ve E.2014/3187, K.2014/2820 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucu vekiline 9/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa'nın maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır." 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin (B) fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "B) İspat: Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır." 31/12/1960 tarih ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tâbidir. Gelir bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır." 193 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Ücret, işverene tabi belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir.Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez.Bu kanunun uygulanmasında, aşağıda yazılı ödemeler de ücret sayılır. 23 üncü maddenin 11 numaralı bendine göre istisna dışında kalan emeklilik, maluliyet, dul ve yetim aylıkları; Evvelce yapılmış veya gelecekte yapılacak hizmetler karşılığında verilen para ve ayınlarla sağlanan diğer menfaatler; Türkiye Büyük Millet Meclisi, İl genel meclisi ve belediye meclisi üyeleri ile özel kanunlarına veya idari kararlara göre kurulan daimi veya geçici bütün komisyonların üyelerine ve yukarıda sayılanlara benzeyen diğer kimselere bu sıfatları dolayısiyle ödenen veya sağlanan para, ayın ve menfaatler; Yönetim ve denetim kurulları başkanı ve üyeleriyle tasfiye memurlarına bu sıfatları dolayısiyle ödenen veya sağlanan para, ayın ve menfaatler; (Değişik: 4/12/1985 - 3239/53 md.) Bilirkişilere, resmi arabuluculara, eksperlere, spor hakemlerine ve her türlü yarışma jürisi üyelerine ödenen veya sağlanan para, ayın ve menfaatler; Sporculara transfer ücreti veya sair adlarla yapılan ödemeler ve sağlanan menfaatler." 193 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının giriş kısmı ve bendi şöyledir:"Ücretin gerçek safi değeri iş veren tarafından verilen para ve ayınlarla sağlanan menfaatler toplamından aşağıdaki indirimler yapıldıktan sonra kalan miktardır.... (Değişik : 28/6/2001 - 4697/4 md.) Kanunla kurulan emekli sandıkları ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesinde belirtilen sandıklara ödenen aidat ve primler" 193 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının giriş kısmı ve bendi şöyledir: "(Değişik: 26/12/1993 - 3946/22 md.) Kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zırai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar. Hizmet erbabına ödenen ücretler ile 61 inci maddede yazılı olup ücret sayılan edemelerden (istisnadan faydalananlar hariç), 103 ve 104 üncü maddelere göre,... vergi tevkifatı yapılır." 193 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “(Değişik birinci fıkra: 31/12/1982 - 2772/11 md.) Vergi tevkifatı, 94 üncü madde kapsamına giren nakten veya hesaben yapılan ödemelere uygulanır. Bu maddede geçen hesaben ödeme deyimi, vergi tevkifatına tabi kazanç ve iratları ödeyenleri istihkak sahiplerine karşı borçlu durumda gösteren her türlü kayıt ve işlemleri ifade eder." 193 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“94 üncü madde gereğince vergi tevkifatı yapmaya mecbur olanlar bir ay içinde yaptıkları ödemeler veya tahakkuk ettirdikleri karlar ve iratlar ile bunlardan tevkif ettikleri vergileri ertesi ayın yirmiüçüncü günü akşamına kadar, ödeme veya tahakkukun yapıldığı yerin bağlı olduğu vergi dairesine bildirmeye mecburdurlar.” 193 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının giriş kısmı ve bendinin 4697 sayılı Kanun'la değişmeden önceki şekli şöyledir: "Aşağıda yazılı ücretler Gelir Vergisi'nden istisna edilmiştir:Kanunla kurulan veya tüzel kişiliği haiz bulunan emekli sandıkları ile 10 yıl süre ile prim veya aidat ödenmiş olmak kaydıyla Türkiye'de kain ve merkezi Türkiye'de bulunan sigorta şirketleri ve yardım sandıkları tarafından ödenen emekli, maluliyet, dul ve yetim aylıkları (Tüzel kişiliği haiz muhtelif emekli sandıkları ile sigorta şirketleri ve yardım sandıkları tarafından ödenen aylıklar toplamı, en yüksek devlet memuruna ödenen en yüksek ödeme tutarından fazla ise aradaki fark ücret olarak vergiye tabi tutulur.) (Genel, katma ve özel bütçelerden ödenen bu nevi aylıklar dahil)" 193 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının giriş kısmı ve bendinin 4697 sayılı Kanun'la değişik ve uygulanmakta olan şekli şöyledir: "Aşağıda yazılı ücretler Gelir Vergisi'nden istisna edilmiştir:... Kanunla kurulan emekli sandıkları ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesinde belirtilen sandıklar tarafından ödenen emekli, malûliyet, dul ve yetim aylıkları (506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesinde belirtilen sandıklar tarafından ödenen aylıkların toplamı, en yüksek Devlet memuruna ödenen en yüksek ödeme tutarından fazla ise aradaki fark ücret olarak vergiye tabi tutulur.) (Genel, katma ve özel bütçelerden ödenen bu nevi aylıklar dahil)" 1/7/1964 tarih ve 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu'nun maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: "Bu Kanuna ekli (1) sayılı tabloda yazılı kağıtlar Damga vergisine tabidir.Bu kanundaki kağıtlar terimi, yazılıp imzalamak veya imza yerine geçen bir işaret konmak suretiyle düzenlenen ve herhangi bir hususu ispat veya belli etmek için ibraz edilebilecek olan belgeler ile elektronik imza kullanılmak suretiyle manyetik ortamda ve elektronik veri şeklinde oluşturulan belgeleri ifade eder." 488 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Damga Vergisinin mükellefi kağıtları imza edenlerdir." 29/06/1956 tarih ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Esas mukavelede şirketin müstahdem ve işçileri için yardım sandıkları vesair yardım teşkilatı kurulması ve idamesi maksadiyle akçe ayrılması derpiş olunabilir. Yardım maksadına tahsis olunan para ve diğer mallar, şirket mallarından ayrılarak bunlarla Medeni Kanun hükümleri dairesinde bir tesis meydana getirilir. Tesis senedinde, tesis mallarının şirkete karşı bir alacaktan ibaret olacağı tasrih olunabilir. Şirketten alınandan başka müstahdem veya işçilerden de aidat alınmışsa, hizmet münasebetinin sonunda tesis şartlarına göre bu akçeden faydalanmadıkları takdirde müstahdem ve işçilere hiç değilse ödedikleri meblağlar ödeme tarihlerinden itibaren %5 faiziyle birlikte geri verilir." 17/07/1964 tarih ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nun geçici maddesi şöyledir:"Bankalar, sigorta ve reasürans şirketleri, ticaret odaları, sanayi odaları,borsalar veya bunların teşkil ettikleri birlikler personelinin malûllük, yaşlılık ve ölümlerinde yardım yapmak üzere, bu kanunun yayımı tarihine kadar tesis veya dernek olarak kurulmuş bulunan sandıklar, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç altı ay içinde:a) ilgili bulundukları banka, sigorta şirketi, reasürans şirketi, ticaret odası, sanayi odası, borsa veya bunların birliklerinin bütün personelini kapsıyacak,b) Bu personelin, iş kazalariyle meslek hastalıkları, hastalık, analık, malûllük, yaşlılık ve ölüm, eşlerinin analık, eş ve çocuklarının hastalık hallerinde, en az bu kanunda belirtilen yardımları sağlıyacak,c) Sandıkların statülerine tabi personelin bu madde şümulüne giren banka, sigorta şirketi, reasürans şirketi, ticaret odası, sanayi odası, borsa veya bunların birliklerinden birinden diğerine geçmesi halinde bu gibi personelin kendi sandıklarındaki müktesep haklarının da diğer ilgili sandığa veya aralarında kuracakları müşterek bir sandığa intikalini temin edecek,Birer tesis haline getirildiği ve bunu tevsik eden statülerini, bu kanunun yayımı tarihinden en geç altı ay içinde Çalışma Bakanlığına verdikleri takdirde, bu teşekküllerin ve sandıkların personeli işbu kanunun uygulanmasında sigortalı sayılmazlar.Şu kadar ki, bu sandıkların statüleri ve statü değişiklikleri Çalışma Bakanlığınca onaylanmak suretiyle tekemmül eder. Mali durumları da Çalışma, Maliye ve Ticaret Bakanlıklarınca müşterek kontrol ve murakabe edilir. Mali durumlarının kontrol ve murakabesi sonunda alınmasına bu Bakanlıklarca müştereken lüzum gösterilecek tedbirleri, sandıklar ve ilgili bulundukları teşekküller yerine getirmekle yükümlüdür.Sözü edilen sandıkların mevzuatına tabi olarak geçen hizmetler ile emekli sandıkları kanunlarına veya malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak geçen hizmetler yazılı istek halinde, 5/1/1961 tarihli 228 sayılı kanunun aylık bağlanmasına ilişkin esasları dairesinde birleştirilerek tahsis yapılır.(Ek fıkra: 13/2/2011-6111/53 md.) Birinci fıkranın (b) bendinin uygulanmasında, yardımların sağlanması ve bağlanması yönünden alt sınırın belirlenmesinde muadil miktar karşılaştırması esas alınır. Ancak, gelir ve aylıkların artırılmasında 506 sayılı Kanuna göre bağlanan gelir ve aylıkların artırımına ilişkin hükümler devir tarihine kadar uygulanmaz. 5510 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesinin onikinci fıkrasında yer alan sınırlama dâhilinde sandıkların kuruluş senetlerinde yer alan hükümler ve sandıkların uygulamaları saklıdır. Bu hüküm, yürürlüğe girdiği tarihten önceki artışlarda ve görülmekte olan davalar hakkında da uygulanır." 19/10/2005 tarih ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Bankalarca münhasıran çalışanlarına ait olmak üzere sağlık ve sosyal yardım, emeklilik, ihtiyat ve tasarruf sağlama amaçlarıyla kurulan sandık ve vakıflara açıklarının kapatılması için kaynak aktarılamaz." 8/3/1973 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak bu tarih itibariyle yürürlüğe giren 111 Seri No.'lu Gelir Vergisi Genel Tebliğinin " Emekli sandığı ve sosyal sigorta kurumlarına ödenen borçlanma aidat ve primleri" başlıklı kısmının birinci paragrafı şöyledir: "Belli şartları taşıyan kimselerin sosyal güvenliklerini sağlamak amaciyle, kanunla kurulan ve tüzel kişiliği haiz Emekli Sandıkları ve Sosyal Sigorta Kurumlarına, ödenen paralara aidat ve prim denilmekte ve bunlar 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 63 üncü maddesindeki şartlarla, ücretin gerçek safî tutarının hesabında, gider olarak indirilmektedir."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6192
Başvurucu Türkiye İş Bankası AŞ (Banka), çalışanlarına çeşitli menfaatler sağlamak üzere kurulmuş olan Türkiye İş Bankası AŞ Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfına (Vakıf) şubeleri itibariyle yaptığı katkı payı ödemelerinin, vergi müfettişlerince yapılan vergi incelemesi sonucunda ücret olarak değerlendirilmesi dolayısıyla adına tarh edilen gelir vergisi ve damga vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezalarına karşı açtığı davanın reddi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun bu kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca 18/7/2022 tarihli kararla başvurucunun tutukluluk süresinin makul olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/39409
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/35086 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/35086 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35086
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tahliye talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).B. Başvurucuyla İlgili Süreç Olay tarihinde Kocaeli'de hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesi 16/7/2016 tarihinde başvurucunun görevden uzaklaştırılmasına, HSYK Genel Kurulu ise 24/8/2016 tarihinde başvurucunun meslekten ihracına karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten ihraç edilenler hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18/7/2016 tarihinde başvurucu gözaltına alınmıştır. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/2016 tarihinde, başvurucuyu silahlı terör örgütü FETÖ/PDY üyesi olma suçundan tutuklanması istemiyle Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Hâkimlik 20/7/2016 tarihinde başvurucunun müsnet suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 25/7/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Soruşturmayı yürüten Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı 27/9/2016 tarihli kararıyla yetkisizlik kararı vererek başvurucu hakkındaki dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Bu bireysel başvuru öncesinde başvurucunun tutukluluk durumu Ankara ve Kocaeli Adliyelerindeki farklı sulh ceza hâkimlikleri tarafından resen değerlendirilmiş, tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2017 tarihli ve 29940 Mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 93/ maddesinde, hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma yapma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 16/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 20/4/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 5/5/2017 tarihinde yapılan tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla başvurucu hakkında yargılama yapılması için dosyanın görevsizlikle Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmiştir. Verilen tutukluluk hâlinin devamı ve görevsizlik kararına karşı başvurucunun yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği 31/5/2017 tarihli kararla kesin olarak reddedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 18/7/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve yargılama yönünden görevsiz olduğunu belirterek dosyanın olumsuz görev uyuşmazlığının çözümü için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun verilen tutukluluk hâlinin devamı kararına karşı yaptığı itiraz 14/8/2017 tarihinde, görevsizlik kararına karşı yaptığı itiraz ise 23/8/2017 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesince kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, Yargıtay Ceza Dairesine hitaben yazdığı 8/9/2017, 18/9/2017 ve 9/10/2017 tarihli dilekçeleriyle tahliye talebinde bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 9/10/2017 tarihli yazısıyla, dosyanın olumsuz görev uyuşmazlığının çözümü için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderildiğini belirterek başvurucunun 9/10/2017 tarihli dilekçesini işlemsiz olarak iade etmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede, anılan yazının başvurucuya tebliğ edildiğine ilişkin bir belgeye rastlanmamıştır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 10/10/2017 tarihli kararında, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına ve başvurucunun tutukluluk incelemesinin mahkemesince yapılmasına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 21/12/2017 tarihinde yapılan tensip incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, anılan karara 4/1/2018 tarihinde itiraz etmiş; İstanbul Ağır Ceza Hâkimliğince 2/2/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/10/2017 tarihli kararının 12/1/2018 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek 12/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde derdest olup başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. H.G. (B. No: 2017/14716, 29/5/2019, §§ 30-36) başvurusu hakkında verilen karar.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5227
Başvuru, tahliye talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/8574 numaralı bireysel başvuru dosyası kişi yönünden hukuki irtibat bulunduğu gerekçesiyle 17/11/2015 tarihinde bu bireysel başvuru dosyasıyla birleştirilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular evli olup Antalya'da yaşamaktadır. İkinci başvurucu Meryem Çelik, doğum sancılarının başlaması üzerine 22/8/2007 tarihinde (saat 00 civarı) Antalya Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuş, Hastaneye yatırılarak başvurucunun muayenesi yapılmıştır. Başvurucu, Hastanede nöbet değişimi nedeniyle Dr. O.ye devredilmiştir. Doğum, aynı gün öğle saatlerine doğru (saat 30 civarında) ebe gözetiminde gerçekleşmiştir. Başvurucuların oğlu Umutcan 600 g ağırlığında normal yolla dünyaya gelmiştir. Doğumdan önce Umutcan'ın doğum ağırlığının tespit edildiğine dair herhangi bir bilgi mevcut değildir. Doğum sonrasında bebeğin sol kolunun morarmış olduğu ve sol kolunu kullanamadığı gözlemlenmiştir. Yapılan tetkikler neticesinde bebeğin sinir zedelenmesine bağlı olarak sol kolunda sakatlık oluştuğu tespit edilmiştir. Doğumundan itibaren fizik tedavi ve diğer yöntemlerle tedavi gören çocuğun tüm bu tedavilere rağmen sol kolunu kullanamadığı başvuru dosyasına yansıyan bilgiler arasındadır. Başvurucuların doğum anında Hastanede görevli olan doktor ve doğuma katılan ebeler hakkında Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına yaptıkları şikâyet sonucu, Antalya Valiliğinin 9/7/2008 tarihli kararıyla personelin görevlerini yerine getirdikleri gerekçesine istinaden soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Başvurucular, idarenin ağır hizmet kusuru sonucunda çocuğun sakatlandığını belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini talebiyle Antalya İdare Mahkemesine (Mahkeme) 19/12/2008 tarihinde tam yargı davası açmışlardır. Yargılama sırasında Mahkeme tarafından Adli Tıp Kurumundan (ATK) bilirkişi raporu alınmıştır. 29/6/2011 tarihli rapora göre;- Başvurucunun travayda (doğum eyleminde) olması nedeniyle sağlıklı doğum ağırlığı tahminin yapılmayacağı,- Doğumun normal (vaginal) yolla gerçekleşmesi kararının tıbben uygun olduğu,- Brakiyel pleksus zedelenmesinin (sinir zedelenmesi) doğum komplikasyonu olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Mahkeme 17/10/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde ATK raporuna atıf yapılarak çocuğun doğum esnasında sol kolunun sakat kalmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Daire) 3/4/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucuların, onama kararına karşı karar düzeltme talepleri ise Dairece reddedilmiştir. Nihai karar 16/4/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 18/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,..." 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ebeler gebelerin muayenesiyle bunların hıfzıssıhhatlerine mütaallik tedabirin ifasına ve doğumun teshiline ve bu esnada yapılacak basit manevraların ve çocuk için lazım gelen ilk tedbirlerin ifasına salahiyettar iseler de her nevi alet ve saire tatbik etmeleri memnu ve sureti avarızı velade vekayiinde behemahal bir tabip davetine mecburdurlar..." 22/5/2017 tarihli ve 29007 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Sağlık Meslek Mensupları ile Sağlık Hizmetlerinde Çalışan Diğer Meslek Mensuplarının İş ve Görev Tanımlarına Dair Yönetmelik'e ekli tanımların ilgili kısmı şöyledir:"Ebe...b) Gebelik tanısını koyar, normal gebe izlemini ve gerekli muayenelerini yapar, riskli durumları erken dönemde belirler, gerekli önlemleri alarak sevk eder.c) Doğum sürecini yönetir; travay sırasında anne ve bebeğin sağlığını izler, normal doğumları ve tabibin olmadığı hallerde acil makat doğumları yaptırır, gerektiğinde epizyotomi uygular. Doğum sürecinde normalden sapmaları belirler, acil durum tedbirlerini alır ve tabibe haber verir, tabibin direktifleri doğrultusunda acil müdahalede bulunur.ç) Doğum sonrası dönemde; yenidoğanın ilk bakım ve muayenesini yapar, gerektiğinde acil resüsitasyon gerçekleştirir, anneye emzirme eğitimi verir, annenin bakım ve izlemini yapar, normalden sapmaları tespit ederek sevk eder. ..."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir." 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi'nin ( İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi) maddesi şöyledir:''Taraflar, sağlığa duyulan ihtiyaçları ve kullanılabilir kaynakları gözönüne alarak, kendi egemenlik alanlarında, uygun nitelikteki sağlık hizmetlerinden adil bir şekilde yararlanılmasını sağlayacak uygun önlemleri alacaklardır.'' İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:''Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahelenin, ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.'' Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler, ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye). AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi sözkonusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010; Trocellier/Fransa). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her hâlükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119; Yardımcı/Türkiye, § 59).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8572
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu doğum sırasında çocukta kalıcı bir sakatlığa yol açılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; kamulaştırmasız el atılması ve el atma tazminatının değer kaybına uğratılması nedenleriyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular, nihai hükmü 28/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 27/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1395
Başvuru; kamulaştırmasız el atılması ve el atma tazminatının değer kaybına uğratılması nedenleriyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, Danıştayın esasa ilişkin bozma kararı sonrası idare mahkemesince kesin olmak üzere verilen dilekçenin reddi kararının hatalı olması ve bu suretle esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü emrinde komiser yardımcısı olarak görev yapan başvurucu hakkında disiplin soruşturması yürütülmüştür. Soruşturma sonucunda İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu 5/11/2014 tarihli ve 2014/125 sayılıkararıyla başvurucunun Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün 8/ maddesi uyarınca beş kez meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılması gerekmekte ise de 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi gereğince zamanaşımı nedeniyle soruşturma dosyasının işlemden kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen beş kez meslekten çıkarma cezası verilmesine ancak zamanaşımı nedeniyle dosyanın işlemden kaldırılmasına ilişkin 5/11/2014 tarihli ve 2014/125 sayılı İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu kararının iptali istemiyle dava açmıştır. Şanlıurfa İdare Mahkemesi (Mahkeme) 22/5/2015 tarihli kararıyla beş ayrı disiplin cezasına karşı ayrı ayrı olmak üzere yeniden dava açılması gerektiği gerekçesiyle dilekçenin 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi uyarınca reddine karar vermiştir. Başvurucu, dilekçesini yenileyerek hakkında tesis edilen beş ayrı meslekten çıkarma cezasına karşı ayrı ayrı dava açmış ve Mahkemenin 2015/816, 2015/817 (bireysel başvuruya konu olacak dava), 2015/818, 2015/819, 2015/820 esas sayılarında kaydını alan davalarda dava konusu işlemlerin 25/2/2016 tarihinde iptallerine karar verilmiştir. Gerekçede, davalı idarece başvurucuya isnat edilen fiillerin sübuta erip ermediği ve bu eylemin hangi disiplin cezasını gerektirdiği yönünden işin esası hakkında değerlendirme yapmaksızın dosyanın zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılması yönünde işlem tesis edilmesi gerekirken isnat edilen fiillerin sübuta erip ermediği yönünde işin esasına girilerek disiplin kurulunca suçun işlendiğinin tespiti suretiyle dosyanın işlemden kaldırılması yönünde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare kararları temyiz etmiştir. Danıştay Beşinci Dairesi (Daire) 19/4/2017 tarihli kararlarıyla temyiz istemini kabul ederek Mahkeme kararlarını bozmuştur. Gerekçede şöyle denilmiştir:"Olayda, zamanaşımı nedeniyle işlemden kaldırılmış dosya içeriği fiillerin davacı tarafından işlenip işlenmediği, fiil gerçekleşmiş ise hangi tarihte işlendiğinin ve bu fiillerin meslekten çıkarma cezasını gerektirip gerektirmediğinin, başka bir ifadeyle öncelikle, fiilin sübûta erip ermediğinin incelenmesi ve bu sonuca göre isnad edilen fiillerin işlendiğinin tespitinden sonra, fiilin işlendiği tarihin esas alınarak Disiplin Kurullarının ceza verme yetkisinin zamanaşımına uğrayıp uğramadığı tespit edilerek, ilgili emniyet personeli hakkında tesis edilen işlemin hukuka uygun olup olmadığına karar verilmesi gerekmektedir. Bu durumda, davacının meslekten çıkarma cezasını gerektiren fiilinin sübûta erip ermediği irdelenmeden ve fiilin hangi tarihte işlendiği hususu tespit edilmeden, doğrudan ceza verme zamanaşımı sebebiyle dosyanın işlemden kaldırılması gerektiği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar veren İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir." Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme istemi ise Danıştay Beşinci Dairesinin 25/3/2019 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme sonrası yeni esas numarası alan dava dosyalarının dördünde Mahkeme bozma kararına uyduğunu belirtip davanın reddine hükmederken, 2019/824 esasına kayıtlı dosyada (bozma öncesi 2015/817 esas numaralı) 4/10/2019 tarihli kesin kararla dilekçenin 2577 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca tekrar reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "...Karar veren Şanlıurfa İdare Mahkemesi'nce, Mahkememizin 25/02/2016 tarih ve E:2015/817, K:2016/266 sayılı kararının Danıştay Beşinci İdari Dava Dairesi'nin 19/04/2017 tarih ve E:2016/27805,K:2017/10858 sayılı kararı ile bozulması üzerine üzerine bozma kararına uyularak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi uyarınca dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:...Uyuşmazlık konusu olayda, davacının beş farklı fiilden dolayı beş kez meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılması gerekmekte ise de, dosyanın işlemden kaldırılması yolunda tesis edilen dava konusu işlemde belirtilen beş farklı disiplin cezası arasında maddi veya hukuki yönden bağlılık ya da sebep-sonuç ilişkisi bulunmadığı anlaşıldığından, aynı işlemle verilmiş olsalar dahi söz konusu disiplin cezalarına karşı ayrı ayrı dava açılması gerekirken, tek dilekçe ile dava açılmasında 2577 sayılı Kanun'un 5/ Maddesi hükmüne uyarlık görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanun'un maddesi hükmüne uygun bulunmayan dava dilekçesinin aynı kanunun maddesinin fıkrasının d. bendi uyarınca bu kararın bildirim tarihinden itibaren otuz gün içinde herbir işleme karşı ayrı ayrı olmak üzere yeniden dava açılmak üzere reddine..." Bireysel başvuruya konu nihai karar başvurucuya 16/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari davaların açılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır. Dilekçelerde;...b) Davanın konu ve sebepleri ile dayandığı deliller,...d) Vergi, resim, harç, benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarına ilişkin davalarla tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktar,e) Vergi davalarında davanın ilgili bulunduğu verginin veya vergi cezasının nevi ve yılı, tebliğ edilen ihbarnamenin tarihi ve numarası ve varsa mükellef hesap numarası,Gösterilir...." 2577 sayılı Kanun'un "Aynı dilekçe ile dava açılabilecek hâller" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılır. Ancak, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık yada sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabilir. Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddi olay veya hukuki sebeplerin aynı olması gerekir." 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:...g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,Yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...d) 3/g bendinde yazılı hâlde otuzgün içinde 3 ve 5 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlenmek veya noksanları tamamlanmak ... üzere dilekçelerin reddine,...Karar verilir.... Dilekçelerin 3 ncü maddeye uygun olmamaları dolayısıyla reddi hâlinde yeni dilekçeler için ayrıca harç alınmaz.... ”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39521
Başvuru, Danıştayın esasa ilişkin bozma kararı sonrası idare mahkemesince kesin olmak üzere verilen dilekçenin reddi kararının hatalı olması ve bu suretle esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, aile mahkemelerince verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 16/3/2018 ile 16/3/2021 tarihleri arasında yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2020/24667, 2020/18063, 2021/21904, 2020/17122, 2020/18971, 2020/17188 numaralı başvuru dosyalarının konu bakımından irtibat nedeniyle 2018/8030 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/8030 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucu Ercan Şahin Yönünden Başvurucu ile Ş. 21/11/1990 tarihinden beri evlidir ve tarafların S.Ş. adında müşterek çocukları bulunmaktadır. Beyanına göre başvurucu, başvurucu eşiyle boşanma sürecinde olupeşi ile çocuğu 2016 yılından bu yana kendisinden ayrı yaşamaktadır. Ş. 27/1/2018 tarihinde kolluk kuvvetlerine müracaat ederek başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Ş. ifadesinde; bir yıl önce başvurucu tarafından şiddet uygulanarak ve tehdit edilerek evden kovulduğunu, 26/1/2018 tarihinde akrabalarıyla yapılan telefon görüşmesinde eşinin kendisini akrabaları vasıtasıyla tehdit etmesi üzerine müracaat ettiğini belirterek8/3/2012 tarihli ve6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'a göre önleyici tedbir kararı verilmesini istemiştir. Ş. bu kapsamda başvurucunun yaşadığı evden tahliye edilerek evin kendisine ve S.Ş.ye tahsis edilmesi, başvurucunun kendisine, kızına yaklaşmaması, şiddette ve şiddet tehdidinde bulunmaması, hakaret ve tehdit etmemesi, rahatsız etmemesi, zarar vermemesi hususlarına yönelik önleyici tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. S.Ş. de28/1/2018 tarihinde kolluk kuvvetlerine müracaat ederek başvurucudan şikâyetçi olmuştur. İfadesinde yaklaşık bir yıldır evden ayrı yaşadığını, evde kaldığı dönemde başvurucunun fiziksel ve psikolojik şiddetine maruz kaldığını, evden dışarı çıkmasına izin vermediğini, hakaret ettiğini belirterek tedbir talep etmiştir. İstanbul Aile Mahkemesinin 30/1/2018 tarihli kararı ile başvurucu hakkında 6284 sayılı Kanun'un maddesi gereğince aile içi şiddette bulunduğu kanaatine varıldığı, anılan Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (c) ve (f) bentleri gereğince dört ay süre ile başvurucunun mağdur eşi ve çocuğuna şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına, eşi ve kızının bulunduğu konuta, işyerine veya bulunduğu tüm adreslere dört ay süre ile yaklaşmamasına, başvurucunun eşini ve kızını iletişim araçları veya sair surette rahatsız etmemesine itiraz yolu açık olmak üzere hükmedilmiştir. Karar gerekçesinde; 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki hüküm gözetilerek Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (c) ve (f) bentleri gereğince başvurucu hakkında önleyici tedbir uygulanmasına karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, tedbir kararına karşı itiraz etmiş, itiraz dilekçesinde; hakkındaki iddiaların tamamen iftira olduğunu, eşi Ş.nin evi terk ettiğini, kendisi ve kızı ile son bir yıldır beraber yaşamadığını, şiddet olayının gerçekleşmesinin mümkün olmadığını, eşi ve eşinin ailesinin hakaret, şiddet ve tehdidine maruz kaldığını, hakkındaki iddiaların eşinin planlı ve kötü niyetli iddiaları olduğunu ileri sürerek hakkındaki tedbir kararlarının kaldırılmasını talep etmiştir. İstanbul Aile Mahkemesi 7/2/2018 tarihli karar ile başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Karar gerekçesinde; 6284 sayılı Kanun hükümlerinin aile mahkemesi hâkimine geniş takdir yetkisi vermiş olduğu, itiraz konusu kararı veren hâkim tarafından takdir yetkisinin usulüne uygun olarak değerlendirildiği ifade edilmiştir. Başvurucu 16/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvurucu Vezir Uslu Yönünden Başvurucu, evli ve bir çocukludur. Başvurucunun eşi S.U. başvurucunun kendisine ve kızına psikolojik şiddet uyguladığı ve tehditte bulunduğu iddiası ile başvurucu hakkında 6284 sayılı Kanun kapsamında tedbir uygulanması talebiyle mahkemeye başvurmuştur. İzmir Aile Mahkemesi 18/6/2019 tarihli kararıyla başvurucu hakkında 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (c) bentleri gereğince başvurucunun şiddet mağdurları S.U. ile E.S.U.ya karşı şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama ve küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına, bu kişilerin bulundukları konuta ve işyerine yaklaşmamasına hükmetmiştir. İlgili tedbir kararı muhtelif tarihlerde aile mahkemesi tarafından uzatılmıştır. Başvurucunun eşi S.U., başvurucunun tedbire konu eylemlerini devam ettirdiğini belirterek tedbir süresinin uzatılmasını talep etmiştir. Başvurucu aleyhine verilen tedbir kararının aynı Mahkemenin 12/6/2020 tarihli ek kararıyla üç ay süre ile uzatılmasına itiraz yolu açık olmak üzere hükmedilmiştir. Tedbir kararının üç ay süre ile uzatılmasına ilişkin kararın gerekçesinde şiddet mağdurlarına yönelik tehditlerin devam ettiği ifade edilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen tedbir kararının uzatılması kararına itiraz etmiş; eşi S.U.nun iddialarının asılsız olduğunu, gerçeği yansıtmadığını, herhangi bir şiddet olayının yaşanmadığını, beyanların soyut olduğunu, eşinin boşanma davasında kendisini haklı göstermek ve bunu delil olarak kullanmak için tedbir kararı talep ettiğini, talebinde kötü niyetli olduğunu, ilk derece mahkemesinin başvurucunun ifade ve savunmasını almadan hüküm kurduğunu, uzatma kararıyla 22 aydır uygulanan tedbir kararına ilişkin acil müdahale olgusunun kalmadığını iddia ederek hakkında uygulanan tedbir kararının kaldırılmasını talep etmiştir. İzmir Aile Mahkemesi 16/6/2020 tarihli kararıyla itirazın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Karar gerekçesinde uzatmaya ilişkin ek kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Kesin karar başvurucuya 17/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu E.N.Ö. Yönünden Başvurucunun kızı Ş.Ö. aile mahkemesine başvurmuş, 6284 sayılı Kanun kapsamında anne ve babasına karşı önleyici tedbir talep etmiştir. Ş.Ö. ifadesinde; annesi ve babasının kendisine hakaret ettiğini, şiddet uygulayıp darbettiğini iddia etmiştir. Bakırköy Aile Mahkemesi 11/2/2020 tarihli kararıyla başvurucu ve eşi hakkında 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (e) bentleri gereğince altı ay süre ile kızlarına yönelik şiddet, tehdit, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamalarına, kızlarının şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemelerine itiraz yolu açık olmak üzere hükmetmiştir. Gerekçede, dosyadaki belgelere göre talebin Mahkemece yerinde görüldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen tedbir kararına itirazda bulunmuş, tedbir isteyen Ş.Ö.nün ileri sürdüğü suçları kabul etmediğini, tedbir talep edenin annesi olduğunu, uzun zaman önce kızına bipolar bozukluk teşhisi konulduğunu, kızının ilaçlarını uzun zaman kullanmadığını, hiçbir şekilde şiddet, tehdit, hakaret, aşağılama ve küçük düşürücü söz ve eylemlerde bulunmadığını, bu iddialarının tamamen mesnetsiz olduğunu, anne ve baba olarak maddi ve manevi desteklerini karşılık beklemeden kızlarına verdiklerini belirterek haklarında hükmedilen tedbir kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Bakırköy Aile Mahkemesi 28/2/2020 tarihli kararı ile itirazın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Karar gerekçesinde 6284 sayılı Kanun ile 9/1/2003 tarihli 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun hükümleri gözönüne alınarak karşı taraf hakkında 6284 sayılı Kanun'un uygulanmasına yönelik olarak verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu 9/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Çağrı Göçeri Yönünden Başvurucu Türk denizaltı gemisinde askerî personel olup denizaşırı görevdeyken eşi Ö.G.nin evdeki değerli eşyaları ve yüklü miktar parayı alarak evi terk ettiği iddiasıyla eşi hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucunun eşi Ö.G. aile mahkemesinden tedbir kararı talep etmiş; talep dilekçesinde eşinin kendisine psikolojik şiddet uyguladığını, ahlaka aykırı sözler söylediğini, hakaret ve tehditlerde bulunduğunu, tehditkâr mesajlar attığını ileri sürmüştür. İstanbul Anadolu Aile Mahkemesi 24/1/2020 tarihli kararıyla 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (c), (d) ve (f) bentleri gereğince başvurucunun şiddet mağduru Ö.G.ye üç ay süre ile şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama ve küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına, bulunduğu konuta, işyerine ve Ö.G.nin yakınlarına yaklaşmamasına itiraz yolu açık olmak üzere hükmetmiştir. Mahkeme gerekçesinde, tarafların aile nüfus kayıt tablosunun dosya içine alındığı ve tüm dosya kapsamı itibarıyla şiddeti önleme amacıyla tedbire karar verildiği ifade edilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen tedbir kararına karşı itirazda bulunmuş, itiraz dilekçesinde, eşi ile boşanma davasının devam ettiğini, eşinin boşanma davasında tazminat elde etmek amacıyla kendisine iftira attığını, eşinin evi terk etmesinin üzerinden uzunca zaman geçmesine rağmen eşinin uzaklaştırma kararını boşanma davasının açılması ile talep ettiğini, eşinin iddialarının kendisinin (başvurucunun) görevde olduğu döneme ilişkin olduğunu, denizaşırı görev sebebiyle denizaltında iken telefonunun dahi çekmediğini, eşinin bu sürece dair iddialarının gerçeği yansıtmadığını, eşinin iddialarının gerçek dışı olduğuna dair tanıklarının bulunduğunu belirterek hakkında hükmedilen tedbir kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Başvurucu, itirazının sonuçlandırılmadığı ve herhangi bir hüküm kurulmadığından bahisle 19/10/2020 tarihinde aile mahkemesine tedbir talebinin kaldırılmasına ilişkin tekrar talepte bulunmuştur. İstanbul Anadolu Aile Mahkemesi 21/10/2020 tarihli kararıyla itirazın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Karar gerekçesinde; ilk derece mahkemesi kararının tedbir mahiyetli olması, talep dilekçesi, kararın mahiyeti ve içeriği birlikte değerlendirildiğinde itirazın yerinde olmadığı anlaşıldığından itirazın reddine karar vermek gerektiği ifade edilmiştir. Kesin karar başvurucuya 14/2/2021 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.E. Başvurucu Mustafa Esen Yönünden Başvurucu ile E. 16 yıldır evli olup başvurucu, eşi E.nin sadakatsiz davranışları olduğunu tespit ettiğini, bu nedenle yaşadıkları tartışmada eşi E.nin kendisine hakarette bulunduğunu beyan etmiştir. Başvurucunun eşi E. kolluk kuvvetlerine müracaat ederek başvurucudan şikâyetçi olmuş, başvurucunun kendisine telefonda hakaret ettiğini ve tehditte bulunduğunu iddia ederek 6284 sayılı Kanun’a göre önleyici tedbir kararı verilmesini istemiştir. Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesi 20/11/2019 tarihli kararıyla başvurucu hakkında 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (c), (d) ve (f)bentleri uyarınca şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına, korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmamasına, gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin -şiddete uğramamış olsa bile- yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmamasına, korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesine otuz gün süre ile hükmetmiştir. İlgili tedbir kararı muhtelif tarihlerde aile mahkemesi tarafından uzatılmıştır. E. tedbir süresinin sona ermesi nedeniyle başvurucunun kendisini tehdit ettiği iddiası ile koruma kararının uzatılmasını talep etmiş, başvurucu aleyhine verilen tedbir kararının aynı mahkemenin 21/5/2020 tarihli ek kararıyla otuz gün uzatılmasına itiraz yolu açık olmak üzere hükmedilmiştir. Karar gerekçesinde 31/12/2019 tarihli ve 2019/147 İş sayılı tedbir kararının uzatılması sonucunu ortaya koyan taraflar arası koşullarda bir değişiklik olmadığının anlaşıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen tedbir kararının uzatılması kararına itiraz etmiş; Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesi 3/6/2020 tarihli kararıyla itirazın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Karar gerekçesinde uzatmaya ilişkin ek kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Kesin karar başvurucuya 8/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.F. Başvurucu Enes Zahid Urhan Yönünden Başvurucu ile oturduğu apartmanda belli aralıklarla alt komşusu olan T.A. arasında gürültü yaptığından bahisle sözlü tartışmalar yaşanmış, tartışmalar neticesinde alt komşusu T.A., başvurucu hakkında tedbir kararı talep etmiştir. Komşu T.A. talep dilekçesinde; başvurucunun komşusu olduğunu, başvurucunun evinde çok yüksek ve gür sesle gece gündüz devamlı telefonla konuştuğunu, bu nedenle aralarında tartışma yaşandığını, başvurucunun kendisine ve kızına hakaret ettiğini ve kendilerini aşağıladığını belirterek can güvenliğinin tehdit ve tehlike altında olduğunu iddia etmiştir. Bakırköy Aile Mahkemesinin 12/5/2020 tarihli kararıyla başvurucu hakkında 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (f) bentleri uyarınca iki ay süre ile korunan kişi T.A.ya yönelik olarak başvurucunun şiddet, tehdit, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına, iletişim araçlarıyla veya sair surette T.A.yı rahatsız etmemesine itiraz yolu açık olmak üzere hükmedilmiştir. Aile Mahkemesinin karar gerekçesinde, dosyadaki belgelere göre talebin mahkemece yerinde görüldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen tedbir kararına itiraz etmiş; itiraz dilekçesinde tedbir talep eden komşusu T.A.nın ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını, tartışma esnasında T.A.nın kendisine hakaret ettiğini, bu esnada başkaca delil elde etme şansı olmadığından tartışma sırasında ses kaydı aldığını ve T.A.nın hakaretlerinin ses kaydında yer aldığını, kaydın delil olarak değerlendirilebileceğini, komşusu T.A.nın ev sahibini arayarak evden çıkarılması yönünde tehdit ettiğini ifade ederek hakkında verilen tedbir kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Bakırköy Aile Mahkemesi 20/5/2020 tarihli kararıyla itirazın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Karar gerekçesinde 6284 sayılı Kanun ile 4787 sayılı Kanun hükümleri gözönüne alınarak başvurucu hakkında 6284 sayılı Kanun'un uygulanmasına yönelik olarak verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Kesin karar başvurucuya 28/5/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.G. Başvurucu Zuhal Akalın Yönünden Başvurucu; evli, çocuklu bir ev hanımı olup beyanına göre eşi B.A. ile yaşadığı tartışma neticesinde eşi B.A. ile kayınvalidesi N.A. tedbir talebiyle kolluk kuvvetlerine başvurmuştur. Kayınvalide N.A. ifadesinde; gelininin kendisini evde istemediğini, evden kovduğunu, en son kendisini darbettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun eşi B.A. ise ifadesinde; başvurucu ile uzun zamandır annesi ile beraber yaşama konusunda tartışma yaşadığını, yaşanan son tartışmada başvurucu tarafından boynunun tırmalandığını, hakaretlere maruz kaldığını ve darbedildiğini iddia etmiştir. Kolluk Amirliğinin 21/5/2020 tarihli kararıyla başvurucu hakkında 6284 sayılı Kanunun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (b), (c) ve (d) bentleri uyarınca başvurucunun korunan kişilere şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına, müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesine, korunan kişilere ve bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmamasına, gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmamasına hükmedilmiştir. Adana Aile Mahkemesi 22/5/2020 tarihli kararıyla İlçe Emniyet Müdürlüğünün 21/5/2020 tarihli kararını kaldırmış, 6284 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri uyarınca başvurucunun bir ay süre ile korunan eş B.A. ile kayınvalide N.A.ya yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına, müşterek konuttan derhâl uzaklaştırılmasına ve müşterek konutun korunana tahsisine, konuta, korunana ve varsa korunanın işyerine yaklaşmamasına itiraz yolu açık olmak üzere hükmetmiştir. Karar gerekçesinde; İlçe Emniyet Müdürlüğünün tedbir kararının uygun görülmediği, tedbir kararı kaldırılmış olduğundan korunanlara yönelik şiddet uygulanma tehlikesinin devam ettiği, kolluk kuvvetleri tarafından gönderilen yazının ihbar olarak kabul edildiği ifade edilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen tedbir kararına itirazda bulunmuş; itiraz dilekçesinde eşinin kendisine saldırdığını, bu eylemden korunmaya çalışırken eşinin boynunu çizdiğini, eşinin de kendisine şiddet uyguladığını, kolundan ve bacağından yaraladığını, eşinin de kendisini evden kovduğunu, çekindiği için eşinden önce şikâyetçi olamadığını belirterek hakkında uygulanan tedbir kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Adana Aile Mahkemesi 29/5/2020 tarihli kararıyla itirazın reddine kesin olarak hükmetmiştir. Karar gerekçesinde, ilk derece mahkemesi tarafından verilen koruma kararının yerinde görüldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu, kesin kararı 29/5/2020 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 10/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Erdal Türkmen, B. No: 2016/2100, 4/4/2019, §§ 19-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8030
Başvuru, aile mahkemelerince verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/34334 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/34334 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34334
Başvuru ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, hukuk davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2018/36249, 2018/36397, 2018/36462, 2018/36385, 2018/36378, 2018/36501, 2018/36418, 2018/36349, 2018/36388, 2018/36254, 2018/36393, 2018/36259, 2018/36275, 2018/36255, 2018/36271, 2018/36381, 2018/36348, 2018/36231, 2018/36352 numaralı başvuru dosyalarının 2018/36223 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 2000 yılında işçilik alacakları için birlikte açtıkları davaya ilişkin yargılama süreci icra aşamasına ilişkin uyuşmazlıkla birlikte 2018 yılında sonuçlanmıştır. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36223
Başvuru, hukuk davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir yayanın ölümüyle sonuçlanan trafik kazasının etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun eşi 1970 doğumlu Hülya Soyözen (H.S.) 29/9/2012 tarihinde saat 00 sıralarında yolda karşıdan karşıya geçmek isterken bir aracın çarpması sonucu olay yerinde yaşamını yitirmiştir. Kaza yerinde kolluk tarafından aynı tarihli tespit tutanağı düzenlenmiştir. Söz konusu tutanakta, müteveffanın yola aniden çıkıp araçlara ilk geçiş hakkını da vermeyerek kazanın oluşumuna sebebiyet verdiği belirtilmiştir. Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından aynı gün olay hakkında resen soruşturma açılmış ve olay yeri incelemesi yapılmıştır. Olay yeri incelemesinin gerçekleştirilmesinden sonra doktor bilirkişi refakatinde müteveffaya ilişkin ölü muayenesi yapılmıştır. Ölü muayene tutanağında, müteveffanın kesin ölüm sebebinin çarpma sonucu gelişen kafa travmasına bağlı doku hasarı ve komplikasyonları olduğu ve sistematik otopsiye gerek bulunmadığı belirtilmiştir. Soruşturmada, kazaya karışan aracın şoförü olan şüpheli E. ve kazanın gerçekleştiği anda aynı araçta bulunan tanıklar E. ve G.K.nin de ifadeleri alınmıştır. E.nin 30/9/2012 tarihinde kolluğa vermiş olduğu ifadenin ilgili bölümü şöyledir: “Çalıştığım işyerinin aracıyla yemek dağıtımına çıkmıştım. Yanımda şirkette muhasebecilik yapan G.K. ile sevkiyatçı E. bulunuyordu. Tahmini olarak 70-80 km ile sol şeritten ilerliyordum. T... kavşağı civarında sağ taraftan bir bayan karşıdan karşıya geçmek için yola fırladı. Ben kornaya bastım ancak bayan hiçbir tarafa bakmadan yoluna devam etti. Ben bayan yoluna devam edince tekrar kornaya bastım ve frene bastım ama duramayarak aracın sağ tarafıyla bayana çarptım. Çarpmanın etkisiyle bayan sağ tarafa düştü. Yanımdakiler araçtan inerek bayanın yanına gittiler ve 112’yi aradılar. Ben olayın şokuyla araçtan inemedim. Daha sonra polisler olay yerine geldi. ... Bayan kontrolsüz bir şekilde ana yola çıktı ve bu nedenle kaza meydana geldi. Kazanın meydana geldiği yere çok yakın yerde üst geçit bulunmaktadır (...)” E. ve G.K. ifadelerinde özetle yolun en sol şeridinde ilerlediklerini, aracın süratinin fazla olmadığını, bir kadının sağ taraflarından aniden koşmaya başlayarak yolu geçmeye çalıştığını, E.nin bu anda aracın kornasını çaldığını ama kadının durmayarak koşmaya devam etmesi nedeniyle frene bastığı, duramadan kadına çarptığını belirtmişlerdir. E. hakkında düzenlenen adli raporda, alkolsüz olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, olayı gördüğünü ileri sürdüğü üç kişinin ismini vekili aracılığıyla soruşturma makamlarına bildirmiş ve bu kişilerin dinlenilmelerini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca şüphelinin kaza sırasında mobil telefonuyla konuşup konuşmadığının tespit edilebilmesi amacıyla görüşme kayıtlarının ilgili kurumlardan getirtilmesini istemiştir. CumhuriyetSavcısı 18/10/2012 tarihinde olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş ve bu kararı Cumhuriyet Başsavcısının onayına sunmuştur. Karar gerekçesinde; kaza tespit tutanağına göre şüphelinin olayda kusurunun bulunmadığı, müteveffanın, kazanın gerçekleştiği yere 61 metre mesafede bir yaya üst geçidi olduğu hâlde yola aniden çıkıp E.nin aracına ilk geçiş hakkını da vermeyerek kazaya sebebiyet verdiği belirtilmiştir. Söz konusu karar, Cumhuriyet Başsavcı Vekilince kusura ilişkin bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı gerekçesiyleCumhuriyet Savcısına iade edilmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet Savcısı tarafından olay yerinde 2/11/2012 tarihinde bilirkişi refakatinde bir keşif yapılmıştır. Bu keşfe başvurucu, vekili ve ismini bildirdiği tanıklar katılmamıştır. Bilirkişi, raporunu 6/11/2012 tarihinde hazırlamıştır. Raporda;olayda şüphelinin bir kusurunun bulunmadığı, kazaya müteveffanın kusurlu davranışlarının sebepolduğu belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 9/11/2012 tarihinde olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde kazaya müteveffanın sebep olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla bu karara itiraz etmiştir. İtirazında şüphelinin aracını süratli kullandığını, bunun kaza yerine yakın işyerlerinde bulunan kişilerce görüldüğünü, talep ettiği hâlde isimlerini bildirdiği tanıklar dinlenmediği gibi şüphelinin olay sırasında telefonla konuşup konuşmadığının da belirlenmeye çalışılmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca, kaza yerinde yapılan keşfin günü ve saatinin soruşturma dosyasında vekâletnamesi olduğu hâlde vekiline değil kendisine tebliğ edilmesi nedeniyle bu keşfe katılamadıklarını iddia etmiştir. İtirazı inceleyen Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi), 1/4/2013 tarihli kararıyla, başvurucunun tanıkları dinlenildikten ve kaza öncesi araç kullanırken telefonla görüşme yapıp yapmadığının belirlenmesine yönelik olarak şüphelinin mobil telefonuna ait kayıtlar ilgili operatörden getirtildikten sonra Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden (Trafik İhtisas Dairesi) kusura ilişkin rapor alınarak yeniden bir değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararının eksik soruşturma nedeniyle kaldırılmasına karar vermiş ve soruşturma dosyasını Cumhuriyet Başsavcılığına iade etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesinin bu kararından sonra Cumhuriyet Başsavcılığı, olay yerinde -başvurucunun isimlerini bildirdiği tanıkların hazır bulunacağı- yeni bir keşif yapılmasına karar vermiş; ayrıca şüpheliye ait telefona ilişkin görüşme dökümünün alınması için ilgili kurumlarla yazışmalar gerçekleştirmiştir. Bu yazışmalar sonucunda istenen görüşme tutanakları gönderilmiş ancak şüpheli E.nin kaza anında bir görüşme gerçekleştirdiği belirlenememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, yeni keşif gününü ve saatini başvurucu vekiline bildirmiş ayrıca kolluğa yazı yazarak başvurucunun ismini bildirdiği kişilerin tanık olarak dinlenilmeleri için keşif günü ve saatinde olay yerinde hazır edilmelerinin sağlanmasını istemiştir. Ancak bu kişiler, 3/7/2013 tarihinde gerçekleştirilen keşfe katılmamıştır. Keşifte hazır bulunan başvurucu vekilinin beyanına göre, bu kişiler keşif gününden ve saatinden haberdar olmuş ve kendisine de keşfe katılacaklarını beyan etmişlerdir. Keşfe ilk keşiftekinden farklı bir bilirkişi katılmış ve bu bilirkişi, raporunu 8/7/2013 tarihinde hazırlamıştır. Söz konusu raporda, soruşturmada düzenlenen ilk bilirkişi raporundaki tespitlerden farklı olarak olayda müteveffanın birinci derecede, şüphelinin ise ikinci derecede kusurlu olduğu belirtilmiştir. Bu rapor üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma dosyasına sunulan bilirkişi raporları arasındaki kusur durumuna ilişkin çelişkileri gidermek için soruşturma dosyasını Trafik İhtisas Dairesine göndermiş; Daireden, 2/11/2012 ve 3/7/2013 tarihli keşif tutanaklarını ayrıntılı olarak inceleyip dosyaya sunulan bilirkişi raporlarında farklılık bulunması hususunu da değerlendirerek taraflara ait kusur durumlarını ayrıntılarıyla tespit etmesini istemiştir. Daire, 18/11/2013 tarihinde raporunu düzenleyerek Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Bu raporun ilgili bölümleri şöyledir:" ...Savcılığınızın 9/9/2013 tarihli istem yazısında belirtilen hususlar dikkate alınarak dosya tümüyle incelenmiştir. Olay mahallinin konumu, çarpma noktasının yeri, şüpheli ve tanık ifadelerinde belirtilen yayanın yolun sağından koşarak kontrolsüzce kaplamaya girdiği yönündeki beyanlar, olay mahallinde yolun yaya geçidine kapatılmak üzere demir bariyerlerle bölünmüş olması, kazanın meydana geldiği yerde söz konusu bariyerin yayalar tarafından kesilmiş olduğu ve şüpheli sürücünün bu durumu öngörebilmesinin mümkün olmadığı, olay mahallinin 61 metre gerisinde yaya üst geçidinin bulunması, ifadelerde sürücünün kaplamaya giren yayayı gördüğünde korna ile uyarıp fren tedbirinde bulunduğu belirtilmekle, çarpma noktasının yeri ve araçtaki hasar durumu da dikkate alındığında şüpheli sürücüye kusur izafe edilen ve 3/7/2013 tarihinde yapılan keşfe binaen hazırlanan 8/7/2013 tarihli bilirkişi raporu, oluşa uygun bulunmamış olup 2/11/2012 tarihinde yapılan keşfe binaen hazırlanan 6/11/2012 tarihli bilirkişi raporuna iştirak edilmiştir. ...Bu duruma göre;1)Şüpheli sürücü E..... idaresindeki kamyonet ile yaya trafiğine kapalı D-200 karayolu üzerinde en sol şeridi takiben seyri sırasında olay mahalline geldiğinde yolun sağından soluna geçmek üzere kontrolsüzce ve koşarak kaplamaya giren müteveffaya çarpması ile karıştığı kazada atfı kabil kusur bulunmamaktadır.2) Müteveffa yaya Hülya Soyözen, olay mahalline 61 metre mesafede bulunan yaya üst geçidini kullanarak geçişini gerçekleştirmesi gerekirken; nizamlara aykırı olarak yaya geçişi demir bariyerlerle engellenmiş D-200 karayoluna giriş yaptığı, buna rağmen şüpheli sürücü idaresindeki araca ilk geçiş hakkını tanımaması ve korunma tedbiri almaması sonucu kendi ölümüyle neticelenen kazada dikkatsiz, özensiz ve nizamlara aykırı davranışlarından dolayı asli ve tamamen kusurludur.(...)" Cumhuriyet Başsavcılığı 12/12/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: “... böylece toplanan deliller ve alınan bilirkişi ve Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi raporlarıyla maktulün kazanın meydana gelmesinde tam kusurlu olduğu belirlenmiş olmakla; kusur yokluğu nedeniyle şüpheli hakkında atılı suç nedeniyle kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına (karar verildi).” Başvurucunun bu karara itirazı, Ağır Ceza Mahkemesinin 14/2/2014 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu tarafından 10/3/2014 tarihinde öğrenilmiş olup 7/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Taksir" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır.(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. (...) ." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar"kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4810
Başvuru, bir yayanın ölümüyle sonuçlanan trafik kazasının etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davalarında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 13/7/2020 ve 20/11/2020 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurulara konu nihai karar olan Bölge İdare Mahkemesi kararlarının gerekçelerinin benzer olması nedeniyle 2020/36805 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2020/20352 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2020/20352 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Ş., Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler ve Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Başvuruya konu olaylara ilişkin genel bilgiler ile olağanüstü hâl ilanı ve bu süreçte uygulanan tedbirler için bkz. B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §§ 11- B. Başvuru Konusu Olaylara ilişkin Süreç Başvurucular, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle ilgili barolara başvurmuştur. Başvurucuların talepleri Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından kabul edilmiştir. Söz konusu kararlar, Bakanlık tarafından uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere TBB'ye gönderilmiştir. TBB Yönetim Kurulu, önceki kararlarında ısrar ederek başvurucuların baro levhasına yazılmasına karar vermiştir. Bakanlık, başvurucuların baro levhasına yazılmalarına ilişkin TBB kararlarının kesinleşmesi üzerine Ankara İdare Mahkemelerinde (Mahkeme) TBB'ye karşı iptal davaları açmıştır. Başvurucular iptal davalarında davalı TBB yanında müdahil olarak yer almıştır. Ş. tarafından yapılan 2020/20352 numaralı bireysel başvuruya konu yargılama sürecinde, Mahkeme davanın reddine karar vermiştir. Bu karara karşı Bakanlığın yaptığı istinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince kabul edilerek karar kaldırılmış ve dava konusu işlemin kesin olarak iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma yürütüldüğü, isnat edilen fiilin niteliği ve avukatlık mesleğinin önemi dikkate alındığında baro levhasına yazılma talebinin soruşturma sonucuna kadar bekletilmesinin kamu yararı ve hizmet gereklerine daha uygun olacağı belirtilmiştir. Mustafa Koçaslan tarafından yapılan 2020/36805 numaralı bireysel başvuruya konu yargılama sürecinde, Mahkeme dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. İdare Mahkemesi kararında, başvurucu hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma yürütüldüğü gerekçesine yer verilmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunu gerekçeli olarak reddetmiştir. Karar gerekçesinde; 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununda kovuşturma kavramının bu kanuna münhasır bir anlamda kullanıldığı, soruşturmayı da kapsadığı, başvurucu hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen soruşturmanın derdest olduğu, isnat edilen fiilin niteliği ve avukatlık mesleğinin önemi dikkate alındığında baro levhasına yazılma talebinin soruşturma sonucuna kadar bekletilmesinin yerinde olacağı, başvurucunun baro levhasına avukat olarak yazılmasına ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular, muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §§ 34-56 ; İ.K. [GK], B. No: 2019/20904, 15/4/2021, §§ 27- Başvurulara konu Mahkeme kararlarının verildiği tarihte 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığa kabulde engeller" kenar başlıklı maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarının ilgili kısımları şöyledir:"Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabulistemi reddolunur : a) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak, ...Adayın birinci fıkranın (a) bendinde yazılı cezalardan birini gerektiren bir suçtan kovuşturma altında bulunması halinde, avukatlığa alınması isteği hakkındaki kararın bu kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebilir. " 24/11/2021 tarihli ve 7343 sayılı Kanun'un maddesiyle 1136 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “kovuşturma altında bulunması” ibaresi “dolayı hakkında kamu davası açılmış olması” şeklinde değiştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/20352
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davalarında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/36241
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve eksik inceleme sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, hakkında başlatılan adli soruşturma sonunda açılan kamu davasında 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'na muhalefet suçundan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 9/1/2020 tarihinde hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Verilen bu karar 20/10/2020 tarihinde istinaf isteminin esastan reddi ile kesinleşmiştir. Kesinleşen mahkumiyet kararından sonra 8/4/2022 tarihli ve 7394 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yürürlüğe girmiş ve anılan kanun ile 213 sayılı Kanunda da bir kısım değişiklikler yapılmıştır. Mahkemenin 9/5/2022 tarihli tensip tutanağında, 7394 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerin hükümlülerin lehine olabilecek nitelikte olduğu, bu nedenle seri şekilde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 213 sayılı Kanuna muhalefet suçları bakımından Mahkemece verilen kararın infazının durdurulup durdurulmayacağı konusunda karar istendiği, hak kaybına neden olunmaması için ek karar verilmeden infazın durdurulduğu ve bu konuda müzekkere yazıldığı belirtilerek duruşmanın 14/9/2022 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru 23/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon hakkaniyete uygun yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36552
Başvuru, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve eksik inceleme sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine 6/5/2009 tarihinde açtığı işe iade davasının dört yılı aşkın bir sürede sonuçlanması nedeniyle adil yargılanma hakkı ile çalışma ve sözleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/12/2013 tarihinde Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 15/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve dosyanın bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 7/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, iş akdinin 3/4/2009 tarihinde, geçerli bir neden gösterilmeksizin feshedildiğini iddia ederek, 6/5/2009 tarihinde Aksaray İş Mahkemesinde Şekerbank Türk A.Ş aleyhine işe iade davası açmıştır. Mahkeme, 24/8/2010 tarih ve E.2009/129, K.2010/103 sayılı kararla, fesih için geçerli ve haklı bir sebebin bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne hükmetmiştir. Davalının temyiz istemi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/5/2012 tarih ve E.2012/7887, K.2012/11291 sayılı ilâmıyla; bilirkişi kurulu raporunda, bazı eksik belgelerin celp edilerek dosyanın eksiksiz gönderilmesi halinde yeniden değerlendirme yapılacağı belirtilmiş olmasına rağmen, Mahkemece bu husus göz ardı edilerek eksik inceleme ile hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Aksaray İş Mahkemesi bozmaya uyarak, 4/4/2013 tarih ve E.2012/171, K.2013/116 sayılı kararıyla, bozma ilamında gösterilen hususlarda alınan bilirkişi raporu doğrultusunda, davalı işveren tarafından fesih sebebi olarak gösterilen hususların kanıtlanamadığı ve fesih için geçerli ve haklı bir sebebin bulunmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne, davacının işe iadesine ve altı aylık ücret ve haklarının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir. Davalının temyiz istemi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 2013 tarih ve E. 2013/15970, K. 2013/13966 sayılı ilâmıyla, gerekçeli kararın davalı vekiline tebliğ tarihini gösteren belgenin dosya arasında bulunmadığı anlaşıldığından anılan belgenin eklenerek gönderilmesi için dosyanın Mahkemesine geri çevrilmesine karar vermiştir. Eksikliklerin tamamlanarak dosyanın temyiz incelemesi için yeniden gönderilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 1/11/2013 tarih ve E.2013/20897, K.2013/23051 sayılı ilâmıyla, tazminatın altı aylık ücret tutarı olarak belirlenmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle hükmün bozularak ortadan kaldırılmasına, feshin geçersizliğine, davacının işe iadesine ve dört aylık ücret ve diğer hakların davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir. Nihai karar başvurucuya 6/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 24/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi, 22/5/2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası (Bkz. B.No: 2014/1981, 18/9/2014, §§ 17–22).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9540
Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine 6/5/2009 tarihinde açtığı işe iade davasının dört yılı aşkın bir sürede sonuçlanması nedeniyle adil yargılanma hakkı ile çalışma ve sözleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, bir siyasetçiye yönelik eleştiriler dolayısıyla verilen adli para cezasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1961 doğumlu olan başvurucu, Antalya'nın Kemer ilçesinde ikamet etmektedir. Yerel bir gazetede köşe yazarlığı yapan başvurucu, geçmişte belediye meclis üyeliği görevinde de bulunmuştur. G. ise başvuruya konu ifadelerin kullanıldığı dönem de dâhil olmak üzere toplam on yılın üzerinde Kemer ilçe belediye başkanı olarak görev yapmış olan aktif bir siyasetçidir. Başvuruya konu ifadelerin kullanıldığı dönemde G.nin rüşvet alma ve icbar suretiyle irtikap suçlarından gözaltına alınıp serbest bırakılması, iki ayrı mahkemede yargılamalarının devam ediyor olması ve hakkında Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) üyeliği suçundan Cumhuriyet savcısı tarafından fezleke düzenlenmiş olması nedeniyle söz konusu olaylara ilişkin iddialar kamuoyu gündemini meşgul etmiştir. G., hakkında yapılan yargılamalar sonucunda rüşvet alma suçundan 8/3/2019 tarihinde, icbar suretiyle irtikap suçundan 15/11/2018 tarihinde delil yetersizliği gerekçesiyle beraat etmiş; FETÖ/PDY üyeliği suçu ile ilgili olarak ise 18/4/2017 tarihinde yine delil yetersizliği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucu 9/5/2017 tarihinde Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde U.A. isimli bir kişi tarafından yapılan "ooo CHP yeni belediye yapmış" şeklindeki paylaşım ile ilgili olarak şu ifadeleri kullanmıştır:"Tüm fetöcü imar rant hırsızlarına Kılıçdaroğlu sahip çıktı ve çıkıyor. Herkes biliyor sen de biliyorsun yorulmaz bu adamın imar rant hırsızı olduğunu, çocukların da babası da (eğer oysa) hepsi, ama sizler başkalarını suçlarsınız, ama CHP olunca susarsınız, mezhepcilik diye herkesi suçlarsınız ama Kemal'i ne yaparsa yapsın savunuyorsunuz niye? Çünkü mezhepcilik yapıyorsunuz, bak ben adama imar rant hırsızı diyorum dava etmiyor herkesi ederken, niye korkuyor uygun davacı hakim bulmakta zorlanıyor, şimdi CHPli imar rant hırsızı ve onu destekleyen CHPliler diyeceğim, hadi siz dava edin." G., başvurucu hakkında 24/5/2017 tarihinde hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle şikâyette bulunmuştur. Kemer Cumhuriyet Başsavcılığı 6/7/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Yargılamayı yapan Kemer Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/1/2018 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 080 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...sanığın paylaşımlarının o tarihte Kemer Belediye Başkanlık görevini ifa eden katılana yönelik olduğu ve 'imar rant hırsızı' diyerek katılana yönelik görevinden dolayı hakaret ettiği anlaşıldığından sanık hakkında eylemine uyan TCK 125/3-a, 4 maddeleri gereğince aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuş, her ne kadar sanık müdafii sanığın Ağır Ceza Mahkemelerinde rüşvet, irtikap ve rant paylaşımı suçlarından dolayı yargılandığını, yine sanığın Fetö ile bağlantılı olduğunu, yapılan paylaşımların bir durum tespiti olduğunu, söz konusu dosyaların getirtilerek incelenmesini talep etmiş ise de, katılanın bahsi geçen suçlardan dolayı yargılanmasının suçun oluşmasını engellemeyeceği, sanık müdafii talebinin yargılamayı uzatmak amacı taşıdığı anlaşıldığından talebi yerine getirilmeyerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucunun temyizi üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 13/3/2018 tarihli ilamla hükmün onanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Sanık müdafiinin, müvekkilinin 'imar, rant hırsızı' şeklindeki sözleri ağır eleştiri niteliğinde olduğuna, kamu görevlisi olan katılanın, yapılan ağır eleştirilere katlanma yükümlülüğü olduğuna, suçun oluşmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine ilişkin ve diğer istinaf itirazları yerinde görülmediğinden..." Başvurucu bu kararı 11/6/2018 tarihinde öğrendikten sonra 26/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25073
Başvuru, bir siyasetçiye yönelik eleştiriler dolayısıyla verilen adli para cezasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, beraat kararı verilen davada lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru 18/9/2013 tarihinde Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinde görülen hırsızlık davası sonunda Mahkeme 12/11/2009 tarihli ve E.2008/795, K.2009/925 sayılı kararı ile başvurucunun beraatine, yargılama giderlerinin devlet üzerinde bırakılmasına karar vermiş ancak başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmetmemiştir. Anılan karar, taraflarca temyiz edilmediğinden İlk Derece Mahkemesince 3/12/2009 tarihinde kesinleştirilmiştir. Kesinleşme şerhinde, kesinleşme tarihi 19/11/2009 olarak belirtilmiştir. Vekâlet ücreti hususunda hükümde düzeltme yapılmasına yönelik 23/11/2009 tarihli talep, Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinin 10/12/2009 tarihli ek kararıyla reddedilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 6/12/2012 tarihli ve E.2012/27387, K.2012/47789 sayılı ilamı ile temyiz itirazlarının reddiyle ek kararın onanmasına karar vermiştir. Onama kararı başvurucuya 4/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 18/9/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Yargılama giderleri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir.” 19/12/2008 tarihli ve 27085 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Ceza davalarında ücret” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir” Yargıtay Ceza Dairesinin 11/6/2012 tarihli ve E.2011/67285, K.2012/38806 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“…Mahkemece 2011 tarihli kararla sanıkların beraatine karar verilerek dosyadan el çekildikten sonra sanık müdafiinin vekalet ücretine yönelik tavzih talebi üzerine dosyanın usul ve yasaya aykırı olarak yeniden ele alınarak 2011 tarihinde talebin kabulüne dair verilen ek karar hukuken yok hükmünde bulunması nedeniyle sanıklar müdafiinin bu karara yönelik 2011 günlü temyiz inceleme başvurusunun, 5320 sayılı yasanın 8/1 ve 1412 sayılı CMUK.nun maddesi uyarınca REDDİNE, 2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7512
Başvuru, beraat kararı verilen davada lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
0
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 19/11/2013 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 13/3/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 13/3/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 17/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 14/5/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 13/6/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 20/7/2012 tarihinde idare mahkemesine iptal davası açmış, Mersin İdare Mahkemesinin 13/12/2012 tarih ve E.2012/826, K.2012/1282 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesinin 8/5/2013 tarihli kararı ile İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 23/9/2013 tarihli kararı ile reddedilmiş ve Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 25/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 18/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır.2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…”
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8464
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru; bir gösteriye kolluk görevlilerince yapılan müdahale sırasında meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle kötü muamele yasağının, barışçıl olan gösterinin kolluk görevlilerince gerekli olmadığı hâlde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen gösteri kapsamındaki bir konsere 15/6/2013 tarihinde katıldığını, kolluk görevlilerince orantısız şekilde kullanılan göz yaşartıcı gazdan etkilenerek yaralandığını iddia ederek 11/6/2014 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde kolluk görevlilerinin hukuka aykırı eylemleri nedeniyle meydana gelen yaralanmadan bahsedilmesine karşın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı özelinde bir şikâyetin ileri sürülmediği görülmektedir. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda 30/4/2015 tarihinde ret kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Bu belirlemeler karşısında; somutolay açısındançözümlenmesigerekenşey, davacı açısından oluşan zararın, davalı idarenin yürüttüğü güvenlik kamu hizmetinden bağımsız olarak düşünülüp düşünülemeyeceği; yani, zarar ile eylem arasındaki illiyet bağının olup olmadığı ile ilgilidir. Özetle; yukarıda da izah edildiği gibi; idarenin güvenlik kamu hizmetini yürütürken gerek güvenlik kamu hizmetinin muhatabı olan kişiye ve gerekse üçüncü kişilere vermiş olduğu zarardan sorumlu olup, kamu hizmetinin yürütümü ile ilgili olarak her türlü önlemi ve denetimi yapma sorumluluğu olduğu da açıktır. Ancak, yukarıda da izah edildiği gibi; idarenin kamu hizmetinin yürütümündeki denetim eksiklikleri ve ya kamu hizmeti sırasında personelin işlediği suç düzeyindeki eylemlerinden sorumlu olabilmesi için; ortada kusurlu bir eylemin varlığının yetmediği, idarenin kusurlu eylemi ile oluşan zarar arasında bir illiyet bağı olması gerektiği; yani, idareye atfedilebilecek bir kusurlu davranışın bulunması gerektiği, idarenin davranışının aktif ve ya pasif nitelikte olması gerektiği aşikardır. Dava dosyasının incelenmesinden; 2013 tarihinde Gezi Parkında gerçekleştirilmek istenen 'yayalaştırma projesine' karşı gezi parkında yapılmak istenen konsere katılmak için bulunduğu alanın polis müdahalesi sonucunda dağıtıldığı, bu nedenle yakında bulunan bir otelin lobisine girdiği, polis memurları tarafından otelin içine biber gazı sıkması sonucunda ciddi şekilde yaralanması sebebiyle işkence/kötü muamele maruz kaldığından dolayı duyduğu elem ve kedere karşılık gelmek kaydıyla 000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesiGösteri ve yürüyüş yapmak Anayasal bir hak olmakla birlikte, bu hak kimi zaman toplumun huzur ve sükunu ve kamu güvenliğinin gerektirdiği hallerde sınırlanabilmektedir. Bu gibi hallerde mülki amirlikçe ya da kolluk kuvvetlerince izin verilmeyen durumlarda polisin bu gösterilere müdahalesi ve mevzuat çerçevesinde izin verilen müdahale araçlarının kullanılması bu hakların kullanılmasına engel bir durum olarak değerlendirilemez. Keza, kolluk kuvvetlerinin meşru sayılabilecek bir müdahalesi nedeniyle ortaya çıkan ve idarenin ajanlarına yöneltilemeyecek olan zarar ve ziyandan idarenin sorumlu tutulması da beklenemez.Bu bağlamda, 2013 tarihinde yapılan gösterilerin izinsiz olduğu, izinsiz gösteri yapan grubun dağıtılması için gaz bombası kullanıldığı, ayrıca davacının yaralandığına ilişkinherhangi bir bilgi ve belge sunulamadığı gibikendi beyanından başka bir belirleme olmadığı hususları da göz önüne alındığında olayda davalı idareye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığı sonucuna varılmakta olup davacının manevi tazminat isteminin reddi gerekmektedir." Başvurucu anılan ret kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, Mahkemenin kararında belirttiği "izinsiz gösteri" belirlemesinin doğru olmadığını zira Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Anayasa uyarınca hiç kimsenin barışçıl bir toplantı yapmak için önceden idareden izin almasının gerekli olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, idarenin bir imar faaliyetini protesto etmek amacıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullandığını dile getirmiş ve eylemin başından itibaren barışçıl olduğunu savunmuştur. Barışçıl bir toplantının gerekli olmadığı hâlde dağıtılması, dağıtılırken yoğun şekilde göz yaşartıcı gaz kullanılması, üstelik kaçarak kapalı bir mekâna sığındıktan sonra bile saatlerce yoğun gaza maruz kalmasının hukuka aykırı olduğunu dile getirmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulu 31/12/2015 tarihli kararında bozma nedeni bulunmadığı gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 9/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucu, kolluk görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunduğunu ve soruşturmanın devam ettiğini belirtmekle yetinmiş; buna dair başkaca bir bilgi ve/veya belgeye başvuru formu ve eklerinde yer vermemiştir. UYAP üzerinden yapılan kontrolde başvurucunun şikâyetine ilişkin olay hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca 2013/79334 numaralı soruşturmanın açıldığı görülmüştür. Birden fazla şüpheli ve müşteki olan soruşturmada başvurucu yönünden 22/5/2015 tarihinde tefrik kararı verilmiş ve 2015/68163 numaralı dosyada soruşturmaya devam edilmiştir. Anılan soruşturma Cumhuriyet Başsavcılığınca 8/10/2015 tarihinde -itirazı kabil olmak üzere- verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlandırılmıştır. UYAP üzerinden dosyaya erişim sağlanarak yapılan incelemede 22/10/2015 tarihinde kararı tebellüğ eden başvurucunun bu karara karşı itirazda bulunduğuna dair bir bilgi ya da belgeye ise rastlanmamıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4950
Başvuru, bir gösteriye kolluk görevlilerince yapılan müdahale sırasında meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedeniyle kötü muamele yasağının, barışçıl olan gösterinin kolluk görevlilerince gerekli olmadığı hâlde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; rüzgâr enerji santrali lisansı başvurusunun yeniden değerlendirilmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, Danıştay tarafından sebep ikamesi yapılması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, hukuk kurallarının ve maddi olguların hatalı değerlendirilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2019/4130, 2020/2157 ve 2020/2161 numaralı başvurular incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Planı Birinci başvurucuya, As Makinsan Elektrik Üretim Limited Şirketi unvanıyla dosyadan anlaşılamayan bir tarihte üç rüzgâr enerji santrali projesi (Belen II Rüzgâr Enerji Santrali, Karacabey Rüzgâr Enerji Santrali ve Fethiye Rüzgâr Enerji Santrali) için lisans verilmiştir. Ancak bu projelerin gerçekleşme oranlarının belirlenen seviyede olmadığının tespiti üzerine Belen II Rüzgâr Enerji Santrali ve Karacabey Rüzgâr Enerji Santrali için verilen üretim lisansları iptal edilmiş, Fethiye Rüzgâr Enerji Santrali projesi ise birinci başvurucunun talebi üzerine sonlandırılmıştır. Birinci başvurucu, As Makinsan Elektrik Üretim Limited Şirketinin farklı bir unvanla devamı mahiyetindedir. İkinci başvurucu ise birinci başvurucunun Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun (EPDK/Kurul) 12/4/2018 tarihli onayı üzerine bölünmesi suretiyle kurulmuş bir şirkettir. Birinci başvurucu 4/9/2002 tarihinde; (1) Osmaniye'nin Hasanbeyli ilçesi Kuşçumustafa-Beltepe4-Atalıntepe mevkiinde 18,9 MW kurulu gücünde, (2) İzmir'in Aliağa ilçesi Çakmaklı-Horozgediği-Pınartepe mevkiinde 9 MW kurulu gücünde, (3) İzmir'in Aliağa ilçesi Karpuzculardağı-Mangırtepe mevkiinde 12 MW kurulu gücünde, (4) Balıkesir'in Bandırma ilçesi Merinos-Merdivenlitepe-Güvenlitepe mevkiinde 9 MW kurulu gücünde rüzgâr enerjisine dayalı üretim tesisi kurmak amacıyla EPDK'ya başvurmuştur. Başvurular EPDK'nın 27/12/2006 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Ret kararlarının gerekçesinde 4/8/2002 tarihli ve 24836 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan (mülga) Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği'nin (mülga Yönetmelik) maddesine 26/4/2006 tarihli ve 26150 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yönetmelik'in maddesiyle eklenen son fıkrasına dayanılmıştır. Anılan fıkrada, lisansı iptal edilen bir tüzel kişilikte doğrudan veya dolaylı olarak yüzde on veya daha fazla pay sahibi olan kişilerin lisans başvurusunda bulunan tüzel kişilikte inceleme ve değerlendirme sonuçlarının Kurula sunulduğu tarih itibarıyla yüzde on ve üzerinde doğrudan veya dolaylı pay sahibi olamayacakları düzenlenmiştir.B. 27/12/2006 Tarihli İşlemlere Karşı Açılan Davalara İlişkin Süreç Birinci başvurucunun anılan işlemlerin iptali istemiyle Danıştay Onüçüncü Dairesinde (Daire) açtığı davalar 7/1/2008 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Kararların gerekçesinde; şirketin başvurularının, sahip olduğu üç lisans kapsamındaki faaliyetlerinin düşük olması ve bunlardan ikisinin lisansının başarısızlık gerekçesiyle iptal edilmesi nedeniyle mülga Yönetmelik'in maddesinin üçüncü fıkrasına dayanılarak reddedildiği tespiti yapılmıştır. Kararlarda sonuç olarak başvurucunun lisans başvurularının mülga Yönetmelik'in maddesinin üçüncü fıkrasına dayalı olarak reddedilmesinin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Söz konusu kararlar Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 24/12/2009 tarihli kararlarıyla onanmış, karar düzeltme istemleri de İDDK'nın 15/12/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başka Şirketler Tarafından Mülga Yönetmelik Hükmünün İptali İstemiyle Açılan Davalara İlişkin Süreç Başka iki şirketin (B. Limited Şirketi ve İ. Limited Şirketi) yaptığı başvuruların da mülga Yönetmelik'in aynı hükmüne dayalı olarak reddedilmesi üzerine anılan Şirketler ret işlemiyle birlikte mülga Yönetmelik'in maddesinin son fıkrası hükmünün iptali için Dairede dava açmıştır. Daire 11/2/2015 tarihli kararıyla söz konusu mülga Yönetmelik'in maddesinin son fıkrasını iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde kanunda yer almayan bir kısıtlamanın yönetmelik hükmüyle getirilemeyeceği vurgulanmıştır. EPDK iptal kararlarının uygulanması amacıyla anılan şirketlerin başvurusunun kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan 2/11/2013 tarihli ve 28809 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği'nin (2/11/2013 tarihli Yönetmelik) geçici maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca ön lisans başvuru olarak değerlendirilmesine ve işlemlerin buna göre sonuçlandırılmasına karar vermiştir. 11/8/2016 Tarihinde Yapılan İdari Başvurulara İlişkin Süreç Birinci başvurucu 11/8/2016 tarihinde EPDK'ya başvurarak 14/12/2006 tarihli kararların yok hükmünde sayılmasını talep etmiştir. Başvurularda, düzenleyici işlem niteliğindeki yönetmelik hükmünün iptal edilmiş olması sebebiyle söz konusu düzenleyici işleme dayalı olarak tesis edilen işlemin de dayanaksız hâle geldiği belirtilmiştir. EPDK tarafından başvurulara cevap verilmemiştir. Birinci başvurucu, EPDK'nın cevap vermemesini zımni ret olarak kabul ederek zımni ret işlemlerinin iptali için 11/10/2016 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde, Ankara İdare Mahkemesinde ve Ankara İdare Mahkemesinde davalar açmıştır. Dava dilekçelerinde, Danıştayın yerleşik içtihadına göre düzenleyici işlemin iptali hâlinde bu işleme dayalı olarak tesis edilen bireysel işlemlerin de hukuka aykırı hâle geleceği belirtilmiştir. EPDK'nın Mahkemelere sunduğu savunmasında, 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun maddesinin (8) numaralı fıkrasında da iptal edilen yönetmelik hükmüne benzer bir hükmün bulunduğunu ifade etmiştir. Düzenleyici işlemin iptali hâlinde ona dayalı olarak tesis edilen işlemlerin bundan etkilenmeyeceğini öne süren EPDK, bunu destekleyen bazı Danıştay kararlarına yer vermiş; ayrıca 2006 tarihli işlemin geri alınmasının idari istikrar ilkesini zedeleyeceğini ifade etmiştir. EPDK bunun yanında Dairenin 7/1/2008 tarihli kararının gerekçesine atıfta bulunarak 2006 tarihli işlemin mülga Yönetmelik'in maddesinin üçüncü fıkrasına dayalı olarak tesis edildiğini, dolayısıyla işlemin iptal edilen hükümle bir ilgisinin bulunmadığını vurgulamıştır. Ankara İdare Mahkemesinde Görülen Dava Ankara İdare Mahkemesi 28/12/2017 tarihinde işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. 6446 sayılı Kanun'un geçici maddesi ile buna dayalı olarak çıkarılan 2/11/2013 tarihli Yönetmelik'in geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, 6446 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla EPDK tarafından henüz sonuçlandırılmamış olan üretim ve otoprodüktör lisansı başvurularının ön lisans başvurusu olarak değerlendirileceği ve bu Yönetmelik'te düzenlenen ön lisans başvurularına ilişkin düzenlemeler çerçevesinde sonuçlandırılacağı kuralına yer verilmiştir.ii. Başvurucunun 4/9/2002 tarihinde yaptığı başvuru, mülga Yönetmelik'in maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmüne dayalı olarak 14/12/2006 tarihli işlem ile reddedilmiş ise de anılan hüküm Danıştay Onüçüncü Dairesinin 11/2/2015 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. Davalı idarece şirketin 2006 tarihli üretim lisansı başvurusunun reddedilmesine dayanak alınan mevzuatın mülga Yönetmelik'in maddesinin iptal edilen son fıkrası değil, üçüncü fıkrası olduğu iddia edilmiş ise de ret işleminin her iki hükmü de dayandırıldığı anlaşılmaktadır. iii. 6446 sayılı Kanun'un geçici maddesi ile buna dayalı olarak çıkarılan 2/11/2013 tarihli Yönetmelik'in geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine göre mezkûr Kanun'un yayımlanarak yürürlüğe girdiği 30/3/2013 tarihi itibarıyla davalı idarece henüz sonuçlandırılmamış üretim lisans başvuruları ön lisans başvurusu olarak değerlendirileceğinden davacının 2002 tarihli lisans başvurusunun da bu kapsamda -sonuçlandırılmamış lisans başvurusu olarak kabul edilerek- ön lisans başvurusu olarak değerlendirilmesi ve sonuçlandırılması gerekir. Bu durumda davacının başvurusunun ön lisans başvurusu olarak yeniden değerlendirilerek bir sonuca varılması gerekirken değerlendirme yapılmaksızın zımnen reddine ilişkin davalı idare işleminde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Davalı idare karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinde (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 24/5/2018 tarihinde istinaf istemini kabul ederek ilk derece mahkemesi kararını kaldırmış ve davayı esastan reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:i. 6446 sayılı Kanun'un maddesinin (8) numaralı fıkrasında lisansı iptal edilen tüzel kişinin -bu tüzel kişilikte yüzde on veya daha fazla paya sahip ortaklar ile lisans iptal tarihinden önceki bir yıl içinde görevden ayrılmış olanlar dâhil- yönetim kurulu başkan ve üyelerinin lisans iptalini takip eden üç yıl süreyle lisans alamayacakları, lisans başvurusunda bulunamayacakları, lisans başvurusu yapan tüzel kişiliklerde doğrudan veya dolaylı pay sahibi olamayacakları, yönetim kurullarında görev alamayacakları hükmüne yer verilmiştir. ii. Mahkemece, dayanak mülga Yönetmelik hükmünün Danıştay tarafından iptal edilmiş olması nedeniyle EPDK işleminin de hukuka aykırı hâle geldiği gerekçesiyle hüküm kurulmuş ise de ilk işleme dayanak tutulan ve Danıştayca iptal edilen yönetmelik maddesi artık bir kanun hükmü olarak yürürlükte bulunmaktadır. Kaldı ki mülga Yönetmelik'in maddesinin son fıkrası iptal edilmiş ise de lisans başvurularının inceleme ve değerlendirilmesinde başvuru sahibi tüzel kişinin üretim tesisi kurmak için almış olduğu lisanslar kapsamındaki üretim tesislerinin işletme öncesi döneme ilişkin faaliyetlerindeki ilerlemelerin de dikkate alınacağını ifade eden üçüncü fıkrası yürürlüktedir. iii. Başvurucu şirketin daha önce üç projede başarısızlığının tespit edildiği açıktır. EPDK'nın 27/12/2006 tarihli işleminin hukuka aykırılığını tespit eden bir yargı kararı bulunmamaktadır. Mülga Yönetmelik'in maddesinin somut olayın çözümüne etkisi bulunmayan son fıkrasının iptal edilmesi idarenin 27/12/2006 tarihli işlemi geri almasını gerektirmemektedir. Bu aşamadan sonra yargılamaya taraf olduğu anlaşılan ikinci başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde esas itibarıyla önceki aşamalarda ileri sürülen iddialar yinelenmiştir. Daire 31/10/2018 tarihli kararıyla Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır. Ankara ve İdare Mahkemelerinde Görülen Davalar Bir davanın görüldüğü Ankara İdare Mahkemesi 14/12/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda Bölge İdare Mahkemesinin yukarıda değinilen 24/5/2018 tarihli kararındakine (bkz. § 16) benzer gerekçeye yer verilmiştir. İki davanın görüldüğü Ankara İdare Mahkemesi 22/11/2018 tarihinde davaları reddetmiştir. Kararların gerekçeleri Bölge İdare Mahkemesinin yukarıda değinilen 24/5/2018 tarihli kararındaki (bkz. § 16) gerekçeyle aynıdır. Birinci başvurucu bu kararlara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi 24/5/2018 ve 30/5/2019 tarihlerinde istinaf istemini esastan reddetmiştir. Kararlara karşı yapılan temyiz istemlerini inceleyen Daire 30/11/2018 ve 25/11/2019 tarihlerinde Bölge İdare Mahkemesi kararlarını onamıştır. 6446 sayılı Kanun'un "Tanımlar ve kısaltmalar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Bu Kanunun uygulanmasında;...t) Lisans: Tüzel kişilere piyasada faaliyet gösterebilmeleri için bu Kanun uyarınca verilen izni, ...z) Önlisans: Üretim faaliyetinde bulunmak isteyen tüzel kişilere, üretim tesisi yatırımlarına başlamaları için gerekli onay, izin, ruhsat ve benzerlerinin alınabilmesi için belirli süreli verilen izni, ..." 6446 sayılı Kanun’un "Lisans esasları" kenar başlıklı maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir: "Lisansı iptal edilen tüzel kişi, bu tüzel kişilikte yüzde on veya daha fazla paya sahip ortaklar ile lisans iptal tarihinden önceki bir yıl içerisinde görevden ayrılmış olanlar dâhil, yönetim kurulu başkan ve üyeleri, lisans iptalini takip eden üç yıl süreyle lisans alamaz, lisans başvurusunda bulunamaz, lisans başvurusu yapan tüzel kişiliklerde doğrudan veya dolaylı pay sahibi olamaz, yönetim kurullarında görev alamaz." 6446 sayılı Kanun’un "Mevcut lisans başvurularının önlisansa dönüştürülmesi" kenar başlıklı geçici maddesi şöyledir: "(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Kurumca henüz sonuçlandırılmamış üretim lisansı başvuruları, önlisans başvurusu olarak değerlendirilir ve sonuçlandırılır." 6446 sayılı Kanunu’na 12/7/2013 tarihli ve 6495 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen "Mevcut lisans başvurularının önlisansa dönüştürülmesi" kenar başlıklı geçici maddesi şöyledir: "Rüzgar enerjisine dayalı üretim faaliyeti için yapılmış lisans başvurularından Kurul kararı ile lisans verilmesi uygun bulunmuş, ancak uygun bulma kararında belirtilen yükümlülüklerini yerine getiremediğinden dolayı, bu maddenin yürürlük tarihinden önce lisans başvurusu reddedilmiş tüzel kişilerin bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren bir ay içinde Kuruma başvurması ve TEİAŞ veya elektrik dağıtım şirketleri tarafından uygun bağlantı görüşlerinin devam ettiğinin tevsik edilmesi hâlinde bu kapsama giren tüzel kişilerin başvuruları önlisans başvurusu olarak kabul edilir ve bu Kanunda belirtilen yükümlülükleri tamamlamaları koşuluyla ilgili tüzel kişilere önlisans verilir. Bu madde kapsamında başvuran tüzel kişilerin daha önce irat kaydedilmiş olan teminatları iade edilmez." 4/8/2002 tarihli Yönetmelik'in maddesinin üçüncü fıkrası ile Danıştay Onüçüncü Dairesinin 11/2/2015 tarihli kararıyla iptal edilen son fıkrası şöyledir: "Üretim, otoprodüktör ve otoprodüktör grubu lisansı başvurularının inceleme ve değerlendirilmesinde; rüzgar, güneş ve jeotermal kaynaklara dayalı üretim tesisinin kurulacağı sahanın etkin kullanımı ile başvuru sahibi tüzel kişinin yerli doğal kaynaklar ve yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretim tesisi kurmak için almış olduğu lisanslar kapsamındaki üretim tesislerinin işletme öncesi döneme ilişkin faaliyetlerindeki ilerlemeler de dikkate alınır.Lisansı iptal edilen bir tüzel kişilikte doğrudan veya dolaylı olarak yüzde on (halka açık şirketlerde yüzde beş) veya daha fazla pay sahibi olan kişiler, lisans başvurusunda bulunan tüzel kişilikte inceleme ve değerlendirme sonuçlarının Kurula sunulduğu tarih itibarıyla yüzde on (halka açık şirketlerde yüzde beş) ve üzerinde doğrudan veya dolaylı pay sahibi olamaz." 2/11/2013 tarihli Yönetmelik'in geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(1) Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Kurumca henüz sonuçlandırılmamış olan;a) Üretim ve otoprodüktör lisansı başvuruları, önlisans başvurusu olarak değerlendirilir ve bu Yönetmelikte düzenlenen önlisans başvurularına ilişkin düzenlemeler çerçevesinde,...sonuçlandırılır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2302
Başvuru, rüzgâr enerji santrali lisansı başvurusunun yeniden değerlendirilmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, Danıştay tarafından sebep ikamesi yapılması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, hukuk kurallarının ve maddi olguların hatalı değerlendirilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumundan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğu tespit edilerek taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2016/34228, 2016/56484, 2016/74276, 2018/8578, 2018/20840 başvuru numaralı dosyalar konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2016/15230 başvuru numaralı dosyayla birleştirilmiştir. Başvurucular taşınmazlarının mülkiyetinin kamuya geçirilmesi işlemine karşı doğrudan bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15230
Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan eğitim kurumundan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğu tespit edilerek taşınmazın mülkiyetinin Hazineye geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1/2/2012 tarihinde davalı alt işveren P.Ö.G. Limited Şirketi nezdinde temizlik işçisi olarak çalışmaya başlamış; iş akdinin 31/12/2017 tarihinde feshedilmesi üzerine işe iade davası açmıştır. Mahkeme, işe iade davasının görülebilmesi için fesih tarihi itibarıyla işyerinde çalışan işçi sayısının en az 30 olması gerektiği, davalı şirkette çalışan toplam işçi sayısının 16 kişi olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu 13/4/2019 tarihinde kararı istinaf etmiş, istinaf başvuru dilekçesinde bir işverenin aynı iş kolunda birden fazla işyeri varsa işyerinde çalışan işçi sayısının tespitinde bu yerlerdeki toplam işçi sayısının dikkate alınmasının gerektiğini, ayrıca asıl işveren ve alt işverene bağlı işyerlerinin tespitiyle bu işyerlerindeki toplam işçi sayısının gözetilmesi gerektiğini bu nedenle kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra başvurucu, 7/9/2019 tarihli istinaf ek beyan dilekçesiyle daha önce kendisiyle aynı işyerinde çalışan ve iş akdi feshedilen S.İ.nin aynı işverene karşı açtığı işe iade davasında Siirt Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünün 20/5/2019 tarihli yazısında davalı işverenin işyerinde 120 işçinin çalıştığının belirtildiğini ifade etmiş ve buna ilişkin belgeyi sunmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (İstinaf Mahkemesi) başvurucunun istinaf talebini; asıl işverene bağlı olarak çalışanların otuz işçi sayısının tespitinde hesaba katılmadığını, dosya kapsamındaki belgelere göre davacının iş güvencesi kapsamında bulunmadığını kabul etmiş; kurulan hükümde bir isabetsizlik bulunmadığını belirterek 27/1/2010 tarihinden esastan kesin olarak reddetmiştir. Nihai kararın tebliği üzerine süresi içerisinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11671
Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılama devam ederken kamu görevinden ihraç edilme sebebiyle davanın konusunun kalmadığından bahisle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresi içerisinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Siirt'te bir devlet okulunda öğretmen olarak görev yapmaktayken sosyal paylaşım sitelerinde Devlet büyüklerine, kamu görevlilerine, kamu organlarına ve halka yönelik suç isnat edici, hakaretamiz, küçük düşürücü veya aşağılayıcı içerikleri içeren paylaşımlarda bulunduğu iddiasıyla 11/2/2016 tarihinde hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. 13/7/2016 tarihinde sona eren soruşturma sonucunda 1/8/2016 tarihli soruşturma raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda başvurucunun Twitter ve Facebook sosyal paylaşım sitelerinde şu şekilde paylaşımlarda bulunduğu tespitlerine yer verilmiştir: i. 18 Eylül tarihinde, "Siirt AKP'si seçim çalışmalarına seçimde yalanlarına ortaya serecek siteyi kapatarak başladı."ii. 19 Eylül tarihinde, "Kürdün dirisine tahammülü olmadığı bilinen AKP iktidarı şimdide mezarlıkları hedef seçiyor." ve "Yarın yenikapıya geleceklere doğuda nasıl ibadethaneleri yaktıklarını anlayacaklar. Dini darlar"iii. 8 Şubat tarihinde, "yüce kralımız Erdoğan, saray hizmetlerinde kullanmak üzere sipariş verdi, 400 milletvekili lazım. Ne diyelim, sana hizmetkar gönderenler utansın!"iv. 22 Temmuz tarihinde, "Bülent Arınç 'Suruç'ta patlama yerinde hiçbir HDP yöneticisi yok' diyor! Aşk olsun HDP yöneticileri! Birkaçınız oraya gidip atlasaydınız bombanın önüne, ölür müydünüz?" Bu tespitlerden hareketle başvurucunun sosyal paylaşım sitelerinde Devlet büyüklerine, kamu görevlilerine, kamu organlarına ve halka yönelik suç isnat edici, hakaretamiz, küçük düşürücü veya aşağılayıcı içerikleri paylaştığı sonucuna varılmıştır. Söz konusu fiilin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinde düzenlenen "Görevin yerine getirilmesinde dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, kişilerin yarar veya zararını hedef tutan davranışlarda bulunmak" kapsamında olması nedeniyle başvurucunun disiplin hukuku yönünden bir yıl kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile tecziye edilmesi gerektiği teklifinde bulunulmuştur. Siirt Millî Eğitim Müdürlüğünün 19/8/2016 tarihli yazısıyla başvurucu 7 gün içerisinde savunmasını vermek üzere davet edilmiştir. Başvurucu 30/8/2016 tarihinde savunmasını vermiştir. Bunun üzerine Siirt Millî Eğitim Müdürlüğünün 21/9/2016 tarihli işlemiyle başvurucuya, bir yıl süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yapmış olduğu 30/8/2016 tarihli itirazın 21/9/2016 tarihli İl Millî Eğitim Disiplin Kurulu kararıyla reddedildiği bildirilmiştir. Başvurucu tarafından Siirt Millî Eğitim Müdürlüğünün 21/9/2016 tarihli işlemin iptali istemiyle 9/11/2016 tarihinde dava açılmıştır. Dava dilekçesinde özetle kendisi hakkında hangi işlem ile cezanın verildiğini bilmediğini, savunması alınmadan cezalandırılmasının hukuka aykırı olduğunu, cezaya esas teşkil eden soruşturma raporu ve eklerinin kendisi ile paylaşılmadığını, dava konusu işlemin gerekçesi bulunmadığı gibi işlemde başvurulacak kanun yollarının da belirtilmediğini ifade etmiştir. Davalı idarenin 8/12/2016 tarihli savunma dilekçesinde özetle başvurucu hakkında düzenlenen soruşturma raporunda tespit edilen hususlar doğrultusunda disiplin cezasının verildiği ve tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu ileri sürülmüştür. Dava açıldıktan sonra başvurucu 29/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'yle (KHK) ekli listede ismine yer verilmesi suretiyle kamu görevinden ihraç edilmiştir. Siirt İdare Mahkemesi 21/7/2017 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararda; henüz ortada cezalandırma işlemi ve davacının itirazi başvurusu bulunmaksızın, başvurucunun disiplin soruşturması sırasında yapmış olduğu savunmasını itiraz olarak nitelendirmek suretiyle dava konusu işlemin tesis edildiği belirtilmiş ve bu sebeple de işlem hukuka aykırı bulunmuştur. Kararın istinafı üzerine Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 9/3/2018 tarihli kararıyla Siirt İdare Mahkemesinin kararı kaldırılarak, davanın konusu kalmadığından esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair kesin olarak karar verilmiştir. Kararda özetle başvurucunun, olağanüstü hâl kapsamında kamu personeline ilişkin alınan tedbirler çerçevesinde çıkarılan KHK ile kamu görevinden ihraç edildiğini ve bu sebeple açılan davanın konusunun ortadan kalktığı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 21/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (a) bendi şöyledir:" İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları" 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...c) Ehliyet,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." 1/2/2018 tarih ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un “Komisyonun oluşumu” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Anayasanın 120 nci maddesi kapsamında ilan edilen ve 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla onaylanan olağanüstü hal kapsamında, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur." 7075 sayılı Kanun'un “Komisyonunun görevleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1) Komisyon, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile tesis edilen aşağıdaki işlemler hakkındaki başvuruları değerlendirip karar verir.a) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya dailişiğin kesilmesi...." 7075 sayılı Kanun'un "Yargı denetimi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Komisyon kararlarına karşı Hâkimler ve Savcılar Kurulunca belirlenecek Ankara idare mahkemelerinde ilgilinin en son görev yaptığı kurum veya kuruluş aleyhine iptal davası açılabilir. Bu davalarda ayrıca Cumhurbaşkanlığına ve Komisyona husumet yöneltilemez." Danıştay İçtihadı Danıştay İkinci Dairesinin 3/11/2008 tarihli ve E.2008/3586, K.2008/4247 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, davacı tarafından ... Lisesi Müdürü olarak görev yaptığı dönemde hakkında 70 puanla orta düzeyde düzenlenen 2006 yılı sicil raporunun iptali istemiyle açılmıştır.İstanbul İdare Mahkemesince davacının yargılama devam ederken emekliye ayrıldığı, sicil raporunun iptalini isteme konusunda güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle ... davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir....2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinin 1/a bendinde iptal davaları, "idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan" davalar olarak tanımlanmaktadır.Maddede öngörülen menfaat ihlali koşulu, bu tür davaların kabulü ve dinlenilebilmesi için aranılan koşullardan biridir. Gerek doktrin gerekse yargısal içtihatlarda bu şart, subjektif ehliyet şartı olarak kabul edilmekte, ancak ne tür bir menfaat ihlalinin gerçek ve tüzel kişilere iptal davasını açma hakkı sağladığını gösterecek kesin bir ölçü ortaya konulamamakta ve bu ilişki kural olarak iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre saptanmaktadır.Genelde kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte, davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin bulunduğunun anlaşılması, dava açma ehliyetinin varlığı için yeterli sayılmaktadır....Bu durumda, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun emeklilerin yeniden kamu hizmetine alınmasını düzenleyen maddesi ve Devlet memurlarından 6 yıllık sicil notu ortalaması 90 ve daha yukarı olanların aylık derecelerinin yükseltilmesinde dikkate alınmak üzere bir kademe ilerlemesi uygulanacağını hüküm altına alan maddesi uyarınca davacı hakkında düzenlenen sicil raporu ve sicil notunun önem kazandığı ve davacının menfaatini doğrudan ilgilendirdiği gibi, sicil amirlerince olumsuz düşüncelerle orta düzeyde düzenlenen uyuşmazlık konusu sicil raporu ile davacı arasında manevi ilişkinin de devam etmesi karşısında, uyuşmazlığın esası incelenerek hüküm kurulması gerekirken, davacının güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle davanın [reddi] yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, kararın bozulmasına..." Danıştay Beşinci Dairesinin 15/12/2014 tarihli ve E.2012/2143, K.2014/9343 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, koruma ve güvenlik görevlisi olarak görev yapmakta iken tutukluluk hali nedeniyle görevden uzaklaştırılan davacının, memuriyet görevine başlatılması ve 1/3 oranında kesilen maaşının ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 2010 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır.İstanbul İdare Mahkemesince ... davacının,2010 tarihinde hizmetli kadrosunda göreve başlatıldığı, 2010 tarihinde de malulen emekli olduğu anlaşılmakla, memuriyet görevine dönmek istemiyle yaptığı başvurunun reddinden kaynaklanan uyuşmazlık yönünden davanın konusunun kalmadığı; ... davacının memuriyet görevine başlatılmamasına ilişkin kısmı yönünden davanın konusunun kalmaması nedeniyle uyuşmazlığın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, maaşından yapılan kesintilerin ödenmesi talebinin reddine dair kısmı yönünden de davanın reddine karar verilmiştir....İptal davalarında, idari işlemlerin kuruldukları tarih itibariyle yargısal denetime tabi tutulmaları gerektiği kuşkusuzdur. İdare Hukukunun genel ilkelerine göre iptal davası açılabilmesi için, davacı ile dava konusu işlem arasında menfaat ilişkisinin varlığı yeterli olup, ayrıca bu işlemle menfaat ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesi aranmamaktadır.Davacının idari işlemle ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesini zorunlu tutmak, iptal davalarını sadece davacılar yönünden ortaya koyduğu sonuçlarla değerlendirmek ve bu davaların amacını ihmal etmek anlamını taşır. Bunun sonucu olarak, dava görülmeden önce alınacak yeni idari kararlarla davacının iptali istenilen işlemle ilişkisini kesmek ve böylece hukuka aykırılığı ileri sürülen işlemi yargısal denetim dışında bırakmak yolu açılmış olur. Bu durumda, yargısal denetimden amaç "hukuka uygunluk" denetimi olduğuna, yargısal denetim işlemin kurulduğu tarih itibariyle gerçekleştiğine ve yeni işlem tesis edilene kadar hukuki sonuç doğurduğuna göre, Mahkemece dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun denetlenerek bir karar verilmesi gerekmekte iken dava konusu işlemden sonra kurulan 2010 günlü bir başka işlem ile davacının malulen emekli edildiği ve davanın konusuz kaldığından bahisle karar verilmesine yer olmadığına ilişkin olarak verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir....Açıklanan nedenlerle, kararın bozulmasına..." Danıştay Onikinci Dairesinin 28/10/2015 tarihli ve E.2015/1273, K.2015/5657 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava;... İl Özel İdaresi'nde genel sekreter olarak görev yapmakta iken 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan ... milletvekili genel seçimlerine katılmak için ... tarihinde istifa ederek görevinden ayrılan davacının, seçimler sonucunda eski görevine atanmak istemiyle yaptığı başvurusu üzerine İl Özel İdaresinde uzman kadrosuna atanmasına ilişkin [işlemin] iptali istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince, ... davacının, seçimler sonucunda tekrar görevine dönebilmek amacıyla yapmış olduğu başvurusu neticesinde genel sekreterlik kadrosunun dolu olması nedeniyle İl Özel İdaresinde dereceli uzman kadrosuna atanmasına ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir....Davalı idarece her ne kadar davacının ... tarihinde emeklilik isteminde bulunduğu ve bu isteği üzerine emekliye ayrıldığı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının ... tarihli yazısından anlaşıldığından, iş bu davanın davacı yönünden hukuki bir yararının bulunmadığı gibi, davanın konusuz kaldığı ileri sürülmüş ise de; iptal davası açılabilmesi için davacının dava konusu işlem nedeniyle menfaatinin ihlal edilmiş olması yeterli olup, bu işlemle menfaat ilişkisini dava sonuna kadar sürdürmesi gerekmediğinden, davalı idarenin davacı emekli olduğundan davanın konusuz kaldığı yolundaki iddiasına da itibar edilmemiştir.... davacının, görevine dönme talebinde bulunduğu tarihte durumuna uygun eşdeğer görevlerin bulunup bulunmadığı hususunda gerekli ve yeterli inceleme yapılarak bir karar verilmesi gerekirken ... davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır." Danıştay Beşinci Dairesinin 19/12/2018 tarihli ve E.2018/3781, K.2018/18569 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Kanun Hükmünde Kararnamelerin eki listesinde isimlerine yer verilmek suretiyle başka bir işleme gerek kalmaksızın doğrudan kamu görevinden çıkartılan personelin açmış olduğu davalarda idare mahkemelerince, genellikle anılan Kanun Hükmünde Kararnamelerde söz konusu kamu görevinden çıkarılma konusunda idareye herhangi bir değerlendirme yapma ya da başka yönde işlem kurma yetki ve görevi verilmediği, kanun niteliğini taşıyan hukuki bir düzenleme ile kamu görevinden çıkarılma işlemi gerçekleştirildiği, dolayısıyla davalı idarece tesis edilmiş, idari davaya konu olabilecek bir idari işlemin bulunmadığı ve davanın esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle "davaların incelenmeksizin reddi yönünde" kararlar verilmiştir. Buna karşın, Kanun Hükmünde Kararnamelerde belirlenen usul ve esaslara göre personelin kendi kurumunda oluşturulan kurullar tarafından tesis edilen kamu görevinden çıkartılmaya ilişkin işlemlere karşı açılan davalarda, idare mahkemelerince uyuşmazlığın esasının incelenmesine devam edilmiştir.Bu arada, personelin kendi kurumunda oluşturulan kurul tarafından tesis edilen kamu görevinden çıkartılmaya ilişkin işlemlere karşı açılan davaların incelemesi devam ederken, aynı personelin bu kez Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararnamelerin eki listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarıldığı hallerde, yasa hükmünde olan Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinin herhangi bir işleme gerek kalmaksızın doğrudan sonlandırılmış olması karşısında, idare tarafından oluşturulan Kurulun tesis ettiği kararın kendiliğinden ortadan kalktığı ve davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle kimi idare mahkemelerince dava hakkında "karar verilmesine yer olmadığı" yönünde kararlar verilmiştir.Bir idari işlem açıkça idare tarafından geri alınmadığı veya bir başka işlemle yürürlükten kaldırılmadığı ya da idare mahkemesince iptal edilmediği sürece hukuk aleminde varlığını sürdürecektir. Bu nedenle, Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listelerde ismine yer verilmek suretiyle hiçbir idari işleme gerek kalmaksızın doğrudan kamu görevinin sonlandırılmasına karşı açılan davalarda idare mahkemelerince, Kanun Hükmünde Kararnamelerin kanun niteliği taşıdığı gerekçesiyle "incelenmeksizin ret" kararları verildiği de göz önünde bulundurulduğunda, personellerin kendi kurumunda oluşturulan kurullar tarafından kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin işlemlere karşı açılan davaların (idari işlemden sonra çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listesinde aynı personelin ismine yer verilmek suretiyle ikinci kez görevine son verilmiş olsa bile idari işlemin hukuken yürürlükte olması nedeniyle) esastan sonuçlandırılması gerektiği açıktır....Bu nedenle, anılan her iki işleme karşı açılan davalarda yargı yerlerince verilecek kararların uygulanması aşamasında ortaya çıkabilecek hukuki sorunların da önlenmesi amacıyla Mahkemece; öncelikle personelin ilgili Kanun Hükmünde Kararnamenin ekli listesinde isminin yer alması nedeniyle kamu görevinden çıkartılması işlemine karşı dava açıp açmadığı, dava açmış ise 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun hükümleri gereğince dava dosyasının İnceleme Komisyonuna gönderilip gönderilmediği, Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmasına karşı dava açmamış (ya da dava açmış) olsa bile Komisyona başvurma hakkını da kullanabileceğinden, personelin Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvuruda bulunup bulunmadığı ve Komisyonca başvuru hakkında bir karar verilip verilmediği veya Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılmasının iptali istemiyle açılmış dava nedeniyle 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun gereğince Komisyona gönderilmesi gereken bir dosyasının mevcut olup olmadığı (Komisyonca verilecek karar hem personelin hukuki durumunu hem de davacının çalıştığı kurum bünyesinde oluşturulan Kurul tarafından verilen kamu görevinden çıkarma işlemine karşı açtığı davada yargı mercilerince verilecek kararın hukuki sonucunu etkileyeceğinden) araştırılmalı, Komisyona başvurusu var ise, bu başvurunun sonucu beklenmeli, Komisyon kararına karşı dava açılmış ise, yukarıda açıklandığı üzere söz konusu iki davada verilecek kararlar birbirini etkileyeceğinden, öncelikle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 38 ve devamı maddelerinde yer alan "bağlantılı davalara ilişkin hükümler" dikkate alınarak değerlendirme yapılmalı, şayet personelin herhangi bir davası veya Komisyona başvurusu yok ise Anayasanın maddesiyle de koruma altına alınan hak arama hürriyetinin engellenmemesi adına, davacının çalıştığı kurum bünyesinde oluşturulan Kurul kararı ile ihraç edilmesi işleminin iptaline konu uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin Sözleşmeci devletlerin iç hukukunda geçen bir hak için belirli bir anlam öngörmediğini, bir hakkın var olup olmadığını karara bağlamada ilke olarak iç hukuka başvurulacağını, ulusal mahkemelerin bu konudaki değerlendirmelerinden farklı bir sonuca ulaşılması için de güçlü gerekçelere sahip olunması gerektiğini, yetkililerin belli bir başvuran tarafından talep edilen tedbirin kabul edilip edilmemesine karar vermede takdir hakkını kullanıp kullanmadığının dikkate alınabileceğini, hatta bu durumun belirleyici olabileceğini, bununla birlikte salt bir kanun hükmünün lafzında bir takdir unsurunun bulunmasının bir hakkın varlığını tek başına hükümsüz kılmayacağını, benzer durumlarda iddia edilen hakkın yerel mahkemelerce tanınması veya yerel mahkemelerin başvuranın talebinin esasını incelemesi hususunun da gözönüne alması gerektiğini belirtmiştir (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94). AİHM; mahkeme hakkının görünümlerinden biri olan karar hakkı ile ilgili Kutic/Hırvatistan (B. No: 48778/99, 1/3/2002) davasında yaptığı değerlendirmede ise Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını yinelemekte ancak bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda mahkemenin uyuşmazlık konusundaki kararını elde etme hakkını da kapsadığını belirtmektedir. AİHM'e göre bir taraf devletin iç hukuk sistemi uyarınca bir birey tarafından açılan davaya ilişkin yürütülen yargılamalar neticesinde davanın nihai bir karara bağlanacağı garanti edilmeden bu kişinin bir mahkeme önünde hukuk davası açmasına izin verilmesi yanıltıcı olur. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının davacılara tanınan usule ilişkin güvenceleri -adil, aleni ve hızlı yargılama-, uyuşmazlıklarının nihai bir çözüme kavuşturulacağını garanti etmeksizin detaylı olarak açıklamasının anlamsız olacağına dikkat çekmektedir (Kutic/Hırvatistan, § 25).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18444
Başvuru, yargılama devam ederken kamu görevinden ihraç edilme sebebiyle davanın konusunun kalmadığından bahisle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, idare mahkemesi kararına karşı üst mahkemeye yapılan kanun yolu (itiraz) başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) Genel Müdürlüğü emrinde şube müdürü olarak görev yapan başvurucu, Kurumun Disiplin Kurulunun 21/2/2012 tarihli kararıyla kınama cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, kınama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde tebligat adresi olarak çalıştığı Kurumun adresini göstermiştir. İstanbul İdare Mahkemesi 16/5/2012 tarihli kararıyla yürütmenin durdurulması istemini reddetmiştir. Bu karar 8/6/2012 tarihinde dava dilekçesinde gösterdiği işyeri adresinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucunun yürütmenin durdurulması talebinin reddine dair karara karşı yaptığı itiraz, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 29/6/2012 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar da başvurucunun dava dilekçesinde gösterdiği işyeri adresine tebliğe çıkarılmış ancak tebligatın gerçekleştirilememesi nedeniyle tebliğ evrakı iade edilmiştir. Tebliğ evrakının iade edilmesi üzerine İstanbul İdare Mahkemesi 29/6/2012 tarihli kararı bu kez "MERNİS Adresi" açıklamasıyla "G. Mahallesi Ü. Sokak No:14 İç Kapı No: 4 ..." adresine tebliğe çıkarmıştır. Bu tebligat 14/8/2012 tarihinde bizzat başvurucaya teslim edilmek suretiyle gerçekleştirilmiştir. Dava, İstabul İdare Mahkemesinin 27/2/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar, bir önceki tebligatın gerçekleştirildiği "G. Mahallesi Ü. Sokak No: 14 İç Kapı No: 4 ..." adresine tebliğe çıkarılmıştır. Ancak bu tebliğ zarfında bir önceki tebligattakinin (bkz. § 16) aksine söz konusu adresin MERNİS (Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi) adresi olduğuna dair herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir. Tebliğ memuru tarafından tebliğ mazbatasının üzerindeki adreste yer alan "Ü. Sokak" kısmı çizilerek el yazısıyla "K. Sokak İSKİ Lojmanları No: 8" olarak düzeltilmiştir. Başvurucu bireysel başvuru formunda, yaklaşık on beş yıldır ikamet adresinin aynı olduğunu ancak Belediyenin sokak isimlerini değiştirdiğini, tebligatın sokak ismi yönünden güncellenmeyen eski MERNİS adresine gönderilmesi sonucu adresin karıştırılmış olması ihtimalinin bulunduğunu belirtmektedir. Bu şekilde düzeltilen adrese gidildiğinde başvurucunun bulunamadığı belirtilerek 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesi uyarınca kapıya haber kâğıdı yapıştırılmak suretiyle tebliğ evrakı 29/3/2013 tarihinde muhtara teslim edilmiştir. Tebliğ mazbatasının üzerine E.A. isimli komşuya haber verildiği şerhi düşülmüştür. Başvurucu 8/7/2013 tarihinde, İstanbul İdare Mahkemesinin esas hakkındaki 27/2/2013 tarihli kararına karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi nezdinde itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucu itiraz dilekçesinde; itiraza konu kararın kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğini, kararı dosyanın hangi aşamada olduğunu öğrenmek için Mahkeme Kalemini telefonla araması üzerine 4/7/2013 tarihinde karardan haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca, dava dilekçesinde gösterdiği işyeri adresinin tebligata elverişli bir adres olduğunu, MERNİS adresine yönelmeyi gerektiren bir durum bulunmadığını, kaldı ki tebliğ zarfına yazılan MERNİS adresinin de güncel olmayıp davanın açıldığı tarihteki MERNİS adresi olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, muhtarlıktan yaptığı araştırmada tebligattan en yakın komşu olarak haberdar edildiği belirtilen ancak kendisinin tanımadığı E.A. isimli şahsın farklı bir sokakta oturduğunu tespit ettiğini, dolayısıyla adı geçen kişinin komşusu olmadığını belirterek usulsüz tebligat nedeniyle itirazının süresinde yapıldığının kabul edilmesini talep etmiştir. Başvurucu, E.A. isimli şahsın G. Mahallesi Z. Sokak No: 7 ...Apt. ... Blok Daire ...'de ikamet ettiğine dair 8/7/2013 tarihli muhtarlık yazısını itiraz dilekçesi ekinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesine sunmuştur. Başvurucu aynı belgeyi bireysel başvuru formuna da eklemiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 27/9/2013 tarihli kararıyla itirazı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde İstanbul İdare Mahkemesinin itiraza konu kararının başvurucuya 29/3/2013 tarihinde tebliğ edildiği, bu tarihten itibaren otuz günlük itiraz süresi geçirildikten sonra 8/7/2013 tarihinde itirazda bulunulduğu belirtilmiştir. İtirazın süre aşımından reddine dair karar "MERNİS Adresi" açıklamasıyla "G. Mahallesi K. Sokak No: 8 İç Kapı No: 4 ..." adresine tebliğe çıkarılmış ve başvurucuya tebliğ edilmiştir. Bu aşamada dava dosyasına ibraz edilen 19/11/2013 tarihli vekâletnameye istinaden Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) başvurucu vekili eklenmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulunun 18/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 25/4/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari davaların açılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İdari davalar, Danıştay, idare mahkemesi ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle açılır. Dilekçelerde;a) Tarafların ve varsa vekillerinin ... adresleri ...(...)Gösterilir." 2577 sayılı Kanun'un olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan şekliyle "İtiraz" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdare ve vergi mahkemelerinin; (...) c) Kamu görevlilerine uyarma ve kınama cezası verilmesine ilişkin işlemlerden, (...)kaynaklanan uyuşmazlıklarla ilgili olarak verdikleri nihaî kararlar ile tek hâkimle verilen nihaî kararlara, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi mahkemelerin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine itiraz edilebilir. İdare ve vergi mahkemelerinin yukarıdaki fıkra uyarınca verdikleri nihai kararlara karşı itiraz süresi, tebliğ tarihini izleyen günden itibaren otuz gündür. (...)" 7201 sayılı Kanun'un "Bilinen adreste tebligat"kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır. Şu kadar ki; kendisine tebliğ yapılacak şahsın müracaatı veya kabulü şartiyle her yerde tebligat yapılması caizdir.(Ek fıkra: 11/01/2011-6099 S.K./mad.) Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır." 7201 sayılı Kanun'un "Belli bir yerde veya evde meslek ve sanat icrası" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, ...yapılır." 7201 sayılı Kanun'un "Tebliğ imkânsızlığı ve tebellüğden imtina" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.(Ek fıkra: 11/01/2011-6099 S.K./mad.) Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır." 7201 sayılı Kanun'un "Usulüne aykırı tebliğin hükmü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır.Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkını hukukun üstünlüğü ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte; mahkemeye erişim hakkının ve başvuru yapılabilmesi konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34). AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 20). AİHM'e göre mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açabilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40). Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012, § 42). AİHM; Sözleşme sisteminin bazı durumlarda Sözleşmeci devletlerin Sözleşme’nin maddesiyle güvence altına alınan haklardan etkili olarak yararlanılmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almasını gerektirdiğini (Vaudelle/Fransa, B. No: 35683/97, 3/1/2001, § 52), bunun her şeyden önce hakkında dava açılan kişinin durumdan haberdar edilmesini içerdiğini ifade etmektedir (Dilipak ve Karakaya/Türkiye, B. No: 7942/05, 24838/05, 4/3/2014,§ 77). AİHM, asliye hukuk mahkemesinde açılan tazminat davasında davalı tarafın adresinin tespit edilememesi nedeniyle ilan yoluyla tebligat yapılarak hakkındaki davanın bildirilmesi ve yargılamanın davalının yokluğunda neticelendirilmesinin şikâyet konusu edildiği başvuruda yetkili makamların, hakkında açılan davayla ilgili olarak başvuranı bilgilendirmek amacıyla gerekli özeni gösterip göstermediklerinin belirlenmesi gerektiğine dikkat çekmiştir (Dilipak ve Karakaya/Türkiye, § 80). AİHM, somut uyuşmazlıkta 7201 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen kişiye tebligatta bulunulduğu varsayımının Sözleşme ile kendiliğinden bağdaşmaması hâlinde yine de bilinen son adresin başvurana ait olduğundan ya da yargılamadan başvuranın haberdar edildiğinden emin olunması gerektiğini belirtmektedir (Dilipak ve Karakaya/Türkiye, § 100).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7805
Başvuru, idare mahkemesi kararına karşı üst mahkemeye yapılan kanun yolu itiraz) başvurusunun süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde bildirim yapılmaksızın bir basın açıklamasına katılan başvurucular hakkında emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 3/12/2020 ve 7/12/2020 tarihlerinde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/39116 sayılı bireysel başvuru dosyasının 2020/38552 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Mersin Valiliği (Valilik) tarafından 9/1/2019 tarih ve 67781986-640 sayılı kararla mülki sınırlar içerisinde 2019 yılı toplanma alanları, yürüyüş güzergâhları, miting alanları ve basın açıklaması yapılacak yerler belirlenmiş, ilan edilmiş ve ilgili taraflara tebliğ edilmiştir. Anılan kararda ayrıca basın açıklaması etkinliklerinin kamu düzenini, eğitim-öğretimi, çalışma hayatını ve ticaret hürriyetini engelleyici veya bozucu biçimde olmamak kaydıyla ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun "Bildirim verilmesi" başlıklı maddesinde belirtilen süre içinde bilgi verilmek suretiyle yapılması hususu belirtilmiştir. Valilik tarafından 15/1/2020 tarih ve 1251 sayılı valilik oluru ile yukarıda bahsi geçen kararla aynı içerikte bir karar 2020 yılı için de alınmıştır. Başvurucular 18/5/2020 tarihinde Mersin ili Çankaya Mahallesinde bulunan Sokak üzerinde saat 40'ta düzenlenen "Kadına Şiddet" konulu basın açıklamasına katılmıştır. Basın açıklaması açık kaynak araştırması üzerine sosyal medya aracılığıyla tespit edilmiştir. Basın açıklamasına dair yalnızca şahıs tespit tutanağı bulunmaktadır. Basın açıklamasının nasıl sona erdiğine dair bir bilgi de bulunmamaktadır. Başvurucular hakkında bildirim yapılmaksızın düzenlenen basın açıklamasına katılmaları nedeniyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunmaktan 392,00 TL idari para cezasına hükmedilmiştir. Başvurucular tarafından idari para cezalarına farklı tarihlerde itiraz edilmiştir. İtirazları inceleyen Mersin İlgili Sulh Ceza Hâkimlikleri (Hâkimlikler), başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle farklı tarihlerde itirazları kesin olarak reddetmiştir. Kararlar 5/11/2020 ve 6/12/2020 tarihlerinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye [...] idari para cezası verilir..." 2911 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il ve ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.İl ve ilçelerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak ve vatandaşların günlük yaşamını zorlaştırmayacak şekilde ve 22 nci maddenin birinci fıkrasında sayılan sınırlamalara uyulması kaydıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin il ve ilçe temsilcileri ile güzergâhın geçeceği ilçe ve il belediye başkanlarının, en çok üyeye sahip üç sendikanın ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının il ve ilçe temsilcilerinin görüşleri alınarak mahallin en büyük mülki amiri tarafından belirlenir. İl ve ilçenin büyüklüğü, gelişmişliği ve yerleşim özellikleri dikkate alınarak birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı belirlenebilir.Belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı yerel gazeteler ile valilik ve kaymakamlık internet sitelerinden ilan edilerek halka duyurulur...." 10/6/1949 tarihli ve 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (A) fıkrası şöyledir: "Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür." 5442 sayılı Kanun'un maddesinin (C) fıkrası şöyledir:"İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. (Ek cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. (Ek paragraf: 25/7/2018-7145/1 md.) Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir. (Mülga birinci cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) (…) Bu fıkra kapsamında alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır." 5442 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(Değişik: 23/1/2008-5728/125 md.) İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır. (Ek cümle: 27/3/2015 - 6638/16 md.) Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır." B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurulara ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24-
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38552
Başvuru, basın açıklaması yapılamayacak alanlar kapsamında olan yerde bildirim yapılmaksızın bir basın açıklamasına katılan başvurucular hakkında emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından başvurucunun kendisi kaçırıldığı hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 5/6/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; terör örgütü mensupları tarafından 16/6/1994 tarihinde Batman ili Sason ilçesi Dörtbölük köyü Hergök (Yakabağ) mezrasına yapılan baskında kaçırıldığını,kaçırma olayında izahı mümkün olmayan korku yaşadığını ve terör örgütü üyelerinin baskısına maruz kaldığını, örgüt mensuplarının elinden kaçarak kurtulması akabinde geçici köy koruculuğu görevinden istifa ederek köyünü terk ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu, “Asi” olan soyadını Sason Asliye Hukuk Mahkemesinin 23/10/2002 tarihli ve E.2002/41, K.2002/60 sayılı kararı ile “Kandemir” olarak değiştirmiştir. Başvurucu 20/7/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 27/1/2011 tarihli ve 2011/1-831 sayılı kararında; terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyada yer alan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu Sason ilçesi Dikbayır köyü boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden aileler bulunduğundan, 1990-2000 yılları arasında köyde ciddi bir nüfus yaşadığından, kaçırılan şahıs ile başvurucunun kimlik bilgileri örtüşmediğinden bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 15/2/2012 tarihli ve E.2011/4595, K.2012/883 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “... Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 0490-18647-11/Ter.Suç.Ks sayılı Batman Valiliği'ne hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısından; Dikbayır Köyü'nün1993-2000 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 01/10/2009 tarih ve 3700-63966-09/GKK/Ks. sayılı ve eki 2009 tarihli tutanağa göre, 1987-2000 yılları arasında Dikbayır Köyü'ndeGKK veGÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri dışında köyde 15 hanenin ikamet ettiği,köy nüfusunun 1990 yılında 210, 1997 yılında 210, 2000 yılında, 278 Kişi olduğu, Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 2009 tarih ve 185 sayılı yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı,ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği, 2000 yılı sonrasında da sandık kurularak seçimlerin düzenli olarak yapıldığı, Sason İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 2006 tarihli yazısından, Dikbayır Köyü İlköğretim Okulu'nun1994-1998 yılları arasında güvenlik sebebiyle eğitim ve öğretime kapalıolduğunun ifade edildiğigörülmektedir. Davacının 1994 yılında terör örgütü üyelerince kaçırılması üzerine güvenlik sebebiyle köyden göç edildiği ileri sürülmekte ise de, davacının 1996 tarihine kadar Dikbayır Köyünde koruculuk yaptığı ve olaydan 2,5 yıl sonra göç ettiği göz önüne alındığında davacıya yönelik doğrudan terör tehditi ile göç etmediği sonuç ve kanaatine varılmaktadır.  Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Dikbayır Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik subjektif güvenlik tehditinin bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 23/1/2013 tarihli ve E.2012/5084, K.2013/63 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Onama kararı, başvurucuya 7/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4646
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından başvurucunun kendisi kaçırıldığı hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza davasında çelişkili bilirkişi raporu dikkate alınarak ve başvurucunun duruşmada hazır bulunulmasına imkân verilmeden mahkûmiyet kararı verilmesi, yargılamaya katılan hâkim ve savcıların taraflı davranması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında Kiğı Cumhuriyet Başsavcılığının 10/2/2009 tarihli iddianamesiyle iştirak hâlinde edimin ifasına fesat karıştırmak suçundan dava açılmıştır. Kiğı Asliye Ceza Mahkemesi 29/7/2010 tarihli kararıyla başvurucunun iştirak hâlinde edimin ifasına fesat karıştırmak suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Yargıtay (Yargıtay) Ceza Dairesi 3/10/2013 tarihli kararıyla kararı onamıştır. Başvurucu, nihai kararı kendisine infaz için tebligat yapıldığı 22/9/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 17/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16467
Başvuru, ceza davasında çelişkili bilirkişi raporu dikkate alınarak ve başvurucunun duruşmada hazır bulunulmasına imkân verilmeden mahkûmiyet kararı verilmesi, yargılamaya katılan hâkim ve savcıların taraflı davranması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazın geç değerlendirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinden önce başvurucu, Adana İl Jandarma Komutanlığında subay olarak görev yapmaktadır. Kamuoyunda bilinen ismiyle MİT tırları olayına ilişkin olarak Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturmada (anılan olaya ilişkin bilgiler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 13-50) 7/5/2014 tarihli iddianameyle başvurucunun devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması talebinde bulunulmuştur. İddianamede isnat edilen eylemlerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda başvurucunun devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama suçlarını işlediği iddiasıyla bazı kamu görevlisi sanıklarla birlikte planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen organizasyonun parçası olarak ve örgütlü bir şekilde hareket ettiği ifade edilmektedir. İddianameye göre başvurucu; Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Hükûmetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide vb. terör örgütlerine yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmak amacıyla devletin güvenliği veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgiler olan ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından yasal olarak gerçekleştirilen, özünde devlet sırrı niteliğindeki faaliyetleri ifşa etmiştir. Başvurucunun tutuksuz olarak yargılanması devam ederken Adana Asliye Ceza Mahkemesinin 11/12/2015 tarihli kararıyla dosyalar arasında hukuki, fiilî ve şahsi irtibat bulunduğu gerekçesiyle dosyaların Yargıtay Ceza Dairesinin (ilk derece mahkemesi) E.2015/1 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Öte yandan Selam-Tevhid Kudüs Ordusu adlı terör örgütünü konu alan bir soruşturmadaki usulsüzlük iddiaları kapsamında Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenliği veya ulusal ve uluslararası yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken görüşmelerinin dinlendiği, kaydedildiği ve bir kısmının iletişim tespit tutanağı hâline getirilerek terörle ilişkilendirildiği gerekçesiyle başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 9/4/2015 tarihinde başvurucuyu diğer şüphelilerle birlikte silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 9-10/4/2015 tarihli ve 2015/167 İş sayılı kararı ile başvurucu hakkındaki talebin "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, şüphelilere isnat edilen suçların yasadaki alt ve üst sınırları, isnat edilen suçlardan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçunun CMK 100/3 maddesinde sayılan suçlardan oluşu sebebiyle adli kontrol kararları yetersiz kalacağı..." gerekçesiyle kabulüne karar verilerek başvurucu tutuklanmıştır. Başvurucunun verilen tutuklama kararlarına karşı yaptığı itiraz,İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin verdiği 17/4/2015 tarihli kararla kesin olarak reddedilmiştir. Başsavcılıkça yürütülen soruşturma sonucunda 23/10/2015 tarihli iddianameyle başvurucuyla birlikte bir kısım şüpheli hakkında devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama, silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması talep edilerek İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 9/11/2015 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş, E.2015/297 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı gün yapılan tensip incelemesi ile "üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanıklara atılı suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak varsayıldığı 5271 sayılı CMK.nun 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma kuşkusunu somutlaştırması, müşteki sayısı ve eylemlerin sayısal yoğunluğu da dikkate alındığında sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu" gerekçesiyle başvurucuların tutukluluklarının devamına karar vermiştir. Devam eden yargılamada başvurucunun da içinde bulunduğu sanıklar hakkındaki dava (MİT tırları sanıkları yönünden) Mahkemenin ayrı bir esasına kaydedilmiş ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince davanın Yargıtay Ceza Dairesinin E.2015/1 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Birleştirilen dosya üzerinden devam eden yargılamada Yargıtay Ceza Dairesi 12/12/2016 tarihinde dosya üzerinden yaptığı incelemede başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara Yargıtay Ceza Dairesinde 19-29/12/2016 tarihleri arasında yapılan duruşma sırasında 21/12/2016 tarihinde verdiği dilekçe ile itiraz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 29/12/2016 tarihli duruşmada yaptığı değerlendirmeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin yeniden devamına karar vermiştir. Duruşmada verilen tutukluluğun devamı kararına başvurucu 3/1/2017 tarihinde, müdafii ise 6/1/2017 tarihinde itiraz etmiştir. Duruşmada verilen tutukluluğun devamı kararına yapılan itiraz, Yargıtay Ceza Dairesince 12/1/2017 tarihinde yapılan inceleme sonucunda kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 27/1/2017 tarihinde verdiği dilekçeyle daha önce 12/12/2016 tarihli karara karşı 21/12/2016 tarihinde (bkz. § 21) yaptığı itirazın 12/1/2017 tarihli kararda değerlendirilmemiş olduğunu belirterek anılan itirazının itiraz merciince değerlendirilip değerlendirilmediğinin bildirilmesini talep etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 30/1/2017 tarihinde yaptığı incelemede 21-29/12/2016 tarihleri arasında duruşmaların kesintisiz olarak yapılmasını müteakip belirtilen itiraz dilekçesi de içinde olmak üzere dosyanın itiraz merciine gönderildiğini belirterek Yargıtay Ceza Dairesinin 12/1/2017 tarihli kararında (bkz. § 24) başvurucunun daha önceki 21/12/2016 tarihli itirazının değerlendirildiği açıkça belli olmadığından 12/12/2016 tarihli tutukluluğun devamına dair verilen kararda düzeltme yapılmasına yer olmadığına ve itirazı incelemek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 1/2/2017 tarihinde yapılan inceleme sonucunda itirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararın 3/2/2017 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek 1/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Ceza Dairesinde (E.2015/1) derdest olup başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz usulü ve inceleme mercileri" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi ile (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir......Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre başvurucu tarafından salıverilme talebiyle yapılan başvuruların Sözleşme'nin maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre yetkili merciler tarafından resen yapılan denetimden ayrı olarak incelenmesi gerekmektedir (Rehbock/Slovenya, B. No: 29462/95, 28/11/2000, § 87). Ancak tutmanın bir mahkeme tarafından otomatik bir şekilde ve düzenli olarak denetiminin yapıldığı bir sistemin (4) numaralı fıkranın gereklerine uygunluğunu sağlama ihtimali gözden uzak tutulamaz (Megyeri/Almanya, B. No: 13770/88, 12/5/1992, § 22; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 94). Bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasını haklı kılan faktörlerin zamanla değişmesi mümkün olup bu durumda Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrası makul aralıklarla yapılan salıverilme başvurularının incelenmesini güvence altına almaktadır. Anılan fıkra, yakalanan veya tutuklu bulunan kişilere özgürlük kısıtlamasının kanuna uygunluğuna itiraz etmek için mahkemeye başvurma hakkı sağlamakla birlikte bu işlemlerin başlamasının ardından özgürlük kısıtlamasının yasaya uyguluğuna ilişkin olarak kısa bir süre içinde karar verilmesi haklarını da korumaktadır (Musial/Polonya [BD], B. No: 24557/94, 25/3/1999, § 43). AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesinin (4) numaralı fıkrası anlamında özgürlük kısıtlamasının kanuna uygunluğuna yönelik itirazı inceleme süresi, yetkili mercilere başvuru yapılması ile başlar ve başvuruya ilişkin olarak verilen kararın başvurana veya temsilcisine bildirilmesi ile sona erer (Koendjbiharie/Hollanda, B. No: 11487/85, 25/10/1990, § 28; Singh/Çek Cumhuriyeti, B. No: 60538/00, 25/1/2005, § 74). Kararın gereken süratle alınıp alınmadığı, her davanın kendi özel koşullarına göre değerlendirilir (Sanchez-Reisse/İsviçre, B. No: 9862/82, 21/10/1986, § 55). AİHM bir kararında başvurucunun salıverilme talebinin yirmi üç gün sonra karara bağlanmasını (Rehbock/Slovenya, §§ 85, 86), bir başka kararında ise başvurucunun tutuklamaya itirazının kırk bir gün sonra karara bağlanmasını (Şevk/Türkiye, B. No: 4528/02, 11/4/2006, § 40) Sözleşme’nin maddesinin (4) numaralı fıkrası anlamı dâhilinde süratle yargı kararının verilmesi gereğine aykırı olarak değerlendirmiş ve anılan fıkranın ihlal edildiğine karar vermiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14716
Başvuru, tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazın geç değerlendirilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/42127
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yönetim ve denetim kurulları ile mal varlığına el konulan şirketten olan alacağın mahkeme kararına rağmen ödenmemesi ve şirketin tüm mal varlığının satılarak alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İzotek Yapı Elemanları Pazarlama İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi (Şirket), Telsim Mobil Telekomünikasyon Hizmetleri Anonim Şirketi (TELSİM) ile akdettiği 16/8/2000 tarihli GSM Alt Yapı İşleri Temin ve Hizmet Sözleşmesi uyarınca TELSİM'e baz istasyonları kurmuştur. A. TELSİM'e El Konulması ve TELSİM'in Mal Varlığının Satılması TELSİM'in, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun (BDDK) 3/7/2003 tarihli kararıyla bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan Türkiye İmar Bankası Türk Anonim Şirketinin (İmar Bankası) ortaklarına menfaat temin etmek ve adlarına işlem yapmak amacıyla kurulan bir şirket olduğu saptanmıştır. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) müracaatı üzerine Şişli Sulh Ceza Mahkemesinin 26/8/2003 tarihinde verdiği kararla tüm mal ve haklarının dondurulmasına, her türlü mal, hak ve alacakları üzerinde tasarruf yetkisinin kaldırılmasına, mal, kıymetli evrak, nakit ve diğer değerlerinin tevdi mahalline yatırılmasına karar verilmiştir. TMSF’nin 24/12/2003 tarihli işlemiyle İmar Bankası tarafından yetkili mercilere beyan edilen sigortaya tabi tasarruf mevduatı ile TMSF tarafından tespit edilen tasarruf mevduatı tutarı arasındaki 710,63 TL farkın TELSİM'in de aralarında bulunduğu Uzan Grubu şirketleri ile onlar adına hareket eden şirketlerden tahsil edilmesine karar verilmiştir. TELSİM'in mal varlığına ihtiyati haciz uygulanmasından sonra TMSF, 30/1/2004 tarihli yazıyla 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca borcun (710,63 TL'nin) bir ay içinde ödenmesi istemiyle TELSİM'e borcu ödemesi için davet mektubu göndermiştir. TMSF tarafından 13/2/2004 tarihli işlemle, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun maddesi uyarınca TELSİM’in temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetim kurulları devralınmış ve bu kurullara üyeler atanmıştır. TELSİM tarafından ödeme için davet mektubuna karşı dava açılmış ise de TMSF'nin atadığı yöneticilerin davadan feragat etmesi nedeniyle İstanbul İdare Mahkemesinin 10/9/2004 tarihli kararıyla feragat nedeniyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Öte yandan TELSİM tarafından ihtiyati haciz işlemine karşı açılan dava da aynı sebeple ve aynı Mahkeme tarafından verilen 16/11/2005 tarihli kararla karar verilmesine yer olmadığı kararıyla sonuçlanmıştır. TMSF tarafından 24/3/2004 tarihinde borcun (710,63 TL) tahsili amacıyla 6183 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca ödeme emri düzenlenmiş, 5/4/2004 tarihinde de haciz varakası tanzim edilerek ihtiyati haciz kesin hacze dönüştürülmüştür. TMSF’nin 23/6/2005 tarihli kararıyla TELSİM'in faaliyetlerinde kullanılan menkuller, gayrımenkuller ile bu varlıkların ferî veya mütemmim cüzü niteliğinde olan sözleşmeler ile bunlardan doğan hak ve alacakların bir araya getirilmesi suretiyle oluşturulan “TELSİM ticari ve iktisadi bütünlüğü”nün satılması yolunda işlem tesis edilmiştir. TMSF bünyesinde oluşturulan satış komisyonu tarafından “TELSİM ticari ve iktisadi bütünlüğü”nün değeri 000 ABD doları olarak belirlenmiştir. Bu satış bedeli TMSF tarafından onaylanarak “TELSİM ticari ve iktisadi bütünlüğü” 13/12/2005 tarihinde ihaleye çıkarılmış ve sonuç olarak söz konusu iktisadi bütünlük 24/5/2006 tarihinde 000 ABD doları bedelle Vodafone Telekomünikasyon Anonim Şirketine satılmıştır. 27/4/2007 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan TELSİM ticari ve iktisadi bütünlüğü sıra cetveline göre satış masrafları düşüldükten sonra öncelikle TELSİM'in geçmiş dönem borçları ödenmiştir. Bu kapsamda Motorola, Nokia Corporation, Nokia Komünikasyon Limitet Şirketi ve ABN Ambro Bank N. isimli şirketlere toplam 000 ABD doları, Hazine Müsteşarlığına da 834,12 TL ödemede bulunulmuştur. Bundan sonra 6183 sayılı Kanun uyarınca takibat başlatılan kamu alacakları ödenmiş, kalan tutar ise TMSF, Telekomünikasyon Kurumu ve Sosyal Güvenlik Kurumu arasında garame edilmiştir. TMSF, garameden kendi payına isabet eden kısmı TELSİM'in vergi borçları nedeniyle Gelir İdaresi Başkanlığına ödemiştir. Satış bedelinden arta kalan tutar bulunmadığından diğer alacaklılara herhangi bir ödeme yapılmamıştır. B. Başvurucu Tarafından TELSİM'e Karşı Başlatılan İcra Takibi TELSİM'in 2003 yılı Nisan ayından itibaren sözleşmeden doğan borçlarını (741,73 TL) ödemeyi aksatması üzerine Şirket tarafından TELSİM aleyhine İstanbul İcra Müdürlüğü (İcra Müdürlüğü) nezdinde 26/2/2004 tarihinde icra takibi başlatılmıştır. İcra Müdürlüğünce düzenlenen ödeme emrine TELSİM tarafından 8/3/2004 tarihinde itiraz edilmiş ve takip durmuştur. Şirket tarafından 30/3/2004 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde itirazın iptali davası açılmıştır. Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra 13/10/2005 tarihinde davanın kabulü ile itirazın iptaline ve 741,73 TL üzerinden takibin devamına karar verilmiştir. Ayrıca anılan kararda davalı aleyhine icra inkâr tazminatı ile harca hükmedilmiştir.Kararı temyizen inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 7/6/2007 tarihli kararıyla hükmü onamakla birlikte icra takibinin başlatıldığı tarihten önce 13/2/2004 tarihinde TMSF tarafından Şirkete el konulmuş olması dolayısıyla icra inkâr tazminatına ilişkin hüküm fıkrasının çıkarılmasına ve davalıdan harç alınmasına yer olmadığına karar vermiş, hükmün bu şekilde düzeltilerek onanmasına hükmetmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 13/1/2008 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme kararının Daire tarafından onanmasından sonra İcra Müdürlüğünce TELSİM'in bankalarda bulunan mevduatının haczi için ihbarnameler gönderilmiş ancak TMSF'nin itirazları sonucu haciz girişimleri akim kalmıştır. İcra Müdürlüğü tarafından 11/7/2007 tarihli müzekkereyle TELSİM'in başvurucuya ödemesi gereken borcunun 930,29 TL olduğu hususu TMSF'ye bildirilmiştir. TMSF'nin 20/7/2007 tarihli cevap yazısında TELSİM'in ayrı bir tüzel kişiliği haiz olduğu ve borcun kurumlarıyla bir ilgisinin bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu Tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılan Başvuru Şirket tarafından, Mahkeme kararıyla sabit görülen alacağının ödenmesi istemiyle 10/12/2009 tarihinde Beyoğlu Noterliği aracılıyla TMSF'ye ihtarname gönderilmiştir. TMSF 15/1/2010 tarihli yazıyla talebi reddetmiştir. TMSF, başvurucunun 27/4/2007 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan TELSİM ticari ve iktisadi bütünlüğü sıra cetveline itiraz etmediğini ve sıra cetvelinin kesinleştiğini vurgulamıştır. TMSF ayrıca, yönetim ve denetimine atama yapılmış ise de TELSİM'in hukuken farklı bir tüzel kişiliğinin bulunduğunu ve alacağın ödenmesi ile ilgili muhatabın TELSİM olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 22/3/2010 tarihinde kayda giren dilekçe ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuruda bulunmuştur. AİHM'e başvuru dilekçesinde, Mahkeme kararıyla kesinleşmiş alacağın TMSF tarafından ödenmediği gibi TMSF'nin işlemleri nedeniyle borçlu TELSİM'den icra yoluyla tahsil imkânının da kalmadığı belirtilmiştir. Dilekçede, TELSİM'in yönetimine TMSF tarafından el konulması nedeniyle TMSF'nin onayı olmadan TELSİM'in rızaen ödeme yapmasının da olanaksız olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, TMSF'nin TELSİM'in mal varlığının yetersiz olduğu gerekçesiyle alacağını ödemekten kaçınamayacağını ileri sürmüştür. TELSİM'e baz istasyonu kuran başka bir şirket ile Motorolanın alacaklarının ödendiğine işaret eden başvurucu, kendi alacaklarının ödenmemesinin adalet duygularını zedelediği değerlendirmesinde bulunmuştur. TELSİM'in satış tarihinden iki ay önce Mahkeme kararının verildiğini hatırlatan başvurucu, TMSF'nin Mahkeme kararında belirtilen bu alacak için rezerv ayırması gerektiğini savunmuştur. Dilekçede sonuç olarak adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği belirtilerek maddi tazminat talebinde bulunulmuştur. Başvurucu Tarafından Tazminat Komisyonuna Yapılan Başvuru Başvurucu 10/4/2013 tarihinde, 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun uyarınca kurulan İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Komisyon) başvurmuştur. Başvurucu, Komisyona sunduğu dilekçesinde hakkında kesinleşen Mahkeme kararının icra edilmediğinden şikâyetçi olmuştur. Komisyon, 20/11/2013 tarihli kararıyla şikâyet edilen hususun 6384 sayılıKanun'un kapsamına girmediği gerekçesiyle başvuruyu oyçokluğuyla reddetmiştir. Kararın gerekçesinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açılan itirazın iptali davasının tarafının bir özel hukuk tüzel kişisi olduğu ve devletin sorumluluğundan bahsedilemeyeceği belirtilmiştir. Komisyonun bir üyesi ise icra takibinden önce TMSF tarafından TELSİM'e el konulması nedeniyle TMSF'nin icranın ve davanın tarafı hâline geldiği gerekçesiyle karara muhalif kalmıştır. Başvurucu, bu karara karşı 21/1/2014 tarihinde Ankara Bölge İdare Mahkemesinde itiraz yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunca 16/4/2014 tarihli kararla itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, AİHM'in Fuklev/Ukrayna kararına (B. No: 71186/01, 7/6/2005) atıfla tarafları özel hukuk kişisi olan uyuşmazlıklarda resmî makamların görevinin, başarılı davacıların lehlerine hükmedilmiş olan kararların icra edilmesine makul bir şekilde yardımcı olunması ile sınırlıolduğuvebu tür bir kararın her koşulda icra edilmesinin resmî makamların garantisi altında bulunmadığı belirtildikten sonra somut olayda şikâyete konu kararın taraflarının özel hukuk tüzel kişileri olması sebebiyle Komisyonca başvurunun reddinde AİHM içtihatlarına aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu karar 6/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. El koyma tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılımülga Bankalar Kanunu’nun “Tasarruf Mevduatı ve Sigorta Fonu” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“…7 a) Fon, alacağının tahsili bakımından yarar görmesi halinde ve Fona borçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın; hisseleri kısmen veya tamamen kendisine intikal eden bir bankanın ... gerçek ve tüzel kişi ortaklarının yönetim ve denetimini doğrudan ya da dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulundurdukları şirketlerin ortaklarının, bu şirketlerde sahip oldukları hisselerinin tamamına ve/veya bir kısmına ilişkin temettü hariç, ortaklık hakları ile bu şirketlerin yönetim ve denetimini devralmaya ve şirket ana sözleşmesinde belirlenen yönetim, müdürler ve denetim kurulu üyelerinin sayılarıyla bağlı kalmaksızın ve imtiyazlı hisselere dayanılarak atanıp atanmadıklarına bakılmaksızın görevden almak ve/veya üye sayısını artırmak ve/veya eksiltmek suretiyle bu kurullara üye atamaya yetkilidir.... Fon, bu bentte sayılan gerçek veya tüzel kişilere ait şirket hisselerinin ve/veya ... diğer tüm hak ve varlıklarının ... satışını gerçekleştirmeye ve bu satışlardan elde edilen tutarları Fon alacaklarına mahsup etmeye veya şirketlerin kamu borçları ve/veya Sosyal Sigortalar Kurumuna borçları ile sair borçlarını ödemede kullanmaya ... yetkilidirler. … Fon alacaklarının tahsilini teminen 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile ... diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek ticari ve iktisadi bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, .... Fon Kurulu yetkilidir. … ...” 4389 sayılı mülga Kanun'un “Hazine alacağı” kenar başlıklı 15/a. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:“Fon alacaklarından; yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri … kaldırılan … bankaların yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak elinde bulunduran ortaklarının … her ne ad altında olursa olsun kendilerine ait yurt içi ve yurt dışı şirket, finans kuruluşu, off-shore bankalara aktardıkları banka kaynakları … veya bankaların hakim ortaklarının … iştiraklerine ve bağlı şirketlerine ayni bankanın el değiştiren ortaklarının birbirlerine verdiği krediler …, bankanın yönetim ve denetim döneminde yeterli ticari faaliyeti olmaksızın kaynak aktarımı amacıyla kurulmuş şirketlere verilen krediler …, bankalarının off-shore bankalarındaki yargı kararları nedeniyle ödedikleri mevduatları ve off-shore bankaların bankaya izinli veya izinsiz aktardığı off-shore mevduatlar, … başkaca bir işleme gerek olmaksızın Hazine alacağı haline gelmiş sayılır. …” 4389 sayılı mülga Kanun'un “Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izninin kaldırılmasının sonuçları” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:“ Fon, yönetim ve denetimi kendisine intikal eden bankada mevduat sahipleri ile diğer alacaklıların haklarını korumaya yönelik tedbirleri alır. Bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankanın 17 nci maddede sayılan ilgililerinin mal, hak ve alacaklarına Fonun talebi üzerine mahkeme tarafından teminat şartı aranmaksızın ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulabilir…”5411 sayılı Kanun'un “Fonun alacaklarının tahsiline ilişkin diğer yetkiler” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “Fon, alacağının tahsili bakımından yarar görmesi hâlinde ve Fona borçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın, Fon bankalarının;a) Yönetim ve denetimine sahip olduğu iştiraklerinin,b) Hâkim ortağı olan tüzel kişilerin,c) Gerçek ve tüzel kişi hâkim ortaklarının hâkim ortak olduğu şirketlerin,d) Yukarıda sayılan kişiler adına hareket eden veya onlar hesabına kendi adına para, mal veya hak edinen şirketlerin ortaklarının,Bu maddede belirtilen şirketlerde sahip oldukları hisselerinin tamamına ve/veya bir kısmına ilişkin temettü hariç ortaklık hakları ile bu şirketlerin yönetim ve denetimini devralmaya ... yetkilidir.…... Fon, bu fıkrada sayılan gerçek veya tüzel kişilere ait şirket hisselerinin ve/veya ... diğer tüm hak ve varlıklarının ve/veya bu hisselerle orantılı aktiflerinin satışını gerçekleştirmeye ve bu satışlardan elde edilen tutarları Fon alacaklarına mahsup etmeye veya şirketlerin kamu borçları ve/veya Sosyal Sigortalar Kurumuna borçları ile sair borçlarını ödemede kullanmaya ... yetkilidirler....Fon alacaklarının tahsilini teminen, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile ... diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde satışına, ... Fon Kurulu yetkilidir. ...…Gerçek ve tüzel kişilerin sahip olduğu varlıkların, bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde ticari ve iktisadi bütünlük kapsamında veya bu Kanunda yer alan hükümler çerçevesinde ayrı ayrı cebri icra yoluyla satışlarından elde edilen bedelden; satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla, sırasıyla ..., kişilerin Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ... ödendikten sonra kalan kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenir. ……" 5411 sayılı Kanun’un “Sigortaya tâbi mevduat ve katılım fonu tutarının eksik beyanı hâlinde uygulanacak takip ve tahsil usulleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu ile bu Kanun uyarınca banka tarafından yetkili mercilere beyan edilen sigortaya tâbi mevduat ve katılım fonu tutarı ile Fon tarafından tespit edilen mevduat ve katılım fonu tutarı arasında bir fark bulunması hâlinde, bu fark nispetinde bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları, imzaları bankayı ilzam eden memurları ve şube müdürleri ile yönetim ve denetimini doğrudan veya dolaylı olarak tek başına veya birlikte elinde bulunduran ortaklarının, kendilerine, eşlerine ve çocuklarına ait bankalar ve banka dışı malî kurumlar ile diğer gerçek ve tüzel kişiler nezdindeki, kiralık kasa mevcutları da dahil olmak üzere, hak ve alacakları, döviz tevdiat hesapları ve limitli ve limitsiz kredi kartı ve ATM kartları hesapları dahil tüm banka hesaplarının dondurulmasına, kara, hava ve deniz taşıtları dâhil her türlü taşınır ve taşınmaz, kıymetli evrak ve yurt içi veya yurt dışı hazine bonosu, devlet tahvili, hisse senedi, yatırım fonları katılım belgeleri gibi diğer menkul değerlerle, bağımsız ticari işletme, fabrika ve tesisler, bu tesislerin işletilmesine yönelik marka ve lisans hakları, kamu imtiyaz sözleşmelerinden doğan televizyon kanalı, elektrik santralı gibi bir tesisin kurulması ve işletilmesi yetkilerini veren lisans, ruhsat ve işletme hakları ile bu tesisleri lisans hakkına dayanarak veya lisans hakkı bulunmadan kuran ve işleten şirketlere ait hisse senetleri, hak ve alacakların üzerindeki tasarruf yetkisinin tamamen veya kısmen kaldırılmasına, belirtilen tüm mal, kıymetli evrak, nakit ve diğer değerlerin zaptına ve/veya resmî sicillerdeki kayıtları üzerinde ihtiyatî tedbir konulmasına, bunların bir tevdi mahalline yatırılmasına ve hak ve alacakların üzerine diğer tedbirlerin konulmasına, bunlardan elde edinilmiş her türlü taşınır ve taşınmaz, hak ve alacaklar ile kıymetli evrak, nakit, bir tesisi işletme ve kurma hakkı veren marka ve lisans hakları, bu tesisleri lisans, ruhsat ve işletme hakkı ile veya bu hakları bulunmadan işleten, kuran ve hak sahibi niteliğini haiz şirketlere ait hisse senetleri hakkında belirtilen tedbirlerin alınmasına, Fonun talebi üzerine ilgili bankanın merkezinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimi, yargılama sırasında ise mahkeme tarafından karar verilir.Yukarıda belirtilen farkın bu Kanunda yer alan hükümler dahilinde takip ve tahsiline Fon tarafından karar verilebilir. Bu hükümler, yukarıda sayılan kişiler adına hareket eden veya onlar hesabına kendi adına para, mal veya hak edinen kişiler hakkında da uygulanır.…” 5411 sayılı Kanun’un geçici maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“Bu Kanunun yayımı tarihinden önce, 2003 tarihine kadar temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Fona intikal eden ve/veya bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izin ve yetkileri … kaldırılarak tasfiyeleri Fon eliyle yürütülen veya Fon tarafından tasfiye işlemleri başlatılan bankalar hakkında başlatılan işlemler sonuçlanıncaya ve her türlü Fon alacakları tahsil edilinceye kadar bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 4389 sayılı Kanunun 14, 15, 15/a, 16, … maddeleri, … hükümlerinin uygulanmasına devam edilir.” 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun "Sıra cetveli" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Satış tutarı bütün alacaklıların alacağını tamamen ödemiye yetmezse icra dairesi alacaklıların bir sıra cetvelini yapar.Alacaklılar 206 ncı madde mucibince iflas halinde hangi sıraya girmeleri lazım geliyorsa o sıraya kabul olunurlar.Bununla beraber ilk üç sıraya kayıt için muteber olan tarih haciz talebi tarihidir.” 2004 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şu şekildedir:“…Üçüncü sıra:Özel kanunlarında imtiyazlı olduğu belirtilen alacaklar.Dördüncü sıra:İmtiyazlı olmayan diğer bütün alacaklar. …” 6384 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği,iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar.(2) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda Ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle, Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal alanları bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir....” 21/11/2006 tarihli ve 26353 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Tarafından Ticari ve İktisadi Bütünlük Oluşturan Mahcuzların Satışına İlişkin Yönetmelik’in (Yönetmelik) ve maddeleri şöyledir:“MADDE 25 – (1) Satışa konu varlıkların ait olduğu şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına ödetmeye Kurul yetkilidir. Kurulun bu konudaki kararı satış şartnamesinde ve satış ilanında belirtilir. (2) Geçmiş dönem borçlarının ödenebilmesi veya ihale alıcısına ödetilebilmesi için:a) Ticari ve iktisadi bütünlük içinde yer alan mal, hak ve/veya varlıklar ile ilgili olması veya ticari ve iktisadi bütünlüğün değerinin korunması için gerekli veya değerini artırır mahiyette olması,b) Alacaklı ile borçlu şirket borç miktarının tespitinde mutabakata varmış olması gerekmektedir.MADDE 26 – (1) Ticari ve iktisadi bütünlüğün ihale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli, ihale bedelinin alıcı tarafından ödenmesinden sonra Satış Komisyonu tarafından 5411 sayılı Kanuna uygun olarak düzenlenir. Ancak 5411 sayılı Kanunda öncelikli paya sahip olduğu belirtilen alacaklılara önceden ödeme yapılabilir.(2) İhale bedelinden satış masrafları çıkarıldıktan sonra; satış tarihine kadar tahakkuk etmiş olmak şartıyla, sırasıyla Kurul tarafından ihale bedelinden ödenmesine karar verilmesi halinde bu Yönetmeliğin 25 inci maddesi kapsamındaki geçmiş dönem borçları, kişilerin Devlete ve sosyal güvenlik kuruluşlarına olan 6183 sayılı Kanun kapsamındaki borçları ile GSM imtiyaz sözleşmesinden doğan Hazine payı borçları ödendikten sonra kalan kısım, kişilerin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üst kurullara olan borçlarına garameten taksim edilerek ödenir.(3) 5411 sayılı Kanunun geçici 24 üncü maddesi kapsamındaki satışlarda sıra cetvelinin düzenlenmesinde anılan madde hükmü de dikkate alınır. (4) Sıra cetvelinin bir sureti Satış Komisyonu tarafından masrafını veren ilgililere tebliğe çıkarılır ve Resmî Gazete’de yayımlanır. (5) Sıra cetveline itiraz süresi 15 gündür. İtiraz süresi, ilan tarihinden itibaren başlar,tebliğ masrafı veren ilgililer hakkında ise itiraz süresi tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar. (6) Satış Komisyonu, hak sahiplerine ödeme yapılana kadar nakit ihale bedelini uygun göreceği şekilde nemalandırır.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7914
Başvuru, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yönetim ve denetim kurulları ile mal varlığına el konulan şirketten olan alacağın mahkeme kararına rağmen ödenmemesi ve şirketin tüm mal varlığının satılarak alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, 1967 yılında Derik Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 6/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 23/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 14/11/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/1/2014 tarihli yazısı başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesi sunulmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Derik ilçesi Hisaraltı köyünde 1967 yılında kadastro tespit çalışması yapılmış, 64 parsel numaralı taşınmaz başvurucunun murisi Ömer Gökalp ve müşterekleri adlarına tespit edilmiştir. Ş. Ş. ve müşterekleri tarafından Ömer Gökalp ve müşterekleri aleyhine Derik Tapulama Hâkimliğinde tespite itiraz davası açılmıştır. Mahkeme Hâkimi tarafından, 26/3/1971 tarih ve E.1967/149, K.1971/46 sayılı kararla; davacıların, bazı evrakların Mahkemede kaybolduğunu ileri sürerek Mahkemeyi töhmet altında bıraktığı, Mahkeme Hâkiminin dosyayı kasten sürüncemede bıraktığının kastedildiği gerekçesiyle davadan çekinilmesine karar verilmiştir. Yüksek Hâkimler Kurulu Başkanlığının yazısı gereği yargılamaya devam eden Derik Tapulama Hâkimi ise, 30/4/1971 tarih ve E.1967/149, K.1971/45 sayılı kararla; davalılar vekili ile aralarında husumet doğduğu, davanın taraflarında Hâkime karşı duyulan güven ve adalet duygularının rencide edildiği, ileride verilecek kararın taraflar üzerinde tereddütler oluşturacağı gerekçesiyle Derik Hâkimlerinin davaya bakmaktan çekinmelerine ve merci tayini için dosyanın Yargıtaya gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi, 25/5/1971 tarih ve E.1971/6127, K.1971/5059 sayılı kararla Kızıltepe Kadastro Mahkemesini görevlendirmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesi yargılamaya devam etmiş ve 19/9/1977 tarih ve E.1972/17, K.1977/50 sayılı kararla 64 parsel numaralı taşınmazın tespitinin iptaline ve davacı Ş.Ş. adına tapuya tesciline karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/10/1978 tarih ve E.1978/9883, K.1978/12304 sayılı kararıyla hüküm bozulmuştur. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 8/6/1979 tarih ve E.1979/4949, K.1979/6538 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesi bozma kararına uyarak yaptığı yargılama sonunda, 20/3/1981 tarih ve E.1979/4, K.1981/57 sayılı kararla; taşınmazın Derik ilçe sınırları içinde kaldığı ve tarafların davayı takip etmede zorluk yaşadıkları gerekçesiyle Mahkemenin görevsizliğine, dosyanın Derik Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/10/1981 tarih ve E.1981/12522, K.1981/10751 sayılı kararıyla hüküm bozulmuştur. Yargılama Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin E.1982/7 sayılı dava dosyasında devam ederken, dosya Mardin Kadastro Mahkemesine devredilmiştir. Yargılama halen Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/77 sayılı dava dosyasında devam etmektedir.  B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6846
Başvurucu, 1967 yılında Derik Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
1
Başvurucu, ilk derece mahkemesince yapılan bir maddi hata nedeniyle tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin hükmü temyiz etme olanağını kaybettiğini belirterek, Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiş, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmemesi durumunda uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 11/12/2013 tarihinde Alanya Hukuk Mahkemeleri Ön Bürosu vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve eşinin Antalya Aile Mahkemesinin 18/6/2010 tarih ve E.2009/542, K.2010/703 sayılı kararı ile boşanmalarına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından ilk derece Mahkemesi kararı 21/7/2010 tarihli dilekçe ile temyiz edilmiştir. Antalya Aile Mahkemesi antetini taşıyan 13/9/2010 tarih ve E.2009/542, K.2010/703 sayılı evrak kapsamında, kararı temyiz etmekle beraber temyiz posta masraflarını yatırmadığı anlaşılan başvurucuya, temyiz posta masraflarının ikmali hususunda muhtıra gönderilmesine karar verilmiş ve belirtilen muhtıra 6/10/2010 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından Alanya Merkez Postanesi vasıtasıyla, 7/10/2010 tarihinde Antalya Aile Mahkemesinin E.2009/542, K.2010/703 sayılı dosyasına temyiz posta masrafı adı altında, muhtırada belirtilen miktar yatırılmıştır. Antalya Aile Mahkemesinin 1/12/2010 tarih ve E.2009/542, K.2010/703 sayılı ek kararı ile, muhtırada belirtilen süre içerisinde temyiz posta masrafının ikmal edilmediğinden bahisle, kararın temyiz edilmemiş sayılmasına hükmedilmiştir. Antalya Aile Mahkemesinin 29/12/2010 tarih ve E.2009/542, K.2010/703 sayılı ek kararı ile, başvurucunun ibraz ettiği posta havale makbuzunun incelenmesi neticesinde, temyiz posta masrafının süresi içinde ve adli tatil içerisinde yatırıldığı ancak, makbuzun mahkemeye ulaşmadığı ve posta idaresi tarafından bir aylık bekleme süresi sonunda göndericisine iade edildiğinin anlaşıldığı belirtilerek, kararın temyiz edilmemiş sayılmasına dair 1/12/2010 tarihli ek kararın iptaline ve dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/2/2012 tarih ve E.2011/1791, K.2012/2949 sayılı kararı ile, hükmün temyiz edilmemiş sayılmasına dair ek kararların temyize tabi olduğu, nihai kararı vermekle işten el çeken ilk derece mahkemelerinin kendi verdikleri hükümleri kaldırmalarının söz konusu olamayacağı, bu kapsamda yerel mahkemece hükmün temyiz edilmemiş sayılması hususunda verilen kararın yeni bir ek kararla kaldırılmasının usulen mümkün olmadığı ve taraflarca hükmün temyiz edilmemiş sayılmasına dair ek kararın temyiz edilmesi cihetine de gidilmediği belirtilerek, başvurucunun hükmün temyizine dair dilekçesinin incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan eski hale getirme talebi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/3/2013 tarih ve E.2011/16121, K.2013/8160 sayılı kararı ile, ileri sürülen hususların eski hale getirme sebebi olmadığı gibi, hükmün temyiz edilmemiş sayılmasına dair ek kararı temyiz imkanı var iken, geçerli bir mazeret olmaksızın başvurucu tarafından bu yola da başvurulmamış olduğu belirtilmek suretiyle reddedilmiştir. Belirtilen ret kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/10/2013 tarih ve E.2013/17136, K.2013/23034 sayılı kararı ile reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin son fıkrası şöyledir: “Temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Bunların eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa, kararı veren hakim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Bu kararın da temyiz edilmesi halinde 432 nci maddenin son fıkrası hükmü kıyasen uygulanır.” 1086 sayılı Kanun’un maddesinin son fıkrası şöyledir: “Bu ret kararı tebliğinden itibaren yedi gün içinde temyiz edilebilir, temyiz edildiği ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya kararı veren mahkemece Yargıtaya yollanır. Yargıtayın ilgili dairesi temyiz isteminin reddine ilişkin kararı bozarsa, ilk temyiz dilekçesine göre temyiz istemini inceler.” 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Talep” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Elde olmayan sebeplerle, kanunda belirtilen veya hâkimin kesin olarak belirlediği süre içinde bir işlemi yapamayan kimse, eski hâle getirme talebinde bulunabilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9579
Başvurucu, ilk derece mahkemesince yapılan bir maddi hata nedeniyle tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin hükmü temyiz etme olanağını kaybettiğini belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiş, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına, yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmemesi durumunda uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
0
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular, istinaf merciince verilen karar üzerine temyiz yolunun açık olduğu belirtilmesine rağmen temyiz yoluna başvurmamıştır.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/57357
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve sulh ceza hâkimliklerinin yapısı nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; arama ve elkoyma işlemlerinin hukuki olmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; açık görüş ve telefonla görüşme haklarının sınırlandırılması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabul edilmesine karar verilmiştir. 2018/15457 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/12497 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). B. Başvurucuya İlişkin Süreç Öğretmen olarak görev yapan başvurucu, İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan bir soruşturma kapsamında 2/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun ilk ifadesi kolluk görevlileri tarafından 2/8/2016 tarihinde alınmıştır. İfade tutanağına göre başvurucuya yöneltilen FETÖ/PDY üyeliği suçlamasına dair olay ve olgular sorulan sorularla açıklanmıştır. Hatay Barosu tarafından görevlendirilen müdafi de ifade alma işlemi esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu, ifadesinde özetle örgüt içinde herhangi bir faaliyete katılmadığını belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Başsavcılık, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 24/8/2016 tarihinde İskenderun Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Hâkimlik aynı tarihte başvurucunun savunmasını almıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya isnat edilen suçlar anlatılmış, Hatay Barosunca görevlendirilen başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu; Hâkimlikteki savunmasında özetle ByLock programına ilişkin hiçbir şey bilmediğini, telefonuna asla böyle bir program yüklemediğini ve üzerine atılan suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Hâkimlik 24/8/2016 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir: "... şüpheli Hakan Karasoy'un üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumuna göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması şüphelini üzerine atılı eylemin CMK'nın 100/ maddesinde belirtilen ve tutuklama nedeni varsayılan katalog suçlardan oluşu, kaçma ve delillerin karartma şüphesinin bulunması karşısında şüpheli hakkında tutuklama nedenlerinin oluştuğu, şüpheli hakkında CMK'nın maddesinde düzenlenen adli kontrol hükümlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı ... anlaşıldığından tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Hatay Sulh Ceza Hâkimliği başvurucunun itirazını reddetmiştir. Hatay Sulh Ceza Hâkimliği 14/12/2016 tarihinde resen yaptığı tutukluluk incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Hatay Sulh Ceza Hâkimliğince 19/1/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 7/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Hatay Cumhuriyet Başsavcılığının 26/1/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamede, başvurucunun örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas olarak başvurucunun ByLock programını kullandığı ve örgütün mahrem imamları arasında başvurucunun da olduğuna dair kolluk raporlarına dayanılmıştır. Hatay Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 17/2/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/98 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme 11/7/2018 tarihli kararıyla başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan 9 yıl hapis cezasına mahkûm etmiştir. Başvurucu, mahkûmiyet kararına karşı istinaf başvurusunda bulunmuş; Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 15/3/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Başvurucu, istinaf başvurusunun reddi kararına karşı temyiz yoluna başvurmuş; Yargıtay Ceza Dairesi 3/12/2019 tarihli kararıyla temyiz başvurusunu esastan reddederek hükmü onamış ve karar kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/12497
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması ve sulh ceza hâkimliklerinin yapısı nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; arama ve elkoyma işlemlerinin hukuki olmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; açık görüş ve telefonla görüşme haklarının sınırlandırılması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, 8/7/2009 tarihinde Antalya Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı iflasın ertelenmesi davasının reddedildiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 18/4/2014 tarihinde Antalya Asliye Ticaret Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, inşaat alanında faaliyet gösteren şirketin, son dönemde inşaat sektöründe yaşanan olaylar, kamu yatırımlarının azalması nedeniyle yeni ihale alınamaması, ihale edilmiş ve devam eden işlere ait ödeneklerin yetersizliği, ekonomik kriz, banka kredisi kullanılamaması gibi nedenlerle işletme sermayesinin yetersiz hâle geldiğini, borca batık olduğunu, ancak iyileştirme projesi kapsamında mali durumunun iyileşmesinin mümkün olduğunu ileri sürerek, 8/7/2009 tarihinde hasımsız olarak Antalya Asliye Ticaret Mahkemesinde iflasın bir yıl süreyle ertelenmesi davası açmıştır. Davaya asli müdahil olarak katılan O. ve Kırmızıtaş İnş. Tic. ve San. Ltd. Şti. davanın reddini ve başvurucu şirketin iflasını talep etmişlerdir. Mahkeme, 3/2/2011 tarih ve E.2009/163, K.2011/38 sayılı kararla; başvurucu şirketin 30/6/2009 tarihi itibarıyla rayiç değerlere göre borçlarını karşılamaya yetecek düzeyde aktiflerinin bulunmadığı, dolayısıyla borca batık olduğu, dosyaya sunulan iyileştirme projesinin ciddi ve inandırıcı olmadığı, şirketin mali durumunun iyileşmesi olanağının bulunmadığı gerekçesiyle, iflas erteleme talebinin reddine, 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddeleri gereği 3/2/2011 tarihi itibarıyla şirketin iflasına karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/9/2011 tarih ve E.2011/687, K.2011/471 sayılı ilamıyla, hükme esas alınan bilirkişi raporunun yetersiz olduğu ve müdahillerden bir kısmının borcun ödendiği iddiasının yeterince araştırılmadığı gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sırasında Antalya Ticaret Mahkemesinin kurulması üzerine dava dosyası anılan Mahkemeye devredilmiştir. Antalya Ticaret Mahkemesince, başvurucu şirkete ait araçların değerlerinin tespiti amacıyla bilirkişilerden raporlar alınmış, ayrıca başvurucuya ait ticari defter ve belgeler üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, 24/1/2013 tarihli duruşmada, şirketin ticari defterlerinde yazılı makine ve ekipmanların tamamının müdahiller dışındaki alacaklılar tarafından satıldığını, şirketin malvarlığında, değerleri tespit edilen araçlar dışında araç, demirbaş veya taşınmaz bulunmadığını, bilirkişilerin inceleme yapacağı başka malvarlığının olmadığını, bu nedenle bilirkişi incelemesinin sonuca etkisinin olmadığını belirterek davanın kabulünü talep etmiştir. Antalya Asliye Ticaret Mahkemesi, 24/1/2013 tarih ve E.2012/187, K.2013/24 sayılı kararıyla; başvurucu şirketin, değerleri tespit edilen araçları dışında malvarlığının bulunmadığı, müdahil Kırmızıtaş İnş. Tic. ve San. Ltd. Şti.'ye yapılan ödeme dışında başka bir ödeme yapılmadığı, şirketin mali durumunun iyileştirilmesi imkanının bulunmadığı ve bu konuda yeniden rapor alınmasının sonuca etkili olmadığı, şirketin borçlarını karşılamaya yetecek seviyede aktiflerinin bulunmadığı ve borca batık olduğu gerekçesiyle iflas erteleme talebinin reddine, 6762 sayılı mülga Kanun'un ve 2004 sayılı Kanun'un maddeleri gereği, 24/1/2013 tarihi itibarıyla şirketin iflasına karar vermiştir. Başvurucunun, bozma kararı sonrasında yeniden bilirkişi raporu alınmadığını ileri sürerek ve esas yönünden temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/5/2013 tarih ve E.2013/2270, K.2013/3453 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 11/2/2014 tarih ve E.2013/6835, K.2014/909 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Karar, 20/3/2014 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu, 18/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 2004 sayılı Kanun’un ve 179/b maddesi, 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 507 ilâ maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5657
Başvurucu, 8/7/2009 tarihinde Antalya 5. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı iflasın ertelenmesi davasının reddedildiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin geçici olarak kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ankara 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan başvurucu, E. isimli kişiye Kürtçe yazılı bir mektup göndermek istemiştir. Başvurucunun söz konusu mektubu, Almanya'da yaşayan E. aracılığı ile radyo A.ya göndermek istediği anlaşılmaktadır. Mektup, radyoya hitaben yazılan birmektup ile "Senaryo" başlıklı bir yazıdan oluşmaktadır. Türkçe çevirisi yaptırılan mektupta yer alan ifadelerin ilgili kısımları şöyledir:"...kürdistanın sesi radyo çalışanlarına..özgürlük kampında yaşayanlara,İran zindanlarında kalan özgür arkadaşlara..kürdistan'a özgürlük isteyenlere selam gönderiyorum..Bu mektubu şehit H.'nin yıldönümü için yazıyorum..direnişçilerine ..özgürlükleri hatırlatıyorum..Özgürlük kampındaki..arkadaş bana bir mektup göndermiş..programdayayınlandı..Ben dinleyemedim, arkadaşlar dinlemiş. BİR SENARYO...gerilla kampında bir patlama meydana gelmiş..bir gerilla hayatını kaybetmiş iki gerilla yaralanmış..Arkadaşları hızır acili çağırmış...Dışarıda olsaydım bunu pratikte yazardım..her gerillanın farklı hikayesi var...ben öncelikle şehit olan gerillanın hikayesini..yazardım..beceri ve cesaret gerillanın özelliğidir..." İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının (Disiplin Kurulu) 25/6/2015 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla, mektubun gönderilmemesine ve imhasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, E. aracılığıyla terörörgütü ile haberleşmeyi sağlayan ifadeler kullanıldığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 24/7/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararda, terör örgütü kamplarında bulunan örgüt mensuplarıyla yazışma içerdiği ve mektubun doğrudan değil aracılar vasıtasıyla gönderilmeye çalışıldığı vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşıAnkara Batı Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 6/8/2015 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğuna ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir. Nihai karar 11/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15698
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektubun sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla yapılan icra takibine yönelik yetki itirazında açık kanun hükmünün uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, ileri sürülen iddia ve itirazların Yargıtay kararlarında karşılanmaması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 25/1/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 25/11/2012 keşide tarihli, 350,00-TL bedelli, keşide yeri Tokat ili Turhal ilçesi, muhatap banka T. Ziraat Bankası Turhal Şubesi olan çeke dayanarak Ankara İcra Müdürlüğünün E.2013/1138 sayılı dosyasında kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip başlatmıştır. Takip borçlularından keşideci A.P. Taahhüt Elektronik İnşaat San. ve Tic. Ltd. Şti., Ankara İcra Hukuk Mahkemesinin E.2013/107 sayılı dosyasındayetki itirazında bulunmuştur. Mahkeme, dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucu 22/2/2013 tarihli veK.2013/70 sayılı kararı ile yetki itirazını kabul etmiş; icra takibinde Turhal İcra Müdürlüğünün yetkili olduğuna karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Takip dayanağı 25/11/2012 keşide tarihli, 350,00-TL bedelli çekin keşide yerinin Turhal olduğu, muhatap bankanın T. Ziraat Bankası Turhal Şubesi olduğu, borçlu davacının ikametgahının da Turhal’da olması karşısında Ankara İcra Dairelerinde takip yapılması yerinde olmadığından davacının yetkiye itirazının kabulüne karar verilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur...." Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/5/2013 tarihli ve E.2013/9608, K.2013/18439 sayılı ilamı ile onamıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, temyiz olunan kararda yazılı gerekçelere göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun mahkeme kararının İİK.'nun ve HUMK.'nun maddeleri uyarınca ONANMASINA, ..." Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 1/10/2013 tarihli ve E.2013/21383, K.2013/30875 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı 24/10/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 22/11/2013 tarihinde başvurucu tarafından bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesininbirinci ve ikinci fıkrası şöyledir:"Para veya teminat borcu için takip hususunda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun yetkiye dair hükümleri kıyas yolu ile tatbik olunur. Şu kadar ki, takibe esas olan akdin yapıldığı icra dairesi de takibe yetkilidir.Yetki itirazı esas hakkındaki itirazla birlikte yapılır. İcra mahkemesi tarafından önce yetki meselesi tetkik ve kati surette karara raptolunur." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa yapılan yollamalar, Hukuk Muhakemeleri Kanununun bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılır." 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Genel yetkili mahkeme, davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir.Yerleşim yeri, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre belirlenir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Davalı birden fazla ise dava, bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir. Ancak, dava sebebine göre kanunda, davalıların tamamı hakkında ortak yetkiyi taşıyan bir mahkeme belirtilmişse, davaya o yer mahkemesinde bakılır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8524
Başvuru, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla yapılan icra takibine yönelik yetki itirazında açık kanun hükmünün uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, ileri sürülen iddia ve itirazların Yargıtay kararlarında karşılanmaması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, otoyolda yapılmak istenen toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerekli trafik önlemlerinin alınmaması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının; anılan önlemlerin alınmaması sonucu meydana gelen ölüm ve bu ölümle ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurulardan 2015/1275 sayılı olanı 21/1/2015 tarihinde, 2015/3759 sayılı olanı 2/3/2015 tarihinde, 2015/5064 sayılı olanı ise 20/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca konu yönünden irtibatları nedeniyle başvuruların birleştirilmesine ve incelemenin 2015/1275 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ali Ayvalıtaş'ın oğlu, diğer başvurucuların ise kardeşi olan A. ile A.nın kuzeni S.K.nın da aralarında bulunduğu birçok kişi, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen olaylar kapsamında 2/6/2013 tarihinde İstanbul'un Ataşehir ilçesi Mustafa Kemal Mahallesi'nde toplanmıştır. Anılan gruba dâhil bazı kişiler TEM otoyolunun Ankara-İstanbul istikametine olan kısmına girip seyir hâlindeki araçları durdurmuştur. A. ile S.K.nın da yer aldığı beş altı kişilik grup ise bariyerlerden atlayarak TEM otoyolunun İstanbul-Ankara istikametine olan kısmına geçip seyir hâlindeki araçlara durmaları için işaret etmiştir. Bu esnada G.nin sürücülüğünü yaptığı araç, sürücülüğünü A.nın yaptığı araca çarpmış; daha sonra araçlar bu çarpmanın etkisiyle A. ve S.K.ya çarpmıştır. Yaşanan olay nedeniyle A. ölmüştür.A. Olay Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Olaydan haberdar edilen İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) derhâl konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır. Yapılan otopsi işlemi sonunda A.nın ölüm sebebinin genel beden travmasına bağlı kafatası, sternum (göğüs kemiği) ve çok sayıda kosta (kaburga) kırıkları ile birlikte beyin kanaması, beyin doku harabiyeti ve iç organ yırtılmasıyla gelişen iç kanama olduğu tespit edilmiştir. Yürütülen soruşturma kapsamında olay yeri ve olaya karışan araçlar incelenmiş, olay hakkında bilgi sahibi olabilecek bazı kişiler ile olaya karışan araç sürücülerinin ifadeleri alınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 19/9/2013 tarihinde, taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçlarını işledikleri iddiasıyla G. ve A. hakkında İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır. 22/11/2013 tarihinde kolluk görevlileri, olay yeri çevresindeki MOBESE kameralarına ilişkin görüntülerin incelenmesine ilişkin bir tutanak düzenlemişlerdir. Ceza Mahkemesince yapılan yargılama henüz sonuçlanmamıştır. Başvurucular 20/5/2014 tarihinde vekilleri aracılığıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak için izin almak veya bildirimde bulunmak gerekmediğini, iddianamenin düzenlenmesinden sonra soruşturma dosyasına giren MOBESE görüntüleri dâhil bazı delillere göre kolluk görevlilerinin "TEM otoyolunda toplantı ve gösteri yürüyüşünün kesintisiz yapılması ve bu toplantı ve gösteriye katılan kişilerin yaşamlarının korunması" için gerekli tedbirleri almadığını oysa polisin kişilerin canını korumak zorunda olduğunu, bu nedenle devletin yükümlendiği pozitif yükümlülükleri ihlal ettiğini ve olay günü bölgede bulunan tüm kolluk görevlileri ile hiyerarşik üstlerinin ölüm olayından sorumlu olduğunu belirterek İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü, Ataşehir Emniyet Müdürü, Ataşehir Emniyet Amiri ve olaydan sorumlu olan diğer kamu görevlileri hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Cumhuriyet Başsavcılığı İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü hakkındaki soruşturmaları diğer kamu görevlileri hakkındaki soruşturmadan ayırmıştır. İçişleri Bakanı Hakkındaki Soruşturma Süreci Cumhuriyet Başsavcılığı 10/6/20104 tarihinde, görevde bulunan veya görevden ayrılan bakanlar hakkında Bakanlar Kurulunun genel siyaseti veya bakanlıkların görevleriyle ilgili olarak yapılan şikâyet ve ihbarların Anayasa'nın maddesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İçtüzüğü'nün maddesine göre işleme tabi tutulması gerektiği, bu gibi başvuruların belirtilen şartlar oluşmadan TBMM Başkanlığına intikal ettirileceğine dair yasal bir dayanak bulunmadığı, olay tarihindeki İçişleri Bakanı'nın olayla illiyet bağı oluşturacak herhangi bir fiil ve davranışının bulunduğuna ilişkin delil bulunmadığı ve şikâyetin TBMM'ye gönderilmesini gerektirecek nitelikte ciddi bir iddia ve delille desteklenmediği gerekçesiyle işlem yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucuların anılan karara yönelik itirazları İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğinin (Ceza Hâkimliği)19/11/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ceza Hâkimliğinin kararı başvurucular vekiline 22/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Vali ve Emniyet Müdürü Hakkındaki Soruşturma Süreci Cumhuriyet Başsavcılığı görevsiz olduğu gerekçesiyle 10/6/2014 tarihinde görevsizlik kararı verip soruşturma evrakını Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucuların şikâyetini soruşturma izni usulü çerçevesinde İçişleri Bakanlığına bildirmiştir. İçişleri Bakanı, ön inceleme başlatılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı gerekçesiyle şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir. Başvurucuların anılan karara yönelik itirazları Danıştay Birinci Dairesinin (Daire) 17/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Dairenin kararı 29/1/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Diğer Kamu Görevlileri Hakkındaki Soruşturma Süreci Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma izni talebi üzerine bir emniyet amiri ile iki komiser yardımcısı hakkında ön inceleme yapan Ataşehir Kaymakamı, olayın bir trafik kazası olduğu ve kazaya karışan araçlarla ilgili gerekli işlemlerin yapıldığı sonucuna varıp soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başvurucuların anılan karara yönelik itirazlarını yerinde görmeyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi (BİM) Birinci Kurulu 23/12/2014 tarihinde soruşturma izni verilmemesine dair kararın onanmasına karar vermiştir. BİM Birinci Kurulu tarafından verilen karar başvurucular vekiline 20/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular 26/9/2014 tarihinde, toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan kişilerin yaşamlarının korunması, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının engelsiz bir şekilde kullanılması için gerekli önlemlerin alınmasının devletin pozitif yükümlülüğü olduğunu ve devletin bu yükümlülüğe aykırı davranması nedeniyle yakınlarının öldüğünü iddia ederek İstanbul İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde maddi ve manevi tazminat istemiyle tam yargı davası açmışlardır. İdare Mahkemesi, başvurucuların yakınının vefatı sonucunda oluşan zararın kaynağının idari bir eylem olduğuna ilişkin olarak şüpheden uzak, somut ve açık bir delil bulunmadığı gerekçesiyle 30/11/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucular tarafından Danıştay nezdinde temyiz edilmiş olup temyiz talebi ile ilgili henüz bir karar verilmemiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1275
Başvuru, otoyolda yapılmak istenen toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerekli trafik önlemlerinin alınmaması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının; anılan önlemlerin alınmaması sonucu meydana gelen ölüm ve bu ölümle ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumlarında bulunan başvurucuların göndermek istediği ya da başvuruculara gelen mektupların sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli listenin (B) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/10844 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş, diğer başvuru dosyaları kapatılmış ve inceleme 2019/10844 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvurucuların göndermek istediği, bazıları ailelerine ve arkadaşlarına hitaplı ya da bu kişiler tarafından kendilerine gönderilen, bir kısmı derneklere veya tanınmış kişilere hitaplı olan ve gündelik hayata ve ceza infaz kurumlarındaki uygulamalara ilişkin ifadeler içeren mektuplar ceza infaz kurumu disiplin kurulu tarafından sakıncalı olduğu gerekçesiyle alıkonulmuştur. Kararların gerekçesinde mevzuat hükümlerine yer verilmiş, ek bir gerekçe sunulmamıştır. Başvurucular, söz konusu mektupların alıkonulmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek bahse konu kararları infaz hâkimliğine şikâyet etmişlerdir. Şikâyetleri reddedilen başvurucular ağır ceza mahkemesine itiraz başvurusunda bulunmuştur. Başvurucuların şikâyet ve itirazlarının reddine ilişkin kararlarda ilgili mevzuat hükümlerine yer verilmiştir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10844
Başvuru, ceza infaz kurumlarında bulunan başvurucuların göndermek istediği ya da başvuruculara gelen mektupların sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, işyerinde yaşanan iş kazası sonucu aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında makul sürenin aşıldığını, bu nedenle ödemek durumunda kaldığı faiz yükünün arttığını, yargılama sırasında usulî hatalar yapıldığını, Sosyal Sigortalar Kurumunun (SSK) davacılara ödediği miktarın tazminat hesaplanırken mahsup edilmediğini belirterek eşitlik ilkesinin, hak arama hürriyetinin ve Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 25/2/2013 tarihinde Kağızman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 24/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/9/2013 tarihli görüş yazısı, 24/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Gaziler Enerji ve Tic. A.Ş.’nin yürüttüğü inşaat işi sırasında patlama meydana gelmiş ve işçi T. 24/10/1999 tarihinde kaza sonucu vefat etmiştir. Tedbirsizlik ve dikkatsizlik nedeniyle ölüme sebebiyet verme suçu iddiasıyla Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada, 27/12/2001 tarih ve 2000/94, K.2001/155 sayılı kararla kusur oranları, işyeri sahibi G. için 6/8, işçi N. T. için 1/8 ve ölen işçi T. için 1/8 olarak belirlenmiştir. Müteveffanın eşi Ş. T., kendisi ve çocukları adına 4/1/2002 tarihli dilekçe ile Tuzluca Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) başvurucuya karşı maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucu 11/2/2002 tarihli dilekçesiyle mahkemenin görevsizliği ve alacağın zaman aşımına uğradığı iddialarında bulunmuştur. Mahkeme, 19/11/2002 tarihli celsede, tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişi incelemesinin yapılmasına karar vermiştir. Bilirkişilerce, aynı konuyla ilgili Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinde açılmış davada belirlenen kusur oranları nazara alınarak tazminat miktarı hesaplanmış ve 15/1/2004 tarihli bilirkişi raporu mahkemeye sunulmuştur. Mahkeme, 27/5/2004 tarihli celsede tarafların kusur oranlarının belirlenmesi talebiyle bilirkişi görevlendirmiş ve 22/8/2004 tarihli bilirkişi raporuyla, başvurucunun kusuru % 60 olarak tespit edilmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun başvurucu aleyhine açtığı peşin sermaye değerli gelir ödemesinin rücu davasında da, tarafların kusurlarının belirlenmesi için 1/7/2004 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Davacılar, 18/10/2004 tarihli dilekçeleriyle 15/1/2004 tarihli bilirkişi raporunda belirlenen miktarlar üzerinden taleplerini artırarak davalarını kısmen ıslah etmişler, başvurucu ise cevap dilekçesinde bir yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini ve davanın zamanaşımına uğradığını iddia etmiştir. Başvurucu davanın İş Mahkemelerinde açılması gerektiği gerekçesiyle işbölümü itirazında bulunduğundan, Mahkeme 17/2/2005 tarih ve E.2002/2, K.2005/12 sayılı kararıyla, dosyayı iş mahkemesi sıfatıyla E.2005/69 numarasıyla incelemeye devam etmiştir. Mahkeme, 5/5/2005 tarihinde SSK’nın başvurucuya karşı açtığı E.2003/22 sayılı rücu davasının, Mahkemenin E.2005/69 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir. 4/12/2006 tarihinde önceki bilirkişi raporları arasında çelişki olduğundan bahisle yeni bir bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Hazırlanan yeni bilirkişi raporuna göre, 1/7/2004 tarihli raporla kısmen uyumlu olarak başvurucunun kusuru % 80 olarak tespit edilmiştir. Mahkeme, 26/4/2007 tarihinde, E.2005/69 sayılı dosyada birleştirilen rücu davasının yasal dayanaklarının ve yasa yolu mercilerinin farklı olduğu gerekçesiyle tefrikine karar vermiştir. Rücu davasıyla ilgili olarak Mahkeme, 27/9/2007 tarih ve E.2007/18, K.2007/74 sayılı kararıyla Sosyal Sigortalar Kurumunun rücu talebini kabul ederek kurumca kaza nedeniyle ödenmiş bedelin bir kısmının başvurucuya rücu edilmesine karar vermiştir. Mahkeme, tazminat davasında bilirkişi raporları arasındaki çelişkilerin giderilmesi ve tarafların kusur oranlarının yeniden tespit ettirilmesi için Adli Tıp Kurumu tarafından bir raporun düzenlenmesine karar vermiş ve bu defa 16/9/2010 tarihli bilirkişi raporuyla başvurucunun kusuru % 80, başvurucu şirketin sahibi G. ’nin kusuru ise %10 olarak tespit edilerek mahkemeye sunulmuştur. Mahkeme, tazminat miktarının 16/9/2010 tarihli bilirkişi raporundaki kusur oranları dikkate alınarak hesaplanması için bilirkişi incelemesinin yapılmasına karar vermiştir. Bunun üzerine 3/1/2011 tarihli bilirkişi raporu hazırlanmış ve destekten yoksunluk zararları tespit edilerek mahkemeye sunulmuştur. Davacılar, 30/3/2011 tarihli ıslah dilekçeleriyle 3/1/2011 tarihli bilirkişi raporunda belirtilen miktarlar üzerinden davanın ıslahı talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme, 26/5/2011 tarih ve E.2005/69, K.2011/107 sayılı kararıyla kez ıslahın mümkün olmaması nedeniyle 30/3/2011 tarihli ıslah dilekçesinin reddine, 18/10/2004 tarihli ıslah dilekçesini nazara alarak davanın kabulüne ve 16/9/2010 ve 3/1/2011 tarihli bilirkişi raporları dosya kapsamı ve mevzuat ile uyumlu olduğundan bu raporda belirlenen kusur oranlarını esas alarak belirlenen maddi tazminat miktarlarının ve takdiren 000,00’er TL manevi tazminatın başvurucu şirket ve sahibi G. ’den müştereken ve müteselsilsen tahsiline karar vermiştir. Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Hukuk Dairesi, 25/12/2012 tarih ve E.2012/2136, K.2012/24430 sayılı kararıyla başvurucunun temyiz itirazlarını reddederek hükmü onamıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi, 11/4/2013 tarih ve E.2013/4808, K.2013/7316 sayılı kararıyla karar düzeltme talebini reddetmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu 25/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1660
Başvurucu, işyerinde yaşanan iş kazası sonucu aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında makul sürenin aşıldığını, bu nedenle ödemek durumunda kaldığı faiz yükünün arttığını, yargılama sırasında usulî hatalar yapıldığını, Sosyal Sigortalar Kurumunun (SSK) davacılara ödediği miktarın tazminat hesaplanırken mahsup edilmediğini belirterek eşitlik ilkesinin, hak arama hürriyetinin ve Anayasa’nın 14. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1
Başvurucular, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 6/3/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 23/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Veysi Biçen tarafından yapılan 2014/6781 numaralı bireysel başvuru dosyası ve başvurucu Kamuran Nuyan tarafından yapılan 2014/6935 numaralı bireysel başvuru dosyası ile başvurucu Mehmet Emin Uçar tarafından yapılan 2014/2972 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş ve incelemeye 2014/2972 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 12/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu Mehmet Emin Uçar 16/11/2007 tarihinde, başvurucu Veysi Biçen 8/12/2007 tarihinde ve başvurucu Kamuran Nuyan 9/12/2007 tarihinde gözaltına alınmışlardır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) 20/11/2007 tarihli kararı ile başvurucu Mehmet Emin Uçar’ın, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) 11/12/2007 tarihli kararları ile de başvurucular Veysi Biçen ve Kamuran Nuyan’ın tutuklanmalarına karar verilmiştir. Başvurucular Mehmet Emin Uçar ve Kamuran Nuyan ile diğer on üç şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 28/12/2007 tarih ve E.2007/1631 sayılı iddianamesi ile "silahlı terör örgütüne üye olma, örgütün ve amacının propagandasını yapma, patlayıcı madde bulundurma ve atma, 2911 sayılı Kanun'a muhalefet, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet, kamu malına zarar verme ve mala zarar verme" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) E.2008/10 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkemece, 22/4/2008 tarih ve E.2008/28, K.2008/121 sayılı karar ile E.2008/28 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin E.2008/10 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2008/10 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. Mahkemece, 22/4/2008 tarih ve E.2008/54, K.2008/120 sayılı karar ile E.2008/54 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin E.2008/10 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2008/10 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli), 2/5/2008 tarih ve E.2008/3, K.2008/121 sayılı kararı ile E.2008/3 sayılı dava dosyasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/10 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2008/10 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. Başvurucu Veysi Biçen hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile yetkili) 3/1/2008 tarih ve E.2008/6 sayılı iddianamesi ile "silahlı terör örgütüne üye olma, örgütün ve amacının propagandasını yapma, patlayıcı madde bulundurma ve atma, 2911 sayılı Kanun'a muhalefet, kamu malına zarar verme" suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/11 sayılı dosyasında açılan kamu davası, Mahkemece, 7/8/2008 tarih ve E.2008/11, K.2008/195 sayılı karar ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/10 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş, yargılamanın E.2008/10 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 2/9/2008 tarihli duruşmada başvurucu Mehmet Emin Uçar’ın tahliyesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince, 25/12/2008 tarih ve E.2008/285, K.2008/342 sayılı karar ile E.2008/285 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin E.2008/10 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2008/10 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. Mahkemece, 25/12/2008 tarih ve E.2008/287, K.2008/343 sayılı karar ile E.2008/287 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin E.2008/10 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2008/10 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 15/5/2009 tarih ve E.2009/122, K.2009/106 sayılı kararı ile E.2009/122 sayılı dava dosyasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/10 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2008/10 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 24/12/2009 tarih ve E.2009/81, K.2009/221 sayılı kararı ile E.2009/81 sayılı dava dosyasının, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/10 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2008/10 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 10/2/2011 tarihli duruşmada başvurucular Veysi Biçen ve Kamuran Nuyan’ın tahliyelerine karar vermiştir. Mahkemece, 3/12/2013 tarih ve E.2008/10, K.2013/208 sayılı karar ile toplam yirmi sanık hakkında hüküm kurulmuş, başvurucu Mehmet Emin Uçar’ın "silahlı terör örgütüne üye olma" suçundan 2 yıl 1 ay hapis, "tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi" suçundan 4 yıl 10 ay 10 gün hapis ve 760,00 TL adli para, "kamu malına zarar verme" suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis, “6136 sayılı Kanun’a muhalefet” suçundan 1 yıl 3 ay hapis ve 562,00 TL adli para cezası ile başvurucu Veysi Biçen’in “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile başvurucu Kamuran Nuyan’ın “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Karar, başvurucular tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi Yargıtayda devam etmektedir. Özel yetkili mahkemelerin kapatılması üzerine, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/10, K.2013/208 sayılı dava dosyası, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/247 sayılı dava dosyasına aktarılmıştır. Başvurucular, 6/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi, (2) numaralı fıkrasının (a) bendi, maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ve maddesinin (2) numaralı fıkrası; 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2972
Başvurucular, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranındaki para cezasının Hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının, yürütülen yargılama süreci ve sonucu nedeniyle gerekçeli karar hakkı ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 5/7/2021 tarihinde öğrendikten sonra 28/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/30909
Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranındaki para cezasının Hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının, yürütülen yargılama süreci ve sonucu nedeniyle gerekçeli karar hakkı ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, sağlık sorunları bulunmasına rağmen özgürlüğünden yoksun bırakılma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 26/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 22/5/2019 tarihinde başvurucunun sağlık hizmetlerine erişim imkanına sahip olduğu değerlendirilerek tahliye edilmesi yönündeki tedbir talebinin reddedilmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1971 doğumlu olan başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği suçlamasıyla Antalya Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) ceza davası açılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklu olarak yargılanan başvurucunun 15/3/2018 tarihinde 8 yıl 9 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği mahkûmiyet kararına karşı yapılan istinaf talepleri, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi) 14/2/2019 tarihinde esastan reddedilmiştir. Ret kararını başvurucu temyiz etmiştir. Yargılama dosyasının Yargıtaya gönderilmesi aşamasında başvurucu 30/3/2019 tarihinde karaciğer nakli operasyonu geçirmiştir. Başvurucunun tutulduğu Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu (Ceza İnfaz Kurumu) 2/4/2019 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesine müzekkere yazarak başvurucunun sağlık durumu hakkında bilgi vermiş ve tutukluluk hâlinin gözden geçirilmesini talep etmiştir. Müzekkerede;i. Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Araştırma Hastanesi) tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 11/12/2017 tarihli raporda ''Hepatit-B'ye bağlı karaciğer sirozu, evre 1-2 tanısı ile hayati tehlikesi vardır. 3 (üç) aylık Gastroentroloji poliklinik kontrolü ile cezaevinde kalabilir.'' tespitinin yapıldığı,ii. Araştırma Hastanesinin başvurucu hakkındaki 8/6/2018 tarihli sağlık kurulu raporunda ''3 ayda 1 Gastroentroloji Poliklinik kontrolü ile cezaevinde hayatının yalnız devam ettirebileceği''nin belirtildiği,iii. Düzenli poliklinik kontrolleri esnasında başvurucuya ''karaciğer naklinin uygun görüldüğü", gerekli tahlil ve tetkiklerin yapıldığı, 13/11/2018 tarihinde başvurucunun tedavisine başlandığı, bu tedaviden 1 ay sonra organ nakli olacağı hususunda rapor tanzim edilerek hükümözlü kadavradan nakil sırasına alındığı, iv. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulu (Adli Tıp Kurumu) tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 1/3/2019 tarihli sağlık kurulu raporunda ''karaciğer naklinin gerçekleşmesi, hastalığının ilerlemesi veya vasfının değişmesi halinde yeniden değerlendirileceğinin" belirtildiği, v. Başvurucunun 29/3/2019 tarihinde karaciğer nakli için Araştırma Hastanesine sevkinin yapıldığı, nakil sonrası Araştırma Hastanesinde yatarak hâlen tedavi gördüğü açıklanmıştır. Karaciğer naklinin ardından başvurucu hakkında 1/4/2019 tarihinde Araştırma Hastanesince rapor düzenlenmiş, düzenlenen bu raporun akabinde 8/4/2019 tarihinde Adli Tıp Kurumunca yeniden sağlık kurulu raporu düzenlenmiştir. 1/4/2019 tarihli rapora da atıf yapılan 8/4/2019 tarihli adli tıp raporunun ilgili kısmı şöyledir:"Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin 2019 tarih ve 9914 sayılı raporunda; hastanın organ nakli servisine yatışının gerçekleştiği, 2019’da kadavradan karaciğer nakli olduğu, 2019 tarihinde yoğun bakım ünitesinden servise devralındığı, mevcut tedavisine devam edildiği, yolculuk yapması ve cezaevi koşullarında kalmasının uygun olmadığı belirtildiğine göre; sonuç olarak 2019 tarihinde karaciğer nakli operasyonu uygulandığı belirtilen İsmail oğlu 1971 doğumlu Şerif Ağu adına düzenlenen dosyadaki mevcut belgelerine göre halihazırda; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16/ maddesi kapsamında değerlendirildiği, 6 (altı) ay süre ile cezasının infazının tehirinin uygun olduğu, tehir süresi bitiminde son durumunu gösteren sağlık kurulu raporu ile birlikte muayeneye gönderilmesi sonrasında sorulan hususlar hakkında yeniden değerlendirileceği" Bölge Adliye Mahkemesinin 9/4/2019 tarihli ek kararıyla başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Sanığa atılı suç, mevcut delil durumu, almış olduğu ceza miktarı, Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İhtisas Kurulunun 08/04/2019 tarih ve 6106 sayılı sağlık kurulu tarafından düzenlenen raporda; sanığın nakil sonrası cezaevinde kalmasının sağlığı açısından uygun olup olmayacağı yönünde herhangi bir mütalaanın mevcut olmaması, sanığın hali hazırda hastane şartlarında yatılı olarak tedavi görüyor olması, tedavi sonrasında her aşamada sanık hakkında yeniden rapor düzenlenebilecek ve tutukluluğu durumunda karar verilebilecek olması hususları bir bütün halinde değerlendirilerek, sanığın, kaçma ihtimalinin bulunması, hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı dikkate alınarak sanığın tutukluluk halinin devamına," Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş; Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 17/4/2019 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret kararını 25/4/2019 tarihinde öğrendiğini beyan eden başvurucu 26/4/2019 tarihinde tedbir talebiyle bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince 10/5/2019 tarihinde başvurucunun sağlık durumuyla ilgili olarak Ceza İnfaz Kurumundan bilgi istenmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun 14/5/2019 tarihli cevabında, başvurucunun Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirildiği 27/6/2016 tarihinden beri teşhis ve tedavilerine yönelik ayrıntılı açıklama yapılmış; en son başvurucunun karaciğer nakli operasyonu geçirmesi nedeniyle hâlihazırda Araştırma Hastanesinde tedavisinin yatılı olarak devam ettiği belirtilmiştir. Başvurucunun sağlık durumu nedeniyle tedbiren tahliye istemi, sağlık hizmetlerine erişim imkânına sahip olduğu, ceza infaz kurumunda tutulmasının yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike oluşturduğuna dair bilgi veya bulgu bulunmadığı gerekçesiyle Komisyonca 22/5/2019 tarihinde reddedilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için hiçbir genel zorunluluk getirmediğini ancak doğal olarak ortaya çıkan fiziksel ya da ruhsal rahatsızlıklardan kaynaklanan acının yetkililerin sorumlu tutulabileceği tutukluluk koşullarından dolayı artması ya da artma riski bulunması hâlinde bu durumun Sözleşme’nin maddesi kapsamına girebileceğini belirtmektedir (Mouisel/Fransa, B. No: 67263/01, 14/11/2002, §§ 38-40; Ürfi Çetinkaya/Türkiye, B. No; 19866/04, 23/7/2013, § 88). Bu tür davalarda AİHM, sağlık durumunun endişeye sebep olduğu durumlarda başvurucunun alıkonulmasına devam edilmesinin sağlık durumu açısından uygun olup olmadığının değerlendirilmesinde özellikle üç etkenin dikkate alınmasının gerektiğini belirtmiştir. Bunlar hükümlü/tutuklunun sağlık durumu, sağlanan bakımın kalitesi ve sağlık durumu açısından başvurucunun tutulmasına devam edilmesinin gerekip gerekmediğidir (Zarzycki/Polonya, B. No: 15351/03, 12/3/2013, § 103). Ayrıntılı ilgili hukuk için bkz. Fatih Hilmioğlu, B. No: 2014/648, 18/9/2014, §§ 28-34; Temur Eskibağ ve Mehmet Rıza Eskibağ, B. No: 2014/5098, 20/12/2017, § 45; Civan Boltan, B. No: 2014/5324, 30/10/2018, §§ 33-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14028
Başvuru, sağlık sorunları bulunmasına rağmen özgürlüğünden yoksun bırakılma nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İstanbul valisi olarak 24/5/2010 ile 25/9/2014 tarihleri arasında görev yapan veardından da yaklaşık iki yıl merkez valisi olarak çalışan başvurucu 5/6/2017 tarihli ve 692 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kararname ile meslekten çıkarılmıştır. Darbe teşebbüsü sonrasında başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında 26/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, gözaltında iken kolluk görevlilerine müdafii eşliğinde verdiği ifadesinde suçlamaları kabul etmeyerek FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını belirtmiştir. Başsavcılık başvurucuyu 4/8/2016 tarihinde -başka şüphelilerle birlikte- tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinde 4-5/8/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurucunun müdafileri de sorgu esnasında hazır bulunmuşlardır. Başvurucu, emniyetteki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucunun müdafileri de dosyada isnat edilen suçu işlediğine dair delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu -müdafii aracılığıyla- 8/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Başvurucunun bu itirazının değerlendirilerek sonucunun başvurucuya tebliğ edilip edilmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Soruşturma sürecinde değişik tarihlerde farklı mahkemelerce tutukluluk durumu değerlendirilen başvurucunun son olarak İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/3/2017 tarihli kararıyla tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun müdafileri anılan karara 16/3/2017 havale tarihli dilekçe ileitiraz etmişlerdir. UYAP'tan yapılan incelemede 15/3/2017 tarihli tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararın (bkz. § 16) başvurucuya -tutuklu olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda- 17/3/2017 tarihinde tebliğ edildiği, başvurucunun da 23/3/2017 tarihli dilekçe ile -müdafileri tarafından yapılan itirazın haricinde- bu karara bizzat itiraz ettiği görülmüştür. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 23/3/2017 tarihli karar ile başvurucunun müdafileri tarafından yapılan itiraz (bkz. § 17) kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına müdafilerince yapılan itirazın kesin olarak reddine dair kararın başvurucuya -tutuklu olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda- 28/3/2017 tarihinde tebliğ edildiği ve bu tebliğ ekinde anılan kararın bir nüshasının da elden ceza infaz kurumu görevlilerince teslim edildiği UYAP'tan yapılan incelemede tespit edilmiştir. Söz konusu kararın başvurucu müdafilerine tebliğ edilip edilmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Bunun yanı sıra İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun tutukluluğunun devamına ilişkin ayrıca yaptığı 23/3/2017 tarihli itiraz hakkında da (bkz. § 18) 28/3/2017 tarihli karar ile bir kez daha itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Anılan karar başvurucuya -tutuklu olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda- 30/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun müdafii ise başvuru süresinin başlangıcı olarak 30/3/2017 tarihini esas almak suretiyle Anayasa Mahkemesine 2/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 6/6/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve on dört şüphelinin Anayasa'yı ihlal, yasama organına karşı suç, Hükûmete karşı suç, silahlı terör örgütü üyesi olma ve 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle haklarında aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 16/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/88 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Yapılan yargılama sonunda Mahkeme 8/2/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, diğer suçlardan ise beraatine karar vermiştir. Kararda ayrıca başvurucunun hükümle birlikte tahliyesine de karar verilmiştir. Anılan karara yönelik hem başvurucu hem de Cumhuriyet savcısı tarafından istinaf kanun yoluna başvuruda bulunulmuş olup İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 27/9/2018 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kesinleşen mahkûmiyet hükmünün infazı sırasında yürürlüğe giren 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası gereği, madde metninde belirtilen suçlar bakımından bölge adliye mahkemesi ceza daireleri kararlarının temyiz edilebilmesi mümkün hâle geldiğinden -başvurucu müdafiinin talebi üzerine- Mahkemenin 7/11/2019 tarihli kararı ile hapis cezasının infazının durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, istinaf incelemesi sonucu verilen kararı temyiz etmiş olup dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesi için gönderildiği Yargıtayda derdesttir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21865
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçunun işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine başlatılan soruşturma sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu F.S., 1998 doğumlu olan ikinci başvurucu S.S. ile 2000 doğumlu olan üçüncü başvurucu İ.S.nin annesidir. Başvurucular S.S. ve İ.S., anneleri F.S. ile babaları E.S.nin 2010 yılında fiilen ayrı yaşamaya başlamalarından sonra üç sene diğer kardeşleriyle birlikte annelerinin yanında kaldıktan sonra 2013 yılında babalarının bulunduğu farklı bir ile taşınmış, bu tarihten itibaren babalarıyla birlikte yaşamaya başlamışlardır. Başvuruculardan S.S.nin anlatımına göre 2013 yılının Ağustos ayında birlikte yaşamak için babalarının yanına giden S.S. (15 yaşında) eylül ayında aynı mahallede oturan 19 yaşındaki Ü. ile tanışmış ve arkadaş olduktan sonra rızasıyla anal yoldan cinsel ilişki yaşamıştır. Aynı yılın son aylarında bu defa 19 yaşındaki S. ile Facebook sosyal paylaşım sitesi aracılığıyla tanışıp arkadaş olan başvurucu, S.nin evine gittiğinde S.nin cinsel istismarına uğramış, rızası dışında onunla cinsel ilişki yaşamıştır. İlişki sonrası S. başvurucunun haberi olmaksızın çıplak fotoğraflarını çekmiş, bu olaydan bir hafta sonra da fotoğraflarla tehdit ederek başvurucuyla zorla ikinci kez cinsel ilişkiye girmiştir. İkinci cinsel istismarın ertesinde S. ile arkadaşlığına son veren başvurucuyu bu olaydan sonra farklı kişiler değişik zamanlarda cep telefonundan arayarak fotoğrafların herkesin elinde olduğunu söylemiş ve başvurucuyu taciz etmiştir. 2014 yılının ilk aylarında B. ve de aynı şekilde başvurucuyu aramış, fotoğraflarından bahsederek başvurucuyu tehdit etmiş ve başvurucuyla zorla cinsel ilişkiye girmişlerdir. Başvurucu S.S., B. ile bir, ile farklı zamanlarda üç kez birlikte olmuştur. Bu birlikteliklerin bir kısmı başvurucunun evinde yaşanmıştır. Daha sonra yaklaşık 45 yaşlarında olan babasının arkadaşı B.A., başvurucu S.S.yi telefonla arayarak kendisiyle arkadaş olmak istediğini belirtmiş; karşılaştıklarında ise kollarını başvurucunun boynuna dolamak suretiyle başvurucuyu istismar etmiştir. Bu süreçte başvurucu, N.S. (17-18 yaşlarında) ile Facebook aracılığıyla tanışarak arkadaş olmuş ve rızasıyla N.S. ile cinsel birliktelik yaşamıştır. İddiaya göre A.İ. isimli başka bir kişi de başvurucuyu telefonla arayarak ve evinin önüne gelerek taciz etmiştir. 2014 yılının Ekim ayına gelindiğinde babasının diğer bir arkadaşı olan 30-32 yaşlarındaki H.S. başvurucuyu arayarak yaşananlar nedeniyle babasının işten atılabileceğini ve kendisiyle arkadaş olmak istediğini söyleyip başvurucuyla bu konuda konuşmak istemiş, bir gece başvurucu S.S. ile kardeşi üçüncü başvurucu İ.S.yi arabasıyla alarak oto tamirhanesine götürmüştür. Tamirhanede babasının işten atılmaması için yardımcı olabileceğini söyleyen H.S., başvurucu S.S.yi cinsel yönden istismar ederek onunla ilişkiye girmiş, ayrıca S.S.nin çıplak fotoğraf ve görüntülerini kaydetmiştir. Bu olaydan sonra başvurucu, H.S.nin korkutmasıyla bir kez daha ilçe dışında bulunan boş bir arazide onunla cinsel ilişkiye girmiştir. Başvurucu S.S., kardeşi İ.S.nin de babasının arkadaşı İ.Ü. tarafından istismar edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu S.S.nin beyanına göre İ.Ü. alkollü bir şekilde babasıyla birlikte evlerine gelmiş, İ.S.yi kastederek "Ben bu kızı seviyorum." dedikten sonra yanaklarından öpmüş ve sarılmaya çalıştığı esnada İ.S. "Dersim var" diyerek odadan ayrılmıştır. İ.Ü., İ.S.nin arkasından odasına gitmeye çalışırken başvurucu S.S., İ.Ü.ye engel olmak istemişse de babasının "Sen karışma, çay koy." demesi üzerine İ.Ü.ye engel olamamıştır. Mutfaktayken babası ve İ.Ü.nün İ.S.yi aradıklarını fark eden başvurucu "Kıza ne yaptınız?" diye sorarak kardeşini aramak için dışarı çıkmış ve onu yanlarındaki apartmanın içinde bulmuştur. İ.S., İ.Ü.nün kendisini öpmeye çalışması üzerine evden kaçtığını beyan etmiştir. Üçüncü başvurucu İ.S.nin anlatımına göre babası E.S. alkol bağımlısı ve uyuşturucu kullanıcısı olup zaman zaman arkadaşlarıyla birlikte eve gelmekte; onlarla alkol almaktadır. 2014 yılının Eylül ayında bir gece saat 00-30 civarlarında babası ile 42-43 yaşlarındaki arkadaşı İ.Ü. birlikte eve gelmiştir. Başvurucu İ.S., ablası S.S.yi birlikte hastaneye götürmeleri nedeniyle İ.Ü.yü iki hafta öncesinden tanımaktadır. Ablası hastanede tedavi olduğu sırada arabada bekledikleri sırada İ.Ü. başvurucuyu ön koltuğa çağırıp yanaklarından ve boynundan öpmüş, dudaklarından öpmeye çalışırken başvurucu onu engellemiştir. Aralarında geçen bu olayı İ.Ü.nün talebi üzerine kimseyle paylaşmayan üçüncü başvurucu, İ.Ü. evlerine geldiğinde ablası ile birlikte kendi odalarında iken babasının ablasını yanına çağırması üzerine odada yalnız kalmıştır. İ.Ü., yalnız kalan başvurucunun odasına giderek yanına oturmuş; yanaklarından ve boynundan öpmüş, dudaklarından öpmeye çalışırken yine başvurucu onu engellemiştir. Bunun üzerine İ.Ü., başvurucu İ.S.nin elbiselerinin üstünden göğüslerine ve cinsel organına dokunduğu esnada direnmesi nedeniyle odasından ayrılmış, "İşiniz bitti mi?" diye soran başvurucunun babasına "Kızın rahat durmuyor ki." diye cevap verdikten sonra 50 TL vererek evden ayrılmıştır. Başvurucu da yaşanan bu olaydan ötürü yan apartmanın içine sığınmış, merdivenlerde otururken ablası S.S.nin yanına gelmesiyle sabaha kadar onunla birlikte burada kalmıştır. Başvurucu İ.S. ayrıca ablası S.S.nin babasının arkadaşları H.S., B.A., S. ve Ü. tarafından farklı zamanlarda cinsel yönden istismara uğradığını, yaşananları bizzat görmediğini ancak ablasının kendisine anlattığını ifade etmiştir. Başvurucu İ.S.nin beyanına göre ablası S.S.yi babasının arkadaşı H.S.nin çağırması üzerine bir gece birlikte H.S.nin oto tamirhanesine gitmiş ve geceyi orada geçirmişlerdir. Kendisi üst katta tek başına uyumuş, ablası S.S. ise H.S. ile birlikte alt katta kalmıştır. Bu geceden sonraki bir zamanda H.S., S.S.nin çıplak fotoğraflarını kendisine göstermiştir. Daha sonra, H.S., S.S. ve kendisini bir gece saat 00-00 civarında evlerinden alarak ilçe dışında yıkık boş evlerin bulunduğu yere götürmüş, cep telefonundan birilerini arayarak başvurucuların kendisinin yanında olduklarını söylemiş, başvuruculara konuştuğu kişilerin polis olduğunu iletmiştir. Daha sonra başvurucuları iki üç saat burada yalnız bıraktıktan sonra tekrar yanlarına gelmiş ve onları alarak evlerine bırakmıştır. 9/11/2014 tarihli ilçe Emniyet Müdürlüğü ihbar tutanağına göre A. isimli bir kişi tarafından aranan anne F.S., kızı S.S.nin arkadaşı olan bu kişinin kızlarının "satıldığına" yönelik bilgi verdiğini söyleyerek ihbarda bulunmuştur. İkinci ve üçüncü başvurucu, annelerinin arkadaşı S.den yardım istemiş ve onun yardımıyla 12/11/2014 tarihinde annelerinin yanına dönmüştür. Babalarının yanında kaldıkları bir yıl içinde cinsel istismara uğradıkları iddia eden başvurucular, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuşlardır. İkinci başvurucu S.S., özellikle S., B., , B.A., A.İ. ve H.S.den şikâyetçi olmuş; babasından şikâyetçi olmadığını ifade etmiştir. Üçüncü başvurucu İ.S. ise kendisini para karşılığı arkadaşlarıyla cinsel ilişkide bulunmaya zorladığını belirttiği babasından ve İ.Ü.den şikâyetçi olmuştur. Başvurucu F.S. müşteki sıfatıyla dinlenmiştir. F.S., şüphelilerin kızlarının uygunsuz fotoğraflarının olduğunu söyleyerek kızlarını kandırıp korkutarak cinsel saldırı ve taciz suçlarını işlediklerini iddia etmiştir. Ayrıca şüphelilerden İ.Ü.nün eşi Ü.nün de kocasının cinsel saldırı eyleminden haberi olduğunu ve bu konuda kızı İ.S.ye "Kocam alkollüymüş, kötü şeyler olmuş, annenizi aramayın, çoluğu çocuğu var, işten atarlar." şeklinde telkinlerde bulunduğunu ifade ederek olayda sorumluluğu bulunan herkesten şikâyetçi olmuştur. Tüm olayın okul müdürü tarafından da bilindiğini, kızlarının -özellikle S.S.nin- psikolojik tedavi gördüğünü, şüphelilerden H.S.nin polis ve asker arkadaşları olduğunu ve S.S.yi bildiklerini söyleyip kızını korkutarak cinsel yönden defalarca istismar ettiğini ileri sürmüştür. Adli Tıp Kurumu (ATK) İzmir Şube Müdürlüğü tarafından ikinci başvurucu S.S.nin iç ve dış beden muayenesi yapılmış, hakkında adli rapor düzenlenmiştir. ATK raporu şöyledir:"[S.S.nin] hemşire refakatinde ve kolposkopik görüntüleme eşliğinde yapılan muayenesi sonucunda; Duhule müsait himen (erekte haldeki erişkin penisinin veya sair cismin duhulüne yırtılmaksızın müsait) yapısında olduğu, himenal açıklığın çapının 3cm ölçüldüğü, herhangi bir eski ve/veya yeni yırtık saptanmadığı, Akut ve / veya kronik fiili livatanın tıbbi bulgularına rastlanmadığı ancak kişinin yaşı ve fiziksel gelişimi dikkate alındığında; kaydırıcı madde kullanılarak ve/veya rıza dahilinde gerçekleşen fiili livata olgularında fiili livatanın tıbbi bulgularına rastlanamayabileceği ayrıca akut fiili livatada oluşabilen anal dilatasyon, fissür, laserasyon ekimoz vb. lezyonların 3–5 gün içerisinde iz bırakmaksızın iyileşebileceği tıbben bilindiğinden konunun adli tahkikat ile aydınlatılmasının uygun olacağı, Kişinin yapılan genel vücut muayenesinde; herhangi bir travmatik lezyon saptanmadığı..." İddia olunan suç yerinin farklı bir ilde olması nedeniyle soruşturma 24/11/2014 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılğından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) gönderilmiştir. Savcılık tarafından savunmaları alınan şüpheliler suçlamaları inkâr etmiş, bir kısmı başvurucuları tanımadığını iddia etmiştir. Başvurucuların babası E.S. alınan savunmasında; sadece kızları biraz açık giyindiği için aralarında anlaşmazlık olduğunu, kendisinden habersiz annelerinin yanına gittikleri için anneleri ile konuşmadığını, kızları ile arasında kendisini şikâyet etmelerini gerektiren herhangi bir husumet olmadığını ifade etmiştir. Arkadaşı İ.Ü.nün evine alkollü geldiğini kabul eden E.S., kızlarından S.S.nin "Ben evde alkollü birisini istemiyorum." diye bağırması üzerine kızıyla tartıştığını, arkadaşı İ.Ü.nün kızı İ.S. ile özel olarak konuşmak istemesi üzerine İ.S.yi bulundukları odaya çağırıp odadan çıktığını, onları iki üç dakika yalnız bıraktığını, daha sonra arkadaşına sorduğunda ise İ.Ü.nün "Babana yardımcı ol, bulaşıkları yıka." gibi kızına tembihlerde bulunduğunu söylediğini beyan etmiştir. Olay günü kızı İ.S.nin evden dışarı çıktığını, çoğu zaman kendisinden habersiz arkadaşlarına yatmaya gittiği için yine arkadaşına gittiğini düşündüğünü, arkadaşından para almadığını, arkadaşının kızı İ.S.ye uygunsuz bir davranışının olmadığını belirtmiştir. Olaydan bir müddet sonra bir başka arkadaşı olan H.S.nin kendisini telefonla arayarak "Kızın İ.yi dışarıda gördüm, benim yanımda merak etme." dediğini ve o gece kızı İ.S.nin H.S.nin yanında kaldığını belirtmiş ancak daha sonra arkadaşı İ.Ü. de aynı gece İ.S.nin kendilerinde kaldığını söylediği için aslında İ.S.nin o gün nerede kaldığını bilmediğini, kızlarının cinsel saldırıya uğradıklarına dair bilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir. Ayrıca aynı gece evlerine misafir olması nedeniyle arkadaşı İ.Ü. ile İ.Ü.nün eşinin tartıştıklarını da ifadesine eklemiştir. Şüphelilerden İ.Ü. savunmasında arkadaşı E.S.nin evine iki kez gittiğini, ilk seferinde E.S.nin yalnız olduğunu, ikinci sefer evde kızlarının da olduğunu, evdeyken kızları ile arkadaşının tartıştığını, çıkan sesler üzerine eşinin kendisini arayıp eve çağırdığını, bundan dolayı evine gittiğini beyan etmiş; olay günü İ.S.nin odasına gitmediğini, aralarında herhangi bir öpüşme olmadığını, arkadaşına para vermediğini ifade ederek İ.S.ye cinsel istismarda bulunduğuna yönelik suçlamayı reddetmiştir. İ.Ü. ayrıca daha önce S.S.yi hastaneye götürdüklerini ancak İ.S. ile arabada yalnız kalmadığını, eşi Ü.nün başvuruculardan S.S. ile tartıştığını, balkonda gördüğü zaman eve girmeleri konusunda onları uyardığı için eşine ve kendisine husumet beslemiş olabileceklerini, aralarında iftira atmayı gerektiren herhangi bir husumet olmadığını belirtmiştir. Bir diğer şüpheli S. savunmasında başvurucu S.S. ile arkadaş olduklarını, aralarında gönül ilişkisi olmadığını, arkadaşlıklarının üç dört ay sürdüğünü, daha sonra olumsuz bir durum olmamasına rağmen kendisinin S.S. ile görüşmek istemediğini belirtmiştir. S. başvurucuların evlerine hiç gitmediğini, rızasıyla veya rızası olmaksızın S.S.yle cinsel ilişki yaşamadığını, kendisinde S.S.ye ait fotoğraf bulunmadığını, aralarında husumet olmadığını, Facebook aracılığıyla "Seni seviyorum, hoşlandım." şeklinde bir mesaj göndermediğini beyan etmiştir. Şüpheliler B.A., H.S., , B., A.İ. ve Ü. genel olarak üzerilerine atılı suçu reddetmiş, S.S. ile rızayla veya rıza dışında cinsel bir ilişki yaşamadıklarını, ona ait mahrem görüntülerin kendilerinde olmadığını ifade etmiş, aralarında husumet olmamasına rağmen kendileri hakkında neden şikâyetçi olunduğunu bilmediklerini beyan etmişlerdir. ile B. arasında akrabalık ilişkisi bulunduğu ifadelere yansımıştır. İlk başvurucu S.S.nin ifadesinde yer alan N.S.nin savunması alınmamıştır. Soruşturma makamları tarafından yaşandığı iddia edilen olaya ilişkin olarak başvurucuların annelerinin arkadaşı S., başvurucuların okul müdürü A., şüpheli İ.Ü.nün eşi Ü., ilçe sakinlerinden Y.B. ve ilçe sanayi sitesinin gece bekçisi F.A. tanık olarak dinlenilmiştir. S., başvurucular S.S. ve İ.S.nin babaları ile aynı iş yerinde çalıştığını, anneleri F.S.nin babalarının yanına gönderirken kendisini arayıp kızlarını kendisine emanet ettiğini, başvuruculara bir şeylere ihtiyaçları olursa yardımcı olacağını söylediğini, annelerinin arayarak "S. ile İ. kötü yola düşüyormuş, kızları kullanıyorlarmış, ben çocukları sana emanet ettim, niye sahip çıkmıyorsun?" demesi üzerine olaylardan haberinin olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca çocuklar ile annelerinin görüşemediklerini öğrenmesi üzerine başvurucuların okuluna giderek okul müdür yardımcısını olaylardan haberdar ettiğini ifade eden S., S.S. ile annesini görüştürdüğünü, F.S.nin talebi üzerine başvurucuları otobüse bindirerek annelerinin yanına gönderdiğini belirtmiş; H.S.nin sanayideki iş yerine bir gece S.S. ve İ.S.yi götürdüğünün ilçede konuşulduğuna tanıklık etmiştir. Tanık Y.B., başvurucunun babasını tanıdığını ancak kızlarını tanımadığını, -S.nin ifadesini doğrular mahiyette- ilçede başvurucuların erkeklerle cinsel ilişkiye girdiklerinin konuşulduğunu, kiminle ilişki kurduklarını bilmediğini ancak bu ilişkiyi sanayide gerçekleştirdiklerini duyduğunu belirtmiştir. Tanık Ü. başvurucu F.S.nin iddiasının aksine S.S. veya İ.S.ye eşi ile ilgili bir şey söylemediğini, kızların başka erkeklerle konuştuğunu, apartmana yabancı kişilerin girip çıktığını duyduğunu, bu kişilerin oğlu Ü.nün ismini kullanarak apartmana girdiklerini fark etmesi üzerine S.S.yi bu hususta uyardığını, başvurucu S.S.yi hastaneye götürdüklerinde eşi İ.Ü. ile İ.S.nin yanında kendisinin de olduğunu ifade etmiştir. Çocuk başvurucuların okul müdürü A., şikâyete konu olaylarla ilgili bilgisinin bulunmadığını belirtmiştir. Şüpheli H.S.nin oto tamirhanesinin bulunduğu sanayi sitesindeki gece bekçisi F.A. ise H.S.nin bir gece tamirhaneye saçları uzun, 16-17 yaşlarda bir genç kızla geldiğini, arabasıyla yaklaşık on dakika sonra siteden ayrıldığını ifade etmiş; yüzünü göremediği için H.S.nin yanındaki kişiyi teşhis edememiştir. Savcılık tarafından şüphelilerin evleri aranmış, cep telefonları ve diğer veri depolanabilen cihazlarına el konularak bu cihazlarda başvuruculardan S.S.ye ait mahrem fotoğraf veya görüntülerin mevcut olup olmadığı hususunda araştırma yapılmıştır. Araştırma sonunda kolluk memurları tarafından hazırlanan 14/11/2019 tarihli inceleme raporuna göre incelenen cihazlardan soruşturma konusuna yönelik delil elde edilememiştir. Soruşturma sürecinde çocuk başvurucuların şikâyete konu olayları ifade ederken yanlarında hazır bulunan adli görüşmeci tarafından düzenlenen 20/11/2014 tarihli adli görüşme değerlendirme raporlarında; başvurucuların yaşadıklarını iddia ettikleri olayları akıcı, anlaşılır ve nesirsel bir anlatımla anlattıkları, bu nedenle ifadelerinin tutarlı olduğu belirtilmiş; anlattıkları şekilde başvurucuların cinsel istismara uğradıkları yönünde görüş bildirilmiştir. Raporlarda ayrıca S.S.nin olayları anlatırken ağladığı, tedirgin ve sıkıntılı bir beden dili kullandığı gözlemine yer verilmiştir. Kolluk tarafından 20/12/2014 tarihinde yapılan araştırmada sanayi sitesinin birden fazla giriş ve çıkışının olduğu, sitede bulunan dükkânlarda güvenlik kamerası bulunsa da kameraların kısa süreli kayıt yaptığı anlaşılmış, buna ilişkin tutanak düzenlenmiştir. Yapılan soruşturma sonucu Savcılık tarafından 21/8/2015 tarihinde şüpheliler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Şüpheliler ... nin üzerlerine atılı suçlamaları kabul etmedikleri,14/11/2014 tarihli İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğü'nün raporuna göre mağdur S.nin yapılan muayenesinde duhule müsait hiymen yapısında olduğu, herhangi bir eski veya yeni yırtık saptanmadığı, fiili livataya yönelik herhangi bir bulgunun olmadığının tespit edildiği, Soruşturma kapsamında şüpheliler , H., B., ve E. nin ikametlerinde arama yapıldığı ve dijital materyallere el konulduğu, 07/05/2015 tarihli Konya Emniyet Müdürlüğü Adli Bilişim Büro Amirliği'nin inceleme raporuna göre el konulan cep telefonu, sim kart, bilgisayar gibi dijital materyallerde yürütülen soruşturma konusuna dair herhangi bir veriye rastlanmadığının tespit edildiği,Bu haliyle çocuğun cinsel istismarı, cinsel taciz, hakaret, tehdit, şantaj, kişi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının şüpheliler tarafından işlediğine dair haklarında kamu davası açmayı gerektirir yeterli delilin bulunmadığı,05/01/2015 tarihli uzmanlık raporuna göre şüpheliler E., H., ve Y.den alınan kan örneklerinde herhangi bir uyuşturucu ve uyarıcı maddeye rastlanmadığı, ...Reşit olmayanla cinsel ilişki suçunun soruşturulmasının ve kovuşturulmasının şikayete tabi olduğu mağdur S.nin şüpheli N. ve den şikayetçi olmadığı tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmakla,Şüpheliler hakkında delil yokluğu, delil yetersizliği, şikayet yokluğu ve suç yokluğu sebebiyle kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına..." Anılan karara yapılan itiraz, Sulh Ceza Hâkimliğince Savcılık kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesine istinaden 3/11/2015 tarihinde reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; H.S ve S. hakkında yürütülen reşit olmayanla cinsel ilişki suçunun soruşturma ve kovuşturmasının şikâyete tabi olduğu, S.S.nin N.S. ve Ü.den şikâyetçi olmadığı, öte yandan diğer şüpheliler hakkında başkaca suçlar yönünden kovuşturma yapmaya yeterli delil bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular 9/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Z.[G.K.], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, §§ 24-29 ve §§ 32-43; G.G.K., B. No: 2014/19797, 9/1/2018, § 27-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11174
Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçunun işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine başlatılan soruşturma sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, suçluluğu hakkında yeterli şüphe bulunmamasına rağmen ilgili ve yeterli olmayan gerekçelerle tutukluluğunun devam ettirilmesi ve duruşmalarda yapılan tutukluluğa dair değerlendirmeye ilişkin olarak savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle Anayasa'nın maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tahliye ile tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 11/3/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 19/11/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kartal Cumhuriyet Başsavcılığınca birden fazla kasten insan öldürme ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından yapılan soruşturma sırasında, başvurucu hakkında, 24/10/2008 tarihinde yakalama emri çıkartılmıştır. Kartal Cumhuriyet Başsavcılığının 1/9/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında, kasten insan öldürme ve 6136 sayılı Kanun'a aykırılık suçlarından yakalama emrinin infazı beklenilmeksizin kamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkında çıkartılan yakalama emri, 6/7/2012 tarihinde başvurucunun yakalanması ile birlikte infaz edilerek, başvurucunun aynı tarihte tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki yargılamanın yapıldığı İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi 19/2/2014 tarih ve E.2013/191 sayılı karar ile başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiş, aynı duruşmanın 4 No.lu ara kararında “Bu celse tahliye talebinde bulunmak üzere söz isteyen vekillere söz verilmesine yer olmadığına” karar vermiştir. Başvurucu anılan karara karşı itiraz yasa yoluna başvurmaksızın 11/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi 9/4/2014 tarih ve E.2013/191, K.2014/156 sayılı kararı ile başvurucunun kasten öldürme suçundan toplam 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan beraatına ve tahliyesine karar vermiştir. Temyiz üzerine dosya Yargıtaya gönderilmiş olup, dava hâlen temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“ (1) Kuvvetlisuç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedenininbulunması halinde, şüpheli veya sanıkhakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesibeklenen ceza veya güvenlik tedbiriile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklamanedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veyadeğiştirme,   Tanık, mağdur veya başkalarıüzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihlive 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundayer alan;  ...  Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83), ...” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çokiki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üçyılı geçemez.” 26/9/2004 tarihli 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Bir insanıkasten öldüren kişi, müebbet hapiscezası ile cezalandırılır.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3798
Başvurucu, suçluluğu hakkında yeterli şüphe bulunmamasına rağmen ilgili ve yeterli olmayan gerekçelerle tutukluluğunun devam ettirilmesi ve duruşmalarda yapılan tutukluluğa dair değerlendirmeye ilişkin olarak savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle Anayasa'nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tahliye ile tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, silah taşıma ruhsatının iptali işlemine karşı açılan davada keyfî karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ticaret ile iştigal eden başvurucu, taşıma ruhsatı ile adına kayıtlı bulunan silahlara sahiptir. Kolluk kuvvetleri tarafından ihbar üzerine yapılan denetimde başvurucunun silahı, yanında çalışan şoförünün üzerinde yakalanmıştır. Şoför ruhsatsız silah taşıma suçunu işlediği gerekçesiyle Karşıyaka Asliye Ceza Mahkemesinin 17/7/2009 tarihli kararı uyarınca adli para cezası ile cezalandırılmıştır. İzmir İl Emniyet Müdürlüğü, başvurucunun silahı ile bir başkasının suç işlemiş olmasını gerekçe göstererek 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca başvurucunun silah ruhsatını25/7/2012 tarihli işlemle iptal etmiştir. Ruhsat iptali işlemine karşı İzmir İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açılmıştır. Mahkeme 12/2/2013 tarihli kararıyla öncelikle 6136 sayılı Kanun uyarınca ruhsat iptali için ruhsat sahibinin suç işlemesinin gerekmediğini, silahın muhafazasındaki ihmal veya kusur sonucu bir başkasının ruhsata konu silah ile suç işlemesinin yeterli olduğunu vurgulamıştır. Somut olayda başvurucuya ait silahı üzerinde bulundurması nedeniyle başvurucunun şoförünün ruhsatsız silah taşımak suçundan hüküm giydiğini saptayan Mahkeme, 6136 sayılı Kanun hükümlerine uygun olarak tesis edildiğini ifade ettiği işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Ret hükmü, Danıştay Beşinci Dairesinin 13/11/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 4/11/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 31/12/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 29/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6136 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Ateşli silah taşımak müsaadesini haiz olanlar, bu silahları resmi ruhsatı haiz bulunanlardan başkasına satamıyacakları gibi muvakkaten de olsa başkalarına veremezler. Silah bulundurma ve taşıma ruhsatını haiz olan kimsenin bu silahla suç işlemesi veya silahın muhafazasındaki ihmal ve kusurlu neticesi başkaları tarafından bir suç işlenmesi veya intihar ve intihara teşebbüs edilmesi hallerinde silah vesikası geriye alınır ve bir daha silah bulundurma ve taşıma izni verilmez. "
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1751
Başvuru, silah taşıma ruhsatının iptali işlemine karşı açılan davada keyfî karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, evli olan mahpusun eşi ile mahrem görüşme talebinin reddi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Eldeki başvuruyla konu itibarıyla aynı mahiyette olan 2017/34600 numaralı başvuruda Adalet Bakanlığından görüş istenmiş olması sebebiyle bu başvuru yönünden ayrıca Bakanlıktan görüş istenmesine gerek görülmeyerek başvurunun incelenmesine geçilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 29/1/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Silahlı terör örgütü FETÖ/PDY üyesi olma şüphesiyle 29/8/2016 tarihinde tutuklanan başvurucu Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2018 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 2 ay 7 gün hapis cezasıyla cezalandırılmış, tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak tahliye edilmiştir. Karara karşı istinaf başvurusu Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 13/6/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, İnfaz Kurumuna sunduğu 29/6/2018 tarihli dilekçesiyle ceza infaz kurumundaki ödül uygulamasından yararlanma talebinde bulunmuştur. İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı (Kurul) 5/7/2018 tarihli kararıyla mahrem görüşme ödülü çerçevesinde değerlendirdiği talebi reddetmiştir. Kararda, İnfaz Kurumu mevcudunun kapasitenin üzerinde olması yanında sirkülasyon fazlalığı nedeniyle güvenlik sorunu yaşanabileceği, ayrıca başvurucunun 30/3/2013 tarihli ve 28603 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ödüllendirilmesi Hakkında Yönetmelik'in (Ödül Yönetmeliği) maddesinde sayılan ödüllendirilebilecek tutum ve davranışlarının tespit edilemediği belirtilmiştir. Başvurucu 10/7/2018 tarihli dilekçesi ile Kurulun sadece mahrem görüşme ödülüne yönelik değerlendirme yaptığını, diğer ödüllere yönelik talebini dikkate almadığını ileri sürerek Düzce İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Hâkimlik 18/7/2018 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar vermiştir. Kararda; başvurucunun eşi ile mahrem görüşme ve diğer ödüllerden yararlanma talebinde bulunduğu, ancak Ödül Yönetmeliği hükümleri dikkate alındığında ödüllendirme için hükümlünün iyi hâl sergilemesi ve İnfaz Kurumunun fiziki yapısı, personel ile diğer imkânlarının buna uygun olması gerektiği, sonuç olarak Kurul kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Hâkimlik kararına yapılan itiraz, Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin 20/9/2018 tarihli kararıyla reddedilmiş ve nihai karar 12/10/2018 tarihindetebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Ödüllendirme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlüler, kurum içindeki veya dışındaki genel durumları, eğitim ve iyileştirme faaliyetlerine etkin katılımları, kurum düzenine karşı tutumları ve kendilerine verilen işlerdeki gayretleri dikkate alınarak teşvik esaslı ödüllerden yararlandırılabilirler.(2) Bu madde hükümleri, çocuk hükümlüler için de geçerlidir.(3) Hükümlülere verilebilecek ödüller şunlardır:a) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan evli hükümlüler, en geç üç ayda bir kez olmak üzere, üç saatten yirmidört saate kadar eşleri ile kurum veya eklentilerinde ceza infaz kurumu personelinin yakın nezareti olmaksızın mahrem şekilde görüştürülebilir.b) Çocuk hükümlülere, en geç iki ayda bir kez olmak üzere, üç saatten yirmidört saate kadar ana ve babasıyla veya vasisiyle kurum ya da eklentilerinde ceza infaz kurumu personelinin yakın nezareti olmaksızın aile görüşmesi yaptırılabilir.c) Haftalık ziyaret süresi iki saate kadar uzatılabilir.d) Kapalı ziyaret yerine açık ziyaret yaptırılabilir.e) Üst üste kullanılmayan en fazla üç haftalık ziyaret süresi toplu olarak kullandırılabilir.f) Haftalık telefonla görüşme süresi veya sayısı iki katına kadar artırılabilir.g) Sosyal, kültürel veya sportif etkinliklerden öncelikli veya daha uzun süreli yararlanmaları sağlanabilir.h) Haftalık harcama miktarı yarı oranında artırılabilir.ı) Tek kişilik odalarda televizyon bulundurma imkânı verilebilir.j) Hediye verilebilir.k) Takdir belgesi veya tavsiye mektubu verilebilir.(4) Ödüllendirme sisteminin usul ve esasları ile bu ödüllerden yararlanmanın kapsam ve şartları, suç türleri dikkate alınarak yönetmelikle belirlenir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "Ödüllendirme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kurum içindeki veya dışındaki genel durumları, iyileştirme etkinliklerine ilgileri ve uyumları, kurum düzenine karşı tutumları, kendilerine verilen işlerdeki gayretleri gibi beklenen davranış ve tutumları gösteren hükümlülere teşvik esaslı ayrıcalıklar tanınır." Tüzük'ün "Ödüllendirilecek tutum ve davranışlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlülerin ödüllendirilecek tutum ve davranışları şunlardır:a) Katılması gereken iş, eğitim, öğretim ve benzeri faaliyetlerde devamsızlığı bulunmamak,b) Davranışları ile arkadaşları ve çevresine iyi örnek olmak,c) Kurum içi ve dışındaki spor, sanat, kültür ve sosyal faaliyetlerde veya yarışmalarda başarı göstermek,d) İyileştirme faaliyetlerinde gösterdiği davranışlarla bu çalışmalara katkı sağlamak,e) Kurumun araç, gereç ve donanımlarını koruma ve kullanmada örnek olmak,f) Sağlık ve güvenlik konularında örnek tutum ve davranışlar içerisinde olmak." Ödül Yönetmeliği'nin "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmelikte geçen; ...ç) Kurul: İdare ve Gözlem Kurulunu, ... ifade eder." Ödül Yönetmeliği'nin "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Yönetmeliğin uygulanması ile ilgili olarak aşağıdaki ilkelere uyulur:a) Hükümlü ve tutukluların ödüllendirilmesi ile ulaşılmak istenen temel amaç; bu kişilerin yeniden sosyalleşmesini sağlamak suretiyle insan haklarına saygılı, hukukî ve toplumsal kurallara bağlı bireyler olmalarını teşvik etmektir.b) Hükümlü ve tutuklulara; ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî görüşleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve sırf bu nedenlerle ayrıcalık tanınamaz.c) Hükümlü ve tutuklulara ödül verilirken bunların bir hak değil, teşvik esaslı ayrıcalık olarak verilebileceği göz ardı edilemez.ç) Hükümlü ve tutuklulara; işledikleri suçun türü, koşullu salıverilme tarihi, kişisel özellikleri ve ihtiyaçları, bedensel ve psikolojik yapısı, eğitim durumu ve mesleği göz önünde bulundurularak en uygun ödül verilir ve bu karar ilgiliye bildirilir.d) Ödüllendirmede; kurumun fizikî yapısı, personel sayısı, malî ve sosyal imkânları ile mevcut doluluk durumu dikkate alınır.e) Hükümlü ve tutuklulara, gerekli şartları taşımaları hâlinde aynı anda birden fazla ödül verilebilir.f) Aynı odada kalan veya ortak etkinliklere katılan hükümlü ve tutuklulara, gerekli şartları taşımaları hâlinde birlikte yararlanabilecekleri bir ödül verilebilir.g) Hükümlü ve tutuklular hakkında disiplin soruşturmasına başlanılması veya ödüllendirilen tutum ve davranışlarının ortadan kalkması hâlinde ödüllendirme kararı Kurul tarafından derhâl geri alınır ve bu karar ilgiliye tebliğ edilir.ğ) Hükümlü ve tutuklular, kuruma kabul işlemleri sırasında bu Yönetmelikte yer alan düzenlemeler hakkında bilgilendirilir." Ödül Yönetmeliği'nin "Ödül türleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlü ve tutuklulara;a) Kapalı ceza infaz kurumlarındaki evli hükümlü ve tutuklulara, kurum personelinin yakın nezareti olmaksızın eşleri ile mahrem görüşme,b) Haftalık açık veya kapalı ziyaret süresini uzatma,c) Kapalı ziyaret yerine açık ziyaret yapma,ç) Üst üste kullanılmayan ziyaret sürelerini toplu olarak kullanma,d) Haftalık telefonla görüşme sayı veya süresini artırma,e) Sosyal, kültürel veya sportif etkinliklerden öncelikli ve daha uzun süreli yararlanma,f) Haftalık harcama miktarını yarı oranında artırma,g) Tek kişilik odada televizyon bulundurma,ğ) Hediye,h) Takdir belgesi,ı) Tavsiye mektubu,ödülü verilebilir." Ödül Yönetmeliği'nin "Ödüllendirilebilecek tutum ve davranışlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Disiplin cezası almamış veya kaldırılmış hükümlü ve tutuklulardan aşağıda sayılan tutum ve davranışların bir veya birkaçını sergileyenler, diğer davranış türlerine de açıkça aykırı davranmamaları hâlinde ödüllendirilebilir:a) Tutum ve davranışları ile diğer hükümlü ve tutuklulara iyi örnek olmak,b) İyileştirme faaliyetlerine geçerli mazeret dışında sürekli ve etkin bir şekilde katılarak kişisel gelişim göstermek,c) İş, eğitim ve öğretim faaliyetlerine geçerli mazeret dışında sürekli katılarak üstün başarı göstermek,ç) Kurumdaki kişisel ve ortak kullanım alanları ile bu yerlerde bulunan eşyaların temizlik, düzen ve korunmasına azami özen göstermek,d) Kurum içi ya da dışındaki sosyal, kültürel veya sportif faaliyetlere sürekli ve etkin bir şekilde katılarak kişisel gelişim göstermek,e) Kurum işleyişini sürdürmek için gerekli olan kurum iç hizmetlerinin yerine getirilmesinde istekli olmak ve üstün gayret göstermek,f) Uyuşturucu, alkol veya sigara bağımlısı olup da bu bağımlılıktan kurtulmak için kurumca yürütülen eğitim veya tedavi programlarına katılarak bu konuda gelişim göstermek,g) Kurum asayiş ve düzenini tehlikeye düşürebilecek hukuka aykırı bir eylemin ortaya çıkarılmasını sağlamak." Ödül Yönetmeliği'nin "Ödüllendirmede yetkili merci" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü ve tutukluların ödüllendirilmesi ile verilecek ödülün türüne, sayısına, süresine veya geri alınmasına Kurul tarafından Ek-1’de yer alan form doldurulmak suretiyle karar verilir." Ödül Yönetmeliği'nin "Ödüllendirme usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kurul, resen veya kurumda görev yapan servislerin teklifi üzerine ilgililerin ödüllendirilmesine karar verebilir.(2) Kurul, ödül verilecek hükümlü ve tutukluları ayda en az bir kez yapacağı toplantıda oy çokluğuyla kararlaştırır ve ödülün niteliğine göre uygun şekilde ilgililere bildirir..." Ödül Yönetmeliği'nin "Eş görüşmesi ödülü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kapalı ceza infaz kurumundaki hükümlü ve tutuklulara, en geç üç ayda bir kez olmak üzere, üç saatten yirmi dört saate kadar eşleriyle kurumun bu tür ziyaretler için ayrılan bölümünde ve personelin yakın nezareti olmaksızın mahrem şekilde eş görüşmesi ödülü verilebilir." Ödül Yönetmeliği'nin "Eş görüşmesi ödülü ile ilgili genel hükümler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Eş görüşmesi için kuruma gelen ziyaretçilerden; Türk vatandaşı olanların Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarasını içeren resimli bir kimlik belgesini, yabancı uyruklu olanların ise pasaport veya yerine geçebilecek bir kimlik belgesi ile birlikte hükümlü veya tutuklu ile evli olduğunu ispatlayan Türkçe tercüme edilmiş resmî onaylı belgeyi göstermesi zorunludur.(2) Kurul, her bir ödüllendirme kararı ile bir kez eş görüşmesi ödülü verebilir.(3) Cinsel saldırı, cinsel istismar veya aile içi şiddet suçu işlemiş hükümlü ve tutuklular ile eş görüşmesi ödülü verilmesinin hükümlü, tutuklu veya eşi açısından riskli görüldüğü diğer durumlarda kurumda bulunan veya başka kurumlardan temin edilen psiko-sosyal yardım servisi personeli eşlerle öncelikle ayrı ayrı görüşür. Gerekli hâllerde eşlerle birlikte de görüşme yapılabilir. Görüşme sonucunda hazırlanacak değerlendirme raporunun Kurul tarafından dikkate alınması zorunludur.(4) Aynı kampüs veya kurumda barındırılan hükümlü veya tutuklu eşlerin bu ödülden yararlanmaları için her ikisi hakkında da ayrı ayrı ödüllendirme kararı verilmesi gerekir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayata saygı hakkı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi, yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). Suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir hapishane rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması onun Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder, ancak kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların haklarına sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar, suç ve düzensizliğin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46). AİHM’e göre tutulma, doğası gereği özel hayat ve aile hayatı üzerinde birtakım sınırlandırmalara yol açsa da yakın aile üyeleriyle etkili ilişki kurmasına ceza infaz kurumunca imkân sağlanması, mahpusun aile hayatına saygı hakkının önemli bir yönünü oluşturmaktadır. Ancak mahpusun dış dünya ile bağlantı kurmasını kontrol altına almaya yönelik birtakım tedbirler alınması tek başına sözleşmeyi ihlal etmemektedir (Aliev/Ukrayna, B. No: 41220/98, 29/4/2003, § 187). AİHM 2003 yılında verdiği Aliev/Ukrayna kararında, bazı Avrupa ülkelerinde eşle mahrem görüşmenin kolaylaştırılması suretiyle ceza infaz kurumu koşullarının iyileştirilmesi yönünde reform çalışmalarının yapıldığını vurgulamakla birlikte mahrem görüşme talebinin reddedilmesinin anılan tarihteki koşullar bağlamında Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrası anlamında ceza infaz kurumunun düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi amaçları çerçevesinde haklı görülebileceğini kabul etmiştir (Aliev/Ukrayna, § 188). AİHM anılan kararında bu gerekçeyle başvurucunun eşle mahrem görüşme talebinin reddedilmesinin ölçülü bir müdahale olduğu sonucuna ulaşmıştır (Aliev/Ukrayna, § 189). AİHM'in 2013 yılında verdiği Varnas/Litvanya (B. No: 42615/06, 9/7/2013) ve 2015 yılında verdiği Costel Gaciu/Romanya (B. No: 39633/10, 23/6/2015) kararlarında da mahrem ziyarete ilişkin olarak bu görüşünü devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Anılan kararlarda AİHM, Sözleşme'ye taraf devletlerden yarısından fazlasının eşle mahrem ziyareti kabul ettiğini vurgulamıştır. Fakat AİHM mahrem görüşmeyle ilgili bu evrime rağmen henüz Sözleşme'nin devletlere mahrem görüşmeyi düzenleme yükümlülüğü yüklediği biçiminde yorumlamadığının altını çizmiştir. AİHM bu nedenle mahrem görüşmenin, devletlerin bireylerin ve toplumun gelişimini ve ihtiyaçlarını gözetmek suretiyle Sözleşme'yle uyumu sağlamak gayesiyle atacağı adımları belirlerken geniş takdir marjına sahip bulundukları bir alan olduğunu belirtmektedir (Varnas/Litvanya,§ 109; Costel Gaciu/Romanya, § 50). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir. Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar...."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33588
Başvuru, evli olan mahpusun eşi ile mahrem görüşme talebinin reddi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun da dâhil olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna (KESK) bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi olan bir grup, kanun hükmünde kararnamelerle kamu görevinden çıkarılma işlemlerini protesto etmek amacıyla 8/4/2017 tarihinde İstanbul Bakırköy'deki Cumhuriyet Meydanı'nda toplanmıştır. Başvurucu, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatı doğrultusunda eyleme müdahale eden kolluk görevlilerince gözaltına alınmış; gözaltı işlemleri sonrasında aynı gün serbest bırakılmıştır. Başsavcılık, aralarında başvurucunun da bulunduğu şüpheliler hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçunu işlediklerinden bahisle iddianame düzenlemiştir. 12/7/2017 tarihli iddianamede, kolluk görevlileri tarafından söz konusu meydanın Kaymakamlık kararı ile toplantı ve gösteri yürüyüşüne kapatıldığı bildirilmesine ve dağılması yönünde birkaç kez uyarılmasına rağmen grubun sloganlar atarak eyleme devam ettiği ileri sürülmüştür. Ceza yargılaması neticesinde başvurucu hakkında beraat kararı verilmiştir. Bu karar kanun yoluna başvurulmaması nedeniyle 26/2/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, hukuka aykırı gözaltı tedbiri dolayısıyla tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; olay günü haksız şekilde yakalandığını ve gözaltına alındığını, yargılama sonucunda hakkında beraat kararı verildiğini, gözaltına alınması nedeniyle uğradığı mağduriyetin giderilmesi amacıyla hükmedilecek manevi tazminatın tespitinde örgütlenme hakkı, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı gibi yasal haklarını kullanırken yakalandığının ve gözaltına alındığının dikkate alınması gerektiğini belirterek 000 TL manevi tazminatın gözaltı tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsilini 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca talep etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi), başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle tazminat hakkına sahip olduğunu ifade etmiş ve gözaltı tedbirine bağlı olarak başvurucuya 100 TL manevi tazminat ödenmesine 19/10/2020 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu; sendikal faaliyette bulunduğu sırada ve ifade özgürlüğünü kullanırken gözaltına alındığını, hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğunu beyan ederek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf başvuru dilekçesinde tazminat talebine ilişkin yasal dayanak olarak 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine yer verildiği tespit edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi istinaf başvurusunun esastan reddine 31/5/2021 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu nihai kararı 26/6/2021 tarihinde öğrendikten sonra 9/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/57199
Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, öğrencisi olduğu üniversite tarafından hakkında yürütülen soruşturma sonucunda yükseköğretim kurumundan çıkarma disiplin cezası verilen ve bu sebeple okula devam edemeyen başvurucunun uğradığı zararın giderilmemesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1983 yılında doğmuştur ve başvuru tarihinde öğrenci olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu, olay tarihinde Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğrenim görmektedir. Sivas İl Emniyet Müdürlüğü tarafından başvurucunun öğrenim gördüğü Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlüğüne (Rektörlük) 24/4/2006 tarihli ve 480 sayılı bir yazı gönderilmiştir. Söz konusu yazıda 19/3/2006 tarihinde Sivas'ta düzenlenen nevruz gösterilerinde başvurucunun da aralarında bulunduğu Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde öğrenim gören bir kısım öğrencinin PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün gençlik yapılanması olan Yurtsever Özgür Gençlik Hareketi (YÖGEH) içinde faaliyet gösterdiğinin tespit edildiği ve tutuklandığı bildirilmiştir. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli)13/6/2006 tarihli ve 8/8/2006 tarihli iddianameleriyle başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen örgüte üye olma ve aynı Kanun’un maddesinde belirtilen suç ve suçluyu övme suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Başvurucu; soruşturma evresinde kolluktaki ifadesinde atılı suçlamaları kabul etmediğini, Cumhuriyet Savcılığındaki ifadesinde 2006 yılı nevruz kutlamasına katıldığını, yasa dışı slogan atmadığını, Mahkemedeki ifadesinde ise Kızılırmak dergisi, YÖGEH ve BAGEH ile bağlantısının olmadığını, atılı suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. (Kapatılan) Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 24/3/2009 tarihli kararı ile ESP ve YÖGEH'in yasa dışı örgütler olduğuna dair Yargıtay kararının bulunmadığı, TKPML ve PKK'nın terör örgütü olduğunun kesin olduğu, sanıkların bir kısmının yasa dışı örgütler adına hareket edip PKK ve TKPML terör örgütlerinin aldığı kararlar doğrultusunda eylemlerde bulunup örgütlendikleri, bunlar hakkında eylemleri tespit edilenlerin cezalandırıldığı belirtilerek başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticiliği suçundan beraatine, suç ve suçluyu övme suçundan dolayı 5237 sayılı Kanun’un maddesi gereğince 25 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Silahlı terör örgütü yöneticiliği suçundan verilen beraat hükmü temyiz edilmemiş, suç ve suçluyu övme suçundan verilen hükme ise itiraz edilmiştir. (Kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 7/8/2009 tarihli kararıyla itiraz istemi reddedilmiştir. Kolluk tarafından yapılan bildirim üzerine Rektörlüğün 15/5/2006 tarihli onayı ile Üniversite yönetimince isimleri bildirilen öğrenciler hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu hakkında 25/9/2006 tarihli soruşturma raporu düzenlenmiştir. Bu raporda Sivas'taki nevruz gösterilerinde çekilen kamera ve fotoğraf görüntülerinde başvurucunun örgütün marşı olarak bilinen “Her Nepeş” adlı marşı söylediği, ayrıca "Kinem Apocinem" şeklinde slogan attığı tespit edilmiştir. Soruşturma raporundaki bu tespit üzerine başvurucunun 13/1/1985 tarihli ve 18634 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan mülga Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) maddesinin (e) bendinde “Kanun dışı kuruluşlar adına faaliyet yapmak veya yardımda bulunmak” şeklinde tanımlanan eylemi gerçekleştirdiği ve daha önce benzer eylemden dolayı üç kez disiplin cezası aldığı hususu da değerlendirilerek yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile cezalandırılması önerilmiştir. Üniversite Disiplin Kurulunun 1/11/2006 tarihli kararı ile başvurucu yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu 15/1/2007 tarihinde disiplin kurulu kararının iptali ve tazminat talebi ile Sivas İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme, yargılama sürecinde görülmekte olan davanın sonucunun başvurucu hakkında (kapatılan) Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga madde ile görevli) görülen E.2005/129 sayılı dosyanın sonucuna bağlı bulunduğu gerekçesiyle 26/3/2008 tarihinde, bu davanın sonuçlanıncaya kadar önündeki davanın bekletilmesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında (kapatılan) Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK mülga madde ile görevli) görülen davada 24/3/2009 tarihinde karar verilmesi üzerine Sivas İdare Mahkemesi 26/5/2009 tarihli kararı ile idari işlemin iptaline, tazminat talebinin ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Olayda; davacı hakkında, yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası ile cezalandırılmasına dayanak fiilleri ile ilgili olarak terör örgütünün yöneticisi olmak suçlarından dolayı özel yetkili Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi'nin, PKK (KONGRA-GEL) terör örgütünün Sivas İlinde faaliyet gösteren gençlik yapılanması içerisinde hareket eden diğer sanıklar ile birlikte 2005/129 esas sayılı dosya kapsamında dava açıldığı, bu yargılama sonucunda Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 24/3/2009 tarihli ve E.2005/129, K.2009/113 sayılı kararı ile davacının 5237 sayılı Kanun'un maddesinde sayılan suçu işlediğinin subuta erdiğinden mahkumiyetine karar verildiği, bu madde uyarınca verilen ceza hakkında hükmün açıklanmasının ertelendiği, davacının anılan yargılama kapsamında Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 10/e maddesinde yer alan fiilere ilişkin bir suçtan mahkum olmadığı açıktır.Yapılan değerlendirmede, davacının yapılan yargılaması neticesinde 5237 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen suçun sabit olduğu, ancak bu davacının sübuta eren eylemininYükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 10/e maddesinde yer alan fiilerden olmaması ve davacının başkaca bir suçtan mahkum edilmemiş olması karşısında, Yönetmelik'in maddesinin (e) bendi hükmü uyarınca davacının yükseköğretim kurumundan çıkarılmasına ilişkin olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlılık bulunmamıştır.Davacının tazminat istemine yönelik olayın gelişim süreci dikkate alınarak yapılan değerlendirmede, dava konusu tazminat isteminin kaynağını teşkil eden dava konusu işlemin, ilgili mevzuat hükümlerinin yorumundan kaynaklı hatalı takdirin sonucu olduğu, ortada idareye yüklenebilecek bir hizmet kusuru bulunmadığı, idari işlemin tesis edilmesinde ve uygulanmasında hizmet kusuru işlenmiş diyebilmek için saptanan hukuki sakatlığın bir dereceye kadar ağır ve önemli olması gerektiği, her idarenin değerlendirme hatasına dayalı olarak işleyebileceği türden olağan nitelikteki hukuki yanlışlık ve aykırılıkların hizmet kusuruna yol açmayacağı, tazmin istemine dayanak işlemin de bu kapsamda kaldığı sonucuna varıldığından davalı idare yönünden tazmin sorumluluğunun oluşmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesinin 18/9/2012 tarihli kararı ile Mahkemece verilen idari işlemin iptaline ilişkin karar kısmının bozulmasına, tazminat isteminin reddine ilişkin karar kısmının iseonanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi üzerine aynı Dairenin 22/1/2014 tarihli kararıyla kısmen bozma kararı kaldırılarak Mahkeme kararının idari işlemin iptaline ilişkin hüküm fıkrası onanmış; tazminat isteminin reddine ilişkin hüküm fıkrasına yönelik karar düzeltme talebi ise reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 8/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5237 sayılı Kanun’un “Suçu ve suçluyu övme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, (11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanunun 10 uncu maddesiyle değişik, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde) iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun "Öğrencilerin disiplin işleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Soruşturma, yetkiler ve cezalar:a. Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında ... anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere; eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca ... yükseköğretim kurumundan çıkarma cezaları verilir...." Mülga Yönetmelik'in "Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasını gerektiren disiplin suçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...e) Kanun dışı kuruluşlara üye olmak, bu kuruluşlar adına faaliyet yapmak veya yardımda bulunmak..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin ilgili kısmı söyledir:“Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz.” Sözleşme’ye ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinde ise hiç kimsenin eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağı, bir başka anlatımla herkesin eğitim hakkına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır. Eğitim hakkını düzenleyen bu ek Protokol iki cümleden oluşmaktadır. Bu cümlelerden birincisinde eğitim hakkına ilişkin temel kural, ikincisinde ise tamamlayıcı kural düzenlenmiştir. Birinci cümledeki temel kuralın “eğitim hakkından yoksun bırakılmama” hakkını içerdiği kuşkusuzdur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin eki 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ilk cümlesinde öngörüldüğü şekliyle eğitim hakkı, Sözleşmeci devletlerin yargı yetkisi altında bulunan herkese "mevcut belirli eğitim kurumlarına giriş hakkı" tanımaktadır. Mahkemeye göre “hiç kimse...” ifadesi, eğitim hakkının kullanılmasında tüm vatandaşlara eşit muamele edilmesi ilkesini zımnen içermektedir. AİHM; önemine rağmen bu hakkın mutlak olmadığını, doğası gereği devlet tarafından düzenleme yapılmasını gerektirdiğini ve zımnen kabul edilen bazı kısıtlamalara tabi olabileceğini kaydetmiştir. AİHM, eğitim kurumlarını düzenleyen kuralların toplumun ihtiyaç ve kaynakları ile eğitimin farklı düzeylerine has özelliklere göre zaman ve mekânda değişiklik gösterebileceğini, dolayısıyla ulusal makamların bu konuda belli bir takdir payından yararlandığını belirtmiştir. Buna karşın getirilen kısıtlamaların söz konusu hakkı -özünü zedeleyecek ve etkinliğinden yoksun bırakacak düzeyde azaltmamasını temin etmek amacıyla- AİHM, bu kısıtlamaların ilgili kişiler açısından öngörülebilir olduğuna ve meşru bir amaç güttüğüne ikna olması gerektiğine işaret etmiştir. AİHM'e göre başvurulan yollar ile güdülen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunduğu takdirde bu türden bir kısıtlama, 1 No.lu Protokol'ün maddesi ile uyumlu olacaktır (Leyla Şahin/Türkiye [BD], B. No: 44774/98, 10/11/2005, §§ 152-156). AİHM, yukarıda zikredilen Leyla Şahin kararında eğitim hakkına ilişkin kısıtlamaların Sözleşme'de ve protokollerde benimsenen diğer haklarla da çatışmaması ve Sözleşme ve protokollerdeki hükümlerin bir bütün olarak düşünülmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Dolayısıyla AİHM'e göre 1 No.lu ek Protokol'ün maddesinin ilk cümlesi, gerektiğinde Sözleşme'nin özellikle , ve maddelerinin ışığı altında ele alınmalıdır. Ayrıca AİHM'e göre disiplin cezası uygulaması, öğrencilerin kişiliklerinin ve zihinsel yetilerinin geliştirilip biçimlendirilmesi dâhil olmak üzere bir okulun kuruluşunda var olan hedefe ulaşmaya çalıştığı sürecin ayrılmaz bir parçasını teşkil etmektedir (Özcan Özsoy, §§ 24, 25). AİHM, daha eski kararlarında da eğitim hakkının esas itibarıyla iç kurallara uymak amacıyla bir eğitim kurumundan uzaklaştırma veya çıkarma da dâhil olmak üzere disiplin tedbirlerine başvurmayı engellemediğine işaret etmiştir (Yanaşık/Türkiye (k.k.), B. No: 14524/89, 6/1/1993; Sulak/Türkiye (k.k.), B. No: 24515/94, 17/1/1996). Ancak AİHM, eğitim hakkına getirilen sınırlamaların “hakkın özüne zarar verecek ve etkililiğini azaltacak” genişlikte olmaması gerektiğini, bunun için de sınırlamaların ilgilileri yönünden “öngörülebilir” olmasının ve “meşru bir amacı” takip etmesinin şart olduğunu vurgulamaktadır. Ancak Mahkemeye göre devlet, Sözleşme’nin ila maddelerinde olduğunun aksine ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi kapsamında bir meşru amaçlar listesi ile bağlı değildir (Catan ve diğerleri/Moldova ve Rusya [BD], B. No: 43370/04, 8252/05, 18454/06, 19/10/2012, § 140). Belirtilen koşullara ek olarak bir sınırlama, ancak kullanılan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir “orantılılık” ilişkisi varsa Protokol ile uyumlu olabilir (Leyla Şahin, § 154). Diğer taraftan eğitim hakkına getirilen sınırlamalar, Sözleşme ve ek protokollerde yer alan haklarla da çatışmamalıdır. Bunun için Sözleşme ve ek protokol hükümlerinin bir bütün hâlinde dikkate alınması ve ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin özellikle Sözleşme’nin , ve maddeleri ışığında yorumlanması gerekir (Leyla Şahin, § 155). Belirtilen çerçevede kalmak kaydıyla taraf devletler sınırlama konusunda belli bir “takdir aralığı”na sahiptir ve bu takdir aralığı genellikle toplum ve ilgili kişiler için -önemine ters orantılı şekilde- eğitimin seviyesine bağlı olarak artmaktadır (Ponomaryovi/Bulgaristan, B. No: 5335/05, 21/6/2011, § 56).
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9074
Başvuru, öğrencisi olduğu üniversite tarafından hakkında yürütülen soruşturma sonucunda yükseköğretim kurumundan çıkarma disiplin cezası verilen ve bu sebeple okula devam edemeyen başvurucunun uğradığı zararın giderilmemesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir internet haber sitesine erişimin tamamıyla engellenmesine karar verilmesinin basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, www.sendika.org isimli internet sitesinin temsilcisidir. Başvuruya konu site, başvuru formunda "emek hareketinin gündemi" sloganı etrafında yayın çizgisini belirleyip dünyaya emekçilerin penceresinden bakarak toplumsal hareketlerin gündemini tutmaya çalışan, "ırkçı-gerici-cinsiyetçi-gerçek dışı ve hakaret içeren içerikler dışında" en geniş tartışmalara yer veren bir internet sitesi olarak tanımlanmıştır. Başvurucuya göre anılan internet sitesi binlerce telifli makale ve çeviriler dâhil yüz bin civarındaki içeriği ile akademik alanda çalışma yapan akademisyenler için ulusal ve uluslararası referans kabul edilmektedir. Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğünün talebi ve (kapatılan) Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının (TİB) 25/7/2015 tarihli yazısı ile başvuruya konu sitenin de aralarında bulunduğu 118 internet sitesi ile sosyal medya hesabına erişimin engellenmesine karar verilmiştir. TİB, 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 8/A maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince erişimin engellenmesi kararlarını Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğinin onayına sunmuştur. TİB tarafından Hâkimliğe, "bahse konu içeriklerin yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin ihlaline sebebiyet vermesi" nedeniyle erişimlerinin engellenmesine karar verildiği bildirilmiştir. TİB tarafından onaya sunulan erişimin engellenmesi kararları Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğince aynı gerekçeyle 26/7/2015 tarihinde onaylanmıştır. Başvurucunun onaylama kararına itirazı 14/8/2015 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Ret kararı 9/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 9/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Wikimedia Foundation Inc. ve diğerleri (GK), B. No: 2017/22355, 26/12/2019, §§ 29-
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16368
Başvuru, bir internet haber sitesine erişimin tamamıyla engellenmesine karar verilmesinin basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, buna ilişkin olarak açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığı'na gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu doğum sancılarının başlaması üzerine 23/4/2010 tarihinde saat 30'da Polatlı Duatepe Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuştur. Hastaneye yatırılan ve gebeliğinin haftasında olan başvurucunun 45'te muayenesini yapan Dr. O. tarafından doğumun normal yoldan yapılmasına karar verilmiştir. Ebe gözetiminde yapılan doğumda bebeğin omzunun takılması üzerine doktora haber verilmiştir. Doktorun müdahalesi sonucu saat 20'de birinci ve ikinci başvurucunun 400 g ağırlığındaki bebeği dünyaya gelmiştir. Doğumdan sonra kolu sargılı şekilde anneye verilen üçüncü başvurucunun sağ kolunda zedelenme olduğu bildirilmiştir. Tedavi sürecinden sonuç alınamaması üzerine Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi tarafından düzenlenen 18/8/2010 tarihli sağlık kurulu raporunda, üçüncü başvurucuda omuz takılmasının sonucu olarak brakial pleksus hasarı (koltuk altında toplanan büyük sinirlerdeki hasar) oluştuğu, bu nedenle üst ekstremite birleşik motor ve duyusal kaybının %81, tüm vücut özürlülük oranının ise %49 olduğu belirtilmiştir. Zararlarının tazmini için Sağlık Bakanlığına (İdare) yaptıkları başvuruya olumsuz cevap alan başvurucular; doğum öncesinde gerekli tedbirler alınmadan sezaryenle doğum yerine normal doğum yaptırılması, doğum esnasında hatalı müdahale sonucu bebeğin sağ kolunda sinir hasarı oluşması nedenleriyle İdare aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. 21/9/2010 tarihli dava dilekçesinde; gebe başvurucunun kronik tansiyon ve şeker hastalıkları olduğu bilinmesine karşın sezaryen yerine normal doğuma alındığı, doktorun doğum işlemini ebelere bıraktığı ve ebelerin hatalı şekilde hareket ettiği belirtilmiştir. Başvurucular; bunun yanında bebeğin kilosunun fazla olması nedeniyle de normal doğum kararının hatalı olduğunu, tıp kurallarına aykırı hareketlerin sonucunda bebeğin %49 engelli hâle geldiğini belirtmiştir. Bu olay nedeniyle ailece yıprandıklarını, bebeklerinin iş gücü kaybına uğrayacağının ve manevi olarak olumsuz etkileneceğinin açık olduğunu vurgulayan başvurucular, toplamda 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Bu yargılama sırasında mahkeme tarafından Adli Tıp Kurumu Başkanlığı (ATK) Adli Tıp İhtisas Kurulundan rapor alınmıştır. 26/11/2012 tarihli raporda; normal doğum kararının doğru olduğu, meydana gelen neticenin komplikasyon niteliği taşıdığı ve sağlık personelinin kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucuların rapora itiraz etmesi üzerine, Mahkeme tarafından dosyanın ATK Genel Kuruluna gönderilerek yeniden rapor alınmasına karar verilmiştir. Mahkeme, ilk raporda normal doğum kararının doğru olduğu belirtilmesine karşın gerekçelerinin ayrıntıları ile açıklanmadığını, annenin kronik hastalıklarının, yaşının ve bebeğin ağırlığının sezaryen için zorunluluk olup olmadığının açıklanmadığını belirtmiştir. Bununla birlikte doktorun doğuma girmemesinin bir hizmet kusuru oluşturup oluşturmadığının ortaya konulmasını istemiştir. ATK Genel Kurulunun 24/4/2014 tarihli raporunda; normal doğum kararının doğru olduğu, şeker ve kronik tansiyon rahatsızlıklarının sezaryen için mutlak gereklilik taşımadığı, bebeğin kilosunun tam olarak öngörülemeyeceği belirtilmiştir. Bununla birlikte omuz takılmasının bu tür doğumlarda komplikasyon olarak görülebildiği, doğumu yaptıran kişiye bağlı olmadığı, davalı İdareye ve sağlık personeline kusur atfedilemeyeceği bildirilmiştir. Mahkeme 16/9/2014 tarihli kararında davanın kısmen kabulü ile, Gürkan Kurt için 000 TL, anne Mücadiye Kurt için 000 TL, baba Göktürk Kurt için de 000 TL olmak üzere toplam 000 TL manevi tazminatın davalı idareden alınarak başvuruculara ödenmesine, maddi tazminat talebinin reddine hükmetmiştir. Gerekçede; başvurucu Gürkan Kurt'un engelli hâle gelmesinde İdarenin kusuru bulunmadığından maddi tazminat talebinin reddi gerektiği belirtilmiştir. Manevi tazminat yönünden yapılan değerlendirmede ise meydana gelen neticenin hizmetin ifasındaki riskten kaynaklandığı, başvurucu küçüğün yaşamının kalan kısmında bir başkasının yardımına muhtaç yaşayacağı ve bu durumun hem kendisi hem de anne ve babası üzerinde oluşturacağı acı ve ızdırabın bir ölçüde hafifletilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucular tarafından verilen temyiz dilekçesinde; ATK raporunda doğumun meydana geldiği sırada ebeler tarafından gerçekleştirilen hatalı işlemlere değinilmediği, somut olayın özelliklerinden çok, genel ve soyut açıklamalar yapıldığı belirtilmiştir. Mahkemenin bu rapora dayalı olarak karar vermesinin hatalı olduğu belirtilerek maddi tazminat taleplerinin reddine ilişkin kararın bozulması talep edilmiştir. İdarenin temyiz dilekçesinde, olayda İdareye yüklenebilecek bir kusur bulunmadığı belirtilmiş; İdare yanında davaya katılan doktor O. vekilinin temyiz dilekçesinde ise kararda İdarenin kusurlu eylemi bulunmadığı belirlenmesine rağmen aleyhte karar verilmesinin çelişkili olduğu vurgulanmıştır. Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Daire) 14/5/2015 tarihli kararı ile Mahkemenin maddi tazminata ilişkin kararının onanmasına, manevi tazminata dair kararın ise bozulmasına karar verilmiştir. Gerekçede; ATK raporunda İdarenin kusurlu bir eyleminin bulunmadığı, meydana gelen neticenin komplikasyon olduğu belirtilmesine rağmen manevi tazminata hükmedilmesinin hatalı olduğu belirtilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi, Dairenin 18/4/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Mahkeme, bozma üzerine yeniden yargılama yaparak 20/10/2016 tarihinde başvurucuların manevi tazminat taleplerinin reddine karar vermiştir. Gerekçede; ilerlemiş doğum eyleminde sezaryen ile doğumun anne ve bebek için daha olumsuz sonuçlar doğurabileceği hususu da dikkate alındığında normal yolla yaptırılan doğum sonucu bebekte ortaya çıkan brakial pleksus hasarının doğumun bir komplikasyonu olarak meydana geldiği ifade edilmiştir. Gerekçede ayrıca İdareye atfedilebilecek herhangi bir hizmet kusuru bulunmadığı anlaşıldığından manevi tazminat istemi yerinde görülmediği belirtilmiştir. Başvurucular, kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde başvurucular; daha önceki temyiz sebeplerini tekrar etmiş, ayrıca bu hususlara ek olarak tıbbi müdahale öncesinde bu işlemin olası sonuçları hakkında bilgilendirilmediklerini ileri sürmüştür. Daire, 14/12/2017 tarihinde usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle mahkeme kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucular daha önce beyan ettikleri sebeplerle karar düzeltme yoluna müracaat etmiştir. Daire 23/5/2018 tarihinde somut olayda karar düzeltme sebeplerinin bulunmadığını belirterek talebin reddine hükmetmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 26/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fındık Kılıçaslan, B. No: 2015/97, 11/10/2018, §§ 19-27; Cihan Beyribey, B. No: 2014/19450, 26/12/2018, §§ 23-28; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/19177
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, buna ilişkin olarak açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi ve insan onuruyla bağdaşmayan fiziki koşullarda tutulma nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından aynı gün tedbir talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Rusya Federasyonu vatandaşıdır. İstanbul Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 22/3/2017 tarihinde kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 16/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 26/9/2017 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23177
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi ve insan onuruyla bağdaşmayan fiziki koşullarda tutulma nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın bir bölümüne kamulaştırma yapılmaksızın elektrik trafosu konulması ile kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Trabzon'un Of ilçesi Korkut Mahallesi 161 ada 1 parsel sayılı tarla vasfındaki taşınmazın malikidir. Başvurucu, taşınmazı üzerinde bulunan elektrik trafosunun kaldırılması veya kamulaştırılması talebiyle elektrik dağıtım şirketine yaptığı başvurulardan sonuç alamamıştır. Başvurucu 22/1/2018 tarihinde Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi aleyhine kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat ve ecrimisil davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; 1996 yılında taşınmazından enerji nakil hattı geçirildiğini ve taşınmazına bir adet direk tipi trafo yerleştirildiğini belirtmiştir. Başvurucu, kamulaştırma işlemi yapılmadığını ve mülkiyet hakkının kısıtlandığını iddia etmiştir. Başvurucu fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat ve 100 TL ecrimisil bedelinin en yüksek faizle birlikte tahsilini talep etmiştir. Of Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 17/10/2018 tarihinde davayı kısmen kabul etmiştir. Mahkeme, 194,19 TL kamulaştırma bedeli ve 63,97 TL ecrimisil bedeli olmak üzere toplam 258,16 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine kesin olmak üzere karar vermiştir. Mahkeme, el atmaya konu 3,64 m²lik kısmın davalı adına tapuya kayıt ve tesciline hükmetmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararında; başvurucunun 819,66 m² yüz ölçümündeki arazisinin 3,64 m²lik kısmına kamulaştırmasız olarak el atıldığını ve alınan bilirkişi raporu doğrultusunda kamulaştırma bedeli ile ecrimisil bedelinin tespit edildiğini açıklamıştır. Nihai karar 30/11/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucunun 17/3/2021 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37604
Başvuru, taşınmazın bir bölümüne kamulaştırma yapılmaksızın elektrik trafosu konulması ile kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi ve değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bir kişinin üzerindeki bombayı patlatması sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından (Cumhuriyet Başsavcılığı) temin edilen soruşturma dosyasına göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliğinin girişinde 1/2/2013 tarihinde bir kişinin üzerindeki bombayı patlatması sonucu Büyükelçilikte çalışan iki güvenlik görevlisi ile bir kişi yaralanmış, diğer güvenlik görevlisi A. ise hayatını kaybetmiştir. Başvurucular A.nın eşi ve çocuklarıdır. Canlı bomba olayının gerçekleştirilmesini silahlı bir terör örgütü üstenmiştir. Olay sırasında patlatma eylemini gerçekleştiren terör örgütü üyesi de ölmüştür. Olay hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen ve derhâl açılan soruşturma kapsamında failin kimliği bir silahlı terör örgütünün üyesi olan E.Ş. olarak tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay yeri incelemesi, ölü muayenesi ve çeşitli kriminal inceleme raporlarının temin edilmesi gibi birçok soruşturma işlemi gerçekleştirilmiş ve gerçekleştirilmeye devam etmekte olup soruşturma halen derdesttir. Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri üzerine Ankara 3 No.lu Hâkimliğince (TMK madde ile görevli) 12/2/2013 tarihinde ve Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 1/7/2015 tarihinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrasındaki hükme dayalı olarak soruşturmaya ilişkin kısıtlama kararları verilmiştir. Başvurucu Yasemin Akarsu'nun 5/2/2013 tarihinde müşteki olarak beyanı alınmıştır. Soruşturma dosyasının incelenmesi neticesinde yalnızca başvurucu Yasemin Akarsu'nun 18/11/2014 tarihli dilekçeyle soruşturma dosyasının fotokopisini ve başvurucular vekilinin 20/1/2014 tarihli dilekçeyle, terör olaylarında ölenlerin yakınlarına aylık bağlanması imkânından yararlanabilmek amacıyla Olay Yeri Tespit Tutanağı'nın bir örneğinin verilmesini talep ettiği, aynı tarihte başvuruculara bu belgelerin verildiği tespit edilmiştir. Her ne kadar olayı gerçekleştiren terör örgütü üyesi olay sırasında ölmüş olsa da Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olayın gerçekleşme şartlarının netleştirilmesi, failin ulusal ve uluslararası çapta örgütsel bağlarının ortaya çıkarılması amacıyla soruşturmaya devam edildiği, soruşturmanın amacının tehlikeye düşmemesi ve yeni delillerin elde edilmesi için soruşturmada kısıtlama kararı bulunduğu da gözetildiğinde derdest olan dosyada Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay tarihinden bu yana gerçekleştirilen soruşturma işlemlerine kararda yer verilmemiştir. Başvurunun incelenme tarihi itibarıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma derdest olup başvurucular 8/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur... "B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:- Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduğunda kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 105)- Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)- Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)- Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)- Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109) AİHM'e göre, gerçekleşen bir ölüm olayı hakkındaki soruşturmanın etkili sayılabilmesi için yerine getirilmesi gerekli ilkelerden birisi de yukarıda belirtildiği üzere yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının yeterince kamu denetimine açık olması ve ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanmasıdır (Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 304; Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 109; Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD], B. No: 24014/05, 14/4/2015, § 179). Bununla birlikte üçüncü kişilere ya da başka soruşturmalara zarar verebilecek hassas bilgiler içerdiği durumlarda soruşturma belgelerinin açıklanması veya yayımlanması, Sözleşme'nin maddesi kapsamında mutlak bir gereklilik olarak değerlendirilemez. Dolayısıyla soruşturmanın kamuya veya mağdurun yakınlarına açıklığı şartı, soruşturmanın diğer aşamalarında da sağlanabilir (McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/5/2001, § 129; Giuliani ve Gaggio/İtalya, § 304). Dahası Sözleşme’nin maddesi soruşturma mercilerine, ölenin bir yakınının belirli bir soruşturma tedbirinin alınması için yaptığı her talebi karşılamaları şeklinde bir yükümlülük yüklemez (Ramsahai ve diğerleri/Hollanda [BD], B. No: 52391/99, 15/5/2007, § 348; Velcea ve Mazăre/Romanya, B. No: 64301/01, 1/12/2009, § 113). Son olarak AİHM'in ölüm olayına ilişkin maddi delillerin toplandığı, ilgili olabilecek tanıkların ifadelerine başvurulduğu, silah ve benzeri maddi bulgular üzerinde gerekli teknik incelemelerin yapıldığı, özellikle de tanıkların olası katillerin teşhisine imkân sağlayacak net bilgiyi sunamamış olduğu tespitini yaptığı olaylarda daimî arama kararı verilip uzun bir süre ilerleme kaydedilememiş ve/veya başvuranların yakınlarını öldürenlerin kimliklerinin tespit edilememiş olmasına bağlı olarak soruşturmanın etkisiz olduğu sonucuna ulaşılamayacağını kabul ettiği ifade edilmelidir (Sabuktekin/Türkiye, B. No: 27243/95, 19/3/2002, §§ 97-103; Amaç ve Okkan /Türkiye, B. No: 54179/00, 54176/00, 20/11/2007, §§ 50-59, Behçet Taş/Türkiye,B. No: 48888/09, 10/3/2015, §§ 40-47).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14119
Başvuru, bir kişinin üzerindeki bombayı patlatması sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 20/7/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve sonrasında hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak suçlarından kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Kartal Sulh Ceza Mahkemesinin 3/3/2008 tarihli kararı ile başvurucu adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 11/7/2014 tarihli kararıyla bozulmuş; bozmaya uyularak yürütülen yargılamada İstanbul Anadolu Asliye Ceza Mahkemesinin 19/11/2014 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. İtiraz yoluna gidilmemiş ve karar kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18312
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Fetullahçı Terör Örgütü /Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında terör örgütüne üye olma suçlamasıyla 30/3/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. 1/4/2017 tarihinde Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 3/4/2017 tarihinden itibaren gözaltı süresinin yedi gün uzatılmasına karar vermiştir. Kararda; yüklenen suçun gerektirdiği ceza miktarına göre kaçma ve delilleri yok etme, değiştirme ihtimalinin bulunması, aleyhlerinde yeteri kadar delil ve emare bulunması gerekçe gösterilmiştir.5/4/2017 tarihinde başvurucunun kollukta ifadesi alınmıştır. Başvurucuya FETÖ/PDY'yle olan irtibatı, Bank Asyadaki hesap hareketleri (29/12/2005 tarihinde açılan hesapta ve 2013 Aralık ayı itibarıyla 768,2 TL ve 2014 Ocak ayında da 332 TL'lik bakiyenin olduğu, 2016 Temmuz ayı itibarıyla da hesapta 309 TL bulunduğu belirtilmiştir.), kızının FETÖ/PDY'ye ait okulda 2014-2016 yılları arasında öğrenim kaydının bulunması, kanun hükmünde kararname ile kapatılan Antalya Mühendis ve Mimarlar Derneğindeki Yönetim Kurulu üyeliği (21/10/2010-1/1/2011) ile ilgili sorular sorulmuştur. Başvurucu, FETÖ'ye ait yurtlara 3-4 kez gittiğini, FETÖ/PDY'ye ait evlere gitmediğini, bundan başka da bir irtibatının olmadığını, 2013 yılının sonlarında FETÖ ile olan bağını tamamen kestiğini,2013 Nisan ve Mayıs aylarında evinin satışından elde ettiği 000 lirayı faizsiz olduğu için Bank Asya hesabına yatırdığını, 5-6 ay sonra arsa almak amacıyla parasını 2014 Ocak ayında çektiğini, kalan meblağların kredi kartı ödemeleri ve diğer ödemelerine ilişkin olduğunu, talimatla hareket etmediğini, söz konusu Derneğin FETÖ ile ilgisi olduğunu bilmediğini, o dönemde bu Derneğe siyasetçilerin de geldiğini, devletin destek verdiği bir Dernek olduğunu, üç ay Yönetim Kurulu üyeliği yaptığını, 2011 yılından sonra da Derneğin bir aktivitesine katılmadığını, 29/1/2016 tarihinde de üyelikten ayrıldığını belirtmiştir. Başvurucu, kızının 2013 yılından önce FETÖ ile iltisaklı bu okulu burslu kazandığını, lise üçüncü sınıf öğrencisi olan kızının üniversite sınavı yaklaştığı için okuldan ayrılmak istemediğini, kendisinin de bu konuda ısrarcı olmadığını, Zaman gazetesine deneme sınavı verdiği için 2010 yılında abone olduğunu, daha sonra üyeliğini bitirdiğini beyan etmiştir. Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 6/4/2017 tarihinde başvurucunun yurt dışına çıkamama, haftanın bir günü imza atma şeklinde adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Hâkimlik gerekçesinde terör örgütüne üye olma suçunun işlendiğine ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösterir olguların bulunduğunu, dosyadaki mevut delil durumuna göre adli kontrol hükümlerinin yeterli geleceğini belirtmiştir. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede; başvurucunun meslekten ihraç edilmiş olması, darbe sürecinden sonra 23/7/2016tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) ile kapatılan ve FETÖ'ye müzahir Antalya Mühendis ve Mimarlar Derneğinde 7/2/2005 ile 29/1/2016 tarihleri arasında üyelik kaydının bulunması, ayrıca 21/10/2010 ile 1/1/2011 tarihleri arasında bu Derneğin Yönetim Kurulunda asil üye olması, FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğundan bahisle kapatılan Yeşilay Cemiyeti Antalya Şubesinde üye olması, Bank Asyadaki hesap hareketleri, 2010 yılında Zaman gazetesine abone olması, kızının FETÖ/PDY ile irtibatı nedeniyle kapatılan okulda okuması suçlama konusu yapılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Beraat kararı istinaf edilmeden kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar sanık hakkında, Antalya Orman Bölge Müdürlüğü'nde Şube Müdürü olarak görev yapmaktayken KHK ile kamu görevinden ihraç edildiği, KHK ile kapatılan Antalya Mühendis ve Mimarlar Derneği'ne üyeliğinin bulunduğu, örgütle bağlantılı olduğundan bahisle kapatıldığı belirtilen Yeşilay Cemiyeti Antalya Şubesi üyesi olduğu, örgüte müzahir yayın abonesi olduğu, çocuklarının örgüte müzahir kurumlarda eğitim gördüğü ve örgütsel çağrı ve talimatlarla uyumlu Bank Asya hesap hareketinin bulunduğundan bahisle atılı suçtan cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmış ise de; Bank Asya hesap hareketlerine ilişkin bilirkişi raporunda, örgütsel çağrı ve talimatlar öncesinde hesapta 000,00 TL civarında bakiye bulunduğu, 20/2/2014 tarihine kadar fazla bir fark göstermeyen hesap bakiyesinin bu tarihte hesaptan 000,00 TL çekilmek suretiyle çok fazla azaltıldığı ve 862,00 TL'ye düştüğü, sonrasında da dikkat çekici para giriş ve çıkışı olmadığı, hesabın bankaya TMSF tarafından el konulmasından sonra da kullanılmaya devam ettiğinin belirtildiği, bu nedenle örgütsel çağrı ve talimatlarla uyumlu bir hesap hareketinden söz edilemeyeceği, benzer birçok dosyada rastlanılanın aksine yoğun olarak bakiye arttırımı yapılan tarihlerde sanığın neredeyse bakiyesini sıfırladığı, dijital inceleme raporunda yer alan maklube adlı yemeği yiyen bir erkek grubuna ait fotoğraf tespitleri ile diğer delillerin atılı suçun sübutu için yeterli nitelikte bir delil teşkil etmeyeceği ancak örgütle sempati düzeyinde irtibat ve iltisaki göstereceği kanaatine varılmakla, sanığın örgütle organik bağ kurup bir hiyerarşi içerisinde emir ve talimat aldığına, verilen emir ve talimatları yerine getirmeye hazır olduğuna, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren eylem ve faaliyetlerde bulunduğuna ilişkin her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından CMK 223/2-e maddesi gereğince beraatine... [karar verildi]." Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, işlememiş olduğu bir suç nedeniyle sekiz gün süreyle gözaltında kaldığını, gözaltına alınması nedeniyle eşi ve çocuklarının zor durumda kaldığını, ailesinin ve kendisinin psikolojik yönden etkilendiğini belirtmiş; 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi başvurucuya 327,60 TL maddi, 600 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca verilen 19/07/2019 tarihli müzekkere cevabında davacının 1/7/2017 yılından itibaren emekli olduğunun, gözaltında kaldığı dönemde herhangi bir gelirinin bulunmadığı, bu durumda davacı yönünden tutuklulukta kaldığı 2017 yılına ait maddi kaybı ile ilgili itibar edilebilecek bir belge ibraz edilmemesi nedeniyle tutuklulukta kaldığı 2017 yılına ait aylık net asgari ücret rakamlarına göre maddi tazminat hesabı yapılmıştır. Burada sanığın 2017 yılında gözaltında kaldığı dönem içerisinde net asgari ücret miktarının 404,06 TL, bunun net günlük ederinin 46,80 TL olduğu anlaşılmakla; 30/3/2017-06/04/2017 tarihleri arasında gözaltında kaldığı 7 günlük süre için 46,80 TL'nin 7 gün ile çarpılması sonucu elde edilen 327,60 TL maddi tazminata davacının hak kazandığı vicdani kanısına ulaşılmıştır.Öte yandan davacının haksız olarak 7 gün süre ile gözaltında kaldığı anlaşıldığından sosyal ve ekonomik durumu, gözaltında ve tutuklulukta kalmasına neden olan olayın oluş tarzı, suçun niteliği, bu durumun meydana getirdiği üzüntü ve alınacak manevi tazminatın zenginleşme sonucu doğurmayacak miktarda hak ve nesafet kurallarına uygun olması gerektiği hususu da gözetilerek takdiren 600 TL manevi tazminatın verilmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir." Başvurucu; tazminat miktarının düşük olduğunu, gözaltı sürecinin etkilerinin dikkate alınmadığını, uzun gözaltı süresi sebebiyle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 2/6/2020 tarihinde manevi tazminat miktarının düşük olduğunu belirtmiş, tazminat miktarını 000 TL'ye çıkarmak suretiyle istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26547
Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, adli kontrol tedbirine dayalı tazminat talebinin değerlendirilmemesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, vakıf tarafından yürütülen faaliyetlerin bir iktisadi teşekkül oluşturduğunun kabul edilmesi sonucunda vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tahsili nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyonca 2018/13300, 2018/13455, 2018/13597 ve 2018/17215 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden ilgisi nedeniyle 2018/11924 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/11924 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, merkezi İstanbul'un Üsküdar ilçesinde bulunan bir vakıf olup başvurucunun İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/9/1967 tarihli kararıyla tasdik ve tescil edilen resmî senedi 5/10/1970 tarihli ve13630 sayılı Resmî Gazete'de ilan edilmiştir. Resmî senede göre Vakfın amaçları özetle şunlardır:i. Üyelerine, üyeliklerinin sona ermesi hâlinde hizmet süresine göre toptan ödeme yapmak ve emekli aylığı bağlamakii. Üyelerin ölümleri hâlinde mirasçılarına veya daha önceden bildirdikleri kişilere belirli bir miktar tazminat ödemekiii. Üyelere konut edinmeleri veya belirli ihtiyaçlarında kullanmaları için faizsiz finansman sağlamakiv. Üyeler ile eş ve çocuklarına toplu sağlık sigortası yaptırmak Vakfın gelirleri ise Vakıf üyesi çalışanların ücretlerinden şirketler tarafından kesilip Vakfa gönderilen %6 oranındaki üye emeklilik kesenekleri ile aynı oranda her üye çalışan için şirketlerce Vakfa ödenen şirket katkı paylarından ve bunların değerlendirilmesinden elde edilen nemalardan oluşmaktadır. Üyelerin emekli aylığına hak kazanabilmeleri için Vakfa en az üç yüz aylık emekli keseneği ödemiş olmaları ve erkekler için elli beş, kadınlar için elli yaşını tamamlamış olmaları öngörülmüştür. Vakıf ayrıca çalışanların ölmesi veya çalışamaz hâle gelmesi durumunda kendilerine veya yakınlarına tazminat olarak ödenmek üzere %0,5 oranında çalışan ve aynı oranda da işveren payı olmak üzere aldığı ödemelerle risk fonu oluşturmuştur. Başvurucu Vakfa 2002 ile 2006 yılları arasındaki döneme ilişkin olarak vergi incelemesi yapılmıştır. Vergi denetim elemanlarınca düzenlenen 17/12/2007 tarihli vergi tekniği inceleme raporunda, Vakfın yürüttüğü faaliyetler dolayısıyla bir iktisadi işletme olduğu ve iktisadi işletme adına mükellefiyet tesis ettirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu raporda sonuç olarak söz konusu dönem için vergi ziyaı cezalı kurumlar vergisi ve kurum geçici vergisi tarh edilmesi önerilmiştir. Söz konusu raporda eleştirilen hususların 2002 ile 2006 yılları arasındaki dönemlerin katma değer vergisi (KDV) beyanlarını da etkilemesi dolayısıyla akabinde vergi denetim elemanlarınca her yılın ocak-aralık dönemleri için ayrı ayrı sırasıyla 17/12/2007, 30/4/2008 ve 5/12/2008 tarihli vergi inceleme raporları tanzim edilmiştir. Bu raporlarda mezkûr dönemler için vergi ziyaı cezalı KDV tarh edilmesi önerilmiş, vergi dairesi de raporlar doğrultusunda tarhiyat yapmıştır. Başvurucu Vakıf bu tarhiyat işlemlerine karşı 9/3/2009 tarihinde İstanbul Vergi Mahkemesinde davalar açmıştır. Mahkeme 6/4/2010 tarihinde davaları reddetmiştir. Ret kararlarının gerekçesinde Mahkeme şu tespitlere yer vermiştir:i. Başvurucu Vakfın yürüttüğü emeklilik ve sigorta hizmetleri kapsamındaki faaliyetlerinin esasen şirket örgütlenmesi şeklinde yapılabileceğini, şirket örgütlenmesi olmaksızın bir organizasyon içinde ve devamlılık gösterecek şekilde fiilen yürütülen bu faaliyetlerin ticari iş olarak nitelendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkemeye göre bu sebeple söz konusu faaliyetler, vergilendirme işlemleri bakımdan iktisadi işletme olarak değerlendirilmelidir. ii. Bu bağlamda emeklilik ve sigorta hizmetleri kapsamındaki faaliyetlerin organizasyon içinde devamlı olarak bedel karşılığında hizmet sunmak suretiyle yapıldığına vurgu yapmıştır. Mahkemeye göre başvurucu Vakıf bir yardım örgütlenmesinden öte ticari bir organizasyon niteliği taşımakta olup bu faaliyetlerin vakıf senedinde yazılı olması faaliyetin bu niteliğini değiştirmemektedir. iii. Son olarak vergi tekniği raporuna atıfla başvurucu Vakfın mükellefiyet tesis ettirmeksizin ticari faaliyet yürüttüğünün tespit edildiğini vurgulamıştır. Danıştay Üçüncü Dairesi (Daire) temyiz edilen kararları 25/2/2016 tarihinde onamış, karar düzeltme taleplerini de 17/10/2017 tarihinde reddetmiştir. Nihai kararlar başvurucu vekiline 3/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/4/2018 tarihinde bireysel başvurularda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/11924
Başvuru, vakıf tarafından yürütülen faaliyetlerin bir iktisadi teşekkül oluşturduğunun kabul edilmesi sonucunda vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tahsili nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazların bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın bir kısmından yol bir kısmından enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2017/30861, 2017/30870, 2017/30876 ve 2017/30878numaralıbaşvuru dosyalarının 2017/30851 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Mehmet Emin Aydemir, Şerif Atılğan, Burhan Keskin, Salahattin Kapar, İsmail Bilik sırasıyla 1950, 1939, 1954, 1964, 1975 doğumlu olup Batman'ın Gercüş ilçesinde ikamet etmektedirler. Batman'ın Gercüş ilçesi Pınarbaşı ve Bağlarbaşı mahallelerinde bulunan başvuruculara ait taşınmazlarının bir kısmı üzerinden kamulaştırma yapılmadan 2012 yılında yol veya enerji nakil hatları geçirilmiştir. Başvurucular müdahalenin türüne göre Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) ve Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi (TEDAŞ) aleyhine Gercüş Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davaları açmışlardır. Başvurucular dava dilekçesinde; arsa vasfında olan taşınmazlarının değerli bir muhitte yer aldığını, müdahale edilen taşınmazlarından tasarruf imkânlarının kısıtlandığını ifade etmişlerdir. Dilekçede, arsa vasfında olan taşınmazları üzerinde imar, inşa çalışmaları yapamadıklarını, taşınmazlarının değerinde ciddi anlamda değer düşüklüğü oluştuğunu, tazminat ödenmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Davalı idareler ise savunmasında, taşınmazın arsa olarak değerlendirilmemesi ve davanın reddi gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkemece bilirkişilerle birlikte mahallinde keşifler yapılmıştır. İnşaat ve ziraat mühendisi üç bilirkişi tarafından hazırlanan raporlarda öncelikle emsal alınması gereken satış bedeli tespit edilmeye çalışılmıştır. Mahkemece davaların kabulüne ve kamulaştırmasız el atma tazminatının davalı idarelerden alınarak başvuruculara ödenmesine, el atılan kısmın başvurucular adına olan tapu kayıtlarının iptali ile ilgili idare lehine tesciline/terkinine karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) mahkeme kararlarını onamıştır. Nihai kararlar başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, nihai kararların tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30851
Başvuru, arsa vasfını haiz taşınmazların bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın bir kısmından yol bir kısmından enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bölümler tarafından başvurucular hakkındaki sınır dışı etme işlemlerinin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi kapsamında ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucular sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek değişik tarihlerde bireysel başvurularda bulunmuşlardır. Başvurucular gönderdikleri ayrı dilekçelerle bireysel başvurularından feragat ettiklerini ve gönüllü olarak ülkelerine dönmek istediklerini belirtmişlerdir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17065
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedeniyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/58291
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru trafikten men edilen araçlar yönünden yedieminlik ücretinin ödenmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ulaşım Koordinasyon Merkezince (UKOME) verilen izin doğrultusunda 2004 yılından beri Samsun'da otopark işletmektedir. Samsun Emniyet Müdürlüğü trafikten men edilen veya edilmesi gereken, trafik kazalarında hareket kabiliyetlerini kaybeden ya da sürücüsüne teslim edilemeyen araçları 2005 yılından itibaren başvurucunun otoparkında muhafaza etmiştir. Bu araçların otoparka çekme hizmeti de başvurucu tarafından yapılmıştır. Başvurucu otoparkta muhafaza edilen bu araçlar için İçişleri Bakanlığı aleyhine 15/11/2010 tarihinde Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açmıştır. Davalı idare ise cevap dilekçesinde, otopark ücretinin ilgili araç sahiplerince ödenmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemenin istinabe talebi doğrultusunda mahallinde 3/12/2011 tarihinde keşif yapılmış, yapılan keşfe katılan makine mühendisi, emlakçı ve hukukçu bilirkişilerden oluşturulan heyet bilirkişi raporu düzenlemiştir. Bilirkişi kurulunun 4/1/2012 tarihli raporunda;i. Keşif sırasında 76 adet otomobil ve kamyonet, 6 adet kamyon ve 1 adet traktörün otoparkta bulunduğu, otopark alanına diğer kamu kuruluşları yanında davalı idare personelinin de araç bıraktığı belirtilmiştir. ii. Taraflar arasında yazılı olmamakla birlikte vedia (saklama) sözleşmesinin kurulmuş olduğu, otopark veya garaj işletilmesi durumunda ücretin kararlaştırılmasının önemli olmadığı, bu gibi işler birer mesleki faaliyet teşkil ettiğinden aksi belirtilmedikçe garaja araç kabul edilmesinin mutad bir ücrete tabi olması gerektiği ifade edilmiştir.iii. Davaya konu edilen araçların hangilerinin satıldığının ve başvurucuya bir ödeme yapılıp yapılmadığının araştırılmasından sonra başvurucunun yedinde bulunan araçlar için resmî tarifeye göre ücretin belirlenmesi gerektiği, başvurucunun da kendi üzerine düşen bazı yükümlülükleri yerine getirmemesi sebebiyle takdir edilen ücrette hakkaniyet indirimi yapılmasının uygun olacağı açıklanmıştır. Mahkeme bu defa mali müşavir ve hukukçu öğretim üyesi iki kişiden oluşturulan bir heyete bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi kurulunun 20/12/2012 tarihli raporunda;i. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın bir özel hukuk sözleşmesi olan saklama (ardiye) sözleşmesinden kaynaklandığı, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 5/6/1967 tarihli ve E.1966/13, K.1967/4 sayılı kararına göre saklama sözleşmesinin kurulmasıyla ücret alacağının doğduğu, ancak saklama konusu şeyin teslim edilmesi durumunda bu alacağın muacceliyet kazandığı belirtilmiştir.ii. Saklama sözleşmesine ilişkin Yargıtay kararlarına da değinilerek, ücretin resmî otopark tarifelerine göre belirlenemediği durumlarda özel otopark işletmeciliği yapan tacirler arasındaki teamül ve ücret ortalamalarının gözönünde bulundurulması suretiyle başvurucunun isteyebileceği ücretin belirlenebileceği ifade edilmiştir.iii. Sonuç olarak başvurucu tarafından davaya konu araçların her birinin otoparka çekilmesi ve otoparkta saklanması hizmetlerinin verildiği, doğmuş olan ücret alacağının muaccel hâle geldiği, başvurucu tarafından 2011 yılında Samsun Emniyet Müdürlüğüne noter aracılığıyla verilen Otopark İşletme Taahhütnamesi'nin maddesine göre tarifeye göre belirlenecek ücret aracın satışa esas değeri üzerinden hesaplanacağından bu araçların piyasa değerinin araç çekme, otopark ve galericilik alanında uzman kişilerce belirlenmesi gerektiği açıklanmıştır. Mahkeme 28/2/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Dava, davalı yanca davacıya tevdii edildiği iddia olunan araçların muhafaza ve naklinden kaynaklanan alacağın tahsiline yöneliktir. ...Davalı tarafından teslim edildiği iddia olunan araçlar için alacak talebinde bulunup bulunmayacağı, uyuşmazlığın temelini oluşturmakta olup, yanlar arasında araçların çekme ve saklanmasına yönelik herhangi bir sözleşme bulunmamaktadır. Bununla beraber davalının el koyduğu bazı araçlar davacıya muhafaza için tevdii edildiği ve herhangi bir ücret ödenmediği tartışma konusu olmayıp, bu hali ile yanlar arasındakihukuki ilişki 818 sayılı BK'nun 463 ve devamı maddelerinde düzenlenen vedia akdi mahiyetindedir. Uyuşmazlıkta uygulanması gerekli 6762 sayılı TTK'nun maddesi uyarıncatacir olan veya olmayan bir kimseye ticari işletmesi ile ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir uygun bir ücret isteyebilir ise de,yukarıda belirtilen vedia aktine yönelik sözleşmelerde ise saklayan kendisine emanet edilen taşınır bir malı kabul ve onu güvenilir, aynı şekilde korunur bir yerde saklamayı taahhüt eder. Ücret şart koşulmamışsa ve durumun özellikleri ücret alınmasını gerektirmiyorsa saklayan ücret isteyemez. Davacı ile davalı arasında teslim edilen araçlar ile ilgili ücret ödeneceğine yönelik herhangi bir anlaşma bulunmamaktadır. Samsun Ticaret Mahkemesine sunulan rapor ekinde otoparkta bulunan araçlar plaka olarak listelenmiş, delil olarak sunulan 'Özel araç çekme tutanağı' başlıklı belgede ise çekilen aracı teslim alanın imzası vardır. Tutanaklarda genellikle men edilen, haczedilen, hırsızlık olan, kaza yapan araçların yakalanarak teslim edildiği yazılıdır. Dosyaya sunulan diğer deliller göz önünde bulundurulduğunda davacının davalı idarenin bu husustaki mevzuatı çerçevesinde araçların muhafazasını kabul ettiğini anlamak gerekir. Mevzuata göre ise davacı alacağı aracı gerçek sahibine iadesi esnasında veya satışı sonrasında muaccel hale gelmekte olup, çekme ücreti ile otopark ücretini araç malikinden veya hacizi aracın icrada satım yapılmışsa satım bedelinden hak edilen ücreti tahsil etmesi gerekir. Toplanan delillere davalı tarafından otopark işletmeciliği yapan davacıya yakalamalı, hacizli, trafikten men edilmiş araçları çekme ve muhafaza işlemleri yaptırılmış ise de, bu işe yönelik taraflar arasında yazılı sözleşme yapılmadığı, herhangi bir ücret öngörülmediği, durumun özelliklerine göre de ücret alınmasının gerekmediği, yukarıda belirtilen ve 818 sayılı BK'nun 463 ve devamı maddelerinde düzenlenen vedia hükümlerine göre davacının ücret talepedemeyeceği kanaatine varılarak açılan davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesince 4/6/2015 tarihinde onanmıştır. Nihai karar 28/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Uyuşmazlık tarihi itibarıyla yürürlükte olan 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “İda, bir akittir ki onunla müstevdi, müdi tarafından verilen şeyi kabul ve onu emin bir mahalde hıfzetmeği deruhte eder.Ücret şartedilmedikçe veya hal, müstevdiin ücrete intizarını icabetmedikçe müstevdi ücret istiyemez.” 818 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Otelci, Hancı ve umumi ahırlar ve garajlar idaresi sahipleri nezdlerine getirilen veya ahırlarına veya garajlarına konulan eşya üzerinde otel veya hıfz masraflarından mütevellit alacaklarını temin için, hapis hakkına maliktirler." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Saklama sözleşmesi, saklayanın, saklatanın kendisine bıraktığı bir taşınırı güvenli bir yerde koruma altına almayı üstlendiği sözleşmedir. Açıkça öngörüldüğü veya durum ve koşullar gerektirdiği takdirde, saklayan ücret isteyebilir." 6098 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İşletenler, kendilerine bırakılan veya konaklama yerlerine, garaj, otopark ve benzeri yerlere konulan eşya veya hayvanlar üzerinde, ücretlerini veya saklama giderlerinden doğan alacaklarını güvenceye almak için hapis hakkına sahiptirler." Uyuşmazlık tarihi itibarıyla yürürlükte olan 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Tacir olan veya olmıyan bir kimseye, ticari işletmesiyle ilgili bir iş veya hizmet görmüş olan tacir, münasip bir ücret istiyebilir. Bundan başka, verdiği avanslar veya yaptığı masraflar için ödeme tarihinden itibaren faize de hak kazanır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Nurmiyeva/Rusya (B. No: 57273/13, 27/11/2018) kararında, kamu görevlilerinin zarara yol açtığı otoparkın başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında olduğunu kabul etmiş ve tazminat ödenmesi yönündeki meşru beklentiye rağmen başvurucunun zararının giderilmemesinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Nurmiyeva/Rusya, §§ 31-41). Vira Dovzhenko/Ukrayna (B. No: 26646/07, 15/1/2019) kararında ise kamu makamlarından satın alınan bir taşınmazın üçüncü bir kişiye kiralanması üzerine başvurucu tarafından bir süre kullanılamaması nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının olmadığı açıklanmıştır (Vira Dovzhenko/Ukrayna, §§ 35-43). AİHM ayrıca usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda da geçerli olduğunu belirtmiştir (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinen AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerekmektedir (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/.., 1/2/2011, § 54).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13099
Başvuru trafikten men edilen araçlar yönünden yedieminlik ücretinin ödenmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/77608
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1