text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU(Başvuru Numarası: 2014/17850) Karar Tarihi: 11/1/2017 BİRİNCİ BÖLÜM KARAR GİZLİLİK TALEBİ KABUL Başkan:Burhan ÜSTÜNÜyeler:Serruh KALELİ Nuri NECİPOĞLU Hasan Tahsin GÖKCAN Rıdvan GÜLEÇRaportör Yrd.:Gökçe GÜLTEKİNBaşvurucular: S. N. K. İ. T.Vekilleri:Av. Adem DEMİR :Av. Fevzi AKSOY Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında verilen 30/6/2010 tarihli arama kararına dayanılarak başvurucuların ev ve iş yerlerinde arama yapılmış, Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının(TMK madde ile görevli) iddianamesi ile silahlı Ergenekon terör örgütüne üye olmak suçlamasıyla başvurucular hakkında Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Erzincan Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılamada Mahkemece aralarında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğundan dosyanın Yargıtay Ceza Dairesinin 2012/1 Esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine, birleştirmeye muvafakat verilmediğinden birleştirme konusunda karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine 29/1/2015 tarihinde karar verilmiştir. Yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17850 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, eşin görev yaptığı yerden başka yere yapılan atama işlemi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Sakarya'nın Ferizli ilçesinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde müdür vekili olarak görev yapmakta olduğu dönemde döner sermaye saymanlığı hesaplarına yatırılması gereken bir miktar parayı sayman mutemetlerin zimmetlerine geçirmesi nedeniyle disiplin soruşturması başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında düzenlenen 3/12/2017 tarihli disiplin soruşturma raporunda, başvurucunun olay tarihinde ilçe müdür vekili ve gerçekleştirme yetkilisi olarak kendisine verilen denetim ve kontrol görevini ihmal etmesi sonucu zimmet olayının meydana gelmesine, zimmetin artarak devam etmesine neden olduğundan 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (a) alt bendi uyarınca disiplin yönünden kınama cezası ile tecziyesi, idari tedbir yönünden Sakarya ili dışında başka bir birimde görevlendirilmesi önerisinde bulunulmuştur. Söz konusu rapor 9/1/2018 tarihinde bakan oluru ile uygun bulunmuştur. Buna istinaden 657 sayılı Kanun'un maddesi ve 12/8/2009 tarihli ve 27317 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Taşra Teşkilatı Personelinin Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi gereğince 16/2/2018 tarihinde başvurucunun Erzurum Valiliği emrine atama işlemi yapılmıştır Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2017/707 soruşturma numaralı dosyasında başvurucu hakkında 2021/6 numaralı fezleke düzenlenerek Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığına bu fezlekeye rapten düzenlenecek iddianame ile başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun zimmet suçunu düzenleyen Maddesi ve denetim görevinin ihmali suçunu düzenleyen maddesiyle cezalandırılmasının Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinden talep edilmesi hususu arz edilmiştir. Başvurucu hakkında ileri sürülen diğer iddialar yönünden açılan bir başka disiplin soruşturması kapsamında 13/2/2018 tarihinde yeni bir disiplin soruşturma raporu düzenlenmiştir. Raporda Sakarya'nın Ferizli ilçesinde görev yapan ziraat mühendislerinin Ferizli Asliye Hukuk Mahkemesinde bilirkişi olarak görevlendirilerek gelir elde ettikleri, başvurucunun müdürlük yetkisini kullanarak bilirkişilik ücretlerinden baskı ile pay istediği ve bu kapsamda maaş hesabına bir miktar paranın yatırılmasını sağlaması nedeniyle başvurucunun görevini şahsi menfaatleri için kullanarak personelini mağdur ettiği belirtilmiştir. Raporda başvurucunun 657 sayılı Kanun'un 125/B-a maddesi uyarınca disiplin yönünden kınama cezası ile tecziyesi, idari tedbir yönünden Sakarya ili hudutları içinde ve Ferizli İlçe Müdürlüğü haricinde başka bir birim emrinde görevlendirilmesi önerisinde bulunulmuştur. Söz konusu rapor 6/3/2018 tarihli bakan oluru ile uygun bulunmuştur. Başvurucu, Erzurum İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü emrine veteriner hekim olarak atanmasına ilişkin işlemin iptali için 4/4/2018 tarihinde Sakarya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde eşinin serbest veteriner olarak çalıştığını, iki çocuğunun okula gittiğini, bu nitelikteki bir atama nedeniyle aile bütünlüğünün bozulduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 24/1/2019 tarihinde davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu hakkında 3/12/2017 tarihli disiplin soruşturma raporunda Sakarya ili dışına atanması teklifinin Bakanlık makamı tarafından 9/1/2018 tarihli olur ile uygun bulunduğu, bu doğrultuda 16/2/2018 tarihinde Erzurum Valiliği emrine atanması işleminin tesis edildiği belirtilmiştir. Disiplin soruşturmasına konu zimmet olayı ile ilgili olarak Ferizli Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/707 soruşturma sayılı dosyasında başvurucu hakkında soruşturmanın yürütüldüğü, atamanın yapıldığı tarihte başvurucu hakkında kurumda çalışan memurlar ile arasında yaşanan birtakım olaylarla ilgili olarak başlatılan başka soruşturmalar ile başvurucunun personeline mobbing yaptığı iddiasına ilişkin olarak yürütülen soruşturma bulunduğu vurgulanmıştır. Karar gerekçesinde ayrıca başvurucu hakkında başka bir soruşturma sonucunda düzenlenen soruşturma raporunda getirilen teklif üzerine eş durumu gözetilerek Sakarya il sınırları içinde bir birim emrinde görevlendirilmesine ilişkin Bakanlık oluru bulunduğu ileri sürülmüş ise de dava konusu işlemden sonra düzenlenen bu olurun dava konusu işlemin hukuki denetimine ilişkin sonuç doğurmayacağı ve dosya kapsamında Erzurum ili emrine yapılan atamanın idarece iptal edildiğine dair bir bilginin de yer almadığı, bu nedenle söz konusu işlemin idarenin iç işleyişine ilişkin olduğu sonucuna varıldığı ve başvurucunun anılan iddiasına itibar edilmediği vurgulanmıştır. Sonuç itibarıyla kararda, başvurucunun çalıştığı kurumda kamu hizmetinin işleyişinde verimsizliğe sebep olacak şekilde çalışma huzurunun bozulduğu sonucuna ulaşılmış olup dava konusu atama işleminin kamu yararı ve hizmetin gereği olduğu, naklen atama konusunda davalı idareye tanınan takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gerekleri çerçevesinde kullanıldığı anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, İstanbul Bölge İdare Mahkemesine başvurarak İdare Mahkemesi kararının kaldırılması ve atama işleminin iptaline karar verilmesi talebinde bulunmuştur. İstanbul İdare Dava Dairesi 17/10/2019 tarihinde İdare Mahkemesi kararında hukuka aykırılık bulunmadığından istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 30/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. 657 sayılı Kanun’un "Yer değiştirme suretiyle atanma" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Kurumlarda yer değiştirme suretiyle atanmalar; hizmetlerin gereklerine, özelliklerine, Türkiye'nin ekonomik, sosyal, kültürel ve ulaşım şartları yönünden benzerlik ve yakınlık gösteren iller gruplandırılarak tespit edilen bölgeler arasında adil ve dengeli bir sistem içinde yapılır.Yeniden veya yer değiştirme suretiyle yapılacak atamalarda; aile birimini muhafaza etmek bakımından kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak memur olan diğer eşin de isteği halinde ataması, atamaya tabi tutulan memurun atandığı yere 74 ve 76 ncı maddelerde belirtilen esaslar çerçevesinde yapılır. Yer değiştirme suretiyle atanmaya tabi memurun atandığı yerde eşinin atanacağı teşkilatın bulunmaması ya da teşkilatı olmakla birlikte niteliğine uygun münhal bir görev bulunmaması ve ilgilinin de talebi halinde, bu personele eşinin görev süresi ile sınırlı olmak üzere aşağıdaki şartlarda izin verilebilir..." 657 sayılı Kanun’un "Memurların kurumlarınca görevlerinin ve yerlerinin değiştirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler.Memurlar istekleri ile, kurumlarında kazanılmış hak derecelerinin en çok üç derece altında aynı veya başka yerlerdeki kadrolara atanabilirler.Aşağı dereceye atananların 68 inci maddede yazılı süre kaydı aranmaksızın eski derecelerine tekrar atanmaları mümkündür.Kazanılmış hak derecelerinden aşağı derecelere atananların aylık derece ve kademeleri genel hükümlere göre tespit edilmekle bereber, atandıkları bu derecelerde geçirdikleri süreler (kesenek ve karşılık farklarının kendileri tarafından her ay T. Emekli Sandığına gönderilmesini kabul etmeleri şartiyle) emeklilik yönünden eski derecelerinde değerlendirilir. " 12/8/2009 tarihli ve 27317 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Taşra Teşkilatı Personelinin Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmelik'in "Hizmet Gereği Olarak Yapılabilecek Yer Değiştirmeler" başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Haklarında adli veya idari soruşturma yürütülen personelden soruşturma sonucunda bulundukları yerde görev yapmalarında sakınca görülenler, görev yaptıkları hizmet biriminin görev yeri değişikliği yönündeki teklifi dikkate alınarak hizmet bölgelerindeki zorunlu çalışma sürelerini tamamlama şartı aranmadan, atama dönemlerine bağlı kalmaksızın yer değişikliğine tabi tutulabilirler. (2) Hizmet gereği yer değişikliği yapılacak memurun halen görev yaptığı hizmet bölgesindeki eksik hizmetleri aynı hizmet bölgesi içindeki (C) ve (D) hizmet grubu illerinden başlamak üzere başka bir hizmet alanında tamamlattırılır. Memurun görev yaptığı hizmet bölgesindeki diğer hizmet alanlarında norm kadronun dolu olması halinde, görev yapmadığı diğer hizmet bölgelerindeki (C) ve (D) hizmet grubu illerine ataması yapılabilir. Bu şekilde ataması yapılan memurun ayrıldığı hizmet bölgesindeki eksik hizmetleri daha sonra tamamlattırılır. (3) Birinci fıkra gereği il içine tayin edilmesi uygun görülen personel hakkındaki kararın mahiyetine göre Bakanlık veya valilik tarafından il içinde durumuna uygun ilçelere/birimlere/kuruluşlara atanır. (4)Bu madde gereği ataması yapılanlar, ayrıldıkları illere/ilçelere/kuruluşlara/birimlere atama tarihinden itibaren beş yıl geçmeden yeniden atanamazlar.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39998 | Başvuru, eşin görev yaptığı yerden başka yere yapılan atama işlemi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aylıktan kesme cezasının iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Polis memuru olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında, eşine karşı kötü muamelede bulunduğu ve verilen refakat iznini kendi özel işleri için kullanarak idareyi yanılttığı iddiaları ile disiplin soruşturması başlatılmıştır. 31/10/2013 tarihli disiplin soruşturma raporunda, eşe karşı kötü muamelede bulunulduğu iddiasının sübuta erdiğinden bahisle 24/4/1979 tarihli ve 16618 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü'nün (Tüzük) maddesinin (B) bendinin (5) numaralı alt bendi uyarınca 6 ay kısa süreli durdurma cezası teklifi getirilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü Merkez Disiplin Kurulunun (Disiplin Kurulu) 12/2/2014 tarihli kararı ile, Tüzük'ün maddesi uyarınca bir alt derece ceza uygulanmak suretiyle başvurucunun 4 günlük aylıktan kesme disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan işlemin iptali talebiyle 1/4/2014 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, soruşturmada delillerinin değerlendirilmediğini, ailevi bir mesele sonrasında oluşan sadece çizik ve kızarıklık sonucu alınan rapor dikkate alınarak ceza verildiğini, eşinin kendisinden şikâyetçi olmadığını, anılan raporun gerçeğe aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 25/11/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, mevcut disiplin soruşturma ile sağlık raporunun ve ifadelerin birlikte incelenmesinden, 24/2/2013 tarihinde başvurucunun eşi ile arasında tartışma yaşandığının, birbirlerini iteklediklerinin, el ve ayaklarıyla birbirlerine fiziki müdahalelerinin olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca; olaydan sonra 25/2/2013 tarihinde düzenlenen sağlık raporuna göre; başvurucunun eşinin ayak ve kollarında ekimoz ve sıyrıkların bulunduğu, bu itibarla başvurucunun, eşine karşı kötü muamelede bulunduğu iddiasının sübuta erdiği vurgulanmıştır. Başvurucu bu karara karşı, temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucu, eşiyle arasındaki tartışmanın her ailede yaşanabilecek türden bir münakaşa olduğunu, yargılamanın uzun sürdüğünü, kınama cezası verilmesi gerekirken takdir edilen cezanın ölçülü olmadığını ileri sürmüştür. Danıştay Beşinci Dairesi 16/6/2020 tarihinde, Mahkeme kararının usule ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle oyçokluğuyla onanmasına karar vermiştir. Karşı oy gerekçesinde; başvurucunun kamu görevlisi olmasından kaynaklanmayan ve disiplin hukukunu ilgilendiren yönü açıkça ortaya konmayan, hizmet dışında özel yaşamına ilişkin fiillerinin bir disiplin suçu olarak değerlendirilmesinin ve sonucunda başvurucuya disiplin cezası verilmesinin özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlali sonucunu doğuracağından Mahkeme kararının bozulması gerektiği ifade edilmiştir. Nihai karar başvurucuya 26/10/2020 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 18/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35386 | Başvuru, aylıktan kesme cezasının iptali talebiyle açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Bir kısım başvurucular murisi Ömer Gökalp ile bir kısım başvurucular murisi Hasan Gökalp aleyhine 1954 yılında Derik Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan meni müdahale davasında verilen kararlar müteaddit kereler Yargıtayca bozulmuş, 1967 yılında bölgede kadastro çalışmalarının başlaması üzerine söz konusu dava Derik Kadastro Mahkemesine devredilmiş daha sonra anılan dava Yargıtayca merci tayini yoluyla Kızıltepe Kadastro Mahkemesine gönderilmiş ve anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine devredilen dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13501 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın reddedilmesinde bariz takdir hatası bulunması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Enez Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucu, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine dava açmıştır. Enez Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) İş Mahkemesi sıfatıyla yapmış olduğu yargılama sonunda 27/3/2019 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararda başvurucunun 1/7/2012 tarihinden beri davalı Vakıfta çalıştığı ve davada zamanaşımı definde bulunulduğu belirtilmiştir. İlave tediye alacağı beş yıllık zamanaşımına tabi olması nedeniyle dava tarihinden geriye doğru beş yıl gidilerek 1/6/2013 tarihi öncesi alacakların zamanaşımına uğradığı ifade edilmiştir. 1/6/2013 tarihinden dava tarihine kadar Fon Kurulu kararı uyarınca ikramiye ödemelerinin yapıldığı görüldüğü, bu sebeple ikramiye ödemesi yapılan yıllar için ilave tediye alacağının ödendiğinin kabul edildiği vurgulanmıştır. Başvurucu 6/2/2019 tarihinde kararı istinaf etmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 3/10/2019 tarihinde istinaf talebini reddederek mahkeme kararını kesin olarak onamıştır. Nihai karar başvurucuya 14/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42474 | Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın reddedilmesinde bariz takdir hatası bulunması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, cevap ve düzeltme (tekzip) metnini yayımlamama nedeniyle açılan ceza davasında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin şeref ve itibar hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği ve başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri genel müdürlüğü görevi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yapmıştır. Başvurucu bireysel başvuruda bulunduğu tarihte de Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır. Bireysel başvurunun yapıldığı tarihte ulusal ölçekte yayın yapan Bugün gazetesinde (gazete) "Kendini Aklayan Müfettişe Kıyak" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Gazetede yer alan haber şöyledir: "HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'un, Sabancı suikastı davasında kendisini aklayan başmüfettişe nasıl 'teşekkür ettiği' ortaya çıktı. Ertosun, istifa eden müfettişi 5 yıl sonra yeniden göreve başlattı.Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesi Ali Suat Ertosun'un, Sabancı suikastı hükümlüsü [nin] öldürülmesiyle ilgili soruşturmada kendisini aklayan başmüfettişe diyet borucunu nasıl ödediği ortaya çıktı. Ertosun, 2003'te HSYK kararıyla Cumhuriyet Savcılığı'na atanan Adalet Başmüfettişi [İ.T.nin] meslekten istifa etmesine rağmen 5 yıl sonra HSYK üyesi 3 arkadaşının desteğiyle tekrar göreve dönmesini sağladı. Üstelik, aradan geçen 5 yılın özlük haklarını iade etmek koşuluyla. Olayın gelişimi ise bir dizi organizasyonla gerçekleşti. Bir garip yargı hikayesi [İ.T.], Adalet Bakanlığı'nın önerisi ve HSYK'nın 2003'teki kararnamesi Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na atandı. Kararı tenzili rütbe sayarak istifasını isteyen[İ.T.nin] talebi kabul edilerek yürürlüğe konuldu. Emeklilik ikramiyesini almaya başlayan[İ.T.], atanma kararının iptali için yargıya başvurdu. HSYK kararları, yargıya kapalı olmasına rağmen, yargıya giden [İ.T.] Ankara İdare Mahkemesi'nden istediği sonucu aldı ve bakanlık önerisinin iptali kararı çıktı. Karar Danıştay Dairesi tarafından da onaylanarak kesinleşti. İdare Mahkemesi kararının ardından Adalet Bakanlığı'na başvurarak, eski görevine iade edilmesini talep etti ancak bakanlık konuyu HSYK'ya havale etti. HSYK heyeti de 2007 yılında, 'talep, kurula yönelik olmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına' oy birliği ile karar verdi. İmdadına Ertosun yetişti [İ.T.], yakın dostu Ertosun'un Mayıs 2008'de HSYK üyeliğine atanmasıyla yeniden harekete geçti. Başvurusunu yenileyen [İ.T.] için karar HSYK'dan 2009'da çıktı ve kendi isteğiyle emekliye ayrılmış olan 63 yaşındaki[İ.T.nin] hakimlik ve savcılık mesleğine tekrar dönmesine 3'e karşı 4 oyla karar verildi. Ertosun ek gerekçe yazarak;[İ.T.nin] doğrudan Adalet Başmüfettişliğine başlatılması ve kendisine özlük haklarının verilmesi gerektiğini belirtti.Ergenekon savcılarını görevden alacaktı 2009 adli yargı yaz kararnamesinde hazırladığı korsan kararname ile gündeme gelen Ali Suat Ertosun, Ergenekon soruşturmasına bakan hakim ve savcılar ile KCK operasyonlannı yürüten savcıların görevden alınmasını istemişti. Duyar cinayetine soruşturmaHSYK Üyesi Ali Suat Ertosun'un Adalet Müfettişi[İ.T.] için gösterdiği çabanın nedenini ise ilginç bir bağlantı ortaya çıkardı. Sabancı suikastı hükümlüsü [nin] öldürülmesinde devletin kusurunun olup olmadığının ortaya çıkarılması gerekçesiyle soruşturma açıldı. Dönemin başmüfettişi [İ.T.] tarafından yürütülen soruşturmanın odağında dönemin Ceza ve Tevkif Evleri Müdürü Ertosun da yer aldı. [İ.T.], soruşturma raporunda övgüler düzdüğü Ertosun'un kusurlu olmadığı yönünde görüş belirtti. [İ.T.ye] geri dönüş yolunu açan idare mahkemesinin başkanı [G.] de süreç içinde Danıştay üyeliğine seçildi.Sabancı suikastı sanığı Afyon Kapalı Cezaevi'ne nakledildi. [], Karagümrük çetesi mensupları tarafından cezaevinde öldürülmüştü." Başvurucu anılan habere karşı tekzip talebinde bulunmuş, Ankara Sulh Ceza Mahkemesi 18/12/2009 tarihinde başvurucunun talebini kabul ederek cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına karar vermiştir. Gazetenin sorumlu müdürü tarafından anılan karara yapılan itiraz Ankara Asliye Ceza Mahkemesince 5/1/2010 tarihinde reddedilmiştir. Cevap ve düzeltme metninin gazetede yayımlanmaması üzerine başvurucu suç duyurusunda bulunmuştur. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığınca, suçun ön ödemeye bağlı olduğu belirtilerek ön ödeme tebligatı yapılmış olmasına rağmen para cezasının süresi içinde yatırılmaması nedeniyle 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'na muhalefet suçundan gazetenin sorumlu müdürü ve tüzel kişi temsilcisi hakkında 7/4/2010 tarihinde kamu davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada 2/10/2012 tarihinde, 5/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun hükümlerine göre gazete yetkilileri hakkında kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 3/2/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 2/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan başvurucu, bahsi geçen haber nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek 6/10/2010 tarihinde gazete yetkilileri aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 27/10/2011 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) 16/4/2012 tarihinde oybirliğiyle bozulmuştur. Bozma gerekçesinde yayının görünür gerçekliğe uygun olduğu, düşünsel bağlılığın korunduğu ve çatışan yararlar dengesinin başvurucu aleyhine bozulmadığı belirtilmiştir. Karar düzeltme talebi üzerine Dairece 20/12/2012 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararı, dava konusu haber nedeniyle basın yoluyla hakaret suçundan açılmış bulunan kamu davasının kesinleşmesi beklenerek tüm deliller birlikte değerlendirilip varılacak sonuca göre bir karar verilmek üzere değişik gerekçe ile oybirliğiyle bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada ceza yargılamasında 6352 sayılı Kanun hükümlerine göre kamu davasının ertelenmesine karar verileceğinin, esastan hüküm kurulmayacağının anlaşıldığı Ankara Asliye Hukuk Mahkemesince ifade edilmiştir. Mahkeme bu nedenle ceza davasının sonucunun beklenmesine gerek kalmadığını belirterek maddi olayı incelemiş ve 13/5/2014 tarihinde yeniden davanın kısmen kabulü ile başvurucuya 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Karar Dairenin tarihli ilamı ile 10/9/2015 tarihinde oyçokluğuyla ve 16/4/2012 tarihli bozma kararındaki aynı gerekçeyle tekrar bozulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi 4/10/2016 tarihinde oyçokluğuyla reddedilmiştir. Bozma üzerine dosya Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiş olup yargılama devam etmektedir. A. Ulusal Hukuk 5187 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hakim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar adli para cezasıyla cezalandırılır. Adli para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz.Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen adli para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur.Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hakim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilan şeklinde yayımlanmasına da karar verir.” 6352 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı; ...b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine,...karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen ... kovuşturmaya devam olunur."B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik [GK] (B. No: 2013/6237, 2/7/2015) ile Adnan Oktar (3) (B. No: 2013/1123, 2/10/2013) kararlarına bakılabilir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6141 | Başvuru, cevap ve düzeltme tekzip) metnini yayımlamama nedeniyle açılan ceza davasında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesinin şeref ve itibar hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tazminat istemiyle açılan tam yargı davasının hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi Zeliha Dursun, 3/10/2003 tarihinde trafik kazası sonucu yaralanmasından dolayı götürüldüğü hastanede vefat etmiştir. Bu olay sebebiyle görevli doktor hakkında açılan ceza davasında 28/4/2011 tarihinde davanın zaman aşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların maddi ve manevi zararlarının tazmini talebiyle 19/3/2004 tarihinde açtıkları davada Danıştay Onbeşinci Dairesi İstanbul İdare Mahkemesinin 26/12/2016 tarihli kararının reddedilen maddi ve kısmen kabul, kısmen reddedilen manevi tazminat için taraflar lehine hükmedilen vekâlet ücretlerine ilişkin kısımlarının bozulmasına, sair temyiz istemlerinin reddiyle kararın diğer kısımlarının onanmasına karar vermiştir. Karar düzeltme talebi reddedilmiştir. Yargılama, vekâlet ücreti yönünden devam etmektedir. Başvurucular, ceza yargılamasında ve idare mahkemesinde açtıkları davada adil olmayan karar verilmesi, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma, haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 18/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21595 | Başvuru, tazminat istemiyle açılan tam yargı davasının hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Van Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık, haklarında soruşturma yürütülen şüphelilerle irtibatlı olan ve halen yakalanamayan bazı şüphelilerin kaçması ve delilleri karartmasının önlenmesi amacıyla müdafinin dosyayı inceleme yetkisinin kısıtlanmasını talep etmiştir. Bu talep Van Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek nitelik arz ettiği belirtilerek talebin kabulüne karar verilmiştir. Hakkında aynı suçtan soruşturma yürütülen T.T. etkin pişmanlık kapsamında 22/5/2016 tarihinde Başsavcılıkta verdiği ifadesinde başvurucu hakkında açıklamalarda bulunmuş ve kendisine gösterilen fotoğraf üzerinden başvurucuyu teşhis etmiştir. Anılan açıklamalarında T.T., başvurucunun Hejar kod adı ile örgüt içinde aktif olarak faaliyet yürüttüğünü, bu kişinin Amed ve Zindan kod adlı örgüt mensupları ile irtibatlı olduğunu, Amed kod adlı kişinin yardımcısı olarak bomba yapımında görev aldığını beyan etmiştir. Başvurucu, aynı soruşturmada şüpheli olarak yer alan ağabeyinin evinde 14/6/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Hakkında aynı suçtan soruşturma yürütülen , müdafiinin de hazır bulunmasıyla verdiği 16/6/2016 tarihli ifadesinde başvurucu hakkında açıklamalar yapmış ve kendisine gösterilen fotoğraf üzerinden başvurucuyu teşhis etmiştir. Anılan açıklamalarında , başvurucunun Hejar kod adı ile örgütün şehir yapılanması olan Sivil Savunma Birlikleri (Yekîneyên Parastina Sîvîl-YPS) bünyesinde Van'da faaliyet yürüttüğünü, Kader ve Harun Pale kod isimli örgüt mensuplarından sabotaj ve bomba eğitimi aldığını, Amed ve Zindan kod adlı örgüt mensupları ile birlikte bomba hazırlama, döşeme ve patlatma faaliyetlerine katıldığını, Van il merkezinde patlatılan ve güvenlik güçlerinin ölümüne neden olan bombaları yapan kişilerden olduğunu beyan etmiştir. Başsavcılık 16/6/2016 tarihinde, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talebiyle Hâkimliğe sevk etmiştir. Sevk yazısında tanıklar T.T. ve nin ifadelerinin yanı sıra başvurucunun kaldığı yer konusunda çelişkili beyanda bulunduğuna ilişkin tespitlere yer verilmiştir. Sevk yazısının ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin alınan ifadesinde 2-3 aydır Van da bulunduğunun ve teyzesi [F.B.nin] yanında kaldığını beyan ettiği, oysa tanık olarak ifadesine başvurulan [F.B.nin] beyanında 'düğünümüz haricinde hiç gelmemiştir, oğlum da gelinim de buna şahittir, Botan TİMUR benim bildiğim kadarı ile Hakkari İlinde ikamet etmektedir' şeklinde beyanda bulunduğu, dolayısıyla şüphelinin maddi gerçekliği saptırmaya yönelik beyanda bulunmasının yanı sıra sabit bir ikametgahının olmadığının da anlaşılmış olduğu, kaçma ve saklanma ihtimalinin somutlaştığı ve bununda açıkça bir tutuklama nedeni olduğu" Başvurucu, Hâkimlikteki sorgusunda, aleyhinde ifade veren T.T. ve yi tanımadığını ve isnat edilen suçlamayı kabul etmediğini beyan etmiştir. Hâkimlik, sorgusunun ardından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"şüpheli Botan TİMUR üzerine atılı suçu işlediğine dair;tüm soruşturma dosyası kapsamında şüphelinin fotoğraf teşhis yolu ile müdafii huzurunda alınan [nin] ifadesi ve teşhisi, [T.T.] isimli kimsenin ifade ve teşhisi, şüphelinin Van ilinde kaldığı ikamete ilişkin [F.B.nin] vermiş olduğu beyanla mevcut çelişkisi dikkate alındığında şüphelinin atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular ve tutuklama nedeninin bulunduğu, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, verilmesi muhtemel cezanın yasadaki üst haddi ve atılı suçun CMK maddesinde sayılan katalog suçlardan olması sebebiyle bir tutuklama nedeninin var sayıldığı, işin önemi ve verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu ve adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağı kanaatine varılarak... [tutuklanmasına karar verildi.] Soruşturma neticesinde başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, devletin birliğini ve ülke bütünlüğü bozma, nitelikli kasten öldürme, kasten öldürmeye teşebbüs etme ve tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme suçlarından cezalandırılması talebiyle 17/1/2018 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Anılan iddianamede başvurucunun 10/5/2016 ve 30/5/2016 tarihlerinde gerçekleşen ve dört güvenlik görevlisinin şehit olması ve üç güvenlik görevlisinin yaralanması ile sonuçlanan bombalı saldırı eylemlerine iştirak ettiği belirtilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan kamu davası Van Ağır Ceza Mahkemesinde görülmüştür. Duruşmanın 13/3/2018 tarihli ilk oturumuna müdafii ile birlikte katılan başvurucu isnat edilen suçlara ilişkin savunmasını yapmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu ve müdafiinin katıldığı 7/6/2018, 14/8/2018, 23/9/2018 ve 6/12/2018 tarihli oturumlarda 13/3/2018 tarihli karardaki gerekçelerle tahliye taleplerinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesi 24/12/2018 tarihinde görülmekte olan kamu davasının, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, görevi yaptırmamak için direnme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) E.2016/216 sayılı dosya üzerinden yürütülmekte olan kamu davası ile birleştirilmesine karar vermiştir. Birleştirme kararı sonrasında yargılamayı yürüten Mahkeme muhtelif oturumlarda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun 24/2/2022 tarihli tutukluluk hâlinin devamı kararına yaptığı itiraz Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 7/3/2022 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu, itirazın reddi kararını 8/3/2022 tarihinde öğrendikten sonra 22/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 28/11/2022 tarihli oturumda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tahliyesine, 17/1/2018 tarihli iddianameye konu devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan ise tutuklanmasına karar vermiştir. Mahkeme 20/3/2023 tarihinde başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçu ile birlikte muhtelif suçlardan mahkûmiyetine karar vermiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla anılan davanın temyiz kanun yolu aşamasında derdest olduğu tespit edilmiştir. Komisyon, adli yardım talebinin kabulü ile başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/34216 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, disiplin cezasına karşı infaz hâkimliğine yapılan şikâyette duruşmanın Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi kullanılarak yapılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, gereksiz olarak marş söylemek veya slogan atmak fiilini işledikleri gerekçesiyle 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi, maddesinin (1) numaralı fıkrası ve maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince 3 (üç) ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma disiplin cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucuların bu cezaya karşı yaptıkları şikâyet Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile duruşma yapılmak suretiyle İzmir İnfaz Hâkimliğince (Hâkimlik) reddedilmiştir. Söz konusu Hâkimlik kararına ilişkin yapılan itirazında İzmir Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucular, nihai hükmü 13/8/2021 tarihinde öğrendikten sonra 31/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/39367 | Başvuru, disiplin cezasına karşı infaz hâkimliğine yapılan şikâyette duruşmanın Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi kullanılarak yapılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, askerlik hizmeti sırasında meydana gelen ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ekindeki evrak ve başvuruya konu edilen soruşturma dosyası ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Telli Çiftçi ve Süleyman Çiftçi, Manisa Asker Hastanesinde (Asker Hastanesi) askerlik hizmetini yapmakta iken 23/12/2010 günü saat 30 sıralarında vefat eden T.Ç.nin sırasıyla anne ve babasıdır. T.Ç. 23/12/2010 tarihinde, Asker Hastanesinde bulunan 4 No.lu nöbet kulübesinde 00-00 saatleri arasındaki nöbet görevini ifa etmekteyken ateşli silahla çenesinin altından vurulmuş hâlde bulunmuştur. Olay yerine gelen, Asker Hastanesinde görevli kişilerce yeniden canlandırma işlemi yapılmış ve cankurtaran yardımıyla Manisa Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi) sevk edilmiş ise de T.Ç. yeniden hayata döndürülememiştir. Olaydan haberdar edilen Güzelyalı/İzmir Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) T.Ç.nin ölümü hakkında derhâl soruşturma başlatmıştır.A. Askerî Savcılıkça Yürütülen Birinci Soruşturma Süreci Olay yeri, Manisa Merkez Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Tim Komutanlığı (OYİT) görevlilerince incelenmiştir. Ayrıca olay yeri ve çevresinin, ölene zimmetli tüfek ve bu tüfeğe ait şarjörün fotoğrafları çekilip olay yerinin krokisi çizilmiştir. Olay yeri incelemesine ilişkin tutanakta; başka hususlar yanında ölene ilk tıbbi müdahalenin ardından Devlet Hastanesine sevk edildiğinin öğrenildiği, 4 No.lu nöbet kulübesi girişine göre sol köşede, dik vaziyette bir piyade tüfeğinin bulunduğu, tüfeğin üst kısmı ile namlusunun kanlı olduğu, silahın emniyetinin tek atış konumunda açık olduğu, girişin karşı sağ köşesinde 30x60 cm ebadında pıhtılaşmış kan gölünün olduğu ve bu kan gölüne 10 cm mesafede bir adet mermi kovanı bulunduğu belirtilmiştir. Tutanakta bundan başka girişe göre sağ tarafta bir hücum yeleği olduğu, bu yeleğin tıbbi müdahale eden bir ere ait olduğunun öğrenildiği, yeleğin bitişinde bulunan çelik başlıkta herhangi bir mermi giriş ve çıkış deliği olmadığı, nöbet kulübesi içinde 6x8 cm ebadında kan birikintisi olduğu, kulübenin çatısında 2x4 cm ebadında bir mermi giriş deliği bulunduğu, bu deliğin etrafında ölenden çıktığı değerlendirilen doku parçalarının bulunduğu, olay yerindeki piyade tüfeğinin dolu olduğu, bu tüfeğin şarjöründen 24 adet mermi çıktığı, kan birikintisinden svap çubuğu yardımıyla örnek alındığı, piyade tüfeğinin parmak izi incelemesi için alındığı ve nöbet kulübesi içi ile çevresinde çeşitlik kemik parçalarının bulunduğu ifade edilmiştir. OYİT görevlileri, olay yerine gelen Askerî savcının talimatı uyarınca sağ el iç/dış ve sol el iç/dış bölgelerinde atış artığı olup olmadığının tespiti için ölenin el svaplarını,parmak izi karşılaştırması için parmak izlerini almış; ayrıca atış artığı incelemesi için ölenin hücum yeleği ve kamuflaj elbisesini ambalajlayıp Jandarma Kriminal Daire Başkanlığına (Kriminal Daire) göndermişlerdir. Ambalajlama sırasında yapılan incelemede hücum yeleğinde biri boş, iki şarjör bulunduğu ve dolu şarjörde 25 adet mermi olduğu tespit edilmiştir. Ölü muayene işlemi aynı gün Askerî savcı huzurunda bir adli tıp uzmanınca yapılmış ve bu işlem sırasında ölenin fotoğrafları çekilmiştir. Ölü muayenesine ilişkin tutanakta, alt çene kemiğinin hemen altında kenarları düzensiz 2,7x1,2 cm ebadında bir yara izi bulunduğu, uzun kenarı yatay seyirli yara dudaklarında is ve yanığın olduğu, alt yara dudağında aşağıya doğru uzanan 0,3x1 cm genişliğinde vurma halkası görüldüğü, ateşli silah mermi giriş deliğinin görüldüğü, bu yara dudaklarının iç yüzeyinde is ve yanık görüldüğü, cesette kesici ve delici alet yarası, künt travmatik yara ve telem izi görülmediği ve koku tespit edilemediği belirtilmiştir. Anılan tutanakta bundan başka ölümün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı, kafa kemik kırıkları ile beyin doku harabiyeti ve kanamadan ileri geldiği tespit edilse de ölüme etki edecek diğer faktörlerin tespiti için otopsi işleminin gerekli olduğu ifade edilmiştir. Askerî Savcılıkça ölenin kişisel eşyaları, yatağı ve dolabı olay günü incelenmiş;yastığının altında bulunan bir ankesörlü telefon kartı ile üzerinde telefon numaraları yazılı olan bir kâğıt muhafaza altına alınmıştır. Otopsi işlemi 24/12/2010 tarihinde İzmir Cumhuriyet savcısı huzurunda Adli Tıp Kurumu İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığında (ATK Grup Başkanlığı) görevli adli tıp uzmanlarınca yapılmıştır. Otopsi işlemine ilişkin tutanakta;-Alt çene ucu alt bölümünde çevresinde ve zemininde yoğun şekilde is bulaşığı bulunan 3x2 cm ebadında ateşli silah mermi çekirdeği giriş deliği olduğu,-Başının tepe bölümünde 8x7 cm ebadında, parçalı kenarlı, içinden nekrotik (hücre veya doku ölümüyle ilgili) beyin dokusu çıkmış, ateşli silah mermi çekirdeği çıkış deliği olduğu,-İç organ parçalarında yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda sistematikteki maddelerin bulunmadığı, kanda alkol saptanmadığı, kanda ve idrarda sistematikteki uyutucu-uyuşturucu maddelerin bulunmadığı, -Kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı yaygın kafatası ve kaide kemik kırıkları ile beyin harabiyeti sonucu meydana geldiği,-Kişinin alt çene ucu alt bölümündeki mermi giriş deliğinin tek başına öldürücü olduğu, -Kişinin vücudundan mermi çekirdeği elde edilemediği,-Atışın bitişiğe yakın atış mesafesinden yapıldığı belirtilmiştir. Askerî Savcılık 24/12/2010 tarihinde, J.Tbp.Tğm. A., Tbp.Tğm. R.Ö., Tbp.Yzb. Ş.K., Sağ.Bçvş. Ö.Y., Diş Tbp.Yzb. A.F.Ö., Sağ.Yzb. A., hemşireler S.G. ve Ş.H., erbaşlar/erler Ç., H.Ö., E.E., Y.A., H., S.S., A.O.K., H.E. ve A.B., başvurucu Süleyman Çiftçi ve ölenin teyzesinin eşi A.G.nin ifadelerini almıştır.i. A. verdiği ifadesinde; A.F.Ö.nün acil servise gelip 4 No.lu nöbet kulübesinde kendini vuran bir askerin olduğunu söylemesi üzerineS.G. ile birlikte olay yerine gittiklerini, kulübenin içinde ölenden başka kimsenin olmadığını, ölenin nabzını kontrol ettiğini ve hayati belirti göremediğini, ölenin sırtını duvar köşesine dayamış ve başı öne eğilmiş bir vaziyete durduğunu, bacaklarının arasındaki tüfeğin dik konumda olmadığını, kulübenin dışında duran A. ile birlikte ölenin bacakları arasında bulunan tüfeği uzaklaştırarak öleni sedyeye taşıdıklarını, o esnada gelen R.Ö. ile beraber öleni entübe ettiklerini, öleni cankurtaran yardımıyla Devlet Hastanesine götürdüklerini, cankurtarandayken entübasyona devam ettiğini ve cankurtarana kendisi haricinde Ş.K., Ö.Y. ve S.G.nin bindiğini söylemiştir. ii. Ş.K., Ö.Y. ve S.G., ölene yapılan tıbbi müdahale ve ölenin Devlet Hastanesine nakli ile ilgili olarak A.nin ifadesini teyit etmişlerdir. iii. Ş.K. ifadesinde, ölenin sedyeye alınmasından ve cankurtaran yardımıyla Devlet Hastanesine nakledilmesinden söz etmiştir.iv. AF.Ö. ifadesinde; olay günü saat 30 sıralarında A.nin odasında otururlarken bir silah sesi duyduklarını, kapı önündeki bir askerden 4 No.lu nöbet kulübesinde bir askerin kendini vurduğunu öğrendiğini, acil servise doğru koşup A.ye durumu anlattığını ve olay yerine vardığında ölene sedyede tıbbi müdahale yapılmakta olduğunu söylemiştir.v. A., olay günü saat 30 sıralarında odasında A.F.Ö. ile birlikte oturmaktayken bir el silah sesi duyduklarını, 3 No.lu nöbet kulübesinde nöbet tutan bir askerin başka bir askerin kendini vurduğuna ilişkin bir şeyler söylediğini, olay yerine koştuğunu, Ani Müdahale Mangasından (AMM) Y. isimli bir askerin (Y.K.) T.Ç.nin nabzını kontrol edip nabız alamadığını söylediğini, o esnada olay yerine gelen A.nin tıbbi müdahale yapabilmek için ölenin tüfeğini kendisine uzattığını ve sonrasında ölenin önce sedyeye, daha sonra cankurtarana taşındığını, T.Ç.nin olay günü saat 30 sıralarında kız arkadaşı ile sorunları olduğundan bahisle Ç. aracılığıyla kendisinden üç gün izin istediğini beyan etmiştir. Ölenin kız arkadaşı ile yaşadığı sorun nedeniyle olay günü Ç. aracılığıyla A.den üç gün izin istediği hususu Ç. tarafından da doğrulanmıştır.vi. İfadesi alınanlardan Erbaş/Er H.Ö. ve S.S., ölenin, kardeşinin astım hastalığına üzüldüğünden, E.E. ölenden duyduğuna göre ölenin teyzesinin kızıyla sözlü olduğundan ve H. ölenin kız arkadaşıyla telefonda uzun uzun konuştuğundan söz etmiştir. Beyanları alınan diğer kişilerin ifadelerinden olay hakkında pek bilgi sahibi olmadıkları anlaşılmıştır. vii. Başvurucu Süleyman Çiftçi, askere gitmeden önce T.Ç.nin oturma izni alabilmek için evlilik de yapabileceğinden söz ederek Almanya'da yaşayan dayılarından Almanya'ya gidebilmek için yardım istediğini, ölenin kız arkadaşı olmadığını, diğer oğlu Tu.Ç.nin astım hastası olduğunu ve askerlik hizmetine devam ettiğini, bununla birlikte Tu.Ç.nin rahatsızlığı nedeniyle Gülhane Askerî Tıp Akademisi Haydarpaşa Hastanesine sevk edildiğini, baldızının G. isimli bir kızı olduğunu, G.nin Almanya'da yaşadığını ve T.Ç.nin G. ile telefonda zaman zaman görüştüğünü ancak bildiği kadarıyla G.nin Almanya'da yaşayan bir sözlüsünün olduğunu ve G. ile T.Ç. arasında duygusal bir yakınlık olmadığını söyleyip olayın intihar olmasından şüphe duyduğunu ifade etmiştir. viii. A.G., kızı G.nin Almanya'da yaşadığını, herhangi bir evlilik planı olmadığını, T.Ç.nin izinli olduğu günlerde İzmir'deki evlerine gelip gittiğini ancak herhangi bir sıkıntısından söz etmediğini beyan etmiştir. Askerî Savcılık 28/12/2010 tarihinde, olay günü kendisi de 00-00 saatleri arasında nöbetçi olan Shh. Er F.A.nın, olay yerine ilk gelen kişi olan Shh. Er E.K.nın, ölenin nabzını kontrol eden ilk kişi olan Shh. Er Y.K.nın ve Shh. ErÜ.K.nın ifadelerini almıştır.i. F.A. olay günü saat 30 sıralarında T.Ç.nin nöbet tuttuğu nöbet kulübesinden bir el silah sesi geldiğini, sesin geldiği yere doğru hareket ettiğini, bir başka noktada 00-00 saatleri arasında nöbet tutan E.K.nın "Bu kendini vurmuş." dediğini, bunun üzerine karargâha yönelip yolda karşılaştığı A.ye durumu aktardığını ve nöbet kulübesindeki alarm butonuna bastığını söylemiştir. ii. E.K. olay günü 00-00 saatleri arasında nöbetçi olduğunu, bir ara T.Ç.yi nöbet tuttuğu kulübede tek başına, çapraz duruşta nöbet tutarken gördüğünü, yaklaşık on dakika kadar sonra T.Ç.nin nöbet tuttuğu kulübeden silah sesi geldiğini, bulunduğu yerden T.Ç.nin nöbet kulübesine baktığını ancak herhangi bir kimseyi görmediğini, kulübeye gidince T.Ç.yi sırtını duvara dayayıp oturmuş vaziyette gördüğünü, başından kanlar aktığını, başında çelik başlığın olmadığını, F.A.ya seslenip "Bu kendini vurmuş." dediğini, kendi nöbet kulübesine gidip ilk yardım çağırmaları için çevreye bağırdığını beyan etmiştir. iii. Y.K., askerlik öncesinde sağlık teknisyeni olarak görev yaptığını, silah sesi duyması üzerine sesin geldiği, T.Ç.nin nöbet tuttuğu kulübeye gittiğini, T.Ç.yi duvar dibinde çömelmiş bir vaziyette ve iki eliyle tüfeğini tutarken gördüğünü, T.Ç.nin nabzını kontrol ettiğini ancak nabız alamadığını, sonrasında olay yerine doktorların geldiğini söylemiştir. iv. Ü.K. ise olay günü saat 55 sıralarında öleni AMM'ye mühimmat almaya gelirken gördüğünü, kantinde çalıştığı için ölene pasta arabasının geldiğini söylediğini, birlikte kantine gittiklerini, pastaları taşımaları sonrasında ölenin nöbete gittiğini ifade etmiştir. Askerî Savcılık 29/12/2010 tarihinde ölenin teyzesinin oğlu Ü.G.nin ifadesini almıştır. Ü.G. ifadesinde, ölenin yurt dışında yaşayan bir kadınla evlenip yurt dışında yaşama planını hiç duymadığını söylemiştir. Askerî Savcılık 30/12/2010 tarihinde A., Fı.A., A.Y. ve K.K.nın ifadelerini almıştır.i. A. silah sesinin ölenin nöbet tuttuğu kubübeden geldiğini öğrendiğini, gittiğinde doktor ve hemşirelerin nöbet kulübesinde olduğunu gördüğünü, daha önceden yaptığı sohbetlere göre ölenin bir kız arkadaşının olduğunu söylemiştir.ii. İfadesinde Fı.A., olay günü gündüz devriye onbaşısı olduğunu, 45 sıralarında AMM'ye gittiklerini, burada iki dolu bir de boş şarjör aldıklarını, ölenin dolu şarjörleri hücum yeleğine koyduğunu, doldur-boşalt işlemi yaptıklarını, nöbet noktasına varınca A.Y.nin kantine malzeme geldiğini söylediğini, ölenin silahı AMM'ye bırakıp kantine gittiğini, bir süre sonra A.Y. ile birlikte doldur-boşalt yapan ölenin yanına geldiğini, saat 10 sıralarında öleni nöbet kulübesine bıraktığını, tahmini olarak on beş dakika kadar sonra etrafta koşuşturma olduğunu, silah sesi duymadığını, koşuşturmanın yaşandığı tarafa yönelince öleni nöbet kulübesi içinde, bacakları arasında tüfek bulunur vaziyette, yere otururken gördüğünü söylemiştir. Bundan başka Fı.A. yaptığı sohbetler sırasında T.Ç.den duyduğu hususları aktarmıştır: Buna göre T.Ç., kardeşinin astım hastalığına çok üzülmüştür ve Almanya'da yaşayan teyzesinin kızıyla nişanlıdır. Bununla birlikte nişanlısı bir keresinde ölene, ailesine hizmetçilik etmeyeceğinden söz etmiştir. iii. A.Y., olay günü kantine malzeme gelince ölenin nöbete başlamadan önce tüfeğini AMM'ye bıraktığını, birlikte kantine gittiklerini, malzemeleri taşımalarından sonra ölenle birlikte AMM'den ölenin tüfeğini aldıklarını, Fı.A. ile birlikte doldur-boşalt işlemi yaptırdıklarını, nöbet yerine doğru yürürken ölenin gülerek "Sana çok güveniyorum. Bana bir şey olursa üstlerime çok sevdiğimi onlara söyle." dediğini, zaman zaman böyle şakalar yaptığı için ondan şüphelenmediğini, 15-20 dakika kadar sonra telaşla koşuşturanları gördüğünü beyan etmiştir. Ayrıca A.Y. ölenin Almanya'da yaşayan bir kız arkadaşının olduğundan ve kardeşinin hastalığına üzüldüğünden söz etmiştir. iv. İfadesinde K.K. 23/12/2010 tarihinde yaptıkları sohbet esnasında ölenin kız arkadaşı ile yaşadığı sorun nedeniyle izin isteyeceğinden söz ettiğini ifade etmiştir. A. ile 31/12/2010 tarihinde telefonla görüşen başvurucu Süleyman Çiftçi, oğluna ait MP3 çaların bulunup bulunmadığını sormuştur. Konuyla ilgili araştırma yapılmış ve A., H.Ş., A. ve E. tarafından düzenlenen 31/12/2010 tarihli tutanaktan Shh. Onb. E.nin MP3 çaları müzik dinlemek amacıyla ölenden ödünç aldığı anlaşılmıştır. Başvurucu Süleyman Çiftçi ve oğlu Tu.Ç. Askerî Savcılıkça alınan 31/12/2010 tarihli ifadelerinde; Kurban Bayramı zamanında cam kırılması nedeniyle eli kesilen T.Ç.ye Bçvş. H.Ş.nin kızdığını, bu nedenle T.Ç.nin çarşı iznini iptal ettiğinden söz etmişlerdir. Başvurucu Süleyman Çiftçi, ek olarak H.Ş.nin T.Ç.ye küfrettiğini iddia etmiştir. Kriminal Dairesinin 4/1/2011 ve 5/1/2011 tarihli uzmanlık raporlarında; ölene zimmetli tüfek üzerinde mukayeseye elverişli iz bulunmadığı, tüfeğin atışa engel herhangi bir arızasının bulunmadığı, inceleme konusu kovanın ölene zimmetli tüfekten atıldığı belirtilmiştir. Askerî Savcılık, Devlet Hastanesinden ölenle ilgili kayıtları getirtmiştir. İlgili belgelere göre T.Ç., Devlet Hastanesine olay günü saat 48'te ölü olarak gelmiştir. Askerî Savcılık 7/1/2011 tarihinde, Asker Hastanesinin güvenlik kamerası görüntülerini incelemiştir. Yapılan inceleme üzerine düzenlenen tutanakta; 4 No.lu nöbet kulübesine hâkim bir kameranın bulunmadığı, dış cepheye hâkim kameralara ait görüntülere göre herhangi bir saldırı veya tehdit oluşturabilecek kimse veya unsur bulunmadığı belirtilmiştir. Askerî Savcılık 11/1/2011 tarihinde, başvurucu Telli Çiftçi ve ölenin halasının kızı Ş.B.ile halası S.Ç.nin ifadelerini almıştır. i. Başvurucu Telli Çiftçi; ölenin askere gitmeden önce, Almanya'ya gitmek için teyzesinin kızı G.ye muvazaalı olarak evlilik yapmayı teklif ettiğini ancak ölenle G. arasında duygusal bir ilişki olmadığını, ölmesine rağmen T.Ç.nin Devlet Hastanesine götürülmesini kuşkulu bulduğunu söylemiştir.ii. İfadesinde Ş.B., Kurban Bayramı'nda bir rütbelinin ölene küfrettiğinden söz etmiştir.iii. S.Ç., yaptıkları telefon görüşmelerinin birinde ölenin bir başçavuşun sürekli üzerine gelip kendisine küfrettiğinden bahsettiğini ve ölene ait not defterinin bulunamadığını beyan etmiştir. Kriminal Dairesince düzenlenen 13/1/2011 tarihli uzmanlık raporunda, ölenin sağ el dış bölgesinden alındığı bildirilen svap üzerinde atış artığı tespit edildiği, eğitim elbisesi üzerinde herhangi bir delinmeye rastlanmadığı ve ölene ait hücum yeleğinin ön kısmında eser miktarda atış artığının tespit edildiği açıklanmıştır. Başvurucu Süleyman Çiftçi 18/1/2011 tarihinde Askerî Savcığa bir dilekçe verip alınan ifadelerin yetersiz ve çelişkili olduğunu ileri sürerek birlikteki tüm subay, astsubay, erbaş ve erler ile olaya müdahale eden sağlık görevlilerinin, ayrıca Asker Hastanesine pasta getiren kişinin ifadelerinin alınmasını, MOBESE kayıtlarındaki sivil kişilerin tespit edilerek dinlenmelerini, oğluna ait iki sosyal medya hesabının incelenmesini, kendi şahsi mobil telefonu ve ev telefonu ile yapılan tüm konuşma kayıtlarının çıkarılmasını talep etmiştir. Askerî Savcılık 18/1/2011 tarihinde, olayın gün ve saatini esas alarak MOBESE görüntülerini incelemiştir. Yapılan inceleme üzerine düzenlenen tutanakta, 4 No.lu nöbet kulübesine hâkim bir kameranın bulunmadığı, dış cepheye hâkim kameralara ait görüntülere göre herhangi bir saldırı veya tehdit oluşturabilecek kimse veya unsur bulunmadığı belirtilmiştir. Kamera görüntülerinde (Hangi kameraya ait görüntüler olduğu tespit edilememiştir.) saat 38 sıralarında görülen beyaz renkli bir otobüs ile önündeki minibüs içindeki şahısların tespit edilerek ifadelerinin alınması için 20/1/2011 tarihinde Askerî Savcılıkça Manisa İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılmıştır. Bahse konu yazı uyarınca yapılan araştırmada beyaz renkli otobüs şoförünün H.B.N., minibüs şoförünün ise T. olduğu belirlenmiştir. H.B.S. ifadesinde; Manisa Celal Bayar Üniversitesinin personel taşımacılığını yaptığını, olay günü saat 30 sıralarında Asker Hastanesinin yan tarafındaki bir spor kulübüne ait bilet gişesi önünde tek başına mesai saatinin bitmesini beklediğini,Asker Hastanesi içinden bir el silah sesi geldiğini, nöbet kulübesinin duvarının yüksek olması ve çevresinin kum torbaları ile kapatılması nedeniyle kimseyi göremediğini ancak içeriden "Vurdu kendisini. İntihar etti." şeklindeki bağrışma seslerini duyduğunu, kısa bir süre sonra cankurtaranın Devlet Hastanesi istikametine gittiğini ve bu esnada yanına gelen minibüs sürücüsü T.nin ne olduğunu sorduğunu beyan etmiştir. T. de N.B.nin ifadesinin kendisiyle ilgili kısımlarını doğrulamıştır. Askerî Savcılıkça 24/1/2011 tarihinde ifadelerine başvurulan başvurucu Süleyman Çiftçi ile Tu.Ç.,duyduklarına göre Asker Hastanesi kantininde 300 TL'lik bir açık olduğunu hâlbuki kendilerine T.Ç.nin herhangi bir borcunun olmadığının söylendiğini ifade ederek bu durumu şüpheli bulduklarını söylemişlerdir. Askerî Savcılık 24/1/2011 tarihinde, olay anında AMM'de görevli askerler ile nizamiye görevlisinin ve olay anında 2 No.lu nöbet yerinde görevli askerin ifadelerini almıştır. İfadesi alınanlardan bazıları silah sesi duymalarından sonra gittikleri 4 No.lu nöbet kulübesinde öleni çömelmiş vaziyette gördüklerini beyan etmiş ve bir asker ölenin Almanya'da yaşayan teyzesinin kızı ile ilişkisi olduğuna ve bu ilişkide sorunlar bulunduğuna dair duyumlarını aktarsa da ifadesi alınanlardan hiçbiri ölenin bir başkasıyla arasında husumet bulunduğuna, ölenin bir başkasınca tehdit edildiğine veya sıkıştırılıp baskı altına alındığına ya da vurulduğuna dair bir beyanda bulunmamıştır. Askerî Savcılık, ölenin kullandığı ankesörlü telefon kartını ve ölen tarafından kullanılmış olma ihtimali bulunan bazı GSM hatlarıyla kurulan iletişimlerin tespitine ilişkin raporları soruşturma dosyasına getirtmiştir. Askerî Savcılık, olaydan kısa bir süre önce kantine pasta getiren kişinin ifadesini istinabe suretiyle almıştır. Bahsi geçen kişi, ifadesinde olay günü saat 00 sıralarında Asker Hastanesine pasta götürdüğünü, kantinde öleni göremeyince ölene haber gönderdiğini, bir süre sonra ölenin kantine gelip pastaları teslim aldığını, on dakika kadar sonra işyerine döndüğünü ve ölenle aralarında özel bir konuşma geçmediğini söylemiştir. Askerî Savcılık, ölene ait bir sosyal medya hesabını bilirkişiye inceletmiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan 7/2/2011 tarihli raporda; asker aleyhine olabilecek herhangi bir yazıya rastlanmadığı, insanları ve yaşamlarını zedeleyebilecek tanımlar tespit edilmediği belirtilmiştir. ATK Grup Başkanlığının 21/2/2011 tarihli raporunda, olay yerinden elde edilen iki adet kan lekeli eküvyondan tespit edilen DNA profili ile ölenin DNA profilinin aynı olduğu açıklanmıştır. Ölene ait MP3 çalar Kriminal Daire yardımıyla DVD'ye aktarılmıştır.Askerî Savcılıkça düzenlenen 25/2/2011 tarihli tutanağa göre söz konusu içerikte olayla ilgisi olabileceği izlenimi veren herhangi bir bilgi ve kayıt bulunmamaktadır. Soruşturma kapsamında başvurucu Süleyman Çiftçi, farklı tarihlerde soruşturma dosyasının fotokopisini almıştır. Ayrıca başvurucu, 4 No.lu nizamiye kamera görüntülerini içerir DVD'nin, iletişimin tespitine dair kayıtların, olay yeri incelemesine ilişkin görüntü kayıtlarının, olay yeri incelemesi sırasında çekilen fotoğrafların, ölene ait MP3'te yer alan verileri içerir DVD'nin ve otopsi sırasında çekilen fotoğrafların örneklerini elde etmiştir. Bazı tanık beyanlarından hareketle ölenin Almanya'da yaşayan ve teyzesinin kızı olduğunu söylenen kız arkadaşı ile yaşadığı sorunları dert ettiği sonucuna varan Askerî Savcılık 29/3/2011 tarihinde, intihara götüren sebepler kesinlik kazanmasa da ölenin hayatına son vermek amacıyla tüfeğini ateşleyerek intihar ettiğinin sabit olduğu ve meydana gelen olayda ceza hukuku anlamında üzerine kasıt, kusur veya taksir atfedilebilecek başka bir fail ve fiil tespit edilemediği gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) vermiştir. Başvurucu Süleyman Çiftçi ölümün kuşkulu olduğunu, ölen intihar etmiş olsa bile intiharı tetikleyen travmaların araştırılmadığını, yeterli bir soruşturma yapılmadan sonuca ulaşıldığını, duyduklarına göre olay günü veya olaydan bir gün önce ölenin muhtemelen yüzbaşı rütbesine sahip bir komutanın ağır hakaretlerine maruz kaldığını belirtip terhis olmasına az bir zaman kaldığına ve Almanya'ya yerleşmek amacıyla muvazaalı evlilik yapacağı biriyle arasının bozulması nedeniyle bunalıma girip intihar etmesinin inandırıcı olmadığına işaret ederek kovuşturmasızlık kararına itiraz etmiştir. Kovuşturmasızlık kararına yapılan itiraz, Ege Ordusu Komutanlığı Askerî Mahkemesince (Askerî Mahkeme) adli rapor ve tanık beyanlarıyla olayın intihar olduğunun anlaşıldığı, yeteri kadar tanık beyanının alındığı, itiraza ilişkin somut delil ve tanık isimlerinin belirtilmediği gerekçesiyle 28/4/2011 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu Süleyman Çiftçi, ölenin parmak izinin ölenin silahında tespit edilemediğini, oğlunun intihar etmesini gerektirecek bir sorunu olmadığını, anlattığına göre oğlunun bazı subay ve askerlerce takip edildiğini, bazı asker arkadaşlarının beyanlarına göre H. isimli bir başçavuşun oğluna küfür ettiğini ve A.nin olay günü oğluna tokat attığını iddia ederek Millî Savunma Bakanlığından soruşturmanın genişletilmesini talep etmiştir. Millî Savunma Bakanı 2/11/2011 tarihinde, ölenin olay günü ya da olaydan bir gün önce ağır hakaretlere maruz kaldığı ve olay günü kısım komutanı tarafından tokatlandığı yönündeki iddialar hakkında soruşturmaya devam edilmesi konusunda Askerî savcıya emir vermiştir. B. Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığınca Başlatılan Soruşturma Süreci Başvurucu Süleyman Çiftçi 23/2/2011 tarihinde, herhangi bir isim belirtmeden bazı kişilerin oğlunun -başvurucunun ifadesiyle- kim vurduya gittiğini söylediğini, 15/10/2010 tarihinde Kurban Bayramı arifesinde telefonda görüştüğü oğlunun Bçvş. H.Ş.nin küfrüne maruz kaldığından söz ettiğini ve daha sonra yaptığı bir iki görüşmede de sıkıştırılıp takip edildiğini anlattığını belirterek Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığından (Cumhuriyet Başsavcılığı) ev telefonundan oğluyla yaptığı konuşmaların yazılı dökümlerinin tespit edilip kendisine verilmesini talep etmiştir. Verdiği dilekçe üzerine 13/6/2011 tarihinde ifadesi alınan başvurucu, dilekçesinde belirttiği hususlar yanında oğluyla birlikte askerlik hizmeti ifade eden E.G. ve K.K.dan öğrendiğine göre A.nin olay günü oğlunu dövdüğünü, E.G.nin söylediğine göre oğlunun nöbet tuttuğu kulübenin çevresinde asker A.B. ve A.nın dolaştığını, oğlunun tüfeği üzerinde parmak izi bulunmadığını, bu nedenlerle oğlunun H.Ş. ve A. tarafından öldürtüldüğünü düşündüğünü ve yaptığı araştırmaya göre olay yerine Cumhuriyet savcısı gelmeden cesedin Devlet Hastanesine kaldırıldığını iddia ederek Askerî Savcılıkça ifadeleri alınan R.Ö., R.K. (R.K.), U.Ö. ve A.nin sivil Cumhuriyet savcısı tarafından ayrıntılı ifadelerinin alınmasını istediğini, ayrıca cesedi olay yerinden kaldıran Ta.Ş., Se.S., Y.Ö., O.A. ve Yü.A.nın da beyanlarının tespitini istediğini belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 16/6/2011 tarihinde soruşturmaya konu suçun yargı çevresi dışında işlendiği gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek soruşturma evrakını Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu Süleyman Çiftçi Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 15/10/2011 tarihli dilekçesinde, Manisa 19 Mayıs Stadyumu'nun MOBESE kayıtlarının incelenmesini, oğlunun 15/11/2010 tarihinde elinde meydana gelen cam kesiği nedeniyle tedavi gördüğü Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince ön rapor düzenlenmediğini belirterek oğlunun eline anılan Hastanenin Acil Servisinde dikiş atıldığı zamana ilişkin güvenlik kamerası kayıtlarının incelenmesini talep etmiştir. Ölenin otopsisine ilişkin evrakların Askerî Savcılıkta olduğunu öğrenen Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı 6/10/2011 tarihinde görevsizlik kararı verip soruşturma evrakını Askerî Savcılığa göndermiştir. Anlaşıldığı kadarıyla Askerî Savcılık soruşturma dosyasını, yeniden başlattığı T.Ç.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturma ile birleştirmiştir. Askerî Savcılık Yürütülen İkinci Soruşturma Süreci Ölenle herhangi bir şekilde birlikte askerlik yapan subay, astsubay, erbaş/erler ve sivil memurların listesi Asker Hastanesince 27/11/2011 tarihinde Askerî Savcılığa gönderilmiştir. Başvurucu Süleyman Çiftçi istinabe suretiyle alınan 22/2/2012 tarihli ifadesinde, A.nin oğlunu dövdüğünden ve H.Ç.nin de oğluna küfrettiğinden söz edip sebep belirtmeden isimlerini bildirdiği çok sayıdaki askerin, olay günü nöbetçi olan bütün subay ve astsubaylar ile oğluna tıbbi müdahalede bulunan doktor ve sivil memurların dinlenmelerini istemiş; ayrıca MOBESE kayıtlarının incelenmesini talep etmiştir. Başvurucular vekilleri aracılığıyla verdikleri tarihsiz dilekçede, daha önce soruşturma aşamasında dinlenen tanıkların birçoğunun askerî hiyerarşi içindeyken dinlendiğini, bu nedenle ifade verenlerin etki altında kaldıklarını düşündüklerini, aynı durumun sivil memurlar için de geçerli olduğunu belirterek dinlenen tüm tanıkların yeniden dinlenmelerini talep etmişlerdir. Bundan başka başvurucular, ölenle teyzesinin kızı G.nin yapacağı evliliğin muvazaalı olduğunu, bu sebeple ölenin G. ile duygusal bir sebeple tartışmasının söz konusu olamayacağını, ayrıca Tu.Ç.nin rahatsızlığının ölen askerdeyken ortaya çıkmadığını, hastalığının şiddetli bir astım da olmadığını, soruşturma dosyasındaki görüntü kayıtlarının yalnızca olay öncesi ve sonrasına ilişkin olduğunu belirterek olay gününün tümünü kapsayacak şekilde görüntülerin getirtilmesini, Manisa 19 Mayıs Stadyumu ile Tarım ve Köy İşleri Müdürlüğü bahçesindeki kameralara ait kayıtların, cadde ve nöbet kulübesini gören MOBESE kayıtlarının getirtilmesini ve bazı sabit telefon numaralarına aitgörüşme kayıtlarının içerikleriyle birlikte celbini istemişlerdir. Son olarak başvurucular, ölene hakaret edilip tokat atılıp atılmadığı, ölenin not defterinin nerede olduğu, ölene ait MP3 çalar kendisinde bulunan askerin ifadesinin A. tarafından alınıp alınmadığı, olayın meydana gelmesindeki hareketlerin delil saklamaya yönelik olup olmadığı, daha önceki ifade alma işlemlerinden önce telkinde bulunulup bulunulmadığı, ölenin dolu mu yoksa boş şarjörle mi nöbete gittiği, nöbet öncesinde ölene doldur-boşalt işlemi yaptırılıp yaptırılmadığı, nöbet kulübesinde bulunan kemiklerle ilgili işlem yapılıp yapılmadığı ve ölen ve birkaç askerle birlikte kuş besleyen sivil kişinin kim olduğu konularında ismen belirtikleri asker/sivil memur kişilerin beyanlarının alınmasını talep etmişlerdir. Askerî Savcılıkça yapılan yazışmalardan Manisa İl Tarım ve Orman Müdürlüğü (o tarih itibarıyla İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü) ve Manisa 19 Mayıs Stadyumu'ndaki güvenlik kameralarının Asker Hastanesini kapsamadığı anlaşılmıştır. Askerî Savcılık 28/9/2012 tarihinde, bazı tanıkların ifadelerinde H.Ş.nin ölene hakaret ettiğine dair ifadeler bulunduğunu dikkate alarak disiplin yönünden gereğinin takdir ve ifası için Asker Hastanesine müzekkere yazmıştır. Asker Hastanesi 2011 yılında tayini çıkan H.Ş.nin görev yaptığı birliğe bu müzekkereyi iletmiştir. Askerî Savcılık, soruşturma konusu olayda ateşli silahla yaralanma olaylarında uygulanacak prosedür, tedavi ve acil servise nakil işlemi yönünden ihmal bulunup bulunmadığı konusunda Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Ana Bilim Dalında görevli bir öğretim üyesi bilirkişiden rapor almıştır. 7/12/2012 tarihli raporda; soruşturma dosyasında bulunan bilgi ve belgelere olay yerinde yapılan müdahalenin, cankurtaran ile Devlet Hastanesine yapılan nakil işleminin ve Devlet Hastanesinde yapılan işlemlerin tıbba uygun olduğu ifade edilmiştir. Askerî Savcılık 2012 yılı içinde, hemen hepsi daha önce dinlenen birçok kişinin ifadelerini istinabe suretiyle almıştır. İfadesi alınanlardan Ta.Ş. ölene tıbbi müdahalede bulunulması için ölenin tüfeğini kendisinin aldığını ifade etmiş; R.Ö. kısa süre önce ölen bir kimseye canlandırma işlemi yapılması gerekliğinden söz etmiş, birkaç kişi ölene ait not defterini görmediklerinden bahsetmiş, birkaç kişi ise H.Ş.nin ölene küfrettiğini, A.nin ise olay günü ölene tokat attığını gördüklerini/duyduklarını söylemişlerdir. Bununla birlikte ifadesi alınanlardan hiçbirisi ölenin bir başkasıyla arasında husumet bulunduğuna, ölenin bir başkasınca tehdit edildiğine, sıkıştırılıp baskı altına alındığına ya da vurulduğuna dair herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Başvurucu Süleyman Çiftçi Askerî Savcılığa gönderdiği 29/3/2013 havale tarihli dilekçede; olay tarihinde santral görevlisi olarak görev yaptığını iddia ettiği iki askerin olay tarihinden önce yaptığı telefon görüşmelerinde "T.Ç. her şeye karışıyor. Dikkatli olsun. Burada organ mafyası var." dediğini iddia ederek bu kişilerin dinlenmesini ve bu görüşmelere dair telefon görüşmelerinin tespit edilerek dökümünün alınmasını, kendisine yeni ulaşan bilgiye göre bir askerin olay saatlerinde nöbet kulübesi etrafında görüldüğünü, söz konusu askerin dinlenmesini, kendi mobil ve ev telefonundan Asker Hastanesiyle yaptığı telefon görüşmelerine ait kayıtların celbini ve herhangi bir neden belirtmeden olay öncesi ve sonrasına ilişkin duyumları konusunda isimlerini belirttiği askerlerin ifadelerinin alınmasını istemiştir. Askerî Savcılık, ateşli silah kullanan kişinin parmak izlerinin her durumda ateşli silahlar üzerinde kalıp kalmayacağı konusunda bir vücut izi geliştirme uzmanını bilirkişi olarak görevlendirmiştir. Anılan bilirkişi tarafından hazırlanan 15/4/2013 tarihli raporda; metallerin parmak izinin kalabileceği yüzeylerden olduğu, parmak izini oluşturan vücut sıvısının içinde yağ, su, aminoasit gibi organik ve inorganik maddeler bulunduğu, farklı kişilerin vücut sıvılarında bulunan madde miktarı ve içeriğinin farklılık arz ettiği, bu nedenle dokunulan yüzeyde parmak izi kalıp kalmayacağının ve kalması durumunda ne kadar süre kalacağının kişiden kişiye değişebildiği, parmak izi bırakılan materyalin yüzey özelliklerinin de parmak izlerinin yüzeyde kama süresini etkilediği, nem, yağmur, aşırı sıcak veya soğuk gibi iklim şartlarının transfer edilen vücut sıvısının yüzeyde kalma süresini etkilediği, bazı meslek gruplarında (bulaşıkçılık gibi) papil hatlarında oluşan bozulmalardan dolayı dokunulan yüzeyde parmak izi kalmayabileceği, vücut sıvısının yeteri kadar salgılanmasını engelleyen bazı metabolik hastalıklar veya yüzeye transferini engelleyen deri hastalıklarının parmak izlerinin yüzeyde kalmasını etkileyebildiği, kişinin içinde bulunduğu psikolojik durum nedeni ile (korku, heyecan vb.) vücut izi sıvısının miktarının artıp azabileceği, dolayısıyla yüzey üzerinde kalacak parmak izlerinin kalitesi ile kalma sürelerinin değişebileceği, ölenin olay anında içinde bulunduğu psikolojik durum, kullandığı belirtilen ateşli silahı tutma şekli, bu silah üzerinde meydana gelebilecek dış etkenlerden kaynaklanan sürtünmeler, silah yüzeyindeki bozulmalar (ahşap yüzeydeki verniğin silinmesi, metal yüzeydeki oksitlenmeler) ve silah yüzeyindeki girintili çıkıntılı bölgeler sebebiyle silah yüzeyinde parmak izi bulunabilme ihtimali zayıf olmakla birlikte bulunabilecek parmak izlerinin tasnif ve teşhise elverişli olmayabileceği belirtilmiştir. A.nin ölene karşı asta müessir fiil suçunu işlediğine ilişkin iddialarla ilgili soruşturma, T.Ç.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturmadan 17/6/2013 tarihinde tefrik edilmiştir. Askerî Savcılık, ölüm sebebi ve olayda ölenden başkasının kusurunun bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesinden (İhtisas Dairesi) görüş istemiştir. İhtisas Dairesinin 17/7/2013 tarihli mütalaasında; T.Ç.nin ateşli silah mermi çekirdeği yaralanması dışında başkaca bir travmatik tesirle öldüğüne dair tıbbi delil bulunmadığı, kişinin zehirlenerek öldüğüne dair tıbbi delil bulunmadığı, atışın bitişik atış mesafesinden yapıldığı, ölüm sebebinin ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafa kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve beyin dokusu harabiyeti olduğu, kişinin ölümüne neden olan atışın kendisi tarafından yapılmasının mümkün olduğu ancak aynı mesafeden bir başkası tarafından da yapılmasının olanaklı olduğu ve bunlar arasında tıbben ayrım yapılamadığı açıklanmıştır. Askerî Savcılık, A. hakkında yürütülen kovuşturmada alınan mağdur ve tanık beyanlarının içerir tutanakları Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesinden getirtmiştir. Askerî Savcılık 10/12/2014 tarihinde, ölenin olay esnasında ruh hâlinin belirlenmesi mümkün olmadığından ölenin intihar kastı ile hareket edip etmediğinin her türlü şüpheden uzak bir şekilde ispatlanması mümkün olmamakla birlikte ölenin adına zimmetli tüfeği kendi eylemi ile ateşleyerek hayatına sona erdirdiğinin sabit olduğu, olay öncesinde kişinin (ölen) darbedildiği eylem ile ölüm olayı arasında bağlantı bulunmadığı, ceza hukuku açısından üzerine kasıt, kusur veya taksir atfedilebilecek bir fail ve fiil tespit edilemediği gerekçeleriyle olay hakkında kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Başvurucu vekili; A. hakkındaki davanın derdest olduğunu, davada alınan tanık beyanlarının soruşturmaya etki etme ihtimali nedeniyle davanın sonuçlanmasını beklemek gerektiğini, G.nin ölenin kız arkadaşı olduğu ve G. ile arasındaki sorun nedeniyle ölmeden önce ölenin sıkıntıda olduğu yönündeki tanık anlatımlarının gerçeği yansıtmadığını, ölene ait not defterinin akıbetinin tespit edilemediğini, alınan tanık ifadelerinin askerî hiyerarşik bağ içinde bulundukları sırada alındığını ve soruşturmada varılan sonuca esas tanık ifadelerinin gerçeğe aykırı olduğunu belirterek kovuşturmasızlık kararına itiraz etmiştir. Başvuru vekiline göre olayın askerlik hizmeti devam ederken alınan ifadelerle aydınlatılması mümkün olmadığı gibi tanıkların askerlik hizmeti sonrası istinabe yoluyla alınan ifadeleriyle de aydınlatılması mümkün değildir. Başvurucular vekilinin itirazı, ölenin kız arkadaşı ile yaşadığı sorunlar nedeniyle eylemi gerçekleştirip gerçekleştirmediği anlaşılamasa da kovuşturmasızlık kararında açıklanan delillerin dosya kapsamıyla uyumlu olduğu, mevcut delillere göre ölüme üçüncü bir kişinin kasıtlı veya taksirli bir eyleminin söz konusu olmadığı gerekçesiyle 3/2/2015 tarihinde Askerî Mahkemece reddedilmiştir. Askerî Mahkemenin kararı başvurucular vekiline 3/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 27/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. T.Ç.nin Ölümüyle İlgili İdari Tahkikat Süreci Subay, astsubay, sivil memur ve erbaş/er birçok kişinin ifadesini alan İdari Tahkikat Heyeti, yürüttüğü tahkikat sonunda kardeşinin rahatsızlığının yarattığı üzüntü ve nişanlısı olarak arkadaşlarına anlattığı teyzesinin kızıyla olan ilişkisinde yaşadığı sorunlar nedeniyle T.Ç.nin adına zimmetli silah ile kendisini çene altından vurarak intihar ettiği sonucuna varmıştır. Hava Eğitim Komutanlığı, Asker Hastanesinden başvurucu Süleyman Çiftçi'nin 23/2/2011 ve 5/11/2011 tarihli şikâyet dilekçeleri ve 16/6/2011 tarihli ifadesi doğrultusunda araştırma yapılmasını istemiştir. Asker Hastanesi 2/11/2011 tarihli yazıyla, başvurucunun oğlunun ölümü ile ilgili hem idari tahkikat hem de Askerî Savcılıkça soruşturma yürütüldüğünü, ölene H.Ş.nin küfrettiğine, ölenin sıkıştırıldığına, takip edildiğine ve ölenin H.Ş. ve A. tarafından öldürtüldüğüne dair herhangi bir şikâyet, bilgi ve belge bulunmadığını ve idari tahkikata göre ölenin adına zimmetli silah ile intihar ettiğini bildirip ölenin 15/11/2010 tarihinde kaza sonucu sağ el bileğinin kesilmesi sonucu yapılan ilk müdahaleye ilişkin kendileri tarafından düzenlenen evrakı Hava Eğitim Komutanlığına göndermiştir. Söz konusu belgelerden Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servisinde ölenin bileğine dikiş atıldığı ve tendon-sinir hasarı olmadığı bildirilerek tekrar Asker Hastanesine gönderildiği anlaşılmıştır.E. A. Hakkında Yapılan Yargılamanın Süreci Askerî Savcılık 28/6/2013 tarihli iddianameyle, olay günü saat 00 sıralarında T.Ç.ye tokat atmak suretiyle asta karşı müessir fiil suçunu işlediği iddiasıyla A. hakkında Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. A.nin sorgusunu istinabe suretiyle yapan Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesi, başvurucu Süleyman Çiftçi ile tanık G.nin ifadelerini bizzat, ifadeleri alınan diğer tanıkların beyanlarını ise istinabe suretiyle almıştır. i. İfadesinde G., ölenle aralarında duygusal bir ilişki olmadığını ve olay günü Türkiye'ye dedesinin rahatsızlığı nedeniyle geldiğini söylemiştir.ii. A.B. olay günü A.yi ölene tokat atıp küfrederken gördüğünü söylemiş, iki tanık olaydan on beş gün kadar önce ölenin bir askerle karşılıklı küfürleşmesi nedeniyle A.nin hem ölene hem de diğer askere tokat attığını ifade etmiş, bazı tanıklar olay günü A.nin ölene tokat attığını duyduklarını beyan ederken bazı tanıklar ise A.nin ölene tokat atmadığını, sadece kızdığını söylemişlerdir. Askerî yargının 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile yapılan ve halkoylaması sonucu kabul edilen Anayasa değişiklikleri sonucunda kaldırılması nedeniyle dava dosyası Manisa Asliye Mahkemesine devredilmiş olup yargılama henüz sona ermemiştir. F. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular 23/12/2011 tarihli dilekçeyle, T.Ç.nin ölümü nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradıkları iddiasıyla Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmışlardır. AYİM, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemelerince bakılacağına ilişkin 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesini gerekçe göstererek 18/11/2012 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Başvurucuların maddi ve manevi zararların giderimi için Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları dava ise 6100 sayılı Kanun'un maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle uyuşmazlığı çözme görevinin idari yargıya ait olduğu gerekçesine dayanılarak verilen görevsizlik kararıyla son bulmuştur. Başvurucular, yeniden AYİM nezdinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmışlardır. 21/01/2017 tarihli ve6771 sayılı Kanun ile yapılan ve halk oylaması sonucu kabul edilen Anayasa değişiklikleri sonucunda AYİM'in kaldırılması nedeniyle dava dosyası Ankara İdare Mahkemesine devredilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi uyuşmazlığı çözme yetkisinin Manisa İdare Mahkemesine, Manisa İdare Mahkemesi ise uyuşmazlığı çözme yetkisinin Ankara İdare Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir. Danıştay Onuncu Dairesi 14/12/2017 tarihinde, davanın görüm ve çözüm merkezinin Manisa İdare Mahkemesi olduğuna karar vererek yetki uyuşmazlığını çözüme kavuşturmuştur. Dava, Manisa İdare Mahkemesi nezdinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Coşkun Çiftler (B. No: 2014/18624, 22/2/2018, §§ 55-57) ve Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 91-96 kararları. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5583 | Başvuru, askerlik hizmeti sırasında meydana gelen ateşli silah yaralanması sonucu ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; iptal ve tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, aleyhe yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi, takdir edilen maddi ve manevi tazminat miktarlarının düşük olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuruya Konu Yargılamadan Önceki Süreç Başvurucunun sahibi olduğu araca kaçak duruma düştüğü gerekçesi ile 29/5/2007 tarihinde el konulmuştur. Başvurucu hakkında kaçakçılık ve sahtecilik suçlamasıyla yapılan kovuşturmada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 27/4/2009 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Aynı olay nedeniyle aracın müsadere edilmesi için açılan davada, Ankara Asliye Ceza Mahkemesince 27/10/2009 tarihinde aracın müsaderesine karar verilmiş; Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/2/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararı onanmıştır. Başvurucu, trafik kayıtlarına güvenerek aldığı aracın kaçak çıkması sonrası müsadere edilmesi nedeniyle uğradığı zararın tazmini talebiyle 26/3/2010 tarihinde İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunarak tazminat talep etmiştir. Başvurucu, talebinin idarece 10/5/2010 tarihli işlemle reddi üzerine 4/6/2010 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) söz konusu işlemin iptali ile 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın araca el koyma tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Mahkeme 20/6/2011 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Temyiz edilen söz konusu karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 6/2/2012 tarihli kararı ile onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 18/4/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, kesinleşen karar sonrasında 18/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi başvurucunun aracının müsadere edilmesiyle ortaya çıkan zararın tazmini talebiyle açtığı davada, ilk derece mahkemesinin dava açma süresinin elkoyma işlemi ile başlayacağına dair kararının 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin oldukça katı bir şekilde yorumlanması neticesinde ortaya çıktığı, zararın tam ve kesin olarak oluştuğu tarihten daha önceki bir tarih esas alınarak dava açma süresinin belirlenmesi neticesinde başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesince ayrıca başvurucunun Danıştay kararlarının gerekçesiz olduğuna ve duruşma yapılmamasına yönelik iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ise ihlal edilmediğine karar verilmiştir (Şener Berçin, B. No: 2013/5516, 22/1/2015).B. Bireysel Başvuruya Konu Yargılama Süreci Anayasa Mahkemesinin 22/1/2015 tarihli ihlal kararı üzerine Mahkemece yeniden yargılama yapılmıştır. Mahkemece, uyuşmazlığa konu aracın parasal değeri 29/6/2016 tarihli ara kararı ile Ankara Ticaret ve Sanayi Odasından sorulmuş, Odanın 7/10/2016 tarihli cevabı ile anılan aracın 27/5/2010 tarihi itibarıyla ikinci el fiyatının 000 TL olabileceği görüş ve kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Mahkeme 30/11/2016 tarihinde, iptali istenen işlem yönünden davanın incelenmeksizin reddine, maddi tazminat talebinin 000 TL'lik ve manevi tazminat talebinin ise 000 TL'lik kısmının kabulüne, söz konusu tazminatların idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine, fazlaya ilişkin tazminat taleplerin reddine karar vermiştir. Ayrıca Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) uyarınca maddi ve manevi tazminat için ayrı ayrı hesaplanan toplam 060 TL vekâlet ücretinin davalı idareden alınarak başvurucuya verilmesine, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarı üzerinden ayrı ayrı AAÜT uyarınca hesaplanan 980 TL avukatlık ücretinin başvurucudan alınarak davalı idareye verilmesine hükmedilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde 2577 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin idari davaya konu olabilecek nitelikte olmaması nedeniyle davanın incelenmeksizin reddine karar verildiği belirtilmiştir. Maddi tazminat talebi yönünden Trafik Tescil Denetleme Şube Müdürlüğünce işlemleri tamamlanarak tescil edilen aracı satın alıp kendi adına trafik siciline tescil ettirerek iyi niyetli kişi durumunda olan başvurucunun yargı kararıyla aracına el konulması nedeniyle uğradığı zararların tazmin edilmesi gerektiği vurgulanmış, başvurucuya ödenecek tazminat miktarının Ankara Ticaret ve Sanayi Odasından elde edilen bilgi kapsamında 000 TL olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucuya duyduğu acı, elem ve ızdırabı karşılığında 000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme kararı taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesinde, uyuşmazlığa konu aracın piyasa değerinin takriben 000 TL olmasına karşın aracın değerine ilişkin ayrıntılı piyasa araştırmasının yapılmadığını, sadece Ankara Ticaret ve Sanayi Odasının belirttiği fiyatın baz alındığını, kendisinin ve eşinin duyduğu elem ve ızdıraba karşılık olarak belirlenen manevi tazminat miktarının çok düşük olduğunu, aleyhine takdir edilen vekâlet ücretinin fahiş, lehine takdir edilen vekâlet ücretinin düşük belirlendiğini, faizin dava tarihinden değil aracın alıkonulma tarihinden işletilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Tarafların temyiz talepleri Danıştay Onbeşinci Dairesinin 23/11/2017 tarihli kararı ile reddedilmiş ve mahkeme kararı onanmıştır. Tarafların kararın düzeltilmesi taleplerinin yine aynı Dairenin 20/6/2018 tarihli kararı ile reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir. Nihai karar 6/8/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 5/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (659 sayılı KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” 21/12/2015 tarihli ve 29569 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2016 yılı AAÜT'nin maddesi şöyledir: "(1) Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. (2) Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez. (3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur. (4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından vekalet ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir." 2016 yılı AAÜT'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin İkinci Kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla (7 nci maddenin ikinci fıkrası, 9 uncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile 10 uncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir." 2016 yılı AAÜT'nin İkinci Kısmı'nın İkinci Bölümü'nün ilgili kısmı şöyledir: “İdare ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar içina) Duruşmasız ise 000,00 TLb) Duruşmalı ise 500,00 TL" 2016 yılı AAÜT'nin Üçüncü Kısmı'nın ilgili bölümü şöyledir: “Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olan veya Para ile Değerlendirilebilen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret İlk 000,00 TL için % 12,00” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27072 | Başvuru, iptal ve tam yargı davasının makul sürede sonuçlandırılmaması, aleyhe yüksek miktarda vekâlet ücretine hükmedilmesi, takdir edilen maddi ve manevi tazminat miktarlarının düşük olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, kovuşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan ağır ceza mahkemelerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve yargılama aşamasında delillere erişememe dolayısıyla tutukluluğa etkin itiraz edilememesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yapılan birtakım açıklamalar nedeniyle masumiyet karinesinin; savunma yapabilmek için gerekli kolaylıkların sağlanmaması ve usule ilişkin yapılan birtakım işlemler nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 21/1/2015, 6/2/2015, 2/3/2015, 13/4/2015, 11/5/2015, 15/5/2015, 8/6/2015, 17/6/2015, 22/6/2015, 14/7/2015, 25/8/2015, 1/6/2016, 30/6/2016 ve 13/7/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından 2015/8393, 2015/8395, 2015/9910, 2015/9877, 2015/9878, 2015/10506 ve 2015/10638 numaralı başvuruların aralarında kişi yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/8389 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyon tarafından 2016/10504, 2016/12405, 2016/12399, 2017/29366 ve 2017/29368 numaralı başvuruların ise aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/10492 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/1585, 2015/2221 ve 2015/10640 numaralı başvurularda başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular 2015/1585 ve 2015/2221 numaralı başvurularda, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır. Yapılan incelemede 2015/1585, 2015/2221, 2015/3817, 2015/3818, 2015/6704, 2015/6708, 2015/7804, 2015/7806, 2015/10640, 2015/12047, 2015/14782 ve 2016/10492 numaralı başvuruların aynı kişiler tarafından ve aynı konuyla bağlantılı olarak yapıldığının anlaşılması nedeniyle 2015/8389 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Soruşturma ve Yargılama Süreci Başvurucular, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde emniyet müdürü olarak görev yapmakta iken kamuoyunda bilinen ismiyle 17-25 Aralık soruşturmaları sürecindeki (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) bazı eylemleri dolayısıyla meslekten ihraç edilmişlerdir. Ayrıca söz konusu eylemler dolayısıyla başvurucuların da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucular, anılan soruşturma kapsamında 1/9/2014 tarihinde gözaltına alınmışlardır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 3/9/2014 tarihinde başvurucuları tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; başvurucuların görev aldığı soruşturma sürecinde başkaca delil elde etme imkânının olup olmadığı araştırılmadan soruşturma konusu olaylarla ilgisi bulunan ve/veya bulunmayan yüzlerce kişinin telefonlarının dinlendiği, dinleme işlemlerinin usulsüz olarak icra edildiği, çoğu kişinin neden soruşturmaya dâhil edildiğinin ve telefonlarının dinlendiğinin anlaşılamadığı, sonrasında -henüz iletişimin tespiti kararlarının geçerlilik süresi devam ederken- dinleme faaliyetlerinin sonlandırıldığı ve operasyon aşamasının başlatıldığı ifade edilmiştir. Başsavcılık, soruşturma dosyasında yer alan bazı bilgi ve belgelere değinerek soruşturmanın ve soruşturma sürecinde yapılan işlemlerin amacının o tarihte görevde bulunan Hükûmeti cebir ve şiddet kullanarak görev yapamaz hâle getirmek olduğunu ve bu faaliyetlerin Paralel Devlet Yapılanması (PDY) mensubu polislerce gerçekleştirildiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda özellikle usulsüz olarak yapılan dinlemelere dayanılarak hazırlanan fezlekede bir bakanın suç örgütü lideri olarak gösterilmesine, bir kişi (medya patronu) hakkında iletişimin tespiti tedbirine başvurulduğu hâlde fezlekede bu kişiyle ilgili bir suç isnadında bulunulmamasına, fezlekenin hazırlandığı tarihte görev başında olan Başbakan'ın fezlekede "dönemin Başbakan'ı" şeklinde ifade edilmesine, iletişimin tespiti tedbirlerinin icrasında görevli polis memurlarının kendi aralarındaki haberleşmelerinde "bütün kabineyi toplamaktan" bahsetmelerine dikkat çekilmiştir. Başsavcılık ayrıca Başbakan ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı'nın bir görüşmesine ilişkin görüntülerin usulsüz bir şekilde temin edilerek basına servis edilmesine, hakkında iletişimin tespiti kararı olmamasına rağmen Başbakanı'n telefonlarının uzun bir süre dinlenilmesine ve telefon görüşmelerinin basına sızdırılmasına, Başbakan'ın evinde usulsüz olarak teknik takip yapılmasına da temas etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 4/9/2014 tarihinde başvurucuların Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmalarına karar vermiştir. Hâkimlik, başvurucuların da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere atıf yapmış; özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen bir rapora, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından kullanılan bilgisayarlar üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen rapora, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının (TİB) tespitlerine, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişleri tarafından yürütülen disiplin soruşturmasının içeriğine ve bir gizli tanığın beyanlarına atıf yapmıştır. Kararda kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerlendirmede ayrıca Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görev yaptıkları anlaşılan -başvurucuların da aralarında olduğu- şüphelilerin emniyet teşkilatındaki hiyerarşi içinde değil yasal olmayan bir oluşum çerçevesinde faaliyette bulundukları ve ayrı bir yapı oluşturdukları, bu kapsamda Başbakan da dâhil olmak üzere üst düzey siyasilerin ve kamu görevlilerinin telefonlarını uzun bir süre usulsüz bir şekilde dinledikleri yönündeki olgulara, tutuklama talep yazısında yer alan diğer tespitlere değinilmiştir. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise ". . . yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemi ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'Kanun gereğince' varsayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK'nun [Ceza Muhakemesi Kanunu'nun] 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği . . . " değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucular 10/9/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 16/9/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 17/12/2014 tarihinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre şüpheli ile müdafiinin dosya içindeki belgeleri incelemelerinin ve örnek almalarının kısıtlanmasına karar verilmesini İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik, şüpheli ve şüpheli müdafiileri ile diğer soruşturma süjelerinin soruşturma dosyasını incelemelerinin ve örnek almalarının soruşturmanın selametini tehlikeye düşüreceği gerekçesiyle 17/12/2014 tarihinde dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme, karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak ilgili soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucuların da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılıkça, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları yeniden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde ". . . hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli . . . karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği . . . " gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu Yakub Saygılı 15/3/2015 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine başvurarak tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Hâkimlik 17/3/2015 tarihinde dosya üzerinden yaptığı değerlendirme sonucunda "Şüphelinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliği'nin 03/09/2014 gün ve 2014/95 sorgu sayılı kararı ile 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme' suçunu işlediğine yönelik kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunması, atılı suçun CMK'nın maddesinde belirtilen katalog suçlardan olup tutuklama sebebinin varlığının kabul edildiği suçlardan olduğu, delillerin tam olarak toplanmamış olması ile atılı suç yönünden öngörülen ceza miktarı dikkate alındığında delilleri yok etme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı kurma şüphelerinin bulunması dikkate alındığında da adli kontrol kararının yetersiz kalacağı gerekçesi ile tutuklandığı, CMK'nın maddesi gereğince 30 günlük sürelerde ve talep üzerine birçok kez tutukluluk halinin değerlendirildiği, tutuklama koşullarında değişiklik bulunmadığı gibi, tahliye talebine ilişkin dilekçe ve ekinde de şüpheli lehine yeni bir delil olmadığı" gerekçesiyle başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu Yakub Saygılı 2/4/2015 tarihinde bu karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 10/4/2015 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu Yakub Saygılı, anılan kararı 20/4/2015 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu Yakub Saygılı -2015/8389 sayılı başvuru yönünden- 15/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular 17/3/2015 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine başvurarak tahliyelerine karar verilmesini talep etmişlerdir. Hâkimlik 23/3/2015 tarihinde dosya üzerinden yaptığı değerlendirme sonucunda daha önceki tahliye talebinin reddine dair kararları da dikkate alarak başvurucuların tahliye taleplerinin reddine karar vermiştir. Başvurucular 28/3/2015 tarihinde bu karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 6/4/2015 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucular, anılan kararı 16/4/2015 tarihinde öğrenmişlerdir. Başvurucular -2015/8393 ve 2015/8395 sayılı başvurular yönünden- 15/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/2015 tarihli iddianamesiyle başvurucuların da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, resmî belgede sahtecilik, resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemek ve kaydetmek, verilerin süresi içinde yok etmemek, kişisel verileri hukuka aykırı olarak bir başkasına vermek veya ele geçirmek, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek ve göreve ilişkin sırrı açıklamak suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 16/10/2015 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E. 2015/366 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 16/10/2015 tarihinde yaptığı tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sırasında başvurucuların tutukluluk durumunu da değerlendirmiş ve "Tutuklu sanıklar Yakub Saygılı, Kazım Aksoy. . . 'un üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, teknik takip raporları, iletişim tespit tutanakları, baz istasyonu sinyal kayıtları, arama tutanakları ve ekleri, ekspertiz raporları, şahit beyanları, müşteki ifadeleri vs deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK 103/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu. . . " gerekçesiyle tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Mahkeme, yaptığı tensip incelemesi sırasında iddianamenin başvuruculara tebliğine de karar vermiş ve iddianame başvurucuların bulunduğu ceza infaz kurumu aracılığıyla 17/11/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Mahkeme 5/9/2016 tarihli duruşmada başvurucuların tutukluluk durumunu da değerlendirmiştir. Bu değerlendirme öncesinde Mahkeme; Cumhuriyet savcısının, başvurucuların ve başvurucular müdafiinin beyanını almıştır. Mahkeme alınan beyanlar sonrasında "Tutuklu sanıklar Yakub Saygılı, Kazım Aksoy. . . 'un üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, delillerin henüz tamamen toplanmamış olması, iletişim tespit tutanakları, şahit beyanları, müşteki ifadeleri vs deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK Maddede sayılı katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu, sanıkların savunmalarının henüz alınmamış olması" gerekçesiyle başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 22/2/2017 tarihli duruşmada başvurucuların dijital materyallerin kendilerine gönderilmesi yönündeki taleplerini de değerlendirmiş ve "Mahkememiz dosyasında dijital materyallerle alakalı yazılan yazı cevabında Mali suçlarla mücadele şube müdürlüğü tarafından düzenlenen tutanakta; 'dijital veriler üzerinde değerlendirme yapılırken söz konusu 2012/656 sayılı soruşturma kapsamında şube müdürlüğümüz eski çalışanları tarafından oluşturulan bilgi ve belgeler ile yapılan soruşturmada şüpheliler ile ilgili delil olabilecek lehe ve aleyhe tüm bilgi ve belgeler rapora ek olarak sunulmuştur' şeklinde tutanak düzenlendiği mahkememiz dava dosyasında yapılan incelemede ;' K. 109 DİZİ 1-162,K. 112 D 1-112, K. 113 D 88-169, K. 115 D 27-108 , K. 119 D 282-363 K. 121 DİZİ 241-322, K. 136 310-357, K. 139 1-409,K. 165 DİZİ 1-285, K. 170 446-448, K. 153-154-155-156-157-158-159-160-161-162-163, K. 189 1-176, K. 191 132-139, K. 192 38-66 , K. 192 335-337,K. 193 27-39, K. 194 12-29, K. 194 42-50, K. 194 51-110, K. 194- 435-440, K. 194 441-466 , K. 196 45-49 , K. 196 59-62' klasörlerde bulunduğuna dair tutanak olduğu, mahkememiz dosyasınında taralı şekilde sanıklara gönderildiği, Mali suçlarla mücadele şube müdürlüğü tarafından gönderilen tutanağın 09/01/2017 tarihinde sanıklara tebliğ edildiği. . . " gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Mahkeme 24/12/2018 tarihli kararı ile sanıklar hakkında çeşitli suçlardan mahkûmiyet ve/veya beraat kararı vermiştir. Aynı kararla başvurucuların da Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek suçundan 3 yıl (on sekiz kez) hapis cezası, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek suretiyle elde edilen kayıtları ifşa etmek suçundan 3 yıl (on sekiz kez) hapis cezası, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemek suçundan 9 ay (iki kez) hapis cezası, özel hayatının gizliliğini ihlal etmek suçundan 2 yıl 3 ay (dört kez) hapis cezası, özel hayata ilişkin görüntüleri ifşa etmek suçundan 3 yıl 4 ay 15 gün ve 2 yıl 3 ay (iki kez) hapis cezaları ve verilerin süresi içinde yok edilmemesi suçundan 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına da karar vermiştir. Başvurucular hakkında verilen mahkûmiyet hükmü başvurucular tarafından istinaf edilmiş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla yargılama dosyası ilk derece mahkemesindedir. B. İlgili Süreç Başvurucuların da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan Hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler (Sonrasında meslekten de çıkarılmışlar. ) ve 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -kendilerinin de üyesi oldukları- Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiğini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:". . . Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd. maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir. Bu nedenle şüpheli/sanık,müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir. Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur . . . . . . 5271 sayılı CMK'nın 22 vd. maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de,gerek ilgili madde metinlerinde açıkça “şüpheli” kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur. 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, “mahkeme” niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar. Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez. 6545 sy. kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır. Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır. Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m. 26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m. 27/2) (Prof. Dr. Yener Ünver-Prof. Dr. Hakan Hakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh. 191) gönderir. Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir. . (CMK m. 27/4). Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m. 101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m. 268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir. Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir. (Prof. Dr. Ersan ŞEN yorumluyorum 13syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir. . . . . . . Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö. nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy. CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi,evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerlegönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin,kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd. maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B. yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B. nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö. A. marifetiyle göndermesi . . . sanık Hakim B. nin . . . 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö. nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden . . . gece saat 00- 30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi . . . karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte,bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına baş vurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur. . . " Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir: ". . . İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in "www. he. o" isimli internet sitesinde yayınlanan "Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları" başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö. ye odasında teslim edildiği, sanık Ö. nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B. yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B. nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından "www. herkul. org" isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak "adanmış" bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır. . . . Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B. nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında . . . görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir . . . " Başvuru Öncesi Süreç Başvurucular, aynı soruşturma kapsamında ayrıca 24/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine (B. No: 2014/16838) başvuruda bulunmuşlardır. Söz konusu başvuruda başvurucular; doğal hâkim ilkesine aykırı kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan mahkemelerce kanuna aykırı olarak tutuklanmaları ve isnat edilen suçlara ilişkin hakların bildirilmemesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, soruşturma sürecinde kamu görevlilerinin insan haysiyeti ile bağdaşmayan eylemleri nedeniyle kötü muamele yasağının, haklarında kesinleşmiş yargı kararı bulunmamasına karşın suçlu ilan edilmeleri nedeniyle masumiyet karinesinin, mensubu oldukları iddia edilen cemaate yönelik nefret ve ötekileştirme söylemi ile meslekten atılmaları ve uydurma soruşturmalar açılması nedeniyle ayrımcılık yasağının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi 9/9/2015 tarihinde kötü muamele ile ilgili iddialar yönünden başvuru yollarının tüketilmemiş olması, başvurucuların haklarındaki suçlamalar ve hakları bildirilmeden ve avukat yardımından yararlanma hakkı tanınmadan gözaltına alındıkları iddiaları yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması, gözaltı ve tutuklamanın kanuni olmadığı iddiaları yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması, ayrımcılık yasağının, etkili başvuru hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiaları yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması, doğal hâkim, tarafsız ve bağımsız hâkim ilkelerinin ihlal edildiği iddiaları yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması nedenleriyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Mehmet Fatih Yiğit ve diğerleri, B. No: 2014/16838, 9/9/2015). İlgili hukuk için bkz. Mustafa Başer ve Metin Özçelik, B. No: 2015/7908, 20/1/2016, §§ 50- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8389 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, kovuşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan ağır ceza mahkemelerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ve yargılama aşamasında delillere erişememe dolayısıyla tutukluluğa etkin itiraz edilememesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yapılan birtakım açıklamalar nedeniyle masumiyet karinesinin; savunma yapabilmek için gerekli kolaylıkların sağlanmaması ve usule ilişkin yapılan birtakım işlemler nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın adil bir şekilde yürütülmemesi ve makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 2/1/2004 tarihli iddianameyle; tasarlayarak üç kişiyi öldürme, bir kişiyi öldürmeye teşebbüs etme, ruhsatsız silah taşıma suçlarından cezalandırılması istemiyle başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında kamu davası açılmıştır. Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2004/5 sayılı dosyasında yargılama başlamıştır. İddianamede; başvurucu ile diğer sanıkların maktuller ve mağdurlarla akraba oldukları, aralarında eskiye dayalı anlaşmazlık ile husumet bulunduğu ve birbirleriyle görüşmedikleri, husumet nedeniyle öldürme hususunda önceden anlaşarak tam bir fikir birliği ve dayanışma içinde tasarlayarak Kaleşnikof marka silahlar ile birden fazla kişiyi öldürmek kastı ile çok sayıda ateş ettikleri, maktullerin kendilerini korumak maksadı ile meşru müdafaa içinde yanlarında bulunan silahlar ile karşılık verdikleri ancak sanıkların ateşleriyle vurularak otopsi raporlarında belirtilen şekilde öldükleri, mağdur Ş.nin ağır yaralandığı, olay yerinde bulunan 78 adet 7,622 mm çaplı boş kovandan 56 adedinin bir Kaleşnikof silahtan, 22 adedinin başka bir Kaleşnikof silahtan atıldığının raporla anlaşıldığı, yine diğer olay yerinde bulunan boş kovanların bir kısmının iki ayrı tabancadan, bir kısmının da başka bir tabancadan atıldığının anlaşıldığı ve başvurucunun el svaplarında atış artıklarının bulunduğunun anlaşıldığı ileri sürülmüştür. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 10/9/2009 tarihinde yol tutuklanmasına yönelik olarak başvurucu hakkında yakalama kararı çıkarmıştır. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 22/6/2010 tarihli kararıyla başvurucu ve bir kısım sanık hakkında açılan davaların bu dava dosyasından tefriki ile yeni bir esasa kaydedilmesine karar vermiştir. Bu karar sonrasında başvurucu hakkındaki dava Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/227 sayılı esasına kaydedilmiştir. Yakalama emrine istinaden Yazıhan Sulh Ceza Mahkemesinin 23/9/2010 tarihli kararıyla yol tutuklaması yapılmıştır. Bu karar 14/10/2010 tarihinde vicahiye çevrilmiş ve başvurucu Malatya Ağır Ceza Mahkemesince tutuklanmıştır. Tutuklama kararında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedenlerinin bulunduğuna değinilmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun tutuklandığı tarihten bireysel başvuruda bulunduğu tarihe kadar yaptığı tutukluluk incelemelerinde "cezalandırılması istenen yasa maddesinde ön görülen özgürlüğü bağlayıcı cezanın süresi, bu sürenin güvenlik tedbirleri ile uyumlu olmaması, tutukluluk süresi ile mukayesesi, delillerin durumu, CMK.nın maddesinde ön görülen şartların halen devam etmesi, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların mevcudiyeti, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması ve soruşturmaların henüz tamamlanmamış olması nedeniyle delillerin karartılma ihtimali bulunması" gerekçeleriyle tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucu hakkında en son 12/8/2014 tarihinde tutukluluğun devamı kararı verilmiştir. Başvurucunun bu karara itiraz ettiğine ilişkin bir bilgi ve belge sunulmamıştır. Başvurucu 29/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuruda bulunulduktan sonra yapılan incelemelerde "atılı suçun CMK.nın 100/3-a-8 maddesinde sayılmış olması ve işbu suçun zikrolunan maddenin amir hükmü gereğince bir özel tutuklama sebebinin varlığını kanuni karine olarak kabul etmesinden kaynaklanan özel tutuklama sebebinin varlığı, sanığın üzerine atılı suçun ihtiva ettiği cezanın alt ve üst sınırları gözetilerek tutuklama tedbirine müracaat etmede ölçüsüzlük görülmediğinden; sanığın tutuklama yerine adli kontrol yükümlülüğü altına alınmasının; bu kurumun, şüphelinin ihtiyarına bağlı olarak işlemesi, sanığın dilediğinde bu kurumun kurallarına riayet etmeme iktidarının bulunması ve bu kurallara riayet edeceği yönünde vicdani kanaatin oluşmaması nedeniyle sanık hakkında adli kontrol altına alınma tedbirinin yeterli görülmemesi" gerekçeleriyle başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 4/10/2016 tarihli kararıyla başvurucunun aynı kasıt altında birden ziyade kişiye karşı tasarlayarak adam öldürme suçu ile bir kişiye karşı adam öldürmeye teşebbüs suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçundan 7 yıl hapis ve 343 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu karara ilişkin olarak istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 28/2/2017 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur. Bozma üzerine yargılama Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/715 sayılı dosyasında görülmeye başlamıştır. Mahkeme, benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Davanın en son duruşması 27/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Dava ilk derece mahkemesinde derdesttir ve başvurucu hâlen tutukludur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14643 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın adil bir şekilde yürütülmemesi ve makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/33574 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33574 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aile hekimi olarak çalışan başvurucuların üyesi oldukları sendikanın aldığı kararlar uyarınca çeşitli tarihlerde mesai ya da nöbet saatlerinde iş bırakma eylemi gerçekleştirmeleri nedeniyle ihtar puanıyla cezalandırılmalarının sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14821 | Başvuru, aile hekimi olarak çalışan başvurucuların üyesi oldukları sendikanın aldığı kararlar uyarınca çeşitli tarihlerde mesai ya da nöbet saatlerinde iş bırakma eylemi gerçekleştirmeleri nedeniyle ihtar puanıyla cezalandırılmalarının sendika hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin avukat ile telefonla görüşmelerine izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Bakanlık görüşüne karşı, başvurucu beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir 3 No.lu T Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun avukatı ile telefonla görüşme talebi Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının (İdare ve Gözlem Kurulu) 10/3/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, ilgili mevzuat hatırlatıldıktan sonra 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinde hükümlülerin belgelendirilmek şartıyla eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları, vasisi veya kayyımları ile telefonla görüşme haklarının olduğu belirtilmiştir. Mevzuatta avukat ile hükümlü arasındaki görüşmelerin yüz yüze olarak yapılabileceği, avukat ile telefon ile görüşmeye ilişkin düzenleme olmadığı vurgulanarak, başvurucunun sadece mevzuatta sayılan kişilerle telefon ile görüşebileceği ifade edilmiştir. Başvurucu anılan karara yaptığı itirazı Kırıkkale İnfaz Hâkimliğinin 24/3/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde ilgili mevzuata atıf yapılarak avukat ile telefon vasıtasıyla görüşmenin düzenlenmediği, İdare ve Gözlem Kurulu kararının usul ve kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin 23/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 17/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un başvuru tarihi itibarıyla yürürlükte olan "Hükümlünün telefon ile haberleşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir." 5275 sayılı Kanun'un "Avukat ve noterle görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hükümlü, avukatlık mesleğinin icrası çerçevesinde avukatları ile vekâletnamesi olmaksızın en çok üç kez görüşme hakkına sahiptir. (2) Avukat ve noter ile görüşme, meslek kimliklerinin ibrazı üzerine, tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde yapılır. (3) Avukatlar, vekâletnameleri olsa da aynı anda birden fazla hükümlü ile görüşme yapamazlar." 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. ...(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları,.. avukat ve noterle görüşme hakkı... internet olanaklarından yararlanma hakkı, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı,... ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar,... konularında 66 ilâ 76inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:"Tutuklunun müdafii ile olan haberleşmesine ve kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir suretle engel olunamaz ve kısıtlamalar konulamaz." İnfaz Tüzüğü'nün "Telefonla görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kapalı kurumda bulunan hükümlüler, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir. (2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır,...e) Hükümlüler, telefon görüşmesi hakkına sahip oldukları konusunda bilgilendirilir,f) Hükümlülerin telefonla görüşme gün ve saatleri, kurumda bulunan telefon adedi, başvuru sırası, kurumun asayiş ve güvenliği dikkate alınarak idare tarafından belirlenir. Hükümlüler görüşebilecekleri yakınlarından bir veya birden fazla kişi ile haftada bir kez ve bir telefon numarasıyla bağlantı kurarak kesintisiz görüşme yapabilir. Herhangi bir nedenle görüşme gerçekleşememişse daha önceden bildirilen numaralardan bir diğeriyle görüşebilir. Konuşma süresi görüşme başladığı andan itibaren on dakikayı geçemez. Ancak tehlikeli hükümlü oldukları idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen hükümlüler onbeş günde bir kez olmak ve on dakikayı geçmemek üzere sadece eşi, çocukları, annesi ve babası ile görüşebilir,g) Hükümlünün, kurumun güvenliğini tehlikeye düşüren, suç oluşturan veya bir suça azmettirme ya da yardım etme sonucunu doğurabilecek konuşmalarda bulunduğu dinleme sırasında belirlendiğinde, görüşme derhâl kesilir. Bu hâlde hükümlü hakkında adlî veya idarî soruşturmaya esas olacak işlemler kurum en üst amiri tarafından yapılır,..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes .... yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); haberleşme hürriyetine yapılan müdahalelerin demokratik toplumda zorunluluk teşkil etmesine ilişkin kriteri incelediği kararlarda öncelikle ceza infaz kurumlarında bulunan kimselerin yazışmalarının belirli ölçüde kontrolünün başlı başına Sözleşme'nin ihlaline sebebiyet vermeyeceğini, keza ceza infaz kurumunun olağan ve makul gereksinimleri dikkate alınarak bir değerlendirmede bulunmanın gerekli olduğunu belirtmiştir (Mehmet Nuri Özen/Türkiye, B. No: 12672/08, 11/1/2011, § 51; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/73, 7052/75, 7061/75, 7107/75, 7113/75, 7136/75, 25/3/1983, § 98). AİHM kararlarına göre haberleşme özgürlüğüne yapılan müdahale öncelikle kanunla öngörülmelidir. Müdahalenin yasal dayanağını oluşturan mevzuatın ulaşılabilir, yeterince açık ve belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçlar açısından öngörülebilir olması gerekir. İkinci olarak söz konusu sınırlandırma meşru bir amaca dayalı olmalıdır. Bunun yanı sıra müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmalıdır. AİHM'e göre demokratik toplumda zorunluluk kavramı, müdahale teşkil eden eylemin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanması ve takip edilen meşru amaç bakımından orantılı olması unsurlarını içermektedir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 85-97; Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, §§ 42-55; Campbell/Birleşik Krallık, B. No: 13590/88, 25/3/1992, § 34). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM mahpuslar ve avukatları arasındaki haberleşmenin Sözleşme’nin maddesi altında imtiyazlı olduğunu ve avukat ile müvekkil arasındaki iletişimin gizliliği ilkesinin gözetilmesini temel kural olarak kabul etmektedir (Campbell/Birleşik Krallık, § 48). Öte yandan AİHM hükümlü/tutukluların mektupla haberleşme imkânına yeterince sahip olmaları durumunda ayrıca telefonla görüşme hakkı tanınmasının zorunlu olmadığını kabul etmektedir. (A.B./Hollanda, B. No: 37328/97, 29/1/2002, § 92). Bununla birlikte AİHM iç hukukta böyle bir hak tanınmış ise bu hakkın kullanımına getirilecek sınırlandırmaların Sözleşme'nin maddesine müdahale teşkil edebileceğini aynı zamanda tutukluların yakın akrabalarıyla ilişkilerini sürdürmesi konusunda idarenin yardımcı olmasının aile hayatına saygı gösterilmesi açısından önemli olduğunu tutukluların dış dünya ile ilişkilerinin belli ölçüde kontrol altında tutulmasının ise Sözleşmeye aykırılık teşkil etmediğini vurgulamaktadır. (Nusret Kaya ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43750/06, 60915/08, 22/4/2014, § 36, Aliev/Ukrayna, B. No: 412220/98,29/4/2003, § 187). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların hukuki danışmanlık almaları ve dış dünya ile ilişkilerine ilişkin ilgili kısımları şöyledir: “Hukuki Danışmanlık Bütün mahpuslara hukuki danışmanlık alma hakkı tanınır. Cezaevi yetkilileri onlara bu hakkı kullanmalarında makul kolaylıklar sağlamalıdır. Mahpuslar herhangi bir hukuki mesele hakkında kendi seçtikleri ve ücretini ödedikleri bir hukuki danışmana başvurabilirler. Kabul edilmiş ve ücretsiz bir hukuki yardım uygulaması olması halinde, yetkililer bunu tüm mahpusların dikkatine sunmalıdır. Mahpuslar ve hukuki danışmanları arasında hukuki konularda yapılan görüşmeler, yazışmalar ve diğer iletişimler gizli tutulmalıdır. Ciddi bir suçun işlenmesinin önlenmesi ya da cezaevi emniyet ve güvenliğinin esaslı bir biçimde ihlal edilmesinin engellenmesi için, adli bir merci tarafından istisnai hallerde bu gizliliğe kısıtlamalar getirilebilir. Mahpuslar, mahkeme işlemleri ile ilgili belgelere ulaşabilmeli veya bunları yanlarında bulundurmalarına izin verilmelidir.Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir.... Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar..." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26841 | Başvuru, kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin avukat ile telefonla görüşmelerine izin verilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, savunma tanıklarının dinlenmemesi nedeniyle tanık dinletme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, bir hastanede tekniker olarak çalışmaktadır. Başvurucunun yanında staj eğitimi için çalışan mağdurun şikâyeti üzerine başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucunun sarkıntılık yapmak suretiyle cinsel istismar suçundan cezalandırılması amacıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İlk derece mahkemesi, başvurucu müdafiiyle psikolog bilirkişinin hazır olduğu duruşmada mağduru dinlemiştir. Bilirkişi, mağdur beyanının "abartılı bir algı" içerdiği kanaatini bildirmiştir. Aynı celsede başvurucu müdafi, görevli hemşire ve diğer stajyerlerin tanık olarak dinlenmesini talep etmiştir. Mahkeme, bu kişilerin olaya ilişkin tanıklıklarının söz konusu olmadığı ve mevcut delil durumuna göre dinlenmelerinin yargılamaya bir katkı sağlamayacağı gerekçesiyle talebi reddetmiş; iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını açıklamıştır. Bu duruşmadan sonra başvurucu müdafi, Mahkemeye sunduğu savunma dilekçesinde; mağdurun mesai saatleri içinde çalışma yerini terk ettiğini, bu durumu staj öğrencilerinden sorumlu hemşireye bildirmesi üzerine sorumlu hemşirenin mağduru uyardığını, bu nedenle mağdur ile aralarında husumet başladığını ileri sürmüştür. Başvurucu, bu husumet iddiasını ispat edebilmek için savunma tanıklarını dinletmek istediğini belirtmiştir. Devam eden celsede Mahkeme, tanık dinletme talebine yönelik yeni bir değerlendirme yapmamış; başvurucunun son savunmalarını alarak sarkıntılık düzeyinde kalan cinsel istismar suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Mahkeme, mahkûmiyet kararında yeni tanıştığı bir kişiye iftira atması beklenmeyen mağdurun istikrarlı ve uyumlu olduğu düşünülen beyanlarına dayanmıştır. Kararın gerekçesinde Mahkeme, tanıkların dinlenmeleri talebinin reddedilmesine ilişkin de bazı değerlendirmeler yapmıştır. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"İddia, müştekinin aşamalarda birbiri ile uyumlu ve istikrarlı beyanları, müşteki ve sanığın 3 gün kadar kısa bir süre staj sebebiyle birlikte çalıştığı ve müştekinin sanıkla önceye dayalı bir tanışıklığının da bulunmadığı, bu kadar kısa bir süre içinde yeni tanıştığı bir kişiye karşı müştekinin iftira atmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, ayrıca sanık tarafından [mağdurun] husumet beslediği belirtilmiş ise de, belirtilen husumetin sanığa böyle bir iftira atmasını gerektirecek boyutta görülmediği, müştekinin yaşadığı duruma çözüm bulmak amacıyla öncelikle olayı hastane yönetimine bildirip staj yerinin değiştirilmesini istediği hususları tüm dosya kapsamı ile birlikte değerlendirildiğinde, müşteki beyanlarına itibar edilmesi gerektiği kanaatine varılmakla, sanığın müştekiye yönelik ani ve kesintili şekilde gerçekleştirdiği eylemlerinin sarkıntılık düzeyinde kalan cinsel istismar suçunu oluşturduğu anlaşılmış olup, bu suçtan cezalandırılmasına yönelik aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir." Başvurucu, diğerlerinin yanı sıra mağdur ile staj yapan A.S. ve hemşire İ. isimli tanıkların dinlenmesi taleplerinin reddedilmesi ve çelişkili mağdur beyanlarına itibar edilerek mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf mahkemesinin, 23/3/2021 tarihinde başvuruyu esastan reddetmesi ile karar kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 31/3/2021 tarihinde öğrenmiş 22/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/25319 | Başvuru, savunma tanıklarının dinlenmemesi nedeniyle tanık dinletme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, özel orman vasfını haiz olan ve baraj kısa mesafeli koruma alanında kalan taşınmazın kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1966 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu, İstanbul'un Sancaktepe ilçesi Kurtdoğmuş Mahallesi'nde kâin 1169 parsel numaralı 555 m² büyüklüğündeki taşınmazın 13125/795008 hissesinin malikidir. Anılan taşınmaz tapuda özel orman olarak kayıtlı olup taşınmazın bir kısmı Ömerli İçme Suyu Havzası Çevre Koruma Planı'nda kısa mesafeli koruma alanı sınırları içinde kalmıştır. Başvurucu 19/1/2015 tarihinde İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresine (İSKİ) başvurarak taşınmazın kamulaştırılmasını talep etmiştir. İSKİ 23/1/2015 tarihli yazıyla talebi reddetmiştir. Söz konusu yazıda taşınmazın kısmen kısa mesafeli koruma alanında, kısmen uzun mesafeli koruma alanında ve kısmen de orman alanında kaldığı belirtilmiş; kısa ve orta mesafeli koruma alanlarında kalan taşınmazların idarelerince kamulaştırılmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, kamulaştırma talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 13/2/2015 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, İSKİ tarafından kısıtlamaya tabi tutulan taşınmazların 31/12/2004 tarihli ve 25687 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nin ilgili maddeleri uyarınca kamulaştırılmasının zorunlu olduğunu ifade etmiş; ayrıca Danıştay Altıncı Dairesinin (Daire) 27/6/2013 tarihli ve E.2012/39/72, K.2013/4556 sayılı kararında kısa mesafeli koruma alanında kalan taşınmazların da kamulaştırılması gerektiğinin vurgulandığını belirtmiştir. İSKİ'nin cevap dilekçesinde, mutlak koruma alanında kalanlar dışındaki taşınmazların kamulaştırılması zorunluluğunun bulunmadığı iddia edilmiştir. Mahkeme 31/3/2016 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, İSKİ İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği'nin ve maddeleri hükümlerine yer verildikten sonra mutlak koruma alanı ve dere işletme bandının dışında kalan dava konusu taşınmazın kamulaştırılması zorunluluğunun bulunmadığı belirtilmiştir. Mahkeme kararı, Dairenin 10/1/2017 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme istemi de Dairenin 12/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 5/2/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir." 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ormanlar mülkiyet ve idare bakımından:A) Devlet ormanları;B) Hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlar;C) Hususi ormanlar;...olmak üzere ayrılır." 6831 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:"(Değişik fıkra: 22/5/1987 - 3373/7 md.; İptal: Ana. Mah.nin 17/12/2002 tarihli ve E.:2000/75, K.:2002/200 sayılı Kararı ile; Yeniden düzenleme: 17/6/2004-5192/1 md.) (Değişik birinci cümle: 25/6/2010-6001/33 md.) Savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, hava ayrıştırma, altyapı, katı atık bertaraf ve düzenli depolama tesislerinin; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim, adli hizmet ve spor tesisleri ile ceza infaz kurumlarının ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. Devletçe yapılan ve/veya işletilenlerden bedel alınmaz. Bu izin süresi kırkdokuz yılı geçemez. Bu alanlarda Devletçe yapılanların dışındaki her türlü bina ve tesisler iznin sona ermesi halinde eksiksiz ve bedelsiz olarak Orman Genel Müdürlüğünün tasarrufuna geçer. Söz konusu tesisler Orman Genel Müdürlüğü veya Çevre ve Orman Bakanlığı ihtiyacında kullanılabilir veya kiraya verilmek suretiyle değerlendirilebilir. İzin amaç ve şartlarına uygun olarak faaliyet gösteren hak sahiplerinin izin süreleri; yer, bina ve tesislerin rayiç değeri üzerinden belirlenecek yıllık bedelle doksandokuz yıla kadar uzatılabilir. Bu durumda devir işlemleri uzatma süresi sonunda yapılır. Verilen izinler amaç dışında kullanılamaz. (Ek fıkra: 23/9/1983 - 2896/10 md.; İptal: Ana. Mah.nin 17/12/2002 tarihli ve E.:2000/75, K.:2002/200 sayılı Kararı ile; Yeniden düzenleme: 17/6/2004-5192/1 md.) Yukarıdaki fıkrada belirtilen bina ve tesislerin hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlarda veya hususi ormanlarda yapılmak istenmesi halinde de Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. Bu takdirde kullanım bedeli, süresi, yapılan bina ve tesislerin devri gibi hususlar genel hükümlere uygun olarak taraflarca tespit edilir." 6831 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Ekim ve dikim suretiyle meydana getirilen hususi ormanlar hariç, hususi ormanlar 500 hektardan küçük parçalar teşkil edecek şekilde parçalanıp başkalarına temlik ve mirascılar arasında ifrazen taksim edilemez.Ancak, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerlerdeki hususi orman alanlarında bu Kanunun 17 nci maddesine göre izin almak ve yatay alanın yüzde altısını (% 6) geçmemek üzere imar planlamasına uygun inşaat yapılabilir. İnşaatların yapılmasında orman alanlarının tabii vasıflarının korunmasına özen gösterilir.Hususi ormanlar orman idaresince mahalli tapu idaresine bildirilir." 6831 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Hususi ormanların idare ve muhafazaları, Devletin kontrol ve murakabesi altında olmak üzere bu kanun hükümlerine göre sahiplerine aittir." 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun maddesi şöyledir: "Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır. Kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililer kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirleten, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler." 20/11/1981 tarihli ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir: "(Değişik: 7/2/1983-KHK 56/1 md.; Aynen kabul: 23/5/1984 - 3009/1 md.) İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek ve bu amaçla gereken her türlü tesisi kurmak, kurulu olanları devralmak ve bir elden işletmek üzere İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü kurulmuştur.İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü bu Kanunda İSKİ olarak anılır.Genel Müdürlüğün hizmeti, İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin görev alanı ile sınırlıdır. Ancak, şehrin yararlandığı su kaynaklarının korunmasına ilişkin hizmetler, büyük şehir belediye sınırları dışında da olsa bu kuruluş tarafından yürütülür. Ayrıca Cumhurbaşkanı anasistem ile ilgili başka belediye ve köylerin su ve kanalizasyon işlerini de bu Genel Müdürlüğe verebilir. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi, İstanbul Büyük Şehir Belediyesine bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz bir kuruluştur. İSKİ personeli 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabidir." 2560 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "İSKİ'nin görev ve yetkileri şunlardır:a) İçme, kullanma ve endüstri suyu ihtiyaçlarının her türlü yeraltı ve yer üstü kaynaklarından sağlanması ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılması için; kaynaklardan abonelere ulaşıncaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak veya yaptırmak, bu projelere göre tesisleri kurmak veya kurdurmak, kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım ve onarımını yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek,b) Kullanılmış sular ile yağış sularının toplanması, yerleşim yerlerinden uzaklaştırılması ve zararsız bir biçimde boşaltma yerine ulaştırılması veya bu sulardan yeniden yararlanılması için abonelerden başlanarak bu suların toplanacakları veya bırakılacakları noktaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak veya yaptırmak; gerektiğinde bu projelere göre tesisleri kurmak ya da kurdurmak; kurulu olanları devralıp işletmek ve bunların bakım ve onarımını yapmak, yaptırmak ve gerekli yenilemelere girişmek,c) Bölge içindeki su kaynaklarının, deniz, göl, akarsu kıyılarının ve yeraltı sularının kullanılmış sularla ve endüstri artıkları ile kirletilmesini, bu kaynaklarda suların kaybına veya azalmasına yol açacak tesis kurulmasını ve bu tür faaliyetlerde bulunulmasını önlemek, bu konuda her türlü teknik, idari ve hukuki tedbiri almak,d) Su ve kanalizasyon hizmetleri konusunda hizmet alanı içindeki belediyelere verilen görevleri yürütmek ve bu konulardaki yetkileri kullanmak,e) Her türlü taşınır ve taşınmaz malı satın almak, kiralamak, ekonomik değeri kalmamış araç ve gereçleri satmak, İSKİ'nin hizmetleriyle ilgili tesisleri doğrudan doğruya yahut diğer kamu veya özel kuruluşlarla ortak olarak kurmak ve işletmek, bu maksatla kurulmuş veya kurulmakta olan tesislere iştirak etmek,f) Kuruluş amacına dönük çalışmaların gerekli kılması halinde her türlü taşınmaz malı kamulaştırmak veya üzerinde kullanma hakları tesis etmek." 14/1/2011 tarihli İSKİ Genel Müdürlüğü İçmesuyu Havzaları Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''...İçmesuyu havzaları (Havza): Bir akarsu, göl, baraj rezervuarı veya yeraltı suyu haznesi gibi bir su kaynağını besleyen yeraltı ve yüzeysel suların toplandığı bölgenin tamamıdır.İçme suyu havzası koruma planı (Özel hükümler): İçme suyu temin edilen veya edilmesi planlanan yerüstü ve yeraltı suyu havzalarının korunması, kirlenmesinin önlenmesi, kirlenmiş ise iyileştirilmesi ve sürdürülebilir kullanımının sağlanması amacıyla yapılan ve o havzaya özel hükümleri tanımlayan planı,...Mutlak Koruma Alanı (0-300 m.): İçme ve kullanma suyu temin edilen ve edilecek olan suni ve tabii göller etrafında en yüksek su seviyesinde, su ile karanın meydana getirdiği çizgiden itibaren yatay 300 metre genişliğindeki kara alanıdır. Bahse konu alanın, havza sınırını aşması halinde mutlak koruma alanı havza sınırında son bulur.Kısa Mesafeli Koruma Alanı (-1000 m.): Mutlak koruma alanı üst sınırından itibaren yatay 700 metre genişliğindeki kara alanıdır. Bahse konu alanın, havza sınırını aşması halinde kısa mesafeli koruma alanı havza sınırında son bulur.Orta Mesafeli Koruma Alanı (1000-2000 m.): Kısa mesafeli koruma alanı üst sınırından itibaren yatay 1000 metre genişliğindeki kara alanıdır. Bahse konu alanın, havza sınırını aşması halinde orta mesafeli koruma alanı havza sınırında son bulur.Uzun Mesafeli Koruma Alanı (2000-havza sınırı): Orta mesafeli koruma alanının üst sınırından başlamak üzere su toplama havzasının nihayetine kadar uzanan bütün kara alanıdır....'' Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir: ''... (5) a) Havzalardaki her türlü imar faaliyetlerinin, planlara, 1985 tarih ve 18916 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğine ve diğer imar mevzuatına uygunluğunun denetimi, temini ve gerekli yaptırımlar, 3194 sayılı İmar Kanunu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’na istinaden ilgili idarelerin yetki ve sorumluluğundadır.b) Yapılaşmanın yasak olduğu koruma alanlardaki imar faaliyetleri, idare tarafından da takip edilir. Aykırı hususların tespiti halinde, ilgili kurumlara bildirilerek gereğinin yapılması talep edilir. İdarenin yaptırım hakkı saklıdır.... (8) Toprak, İnşaat ve Yıkıntı Atıkları Dökümü Faaliyetleri....b) Kısa ve orta mesafeli koruma alanlarında, döküm sahası oluşturulamaz. Kısa ve orta mesafeli koruma alanlarında bulunan eski taş, maden, kum, mıcır, kil vs. ocaklarına doğal yapısının ikame edilmesi maksadıyla ve dolum sonrası ağaçlandırılmak şartıyla sadece kirlenmemiş hafriyat toprağı dökümüne müsaade edilir.... (9) İçmesuyu havzalarında imar planlarında uyulması gereken esaslar;g) (Değişik: 2013-2/md.)İçme suyu havzalarında EK-1’de isimleri verilen derelerin, orman alanları ve tarımsal niteliği korunacak alanlar dışında kalan kısımlarında; ıslah projesine uygun olarak bu derelerin ıslah kesitinin her iki yanında; temizlik, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi maksadıyla imar planlarında en az on metrelik dere işletme bandı ayrılır. Dere ıslah alanı ile dere işletme bandları idarece kamulaştırılır....''B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Muharrem Karabulut, B. No: 2017/28126, 10/12/2019, §§ 32- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5860 | Başvuru, özel orman vasfını haiz olan ve baraj kısa mesafeli koruma alanında kalan taşınmazın kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 21/12/2010 tarihinde açtığı dava 17/10/2019 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu6/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2137 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza yargılamasına konu eylemlerin mağdur ve tanıkların dinlenmesi taleplerinin reddedilmesi nedeniyle tanık dinletme hakkının; Mahkemenin delillerle doğrudan doğruya karşılaşmaması, başka bir dosyada işkence altında alındığı belirtilen ifadelere hükümde dayanılması ve bu iddialara ilişkin bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının; mahkeme kararının uygun biçimde gerekçelendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/1/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Dev-Sol silahlı terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında başvurucu hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Başvurucu 17/6/2010 tarihinde üzerinde sahte bir kimlik taşırken Antalya'da gözaltına alınmış ve aynı gün İstanbul'a getirilmiştir. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 18/6/2010 tarihli bir dilekçe vermiştir. Başvurucu dilekçesinde 1989 yılında Dev-Sol içinde faaliyet göstermeye başladığını, Y.E.nin talimatları doğrultusunda kır birliklerindeki yaklaşık kırk kişinin iaşesini sağladığını, 1991 yılında Y.A.nın telkiniyle örgütün silahlı kanadı olan Silahlı Devrim Birliği (SDB) ekibine katıldığını, 1992 yılında örgütten ayrıldığını ve o süreden beri kaçak yaşadığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca 1992 yılı içinde Beyoğlu'nda polis aracının taranarak bir polis memurunun yaralanması (3 No.lu eylem), eylem öncesi silahları saklamak ve olay sonrası teslim almak suretiyle Kağıthane'deki bir kahvehanede dört polis memurunun şehit edilmesi (4 No.lu eylem) ve Merter'de polis aracının taranarak üç polis memurunun şehit edilmesi (5 No.lu eylem) eylemlerine ve diğer dört olaya daha katıldığını söylemiştir. Kollukta veya Cumhuriyet Savcılığında ifadesi alınmayan başvurucu, tutuklanması istemiyle sorgu hâkimi önüne çıkarılmıştır. Başvurucu, müdafiinin huzurunda yapılan sorgusundaki ifadesinde de dilekçesinde belirttiği eylemlerde yer aldığını tekrarlamıştır. Başvurucuya, bağlantılı bir dosya kapsamında , G., E.K. ve G.A.nın1992 ve 1993 yıllarında kollukta verdikleri ifadeleri okunmuştur. Bu kişilerin beyanlarının aşağıdaki gibi olduğu anlaşılmaktadır: G.A.: "Kazım" ve/veya "Selim" kod adı kullanan başvurucunun üçüncü birlik sorumlusu olduğu ve başvurucuya bağlı hücrelerden birinde İ.A.nın da bulunduğu, başvurucunun 1, 2, 3 ve 4 No.lu eylemlere katıldığı, 6 No.lu eylemi ise diğer bir kişiyle birlikte İ.A.nın gerçekleştirdiği : Kazım kod adlı başvurucunun, G.A.nın üst sorumluluğundaki ikinci birliğin sorumlusu olduğu G.: 3 ve 4 No.lu eylemlerin Kazım kod adlı kişinin sorumluluğunda gerçekleştirildiğini, bu kişinin 3 No.lu eylemde kalaşnikof silah kullandığı E.K.: Başvurucunun "Kazım" kod adını kullandığı ve DSB'ye bağlı bir bölgenin sorumluluğunu yürüttüğü, 3 ve 4 No.lu eylemlere birlikte katıldıkları Başvurucu, kendisine okunan ifadelerin içeriğini büyük ölçüde kabul ettiğini belirtmiştir. Başvurucu, bununla birlikte "Kazım" kod adını değil "Selim" ve "Sinan" kod adlarını kullandığını, 3 No.lu eyleme katıldığını, fakat elinde ifadede belirtilenin aksine tabanca bulunduğunu, G.A.nin ifadesinde geçen Dershanesinin bombalanması eylemine ve diğer bir olaya katılmadığını söylemiştir. Mahkeme 18/6/2010 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu 29/7/2010 tarihli Cumhuriyet Savcılığı ifadesinde, gözaltına alındığı günün gecesinde İstanbul'a getirildiğini, adliyeye getirilene kadar uyumasına ve dinlenmesine izin verilmediğini, 18/6/2010 tarihli dilekçe örneğini polisin hazırladığını, kendisinin başka bir kâğıda yeniden yazdığını ve psikolojik baskı altında imzaladığını, bu beyanlarını kabul etmediğini ve bahse konu eylemlerin hiçbirine katılmadığını ileri sürmüştür. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 28/10/2010 tarihinde, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve sahtecilik suçlarından başvurucu hakkında iddianame düzenlemiştir. Başvurucu, (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli) önündeki 16/3/2011 tarihli duruşmada hakkındaki suçlamaları reddetmiştir. Başvurucu, Cumhuriyet Savcılığına verdiği dilekçeyi polisin dikte ettirdiğini, sorgudaki ifadeyi kendisinin söylemediğini, benzemesine rağmen sorgu tutanağındaki imzanın kendisine ait olmadığını iddia etmiştir. Başvurucu müdafii 20/1/2012 tarihli duruşmada olaylara katılmış olsaydı başvurucuyla ilgili teşhis işlemlerinin yaptırılacağını, fakat eylemlerde yer almaması nedeniyle böyle bir işlemin gerçekleştirilmediğini söylemiştir. 20/1/2012, 13/4/2012 ve 20/6/2012 tarihli duruşmalarda, başvurucu hakkında ifade veren kişilerin ifadelerinin ve işkence gördüklerine dair raporların dosyaya getirtilmesi ve ilgili eylemlerin mağdur ve tanıklarının dinlenilmesi talep edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, isnat edilen eylem tarihlerinin üzerinden çok uzun zaman geçmiş olması, hâlihazırda belirtilen tanık ve mağdurlardan bir kısmının Mahkemenin E.2006/221 sayılı dosyasında dinlenildiği, adreslerinde bulunamadıklarından bazılarının dinlenilmesinden vazgeçildiği, geçen süre itibarıyla yeniden dinlenilmelerinin dosyaya yenilik katmayacağı gerekçeleriyle tanık dinletme taleplerini reddetmiştir. Belge içeriklerine dair bir bilgi bulunmamakla birlikte , G., E.K. ve G.A.ya ilişkin ilgili dosyalarda mevcut olan raporların dosya içine konduğu anlaşılmaktadır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 14/12/2012 tarihli ve E.2010/215, K.2012/386 sayılı kararı ile başvurucunun anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezasıyla, resmî evrakta sahtecilik suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir. Mahkeme, başvurucunun 3, 4 ve 5 No.lu eylemlerinin dışında Dersanesinin bombalanması (1 No.lu eylem), otobüs durağında bekleyen iki polis memurunun şehit edilmesi (2 No.lu eylem) ve bir taksinin gasbedilmesi ve bir partinin il başkanının silahla yaralanması (6 No.lu eylem) olaylarına da katıldığı sonucuna ulaşmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun dilekçesinde ve sorgusundaki beyanlarını, ve E.K.nın kolluk ifadelerini, olaylara ilişkin ceraim evraklarını, otopsi ve doktor raporlarını; 1, 2 ve 6 No.lu eylemler yönünden G.A.nın kolluk ifadesini, 3 ve 4 No.lu eylemler bakımından G.A. ve G.nin kolluk beyanlarını, 5 ve 6 No.lu eylemlerde ele geçen kovanlar ile başvurucunun katıldığı kabul edilen 2, 3 ve 4 No.lu eylemlerde ele geçen kovanların aynı silahtan atıldığına dair raporu ve G.A.nın 6 No.lu eylemde yer aldığını belirttiği İ.A.nın başvurucunun sorumluluğundaki silahlı birlik içinde faaliyet göstermesini dikkate almıştır. Mahkeme, belirtilen tanık ifadelerinde geçen "Kazım" veya "Kazım - Selim" kod adlı kişilerin başvurucu olduğunu değerlendirmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısımları şu şekildedir:"Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;Sanık Sönmez KAŞIKCI'nın silahlı terör örgütü olan DHKP/C'nin önceki yapılanması olan Dev-Sol terör örgütünün üyesi olduğu,sanığın örgüt içinde Kazım, Selim ve Sinan kod adlarını kullandığı, bu örgütün İstanbul ilinde faaliyet gösteren ikinci silahlı birliğinin komutanlığını yaptığı,...Sanık Sönmez KAŞIKCI'nın yukarıda belirtilen eylemleri birlikte değerlendirildiğinde; sanığın müdafii huzurunda verdiği sorgu hakimliği ifadesinde ve Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği kendi el yazısı ile yazdığı dilekçesinde örgüt üyesi olduğunu ve örgüt faaliyeti çerçevesinde bazı eylemlere katıldığını ve daha sonra örgütten kaçarak Antalya'da yaşadığını belirttiği, ancak daha sonra sanığın duruşmadaki savunmasında atılı suçlamayı kabul etmediği, sorgu hakimliğinde müdafii huzurunda verdiği ifadenin doğru olarak kabul edilmesi gerektiği, daha sonramahkemedekisavunmasına itibar edilemeyeceği, bu savunmanın suçtan kurtulmaya yönelik olduğu, sanığın katıldığı eylemlerin şiddeti, yoğunluğu ve yapıldığı tarihteki terör olayları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, sanığın üyesi bulunduğu silahlı terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını cebir ve şiddet kullanarak değiştirme amacına yönelik olarak vahamet arz eden olayları gerçekleştirdiği, sanığın işlediği kabul edilen eylemlerin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgüte bağlılık ile ülke genelindeki organik bütünlüğe göre, amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte olduğunun kabulü gerektiği, dolayısıylasanığın mensubu olduğu örgütün amaçları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyetinin anayasal düzenini cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs suçunu işlediğinin sabit olduğu anlaşılmıştır." Resen de temyize tabi olan Mahkeme kararına karşı başvurucu müdafileri, usul ve yasaya aykırı biçimde, araştırma yapılmaksızın kabul edilen eylemlere ilişkin mağdur ve tanıklar dinlenilmeksizin adil yargılanma hakkı ilkeleri ihlal edilerek karar verildiği gerekçeleriyle süre tutum dilekçeleri vermişlerdir. Başvuru dosyası içinde ve UYAP'a kayıtlı dosyada gerekçeli temyiz dilekçesine rastlanmamıştır. Duruşmalı olarak yapılan ve başvurucu müdafilerinin katıldığı temyiz incelemesi sonrasında Yargıtay Ceza Dairesi 13/11/2013 tarihli ve E. 2013/9315, K.2013/13606 sayılı ilamı ile kararı onamıştır. Yargıtay ilamı 4/12/2013 tarihinde tefhim edilmiştir. Başvurucu 3/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Başvurucunun mahkûmiyetine esas alınan anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenmektedir. 23/03/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca olaylar tarihinde yürürlükte olan 4/04/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun maddesinde, on beş sene ve üzerinde hükmedilen hapis cezalarına ilişkin kararların kişilerin talebi olmasa dahi resen temyiz incelemesine tabi tutulacağı belirtilmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/466 | Başvuru, ceza yargılamasına konu eylemlerin mağdur ve tanıkların dinlenmesi taleplerinin reddedilmesi nedeniyle tanık dinletme hakkının; Mahkemenin delillerle doğrudan doğruya karşılaşmaması, başka bir dosyada işkence altında alındığı belirtilen ifadelere hükümde dayanılması ve bu iddialara ilişkin bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının; mahkeme kararının uygun biçimde gerekçelendirilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda gerçekleşen fiziksel şiddet nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçu nedeniyle verilen müebbet hapis cezasından hükümlü olarak Akhisar T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) bulunmaktadır. 30/1/2018 tarihinde, koğuş sayımı esnasında başvurucunun da aralarında olduğu mahpuslar sayım düzeninin oluşturulmasına slogan atarak direnmiştir. Kurum personeli, zor kullanmak suretiyle sayım düzeninin sağlandığını tutanak altına almıştır. Başvurucu 1/2/2018 tarihli dilekçesi ile sayım esnasında kendisine fiziksel şiddet uygulandığı iddiasıyla Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, daha sonra da benzer şikâyetlerini sürdürmüştür. Başvurucu hakkında düzenlenen 1/2/2018 tarihli genel adli muayene raporunda başvurucunun sağ dizinde morarmaya ve yeşile dönmeye başlayan ekimoz tespit edildiği belirtilmiştir. Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu, müşteki sıfatıyla alınan ifadesinde sayım esnasında ayakta olduğunu, personele bu şekilde de sayımın yapılabileceğini söylediğini, akabinde kendisinin ve arkadaşlarının personel tarafından tartaklandığını, personelden birinin -başvurucu, eşkâlini vermiştir- belirterek diz kapağına tekme attığını beyan etmiştir. Başvurucunun bulunduğu C-14 koğuşunu gösteren kameranın kayıtlarının incelenmesi sonucu düzenlenen 9/5/2019 tarihli Görüntü İnceleme Tutanağı'nda; Kurum personelinden 12 kişinin sayım için akşam saatlerinde koğuşa girdiği sırada bazı mahpusların sıraya girmemek için direndiğinin, personelin kollarından tutarak mahpusları ayağa kaldırdığının ve sayımın ardından personelin koğuşu terk ettiğinin görüldüğü ancak mahpuslara tekme atıldığına dair bir tespit yapılamadığı belirtilmiştir. Kurum Müdürlüğü gerek başvurucunun gerekse aynı koğuşta bulunan, başvurucu ile benzer iddiaları ileri süren ve genel adli muayene raporunda sol diz altında abrazyon (kazıntı, dökülme, sıyrık) tespit edilen diğer mahpus R.İ.nin şikâyetleriyle ilgili olarak idari soruşturma başlatmış ve infaz koruma memurlarının ifadesini almıştır. Kurum personeli birbiriyle örtüşen ifadelerinde özetle sayım için koğuşa girdiklerinde mahpusların slogan atarak direndiği, direnenleri kollarından tutarak sayım düzeni aldırdıklarını, hakaret veya darp eyleminin söz konusu olmadığını, kamera kayıtları incelenirse durumun anlaşılacağını beyan etmiştir. İdari soruşturma sonunda Kurum personeli hakkında disiplin işlemi yapılmasına gerek olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Diğer taraftan başvurucu; hakkında başlatılan disiplin soruşturması sonucunda slogan atma, sayım düzenine direnme eylemleri nedeniyle bir ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucunun söz konusu cezaya yaptığı itiraz yargı mercileri tarafından reddedilmiştir. Başvurucunun iddialarına ilişkin olarak yürütülen soruşturma sürecindeBaşsavcılık -Kurum idaresince alınan ifade dışında- Kurum personelinin ifadesine başvurmamıştır. Başsavcılık, diğer mahpus R.İ ve başvurucunun şikâyetine ilişkin dosyayı birleştirerek 10/5/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçede özetle sayım sırasında ayağa kalkmak istemeyen mahpusların kollarından tutularak kaldırıldığını, başvurucu ve R.İ.nin bu sırada yaralanmış olabileceğini, Kurum personelinin gereken ölçünün dışında kuvvet kullanmadığını ve zor kullanma yetkisinin aşıldığına dair yeterli delil bulunmadığını ifade etmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararına yapılan itiraz Akhisar Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 24/12/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 24/12/2019 tarihinde nihai kararı öğrenmesinin ardından 23/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5084 | Başvuru, ceza infaz kurumunda gerçekleşen fiziksel şiddet nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aştığı, somut bir delil olmaksızın hüküm verildiği gerekçesiyle Anayasanın , , , , maddelerinde tanımlanan hakların ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 13/1/2014 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 25/2/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, örgüt faaliyeti kapsamında uyuşturucu madde ithal etme ve ticareti yapma suçlarını işlediği şüphesiyle 28/10/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve 1/11/2010 tarihinde tutuklanmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2013 tarihli ve E.2011/10, K.2013/189 sayılı kararı ile başvurucunun uyuşturucu madde ithal etme suçundan 10 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, tutukluluk halinin devamına ilişkin karara itiraz etmiş, ancak itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 27/12/2013 tarihli ve 2013/726 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, 13/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/12/2013 tarihli ve E.2011/10, K. 2013/189 sayılı kararı temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 26/6/2014 tarihli ve E.2014/3273 K.2014/4964 sayılı ilamıyla onanmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: (1) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç eden kişi, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1432 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aştığı, somut bir delil olmaksızın hüküm verildiği gerekçesiyle Anayasanın 5. , 10. , 19. , 36. , 38. maddelerinde tanımlanan hakların ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında 3/7/2009 tarihinde gözaltına alınmış 6/7/2009 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında 26/11/2009 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Yapılan yargılama sonucunda 23/10/2019 tarihinde başvurucunun kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma, bulundurma suçlarından mahkûmiyetine, yağma ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlarından ise beraatine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi 9/9/2020 tarihine yaptığı istinaf incelemesi sonucunda ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma, bulundurma suçundan verilen mahkûmiyet kararının ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlarından verilen beraat kararının onanmasına, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen mahkûmiyet kararının ve yağma suçundan verilen beraat kararının ise bozulmasına karar vermiştir. Onanmasına karar verilen hükümler aynı tarihte kesinleşmiştir. Bozma kararı üzerine yapılan yargılama ilk derece mahkemesinde devam etmektedir. Başvurucu 17/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/39801 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, “sahte çek tanzim etmek ve dolandırıcılık” suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında Ankara Ağır Ceza Mahkemesince yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde 14/3/2003 tarihinde suça konu çek miktarının tazmini talebiyle aleyhine açılan tazminat davasında Mahkemece, adına kayıtlı ticari taksiye ihtiyati tedbir konulmasına karar verildiğini belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 23/9/2013 tarihinde Ankara Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 22/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 23/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 25/2/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu süresi içinde, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 6/2/2003 tarih ve E.2003/4755 sayılı iddianamesi ile “sahte çek tanzim etmek ve dolandırıcılık” suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/72 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/72 sayılı dava dosyasındaki katılan Banka tarafından başvurucu ve diğer sanıklar aleyhine, 14/3/2003 tarihinde, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde, Bankadan tahsil edilen suça konu çek miktarının faiziyle birlikte tazmini ve başvurucu adına kayıtlı ticari taksiye ihtiyati tedbir konulması talebiyle tazminat davası açılmıştır. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2005/170 sayılı dosyasında halen devam eden yargılamada, 24/4/2003 tarihinde, başvurucu adına kayıtlı ticari taksiye ihtiyati tedbir konulmasına karar verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, 16/10/2003 tarih ve E.2003/72, K.2003/303 sayılı kararı ile başvurucunun, “resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık” suçlarından mahkûmiyetine yol açacak nitelikte yeterli, kesin ve inandırıcı deliller bulunmadığı gerekçesiyle beraatine karar vermiştir. Katılan tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 3/2/2005 tarih ve E.2004/4577, K.2005/817 sayılı ilâmıyla suça konu çekin sahteliği ile ilgili belge ve varsa bilirkişi raporları ile çek aslının istenip incelenmesinden sonra hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, eksik incelemeyle hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma ilâmına uyularak yapılan yargılamada Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, suça konu çek aslı temin edilemediğinden, 9/3/2010 tarih ve E.2005/127, K.2010/44 sayılı kararıyla başvurucunun, “resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık” suçlarından mahkûmiyetine yol açacak nitelikte yeterli, kesin ve inandırıcı deliller bulunmadığı gerekçesiyle beraatine karar vermiştir. Katılanın temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 18/2/2013 tarih ve E.2012/12481, K.2013/2562 sayılı ilâmı ile başvurucu hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Karar, 22/8/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 23/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi, maddesinin (1) numaralı fıkrası; 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (8) numaralı fıkrası; 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ve maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendi. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İhtiyati tedbirin şartları” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir.” 6100 sayılı Kanun’un “İhtiyati tedbiri tamamlayan işlemler” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“İhtiyati tedbir kararının etkisi, aksi belirtilmediği takdirde, nihai kararın kesinleşmesine kadar devam eder.” 6100 sayılı Kanun’un “Tazminat” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Lehine ihtiyati tedbir kararı verilen taraf, ihtiyati tedbir talebinde bulunduğu anda haksız olduğu anlaşılır yahut tedbir kararı kendiliğinden kalkar ya da itiraz üzerine kaldırılır ise haksız ihtiyati tedbir nedeniyle uğranılan zararı tazminle yükümlüdür. (2) Haksız ihtiyati tedbirden kaynaklanan tazminat davası, esas hakkındaki davanın karara bağlandığı mahkemede açılır. (3) Tazminat davası açma hakkı, hükmün kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren, bir yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7292 | Başvurucu, “sahte çek tanzim etmek ve dolandırıcılık” suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında açılan kamu davasında Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesince yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde 14/3/2003 tarihinde suça konu çek miktarının tazmini talebiyle aleyhine açılan tazminat davasında Mahkemece, adına kayıtlı ticari taksiye ihtiyati tedbir konulmasına karar verildiğini belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvurucu, 15/9/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak davasında makul sürede yargılama sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 24/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 17/4/2014 tarihli ara kararı gereğince, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığınca 30/5/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve 15 arkadaşı, 15/9/2006 tarihinde Kızıltepe Belediye Başkanlığı aleyhine Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtıkları davada, kanundan ve toplu iş sözleşmelerinden doğan alacaklarının ödenmesini talep etmişlerdir. Mahkemece, 24/12/2010 tarihinde, başvurucu ve diğer davacılara ait dava dosyasının tefrikine, ayrı esas numaralarına kaydedilmesine karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucuya ait tefrik edilen dosyada, 24/2/2011 tarih ve E.2010/1287, K.2011/89 sayılı kararla; yıllık ücretli izin alacaklarının davalıdan tahsiline karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2013 tarih ve E.2011/41758, K.2013/27641 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Yargıtay onama kararı 6/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğe çıkarılmıştır. Başvurucu, 24/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Davalının karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/2/2014 tarih ve E.2014/4416, K.2014/5962 sayılı ilamıyla; iş mahkemelerinin kararlarına karşı karar düzeltme istenemeyeceği gerekçesiyle karar düzeltme dilekçesinin reddine karar verilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 5521 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” 5521 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1005 | Başvurucu, 15/9/2006 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak davasında makul sürede yargılama sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, uzuv kaybıyla sonuçlanan bir olaya ilişkin olarak sanık aleyhinde açılan ceza davası ile uğranılan zararların tazmini için açılan hukuk davasının uzun süredir sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkını ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15/3/2002 tarihinde Y. tarafından fırlatılan şişenin gözüne isabet etmesi sonucu yaralanmıştır. Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 22/3/2002 tarihli iddianame ile Y. aleyhine kamu davası açmıştır. Başvurucu, anılan olay sonucu bir gözünü kaybetmiş; diğer gözü de belli bir süre %50 işlev kaybına uğramıştır. Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin 2002/419 esasına kayden görülen davada başvurucunun uzuv kaybına uğradığının raporlarla kesinleşmesi üzerine Mahkeme, görevsizlik kararı vermiştir. Karara karşı Y.nin temyize gitmesi üzerine Yargıtay, 2005 yılında Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin görevli ve yetkili olduğuna karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılamada 19/12/2006 ve 25/5/2010 tarihlerinde verilen kararlar Yargıtay Ceza Dairesi tarafından bozulmuştur. En son bozma kararından sonra dosyayı yeniden inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 18/9/2012 tarihinde Y.nin neticeten 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan karar 29/4/2014 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesi tarafından onanmıştır. Öte yandan başvurucu uzuv kaybına ilişkin kesin nitelikli raporun ceza dosyasına girmesiyle uğradığı cismani zarar nedeniyle 7/2/2003 tarihinde Y. aleyhineAnkara Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Anılan hukuk davası Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 1/10/2015 tarihli kararı ile başvurucu lehine sonuçlanmıştır. Kararda başvurucu lehine 15/3/2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte 615,55 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Anılan karar, tarafların temyiz etmemesi üzerine 25/11/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 16/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12023 | Başvuru, uzuv kaybıyla sonuçlanan bir olaya ilişkin olarak sanık aleyhinde açılan ceza davası ile uğranılan zararların tazmini için açılan hukuk davasının uzun süredir sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkını ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ruhsatsız binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara ili Altındağ ilçesi Battalgazi Mahallesi 24366 ada 7 parsel sayılı taşınmazın müşterek maliklerinden biridir. Taşınmaz üzerinde bodrum, zemin, ve katlardan oluşan dört katlı betonarme bir yapı bulunmaktadır. Başvurucu, binanın 1980 yılında inşa edildiğini beyan etmektedir. Başvurucu tarafından sunulan emlak vergi beyannamelerinde taşınmaz üzerindeki binanın yapımının 1/1/1980 tarihinde tamamlandığı belirtilmektedir.Başvurucu 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun hükümlerinden yararlanmak amacıyla 21/6/1983 tarihinde Altındağ Belediyesi (Belediye) İmar Müdürlüğüne başvurmuştur. Başvuru masrafı olarak 000 TL aynı tarihte başvurucu tarafından Ziraat Bankası Ankara/Ulus Şubesine yatırılmıştır. Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 13/8/2008 tarihli kararıyla taşınmazın bulunduğu alanda imar yollarının açılmasına karar verilmiştir. Büyükşehir Belediyesi, bu kapsamda taşınmazlar üzerindeki yapıların kamulaştırılması için alt kademe belediyelerine belirli miktarda kaynak aktarımı için karar almıştır. Başvurucunun beyanına göre kendi binası için bu karar üzerine ayrılan miktar 720 TL'dir. Başvurucu, Belediye tarafından bu miktarın kendisine ödenmemesi üzerine delil tespiti amacıyla Mahkemeye başvurmuştur. Bu talep üzerine Bilirkişi Kurulunun Ankara Sulh Hukuk Mahkemesine sunmuş olduğu 28/10/2008 tarihli raporda taşınmaz üzerindeki yapıların toplam değeri 653,38 TL olarak tespit edilmiştir. Belediye İmar ve Şehircilik Müdürlüğü tarafından 25/1/2011 tarihinde başvurucunun maliki olduğu taşınmaz -kararda taşınmaz bilgileri 24366 ada 17 parsel olarak belirtilmiştir- üzerindeki bodrum, zemin, ve katlardan oluşan dört katlı binanın kaçak ve ruhsatsız olduğu tespit edilmiş ve bu konuda yapı tatil zaptı düzenlenerek başvurucuya tebliğ edilmiştir. Belediye Encümeninin 2/3/2011 tarihli kararıyla 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun maddesi gereğince başvurucu adına kayıtlı taşınmaz üzerindeki kaçak yapının yıkımına karar verilmiştir. Başvurucunun 25/3/2011 tarihli dilekçesine istinaden Belediye Encümeninin 30/3/2011 tarihli kararıyla taşınmazın ada ve parsel numarası 24366 ada 7 parsel olarak düzeltilmiştir. Başvurucu; binanın kendi adına kayıtlı taşınmaz üzerinde yapıldığını, kaçak olmadığını, nitekim 2981 sayılı Kanun kapsamında imar affı müracaatının bulunduğunu belirterek Belediyenin 30/3/2011 tarihli yıkım kararının iptali istemiyle 15/4/2011 tarihinde iptal davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 4/10/2012 tarihli kararıyla dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Ondördüncü Dairesinin 21/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiş, karar onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 25/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 2/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley DevelopmentsLtd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Öneryıldız/Türkiye kararına konu olayda, Ümraniye çöplüğünde meydana gelen metan gazı patlaması sonucu gerçekleşen toprak kayması dolayısıyla başvurucuya ait gecekondu zarar görmüştür. AİHM, 1988 yılında ruhsatsız olarak inşa edilmesinden 1993 yılında meydana gelen kazaya kadar anılan taşınmazda bulunan gecekondununbelediye makamlarınca yıktırılmadığına dikkat çekmiştir. AİHM bu sebeple yetkili makamların başvurucu ve akrabalarının meskenleri ve taşınır mallarında mülkiyet hakkına ilişkin bir menfaate (proprietary interest) sahip olduğunun fiilî (de facto) olarak kabul edildiği tespitinde bulunmuştur (Öneryıldız/Türkiye, §§ 124-129). Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararında da Öneryıldız/Türkiye kararına atıfla ruhsatsız olarak yapılan binanın kamu makamlarınca yıktırılmadığı veya yıkımı yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek başvurucuların Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM; başvurucuların ihlal iddialarına yönelik olarak öncelikle iç hukukta mevcut, yeterli ve etkili yolları tüketmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu yolların kesin olarak varlığından söz edilebilmesi için teoride mevcut olması yeterli olmayıp uygulamada da etkin olması, makul bir biçimde erişilebilir ve etkili olması gerekmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, AİHM'e başvuru yapılmadan önce başvurucuların uygun bir iç hukuk yoluna başvurmalarını gerektirmekle birlikte etkisiz veya yetersiz bir iç hukuk yoluna başvurulması ise lüzumlu değildir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, §§ 51, 52). AİHM, imar planının hukuka aykırılığından değil de bu planın herhangi bir tazmin olmaksızın taşınmaz üzerinde meydana getirdiği kısıtlamaların sonuçlarından şikâyetçi olunması durumunda imar planının iptali istemiyle açılacak davanın tüketilmesi gerekli bir hukuk yolu olmadığını belirtmiştir (Rossitto/İtalya, B. No: 7977/03, 26/5/2009, § 19; Ayangil ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33294/03, 6/12/2011, § 30). AİHM kararlarında bu tür şikâyetler bakımından söz konusu kısıtlamalar nedeniyle oluşan zararın tazmini olanağını sağlayan mevcut ve yeterli hukuk yollarının kullanılması gerektiği kabul edilmektedir Öz/Türkiye (k.k.), B. No: 40687/98, 1/7/2004; Güngör/Türkiye (k.k.), B. No: 46745/99, 6/3/2007; Rabia Tan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8095/02, 31/1/2008, §§ 37-41; Remzi Tekin Bozkurt/Türkiye (k.k.), B. No: 38045/05, 2/3/2010). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18510 | Başvuru, ruhsatsız binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, cinsel taciz suçunun işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 7/9/2016 tarihli şikâyeti üzerine, Fatsa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından cinsel taciz, hakaret ve tehdit suçlarından ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu şikâyetinde; 6/9/2016 tarihinde A. ve ismini bilmediği kişilerce takip edildiğini, bu kişilerin cinsel içerikli sözler ve el kol hareketleriyle kendisini taciz edip tehdit ettiğini vurgulamıştır. Bu kişilerin evinin önünde bulunan F.H.nin kıraathanesinde oturup kendisi balkondayken ve yoldan geçerken cinsel içerikli laf atıp hakaret ettiğini belirterek bu olaylara ilişkin olduğunu iddia ettiği görüntü kayıtlarını Başsavcılığa teslim etmiştir. Başvurucu ayrıca kendisini rahatsız eden bazı şahısların adını bilmediğini ancak bu kişileri husumetli olduğu F.H.nin azmettirmiş olabileceğini ifade etmiştir. Başvurucu, Başsavcılıkta vermiş olduğu ifadesinde yukarıda belirtilen şikâyetlerini tekrarlamakla birlikte, yalnız yaşadığını, A. ve fotoğrafını sunduğu, adını bilmediği ancak öğretmen olduğunu öğrendiği şahsın kendisini sürekli rahatsız ederek adını çıkarmaya çalıştığını belirtmiştir. Fotoğrafını sunduğu şahsın cinsel içerikli el kol hareketi yaptığını, A.nın ve F.H.nin kıraathanesine müşteri olarak gelen diğer şahsın ise sözlü taciz, hakaret ve tehdit içerikli eylemlerinin olduğunu, bu eylemlere dair kaydettiği görüntüleri de delil olarak dosyaya sunduğunu vurgulamıştır. Başsavcılık 19/11/2016 tarihinde başvurucunun sunmuş olduğu görüntü kayıtlarını ve ifadesini Fatsa İlçe Emniyet Müdürlüğüne göndererek şüpheliler A., İ.B. ve tanık F.H.nin ifadelerinin alınmasını istemiştir. A. ifadesinde; başvurucunun şizofren olduğunu, benzer şikâyetleri zaman zaman yaptığını, üzerine atılı suçu kabul etmediğini beyan etmiştir. İ.B. beyanında; öğretmen olduğunu, başvurucuyu mahalleden tanıdığını, elinde kamerayla mahallede dolaşıp garip hareketler yapan biri olduğunu, olay günü de F.H.nin kıraathanesinde otururken kamerayla kendilerini kaydettiğini ancak kendisinin suç içerikli eylemi veya sözü olmadığını ifade etmiştir. F.H ise baldızı olan başvurucunun psikolojik sorunları olduğunu, elinde kamerayla kendisini ve yanındakileri kaydederek rahatsız edip gördüğü kişileri şikâyet ettiğini belirtmiştir. A. ve İ.B.nin müşterileri olduğunu, olay günü bu kişilerin başvurucuya karşı bir eylemlerinin olmadığını, başvurucunun olayları uydurduğunu vurgulamıştır. Ayrıca başvurucunun, eşi hakkında da akıl hastası olduğundan bahisle davacı olduğunu iddia etmiştir. Başsavcılık 28/12/2016 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; tanık F.H.nin beyanı tekrarlandıktan sonra şüphelilerin üzerilerine atılı suçu kabul etmedikleri hususu ile tanık ifadesi nazara alındığında şüphelilerin soruşturma konusu suçu işlediklerine dair soyut iddia dışında delil bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu anılan karara itirazında; F.H. ve eşi ile karşılıklı birçok davasının olduğunu, F.H.nin azmettirmesi sonucu sürekli rahatsız edildiği için suçüstü yapmak amacıyla yanında kamera taşıdığını belirtmiştir. F.H.nin eşinin ekte sunduğu mahkeme kararıyla kısıtlama ve vasi talepli olarak hakkında açtığı davanın reddedildiğini, bu davanın sonucuna dayanarak iftira ettiği için bu kişi hakkında tazminat davası açtığını ve davayı kazandığını belirtmiştir. Şikâyet ettiği hususları kamerayla tespit etmesine rağmen kayıtlar incelenmeden husumetli olduğu kişinin tanıklığına ve yalan beyanına güvenilerek takipsizlik kararı verilmesinin haksızlık olduğunu vurgulamıştır. Ünye Sulh Ceza Hâkimliği 14/11/2017 tarihinde, Başsavcılığın kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Nihai karar, başvurucuya 22/2/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayrıca UYAP üzerinden yapılan incelemede; başvurucunun ceza soruşturmasında tanık olarak dinlenen F.H.nin eşi N.H. aleyhine Fatsa Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı manevi tazminat davasının 24/1/2013 tarihli karar ile kabul edildiği, anılan kararın temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiği görülmüştür. Kararın gerekçesinde; başvurucunun kız kardeşi olan N.H.nin, başvurucunun kısıtlanması ve vasi tayin edilmesi talebi ile Fatsa Sulh Hukuk Mahkemesine 5/8/2010 tarihinde başvurduğu, dava dilekçesinde başvurucunun saldırgan ve akıl hastası olduğunu, bir kadının kafasını yaraladığını, bir banka şube müdürüne tabanca çektiğini, kendisine ve kızına ayrıca komşu esnafların tamamına hakaret ettiğini iddia ettiği belirtilmiştir. Fatsa Sulh Hukuk Mahkemesince verilen yetkisizlik kararı üzerine Erdemli Sulh Hukuk Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda Mersin Devlet Hastanesi Baştabipliğinin 4/4/2011 tarihli raporuna istinaden davanın reddine karar verildiği görülmüştür. Anılan raporla başvurucunun aklı ve şuurunun yerinde olduğu, medeni haklarını kullanabileceği, vasi tayinine gerek olmadığının tespit edildiği ve tanık anlatımları gözetildiğinde vesayet altına alınması için verilen dilekçede belirtilen hususların doğru olmadığını, başvurucunun mal varlığını idare etmek için bu yola başvurulduğunun anlaşıldığı vurgulanmıştır. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Cinsel taciz" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1)Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına, fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur..." 5237 sayılı Kanun'un "Tehdit" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1)Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur...." 5237 sayılı Kanun'un "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir...." 4/12/2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." 5271 sayılı Kanun'un "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.... " | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/8050 | Başvuru, cinsel taciz suçunun işlendiği iddiasıyla Cumhuriyet başsavcılığına yapılan şikâyet üzerine başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararları verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/27932 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27932 | Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kadastro çalışmalarında tespit dışı bırakılan yere ilişkin açılan tapu iptali ve tescil davasının süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2007 yılında yapılan kadastro çalışmalarında Kayseri ili, Sarız ilçesi, Çörekdere köyünde bulunan 116 ada 20 parsel sayılı taşınmazın adına tescil edildiğini, bu taşınmazla bitişik ve zeminde bir bütün olarak kullandığı dava konusu 132,83 m2 lik kısmın yol vasfıyla tespit dışı bırakıldığını, bu yerin kadimden beri malik sıfatıyla zilyetliğinde olduğunu belirterekkadastro işleminin iptali ile dava konusu taşınmazın adına tesciline karar verilmesi talebiyle Sarız Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır.Mahkeme 10/1/2011 tarihlikararında, dava konusu yerin köy halkının ortak kullanıma terkedilen yerlerden olmadığını, öteden beri davacının zilyetlik ve tasarrufunda bulunduğunu belirterek davayı kabul etmiştir.Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/12/2011 tarihli kararında belirtilen "davacı adına tapuda kayıtlı bulunan çekişmesiz olan 116 ada 20 sayılı parselin kadastro tespiti 26/3/2007 tarihinde yapılmıştır. Eldeki dava 29/7/2009 tarihinde açılmıştır. Kural olarak; davada,tespit dışı bırakılma işleminin yapıldığı tarihten önceki kazanmayı sağlayan zilyetliğe dayanılması halinde davanın makul süre içerisinde açılması gerekir. Kadastro tespitinin ya da işleminin yapıldığı tarihten itibaren kadastrodan önceki zilyetlik kesintiye uğrar ve tespitten sonraki zilyetliğe de ekleme olanağı bulunmaz. Kadastro işleminin yapıldığı tarihten itibaren 20 yıllık kazanma süresi yeniden işlemeye başlar. Davacının, dava dışı 116 ada 20 sayılı parseli, 26/3/2007 tarihinde tespit edildiğine göre, bitişikte bulunan ve krokide A harfiyle gösterilen 91 m2'lik yerin aynı tarihte paftasında yol olarak bırakıldığının kabulü gerekir. Dairenin yerleşmiş içtihatlarına göre, dava konusu taşınmazın paftasındayololarakgösterildiği26/3/2007tarihindenitibarenmakulsüre geçtikten sonra açılan bu davanındinlenme olanağı yoktur" gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkeme Yargıtay bozma ilamına uymuş, 4/3/2013 tarihli kararı ile bozma ilamındaki gerekçeleri yineleyerek davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/11/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. Onama kararı 23/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 21/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Kanun Hükümleri 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesi şöyledir: “30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir. Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir. Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz. Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.” 3402 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.” 3402 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden: ... Yol, meydan, köprü gibi orta malları ise haritasında gösterilmekle yetinilir.” 22/11/2011 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. ... Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/3/2013 tarihli ve E.2013/1758, K.2013/2305 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:"...Mahkemece tespit öncesi nedene dayandığının kabulü halinde davanın tespit dışı bırakılma tarihinden itibaren makul sürede açılmadığı, tespitten sonra ise dava tarihine kadar 20 yıllık zilyetlik süresi dolmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Gerek Kadastro Kanununda ve gerekse de diğer yasalarımızda, hakkında tutanak düzenlenmeyen taşınmazlar yönünden tespit öncesi hakka dayanarak dava açma hakkını süreyle sınırlayan bir düzenleme bulunmamaktadır. Mahkemenin değerlendirmesi bu yönüyle isabetli olmadığı gibi......" Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/9/2015 tarihli ve E.2015/11595, K.2015/9767 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: “Mahkemece, paftasında yol olarak tespit harici bırakılan, fen bilirkişi raporunda 109 ada 1 parsel sayılı taşınmazın doğu hududunda ve kırmızı renkle gösterilen, dava konusu taşınmaza ilişkin, davacı tarafından makul süre geçtikten sonra dava açıldığı ve bu nedenle kadastro tespitinden önceki zilyetlik süresinin hesaba katılamayacağı, kadastro tespitinden sonra da davacının 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresini doldurmadığı gerekçesiyle hüküm kurulmuş ise de; verilen karar usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Davacı, kadastro sırasında adına tespit edilen 109 ada 1 parsel sayılı taşınmazın doğusunda kalan ve hakkında tutanak düzenlenmeyerek haritasında gösterilmekle yetinilen yolun adına tescili istemiyle, kadastrodan önceki nedenlere dayanarak dava açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesi uyarınca herkes, yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğüne sahip olup, bu özgürlüğün en yaygın kullanılma şekli dava açma hakkıdır. Yine Anayasamızın maddesi uyarınca, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir". 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/ maddesinde, kadastro sırasında haklarında tutanak düzenlenen taşınmazlar yönünden, kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak dava açma hakkı 10 yıl ile sınırlanmış ise de, kadastro sırasında haklarında kadastro tutanağı düzenlenmeyen taşınmazlar yönünden kadastrodan önceki nedenlere dayanılarak dava açma hakkını sınırlayan herhangi bir yasa hükmü bulunmamaktadır. Davacı, kadastro sırasında hakkında tutanak düzenlenmeyen taşınmaz bölümü yönünden dava açtığına göre, mahkemece işin esasına girilip ... neticesine göre bir karar verilmek gerekirken, yasal olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30/9/2015 tarihli ve E.2014/16-102, K.2015/2026 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: “Mahkemece, davanın tespit tarihinden sonraki 2 yıllık makul süre içerisinde açılmadığı gibi tespit tarihinden sonra 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolmadığı ve davanın süresinde açılmadığı gerekçesi ile davanın reddine dair verilen, davacılar vekilinin temyizi üzerineÖzel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle hüküm bozulmuş; Yerel Mahkemeceönceki gerekçelerle ilk kararda direnilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kadastro işlemleri sırasında tescil harici bırakılan yerler hakkında kadastrodan önceki hukuki nedenlere dayanarakdava açılmasını sınırlayan bir sürenin bulunup bulunmadığı noktasındatoplanmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesi uyarınca herkes, yargı mercileri önünde hak arama özgürlüğüne sahip olup, bu özgürlüğün en yaygın kullanılma şekli dava açma hakkıdır. Yine Anayasanın maddesi uyarınca "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir." Öte yandan; ayni haklar yasal kısıtlama yok ise nitelikleri gereği her zaman ve herkese karşı ileri sürülebilirler. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/ maddesinde yalnızca hakkında tutanak düzenlenen taşınmazlarla ilgili olarak 10 yıllıkhak düşürücü süre belirlenmiş olup, gerek 3402 sayılı Kanunda, gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun tescil hükümlerini düzenleyen maddelerinde, hakkında tutanak düzenlenmeyen ya da tescil harici bırakılan yerler hakkında kadastro öncesi nedenlere dayanarak dava açılmasını sınırlayan bir süre düzenlenmesi bulunmamaktadır. Nitekim,aynı ilkeler YargıtayHukuk Genel Kurulunun 2015 gün ve 2013/8-2061E.-2015/1256 K. sayılı kararında dakabul edilmiştir. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, kadastro çalışmalarında tespit dışı bırakılan yerler hakkında tespit öncesi zilyetlik hukuksal nedenine dayanılarak dava açılması halinde, söz konusu davanın tespit harici bırakılma tarihinden itibaren makul bir süre içerisinde açılması gerektiği, makul süreninYargıtayın yerleşik kararları ile kabul edilip uzun yıllar boyunca istikrarlı bir şekilde uygulandığı, aksi takdirde bir süre kısıtlaması olmaksızın aradan uzun yıllar geçtikten sonra açılan davalarda sağlıklı bir sonuca ulaşılamayacağı, bu nedenle makul süre uygulamasının yerinde olduğu belirtilerek direnme kararının onanması gerektiği dile getirilmiş ise de, bu görüşçoğunluk tarafından benimsenmemiştir. O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2522 | Başvuru, kadastro çalışmalarında tespit dışı bırakılan yere ilişkin açılan tapu iptali ve tescil davasının süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aynı durumda bulunan profesörler 6400 ek gösterge rakamına tabi olurken askerî üniversite kurumlarından devredilen profesör için 5800 ek gösterge rakamının uygulanmasının mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 22/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 30/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/25715 | Başvuru, aynı durumda bulunan profesörler 6400 ek gösterge rakamına tabi olurken askerî üniversite kurumlarından devredilen profesör için 5800 ek gösterge rakamının uygulanmasının mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/35098 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/35098 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35098 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle, 27/2/2008 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 19/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede dosyanın Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, çalıştığı döneme ve emekliliğine ilişkin olarak kendisine eksik ödeme yapıldığı ve bazı sosyal haklardan yararlandırılmadığı gerekçesiyle 27/2/2008 tarihinde, işveren Kızıltepe Belediye Başkanlığı aleyhine alacak davası açmıştır. Yargılama, Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) E.2008/124 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. Başvurucu, 19/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2198 | Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle, 27/2/2008 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, emekli aylığına ek kadrosuzluk tazminatının iki yıl ödenmesinin ardından ödeme işleminin sehven yapıldığı gerekçesiyle kesilmesi ve ödenen bu meblağın iadesinin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Gülhane Askerî Tıp Fakültesi (GATA) Radyoloji Ana Bilim başkanı olarak tuğamiral rütbesiyle görev yapmakta iken 17/4/2012 tarihinde, rütbede bekleme süresini doldurmadan kendi isteğiyle emekliye ayrılmıştır. Kendi isteğiyle emekliye ayrılan başvurucuya 44 yıl 8 ay 16 günlük çalışma süresi esas alınarak derece kademe üzerinden kadrosuzluk tazminatı uygulanmak suretiyle aylık bağlanmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (SGK) 21/3/2014 tarihli işlemle, bulunduğu rütbede dört yıl bekleme süresini doldurmadan kendi isteğiyle emekliye ayrılan başvurucuya kadrosuzluk nedeniyle ödeme yapılmayacağına ve yapılan toplam 833,46 TL ödemenin borç olarak kaydedilmesine karar vermiştir. Kaydedilen borç başvurucunun emekli aylığından yapılan kesintilerle taksitler hâlinde tahsil edilmiştir. Başvurucu 29/4/2014 tarihli dilekçesiyle SGK'nın 21/3/2014 tarihli işleminin iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 27/172015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkemenin anılan kararında, 27/7/1967 tarihli ve 626 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nda bulunduğu rütbede bekleme süresini doldurmadan kendi isteğiyle emekliye ayrılan general ve amirallerin kadrosuzluk tazminatından yararlandırılacaklarına dair bir düzenleme bulunmadığına işaret edilmiştir. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Onbirinci Dairesi 11/9/2015 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar 14/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 5/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 926 sayılı Kanun'un "Genaral ve amiral miktarları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:f) (Değişik: 9/8/1993 - KHK - 499/9 md.) Bekleme süreleri sonunda terfi ettirilemeyen general ve amiraller emekliye sevk edilirler.Bunlardan:I – Bekleme ve görev süresi sonunuda emekliye sevk edilen veya bu süreler içerisinde kendi isteği üzerine emekliye ayrılan orgeneral-oramiraller,II – Bekleme süresi sonunda, kadrosuzluk sebebiyle terfi ettirilemeyerek emekliye sevk edilen general ve amiraller,III – Bu maddenin (d) bendi gereğince aynı rütbede hizmete devam ettirilerek kadrosuzluk nedeniyle, bir üst rütbeye terfi ettirilmeyip emekliye sevk edilen general ve amiraller,IV – 47 nci maddenin (f) bendine göre korgeneral-koramiralliğe yükselemeyen ve bekleme süresi sonunda emekliye sevk edilen tümgeneral-tümamiraller,V – Yaş haddinden emekliye ayrılan general-amiral ve albaylar ile,VI – Kadrosuzluk nedeniyle yaş haddinden önce emekliye sevk edilen albay, yarbay, binbaşı ve yüzbaşılara,emekliye sevk edildikleri tarihi takip eden aybaşından itibaren, orgeneral aylığının (ek gösterge dahil); yüzbaşılara % 30'u, binbaşılara % 50'si, yarbaylara % 55'i, albaylara % 70'i, tuğgeneral-tuğamirallere %75'i, tümgeneral-tümamirallere %80'i, korgeneral-koramirallere % 90'ı, orgeneral-oramirallere % 100'ü oranında kadrosuzluk tazminatı rütbelerinin ve makamının yaş haddinden az olmamak üzere 65 yaşına kadar olan sürede Emekli Sandığınca ödenir. Ancak bu suretle verilecek emekli aylığı ve kadrosuzluk tazminatının toplamı, Silahlı Kuvvetlerde görevli aynı rütbedeki bütün emsalinden en az istihkak, tazminat ve aylık alanın eline geçenden fazla olamaz.”926 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir: “Bu Kanunun ek 5 inci maddesi kapsamında kadrosuzluk tazminatı almaya hak kazanmış olanlar hariç olmak üzere, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emeklilik hakkını elde etmiş olan kıdemli albaylardan kendi isteği ile emekli olanlara da yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, 49 uncu maddenin (f) bendi esaslarına göre kadrosuzluk tazminatı ödenir.'' 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;... b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan,(1)itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.... Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanunî faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesilmek suretiyle uygulanır.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin kural olarak mülkiyeti edinme hakkını içermediğini kabul etmektedir (Stec ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 65731/01-65900/01, 12/4/2006, § 53). Bununla birlikte AİHM, modern demokratik devletlerde birçok bireyin yaşamlarını sürdürebilmek için hayatlarının tamamı ya da bir bölümünde sosyal güvenlik ve sosyal yardım ödemelerine bağımlı olduklarını belirtmektedir. AİHM bu sebeple birçok hukuk sisteminin bireylerin belli bir derecede belirlilik ve güvenliğe ihtiyaç duyduklarını kabul ederek onlara birtakım imkânlar sağladığını ve bu çerçevede, öngörülen bazı koşulların yerine getirilmesi şartıyla bu bireylere çeşitli ödemeler yapılması yolunda hak tanıyan düzenlemelere yer verdiğini hatırlatmaktadır. AİHM bu bağlamda -ister önceden kişilerin katkı yapma şartına bağlı olsun ister olmasın- iç hukuka göre sosyal yardım alma hakkının bulunduğu durumlarda bu ekonomik menfaatlerin 1 No.lu ek Protokol'ün maddesi kapsamında olduğu sonucuna varmıştır (Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, §§ 38, 39). AİHM'e göre mülkiyet hakkına konu bir menfaatin sonradan ortadan kaldırılması, en azından ortadan kaldırıldığı ana kadar bu menfaatin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi kapsamında mülk olarak değerlendirilmesini engellemez (Beyeler/İtalya, B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 105). Öte yandan AİHM, uyuşmazlık konusu menfaate hak kazanmanın şarta bağlandığı, ancak bu şartın yerine getirilmediği durumlarda ise söz konusu menfaatin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülk olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir (Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2011, §§ 82-83). AİHM, sosyal güvenlik sisteminin düzenlenmesi ve bu kapsamda hangi yardımların veya ödemelerin yapılacağı ya da ne kadar yapılacağı hususunda devletlerin geniş takdir yetkileri olduğunu kabul etmektedir (Stec ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 53). AİHM, sosyal adaletin önemine dikkat çekmekle birlikte bunun kural olarak kamu makamlarının -kendi ihmallerinden kaynaklansa bile- hatalı işlemlerini geri almasına engel teşkil etmeyeceğinin altını çizmektedir. AİHM'e göre aksi karara varılması, haksız zenginleşme yasağına aykırılık oluşturur. Bu durum aynı zamanda sosyal güvenlik sistemine katkı payı ödeyen ve özellikle katkı payı ödedikleri hâlde kanuni koşulları taşımamaları nedeniyle bundan yararlanamayan diğer bireylere haksızlık oluşturur. Son olarak bu durum sınırlı kamu kaynaklarının kamu yararına uygun olmayan alanlara harcanması sonucunu doğurur(Moskal/Polonya, § 73). Öte yandan AİHM'e göre iyi yönetişim ilkesi kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmesini gerektirir (Beyeler/İtalya, § 120). Bu bağlamda eski bir yanlışlığı düzeltme ihtiyacı, iyi niyetli kişilerin resmî mercilerin meşru işlemleri sonucu kazanılmış haklarına orantısız şekilde müdahale sonucuna da yol açmamalıdır (Pincová ve Pinc/Çek Cumhuriyeti, B. No: 36548/97, 5/11/2002, § 58; Moskal/Polonya, § 73). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/99 | Başvuru, emekli aylığına ek kadrosuzluk tazminatının iki yıl ödenmesinin ardından ödeme işleminin sehven yapıldığı gerekçesiyle kesilmesi ve ödenen bu meblağın iadesinin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, esasa etkili iddiaların mahkeme kararında karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirketin borcu sebebiyle alacaklı Z. Bankasının (Banka) talebi üzerine 25/11/2013 tarihinde Aydın İcra Müdürlüğü tarafından başvurucu şirket aleyhine taşınmaz ipoteğinin paraya çevrilmesi yolu ile icra takibi başlatılmıştır. İcra takibi kapsamında düzenlenen icra emri ve kıymet takdiri raporu, başvurucu şirketin Ticaret Sicili Gazetesinde yar alan adresine tebliğe çıkarılmıştır. Söz konusu tebligatın bila tebliğ dönmesi üzerine tebligat aynı adrese 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesi kapsamında yapılmıştır. İcra takibine konu taşınmaz 21/10/2014 tarihinde yapılan birinci açık arttırmada 000 TL satış bedeli ile H.Ö.ye ihale edilmiştir. Başvurucu şirket 28/10/2014 tarihinde Aydın İcra Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) ihalenin feshi davası açmıştır. Dava dilekçesinde;i. Şirket adresinin kredi sözleşmesinde bulunmasına rağmen icra emrinin olmayan bir adrese 7201 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında tebliğ edilmesi nedeniyle yapılan yapılan tebliğin usulsüz olduğu belirtilmiştir. ii. Kıymet takdir raporunun icra emri ile aynı zarfta bulunması sebebiyle kıymet takdirine itiraz hakkının kaybedildiği açıklanmıştır.iii. İpotek akit tablosunun icra takip dosyası içerisinde bulunmadığı vurgulanmıştır. iv. Satış ilanının usulüne uygun yapılmadığı ve alıcının gayrimenkulün özellikleri hakkında tam olarak bilgilendirilmediği ifade edilmiştir. Mahkeme 10/9/2015 tarihli kararıyla davanın kabulü ile ihalenin feshine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, başvurucu şirketin Ticaret Sicil Gazetesinde yer alan adres ile kredi sözleşmesinde yer alan adresin farklı olduğu, 7201 sayılı Kanun'un maddesine göre tebligatın ilk olarak bilinen adrese yapılması gerektiği, tebligatın ilk defa aynı Kanun'un maddesine göre yapılmış olması sebebiyle yapılan tebliğin usulsüz olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesine göre taşınmaz satışlarında, satış ilanının bir örneğinin borçluya tebliğ edilmesi gerektiği, borçluya satış ilanının tebliğ edilmemesinin veya usulsüz tebliğ edilmesinin başlı başına ihalenin feshi nedeni olduğunu belirtmiştir. Alacaklı Bankanın temyiz başvurusu üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 18/2/2016 tarihinde Mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde, başvurucu şirketin dava dilekçesinde kendisine yapılan satış ilanı tebliğ işleminin usulsüz olduğu yönünde bir şikâyeti bulunmadığı hâlde Mahkemenin satış ilanının tebliğ edilmediği hususunu resen gözönüne alarak ihaleyi feshedemeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca gerekçede, Mahkemece başvurucu şirketin ileri sürdüğü diğer fesih sebeplerinin incelenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Daire tarafından verilen bozma kararı üzerine Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda 2/2/2017 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde başvurucu şirketin dava dilekçesinde yer alan itirazlarının tamamı belirtildikten sonra 25/11/2013 tarihinde icra takibinin başlatıldığı, 7201 sayılı Kanun'un maddesine göre çıkartılan icra emrinin ve kıymet takdiri raporunun başvurucu şirkete 5/5/2014 tarihinde, satış ilanının ise 1/9/2014 tarihinde tebliğ edildiği hatırlatılmıştır. Gerekçede başvurucu şirketin satış ilanına ait tebliğin usulsüz olduğuna ilişkin bir şikâyetinin bulunmadığı, anılan tarihte takipten ve kıymet takdirinden haberdar olduğu, satışa hazırlık işlemlerine süresi içerisinde itiraz etmemesi sebebiyle fesih nedenlerinin yerinde olmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca ipotek akit tablosunun icra dosyasına sunulduğu ve icra emrinde bahsedildiği ve anılan hususun ihalenin feshi sebeplerinden olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme tarafından başvurucu şirketin dayandığı fiilî ve maddi olguların varlığını objektif, kesin, belirli deliller ile kanıtlayamadığı; takip dosyası içeriğine göre ihaleye hazırlık ve ihale işleminde usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu şirketin temyiz istemi üzerine Daire 2/10/2017 tarihli kararıyla Mahkeme kararının onanmasına karar vermiştir. Daire, bozma ile kesinleşen hususların yeniden temyiz sebebi yapılmasına usul hükümlerinin elvermediğini, Mahkeme kararının bozma gereğine ve usulüne uygun olduğunu ve temyiz sebeplerinin yerinde olmadığını belirtmiştir. Karar düzeltme istemi Dairenin 20/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu şirkete 18/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu şirket 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat 2004 sayılı Kanun’un "İhalenin neticesi ve feshi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "...İhalenin feshini, Borçlar Kanununun 226 ncı maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere yalnız satış isteyen alacaklı, borçlu, tapu sicilindeki ilgililer ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla icra mahkemesinden şikayet yolu ile ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde isteyebilirler. İlgililerin ihale yapıldığı ana kadar cereyan eden muamelelerdeki yolsuzluklara en geç ihale günü ıttıla peyda ettiği kabul edilir. ......Satış ilanı tebliğ edilmemiş veya satılan malın esaslı vasıflarındaki hataya veya ihalede fesada bilahare vakıf olunmuşsa şikayet müddeti ıttıla tarihinden başlar. Şu kadar ki, bu müddet ihaleden itibaren bir seneyi geçemez...."B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/9/2012 tarihli ve E.2012/14566, K.2012/27810 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... borçluya satış ilan tebligatının 2011 tarihinde bizzat tebliğ edildiği, böylece kıymet takdirinede muttali olduğu ancak yedi günlük şikayet süresi içerisinde borçlunun kıymet takdirine karşı icra mahkemesinde şikayette bulunmadığı görülmektedir. Şu halde borçlu ihale öncesinde kıymet takdirine itirazda bulunmadığından taşınmazın kıymetine yönelik şikayetleri ihalenin feshi sebebi olarak ileri süremez...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/2/2020 tarihli ve E.2020/559, K.2020/1181 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “…İİK'nun maddesinde ihalenin feshi nedenleri teker teker belirtilerek gösterilmemiştir. Sadece, BK'nun maddesinde yazılı nedenler de dahil olmak üzere, satış ilanının tebliğ edilmemiş olması, satılan malın esaslı niteliklerindeki hata ve ihaledeki fesat nedenleriyle ihalenin bozulabileceğine değinilmiştir.İhalenin feshi nedenleri gerek doktrinde gerekse Yargıtay uygulamasında; 1-İhaleye fesat karıştırılmış olması 2-Artırmaya hazırlık aşamasındaki hatalı işlemler 3-İhalenin yapılması sırasındaki hatalı işlemler 4-Alıcının taşınmazın önemli nitelikleri hakkında hataya düşürülmüş olması şeklinde sıralanmıştır.” Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/12/2019 tarihli ve E.2019/10081, K.2019/17845 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Satışa hazırlık işlemlerinden kaynaklanan nedenlerle ihalenin feshi isteminde bulunulabilmesi için usulsüz olduğu ileri sürülen hususun ihaleden önce şikayetçi tarafından öğrenilmemiş olması, öğrenilmiş ise; İİK'nun 16/maddesinde öngörülen yasal yedi günlük sürede icra mahkemesi nezdinde şikayet konusu yapılmış olması gerekir. Şikayetçi, fesih nedeni olarak ileri sürdüğü ihaleye hazırlık dönemine ilişkin bir durumu yasal sürede icra mahkemesine şikayet yoluyla ileri sürmez ise daha sonra aynı nedene dayalı olarak ihalenin feshini isteyemez. Satışa hazırlık işlemlerine yönelik şikayet üzerine mahkemece verilecek kararlar kesin olmakla beraber, süresinde şikayet hakkının kullanıldığı hallerde icra mahkemesi kararının, ihalenin feshi aşamasında incelenmesi mümkündür. Ancak, yasanın öngördüğü bu olanağı kullanmayanlar, aynı şikayet nedenleri ile ihalenin feshini talep edemezler...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24538 | Başvuru, esasa etkili iddiaların mahkeme kararında karşılanmamış olması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, trafik kazası sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların kızı İ.S.Ş. 4/3/2018 tarihinde saat 20 sıralarında Antalya'nın Kumluca ilçesi Beykonak Mahallesi'ndeki bir cadde üzerinde O.K.nın yönetimindeki aracın çarpması neticesinde yaralanmış ve bir sağlık merkezine sevk edilmiştir. Olay anında O.K.ya ait aracın arkasındaki çeki demirine 4,60 m uzunluğunda bir tekne bağlıdır. Olay tarihinde İ.S.Ş. 11 yaşındadır. Kolluk görevlilerinin olay sonrasında düzenlediği Kaza Tespit Tutanağı'na göre;- Kazanın meydana geldiği asfalt kaplı, eğimsiz ve düz olan yol iki yönlüdür ve 7,60 m genişliğindedir. Yolda görüşe engel bir cisim bulunmamaktadır.- Kazanın meydana geldiği yerdeki azami hız limiti saatte 50 km'dir.- Hava açık ve yolun yüzeyi kurudur.- Kazanın meydana geldiği yerde kavşak, geçit ve trafik işareti levhası yoktur. - Olay yerinde çarpma noktası sonrasına ait 9,1 m fren izi bulunmaktadır.- Çarpma noktası, sürücünün seyir istikameti yönüne göre yolun sağ kenar çizgisine 2,2 m mesafededir. - Çarpma sonrası araç 23,7 m mesafede durmuştur. Olaydan haberdar edilen Kumluca Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) olay hakkında resen soruşturma başlatmış ve olayı haber veren kolluk görevlilerine gerekli talimatları vermiştir. Kolluk görevlilerinin şüpheli sıfatıyla aldıkları ifadesinde araçta üç kişi oldukları söyleyen O.K., başvurucuların kızının yolun karşısına geçmek isterken birden yola çıktığını, çocuğa çarpmamak için şeridinin dışına çıkmaya ve kornaya basmaya başladığını ancak aracının sağ ön aynasının çocuğa çarptığını ve olay anında hızının saatte 30-40 km civarında olduğunu öne sürmüştür. O.K. ile aynı araçta bulunan ve kolluğun bilgi sahibi olarak ifadelerine başvurduğu S.A. ve İ.O., O.K.nın anlatımlarını doğrulamıştır. Bununla birlikte S.A., O.K.nın yönetimindeki aracın olay anındaki hızının saatte 40-50 km civarında olduğunu söylemiştir. Kolluğun bilgi sahibi sıfatıyla ifadesine başvurduğu S.E.nin beyanından bu kişinin olay anını görmediği anlaşılmıştır. Olay anını kaydeden bir işyerine ait güvenlik kamerasına ait görüntüler kolluk görevlilerince izlenmiş ve görüntü içeriği kayıt altına alınmıştır. Sözü edilen işlem nedeniyle düzenlenen tutanağa göre başvurucuların kızı elindeki bir poşetle yalnız bir şekilde önce yolun karşısına geçmek için yolun ortasına doğru yürümüş, sonra yol kenarına doğru yürüyüp kameranın görüş açısından çıkmış, bir süre sonra hızlı adımlarla yolun karşısına geçmeye çalışmıştır. O.K. şeridinden kaçmaya çalışmış ancak aracının sağ ön kısmı başvurucuların kızına çarpmıştır. Olaydan sonra O.K. aracını olay yerinin 10-15 m ilerisine, yolun sağına çekmiştir. Başvurucuların kızı 9/3/2018 tarihinde Antalya'daki bir sağlık merkezinde tedavi gördüğü sırada vefat etmiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığında görevli bir Cumhuriyet savcısının huzurunda Antalya Adli Tıp Şube Müdürlüğünde görevli bir hekim tarafından yapılan ölü muayenesi işlemi, başvurucuların kızının trafik kazası sonucunda meydana gelen kafa travmasına bağlı kemik kırıkları ile kafa içi değişimler neticesinde vefat ettiğini ortaya koymuştur. Bu nedenle Cumhuriyet savcısı otopsi yapılmasına gerek görmemiştir. Başvurucu Hanife Şahan Başsavcılıkta verdiği 15/3/2018 tarihli ifadesinde kısaca kızını ekmek alması için evlerinin karşısında bulunan markete gönderdiğini, olay anında güçlü bir fren sesi duyduğunu ancak olaydan sonra sesin olaya neden olan araçtan başka bir araca ait olduğunun söylendiğini, korna sesi veya başka bir ses duymadığını söylemiştir. Başvurucu Hanife Şahan 19/3/2018 tarihinde Başsavcılığa soruşturmaya ilişkin taleplerini içerir bir dilekçe sunmuştur. Anılan dilekçede başvurucu, soruşturma dosyasının bilirkişiye tevdi edildiğini ancak olay yerini gören E.Ç. ve İ.nin işyerlerine ait kamera görüntülerinin istenmediğini, ayrıca olayı gören tanıklar Ç.G. ile S.B.nin ifadelerine başvurulmadığını belirterek sözü edilen eksikliklerin giderilmesinden sonra bilirkişiden rapor alınmasını istemiştir. Başsavcılık Kumluca İlçe Jandarma Komutanlığına (Jandarma) yazdığı 20/3/2018 tarihli müzekkere ile E.Ç. ve İ.ye ait işyerinin kamera görüntülerinin incelenmesini, olay anını göstermesi hâlinde bir örneğinin alınarak çözümünün yapılmasını, ayrıca olayı gördüğü iddia edilen Ç.G. ile S.S.nin (S.B.nin isminin aslında S.S. olduğu anlaşılmaktadır.) bilgi sahibi sıfatıyla ifadelerinin alınmasını istemiştir. Jandarma, Başsavcılığın talimatını yerine getirmiş ve sonucu 23/3/2018 tarihinde Başsavcılığa bildirmiştir. Buna göre;i. Ç.G. evinin balkonunda çamaşır asmaktayken duyduğu fren sesi üzerine yola baktığını ve bir çocuğu yerde yatarken gördüğünü söylemiştir.ii. S.S., evinde iken keskin bir fren sesi duyması üzerine yola baktığını, bir aracın karşı şeride doğru yönelmesine rağmen bir çocuğa çarptığını ve bu sırada ikinci bir fren sesi daha duyduğunu beyan etmiştir.iii. İ.ye ait olduğunu söylenen işyerindeki kamera olay yerini görmemektedir.iv. E.Ç.ye ait işyerinin kamera görüntüleri, daha önce incelenen (bkz. § 12) kamera görüntüleriyle uyumludur. Başsavcılık tarafından bilirkişi olarak görevlendirilen bir trafik polisi tarafından düzenlenen 26/3/2018 havale tarihli raporda, olayın meydana gelmesinde O.K.nın kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Rapora göre olay, başvurucuların kızının dikkatsiz bir şekilde yola girmesi nedeniyle meydana gelmiştir. Başsavcılık 28/3/2018 tarihinde S.A. ile İ.O.nun, 29/3/2018 tarihinde ise Ç.G. ile S.S.nin ifadelerini almıştır. S.A., İ.O., Ç.G. ve S.S. önceki ifadeleriyle uyumlu beyanda bulunmuştur ancak S.A., O.K.nın olaydan önce bir kez, İ.O. ise iki kez kornaya bastığını söylemiştir. S.S. ise duyduğu keskin fren sesinin karşı şeritte seyir hâlindeki bir başka araca ait olduğunu düşündüğünü ve O.K.ya ait aracın ne süratli ne de yavaş olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu Sinan Şahan 6/4/2018 tarihinde Başsavcılık tarafından alınan ifadesinde şüphelinin aracının olay anındaki hızının saatte en az 70-80 km olduğunu düşündüğünü ifade etmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince hazırlanan 15/11/2018 tarihli raporda; O.K.nın aracıyla seyir hâlinde iken seyir istikametine göre sağ tarafından karşıdan karşıya geçmek için yakın mesafede yola koşarak giren yayaya karşı ikazla beraber fren ve direksiyon tedbirine başvurduğu ancak kazayı önlemeye yönelik başka alabileceği önlem de olmadığından kusuru bulunmadığı, başvurucuların kızının araçların hareket hâlinde olduğunu gözetip gerekli ve yeterli kontrollerin akabinde tedbirli bir şekilde geçişini gerçekleştirmesi gerekirken bu hususlara riayet etmediği ve sol tarafını kontrol etmeksizin koşarak geçiş yaparak kazanın oluşumuna sebebiyet verdiği açıklanmıştır. Başsavcılık, olayın ölenin gerekli özeni ve dikkati göstermeden yola çıkması nedeniyle meydana geldiği ve şüphelinin olayın meydana gelmesinde kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucuların anılan karara ayrı ayrı yaptıkları itirazlar, Elmalı Sulh Ceza Hâkimliğince 5/3/2019 tarihinde reddedilmiştir. İlgili hukuk için bkz. İlknur Koca, B. No: 2015/3511, 15/11/2018, §§ 24- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/13480 | Başvuru, trafik kazası sonucu meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, terör olayları neticesinde köyünün boşaltılması nedeniyle 1994 yılında yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiş ve 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle 11/4/2006 tarihinde Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon, başvurucuya 835,50 TL ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, söz konusu tutarı kabul etmeyerek vekili aracılığıyla uyuşmazlık tutanağını imzalamış ve Komisyon kararının iptali istemiyle dava açmıştır. Elazığ İdare Mahkemesi 30/7/2012 tarihli kararıyla tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Kararda 5233 sayılı Kanun'a göre manevi tazminata hükmedilemeyeceği de belirtilmiştir. Başvurucu, temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından karar onanmış; karar düzeltme istemi aynı Dairenin 27/11/2014 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir. Nihai karar 25/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan başvurucu 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun uyarınca kurulan Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna 25/2/2014 tarihinde başvurarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat ödenmesini istemiştir. Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu tarafından 15/12/2014 tarihli kararla başvurucunun Komisyona başvurduğu tarihte (11/4/2006) başlayan ve karar tarihi itibarıyla henüz devam ettiği anlaşılan 8 yıl 8 aylık süre için 100 TL tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu makul süreye ilişkin tazminatı yetersiz bularak ve vekâlet ücreti ile başvuru masrafları hakkında karar verilmediği iddialarıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiştir. Anılan karar Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulu tarafından hukuka uygun bulunarak 6/3/2015 tarihinde itiraz reddedilmiştir. Kararın kesinleşmesinin ardından 100 TL tazminatın 24/6/2015 tarihinde başvurucu vekilinin hesabına yatırılarak ödendiği anlaşılmıştır. Başvuru formunda ve 8/1/2019 tarihine kadarki süreçte, Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna makul süre şikayetiyle yapılan başvurudan, bu başvurunun sonucundan ve lehe takdir edilen tazminattan herhangi bir şekilde bahsedilmemiş, bilgi verilmemiştir. Daha sonra, başvurucu vekili tarafından Anayasa Mahkemesine verilen 8/1/2019 tarihli dilekçede, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu tarafından 15/12/2014 tarihli kararla tazminat ödenmesine karar verildiği ve bilahare kararın infaz edildiği belirtilerek makul süreye ilişkin şikayetten vazgeçildiği bildirilmiştir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un maddesi şöyledir:"Bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığı tespit edilen başvurucular aleyhine, yargılama giderlerinin dışında, ayrıca ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasına hükmedilebilir." Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi şöyledir:“Başvurucunun istismar edici, yanıltıcı ve benzeri nitelikteki davranışlarıyla bireysel başvuru hakkını açıkça kötüye kullandığının tespit edilmesi hâlinde incelemenin her aşamasında başvuru reddedilir ve yargılama giderleri dışında, ilgilinin ikibin Türk Lirasından fazla olmamak üzere disiplin para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5465 | Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, hisseli arazisi üzerinden iki ayrı enerji nakil hattı geçirilmesi üzerine açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak 10 yılda tamamlanması, bu süre zarfında taşınmazını kullanamaması ve satamaması ile taşınmazına hukuksuz olarak el atılması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 29/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/10/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı’nın 1/12/2014 tarihli görüş yazısı 9/12/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 18/12/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun Ankara ili, Mamak ilçesi, Çiğiltepe, 38043 ada, 6 parselde yer alan ve 285/342 hissesi (285 m²) bulunan taşınmazı üzerinden 1977 yılında iki ayrı enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucu 14/8/2003 tarihinde TEİAŞ Genel Müdürlüğü aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Davalı TEİAŞ cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ile kendisine husumet yöneltilemeyeceğini ileri sürmüştür. Mahkeme, 23/12/2004 tarih ve E.2003/712, K.2004/583 sayılı kararı ile davayı kısmen kabul ederek %75 değer azalışı üzerinden hissesi oranında tazminat bedelinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkemenin kararı temyiz edilmiş, temyiz incelemesi yapan Yargıtay Hukuk Dairesi, 5/7/2010 tarih ve E.2006/3173, K.2010/13165 sayılı kararı ve 5999 sayılı Kanunla 2942 sayılı Kanuna eklenen geçici maddeye göre önce uzlaşma yönteminin denenmesi gerektiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Karar düzeltme talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, 18/1/2011 tarih ve E.2010/17011, K.2011/473 sayılı kararıyla uzlaşmanın sağlanamayacağının anlaşıldığı, taşınmazın yüzölçümü, geometrik durumu ve enerji nakil hattı güzergâhı dikkate alınarak tamamının bedeli üzerinden başvurucunun hissesi oranında tazminata hükmedilmesi ve başvurucunun taşınmazdaki payının iptal edilerek idare adına tescili gerekirken %75 değer azalışının kabul edilmesinin ve taşınmazın tamamının idare adına tescilinin yerinde olmadığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Mahkeme davayı tekrar ele almış, kendilerine husumet yöneltilen davalı Enerjisa BEDAŞ cevap dilekçesinde özelleştirme sonrası dağıtım tesislerinin TEDAŞ’ta kaldığını iddia ederek husumetin kendisine yöneltilemeyeceğini ifade etmiştir. Kendisine husumet yöneltilen davalı TEDAŞ ise, 6100 sayılı Kanun’un maddesine göre bozma kararı sonrası taraf değişikliğinin kabul edilemeyeceğini, davanın süresinde açılmadığını ve davanın esastan incelenmesi halinde taşınmazın yalnız küçük bir bölümünde irtifak hakkı kurulması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme, bozma kararına uyarak 3/10/2012 tarih ve E.2011/362, K.2012/444 sayılı kararı ile bilirkişi raporu doğrultusunda TEDAŞ’ı sorumlu tutarak arsa vasıflı taşınmaza kamulaştırmasız el atılması nedeniyle 500,00 TL tazminat bedelinin 14/8/2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine ve taşınmazın başvurucuya ait olan payının iptal edilerek TEDAŞ adına tesciline karar vermiştir. Temyiz taleplerini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, 28/3/2013 tarih ve E.2013/1961, K.2013/5762 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Karar, başvurucu vekiline 30/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve karar düzeltme talebinde bulunulmaması üzerine 16/5/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 29/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kanunla ilave edilen geçici maddenin 24/5/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanun’un maddesiyle değişmeden önceki birinci ve altıncı fıkraları şöyledir:“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır. …İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı saklıdır.” 13/2/2011 tarih ve 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un iptal edilen geçici maddesi şöyledir: "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır.” 2942 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesinin 1/11/2012 tarih ve E.2010/83, K.2012/169 sayılı Kararı ile iptalinden sonra 24/05/2013 tarih ve 6487 sayılı Kanunla değişik geçici maddesinin , ve fıkraları şöyledir:“Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.…Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir. …4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır…” 10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.” 16/5/1956 tarih ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir: “Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.” 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3578 | Başvurucu, hisseli arazisi üzerinden iki ayrı enerji nakil hattı geçirilmesi üzerine açtığı kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasının makul süreyi aşarak 10 yılda tamamlanması, bu süre zarfında taşınmazını kullanamaması ve satamaması ile taşınmazına hukuksuz olarak el atılması nedenleriyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu sol gözünde görme güçlüğü şikâyetiyle 2009 yılında başvurduğu Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Hastane) Göz Hastalıkları Polikliniğinde retina damar tıkanıklığı ve ilerleyici maküla ödemi teşhisiyle tedavi görmüştür. Bu kapsamda göz hastalıkları uzmanı Doktor Y.T. tarafından lazer uygulanan başvurucunun gözünde ödem artışı ve görmede azalma saptanması üzerine 25/2/2010 tarihinde göz içi ilaç uygulaması yapılmıştır. Kontrol muayenesinde gözünde ağrı ve bulanık görme şikâyetini bildiren başvurucu endoftalmi (göz içi iltihabı) düşünülerek Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine (Üniversite Hastanesi) yönlendirilmiştir. 1/3/2010-15/3/2011 tarihleri arasında üç kez Hastaneye yatışı yapılarak bir dizi operasyon geçiren başvurucunun sol gözü görme yetisini tamamen kaybetmiştir. Başvurucu hatalı teşhis ve tedavi yaptığı iddiasıyla Doktor Y.T. hakkında 22/6/2010 tarihinde Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Taksirle yaralamaya neden olma suçu kapsamında yürütülen soruşturmada, şüphelinin kusurlu olup olmadığı hususunda Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığından rapor istenmiştir. ATK İhtisas Kurulu tarafından başvurucu muayene edilip dosya evrakı incelendikten sonra hazırlanan 29/7/2013 tarihli bilirkişi raporunda; sol gözdeki retina arızasının (maküler ödem) tanı ve tedavisinin (göz içine ilaç verilmesi) tıp kurallarına uygun olduğu, göz içine ilaç zerk edildikten iki üç gün sonra ortaya çıkan endoftalminin bu tür ameliyatların onbinde bir oranında görülen bir komplikasyonu olduğu, enjeksiyonu ameliyathane koşullarında yapan ve ilk enfeksiyon belirtilerini saptadığında, hastayı daha ileri bir tedavi merkezine sevkeden doktora atfı kabil kusur bulunmadığı belirtilmiştir. Başsavcılık ATK raporunda belirtilen görüşe istinaden 10/9/2013 tarihinde şüpheli doktor hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun karara yaptığı itiraz Boğazlıyan Ağır Ceza Mahkemesinin 2/12/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Öte yandan başvurucu, hatalı müdahale nedeniyle gözünü kaybettiği iddiasıyla 22/3/2011 tarihinde Sağlık Bakanlığına (Bakanlık) tazminat istemiyle başvuruda bulunmuştur. Bakanlık 12/5/2011 tarihli işlemle talebi reddetmiştir. Başvurucu bunun üzerine 8/7/2011 tarihinde Kayseri İdare Mahkemesinde Bakanlık aleyhine tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; görme güçlüğü şikâyetiyle müracaat ettiği hastanede Doktor Y.T. tarafından yapılan muayene sonucunda anjiyo olması gerektiğinin söylendiğini, planlanan günde bir anjiyo yapıldığını, arkasından bir kez daha anjiyo yapıldığını, daha sonra da lazer tedavisi yapıldığını belirtmiştir. Ayrıca bir süre sonra Doktor Y.T. tarafından telefonla aranarak, oluşan damar tıkanıklığının açılması için yeni bir operasyon gerektiğinin söylendiğini belirten başvurucu 25/2/2010 tarihinde gözüne iğne yapıldığını ve sonraki gün ağrı oluşan gözünün görmez olduğunu, Hastaneye başvurduğunda Doktor R.T. tarafından Üniversite Hastanesine sevk edildiğini, başka doktorlara muayene olduğunda kendisine Doktor Y.T. tarafından yapılan işlemlerin hatalı olduğunun bildirildiğini ifade etmiştir. Davalı Bakanlık savunma dilekçesinde; başvurucunun şikâyeti üzerine görevlendirilen muhakkik tarafından hazırlanan disiplin soruşturması raporunda enjeksiyon uygulamasının güncel bir tedavi yöntemi olduğu, bu tür uygulamalardan sonra endoftalminin düşük de olsa beklenen bir komplikasyon olduğu, hekimin tıbbın gerektirdiği özeni gösterdiği ve ihmalinin bulunmadığı tespitlerine yer verildiği, ayrıca soruşturma izni kapsamında görevlendirilen bilirkişilerin de benzer yönde görüş sunduğu, olayda idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı ifade edilmiştir. Disiplin soruşturması kapsamında ifadesine başvurulan Doktor Y.T. tahminen bir yıl kadar önce sol gözünde retina damar tıkanıklığı ve ilerleyici maküla ödemi teşhisi ile takip edilen başvurucuya gerekli tetkikler yapıldıktan sonra 9/9/2009 tarihinde maküla lazer yapıldığını, bir miktar iyileşme tespit edilmesine rağmen ödem artışı ve görmede azalma saptanması üzerine bu kez göz içi ilaç uygulaması yapıldığını, normal bulgularla ve gerekli uyarılar yapılarak taburcu edildiğini, ertesi günkü muayenesinin de normal olduğunu ve ilaç verildiğini, birkaç gün sonra poliklinikte gördüğü başvurucuyu Üniversite Hastanesine yönlendirdiğini beyan etmiştir. Mahkeme, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vererek olayda idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda ATK'dan rapor istemiştir. ATK yaptığı inceleme sonucunda Mahkemeden, Hastanede uygulanan sterilizasyon yöntemlerinin ve enfeksiyondan bir buçuk ay öncesi ve sonrasında yapılan göz ameliyatlarının sayısı ile gelişen endoftalmi sayısının bildirilmesini talep etmiş, istenen bilgiler temin edilerek ATK'nın incelemesine sunulmuştur. ATK İhtisas Kurulu tarafından başvurucu muayene edilip dosya evrakı incelendikten sonra hazırlanan 25/3/2013 tarihli bilirkişi raporunda; 25/2/2010 tarihinde ameliyathane koşullarında uygulanan intravitreal enjeksiyonun tıp kurallarına uygun olduğu, enjeksiyondan yaklaşık üç gün sonra gelişen endoftalminin bu tarz göz içi girişimlerde her türlü özene rağmen oluşabilen komplikasyon olarak nitelendirildiği, bu nedenle hekime atfı kabil bir kusurun olmadığı belirtilmiştir. Başvurucu bilirkişi raporuna karşı beyanında; bilirkişi heyetinde yer alan doktorların sadece birinin göz alanında uzman olduğunu, defalarca operasyona tabi tutulmasının nedenlerinin raporda tartışılmadığını, bu süreçte alınması gerekli önlemlerin neler olduğunun ve olayda alınıp alınmadığının açıklanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca dört beş kez operasyon geçirmesine rağmen tek onam belgesi düzenlendiğini, bu belgenin de yasal anlamda geçerliliğinin bulunmadığını, bu kapsamda bilgilendirildiğine ve işlemi kabul ettiğine dair metni kendi el yazısıyla yazması gerekirken sadece isminin yazdırılıp imzasının alındığını, aydınlatmanın tıbbi işlemden en az yirmi dört saat önce yapılması gerekirken operasyon günü yapıldığını belirtmiştir. Mahkemenin 7/11/2013 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; sağlık hizmetlerinin, hizmetten yararlananın kişisel özelliklerine ve hizmetin yürütülmesine bağlı olarak öngörülemeyen tehlikeler içerdiği, idarenin tazminle sorumlu tutulabilmesi için ağır hizmet kusurunun bulunması gerektiği, ATK raporunda belirtildiği üzere başvurucuya yapılan müdahalenin tıp kurallarına uygun olduğu, enjeksiyondan yaklaşık üç gün sonra gelişen durumun bu tarz göz içi girişimlerde oluşabilen komplikasyon olarak nitelendirildiği, sonuç olarak başvurucuya yapılan tıbbi müdahalede idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz edilen kararın vekâlet ücreti dışındaki kısmı Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından 17/6/2014 tarihinde onanmış, karar düzeltme istemi de Dairenin 29/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar düzeltme aşamasında dosya hakkındaki düşüncesini bildiren tetkik hâkimi, endoftalmiye yol açan mikroorganizmaların ameliyathane ortamında bulaşıp bulaşmadığının belirlenmesi gerektiğine, bu belirlemenin ameliyathanede bulunan tüm malzemelerin mikroorganizma taşıyıp taşımadığının incelenmesi suretiyle mümkün olacağına vurgu yapmıştır. Tetkik hâkiminin düşüncesinde; enfeksiyonun hastane ortamından kaynaklanıp kaynaklanmadığının idarece zamanında etkili bir şekilde soruşturularak ortaya konulmadığı, aradan uzun zaman geçmiş olması nedeniyle iltihabın ameliyat sırasında kullanılan araç, gereç ve sıvılardan mı kaynaklandığı yoksa Hastaneden çıktıktan sonra dikkatsiz ve tedbirsiz davranması sonucu başvurucunun kusuru ile mi oluştuğunun tespitine imkân kalmadığı, idarenin olayın nedeni ve varsa sorumlularını belirleme konusunda gerekli ve yeterli inceleme ve araştırmayı yapmamasının, olaydaki özen eksikliğini ve hizmet kusurunu ortaya koyduğu, bu sebeple başvurucuda ortaya çıkan üzüntü ve elemin karşılığı olan manevi zararın karşılanması gerektiği görüşüne yer verilmiştir. Nihai karar 18/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. 14/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. İlgili hukuk için bkz. Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5104 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumuna girişte yapılan arama sırasında hukuka aykırı güç kullanımı nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1979 doğumlu olan başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hakkındaki yargılama nedeniyle tutuklu olup 19/2/2018 tarihinde Diyarbakır D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Rize L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. A. Olaya İlişkin Genel Bilgiler İnfaz Kurumuna giriş işlemleri sırasında başvurucunun üstü aranmak istenmiş, başvurucu yapılmak istenen aramanın hukuka aykırı olduğunu söyleyerek aramaya itiraz etmiş, zor kullanılarak aranmış ve giriş işlemlerinin ardından İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. Anlatımına göre başvurucu, çıplak arama yapılmak istenmesi nedeniyle aramanın hukuka uygun olmadığını belirterek aramaya karşı çıkmış; bunun üzerine arama yapılacak yere gelen on infaz memuru "Başkanlığın burada geçmez aramayı kabul etmezsen sonuçlarına katlanırsın, burası vatanseverlerin yeri hepiniz bunu öğreneceksiniz." diyerek başvurucuyu darbetmiş ve ardından çıplak olarak aramıştır. Olayla ilgili olarak beş infaz koruma memuru, aynı tarihte Üst Arama Tutanağı düzenlemiştir. Tutanakta; terör örgütü üyesi olma suçundan tutuklanan başvurucunun gizli ve şifreli doküman ve mesaj bulundurabileceği dikkate alınarak kurumun en yetkili amirinin bilgisi dâhilinde üst aramasının yapılmak istendiği, bu kapsamda utanma duygusunu ihlal etmeyecek ve kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirlerin alındığı belirtilmiştir. Tutanağa göre başvurucu, arama yapılmasını istememiş ve kamu görevlilerine "Türk Silahlı Kuvvetlerinin Afrin'de yaptıklarını burada bana yapmaya çalışıyorsunuz. Ben [...] eş başkanıyım. Kimse benim üstümü arayamaz. Ben zaten cezaevinden geliyorum. Sizin kanunlarınızı tanımıyorum." şeklinde sözler sarf edip fiziki olarak direnmiştir. İnfaz koruma memurlarının tutanakta belirttiğine göre bu durum üzerine kurum üst amiri bilgilendirilmiş, ayrıca başvurucuya ilgili tüzük hükümleri uyarınca arama yapılacağı, direnmesi hâlinde zor kullanılacağı hatırlatılmış; buna rağmen başvurucu aramayı engellemeye ve diğer hükümlüleri galeyana getirmeye çalışmıştır. Öncelikle başvurucunun üst giysilerinin çıkarılarak arama işlemine başlandığı ve sonrasında kıyafetleri giydirilerek iç çamaşırı kalacak şekilde alt kısımdaki giysileri çıkarılarak aramanın tamamlandığı bilgisine yer verilen tutanakta, arama neticesinde infaz kurumuna sokulması veya bulundurulması yasak maddeye rastlanmadığı açıklanmıştır. Arama işlemi ayrıca iki infaz koruma memuru ve nöbetçi müdürün düzenlediği başka bir tutanakla kayıt altına alınmıştır. Tutanakta başvurucunun da imzası bulunmaktadır. Başvurucunun adı, arama tarihi ve saatinin yer aldığı ve el yazısıyla doldurularak hazırlanan tutanak şu şekildedir:"Ceza infaz kurumuna 2018 günü saat 20 sıralarında hükümlü/tutuklu olarak gelen Mehmet Arslan'ın kuruma ilk kabulünde, dışarıdan hiçbir şekilde görülemeyeceği ve görüntü kaydeden bir cihazın bulunmadığı bir odada, kişinin tenine çıplak elle dokunulmadan ve giydirilen önlük üzerinden yapılan üst aramasında, kuruma girmesinde sakınca bulunan herhangi bir yasak madde bulunamamıştır. İşbu tutanak tarafımızdan tanzim edilerek hazırda bulunanlara birlikte imza altına alınmıştır. Başlangıç saati: 20Bitiş saati :30Yapılan aramadan dolayı herhangi bir zararım veya şikâyetim yoktur." Arama işleminden sonra İnfaz Kurumu Hekimliği tarafından başvurucunun ilk giriş muayenesi yapılarak hakkında rapor düzenlenmiştir. 19/2/2018 tarihinde saat 27'de yapıldığı belirtilen muayene sonucunda başvurucunun "her iki kulağında yeni oluşmuş kızarıklık ve sağ dirseğinde yeni oluşmuş yüzeysel iki kesi" tespit edilmiştir. B. Adli Soruşturma Süreci Başvurucu 21/2/2018 tarihinde Rize Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe yazarak infaz koruma memurlarından şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde; İnfaz Kurumuna getirildiğinde olağanüstü durumlarda uygulanması gereken ve insani olmayan çıplak arama yöntemine maruz kaldığını, kamu görevlileriyle bu konuyu müzakere etmeye çalışırken 10-15 kişi tarafından hastanelik oluncaya kadar darbedildiğini, kameraların yaşananları kaydettiğini, vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar ve şişlikler oluştuğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun dilekçesi 23/2/2018 tarihinde Rize Başsavcılığına gönderilmiştir.Rize Başsavcılığı 27/2/2018 tarihinde, başvurucunun şikâyetiyle ilgili olayın gerçekleştiği İnfaz Kurumunun adli yönden Kalkandere Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) bağlı olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek dosyayı Başsavcılığa göndermiştir. Başsavcılık tarafından soruşturma dosyası 30/3/2018 tarihinde kaydedilerek soruşturmaya başlanmıştır. Başvurucunun avukatı da 12/3/2018 tarihinde başvurucunun İnfaz Kurumuna girişinde yaşadığı olay nedeniyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla şikâyetçi olmuştur. Şikâyet dilekçesinde; bir siyasi partinin eş genel başkanı olan başvurucunun hukuka aykırı ve çıplak şekilde zorla arandığını, kamu görevlilerince tehdit edilerek bayılıncaya kadar fiziki saldırıya maruz bırakıldığını, işkence izlerine rağmen kurum doktorunun darp raporu düzenlemekten kaçındığını iddia etmiştir. Dilekçede ayrıca olay yerindeki kamera görüntülerinin getirtilmesini, başvurucunun en yakın sağlık kuruluşuna sevkinin sağlanarak hakkında adli muayene formu düzenlenmesini, olay yerinde keşif yapılmasını, başvurucunun bilgi sahibi olan oda arkadaşlarının tanık olarak dinlenmesini, olayın faili olan infaz koruma memurlarının ve kurum doktorunun kimliklerinin tespit edilmesini talep etmiştir. Bu arada İnfaz Kurumunca olayla ilgili belgeler ve bir CD 2/3/2018 tarihinde Başsavcılığa gönderilerek suç duyurusunda bulunulmuştur. Evrakla ilgili adli soruşturma 30/3/2018 tarihinde başvurucunun şikâyetçi olduğu dosya ile birleştirilerek başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan soruşturma yürütülmüştür. Başsavcılıkça 17/4/2018 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Görevli memurlar üzerimdeki elbiseleri çıkartarak aramak istedi. Ben de bu uygulamanın doğru olmadığını, bu olayın insanlık onuruna aykırı olduğunu söyledim. Bunun üzerine infaz koruma memurları beni darp ettiler. Yere yatırarak üzerimde tepindiler. Kamera kayıtları incelendiğinde olay anında hangi memurların orada olduğu görülecektir. Ben üzerimin aranması esnasında hiçbir şekilde direnmedim. Aksine orada bulunan infaz koruma memurları beni darp etti. Hatta bana karşı işkence yapıldı... " Arama işlemini gerçekleştiren ve tutanakta imzası bulunan beş infaz koruma memuru Başsavcılıkta müşteki şüpheli olarak ifade vermiştir. Bu kişiler beyanlarında; arama yapmak istediklerinde başvurucunun zaten infaz kurumundan geldiğini belirtip üstünü aratmayacağını söylediğini, eş başkan olduğunu, Silahlı Kuvvetlerin Afrin'de yaptıklarını kendilerinin de burada yaptığı şeklinde sözler sarf ettiğini dile getirmiştir. İnfaz koruma memurları, herkese yapıldığı üzere başvurucunun önce üst, sonra alt kısmındaki kıyafetlerini çıkararak başvurucuyu usulüne uygun şekilde aradıklarını, kendisini kesinlikle darbetmediklerini, aramaya direndiği için başvurucudan şikâyetçi olduklarını belirtmiştir. Başvurucu hakkında ilk kabul muayene raporunu düzenleyen doktor K.nın şüpheli sıfatıyla Başsavcılıkta savunması alınmıştır. K. ifadesinde özetle aynı gün terör mahkûmlarının tutulduğu koğuşlardaki sayım nedeniyle olaylar yaşandığından 50-60 kadar adli rapor düzenlediğini belirtmiş; genel uygulamanın mahkûmların kuruma girişleri sırasında sadece ilk kabul muayene raporu düzenlenmesi olduğunu ancak darp iddiası bulunduğu takdirde adli rapor düzenlendiğini, başvurucunun da darp şikâyeti olmadığı ve başka bir infaz kurumundan nakil geldiği için ilk kabul muayenesini yaparak sadece buna ilişkin rapor düzenlediğini, düzenlenen raporda da gördüğü birtakım lezyonları yazdığını beyan etmiştir. Arama işleminin yapıldığı koridorda bulunan kamera kayıtlarının çözümü için Kalkandere İlçe Emniyet Amirliğine 25/4/2018 tarihinde yazı yazılmıştır. Yazıda; başvurucunun üst araması yapılmasını engellemek amacıyla fiziki direnişte bulunup bulunmadığı, infaz koruma memurlarının arama sırasında görev ve sorumluluklarını aşacak şekilde başvurucuya müdahale edip etmedikleri konusunda tutanak hazırlanması istenmiştir. İki polis memuru tarafından hazırlanan CD İnceleme Tutanağı'nda dört fotoğraf karesine yer verilerek şu tespitlerde bulunulmuştur:- Başvurucu olduğu düşünülen kişi saat 14'te İnfaz Kurumuna giriş yapmıştır.- Başvurucu, üst araması için infaz koruma memuruyla odaya saat 24'te girmiştir.- Üst araması devam ederken saat 30'da odanın girişinde infaz koruma memurları kalabalık şekilde beklemektedir.- Saat 40'ta üst araması biten başvurucu, odadan çıkmıştır. CD İnceleme Tutanağı'nda ayrıca kamera görüntüsünün kalitesiz olması nedeniyle daha net görüntü elde edilemediği, infaz koruma memurlarının başvurucuya yönelik fiziki müdahalesinin olmadığı, başvurucunun da infaz koruma memurlarına fiziki bir direnişte bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkında Rize Adli Tıp Şube Müdürlüğünden sağlık raporu alınmıştır. İnfaz Kurumunda düzenlenen ilk kabul muayene raporu incelenerek ve 22/5/2018 tarihinde başvurucu muayene edilerek aynı gün düzenlenen raporda; olayla ilgili travmatik lezyon saptanmadığı, meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi bir müdahale ile giderilebilecek nitelikte hafif olduğu belirtilmiştir. Soruşturma sonunda Başsavcılık; beş infaz koruma memuru, kurum doktoru ve başvurucu hakkında 9/8/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir (Kararda sehven 9/7/2018 tarihi yazıldığı değerlendirilmiştir.). Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:" 2018 tarihinde dosyaya ibraz edilen 2018 tarihli tutanakta, Mehmet Arslan'ın kuruma ilk kabulünde yapılan üst aramasında üzerine yasak eşya bulunmadığı ve Mehmet Arslan'ın herhangi bir zarar ve şikayetinin olmadığı, Mehmet Arslan ve görevli infaz koruma memurlarınca imza altına alındığı görülmekte olup,Yapılan soruşturma neticesinde, kamera görüntülerinden tarafların beyanlarında müşteki şüpheli Mehmet Arslan'ın görevli memurlara karşı fiziki bir direnişte bulunmadığı, fiziki direnişten bahsedebilmek için cebir veya tehdit unsurlarından birinin olması gerektiği olayda Mehmet Arslan tarafından görevli memurlara yöneltilmiş bir cebir yada tehdit unsuru olmadığı anlaşıldığından, görevi yaptırmamak için direnme suçunun unsurlarının oluşmadığı tespit edilmesi nedeniyle,Tarafların beyanlarından, kamera görüntüsünden, 2018 tarihli üst araması tutanağından, görevli infaz memurlarının Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük Maddesi gereğine uygun olarak üst araması yaptıkları, ölçülü bir şekilde müdahale ettikleri anlaşıldığından, Görevi Kötüye Kullanma, İşkence Yapma, Halkı Kin ve Düşmanlığa Alanen Tahrik Etme suçlarının unsurlarının oluşmadığı, yukarıda kimlik bilgileri yazılı şüpheli cezaevi doktorunun görevini kötüye kullandığına ilişkin her hangi bir delil yada emare bulunmadığından,Müşteki şüpheliler ve şüpheli hakkında, yukarıda açıklanan suçlar bakımından kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA...[karar verildi.]" Başvurucu söz konusu karara ilişkin itiraz dilekçesinde; şikâyet dilekçesinin iki gün sonra Başsavcılığa gönderilerek işkence izlerinin geçmesinin beklendiği, adli muayene raporunun olaydan elli bir gün sonra aldırıldığını, tanık olarak dinlenilmesini istediği tutukluların beyanlarının tespit edilmediğini, Başsavcılığın direnmeyi kabul etmediği hâlde infaz koruma memurlarının ölçülü müdahalede bulunduklarını kabul etmesinin çelişki oluşturduğunu belirterek yürütülen soruşturmanın etkisiz olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ve avukatının itirazı Rize Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/11/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Söz konusu karar 4/12/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Hakkında Yürütülen Disiplin Soruşturması Süreci Başsavcılıkça 25/4/2018 tarihinde, başvurucunun kuruma girişi sırasında yaşanan olayla ilgili disiplin soruşturması yapılıp yapılmadığı İnfaz Kurumundan sorulmuştur. 3/5/2018 tarihli yazıyla verilen cevapta olayla ilgili olarak disiplin soruşturması yürütüldüğü, başvurucu hakkında darp ve cebir raporu alınmadığı ancak ilk kabul muayenesi yapıldığı ve bununla ilgili form düzenlendiği belirtilmiştir. İnfaz Kurumunca başvurucunun üst araması sırasında sözlü ve fiziki olarak direnişte bulunduğunun tutanakla kayıt altına alındığı gerekçesiyle hakkında idari soruşturma başlatılacağı ihtar edilerek başvurucudan üç gün içinde yazılı veya sözlü savunma yapması istenmiştir. İhtar, olayın yaşandığı 19/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, savunma vermemiştir. Disiplin soruşturması sonucunda başvurucunun arama işlemi sırasında sözlü ve fiziki olarak direnişte bulunarak uyarılara rağmen aramaya karşı çıktığı gerekçesiyle bir ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası ile cezalandırılmasına 28/2/2018 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucu; bireysel başvuru formunda, itiraz üzerine İnfaz Hâkimliğince disiplin cezasının kaldırıldığını bildirmiş ise de dosya bilgilerini veya kararın bir örneğini sunmamıştır. Bakanlık görüş yazısında söz konusu karardan bahsedilmektedir. Görüş yazısında belirtildiğine göre başvurucu hakkındaki disiplin cezası Rize İnfaz Hâkimliğinin 29/3/2018 tarihli kararıyla kaldırılmıştır. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"...Rize L Tipi Kapalı Cezaİnfaz Kurumunda her ne kadar hakkında aramaya karşı çıkmaktan dolayı disiplin cezası uygulanmış ise de; hükümlünün Diyarbakır D Tipi kapalı ceza infaz kurumundan Rize L Tipi Kapalı Cezaİnfaz Kurumuna sevk olarak geldiği, Rize L Tipi Kapalı ceza infaz kurumuna girişte görevli infaz koruma memurlarının çamaşırı kalacak şekilde elbiselerini çıkartmalarını istedikleri arama yapılacağını belirttikleri, itiraz eden hükümlünün bu arama şeklini kabul etmediği, bunun üzerine görevlilerin itiraz eden hükümlünün kıyafetlerini çıkartarak arama yaptıkları, hükümlünün kıyafetlerini kendiliğinden çıkartmamakla birlikte aramayı engelleyecek fiziksel bir direnç göstermediği anlaşılmaktadır.Çıplak arama, elbetteki kişinin mahremiyetini ihlal edecek bir uygulamadır. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Tüzüğün Maddesinin 2 fırkasında Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ve kurum en üst amirinin gerekli görmesi hâlinde, çıplak olarak veya beden çukurlarında arama yapılabileceği hükmünün mevcuttur. Ancak başka ceza infaz kurumundan sevk ile gelen hükümlünün belirtilen makul ve ciddi emare olduğuna yönelik delil olmadan çıplak arandığı, hükümlünün bu nedenle pasif direniş gösterdiği, aramaya karşı koyma suçunun oluşması için gereken fiziksel direnişi ise göstermediği, bu durumun hükümlünün ifadelerinde ve tutulan tutanaklarda sabit olduğu, aramaya karşı koyma suçu oluşmamıştır..." İlgili hukuk için bkz. Mahir Birgül, B. No: 2017/37181, 13/10/2020, §§ 22-33; Emre Erdem, B. No: 2017/30219, 20/10/2020, §§ 30- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/791 | Başvuru, ceza infaz kurumuna girişte yapılan arama sırasında hukuka aykırı güç kullanımı nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucuya (sanığa) gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın kanun yolu denetimi yapan mahkemeye gönderilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklardan yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının 9/12/2015 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'na muhalefet suçundan kamu davası açılmıştır. Yargılamayı yürüten Gaziosmanpaşa Asliye Ceza Mahkemesi 2/7/2018 tarihinde başvurucunun 213 sayılı Kanun'a muhalefet suçunu işlediğinden bahisle mahkûmiyetine hükmetmiş, sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı vermiştir. Tefhim edilen kararda gerekçeye yer verilmemiştir. Başvurucu müdafii karara itiraz ettiğine ilişkin dilekçesini 9/7/2018 tarihinde vermiş ve gerekçeli itiraz dilekçesini gerekçeli kararın tebliğinden sonra vereceğini bildirmiştir. Gerekçeli karar başvurucu veya müdafiine tebliğ edilmemiş ve itiraz hususunda karar verilmek üzere dosya 19/9/2018 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 9/10/2018 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"İtiraza konu mahkeme kararında açıklanan gerekçelere, yargılama aşamasında alınan beyanlara, itiraz dilekçesinde ileri sürülen sebeplere ve tüm dosya kapsamına göre, itiraza konu kararın CMK.'nın maddesinde öngörülen yasal unsurları taşıdığı ve bu hali ile kararın usul ve yasaya uygun bulunduğu görülmekle yerinde olmayan itirazın reddine ... " Başvurucu, nihai kararın 25/10/2018 tarihinde tebliğ edildiğini beyan etmiş ve 26/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ayşe Eşlik, B. No: 2014/15969, 21/6/2017, §§ 14-18; İbrahim Kaya, B. No: 2017/29474, 28/1/2020, §§ 15- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35088 | Başvuru, başvurucuya (sanığa) gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın kanun yolu denetimi yapan mahkemeye gönderilmesi nedeniyle savunma için gerekli zaman ve kolaylıklardan yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 22/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 14/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8008 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca verilen tedbir kararına yönelik esaslı iddiaların itiraz mercii tarafından karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılama sırasında bazı taleplerin mahkemece hukuka aykırı olarak reddedilmesi ve bazı usule ilişkin güvencelere riayet edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca başvurucunun yöneticisi olduğu sendikanın faaliyetleri kapsamında katıldığı bazı yasal etkinlikler ile bulundurduğu bazı yayınların terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması nedeniyle de ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin ihlal edildiği iddia edilmiştir. Başvuru 21/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1980 doğumlu olup olayların meydana geldiği Tunceli'de matematik öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucu ayrıca aynı tarihlerde Tunceli Eğitim-Sen şube başkanlığı ve yöneticiliği görevlerini de yürütmüştür. Başvurucu, DHKP/C terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle 17/10/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 19/10/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 5/4/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütünün faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgütü yönetme ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından cezalandırılmasını talep etmiştir. Yargılama sırasında 17/5/2012 tarihli celsede başvurucu müdafii, bazı tanıkların dinlenmesini talep etmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) ise dinletilmek istenen tanıkların, sanık ve müdafilerinin savunma yaptıkları duruşmada salonda bulunduklarını, iddia ve savunmaları dinlediklerini tespit etmiştir. Bu durumu ve ayrıca sanık müdafiinin tanık dinletmek istediği konunun telefon görüşme içeriği olmasını gözönüne alan Mahkeme tanık dinletme talebini reddetmiştir. Mahkeme ayrıca sanık müdafiinin hangi konuda tanık dinletmek istediğini ve tanık olarak dinletmek istediği kişilerin açık kimlik bilgileri ile adreslerini mahkemeye bildirdiği takdirde talebin bir sonraki celse yeniden ele alınmasına, tanıkların sanık müdafii tarafından bir sonraki celsede hazır edilmeleri hâlinde ise ifadelerinin alınmasına karar vermiştir. Mahkeme, bir sonraki celsede sanık müdafii tarafından hazır edilen tanıkları duruşmada dinlemiştir. Mahkeme 24/9/2012 tarihinde başvurucunun DHKP/C terör örgütüne üye olma suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezası ile mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararına iddianame ve sanık savunmalarını özetleyerek başlamıştır. Daha sonra DHKP/C terör örgütünün oluşumunu, gelişimini, kurulduğu tarihten itibaren gerçekleştirdiği terör eylemlerini, DHKP/C terör örgütü ile Haklar ve Özgürlükler Cephesi (HÖC), Halk Cephesi, Haklar Derneği, Gençlik Federasyonu ve Yürüyüş dergisinin irtibatını açıklamıştır. İlk derece mahkemesi; terör örgütü üyeliği suçundan verdiği mahkûmiyet hükmünde başvurucunun üzerinde yapılan aramada Yürüyüş dergisinin bulunmasını, bu derginin satışını yapmasını ve gelirini örgüte aktarmasını, terör örgütüne eleman kazandırmak amacıyla sanatsal faaliyetler organize etmesini, çatışmalarda öldürülen terör örgütü üyelerini sahiplenmesini, onları şehit olarak görmesini, resim ve posterlerini taşımasını ve terör örgütü tarafından ilan edilen devrim şehitleri haftasında terör örgütü üyelerinin mezarlarını ziyaret etmesini dikkate almıştır. Mahkeme; başvurucunun terör örgütü üyeleri ile ilgili başlatılan açlık grevi ve ölüm oruçlarına destek vermesini, terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen operasyonlara karşı basın açıklamalarına katılmasını, Halk Cephesi imzalı pankart, afiş, resim ve simgeler taşımasını, terör örgütü faaliyeti gösterdikleri iddiasıyla haklarında soruşturma veya kovuşturma yürütülen kişilerin durumunu yakından takip etmesini ve bunlar hakkında örgüt faaliyetlerini takip eden kişilere bilgi vermesini de mahkûmiyet gerekçesinde değerlendirmeye almıştır. Kararda H.Y. isimli bir şahsın başvurucu hakkındaki ifadesine de yer verilmiştir. Bu beyana göre 2009 yılında Tunceli'de düzenlenen Munzur Doğa ve Kültür Festivali'ne gezmek için gelen ve Dersim Haklar Derneğinin çadırında kalan H.Y., kendisinden şüphelenildiği için Ovacık istikametine götürülmüş ve başvurucu tarafından "Seni aramıza kim soktu, kimin adına çalışıyorsun, seni DHKP/C adına sorguluyoruz." denilerek darp edilmiştir. Bu olayla ilgili başvurucunun evinde yapılan aramalarda DHKP/C terör örgütü ile ilgili yasak yayınların ele geçirildiği belirtilmiştir. Ayrıca Mahkeme; başvurucunun örgüt tarafından önem atfedilen belirli gün veya haftalarda örgütün talimatlarıyla düzenlenen birçok etkinliğe katılmasına, katılımın fazla olması için çaba göstermesine ve bu etkinliklerde "Kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz, yaşasın devrimci dayanışma, A.Y. ölümsüzdür, anaların öfkesi katilleri boğacak, katil devlet hesap verecek, bedel ödedik bedel ödeteceğiz, yaşasın devrimci dayanışma" ve "Baskılar bizi yıldıramaz, türküler susmaz halaylar sürer, kahrolsun faşizm yaşasın mücadelemiz, gözaltılar serbest bırakılsın, Mahir-Hüseyin-Ulaş kurtuluşa kadar savaş, yaşasın devrimci dayanışma" şeklinde sloganlar atarak ve "Kızıldere son değil, savaş" şeklinde çeşitli pankartlar taşıyarak terör örgütü propagandası yapmasına da vurgu yapmıştır. Mahkeme, yapmış olduğu bu tespitlere ilişkin başvurucunun bazı telefon görüşmelerine ve terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyet gösteren internet sitelerindeki haber içeriklerine de kararında yer vermiştir. Mahkeme bu şekilde "öğretmenlik görevini ve bu görevden ötürü bir süre üstlendiği sendikal görevi terör örgütü faaliyetleri için araç olarak kullandığı, sendikal görev ve demokratik tepki görüntüsü altında eylemlerini bu şekilde kamufle ettiği" kanaatine vardığı başvurucunun DHKP/C terör örgütü üyesi olduğu sonucuna ulaşmıştır. Temyiz üzerine mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 15/11/2013 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, nihai karardan 12/2/2014 tarihinde haricen haberdar olduğunu belirtmiş; 21/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal ([GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar. | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2335 | Başvuru, yargılama sırasında bazı taleplerin mahkemece hukuka aykırı olarak reddedilmesi ve bazı usule ilişkin güvencelere riayet edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca başvurucunun yöneticisi olduğu sendikanın faaliyetleri kapsamında katıldığı bazı yasal etkinlikler ile bulundurduğu bazı yayınların terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılması nedeniyle de ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin ihlal edildiği iddia edilmiştir. | 0 |
Başvuru, kamudaki görevinden ihraç edilen hukukçunun baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Olağanüstü Hal Sürecinde Uygulanan Tedbirler Ülkemizin 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmasına ilişkin süreç, bu teşebbüsün arkasında uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen terör örgütüne ilişkin bilgiler, Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararları, darbe teşebbüsünün bastırılmasının akabinde Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hâl (OHAL) süreci ve bu süreçte uygulanan tedbirler Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında detaylı şekilde yer almaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-66; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21; Alparslan Altan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 10; ayrıca bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/MD-956, K.2017/370 sayılı kararı). OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarma tedbirlerinin uygulanmasına da karar verilmiş, bu konuda genel ve soyut normlar ihdas edilmiştir. Örneğin 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı OHAL KHK'sı) maddesinde, millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY'ye aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verileceği hüküm altına alınmıştır (Kamu görevinden çıkarma tedbirlerine ilişkin detaylı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Yine 667 sayılı OHAL KHK'sının maddesinde kamu görevinden çıkarılanların, uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve yüksek mahkeme başkan ve üyeliği, müsteşar, hâkim, savcı, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamayacakları ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 21/7/2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS, Sözleşme); Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 50). B. Başvurucunun Baro Levhasına Yazılma Talebine İlişkin Süreç Başvurucu, 1999 yılında hukuk fakültesini bitirmiş ve hâkim-savcı adayı olarak kamudaki görevine başlamıştır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün gerçekleştiği tarihte Gebze Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan ve millî güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY ile aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olduğu değerlendirilen başvurucu hakkında Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Dairesinin 16/7/2016 tarihli kararıyla görevden uzaklaştırma kararı verilmiştir. Akabinde aynı gerekçeyle HSK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararıyla başvurucunun meslekten ihraç edilmesine karar verilmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan yeniden inceleme talebi de aynı Makamın 29/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Hâkimlik-savcılık mesleğinden ihraç edilmesinin ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle Ankara Barosuna (Baro) başvurmuştur. Başvurucunun talebi, HSK tarafından verilen kararın idari bir işlem olduğu ve yasal şartlara uygun olduğu gerekçesiyle Baro Yönetim Kurulunun 6/9/2017 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Söz konusu karar Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulunun 15/9/2017 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur. TBB tarafından verilen karar, Bakanlık tarafından yerinde görülmeyerek bir daha görüşülmek üzere 17/10/2017 tarihinde TBB'ye geri gönderilmiştir. Geri gönderme kararının gerekçesinde;i. HSK tarafından meslekten çıkarılan başvuru hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından FETÖ/PDY'ye üye olma suçu kapsamında soruşturma başlatıldığı ve HSK'da şikâyet dosyasının bulunduğu belirtilmiştir.ii. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinde avukatlığa engel olan suç tiplerinin sayıldığı, aynı düzenlemeye göre söz konusu suçlardan kovuşturma altına olanların avukatlığa alınma isteklerinin kovuşturma sonuna kadar bekletilmesi gerektiği, bu kapsamdaki avukatlığa engel hâli bulunan başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar verilmesinin yerinde görülmediği ifade edilmiştir.iii. Ayrıca 1136 sayılı Kanun'un maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, yine anılan Kanun'un , ve maddelerinin de bu kapsamda hükümler içerdiği, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde de avukatların yargı görevi yapan kişilerden sayıldığı vurgulanmıştır. iv. Kamu hizmetinin idare hukuku esaslarına göre çalıştırılan ve kamu görevlisi olarak adlandırılan kişilerce yapılmasının zorunlu olmadığı, kamu hizmetinin bir kısmının kamu görevlisi olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan ancak işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce de yerine getirildiği ifade edilmiştir. v. Avukatların verdikleri hizmetlerin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği, adalet, yargı, hukuk işlerinin kamu hizmetinin en yoğun ve kamu kavramının anlam olarak en önde gelen alanlarından olduğu belirtilmiştir. Kararda; 667 sayılı OHAL KHK'sı ile başvurucu hakkında alınan tedbirin, avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususlarının gözardı edilmemesi ve idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışamamak şeklinde dar yorumlanmaması gerektiği vurgulanmıştır. Böylesi dar bir yorumun OHAL KHK'sının amacıyla bağdaşmadığı ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı ileri sürülmüş ve söz konusu tedbirin ilgilinin bir daha kamu hizmetinde çalışamamasını da içerdiği ifade edilmiştir.vi. Ayrıca OHAL KHK'sı ile alınan tedbirin yalnızca idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulmasının memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı ve hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması açısından yaşamsal bir öneme sahip yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği belirtilmiştir. TBB Yönetim Kurulu, 3/11/2017 tarihli kararıyla, önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin kabulüne karar vermiştir. Israr kararının gerekçesinde; başvurucunun Başsavcılık tarafından soruşturulduğu, henüz soruşturma kapsamında olan bir suç nedeniyle 1136 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanamayacağı ve Bakanlığın geri gönderme kararının usule ve yasaya uygun olmadığı ifade edilmiştir. Kararın kesinleşmesi üzerine ant içen başvurucunun ismi baro levhasına yazılmıştır. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yazılmasına ilişkin TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen karara karşı 16/11/2017 tarihinde iptal davası açmıştır. Yürütmenin durdurulması talebini de içeren ve Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) tarafından kayda alınan dava dilekçesinde;i. Başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçu kapsamında Başsavcılık tarafından soruşturma yürütüldüğü ve HSK'da şikâyet dosyasının bulunduğu belirtilerek bu durumun 1136 sayılı Kanun'un maddesi gereğince avukatlığa engel hâl oluşturduğu iddia edilmiştir.ii. Terör eylemlerinin türüne ve niteliklerine ilişkin 12/4/1991 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında açıklamalarda bulunulmuştur. Ayrıca MGK tarafından 26/2/2014-26/5/2016 tarihleri arasında gerçekleştirilen toplantılarda FETÖ/PDY'nin, millî güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, Devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, yasa dışı ekonomik boyutu bulunan ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapıldığı ve bu terör örgütü ile tüm kurum ve birimlerin birlikte etkin bir şekilde mücadele edilmesine dair kararların alındığı hatırlatılmıştır. iii. Devlet organlarına sızan FETÖ/PDY bağlantılı kişilerin sadece demokratik hukuk düzenine tehdit oluşturmakla kalmadıkları, 15/7/2016 tarihinde darbe teşebbüsünde bulunmak suretiyle de millî güvenliğe karşı fiilen büyük bir tehdit oluşturdukları ifade edilmiştir. Bu nedenle, darbe teşebbüsünün akabinde Devlet kurumlarının FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı veya mensubiyeti değerlendirilen kişilerden hızlı bir şekilde arındırılabilmesi amacıyla OHAL KHK'larının çıkarıldığı belirtilmiştir.iv. Bu kapsamda yürürlüğe giren 667 sayılı OHAL KHK'sının maddesinin (2) numaralı fıkrasında, OHAL KHK'sı ile meslekten veya kamu görevinden çıkarılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğinin hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Söz konusu meslekten veya kamu görevinden çıkarma tedbirinin, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir mahiyetinde olduğu ifade edilmiştir.v. Yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin hukuki sorunların ve anlaşmazlıkların adalete ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesi, hukuk kurallarının tam olarak uygulanması, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması ve hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması bakımından yaşamsal bir öneme ve değere sahip olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda hukuk kurallarının tam olarak uygulanması konusunda yargı organlarına, yetkili kurul ve kurumlara yardımda bulunmanın bağımsız savunmayı serbestçe temsil eden avukatlığın amaçlarından biri olduğu ileri sürülmüştür.vi. 1136 sayılı Kanun'un maddesinde avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olarak tanımlandığı, yine anılan Kanun'un maddesinde yer alan düzenlemenin avukatlığın kamu hizmeti niteliğinde olması esasına dayandığı ifade edilmiştir. Yine Kanun'un ve maddelerinin mesleğin kamu hizmeti niteliğinde olduğunun bir göstergesi olduğu, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin bu durumu teyit ettiği iddia edilmiştir.vii. Kamu hizmetinin bir kısmının idare tarafından idare hukuku esaslarına göre çalıştırılan ve kamu görevlisi olarak adlandırılan kişilerce gerçekleştirildiği, diğer bir kısmının ise idare hukuku anlamında kamu görevlisi olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan ancak işlevsel anlamda kamu görevi ifa eden serbest meslek grubundaki kişilerce yerine getirildiği ifade edilmiştir. Avukatların verdiği hizmetin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. viii. Anayasa Mahkemesinin 23/6/1989 tarihli bir kararına yer verilerek avukatlık mesleğinin kamu hizmeti ve serbest meslek olarak iki yönlü olduğunun kabul edildiği, adalet, yargı, hukuk işlerinin kamu hizmetinin en yoğun ve kamu kavramının anlam olarak en önde gelen alanı olduğu belirtilmiştir. 667 sayılı OHAL KHK'sı kapsamında meslekten veya kamu görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine ilişkin olarak alınan tedbirin avukatlık mesleğinin önem ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususları gözardı edilerek yorumlanmaması gerektiği ifade edilmiştir. Söz konusu düzenlemenin idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışamamak şeklinde dar yorumlanmasının OHAL KHK'sının amacıyla bağdaşmayacağı ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacağı iddia edilmiştir.ix. Ayrıca, söz konusu tedbirin sadece idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi olarak çalışanlarla sınırlı tutulmasının memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı, hukuk devletinin işlerliğinin sağlanması bakımından hayati önemi bulunan ve yargının kurucu unsurlarından olan avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği vurgulanmıştır. Bu nedenlerle 667 sayılı OHAL KHK'sı ile kamu görevinden ihraç edilen başvurucunun avukat olarak Baro levhasına yazılmasının yerinde olmadığı ve TBB Yönetim Kurulu tarafından verilen ısrar kararında hukuki isabet bulunmadığı ileri sürülmüştür. Davalı TBB tarafından sunulan 19/1/2018 tarihli cevap dilekçesinde; başvurucunun Baro levhasına yazılma talebinin kabul edilmesine ilişkin verilen kararın ve bu yönde tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu ve davanın reddine karar verilmesi gerektiği iddia edilmiştir. Cevap dilekçesinde;i. Başvurucu hakkında bir ceza soruşturmasının bulunduğu ancak kovuşturma aşamasına geçildiğine dair herhangi bir bilgi veya belgenin bulunmadığı, bu nedenle 1136 sayılı Kanun'da düzenlenen koşulların oluşmadığı belirtilmiştir.ii. Kamu hukuku usulüne göre tasarrufta bulunan veya işlem yapanlarla bu işlemlerin yapılmasına kamu hukuku usulü çerçevesinde katkı sunan, bu kişilere faaliyetlerinde yardımda bulunanların kamu görevini ifa ettikleri, kamu hukuku usulüne göre tasarrufta bulunmayan veya işlem yapmayan ve bu faaliyetlere kamu hukuku usulü çerçevesinde yardımda bulunmayanların ise kamu hizmeti gördükleri belirtilmiştir. iii. Kamu görevi kavramı; yasama ve yargı faaliyetlerinin yanı sıra devletin olmazsa olmaz birincil amaçlarının gerçekleşmesi için devlete özgü, devletçe yapılması zorunlu, egemen gücün, yetkinin ve kamu hukuku kurallarına göre oluşturulan idarenin kullanılmasını ve örgütlenmesini yansıtan etkinlikler bütünlüğü olarak tanımlanmıştır. Kamu hizmeti kavramı ise devletin ikincil amaçlarını gerçekleştirmek için başkalarına da bırakabileceği etkinlikler şeklinde açıklanmıştır.iv. Serbest avukatlar gibi yaptıkları hizmetin kamu hizmeti olduğu yasalarca kabul edilenlerin kamu kesimindeki bir kuruluşta çalışmadıkları sürece kamu görevlisi olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. v. Sağlık Bakanlığı tarafından il sağlık müdürlüklerine 28/9/2016 tarihinde gönderilen yazıda, OHAL KHK'sı kapsamında kamu görevlerinden çıkarılan tabip, diş tabibi ve diğer sağlık meslek mensuplarının özel sağlık kuruluşlarında istihdam edilmelerine engel bir hâlin bulunmadığı yönünde Bakanlığın uygulamasına zıt bir görüş bildirildiği belirtilmiştir. vi. Ayrıca yürütmenin durdurulması için gerekli olan koşulların bulunmadığı ve bu yöndeki talebin reddine karar verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Başvurucu, Mahkemeye sunduğu dilekçe ile davalı TBB yanında davaya müdahale talebinde bulunmuştur. Mahkeme, 30/1/2018 tarihli kararıyla koşulları oluştuğu gerekçesiyle TBB tarafından tesis edilen işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Söz konusu kararın gerekçesinde;i. 1136 sayılı Kanun'un ve maddelerinde yer alan düzenlemeler dikkate alındığında avukatlık mesleğinin kamu hizmeti yönünün güçlendirildiği ifade edilmiştir.ii. Yine 1136 sayılı Kanun'un maddesi ile 5237 sayılı Kanun'un maddesi gözönüne alındığında avukatlık mesleğinin idare hukuku anlamında kamu hizmeti veren diğer serbest mesleklerden önemli ve farklı bir konuma taşındığının görüldüğü belirtilmiştir.iii. 667 sayılı OHAL KHK'sı kapsamında alınan tedbirin yalnızca idare hukuku esaslarına göre kamu görevlisi sayılanlarla sınırlı tutulması durumunda memur ve hâkim olma niteliğini kaybedenlerin avukat olması sonucunu doğuracağı, bu durumun avukatlık mesleğinin itibarını zedeleyeceği, bu nedenlerle hâkimlik mesleğinden ihraç edilen başvurucu hakkında tesis edilen işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı ifade edilmiştir.iv. Başvurucunun hâkimlik-savcılık mesleğinden çıkarılma gerekçesi dikkate alındığında avukatlık mesleğini icra etmesi etmesinin telafisi güç zararlar doğurabileceği belirtilmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 28/2/2018 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karşı oy gerekçesinde, yürütmenin durdurulması kararının verilebilmesi için gerekli olan iki koşulun birlikte gerçekleşmediği ifade edilmiştir. Mahkeme, 25/5/2018 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; i. OHAL KHK'larının meslekten veya kamu görevinden çıkarma, adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile millî güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir niteliğinde olduğu vurgulanmıştır.ii. Avukatlık mesleğinin kamu hizmeti yönünün güçlendirildiği belirtilmiş ve bu konuda 30/1/2018 tarihli ara kararda belirtilen gerekçelere yer verilmiştir.iii. 667 sayılı OHAL KHK'sının FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı ve mensubiyeti değerlendirilen kişilerin devlet kurumlarının hızlı bir şekilde arındırılması amacıyla yürürlüğe girdiği ve söz konusu tedbirin meslekten ve kamu görevinden ihraç edilenlerin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceğine ilişkin söz konusu düzenlemeler içeren söz konusu OHAL KHK'sı kapsamında alındığı ifade edilmiştir. Dava konusu tedbirin, avukatlık mesleğinin önemi ve özelliği, kamu hizmeti niteliği ve avukatın hak ve yetkileri ile işlevsel olarak kamu görevi ifa ettiği hususları gözardı edilerek dar yorumlanması durumunda terörle mücadelenin sekteye uğrayacağı ve OHAL KHK'sının amacıyla çelişkiye düşüleceği belirtilmiştir.iv. Hâkimlik-savcılık mesleğinden çıkarılan başvurucu hakkında tesis edilen dava konusu işlemde kamu yararı ve avukatlık belirtilen vasıf ve nitelikleri yönünden hukuka uygun olmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. TBB ve başvurucu, söz konusu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge İdare Mahkemesi, 20/11/2018 tarihli kararıyla, davalı TBB'nin istinaf talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Mahkemece verilen kararın usule ve hukuka uygun olduğu, kaldırılmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi, başvurucunun istinaf talebi hakkında ise süre yönünden ret kararı vermiştir. Nihai karar 19/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, yargılama devam ederken 8/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Hakkındaki Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında terör örgütü üyesi olma suçu kapsamında yürütülen soruşturmada, başvurucunun FETÖ/PDY ile ilgisini ve iltisakını ortaya koyacak bilgi, belge ve delilin bulunmadığı gerekçesiyle Başsavcılık tarafından 4/1/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, Anayasa Mahkemesince ve idari yargı mercilerince verilen yargı kararları, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Tamer Mahmutoğlu [GK], B. No: 2017/38953, 23/7/2020, §§ 37- 667 sayılı OHAL KHK'sında yer alan düzenlemeler, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile aynen kanunlaşmıştır. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/16355 | Başvuru, kamudaki görevinden ihraç edilen hukukçunun baro levhasına yazılmasına ilişkin verilen kararın mahkemece iptal edilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların murisi Abuzer Demir, Adıyaman'ın Besni ilçesi Karalar Köyü'nde bulunan 111 ada 9 parsel sayılı 478,08 m² yüz ölçümüne sahip taşınmazın malikidir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (İdare/DSİ) tarafından anılan taşınmazın Ardıl Barajı kapsamında kalması nedeniyle kamulaştırmasına karar verilmiştir. İdare, Besni Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırma bedelinde uzlaşmanın sağlanamaması nedeniyle başvurucuların murisine karşı kamulaştırma bedel ve tescil davası açmıştır. Mahkemece 15/4/2015 tarihinde yapılan keşif neticesinde alınan bilirkişi raporunda kamulaştırma bedeli 416,81 TL olarak tespit edilmiştir. Bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazın, üzerinde bulunan iki havuz aracılığıyla sulanması nedeniyle sulu arazi olarak kabul edildiği açıklanmıştır. Taşınmazın değerinin tespitinde 2015 yılına ilişkin verilerin dikkate alınması gerektiği belirtilmiş, 2015 yılı verilerinin yayımlanmaması nedeniyle 2014 yılına ait verilerinin enflasyon farkı uygulanmak suretiyle güncellenerek kullanıldığı ifade edilmiştir. Kapitalizasyon faiz oranının taşınmazın ulaşım ve pazar durumu, büyük ticaret merkezlerine yakınlığı ve bölge şartlarına göre belirlendiği hatta aynı bölgede bulunan taşınmazlar için dahi farklılık arz ettiği açıklanarak kapitalizasyon faiz oranı %5 olarak belirlenmiştir. Bilirkişi raporunda taşınmazın dekara ortalama geliri 929,37 TL, ortalama masrafı 428,68 TL buna göre ortalama net geliri 500,69 TL olarak tespit edilmiştir. Tarafların itirazı üzerine alınan ek bilirkişi raporunda önceki bilirkişi raporunda belirtilen hususlar tekrarlanmış ancak taşınmazın köy yerleşim alanına yakın olması nedeniyle %20 oranında objektif değer artışı uygulanması gerektiği belirtilmiştir. Son olarak kamulaştırma bedelinin 665,33 TL olarak tespit edildiği açıklanmıştır. Mahkeme 8/10/2015 tarihinde davanın kabulüne, taşınmazın başvurucuların murisi adına olan tapu kaydının iptaliyle İdare adına tesciline karar vermiş; kamulaştırma bedelini 814,89 TL olarak belirlemiştir. Mahkeme kararında hükme esas alınan ek bilirkişi raporunda çarpma işlemine ilişkin hesap hatasının düzeltilmesi suretiyle karar verildiği ifade edilmiştir. Taraflarca temyiz edilen Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 30/5/2016 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında öncelikle taşınmazın kapama zeytin bahçesi olarak kabul edilmesinin ve net gelir yöntemiyle değerinin tespit edilmesinin doğru olduğu açıklanmıştır. Ancak taşınmaz üzerinde bir kısım zeytin ve badem ağaçlarının bulunduğunun anlaşıldığı buna göre taşınmazın kapama zeytin ve kapama bademlik olan kısmının değerinin tespit edilerek geriye kalan alanın arazi kabul edilip mutat münavebe ürünlerine göre kamulaştırma bedelinin belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca dava konusu taşınmazın baraj göl alanı olarak kamulaştırılması nedeniyle tapu kaydının iptaliyle tapudan terkini yerine Maliye Hazinesi adına tesciline karar verilmesinin doğru olmadığı işaret edilmiştir. Mahkeme tarafından bozma kararına uyularak alınan ek bilirkişi raporunda taşınmaz üzerinde sadece zeytin fidanlarının bulunduğu taşınmaz üzerinde bozma kararında belirtildiği gibi badem ağacının olmadığı açıklanmıştır. Taşınmazda bulunan zeytin fidanlarının genç olması nedeniyle ürün verir durumda olmadıkları dikkate alınarak araziye ve fidanlara ayrı ayrı değer verilerek kamulaştırma bedelinin tespit edildiği belirtilmiştir. Mahkemece 21/2/2017 tarihinde taşınmaz mahallinde tekrar keşif yapılmış; keşif tutanağında dava konusu taşınmazın üzerinde 5/6 yaşlarında zeytin ağaçlarının bulunduğu, iki havuz ile betonarme bir yapının olduğu ve hiç badem ağacının olmadığı açıklanmıştır. Keşif sonucunda alınan bilirkişi raporunda önceki bilirkişi raporlarında yer alan tespitler tekrar edilmiştir. Mahkeme 3/5/2017 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararda kamulaştırma bedelinin 814,89 TL olarak tespit edildiği, dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile tapudan terkinine karar verildiği belirtilmiştir. Tarafların temyiz talebinde bulunması üzerine Mahkeme kararı Dairenin 22/10/2019 tarihli kararıyla onanmıştır. Tarafların karar düzeltme talebinin Dairenin 25/6/2020 tarihli kararıyla kabulüne karar verilmiştir. Kararda tarım arazisi niteliğinde olan dava konusu taşınmazın, mevcut durumuyla kullanılması hâlinde getireceği net gelir üzerinden değerinin tespit edilmesinin doğru olduğu açıklanmıştır. Ancak kararın gerekçesinde hükme esas alındığı belirtilen bilirkişi raporunda kamulaştırma bedelinin 814,89 TL olarak belirtildiği hâlde maddi hata sonucu hüküm kısmında kamulaştırma bedelinin 814,89 TL olarak yazılmasının ve İdare aleyhine harca hükmedilmesinin doğru olmadığı belirtilmiştir. Devamında İdare lehine vekâlet ücretine hükmedilmemesi gerektiği ifade edilmiştir. Son olarak açıklanan nedenlerle Mahkeme kararının düzeltilerek onanması gerektiği belirtilmiştir. Nihai karar başvurucular vekili tarafından 13/7/2020 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucular 6/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26215 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın çağrısı üzerine iki gün göreve gelmemesi nedeniyle aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasının örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. A. Arka Plan Bilgisi 2015 yılının Temmuz ayında, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipler Birliğinin (TTB) de aralarında bulunduğu bazı sendika, meslek örgütü, vakıf ve platformların desteği ile Barış Bloku (Blok) adı altında bir topluluk kurulmuştur. Adı geçen Blok tarafından bu tarihten itibaren çeşitli miting, protesto ve yürüyüşler düzenlenmiştir. Ekim ayına gelindiğinde bahsi geçen Blok tarafından gerekli bildirimler yapılarak 10/10/2015 Cumartesi günü 00-00 saatleri arasında Ankara'da "barış, emek ve demokrasi" konulu bir toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Türkiye'nin o dönem Suriye'deki savaşa müdahil olma olasılığına karşı çıkan Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) mensubu bazı milletvekilleri de toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak suretiyle destek olmuştur. Plana göre göstericiler Ankara Tren Garı'nda toplanacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürüyecektir. Toplantı günü Ankara Tren Garı önünde kalabalığın toplanmaya başladığı sırada saat 04 sıralarında peş peşe bombalı iki patlama meydana gelmiş ve yaşanan bu olay nedeniyle 100 kişi hayatını kaybetmiş, 391 kişi de yaralanmıştır. O dönem basında yer alan haberlere bakıldığında PKK terör örgütünün 2015 Milletvekili Genel Seçimi'nin yapılacağı 1 Kasım’a kadar sürecek bir tek taraflı çatışmasızlık süreci ilanına hazırlandığı ve bunu canlı bomba saldırılarının yapıldığı 10 Ekim mitinginden bir gün sonrasına denk düşen 11 Ekim 2015 Pazar günü duyuracağı belirtilmişti. Bombalı saldırılara ilişkin olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 27/6/2016 tarihli iddianameyle 36 şüpheli hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır. İddianamede, 14 şüphelinin meydana gelen ölüm ve yaralanmalar nedeniyle anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, kasten öldürme (nitelikli hâl) ve teşebbüs aşamasında kalmış kasten öldürme (nitelikli hâl) suçlarından cezalandırılması istenmiş; bu 14 dört kişinin içinde yer aldığı bazı şüpheliler ile diğer 22 şüphelinin ise resmî belgede sahtecilik, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından biri veya birkaçı ile cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamenin kabulü üzerine yapılan yargılama sonunda Ceza Mahkemesi 3/8/2018 tarihinde; yakalanmayan sanıklar yönünden ayırma, ölen bir sanık yönünden ise düşme kararı vermiştir. Ceza Mahkemesi ayrıca diğer suçlarla ilgili kurduğu hükümler dışında 9 sanığın ölen kişiler yönünden 100 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla, olay esnasında yaralananlar yönünden ise 391 kez 27 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir. Ceza davası istinaf aşamasında derdesttir.B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Yukarıda zikredilen Türkiye tarihinin en kanlı bombalı saldırısının yaşanmasından sonra ülkede üç gün ulusal yas ilan edilmiştir. Sonraki süreçte patlamalarda Hükûmetin sorumluluğu bulunduğunu ileri süren gruplar birçok kentte saldırıları ve Hükûmeti protesto etmişlerdir. Terör saldırısı üzerine KESK, DİSK, TMMOB ve TTB yetkili kurulları saldırıyı takip eden üç gün yas ilan edilmesine ve 12-13/10/2015 tarihlerinde grev yapılmasına karar vermiştir. KESK tarafından yapılan açıklamada bombalı saldırılar sonucunda bir katliam gerçekleştirildiği, onlarca üyelerinin yaşamını yitirdiği ifade edilmiş; yaşamını yitiren arkadaşlarını anmak, cenazelerini kaldırmak, faşist katliamı lanetlemek ve sorumluların açığa çıkarılmasını talep etmek için tüm ülke çapında grev yapılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Siirt Devlet Hastanesinde veri hazırlama ve kontrol işletmeni olarak çalışan başvurucu, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Siirt şube üyesidir. Başvurucu, üyesi olduğu Sendikanın bağlı olduğu KESK'in kararı doğrultusunda kararda belirtilen tarihlerde iki gün görevine gelmemiştir. İdare, iki gün mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle başvurucuya 1/30 aylıktan kesme cezası vermiştir. Başvurucu 3/3/2016 tarihinde, disiplin cezasının iptali ve yapılan kesintinin yasal faiziyle iadesi talebiyle Siirt İdare Mahkemesine (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 21/12/2016 tarihinde dava konusu işlemin iptaline ve kesinti yapılan tutarın iadesine karar vermiştir. İptal kararının gerekçesinde; Anayasa'nın ve maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS/Sözleşme) maddesine, devlet memurlarının Anayasa'da ve özel kanunda belirtilen hükümler uyarınca sendikalar ile üst kuruluşlar kurabilecekleri ve bunlara üye olabileceklerine ilişkin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesine yer verilmiştir. Kararda; Anayasa, uluslararası sözleşme ve kanun hükümleri birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun üyesi olduğu Sendikanın bağlı olduğu konfederasyonun aldığı karar uyarınca gerçekleşen göreve gelmeme eyleminin sendikal faaliyet kapsamında bir fiil olarak kabulü gerekeceği belirtilmiştir. İdare, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 8/2/2018 tarihinde istinaf başvurusunun kabulüne ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesi ret kararında öncelikle; Anayasa'nın maddesine, AİHS'in maddesine, 657 sayılı Kanun'un ve maddelerine yer verdikten sonra 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun maddesinde yer alan kanunun amacının kamu görevlilerinin ortak ekonomik, sosyal, mesleki hak ve menfaatlerinin korunması, geliştirilmesi için oluşturdukları sendika ve konfederasyonlara ilişkin usul ve esasları düzenlemek olduğuna dikkat çekmiştir. Mahkeme 4688 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrasının (f) bendinde yer alan sendikanın kamu görevlilerinin ortak ekonomik, sosyal, mesleki hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kuruluşları ifade edeceği tanımına vurgu yapmıştır. Bölge İdare Mahkemesi sendikal hakların kullanılmasına ilişkin olarak kamu görevlilerinin ekonomik, sosyal, mesleki hak ve menfaatlerinin, bu kapsamda özlük ve parasal haklarının, çalışma koşullarının korunması, iyileştirilmesi, geliştirilmesi, bu konulara dikkat çekilmesinin ve kamuoyu oluşturulmasının sağlanması amacıyla ve başka seçeneklerinin bulunmaması durumunda üyesi bulundukları sendikaların aldıkları kararlar doğrultusunda iş bırakma eylemlerine katılmaları nedeniyle disiplin cezaları ile cezalandırılmalarının demokratik bir toplumda gerekli olamayacağını belirtmiştir. Bölge İdare Mahkemesi kararında; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Karaçay/Türkiye (B. No: 6615/03, 27/3/2007), Urcan ve diğerleri/Türkiye (B. No: 23018/04,..., 17/7/2008), Dilek ve diğerleri/Türkiye (Türkçe çevirisinde Satılmış ve diğerleri/Türkiye şeklinde isimlendirilmiştir.) (B. No: 74611/01,..., 17/7/2007) kararları ile AİHS ve 87 No.lu Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmesi'nin maddesine atıfta bulunarak bir değerlendirme yapmıştır. Bölge İdare Mahkemesi atıf yaptığı Anayasa ve AİHS maddelerindeki hakkın sınırlandırılma nedenlerinden olan başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacı ile AİHM kararlarında iş bırakma eylemlerinin amaçlarının başvurucuların mesleki hak ve menfaatleriyle ilgili olduğunun altını çizmiştir. Bölge İdare Mahkemesi; mevzuat hükümleri ile atıf yaptığı AİHM kararlarının ve uluslararası düzenlemelerin incelenmesinden devlet memurlarının sendika ve üst kuruluşları kurma, bunlara üye olma hakkının bulunduğunu, sendika tarafından sendikanın kuruluş amaçları doğrultusunda yapılan eylemlere katılmanın da bu hakkın doğal bir uzantısı olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte Bölge İdare Mahkemesi, kamu görevlilerinin ekonomik, sosyal, mesleki hak ve menfaatlerinin iyileştirilmesi amacını taşımayan eylemlerin sendikal hak kapsamında değerlendirilmesinin olanaklı olmadığını belirtmiş; sendikal hakların kullanımının da sınırsız olmadığını, başkalarının hak ve özgürlüklerinin kullanımı amacıyla sınırlandırılabileceğini ifade etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi ayrıca kamu görevlisi olan bir kişinin hangi eylemlerin sendikal faaliyet kapsamında olduğunu değerlendirecek yeterlilik ve kapasitede olduğunun da kabulü gerektiğini vurgulamıştır. Bölge İdare Mahkemesi, başvuru konusu olayda başvurucunun görevine gelmeme nedeninin terör saldırısında aralarında Sendika üyelerinin de bulunduğu hayatını kaybedenleri anmak ve saldırıyı lanetlemek olduğunu tespit etmiştir. Bölge İdare Mahkemesi, söz konusu iş bırakma eyleminin kamu görevlilerinin ekonomik, sosyal, mesleki hak ve menfaatlerinin, bu kapsamda özlük ve parasal haklarının, çalışma koşullarının korunması, iyileştirilmesi, geliştirilmesi amacını taşımadığını, dolayısıyla görevleri ve meslekleri ile herhangi bir şekilde ilgisi olmadığını ifade etmiştir. Bölge İdare Mahkemesine göre başvurucu sade vatandaş olarak mesai saatleri dışında katılabileceği bir eyleme mesai içinde katılarak ve görevine iki gün boyunca gelmeyerek vatandaşların kamu hizmetinden faydalanmalarını engellemiştir. Davanın reddine ilişkin Bölge İdare Mahkemesi kararı, başvurucunun üyesi olduğu Sendikanın vekiline 27/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun’un “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi, “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı Maddesi, 4688 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi, "Sendika ve konfederasyonların yetki ve faaliyetleri" kenar başlıklı maddesi, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 22/5/2013 tarihli ve E.2009/63 ve K.2013/1998 sayılı kararı (Ahmet Parmaksız, B. No: 2017/29263, 22/5/2019, §§ 25-29).B. Uluslararası Hukuk 17/6/1948 tarihli ve 87 sayılı Sendika Özgürlüğü ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin ILO Sözleşmesi’nin , ve maddeleri; 7/6/1978 tarihli ve 151 sayılı Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunması ve İstihdam Koşullarının Belirlenmesi Yöntemine İlişkin ILO Sözleşmesi’nin , ve maddeleri; 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin maddesi, 16/12/1966 tarihli BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nin maddesi, Avrupa Konseyi'nin 18/10/1961 tarihli ve ETS No. 35 sayılı Avrupa Sosyal Şartı’nın (ASŞ) ve maddeleri, ILO'nun Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi Yönetim Kurulunun Karar ve İlkeleri (bkz. Ahmet Parmaksız, §§ 30-39; Türkiye, Avrupa Sosyal Şartı ile 3/5/1996 tarihli Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartını onaylamış ancak her iki Şart’ın da örgütlenme ve toplu pazarlık haklarına ilişkin ve maddelerine çekince koymuştur). AİHM'in kamu görevlilerinin iş bırakma eylemlerine yaklaşımı şu şekildedir:i. AİHM, Karaçay/Türkiye kararında; AİHS'in maddesinin birinci paragrafının herkesin bir sendikaya üye olma ve çıkarlarını koruma hakkını güvence altına aldığını ve devlet memurlarının doğrudan bu haktan mahrum bırakılmaması gerektiğini belirtmiştir. AİHM, ayrıca ordu, emniyet ve bazı sektörlerde görev yapan devlet memurlarının, sendikal haklarına kısıtlamalar getirilmesinin mümkün olduğunu, ancak bu kısıtlamaların resmi görevlerinin yerine getirilmesinde gerekli olmasının şart olduğunu ifade etmiştir (Karaçay/Türkiye, § 22) . Bu karara konu olayda devlet memurlarının maaşlarına yapılan düşük zammı protesto etmek amacıyla üyesi olduğu KESK’in düzenlediği iş yavaşlatma ve bırakma eylemine katılması nedeniyle başvurana uyarma disiplin cezası verilmiştir (Karaçay/Türkiye, § 37).ii. AİHM'in Urcan/Türkiye kararında; EĞİTİM-SEN kamuda çalışan eğitimcilerin koşullarının iyileştirilmesi amacıyla 1 Aralık 2000 tarihinde düzenlenecek bir günlük ulusal grevden yetkilileri haberdar etmiş ve başvuranlar gösteriye katılıp iş yerlerine gitmemişlerdir. AİHM, başvuranların EĞİTİM-SEN sendikasının, çalışma koşullarının iyileştirilmesine dikkat çekmek amacıyla düzenlediği bir günlük greve katıldıkları için sonradan para cezasına çevrilen mahkumiyet cezasına çarptırıldıklarını ve geçici olarak kamu hizmetinden uzaklaştırıldıklarına dikkat çekerek şikayet konusu yaptırımların yasal yoldan bu tür bir greve katılmak isteyen sendika üyelerini ve diğer kişileri caydırmak amacını güttüğünü tespit etmiş ve başvuranlara uygulanan yaptırımların demokratik bir toplumda gerekli olmadığı sonucuna varmıştır (Urcan/Türkiye, §§ 30-36)iii. AİHM Kaya ve Seyhan/Türkiye kararında; EĞİTİM-SEN üyesi öğretmenlere KESK'in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle bir gün göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı ve müdahalenin acil bir sosyal ihtiyaca karşılık gelmediği ve bu nedenle demokratik bir toplumda gerekli olmadığı sonucuna varmıştır (Kaya ve Seyhan/Türkiye, B. No: 30946/04,15/09/2009, §§ 30-31).iv. AİHM Dilek ve diğerleri/Türkiye kararında, KESK, kamu sektöründe çalışan personele ilişkin kanunun Meclis gündemine taşınması nedeniyle 2 Mart 1998 tarihinde ulusal düzeyde bir eylem yapma kararı almıştır. 7:00-15:00 saatleri arası ile 15:00-23:00 saatleri arası çalışan başvuranlardan iki grup, çalışma koşullarını protesto etmek amacıyla iş yavaşlatma eylemi çerçevesinde üç saat süreyle görev yerlerini terk etmişlerdir. Bu eylem sırasında araçlar gişelerden para ödemeden geçmiştir. İdare eylem nedeniyle uğradığı zararı tazmin için başvuranlara dava açmış ve aleyhlerine hukuk mahkemesinde tazminata hükmedilmiştir. Bu durumda AİHS’nin maddesinin hangi koşullarda grev hakkı tanıdığı ve bu madde çerçevesinde bu hakkın tanımının ne olacağı hususlarına değinmeden AİHM, başvuranların işlerini üç saat süreyle yavaşlatmalarının, sendikal hakların kullanımı bağlamında toplu eylem olarak değerlendirilebileceğine kanaat getirmiş ve alınan tedbirin örgütlenme özgürlüğüne müdahale oluşturduğunu tespit etmiştir (Dilek ve diğerleri/Türkiye, § 57).Anılan karara göre, AİHS’nin maddesinin paragrafı; sendika üyelerine çıkarlarını koruyabilmek amacıyla seslerini duyurmalarına imkan tanımaktadır. AİHS’in maddesinde yer alan “çıkarlarını korumak için” ifadeleri önemlidir ve AİHS, sendikanın yapacağı toplu eylem yoluyla, sendika üyelerinin mesleki çıkarlarını savunma özgürlüğünü güvence altına almaktadır. Sendika üyeleri tarafından gerçekleştirilecek olan bu eyleme Sözleşmeci Devletler tarafından izin verilmeli, eylemin gelişimi ve devamı sağlanmalıdır. O halde sendikanın, üyelerinin mesleki çıkarlarının korumak amacıyla müdahil olma imkanı bulunmalı ve üyeler, çıkarlarının korunması yolunda sendikalarının seslerini duyurması hakkına sahip olabilmelidir (Dilek ve diğerleri/Türkiye, §§ 65,67). | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5558 | Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun üyesi olduğu sendikanın çağrısı üzerine iki gün göreve gelmemesi nedeniyle aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmasının örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın usulüne uygun kamulaştırma yapılmaksızın idare adına tescil edilmesi sebebiyle açılan tazminat davasının -dava devam ederken yürürlüğe giren kanun hükmü uygulanmak suretiyle- incelenmeksizin reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını ibraz etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Ali Uyandıran 1946 doğumlu olup İstanbul ili Kadıköy ilçesinde, Refik Tıknaz 1945 doğumlu olup Bursa ili Nilüfer ilçesinde, Nail Uyandıran 1948 doğumlu olup İstanbul ili Şişli ilçesinde, Ahmet Uyandıran 1952 doğumlu olup Bursa ili Kestel ilçesinde; Ekrem Alberen, Fatma Alberen, Muammer Alberen ve Nergiz Alberen sırasıyla 1984, 1958, 1950 ve 1990 doğumlu olup Bursa ili Osmangazi ilçesinde ikamet etmektedir. Başvuruculardan Refik Tıknaz, taşınmazın 4/32 hisseli maliki olan Fatma Uyandır'ın; Ali Uyandıran, Nail Uyandıran ve Ahmet Uyandıran taşınmazın 3/32 hisseli maliki olan Hasan Uyandıran'ın; Ekrem Alberen, Fatma Alberen, Muammer Alberen ve Nergiz Alberen ise taşınmazın 3/32 hisseli maliki olan Rukiye Alberen'in mirasçılarıdır.A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucuların murisleri adına kayıtlı bulunan ve İstanbul ili Bağcılar ilçesi Mahmutbey köyünde kâin 13 pafta 1913 parsel sayılı 4829 m² büyüklüğündeki taşınmaz 2/12/1985 tarihinde (kaldırılan) Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü (Arsa Ofisi) tarafından kamulaştırılmıştır. 29/4/1964 tarihli ve 1164 sayılı Arsa Ofisi Kanunu ile kurulan Arsa Ofisi 8/12/2004 tarihli ve 5273 sayılı Kanun'la 1164 sayılı Kanun'da yapılan değişikliklerle lağvedilmiş ve Arsa Ofisine verilen görevler Toplu Konut İdaresi Başkanlığına (TOKİ) devredilmiştir. Kamulaştırmaya ilişkin işlemler, murislerinin adreslerinde bulunamaması nedeniyle kendilerine tebliğ edilememiştir. Kamulaştırma bedeli, malikler adına açılan banka hesabında bloke edilmiştir. Bakırköy Sulh Hukuk Mahkemesinin 24/6/1987 tarihli kararıyla İstanbul Barosu avukatlarından A., taşınmazın ileride belli olacak malik veya maliklerinin haklarını korumak ve idareye karşı muhatap olup gerekli işlemleri yapmak ve gerektiğinde ferağ vermek amacıyla kayyım olarak atanmıştır. Kamulaştırma evrakları 10/9/1987 tarihinde kayyıma tebliğ edilmiştir. Kayyım tarafından Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin artırılması davası açılmış ve dava sonucunda 6/7/1988 tarihinde verilen kararla kamulaştırma bedeli artırılmıştır. Anılan karar, temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiştir. A.nin kayyımlıktan affını istemesi nedeniyle Bakırköy Sulh Hukuk Mahkemesinin 17/11/1989 tarihli kararıyla İstanbul Defterdarı kayyım olarak atanmıştır. Arsa Ofisi tarafından 14/3/1990 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi uyarınca hükmen tescil davası açılmıştır. Dava sonucunda 8/3/1991 tarihli kararla taşınmazın idare adına tesciline hükmedilmiştir. Taşınmaz 26/8/1991 tarihinde idare adına tescil edilmiştir. Taşınmaz, Bakırköy Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan izaleişüyu davasında verilen satış kararı doğrultusunda 27/2/1996 tarihinde Ş.K. ve Şü.K.ye satılmıştır. Ayrıca söz konusu taşınmaz üzerinden enerji nakil hattı geçirilmiştir. B. Başvurucular Tarafından Açılan Tazminat Davası Başvurucular, taşınmazın kamulaştırıldığını 2011 yılında öğrendiklerini öne sürerek 14/9/2011 ve 14/10/2011 tarihlerinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle TOKİ ve Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) aleyhine tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde taşınmaz bedelinin yanında taşınmazın üzerinden enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle de ayrıca tazminat ödenmesi talebinde bulunulmuştur. Mahkemece 9/4/2013 tarihinde davanın "dava şartı yokluğu" nedeniyle reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde kayyım tarafından Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kamulaştırma bedelinin artırılması davası sonucu 6/7/1988 tarihinde verilen karara atıfta bulunularak söz konusu kararın kesin hüküm teşkil etmesi nedeniyle aynı konuda açılan davanın dava şartı yokluğundan reddi gerektiği belirtilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 27/3/2014 tarihli kararıyla Mahkeme kararı farklı bir gerekçeyle onanmıştır. Daire 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'la 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye dayanmıştır. Gerekçede, anılan geçici madde gereğince 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca hükmen tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligat ve diğer kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağının, kamulaştırmaya veya bedeline karşı dava açılamayacağının, açılmış olan davaların da bu esaslara göre karara bağlanacağının hükme bağlandığı vurgulanmıştır. Somut olayda Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 8/3/1991 tarihli kararıyla 2942 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca idare lehine tescil kararı verildiğini belirten Daire, Mahkeme kararının bu gerekçeyle onanması gerektiği sonucuna ulaşmıştır.Nihai karar 16/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.Başvurucu 16/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesi iptal edilmiştir. A. Ulusal Hukuk2942 sayılı Kanun'un mülga maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “Kamulaştırma işlemine ilişkin yürütmenin durdurulması kararı verilmedikçe veya kamulaştırma 6 ncı maddenin son fıkrası uyarınca yapılmış ise davaların sonucu beklenmeksizin kamulaştırılması yapılan taşınmaz mala hemen elkonulmasına idarece zorunluluk görüldüğü hallerde, taşınmaz malın takdir olunan kıymeti milli bankalardan birisine yatırılarak makbuzu ilgili belge örnekleri ile birlikte mahkemeye verilip taşınmaz malın durumunun tespiti istenir. Mahkeme sekiz gün içinde taşınmaz malın sahibini davet ile beş gün zarfında taşınmaz malın, 11 inci maddede yazılı olduğu şekilde kıymet takdirine esas olabilecek bütün niteliklerini tespit ettirerek, o taşınmaz malın idare adına tescil edilmesine karar verir ve bu kararı tapu dairesine bildirir. Bu işlem, mahkemenin davetine uymayanların gıyabında yapılır. Kamulaştırılması yapılan taşınmaz malın mülkiyeti veya payı çekişmeli bulunduğu hallerde dahi bu madde hükmü uygulanır. Bu Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak kamulaştırmalarda yatırılacak miktar, ödenek ilk taksit bedelidir.” 6487 sayılı Kanun'un maddesiyle 2942 sayılı Kanun'a eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edilen geçici madde şöyledir: “Mülga 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı İstimlak Kanununun 16 ve 17 nci maddeleri ile 2942 sayılı Kanunun mülga 16 ve 17 nci maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatlar ve diğer kamulaştırma işlemleri tamamlanmış sayılır. Bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamaz; kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamaz; açılmış ve devam eden davalar bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılır." Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararının 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili bölümünün iptaline ilişkin bölümü şöyledir: “1- Anlam ve KapsamGerek mülga 6830 sayılı Kanun'a gerekse 2942 sayılı Kanun'un 4650 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerden önceki hâline göre, kamulaştırılan taşınmazın mülkiyetinin idareye geçtiği tarih, kamulaştırmanın idari safhasının tamamlandığı gündür. Kamulaştırmanın idari safhasının tamamlanması, kamulaştırma kararının kesinleşmesiyle gerçekleşmektedir. Kamulaştırma kararının kesinleşmesi de işlemin davacıya tebliğinden itibaren otuz gün içinde idari yargıda dava açılmaması veya dava açılmış ise dava sonucu verilen davanın reddine ilişkin kararın kesinleşmesiyle sağlanmaktadır. 2942 sayılı Kanun'un mülga maddesi ile mülga 6830 sayılı Kanun'un maddesi, kamulaştırma işlemine karşı dava açıldığı hâllerde zorunluluk bulunması kaydıyla, idareye, karardan önce taşınmaza el koyma olanağı sağlamaktadır. Buna göre, kamulaştırılan taşınmaz mala hemen el konulmasına idarece zorunluluk görüldüğü hâllerde, kamulaştırma işlemine karşı açılan davada mahkeme kararının sonucu beklenmeksizin, taşınmazın idare adına tesciline karar verilmesi mahkemeden istenebilmektedir. Bu amaçla kamulaştırmaya konu olan taşınmazın mahkemece idare adına tescil edilebilmesi için, kamulaştırma işleminin davalı mal sahibine tebliğ edilmesi ve taşınmaz mala kıymet takdir komisyonunca takdir edilen bedelin tamamının malik adına bankaya yatırılması gerekmektedir. Yine gerek mülga 6830 sayılı Kanun'un maddesi gerekse 2942 sayılı Kanun'un mülga maddesiyle, kamulaştırma işleminin idari safhasının tamamlanmasından sonra malik tarafından ferağ verilmemesi durumunda idarenin mahkemeye başvurarak tescil davası açma olanağı getirilmiştir. Mahkeme iki tarafı derhal davet etmekte ve taraflar gelmese dahi gıyaplarında belgeleri incelemek suretiyle idare adına tescile karar vermektedir. İlgili maddelere göre taşınmazın idare adına tescil edilebilmesi için kamulaştırma işleminin usulüne uygun olarak tebliğ edilerek kesinleştirilmiş olması ve kamulaştırma bedelinin mal sahibi adına bankaya yatırılmış bulunması gerekmektedir. Yargıtay, usulüne uygun olarak tebliğ edilmemiş kamulaştırma işlemlerinde taşınmaz mülkiyetinin idareye geçmediğini, bu durumda idarece taşınmaza el konulsa ve 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri ile mülga 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri uyarınca mahkeme kararıyla idare adına tescil edilse dahi bunun kamulaştırmasız el atma hükmünde olduğunu kabul etmekte ve kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davalarını süre sınırı olmaksızın incelemektedir. Uygulamada, idarelerin tebligata ve kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığına dair arşiv belgelerini imha etmiş olmaları nedeniyle ispat sorunlarıyla karşılaşılabilmekte ve bu durum, ikinci kez kamulaştırma bedeli ödenmesine yol açabilmektedir.Kanun koyucu, mülga 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, kamulaştırma bedelinin peşin olarak hak sahiplerine ödendiği veya hak sahipleri adına bankaya bloke edildiği hususunu dikkate alarak, idarelerin, ispat yükünden kaynaklanan sorunlar nedeniyle ikinci kez kamulaştırma bedeli ödemelerini engellemek amacıyla dava konusu kuralda yer alan düzenlemeyi ihdas etmiştir.Bu amaçla, mülga 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatlar ve diğer kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılması öngörülmüş; bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağı belirtilmiş; açılmış ve devam eden davaların bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılacağı ifade edilmiştir.2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu...Tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin, bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir.4650 sayılı Kanun'dan önceki kamulaştırma mevzuatına göre tebligatın yapılıp yapılmaması, dava açma süreleri ve dolayısıyla adalete erişim hakkının kullanılabilmesi için hayati bir öneme sahiptir. Kural olarak kamulaştırma işlemi usulüne uygun olarak tebliğ edilmeden dava açmak için zorunlu olan otuz günlük hak düşürücü sürenin malik açısından işlemeye başlaması mümkün değildir. Dava konusu maddenin birinci cümlesinde, mülga 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, geçmişte usulüne aykırı olarak yapılmış olan tebligatlar geçerli sayılarak kamulaştırma işlemleri tamamlanmış kabul edilmektedir. Usulsüz olarak gerçekleştirilen kamulaştırma tebligatları geçerli kabul edilerek kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılmasının, kamulaştırma işlemine ve bedele karşı açılacak davalar için öngörülen otuz günlük hak düşürücü sürenin geçirilmesi sonucunu doğuracağı açıktır. Yargıtayın yerleşik içtihadı, geçersiz tebligata istinaden idare adına yapılan tescillerin yolsuz ve bu durumda idarenin taşınmaza el koymasının da fiili el atma hükmünde olduğu yönünde olup bu içtihat uyarınca malikin kamulaştırmasız el atma nedeniyle herhangi bir süre sınırlamasına tabi olmaksızın tazminat davası açması mümkündür. Maddenin ikinci cümlesinde, bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağı açıkça belirtilmek suretiyle birinci cümleyle oluşturulan hukuki durum teyit edilmenin yanında, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılabilecek tazminat davalarının da önü kapatılmıştır. Ayrıca ikinci cümlenin devamında, açılmış ve devam eden davaların bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılacağı belirtilerek geçici madde hükmünün, maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış ve derdest olan davalara da uygulanması sağlanmıştır. Kuralın önceki bölümleriyle, kamulaştırma işlemine karşı iptal davası, bedel için de bedel artırımı veya tazminat davası açılamayacağı öngörüldüğünden bu bölümün kanunun yürürlüğe girdiği tarihte açılmış olan davalarda da uygulanması, bu davaların esasının incelenmeksizin usulden reddedilmesi sonucunu doğurmaktadır. Kuralın gerekçesinde, 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, kamulaştırma bedelinin peşin olarak hak sahiplerine ödendiği veya hak sahipleri adına bankaya bloke edildiği belirtilmiştir. Sözü edilen kurallar uyarınca yapılan kamulaştırma işlemlerinde kıymet takdir komisyonunca takdir edilen kamulaştırma bedeli malik adına bankaya bloke edilmiş olsa da bazı durumlarda, malike yapılan tebligatın usulsüz olması gibi malikten kaynaklanmayan ve malike kusur izafe edilmesi de mümkün olmayan sebeplerle, malikin kamulaştırma işlemlerinden ve kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığından haberdar olamaması mümkündür. Bu durumda, geçmişte malikten kaynaklanmayan sebeplerle usulsüz olarak yapılan tebligatlar geçerli kabul edilerek kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılması suretiyle malikin mülkiyet hakkından kaynaklanan davaları açma imkânının ortadan kaldırılması ve açılan davaların da esası incelenmeksizin usulden reddedilmesinin öngörülmesi, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmadığı gibi hukuk güvenliği ilkesini ve malikin mülkiyet hakkını zedelemektedir.Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın , , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. ”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Herkes, medeni hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilmesi için ... kanun tarafından kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir yargı merciinde makul bir süre içinde adil ve kamuya açık bir şekilde yargılanma hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak birlikte dikkate alındığında anılan fıkranın mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin fıkrasına içkindir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensipleriningözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleme'nin maddesinin fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması ve zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi taşımayansınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in rolünün, bu yorumun etkilerinin Sözleşme'yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20). AİHM bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği ve uygun adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde ve ilgililerin, davalarının esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyer oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9962 | Başvuru, taşınmazın usulüne uygun kamulaştırma yapılmaksızın idare adına tescil edilmesi sebebiyle açılan tazminat davasının -dava devam ederken yürürlüğe giren kanun hükmü uygulanmak suretiyle- incelenmeksizin reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlüler arasında çıkan tartışmada kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmamasından dolayı başvurucuların yakınının öldürülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan ceza soruşturması ve yargılama dosyası, ayrıca Sivas İdare Mahkemesinden (İdare Mahkemesi) temin edilen yargılama dosyasındaki bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Olayda vefat eden, başvurucuların yakını olan 1970 doğumlu B.nin 26/1/2003 tarihinde G.nin işlediği kasten adam öldürme suçuna iştirak etme suçundan Sivas Ağır Ceza Mahkemesince iki kere 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiş, karar kesinleşmiş, kapalı ceza infaz kurumunda geçirmesi gereken sürenin dolmasıyla Sivas Açık Ceza İnfaz Kurumuna (Açık Ceza İnfaz Kurumu) ayrılmıştır. G. ise kasten adam öldürme suçundan iki kere 15 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmış, ceza infaz kurumunda geçirmesi gereken sürenin dolmasıyla B.den yaklaşık üç yıl sonra Açık Ceza İnfaz Kurumuna ayrılmıştır. 27/2/2010 tarihinde, G. Açık Ceza İnfaz Kurumunun tost ocağına girerek tezgâhın üstündeki bıçağı almış, tost ocağında görevli olan bir başka hükümlü olan E. durumu fark ederek bıçağın tost ocağı dışına çıkarılmasının yasak olduğunu söylemiş, bunun üzerine G. elindeki bıçakla E.yi hayati tehlike geçirecek şekilde ağır yaralamıştır. Bu sırada olay yerinde bulunan B.A.nın G.yi engellemesi için çağırdığı B.nin olay yerine gelmesi üzerine G. elindeki bıçakla B.yi boynundan yaralayarak ölümüne sebebiyet vermiştir. B.ye yönelik olarak gerçekleştirdiği kasten adam öldürme suçundan yapılan yargılama sonucunda G.nin müebbet hapis cezasına mahkûmiyetine karar verilmiştir. Sivas Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 14/5/2012 tarihli kararının ilgili kısmı şu şekildedir:"... Sanık [G.nin] Sivas Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/46 Esas, 2005/409 Karar sayılı dosyasında yargılamaya konu olmuş şekilde, 26/01/2003 tarihinde dosyamız maktulü [B.] ile birlikte suç işlediği, sonucunda Sanık [G.nin] 2 ayrı öldürme eyleminden dolayı 5237 Sayılı TCK.nun 81, 29 ve maddeleri uyarınca 2 kez 15 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, maktul [B.nin] ise sanık [G.nin] asli fail olarak katıldığı öldürme eylemlerine iştirak ettiğinden bahisle TCK.nun 81, 39/1, 29 ve 62 maddeleri uyarınca 2 kez 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, kararın kesinleştiği ve suç tarihinde de gerek sanığın gerekse maktulün bu cezalarından kaynaklı Sivas Açık Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü statüsünde bulundukları, Tüm dosya kapsamı ve dinlenen cezaevinde kalmakta olan hükümlü tanıkların anlatımları ve sanığın savunmalarında ismini verdiği Tanık [R.Ö.nün] beyanları ile cezaevi görevlisi tanıkların anlatımları da dikkate alındığında, maktulün sanıktan daha evvel Açık Ceza İnfaz Kurumuna geldiği, suç tarihine yakın zaman diliminde ise sanığın da Açık Ceza Evine geldiği, birlikte kaldıkları 10-15 günlük süre zarfında aralarında her hangi bir sorun yaşanmadığı, aksine zaman zaman bir arada oldukları, her hangi bir tartışma ya da kavgalarının kesinlikle söz konusu olmadığı, sanığın katılan [E.] ile ise hiç bir husumetinin mevcut olmadığı, Katılan [E.nin] de hükümlü olarak cezaevinin büfe kısmında görev yaptığı, bu şartlar altında sebebi tespit edilemeyecek biçimde, olay tarihinde maktulün birlikte oturduğu diğer hükümlülerle kendilerine köfte sipariş ettikleri, sanığın ise yanlarında olmadığı, maktulün tanıklar [Ö.S.] ve [B.A.] ile birlikte oturduğu, tanık [B.nin] köfteleri almak için tost ocağına gittiği, sanığın tost ocağının bulunduğu yere sürgülü yarım boy kapının sürgüsünü açarak girdiği, bu sırada Katılan [E.nin] köfte pişirmekle meşgul olduğu, ancak sanığın elinin ocağın tezgahına uzandığını gördüğü, sanığın bilahare ocak içerisinde bulunan sandalyeye oturduğu, Katılan [E.nin] ocak tezgahına baktığında orada bulunması gereken ekmek bıçağının tezgah üzerinde bulunmadığını farkettiği, bunun üzerine sanığın bıçağı aldığını anladığı ve sanığa bıçağı bırakmasını söylediği, sanığın ise sandalyeden kalkarak 'benim işim var bana karışma' diyerek tost ocağından çıkmaya çalıştığı, ancak Katılanın bıçakla tost ocağından çıkmanın yasak olduğunu söyleyerek sanığa engel olduğu, bu sırada Tanık [B.nin] tost ocağına geldiği ve sanıkla Katılan [E.nin] arasındaki tartışmayı gördüğü, keza maktul ile birlikte oturmayan ancak tost ocağı yakınında bulunan tanık [T.nin] da bundan sonra yaşananlara tanıklık ettiği, sanıkla katılan [E.] arasında bu konuşmalar geçerken Tanık [nin] Katılandan köftelerin hazır olup olmadığını sorduğu, bunun üzerine [E.nin] hazır olduğunu söyleyerek köfteleri ekmek arasına koymaya başladığı, tanık [B.nin] ise sanıkla katılan [E.] arasında yaşanan bu tartışmayı görünce, suç arkadaşı olduğunu bildiğinden bir olay olursa engellemesi için maktule giderek tartışmadan bahsettiği, bu sırada sanığın ise, tost ocağından çıkmasını engellediği için elindeki bıçakla kendisine arkası dönük olan Katılan [E.ye] vurmaya başladığı, ATK İhtisas Kurulunun 07/07/2010 tarihli raporuna göre Katılanın vücudunda sol memenin 10 cm alt dış tarafında 1 adet, sol memenin 10 cm üst dış tarafında 1 adet, sol deltoid adale bölgesinde 1 adet olmak üzere katılanın vücudunun 3 ayrı yerinden yaralandığı, bunlardan sol memenin 10 cm alt dış tarafındaki toraksa nafiz kesici delici alet yaralanmasının katılanın hayatını tehlikeye soktuğu, diğer 2 yaranın ise hayati tehlikeye sebebiyet vermediği, BTM ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte oldukları, katılanın almış olduğu bıçak darbeleri üzerine tost ocağı içerisinde yere düştüğü, katılanın sanık tarafından gerçekleştirilen eyleme her hangi bir müdahale imkanı bulmamasına rağmen sanığın katılana öldürmeye elverişli bıçakla toplam 3 kez ve birisi toraksa nafiz olacak biçimde, toplamda ikisi hayati bölgeleri hedef alır şekilde vurduğu, bu suretle ortaya çıkan kastının öldürmeye yönelik olup, neticenin gerçekleşmediği, Bu sırada kendisine haber verilen maktulün olay yerine geldiği ve mağdurun ocağın içinde yatmakta olduğunu görünce arkadaşı olan sanığa '[] sen ne yapıyorsun' diyerek mağduru dışarı çıkartmak için tost ocağına adımını atıp eğildiği sırada, sanığın bu kez elindeki bıçağı maktulün boynuna vurduğu, bunun üzerine maktulün yanındakilerin onu arkadan tutarak tost ocağından dışarı çektikleri, sanığın ise elinde bıçakla tost ocağında kaldığı, maktulün kesici delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar ve sinir yaralanmaları sonucu iç ve dış kanama ve buna bağlı komplikasyonlar sonucunda öldüğü, olayın bu şekilde gerçekleştiğinin tüm dosya kapsamı ile sabit olduğu yönünde Mahkememizce tam bir kanuni ve vicdani kanaate varılmıştır. Mahkemenin anılan kararı Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Olay tarihinde Açık Ceza İnfaz Kurumunda görevli infaz ve koruma memurları hakkında başlatılan disiplin soruşturması sonucunda olayın meydana gelmesinde ihmali veya kusuru bulunan herhangi bir ceza infaz kurumu personeli tespit edilemediğinden 8/3/2010 tarihinde "disiplin işleminin yapılmasına yer olmadığına" karar verilmiştir. Başvurucular Bakanlığa başvurarak maddi ve manevi zararlarının karşılığı olarak toplam 000 TL tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır. Bakanlık 25/8/2010 tarihinde, idarenin herhangi bir kusuru bulunmadığından tazminat talebini reddetmiştir. Başvurucular gerekli güvenlik önlemlerinin alınmaması nedeniyle B.nin ölümünde hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla idare mahkemesinde 000 TL manevi, 000 TL maddi tazminat talebiyle tam yargı davası açmışlardır. Bakanlığın 28/10/2010 tarihli cevap dilekçesinde idarenin hukuki sorumluluğundan söz edilebilmesi için ortada bir zararın bulunması ve bu zararın idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle zarar ile idari faaliyet arasında illiyet bağı bulunması gerektiği, davacıların yakını B.nin daha önce de aynı suçtan yargılandığı yani suç ortağı olan G. tarafından kesici aletle yaralanması neticesinde hayatını kaybettiği, suç ortakları olan B. ile G. arasında dava konusu olay öncesinde herhangi bir husumet veya anlaşmazlık olduğu yönünde bir bilgi bulunmadığından bu hususta idarenin önlem almasını gerektirecek bir durumun olmadığı belirtilmiştir. Bakanlık sonuç olarak olayın meydana gelmesinde idareye atfı kabil herhangi bir kusurun bulunmadığını, ani olarak gerçekleşen, sebebi tam olarak anlaşılamayan, idarenin işleyişi ve yürütülen kamu hizmeti ile ilişkilendirilemeyen bu olay nedeniyle idarenin tazminat yükümlülüğünün bulunmadığını ifade etmiştir. İdare Mahkemesi 13/5/2011 tarihli kararıyla olaya dair ceza ve disiplin soruşturmalarını da inceleyerek davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dosyanın incelenmesinden, davacıların yakını olan [B.nin] kasten adam öldürmeden dolayı 12 yıl 6 ay hapis cezası aldığı, ilgili yönetmelik hükümlerinde belirtilen şartları taşıması sebebiyle 2007 tarihinde Sivas Açık Ceza İnfaz Kurumuna naklinin yapıldığı, [G.] isimli tutuklunun kasten adam öldürmeden dolayı 30 yıl hapis cezası aldığı, 2010 tarihinde anılan yönetmelik hükümlerinde belirtilen şartları taşıması sebebiyle Sivas Açık Ceza İnfaz Kurumuna naklinin yapıldığı, 2010 tarihinde, [G.nin] infaz kurumunun kantininden zorla aldığı bıçakla kantinde çalışan başka bir hükümlüyü yaraladığı, yaralanan şahsa müdahale ederek yardım etmeye çalışan davacıların yakını [B.yi] arkadan bıçaklayarak öldürdüğü, ölüm olayından kaynaklı olarak da bakılmakta olan tazminat davasının açıldığı anlaşılmaktadır.Prensip olarak, idarenin bir eylem ya da işleminden dolayı tazminatla yükümlü kılınabilmesi için o olayda hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun bulunması zorunludur. İdarenin hukuki sorumluluğundan sözedebilmek içinse, bir zararın mevcut olması ve bu zararın idari bir işlem veya eylemden meydana gelmesi, diğer bir deyişle, oluşan zararla idari işlem ve eylem arasında illiyet bağının kurulabilmesi gerekmektedir. İdarenin hukuki sorumluluğu belirtilen biçimlerde oluşmakla birlikte; zararın varlığının ve niceliğinin ortaya konulmasında, maddi olayın tüm unsurlarıyla incelenmesi ve tazmin sorumluluğu açısından bir tesbitin yapılması da yargının görevidir.Olayda, dava konusu uyuşmazlığın meydana geldiği yerin açık ceza infaz kurumu olduğu, bu kurumların anılan kanun uyarınca firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen yerler olduğu, hükümlülerin kurum dışındaki iş alanlarında çalıştırılabildiği ve olaya karışan kişilerin açık ceza infaz kurumlarına nakillerine ilişkin işlemlerde bir hukuka aykırılık bulunmadığı dikkate alındığında; ölen [B.] ile sanık [G.] arasında bir husumet bulunduğu, davacıların akrabası olan ölen kişinin öldüren kişiyle aynı yerde kalmasının can güvenliğini tehdit ettiği yolunda idarenin bilgisine giren bir durum söz konusu olmadığı gibi ani gelişen bir olay nedeniyle idarenin yürüttüğü güvenlik hizmetinin kusurlu olduğundan bahsedilemeyeceği açıktır. Bu itibarla, olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığından davanın reddi gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Başvurucular, İdare Mahkemesinin anılan kararına karşı temyiz yoluna başvurmuşlardır. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 20/5/2015 tarihli kararıyla İdare Mahkemesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek onanmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi üzerine Dairenin 6/3/2017 tarihli kararıyla, karar düzeltme talebinin reddine karar verilerek anılan karar kesinleşmiştir. Nihai karar başvuruculara 20/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucular 18/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi şöyledir: “Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur." 5275 sayılı Kanun’un “Açık ceza infaz kurumları” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Açık ceza infaz kurumları, hükümlülerin iyileştirilmelerinde, çalıştırılmaları ve meslek edindirilmelerine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır ..." 5275 sayılı Kanun’un “Kurum dışında çalıştırma” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) Açık ceza infaz kurumlarında bulunanlar ile kapalı ceza infaz kurumlarında bulunup da açık ceza infaz kurumlarına ayrılmaya hak kazanmış hükümlüler, kurum dışındaki iş alanlarında çalıştırılabilirler. (2) Açık ceza infaz kurumlarında bulunanlar ceza infaz kurumu görevlileri gözetiminde, kapalı ceza infaz kurumunda bulunanlar ise iç ve dış güvenlik görevlilerince alınacak tedbirler altında çalıştırılırlar."B. Uluslararası Hukuk 1- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur... " Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında Sözleşme'nin maddesinin ilk cümlesinin devletlerin yalnızca kasti ve hukuka aykırı ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda kendi egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (B/İngiltere, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36). AİHM’e göre Sözleşme’nin maddesidevletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak, yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere [BD], B. No: 23452/94, 28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 31/11/2004, § 71). Ancak AİHM'e göre Sözleşme’nin maddesi kapsamında yetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03, 20/12/2011, § 209). Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük, modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorluklar, insan davranışlarının öngörülemezliği ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiği akılda tutularak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri, § 209; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, § 69). AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olmaları nedeniyle yetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, 3/4/2001, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24417 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlüler arasında çıkan tartışmada kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmamasından dolayı başvurucuların yakınının öldürülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru ikrazatçılık faaliyet izninin kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1997 yılından beri ikrazatçılık faaliyetiyle uğraşmaktadır. 21/11/2012 tarihli ve 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu 13/12/2012 tarihli ve 28946 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun'un geçici maddesinde, daha önce ikrazatçılık faaliyetinde bulunanların Kanun'un yürürlük tarihinden itibaren altı ay içinde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumuna başvuruda bulunabilecekleri düzenlenmiştir. Aynı maddeye göre Kuruma başvuruda bulunmayan veya başvurduğu hâlde Kuruldan gerekli izinleri alamayanların ikrazatçılık faaliyet izinleri başka bir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden sona erer. Ayrıca bu maddede belirtilen süre içinde mevcut sözleşmelerinden kaynaklanan alacaklarının tahsiline yönelik işlemler dışında yeni bir ikrazatçılık faaliyetinde bulunulamayacağı belirtilmiştir. Hazine Müsteşarlığı 18/12/2012 tarihinde başvurucunun anılan Kanun'un yürürlük tarihinden itibaren altı ay içinde mevcut sözleşmelerinden kaynaklanan alacaklarının tahsiline yönelik işlemler dışında yeni bir ikrazatçılık faaliyetinde bulunmaması gerektiğine karar vermiştir. Başvurucu, bu işleme karşı 16/1/2013 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 17/4/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 6361 sayılı Kanun'da ikrazatçılık faaliyetine yer verilmediğine işaret edilmiştir. Mahkeme bu bağlamda anılan Kanun gereği 30/9/1983 tarihli ve 90 sayılı mülga Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hükümlerine göre faaliyet gösteren ikrazatçılara ise faaliyetlerine faktoring, finansal kiralama ve finansman şirketi olarak devam etmeleri için altı aylık bir süre tanındığına dikkati çekmiştir. Ayrıca yine bu Kanun uyarınca belirtilen süre içinde mevcut sözleşmelerden kaynaklanan alacakların tahsiline yönelik işlemler dışında yeni bir ikrazatçılık faaliyetinde bulunulamayacağı belirtilerek dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Temyiz edilen hüküm Danıştay Onüçüncü Dairesince 29/9/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi ise Danıştay Onyedinci Dairesinin 17/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 5/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 90 sayılı mülga KHK'nın maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İkrazatçılar, finansman şirketleri ve faktöring şirketleri bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabidir.” 90 sayılı mülga KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bu Kanun Hükmünde Karanamede geçen; a) İkrazatçı: Devamlı ve mutad meslek halinde, faiz veya her ne ad altında olursa olsun bir ivaz karşılığı veya ipotek almak suretiyle, ödünç para verme işleriyle uğraşan veya ödünç para verme işlerine aracılık eden ve kendilerine faaliyet izni verilen gerçek kişileri,...İfade eder.” 90 sayılı mülga KHK'nın maddesi şöyledir: “İkrazatçılıkla uğraşacak gerçek kişiler bir beyanname ile Müsteşarlıktan faaliyet izni almak zorundadırlar.... Faaliyet izin belgesi ile verdikleri beyannamenin tasdikli bir örneğini alan ikrazatçılar, izin tarihini takiben 30 gün içinde Ticaret Siciline başvurarak bu izni tescil ve ilan ettirirler.” 6361 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Bu Kanunun amacı; finansal kuruluş olarak faaliyet gösteren finansal kiralama, faktoring ve finansman şirketlerinin kuruluş ve çalışma esasları ile finansal kiralama, faktoring ve finansman sözleşmelerine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.” 6361 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Türkiye’de kurulu finansal kiralama, faktoring ve finansman şirketleri bu Kanun hükümlerine tabidir.” 6361 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Finansal kiralama sözleşmesi; kiralayanın, kiracının talebi ve seçimi üzerine üçüncü bir kişiden veya bizzat kiracıdan satın aldığı veya başka suretle temin ettiği veya daha önce mülkiyetine geçirmiş bulunduğu bir malın zilyetliğini, her türlü faydayı sağlamak üzere kira bedeli karşılığında, kiracıya bırakmasını öngören sözleşmedir.” 6361 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Faktoring sözleşmesi; mal veya hizmet satışından doğmuş fatura ile tevsik edilen alacaklar ile Kurulca belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde tevsik edilebilen mal veya hizmet satışına bağlı doğacak alacakları devir almak suretiyle, faktoring şirketinin müşterisine sağladığı tahsilat, borçlu ve müşteri hesaplarının tutulmasının yanı sıra finansman veya faktoring garantisi fonksiyonlarından herhangi birini ya da tümünü içeren sözleşmedir.” 6361 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Finansman sözleşmesi, her türlü mal veya hizmet alımının, malı veya hizmeti satın alan gerçek veya tüzel kişinin nam ve hesabına mal veya hizmetin teslim veya temini ile birlikte doğrudan satıcıya ödeme yapılması suretiyle kredilendirilmesini öngören sözleşmedir. Kredi geri ödemeleri, adına kredi açılanlar tarafından finansman şirketlerine yapılır.” 6361 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “10/6/1985 tarihli ve 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu ile 30/9/1983 tarihli ve 90 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ek ve değişiklikleri ile birlikte yürürlükten kaldırılmıştır.” 6361 sayılı Kanun'un geçici maddesi şöyledir: “90 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameden aldıkları yetkiye istinaden ikrazatçılık faaliyetinde bulunanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde bu Kanunda sayılı faaliyetlerden birini yürütmek amacıyla Kuruma başvuruda bulunabilirler. Bu süre içinde mevcut sözleşmelerinden kaynaklanan alacaklarının tahsiline yönelik işlemler dışında yeni bir ikrazatçılık faaliyetinde bulunamazlar. Kuruma başvuruda bulunan ikrazatçılar Kuruldan gerekli izinleri almak suretiyle faaliyetlerine faktoring, finansal kiralama veya finansman şirketi olarak devam edebilirler. Kurulacak bu şirketler bu Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yer alan sermaye yükümlülüğünü üç yıl içinde yerine getirmek zorundadır. Kuruma başvuruda bulunmayan veya başvurduğu halde Kuruldan gerekli izinleri alamayanların ikrazatçılık faaliyet izinleri başka bir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden sona erer.” 6361 sayılı Kanun'un genel gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Finansal kiralama şirketlerinin kuruluş ve faaliyetleri 10/6/1985 tarihli ve 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu ile; faktoring ve finansman şirketlerinin kuruluş ve faaliyetleri ise 3/9/1983 tarihli ve 90 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile düzenlenmiştir.Ancak, finansal sektörde görülen değişiklikler ve uygulamada ortaya çıkan ihtiyaçlar neticesinde bu düzenlemelerin, söz konusu şirketlerin güvenilir ve etkin bir şekilde faaliyetlerini yerine getirebilmeleri yönünden yeterli olmadığı görülmektedir. Bahse konu şirketlerin günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilen yasal düzenlemeler çerçevesinde faaliyet göstermelerini ve kuruluş ve faaliyetlerinin tek bir kanun çatısı altında düzenlenmesini teminen bu Tasarı hazırlanmıştır.Bu çerçevede;Finansal kiralama şirketlerinin sahip olmaları gereken asgari ödenmiş sermaye tutarları günün şartlarına uygun hale getirilmektedir.Şirketlerin etkin gözetim ve denetimleri için gerekli yasal alt yapı tesis edilmektedir.Şirketlerin işlemlerinden kaynaklanan alacaklarından doğmuş veya doğması beklenen zararlarını karşılamak amacıyla şirketlere karşılık ayırmak zorunluluğu getirilmekte, bu karşılıkların tamamının, ayrıldıkları yılda kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak kabul edileceği hükme bağlanmaktadır.Şirketlerin faaliyet izni alabilmeleri için Kanunda öngörülen asgari sermayelerinin yüzde beşi tutarında sisteme giriş payı ödemeleri hükme bağlanmaktadır....Faktoring işlemlerine konu olan alacakların gerçekleşmiş bir ticari faaliyetten doğmuş olmasını ve aynı faturaya dayalı alacakların birden fazla faktoring işlemine konu edilememesini teminenFaktoring Şirketleri Birliği nezdinde Fatura Merkezi Kayıt Sistemi kurulması öngörülmektedir.Mevzuata aykırı işlem ve uygulamaların engellenmesini teminen idari ve adli cezalar getirilmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, Van Marle ve diğerleri/Hollanda kararından ([GK], B. No: 8543/79- 8674/79-8675/79-8685/79, 26/6/1986) başlayarak çok sayıda kararında meslek unvanını, oluşturduğu mesleki itibarı ve müşteri çevresi (goodwill) nedeniyle birçok açıdan şahsi bir hak niteliği taşıdığı ve ekonomik bir mal varlığı değeri oluşturduğu gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi anlamında mülk olarak kabul etmektedir (Van Marle ve diğerleri/Hollanda, § 41; Wendenburg ve diğerleri/Almanya (k.k.), B. No: 71630/01, 6/2/2003; Olbertz/Almanya (k.k.), B. No: 37592/97, 25/5/1999). Van Marle ve diğerleri/Hollanda kararında, yapılan bir kanun değişikliğiyle muhasebeci olarak çalışan başvurucuların sertifika almaları zorunlu kılınmıştır. Başvurucuların sertifikalı muhasebeci olabilmek için yaptıkları başvurular ise kamusal makamlarca reddedilmiştir. AİHM, mülkün varlığının ve başvurucuların sertifikalı muhasebeci olarak tescil edilmemelerinin bu kişilerin mesleki faaliyetlerini ciddi şekilde etkilediğini ve azalttığını kabul etmiştir. Mahkeme, başvuruyu mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM ilk olarak kanun değişikliğinin amacının ekonomik sistemin yapısı bakımından önemli olan bir mesleğin yapılandırılması kapsamında bu mesleği yürütenlerin yetkin olmalarını güvence altına almak olduğunu belirtmiştir. Mahkeme ayrıca yeterliliği bulunmayan önceki muhasebecilerin kanunda öngörülen koşullar dâhilinde yeni bir mesleğe girme hakkının mevcut olduğuna dikkati çekerek somut başvuruda adil dengenin sağlandığı sonucuna varmıştır (Van Marle ve diğerleri/Hollanda,§§ 39-44). Muhasebeci olan başvurucunun vergi danışmanlığı icra etme izninin kaldırılmasına ilişkin Olbertz/Almanya kararında başvuru yine mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmiştir. AİHM, Almanya'nın birleşme sürecinde yeni bir ekonomik düzen oluşturulduğuna ve vergi danışmanlarının da bu bağlamda yeterli bilgi, uygulama ve donanıma sahip olmalarının öngörüldüğüne dikkat çekmiştir. Mahkeme, başvurucuya yüklenen külfetin ağır olduğunu kabul etmekle birlikte kamunun yararı ile karşılaştırıldığında ve devletlerin bu konudaki geniş takdir yetkileri dikkate alındığında mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğuna karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18992 | Başvuru ikrazatçılık faaliyet izninin kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Van Büyükşehir Belediyesi bünyesinde alt işveren konumundaki şirketin personeli olarak çalışmaktayken 21/10/2017 tarihinde iş akdi tek taraflı olarak feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 15/12/2017 tarihinde dava açmıştır. Van İş Mahkemesi (Mahkeme) 16/2/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu karara karşı 7/3/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 17/5/2018 tarihinde istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 5/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21169 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğunun kanunda öngörülen azami süreyi ve makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın adil bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Çermik Sulh Ceza Mahkemesinin 15/5/2009 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 18/7/2006 tarihli iddianamesiyle; tasarlayarak adam öldürme, tasarlayarak adam öldürmeye teşebbüs, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin satın alınması, taşınması, bulundurulması suçlarından başvurucunun cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 27/10/2010 tarihli kararıyla; tasarlayarak adam öldürme, tasarlayarak adam öldürmeye teşebbüs, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermilerin satın alınması, taşınması bulundurulması suçlarından ayrı ayrı iki kez müebbet hapis, dört kez ayrı ayrı 12 yıl 6 ay hapis, bir kez 9 yıl 4 ay 15 gün hapis ve bir kez 2 yıl 1 ay hapis ve 375 TL adli para cezası ile başvurucunun cezalandırılmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 27/10/2010 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 22/5/2012 tarihli kararı ile bozulmuştur. Bozma kararından sonra yapılan yargılamada 27/12/2013 tarihli celsede bir kısım sanıklar hakkında açılan dava tefrik edilmiştir. Tefrik edilen dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/7 sayılı esasına kaydedilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 20/6/2014 tarihli kararı ile başvurucunun müsnet suçlardan ayrı ayrı iki kez 15 yıl hapis, dört kez ayrı ayrı 12 yıl 6 ay hapis, bir kez 9 yıl 4 ay 15 gün hapis ve bir kez 2 yıl 1 ay hapis ve 375 TL adli para cezası cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 20/6/2014 tarihli tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararına itiraz etmiş ancak itirazı Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 16/6/2014 tarihli ve 2014/618 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı, başvurucuya 20/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlk derece mahkemesinin kararı temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 4/4/2017 tarihli kararıyla, tefrik edilen davanın birleştirilmesi olanağının araştırılıp delillerin birlikte değerlendirilmesinden sonra sonucuna göre tüm sanıkların hukuki durumlarının tayini gerektiği düşünülmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde mahkûmiyet hükümleri kurulması nedeniyle ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur. Bozma kararı üzerine dava Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/151 sayılı esasına kaydedilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 4/7/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 26/10/2017 tarihli kararıyla bu davanın tefrik edilen E.2014/7 sayılı dava ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2014/7 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Yargılama ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12970 | Başvuru, tutukluluğunun kanunda öngörülen azami süreyi ve makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın adil bir şekilde yürütülmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş sözleşmeleri feshedilen başvurucuların sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Aynı mahiyetteki dosyalar konu bakımından hukuki irtibat bulunması nedeniyle bu dosya üzerinde birleştirilmiştir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Kısa adı KOOP-İŞ olan Türkiye Kooperatif, Ticaret ve Büro İşçileri Sendikası (Sendika) 1961 yılında kurulmuştur. Hâlen Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyona bağlı olarak ticaret, büro, eğitim ve güzel sanatlar iş kollarında faaliyet göstermek üzere örgütlenen sendikadır. Davalı işyeri ise 1996 yılından beri Türkiye'nin birçok ilinde hizmet veren, ev ve bahçe malzemelerinin satıldığı yapı markettir. Başvurucular 2010 yılından beri davalı işyerinin Bursa şubesinde çalışmıştır. Başvurucu Ünal Yüce 18/3/2010 tarihinde KOOP-İŞ üyesi olmuş, başvurucunun iş sözleşmesi işyeri düzenini bozduğu gerekçesiyle 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin (II) numaralı bendinin (e) ve (h) alt bentleri kapsamında 31/8/2017 tarihinde tazminatsız olarak feshedilmiştir. Diğer başvurucular 15/8/2017 tarihinde KOOP-İŞ Sendikasına üye olmuş; başvuruculardan ikisinin iş sözleşmeleri 31/8/2017 tarihinde, diğerinin iş sözleşmesi 7/9/2017 tarihinde feshedilmiştir. Bu başvurucuların iş sözleşmeleri de işyeri düzenini bozdukları gerekçesiyle 4857 sayılı Kanun'un maddesinin (II) numaralı bendinin (e) ve (h) alt bentleri kapsamında tazminatsız sonlandırılmıştır. Başvurucular iş sözleşmelerinin sendikal nedenlerle feshedildiği iddiasıyla işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Davacılar iş sözleşmelerinin sendikal nedenlerle feshedildiğini ispat edebilmek için tanık deliline başvurmuştur. İlk derece mahkemelerinde dinlenen davacı tanıklarının beyanlarının ilgili kısmı şöyledir: Tanık R.K: "Ben 2017 yılında 6 ay kadar davalı iş yerinde çalıştım. Şubat - Ağustos dönemi diye hatırlıyorum. Davacı Emrah Üzegül benim ahşap bölümünde bölüm şefimdi. ...Davacı sendikaya üye olmaktan dolayı işten çıkarıldı. Ağustos ayı B. firması açısından özlük haklarının iyileştirilmesi taleplerinin yoğun olduğu bir dönem oldu. Zira çalışanların sosyal hakları ödenmiyordu. Memnuniyetsizlik ve huzursuzluk vardı. Kaçınılmaz olarak bir sendikal süreç başladı. O dönemde 3-4 kişi 5'er dakika arayla işten çıkarıldı. Davalının davacının yetersizliği ve benzeri iddiaları gerçeği yansıtmıyor. Olduysa da ben görmedim. Benim kanaatim davacının iş akdine son verilmesi Koop- İş Sendikası üyesi olması sebebiyledir. Ben üye olmadım. Ben dış firma elemanı olduğum için de üye olmayı düşünmedim. Ayrıca bizim B. çalışanlarına göre sosyal haklarımız çok daha iyiydi. Bu nedenle de düşünmedim. Sendikal faaliyetlerde öne çıkan ve lider kabul edebileceğimiz isimleri bilmiyorum... Serkan Kara, Emrah Üzegül ve Ünal Yüce'nin sendikal faaliyetlerde öne çıktığını hatırlamıyorum ama peşlerine güvenlik görevlisi taktıklarını biliyorum. Zira bir araya geldiğimiz zamanlarda bu mesele gündem konusu olurdu. Sendikal faaliyetten benim anladığım çalışanların sendikaya üye olmasıdır. Çalışanlar arasında da sendikal bir propagandaya şahit olmadım. Bu faaliyetler de zaten mesai saatleri dışında yapılırdı. Davacının maaşı çok düşüktü. Sabah, akşam ya da gece orada onu çalışırken görürdüm. Fazla mesai aldığını bilmem..."Tanık S.A: "Ben davalı iş yerinde Eylül 2014 - Eylül 2017 tarihleri arasında çalıştım, davacılar Emrah Üzegül, Yasin Altay, Ünal Yüce ve Serkan Kara ile birlikte çalıştık. Davacı Emrah, Serkan ve Ünal benden 1 ay önce, Yasin Altay 2-3 hafta önce işten ayrıldı...Davacılar Koop - İş üyesi oldukları için işten çıkarıldı... Ağustos ayında 10 kadar çalışan sendika üyesi oldu. Bunların 6 tanesi işten çıkartıldı. 4 tanesi sendika üyesi olmasına rağmen işe devam ettiler. Sendikadan istifa etmediler. Davacılar mesai saatleri dışında sendikal faaliyetlerle ilgili bizi bilgilendiriyordu... Sendika üyesi olmamız yasaktı. Sendikalı personelle diyaloğa girilmezdi. Sendika üyesi arkadaşlar yanımıza geldiğinde yöneticiler gelip ne konuştuğumuz konusunda soru sorarlardı. Sendika üyesi çalışanlar müşteri kılığında gelen güvenlik görevlisi tarafından her gün kontrol altındaydı. İş yerinde prensip olarak sendikal üyelik söz konusu olamazdı. İşe girerken sordukları sorulardan biri de sendika üyeliğimizin olup olmadığıydı. Üye olan arkadaşlara ayrılmaları yönünde ciddi baskı yapıldığını biliyorum. Aynı şey bize de yapıldı. Sendika üyesi olmayalım ve onlarla birlikte olmayalım diye uyarıyorlardı. Yanlarına çağırmak suretiyle üye olunmaması yönünde tavsiyede bulunuyor, şartların iyileşeceği yönünde de umut veriyorlardı. Davacılar iyi çalışanlardı... biz genel olarak çok yoğun çalışırdık... Bu yoğun çalışmanın karşılığında da asgari ücrete ilaveten 100,00 - 150,00 TL ödenirdi..."Tanık Ö.H: "... davacı Yasin Altay'ı iş arkadaşım olması nedeniyle tanıyorum... davacı benden 3 ay önce işten ayrıldı. Davacı işveren tarafından sendika yüzünden işten çıkartıldı. Davacı Koop-İş Sendikasına üyeydi, işveren sendikalı çalışan istemiyordu, sendikaya giren arkadaşları işten çıkarttı, davacının işten çıkarıldığı gruptan 1 ay kadar önce başka bir grup arkadaşımız daha işten çıkartıldı, bu arkadaşlarımız da sendika üyesiydi, iş yerinde baskı vardı... İşveren dışarıdan kişi tutup müşteri gibi mağaza içerisinde dolaştırıyordu, arkadaşların sendikalı olup olmadığını soruyorlardı, bana da hep aynı kişi bu şekilde sorular sordu... bu kişi durmadan işverenin odalarına gittiği için biz bu kişinin işveren tarafından tutulduğu sonucuna ulaştık... davacının iş yerinde herhangi bir sendikal çalışmasına şahit olmadım... işveren davacının sendika üyesi olduğunu öğrendikten sonra, davacı bölüm şefi olduğu için daha çok iş vermeye başladı, davacı daha fazla mesai yapmaya başladı, ben davacıyla aynı vardiyada çalıştım... Son güne kadar davacı işini yapmaya devam etti, son gün işten çıkarıldı. Baskı üzerine Koop-İş sendikasından istifa eden 2 arkadaşım vardır, bu arkadaşlar halen iş yerinde çalışmaktadır... sendikalı olup çalışmaya devam eden tanıdığım yoktur..."Tanık H.I: "Ben 2010-2017 yılları arasında davalı yanında satış danışmanı olarak çalıştım... Davacı Ünal Yüce benden önce işten ayrıldı... Davacı sendikaya üye olduğundan işten çıkartıldı, ben de sendikaya üyeydim, aynı dönemde üye olduk, işverene biz haber vermedik ancak sistemsel olarak haberdar olmuşlar... İş yeri haberdar olduktan sonra bize baskı yaptı, önceki dönemde gece çalışmalarımız olurdu ancak sendikaya üye olduğumuzdan haberdar olunduktan sonraki dönemde gece çalışmalarımız arttı ve farklı bölümlerde çalıştırılmaya başlandık, işveren tarafından dışarıdan sivil özel güvenlik görevlileri getirildi, bu kişiler müşteri kılığında dolaşır, müşteri gibi de bizi şikayet ederlerdi... davacı ve sendikaya üye olan diğer şeflere üyelik öncesi dönemde önem verilir, önemli görevler verilir, toplantılara davet edilirlerdi ancak üyelik sonrası dışlandılar, toplantılara davet edildiler ancak ilişkiler soğudu... Davacı çalıştığı dönemde işine önem veren, saatlerine dikkat eden ve sorunsuz bir çalışan idi... davacı ile birlikte Emrah Üzegül ve Serkan Kara isimli kişileri de işten çıkardılar, bu kişileri de bildirdikleri nedenler olmaksızın işten çıkardılar, sendikal faaliyet kapsamında ilk olarak 6 kişi, ben, Yasin, Y., Serkan, Ünal ve Emrah idik. Bu 6 kişi sendikal faaliyet kapsamında -iş çıkışı- çalışan arkadaşlarımızla toplantılar yaptık, bunun sonrasında sendikaya üye olan kişi sayısı arttı, iş veren bunu duyduktan sonra bu hareketi başlatan aktif 6 kişinin işine son verdi, diğer çalışanları da ikna etti ve sendikadan bu kişileri çıkardılar... İşveren sendikanın markete girmesini istemezdi, bizim de sendikalı olduğumuzu bilmelerine rağmen sendikadan bahsetmezlerdi... Son dönemde iş yerinde maddi ve manevi olarak koşullar olumsuz yönde değişmişti, biz bunları şeflerimiz aracılığı ile işverene ilettik ancak herhangi bir düzelme olmadı, bundan sonra sendikaya üye olduk ancak sendika üyeliğimizin başlamasından kısa bir süre sonrada işimize son verildiğinden herhangi bir işlem yapamadık" İlk derece mahkemelerinden olan Bursa İş Mahkemesinin dosyasında yer alan 18/9/2020 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"... Sendikadan ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından talep edilen belgeler doğrultusunda ... Fesih öncesi ve sonrası 6 aylık dönemde davalı iş yerinin 10 farklı şubesinde, toplam 35 işçinin Koop-İş Sendikasına üye olduğu, sendika üyesi 15 işçinin üyelikten çekildiği, 15 işçinin iş akitlerinin sona erdiği, üyelikten çekilen 12 işçinin iş yerinde çalışmaya devam ettiği anlaşılmıştır. Davalı iş yerinin Bursa şubesi yönünden ise fesih öncesi ve sonrası 6 aylık dönemde toplam 13 işçinin Koop-İş Sendikasına üye olduğu, 4 işçinin üyelikten çekildiği, 7 işçinin iş akdinin sona erdiği, üyelikten çekilen 3 işçinin iş akitlerinin devam ettiği görülmüştür." İlk derece mahkemeleri davaları kabul etmiş ve iş sözleşmelerinin feshinin sendikal sebeplere dayanması nedeniyle 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca başvuruculara bir yıllık brüt ücretleri tutarında sendikal tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Kararların gerekçesinde, işverenin başvurucuların KOOP-İŞ Sendikasına üye olmalarından hemen sonra üst üste tutanaklar tuttuğuna ve akabinde iş sözleşmelerini aynı gerekçelerle sonlandırdığına dikkat çekilmiştir. Kararlarda; fesih yazılarında birçok eylem sayıldığı hâlde hiçbir eylem hakkında yer, zaman, olay bildirilmediği, fesih nedeninin somutlaştırılmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca dinlenen tanıkların beyanları doğrultusunda başvurucuların ve diğer işçilerin yoğun çalışma temposu ve ağır iş yüküne karşın iyileştirilmeyen özlük hakları ve arttırılmayan ücretlerini gerekçe göstererek başlattıkları sendikal örgütlenme çabasına işverenin sert tepki gösterdiği, öncelikle tavsiye ve telkinlerle sonuç alınmaması durumunda baskı ve tehditlerle örgütlenmeye engel olmaya çalıştıkları belirtilmiştir. Gerekçeli kararlarda; işverenin bu amaçla işyerinde müşteri kılığında özel güvenlik personeli istihdam ettiği, üyelikten ayrılmayanların iş sözleşmelerini farklı gerekçelerle sonlandırdığı, bu şekilde işyerindeki sendikal faaliyetleri engellemeye çalıştığı kanaatine ulaşılmıştır. İlk derece mahkemesi kararlarının istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, ilk derece mahkemesi kararlarının ortadan kaldırılmasına ve davaların yeniden görülmesi için gönderilmesine karar vermiştir. İstinaf merciinin aynı gerekçelerle kurduğu hükümlerde, ilk derece mahkemelerince iş sözleşmelerinin sendikal nedenlerle feshedildiği kabul edilmiş ise de yeterli araştırma ve incelemenin yapılmadığı belirtilmiştir. İstinaf değerlendirmesine göre davalı şirketin fesihten önceki ve sonraki altı aylık dönem bordroları istenerek işten çıkarılan ve işe alınan işçilerin toplam sayıları tespit edilmeli, işten çıkarılan işçilerin sendika üyelik fişleri ile işten ayrılış bilgileri istenmeli, davalı işyerinde fesih tarihi itibarıyla çalışanlardan kaç işçinin sendika üyesi olduğu belirlenmelidir. Ayrıca kaç işçinin üyelikten çekildiği, üyelikten çekilenlerden çalışmaya devam eden işçi bulunup bulunmadığı, işten çıkarılan işçilerin tamamının sendika üyesi olup olmadığı, davalı işyerinde çalışmasını sürdüren sendika üyesi işçilerin bulunup bulunmadığı, sendikanın yetki başvurusu olup olmadığı, davacının aktif sendikal faaliyetleri olup olmadığı, fesihte bunların etkili olup olmadığı gibi hususlar etraflıca araştırılmalı, davacı tanıklarının aleyhe beyanları da gözönünde tutulmalıdır. Bölge Adliye Mahkemesinin ortadan kaldırma kararları üzerine ilk derece mahkemeleri yeniden yaptıkları yargılama sonucunda davaların kabulü ile başvuruculara sendikal tazminat ödenmesine karar vermiştir. İlk derece mahkemeleri gerekçeli kararlarında önceki gerekçelerini tekrarlamıştır. Bunun yanı sıra mahkemeler; davalıya ait işyerinde başvurucuların iş sözleşmelerinin feshedildiği tarihlerden önceki ve sonraki altı aylık dönemde on üç işçinin ilgili sendikaya üye olduğunu, bu dönemde dört işçinin üyelikten çekildiğini, yedi işçinin iş sözleşmesinin sona erdiğini, üyelikten çekilen dört işçiden üçünün çalışmaya devam ettiğini, diğerinin ise iş sözleşmesinin feshedildiğini tespit etmiştir. İlk derece mahkemelerinin değerlendirmesine göre KOOP-İŞ üyeliğinin 2017 yılının ve aylarında yoğunlaştığı, on üç üyeden on ikisinin bu iki aylık dönemde Sendikaya üye olduğu, aynı şekilde iş sözleşmesi feshedilen yedi sendika üyesi çalışanın da bu dönemde iş sözleşmelerinin sona erdirildiği görülmüştür. Bu yedi çalışanın biri istifa etmiş; diğer üçünün haklı nedenle, kalan üçünün ise haklı neden bildirilmeden işine son verilmiştir. Başvurucuların da Sendikaya üye olduktan kısa bir süre sonra -her ne kadar başvuruculardan biri 2010 yılında Sendikaya üye olmuş ise de onun da aynı dönemde işten çıkarıldığı gözönünde bulundurularak- iş sözleşmelerinin feshedildiği dikkate alındığında davalı işverenin, iş sözleşmelerini başvurucuların Sendikaya üye oldukları ve işyerindeki sendikal örgütlenme özgürlüğüne engel olmak için sona erdirdiği kabul edilmiştir. İlk derece mahkemeleri tarafından verilen bu kararlara karşı tekrar istinaf yargı yoluna başvurulmuştur. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi ilk derece mahkemesi kararlarının ortadan kaldırılmasına, davaların işe iade yönünden kabulüne, sendikal tazminat talepleri yönünden ise reddine kesin olarak karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi tüm davalar yönünden aynı gerekçelerle karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesine göre aynı işverene karşı açılan ve sendikal tazminat taleplerinin kabul edildiği dava dosyalarının her biri kendi delilleriyle sonuçlandırılmalıdır. Mahkeme, başvurucuların işyerinde herhangi bir sendikal faaliyette bulunmadığını söyleyen davacı tanıklarının beyanlarının soyut, genel, kısmen duyuma ve yoruma dayalı olduğunu, fesih tarihinden önce ve sonra sendikalı çalışanlar için %0,2-0,5 aralığındaki düşüş oranının yüksek olmadığını, işveren tarafından özellikle sendika üyesi işçilerin işten çıkarıldığına ilişkin bir uygulama olduğuna ve başvurucuların bu nedenle işten çıkarıldığına ilişkin somut veriler elde edilemediğini kabul etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, başvurucuların aktif bir sendikal faaliyeti olduğunun ispat edilemediğini, Sendikanın ve üyelerinin organizasyon çerçevesinde yürütülen bir sendikal faaliyetlerinin bulunmadığını, sırf sendika üyeliğinin ispata yeterli olmadığını değerlendirmiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 4857 sayılı Kanun'un "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:...e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin mesleksırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması...h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi" 6356 sayılı Kanun’un "Sendika özgürlüğünün güvencesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) İşçilerin işe alınmaları; belli bir sendikaya girmeleri veya girmemeleri, belli bir sendikadaki üyeliği sürdürmeleri veya üyelikten çekilmeleri veya herhangi bir sendikaya üye olmaları veya olmamaları şartına bağlı tutulamaz. (2) İşveren, bir sendikaya üye olan işçilerle sendika üyesi olmayan işçiler veya ayrı sendikalara üye olan işçiler arasında, çalışma şartları veya çalıştırmaya son verilmesi bakımından herhangi bir ayrım yapamaz. Ücret, ikramiye, prim ve paraya ilişkin sosyal yardım konularında toplu iş sözleşmesi hükümleri saklıdır. (3) İşçiler, sendikaya üye olmaları veya olmamaları, iş saatleri dışında veya işverenin izni ile iş saatleri içinde işçi kuruluşlarının faaliyetlerine katılmaları veya sendikal faaliyette bulunmalarından dolayı işten çıkarılamaz veya farklı işleme tabi tutulamaz. (4) İşverenin (…) yukarıdaki fıkralara aykırı hareket etmesi hâlinde işçinin bir yıllık ücret tutarından az olmamak üzere sendikal tazminata hükmedilir. (5) Sendikal bir nedenle iş sözleşmesinin feshi hâlinde işçi, 4857 sayılı Kanunun (…), 20 ve 21 inci madde hükümlerine göre dava açma hakkına sahiptir. İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiğinin tespit edilmesi hâlinde, 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesine göre işçinin başvurusu, işverenin işe başlatması veya başlatmaması şartına bağlı olmaksızın sendikal tazminata karar verilir. Ancak işçinin işe başlatılmaması hâlinde, ayrıca 4857 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen tazminata hükmedilmez. İşçinin 4857 sayılı Kanunun yukarıdaki hükümlerine göre dava açmaması ayrıca sendikal tazminat talebini engellemez. (6) İş sözleşmesinin sendikal nedenle feshedildiği iddiası ile açılacak davada, feshin nedenini ispat yükümlülüğü işverene aittir. Feshin işverenin ileri sürdüğü nedene dayanmadığını iddia eden işçi, feshin sendikal nedene dayandığını ispatla yükümlüdür. (7) Fesih dışında işverenin sendikal ayrımcılık yaptığı iddiasını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak işçi sendikal ayrımcılık yapıldığını güçlü biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren davranışının nedenini ispat etmekle yükümlü olur....” Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun sendikal fesih iddiasının değerlendirilmesi yönünden ortaya koyduğu kriterlere dair 7/10/2009 tarihli ve E.2009/9-372, K.2009/416 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...fesih tarihine yakın tarihlerde işyerinde çalışan işçi sayısı, işyerinde çalışan sendikaya üye olan ve olmayan işçilerin sayısı, hangi tarihlerde üye oldukları, üyelikten çekilen, çekilme sonrası çalışmaya devam eden işçilerin olup olmadığı, çıkarılan işçilerin kaçının sendikalı olduğu, yeni işçi alınıp alınmadığı ve alınmışsa yeni işçilerin sendikalı olup olmadığı, toplu iş sözleşmesi prosedürü uygulanmasının söz konusu olup olmadığı, işverence ekonomik veya teknolojik nedenlere dayalı bir fesih yoluna gidilmesi halinde teknik yönden bu hususların araştırılması, feshin son çare olarak kullanılıp kullanılmadığının değerlendirilmesi gereklidir"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye (B. No: 35009/05, 4/4/2017) kararında, işverenin sendika üyeliğinden ayrılma tehdidine boyun eğmeyerek sendika üyeliğini sürdüren kırk işçinin iş sözleşmesinin ekonomik nedenler ve mesleki yetersizlikler gerekçe gösterilerek feshedilmesini sendika özgürlüğü yönünden incelemiştir:i. Anılan karara konu olayda mahkemeler 2004 yılı Temmuz ile Aralık ayları arasında verdikleri kararlarda işçilerin sendika üyeliği sebebiyle işten çıkarıldığı sonucuna ulaşmış, işçilerin işe iadelerine ya da bir yıllık brüt aylıklarına denk tazminatın işveren tarafından işçilere ödenmesine hükmetmiştir. İşveren, tazminat ödeme seçeneğini tercih ederek işçileri işe başlatmamış; netice olarak davalı işverene ait işyerinde başvurucu sendikanın üyesi hiçbir işçi kalmamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, §§ 17-22). ii. AİHM işçilerin ödenen tazminatın yeterliliğini, sendika hakkının kullanımına yönelik olarak işveren tarafından yapılacak müdahalelerde caydırıcılık niteliği olup olmadığı bakımından incelemiştir. Söz konusu başvuruda başvuran sendika, tazminatın caydırıcı bir nitelik taşımaması nedeniyle işverenin işe iade yerine tazminat ödeme seçeneğini tercih ettiğinden, bunun sonucunda toplu görüşme ve toplu sözleşme yapma yetkisini elde edemediğinden şikâyet etmiştir (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 48). iii. Mahkeme; işverenin tazminat ödeme seçeneğini tercih etmesi nedeniyle sendikasızlaşma süreci yaşandığını, sonuç olarak sendikanın o işyerinde üyesinin kalmadığını vurgulamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 54). iv. AİHM bu kaybın sendika yönünden sendikal faaliyetlerinin özünü zedeleyen bir sınırlama mahiyetinde olduğunu tespit etmiş ve ulusal mahkemelerin müdahalenin ölçülülüğüyle ilgili daha detaylı gerekçeler sunmaları gerektiğini belirtmiştir. AİHM, somut olayda derece mahkemesinin haksız işten çıkarma için kanun tarafından müsaade edilen asgari tutarda tazminata hükmederken -örneğin işten çıkarılan işçinin aldığı ücretin düşüklüğünü ve işveren şirketin ekonomik gücünün büyüklüğünü dikkate almak suretiyle- tutarın önleyici etkisi üzerinde titiz bir inceleme yaptığına dair bir işaret bulunmadığını belirtmiştir (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 55). v. AİHM, işverenin işten çıkarılan işçilerin işe iadelerini reddetmesinin ve işverenin çalışanları haksız yere işten çıkarmasının önlenmesi bakımından yetersiz miktarda tazminata hükmetmesinin derece mahkemelerince yorumlandığı biçimiyle kanuna aykırı olmadığını not etmiştir. AİHM ilgili kanunun -derece mahkemesince uygulandığı şekliyle- başvurucu sendikanın çalışanları üyeliğe ikna etme hakkını toplu işten çıkarma yoluyla bertaraf eden işveren için caydırıcı etki doğuracak yeterlilikte bir ceza dayatmadığı sonucuna ulaşmıştır. AİHM'e göre sonuç olarak somut olayda ne yasama ne de mahkeme, başvuran sendikanın çalışanları sendikaya üye olmaya ikna etme ve bu suretle toplu görüşme imkânı elde etme hakkının kullanımının güvenceye bağlanması pozitif yükümlülüğünü ifa etmiştir. Bu nedenle başvurucu sendika ile işverenin yarışan menfaatleri arasında makul denge kurulamamıştır (Tek Gıda İş Sendikası/Türkiye, § 56). | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22386 | Başvuru, iş sözleşmeleri feshedilen başvurucuların sendikal tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, cezaevinde kalamayacağı yönünde adli tıp raporu bulunmasına ve dolayısıyla serbest bırakılması gerekmesine rağmen ayrımcı gerekçelerle cezaevinde tutulması nedeniyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ve ayrımcılık yasağının; infaza ara verilmesi talebinin hakkaniyete aykırı olarak reddedilmesi ve bu karara karşı itirazın yetersiz gerekçelerle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/9/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Bireysel Başvuru Öncesi Süreç Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 9/2/2011 tarihinde Doğubayazıt İlçe Emniyet Müdürlüğü Uluyol hizmet binası girişinde bulunan polis noktasına el yapımı bomba atmaya çalışırken bombanın elinde patlaması sonucunda sol kolu ve sağ bileği ampute olmuştur (kesilmiştir). Başvurucu, Doğubayazıt Sulh Ceza Mahkemesince 11/2/2011 tarihinde tutuklanmış ve hakkında Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 20/4/2011 tarihli iddianamesi ile aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Yargılama sonucunda Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 19/1/2012 tarihli ve E.2011/118, K.2012/7 sayılı kararı ile başvurucunun, devletin birliği ve bütünlüğünü bozmak suçundan ağırlaştırılmış müebbet, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 18 yıl ve izinsiz olarak tehlikeli madde bulundurmak suçundan 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Ceza Dairesinin 18/6/2012 tarihli ve E.2012/3291, K.2012/7740 sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Anılan tarih itibarıyla başvurucunun, Erzurum H Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu bilinmeyen bir tarihte Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiş olup anılan Hastanenin Sağlık Kurulunun 30/5/2013 tarihli ve 1518 sayılı raporunun ilgili kısımları şöyledir:"Mahallinde tedavisi uygundur. El-ön kol protezi takılırsa protez rehabilitasyonu görmesi (sağlık kuruluşlarının mahkumlara ayrılan bölümlerinde) uygundur. Oy birliği ile karar verildiğini bildirir sağlık kurulu raporudur." Başvurucu, bilinmeyen bir tarihte infazın ertelenmesi talebinde bulunmuş ve ardından Metris 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvurucu, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 9/7/2013 tarihli ve 2013/22676 sayılı yazısı ile Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kuruluna sevk edilmiştir. Anılan Kurulun 12/7/2013 tarihli ve 8207 karar numaralı raporunun ilgili kısımları şöyledir:"...a- Hâlihazırda T. Anayasası'nın 104/2-b maddesinde belirtilen sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hali kapsamında değerlendirilmediği,b- 6291 sayılı [Y]asa'nın maddesinde tanımlanan 105/A maddesinin bendi b fıkrası gereğince maruz kaldığı ağır sakatlık nedeniyle hayatını yalnız idame ettiremeyeceği, bir başkasının desteği ile bakıma muhtaç olduğu,c- 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 16/ maddesi gereği maruz kaldığı ağır sakatlık nedeniyle hayatını yalnız idame ettiremeyeceği, kanun maddesinde belirtilen diğer husus 'toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturup oluşturmayacağı' değerlendirmesinin adli tıbbi bir konu olmadığı oy birliği ile mütalaa olunur." Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 14/8/2013 tarihli ve 2013/7-16804 sayılı kararı ile başvurucunun infazın ertelenmesi talebinin reddine karar verilmiştir. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:"...İlam dosyası ve eki Adli Tıp Kurumunun raporu incelendi.Hükümlünün cezasının [a]ğırlaştırılmış [m]üebbet [h]apis cezası olduğu tespit edilmekle; ... 5275 [s]ayılı ... Kanun'un 25 (ı) maddesi gereğince; Hükümlünün cezasının infazına, hiçbir surette ara verilemeyeceğinden ayrıca Hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbi tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü Devlet yada Üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkum koğuşlarında uygulanması gerektiğine hükmedilmekle, İnfazın [e]rtelenmesi [t]alebinin [reddi] ile kararın hükümlüye tebliğine, karara karşı İnfaz Hakimliğine itiraz yolu açık olmak üzere karar verildi." Başvurucu 16/8/2013 tarihli dilekçe ile anılan ret kararına karşı Bakırköy İnfaz Hakimliğine itiraz yoluna başvurmuştur. Bakırköy İnfaz Hâkimliğinin 27/8/2013 tarihli ve E.2013/921, K.2013/949 sayılı görevsizlik kararı ile başvurucunun itirazı, mahkûmiyet kararını veren Erzurum Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/2013 tarihli ve 2013/435 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun itirazının reddine karar verilmiştir. Başvurucu bilinmeyen bir tarihte Ümraniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvurucu 13/3/2014 tarihinde anılan Cezaevi vasıtasıyla İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatta bulunarak hapis cezasının infazının ertelenmesini ve "Cumhurbaşkanlığının af yetkisini kullanmasını" talep etmiştir. Bunun üzerine İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 18/3/2013 tarihli ve 2014/7-458 sayılı yazısı ile Ümraniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun tam teşekküllü bir hastaneye sevki ile muayene ve tetkikleri yaptırılarak hasta olup olmadığının, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi gereğince cezasının ertelenmesinin gerekip gerekmediğinin, cezanın infazına Cezaevinde devam edilmesinin hayati tehlike oluşturup oluşturmayacağının, oluşturuyorsa erteleme süresinin, başvurucunun rahatsızlığının Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendinde yazılı "sürekli hastalık, sakatlık ve kocama" hâli niteliğinde olup olmadığının sağlık kurulu raporu ile tespiti istenmiştir. Anılan yazı üzerine başvurucu 19/3/2014 tarihinde Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Anılan Hastane Sağlık Kurulunun 7/4/2014 tarihli ve 787 numaralı raporunun sonuç kısmında, başvurucunun sağlık kurulunda son değerlendirme sırasında sorulan sorulara cevap vermemesi ve kurul üyelerinin muayene talebini reddetmesi nedeniyle kesin karara varılamadığı, bu nedenle nihai kararın Adli Tıp Kurumu tarafından verilmesinin uygun olduğu kanaatine varıldığı bildirilmiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 24/4/2014 tarihli ve 2011/70 sayılı yazısı ile Adli Tıp Kurumu İhtisas Kuruluna sevk edilen başvurucu hakkında düzenlenen 30/4/2014 tarihli ve 5366 karar numaralı raporun sonuç kısmı şöyledir:"...a- Hâlihazırda T. Anayasası'nın 104/2-b maddesinde belirtilen sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hali kapsamında değerlendirilmediği,b- Tedavisi ve poliklinik kontrollerinin sağlanması halinde amputasyonunun hayati tehlike yaratacağına dair tıbbi bulguların tespit edilmediği,c- 5275 sayılı ... Kanun'un 16/ maddesi gereği maruz kaldığı ağır sakatlık nedeniyle hayatını yalnız idame ettiremeyeceği, kanun maddesinde belirtilen diğer husus 'toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturup oluşturmayacağı' değerlendirmesinin adli tıbbi bir konu olmadığı,d- Mevcut sol ön kol orta-alt 1/3 seviyesinden, sağ el bilek eklem seviyesinin üstünden amputasyonunun tıbben iyileşmesinin beklenmediği oy birliği ile mütalaa olunur." İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 27/5/2014 tarihli ve 2014/7-458 sayılı kararı ile başvurucunun ileri sürdüğü hususların "5275 sayılı Kanun'un maddesinin (6) numaralı fıkrası kapsamında değerlendirilecek nitelikte bulunmadığı" gerekçesiyle infazın ertelenmesi talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucu 2/6/2014 tarihinde anılan ret kararına karşı Erzurum Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yoluna başvurmuştur. Anılan Mahkemenin 4/7/2014 tarihli ve 2014/341 Değişik İş sayılı kararı ile "eylemlerinin toplum güvenliği bakımından ağır tehlike oluşturduğu gibi, hükümlünün mahkumiyetine ve sonuç cezasına konu eylemi ve dosyaya yansıyan hali nazara alındığında, toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlikenin kalkmadığı'' gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucunun Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin kararına yaptığı itiraz, Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin6/8/2014 tarihli ve 2014/591 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:''... Hükümlü bu karara itiraz etmiş ise de kendisinin terör örgütü faaliyeti kapsamında patlayıcı madde atarken patlayıcı maddenin elinde patlaması ile yaralandığı ve böylece bu eylemden dolayı mahkum olduğu anlaşılmaktadır. 5275 Sayılı Kanunun 16/6 maddesi gereğince sadece ağır hastalık ve sakatlık erteleme için yeterli olmayıp aynı zamanda toplum için ağır ve somut tehlike oluşturmama konusunda kanaate varma şartı bulunmaktadır. Hükümlünün mahkumiyetine konu olan eylem dikkate alındığında kararına itiraz edilen mahkemenin hükümlünün toplum için ağır ve somut tehlike oluşturduğuna ilişkin gerekçesi mahkememizce de yerinde görüldüğünden itirazın reddine karar verilmiştir.Kaldı ki Adli Tıp Kurumu raporunda da hükümlünün kolunun kesilmiş olmasına ilişkin sakatlığının sürekli hastalık veya kocama niteliğinde olmadığı, kontrollerinin yapılması halinde ağır tehlike arz etmediği, bu... durumda ise kanunun aradığı şartın gerçekleşmediği anlaşılmıştır...." Başvurucu, anılan kararı 21/8/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 4/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuş olup anılan tarih itibarıyla Ümraniye T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu anlaşılmaktadır. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Başvurucu 23/3/2015 tarihinde yeniden "infazın ertelenmesi" talebinde bulunmuştur. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2015 tarihli ve 2014/7-458 sayılı yazısı ile 5275 sayılı Kanun'un geçici maddesi uyarınca başvurucunun hapis cezasının infazının geri bırakılması "yasal olarak mümkün olmadığından" anılan talebinin reddine karar verildiği bildirilmiştir. Başvurucu 15/5/2015 tarihinde Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiş ve infaz dosyası Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucu 2/2/2016 tarihinde Metris R Tipi Ceza İnfaz Kurumuna (Rehabilitasyon Merkezi) nakledilmiştir. Bilinmeyen bir tarihte yeniden infaza ara verilmesi talebinde bulunan başvurucu, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kuruluna sevk edilmiştir. Anılan İhtisas Kurulunun 17/2/2016 tarihli ve 3006 karar numaralı raporunun ilgili kısımları şöyledir:"...a. 5275 sayılı ... Kanun'un 16/ maddesi kapsamında değerlendirilmediğib. 5275 sayılı ... Kanun'un 16/ maddesi kapsamında değerlendirildiği, hayatını yalnız idame ettiremeyeceği, ayrıca aynı maddede sözü geçen 'toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturup oluşturmayacağı' değerlendirmesinin adli tıbbi bir konu olmadığı, 1 (bir) yıl süre ile cezasının infazının tehirinin uygun olduğu,c. 6291 sayılı [Y]asa'nın maddesi ile değişik 5275 sayılı [Y]asa'nın 105/A maddesinin 3-B fıkrası kapsamında değerlendirildiği, hayatını yalnız idame ettiremeyeceği,d. T. Anayasası'nın 104/b maddesinde belirtilen sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hali kapsamında değerlendirilmediği oy birliği ile mütalaa olunur." Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 7/3/2016 tarihli ve 2015/7-17589 sayılı kararı ile 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendindeki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına ilişkin ilamların infazına ara verilemeyeceğine dair hükme dayanılarak başvurucunun infaza ara verilmesi talebinin reddine karar verilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 9/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/4/2016 tarihinde Menemen R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Rehabilitasyon Merkezi) sevk edilmiştir.B. Tutma Koşulları Genel Olarak R Tipi Ceza İnfaz Kurumları (Rehabilitasyon Merkezleri) Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu tarafından yayımlanan "Ceza İnfaz Kurumlarında Hükümlü ve Tutuklulara Sunulan Sağlık Hizmetleri Hakkında İnceleme Raporu"nun (TBMM Raporu) "Rehabilitasyon Merkezleri" başlıklı kısmı şöyledir:"Akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek infaz kurumlarına geri gönderilen mahpusların cezasının infazını sağlamak üzere Elazığ, Samsun, Manisa, Adana ve İstanbul-Metris’de rehabilitasyon merkezleri bulunmaktadır. 5275 sayılı Kanun’un 18’inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilen hükümlü ve tutukluların tedavileri, bu rehabilitasyon merkezlerinde görevli uzman personelce takip edilmek suretiyle yapılmaktadır." Türkiye İnsan Hakları Kurumunun (TİHK) 29/5/2014 tarihli "Ceza İnfaz Kurumlarında Bulunan Tukuklu ve Hükümlülerin Sağlık Hizmetlerine Erişimi Hakkında İnceleme Raporu"nun (TİHK Raporu) R tipi ceza infaz kurumları ile ilgili kısmı şöyledir:"...Öncelikle Adalet Bakanlığı yetkililerince Metris R Tipi Ceza İnfaz Kurumu hakkında sunum gerçekleştirilmiştir.Sunumda;5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin bendinde yer alan 'Hapsedilme ve diğer nedenlerden kaynaklanan akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek infaz kurumlarına geri gönderilenlerin cezaları, belirlenen infaz kurumlarının mahsus bölümlerinde infaz edilir.' hükmü doğrultusunda hizmet veren, yurt çapında beş adet rehabilitasyon merkezi (Elazığ, Samsun, Manisa, Adana ve Metris) bulunduğu, sağlık kurulu raporu ile ilgili kanun maddesi kapsamında değerlendirilen tutuklu ve hükümlülerin bu rehabilitasyon merkezlerinde uzman personelce takip edilerek tedavilerinin yapıldığı, ...... belirtilmiştir." Başvurucunun Tutulduğu Rehabilitasyon Merkezi Başvurucu bireysel başvuruda bulunduktan sonra engelli olması nedeniyle hâlihazırda tutulmakta olduğu Rehabilitasyon Merkezine sevk edildiğini Anayasa Mahkemesine bildirmemiştir. Bu çerçevede başvurucu, kendisi gibi yaşamını tek başına idame ettiremeyen engelli hükümlüler için özel olarak kurulmuş olan anılan Merkezde yaşamını tek başına idame ettiremediği veya bu konuda ciddi zorluklarla karşılaştığı yönünde de herhangi bir bilgi sunmamıştır. Resmî internet sayfasında yer verilen (bkz. http://www.menemenrcik .adalet.gov.tr) bilgilere göre Merkezin 13/1/2015 tarihinde hizmete açıldığı ve 24/11/2015 tarihinde hükümlü kabulüne başlandığı ve başvurucunun anılan Merkeze, hükümlü kabul edilmeye başlandığı tarihten beş ay sonra nakledildiği anlaşılmaktadır. Rehabilitasyon Merkezinin oldukça yeni olması nedeniyle ulusal veya uluslararası herhangi bir kurum tarafından denetlenmesi sonucunda yayımlanmış bir rapora ulaşılamamıştır. Buna karşılık Merkezin internet sayfasında "R Tipi Ceza İnfaz Kurumu Nedir?" başlığı altında yer verilen açıklamalar, somut başvurunun incelenmesi açısından değerlendirilebilir niteliktedir. Anılan web sitesinde yer alan açıklamalar şöyledir:"R Tipi Ceza İnfaz Kurumları 150 hükümlü ve tutuklu kapasitelidir. Kadın, Erkek ve Çocuk hükümlü ve tutukluların bulunduğu ceza infaz kurumları 3'er kişilik 46 oda, tek kişilik 12 oda bulunmakla beraber, 6 blok ve idari bölümden oluşmaktadır.Menemen R Tipi Ceza İnfaz Kurumumuzda A, B, C, D, E ve F blokları vardır. Bu blokların her biri için ayrı olmak üzere toplam 6 adet havalandırma bahçesi ve 2 Hobi bahçesi vardır. İdari bölümde ise gerekli bürolar vardır. Kurum mahkum kabul girişinde jandarma odası, revir, fotoğrafhane, X ray cihazı ile arama yeri mevcuttur. R Tipi Ceza İnfaz Kurumu içerisinde 1 adet Segbis Odası, 3 adet Avukat görüş yeri, 8 adet Kapalı görüş yeri vardır. Muayene Odaları, Tabip Odası, Kantin, Açık görüş salonu, Berberhane, Kütüphane, Şok Odaları, Yemekhane, Bireysel Görüşme Odaları ve 1 adet Dış Bahçe mevcuttur. R Tipi Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü ve tutukluların ihtiyaçlarının her an karşılanabilmesi amacıyla 21 adet Doktor Odası, 12 adet Sağlık Memuru Odası, 8 adet Grup Terapi Odası, 8 adet Özel Terapi Odası, 1 adet Diş Muayenehanesi, 1 adet Fizik Tedavi Ünitesi bulunmaktadır. Menemen R Tipi Ceza İnfaz Kurumu içerisinde; A BLOK : Kadın Kısmı ve Asosyaller Kısmı olmak üzere toplam 12 kişilik tekli odalar mevcuttur.B BLOK : Fiziksel Engelliler ve İşçi Kısmı olmak üzere toplam 10 adet 3'er kişilik odalar mevcuttur.C BLOK : Fiziksel Engelliler Kısmında toplam 10 adet 3'er kişilik odalar mevcuttur.D BLOK : Kadın ve Çocuk Kısmında 6 adet 3'er kişilik odalar mevcuttur.E BLOK : Ruhsal Engelliler Kısmında toplam 10 adet 3'er kişilik odalar mevcuttur.F BLOK : Ruhsal Engelliler Kısmında toplam 10 adet 3'er kişilik odalar mevcuttur." Anılan Merkezin internet sayfasında "Kurumumuz" başlığı altında yer verilen bilgiler ise şöyledir:"Menemen ilçesi Hatunderemevkisinde 1974-2010 yılları arasında Tekel Tütün Depoları olarak kullanılan binaların Adalet Bakanlığı’na devri sonrasında Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğümüzce ihaleye çıkılarak yapımına başlanılan Menemen Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü bünyesinde bulunan Menemen R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumumuz; Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğümüzün oluru ile 2015 tarihinde hizmete açılmıştır. Kurumumuz 2015 tarihinden itibaren hükümlü ve tutuklu kabulüne başlamıştır. Menemen R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Adalet Bakanlığı bünyesinde Türkiye’de bağımsız olarak kurulan ilk rehabilitasyon merkezidir. Menemen R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumumuzda fiziksel ve ruhsal engelli olan hükümlü ve tutuklular barındırılmaktadır. Kurumumuzda barındırılan hükümlü ve tutuklulara kurumumuz bünyesinde 24 saat sağlık hizmeti sağlanmaktadır. Kendi öz bakımlarını yapamayan hükümlü ve tutuklulara yaşantılarını sağlıklı, temiz bir ortamda sürdürebilmesi, beslenme ve temizlik ihtiyaçları yardımcı personel aracılığıyla yapılmaktadır. Kurumuzda barındırılan hükümlü ve tutkuluların rehabilite edilmesi için kurum bünyesinde uzman ekip tarafından fiziksel, ruhsal tedavi yapılmakta, eğitim servisi, psikososyal servis tarafından spor ve sosyal faaliyetler planlanmaktadır. Kurumumuzun belirtilen faaliyetler çerçevesinde hükümlü ve tutukluların cezalarının bitiminde, fiziksel ve ruhsal bakımdan uyum sağlayabilecek hazır bireyler olarak topluma kazandırılması amaçlanmaktadır. Menemen R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumumuzda; Kurum Müdürü, Kurum Müdürü, Psikolog, Sosyolog, Öğretmen, 7 İnfaz ve Koruma Başmemuru, 55 İnfaz ve Koruma Memuru, 3 Katip, 1 Sivil Memur, 1 Hizmetli, 3 Sağlık Memuru, 1 Elektrik Teknisyeni, 1 Şoför ve Yardımcı Personel Olarak 5 Doktor, 1 Psikiyatr, 1 Fizyoterapist, 6 Acil Tıp Teknisyeni, 20 Hasta Bakıcı olmak üzere 110 Personel görev almaktadır." Bakanlık, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 30/6/2016 tarihli ve 81509476-00-2016-E.1081/81405 yazısının ilgili kısımları şöyledir:"...Adı geçenin 26/04/2016 tarihinde Bakanlık emri gereğince Ceza İnfaz Kurumlarının Tahsisi ve Nakil İşlemleri hakkında 151 Nolu Genelge'nin 9 uncu maddesinin altıncı fıkrası uyarınca 'Hastalık nedeniyle' ve 5275 sayılı Kanun'un 16 ncı maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere Metris R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan şu an barındırıldığı Menemen R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği,...Öte yandan; Bilindiği üzere; Ceza infaz kurumuna ilk kez alınan hükümlü ve tutuklunun, kabul odasında geçen sürede, tıbbi gizliliğe uygun olarak, kendisinin ve çevresindekilerin ruhsal ve bedensel iyiliği için, ilk kabul muayenesi yapılarak sağlık bilgileri kaydedilmektedir. Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi hekim tarafından yapılmaktadır. Hükümlü ve tutukluların, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için, ilk muayene ve tedavi hizmetleri kurumda verilmekte; ileri tetkik, tedavi ve rehabilitasyon gerekenler devlet hastanelerine, daha ileri sağlık hizmeti gerekenler ise üniversite hastanelerine sevk edilmekte; tüm muayene ve tedavi sonuçları kişinin sağlık dosyasına kaydedilmektedir.Yasa gereği gerekli olan her türlü muayene ve tedavi, devletin teminatı altında ve ücretsizdir.Kurum hekimi, aile hekimi ve diş hekiminin uygun gördüğü durumlarda hastaneye sevkler yapılarak hükümlü/tutuklulara gerekli sağlık hizmeti verilmektedir. Ayrıca acil durumlarda derhal 112 Acil Servis'e haber verilerek gerekli tıbbi müdahalede bulunulmakta ve gerek görülmesi halinde ambulansla hastaneye sevk sağlanmaktadır.Hastaneye sevk edilen hükümlü ve tutuklulardan hastanede yatarak tedavi görmesi uzman hekim tarafından gerekli görülenler, hastanelerin mahkum koğuşuna alınarak tedavi ve takibi burada sürdürülmektedir. Hastanede yatarak tedavisi gerekli hükümlü/tutukluların tedavilerini yapan hekimin raporuyla zorunlu olduğunun bildirilmesi halinde eşi, annesi, babası, kardeşi, bunların olmaması durumunda Cumhuriyet Başsavcılığının uygun gördüğü bir aile yakını hastanın yanında refakatçi olarak bulundurulabilmektedir. Sürekli hastalık, sakatlık veya kocama hali nedeniyle bir başkasının bakımına muhtaç olan, ancak hastanede yatırılmasına gerek görülmeyen hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumunda ayrı bir bölümde barındırılarak günlük bakımları kurum iç hizmetlerinde çalıştırılan kişilerce yapılmaktadır.Ayrıca; ağır ve sürekli hastalığı bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında 5275 sayılı Kanunun 16/6'ncı maddesi kapsamında, kişinin talebi veya ceza infaz kurumu idaresince re'sen, ceza tehiri işlemi başlatılmakta olup; Adli Tıp Kurumu raporu ile uygun görülmesi ve Cumhuriyet Başsavcılığının da toplum güvenliği açısından değerlendirmesinin ardından tahliyesine karar verilmesi halinde, hükümlü tedavisi tamamlanıncaya kadar ceza tehirinden faydalanmaktadır.Hastalığı nedeniyle Adli Tıp Kurumundan rapor bekleyen ya da tek başına öz bakım becerisini yapamayan ve başkasının bakımına muhtaç olan hasta tutuklu ve hükümlülerin barındırılması, rehabilite ve tedavilerini sağlamak amacıyla Metris ve Menemen R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumları faaliyete geçirilmiştir. ...Hükümlünün şu an bulunduğu Menemen R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ise 150 kişilik kapasiteye sahip olup; yalnızca ağır ve bakıma muhtaç hükümlü ve tutukluların barındırılmaktadır.Hizmet alımı yolu ile yapılan ihale sonucunda hizmet vermekte olan3 pratisyen hekim, 1 psikiyatrist, 1 fiziyoterapist, 4 sağlık memuru, 20 hasta bakıcı, Bakanlık bünyesinde 3 sağlık memuru veayrıca Sağlık Bakanlığına bağlı olarak haftanın Cuma günleri hizmet vermekte olan diş hekiminin olduğu, kurumda sağlık hizmeti tam gün kesintisiz olarak verilmektedir.Ceza infaz kurumunda bulunan her hükümlü ve tutuklunun kişisel ihtiyaçlar, sağlık işlemleri ve psikolojik destek bakımından azami derecede takip edilerek ilgili mevzuata uygun olarak cezalarını infaz etmeleri sağlanmakta ve kurumca önceden belirlenen program dahilinde ihtiyacı olan her hükümlü ve tutuklunun rutin olarak kişisel bakımların, kişisel ihtiyaçların titizlikle yerine getirilmektedir.Ayrıca kurumda bulunan her odada acil çağrı butonları yer almakta, bunun yanında sağlık durumları nedeniyle öz bakım becerilerini yerine getiremeyen, ağır hasta hükümlü ve tutukluların odalarında portatif (taşınabilir) acil çağrı butonları yer almakta ve olası durumlarda ilgili görevlilerce ivedi olarak talepte bulunan her hükümlü ve tutuklunun odasına gidilerek ihtiyaçlarının yasal mevzuat çerçevesinde yerine getirilmektedir.Ceza infaz kurumunun mevcut olan yapısı nedeniyle bünyesinde özel duruma sahip hasta, bakıma muhtaç, öz bakım becerilerini yerine getiremeyen hükümlü ve tutuklulardan oluşması nedeniyle mevzuatta belirtilen makam ve mercilerce sıklıkla denetlenmekte yapılan denetimler sonucunda kurum uygulamaları hakkında mevzuat dışı yapılan bir uygulama olmadığı yönünde kararlar verilmektedir.Son olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı Bakanlık ve HSYK Muhabere Bürosunun 18/05/2016 tarihli ve 2016/B.M 15053 sayılı izni ile İzmir İl İnsan Hakları Kurulu Cezaevi ve Gözaltı Birimleri İzleme Komisyonu'nun 23/05/2016 tarihinde ceza infaz kurumunu ziyaret ederek ceza infaz kurumu koşullarını yerinde gözlemlediği tespit edilmiş olup, buna ilişkin bilgi ve belgeler ekte sunulmuştur." Üyeleri İl İnsan Hakları Kurulu Başkanlığı tarafından belirlenen Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri 2 No.lu İzleme Kurulu (İzleme Kurulu) tarafından 22/1/2016 tarihinde Rehabilitasyon Merkezine gerçekleştirilen ziyaret sonucunda düzenlenen aynı tarihli raporda, kapasitesi yüz elli kişi olan Merkezin ziyaret tarihi itibarıyla mevcudunun on altı kişi olduğu, iki kişinin tutuklu diğerlerinin hükümlü olduğu, kaldıkları odaların üçer kişilik ve tek kişilik olduğu, 24/11/2015 tarihinde mahkûm kabulüne başladıkları için tam kapasiteye geçilmediği, kantinin faal olduğu, beş hekimin yirmi dört saat esasına göre hizmet verdiği, üç pratisyen, bir fizyoterapist ve psikiyatrist, altı sağlık memuru ve yirmi hasta bakıcının yanı sıra bir kurum müdürü ve geçici görevli ikinci müdür ile yedi infaz koruma başmemuru ve yetmiş dört infaz koruma memurunun görev yaptığı, yemeklerin açık cezaevinden geldiği, sıcak/soğuk su sorunu yaşanmadığı, iç güvenlik, sevk ve nakil işlemlerinde sorun olmadığı tespit edilmiştir. Aynı raporda C1 koğuşundan H.Ç., C2 koğuşundan S.E., C3 koğuşundan F.Y., C4 koğuşundan B.E., C6 koğuşundan A.B. ile görüşüldüğü, anılan kişilerin genel olarak herhangi bir sorunları olmadığını ifade ettikleri, A.B.nin tekerlekli sandalye kullanması nedeniyle lavaboya sığamadığını ve giriş-çıkışlarda sorun yaşadığını bildirerek bu sorunun çözülmesini istediği, Kurul üyelerinin durumu Merkezin müdürüne ilettikleri ifade edilmiştir. C5 koğuşundaki K.K.nın konuşamaması ve R.K.nın ise o sırada hastanede olması nedeniyle adı geçenlerle görüşme yapılamadığı anlaşılmıştır. İzleme Kurulu tarafından 6/4/2016 tarihinde Rehabilitasyon Merkezine gerçekleştirilen ziyaret sonucunda düzenlenen aynı tarihli raporda 22/1/2016 tarihli bir önceki raporla benzer tespitlere yer verildiği, önceki rapordan farklı olarak Merkezin ziyaret tarihi itibarıyla mevcudunun otuz beş kişi olduğu, sağlık memuru sayısının yediye yükseltildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca yaşam şartları ve fiziki yapıya ilişkin önceki rapordaki tespitlere ek olarak öz bakımını yapamayan tutuklu/hükümlülere banyo ve temizlikte hasta bakıcıların yardım ettikleri, on beş günlük periyodlarla kişisel bakım kontrollerinin yapıldığı tespitlerine yer verilmiştir. Aynı raporda tutuklu/hükümlülerden A.S., E.Ö., N.E., S.Y., K.K. ve A.O. ile görüşüldüğü, anılan kişilerin genel olarak herhangi bir sorunları olmadığını, görevlilerin kendilerine yardımcı olduklarını, herhangi bir şikâyetleri olmadığını ifade ettikleri, fizik tedavi almakta olan N.E.nin fizik tedavi cihazının yeterli olmadığını bildirdiği, durum ilgili görevliye sorulduğunda Bakanlıktan talep edilen ödeneğin beklendiği cevabının alındığı anlaşılmıştır. Önceki raporda ifade edilen, tekerlekli sandalye kullanan tutuklu/hükümlünün tuvalete giriş çıkışlarda yaşadığı sorunun çözülüp çözülmediği ilgili görevliye sorulduğunda tuvalet ve banyonun genişletilmesinin planlandığı ancak bunun için ödenek beklendiği cevabının alındığı belirtilmiştir. İlgili Hukuk Ulusal Hukuk 5275 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir."(1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır. (3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir. (4) Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.(5) (Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Kapalı ceza infaz kurumuna girdikten sonra gebe kalanlardan koşullu salıverilmesine altı yıldan fazla süre kalanlar ile eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli sayılanlar hakkında dördüncü fıkra hükümleri uygulanmaz. Bu kişilerin cezasının dördüncü fıkrada öngörülen kısmı, ceza infaz kurumlarında kendileri için düzenlenen uygun yerlerde infaz olunur.(6) (Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir." 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün muayene ve tedavisi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.(2) Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile üniversitelerin sağlık kuruluşları, hükümlülerin tedavileri bakımından gerekli yardımları yapmakla görevlidirler.(3) Rızası olsa bile hiçbir hükümlü üzerinde tıbbî deney yapılamaz." 5275 sayılı Kanun'un "Hastaneye sevk" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir." 5275 sayılı Kanun'un "İnfazı engelleyecek hastalık hâli" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir.” Uluslararası Hukuk Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 9/12/1988 tarihli ve 43/173 sayılı kararıyla kabul edilmiş olan "Herhangi Bir Biçimde Tutulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması İçin Prensipler Bütünü"nün “Kötü muameleyi şikâyet hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ Tutulan veya hapsedilen bir kimse veya avukatı, kendisine yapılan muamele hakkında ve özellikle maruz kaldığı işkence veya diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muameleler konusunda, tutma yeri veya hapishaneden sorumlu makama ve daha yüksek bir makama ve gerekirse denetleme ve hukuki çözüm getirme yetkisine sahip makama şikayette ve talepte bulunma hakkına sahiptir. Tutulan veya hapsedilen kimsenin veya avukatın bu prensibin fıkrasında belirtilen hakları kullanma imkanı bulunmuyorsa, tutulan veya hapsedilen kimsenin ailesinin bir üyesi veya bu durum hakkında bilgisi olan her hangi bir kimse yukarıda belirtilen hakları kullanabilir. Şikayet edenin talebi halinde, yapılan şikayet veya taleple ilgili gizlilik korunur. Her bir talep veya şikayet hemen ele alınıp incelenir ve gereksiz gecikmeye meydan vermeksizin cevaplanır. Eğer talep veya şikayet reddedilirse veya aşırı bir gecikme varsa, şikayetçi durumu yargısal veya diğer bir makam önüne getirebilir. Tutulan ve hapsedilen kimse veya bu prensibin birinci fıkrasında belirtilen şikayetçiler bir talepte veya şikayette bulunmaktan ötürü zarara maruz bırakılamazlar.” Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin (8/4/1998 tarihli oturumda kabul edilmiş olan) Üye Devletlere Cezaevinde Tıbbi Bakımın Ahlaki ve Kurumsal Yönleri İle İlgili R (98) 7 sayılı Tavsiye Kararı'nın ilgili kısımları şöyledir:"R (98) 7 SAYILI TAVSİYE KARARINA EK Cezaevinde Tıbbi Bakımın Ana ÖzellikleriA. Bir Doktora Müracaat Mahkûmlar cezaevine girdiklerinde ve orada bulundukları süre içerisinde herhangi bir yersiz gecikme olmaksızın ve tutukluluk rejimlerine bakılmaksızın, gerekirse sağlık durumları itibarıyla her zaman bir doktora veya tam mesleki tecrübeye sahip olan bir hemşireye müracaat etme imkânına sahip olmalıdır. Bütün tutuklular cezaevine alınmalarında uygun olan bütün tıbbi uygulamalardan yararlandırılmalıdır. Akli dengesizliğin, cezaevine psikolojik adaptasyonun, uyuşturucu kullanımından kaynaklanan zararlı belirtilerin, hap ve alkol bağımlılığının ve bulaşıcı ve kronik durumların üzerinde özel bir önemle durulmalıdır. Mahpusların sağlık gereksinimlerini karşılayabilmek için, mahpusların sayılarına, sirkülasyonuna ve ortalama sağlık durumlarına dayalı olarak, büyük ceza infaz kurumlarında devamlı surette doktorlar ve tecrübeli hemşireler bulundurulmalıdır. Bir cezaevi sağlık bakım ünitesi en azından açık tedavi ve dış hasta konsültasyonlarını yapabilecek imkanlara sahip olmalıdır. Şayet, mahkûmun sağlık durumu cezaevinde garanti altına alınamayacak bir tedaviyi gerektiriyorsa, cezaevi dışında bulunan sağlık kuruluşlarında ve her türlü güvenlik ortamında tedavinin yerine getirilmesi için mümkün olan her şey yapılmalıdır. Mahpuslar gündüz ve gecenin her anında gerekli olduğunda bir doktora görünebilmelidir. Cezaevi binası ve eklentilerinde ilk yardımda bulunabilecek bir görevli her zaman hazır bulundurulacaktır. Ciddi acil durumlarda doktor, hemşire, personelinin bir üyesi ve cezaevi idaresi haberdar edilmelidir; gözetim personelinin aktif katılımı ve işlemde bulunması esastır.... Gerektiğinde, mahpus hastaneye götürülürken kendine doktor veya hemşire personelince refakat edilmelidir...." Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) tarafından kabul edilen standartların ilgili kısımları şöyledir:"...Cezaevlerinde sağlık hizmetleri Genel Rapor’dan Alıntı [CPT/Inf (93) 12] Özgürlüklerinden mahrum bırakılmış kişilere sunulan sağlık bakım hizmetleri doğrudan CPT'nin görev alanı ile ilgilidir. [Dipnot: Aynı zamanda bkz. 8 Nisan 1998'de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen cezaevinde sağlık hizmetlerinin etik ve organizasyonel yönlerine ilişkin R (98) 7 No'lu Tavsiye.] Yetersiz sağlık hizmetleri, "insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele" teriminin kapsamına giren koşulların hızla ortaya çıkmasına neden olabilir. Ayrıca belli bir cezaevinde sunulan sağlık hizmetleri, hem o cezaevinde hem de diğer yerlerde (özellikle emniyet birimlerinde) kötü muamelenin önlenmesinde önemli rol oynayabilir. Bunun da ötesinde, söz konusu hizmetler, sunuldukları tesisteki genel yaşama koşulları üzerinde olumlu etkide bulunabilir. Aşağıdaki paragraflarda, cezaevlerinde sağlık hizmetlerini incelerken CPT heyetleri tarafından dikkate alınan bazı konular ele alınmaktadır. Ancak, CPT herşeyden önce, bugüne kadar Komite tarafından ziyaret edilen ülkelerin tamamında olmasa da birçoğunda zaten kabul edilen, tutukluların toplumda yaşayan insanlarla aynı düzeyde tıbbi bakım hakkına sahip olduğu yönündeki genel ilkeye verdiği öneme işaret etmek istemektedir. Bu ilke bireyin temel hakları arasında yer almaktadır. Cezaevi sağlık bakım hizmetlerine yaptığı ziyaretlerde CPT'yi yönlendiren konular, aşağıdaki başlıklar altında ele alınabilir:a. Doktora erişimb. Bakımda eşitlikc. Hastanın onayı ve gizlilikd. Önleyici sağlık hizmetlerie. İnsani yardımf. Mesleki bağımsızlıkg. Mesleki yetkinlika. Doktora erişim Cezaevine girerken, bütün tutuklular gecikme olmaksızın cezaevinin sağlık hizmetlerinde görev yapan bir kişi tarafından görülmelidir. CPT bugüne kadarki raporlarında yeni gelen her hükümlü ile görüşülmesini ve gerekli ise girişinden sonra mümkün olan en kısa süre içinde bir tıp doktoru tarafından fiziksel muayenesinin yapılmasını tavsiye etmiştir. Bazı ülkelerde, girişteki tıbbi taramanın doktora bağlı tam yetkin bir hemşire tarafından yapıldığı da eklenmelidir. Bu ikinci yaklaşım, mevcut kaynakların daha etkin kullanımını sağlayabilir. [Dipnot: Bu gereklilik daha sonra şu şekilde yeniden yazılmıştır: her yeni gelen hükümlü girişinden sonra mümkün olan en kısa zamanda bir tıp doktoru tarafından görüşmeye alınacak ve fiziki muayenesi yapılacaktır; özellikle tutukevleri söz konusu olduğunda istisnai durumlar dışında, bu görüşme/muayene giriş gününde yapılmalıdır. Girişteki bu tıbbi tarama bir doktora bağlı tam yetkin bir hemşire tarafından da yapılabilir.]Cezaevine gelişlerinde hükümlülere, sağlık bakım hizmetinin varlığı ve işleyişi hakkında bilgi veren ve hijyenle ilgili temel önlemleri hatırlatan bir kitapçık veya broşür verilmesi de faydalı olacaktır. Tutukluların gözetim altında bulundukları süre boyunca, tutukluluk sürelerinden bağımsız olarak her zaman bir doktora erişimlerinin bulunması gereklidir (özellikle tek başına hücre hapsinde tutulan tutuklular için doktora erişim konusunda bkz. CPT Genel Raporu CPT/Inf (92) 3'ün paragrafı). Sağlık hizmetleri, doktora danışma talepleri gereksiz gecikme olmadan karşılanacak şekilde düzenlenmelidir.Tutuklular sağlık bakım hizmetine gizlilik ilkesi dahilinde, örneğin kapalı bir zarfta bir not yoluyla ulaşabilmelidir. Ayrıca cezaevi yetkilileri doktorla görüşme taleplerini kendine göre eleme yoluna gitmemelidir. Bir cezaevinin sağlık hizmetleri en azından düzenli ayakta konsültasyon ve acil durumlarda tedavi sunabilmelidir (tabii ki, bunların dışında genellikle yataklı hastane tipi bir birim de olabilir). Her tutukluya yetkin bir diş hekimi de hizmet sunmalıdır. Bunun dışında, cezaevi doktorları uzmanların hizmetlerinden yararlanabilmelidir.Acil durum tedavisine gelince, her zaman bir doktor nöbette olmalıdır. Ayrıca ilk yardım sunabilecek yetkinliğine, tercihan da hemşirelik niteliklerine sahip bir kişinin her zaman cezaevi sınırları içinde bulunması gereklidir.Ayakta tedavi, uygun olan hallerde sağlık bakım personeli gözetiminde yapılmalıdır. Bir çok durumda, devam eden bakımın tutuklunun inisiyatifine bırakılması yeterli değildir. Sivil hastane ya da cezaevi hastanesinde, tam teçhizatlı bir hastane hizmetinin de doğrudan desteği sağlanmalıdır.Sivil hastanenin kullanılması halinde, güvenlik düzenlemeleri konusu ortaya çıkacaktır. CPT bu bağlamda, tedavi almak üzere hastaneye gönderilen tutukluların gözetim nedenleriyle hastane yataklarına ya da diğer eşyalara fiziksel olarak bağlanmamaları gerektiğini vurgulamak ister. Güvenlik ihtiyaçlarını yeterli bir şekilde karşılayacak başka yollar bulunabilir ve bulunmalıdır; bu tür hastanelerde bir gözetim biriminin oluşturulması bu çözümlerden bir tanesi olabilir. Tutukluların hastaneye yatırılması ya da bir uzman tarafından hastanede muayene edilmesi gerektiğinde, hasta sağlık durumunun gerektirdiği aciliyette sevk edilmelidir." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14810 | Başvuru, cezaevinde kalamayacağı yönünde adli tıp raporu bulunmasına ve dolayısıyla serbest bırakılması gerekmesine rağmen ayrımcı gerekçelerle cezaevinde tutulması nedeniyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ve ayrımcılık yasağının; infaza ara verilmesi talebinin hakkaniyete aykırı olarak reddedilmesi ve bu karara karşı itirazın yetersiz gerekçelerle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; gösterilere müdahale sırasında güç kullanımı sonucu yaralanma ve buna ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının, uğranılan zarar hakkında açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle eziyet yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 30/12/2015, 17/5/2016 ve 11/4/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2016/279 ve 2018/10772 numaralı başvuru dosyalarının kişi yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2016/9604 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/9604 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucunun Yaralanması ve Sonrasındaki Soruşturma Süreci 1990 doğumlu olan başvurucu; Gezi Parkı olayları sırasında yaralanan B.E.nin hayatını kaybettiği 11/3/2014 tarihinde akşam saatlerinde İstiklal Caddesi yakınlarında yürürken B.E.nin ölümü nedeniyle gösteri yapıldığını fark ettiğini, başından yaralanan bir çocuk gördüğünü ve yardım etmek amacıyla o yöne doğru koşarken kolluk tarafından içinde bulunduğu gruba biber gazı ve plastik mermi ile müdahale edildiğini, sonrasında kolluk görevlileri tarafından darbedildiğini ve hakaretlere maruz kaldığını beyan etmektedir. Başvurucu darbedildiği iddiasıyla Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) müracaat etmiştir. Başvurucu hakkında Hastane tarafından 12/3/2014 tarihinde saat 05'te düzenlenen genel adli muayene raporunda yer alan bulgular şöyledir:"Darbedildiği iddiasıyla başvuran hasta gelişte GKS 15 şuur açık. Batın rahat. Sol ayak bileğinde şiddetli ağrı, sol mandibulatemporal eklemde ağrı, alt dudak sağda içte 2*2 cm'lik ekimoz mevcut. Sırtta solda yaygın geniş alanda hiperemi ve hassasiyet mevcut. Grafı ve BTleri istendi. Sol calceneusta fraktür mevcut. Toraks BTde fraktür görülemedi. PX yok. HX yok. Kranial BT de kanama yok fraktür yok. Ortopedi ve KBB ile konsulte edildi. Durum bildirir geçici rapordur." Başvurucu hakkında Hastane tarafından 12/3/2014 tarihinde saat 45'te KulakBurun Boğaz Bölümü tarafından düzenlenen konsültasyon fişindeki bulgular şöyledir:"Hastanın yapılan muayenesinde her iki kulak doğal. Aktif epistaksis izlenmedi. Septal hematom görülmedi. Krpitasyon alınmadı. Ağız ve orofarenks muayenede darp ve cebir izine rasatlanmadı. Alt dudak sağ kommisüre yakın olan bölümünde çapı yaklaşık 1 cm olan hematom gözlendi. Fasyal sinir fonksiyonları doğaldı. Temporomandibular eklem muayenede sol eklemde ağız açmakla hassasiyet olduğu görüldü. Buradan krepitasyon alınmadı. Sağ eklem ise doğaldı." Başvurucu hakkında İstanbul Beykoz Devlet Hastanesi Ortopedi Bölümü tarafından 12/3/2014 tarihinde saat 50'de düzenlenen rapordaki teşhis şöyledir:"S 2-Tarsal kemik(ler)in diğer kırığı; S92,0-Kalkaneus kırığı 20 (yirmi) gün istirahati uygundur." Başvurucu 11/3/2014 tarihinde yaralanmasına neden olan kolluk görevlilerinden 31/3/2014 tarihinde şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun Cumhuriyet savcısı huzurunda alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"...Dilekçemde beyan ettiğim gibi Gezi olayları sırasında yaralanıp 2014 tarihinde B.E.nin yaşamını yitirdiği 2014günü akşamı saat 30 civarında Taksim İstiklal Caddesi Büyük Parmakkapı Sokak başı yakınlarında yürüdüğüm sırada başından yaralanan bir çocuğum ambulansla götürüldüğünü gördüm ve o tarafa doğru koşarken olaya müdahale eden polisler tarafından içinde bulunduğum kalabalığa doğru gaz ve plastik mermi sıkıldı, ben de orada bulunan gazetecilerle beraber bir ekmek kulübesinin arkasında bulunan yere sığındım ve ortalık sakinleştikten sonra çıkmak üzereyken kafamı kaldırıp baktığımda iki polis memuru bana doğru gelmeye başladılar, ben ne olduğunu sormak isterken bir tanesi bana yüzüme gelecek şekilde jobla vurdu daha sonra müteahhit darbeler aldım, bu darbeler her iki polis memurundan geliyordu, polislerden biri önümde biri arkamda idi, her ikisi de vuruyordu, ilerde sunacağımız CD görüntülerinde bu durum açıkça görülmektedir, daha sonra vatandaşlar beni çekip kurtardıktan sonra ben koşmaya başladığım sırada sokağa girmekte olan akrep aracı beni görünce yönünü bana doğru çevirdi ve ayağımın üzerinden geçti, çarptıktan sonra da bir süre ayağımın üzerinde de bekledi ileri veya geri geçmedi, daha sonra çevredekilerin yardımı ile çıkarıldım, şikayetçiyim, CD'leri daha sonra ibraz edeceğim. Vekilinden soruldu, beyanlara katılıyoruz daha sonra gerekirse delil ve gerekirse tanıklarımızı sunacağız." İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından başvurucunun yaralanması olayıyla ilgili başlatılan soruşturmada İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazılan 4/4/2014 tarihli müzekkere ile olay anına ilişkin tüm kamera görüntülerinin gönderilmesi, başvurucunun kask numarasını belirterek şikâyetçi olduğu polis memurunun ve olay anında bu polis memurunun yanında bulunan polis memurlarının açık kimlik bilgilerinin, adreslerinin, görev belgelerinin ve teşhise esas fotoğraflarının gönderilmesi, olay anında shortland aracını kullanan polis memurunun tespiti ile kimlik bilgilerinin bildirilmesi ve Savcılığa müracaatının sağlanması istenmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından Savcılığa gönderilen 20/5/2014 tarihli cevap yazısında olayla ilgili olarak arşivde bulunan görüntülerin gönderildiği, 27/5/2014 tarihli cevap yazısında MOBESE görüntülerinin on gün ile otuz gün arasında tutulması nedeniyle bu görüntülere ulaşılamadığı, 28/5/2014 tarihli cevap yazısında ise kask numarası sorulan polis memurunun Y.E. olduğu, 21/1/2015 tarihli cevap yazısında ise Shortland (bir tür zırhlı askerî araç) marka aracın sürücüsünün polis memuru R.Y. olduğu bildirilmiş ve ilgili evraklar gönderilmiştir. Savcılık tarafından şüpheli Y.E.nin ifadesi alınmıştır. Y.E. ifadesinde olay günü rahatsız olması sebebiyle malzemeleri korumak amacıyla araç içinde görevli kaldığını, kaskını polis memuru H.A.nın yanlışlıkla aldığını, izletilen görüntülerde kadına vuran şahsın kendisi olmadığını belirtmiş; bu görüntülerin internette yer aldığını, tüm personelin bu görüntüleri izlediğini, H.nin de izlediğini, H.A.nın kaskını yanlışlıkla aldığını ve görüntülerdeki kişinin kendisi olduğunu kabul ettiğini, kadının kendisini tahrik etmesi ve uyarılara rağmen olay yerinden ayrılmaması nedeniyle böyle davrandığını söylediğini beyan etmiştir. Savcılık, şüpheli sıfatıyla H.A.nın ifadesini almıştır. H.A.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Ben İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaparım. 2014 tarihinde biz Taksim'e görevli olarak gittik. Ben grup şefi olarak görevliydim. İstiklal caddesinde olaylar olduğu anonsu gelmesi üzerine acilen gösterilere müdahale etmek için kaskı alırken yanlışlıkla kendi kaskım yerine Y.E.nin kullandığı B-04100 nolu kaskı almışım. Bunu daha sonra fark ettim. Müştekinin de bulunduğu grup daha önceki saatlerde de bize taş, cam şişe ve sapanla demir bilye atıp küfürler etmişti. Bu grubu birkaç defa dağıttık. Ancak tekrar toplandılar. Telsizden bize müştekinin bulunduğu 4-5 kişilik gruba jobla müdahale edin talimatı gelince ve grupla aramızdaki mesafenin kısa olması nedeniyle en ufak bir Molotof atımında büyük zarar göreceğimiz için ben grup şefi de olmam nedeniyle müştekinin bulunduğu gruba doğru yöneldim. Müşteki bize 'o. çocukları, Tayyip [Erdoğan]'in köpeğisiniz, hükümetin köpeğisiniz, satılık köpekler, katiller' şeklinde küfürler ediyordu. Biz tekrar müştekiyi ve yanındakileri uyardık. Ancak uyarılarımıza küfür ile karşılık verip dağılmayınca ben birkaç defa jobla kaba etlerine vurdum. Yürümeye devam ederken müşteki tekrar arkamdan geldi bana küfürler edip tekme attı. Bende bu yüzden kendisine tekrar vurmak zorunda kaldım. Müştekinin yanından ayrılmama müteakiben bize destek olması için shortland geldi, müşteki shortland aracın önüne kendisini attı. Müşteki aynı zamanda biraz ileride bulunan grubuda bize yönelik saldırmaları için tahrik edici söylemlerde bulunuyordu. Bu yüzden kendisine müdahale etmek zorunda da kaldık.Huzurdaki şüpheliye müştekinin sunduğu CD deki görüntüler gösterildi, soruldu,Görüntülerdeki müştekiye jobla müdahale eden B-04100 kask nolu polis memuru benim ancak bu görüntüler eksiktir. Youtube'da da görüntüler vardır. Ben bu görüntüleri size CD halinde sunacağım. Ayrıca bayanın bize yönelik davranışlarına grupta bulunan arkadaşlarım , A.A., S. şahittir dedi..." Savcılık, tanık polis memuru nin beyanını almış; tanık, beyanında olay tarihinde grup şefleri olan H.A. ile birlikte İstiklal Caddesi üzerindeki göstericilere müdahale ederken aralarında başvurucunun da olduğu grubun kendilerine taş atıp küfrettiğini, telsizden cop kullanma talimatı geldiğini, grup ile aralarındaki mesafenin kısa olduğunu, başvurucunun taş atmaya devam etmesi üzerine H.nin başvurucuya yönelip copla başvurucunun kaba etlerine birkaç kez vurduğunu ve başvurucuyu bıraktığını ancak başvurucunun tekrar küfürler ederek H.nin peşinden gittiğini ve ona tekme attığını ifade etmiş; H.nin tekrar cop kullandığını, bu sırada Shortland marka aracın grup ile aralarına girdiğini ve durduğunu, başvurucunun Shortland marka aracın önüne düştüğünü, aracın başvurucuya çarptığını ve tekerin başvurucunun üzerinden geçtiğini görmediğini beyan etmiştir. Savcılık, diğer tanık polis memurları A.A. ve S.yi dinlenmiş; bu tanıklar ile aynı yönde beyanda bulunmuştur. Savcılık, Shortland marka aracın sürücüsü olan şüpheli R.Y.nin ifadesini almıştır. R.Y. aracı kullanan kişinin kendisi olduğunu, telsizden muhimmat getirmesi yönünde anons gelmesi üzerine araçla hareket ettiğini, biraz ileride Çevik Kuvvet polisi ile bir kadının arbede yaşadıklarını fark ettiğini, bir arkadaşının kadını polislerin olduğu yerden çekip aldığını, yoluna devam ederken bu kadının aniden arkadaşının elinden kurtularak Çevik Kuvvet polisine saldırmak için önüne çıktığını ifade etmiş; frene bastığını ancak aracın dört tonluk bir araç olması nedeniyle hemen duramadığını, kadının aracın altında kaldığını ama araçla üzerinden geçmediğini hatta kadının kalkarak aracın antenini söktüğünü, kasıtlı olarak bu şahsa çarpmadığını söylemiştir. Savcılık, Adli Tıp Kurumundan (ATK) başvurucunun yaralanması olayı hakkında rapor talep etmiştir. Başvurucu hakkında 31/3/2014 tarihinde düzenlenen ATK raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Darp nedeniyle yaralanan kişi hakkında düzenlenmiş Şişli Etfal EA Hastanesinin 2014 tarihli raporlarında; sol ayak bileğinde şiddetli ağrı, sol mandibulatemporal eklemde ağrı, alt dudak sağda içte 2x2cm'lik ekimoz, sırtta solda yaygın geniş alanda hiperemi ve hassasiyet olduğu, çekilen grafilerinde sol kalkeneusta fraktür tespit edildiği, çekilen toraks BT'de fraktür görülmediği, KBB notunda; alt dudak sağ kommisüre yakın olan bölümde hematom olduğu, burunda krepitasyon alınmadığı kayıtlıdır.Kişinin yapılan muayenesinde; sol ayağında alçı atel olduğu, şahsın sırtındaki hiperemik alanların daha sonra ekimoza dönüştüğünü beyanına rağmen muayenede olay üzerinden fazlasıyla zaman geçtiği için görülememiştir. Ancak kendisi bu görüntüleri bir CD'ye kaydettiğini beyan etmiştir. SONUÇ:Kişide tarif edilen sol kalkeneus kırığına neden olan yaralanmasının;1- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,2- Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI3-Vücuttaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisi Hafif (1), orta (2-3) ve ağır (4-5-6) olarak sınıflandırıldığında; Kişide saptanan kırığın hayat fonksiyonlarını ORTA(2) derecede etkileyecek nitelikte olduğu kanaatini bildirir rapordur. " Savcılık 21/5/2014 tarihinde başvurucudaki hangi bulguların darp ve cebir sonucunda, hangilerinin araç altında kalma neticesinde oluştuğu yönünde ATK'dan rapor düzenlemesini talep etmiştir. ATK tarafından 27/5/2014 tarihinde düzenlenen raporun ilgili kısmı şöyledir:"... Sol ayak kalkaneus kırığının araç altında kalma neticesinde oluştuğu, diğer lezyonların etkili eylem sonucu meydana gelmiş olduğu,Kalkeneus kırığı arızasının:Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı,Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisi ORTA(2) derece olduğu,Kırık dışında tarif edilen arızasının,Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı,Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu kanaatini bildirir rapordur." Savcılık 17/6/2014 tarihinde şüpheli polis memuru R.Y.nin kullandığı Shortland marka araçla başvurucuya kasıtlı olarak çarpıp çarpmadığı, taksirle çarpmış ise başvurucunun yaralanmasında kusurlu olup olmadığı hususlarında ATK'dan rapor düzenlemesini talep etmiş; olay anına ilişkin görüntüleri göndermiştir. ATK'nın 5/11/2014 tarihli cevap yazısında, görüntülerdeki olayın yayaların ve araçların kara yolları üzerindeki hâl ve hareketlerine ilişkin bir trafiğe ilişkin olmadığı, protesto gösterilerine dair olduğu, bu nedenle olayı değerlendirmenin görevleri arasında bulunmadığı sonucuna varıldığı bildirilmiştir. Savcılık 22/4/2014 tarihinde bir adet CDiçeriğinin çözümlenmesi için bilirkişi görevlendirmiştir. Bilirkişi, fotoğraflamalar yapmıştır. Rapordaki çözümleme ve tespitler şöyledir:"Çevik kuvvet polisi bayan şahsa cop ile vuruyor, bayan şahıs polise tekme atıyor, polis grubunun bulunduğu yere doğru gitmek isteyen bayan şahsı arkadaşları tutuyor, bayan şahıs polislere doğru koşarken, polis aracının bayan şahsa çarpma anı, aracın çarpması sonucu bayan şahıs yere düşüyor, olay yerinde bulunanlar bayan şahsı aracın altından çıkarmaya çalışıyorlar, polis aracının altından çıkartılan bayan şahısı kucağına alan kişi yol kenarına götürüyor.TESPİT EDİLEN HUSUSLAR VE SONUÇ:...Görüntüler izlendiğinde üzerinde mavi kot pantolon, kırmızı mont ve sırtında siyah bir çanta bulunan bayan şahısın olay yerinde bulunan bir çevik kuvvet polis memuruna birkaç kez tekme attığı, polis memurunun da bayan şahısa elinde bulunan cop ile birkaç kez vurduğu, bunun üzerine yine olay yerinde bulunan bir erkek şahısın bayanı kolundan tutarak çektiği, bayan şahısın kendisini tutan şahıstan bir anda kurtularak polis grubunun bulunduğu tarafa doğru koşarken hareket halinde bulunan S18 numaralı bir polis aracının çarpması sonucu yere düştüğü, yere düşen bayan şahısın yanına gelen diğer şahısların yardımı ile aracın altında sıkıştığı yerden çıkartılarak yol kenarına taşındığı görüntülerin burada sonlandığı anlaşılmıştır..." Savcılık 1/12/2014 tarihinde şüpheli polis memuru R.Y.nin idaresindeki Shortland marka araçla başvurucuya kasıtlı olarak çarpıp çarpmadığı, taksirle çarpmış ise başvurucunun yaralanmasında kusurlu olup olmadığı hususlarında bilirkişi raporu düzenlenmesini talep etmiştir. Bilirkişi; düzenlediği raporda görüntülerin incelenmesi neticesinde Shortland marka aracın çarpma anının ve kime çarptığının görülemediğini, bu nedenle istenen hususta bir sonuca ulaşılmadığını belirtmiştir. Savcılık, görüntüler hakkında ek bilirkişi raporu talep etmiştir. Bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Yeniden yapılan incelemede her ne kadar çarpma anı tam olarak görülemese de S.18 no.lu shortland aracının harekete geçtiği sırada karşı kaldırımda bulunan müştekinin araca doğru koşarak geldiği, kamera döndüğü için çarpma anının görülemediği ancak görüntülerde aracın düz seyrettiği, hızının 10km/saat'in altında olduğu, müşteki şahsa doğru bir manevra yapmadığı, buna göre müşteki yayanın araca kontrolsüz koşması sırasında aracın sağ ön köşe kısımlarının darbesine maruz kaldığı, şüpheli sürücünün çarpmadan hemen sonra aracını durdurduğu anlaşılmaktadır.Yapılan tespitlere göre olay sırasında yayanın kontrolsüz şekilde koşması nedeniyle araca çarptığı, ancak yayanın araç sürücüsünün görüş alanında olması nedeniyle zamanında etkili fren yapması halinde aracını durdurabileceği ve çarpmayı önleyebileceği anlaşılmaktadır. Buna göre olayda kasıt unsurunun olmadığı, müşteki yaya Şadiye Dilan Kelekçier'in araca doğru kontrolsüz şekilde koşarak aracın seyir şeridine girmesi nedeniyle olayda ağır derecede asli kusurlu olduğu, şüpheli sürücü R.Y.nin ise etkili fren tedbirinde geç kalarak yayaya aracın sağ ön köşe kısımları ile çarptığından olayda alt düzeyde tali kusurlu olduğu görüşüne varılmıştır." Savcılık 15/9/2015 tarihinde şüpheli H.A. hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Şüphelinin, müştekiye yönelik eylemi öncesinde, müştekinin ve içerisinde bulunduğu yasa dışı toplantı ve gösteri yürüyüşü yapan grubun kolluk görevlilerine yönelik olarak taşlı-sopalı müdahalesi sırasında, müştekinin de olay yerinde bulunan şüpheli çevik kuvvet polis memuruna bir kaç tekme attığı, şüpheli polis memurunun da kendisine yönelik saldırı üzerine müştekiye elindeki cop ile bir kaç kez vurduğu, bu sırada olay yerinde bulunan bir erkek şahsın müştekiyi kolundan tutarak çektiği, sonrasında bu şahsın elinden kurtulan müştekinin tekrar polis grubunun bulunduğu tarafa doğru koşarken araç ile çarpıştığı ve yaralandığı anlaşılmışsa da, müştekinin de içerisinde bulunduğu eylemci grup tarafından gerçekleştirilen gösterinin barışçıl olmaması, gerek eylemciler gerekse müşteki tarafından bizzat şüpheli polis memuruna yönelik saldırı gerçekleştirilmiş olması, polis memuru olan şüphelinin ifa ettiği görev nedeniyle gerçekleştirdiği müdahale ile ilgili olarak olayın niteliğine göre zor kullanma yetkisinin bulunması ve bu zor kullanma sonucu müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı hususundaki adli raporlarındaki bulguların niteliği ve yaralanmanın derecesi dikkate alındığında, şüphelinin zor kullanırken görevinin gerektirdiği ölçü dahilinde ve orantılı davrandığı tespit edilmiş olup, bunun dışında zor kullanma yetkisi sınırını aşarak sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanarak müştekiyi kasten yaraladığı hususunda müştekinin soyut iddiası dışında şüpheli hakkında kamu davası açılmasına yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığı anlaşıldığından, suç ve şüpheliler ile ilgili olarak kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..." Ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 23/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 5/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Savcılık 15/9/2015 tarihli iddianame ile şüpheli R.Y. hakkında taksirle yaralama suçundan iddianame düzenlemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 22/9/2015 tarihli kararıyla iddianamenin iadesine karar verilmiştir. Anılan kararda, iddianamedeki suç anlatımına ve nitelemesine göre olay sırasında kamu görevlisi olarak görev yapan ve görev icabı kullandığı resmî müdahale aracıyla tedbirsizlik, dikkatsizlik sonucu başvurucunun yaralanmasına sebep olduğu iddia edilen şüphelinin üzerine atılı suçun 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerine tabi olduğu, istisna olarak sayılan suçlardan olmadığı, buna rağmen şüpheli hakkında yetkili idari makamın yargılama izni alınmadan ve buna ilişkin hukuki süreç tamamlanmadan iddianamenin düzenlendiği gerekçesine dayanılmıştır. İddianamenin iadesi kararı üzerine Savcılık, şüpheli RY. hakkında İstanbul Valiliğinden (Valilik) soruşturma izni talebinde bulunmuştur. Valilik 2/12/2015 tarihinde R.Y. hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Anılan kararda R.Y.nin kullandığı, Shortland diye tabir edilen zırhlı aracın normal araçlardan farklı ve özel donanımlı olmasından dolayı başvurucunun araca kontrolsüz bir şekilde koşması sebebiyle aracın çarptığı, polis memuru R.Y.nin herhangi bir kastının olmadığı, olayda başvurucunun asli kusurlu olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesine dayanılmıştır. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara başvurucu itiraz etmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 16/2/2016 tarihli kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Olayda, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nde görevli Polis Memuru R.Y. hakkında, müştekinin 11/03/2014 tarihinde B.E.nin ölümüyle ilgili protestolar sırasında Taksim İstiklal Caddesi üzerinde bulunduğu sırada S18 nolu shortland aracının kasıtlı olarak çarpması sonucu yaralanması ile ilgili iddiaları üzerine yapılan ön inceleme sonucunda, hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı anlaşıldığından itirazın reddine, soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın Mahkememizce yöntem ve yasaya uygun bulunması nedeniyle onanmasına..." Anılan karar başvurucuya 28/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Savcılık 18/5/2016 tarihinde, şikâyet edilen hakkındaki soruşturmanın izin şartı gerçekleşmediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 30/6/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. B. Başvurucu Tarafından İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Başvurucu 20/11/2014 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat etmiş, polisin orantısız müdahalesinden doğan maddi ve manevi zararının giderilmesini talep etmiştir. İçişleri Bakanlığının 20/1/2015 tarihli kararıyla başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucu, isteminin reddi üzerine 23/2/2015 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu, B.E.nin hayatını kaybettiği 11/3/2014 tarihinde İstiklal Caddesi yakınlarında yürürken B.E.nin ölümü nedeniyle gösteri yapıldığını fark ettiğini, başından yaralanan bir çocuk gördüğünü ve yardım etmek amacıyla o yöne doğru koşarken içinde bulunduğu gruba kolluk tarafından biber gazı ve plastik mermi ile müdahale edildiğini, sonrasında bir kolluk görevlisi tarafından darbedildiğini, Shortland marka aracın kasıtlı olarak çarpması nedeniyle ayağından yaralandığını, bu sırada çevrede bulunan polis memurları tarafından plastik mermi, su ve biber gazı ile müdahaleye devam edildiğini, yaralanmasında idarenin hizmet kusuru olduğunu belirterek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. İdare Mahkemesi; başvurucunun olay günü söz konusu eylemlerin içinde aktif biçimde yer aldığını, olay yerinde bulunan polislere tekme attığını, dolayısıyla polise mukavemetinin sabit olduğunu ve hareket hâlindeki Shortland marka aracın önünden koşarak geçmeye çalışırken aracın çarpması sonucu başvurucunun yaralandığını, polisin başvurucuya kasten çarptığına dair bir tespitin olmadığını, kamera görüntüleri ve ifadelerin de bu yönde olduğunu belirterek idarenin müdahalesinin yasal sınırlar içinde kaldığı ve başvurucununkusurlu davranışının bu yaralanmada asli etkiye sahip olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu dosyada yer alan görüntülerde de görüldüğü şekliyle bir polis memurunun doğrudan kendisini hedef alan saldırısıyla karşılaştığını, polisin iki kez copla yüzüne vurduğunu, bu haksız saldırıya karşı kendisini savunmaya çalışırken arkadan gelen bir başka polis memurunun coplu saldırısına ve polislerin hakaretlerine maruz kaldığını, yaşadığı şokun etkisiyle ve doğal bir refleksle polisin üzerine yürüdüğünü, polisin yetkisini açıkça kötüye kullandığını ve kendisine ağır bir şiddet uyguladığını, Shortland marka aracın ise sol tarafa doğru giderken kasıtlı olarak sağ tarafa döndüğünü ve kendisine çarptığını, müdahalelere rağmen aracın otuz saniye boyunca ayağının üzerinde tutulduğunu belirterek istinaf isteminde bulunmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdari Dava Dairesinin 23/2/2018 tarihli kararıyla bu talep reddedilmiş ve karar onanmıştır. Anılan karar başvurucuya 12/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Soruşturma Dosyasında Bulunan Görüntü Kayıtları Savcılık tarafından gönderilen CD/DVD'de kayıtlı görüntülerinden şu hususlar tespit edilmiştir:- Başvurucu devrilmiş vaziyetteki bir ekmek kulübesinin arkasında birkaç kişiyle birlikte durmakta iken Savcılık tarafından şüpheli polis memuru H.A. olarak tespit edilen kişi, birliğinden ayrılarak tek başına başvurucunun yanına doğru yürümekte ve copla başvurucunun yüz ve sırt bölgesine birkaç kez vurmaktadır. Bu sırada başvurucu da H.A.ya tekme ve yumrukla karşılık vermektedir. H.A. arkasını dönüp gitmekte iken bir başka polis memuru da başvurucuya copla vurmakta, başvurucu bağırarak ve tam olarak anlaşılamayan bazı şeyler söyleyerek H.A.nın peşinden gitmekte, H.A. dönerek tekrar başvurucunun sırt bölgesine birkaç kez copla vurmakta, tekrar arkasını dönüp gitmekte, başvurucu da H.A.ya yumruk ve tekme atmaktadır. Bu sırada çevrede bulunan diğer polisler ve göstericiler araya girmekte ve bir gösterici başvurucuyu çekerek oradan uzaklaştırmaktadır.- Başvurucu kendisini tutan kişinin elinden kurtularak polislerin olduğu tarafa gitmekte iken Shortland marka araç olay yerine gelmekte ve polis birliği ile göstericiler arasında durmaktadır. Kamera görüntülerinde aracın başvurucuya çarpma anı görülmemektedir ancak araç durduğu sırada bir grup insan başvurucuya yardım etmek için koşmakta ve başvurucunun etrafına toplanmaktadır. Bir müddet sonra bir şahsın başvurucuyu kucaklayarak yolun kenarına taşıdığı görülmektedir. İlgili ulusal hukuk için bkz. Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/102015, §§ 28-30; Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-30; Abdullah Yaşa [GK], B. No: 2015/12486, 5/11/2020, §§ 29- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9604 | Başvuru, gösterilere müdahale sırasında güç kullanımı sonucu yaralanma ve buna ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının, uğranılan zarar hakkında açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle eziyet yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kanser hastasının tedavisinde gerekli ilacın ithali için ödemesinin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan tedbir talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 23/7/2020 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 12/7/1970 doğumlu olan başvurucuya bronş ve akciğer maling neoplazmı (akciğer kanseri) tanısı konulmuştur. Başvurucunun tedavisini izleyen hekim, tedavide en isabetli seçeneğin nivolumab etken maddeli Opdivo adlı ilaç olduğunu değerlenmiştir. Başvurucunun başvurusu üzerine Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu anılan ilacın kullanılmasına onay vermiştir. Başvurucu, vekili aracılığıyla SGK'ya başvurarak Opdivo isimli ilacın bedelinin SGK tarafından karşılanmasını talep etmiştir. SGK bu talebi reddetmiştir. Başvurucu, adı geçen ilacın bedelinin SGK tarafından karşılanması için ihtiyati tedbir talepli olarak 9/6/2020 tarihinde İzmir İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmıştır. İş Mahkemesi 11/6/2020 tarihinde talebin kabulüne karar vermiştir. SGK vekili karara itiraz etmiştir. İtiraz sonucuna dair bir belge bulunmamaktadır. SGK "İhtiyati tedbir kararının uygulanması, verildiği tarihten itibaren bir hafta içinde talep edilmek zorundadır. Aksi hâlde, kanuni süre içinde dava açılmış olsa dahi, tedbir kararı kendiliğinden kalkar." düzenlemesi uyarınca kararı uygulamamıştır. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde İş Mahkemesi nezdindeki ilaç bedelinin SGK tarafından ödenmesi talepli yargılamanın derdest olduğu, ayrıca başvurucunun bireysel başvuruda bulunduktan sonra 3/11/2020 tarihinde hayatını kaybettiği anlaşılmıştır. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19476 | Başvuru, kanser hastasının tedavisinde gerekli ilacın ithali için ödemesinin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan tedbir talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, şirketin münfesih olduğunun tespiti için açılan davada, usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İstanbul Büyük Çamlıca Mahallesinde tapuda kain, üzerinde birinci sınıf tarihi eser niteliği taşıyan köşk ve müştemilatının bulunduğu taşınmaz, başvurucunun mülkiyetinde iken başvurucunun ortağı olduğu B.Ç. Turistik Tesis ve Yatırım İşl. San. ve Tic. A.Ş. ile İnşaat Taahhüt İthalat ve İhracat Ltd. Şti. arasında yapılan 24/4/1988 tarihli sözleşme ileanılan taşınmaz üzerinde 5 yıldızlı turistik otel yapımı için anlaşılmıştır. İnşaat sözleşmesine taraf şirketlerin hissedarları olan başvurucu ve A. isimli şahıs 17/10/1988 tarihindeÇ.T. Yatırımları Sanayi Tic. A.Ş.'yi kurmuşlar, başvurucu taşınmazın tapusunu % 49 hisseye karşılık şirkete devretmiştir. şirketler grubunun sahibi olduğu bankaya Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından el konulması üzerine %51'lik hisse TMSF tarafından 27/3/2006 tarihinde K. isimli şahsa satılmıştır. Başvurucu, Beyoğlu Asliye Ticaret Mahkemesinde 7/2/2007 tarihinde açtığı davada; inşaat sözleşmesinin tarafı olarak kendisi ile A. isimli şahısla birlikte kurdukları Ç.T. Yatırımları Sanayi Tic. A.Ş.'nin amacının söz konusu inşaatı tamamlamak olduğunu, bu nedenle taşınmazını aynî sermaye olarak ortaya koyduğunu, daha sonra Şirketler grubunun hisselerine TMSF tarafından el konulduğunu, davalı şirketin bu şekilde kötü yönetildiğini, şirkete ait taşınmaz teminat gösterilerek bankalardan krediler çekildiğini, şirket yönetimini elinde bulunduran kişilere çıkar sağlandığını, şirketin bu tarihe kadar amacını gerçekleştiremediği gibi hiçbir faydalı faaliyetinin de bulunmadığını, şirketin amacını gerçekleştirme imkânının da kalmadığını belirterek davalı şirketin feshine ve şirkete kayyım atanmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu 8/9/2009 tarihinde Beyoğlu Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı davada da; davalı şirketin sermayesinin artırılmasına karar verilmesine rağmen TMSF'den hisse satın alan diğer ortak K. tarafından taahhüt edilen sermaye payının ödenmediğini belirterek şirketin münfesih hâle geldiğinin tespitini talep etmiştir. Beyoğlu Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2009/414 sayılı dosyası hukuki ve fiili irtibat nedeniyle Beyoğlu Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/50 sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Yargılama sırasında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) kararı ile Beyoğlu adliyesinin kapatılması üzerine dosya İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine devredilmiştir. Mahkemenin 4/6/2012 tarihli kararında asıl dava açısından şirketin kötü yönetildiği, haksız çıkar sağlandığı, yeterli kâr elde edilemediği, yönetimin başarısız olduğu gibi olguların, anonim şirketlerin feshini gerektirmediği, bu hususların gerçekleşmesi hâlinde konunun, genel kurulda tartışılması, yöneticilerin ibra edilmemesi, değiştirilmesi, sorumlular hakkında dava açılması gibi yolların denenmesi gerektiği, bu açıdan sayılan olgularınfesih nedeni olarak kabul edilmeyeceği, şirketin ana sözleşmesinde amacının yurt içinde ve dışında turizm endüstrisine ilişkin her türlü turistik otel, motel, kamp yeri, konaklama tesisleri, ikamet, seyahat, spor, plaj, eğlence, yiyecek, içecek ve benzeri tesisler inşa etmek ve 10/2/1992 tarihinde tescil edilen tadil tasarısındaki diğer işler olduğunun belirtildiği,sermaye olarak konulan taşınmazda otel inşaatı yapılmasıhususunun davacı şirketin münhasır amacı olmadığı, otel inşaatının herhangi bir sebeple devamına imkân kalmadığı kabul edilse dahi şirket amacının gerçekleşme ihtimalinin ortadan kalktığından söz edilemeyeceği, birleşen dava açısından, şirket sermayesinin 000 TL'ye çıkartıldığı, artırılan sermaye karşılığı çıkartılan tüm pay bedellerinin ödendiğinin anlaşıldığı, davalı şirketin öz varlığının tükenmediği belirtilerek asıl ve birleşen davaların reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı 19/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 17/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bu arada HSYK'nın 26/8/2014 tarihli kararı ile İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin faaliyeti durdurulmuş ve dosya İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine devredilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12390 | Başvuru, şirketin münfesih olduğunun tespiti için açılan davada, usul ve kanuna aykırı karar verilmesi; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında temyiz aşamasında duruşma yapılmaması nedeniyle aleni yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1995 doğumlu olup olayların gerçekleştiği tarihte Şanlıurfa'da ikamet etmektedir. Boğazı kesilmiş, çeşitli yerlerinde kesici alet yarası varken bu hâlde bulunan ve fiilî livataya maruz kaldığı da tespit edilen maktulenin olay saatinden önce başvurucu ile telefon görüşmesi yaptıklarına ve birlikte yürüdüklerine dair kamera kayıtları olduğunun, maktulenin çamaşırlarında başvurucuya ait DNA profillerinin bulunduğunun belirlenmesi üzerine başvurucu hakkında Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığınca nitelikli kasten insan öldürme ve nitelikli cinsel saldırı suçlarından kamu davası açılmıştır. Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 27/2/2013 tarihli kararıyla başvurucunun canavarca hisle kasten insan öldürme suçundan sonuç olarak 20 yıl hapis, organ sokmak suretiyle cinsel saldırı suçundan ise sonuç olarak 5 yıl 10 ay hapis cezasına mahkûm edilmesine karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucunun olay yeri tutanağı ve otopsi raporu ile uyumlu şekilde ayrıntılı olarak olayı anlattığı, müdafi huzurunda alınan Savcılık ifadesini ve maktuleye tecavüz olayının DNA incelemeleriyle kanıtlandığını gözetmiştir. Mahkemece, anal yoldan zorla cinsel ilişkiye girilen maktulenin olayı başkalarına söyleyebileceği düşüncesiyle başvurucu ve diğer sanık tarafından birçok yerinden bıçaklanmak, kafasına taşla vurulmak, boğazı kesilmek suretiyle canavarca his saikiyle ve suçun ortaya çıkmasını engelleme amacıyla öldürdürüldüğü kabul edilerekbaşvurucu ve diğer sanığın iştirak iradesi ile maktuleye yönelik cinsel istismar ve kasten adam öldürme eylemlerini gerçekleştirdikleri kanaatine varılmıştır. Başvurucu tarafından duruşmalı inceleme talebini de içerir şekilde temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 4/11/2014 tarihli kararıyla duruşma yapılmaksızın onanmıştır. Karar 5/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.Başvurucu 8/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/368 | Başvuru, ceza davasında temyiz aşamasında duruşma yapılmaması nedeniyle aleni yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hâkimlik mesleğinden çıkarılmaya karar verilmesi ve bu kararın doğurduğu hukuki sonuçlar nedeniyle Anayasa'da düzenlenen bir kısım hak ve ilkelerin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 15 Temmuz 2016 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde örgütlenmiş bir grup tarafından darbe girişiminde bulunulmuştur. Bu kapsamda devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak başta Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) olmak üzere demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır. Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve birçok olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi çıkarılmıştır. Bu kapsamda Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde yargı mensuplarından terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten veya kamu görevinden çıkarılmalarına karar verileceği hususları düzenlenmiştir. 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Kanun'un maddesiyle 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'na geçici madde eklenmiştir. Anılan geçici maddede, 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay üyelerinin üyeliklerinin sona ereceği düzenlenmiştir. O tarihte Yargıtay üyesi olan ve Kanun gereğince üyeliği sona eren başvurucu, yeniden Yargıtay üyesi seçilmeyerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından 1/8/2016 tarihinde Yargıtay tetkik hâkimliğine atanmıştır. Başvurucu, Yargıtay tetkik hâkimi iken FETÖ/PDY örgütü ile iltisak ve irtibatı sabit görülerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 24/8/2016 tarihli ve 2016/426 sayılı kararı ile 667 sayılı KHK kapsamında başvurucunun meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, 7/9/2016 tarihinde anılan kararın kaldırılması için HSYK'ya başvurarak yeniden inceleme talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebi, HSYK Genel Kurulunun 29/11/2016 tarihli ve 2016/434 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararından 30/11/2016 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 29/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapılması sonrasında Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 2/1/2017 tarihinde kararlaştırılan 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anılan KHK'da, 667 sayılı KHK'nın maddesi uyarınca başvurucu gibi meslekten çıkarılan yargı mensupları ile ilgili düzenlemelere de yer verilmiştir. A. İlgili Mevzuat Anayasa’nın “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” kenar başlıklı maddesinin onuncu fıkrası şöyledir: "Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz." 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun “Yeniden inceleme, itiraz ve yargı yolu” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:"Genel Kurulun veya dairelerin, meslekten çıkarma cezasına ilişkin kesinleşmiş kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulabilir; diğer kararları yargı denetimi dışındadır. Meslekten çıkarma kararlarına karşı açılan iptal davaları ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda görülür. Bu davalar, acele işlerden sayılır." 667 sayılı KHK'nın “Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen ... hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ve Sayıştay meslek mensupları hakkında Sayıştay Başkanının başkanlığında, başkan yardımcıları ile Sayıştay Başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve bir üyeden oluşan komisyonca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir..." 685 sayılı KHK'nın “Yargı denetimi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenler, kararın kesinleşmesinden itibaren altmış gün içinde ilk derece mahkemesi olarak Danıştaya dava açabilir." 685 sayılı KHK'nın “Geçiş hükümleri” kenar başlıklı geçici maddesinin (4) numaralı şöyledir:"Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten önce 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 6749 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası kapsamında meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilenler, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten itibaren altmış gün içinde 11 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan hükümlere göre dava açabilir. Bu kapsamda idare mahkemelerinde derdest olan davalar Danıştaya gönderilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımlandığı tarihten önce açılmış olup da karar verilen dosyalarda da bu fıkra hükümleri uygulanır."B. Danıştay İçtihadı Danıştay Dairesinin 4/10/2016 tarihli ve E.2016/8196, K.2016/4066 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"T. Anayasasının maddesinde " Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, (...) Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, (...) veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır." hükmüne, maddesinin fıkrasında, "Kurul, ( ... ) meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; (... ) ." hükmüne ve fıkrasında ise "Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz." hükmüne yer verilmiştir.Görüldüğü üzere, Anayasa, hakim ve savcıların görevlerinin sona ermesi sonucunu doğuran işlemleri disiplin cezaları vemeslekte kalmalarının uygun olmadığı yolunda verilen kararlar olarak ikiye ayırmış, bunlardan sadece bir disiplin cezası olan meslekten çıkarma cezasına karşı yargı yolunu açık tutmuştur.(...)Buna göre KHK’nın ve maddelerinde öngörülen meslekten veya kamu görevinden çıkarma; adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran “olağanüstü tedbir” niteliğindedir.Bu durumda, davacı hakkındaki, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu'nun 2016 tarih ve 2016/426 sayılı kararının disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan ve yargı denetimine tabi bir disiplin cezası olan meslekten çıkarma cezası niteliğinde olmadığı dikkate alındığında,6087 sayılı Kanunun yukarıda yer verilen maddesi'nde yer alan hüküm uyarınca, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay'da görülebilecek bir uyuşmazlık bulunmadığından, çözümünde idari yargıda genel görevli yargıyeri olan idare mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır." (Vurgulamalar Danıştay tarafından yapılmıştır). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/41934 | Başvuru, hâkimlik mesleğinden çıkarılmaya karar verilmesi ve bu kararın doğurduğu hukuki sonuçlar nedeniyle Anayasa da düzenlenen bir kısım hak ve ilkelerin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, forklift operatörü olarak çalışmaktayken iş akdinin feshedilmesi üzerine iş mahkemesinde 10/6/2016 tarihinde işe iade davası açmıştır. Gebze İş Mahkemesi 13/4/2017 tarihli kararla iş akdinin haklı ve geçerli sebebe dayanılarak feshedilmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar vermiştir. İşveren istinaf talebinde bulunmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 3/5/2018 tarihli kararla istinaf talebinin kabulüne ve iş mahkemesi kararının kaldırılarak davanın esastan reddine iki hafta içinde Yargıtaya temyiz yolu açık olmak üzere karar vermiştir. Başvurucu, temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 22/10/2018 tarihli kararla başvurucunun temyiz talebinin süre aşımından reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca temyiz süresinin gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren sekiz gün olduğu, sekiz günlük temyiz süresi geçtikten sonra yapılan temyiz başvurularının süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca karar gerekçesinde; Bölge Adliye Mahkemesi kararında gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde kararın temyiz edilebileceği açıklanmışsa da 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi uyarınca kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında kanundaki süreleri hâkimin artırıp eksiltemeyeceği vurgulanmıştır. Karar başvurucu vekiline 15/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Hüküm tarihinde yürürlükte olan 5521 sayılı mülga Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası şu şekildedir: “Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihaî kararlara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir." 6100 sayılı Kanun’un dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesinin birinci fıkrası şu şekildedir: “Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir." 6100 sayılı Kanun'un "hükmün kapsamı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şu şekildedir:"Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:…ç) Hüküm sonucu, ... varsa kanun yolları ve süresini.…"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkının Sözleşme'nin maddesinde yerini bulan güvencelerin doğal bir parçası olduğunu (Lawyer Partners A.S./Slovakya, B. No: 54252/07, 16/6/2009, § 52), bu kapsamda herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını bir mahkeme veya yargı önüne getirme hakkının güvence altına alındığını (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 36), Sözleşme'nin maddesinde, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkının güvence altına alınmadığını ancak devletin kendi takdirine bağlı olarak taraflara kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıması durumunda, kanun yolu başvurusunu inceleyen mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün bu ilkelere uygun olması gerektiğini belirtmiştir (Delcourt/Belçika, B. No: 2689/65, 17/1/1970, § 25). AİHM, mahkemeye erişim hakkına yönelik birtakım sınırlandırmaların kabul edilebileceğini ancak sınırlamaların meşru bir amaca yönelik olmadığı veya kullanılan yöntem ile ulaşılması hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin bulunmadığı durumlarda, kısıtlamaların Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasına uygun olmayacağını belirtmiştir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57). AİHM; ulusal hukuk kurallarını yorumlama görevinin yerel mahkemelere ait olduğunu, AİHM'in rolünün bu yorumların Sözleşme ile uyumluluğunu denetlemekle sınırlı olduğunu, bu durumun kanun yolu başvurusunda öngörülen süre sınırlamaları ile ilgili yapılan yorumlar açısından da geçerli olduğunu, süreye ilişkin kuralların adaletin ve özellikle de yasal kesinliğin düzgün şekilde uygulanmasını amaçladığını (Pérez De Rada Cavanilles/İspanya, B. No: 28090/95, 28/10/1998, §§ 43, 45), bununla birlikte mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten ve usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmaları gerektiğini belirtmiştir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37162 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığından uğradığı zararların karşılanması için açtığı davada adli yardım talebi reddedildikten sonra yargılama giderlerinin yatırılmaması gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılması yolunda verilen kararın mülkiyet hakkı ve hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 30/10/2012 tarihinde Van İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 4/3/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hakkâri ili, Çukurca ilçesi, Uzundere köyünde ikamet etmekte iken terör olayları sebebiyle 1995 yılı Ekim ayında köyünden göç etmiş, Van ili, Bostaniçi beldesi, Yalım Erez Mahallesine yerleşmiştir. Başvurucu, 1/8/2009 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat ederek köyünü terk etmek zorunda kalması sebebiyle zarara uğradığından bahisle tarafına manevi tazminat ödenmesini istemiştir. Başvurucunun talebi İçişleri Bakanlığının 20/8/2009 tarih ve 6626 sayılı işlemiyle reddedilmiş, başvurucu, bu işlemin iptali ve tarafına manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi istemiyle Van İdare Mahkemesinde adli yardım talepli dava açmıştır. Van İdare Mahkemesinin 30/3/2010 tarih ve E.2009/1141 sayılı kararıyla başvurucunun adli yardım talebi reddedilmiş ve 8/6/2010 tarihli ara kararla başvurucudan harç ve posta ücreti yatırması istenilmiştir. Verilen sürede harç ve posta gideri yatırılmadığından aynı Mahkemenin 26/7/2010 tarihli ara kararıyla başvurucuya tekrar süre verilerek harç ve posta giderini yatırması, aksi halde davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği bildirilmiştir. Verilen sürede harç ve posta ücretinin yatırılmaması üzerine, anılan Mahkemenin 30/9/2010 tarih ve E.2009/1141, K.2010/1530 sayılı kararıyla davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Danıştay Dairesinin 19/9/2011 tarih ve E.2011/11058, K.2011/1288 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 5/6/2012 tarih ve E.2012/4250, K.2012/3671 sayılı kararı ile reddedilmiş, karar aynı tarihte kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası, geçici maddesinin yedinci fıkrası, 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası, geçici maddesinin (8) numaralı fıkrası, 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 46 ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/491 | Başvurucu, terör olayları nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığından uğradığı zararların karşılanması için açtığı davada adli yardım talebi reddedildikten sonra yargılama giderlerinin yatırılmaması gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılması yolunda verilen kararın mülkiyet hakkı ve hak arama hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması ve bu inceleme sırasında alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; davaya bakan mahkemenin yapılan kanun değişikliğiyle kapatılmasına rağmen yargılamaya bu mahkemede devam edilmesi nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK mülga madde ile görevli) yürütülen bir soruşturma kapsamında 21/2/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 24/12/2009 tarihli kararı ile toplantı ve yürüyüşlere silah veya benzeri aletlerle katılma, terör örgütü propagandası yapma, silahlı terör örgütüne üye olma ve mala zarar verme suçlarından tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 30/4/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucunun yangın, su baskını, tahrip, batırma, bombalama ya da nükleer, biyolojik kimyasal silah kullanarak öldürme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, terör örgütü propagandası yapma, mala zarar verme, toplantı ve yürüyüşlere silah veya benzeri aletlerle katılma, devletin birligini ve ülke bütünlüğü bozma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) E.2010/231 sayılı dosyası üzerinden başvurucu yönünden tutuklu olarak görülmüştür. Mahkemece 16/1/2014 tarihinde yapılan duruşmaya, başvurucu ve müdafii birlikte katılmış; başvurucu müdafii, tahliye talebini duruşma sırasında sözlü olarak Mahkemeye bildirmiştir. Mahkeme, tahliye talebini kabul etmeyerek başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 20/1/2014 tarihinde karara itiraz etmiştir. İtiraz mercii olan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, dosya üzerinden yaptığı inceleme sonunda 11/2/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararda, Cumhuriyet savcısından görüş sorulduğuna ya da Savcılık tarafından Mahkemeye görüş bildirildiğine dair herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir. Anılan karar, başvurucuya 25/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 4/12/2004 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) mülga maddesiyle ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 10/3/2014 tarihli kararı ile dosya, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/116) devredilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 24/12/2014 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiş; başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (2) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir....(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir." 5271 sayılı Kanun'un "Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi" kenar başlıklı mülga maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Türk Ceza Kanununda yer alan;...c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç),Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür." 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Aşağıdaki hükümler yürürlükten kaldırılmıştır:... 6) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 250, 251 ve 252 nci maddeleri,..." 6352 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (6526 sayılı Kanun'un maddesiyle yürürlükten kaldırılan) (4) numaralı fıkrası şöyledir:"Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlükten kaldırılan 250 nci maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce bakmaya devam olunur. Bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemez. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun l0 uncu maddesinin kovuşturmaya ilişkin hükümleri bu davalarda da uygulanır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5621 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması ve bu inceleme sırasında alınan Savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; davaya bakan mahkemenin yapılan kanun değişikliğiyle kapatılmasına rağmen yargılamaya bu mahkemede devam edilmesi nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42249 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, “silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçu nedeniyle hakkında yürütülen yargılamada, başka suçlardan başka dosyalarda yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanarak hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, bu kişilerle yüzleştirilmediğini, bu kişilere soru soramadığını, bu kişilerin beyanlarının yasak sorgu yöntemleriyle alınıp alınmadığının araştırılmadığını belirterek Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, yargılanmanın yenilenmesini talep etmiştir. Başvuru, 4/4/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/5/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 23/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 24/1/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 17/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 31/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyan sunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 21/9/2006 tarihli iddianamesiyle başvurucunun 1995-2006 yılları arasında silahlı MLKP terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla cezalandırılması için ceza davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 9/3/2009 tarihli kararı ile başvurucunun 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. İlk Derece Mahkemesinin gerekçesi şöyledir:“SAVUNMA/Sanık mahkememizdeki savunmasında üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini, hiç bir örgütün üyesi olmadığını, okunan şahıslardan bazılarını tanıdığını, ancak aralarında örgütsel bir bağın bulunmadığını suçsuz olduğunu beyan etmiştir. Sanığın poliste ve Savcılığında alınan ifadesinin mahkemedeki ifadesini doğrular mahiyette olduğu anlaşılmıştır. DELİLLER/Sanığın poliste alınan Dizi-102-108'deki ifadesi, Savcılığında alınan dizi 119-122'deki ifadesi, İstanbul Ağır ceza mahkemesinin 1995/170 esas sayılı dava dosyasında yargılanan E. 'nin, 1995/150 esas sayılı dava dosyasında yargılanan S.T., K., E.S., H.T., E.T.'ın ifadeleri, İstanbul 3 nolu DGM'ının 1997/57 esas sayılı dosyasında yargılanan A.G.'in, 1996/348 esas sayılı dosyasında yargılanan N.T.'nun beyanları, İstanbul 5 nolu DGM'nin 1999/328 esas sayılı dosyasında yargılanan H.A., B.A. ve Ş.K.'nun beyanları, istanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 1997/40 esas sayılı dosyasında yargılanan Y.K.'ın beyanları ve tüm dosya kapsamı, GEREKÇE/Güvenlik kuvvetlerinin silahlı MLKP terör örgütüne yönelik yaptığı operasyon sırasında sanık Aliriza TELEK'in yakalandığı, İstanbul Ağır ceza mahkemesinin 1995/170 esas sayılı dava dosyasında yargılanan E.'nin, 19995/150 esas sayılı dava dosyasında yargılanan S.T., K., E.S., H.T., E.T.'ın ifadeleri, İstanbul 3 Nolu DGM'nın 1997/57 esas sayılı dosyasında yargılanan A.G.'in, 1996/348 esas sayılı dosyasında yargılanan N.T.'nun beyanları, İstanbul 5 nolu DGM'nin 1999/328 esas sayılı dosyasında yargılanan H.A., B.A. ve Ş.K.'nun beyanları, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 1997/40 esas sayılı dosyasında yargılanan Y.K.'ın beyanlarından anlaşılacağı üzere sanığın 1995 yılından beri MLKP örgütü içerisinde faaliyet gösterdiği ve bu örgütün Gazi mah. yapılanmasında görev alıp Alibeyköy'deki semt yapılanması sorumluluğunu üstlendiği, burada örgüte eleman kazandırdığı gibi örgüte ait olan silah ve bildiriler alıp diğer örgüt mensuplarına verdiği, H.T.'e ait bir adet kaleşnikof silahı alıp saklaması için bir başka örgüt üyesine verdiği, yazılama ,bildiri ve dergi dağıtımı yaptığı ve gösteri yürüyüşlerini orgazine ettiği, sanığın bu eylemlerini bir bütün olarak değerlendirildiğinde örgüt üyesi olarak değerlendirilmesinin gerektiği anlaşılmakla sanık hakkında aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.” Temyiz üzerine ilk derece mahkemesinin kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 26/12/2012 tarihli ilamı ile onanmıştır. Başvurucu, onama kararını 8/3/2013 tarihinde İlk Derece Mahkemesi kaleminden tebellüğ etmiştir. Bireysel başvuru 4/4/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“ (1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.…” 4/12/2014 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Sanığın savunma delillerinin toplanması istemi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl bildirilir.(3) Sanığın kabul edilen istemleri, Cumhuriyet savcısına da bildirilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Çağrılması reddedilen tanığın ve uzman kişinin doğrudan mahkemeye getirilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tanık ve bilirkişinin naiple veya istinabe yoluyla dinlenmeleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hastalık veya malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle bir tanık veya bilirkişinin uzun ve önceden bilinmeyen bir zaman için duruşmada hazır bulunmasının olanaklı bulunmayacağı anlaşılırsa, mahkeme onun bir naiple veya istinabe yoluyla dinlenmesine karar verebilir.(2) Bu hüküm, konutlarının yetkili mahkemenin yargı çevresi dışında bulunmasından dolayı getirilmesi zor olan tanık ve bilirkişinin dinlenmesinde de uygulanır.(3) Davayı görmekte olan mahkeme, zorunluluk olmadıkça, büyükşehir belediye sınırları içerisinde bulunan şikâyetçi, katılan, sanık, müdafi veya vekil, tanık ve bilirkişilerin istinabe yoluyla dinlenmesine karar veremez.(4) İstinabe olunan mahkeme, büyükşehir belediye sınırları içerisinde ise, ilgililer kendi yargı çevresinde bulunmasa da büyükşehir belediye sınırları içerisinde yerine getirilmesi gereken istinabe evrakını geri çevirmeksizin gereğini yapar.(5) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre tanık veya bilirkişinin aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle dinlenebilmeleri olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak ifade alınır. Buna olanak verecek teknik donanımın kurulmasına ve kullanılmasına ilişkin esas ve usuller yönetmelikte gösterilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Doğrudan soru yöneltme ” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmayacak belgeler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse,c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2630 | Başvurucu, “silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçu nedeniyle hakkında yürütülen yargılamada, başka suçlardan başka dosyalarda yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanarak hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, bu kişilerle yüzleştirilmediğini, bu kişilere soru soramadığını, bu kişilerin beyanlarının yasak sorgu yöntemleriyle alınıp alınmadığının araştırılmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, yargılanmanın yenilenmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, sağlık sorunları olan hükümlünün infazın ertelenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 1959 doğumlu olan başvurucu, (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçlamasıyla yargılanmış ve suçlu bulunarak kesinleşmiş müebbet hapis cezasının infazı amacıyla 16/7/2017 tarihinde Eskişehir H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna alınmıştır. Başvurucu, 2/3/2018 tarihinden bu yana hastalığı sebebiyle Metris R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak barındırılmaktadır.A. Başvuru Öncesi Dönem Başvurucu hakkında düzenlenmiş olan raporlar şöyledir:i. Sağlık Bilimleri Üniversitesi İstanbul Haseki Eğitim Araştırma Hastanesinin 30/12/2019 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir: "... Hastalıkları süreğendir. Nöroloji Parkinson polikliniğinden düzenli takip ve tedavisi gerekir. Mevcut haliyle ceza infazı hayati bakımdan kesin tehlike arz etmemekte, ancak kişisel bakımında zaman zaman başkasının yardımına ihtiyaç duymaktadır. Adli Tıp Kurumu onayına sunulmak üzere son durumunu belirten sağlık kurulu raporudur." ii. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunca düzenlenen 13/1/2020 tarihli raporda hapis cezasının infazının mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil etmediği ancak ağır hastalığı nedeniyle başvurucunun ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği ifade edilmiştir. iii. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 3/3/2021 ve 7/3/2022 tarihli raporlarının sonuç kısmı birbirinin aynıdır ve aşağıdaki gibidir:"... Kurulumuz muayenesinde orta-ağır düzeyde Parkinson hastalığı olduğu tespit edilen Niyazi oğlu 1959 doğumlu Faruk ÖÇAL’ın dosyadaki mevcut belgeleri ve kurulumuz muayene bulgularına göre halihazırda; 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16/ maddesi kapsamında değerlendirildiği, hayatını yalnız idame ettiremeyeceği, ayrıca aynı maddede sözü geçen 'toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturup oluşturmayacağı' değerlendirilmesinin adli tıbbi bir konu olmadığı oy birliği ile mütalaa olunur." Başvurucu, rahatsızlığı nedeniyle cezasının tehir edilmesi talebiyle Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurmuştur. Başsavcılık, kolluktan başvurucunun sağlık sorunları nedeniyle cezasının infazının ertelenmesinin toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturup oluşturmayacağının araştırılmasını istemiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen ve Başsavcılığa 23/1/2020 tarihli yazı ekinde gönderilen Araştırma Tutanağı'nda başvurucunun serbest kalması hâlinde Türkiye Komünist Emek Partisi terör örgütü içinde faaliyetlerine devam edebileceği ifade edilmiştir. Başvurucunun infazının ertelenmesi talebi 28/1/2020 tarihli Başsavcılık kararıyla reddedilmiştir. Kararda adli tıp raporuna da yer verilerek kolluk tutanağına atıfla anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçundan mahkûm olan başvurucunun cezasının infazının ertelenmesinin toplum güvenliği için tehlike oluşturabileceği ifade edilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucunun itiraz ettiği ileri sürülmediği gibi Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler arasında da bu karara itiraz edildiğine ilişkin bir bilgi ya da belgeye rastlanmamıştır. Başvurucu 7/9/2020 tarihinde tedbir talebiyle bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 11/9/2020 tarihinde, başvurucunun tahliye edilmesi yönündeki tedbir talebini başvurucunun sağlık hizmetlerine erişim imkânına sahip olduğunu ve ceza infaz kurumunda tutulması nedeniyle yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlikenin ortaya çıktığına dair bilgi ya da bulgu olmadığını değerlendirerek reddetmiştir. Ceza İnfaz Kurumu 25/2/2021 tarihinde hastalık sebebiyle cezanın infazının ertelenmesi işlemleri kapsamında başvurucu hakkında rapor düzenlenmesi için Adli Tıp Kurumundan rapor talep etmiştir. Başvurucunun oğlu 22/10/2021 tarihinde Başsavcılığa sunduğu dilekçe ilebaşvurucunun hastalığı nedeniyle yeniden cezanın infazının ertelenmesi talebinde bulunmuştur. Başsavcılık tarafından kolluğa yazılan müzekkere cevabında başvurucunun hüküm giydiği terör örgütü eylemlerine ilişkin bilgiler verilmiş ve tahliye edilmesi durumunda örgüt faaliyetlerine devam edebileceği ya da yurt dışına kaçabileceği ifade edilmiştir. Başvurucunun infazın ertelenmesi talebi 10/12/2021 tarihli Başsavcılık kararı ile yine reddedilmiştir. Kararda, başvurucunun tahliye edilmesinin toplum güvenliği yönünden ağır ve somut tehlike oluşturacağı ifade edilmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan itiraz önce Bakırköy İnfaz Hâkimliği, sonra da Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 20/1/2022 tarihli kararını 21/1/2022 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 21/2/2022 tarihinde tedbir talebiyle bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Sonrası Dönem Anayasa Mahkemesi tarafından tedbir talebinin değerlendirilmesi için Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmıştır. Yazıya verilen cevapta şu bilgilere yer verilmiştir:"i. Başvurucunun barındırılmakta olduğu Metris R(Rehabilitasyon ) Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda 24 saat esasına göre hekim, sağlık memuru ve hasta bakıcı bulunmakta olduğu ve hastaların sürekli olarak muayenelerinin yapılarak verilen tedavilerin uygulandığıii. Başvurucunun 3 kişi mevcutlu odayı bir diğer mahpus ile paylaştığı, hasta odalarında acil durumlar için hasta hükümlü ve tutukluların kullanabileceği şekilde dizayn edilmiş hasta butonları bulunduğuiii. Hastaların şikayetleri olmasa bile haftanın salı ve perşembe günleri doktor ve diğer idareciler tarafından düzenli olarak yapılan vizitler ile son durumlarının muayene sonrası değerlendirildiğiiv. Hastaların ihtiyaç duyduğu takdirde banyo, tuvalet, tırnak kesimi, traş gibi kişisel temizlik ihtiyaçlarının hasta bakım personelleri tarafından sağlandığı ve yemek dağıtımlarından sonra hastanın yanına kurum hasta bakım personellerinin gelerek yeme içmesine yardımcı oldukları" Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumuna giriş tarihi olan 2/3/2018 tarihini müteakip muayenesinde parkinson hastası olduğunun tespiti sonrasında tedavisi için düzenli olarak hastaneye sevkinin sağlandığı, parkinson rahatsızlığı dolayısıyla yirmi kez çeşitli hastanelerin nöroloji polikliniklerine, kalp damar rahatsızlığı nedeniyle de on beş kez çeşitli hastanelerin kardiyoloji polikliniklerine sevkinin sağlanarak rahatsızlıklarının takibinin ve tedavisinin yapıldığı görülmüştür. Anayasa Mahkemesi 7/3/2022 tarihinde, başvurucunun tahliye edilmesi yönündeki tedbir talebini başvurucunun hâlihazırda hastalık nedeniyle Metris R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Rehabilitasyon Merkezi) tutulduğu, hasta tutuklu ve hükümlülerin tüm kişisel ihtiyaçlarının Kurumdaki yirmi hasta bakım personeli tarafından yedi gün yirmi dört saat karşılandığı, başvurucunun sağlık hizmetlerine erişim imkânına sahip olduğu, ceza infaz kurumunda tutulması nedeniyle yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlikenin ortaya çıktığına dair bilgi ya da bulgunun olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle reddetmiştir. Başvurucu hakkında Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesince düzenlenen 15/3/2023 tarihli sağlık kurulu raporunun ilgili kısmı ise şöyledir:"... Akli melekeleri yerindedir, bunama hali yoktur, Koroner kalp hastalığı ve kalp kapak yetersizliği nedeniyle kardiyoloji poliklinik takibi gerekir, ellerinde tremor (titreme) vardır, bir kişi destekle ayağa kalkabilir adım atabilir günlük yaşam aktivitelerinde kısmi bağımlıdır, mart ayı başında parkinson nedeniyle İstanbul Ü.T.F Hastanesinde beynine pil takılma işlemi uygulanan hastanın durumunda olumlu yönde değişiklik öngörüldüğünden ceza infaz ertelemesi açısından 6 (altı) ay sonra yeniden değerlendirilmesi, takip edildiği merkezde nörolojik poliklinik takibi gerekir." Aralarında kişi ve konu yönünden irtibat bulunması nedeniyle 2022/20423 numaralı başvuru dosyasının 2020/27467 numaralı başvuru dosyasıyla birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/27467 | Başvuru, sağlık sorunları olan hükümlünün infazın ertelenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, enjeksiyon işlemi sonrası oluşan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Birinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 1997 doğumlu kızı B., kusma şikâyeti ile anneannesi tarafından 10/6/2005 tarihinde İzmir İnönü Sağlık Ocağına götürülmüştür. Doktor T.K.nın talimatıyla hemşire S.A. tarafından başvurucunun kızı B.ye enjeksiyon işlemi uygulanmıştır. Başvurucu, tıbbi müdahale sırasında gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi nedeniyle iğnenin sinire isabet etmesi sonucu -enjeksiyon nöropatisinden kaynaklı olarak- kızının sol ayağında güçsüzlük (düşük ayak) meydana geldiğini belirtmektedir.A. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu, yapılan hatalı enjeksiyon sonucu kızında düşük ayak sekeli oluştuğunu belirterek hemşire S.A. dan şikâyetçi olmuştur. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen soruşturma sonucunda 3/8/2007 tarihli iddianame ile hemşire S.A. hakkında taksirle yaralama suçundan kamu davası açılmıştır. İzmir Sulh Ceza Mahkemesinin 26/1/2009 tarihli kararı ile sanık S.A.nın beraatine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, hukuk yargılaması sırasında sunulan İstanbul Adli Tıp Kurumu (ATK) Adli Tıp İhtisas Kurulunun (Kurul) 30/7/2008 tarihli raporunda sanığın atfı kabil bir kusurunun olmadığının bildirildiği (bkz. § 14) belirtilerek suçun yasal unsurlarının oluşmadığı açıklanmıştır. Davaya müdahil olan başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 22/3/2012 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır.B. Hukuk Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu (küçük kızı B. adına velayeten, kendi adına asaleten) gerekli dikkat ve özen gösterilmeden hatalı şekilde yapılan enjeksiyonun kızının sol ayak sinirini zedelemesi sonucunda meydana gelen zararın tazmini isteminde bulunarak hizmet kusuru nedeniyle Sağlık Bakanlığı, kişisel kusur nedeniyle enjeksiyonu yapan hemşire S.A. aleyhine 23/12/2005 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen yargılama sırasında alınan 30/7/2008 tarihli ATK kurul raporunda; B.ye 10/6/2005 tarihinde bulantı şikâyeti nedeniyle enjeksiyon (1/2 ampul Metpamid) yapılmasının tıbbi kurallar içinde olduğu, enjeksiyon yapıldıktan sonra B.nin sol ayağında meydana gelen güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, enjeksiyon yapılan bölgeye şikâyet üzerine bakıldığında enjeksiyonun doğru yere yapıldığının belirlendiği, bu nedenle enjeksiyonu yapan hemşire S.A.ya ve Dr. T.K.ya kusur atfedilemeyeceği bildirilmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 23/12/2008 tarihli kararı ile davalı Sağlık Bakanlığı yönünden davanın yargı yolu nedeniyle reddine, diğer davalı yönünden esastan reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, davalılardan Sağlık Bakanlığı hakkında hizmet kusuruna dayalı açılan davanın idare aleyhine idari yargı yerinde açılması gerektiği açıklanmıştır. Gerekçede, ATK kurul raporuna göre enjeksiyonu yapan gerçek kişi diğer davalı S.A.ya kusur yüklenmesinin mümkün olmadığı ve şikâyetleri nedeniyle B.ye enjeksiyon yapılmasının tıbbi kurallar içinde olduğu belirtilerek kişisel kusur iddiasıyla açılan davanın ispatlanamadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/3/2010 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Gerekçede, davalılardan S.A. hakkında taksirle yaralama suçundan Başsavcılıkça açılan ceza davasının sonucu beklenerek ve tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek bir karar verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/11/2012 tarihli kararı ile davanın davalı Sağlık Bakanlığı yönünden yargı yolu nedeniyle reddine, diğer davalı S.A. hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; ceza davası sonunda suçun yasal unsurları oluşmadığından S.A. hakkında beraat kararı verildiği, kararın onanarak 22/3/2012 tarihinde kesinleştiği belirtilerek ATK kurul raporu ile hemşire S.A.ya kusur yüklenmesinin mümkün olmadığı ve şikâyetleri üzerine B.ye enjeksiyon yapılmasının tıbbi kurallar içinde olduğu açıklanmıştır. Başvurucunun temyizi üzerine hüküm, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/12/2013 tarihli kararı ile onanmış ve taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulmadığından 22/1/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Bireysel Başvuruya Konu Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Başvurucu (küçük kızı B. adına velayeten ve kendi adına asaleten) Dr. T.K.nın gözetim görevini yapmadığını, hemşire S.A.nın da gerekli dikkat ve özeni göstermeden yaptığı iğnenin sinire isabet ederek kızının sol ayağında düşük ayak sekeline sebebiyet vermesinin idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığını belirterek Sağlık Bakanlığı aleyhine 24/4/2009 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. İzmir İdare Mahkemesinin (Mahkeme) 23/12/2010 tarihli kararı ile davanın reddine oyçokluğuyla karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, olayda idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunda hukuk yargılaması sırasında sunulan ATK kurul raporunun karara esas alınabilecek nitelikte olduğu vurgulanmıştır. Buna göre 1997 doğumlu B.ye 10/6/2005 tarihinde bulantı şikâyeti nedeniyle kalçadan 1/2 ampul Metpamid enjeksiyon yapılmasının tıbbi kurallar içinde olduğu ifade edilmiştir. Enjeksiyon yapıldıktan sonra B.nin sol ayağında meydana gelen güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu ve Dr. S.B.nin B.nin ağlamalarının devam etmesi üzerine enjeksiyon yapılan bölgeye baktığının ve enjeksiyonun doğru yere yapılmış olduğunu gördüğünün ifadelerde kayıtlı bulunduğu belirtilmiştir. Bu nedenlerle enjeksiyonu yapan hemşire S.A. ve Dr. T.K.nın atfı kabil kusurunun bulunmadığı kabul edilmiştir. Diğer yandan Danıştay içtihatları uyarınca, uğranılan zarar ile idarenin yürüttüğü tıbbi teşhis ve tedavi arasında sağlık çalışanlarına yüklenebilecek ağır bir hizmet kusurunun olmadığının bilirkişi incelemesi ile sübut bulduğu vurgulanarak maddi ve manevi tazminat istemlerinin idarece karşılanma olanağının bulunmadığı açıklanmıştır. Temyiz dilekçesinde başvurucu vekili; hatalı enjeksiyon sonucu B.nin sol ayağında hasar meydana geldiğini, Mahkemenin tazminat talebini reddetmesinin hukuka aykırı olduğunu, her iki bacak arasındaki farkın giderilebilmesi için B.nin bir dizi ameliyata maruz kaldığını, psikolojisinin bozulduğunu, uzun bir süre içine kapandığını belirtmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesince (Daire) 26/5/2016 tarihinde temyiz istemi reddedilerek karar oyçokluğuyla onanmıştır. Başvurucu vekili, temyiz dilekçesindeki iddialarını tekrarladığı karar düzeltme dilekçesinde ayrıca Anayasa'nın ve maddelerine atıfla dava konusu olayda müvekkillerine yükletilebilecek bir kusur olmadığı gibi meydana gelen zarar ile yapılan eylem -sağlık hizmeti- arasında illiyet bağının varlığının da kesin olduğunu vurgulamıştır. Dairenin 29/5/2017 tarihli kararıyla karar düzeltme istemi oyçokluğuyla reddedilmiştir. Muhalif üye karşıoy gerekçesinde 30/7/2008 tarihli ATK kurul raporu hükme esas alınarak davanın reddine karar verilmişse de oluşan engellilik durumu uygulanan enjeksiyon sonucu geliştiğinden sunulan sağlık hizmetine kusur atfedilememesi nedeniyle uğranılan zarara katlanılmasına hukuken imkân bulunmadığı, bu nedenle kusur sorumluluğu ilkesi çerçevesinde tazmin edilemeyen zararın yine idare hukukunun temel ilkelerinden biri olan kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Nihai karar 14/9/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır:...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları" 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. ... Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır." Danıştay İçtihadı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 16/5/2018 tarihli ve E.2016/778, K.2018/2380 sayılı kararında; oral polio (OPV) aşısı nedeniyle oluşan çocuk felci sonucu uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davayı, idarenin sağlık hizmetini yürüten personelinin görevi sırasında yaptığı OPV aşısına bağlı olarak davacının çocuk felci olmasında idarenin hizmet kusuru saptanamamakla birlikte zarar ile idarenin eylemi arasında nedensellik bağının bulunması sebebiyle kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince davacının zararının idarece tazmini gerektiği sonucuna vararak kabul eden ilk derece mahkemesinin kararını, bünyesinde risk taşıyan sağlık hizmetleri söz konusu olduğunda kusursuz sorumluluk ilkesi uygulanarak idareye tazmin sorumluluğu yüklenemeyeceği gerekçesiyle bozmuştur. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"İdare Hukuku ilkeleri ve Danıştay'ın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için, zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmekte; diğer bir deyişle, bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlanan kişilerin zarara uğraması halinde, bu zararının tazmininin, ancak idarenin hizmet kusurunun varlığı durumunda mümkün olduğu, kusursuz sorumluluk ilkesinin uygulanamayacağı kabul edilmektedir.Bu durumda; uyuşmazlık konusu olayda, Hacettepe Üniversitesi Hastanesi ve bağımsız çalışan 'Polio Uzmanlar Kurulu' tarafından, davacının rahatsızlığının uygulanan oral polio aşısına bağlı olarak geliştiğinin tespit edilmiş olması ve Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulunca verilen raporda da, OPV (oral polio aşısı) sonrası gelişen bulguların ‘aşıya bağlı paralitik poliomyelit’ ile uyumlu bulunduğu, hastalığın aşıya bağlı bir komplikasyon olarak ortaya çıktığı, aşı uygulamasının tıp kurallarına uygun olduğu, idareye yönelik hizmet kusuru tespit edilmediği şeklinde görüş bildirilmesi karşısında, idareye atfedilecek bir kusur bulunmadığı sonucuna varılmakta olup, davalı idarenin hizmet kusuru çerçevesinde tazmin yükümlülüğü doğduğundan söz etmek mümkün değildir.Diğer yandan; idarece önceden öngörülmesi ya da önlenmesi mümkün olmayan komplikasyonlar gelişmesi riskini içinde barındıran sağlık hizmetleri söz konusu olduğunda, kusursuz sorumluluk ilkesi uygulanmak suretiyle de idareye tazmin yükümlülüğü yüklenmesi mümkün bulunmadığından, davacının uğradığı zararın davalı idare tarafından kusursuz sorumluluk esasına göre karşılanması gerektiği yönündeki ısrar kararında hukuki isabet görülmemiştir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35648 | Başvuru, enjeksiyon işlemi sonrası oluşan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda ziyarete gelen aile fertlerinin hükümlü olan başvurucu ile teker teker görüştürülmesinin görüşme süresini kısaltması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 15/10/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 23/10/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/11/2014 tarihinde ibraz etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan Diyarbakır (Kapatılan) Devlet Güvenlik Mahkemesinin 9/10/2002 tarihli ilamıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Başvurucu, hükümlü olarak hâlen Kocaeli 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumuna gelen ziyaretçileri ile teker teker görüştürülmesi nedeniyle bir saatlik görüş süresinin fiili olarak kısaldığını belirterek görüş süresi içerisinde ziyaretçileri ile toplu olarak görüşebilmesine izin verilmesi talebiyle 3/9/2013 tarihinde Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurmuştur. İnfaz Hâkimliği 11/10/2013 tarihli kararıyla Ceza İnfaz Kurumu idaresinin uygulamasının hukuka uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan itiraz, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 25/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar 9/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 7/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu, 18/5/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu dilekçe ile bireysel başvurusundan feragat ettiğini beyan etmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/292 | Başvuru, ceza infaz kurumunda ziyarete gelen aile fertlerinin hükümlü olan başvurucu ile teker teker görüştürülmesinin görüşme süresini kısaltması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; Cizre'de terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen operasyonlar sırasında ölüm olayı meydana gelmesi ve konuya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının, cenazeye ulaşılırken özensiz davranılması, cenazenin teşhisi ve teslimi ile defin sürecinde zorluklarla karşılaşılması nedeniyle de kötü muamele yasağının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. PKK terör örgütü 12/8/2015 tarihinden itibaren Cizre ilçesinin de dâhil olduğu bazı merkezlerde öz yönetim ilan etmiştir. Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (hendek olayları, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 67, 346-348). Başvuru konusu olay, yukarıda özetlenen operasyonların gerçekleştirildiği ve sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde yaşanmış olup başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşü ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 12/2/2016 tarihinde başvurucunun yakını S.P. Cizre'nin Cudi Mahallesi'nde yer alan ve askerî makamlarca C-3095 olarak belirtilen binada gerçekleştirilen aramada ölü bulunmuştur. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca resen soruşturma işlemlerine başlanmıştır. Olay yeri inceleme raporuna, binanın giriş kat ve bodrumdan oluştuğu, üst katının yıkıldığı, bodrum katın hem bina içinden hem bahçe tarafından giriş ve çıkışının olduğu, bodrum katın büyük kısmının giriş katın ise kısmen yandığı not edilmiştir. Rapora göre binada toplam 26 ceset bulunmuş; çok sayıda av tüfeği, Kalaşnikof marka tüfek, fişek, şarjör ve el bombası ele geçirilmiştir. Başvurucunun yakınının kimliği soruşturmanın başında belirsizdir. Cumhuriyet savcısının katılımıyla gerçekleştirilen ölü muayenesinde cesedin derece yanık olduğu, yaş ve cinsiyet gibi özelliklerin tespit edilemediği, yanması nedeniyle parmak izi ve svap örneği alınamadığı tutanağa geçirilmiş; otopsi için Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verilmiştir. Otopsi raporunda; kimlik tespitinin gerçekleştirilemediği, ölüm sebebinin mühimmat patlaması ile uyumlu karbonizasyon derecesinde yanığa bağlı çoklu kemik, yumuşak doku ile iç organ erimesi olduğu belirtilmiştir. Otopsi sırasında kimlik tespiti için cesetten kemik örneği alınmış ve Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir. Başvurucu 30/1/2018 tarihinde Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği beyanda; nüfus kayıtlarında ölenin kardeşi olarak geçtiğini, buna karşın gerçekte öz oğlu olduğunu, DNA örneği verdiği zaman kardeşi olduğunu beyan etmesi nedeniyle örneklerin tam olarak eşleşmediğinin kendisine bildirildiğini, bunun üzerine babası olduğunu beyan ederek tekrar örnek vermek istediğini belirtmiştir. Başvurucunun kimlik tespiti yapılamayan yakını kimsesizler mezarlığına defnedilmiştir. 9/3/2018 tarihinde kimlik tespiti yapılmış ve ölenin başvurucunun oğlu olduğu belirlenmiştir. Soruşturmada kimlik tespiti sonrasında başvurucunun müşteki sıfatıyla beyanı alınmıştır. Başvurucu özetle sokağa çıkma yasakları başladığında oğlu ile birlikte evlerinde kaldıklarını, yirmi yedi gün sonra diğer oğlunun evine geçmeye karar verdiklerini, yoldayken ölenin evde kimliğini unuttuğunu söyleyerek döndüğünü, daha sonra kendisinden haber alamadıklarını, oğlunun örgüt mensubu olmadığını ifade etmiştir. Ölenin kimlik tespiti sonrasında yapılan araştırmada örgüte müzahir haber sitelerinde "Cizre Direniş Şehitleri" başlıklı haberde fotoğrafı ile birlikte haberinin yapıldığı tespit edilmiştir. Arşiv araştırmasında ise ölenin daha önce ateş yakarak yol kapatan bir grupla birlikte molotofkokteyliyle yakalandığı, bu eylem nedeniyle hakkında soruşturma yürütüldüğü, bunun yanı sıra tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçundan başka bir soruşturma kapsamında hakkında arama kaydı bulunduğu belirlenmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca telsiz kayıtlarına göre ölenin bulunduğu adresten güvenlik güçlerine yönelik çok sayıda silahlı saldırının gerçekleştiğinin anlaşıldığı bilgisi ve dosya kapsamındaki diğer deliller değerlendirilerek ölenin güvenlik güçlerine karşı silahlı faaliyet gösterdiği sırada meşru müdafaa hakkı kapsamında güvenlik güçlerince öldürüldüğü sonucuna ulaşılmış, meşru müdafaaya ilişkin bir hukuka uygunluk sebebi bulunduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 9/1/2019 tarihinde öğrendikten sonra 8/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 208- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5357 | Başvuru, Cizre'de terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen operasyonlar sırasında ölüm olayı meydana gelmesi ve konuya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının, cenazeye ulaşılırken özensiz davranılması, cenazenin teşhisi ve teslimi ile defin sürecinde zorluklarla karşılaşılması nedeniyle de kötü muamele yasağının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kıdem tazminatı alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka bir davada verilen kararın aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1977 doğumlu olup Uşak'ta ikamet etmektedir.A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu 22/7/1998 ile 1/8/2005 tarihleri arasında İstanbul'da faaliyet gösteren H.T. Limited Şirketinde (H. Ltd. Şti.) çalışmıştır. Başvurucu 1/8/2005 tarihinde hizmet akdini feshetmiştir. Başvurucu kıdem tazminatının tahsili amacıyla H. Ltd. Şti. aleyhine İstanbul Anadolu İcra Müdürlüğünde icra takibi başlatmıştır. H. Ltd. Şti.nin itirazıyla takibin durması üzerine açılan itirazın iptali davası neticesinde İstanbul Anadolu İş Mahkemesi 6/2/2008 tarihli kararıyla itirazın iptaline ve takibin devamına karar vermiştir. H. Ltd. Şti. ile merkezi Kocaeli'de bulunan Ö.N.S. Limited Şirketi (Ö. Ltd. Şti.) arasında 16/10/2007 tarihli bir protokol yapılmıştır. Bu protokole göre H. Ltd. Şti. "H" markasını, faaliyet gösterdiği adresi ve faaliyet gösterdiği adresteki menkul malları Ö. Ltd. Şti.ne devretmeyi taahhüt etmiştir. 18/10/2007 tarihinde Kadıköy Noterliğinde düzenlenen marka devir sözleşmesi ile H. Ltd. Şti. "H" markasını Ö. Ltd. Şti.ne devretmiştir. Ayrıca Ö. Ltd. Şti. finansal kiralama yoluyla adreste bulunan tıbbi cihazları devralmıştır. Ö. Ltd. Şti. 23/10/2007 tarihinde tescil ettirdiği Kızıltoprak Kadıköy şubesinin adresi olarak H. Ltd. Şti.nin faaliyet gösterdiği adresi göstermiştir. H. Ltd. Şti. tarafından verilen bir gazete ilanında "[H.] Tanı Laboratuarları yenilenen yönetim anlayışı, her biri konusunda uzman hekim ve çalışanlarıyla hizmette maksimum kalite amaçlayan [N.] bünyesine katılmış olmanın onur ve gururunu yaşamaktadır." ibarelerine yer verilmiştir. H. Ltd. Şti. 20/11/2007 tarihli Ticaret Sicil Gazetesi'nde tescil ve ilan edilen Ortaklar Kurulu kararıyla unvanını O. T. T. Limited Şirketi olarak değiştirmiş ve faaliyetlerini bu unvan altında yürütmeye devam etmiştir. B. Başvurucu Tarafından Ö. Ltd. Şti.ne Karşı Açılan Dava Başvurucu 2/12/2013 tarihinde 541,11 TL kıdem tazminatı alacağının faiziyle birlikte tazmini istemiyle Ö. Ltd. Şti.ne karşı İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde Ö. Ltd. Şti.nin H. Ltd. Şti.ne ait işyerini devralması nedeniyle 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca devirden önce doğmuş bulunan kıdem tazminatı alacağından müteselsilen sorumlu olduğu ileri sürülmüştür. Davalı Ö. Ltd. Şti.nin savunmasında Şirketlerinin sadece"H" markasını devraldığı, işyerini devralmadığı belirtilmiş ve bu nedenle H. Ltd. Şti.ne ait kıdem tazminatı borcundan sorumlu tutulamayacağı ifade edilmiştir. Mahkeme 3/4/2014 tarihli kararıyla davayı husumet yokluğundan reddetmiştir. Kararda; H. Ltd. Şti.nden 1/8/2005 tarihinde ayrılan başvurucunun, bu Şirketi 14/10/2007 tarihinde devralan Ö. Ltd. Şti.nden işçilik alacaklarını talep etmesinin mümkün olmadığı gerekçesine dayanılmıştır. Mahkemeye göre, davalı Şirket ile başvurucu arasında işçi işveren ilişkisi bulunmamaktadır. Mahkeme ayrıca davacı Şirketin başka bir unvan altında faaliyetlerini sürdüren H. Ltd. Şti.ni devralmadığı, sadece markasını ve tıbbi cihazlarını satın aldığı kanaatini açıklamıştır. Mahkeme son olarak başvurucunun H. Ltd. Şti. aleyhine başlattığı icra takibinin derdest bulunması ve alacağını H. Ltd. Şti.nden tahsil etmesinin mümkün olması nedeniyle davalı Şirkete karşı dava açmasında hukuki yararının da bulunmadığını vurgulamıştır. Başvurucu, kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde, Mahkemenin ulaştığı kanaatin Yargıtayın önceki kararlarına aykırı olduğu belirtilmiştir. Başvurucu; Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2013 tarihli ilamıyla, H. Ltd. Şti. ile Ö. Ltd. Şti. arasındaki ilişkinin marka devrinden ibaret olmadığının, işyeri devri mahiyetinde olduğunun ve her iki Şirket arasında fiilî ve hukuki bağın bulunduğunun kabul edildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, bu nedenle davalı şirketin kıdem tazminatının ödenmesinde müteselsilen sorumlu bulunduğunu vurgulamıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 11/9/2014 tarihli kararıyla, temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar vermiştir. Nihai karar 25/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Tarafından Emsal Gösterilen Dava Başvurucu ile aynı işyerinde (13/7/1998 ile 15/6/2005 tarihleri arasında) H. Ltd. Şti.ne bağlı olarak çalışan N.İ. 15/6/2005 tarihinde iş akdini feshetmiştir. N.İ. tarafından 23/12/2008 tarihinde Ö. Ltd. Şti. aleyhine Kadıköy İş Mahkemesinde kıdem ve ihbar tazminatının tazmini istemiyle dava açılmıştır. Anılan Mahkemece 20/12/2011 tarihinde verilen kararla dava husumet yokluğundan reddedilmiştir. Kararda her iki şirket arasındaki ilişkinin marka devrinden ibaret olduğu, işyeri devrinin söz konusu olmadığı gerekçesine dayanılmıştır. Ancak Daire 18/12/2012 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Daire; her iki Şirket arasında akdedilen 16/10/2007 tarihli protokolde yer alan hükümlere, Ö. Ltd. Şti.nin H. Ltd. Şti.ne ait adreste şube açmasına, H. Ltd. Şti.nin tıbbi cihazlarını finansal kiralama yoluyla devralmış olmasına ve ayrıca gazete ilanında yer alan ifadelere işaret ederek her iki Şirket arasında fiilî ve organik bir bağın bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. Daire sonuç olarak her iki Şirketin de başvurucunun kıdem tazminatı alacağından müteselsilen sorumlu olduklarının altını çizmiştir. Daire ayrıca, aynı maddi olaya ilişkin başka kararının da aynı yönde olduğuna dikkat çekmiştir. Bozma kararına uyan ilk derece mahkemesi kıdem tazminatı yönünden davayı kabul ederek Ö. Ltd. Şti. tarafından N.İ.ye 178,05 TL kıdem tazminatının faiziyle birlikte ödenmesine hükmetmiştir. İlk derece mahkemesi kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. A. Ulusal Hukuk 4857 sayılı Kanun'un "İşyerinin veya bir bölümünün devri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “... işyerinin bir bölümü hukukî bir işleme dayalı olarak başka birine devredildiğinde, devir tarihinde ... [işyerinin] bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer....Yukarıdaki hükümlere göre devir halinde, devirden önce doğmuş olan ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devreden ve devralan işveren birlikte sorumludurlar.......”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir: “Herkes, medeni hak ve yükümlülükleri hakkında karar verilmesi için ... bir yargı merciinde ... adil ... bir şekilde yargılanma hakkına sahiptir. " Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirliliğin Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiç olduğunu belirtmektedir. (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). AİHM'e göre hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kişilerin mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi yargı sistemine itimadı azaltarak yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Ancak bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). AİHM, içtihat farklılıklarının farklı coğrafi bölgelerde yetkili birden fazla yargısal otoritenin var olduğu yargısal sistemlerde doğal olduğunu vurgulamaktadır (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). Hatta içtihat farklılığı aynı mahkeme içinde de söz konusu olabilir. Bu durum kendi başına Sözleşme'ye aykırılık teşkil etmez (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). Fakat AİHM, yüksek mahkemelerin bu yargısal otoriteler arasındaki içtihat farklılıklarını giderme rolünün bulunduğunu ifade etmektedir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, § 47). AİHM -açık keyfîliğin bulunması hâli hariç- ulusal mahkemelerin iç hukuk kurallarına ilişkin yorumlarını sorgulama rolünün bulunmadığını belirtmektedir. AİHM; aynı şekilde ulusal mahkemelerce açıkça verilen farklı kararları -açıkça benzer olan davalara ilişkin olsa bile- kıyaslama gibi bir işlevinin bulunmadığını, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarını yorumlama hususundaki bağımsızlığına saygı gösterilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50). AİHM; dinamik ve evrimsel bir yaklaşımın sürdürülememesinin hukukun gelişimini ve hukukta reformu engelleyeceğinin, bu nedenle içtihat değişikliğinin tek başına etkin adalet yönetimine aykırı olmadığının altını çizmektedir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). AİHM'e göre, mahkeme içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05 ... 17293/05, 30/11/2010, § 28). Ancak yerleşmiş yargısal pratiğin de içtihat değişikliğinin gerekçelendirildiği kararda dikkate alınması gerekir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38). Bu bağlamda aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49). AİHM, hukuki belirlilik şartının ve meşru beklentilerin korunması gereğinin yerleşik içtihadın sürdürülmesini içermediğinin altını çizmekte ancak iyi temellere oturmuş yerleşik içtihadın varlığının yüksek mahkemeye içtihattan ayrılmayı haklılaştıran daha sağlam gerekçeler açıklama görevi yüklediğini ifade etmektedir. AİHM'e göre yüksek mahkemenin yerleşik içtihattan farklı karar verilmesinin sebebi hakkında başvurucuya detaylı açıklama yapma sorumluluğu bulunmaktadır (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38). AİHM birçok kararında "esaslı ve uzun süreli içtihat farklılıkları"nın adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine hükmetmiştir. AİHM, esaslı ve uzun süreli içtihat farklılığının varlığının tespitinde yargısal pratikteki istikrarsızlığı giderecek mekanizmaların bulunup bulunmadığının ve gerekmesi durumunda bu mekanizmaların etkili bir şekilde işletilip işletilmediğinin önem taşıdığına işaret etmektedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53). AİHM, yargısal uygulamalardaki istikrarsızlığın yol açtığı hukuki belirsizliklerin ve kararlar arasındaki farklılığı giderecek mekanizmaların bulunmamasının adil yargılanma hakkını zedeleyeceğinin altını çizmektedir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 54). AİHM'e göre, devletin hukuk sistemini uyumsuz yargısal kararlar verilmesini önleyecek şekilde biçimlendirme yükümlülüğü bulunmaktadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 55). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19341 | Başvuru, kıdem tazminatı alacağı nedeniyle açılan davanın aynı maddi olaya dayanılarak açılan başka bir davada verilen kararın aksi bir sonuca ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yürütülen bir soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, bu kararın doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliğince verilmesi ve gizlilik kararı nedeniyle soruşturma dosyasına erişimin engellenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; sesli ve görüntülü ifade alınması taleplerinin reddedilmesi, incelemelerin çok kısa süre içinde tamamlanması, yeterli savunma imkânı tanınmayarak savunma hakkının kısıtlanması ve kararın gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruculara İsnat Edilen Eylemlere İlişkin Süreç Olay tarihleri itibarıyla başvuruculardan Mehmet Fırat Hatay İl Jandarma Komutanlığında binbaşı rütbesiyle istihbarat şube müdürü olarak, Hayati Özcan ve Gökhan Bakışkan Hatay İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde üsteğmen rütbesiyle, Orhan Şahin Adana İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde üsteğmen rütbesiyle, Halil Alp Hatay İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğünde astsubay rütbesiyle görev yapmaktadır. 1/1/2014 tarihinde Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde, 19/1/2014 tarihinde ise Adana'nın Ceyhan ilçesi Sirkeli otoyol gişelerinde Millî İstihbarat Teşkilatına (MİT) ait yüklerin bulunduğu tırlar durdurulmuştur. 1/1/2014 tarihinde saat 29’da Hatay 156 Jandarma İmdat İhbar Merkezine gelen bir ihbarda “Reyhanlı-Kırıkhan-İslahiye üzerinden Kilis’e gidecek... plakalı tır ... plakalı dorse ve ... plakalı ... otomobil ile terör örgütüne silah götürüleceği” belirtilmiştir. İhbarda bulunan kişi kendisini T.K. olarak tanıtmış, ihbarda belirttiği silahların hangi örgüte götürüleceği konusunda bir açıklamada bulunmamıştır. İhbarda söz konusu araçların Reyhanlı merkezden kalkacağı bilgisi verilince ihbarı alan jandarma görevlisinin araçların polis bölgesinden kalkacağını ve orada hemen yakalanabileceğini belirterek ihbarcıdan 155’i (Polis İmdat Hattı) aramasını istediği, ihbarcının da “Siz kendi notunuzu aldınız değil mi?” şeklinde cevap verdiği anlaşılmıştır. Jandarma görevlilerince anılan ihbara ilişkin İhbar Kayıt Formu düzenlenmiştir. Forma göre söz konusu ihbar, saat 38’de Hatay İl Emniyet Müdürlüğü 155 Polis İmdat Hattına, saat 40’ta (Jandarma) İstihbarat Şube Müdürüne, saat 42’de (Jandarma) Asayiş Şube Müdürüne, saat 44’te İl Jandarma Komutan Yardımcısına, saat 46’da İl Jandarma Komutanına, saat 48’de (Jandarma) Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürüne, saat 50’de Reyhanlı İlçe Jandarma Komutanına, saat 54’te Kumlu İlçe Jandarma Komutanına, saat 56’da Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanına, saat 58’de Antakya İlçe Jandarma Komutanına, saat 00’da Topboğazı ve Güzelce Jandarma Karakol Komutanlıklarına telefonla bildirilmiş; ihbarla ilgili olarak yol kontrol faaliyeti yapmak ve belirtilen araçlar ile ilgili araştırma yapmak üzere İl Jandarma Komutanı tarafından verilen emir Reyhanlı, Kırıkhan, Kumlu, Hassa ve Antakya İlçe Jandarma Komutanlarına ve (Jandarma) İstihbarat Şube Müdürüne telefonla iletilmiştir. Gelen bu bildirime ilişkin ihbar tutanağının ilgili kısmı şöyledir: “ 2014 günü saat 16:00 sıralarında 156 Jandarma Harekât Merkezi tarafından Komutanlığımız aranarak ... plakalı tır içerisinde silah yüklü olduğu ve bu araca ... plakalı … marka aracın öncülük yaptığı ihbarı alınmış olup …” Hatay İl Emniyet Müdürlüğünde görevli Trafik Polis Memuru A.B. Kırıkhan-Reyhanlı yolunda radarla hız kontrolü yaparken haber merkezinden telsizle gelen bir anons üzerine başka bir ekipte görevli Polis Memuru A. ile görüşerek ihbarın içeriğini öğrenmiş; yoldan geçtiğini gördüğü ihbarda belirtilen tırı ve öncü otomobili takibe koyulmuş ve saat 15’te Kırıkhan ilçesine bağlı Torun köyü bölgesinde durdurmuştur. Tırın sağ koltuğunda oturan kişi, MİT mensubu olduğunu ifade etmiş ve görev kimliğini Polis Memuru A.B.ye göstermiştir. Bunun üzerine Polis Memuru A.B. üstlerine bilgi vermiş; bu sırada olay yerine önce Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı Merkez Karakol Komutanı ile jandarma personeli, sonrasında Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanı ayrıca bir başka polis ekibi gelmiştir. Bölge Trafik Şube Müdürlüğünden gelen "ilgili araçların MİT’e ait olduğu ve kişilerin de MİT mensubu olduğu” bilgisi üzerine polis görevlileri olay mahallinden ayrılmıştır. Jandarma görevlilerince tutulan İhbar Kayıt Formunda (bkz. § 9) ihbarda belirtilen araçların durdurulduğu ve araçlardaki kişilerin MİT personeli olduklarını beyan ettikleri bilgisinin polis görevlilerince saat 47’de 156 Jandarma İmdat Hattına bildirildiği; bu bilginin (Jandarma) İstihbarat Şube Müdürüne, (Jandarma) Asayiş Şube Müdürüne, İl Jandarma Komutan Yardımcısına ve Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanına saat 48’de iletildiği belirtilmiştir. Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı görevlilerince Kırıkhan (nöbetçi) Cumhuriyet Savcısı Y.A.ya olaya ilişkin bilgi verilmiş ve Y.A.dan alınan talimat uyarınca arama talep yazısı hazırlanmıştır. Bu süreçte Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcısı da olaydan haberdar olmuş ve olayın niteliği gereği Terörle Mücadele Kanunu (TMK) mülga maddesiyle belirlenen görev alanı kapsamında kalabileceğinden bahisle Ö.Ş. ile telefonla görüşmüştür. Ö.Ş. olaya ilişkin talimatını Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcısına bildirmiştir. Bunun üzerine (nöbetçi) Kırıkhan Cumhuriyet Savcısı Y.A. soruşturmanın Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütüldüğünü belirterek olaya ilişkin yeni bir talimat vermemiş; jandarma görevlilerince hazırlanan arama talep yazısını havale etmemiş ve arama kararı vermemiştir. Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığınca “2014 günü saat 16:00 sıralarında Komutanlığımıza gelen ihbar ile durdurulan ... plakalı çekici ... plakalı dorse içerisinde kaçak silah bulunduğu beyan edilmiş olup ... plakalı çekici ve ... plakalı dorse 2014 günü arama yapılması için bir defaya mahsus arama izninin verilmesini arz ederim” şeklindeki arama talep yazısının bu kez faks yoluyla Adana Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmesi üzerine (olay tarihinde TMK mülga madde ile görevli nöbetçi Cumhuriyet savcısı olan) A.T. tarafından başlatılan 2014/2 sayılı soruşturma dosyası üzerinden verilen arama kararı, faks yoluyla Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı görevlilerine iletilmiştir. Anılan arama kararının ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından yürütülen soruşturma kapsamında;2014 tarihli ve … sayılı yazınız ve ekindeki ihbar tutanağı incelendi,İhbara konu araç içerisinde ruhsatsız silah bulunduğu yönünde yeterli şüphe olduğu değerlendirilerek, gecikmesinde de sakınca bulunması sebebiyle tarafımızdan CMK’nın [Ceza Muhakemesi Kanunu] 119/1 maddesi gereğince arama izni verilmesi değerlendirilmiştir.Bu kapsamda,1-) İhbara konu … plakalı tır ve çekici … plakalı dorse ile … plakalı … marka araç içerisinde derhal geceleyin bir defaya mahsus olmak üzere arama yapılmasına,2-) Aramanın 2014 günü saat 18:10 ila 24:00 arasında icrasına 3-) Araçta bulunan kişilerin açık kimlik bilgilerinin tespiti ile üzerlerinde ve eşyalarında arama yapılmasına4-) Arama sırasında video kaydı alınmasına,…Karar verilmiştir." Bu sırada olay yerine Hatay İl Jandarma Komutanlığı istihbarat şube müdürü ve jandarma istihbarat personeli olan başvurucular ile Hatay İl Jandarma Komutanlığı bomba imha ekibi gelmiştir. Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığınca tutulan 1/1/2014 tarihli tutanağa göre olay yerinde bulunan polis memurları ve durdurulan araçlarda bulunan kişilerle jandarma personeli tarafından yapılan görüşmede "şahısların MİT mensubu olduğu, her iki aracın da MİT’e ait olduğu, içerisinde bulunan tüm malzemelerin de devlet sırrı niteliği taşıdığı bilgisine" ulaşılmış; araçlardaki kişilere ait MİT kimliği görülmüş, ancak bu kişiler kimliklerini vermek istemediklerinden kimlik bilgileri tespit edilememiştir. Ö.Ş.nin aramaya nezaret edilmesi talimatı vermesi üzerine Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcısı, Kırıkhan Cumhuriyet Savcısı Y.A. ve Zabıt Kâtibi S.T.nin de tır ve otomobilin durdurulduğu yere geldikleri anlaşılmıştır. Araçlarda bulunan kişiler, MİT personeli olduklarını ve araçtaki malzemelerin devlet sırrı niteliğinde olduğunu belirterek arama yapılamayacağını ifade etmişlerdir. Bunun üzerine Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcısı tekrar Ö.Ş. ile telefonla görüşmüş; Ö.Ş., en kısa sürede olay yerine intikal edileceğini ve araç etrafında gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasına devam edilmesini söylemiştir. Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tutulan 1/1/2014 tarihli ve 2014/1 sayılı Olay Yeri Görgü ve Tespit Tutanağına göre bu görüşme sırasında Ö.Ş. ayrıca "arama kararının kendisi gelmeden icra edilmemesi" yönünde de talimat vermiştir. Ö.Ş.nin olay yerine gelmesi beklenirken Hatay Valiliği tarafından Kırıkhan Kaymakamlığı ve Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığına hitaben verilen "Muhtelif kanallardan Valiliğime intikal eden bilgilere göre; MİT’e bağlı görev yapan personel ile araçların Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığınca alıkonulduğu anlaşılmaktadır. Bahsi geçen görevlilerin bağlı oldukları 2937 sayılı Kanuna göre personelin özel statüleri ve doğrudan Başbakanlık makamına bağlı olarak çalışmaları dolayısıyla, usulüne uyulmaksızın alıkonulmaları cezai sonuç doğuracağından, ilgililerin kimliklerin belirlenip serbest bırakılmalarını önemle rica ederim" şeklindeki yazılı talimatı saat 30’da teslim alan Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanı, anılan talimat gereği personeline araçtaki kişilerin kimliklerinin tespit edilerek serbest bırakılmalarını söylemiştir. Bu durum, Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcısı tarafından Ö.Ş.ye telefonla bildirilmiştir. Bunun üzerine Ö.Ş.nin aracın bulunduğu yerden hareket ettirilmemesi ve araçlardaki kişilerin serbest bırakılmaması yönünde talimat verdiği anlaşılmıştır. Hatay Valiliğinin yazılı emri uyarınca Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı personeli olay yerinden ayrılmıştır. Yola devam eden söz konusu tır ve otomobil, Ö.Ş.nin verdiği talimat üzerine Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcısının sözlü emriyle Kırıkhan-Reyhanlı Muratpaşa mevkiinde Hatay İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü personelince tekrar durdurulmuştur. Durdurma noktasında Hatay İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüğüne bağlı polislerin Ö.Ş.nin talimatı doğrultusunda hazır oldukları anlaşılmıştır. Tır ve otomobilin durdurulduğu yere kısa bir süre sonra Ö.Ş. gelmiştir. Kırıkhan İlçe Jandarma Komutanlığı personelinin olay yerinden ayrılmış olduğu, olay yerinde Hatay TEM Şube Müdürlüğüne bağlı polis görevlilerinin ve Hatay İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü personelinin bulunduğu, Ö.Ş.ye olay yerinde ifade edilmiştir. Ö.Ş.nin adli işlem yapılmasının kendisinin sorumluluğunda olduğunu bildirmesi ve talimatı üzerine Kırıkhan Cumhuriyet Başsavcılığı personeli de olay yerinden ayrılmıştır. Ö.Ş., olay yerinde bulunan TEM Şube Müdürlüğüne bağlı polis görevlilerine tırın aranması talimatını vermiş; MİT personelinin direnç göstermesi üzerine tır aranamamıştır. Sonrasında TEM Şube Müdürlüğüne bağlı polis görevlileri üstlerinden telefonla gelen talimat üzerine olay mahallinden uzaklaşmışlardır. Bunun üzerine MİT personelinin tır ve otomobil ile olay yerinden ayrıldığı, söz konusu tırda arama yapılamadığı anlaşılmaktadır. Ö.Ş. tarafından tutulan 2/1/2014 tarihli ve 2014/2 Soruşturma sayılı Adli Aramanın Yapılamadığına Dair Tutanak içeriğine göre Ö.Ş., olay yerinde aramanın yapılamaması üzerine TMK'nın mülga maddesi kapsamındaki suçlardan sorumlu Cumhuriyet savcısı olduğu ve suçun anılan madde kapsamındaki suçlardan olan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesine ilişkin bulunduğu gerekçeleriyle aramaya refakat etmek üzere saat 00’da Adana’dan Kırıkhan’a hareket etmiş; MİT Hukuk Dairesinde yetkili olduğunu belirten bir kişi, Adana’dan çıkmadan önce saat 00 sıralarında Ö.Ş.yi telefonla arayarak tırın kendilerine (Kuruma) ait olduğunu ve 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanunu’na (MİT Kanunu) göre soruşturma izni olmadan araçta arama yapılamayacağını ifade etmiştir. Anılan tutanak içeriğinde belirtildiğine göre Ö.Ş., kendisini arayan MİT görevlisine "Araçta ve öncü araçta bulunan personeliniz olduğu iddia edilen kişilerin personeliniz görevlisi olduğuna dair belgenin ulaşması halinde kendilerini bırakırız, normal izin prosedürünü bu şahıslara yönelik usule göre yaparız, ancak araçta silah sevkiyatı yapıldığına dair iddia var. MİT Kanununa göre soruşturma usulü sadece suça karışan personel yönüyle uygulanır. Delil tespitine engel olmaz. Biz delil tespitine yönelik soruşturma yapıyoruz. Arama kararını uygulayacağız. MİT görevlilerinin silah taşıma gibi bir görevi olamaz. Silah taşıma devlet sırrı olamaz. Bu konuda ısrar ediyorsanız tutanak tutarım sizinle ilgili de soruşturmaya müdahale etmekten işlem yaparım." şeklinde cevap vermiştir. Tutanakta ayrıca tırı takip eden görevlilerin tırın gitmesinden bir süre sonra Reyhanlı ilçesi yakınlarında trafik kazası olduğu gerekçesiyle emniyet trafik ekibi tarafından yolun trafiğe kapatıldığı hususunun Ö.Ş.ye bildirildiği, bu şekilde tırın takibinin de engellendiği ifade edilmiştir. MİT Müsteşarlığının 6/2/2014 tarihli yazısı ile söz konusu olayda görev alan kişilerin ve araçların "2937 sayılı Kanun ile Müsteşarlığa verilen görev ve yetkiler uyarınca ülkenin millî menfaatleri doğrultusunda yürütülen faaliyetler kapsamında bulunduğu" Adana Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 10/2/2014 tarihli ve 2014/2 Soruşturma sayılı, K.2014/27 sayılı kararı ile olayda görev yapan MİT personeli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“… 4483 sayılı Yasa hükümleri acil ve kaybolması muhtemel delilleri toplamaya izin vermekte iken, sonraki ve özel kanun olan 2937 sayılı yasa md.26 hiçbir istisnaya yer vermemiştir.… Kanun koyucunun 2937 sayılı yasanın genel amacı ve Milli İstihbarat Teşkilatının çalışma esas ve usullerinin gizlilik taşıması dikkate alındığında hatta söz konusu teşkilatın faaliyetlerinin açığa çıkarılmasının diğer yasal düzenlemeler yanında 2937 sayılı yasanın maddesi ile de cezai hükme bağlandığı düşünüldüğünde, yasa koyucunun böyle bir iddiada hiçbir şekilde acil deliller olsa dahi delil toplamaya izin vermediği görülecektir.…Öte yandan çeşitli kanunlarda çeşitli üst düzey kamu görevlilerinin görevle ilgili suçlarında soruşturulmaları, izne ve özel yargılama usulüne bağlanmıştır. Ancak herhangi bir ihbarla ‘gecikmesinde sakınca bulunan hal’ hususu belirtilerek soruşturma işlemi kapsamındaki usulü işlemlere (örneğin evinde ya da aracında veya makam odasında arama, elkoyma, gözaltı vs) girişilmesi durumunda uygulamada ‘izin müessesesinin’ hiçbir anlamı ve yasal koruması kalmayacağı gibi … lekelenmeme hakkı da ağır şekilde ihlal edilmiş olacaktır.Ayrıca söz konusu izin şartı olan özel soruşturma usullerinde kişinin örneğin aracı, evi, makam odası ya da eşyasının delil olarak kişiden farklı ve ayrı olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.…Buradaki ihbarlarla soruşturmayla bağlantıları tümüyle ortaya çıkarılabilecek bir yapının ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatını, tüm faaliyetlerini, çalışanlarını deşifre etmek suretiyle, Türkiye Cumhuriyetinin yabancı istihbarat servisleri karşısında çaresiz ve savunmasız bırakılması amaçlandığı değerlendirilmektedir.…Milli İstihbarat Teşkilatının faaliyetleri ile ilgili Yasası ve işin doğası gereği şeffaf olamayacağı sadece yasada belirtilen şekilde sorumlu olduğu makamlara denetim ve hesap verebileceğinin ve her konuda kamuoyuna tüm bilgileri açıklayamayacağı bilindiğinden, bu ihbarlarla Teşkilatın faaliyetlerinin El Kaide terör örgütü ile bağlantılandırılmaya çalışıldığı, ülkemizin teröre destek veren ülke şeklinde dünyada nitelendirilmesinin amaçlandığı, böylece dünyada ambargo ile karşılaşılabilecek bir altyapının oluşturulmaya çalışıldığı, bu ihbarların nihai amaçlarından birinin de bu olduğu, MİT’in görev faaliyetleri kapsamındaki çalışmalarının söz konusu ihbarlarla sekteye uğratılmasının amaçlandığı değerlendirilmiştir.…MİT’in 2937 sayılı yasanın maddesinde sayılan görevleri yapmasının TCK md. 24 ve 26 uyarınca hem hakkı hem de görevi olduğu, bu kapsamda söz konusu araçlarla yapılan faaliyetlerin, dosya içeriğinde yapılan yazışmalar sonucunda MİT’in görevi kapsamında icra edilen faaliyetlere ilişkin olduğu, bu nedenle olaylarda bir hukuka aykırılık ve suç bulunmadığı, tüm bu sebeplerle 2937 sayılı kanunun maddesi uyarınca soruşturma izni istenmesini gerektirir herhangi bir husus da bulunmadığı anlaşılmıştır.” B. İlgili Süreç Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 6/6/2016 tarihli ve E.2016/24769 sayılı iddianamesi ile Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) kurucusu ve liderinin de aralarında olduğu yetmiş üç örgüt yöneticisi hakkında silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs, siyasi ve askerî casusluk yapma, zimmet, nitelikli dolandırıcılık, resmî belgede sahtecilik, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, kişisel verileri hukuka aykırı olarak başkasına verme, yayma, ele geçirme suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Anılan iddianamedeMİT’e ait söz konusu tırların durdurulması ve aranması eylemlerinin FETÖ/PDY mensubu kişilerce bu yapılanmanın amaçları doğrultusunda gerçekleştirildiği ifade edilmiştir [AYM, E.2016/6 (Değişik İşler), K.2016/12, 4/8/2016, § 16]. 15/7/2016 gecesi, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde örgütlenmiş olan bir grup tarafından yapılan darbe teşebbüsü sonrasında ise Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20/7/2016 tarihinde, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunca 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) maddesinde yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlardan terör örgütlerine veya MGK’ca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilenlerin meslekten çıkarılmalarına karar verileceği düzenlenmiştir. Bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetleri ve jandarma personeline ilişkin tedbirler konulu 31/7/2016 tarihli ve 29787 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 669 sayılı KHK ile başvurucuların da aralarında bulunduğu bazı asker kişiler kamu görevinden çıkarılmıştır. Tutuklamaya İlişkin Süreç Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca olay sonrasında başlatılan soruşturma sonucunda 15/12/2014 ve 26/2/2015 tarihli iddianamelerle başvurucuların "devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama" suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları talebinde bulunulmuştur. İddianamede isnat edilen eylemlerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda başvurucuların haklarında devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama suçlarını işledikleri iddiasıyla bazı kamu görevlisi sanıklar ile birlikte planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen organizasyonun parçası olarak ve örgütlü bir şekilde hareket ettikleri ifade edilmektedir. İddianameye göre başvurucular; Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Hükûmetini gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformda zor durumda bırakmak ve itibarsızlaştırmak, El Kaide ve benzeri terör örgütlerine yardım ettiği görüntüsü vererek uluslararası yargı organları nezdinde hukuki ve cezai sorumluluk altına sokmak amacıyla devletin güvenliği veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgiler olan, MİT tarafından yasal olarak gerçekleştirilen ve özünde devlet sırrı niteliğinde olan faaliyetleri ifşa etmişlerdir. Başvurucuların tutuksuz olarak yargılamaları devam ederken Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2015 tarihli kararıyla dosyalar arasında hukuki, fiilî ve şahsi irtibat bulunduğu gerekçesiyle dosyanın Yargıtay Ceza Dairesinin (ilk derece mahkemesi) E.2015/1 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Öte yandan Selam-Tevhid Kudüs Ordusu isimli, iddia edilen terör örgütünü konu alan bir soruşturmadaki usulsüzlük iddiaları kapsamında Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenliği veya ulusal ve uluslararası yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken görüşmelerinin dinlendiği, kaydedildiği ve bir kısmının iletişim tespit tutanağı hâline getirilerek terörle ilişkilendirildiği gerekçesiyle başvurucuların da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucular, anılan soruşturma kapsamında gözaltına alınmışlardır. Başsavcılık 9/4/2015 tarihinde başvurucuları silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarından tutuklanmaları istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Savcılığın talep yazısında başvuruculara isnat edilen eylemlerle ilgili ayrı ayrı değerlendirmeler yapılmak suretiyle eylemler özetle şöyle ifade edilmiştir:"... Şüphelilerin eylem ve fikir birliği içerisinde, koordineli ve sistematik bir biçimde sahte ihbar ve delil uydurmak suretiyle, Suriye Ülkesi Halep şehri Türkmenlerine yardım götüren Milli İstihbarat Teşkilatı’na ait tırları durdurdukları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni terörle ilişkilendirmek kasıt ve iradesiyle belli bir mizansen çerçevesinde aradıkları, devlet sırrı kapsamındaki yardım faaliyetini deşifre ettikleri, eylemin bütününe bakıldığında ayrıntılarıyla açıklandığı üzere her bir şüphelinin örgütsel hiyerarşik ilişki içerisinde kendine verilen göreviyerine getirdiği anlaşılmıştır." İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 9-10/4/2015 tarihli ve 2015/167 İş sayılı kararı ile başvurucular Halil Alp, Gökhan Bakışkan ve Mehmet Fırat "atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, şüphelilere isnat edilen suçların yasadaki alt ve üst sınırları, isnat edilen suçlardan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçunun CMK 100/3 maddesinde sayılan suçlardan oluşu sebebiyle adli kontrol kararları yetersiz kalacağı dikkate alınarak ..." talebin kabulüne karar verilerek tutuklanmıştır. Diğer başvurucular hakkında ise tutuklama talebi reddedilerek haklarında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "... Şüphelilerin bir kısmının mesai arkadaşı olmaları bir kısmının aynı devre olmaları itibariyle birbirlerini tanıdıkları, şüpheliler Halil Alp, Mehmet Fırat ve Gökhan Bakışkan'ın kendi beyanlarından da anlaşılacağı üzere, bölgelerinde Milli İstihbarat Teşkilatının faaliyetlerinin olduğunu bildikleri halde bu tırları durdurmak ve aramaya çalışmak, bu faaliyeti ifşa etmeyi amaçlamak sureti ile müsnet suçları işlediklerine yönelik kuvvetli suç şüphesinin bulunması, ..." Tutuklama talepleri reddedilerek haklarında adli kontrol hükümleri uygulanmasına karar verilen başvurucular Hayati Özcan ve Orhan Şahin hakkında verilen bu karara Savcılıkça yapılan itiraz üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/4/2015 tarihli kararıyla haklarında yakalama kararı verilmiş ve sonrasında başvuruculardan Orhan Şahin 21/4/2015, Hayati Özcan 22/4/2015 tarihinde benzer gerekçelerle tutuklanmıştır. Başvurucuların tutuklama kararlarına karşı yaptıkları itirazlar İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin (ayrı ayrı yapılan itirazlar üzerine) değişik tarihlerde verdiği kararlarla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucular 11/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başsavcılıkça yürütülen soruşturma sonucunda 23/10/2015 tarihli iddianameyle başvurucuların devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama, silahlı terör örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları talebiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 9/1/2015 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2015/297 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı gün yapılan tensip incelemesi ile "üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, buna göre tutuklu sanıklar yönünden kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut kanıtlar bulunması, sanıklara atılı suçların tutuklama nedenlerinin yasal karine olarak varsayıldığı 5271 sayılı CMK.nun 100/3-a.11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara atılı suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma kuşkusunu somutlaştırması, müşteki sayısı ve eylemlerin sayısal yoğunluğu da dikkate alındığında sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü oluşu, tüm bu nedenlerle sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu" gerekçesiyle başvurucuların tutukluluklarının devamına karar verilmiştir. Devam eden yargılamada başvurucuların da aralarında bulunduğu sanıklar hakkındaki dava (MİT tırları sanıkları yönünden) Mahkemenin ayrı bir esasına kaydedilmiş ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince davanın Yargıtay Ceza Dairesinin (ilk derece mahkemesi) E.2015/1 sayılı dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuruculardan Halil Alp 3/2/2016 tarihinde; Gökhan Bakışkan, Hayati Özcan ve Mehmet Fırat ise 24/5/2016 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmiştir. Başvurucu Orhan Şahin ise hâlen tutuklu olarak yargılanmaktadır. Sonraki Süreç Başvurucular hakkında 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrası yeniden başlatılan başka soruşturmalar nedeniyle Halil Alp'in 6/9/2016 tarihinde, Gökhan Bakışkan'ın 19/8/2016 tarihinde, Mehmet Fırat'ın ise 22/8/2016 tarihinde haklarında yeni bir tutuklama kararı verilmiş olup Gökhan Bakışkan ve Mehmet Fırat 28/7/2017 tarihinde yeniden tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmiştir. Başvurucular hakkında başvuruya konu edilen olaydan kaynaklanan davalar, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Ceza Dairesinde (E.2015/1) devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 90, | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7782 | Başvuru, yürütülen bir soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, bu kararın doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliğince verilmesi ve gizlilik kararı nedeniyle soruşturma dosyasına erişimin engellenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; sesli ve görüntülü ifade alınması taleplerinin reddedilmesi, incelemelerin çok kısa süre içinde tamamlanması, yeterli savunma imkânı tanınmayarak savunma hakkının kısıtlanması ve kararın gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, müşterek çocuğun velayetinin babasına verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile B.nin 2008 yılındaki evliliklerinden 8/4/2010 doğum tarihli K.A. isimli müşterek çocukları bulunmaktadır. İstanbul Aile Mahkemesinin 7/12/2015 tarihli kararıyla tarafların anlaşmalı olarak boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin başvurucuya bırakılmasına hükmedilmiştir. Ayrıca B. tarafından satın alınacak iki daireden birinin çocuk adına tescil edileceği, bu taşınmaz yönünden başvurucu lehine intifa hakkı tesis edileceği, diğer daire ile B. adına kayıtlı aracın başvurucuya verileceği hüküm altına alınmıştır. Başvurucunun eski eşi B. 27/6/2016 tarihinde velayetin değiştirilmesi talebiyle İstanbul Aile Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; başvurucunun işlerinin yoğunluğu nedeniyle sürekli şehir dışına gitmek zorunda kaldığı, şehir içinde olduğu zamanlarda da eve geç geldiği, müşterek çocukla ilgilenmediği belirtilerek velayetin anneden alınarak babaya verilmesi talep edilmiştir. Ayrıca tarafların hazırladığı 26/6/2016 tarihli, velayet ve mal rejimine ilişkin protokol Mahkemeye sunulmuştur. Başvurucu duruşmaya katılmamış ancak başvurucu vekili, başvurucunun çalışma koşulları nedeniyle velayetin değiştirilmesinin uygun olacağını belirterek davayı kabul ettiklerini beyan etmiştir. Yargılama sürecinde taraflarla görüşme yapılarak hazırlanan uzman raporunda; velayetin değiştirilmesi konusunda tarafların anlaştıkları, babanın sorumluluk alacak yapıda olduğu, çocukla iletişimin sağlıklı olduğunun görüldüğü ve babanın çocuğuna gereken sevgi ve şefkati göstermesini engelleyecek bir olumsuzluğun tespit edilmediği vurgulanarak velayetin babaya verilmesinin çocuğun yüksek yararına olduğu belirtilmiştir. Mahkeme anılan uzman raporu ve tarafların velayetin değiştirilmesi konusunda anlaşmış olmalarını gerekçe göstererek 13/7/2016 tarihli kararıyla davanın kabulüne ve müşterek çocuğun velayetinin babaya verilmesine, başvurucu ile çocuğu arasında kişisel ilişki kurulmasına hükmetmiştir. Temyiz edilmeyen karar 25/8/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu anılan karardan sonra 7/11/2016 tarihinde velayetin değiştirilmesi talebiyle İstanbul Aile Mahkemesi nezdinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, eski eşiyle anlaşarak boşandıklarını, Mahkemenin müşterek çocuğun velayetini kendisine verdiğini ve mal paylaşımı konusunda anlaştıklarını ancak eski eşinin anlaşmaya uymadığını devretmesi gereken taşınmazları devretmediğini, ayrıca eski eşinin kendisini öldüreceği, işten attıracağı şeklindeki tehdit ve baskıları ile ağır bir şekilde yaralaması sonucu velayet ve mal rejimi konusunda protokol yapmak zorunda kaldığını belirtmiştir. Baskı ve tehditle zorla belge imzalatmak suretiyle velayetin değiştirilerek babaya verilmesinin sağlandığını, çocuğunun elinden alındığını ve çocuğuyla görüşmesinin engellendiğini vurgulayarak velayetin değiştirilmesini talep etmiştir. Başvurucu eski eşinin velayetin değiştirilmesi ve mal paylaşımının değişimini kabul etmeyince 4/6/2016 tarihinde eski eşi tarafından darp edildiğini, kaburga kırığı ve omurilik zedelenmesi olacak şekilde ağır yaralandığını, bu olay nedeniyle aile mahkemesi tarafından 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında uzaklaştırma kararı verildiğini belirtmiş ayrıca yargılama sürecinde de yaralama ile ilgili ceza soruşturmasının da devam ettiğini beyan etmiştir. Yargılama aşamasında taraflar ve müşterek çocukla yapılan görüşme sonrası hazırlanan uzman raporunda; çocuğun yaş itibari ile erken çocukluk döneminin son döneminde olduğu, bu dönem de çocukların annenin bakımına ihtiyaç duyduğu belirtilmiştir. Çocukla yapılan görüşmeden, çocuğun babasının yanında mutsuz olmadığı fakat annesine daha yakın olduğunun anlaşıldığı, bu durumun bakım konusundaki eksiklikten değil çocuğun yaşının ve üç ay öncesine kadar annenin yanında olmasından kaynaklandığı ifade edilmiştir. Çocuğun gelişimsel dönemi, beklentileri, istekleri vb. gibi konularında tümü bir arada değerlendirildiğinde müşterek çocuğun annenin yanında bakımına devam etmesinin uygun görüldüğü vurgulanmıştır. İstanbul Aile Mahkemesi 9/2/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; İstanbul Anadolu Aile Mahkemesi tarafından velayetin değiştirilmesine ilişkin kararın 25/8/2016 tarihinde kesinleştiği, bu tarihten sonra velayet değişikliğini gerektirecek yeni bir vakıanın mevcut olmadığı, başvurucunun iddia ettiği tehdit olayının anılan velayetin değiştirilmesi davasından önceki bir tarihte gerçekleştiği hususları gözetildiğinde başvurucunun yargılamanın iadesi davası açması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı velayet davalarının kesin hüküm oluşturmadığı, B.nin uyguladığı şiddet ve baskı ile ilgili ceza soruşturmasının devam ettiği, B. hakkında uzaklaştırma kararı olduğu hususları ile uzman raporunun gözetilmediğini belirterek yaptığı istinaf başvurusu, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 4/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; velayetin babaya verilmesine dair hükmün kesinleşmesinden yaklaşık üç ay sonra başvurucunun velayetin değiştirilmesi davası açtığı, bu süre zarfında velayetin değiştirilmesini gerekli kılacak bir durumun bulunduğunun sabit olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca, çocuğun babasının yanında kalmasının bedeni, fikri ve ahlaki gelişimine engel olacağı yönünde ciddi deliller bulunmadığı, velayetin değiştirilmesine ilişkin davaların kesin hüküm oluşturmayacağı vurgulanarak derece mahkemesinin kararında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı belirtilmiştir. Söz konusu karar başvurucuya 20/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede; başvurucunun şiddete maruz kaldığından bahisle 7/6/2017 tarihinde yaptığı başvuru sonucu İstanbul Anadolu Aile Mahkemesi 8/6/2017 tarihinde, 6284 sayılı Kanun gereğince başvurucunun eski eşi B. hakkında altı ay süre boyunca başvurucunun konutuna yaklaşmamasına, başvurucu ve aile bireylerine karşı şiddet ve korkuya yönelik davranışlarda bulunmamasına, başvurucuyu ve aile bireylerini iletişim araçlarıyla rahatsız etmemesine karar verdiği tespit edilmiştir. Ayrıca başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan ceza soruşturmasında İstanbul (Anadolu) Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 10/10/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun eski eşi hakkında kamu davası açılarak yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, tehdit, kasten yarlama ile çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede özetle; 4/6/2016 tarihinde başvurucunun eski eşi B.yi "Seni öldüreceğim bu evden bu gece çıkamayacaksın." diyerek tehdit ettiği, başvurucuyu darp ettiği, öldüreceğim diyerek evi kilitleyip başvurucunun evden çıkmasını engellediği, başvurucunun telefonunu alarak mesajları kendi telefonuna aktardığı, daha sonra başvurucunun yaralı bir şekilde evden ayrıldığı belirtilmiştir. Bu olaydan sonra B.nin "Boşanırken verdiği evleri, arabayı ve oğlunun velayetini geri vereceksin yoksa seni öldüreceğim." şeklinde başşvurucuyu tehdit ettiği, bu tehdit ve baskılarından dolayı başvurucunun tedavi olduğu süre içerisinde önce arabasını eski eşine verdiği, daha sonra aralarında görülmekte olan velayet davası için B.nin isteği doğrultusunda oğluna bakmak istemediği yönünde mahkemeye dilekçe verdiği, ayrıca evlerin devri konusunda protokol imzaladığı ve kendi adına kayıtlı bulunan evini B.ye devrettiği, başvurucunun bilahare kendi beyanına göre yaşadığı olumsuz psikolojiden kurtulunca çocuğunun velayetini yeniden almak içindava açtığı ifade edilmiştir. Tehdit içerikli mesaj kayıtları ile başvurucunun basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek ve vücudunda kemik kırığı oluşacak derecede yaralandığı hususları gözetilerek B.nin cezalandırılması talep edilmiştir. B. ifadelerinde başvurucunun suçlamalarının asılsız olduğunu, başvurucuyu darp etmediğini, kendisinin merdivenden düştüğünü, anlaşmalı boşanma sırasında başvurucuya bırakılan aracı şahsına sattığını, müşterek çocuğu adına satın aldığı dairenin intifa hakkını başvurucuya verdiğini beyan etmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi 12/10/2017 tarihinde B. hakkında kasten yarlama ve tehdit suçundan mahkûmiyet diğer suçlar yönünden beraat kararı vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucu hakkındaki basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyecek ve kemik kırığı oluşacak şekilde yaralandığı yönündeki Adli Tıp Kurumu raporu, telefon kayıtları ve tanık ifadeleri birlikte değerlendirilerek başvurucunun B. tarafından darp edildiği, yine telefon kayıtlarından B.nin başvurucuyu tehdit ettiğinin sabit olduğu ifade edilmiştir. Anılan karar, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 9/9/2019 tarihli istinaf talebinin esastan reddine dair kararıyla kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk 22/11/2007 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Hâkimin takdir yetkisi" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır." 4721 sayılı Kanun’un "Durumun değişmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması hâlinde hâkim, re'sen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır." 4721 sayılı Kanun’un "Kural" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Ana ve babadan her biri, velâyeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir."B. Uluslararası Hukuk Türkiye tarafından 14/9/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 20/11/1989 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi ilgili kısmı şöyledir:" Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir. Taraf Devletler, çocuğun ana-babasının, vasilerinin ya da kendisinden hukuken sorumlu olan diğer kişilerin hak ve ödevlerini de göz önünde tutarak, esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler ve bu amaçla tüm uygun yasal ve idari önlemleri alırlar. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:" Taraf Devletler, her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul ederler. Taraf Devletler, çocuğun hayatta kalması ve gelişmesi için mümkün olan azami çabayı gösterirler." Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesi şöyledir:" Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana-babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin tanınması için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler her şeyden önce çocuğun yüksek yararını göz önünde tutarak hareket ederler. Bu Sözleşmede belirtilen hakların güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesi konusundaki sorumluluklarını kullanmada ana-baba ve yasal vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ebeveyn ve çocukların birlikte yaşama hakkı aile hayatının esaslı bir unsuru olup anne ve baba arasındaki ilişkinin sona ermesi durumunda hukuksal düzenlemelerden kaynaklanan ve bu ilişkiyi kısıtlayan ya da engelleyen tedbirler, aile hayatına saygı hakkına bir müdahale oluşturur (Hoppe/Almanya, B. No: 28422/95, 5/12/2002, § 44; Johansen/Norveç, B. No: 17383/90, 7/8/1996, § 52; Elsholz/Almanya [BD], B. No: 25735/94 13/7/2000, § 43). AİHM'e göre aile hayatına saygı hakkı kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırları kesin biçimde tanımlamak mümkün değildir. İlgili makamlar her iki yükümlülük çerçevesinde belirli bir takdir alanına sahiptir ve her iki yükümlülük kapsamında da benzer ilkelerin gözönünde bulundurulması, özellikle her iki durumda da kamusal makamlarca olayın bağlamı ve müdahalenin türüne göre birey menfaatleri ile toplum menfaatleri ve çocuk ile ebeveyn menfaatleri arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. AİHM'e göre bu dengenin tesisinde niteliği gereği çocuğun menfaatlerine özel bir önem verilmelidir (Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, § 55; Hoppe/Almanya, § 49). AİHM, ebeveynin çocuk ile birlikte yaşamaya devam etmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin birinci paragrafı kapsamında aile hayatının temel bir unsurunu oluşturduğunu vurgulamaktadır. Sözleşme’nin maddesi, ebeveynin çocuğu ile yeniden birleşmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını talep etme hakkının yanı sıra ulusal makamların bu önlemleri alma yükümlülüğünü de kapsamaktadır. Bu husustaki belirleyici husus, ulusal makamların uygulamadaki mevzuat ya da mahkeme kararlarıyla ebeveyne tanınan velayet, ziyaret ya da birlikte yaşama hakkının icrasını kolaylaştırmada kendilerinden beklenilen bütün makul önlemleri alıp almadığıdır (Hokkanen/Finlandiya, § 55). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35776 | Başvuru, müşterek çocuğun velayetinin babasına verilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 18/9/2009 tarihinde dava açmıştır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 24/4/2019 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu, idare mahkemelerinde açtığı davada iddia ve savunmaları dikkate alınmadan, bilirkişi incelemesi yaptırılmadan, gerekçesiz, adil olmayan karar verilmesi, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasıyla 11/7/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23641 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı, gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuk mahkemelerinde açılan davalarda yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/6 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/6 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, hukuk mahkemelerinde açtıkları davalarda/aleyhlerine açılan davalarda yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6 | Başvuru, hukuk mahkemelerinde açılan davalarda yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Polis Kolejinden ilişiğin kesilmesi nedeniyle eğitim-öğrenim ve kamu hizmetine girme haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, ilköğretim sonunda girdiği sınavlarda başarılı olarak 2012 yılında Polis Kolejinde eğitim ve öğrenime başlamıştır. Başvurucunun Polis Kolejine kayıt yaptırdığı tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre Polis Koleji mezunları sınavsız olarak Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesine (Fakülte) kayıt yaptırabilmekte ve buradan mezun olduklarında da polis amiri olarak atanabilmektedir. Başvurucu, Polis Kolejindeki eğitimine devam ederken Polis Koleji mezunlarının sınavsız olarak Fakülteye kayıt yaptırabilmesini öngören düzenleyici işlem hükümleri 3/6/2014 tarihinde değiştirilmiştir. Yeni düzenlemelerde Polis Koleji mezunlarının sınavsız olarak Fakülteye kayıt imkânları kaldırılmış ve bu öğrenciler için de sınav koşulu getirilmiştir. Başvurucu söz konusu düzenleyici işlemin ilgili maddelerinin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştayda dava açmıştır. Danıştay 30/9/2014 tarihinde dava konusu düzenleyici işlemin bazı maddelerinin yürütmesini durdurmuştur. İlerleyen süreçte4/4/2015 tarihinde çeşitli kanunlarda yapılan değişikliklerle ve söz konusu kanun değişiklikleriyle uyumlaştırma çalışmaları kapsamında ilgili diğer mevzuatta yapılan değişikliklerle Polis Koleji kapatılmış, Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi ise Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Müdürlüğü (PAEM) şeklinde farklı bir statü ile yeniden yapılandırılmıştır. Öte yandan başvurucunun Danıştayda dava konusu ettiği düzenleyici işlem de yürürlükten kaldırılmıştır. Mevzuat değişiklikleri uyarınca 4/4/2015 tarihi itibarıyla Polis Kolejinin kapatılması nedeniyle başvurucu sınıf öğrencisiyken ve son sınıfa geçmek üzereyken başvurucunun 8/4/2015 tarihinde okuldan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, ilişiğinin kesildiğini bildirir belgenin tarafına verilmesi üzerine 7/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu'nun olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesinin son fıkrası şöyledir: "Polis Akademisinde öğrenci yetiştirmek üzere; polislik mesleğinin gerektirdiği bilgi, disiplin ve bedeni kabiliyete haiz, Milli Eğitim Temel Kanunu hükümlerine göre, Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı, lise seviyesinde parasız yatılı ve resmi üniformalı polis kolejleri açılır." 27/3/2015 tarihli ve 6638 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanun'un yayımı tarihinde; 3201 sayılı Kanun'un 19 uncu (...) [maddesi] yürürlükten kaldırılmıştır." 3201 sayılı Kanun'un 6638 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen geçici maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Polis kolejinde öğrenime devam eden öğrenciler, Millî Eğitim Bakanlığınca polis koleji giriş sınavının yapıldığı tarihte aldıkları Ortaöğretim Yerleştirme Puanları dikkate alınarak durumlarına uygun okullara naklen kaydedilirler." 25/4/2001 tarihli ve 4652 sayılı Polis Yüksek Öğretim Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...c) Akademiye alınacak öğrencilerde aranacak şartlar, istenecek belgeler, kayıt, sınav ve kabul işlemlerine ait esas ve usulleri,...Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.(...)" 4652 sayılı Kanun'un 6638 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte başka bir işlem yapılmasına gerek kalmaksızın Güvenlik Bilimleri Fakültesi, Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Müdürlüğüne dönüştürülür (...)" 4652 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak hazırlanan ve olay tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 17/8/2008 tarihli ve 26970 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Polis Akademisi Başkanlığı Güvenlik Bilimleri Fakültesi Giriş ve Eğitim-Öğretim Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"Polis Koleji mezunları, sınavsız olarak fakülteye alınırlar." Aynı Yönetmelik'in 3/6/2014 tarihli ve 29019 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Polis Akademisi Başkanlığı Güvenlik Bilimleri Fakültesi Giriş ve Eğitim-Öğretim Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in maddesi ile değiştirilen maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Polis Koleji mezunları ile lise ve dengi okul mezunlarının fakülteye giriş sınavı ile ilgili başvuruları, Başkanlıkça belirlenen tarihler arasında yapılır. Başvurunun ne şekilde yapılacağı Başkanlıkça belirlenir." 16/7/2015 tarihli ve 29418 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Polis Akademisi Başkanlığı Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Giriş ve Eğitim-Öğretim Yönetmeliği’nin "Öğrenci kaynakları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1)PAEM’in öğrenci kaynağı şunlardır;a) Meslekte fiilen iki yılını dolduran ve kırkbeş yaşından gün almamış lisans mezunu polis memurları, başpolis memurları ve kıdemli başpolis memurları.b) Emniyet mensubu olmayan lisans mezunları veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olanlar.c) İlgili devletlerle yapılacak ikili anlaşmalara bağlı olarak alınacak yabancı uyruklu öğrenciler." Aynı Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"17/8/2008 tarihli ve 26970 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Akademisi Başkanlığı Güvenlik Bilimleri Fakültesi Giriş ve Eğitim-Öğretim Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol’ün maddesinin ilgili kısmı söyledir: "Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Mehmet Fatih Durak, B. No: 2015/7630, 19/12/2017, §§ 27-29). | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7636 | Başvuru, Polis Kolejinden ilişiğin kesilmesi nedeniyle eğitim-öğrenim ve kamu hizmetine girme haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 11/3/2014 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40359 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 24/11/1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un maddesi kapsamında şahsa bağlı hak uygulamasından yararlandırılma talebiyle idareye yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine 22/9/2005 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde açtığı iptal ve tam yargı davasının reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 13/6/2014 tarihinde Batman İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 12/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 11/2/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Petrol Ofisi Batman Bölge Müdürlüğünde sözleşmeli olarak müdür yardımcılığı görevini yürütmekte iken 4046 sayılı Kanun’un maddesi kapsamında 23/10/2000 tarihinde Batman Köy Hizmetleri İl Müdürlüğüne atanmıştır. Başvurucu, 4046 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca, 22/1/1990 tarih ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname Eki 1 Sayılı Cetvel’de yer alan görevlerde iken anılan Kanun gereğince başka kurumlara atananlara tanınan "şahsa bağlı hak" uygulamasından yararlandırılması talebiyle 1/8/2005 tarihinde idareye yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine 22/9/2005 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde, hakkında tesis edilen atama işlemi nedeniyle maaşının dondurulmasına ilişkin idari işlemin iptalini ve uğradığı parasal kayıpların giderilmesini talep etmiştir. Mahkemenin 14/6/2007 tarihli ve E.2005/584, K.2007/827 sayılı kararıyla başvurucu hakkında tesis edilen 23/10/2000 tarihli atama işleminin öğrenildiği 15/1/2001 tarihinden itibaren altmış gün içinde davanın açılması gerektiği belirtilerek süre aşımı nedeniyle dava reddedilmiştir. Temyiz üzerine, Danıştay Beşinci Dairesinin 30/6/2008 tarihli ve E.2007/6388, K.2008/4040 sayılı ilâmıyla; başvurucunun idareye müracaat ettiği tarih itibarıyla davanın süresinde açılan kısmı yönünden işin esasına girilerek karar verilmesi gerekirken, davanın tamamının süre aşımı yönünden reddedilmesinde isabet bulunmadığı gerekçesiyle ilk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda, 21/5/2010 tarihli ve E.2008/2294, K.2010/920 sayılı kararla davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısmı şöyledir: " ... Mahkememizce yapılan ara kararları üzerine gerek Devlet Personel Başkanlığı gerekse davacının eski kurumu olan Petrol Ofisi A.Ş. tarafından sunulan cevap dilekçesi ve ekli belgelerden; davacının eski görevi olan 'Bölge Müdür Yardımcılığı' görevinin 399 sayılı KHK eki 1 sayılı cetvele tabi olmayıp davacının 22/5/2003 tarih ve 1475 sayılı İş Kanunu'na tabi kapsam dışı personel olarak görev yapmakta iken nakle tabi tutulduğu anlaşılmıştır. Bu durumda, 4046 sayılı Kanun gereğince atanmadan önceki görevinin 399 sayılı KHK eki 1 sayılı cetvele tabi bir görevde olmadığı anlaşılan davacının şahsa bağlı hak uygulamasından yararlandırılmamasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Temyiz üzerine, Danıştay Beşinci Dairesinin 7/5/2012 tarihli ve E.2011/144, K.2012/2969 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin, 3/4/2014 tarihli ve E.2013/4465, K.2014/2762 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 14/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 13/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesi, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi, 4046 sayılı Kanun’un maddesinin altıncı fıkrası şöyledir: “399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (1) sayılı cetvelde belirtilen kadrolarda görev yapmakta iken nakle tâbi tutulan personelin (bu Kanuna göre anonim şirket halinde birleştirilen kuruluşlardaki personel dâhil), Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadrolarına ilişkin olarak bildirim tarihi itibarıyla almakta oldukları aylık, ek gösterge, zam, özel hizmet tazminatı, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı bir bütün olarak, göreve başladıkları tarihi izleyen aybaşından geçerli olmak üzere üç yıl süre ile saklı tutulur ve şahsa bağlı haktan yararlanılan süreler 5434 sayılı Kanun’un ek 68 inci ve ek 73 üncü maddelerinde belirtilen sürelerin hesabında (daha önce nakledilenler dâhil) dikkate alınır. İlgililerin yeni kadrolarına atandıkları tarihten önce, eski kadroları için mevcut olan ve saklı haklar kapsamında bulunan gösterge, puan, oran ve katsayı artışları şahsa bağlı haklarda artış sayılır. Ancak eski kadro için bu tarihten sonra ihdas edilmiş hiçbir malî ve sosyal hak ve yardım ile sair ödemeler şahsa bağlı hak kapsamında değerlendirilmez. Atanılan kadrodaki derece yükselmeleri veya kademe ilerlemeleri, aylık gösterge ve ek gösterge dışındaki ödemelerde, şahsa bağlı olarak saklı tutulan hakların ödendiği eski kadronun derecelerinin yükseltilmesi veya kademelerinin ilerletilmesi sonucunu doğurmaz. Bu personelin (bu Kanuna göre anonim şirket halinde birleştirilen kuruluşlardaki personel dâhil), Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadrolarına ilişkin olarak bildirim tarihi itibarıyla almakta oldukları aylık, ek gösterge, ikramiye, her türlü zam ve tazminatları (ek tazminat ve bankacılık tazminatı dâhil), makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı, ücret (fazla mesai ücreti hariç), ek ücret, ek ödeme ve benzeri adlarla yapılan ödemelerin toplam net tutarının (bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır); nakledildiği kurum ve kuruluş tarafından şahsa bağlı hak olarak ödenen aylık, ek gösterge, zam, özel hizmet tazminatı, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı ödemeleri ile şahsa bağlı hak dışında yapılan ikramiye, ücret, ek ücret, ek ödeme, ek tazminat, teşvik ödemesi, döner sermaye payı ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (fazla mesai ücreti, fiilen yapılan ders karşılığı ödenen ek ders ücreti hariç) toplam net tutarından fazla olması hâlinde aradaki fark tutarı, herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın fark kapanıncaya kadar ayrıca tazminat olarak ödenir. Atandıkları kurumdaki kadro unvanı veya pozisyonlarında isteğe bağlı olarak herhangi bir değişiklik olanlarla, başka kurumlara geçenlere şahsa bağlı hak uygulaması ile fark tazminatı ödenmesine son verilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9943 | Başvurucu, 24/11/1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un 22. maddesi kapsamında şahsa bağlı hak uygulamasından yararlandırılma talebiyle idareye yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine 22/9/2005 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde açtığı iptal ve tam yargı davasının reddedildiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan alacak davasında delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bir şirkette 28/6/2006 ile 25/9/2008 tarihleri arasında işçi olarak çalışmıştır. Başvurucunun iş akdi 25/9/2008 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu 25/12/2012 tarihinde alacak davası açarak kıdem ve ihbar tazminatı, mesai, yıllık izin, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağı talebinde bulunmuştur. Osmaniye İş Mahkemesi 10/3/2016 tarihinde davayı kısmen kabul ederek başvurucunun bir kısım ücret alacağının ödenmesine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/2/2018 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Nihai karar 17/9/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu 17/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31825 | Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan alacak davasında delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, göçmen konutları projesi kapsamında ödediği avans ve peşinat tutarının borçlanma bedelinden mahsup edilmesi talebiyle açtığı davada verilen ret kararı nedeniyle kanun önünde eşitlik ilkesi ile hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 3/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine şahsen yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, göçmen konutları projesi kapsamında hak sahibi olabilmek için 1991 ve 1992 yıllarında ileride konut maliyetinden düşülmek üzere peşinat ödemiş, T. Emlak Bankası A.Ş. ile kredi sözleşmesi yapmış ve aldığı kredi taksitlendirilmiştir. Yapılan tüm ödemelerin inşaat maliyetinin altında kaldığı gerekçesiyle ödemiş olduğu peşinat ve avans miktarı kredi borçlarına mahsup edilmeyen başvurucu, 000 TL peşinat ve avansın iadesi için 27/7/2011 tarihinde Ankara Tüketici Mahkemesinde Toplu Konut İdaresi aleyhine dava açmıştır. Ankara Tüketici Mahkemesi konut maliyet bedelinin borçlandırma bedelinden yüksek olduğu gerekçesiyle başvurucunun talebini, 23/5/2012 tarih ve E.2011/878, K.2012/606 sayılı kararıyla reddetmiştir. Başvurucunun temyiz talebi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/9/2012 tarih ve E.2012/17332, K.2012/18515 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Dava konusu uyuşmazlığın miktarı karar düzeltme sınırının altında olduğundan Dairenin kararı bu tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşen karar başvurucuya 2/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası, 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26/9/2004 tarih ve 5236 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki hâlleriyle maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin (III) numaralı fıkrasının (1) numaralı bendi. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/883 | Başvurucu, göçmen konutları projesi kapsamında ödediği avans ve peşinat tutarının borçlanma bedelinden mahsup edilmesi talebiyle açtığı davada verilen ret kararı nedeniyle kanun önünde eşitlik ilkesi ile hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2020/25125 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2020/25125 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuruculardan bir kısmı, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dairkararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, HAGB şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası mevzuat, içtihat ve belgeler için bkz. Atilla Yazar ve diğerleri [GK], B. No: 2016/1635, 5/7/2022, §§ 64- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25125 | Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güvenlik güçleri ile kimliği belirlenemeyen diğer kişi veya kişilerce bir kişinin öldürülmesi ve olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 1/4/2021 tarihinde görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Mersin'de ikamet etmektedir. Kamu makamlarınca düzenlenen belgelere göre silahlı bir terör örgütü ile ilişkisi bulunduğu ileri sürülen yayın organlarında 15/12/2015 tarihinde yer alan "Direniş Türkiye Metropollerine Yayılmalıdır" başlıklı haberin içeriğinde terör örgütü tarafından metropollerde eylemler gerçekleştirilmesi ve bu bağlamda güvenlik güçlerinin mahallelere girişlerinin engellenmesi çağrısı yapılmıştır. Yapılan bu çağrı doğrultusunda hareket eden kişiler 27/12/2015 tarihinde Mersin'in bazı yerleşim bölgelerinde sokaklardaki mazgalları yerlerinden söküp çöp konteynerlerini de kullanarak bölgeye girişi sağlayan yolları trafiğe kapatmış, duruma müdahale etmek isteyen Mersin İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli güvenlik güçlerine ateşli silah, el yapımı patlayıcı, molotofkokteyli, havai fişek ve taş kullanarak saldırmışlardır. Başvurucular Reşit Baran ile Meryem Baran'ın çocukları, diğer başvurucuların kardeşi 28/4/1994 doğumlu S.B. olay sırasında yaşamını yitirmiştir. Güvenlik güçlerinin olaya müdahalesinde silahlı güç de kullandığı anlaşılmıştır. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) ölümle ilgili olarak derhâl resen soruşturma başlatmıştır. Başsavcılık, eylemlere katılan bazı kişiler hakkında da ayrı soruşturmalar başlatmıştır. Ölüme ilişkin olarak yürütülen soruşturma kapsamında ölenin cesedi üzerinde otopsi işlemi yapılmıştır. Adli Tıp Kurumu Adana Adli Tıp Grup Başkanlığının 12/2/2016 tarihli ayrıntılı otopsi raporuna göre ölen, vücuduna isabet eden iki merminin meydana getirdiği ölümcül nitelikteki yaralanmalar sonucu yaşamını yitirmiştir. Söz konusu raporun sonuç kısmı şöyledir: "27/12/2015 günü 20:00 sıralarında silahlı çatışmada öldüğü bildirilen Meryem ve Reşit oğlu 1994 doğumlu [S.B.nin] cesedine 28/12/2015 tarihinde, Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi'nce yapılan otopsiden ve tetkiklerden elde edilerek yukarıya kaydedilen bilgi ve bulgular dikkate alındığında;1- Kimya İhtisas Dairesi'nin raporuna göre; kanda 143 mg/dl (Göz içi sıvısında 93 mg/dl) Etanol bulunduğu, kan ve göz içi sıvısında Metanol bulunmadığı, kan ve idrarda uyutucu-uyuşturucu maddeler dahil sistematik olarak aranan maddelerin bulunmadığı,2- Kişinin vücudunda 5 (beş) adet ateşli silah yarası tespit edilmiş olup, haricen 1 ve 3 numarada tanımlanan yerden giren mermi çekirdeklerinin oluşturdukları yaralanmaların ayrı ayrı ve tek başlarına ölüm meydana getirir nitelikte oldukları,3- Ateşli silah yarası cilt, ciltaltı bulgularına göre atışların bitişik atış mesafesi dışından yapılmış olduğu anlaşılmakla birlikte; kıyafet ekspertiz raporu ile birlikte değerlendirildiğinde atışların uzak atış mesafesinden yapılmış olduğu,4- Kişinin vücudundan 1(bir) adet makroskobik görünümüne göre muhtemelen 9 mm çapında mermi çekirdeği elde edilerek, ceset torbasından çıkan yaklaşık 3 mm çapında deforme metalik cisim nöbetçi Cumhuriyet savcısına teslim edildiği,5-Kanında alkol bulunan kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı, iç organ delinmelerinden gelişen iç kanama sonucu meydana geldiği kanaatini bildirir rapordur." Soruşturma kapsamında olay yerindeki incelemelerden elde edilen bir adet av tüfeği, beş adet boş av tüfeği kartuşu, bir adet molotofkokteyli, iki adet kar maskesi, yanmış fitiller ile ölenden elde edilen bir çift eldivene el konulmuştur. Soruşturmada ölüme sebebiyet veren mermilerden birinin olay sırasında silahlı güç kullanan güvenlik güçlerinin silahından atıldığı sonucuna varılmıştır. Ölüme sebebiyet verdiği otopsi raporuyla belirlenip ölenin cesedinden elde edilen diğer merminin ise güvenlik gücü mensuplarının silahlarından atılmadığı yapılan ekspertiz incelemesinden anlaşılmıştır. Başsavcılığın ilgililerin dosya içeriğini incelemeleri ile dosyadaki belgelerden örnek almalarının soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle soruşturmada kısıtlılık kararı verilmesi talebi Mersin Sulh Ceza Hâkimliğince 29/12/2015 tarihinde, olayın firari şüphelileri bulunup soruşturma dosyası içeriğinde bazı telefon görüşmelerinin kayıt ve çözümünün bulunması ile ilgililerin dosyayı incelemeleri durumunda bu şüphelilerin yakalanmasının tehlikeye düşebileceği gerekçesiyle kabul edilerek soruşturmada kısıtlama kararı verilmiştir. Soruşturmada olay sırasında silahlı güç kullanan üç güvenlik gücü mensubunun şüpheli sıfatıyla ifadeleri 19/1/2016 ila 11/4/2016 tarihlerinde alınmıştır. Adı geçen görevliler ifadelerinde eylemlere yüzleri maske kullanılarak gizlenmiş aralarında ölenin de bulunduğu saldırganların katıldığını, kendilerine yönelik devam etmekte olan silahlı saldırısı nedeniyle ölene karşı silahlı güce başvurmak mecburiyetinde kaldıklarını ancak bu gücü orantılı olarak kullandıklarını söylemiştir. Soruşturmada ayrıca olayın gerçekleştiği mahallede ikamet eden veya işyeri sahibi bazı kişiler, soruşturmada müşteki olarak yer alan başvurucular Reşit Baran ile Meryem Baran'ın talebi üzerine 21/1/2016 ila 8/2/2016 tarihlerinde Cumhuriyet savcısı tarafından dinlenilmiştir. Bu tanıklardan bazıları olayı görmediklerini ifade etmiş, biri ise sadece ölenin vurulup düştüğü anı gördüğünü söylemiştir. Bu tanık, ölen yere düştüğü sırada yakınında kimseyi görmediğini de beyan etmiştir. Olayda görev alan diğer güvenlik gücü mensupları soruşturmada tanık sıfatıyla Cumhuriyet savcısınca dinlenilmiştir. Bu tanıklar şüpheli memurlarla aynı doğrultuda anlatımlarda bulunarak yüzleri maske ile gizlenmiş kişilerin silahlı saldırılarına maruz kalındığını ölenin de bu saldırganlardan olduğunu söylemiştir. Başsavcılık, güvenlik güçlerinin araçlarındaki kamera kayıtlarını da incelemiştir. İnceleme sonucu elde edilen görüntülere ilişkin tespitlerin ilgili kısmı şöyledir: "Görüntünün 19:43:39 saniyesine; 5735 sokak içerisinde iken 5744 sokak üzerinde soldan sağa doğru kaçan 4-5 kişilik eylemci grubun görüldüğü,Görüntünün 19:43:41 saniyesine; 5735 sokak içerisinde iken 5744 sokak üzerinde soldan sağa doğru kaçan 4-5 kişilik grubun arkasından 2 kişilik ve birinin elinde tüfek olan bir eylemci grubun görüldüğü,Görüntünün 19:43:47 saniyesine; kaçan Grubun arkasından takip eden 2482 kod nolu ekibin görüldüğü, aracın fren sesinin arkasından 2480 kod nolu ekibe yönelik ateş edilme sesinin duyulduğu,Görüntünün 19:43:44 saniyesine; Grup içerisindeki maktul- şüpheli [S.B.nin] elinde pompalı silah ile 5744 sokaktan çıkarak 2480 kod nolu ekibin yanından 5735 sokaktan kaçarken 2480 kod nolu ekibin arka kamerasından görüldüğü,Görüntünün 19:43:45 saniyesine; Grup içerisindeki maktul [S.B.nin] elinde pompalı silah ile 5735 sokaktan kaçarken 2480 kod nolu ekibinde maktulü takip etmek amacıyla geri geri gittiğinin görüldüğü,Görüntünün 19:43:58 saniyesine; maktul [S.B.nin] 5735 sokaktan 5748 sokağa girdiğinin 2480 kod nolu aracın ön kamerasından görüldüğü,Görüntünün 19:44:00 saniyesine; maktul [S.B.nin] 5748 sokaktan 5726 sokağa elinde silah ile dönerken 2480 kod nolu ekibin görevlilerinin maktulün ayaklarına doğru ateş ettiğinin görüldüğü,Görüntünün 19:44:07 saniyesine; maktul [S.B.nin] 5726 sokak üzerinden sağ elinde silah ile kaçarken görüldüğü,Görüntünün 19:44:15 saniyesine; maktul [S.B.nin] 5726 ile 5744 sokağın kesiştiği noktadan itibaren silahsız olarak kaçmaya devam ettiğinin görüldüğü, emniyet ekibinin "Dur Kaçma" şeklinde seslendiğinin duyulduğu,Görüntünün 19:44:28 saniyesinde; emniyet görevlilerinin "bomba "diye bağırdığının duyulduğu,Görüntünün 19:44:29 saniyesinde; emniyet görevlilerine atılan EYP nin patlama sesi ile birlikte görüntünün kırmızıya döndüğünün görüldüğü..." Güvenlik güçlerine ait kamera kayıtlarında görülen 2840 kod numaralı araç üzerindeki olay sonrası incelemede, araçta saçma isabetlerinin bulunduğu tespit edilmiştir. Ölen ile birlikte eylemlere karıştığı iddiasıyla hakkında başka dosya üzerinden Başsavcılık tarafından soruşturma yürütülen İ.K.nın 6/1/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısınca ifadesi alınmıştır. İ.K. ifadesinde ölenle eylemlere katılıp ölenin bu sırada elindeki tüfekle güvenlik güçlerini hedef alarak ateş ettiğini söylemiştir. İ.K. öleni fotoğraflarından da teşhis etmiştir. Ancak sonraki aşamada soruşturmada aynı zamanda müştekilerin vekilliğini yürüten müdafiinin katılımıyla verdiği ifadesinde, önceki beyanında eylemlere katılmadığını söyleyip fotoğrafından teşhis ettiği ölenden de mahalleden arkadaşı olarak bahsettiğini ifade etmiştir. Başsavcılık 17/5/2016 tarihinde şüpheli güvenlik gücü mensupları hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılık, bu kararının yanında ölenin cesedinden elde edilip başlı başına öldürücü nitelikte olduğu anlaşılan mermi çekirdeğinin güvenlik güçlerinin silahlarından atılmadığının tespit edildiği, olayda güvenlik güçleri dışında silah kullanan üçüncü kişilerin olduğunun açıklığa kavuşturulduğu ancak merminin kimin silahından atıldığının belirlenemediği gerekçeleriyle açık kimliği tespit edilemeyen kişilere ilişkin olarak aynı tarihte daimî arama kararı vermiş; ilgili kolluğa bu yönde bir yazı yazmıştır. Söz konusu kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ilgili kısmı şöyledir: "...SORUŞTURMA DOSYASININ GENEL OLARAK DERLENDİRİLMESİNDE;Şüpheli ifadeleri, tanık ifadeleri, ekspertiz raporları, olay ve yakalama tutanakları, kamera çözüm tutanakları, otopsi raporu, maktul şüphelinin UYAP kayıtları, maktul şüphelinin ölümünden sonra P.../K... terör örgütünce sahiplenmesine yönelik davranışlar, emanet makbuzu ve soruşturma kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;Maktul şüpheli S... B...'ın olayın olduğu gün P.../K... terör örgütünün eylem ve talimatı üzerine haklarında Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2015/54000 sırasında soruşturma yürütülüp Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/21 Esas sırasında kamu davası yürütülen şüpheli A... U..., Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2016/12979 soruşturma sırasında soruşturma yürütülüp Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/134 Esas sırasında kamu davası yürütülen şüpheli G... .., haklarında Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2015/53997 soruşturma sırasında soruşturma yürütülüp Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/113 Esas sırasında kamu davası yürütülen Suça Sürüklenen Çocuklar İ... S..., .. .. .., F...Y..., İ... K..., F... A..., .. A... ve A... E... ile kimlikleri tespit edilemeyen diğer şüpheliler ile birlikte güvenlik kuvvetlerine karşı ateşli silah, molotof kokteyli, EYP ve taşlı saldırı eylemine karıştığı, olayın olduğu 27/12/2015 günü şüpheli ile diğer şüphelilerin güvenlik kuvvetlerine Kıbrıs İÖO'na molotof kokteyli ile saldırı olduğuna ilişkin yapılan asılsız ihbarla güvenlik kuvvetlerinin olay yerine gelmesini sağlandıkları, maktul şüpheli S... B...'ın olaya müdahale eden TEM Şube müdürlüğünde görevli .. ve .. kod nolu ekip araçlarını görür görmez molotof kokteyli ve ateşli silahla saldıran grup içerisinde yer aldığı, olaya müdahale eden .. ve .. kod nolu ekiplerin şüphelileri yakalamak amacıyla kendi aralarında şüphelileri çembere almak amacıyla konuşup ters yönden şüphelilere yaklaştıkları sırada maktul şüpheli S... B...ın elinde olduğu hem şüpheli polis memurları ifadeleri, hem tanık beyanları hem de SSÇ İ... K...'ın beyanlarından anlaşılan ve olay yerinde bulunan av tüfeği ile yaklaşık 5-6metrelik etkili mesafeden güvenlik kuvvetlerinin bulunduğu ekip aracının sol tarafına doğru ateş edip kaçmaya başladığı ve maktul şüphelinin ekip aracı ile takibe başlandığı, bu arada ekip aracı içerisinde bulunan şüpheli polis memurları ve tanıkların maktul şüpheliye" DUR" ihtarında bulundukları, ancak şüphelinin elinde av tüfeği ve yüzünde maske olduğu halde kaçmaya devam ettiği, görüntü izleme kayıtlarından da anlaşıldığı üzere bu sürece polis memurlarının maktul şüphelinin yakalanması amacıyla maktul şüpheli hedef alınmadan ayak bölgesindeki asfalta doğru ateş ettikleri, ancak maktul şüphelinin koşmaya devam ettiği, bu sırada maktul şüpheliye ters yönde yaklaşan diğer ekip aracının görülmesi üzerine maktul şüphelinin birden yön değiştirerek diğer ekip aracıyla karşı karşıya geldiği, bu sırada maktul şüphelinin elindeki av tüfeğini araçtan inmeye çalışan polis memuruna 3-4 metrelik bir mesafeden doğrultarak ateş etmek istediği, ancak av tüfeğinin ateş almaması üzerine bu kez maktul şüphelinin av tüfeğini yere atarak hızlıca diğer olaya karışan şüphelilerin bulunduğu tarafa doğru koşmaya başladığı, bu arada yine polis ekiplerince maktul şüphelinin yakalanması ve durdurulması için birden çok kez maktul şüphelinin ayak bölgesine doğru atışın yapıldığı, maktul şüpheli S... B....'ın bir müddet koştuktan sonra durduğu ve sırt bölgesi şüpheli polislere dönük olacak şekilde ön tarafından çıkartmış olduğu el yapımı patlayıcıyı polis ekiplerine doğru attığı ve el yapımı patlayıcının polis ekiplerinin bulunduğu bölgeye yakın bir yerde patladığı, daha sonra da şüphelinin bulunduğu yerde yere düştüğü olayda, olayın gelişimi yukarıda anlatıldığı şekilde olduğu, Maktul şüphelinin ölümüne sebep olacak vücudunda 2 (iki) yaralamanın tespit edildiği, yaralamaların birinin ateşli silah mermisi ile olup vücuda giriş ve çıkış yaptığı, diğerinin ise maktulün vücudunda mermi çekirdeğini bıraktığı, maktulün üzerinde bulunan 9 mm çapında mermi çekirdeğinin olaya müdahale eden TEM Şube müdürlüğünde görevli .. ve .. nolu ekiplerde görevli polis memurlarına ait silahlardan atılmadığının tespit edildiği, şüpheli olarak ifadesi alınan polis memurları ve tanık sıfatıyla ifadesi alınan polis memurlarının beyanlarında maktul şüphelinin kovalandığı sırada kendilerine karşı kimlikleri tespit edilemeyen eylemci grup içerisinden de çok sayıda silahla ateş etme olayının olduğunu beyan etmeleri hususu göz önüne alındığında, maktul şüpheli S... B... üzerinden çıkan mermi çekirdeğinin olay sırasında polis ekipleri dışında silahla ateş etmiş olan kimliği tespit edilemeyen bir şüpheli tarafından ateşlendiğinin anlaşıldığı, Yine şüphelini öldüğünde üzerinde başkası adına düzenlenmiş sürücü belgesinin bulunması, uyap kayıtlarından terör suçlarından hakkında soruşturma ve kovuşturmanın bulunması, P.../K... terör örgütünün eylem çağrısı üzerine olay günü terör propagandasına dönüşen yürüyüşe yüzünü gizleyerek silahı ile katılması ,incelenen ekspertiz raporlarında maktul şüphelinin alınan svaplarında atış artıklarının bulunması, polis memurlarına ait araçta silah atış izlerinin bulunması, maktul şüphelinin olay sırasında tanık beyanları ve kamera kayıtları ile desteklenen elinde olayda ele geçirilen av tüfeği, beyaz eldiven ve yüzündeki maske ile olaya müdahale eden polis memurlarına yakın ve etkili mesafeden ateş ettiği hususunun sabit olması ve olayda silah kullanan polis memurlarının yukarıda ayrıntılı şekilde belirtildiği üzere, hem görevlerinin ifası kapsamında, hem de kendilerine karşı gerçekleştirilen bir saldırıyı def etmek amacıyla saldırıya karşı orantılı şekilde silah kullanma yetkisi kapsamında silah kullandıklarının tereddüte mahal vermeyecek şekilde anlaşıldığı, bu şekilde polis memuru şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın verilmesinin gerektiği, Her ne kadar maktul şüphelinin polis memurlarına karşı silah kullanması, molotof atması eylemini gerçekleştirmiş ise de; maktul şüphelinin olayda ölmesi sebebiyle TCK maddesi uyarınca hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında,Yukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda şüpheliler TEM Şube Müdürlüğünde görevli .. ve .. sicil sayılı polis memurları ile maktul şüpheli S... B... hakkında üzerlerine atılı suçlardan EK KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA, ...Olayda ele geçirilen maktul şüpheli S... B...'a ait adli emanet memurluğumuzun 2016/974 sırsında kayıtlı emanet eşyalardan 12 numara 3 adet av fişeği, 12 numara 12 adet kartuş ve 1 adet MAGNUM ibareli 12 numara plastik kabzalı tüp şarjörlü yivsiz tek namlulu yarı otomatik av tüfeği, 1 adet kar maskesi hakkında yetkili mahkemeden müsadere talep edilmesine,...[karar verildi.]" Başvurucular kovuşturmaya yer olmadığına kararına itiraz etmiştir. Başvurucular; vekilleri aracılığıyla yetkili makamlara sundukları itiraz dilekçelerinde soruşturmaya etkili katılımlarının engellendiğini, soruşturmanın maddi gerçeğin açığa çıkarılmasında yetersiz kaldığını ve olayda güvenlik güçlerince silahlı güç kullanılmasının gerekli olmadığı gibi gücün orantılı olmadığını ileri sürmüştür. Mersin Sulh Ceza Hâkimliği 22/7/2016 tarihinde bu itirazı kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik, kararının başvurucular vekiline Başsavcılık tarafından tebliğ edilmesine de karar vermiştir. Başvuru dosyasında bu kararın başvuruculara ya da vekillerine tebliğ edilip edil(e)mediğine ilişkin bir bilgi veya belgeye rastlanmamıştır. Başvurucu vekili başvuru formunda anılan kararı haricen öğrendiklerini belirtmiş, ancak kararı ne şekilde öğrendikleri ile öğrenme tarihi konusunda bir açıklamada bulunmamıştır. Başsavcılığın yukarıda ana hatlarıyla değinilen ve Mersin İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne hitaben yazdığı 9/6/2016 tarihli daimî arama kararı yazısında faillerin bulunması için gerekli titizliğin gösterilmesi, delil elde edildiğinde gerekli soruşturma işlemlerinin yapılarak ardından Başsavcılıklarına bilgi verilmesi ve tekide mahal bırakılmadan aramayla ilgili yılda bir kez bilgi verilmesi, bunun yanında verilecek cevaplarda sadece failin bulunamadığıyla yetinilmeyerek tespiti için yapılan işlemlerin de açıklanması istenmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede soruşturmanın kimliği belirlenemeyen fail ya da faillerin aranması çalışmaları kapsamında yürütülmeye devam ettiği ancak bu konuda karar verildiği günden itibaren herhangi bir ilerleme kaydedilmediği anlaşılmıştır. Bunun yanında, aranan kişi veya kişilere ilişkin olarak ne gibi faaliyetler gösterildiği konusunda da bir bilgi veya belgeye rastlanmamıştır. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı maddesinin (1) ve 1/2/2018 tarihli ve 7072 sayılı Kanunun maddesi ile değişiklik yapıldıktan sonraki (2) numaralı fıkraları şöyledir:“Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.Kovuşturmaya yer olmadığına karar verildikten sonra kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmedikçe ve bu hususta sulh ceza hâkimliğince bir karar verilmedikçe, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine itiraz edebilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Kabul edilebilirlik koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Mahkeme'ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında, Sözleşme’nin maddesinde öngörülen altı aylık süre sınırının birkaç amaca hizmet ettiği belirtilmekte; bu sınırlamanın esas amacının Sözleşme kapsamında mesele oluşturan davaların makul bir süre içinde incelenmesini sağlayarak hukuki güvenliği (belirliliği) temin etmek ve yetkili makamlar ile diğer ilgili kişilerin uzun süre belirsiz bir durumda tutulmasını önlemek olduğu ifade edilmektedir (Mocanu ve diğerleri/Romanya [BD], B. No: 10865/09, 45886/07, 32431/08, 17/9/2014, § 258; Sabri Güneş/Türkiye [BD], B. No: 27396/06, 29/6/2012, § 39; El Masri/ Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 39630/09, 13/12/2012, § 135; Jeronovičs/Letonya [BD], B. No: 44898/10, 5/7/2016, § 74; Bulut ve Yavuz/Türkiye (k.k.), B. No: 73065/01, 28/5/2002; Fındık/Türkiye ve Kartal/Türkiye (k.k.), B. No: 33898/11, 35798/11, 9/10/2012, § 10). AİHM; bu nedenle hiçbir soruşturma başlatılmamış olduğunun, soruşturmada hareketsiz kalındığının veya soruşturmanın başka şekilde etkisiz hâle geldiğinin başvurucunun farkında olduğunda ya da olması gerektiğinde, ayrıca bu olasılıkların her birinde gelecekte etkili bir soruşturma yürütülmesine dair yakın ve gerçekçi bir beklenti bulunmadığında aşırı veya nedensiz yere geciken bireysel başvuruları altı aylık bireysel başvuru süresinin geçmiş olması sebebiyle reddetmiştir (Narin/Türkiye, B. No: 18907/02, 15/12/2009§ 51; Aydınlar ve diğerleri/Türkiye (k.k), B. No: 3575/05, 9/3/2010). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31145 | Başvuru, güvenlik güçleri ile kimliği belirlenemeyen diğer kişi veya kişilerce bir kişinin öldürülmesi ve olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mardin Büyükşehir Belediyesi bünyesinde alt işveren konumundaki şirketin personeli olarak çalışmaktayken 24/4/2017 tarihinde iş akdi tek taraflı olarak feshedilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle 24/5/2017 tarihinde dava açmıştır. Mardin Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 13/3/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu, karara karşı 31/5/2018 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 26/11/2018 tarihinde istinaf başvurusunun kabulüyle Mahkeme kararını gerekçe yönünden düzelterek yeniden hüküm kurmak üzere ortadan kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 25/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2955 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir internet sitesinde yayımlanan röportajda nefret söylemi bulunduğu iddiasıyla Cumhuriyet savcılığına yapılan şikâyet neticesinde ilgililer hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 24/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. 24/6/2015 tarihinde yapılan Bölüm toplantısında başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 17/2/2014 tarihinde “www.habercom” adlı internet sitesinde, muhabirler Hülya Özkan ve Sevranur Mut tarafından Medeniyet Vakfı Genel Başkan Yardımcısı Kazım Sağlam ile yapılan, “Sağlam: Gülen'in kullanım süresi doldu” başlıklı bir röportaj yayımlanmıştır. Söz konusu röportajın içeriği şöyledir:"17 Aralık operasyonu ile devlet içerisinde paralel bir yapı kuran Gülen grubunun yapısı merak konusu oldu.Örgütlenme biçimi, sermayesi, medya gücü, etkinliği, dış bağlantıları ve tüm yönleriyle Fethullah Gülen grubunu Medeniyet Vakfı Genel Başkan Yardımcısı, yazar Kazım Sağlam ile konuştuk.Gülen cemaatinin de Yahudiler gibi mağduriyet edebiyatı yaparak kendilerine bir alan açtığını söyleyen Kazım Sağlam, “Yahudiler soykırım üzerinden mağduriyet edebiyatı yaparak kendilerine bir alan açtılar. Benzerini Gülen hareketi de yaptı. Onların da masumiyeti bitti, yumuşak yüzlerinin altından canavar tarafları açığa çıktı. Tıpkı bebek yüzlü katiller gibi maskeleri düştü.” dedi.İşte Kazım Sağlam ile gerçekleştirdiğimiz o söyleşi:Gülen hareketinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?Gülen cemaati, daha doğrusu örgütü, -bu saatten sonra cemaat kelimesini de kullanmak istemem- kendilerini Risale-i Nur’dan geldiklerini söylüyorlar ama bugün geldiği yer itibariyle Risale-i Nur’dan kopmuş bir hareket. Sosyolojik olarak belki bir cemaat tabiri kullanılabilir ama yaptıkları iş, son zamanlarda takındıkları tavır, cemaati aşan bir tavır, onu zedeleyen bir tavır. Risale-i Nur’un da gidişatına hiç uymayan bir tarz. Risale-i Nur genel olarak müspet tarafları olan bir hareket. Her şeyde müspet görünmeye çalışan, müspeti savunan bir hareket bir tarz, fakat bugün gelinen nokta her şeyden şüphe duyan, müspetliği aşacak kadar bazı konularda aşırı giden bir vakıayla karşı karşıyayız. Said Nursi’nin ötekisi alenî İslam düşmanı olan bir hareket idi. Gülen yapılanmasının farklı olduğunu görüyoruz. Bu yönüyle Risale-i Nur camiasının da kendi geçmişlerine, o geleneğe sahip çıkmaları lazım. Aksi takdirde Risale-i Nur’un cem-i cümlesi töhmet altında kalacaktır.RİSALE-İ NUR’DAN SAPTILARSaid Nursi ile Fethullah Gülen’in düşünce ve duruşunun birbirinden ayrıldığı noktalar neler?Şimdi, Said Nursi, Allah rahmet eylesin, Cihan harbinde savaşa katılmış, Teşkilat-ı Mahsusa’ya girmiş, ehl-i İslam’a saldıran emperyalistlere karşı mücadele etmiş bir din büyüğü. Ama bugün kendisini ona nispet eden Gülen hareketi emperyalistlerle iş tutar hale geldi. Bu yönüyle de Risale-i Nur’dan sapmıştır. Dolayısıyla bu saatten sonra Nurculuk ya da Risale-i Nur demektense, Gülen hareketi demek daha doğru olur. En hafif tabiriyle böyledir. İkinci bir şey, Gülen hareketini birtakım sınıflandırmalara tabi tutuyorum.ARAZİDE OLANLAR EHL-İ İMANDIRNasıl bir sınıflandırma?Sahada, arazide olanlar ehl-i imandır, ehl-i İslamdır, ehl-i kıbledir, hizmet edenler, Allah rızası için çalışan, koşturan, fedakarlık yapan, halisane koşturanlardır…KENDİNE HİZMET EDEN TABAKAİkinci sınıf zengin tabaka… Ticaret yapıyorlar veya bürokraside üst düzey makam mevkii sahipler. Onlar her ne kadar hizmet ehli gibi görünseler de kendilerine hizmet ettiklerini düşünüyorum. Makam-mevkiilerini yükseltirler, uluslararası ticareti sürdürürler, burada da cemaatin sırtından geçinirler. Ticaret yapıyor, imalat yapıyor, yurtdışına açılıyor, cemaatin tabanında çalışan samimi insanların sırtına, omuzlarına basarak yükseliyorlar.CEMAATİN KURMAYLARIÜçüncü sınıf, onlar da cemaatin kurmaylarıdır, ama yerli kurmaylar. Bunlar da uluslararası kurum ve kuruluşlarla irtibat kuruyorlar. Bunlar da Gülen’in etrafında ikinci halkadır. Dünyada ve Türkiye’de olup bitenlerin farkındalar. Son olan olaylarda da Fethullah Gülen hareketinin nereye evirildiğini de biliyorlar. Bir kısmı, yani kökü bu topraklarda olanlar bu durumdan rahatsız. Ama iki taraflı iş tutanlar memnun.SON OLAYLARI İDARE EDENLER…Çatışmayı onların körüklediği söyleyebilir miyiz?Bir kısmı bunun içinde, bir de bizim bilemediğimiz, eserlerinden/yaptıklarından çıkardığımız görülmeyen bir sınıf daha var. Bunlar yerli de olsa yabancı gibidirler. Bir de bu topraklara buraya ait olmayan insanların da olduğuna inanıyorum. Kimdir derseniz bilemem, ama yapıp edilenlere bakılırsa böyle bir tabaka var ve onların önüne bir sis perdesi çekilmiş. Bu saydığım Türkiye’ye ait insanlar onların önüne bir perde çekmişler ve esas son olayları idare edenler de onlardır. Onlar da görünmüyorlar.Cemaatin kendisi ne kadar şeffaf peki?Kendileri, istihbarat örgütünün şeffaf olmasını isteyecek kadar şeffaflıktan, görünürlükten, hesap vermekten yana olduklarını söylerken, sır küpü gibi ne yapıyorlar, gelir kaynakları nereden geliyor, ne kadar geliyor kimse bilmez, idare şekli nasıl çalışıyor, başlarında kim var, bilinmez. Bu kadar bilinmezlik içinde katman katman kendini gizleyen bir yapılanmanın şeffaflık istemesi çok akıl işi değil. İkinci bir şey, tenkit ettikleri, şeffaf değil dedikleri yetkililer –diyelim hükümet ve kurumları- bunlar göz önünde olan kurumlardır.HESAP VERMEZ BİR ÖRGÜTLENME İÇİNDELERAk Parti ve Başbakanın yeri belli, konumu belli. Bugün yolsuzlukla üzerine gidiliyor. Diyelim yolsuzluk yaptılar, bugün örterler fakat yarın illa ki hesap verirler. Millet bunu görürse seçim günü hesabını mutlaka alır. Nitekim Allah indinde de hesap vereceğiz. Fethullah Gülen de verecek bizler de. Ama bu tenkit ettikleri grup hesap verebilir bir durumdayken kendileri hesap vermez bir yapılanma ve örgütlenme içindeler. Her yerde hem varlar, hem yoklar. Dolayısıyla mesuliyetleri yok fakat yetkileri çok bir durumdalar. Bu da Allah’ın adaletine terstir. Yani senin yetkin çoksa, mesuliyetinin de olması gerekiyor. Bu şekilde siz başkasını köle gibi kullanıyorsunuz demektir. Şuan Fethullah Gülen’in hükümetten istediği de budur; tüm mesuliyetleri sen üstlen, ama kaymağını ben yiyeyim, yetkilerim sonsuz olsun.Kavganın temel unsuru bu mu?Unsurlardan biri budur. Bir de Türkiye’nin siyasi yapılanması, devletin en azından hükümetin siyasetinin değiştiğini de düşünüyorum. Türkiye makas değiştiriyor. 90 yıldır cumhuriyetin kuruluşundan bu yana uluslararası sistem içindeki yeri, kendi içine kapanması idi. Ülke bunları yavaş yavaş aşıyor bu da birilerini korkutuyor.Çözüm sürecine de bu sebeplerden dolayı engel olmaya çalıştıklarını söyleyebilir miyiz?Evet. Biri Kürt sorununun çözüme kavuşturuluyor olmasıdır, diğeri de kendi kabuğundan dışarı çıkması. Türkiye Cumhuriyetinin tarihi boyunca iki kadim meselesi vardı bu topraklarda. Birincisi Müslümanlarla sistemin sıkıntısı diğeri ise Kürtlerle sistemin sıkıntısıdır. Şuanda hükümetin aldığı tedbirler yüzde yüz olmasa da Müslümanlar sistem içinde artık zenci muamelesi görmemeye başladılar. Böyle olunca da bu laik-Müslüman gerilimi problem olmaktan çıktı. Uluslararası sistem bu problemi kaşıyamaz hale geldi. İkinci mesele, Kürtlük meselesi, Kürtleri Türkleştirmek istediler bir sürü plan, program yaptılar tutmadı. Fıtratı değiştiremezsiniz, herkesin dili var örfü var âdeti var, geleneği var. Bu gözünü kapatmak gibi olur. Bu dönemde Ak Parti gözünü kapatmadı, olayları görmeye çalıştı, bundan rahatsız oldular. Fethullah Gülen de bundan, yani çözüm sürecinden rahatsız oldu.28 ŞUBAT’TA GÜLEN’İN ÖNÜ AÇILDI28 Şubat sürecini de Fethullah Gülen destekledi. Bunu anlamıyordum ama şimdi çok daha iyi anlıyorum. 28 Şubat’ta Fethullah Gülen’in dışındaki bütün dindarlar başta imam-hatip nesli olmak üzere geri plana itildiler. Devlet kademelerinden kovuldular, toplumdan tecrit edildiler, bir nevi vebalı gibi görüldüler. Arada bir boşluk oldu, 10-15 sene gibi. O boşluğu Fethullah Gülen doldurdu. Dolayısıyla 28 Şubat’ta sanki bir el, Fethullah Gülen’in önünü açmak için çalıştı. Bu kanaate vardım.AHLAKLARI SIZINTIDIRKendilerini sürekli gizlediler. Gizlilik zaten Fethullah Gülen’in özel emridir. Bu yapılanma da böyledir, itikadını bile gizler. Bu şekilde her yere sızdılar, ahlakları sızıntıdır. Bu ahlakları gereği çeşitli yerlere sirayet ettiler.Son olarak onu ve uluslararası ilişkileri de rahatsız eden Türkiye’nin kabuğundan çıkmasıdır. Zenginlerimiz artık yurtdışına açıldı, kendi kimliklerini sahiplenerek gidiyorlar. Tüm dünyamız sadece Avrupa değil, artık batıya ilave olarak Afrika’dır, Asya’dır, tüm İslam dünyasıdır. Buralara açılınca, tüccar gider ticaret yapar, öğrenci gider kültür alışverişi olur, uluslararası siyasi ilişkiler, devlet ilişkileri sıklaşır. Böylece ne olur, aslında farkında olmadan bir ümmet temeli de atılır. Bu uluslararası sistemi de rahatsız etti, Fethullah Gülen’i de. Gülen’in ötekisi, hasmı sadece Türkiye’deki Ak Parti ve onun dışındaki İslami yapılanmalar değil uluslararası olarak İhvan-ı Müslime karşı bir tavrı var, cemaat-i İslamiye karşı da bir duruşu var, Şia’ya karşı da bir duruşu var, Suud selefilerine karşı da bir duruşu var. Sadece kendi bakış açısına odaklı, onun dışındaki herkes ve her çalışma, onlara göre reddedilmesi gereken anlayış ve mücadele tarzıdır. Bu da uluslararası sistemin planıyla örtüşmektedir.Uluslararası sistem istediği için mi böyle davranıyorlar yoksa böyle davrandıkları için mi sistem onları kullanıyor?Onu kestiremeyiz, dışarıdan bakınca görülen tablo bu. Dış dünyaya açılınca bir ortak siyaset de arkasından gelmeli. Şunu demek istiyorum, diyelim Mursi iktidarda kalsa ve İhvan-ı Müslim Mısır’da devam etseydi, Tunus-Fas-Libya-Mısır-Ürdün-Suriye-Türkiye ortak bir siyasi tavır takınmış olsalardı dünyadaki emperyalistlerin, en başta İsrail’in işine gelmezdi. Avrupa birliğinin de işine gelmezdi. Amerika’nın da, dolayısıyla Fethullah Gülen’in de işine gelmezdi. Yani kendi adına mı bu tür oluşumlara karşı çıkıyor yoksa onların adına mı, onu kestiremiyorum ama fotoğrafı görüyorum. Sisi’yi destekleyen Nur hareketiyle yaptıkları aynı şeydir. Ama orada bir Sisi var burada yok. Burada da bulsalar herhalde aynı şeyi Türkiye’de de yapacaklar.İSLAMİ DAMARDAN RAHATSIZ OLDULARAK Parti’ye karşı olan yapıları desteklemelerini de bununla açıklayabilir miyiz?Benim görebildiğim kadarıyla Fethullah Gülen hareketi yeni böyle bir arayış içinde değildir. Yine sınıflandırmayı kullanarak üst tabakayı kastediyorum. Bu hareket bir kere Türkiye’deki İslami damardan her zaman rahatsız olmuştur. Milli Görüş hareketine Fethullah Gülen’in tüm vaazları karşıdır. Daha sonra Turgut Özal ile biraz yakınlaşmıştır fakat sonra ses kayıtları vs. ortaya çıkınca orada da bir rest çekmişti Özal’a. Özal da geri adım atmıştı. Refah Partisine de karşıydı. Şimdi AK Parti’yle bir süre iyi oldu daha sonra bozuldu. Bu gösteriyor ki Fethullah Gülen hareketi gerek siyaseten gerek iktisaden gerek sosyal açıdan daha İslami olan şeylerden kaçıyor.ONLARIN HOŞGÖRÜSÜ BİZİM MAHALLEYE GELMEZMüslümanlık ona göre ona aittir, onun dışındaki her şey bozuktur, yanlıştır. Dolayısıyla bunun yolu da başkasıyla/ İslami olmayan yapılanmalarla iş tutmaktır. Onların hoşgörüsü bizim mahalleye uğramaz. Kim İslam’dan ne kadar uzaksa, onun hoşgörüsüne o kadar yakındır. Sıralarsak Yahudi, Hıristiyan, Türkiye’de Kemalist-laiklere hoşgörüsü daha fazladır. Namaz kılan, siyaseten Müslümanlık gütmeye çalışanlara karşıdır. Bu nedenle AK Parti’ye karşı CHP’yi desteklemesi çok şaşırtıcı değildir. Bu ilişki, bilhassa Sarıgül’le diyalogları yeni değil. Yıllardır devam ediyordu. Bunun içinde Mesut Yılmaz da var Aydın Doğan da var.İSLAMİ DEĞERLERİ YOK EDEREK SAHNEYE İNDİBir de bu Fethullah Gülen’in son hamlesi, karşı taraf her kimse ağır toplarını piyasaya sürdü. Gezi parkında en baba adamlar sahneye indi. O güne kadar Koç’u sahnede görmüyorduk, hepsi sahaya indi. Gülen de artık piyon kullanmıyor direk kendi sahneye indi. Sahneye inince de bütün İslami değerleri yok ederek sahneye indi. Çok af edersiniz mahreme indi, pornoculuk yaptı, Allah’ın ve Resulünün uygun görmediği işlerle, yöntemlerle bazı dosyalar elde etti. Elde edemediği zaman uydurdu, montaj yaptı. Manevi yönüyle peygamberi kullandı, Peygambere tweet attırdı, Peygamberi türkü dinlemeye götürdü. Ben kendim olarak o yerde türkü dinlemeyi kendime yediremezdim ama onlar bunu peygambere yakıştırdı. Yetmedi en son peygamberi dizide oynattılar, bu ne oluyor şimdi? Bu nefret, bu kin, bu düşmanlık nedir? Elinden gelse diyecek ki “Allah geldi, AK Parti’ye düşman olun dedi.”ELİNDEKİ İPLERİ KAÇIRDIEn sonunda medyaya yansıdı, siz bu kadar beddua ediyorsunuz fakat halisane beddua etmiyorsunuz, Tayyip de ölmüyor. Bir yandan anlamakta zorlanıyorum bir yandan da zorlanmıyorum. Fethullah Gülen kendisi elindeki iplerle hareket etmiyor. Elindeki ipleri kaçırmış, esir düşmüş ve bunu kabullenmiş. Esir durumundan kurtulması gerekiyor, bunu isterse onu kurtarırız, onu buraya alıp güvenlikli bir yere de koyarız.BİR İNSAN ÜLKESİNE BU KADAR HAKARET EDEMEZTürkiye’ye dönmeme nedeni nedir sizce?Gelsin memleketine. Burası onun memleketi, orada ülkeden Türkiye’den götürülen toprağı öpüyor ama beri tarafta da Türkiye’yi emperyalistlerle beraber öpüyor. Bir adamın kendi ülkesi aleyhinde bu kadar çalışmasını anlamlandırmakta gerçekten zorlanıyorum. Haşa, Müslümanlığı, dini, bir tarafa bıraksak bile insan kendi ülkesine bu kadar hakaret edemez. Herhalde AK Partiyi bitirebilirse bir muzaffer olarak ülkeye dönecek.KENDİ KUYULARINI KAZIYORLARFethullah Gülen taraftarlarının bir de şunu bilmeleri lazım AK Parti’yi düşürürlerse- ki inşallah düşüremezler- bilsinler ki yeni gelecek idare şu anki rahatlığı onlara veremeyecek. Hatta ilk önce onların üzerine gidecektir. Kendi kuyularını kazıyorlar bunun farkında değiller. Artık itidalliklerini de kaybettiler. Son kayıtlardan sonra Hz. Peygamber’e yapılan bu hakaret ve saygısızlıktan sonra eğer o mensupları hâlâ kendilerine soru sormayıp ayıkmıyorsa bu çok berbat bir şey. Ne zaman ki daha büyük bir belayla karşılaşacaklar, o zaman ayılacaklar. Bir kısmı efsunlanmış gibi… Ama inşallah kısa zamanda uykudan uyanırlar.GÜLEN’İN KULLANIM SÜRESİ DOLDUPeki tabanın bu yapılanlara karşı tavrı ne olacak?Bence hâlâ birtakım yalanlarla güçlü olduklarını, yakın zamanda hükümeti düşüreceklerine inanıyorlar. Mehdi inancı ile gelecek vaatleri sunuyorlar, şu tarihte mehdi gelecek, kendini halife ilan edecek vs. Bunları iddia ederlerse de artık kaybederler. Fethullah Gülen’in artık kullanım süresi doldu, bitti. Onun miladı 30 Mart’tır. 30 Mart’ta AK Parti yerel seçimden güçlenerek çıkarsa bunlar büyük bir mevzi kaybederler.SUİKAST GELEBİLİR!AK Parti birkaç puan düşerse daha başka taktikler sahneye koyarlar. Bu son uzun adamla ilgili söylediklerini de katarsak, bir suikast de gelebilir. Çünkü fena halde kendi adamlarını inandırmışlar. Gerçi kendi aralarında konuşup yazarken baktığımız zaman astronomik rakamlarla da seçimi kazanırsanız size bu ülkeyi idare ettirmeyiz diyorlar.Ali Bulaç bir yazısında (o psikolojiyi anlamak için söylüyorum) Siz Kürtlerle anlaşarak dünyada siyaset güdemezsiniz, ikinizi de döverler diyor. Sonra sayıyor, Amerika karşı, Avrupa Birliği karşı, Suriye karşı, İran karşı, dolayısıyla hükümet meşruiyetini kaybetti.Bulaç’a göre meşruiyet kaynağı Amerika, Avrupa, Suriye, İran mı?Meşruiyet algısına bakar mısınız, meşruiyet Türkiye değil, halk değil, sandık değil, İslami ahlak değil ve edep değil. Meşruiyet kaynağı İsrail’dir, Amerika’dır ve çok uluslu şirketlerdir.Peki böyle bir mantıkla bakarken, şunu göremiyorlar; iki kutuplu dünya bitti, global bir dünya var. Global dünyanın ve ümmetin ayakta kalmasını sağlayacak olan da İslam birliği ve ümmetidir. Bu birliğin bir unsuru da Kürtler ve Türklerdir. Hem ümmetten dem vuracaksınız hem de Kürt- Türk kardeşliğinden rahatsızlık duyacaksınız bu ne yaman çelişki.ÜMMET ORTAK HAREKET EDECEKKim ne derse desin, ne kadar zorlaştırılırsa zorlaştırılsın bu ümmet ortak hareket etmek durumunda kalacaktır. Ama Fethullah Gülen bunu görmüyor, onlar hâlâ iki kutuplu dünya olduğunu düşünüyor, o bitti. Amerika, AB, çok uluslu şirketler, Siyonist lobi, Türkiye’yi yıpratmaya çalışıyor. Bu da mümkün değil, biliniyor ki Türkiyesiz ne Ortadoğu şekillenir ne Türki Cumhuriyetler ayakta kalabilir ne Balkanlar ne de Kafkaslarda kimse ayakta kalabilir. Türkiye kendi kabuğunu kırmış, uluslararasına açılmış ve buna göre de kendi altyapısını oluşturuyor. İstihbaratını, zenginlerini kendine göre örgütleyip eğitiyor, diplomasisini buna göre kuruyor. Bu arayış, nasıl Libya’sından Mısır’ına her yerde sürüyorsa gün gelir hep birlikte hareket de ederiz. Fethullah Gülen bu hareketin önünü kesmek için yeni bir din, yeni bir İslam anlayışı öne sürüyor. Gülen hareketinin amacının ne olduğunu da herkes görmeye başladı.İHANETİ BU KADAR TAHMİN EDİLEMEDİAK Parti içinde Fethullah Gülen’e biat edenler dışında hiçbir milletvekili eskisi kadar o ekibe sıcak bakmaz. Çünkü kimse onların bu kadar ihanet edeceğini tahmin etmezdi. Artık soğuk bakacaklardır. Bunu ben neye benzetiyorum, Yahudilerin soykırım üzerinden mağduriyet edebiyatı yaparak kendilerine bir alan açtılar. İsrail devleti kurulunca Hitler’in yaptıklarından daha kötüsünü kendileri yaptılar ve dünya içinde tüm masumiyetleri ortadan kalktı.BEBEK YÜZLÜ KATİLLLERAynı şekilde Gülen hareketinin de masumiyeti bitti, yumuşak yüzlerinin altından canavar tarafları açığa çıktı. Tıpkı bebek yüzlü katiller gibi maskeleri düştü. Bundan sonra da o iş gitmez, Allah’ın izniyle Türkiye’nin önünü kesemezler. Tarih, kader-i ilahi, bu ülkenin İslam dünyasının da kendine gelip tekrar bir sıçrama yapmasını bize lütfettiği, kazandırdığı, dayattığı, tabi bunun bize getireceği mesuliyetler de var bunun farkındayız, İslam dünyası; istense de istenmese de bir araya gelecek, bunda da Türkiye’nin rolü büyüktür. Türkiye insanı ümmetçidir. Ümmetin tüm değerlerini biz muhafaza ederiz. Selefilerle de oturup kalkarız, Şiilerle de oturup kalkarız, İhvanla da ahbap olur dost oluruz. Ama bir Şii bir Selefi ile oturmaz, dünya da bunu görüyor. İsteseler de istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır." Başvurucu, 17/2/2014 tarihinde, anılan internet sitesinde yayımlanan röportajın hakaret, iftira, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçlarını oluşturduğu iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yetkisizlik kararı verilerek anılan soruşturma dosyası İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 15/4/2014 tarihli ve K.2014/21558 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şu şekildedir:"Yukarıda belirtilen şikâyet konusu yazı bir bütün olarak okunup incelendiğinde, şüpheli Kazım Sağlam ile yapılan röportajın yayınlandığı, şüphelinin son günlerde gündemde olan ve birçok basın yayın kuruluşunda yayınlanan, birçok kişi ve kurumlar tarafından dile getirilen konular ile ilgili açıklamalarda bulunduğu, müştekiye yönelik hakaret kastıyla yani açıkça aşağılama ve küçültme amacıyla beyanda bulunulmadığı, bu içerikte sözlerin kullanılmadığı, kullanılan sözlerde küçültücü ve hakaret içeren bir sözün bulunmadığı, AİHM ve Yargıtay'ın birçok kararında belirtilip kabul gördüğü üzere, uzun süreden beri yapılan açıklama ve iddialarla ve ayrıca yapmış olduğu açıklama ve faaliyetlerle sürekli gündemde bulunan, bu nedenle gerek basın yayın yoluyla ve gerekse başka suretle hakkında övgü içeren olumlu görüş ve açıklamalar yapıldığı gibi olumsuz görüş ve açıklamalar ile eleştirilen müştekinin, toplumdaki sade vatandaşlara oranla kendisine yapılan sert ve şok edici eleştirilere daha fazla tahammül etme yükümlülüğü bulunduğu, şöhret sahibi kişilerin diğer vatandaşlardan farklı olarak toplumun gözü önünde yaşanan hayat içerisinde yer aldıklarından, bu kimselerin söz konusu konum itibari ile yaşantı, söz ve davranışları, yapmış oldukları açıklama ve icra ettikleri mesleklerinin toplumda bir merak ve öğrenme isteği kısaca kamu merakının uyanması sonucunu doğurduğu ve bu kamu merakını aydınlatmanın da basına yüklenen hak ve ödev olduğu, açıklamalardaki düşünce ve yorumların müştekiyi aşağılama ve küçültme boyutuna ulaşmadığı, kamu yararı ve toplumsal ilgi yönünden, kişinin kamuya açıldığı oranda ve açıldığı alan çerçevesinde, toplumsal ilgiyi çekeceği ve bu açıdan hakkındaki haberlere hoşgörü göstermesi gerektiği, bu kapsamda müştekinin nasıl kendisi hakkında övgü içeren söz, açıklama ve yayınları kabul ediyor ise kendisi hakkında yapılan olumsuz eleştiri ve açıklamalara da katlanması gerektiği,İftira suçunun düzenlendiği TCK.nun maddesinde, yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesi şeklinde gerçekleşen eylemin iftira suçu olarak kabul edilerek yaptırım öngörüldüğü, Buna göre, İftira suçunun oluşması için, isnadın yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle ya da basın ve yayın yoluyla yapılması gerektiği, hiç işlenmemiş fiil veya kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş bir fiilin isnat edilmiş olması gerektiği, isnadın belli bir kişiye yönelik olması gerektiği, yapılan isnadın hukuka aykırı olması gerektiği, kendisine hukuka aykırı fiil isnat edilen kişinin bu fiili işlemediğinin bilinmesinin gerektiği, bu nedenle, iftira suçunun, ancak doğrudan kastla işlenebileceği, başka bir deyişle iftira suçunun muhtemel kastla işlenemeyeceği, ayrıca kendisine hukuka aykırı fiil isnat edilen kişi hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak amacıyla hareket edilmesi gerektiği, bu nedenle iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığının gerekli olduğu, bu içerik ve nitelikte bir söz veya beyanın bulunmadığı gibi bu amaçla hareket edilmediği, bu ve benzeri iddiaların birçok basın yayın kuruluşu yayınları ve yapılan açıklamalar ile gündeme geldiği ve gündemde olduğu,Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2007/8-244 E, 2008/92 K. sayılı ve 29/04/2008 tarihli kararında, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki düzenlemeye göre suçun oluşması için "halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesiminin, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edilmesi" yeterli olmayıp, bunun "kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikeyi" ortaya çıkarması gerektiği, “Kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” unsurunun neyi ifade ettiği maddenin gerekçesinde: “...fiilin kamu güvenliğini tehlikeye düşürecek biçimde yapılması arandığı için, suç; soyut tehlike suçu olmaktan çıkarılmış, somut tehlike suçu haline getirilmiştir. Bu suretle, çağdaş hukuktaki soyut tehlike suçlarını azaltma yönündeki eğilim dikkate alınmış, temel hak ve hürriyetlerin kullanım alanı genişletilmiştir. Bu düzenleme sayesinde "kin ve düşmanlık" ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece "şiddet içeren ya da şiddeti tavsiye eden tahrikler" madde kapsamında değerlendirilebilecektir. Söz konusu suçun oluşması için, kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Bu somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlerken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesinin gerçekleşmesi gerekir. Hakim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir. Bu kapsamda, kişinin söz ve davranışlarının kamu güvenliğini bozma açısından yakın bir tehlike oluşturduğunun tespit edilmesi gerekir. Kişinin söz ve davranışlarının, halkın bir kesimi üzerinde tahrik konusu fiillerin işleneceği hususunda duyulan endişeyi haklı kılacak bir etki oluşturması gerekir. İfade özgürlüğü ile bu tip tehlike suçları arasında "açık ve mevcut tehlike" kriterinin var olması gerekir. Buna göre, yapılan konuşma veya öne sürülen düşünceler toplum açısından açık ve mevcut bir tehlike oluşturduğu takdirde yasaklanabilmekte, keza böyle bir tehlikenin somut olarak, açıkça tespit edilmedikçe söz konusu suçtan dolayı cezalandırma yoluna gidilemez.” şeklinde açıklandığı belirtilerek, suçun soyut tehlike suçu olmaktan çıkarılıp somut tehlike suçu haline getirildiği, kişinin söz ve davranışlarının kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike oluşturması ve bunu da somut olgulara dayalı olarak saptanmasının zorunlu olduğunun belirtildiği, Yine, 765 Sayılı TCK.nun maddesini irdeleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2004/8-130 E., 2004/206 K., sayılı, 23/11/2004 tarihli ve 2004/8-201 E, 2005/30 K. sayılı, 15/03/2005 tarihli kararlarında da, suçun unsurlarının oluşması için, Kışkırtmanın; sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılıklarından en az birine dayanılarak ve bu kesimleri karşı karşıya getirmek amacıyla gerçekleştirilmesi, yine kışkırtmanın, farklı halk topluluklarını birbirine karşı düşmanlığa ve kin beslemeye sevk etmesi ve fakat bu halin "kamu düzeni" için tehlikeli olabilecek bir şekilde ve yeterlilikte olması, tehlikenin soyut olmayıp somut ve yakın tehlike olması ve Yargıtay Ceza Dairesinin bir çok kararına yansıtıldığı üzere, kışkırtmanın şiddet çağrısını içermesi gerektiği, 1 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan 5237 sayılı yeni TCY.nun aynı tür suçu düzenleyen maddesinde de suçun oluşumunun biraz daha zorlaştırıldığı, "tehlikenin açık ve yakın olması" gerektiğinin kabul edildiği belirtilerek, tahrike yönelmeyen, şiddet çağrısını içermeyen, somut ve yakın tehlike düzeyine de ulaşmamış kışkırtmaların suçun unsurunu oluşturmayacağının belirtildiği, haber içeriğinde yukarıda belirtilen şekilde suçun unsurlarını oluşturacak nitelikte beyan ve açıklamaların bulunmadığı,İfade özgürlüğünün kısıtlanabileceğini öngören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin madde fıkrasının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince basın özgürlüğü yönünden yapılan yorumunda, Basının demokratik bir toplumda oynadığı role vurgu yapılarak, basının milli güvenlik veya toprak bütünlüğü gibi devletin çıkarlarının korunmasını sağlamak için belirlenen bazı sınırları aşmamasının gerekli olmasına rağmen, sorumluluk ve yükümlülükleri dahilinde, bölücü olanlar da dahil olmak üzere kamu çıkarını ilgilendiren bütün konular üzerine bilgi verme, görüş bildirme görevi olduğunun belirtildiği (Demirel ve Ateş/Türkiye, no.3 11976/03), Yargıtay'ın yerleşik içtihatlarında ve Yargıtay Hukuk Dairesinin 2007/11582 E., 2008/6398 K sayılı kararında da belirtildiği üzere, kişilik haklarının sınırlarının kamu yararı gerektiriyorsa aşılabileceği belirtilirken çarpıcı bir başlık altında haberin okura sunulmasının gazetecilik mesleğinin bir parçası olduğu, başlıkta yer alan birkaç sözcüğün tek başına ele alınmaması gerektiği, başlığın, yazı içeriği ile bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği, okuyucunun ilgisini çekebilmek amacıyla haberi uygun sözlerle süslemek, ilginç biçime getirmek, toplumun değer yargılarına göre yorum yaparak kamuoyunu aydınlatmanın basının hakkı ve görevi olduğu, Yazının veya konuşmanın içerisinden bazı sözcükler tek tek ele alınarak ve bu sözcüklere olumsuz anlamları açısından bakılarak ve konuşma bütünü değerlendirme dışı bırakılarak sonuca varılamayacağı belirtilen Yargıtay CGK.nun 1989, 9/63-165 sayılı kararı ile olayın değerlendirilmesi yapılırken, yazının bütünlüğünün bozulmamasının gerektiği belirtilen CGK. 1993, 8/299-10 sayılı kararı dikkate alınarak, yazının bir bütün olarak ele alınması gerektiği, içerisinden bazı sözcükler tek tek ele alınmak ve bu sözcüklere olumsuz anlamları açısından bakılmak suretiyle sonuca varılmaması gerektiği, Yine Yargıtay Hukuk Dairesinin 09/12/2002 tarihli ve 2002/9344 Esas ve 2002/13808 sayılı kararı ile 28/02/2005 tarihli ve 2004/8482 Esas ve 2005/1908 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere, basının somut gerçeği araştırmasının beklenemeyeceği, yayın tarihinde gerçek bilgi ve belgelere uygun olmasının yeterli olduğu, görünürdeki gerçekliğin, somut gerçeklik olarak değil, olayın, haberin verildiği andaki beliriş biçimine uygunluk olarak anlaşılması gerektiği, haberin yapılmasından sonra ortaya çıkan durumun (salt gerçekliğin) farklı oluşunun, basının sorumlu tutulmasını gerektirmeyeceği,AİHM'nin ifade özgürlüğüne ilişkin Handyside/Birleşik Krallık, Castells/İspanya kararlarında da belirtildiği üzere, kamuoyunu ilgilendiren sorunların kamuya açık olarak tam bir serbestlik içerisinde tartışılabilmesi, şiddeti teşvik eden eylemler hariç, bu tartışmanın boyutlarının devlet organları tarafından maksimuma çıkarılması gerektiği, kamuoyunun bir bölümünün, hatta çoğunluğun hoşuna gitmeyen, ürkütücü, şok edici fikirlerin de sözleşmenin maddesi tarafından korunduğunun belirtildiği, AİHM.nin Prager ve Oberschlick/Avusturya, Bladet Tromso ve Stensaas/Norveç Kararlarında da belirtildiği üzere, Basın özgürlüğünün bir derece abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerdiği, gazetecinin yazısında kullandığı deyimler "polemik" niteliğinde olsa da, bu ifadelerin nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bunların asılsız kişisel saldırı olarak görülemeyeceği, Aynı şekilde değerlendirmelere yer veren Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2006 tarih ve 2006/4-162 E., 2006/181 K. sayılı kararında da, soruşturma konusu yazıdaki eleştiri ve değer yargılarının bir kısmı sert ve çarpıcı bir üslupla dile getirilse de, esasen, eleştirinin sert bir üslupla gerçekleştirilmesi, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşmasının, eleştirenin amacına, psikolojisine, eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu olduğu, basın özgürlüğünün, belli ölçülerde abartmayı, hatta kışkırtmaya başvurmayı da içerdiği, gazetecilerin yazılarında kullandıkları deyimlerin "polemik" niteliğinde olsa da, nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde, bu ifadelerin asılsız kişisel saldırı olarak görülemeyeceğinin belirtildiği,İfade özgürlüğünün içeriği yönünden olgular ve değer yargıları arasında farklılık bulunduğu, olguların varlığının kanıtlanabilir olduğu ancak değer yargılarının doğruluğunun kanıtlanmasını istemenin, gerçekleştirilemeyecek bir şeyi istemek olduğu, (Lingens/Avusturya Kararı )Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Dalban/Romanya davasında ortaya koyduğu gibi bir gazetecinin doğruluğunu kanıtlayamadığı sürece değer yargılarını ifade etmesinin engellenmesinin kabul edilemez olduğu, dolayısıyla doğruluğu denetlenebilir olgu veya verilerin yanı sıra doğruluğunun kanıtlanması söz konusu olamayacak fikir, eleştiri ve spekülasyonların dile getirilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) maddesi çerçevesinde koruma altına alındığı, Müşteki veya vekili tarafından gerçek dışı ve kişilik haklarına saldırı olduğu iddia edilen hususlar ile ilgili olarak 5651 Sayılı Kanunun maddesinde belirtilen şekilde talepte bulunularak işlem yapılmasının mümkün olduğu,Yukarıda belirtilen kararlar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında değinilen ve belirlenen ilkeler ile TC. Anayasasının maddesinde düzenlenen düşünce ve kanaat özgürlüğü, maddesinde düzenlenen düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile maddesinde ve 5187 Sayılı Basın Kanununun maddesinde düzenlenen basın özgürlüğü de dikkate alınarak, uzun süreden beri yapılan açıklama ve iddialarla ve ayrıca yapmış olduğu açıklama ve faaliyetlerle sürekli gündemde bulunan, bu nedenle gerek basın yayın yoluyla ve gerekse başka suretle hakkında övgü içeren olumlu görüş ve açıklamalar yapıldığı gibi eleştiri içeren olumsuz görüş ve açıklamalar yapılan müştekinin, toplumdaki sade vatandaşlara oranla kendisine yapılan sert ve şok edici eleştirilere daha fazla tahammül etme yükümlülüğü bulunduğu, bu kapsamda müştekinin nasıl kendisi hakkında övgü içeren söz, açıklama ve yayınları kabul ediyor ise kendisi hakkında yapılan olumsuz eleştiri ve açıklamalara da katlanması gerektiği, açıklamalardaki düşünce ve yorumların müştekiyi aşağılama ve küçültme boyutuna ulaşmadığı, demokratik toplumlarda çok önemli bir göreve sahip olan basının toplumu ilgilendiren konularda bilgi vermekle yükümlü olduğu, halkın ise bilgi alma hakkının bulunduğu, Basın Özgürlüğünün belirli bir ölçüde abartmayı hatta tahriki de içerdiği, kamu çıkarını ilgilendiren konularda bu özgürlüğün sınırlandırılmasının ancak çok istisnai olarak kabul edilebilir olduğu, toplumun gözü önünde olan tanınmış kişilerin eleştirilmesinin sınırlarının normal bir bireye kıyasla daha geniş olduğu, söz konusu haberin düşünce açıklama, bilgi verme ve eleştiri sınırları içerisinde kaldığı, açıklanış şekliyle konusu arasında düşünsel bir bağ bulunduğu ve nesnel bir açıklama ile desteklendiği, açıklanmasında kamunun ilgisi ve yararı olduğu, bu hali ile atılı suçların unsurları bakımından oluşmadığı..." Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 28/5/2014 tarihli ve 2014/1207 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 27/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine 24/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı maddesinin bir numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.” Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından yayımlanan “nefret söylemi” konulu 30/10/1997 tarihli ve 97(20) sayılı Tavsiye Kararı’nda “nefret söylemi” kavramı şu şekilde tanımlanmıştır:“Bu ilkelerin uygulanması amacıyla, ‘nefret söylemi’ ifadesi, ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, antisemitizmi veya azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan milliyetçilik ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve düşmanlıkla ifade edilen hoşgörüsüzlük de dâhil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, tahrik eden, teşvik eden veya haklı gösteren tüm ifade biçimlerini kapsayacak şekilde anlaşılacaktır.” Ulusal, ırkçı veya dinsel nefretin savunulması insan haklarıyla ilgili uluslararası ve bölgesel belgelerde yasaklanmıştır. 1945 tarihli Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın (R.G., 6092, 24/8/1945) ön sözünün ikinci paragrafında hoşgörülü davranma taahhüdünden bahsedilmiş, maddenin (3) numaralı fıkrasında Birleşmiş Milletlerin amacının “Ekonomik, sosyal, fikrî ve insani mahiyetteki milletlerarası dâvaları çözerek ve ırk, cins, dil veya din farkı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve ana hürriyetlerine karşı saygıyı geliştirerek ve teşvik ederek, milletlerarası işbirliğini gerçekleştirmek” olduğu açıklanmıştır. Aynı amaç maddenin (c) bendinde ve maddenin (c ) bendinde tekrar edilmiştir. 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin , ve maddelerinde herkesin; ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin söz konusu Beyanname ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanacağı belirtilmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 16/12/1966 tarihinde kabul edilen Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin (R.G., 25175, 21/7/2003) ve maddelerinde ayrımcılık yasağından bahsedilmiş, maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise “Ulusal, ırksal ya da dinsel nefretin ayrımcılık, düşmanlık ya da şiddete kışkırtma şeklini alacak biçimde savunulması yasalarla yasaklanır.” denmiştir. Birleşmiş Milletlerin zikredilen belgelerinden başka önemli bir ayrımcılık türü olarak beliren din ve inanç temelli ayrımcılığa ise 1981 tarihli Din veya İnanca Dayanan Her Türlü Hoşgörüsüzlüğün ve Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Bildiri’de dikkat çekilmiştir. Bölgesel düzeyde İnter-Amerikan İnsan Hakları İhtisas Konferansı’nda 22/11/1969 tarihinde kabul edilen Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi’nin maddesinin “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” kenar başlıklı (5) numaralı fıkrasında şöyle denmiştir: “Her türlü savaş propagandası ve ırk, renk, din, dil, ya da milli köken temelinde bir gruba ya da bir insanlar grubuna yönelik hukuksuz şiddete ya da benzeri herhangi bir eyleme tahrik eden herhangi bir ulusal, ırkçı veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından cezalandırılabilecek suçlar olarak değerlendirilir.” İnsan haklarıyla ilgili uluslararası belgelerde, belirli nefret söylemi biçimlerine özel olarak dikkat çekilmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 21/12/1965 tarihinde kabul edilen Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin (R.G., 24721, 9/4/2002) maddesinin (1) numaralı fıkrasında “ırk ayrımcılığı” deyimi şöyle açıklanmıştır:“Bu Sözleşmede, "ırk ayrımcılığı" terimi, siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamm herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınmasını, uygulanmasını, bu hak ve özgürlüklerden yararlanılmasını ortadan kaldırmak veya zayıflatmak amacına ya da etkisine yönelik, ırk, renk, soy ya da ulusal veya etnik kökene dayalı her türlü ayrım, dışlama, kısıtlamaya da tercih anlamındadır.” “Irk ayrımcılığı” ifadesi; ırk, renk, soy veya ulusal ya da etnik kökene dayalı tüm ayrımcılık, dışlama, kısıtlama veya üstün tutma eylemlerini kapsayacak biçimde kullanılmıştır. Nitekim Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin maddesinde de bazı nefret söylemi biçimleri ayrıntılı olarak tanımlanmıştır:“Taraf Devletler bir ırkın veya belli bir renge veya etnik kökene mensup bir grubun üstünlüğü fikirlerine ya da teorilerine dayanan ya da her ne şekilde olursa olsun ırkçı nefreti ve ayrımcılığı haklı çıkarmaya ya da yüceltmeye çalışan tüm propaganda ve tüm örgütleri kınarlar ve bu tür ayrımcılık faaliyetleri ile ayrımcılığı teşviki ortadan kaldırmaya yönelik acil ve olumlu önlemler almayı üstlenirler ve bu amaçla însan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde yer alan ilkelere ve bu Sözleşme'nin 5 inci maddesinde açıkça sıralanan haklara saygı göstermek kaydıyla, diğer önlemler arasında,a) Irkçı üstünlüğe ya da nefrete dayalı tüm fikirlerin yayılmasını, ırk ayrımcılığını teşviki, herhangi bir ırka ya da başka bir renk ya da etnik kökene mensup bir gruba yönelik şiddet eylemlerini ya da bu tür eylemleri teşviki ve ayrıca ırkçı eylemleri finanse etmek dahil bu eylemlere her türlü yardım sağlamayı yasayla cezalandırılacak suç olarak ilan edeceklerdir.b) Irk ayrımcılığım destekleyen ya da bu tür ayrımcılığa teşvik eden tüm örgütleri ve ayrıca örgütlü ve diğer tüm propaganda faaliyetlerini yasa dışı ilan edecek ve yasaklayacaklar ve bu tür örgütlere ya da faaliyetlere katilimi yasayla cezalandırılacak bir suç olarak ilan edeceklerdir.c)Yerel veya ulusal kamu kurum ve yetkililerinin ırk ayrımcılığım desteklemesine ya da ırk ayrımcılığına teşvik etmesine izin vermeyeceklerdir.” Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin 12/2/2004 tarihli Medyada Siyasi Tartışma Özgürlüğü Bildirisi, siyasi tartışma özgürlüğünün; ırkçı fikirleri veya nefreti, yabancı düşmanlığını, Yahudi düşmanlığını ve herhangi bir hoşgörüsüzlük biçimini kışkırtan görüşleri içermediğini vurgulamaktadır. Metinde ayrıca siyasi şahsiyetler ve kamu görevlileri hakkındaki bilgi ve görüşlerin yayımlanması konusunda bazı ilkelere dikkat çekilmiştir:“ Medya kuruluşları aracılığıyla ifade ve bilgi edinme özgürlüğüKamuoyunun kamuyu ilgilendiren konularda bilgilendirilmesi çoğulcu demokrasinin ve siyasi ifade özgürlüğünün bir gereğidir. Bu özgürlük, medya kuruluşlarının siyasi şahsiyetler ve kamu görevlileri hakkında olumsuz bilgiler ve eleştiri niteliğinde görüşler yayınlama hakkı ile kamunun bu tür görüş ve bilgileri öğrenme hakkını da kapsar.… Siyasi şahsiyetler hakkında kamuoyunda tartışma ve bunların kamuoyunca denetimi Siyasi şahsiyetler kamuoyundan güven talep etmişler, kamuoyu bünyesinde açık tartışma konusu olmayı, kamuoyunun titiz bir denetimine tabi tutulmayı, buna bağlı olarak da görevlerini yerine getiriş tarzları konusunda kendilerine gereğinde şiddetli eleştiriler yöneltilebileceğini peşinen kabul etmişlerdir.… Medya kuruluşlarının ihlallerine karsı başvurularSiyasi şahsiyetler ile kamu görevlileri, medya kuruluşları tarafından yapılan hak ihlallerine karşı sıradan vatandaşların sahip oldukları hukuki başvuru yollarının aynılarına sahip olmalıdırlar. İtibar zedelemesi veya hakaret nedeniyle tazminat veya para cezası verildiği takdirde bunlar, medya kuruluşları tarafından gönüllü olarak verilerek ilgili kimseler tarafından kabul edilen gerçek ve uygun tazminatlar da göz önünde bulundurularak, hak ihlali ve itibar zedelenmesiyle orantılı olmalıdır. Hak ihlalinin veya itibar zedelemesinin vahameti ışığında ve özellikle medyada yayınlanan itibar zedeleyici ifadelerin veya hakaretlerin, nefret içeren ifadeler örneğinde olduğu gibi, başka temel özgürlükleri de önemli ölçüde ihlal ettiği ve cezanın kesin olarak gerekli ve ihlalin vahameti ile orantılı olduğu haller dışında itibar zedelemesi veya hakaret hapis cezasına yol açmamalıdır.” Avrupa Konseyi; görevi, daha geniş bir Avrupa’da ırkçılıkla ve ırk ayrımcılığıyla insan haklarının korunması bakış açısı temelinde mücadele etmek olan Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nu (ECRI) kurmuştur. Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu, 13/12/2002 tarihli Irkçılık ve Irksal Ayrımcılıkla Mücadelede Ulusal Yasalarla İlgili 7 No.lu Genel Tavsiye Kararı’nda ırkçılığı ve ırkçı söylem tarzını şu şekilde ifade etmiştir:“… Tavsiye kararlarında kullanılan “ırkçılık” terimi, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlüğü içerecek biçimde geniş anlamı ile anlaşılmalıdır. Irkçılık, doğrudan ve dolaylı ırk ayrımcılığı tanımlarının temelleri hakkında (Tavsiye kararları Paragraf 1), ırkçılık ve ırk ayrımcılığı ile mücadelede genellikle yasal ölçütler tarafından kapsanan ırk, renk, etnik veya milli köken ayrımcılıklarının yanı sıra, tavsiye kararları dil, din ve milliyeti de kapsamaktadır. Irkçılık ve ırk ayrımcılığı ile ilgili olarak bu temellerin de kapsanması, ECRI’nin ırkçılık, ırk ayrımcılığı, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlükle mücadelede ECRI’nin Tavsiye kararlarına dayanmaktadır. ECRI’ye göre, zaman içinde değişen bu kavramlar, günümüz için, belirli bir kişi ya da kişileri, ırk, renk, dil, din etnik veya milli köken temelinde hedef alan ifadeleri karşılamaktadır. Sonuç olarak, Tavsiye kararlarında kullanılan “ırkçılık” ve “ırk ayrımcılığı” kavramları ECRI kararlarında yer alan bütün fenomeni içermektedir…” Genel olarak ECRI, şu fiillerin kasten gerçekleştirilmesi durumunda cezalandırılması gerektiğini savunmaktadır: Şiddetin, nefretin veya ayrımcılığın alenen kışkırtılması, aleni aşağılama ve karalama; bir kişinin veya bir grup insanın ırk, renk, dil, din, milliyet veya ulusal veya etnik köken gerekçesiyle tehdit edilmesi; bir grup insanı ırk, renk, dil, din, milliyet veya ulusal veya etnik köken gerekçesiyle üstün gören veya hor gören veya aşağılayan bir ideolojinin ırkçı amaçlar doğrultusunda alenen ifade edilmesi; soykırım suçlarının, insanlığa karşı işlenen suçların veya savaş suçlarının ırkçı amaçlar doğrultusunda alenen inkâr edilmesi, önemsizleştirilmesi, haklı gösterilmesi veya hoşgörülmesi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi tarafından 29/6/1983 tarihinde kabul edilen 10 Sayılı Genel Yorum’da Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin ve maddeleri arasındaki ilişki hakkında aşağıdaki yorum kabul edilmiştir:“Sözleşmenin 20’nci maddesi, her türlü savaş propagandasının ve ayrımcılığı, düşmanlığı veya şiddeti kışkırtan her türlü ulusal, ırkçı veya dinsel nefret savunusunun kanunla yasaklanacağını belirtmektedir. Komite’nin görüşüne göre talep edilen bu yasaklamalar, 19’uncu maddede yer alan ve kullanımı özel görev ve sorumlulukları beraberinde getiren ifade özgürlüğü hakkı ile tümüyle uyumludur. 1’ inci fıkra kapsamında yer alan yasaklar, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne aykırı olacak şekilde saldırganlık tehdidi içeren veya saldırganlıkla veya barış koşullarının ihlal edilmesiyle sonuçlanan her türlü propaganda biçimlerini kapsarken, 2’nci fıkra, ayrımcılığı, düşmanlığı veya şiddeti kışkırtan her türlü ulusal, ırkçı veya dinsel nefret savunusunu hedef almaktadır; propaganda veya savununun ilgili Devlete içsel veya ona dışsal amaçlar taşıyıp taşımadığının bir önemi bulunmamaktadır. ... 20’nci maddenin tümüyle etkin hale gelebilmesi için, bu maddede tanımlanan propaganda ve savununun kamu politikasına aykırı olduğunu kesin bir dille gösteren ve ihlal edilmesi durumunda uygulanacak uygun yaptırımları öngören bir yasanın mevcut olması gerekir.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12225 | Başvuru, bir internet sitesinde yayımlanan röportajda nefret söylemi bulunduğu iddiasıyla Cumhuriyet savcılığına yapılan şikâyet neticesinde ilgililer hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/3618 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/3618 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3618 | Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/7/2010 tarihinde gözaltına alınmış, 2/7/2010 tarihinde ise tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 24/8/2010 tarihli iddianamesiyle terör örgütü üyesi olmak, silahla yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve vahim nitelikte ruhsatsız silah bulundurmak suçlarını işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 5/12/2011 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olmamakla beraber örgüt adına suç işleme suçundan beraatine; silahla yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, ruhsatsız silah bulundurma suçlarından ise cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 19/3/2014 tarihli kararıyla mahkûmiyetler yönünden onanmış, silahlı terör örgütü üyesi olmamakla beraber örgüt adına suç işleme suçu yönünden ise bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında yargılamaya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiş; 18/6/2014 tarihinde Mahkemenin yetkisizliğine, dava dosyasının yetkili Yalova Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Yalova Ağır Ceza Mahkemesince 4/9/2014 tarihinde yetkisizlik kararı verilmesi üzerine uyuşmazlığın çözümü için dava dosyası, Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 6/4/2015 tarihli kararıyla Yalova Ağır Ceza Mahkemesince verilen yetkisizlik kararı kaldırılmış ve yargılamaya Yalova Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkemenin 15/10/2015 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/1/2017 tarihli kararıyla bozulmuş olup yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19801 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir protesto eylemi sırasında pankart açan başvurucuların gözaltına alınması ve idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/3/2017, 27/4/2017, 10/5/2017 ve 4/10/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2017/22479, 2017/24110 ve 2017/35506 numaralı bireysel başvurular aralarında konu yönünden irtibat bulunması nedeniyle 2017/17038 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2017/17038 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmıştır. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Anayasa Mahkemesi 12/11/2015 tarihli ve E.2015/26, K.2015/100 sayılı kararıyla 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun çocuğun cinsel yönden istismarına ilişkin maddesinin (2) numaralı fıkrasını iptal etmiş ve kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesini uygun görmüştür. Anayasa Mahkemesi 26/5/2016 tarihli ve E.2015/108, K.2016/46 sayılı kararıyla da anılan Kanun maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerinin Anayasa’ya aykırı olduğuna, iptaline ve kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Bunun üzerine 2/12/2016 tarihli ve 29906 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 24/11/2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun ile yukarıda anılan Kanun maddesinde değişiklik yapılmıştır. Değişikliğe göre Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği hükümler yeniden düzenlenmiş ve mağdurun 12 yaşının altında olması hâlinde cezanın alt sınırını artıran yeni bir hüküm eklenmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararları sonrasında ve kanun değişikliği çalışmaları sırasında çocuğa yönelik cinsel istismar suçlarında çocuğun rızasına ilişkin yaş sınırının 15'ten 12’ye düşürülüp düşürülmediği yönünde tartışmalar kamuoyu gündemini meşgul etmiştir. B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucular sırasıyla 1995, 1996, 1997 ve 1994 doğumlu olup olay tarihinde öğrencidir. Başvurucular 20/11/2016 tarihinde saat 30 civarında Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Ankara İl Başkanlığı önünde 5237 sayılı Kanun'da Anayasa Mahkemesinin iptal kararları sonrasında yapılacak kanun değişikliği çalışmalarını protesto etmek amacıyla ellerinde bulunan pankartı açmaya çalışmışlardır. Ancak kolluk kuvvetleri tarafından müdahalede bulunulmuş ve pankartı açmalarına izin verilmemiştir. Başvurucuların beyanına göre ilk üç başvurucu pankart açmış, dördüncü başvurucu da pankartın görüntüsünü almaya başlamıştır. Bunun üzerine kolluk kuvvetleri tarafından müdahale edilerek başvurucular yakalanmışlardır. Pankartın üzerinde şunlar yazmaktadır: "Tecavüzü Aklayan Yasa Meclis'ten Geçmeyecek - Tecavüz Meşrulaştırılamaz Öğrenci Kolektifleri" Polis tutanağına göre polise direnmeye başlayan ve uyarılara rağmen direnmeye devam eden başvurucular hakkında yakalama işlemi yapılmış, yakalama sırasında "Tecavüzcü AKP, Hırsız AKP, Hepiniz Aynısınız, Tecavüzü Aklama Suça Ortak Olma" şeklinde slogan atmışlardır. Başvurucular Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğüne götürülmüşler ve 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 20/11/2016 tarihli idari yaptırım tutanağı ile başvurucuların her birine izinsiz afiş asma eylemini gerçekleştirdikleri gerekçesiyle 219 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucular 5326 sayılı Kanun'un maddesinde afiş asma fiilinin düzenlendiğini oysa somut olayda başvurucuların pankartı ellerinde taşıdıklarını belirterek anılan Kanun hükmüne göre ceza uygulanmasının suç ve cezada kanunilik ilkesini ihlal ettiği ve protestonun barışçıl şekilde yapıldığı dikkate alındığında idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal ettiği iddialarıyla idari para cezalarına karşı itiraz yoluna başvurmuşlardır. Başvurucuların itirazlarını Ankara , , ve Sulh Ceza Hâkimlikleri 30/1/2017, 8/2/2017 20/3/2017, 2/7/2017 tarihli kararları ile reddetmiştir. Anılan kararlarda, idari yaptırım kararları ile verilen idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. İtirazın reddine ilişkin kararlar, başvuruculara 13/2/2017, 29/3/2017, 10/4/2017 ve 7/9/2017 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un "Afiş asma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) ... cadde veya sokak kenarlarındaki kamuya ait ... alanlara, rızası olmaksızın özel kişilere ait alanlara bez, kâğıt ve benzeri afiş ... asan kişiye, ... idarî para cezası verilir. Aynı içerikteki afiş ve ilânlar, tek fiil sayılır. (2) Birinci fıkra hükmü, yetkili makamlardan alınan açık ve yazılı izne dayalı olarak asılan afiş ve ilânlar açısından uygulanmaz. ...... (4) Bu kabahatler dolayısıyla idarî para cezasına, kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir...." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Zor ve silah kullanmaMadde 16 - Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder. Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir. Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.…"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile bu hak kapsamında ifade özgürlüğünün demokratik toplumun en temel değerleri arasında olduğu ve demokrasinin özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücünün yer aldığı vurgulanmaktadır. Şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma durumları dışında toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeleri ve bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da eylemlerin yasa dışı olduğu durumlarda dahi demokrasiye zarar vermekte hatta demokrasinin varlığını sık sık tehlikeye atmaktadır. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı kişilere sunulmalıdır (Gün ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8029/07, 18/6/2013, § 70; Güneri ve diğerleri/Türkiye, B. No: 42853/98, 43609/98 ve 44291/98, 12/7/2005, § 76). AİHM Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye (B. No: 19620/12, 23/1/2018) başvurusunda eldeki başvuruya benzer bir konuyu incelemiştir. Söz konusu karar şu şekilde özetlenebilir:i. AİHM'in kararına konu olayda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası üyesi başvuruculara, gerçekleştirilen grev kapsamında bir okul binasının dış cephesine üzerinde "Bu iş yerinde grev vardır." yazılı afiş astıkları gerekçesiyle 5326 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca idari para cezası verilmiştir. AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinde güvence altına alınan barışçıl olarak toplanma özgürlüğü kapsamında incelediği başvuruda değerlendirilmesi gereken başlıca konunun idari para cezasının demokratik toplumda gerekli olup olmadığı hususu olduğunu ifade etmiştir (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 28). ii. AİHM gösterinin tamamen barışçıl olarak sürdürüldüğüne, gösteride idari makamların veya polisin kamu düzenini korumak için müdahale etmesini gerektirecek taşkınlıklar yaşanmadığına dikkat çekmiştir (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 29). AİHM'e göre başvuranlar görsel bir kirliliğe sebebiyet veren, şiddet içeren bir afiş asmamış ve binanın dış cephesine veya herhangi bir kamu malına zarar vermemişlerdir. Söz konusu afişin asılmasının barışçıl olarak toplanma özgürlüğünün kullanımına bağlı bir unsur olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 33). iii. AİHM; sulh ceza mahkemesi tarafından yapılan denetimin çok kısıtlı olduğunu, ilgililere isnat edilen fiillerin gerçekliğini doğrulamakla sınırlı kaldığını vurgulayarak itiraz incelemesinde bir yandan barışçıl toplanma hakkının başvurucularca kullanılması, diğer taraftan kamu düzeninin sağlanması, başkasının hak ve özgürlüklerinin korunması gibi mevcut farklı menfaatlerin dengelenmeye çalışıldığını gösteren hiçbir unsur bulunmadığını belirtmiştir (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 34). AİHM, afişin binada eğitimi herhangi bir şekilde engellediğine dair bir görünüm olmadığını söyleyerek ihtilaf konusu para cezalarının barışçıl olarak toplanma hakkının kullanımı üzerinde caydırıcı bir etkisi olduğu tespitinde bulunmuştur (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 36). AİHM sonuç olarak başvuruculara verilen idari para cezasının demokratik bir toplumda zorunlu olmadığı kanaatini açıklamıştır (Akarsubaşı ve Akçiçek/Türkiye, § 37). AİHM Obote/Rusya (B. No: 58954/09, 19/11/2019) kararına konu olayda yedi kişiden oluşan ve flash mob (belli bir yerde kendi aralarında haberleşerek birden toplanıp kısa süreli gösteri yaptıktan sonra dağılan ve resmî bir organizasyon içermeyen grup) olarak adlandırılan bir grup, ağızlarına boş kâğıt bantlayarak Rusya Hükûmet binası önünde bir gösteri düzenlemiştir. Saat 00 sıralarında toplanan bu kişilere polis saat 20'de dağılmaları yönünde ihtarda bulunmuş ve sonrasında polis, dağılma ihtarının gerekçesini soran başvurucuyu polis merkezine götürmüştür. Başvurucuya bildirim yükümlülüğüne uymadığı gerekçesiyle 22 avro idari para cezası verilmiştir. Rusya'nın Toplantı Kanunu'na (Public Events Act) göre iki ve daha fazla kişiden oluşan statik toplantı ve gösterilerde üç gün önceden bildirim zorunluluğu bulunmakta, bir kişiden oluşan gösterilerde ise bildirim şartı aranmamaktadır. AİHM anılan kararda, flash mob şeklinde bir araya gelen kişilerden oluşan grubun yaptığı gösterilerin Toplantı Kanunu kapsamında kalıp kalmadığını gözönüne almadan başvurucunun barışçıl toplantı hakkına riayet edilip edilmediğinin tespitinin AİHM için esas mesele olduğunu belirtmiş, toplantı hakkı çerçevesinde başvuruyu inceleyerek somut olayda flash mobun şiddete teşvik ve kamu düzenine yönelik bir tehdit içermediği ve eylemin demokratik ilkelerin reddi niteliğinde olmadığı tespitiyle toplantı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17038 | Başvuru, bir protesto eylemi sırasında pankart açan başvurucuların gözaltına alınması ve idari para cezası verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haczedilen aracın haciz işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen fiilen malikine teslim edilmemesi ve fiilî imkânsızlık nedeniyle kullanılamayan aracın haciz tarihinden sonraki dönemlere ait motorlu taşıt vergisinin tahsilatı yoluna gidilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuya Ait Motorlu Taşıtın Haczi Süreci Başvurucunun ortağı olduğu A.B.B. Mühendislik Müşavirlik İnşaat Turizm ve Ticaret A.Ş.ne ait ödenmemiş vergi borçlarından dolayı başvurucunun 06 KMF 85 plakalı aracına Ankara Vergi Dairesi Başkanlığına bağlı Hitit Vergi Dairesi tarafından 31/8/2007 tarihinde haciz konulmuştur. Başvurucu, aracı üzerine tesis edilen haciz işleminin iptali talebiyle Ankara Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucunun ortağı olduğu şirketin vergi borçlarının öncelikle başvurucu adına düzenlenmiş bir ödeme emriyle istenilmesi ve bunun sonucuna göre haciz uygulaması yapılması gerekirken doğrudan doğruya başvurucunun aracına konulan haciz işleminde yasal isabet görülmediği gerekçesiyle 7/2/2008 tarihinde dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Anılan karar üzerine mezkur araç üzerindeki haciz şerhi kaldırılmıştır. 8/5/2008 tarihinde dava konusu işlemin iptaline hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:i. 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca tüzel kişiliğin vergi ve buna bağlı alacakları için öncelikle tüzel kişilerin varlığına başvurulması; bu alacakların tüzel kişiliğin varlığından tamamen karşılanamadığı durumlarda ise yine tüzel kişiliğin kanuni temsilcilerinin takibi gerekmektedir.ii. Bununla birlikte kamu alacağının haciz tatbiki suretiyle cebren tahsili yoluna gidilmeden önce borçlunun rızaen ödemesini sağlamak, borç ve borçluyu tespit etmek ve borçlunun borca itirazı olmadığını bilmek bakımından ilgilisi adına usulüne uygun şekilde ödeme emri tebliğ edilmesi gerekmektedir.iii. Somut olayda ise uyuşmazlık konusu haciz işleminden önce başvurucu adına ödeme emri düzenlenmemiştir.iv. Bu durumda şirketten tahsil edilemeyen vergi borcunun öncelikle başvurucu adına düzenlenmiş olan ödeme emri ile istenilmesi, bunun sonucuna göre haciz uygulanması gerekirken doğrudan doğruya başvurucunun aracı üzerinde haciz işlemi tesis edilmesinde isabet bulunmamıştır. Temyiz edilen karar, Danıştay Dördüncü Dairesince 7/5/2009 tarihinde onanmış ve kesinleşmiştir.B. Başvurucuya Ait Aracın Motorlu Taşıtlar Vergisinin Tahakkuk ve Yargısal Süreci Ankara Vergi Dairesi Başkanlığına bağlı Yeğenbey Vergi Dairesi başvurucunun iddiasına göre 2007 yılından itibaren haciz işlemi kapsamında uhdesinde bulundurduğu aracın 2008-2013 yılları arasındaki döneme ait motorlu taşıt vergisi taksitlerinin tahsili amacıyla düzenlediği 23/9/2013 tarihli ödeme emirlerini başvurucuya tebliğ etmiştir. Başvurucu, bu ödeme emirlerinin iptali talebiyle 6/1/2014 tarihinde Ankara Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde Hitit Vergi Dairesi Müdürlüğünce aracı hakkında haksız ve hukuka aykırı olarak haciz işlemi tesis edildiğini, söz konusu haczin mahkeme kararıyla iptal edilmesine ve iptal kararının Danıştayca onanmasına rağmen haczin kaldırılmadığını ve aracın kendisine iade edilmediğini, dolayısıyla fiilî imkânsızlık nedeniyle kullanamadığı aracın haciz tarihinden sonraki dönemlere ait borçların kendisinden istenemeyeceğini ileri sürmüştür. Mahkeme 15/10/2014 tarihli kararıyla davanın kabulüne ve dava konusu ödeme emirlerinin iptaline karar vermiştir.Kararın gerekçesinde şu hususlara yer verilmiştir:i. Türk vergi sistemine göre servet vergilendirmesine tabi tutulan bir eşyanın sahibine eşyayı kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi vermesi beklenmektedir. Aksine bir yaklaşım, mülkiyetine sahip olunmayan bir eşyanın servet olarak sahiplenildiği kabul edilerek vergilendirilmesi gibi bir çelişkiyi ortaya çıkaracaktır.ii. Aracına el konulmak suretiyle üzerindeki her türlü tasarruf hakkı sona eren başvurucunun artık böyle bir servete sahip olduğu iddia edilemeyeceği gibi bu servete sahip olunduğundan bahisle vergisinin istenmesi de hukuka, hak ve adalet ilkelerine aykırı düşecektir.iii. Somut olayda, davalı idarece verilen savunmada araç üzerine konulan haczin kaldırıldığı ve bu hususun ekli bilgi ve belgelerden görüleceği belirtilmiş ise de ekli evrakın incelenmesinden bu duruma ilişkin herhangi bir bilginin mevcut olmadığı görülmüştür.iv. Başvurucunun, haciz nedeniyle trafikten men edilerek otoparka çekilen aracın kendisine iade edilmediği yolundaki iddiasına ilişkin olarak davalı idarece dosyaya herhangi bir bilgi ve belge sunulamadığı belirtilmiştir.v. Bu durumda, hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla sabit olan haciz işlemi nedeniyle başvurucunun iradesi dışında kullanım alanından çıkarak üzerindeki her türlü kullanma ve yararlanma hakkı sona eren söz konusu araç için salt trafik sicilinde başvurucu adına kayıtlı olduğundan bahisle servet üzerinden alınan bir vergi niteliğindeki motorlu taşıtlar vergisinin davacıdan istenmemesi gerekmektedir. İptal kararına karşı davalı idare tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 27/3/2015 tarihli kararıyla kararı onamıştır. Anılan karara karşı idarece yapılan karar düzeltme başvurusu üzerine ise Ankara Bölge İdare Mahkemesi bu defa 16/9/2015 tarihli kararı ile Mahkeme kararının bozularak kaldırılmasına ve davanın reddine hükmetmiştir. Kararda; aracın trafikte başvurucu adına tescilli olduğu, başvurucunun ortağı olduğu şirketin borçlarından dolayı hacizli olan taşıta ait motorlu taşıtlar vergisinin mükellefinin yine başvurucu olduğu, bu nedenle anılan haciz işlemi dolayısıyla fiilî tasarruf imkânının kısıtlanmış olmasının başvurucunun mükellefiyetini ve verginin tahakkukunu kaldırmayacağı belirtilmiştir. Bu nedenlerle, başvurucu adına tahakkuk eden ve vadesinde ödenmediğine ilişkin hakkında herhangi bir uyuşmazlık bulunmayan motorlu taşıtlar vergisinin tahsili amacıyla ödeme emri düzenlenerek tebliğinde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilerek, ödeme emrinin iptaline dair Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam 25/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve 18/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Ankara Vergi Dairesi Başkanlığınca başvurucu adına kayıtlı bulunan aracın üzerine başvurucunun yönetim kurulu üyesi bulunduğu şirketin vergi borçlarından dolayı 3/5/2004 ve 31/8/2007 tarihli yazıları ile haciz şerhinin işlendiği, ancak mahkemece verilen 7/2/2008 tarihli yürütmeyi durdurma kararına istinaden Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne gönderilen 24/1/2011 tarihli yazı ile araç üzerindeki haciz şerhinin kaldırıldığı bildirilmiştir. Ayrıca 21/2/2008 tarihli yazıyla, borcun şirketten tahsil imkanının bulunmadığı tespiti yapılmış, bu kapsamda mükellef şirketin ortakları veya kanuni temsilcileri hakkında herhangi bir takibatın yapılmadığı ifade edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 18/2/1963 tarihli ve 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu’nun "Mükellef" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Motorlu Taşıtlar Vergisinin mükellefi; trafik … sicili ile Ulaştırma Bakanlığınca tutulan sivil hava vasıtaları sicilinde adlarına motorlu taşıt kayıt ve tescil edilmiş olan gerçek ve tüzelkişilerdir" 197 sayılı Kanun’un "Mükellefiyetin başlaması" kenar başlıklı maddesinin ilk fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Motorlu taşıtlar vergisi mükellefiyeti motorlu taşıtların trafik … sicili ile Ulaştırma Bakanlığı tarafından tutulan sivil hava vasıtaları siciline kayıt ve tescili ile başlar." 197 sayılı Kanun’un "Mükellefiyetin sona ermesi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Motorlu taşıtların trafik … sicili ile Ulaştırma Bakanlığı tarafından tutulan sivil hava vasıtaları siciline ait kayıtlarının silinmesi halinde, silinme takvim yılının ilk altı ayı içinde yapılmış ise ikinci altı aylık dönemin başından, ikinci altı aylık dönem içinde yapılmışsa takip eden takvim yılı başından itibaren mükellefiyet sona erer.” 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun "Kanuni temsilcilerin ödevi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir. (Değişik: 3/12/1988-3505/2 md.) Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınmayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır. Bu hüküm Türkiye'de bulunmayan mükelleflerin Türkiye'deki temsilcileri hakkında da uygulanır.Temsilciler veya teşekkülü idare edenler bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilirler...." 6183 sayılı Kanun'un "Limited şirketlerin amme borçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar." 6183 sayılı Kanun’un "Cebren tahsil ve şekilleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Ödeme müddeti içinde ödenmiyen amme alacağı tahsil dairesince cebren tahsil olunur. Cebren tahsil aşağıdaki şekillerden herhangi birinin tatbikı suretiyle yapılır:... Amme borçlusunun borcuna yetecek miktardaki mallarının haczedilerek paraya çevrilmesi,...” 6183 sayılı Kanun'un "Haciz" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tesbit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur." 6183 sayılı Kanun'un "Menkul malların haczi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her türlü menkul mallar cins ve nevileri, vasıfları, alametleri, sayı ve miktarları ve tahmin edilen değerleri haciz zaptında tesbit edilmek suretiyle haczolunur. (Ek fıkra: 16/6/2009-5904/24 md.) Resmi sicile kayıtlı olan menkul malların haczi, sicillerine işlenmek üzere sicilin tutulduğu daireye tebliğ edilmek suretiyle de yapılır. Tahsil dairelerince düzenlenen haciz bildirileri, alacaklı tahsil dairelerince ya da alacaklı amme idaresi vasıtasıyla, posta yerine elektronik ortamda tebliğ edilebilir ve bu tebligata elektronik ortamda cevap verilebilir. Elektronik ortamda yapılacak tebliğe ve cevapların elektronik ortamda verilebilmesine ilişkin usul ve esasları belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir." 6183 sayılı Kanun'un "Menkul malların satışı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Menkul mallar tahsil dairelerince, köylerde ihtiyar kurullarınca haciz yapıldığı tarihin üçüncü gününden itibaren üç ay içinde satışa çıkarılır.Bozulma, çürüme ve benzeri sebeplerle muhafazasına imkan olmıyan veyahut beklediği takdirde mühim bir değer düşüklüğüne uğraması muhtemel bulunan malların paraya çevrilmesine derhal başlanabilir. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yargı kararlarının icra edilmemesini veya icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul etmekte (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40) ve yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığını belirtmektedir (Burdov/Rusya, §§ 33-42). Müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan, AİHM'e göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi ile ek 1 No.lu Protokol’ün maddesi devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84). AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı kararının sonradan yeniden gözden geçirmek suretiyle değiştirilerek başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiş (Brumărescu/Romanya [BD], 28342/95, 28/10/1999, §§ 66-80) ve ihlalin giderimi bakımından eski hâle getirme kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumărescu/Romanya [BD] (A.T.), 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmayı ise kabul etmemiştir (Brumărescu/Romanya (A.T.), § 22). Öte yandan AİHM ölçülülük bağlamında dile getirdiği iyi yönetişim ilkesinin kamu yararı kapsamında bir mesele söz konusu olduğunda, kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmesini gerektirdiğini vurgulamıştır (Bogdel/Litvanya, B. No: 41248/06, 26/11/2013, § 65; Krstić/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 78). Ancak AİHM'e göre eski bir yanlışın düzeltilmesi gereği, meşruiyeti kamu otoritesinin eylemine dayalı olarak birey tarafından iyi niyetle kazanılmış yeni bir hakka orantısız bir şekilde müdahale etmemelidir. Başka bir ifadeyle kendi prosedürlerine uymayan ya da onlara bağlı kalmayan devlet makamlarının, yanlış davranışlarından fayda elde etmelerine ya da yükümlülüklerinden kaçmalarına izin verilmemelidir (Bogdel/Litvanya, § 66). AİHM, mülkiyetin hatalı olarak başkasına devredilmesi suretiyle yoksun bırakmaya yol açılan müdahaleler yönünden iyi yönetişim ilkesinin kamu makamlarına hatalarını uygun bir biçimde düzeltme yükümlülüğü getirdiği gibi ayrıca iyi niyetli mülk sahibine yeterli bir tazminat ödenmesini veya uygun bir başka giderim sağlanmasını da gerektirebileceğini kabul etmiştir (Bogdel/Litvanya, § 66; benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Moskal/Polonya, B. No: 10373/05, 15/9/2009, § 69; Pincová ve Pinc/Çek Cumhuriyeti, B. No: 36548/97, 5/11/2002, § 53; Toşcuţă ve diğerleri/Romanya, B. No: 36900/03, 25/11/2008, § 38). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19515 | Başvuru, haczedilen aracın haciz işleminin yargı kararıyla iptal edilmesine rağmen fiilen malikine teslim edilmemesi ve fiilî imkânsızlık nedeniyle kullanılamayan aracın haciz tarihinden sonraki dönemlere ait motorlu taşıt vergisinin tahsilatı yoluna gidilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tapu iptal tescil talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuya ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 15/6/2010 tarihinde dava açılmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 17/6/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22004 | Başvuru, tapu iptal tescil talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/37278 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, arkeolojik sit alanı olarak tescil edilen taşınmazın kamulaştırılmaması ve bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi Y.Ş. Samsun'un İlkadım ilçesine bağlı Kılıçdede mahallesinde bulunan 4134 ada 12 parsel sayılı 104 m2 yüz ölçümlü taşınmazın 1/16 payının malikidir. Muris dışında taşınmazda sekiz kişinin daha hissesi bulunmaktadır. Muris Y.Ş. 2009 yılında vefat etmiş olup mirası başvuruculara intikal etmiştir. Başvuruya konu taşınmazın beyanlar hanesine 20/6/1975 tarihinde ''eski eserler sahası olduğundan mülkiyet hakkı takyitlidir satılmaz'' şerhi konulmuştur. Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 17/5/1991 tarihli kararı ile taşınmazın ve derece arkeolojik sit alanı ilan edilen Dündartepe (Öksürüktepe) Höyüğü sınırlarında kaldığı tespit edilmiştir. Söz konusu taşınmazın bulunduğu alanı kapsayacak şekilde düzenlenen koruma amaçlı imar planı 6/2/2001 tarihinde SamsunKültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu (Koruma Bölge Kurulu) tarafından onaylanmıştır. 6/10/2010 tarihinde taşınmazın beyanlar hanesine ''korunması gerekli taşınmaz kültür varlığıdır'' şerhi eklenmiştir. Alana ilişkin koruma amaçlı 1/1000 ölçekli imar planı tadilatı Koruma Bölge Kurulunun 14/1/2011 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur. Başvurucular, taşınmazlarının 1975 yılından bu yana kamulaştırılmaması ve üzerindeki kısıtlamalar yüzünden uğradıkları maddi zararlarının tazmini için 000 TL ödenmesi istemiyle 21/1/2016 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığına (Bakanlık) başvurmuşlardır. Bakanlığın 2/2/2016 tarihli cevabında, taşınmazın diğer bazı maliklerince de benzer taleplerde bulunulduğu ancak ödeneğin yetersiz olması nedeniyle kamulaştırma işleminin gerçekleştirilemediği bildirilmiştir. Bakanlık, kesin inşaat yasağı bulunan taşınmazda malikler tarafından trampa istenmesi hâlinde koruma amaçlı imar planında taşınmazın yolda kalan kısmının ifraz edilerek terkinin yapılması durumunda trampa programına alınabileceğini belirtmiştir. Başvurucular 22/2/2016 tarihinde Samsun İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmıştır. Başvurucular bu davada, hissedar oldukları taşınmazın 1/1000 ölçekli uygulama imar planında ve derece arkeolojik sit alanı olarak belirlendiğini, taşınmaza inşaat yasağı getirildiğini ve uzun süre kamulaştırılmadığını ileri sürerek uğradıkları zararın giderilmesini istemişlerdir. Mahkeme 11/4/2017 tarihinde yasa yolu kapalı olarak davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:i. Mevzuat hükümleri uyarınca arkeolojik sit alanı ilan edilen alanda kalan taşınmazlarda koruma amaçlı imar planı yapılması ve planda kesin yapılaşma yasağı bulunması durumunda idarece kamulaştırılması zorunlu değildir. ii. Bu statüde bulunan taşınmazlardan şartları taşıyanlar takas imkânından faydalanabilecektir. Uyuşmazlık konusu taşınmaz takasa konu edilebilecek nitelikte olduğundan başvurucuların takas talebinde bulunmadan doğrudan taşınmazın kamulaştırılmasını istemesi yasal olarak mümkün değildir. Başvurucular ve taşınmazda hissedar olan E.G., H.K., Y., tarafından 21/4/2016 tarihinde Bakanlığa yapılan başvuru 17/5/2016 tarihinde cevaplanmıştır. Bakanlık, taşınmazın takasının yapılabilmesi için 22/5/2010 tarihli ve 27588 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Sit Alanlarında Kalan Taşınmazların Hazine Taşınmazları ile Değiştirilmesi Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi gereğince tüm parsel maliklerinin birlikte başvurması gerektiğini ve parselin kamulaştırılması için daha evvel taşınmazın maliklerinden H.K.nın 8/3/2010 tarihinde kamulaştırma veya takas, 22/6/2011 tarihinde de kamulaştırma talebinde bulunduğunu bildirmiştir. Nihai karar 2/6/2017 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 30/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "Mülkiyet hakkının içeriği" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir." 4721 sayılı Kanun'un "Paylı mülkiyet" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Paylı mülkiyette birden çok kimse, maddî olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir.Başka türlü belirlenmedikçe, paylar eşit sayılır.Paydaşlardan her biri kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olur. Pay devredilebilir, rehnedilebilir ve alacaklılar tarafından haczettirilebilir.'' 4721 sayılı Kanun’un "Olağanüstü yönetim işleri ve tasarruflar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Paylı malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi veya paylı malın tamamı üzerinde tasarruf işlemlerinin yapılması, oybirliğiyle aksi kararlaştırılmış olmadıkça, bütün paydaşların kabulüne bağlıdır.Paylar üzerinde taşınmaz rehni veya taşınmaz yükü kurulmuşsa, paydaşlar malın tamamını benzer haklarla kayıtlayamazlar.'' 4721 sayılı Kanun’un "Paydaşın çıkarılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kendi tutum ve davranışlarıyla veya malın kullanılmasını bıraktığı ya da fiillerinden sorumlu olduğu kişilerin tutum ve davranışlarıyla diğer paydaşların tamamına veya bir kısmına karşı olan yükümlülüklerini ağır biçimde çiğneyen paydaş, bu yüzden onlar için paylı mülkiyet ilişkisinin devamını çekilmez hâle getirmişse, mahkeme kararıyla paydaşlıktan çıkarılabilir.Davanın açılması, aksi kararlaştırılmış olmadıkça, pay ve paydaş çoğunluğuyla karar verilmesine bağlıdır.Hâkim, çıkarma istemini haklı gördüğü takdirde, çıkarılacak paydaşın payını karşılayacak kısmı maldan ayırmaya olanak varsa, bu ayırmayı yaparak ayrılan parçanın paylı mülkiyetten çıkarılana özgülenmesine karar verir.Aynen ayrılmasına olanak bulunmayan maldaki payın dava tarihindeki değeriyle kendilerine devrini isteyen paydaş veya paydaşlar bu istemlerini paydaşlıktan çıkarma istemi ile birlikte ileri sürmek zorundadırlar. Hâkim, hüküm vermeden önce re'sen belirleyeceği uygun bir süre içinde pay değerinin ödenmesine veya tevdiine karar verir. Davanın kabulü hâlinde payın istemde bulunan adına tesciline hükmolunur.Payı karşılayacak kısım maldan aynen ayrılamaz ve bu payı isteyen paydaş da bulunmazsa hâkim, davalıya payını devretmesi için bir süre belirler ve bu süre içinde devredilmeyen payın açık artırmayla satışına karar verir. Satış kararı, cebrî icra yoluyla paraya çevirmeye ilişkin hükümler uyarınca yerine getirilir.'' 4721 sayılı Kanun’un "Paylaşma istemi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Hukukî bir işlem gereğince veya paylı malın sürekli bir amaca özgülenmiş olması sebebiyle paylı mülkiyeti devam ettirme yükümlülüğü bulunmadıkça, paydaşlardan her biri malın paylaşılmasını isteyebilir....'' 4721 sayılı Kanun'un "Paylaşma biçimi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Paylaşma, malın aynen bölüşülmesi veya pazarlık ya da artırmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi biçiminde gerçekleştirilir.Paylaşma biçiminde uyuşma sağlanamazsa, paydaşlardan birinin istemi üzerine hâkim, malın aynen bölünerek paylaştırılmasına, bölünen parçaların değerlerinin birbirine denk düşmemesi hâlinde eksik değerdeki parçaya para eklenerek denkleştirme sağlanmasına karar verir.Bölme istemi durum ve koşullara uygun görülmezse ve özellikle paylı malın önemli bir değer kaybına uğramadan bölünmesine olanak yoksa, açık artırmayla satışa hükmolunur.Satışın paydaşlar arasında artırmayla yapılmasına karar verilmesi, bütün paydaşların rızasına bağlıdır.'' 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun ''Tanımlar ve kısaltmalar'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... (1) (Değişik: 14/7/2004 – 5226/1 md.)'Kültür varlıkları' tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklardır.... (3) 'Sit'; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır. (4) 'Koruma'; ve 'Korunma'; taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında muhafaza, bakım, onarım, restorasyon, fonksiyon değiştirme işlemleri; taşınır kültür varlıklarında ise muhafaza, bakım, onarım ve restorasyon işleridir. (5) 'Korunma alanı'; taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının muhafazaları veya tarihi çevre içinde korunmalarında etkinlik taşıyan korunması zorunlu olan alandır.... (7) (Ek:14/7/2004 – 5226/1 md.) 'Ören yeri'; tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli uygarlıkların ürünü olup, topoğrafik olarak tanımlanabilecek derecede yeterince belirgin ve mütecanis özelliklere sahip, aynı zamanda tarihsel, arkeolojik, sanatsal, bilimsel, sosyal veya teknik bakımlardan dikkate değer, kısmen inşa edilmiş, insan emeği kültür varlıkları ile tabiat varlıklarının birleştiği alanlardır. (8) (Ek:14/7/2004 – 5226/1 md.) 'Koruma amaçlı imar plânı'; bu Kanun uyarınca belirlenen sit alanlarında, alanın etkileşim-geçiş sahasını da göz önünde bulundurarak, kültür ve tabiat varlıklarının sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda korunması amacıyla arkeolojik, tarihi, doğal, mimarî, demografik, kültürel, sosyo-ekonomik, mülkiyet ve yapılaşma verilerini içeren alan araştırmasına dayalı olarak; hali hazır haritalar üzerine, koruma alanı içinde yaşayan hane halkları ve faaliyet gösteren iş yerlerinin sosyal ve ekonomik yapılarını iyileştiren, istihdam ve katma değer yaratan stratejileri, koruma esasları ve kullanma şartları ile yapılaşma sınırlamalarını, sağlıklaştırma, yenileme alan ve projelerini, uygulama etap ve programlarını, açık alan sistemini, yaya dolaşımı ve taşıt ulaşımını, alt yapı tesislerinin tasarım esasları, yoğunluklar ve parsel tasarımlarını, yerel sahiplilik, uygulamanın finansmanı ilkeleri uyarınca katılımcı alan yönetimi modellerini de içerecek şekilde hazırlanan, hedefler, araçlar, stratejiler ile plânlama kararları, tutumları, plân notları ve açıklama raporu ile bir bütün olan nazım ve uygulama imar plânlarının gerektirdiği ölçekteki plânlardır. (9) (Ek:14/7/2004 – 5226/1 md.) 'Çevre düzenleme projesi'; ören yerlerinin arkeolojik potansiyelini koruyacak şekilde, denetimli olarak ziyarete açmak, tanıtımını sağlamak, mevcut kullanım ve dolaşımdan kaynaklanan sorunlarını çözmek, alanın ihtiyaçlarını çağdaş, teknolojik gelişmelerin gerektirdiği donatılarla gidermek amacıyla her ören yerinin kendi özellikleri göz önüne alınarak hazırlanacak 1/500, 1/200 ve 1/100 ölçekli düzenleme projeleridir...." 2863 sayılı Kanun'un 'Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''...a) Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19 uncu yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar,b) Belirlenen tarihten sonra yapılmış olup önem ve özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek görülen taşınmazlar,c) Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür varlıkları,d) Milli tarihimizdeki önlemleri sebebiyle zaman kavramı ve tescil söz konusu olmaksızın Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda büyük tarihi olaylara sahne olmuş binalar ve tesbit edilecek alanlar ile Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kullanılmış evler....Kaya mezarlıkları, yazılı, resimli ve kabartmalı kayalar, resimli mağaralar, höyükler, tümülüsler, ören yerleri, akropol ve nekropoller; kale, hisar, burç, sur, tarihi kışla, tabya ve isihkamlar ile bunlarda bulunan sabit silahlar; harabeler, kervansaraylar, han, hamam ve medreseler; kümbet, türbe ve kitabeler, köprüler, su kemerleri, su yolları, sarnıç ve kuyular; tarihi yol kalıntıları, mesafe taşları, eski sınırları belirten delikli taşlar, dikili taşlar; sunaklar, tersaneler, rıhtımlar; tarihi saraylar, köşkler, evler, yalılar ve konaklar; camiler, mescitler, musallalar, namazgahlar; çeşme ve sebiller; imarethane, darphane, şifahane, muvakkithane, simkeşhane, tekke ve zaviyeler; mezarlıklar, hazireler, arastalar, bedestenler, kapalı çarşılar, sandukalar, siteller, sinagoklar, bazilikalar, kiliseler, manastırlar; külliyeler, eski anıt ve duvar kalıntıları; freskler, kabartmalar, mozaikler, peri bacaları ve benzeri taşınmazlar; taşınmaz kültür varlığı örneklerindendir." 2863 sayılı Kanun'un ''İzinsiz müdahale ve kullanma yasağı'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır." 2863 sayılı Kanun'un ''Hak ve sorumluluk'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının malikleri bu varlıkların bakım ve onarımlarını Kültür ve Turizm Bakanlığının bu Kanun uyarınca bakım ve onarım hususunda vereceği emir ve talimata uygun olarak yerine getirdikleri sürece, bu Kanunun bu konuda maliklere tanıdığı hak ve muafiyetlerden yararlanırlar. (Değişik ikinci cümle: 22/5/2007-5663/1 md.) Ancak, kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar zilyetlik yoluyla iktisap edilemez.Malikler bu varlıkların üzerindeki mülkiyet haklarının tabii icabı olan ve bu Kanunun hükümlerine aykırı bulunmayan bütün yetkilerini kullanabilirler...." 2863 sayılı Kanun'un 'Kamulaştırma'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları, aşağıda belirlenen esaslara göre kamulaştırılır:a) Kısmen veya tamamen gerçek ve tüzelkişilerle mülkiyetine geçmiş olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanları Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanacak proğramlara uygun olarak kamulaştırılır. Bu maksat için, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesine yeterli ödenek konur. (Ek: 17/6/1987 - 3386/5 md.; Değişik:14/7/2004 – 5226/7 md.) Kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, il özel idareleri ve mahallî idare birlikleri tescilli taşınmaz kültür varlıklarını, koruma bölge kurullarının belirlediği fonksiyonda kullanılmak kaydıyla kamulaştırabilirler....c) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanları, imar planında yola, otoparka, yeşil sahaya rastlıyorsa bunların belediyelerce; sair kamu kurum ve kuruluşlarının bakım ve onarım ile görevli oldukları veya kullandıkları bu gibi kültür varlıklarının korunma olanlarının ise, bu kurum ve kuruluşlarca, kamulaştırılması esastır.d) Kamulaştırmalarda bedel takdirinde, taşınmaz kültür varlıklarının eskilik, enderlik ve sanat değeri dikkate alınmaz.e) (Değişik: 17/6/1987 - 3386/5 md.) Kamulaştırma işlemleri, bu Kanun hükümleri ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerine göre yapılır.f) (Ek: 17/6/1987 - 3386/5 md.; Değişik: 25/6/2009-5917/24 md.) Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, (…) başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir. Bu hükümle ilgili usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir." 2863 sayılı Kanun'un ''Sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları ile koruma amaçlı imar plânı'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...b) Koruma amaçlı imar plânlarıyla kesin yapılanma yasağı getirilen sit alanlarında bulunan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetindeki taşınmazlar malikin başvurusu üzerine, belediye ve il özel idaresine ait taşınmazlarla takas edilebilir....'' Yönetmelik'in ''Tanımlar'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Bu Yönetmelikte geçen;a) Arkeolojik sit: Antik bir yerleşmenin veya eski bir medeniyetin kalıntılarının bulunduğu yer veya su altında bulunan veya meydana çıkarılan korunması gerekli alanları,...d) Taşınmaz kültür varlıkları: Tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan yer üstünde, yer altında veya su altındaki korunması gerekli taşınmaz varlıkları,...f) derece arkeolojik sit alanı: Korunmaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarını,...ğ) derece arkeolojik sit alanı: Korunması gereken, ancak kullanma şekil ve ölçüleri koruma kurulları tarafından tayin edilen sit alanlarını,ifade eder.'' Yönetmelik'in ''Trampaya konu taşınmazlara ve başvuruya ilişkin usul ve esaslar'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Sit alanlarından, ve derece arkeolojik sit alanı ile derece doğal sit alanı olarak tescil edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu yerlerde kalan ve Bakanlık tarafından her yıl belirlenecek trampa programlarına alınan yerlerde bulunan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine ait taşınmazlar Hazine taşınmazları ile trampa edilebilir....k) İmar planında yola, oto parka, yeşil sahaya rastlayan veya diğer kamu kurum ve kuruluşlarının görevleri kapsamında sorumlu bulundukları veya bakım ve onarım ile görevli oldukları,taşınmazlar, Hazine taşınmazları ile trampaya konu edilemez.'' Yönetmelik'in ''Başvurunun şekli ve inceleme'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmelik kapsamında kalan taşınmazın maliki, taşınmaz üzerinde paylı veya elbirliği mülkiyet varsa paydaşların veya ortakların hepsi birlikte veya bunlar adına hareket eden vekilleri noterden tasdikli vekâletname ile birlikte, taşınmazın Hazine taşınmazları ile değiştirilmesi için aşağıdaki belgelerle birlikte bir dilekçe ile Kültür ve Turizm İl Müdürlüklerine veya Bakanlığa başvuruda bulunurlar....'' Yönetmelik'in ''Trampa'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Yönetmelik kapsamındaki taşınmazların trampası Maliye Bakanlığınca 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 51 inci maddesinin (g) bendi ile Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre pazarlık usulü ile yapılır. Hazine taşınmazının değerinin daha yüksek olması halinde aradaki fark istekli/isteklileri tarafından peşin ve nakden ödenir.(2) Maliye Bakanlığınca ihale usulü ile trampa talimatı verilen taşınmazlara ilişkin olarak, trampadan istekli/isteklilerin vazgeçmesi halinde, bu isteklilerce başka trampa talebinde bulunulamaz. Aynı Hazine taşınmazı/taşınmazları için birden fazla istekli olduğunda, aynı yeri isteyenler yazılı olarak çağrılırlar. Çağrıya uymayanların trampa isteme hakkı düşer. Trampa yapmaya yetkili mahalli komisyon huzurunda çağrı üzerine gelenlerin arasında yapılacak açık artırmada an fazla fark bedeli vermeyi önerenin önerisi kabul edilir.'' Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun 5/11/1999 tarihli ve 658 no.lu ilke kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Arkeolojik Sit: İnsanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski uygurlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer aldığı yerleşmeler ve alanlardır.Arkeolojik Sitlerde Koruma ve Kullanma Koşulları: Bu bölümde yapılan derecelendirme arkeolojik sitlerin taşıdıkları önem ve özelliklerinin yanısıra, alanda uygulanacak koruma ve kullanma koşullarını kapsar. 1) Derece Arkeolojik Sit: Korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır. Bu alanlada, kesinlikle hiçbir yapılaşmaya izin verilmemesine, imar planlarında aynen korunacak sit alanı olarak belirlenmesine, bilimsel amaçlı kazıların dışında hiçbir kazı yapılamayacağına, ancak; a) Resmi ve özel kuruluşlarca zorunlu durumlarda yapılacak alt yapı uygulamaları için müze müdürlüğünün ve varsa kazı başkanının görüşüyle konunun koruma kurulunda değerlendirilmesine, b) Yeni tarımsal alanların açılmamasına, yalnızca sınırlı mevsimlik tarımsal faaliyetlerin devam edebileceğine, koruma kurullarınca uygun görülmesi halinde seracılığa devam edilebileceğine, c) Höyük ve tümülüslerde toprağın sürülmesine dayanan tarımsal faaliyetlerin kesinlikle yasaklanmasına, ağaçlandırmaya gidilmemesine, yalnızca mevcut ağaçlardan ürün alınabileceğine,ç) Taş, toprak, kum vb. alınmamasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden vb. ocakların açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzeme dökülmemesine,d) Bu alanlar içerisinde yer alan ören yerlerinde gezi yolu düzenlemesi, meydan tanzimi, açık otopark, WC, bilet gişesi, bekçi kulübesi gibi ünitelerin koruma kurulundan izin alınarak yapılabileceğine,e) Bu alanlar içerisinde bulunan ve günümüzde halen kullanılan umuma açık mezarlıklarda sadece defin işlemlerinin yapılabileceğine, f) Taşınmaz kültür varlıklarının mahiyetine tesir etmeyecek şekilde ilgili koruma kurulundan izin almak koşuluyla birleştirme (tevhit) ve ayırma (ifraz) yapılabileceğine, (Ek Bent: 27/4/2016 tarih ve 29696 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 7/4/2016 tarih ve 562 sayılı İlke Kararı) g) Kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da doğal afet yaşanan yerlerde, yapılmasında zorunluluk bulunan geçici uygulamalara ilişkin, zemine en az müdahale edilecek şekilde hazırlanan ve süresi belirlenen projelerin ilgili koruma bölge kurulunda değerlendirilebileceğine, projesi koruma bölge kurulunca uygun görülen geçici uygulamaların Kültür ve Turizm Bakanlığınca oluşturulacak bilim kurulu denetiminde yapılabileceğine,2) Derece Arkeolojik Sit: Korunması gereken, ancak koruma ve kullanma koşulları koruma kurulları tarafından belirlenecek, korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır. Bu alanlarda, yeni yapılaşmaya izin verilmemesine, ancak;a) Günümüzde kullanılmakta olan tescilsiz yapıların basit onarımlarının yürürlükteki ilke kararı doğrultusunda yapılabileceğine,b) (Değ: 27/4/2016 tarih ve 29696 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 07/4/2016 tarih ve 562 sayılı İlke Kararı) derece arkeolojik sit koruma ve kullanma koşullarının a,b,c,ç,d,e,f,g maddelerinin geçerli olduğuna,...karar verildi.'' Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli ve E.2014/50, K.2014/124 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...A- Kuralın Anlam ve Kapsamı2863 sayılı Kanun’un, kültür veya tabiat varlığı niteliğindeki taşınmazlar ile bunların koruma alanlarında bulunan taşınmazlar üzerinde öngördüğü mülkiyet hakkı kısıtlamaları karşısında maliklere, kamusal yarar ile bireysel yarar arasındaki dengeyi korumak amacıyla, ve maddelerinde çeşitli yardımlardan ve bazı muafiyetlerden yararlanma hakkı tanınmış; maddesinde de taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile bunların koruma alanlarının kamulaştırılmasında esas alınacak kurallara yer verilmiştir. Kültür ve tabiat varlıkları, Anayasa’nın maddesiyle Devlete yüklenen koruma yükümlülüğünün bir gereği olarak kamulaştırılmaktadır. Kamulaştırma süreci, zamana yayılı ve ödeneğe bağlı şekilde yürütülmektedir. Kanun koyucu, bu süreç içerisinde, Kanun’dan kaynaklanan mülkiyet hakkı kısıtlamaları nedeniyle doğabilecek mağduriyetlerin önlenebilmesi amacıyla, Kanun’un maddesinin birinci fıkrasına, 3386 sayılı Kanun’un maddesiyle(f) bendini eklemiştir. Bu bentte, sit alanı olması nedeniyle kesin inşaat yasağı getirilmiş korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parsel maliklerine, başvuruda bulunmaları hâlinde taşınmazını bir başka Hazine arazisiyle takas etme imkânı tanınmış; bu imkândan yararlanabilmek için parsel maliki ya da maliklerinin başvurusu yeterli görülmüştür. Ayrıca bu bendin uygulamasında, 4706 sayılı Kanun’un mülga maddesi de göz önünde bulundurulmakta ve takas işlemlerinde, taşınmaz maliklerinin kabul etmesi hâlinde Hazineye ait taşınmazların satış işlemlerinde ödeme aracı olarak kabul edilmek üzere, taşınmazın bedelini gösteren bir belge de verilebilmekteydi.Ancak uygulamada, sit alanı ilan edilen ve onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen alanlardaki parsellerin, kullanılabilir bütünlükte kamunun mülkiyetine geçirilememesi ve müstakil olarak tasarruf edilememesi üzerine 5838 sayılı Kanunla 4706 sayılı Kanun’un anılan hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca 2863 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının sözü edilen (f) bendi de, 5917 sayılı Kanun ile değiştirilerek yürürlükte bulunan hâlini almıştır.Bu düzenlemeye göre, takasın konusunu, sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parsellerin, başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilmesi oluşturmaktadır. Kanun’un maddesinin (a) fıkrasında, bir alanın “sit alanı” ilan edilmesi ve bunun sonuçları ile koruma amaçlı imar planının yapım aşamasına ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Buna göre belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar “sit” ilan edilen alanda üç yıl içinde koruma amaçlı imar planı hazırlatıp incelemek ve sonuçlandırmak üzere koruma bölge kuruluna vermek zorundadır. Fıkrada bu süre içinde zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde koruma bölge kurulunca gerekçeli olarak bu sürenin uzatılabileceği de öngörülmüştür. Dolayısıyla sit ilan edilen alanda bulunan taşınmazın takasa konu edilebilmesi, söz konusu idari sürecin sonunda onanlı korunma amaçlı imar planının hazırlanmış olmasına ve bu planda taşınmaza kesin inşaat yasağı getirilmiş olmasına bağlıdır. İtiraz konusu kural, bu nitelikteki taşınmazların Hazineye ait arsa ve arazilerle müstakil veya hisseli olarak takas edilmesi amacıyla yapılacak başvurunun, aynı ada içerisinde yer alan tüm maliklerce yapılmasını öngörmektedir. Kuralın devamında ise takasa konu taşınmaz karşılığında önerilen Hazineye ait parsellerin maliklerin tamamı tarafından kabul edilmesi gerektiği ayrıca hükme bağlanmıştır.B- Anayasa’ya Aykırılık SorunuBaşvuru kararında, üzerinde taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları bulunan parsellerin Hazineye ait başka arsa veya arazilerle müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilmesi için Kanun’un maddesinin (f) bendi ile tanınan imkândan faydalanmanın, aynı ada içerisindeki bütün parsel maliklerinin başvurusu koşuluna bağlanmasının mülkiyet hakkını ölçüsüz şekilde sınırlandırıcı nitelikte olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesine göre, ilgisi nedeniyle itiraz konusu kural Anayasa’nın maddesi yönünden de incelenmiştir.Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır.Anayasa’nın maddesinde, herkesin, mülkiyet hakkına sahip olduğu; bu hakkın kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği; mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır.Mülkiyet hakkına getirilen sınırlamaların Anayasa’ya uygun olabilmesi için Anayasa’nın maddesinde öngörülen temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin ilkelere uygun olması gerekir. Anayasa’nın maddesinde her hakkın yalnızca ilgili maddedeki sebeplerle sınırlandırılması öngörülmüştür. Diğer taraftan sınırlamanın sınırı olarak demokratik toplum düzenine aykırı olmama ilkesinin yanında, hakkın özüne dokunmama, ölçülülük ilkesine ve laik Cumhuriyetin gereklerine aykırı olmama koşulları da getirilmiştir. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hâle getiren sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Anayasa’nın “Tarih kültür ve tabiat varlıklarının korunması” başlıklı maddesinde, Devletin, tarih kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alma ödevine yer verilmiş ve özel mülkiyet konusu olan varlık ve değerlere getirilecek sınırlamaların ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımların ve tanınacak muafiyetlerin kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. 2863 sayılı Kanun, Anayasa’nın maddesiyle Devlete yüklenen ödevin bir gereği olarak kültür ve tabiat varlıklarının korunması amacıyla çıkarılmıştır. Anılan Kanun ve bu Kanun’a dayanılarak çıkarılan ikincil mevzuatta kültür veya tabiat varlığı niteliğindeki taşınmazlar ile bunların koruma alanlarında bulunan taşınmazlar üzerinde, mülkiyet hakkının doğasından kaynaklanan kullanma ve yararlanma haklarında belli kısıtlamalar öngörülmektedir. Malikin, kullanma ve yararlanma hakkında çeşitli kısıtlamalara gidilmesinin mülkiyet hakkına müdahale niteliği taşıdığı açıktır. Bu kısıtlamalarla, Anayasa’nın maddesiyle Devlete bir ödev olarak yüklenen kültür ve tabiat varlıklarını koruma amacı güdüldüğünden, müdahalenin meşru bir amaca dayandığı ve kamusal yarar amacıyla yapıldığı açıktır. Ancak, mülkiyet hakkına getirilen sınırlamalarda meşru bir amaca dayanılsa ve kamusal yarar gözetilse bile kamusal yarar ile malikin bireysel yararı arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerektiği açıktır.Koruma bölge kurulunca bir alanın “sit” olarak ilan edilmesi, imar planı uygulamalarının durması yanında, mevcut imar planının yürürlükten kalkması ve yeni plan yapılması, eski plan doğrultusunda verilen inşaat ruhsatlarının gözden geçirilmesi, geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma koşullarının belirlenmesi, koruma amaçlı imar planı yapılması gibi birtakım zorunluluklar yanında; yapılaşmanın yasaklanması veya kısıtlanması, izinsiz fiziki ve inşaî müdahalelerin yasaklanması, yapıların kullanım amacının değiştirilmesinin yasaklanması gibi birtakım mülkiyet hakkını kısıtlayıcı sonuçlar doğurmaktadır. Kanun koyucu, kamusal yarar ile bireysel yarar arasındaki makul dengeyi sağlamak amacıyla kültür ve tabiat varlığı niteliğindeki veya bunların koruma alanlarındaki kullanma ve yararlanma hakları kısıtlanmış taşınmazların idarece kamulaştırılmasını veya şartları oluşmuşsa Hazine arazileriyle takas edilmesini öngörmüş ve maliklere bazı yardımlar ve muafiyetlerden yararlanma hakkı tanımıştır. Kuralın itiraza konu kısmında, takas imkânından yararlanılabilmesi için, kültür ve tabiat varlığının bulunduğu parselin yer aldığı ada içerisindeki tüm parsel maliklerince birlikte başvuruda bulunulması ve kuralın devamında da takasa konu parsel karşılığında önerilen Hazineye ait parsellerin, maliklerin tamamı tarafından kabul edilmesi koşulu öngörülmektedir. Takas imkânı, kamulaştırmanın ödeneğe bağlı ve zamana yayılı olması nedeniyle doğabilecek mağduriyetleri gidermek amacıyla öngörülmüştür. Maliklerin mülkiyet hakkı üzerindeki kısıtlamaların adil bir kamulaştırma bedeli ödenmeden uzun süre devam etmesi, mülkiyet hakkını sona erdirmemekle birlikte, hakkın kullanılamaz hâle gelmesine yol açabilecek niteliktedir. Bunu önlemek isteyen kanun koyucu takas yoluyla adil dengenin daha hızlı bir biçimde sağlanmasını amaçlamıştır.İtiraz konusu kuralla takas için aynı ada içerisindeki bütün parsel maliklerinin başvurusunun zorunlu tutulması, maliklere, aynı ada içerisindeki diğer maliklere ulaşma ve onları takas yapma hususunda ikna etme zorunluluğunu da dolaylı olarak yüklemektedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesi elbirliği ya da müşterek mülkiyet nedeniyle birden fazla hak sahibinin bulunması gibi durumlarda daha da zorlaşmaktadır. Oysa taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının bulunduğu parsellerin maliklerinin mülkiyet hakları, “sit alanı ilan edilmiş olma” ve “koruma amaçlı imar planıyla kesin inşaat yasağı getirilme” şartları nedeniyle hâlihazırda uzun süreli bir kısıtlamaya tabidir ve kamulaştırmanın ne zaman gerçekleşeceği de belirsizdir. Bu şartlar altında kamulaştırma süreci içinde doğabilecek mağduriyetlerin önlenebilmesi amacıyla öngörülen takas imkânının kullanımının “aynı ada içindeki bütün parsel maliklerinin başvurusuna” bağlanarak güçleştirilmesinin, mülkiyet hakkı üzerindeki kısıtlamaların öngörülemeyen bir süre boyunca devam etmesi sonucunu doğurduğu açıktır. Bu niteliği ile itiraz konusu kural, bireysel yarar ile kamusal yarar arasındaki makul dengeyi bozarak, mülkiyet hakkının ölçüsüz biçimde sınırlandırılmasına ve hakkın özüne dokunarak kullanılamaz hâle gelmesine yol açacak niteliktedir...." Danıştay İçtihatları Danıştay Altıncı Dairesinin 13/11/2015 tarihli ve E.2015/4974, K.2015/6691 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Uyuşmazlıkta, davacının tazminat konusu taşınmazları 1996 tarihinde satın aldığı, 1998 tarih ve 3311 sayılı Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla derece arkeolojik sit alanı ilan edildiği, 1815 ada, 6 parsel sayılı taşınmazın tamamının, 1816 ada 10 parsel sayılı taşınmazın yarıya yakın kısmının derece arkeolojik sit alanı sınırları içerisinde kaldığı, Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 2010 tarihli, 2704 sayılı kararı ile ve Derece Arkeolojik Sit alanlarına ilişkin 1/5000 ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planı ve plan notlarının düzeltilerek onandığı, derece sit alanlarına kesin inşaat yasağı getirildiği, 1815 ada 6 parselin tamamının,1816 ada 10 parselin yarıya yakın kısmının kesin inşaat yasağı getirilen alan sınırları içerisinde kaldığı;Davacının 2012 tarihli dilekçe ile davalı idareden trampa talebinde bulunduğu, bu talebe Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen 2012 tarihli, 247574 sayılı cevabi yazıda, derece arkeolojik sit alanında kalan taşınmazlar için trampa işleminin uygulanabileceği ve 'Sit Alanlarında Kalan Taşınmazların Hazine Taşınmazları ile Değiştirilmesi Hakkında Yönetmeliğin' maddesinin fıkrasına göre Yönetmeliğin maddesinde belirtilen koşulları taşıyan aynı ada içerisindeki bütün parsel maliklerinin trampa talebinde bulunması halinde trampa işlemlerine devam edilebileceğinin bildirildiği;Davacının 2012 tarihli dilekçe ile bu kez taşınmazların kamulaştırılması istemiyle davalı idareye başvurduğu,davalı idare tarafından 2013 tarihli cevapta,ödeneğin yetersiz olması nedeniyle kamulaştırma işleminin yapılamayacağı, kamulaştırılması istenen taşınmazlardan 1816 ada 10 parselin bir kısmının koruma amaçlı 1/1000 ölçekli imar planında park alanında kaldığı kamulaştırma talebinin Atakum Belediyesine iletilebileceği bildirilmesi üzerine;Taşınmazların derece arkeolojik sit alanı ilan edilmesi ve koruma amaçlı imar planları uyarınca inşaat yasağı getirilmesi nedeniyle taşınmaza kamulaştırmasız el atıldığı ve mülkiyet hakkının kısıtlandığından bahisle kamulaştırmasız el atma bedelinin ödenmesi istemiyle 2013 tarihinde açılan Samsun Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2013/271 esasına kayıtlı davanın,uyuşmazlık 2942 sayılı Kanunun Geçici maddesi uyarınca imar kısıtlığından kaynaklandığından, idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görev yönünden reddine karar verildiği, davacı tarafından görev ret kararı üzerine taşınmazının arkeolojik sit alanı olarak ayrılmasının üzerinden uzun bir süre geçmesine karşın kamulaştırılmadığından bahisle taşınmaz bedeli olan 129,-TL tazminatın adli yargıdaki dava açma tarihi olan 2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Danıştay Altıncı Dairesinin 2015 tarihli, E:2015/4974 sayılı ara kararı ile; davalı idareden uyuşmazlığa konu taşınmazlar için Mahkeme karar tarihi olan 2015 tarihinden sonra davacının trampa başvurusu olup olmadığı, trampa ile ilgili yapılan işlemlerin neler olduğunun sorulmasına karar verilmiş, davalı idare tarafından verilen 2015 tarihlicevap ve ekli belgelerden uyuşmazlığa konu taşınmaz ile aynı adada bulunan 1815 ada 5 parsel sayılı ve 1816 ada 1 ve 12 parsel sayılı taşınmazların trampa için başvuruda bulunduğu, 2015 yılı trampa proğramında değerlendirmeye alınacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 3/7/2014 tarihli,E:2014/50, K:2014/124 sayılı kararıyla 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının f bendi ilk cümlesinde yer alan, '…aynı ada içerisindeki bütün parsel maliklerinin başvurusu ve karşılığında önerilen parsellerin tamamının kabulü koşuluyla,…' ibaresi iptal edilmiş ise de; Davalı idarece trampa için; 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının f bendi dayanak olarak alınan 'Sit Alanlarında Kalan Taşınmazların Hazine Taşınmazları ile Değiştirilmesi Hakkında Yönetmeliğin' maddesinin fıkrasında 'Yönetmeliğin maddesinde belirtilen koşulları taşıyan aynı ada içerisindeki bütün parsel maliklerinin trampa talebinde bulunması' şartının gerçekleşme durumunun halen hatalı bir şekildearandığı anlaşılmıştır. Bu durumda, yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri uyarınca idarelerin sit alanlarında kamulaştırma yapma zorunluluğunun bulunmadığı, ancak uyuşmazlığa konu olayda, trampa için gerekli olan koruma amaçlı imar planı kapsamında ve inşaat yasağı getirilen derece arkeolojik sit alanında bulunmakoşullarına sahip davacı taşınmazları için davacı tarafından 2012 tarihinde trampa talebinde bulunularak sorumluluğunu yerine getirilmesinerağmen, bu güne kadar trampa işlemlerinin gerçekleştirilmemesi sonucu kamulaştırılma için yapılan başvurunun da ödenek yetersizliği nedeniyle reddedildiği, 1998 tarihinden itibaren davacının taşınmazlarının derece arkeolojik sit alanında bulunması nedeniyle kesin inşaat yasağı getirilmesinden dolayı mülkiyet hakkının süresi belirsiz şekilde kısıtlandığı anlaşıldığından; İdare Mahkemesince hükme esas alınan ve Kamulaştırma Kanunu’nun maddesi hükümlerine göre ve dava konusu taşınmazın cinsi, nevi, emsal nitelikteki taşınmazların nitelik ve satış fiyatı, emlak vergisine esas değeri gibi kriterler doğrultusunda usulüne uygun olarak hazırlanan bilirkişi raporuna göre tespit edilen,arkeolojik sit alanına isabet eden taşınmazların bedelinin tazminat olarak ödenmesinde hukuka aykırılık görülmemiştir...'' Danıştay Altıncı Dairesinin 19/4/2016 tarihli ve E.2016/266, K.2016/1898 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"..kısmen veya tamamen özel mülkiyete geçmiş olan taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve koruma alanlarının Bakanlığın hazırlayacağı bir program dahilinde kamulaştırılacağı, uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin gerçekleştirilmesi amacıyla kamulaştırma yapılacağı, ayrıca bu statüde bulunan taşınmazların kullanılmasından yararlanmak hususunda yasal sınırlamalar yanında belli koşullar dahilinde kullanıma izin verildiği, sit alanı ilan edilen ve koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen taşınmazlar için takas talebinde bulunulabileceği, takas işlemine ilişkin usul ve esasların yönetmelikte düzenleneceği, takas talebinin kabul edilebilmesi için taşınmazın sit alanında olması ve 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı bulunmasının gerektiği, kanun hükmü gereği plan yapmaya yetkili idarelere sit alanı ilanından itibaren belirli bir sürede koruma amaçlı imar planını yapma zorunluluğu getirildiği görülmektedir.Öncelikle, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile bunların korunma alanları, sit alanlarından farklılık arz etmektedir. Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı örnekleri 2863 sayılı Kanun'un ilgili maddesinde ayrı ayrı sayılarak (örneğin, kaya mezarlıkları, höyükler, tümülüsler ) somutlaştırılmıştır. Sit alanları ise koruma statü ve dereceleri farklılık arz etmekle birlikte hazırlanacak bilimsel raporlar doğrultusunda tarihi, kültürel veya tabiat güzelliklerinin alanın bütünselliğiyle beraber koruma altına alındığı alanı ifade etmektedir. Bu ayrımın bir sonucu olarak gerçek veya tüzel kişilerin mülkiyetine geçmiş olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları için Kanun'un maddesinin a fıkrasında taşınmazların program dahilinde kamulaştırılması esası getirilmiş;ancak sit alanında bulunan ve gerçek veya tüzel kişilerin mülkiyetine geçmiş olan taşınmazlar için kamulaştırma esası benimsenmemiş, bunun yerine aynı maddenin (f) bendinde takas imkanı getirilmiştir.Uyuşmazlığa konu olayda davacının taşınmazı ve derece arkeolojik sit alanında bulunmaktadır. derece sit alaınında bulunan taşınmaz için ilke kararında belirlenen şartlar dahilinde mülkiyet hakkından yararlanma imkanı bulunmaktadır. derece sit alanında bulunan taşınmaz Terzi Höyüğünde olması nedeniyle derece arkeolojik sit alanı içine alınmış ve 658 nolu ilke kararında yer alan 'Höyük ve tümülüslerde toprağın sürülmesine dayanan tarımsal faaliyetlerin kesinlikle yasaklanmasına, ağaçlandırmaya gidilmemesine, yalnızca mevcut ağaçlardan ürün alınabileceğine,' şeklindeki düzenleme gereği tarımsal faaliyet yapılamıyor ise de, yasa gereği kamulaştırma zorunluluğu bulunmadığından davacı taşınmaz bedelinin ödenmesi şeklinde tazminat isteyemez. Ancak tarımsal faaliyet yapamamaktan dolayı oluşan zararını isteyebilir...'' Danıştay Altıncı Dairesinin 1/6/2017 tarihli ve E.2016/13368, K.2017/4419 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"..taşınmazın 3/4 hissesinin davacı tarafından 1974 tarihinde edinildiği, taşınmazın arsa vasfında olduğu, İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 1994 tarihli, 3387 sayılı kararı ile Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak belirlendiği, 2012 tasdik tarihli 1/5000 ölçekli Küçükçekmece Rhegion Antik Kenti ve Derece Arkeolojik Sit Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planında ve 2015 tarihli 1/1000 ölçekli Küçükçekmece Rhegion Antik Kenti ve Derece Arkeolojik Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planında A derece arkeolojik sit alanında kaldığı, taşınmazın bulunduğu alanda imar uygulaması yapılmadığı, taşınmaz çevresinin derece tarihi sit alanında kaldığından yapılaşma olanağı bulunmadığı, taşınmazın yakın çevresinde daha çok gecekondu nitelikli yapıların bulunduğu anlaşılmaktadır.Uyuşmazlık, kesin yapılaşma yasağı bulunan derece arkeolojik sit alanında kalan taşınmazın uzun müddet kamulaştırılmadığından bahisle kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat talebinin reddine ilişkin işlemden kaynaklandığından, bu durumda, kesin inşaat yasağı bulunan ve derece arkeolojik sit alanı ilan edilen, özel mülkiyete konu taşınmazların malikleri tarafından nasıl kullanılacağı, tarımsal faaliyetler gibi gelir getirici faaliyetlerde bulunup bulunulmadığı, taşınmazın satışı, kiraya verilmesi gibi özel hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerin kullanılıp kullanılmadığı gibi hususların olayın özelliğine göre ortaya konulması, dava konusu olayın içeriğine göre kamulaştırmasız el atmanın şartlarının oluşup oluşmadığının ve dava konusu taşınmazın statüsü de ortaya konulmak suretiyle taşınmazın kamulaştırması zorunlu bir taşınmaz olup olmadığının ortaya konulması suretiyle tazminat istemi hakkında bir karar verilmesi gerekmektedir.Bu durumda, davacının taşınmazının arkeolojik sit alanında kaldığı ve taşınmaz için ilke kararında belirlendiği üzere mülkiyet hakkından yararlanma imkanı bulunmadığı, ancak bu statüde bulunan taşınmazlara yönelik olarak hazine taşınmazlarıyla takas imkanının sunulması için koruma amaçlı imar planı bulunması gerektiği, koruma amaçlı imar planı yapımı için idarelere sit alanı ilanından itibaren belli bir yasal süre tanındığı, esasen uyuşmazlığa konu taşınmazın kamulaştırılması zorunlu bir statüde bulunmadığı ve bu nedenle kamulaştırmasız el atma nedeniyle oluşan bir zarardan bahsedilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerekirken aksi yönde verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin kararda isabet görülmemiştir...'' Danıştay Ondördüncü Dairesinin 7/5/2018 tarihli ve E.2015/4139, K.2018/3292 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Davacının,taşınmazının 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun maddesi hükmü uyarınca kamulaştırılması istemiyle 2012 tarihinde idareye başvurduğu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün 2013 günlü 15529 sayılı işlemi ile 2013 yılı mali ödeneğinin yetersiz olması nedeniyle değerlendirmeye alınamadığı, önümüzdeki yıllarda ödenekler ölçüsünde gündeme alınabileceği yönünde cevap verildikten sonra davacının bu işleme ve bu işlem nedeniyle uğradığını iddia ettiği zararların tazmini istemiyle, süresi içerisinde idari yargıda dava açması gerekirken, Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı 'Kamulaştırmasız El Koyma Nedeniyle Alacak Davası'nınMahkemesince, 'taşınmaza idarece fiilen el atılmadığı, taşınmazın mevzuattan kaynaklı bir takım kısıtlamalara maruz kaldığı ve bu nedenle davanın idari yargıda görülmesi gerektiği' gerekçesiyle görev yönünden reddedilmesinden sonra, davacının kamulaştırmasız el atılan bedelin tahsili istemiyle idari yargıda dava açtığı, davasını da 2012 tarihli taşınmazının kamulaştırılması talepli başvurusuna karşı Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce tesis edilen işleme dayandırdığı dava dilekçesinden anlaşılmaktadır.Bu durumda, davacının taşınmazının kamulaştırılması isteğinin, yargılama aşamasında tazminat istemine dönüştüğü görülmekte olup, insanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski uygarlıkların sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıttığı için evrensel değeri olması nedeniyle korunması gerektiğinden ve uyuşmazlık konusu tescil kaydı konulan taşınmazın, kamu hizmetine ayrılmadığı ve idarece taşınmaza fiili bir el atma durumununun bulunmadığı dikkate alındığında, Mahkemece; yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesi suretiyle, taşınmazın kültür ve tabiat varlıklarının ve koruma alanlarının Bakanlığın hazırlayacağı bir program dahilinde kamulaştırılacağı, bu statüde bulunan taşınmazlardan yararlanma hususunda getirilen yasal sınırlamalar yanında belli koşullar dahilinde kullanımına izin verildiği, sit alanı ilan edilen ve koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen taşınmazlar için takas talebinde bulunulabileceği gözetilerek bir karar verilmesi dolayısı ile arkeolojik sit alanı ilan edilen taşınmazın kamulaştırılması istemiyle yapılan başvurunun reddi işleminden kaynaklandığı iddia edilen zararın tazmini istemine ilişkin yargılama yapılması gerekirken, taşınmaza idarece fiilen el atıldığı gerekçesiyle, asliye hukuk mahkemesinde yapılan yargılama sırasında yaptırılan, taşınmazın bedelinin tespit edildiği rapora göre tazminat talebinin kabulü yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir...''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) taşınmazın arkeolojik sit alanı olarak ilan edilmesi şikâyetine ilişkin Sinan Yıldız ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37959/04, 12/1/2010) kararında, 2863 sayılı Kanun'da mutlak bir inşaat yasağının öngörülmediğine ve bütünüyle bir satış yasağının söz konusu olmadığına dikkati çekmiştir. AİHM bu bağlamda başvurucuların yalnızca mülklerinde yapacakları tadilatlar veya satış için ilgililerin iznini almak zorunda olduklarına işaret etmiştir. AİHM özellikle arkeolojik değeri bulunan bir alanın korunması amacına ilişkin -müdahalenin kanundaki güvenceler de dikkate alındığında- ölçülü olduğu sonucuna varmıştır. Diğer taraftan Tiryakioğlu/Türkiye (B. No: 24404/02, 13/5/2008) kararında da ruhsata aykırı bir yapının yıkılması şikâyeti incelenmiştir. AİHM, başvurucunun inşa ettirdiği askerî bölge içindeki yapı yönünden inşaat yapılamayacağının başvurucu tarafından öngörülebilir olduğuna ve kamu makamlarının da yıkım kararı almış olduğuna dikkati çekerek mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu gerekçesiyle başvuruyu açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/28732 | Başvuru, arkeolojik sit alanı olarak tescil edilen taşınmazın kamulaştırılmaması ve bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; davanın makul sürede sonuçlandırılamaması, soruşturma evresinde müdafi yardımından faydalandırılmaması, delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında hataya düşülmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 20/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 9/2/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlığın görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 5/11/2005 tarihli kavgada gerçekleşen yaralama fiiline ilişkin olarak soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 6/11/2005 tarihinde bir gün süreyle gözaltına alınmış, aynı tarihli kolluk ifadesini müdafii Fadıl Ünal hazır bulunmak suretiyle vermiştir. Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığının 28/2/2007 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında kasten yaralama suçunu işlediğinden bahisle kamu davası açılmıştır. Akhisar Asliye Ceza Mahkemesinin E.2007/79 sayılı dosyası kapsamında başlayan yargılamada toplam on beş duruşma yapılmış; Mahkemenin 16/4/2009 tarihli ve E.2007/79, K.2009/260 sayılı kararıyla başvurucu 13 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 27/12/2012 tarihli ve E.2011/4898, K.2012/46313 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma ilamının ilgili kısmı kısmı şöyledir:"Sanıkların üzerine atılı suçlar için yasa maddesinde öngörülen hapis cezasının alt sınırı itibariyle istinabe suretiyle sorguya çekilemeyeceği gözetilmemesi suretiyle 5271 sayılı CMK'nin 196/ maddesine muhalefet edilmesi, (...) bozulmasına karar verildi." Bozma üzerine yeniden yapılan yargılamada, Akhisar Asliye Ceza Mahkemesinin 3/10/2013 tarihli ve E.2013/124, K.2013/726 sayılı kararıyla başvurucunun 13 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"(...) ağız münakaşasınınkavgaya dönüştüğü, dosyadakiraporlarına görealkollü olan sanıkların üçünün birliktemağdurlara saldırdıkları, sanıkT.nin mağdur E.ye vurduğu sıradasanıklarA. ve Serkan'ın ise, mağdur A.yıdövdükleri,sanık T.ninçıkardığıbıçaklailk önce mağdur E.yibıçakla kolundan dosyadaki raporda tanımlandığı şekildebasit tıbbımüdahale ile giderilebilir şekildeyaraladığı, kolundan bıçakla yaralananmağdur E.yi bırakıp bu kezsanıklar A. ve Serkan'ındövmekteolduklarımağdurA.nın yanına gittiği, bu iki sanığındövmekte olduğu mağdur A.yaelindekibıçağıtekdarbeilesallamak suretiylemağdurA.yı dosyada mahkememizce aldırılan kesin raporu ilebıçakla basit tıbbımüdahaleile giderilemeyecek solgözünün görme işlevini yitirecek biçimdeorganlarından birininişlevini yitirmesine, yine yüzündesabit ize, yaşamını tehlikeye sokan birduruma vehayat fonksiyonlarına etkisi orta (3) derecede olacak şekilde kafa kemiğinde kırığa neden olacak şekilde yaraladığı, sanık T.nin bu şekilde mağdur A.ya bıçağısalladığısırada diğer iki sanığın damağdur A.ya vurmaya devam ettikleri,mağdur A.nıngözündenyaralanması üzerinesanıkların arasından kaçarakolay yerinin önündengeçendevlet karayolunun karşısına kaçmaya çalıştığı,bu sırada sanıkların üçünün de mağdur A.yı kovaladıkları, peşinden yolun karşısına geçtikleri, burada mağdur A.nın yüzünden gözünden akan kanı temizlemeyeçalıştığı sıradasanık A.nın mağdur A.nınkafasına vurmaya devam ettiği,buhususungerekmağdurun anlatımları ve fotoğraf üzerindenmahkememizde yaptığı teşhislevehastanedesanıklarıgörerek bizzat yaptığı teşhislegereksetanıklar...anlatımı ve teşhisleri ile katılan E.nin anlatımı ile sabit olduğu dosya kapsamı ilekesin olarak ortayakonulmuştur." Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 7/5/2014 tarihli ve E.2014/11557, K.2014/17940 sayılı ilamıyla onanmış ve sonucu başvurucu müdafiine aynı tarihte tefhim edilmiştir. Başvurucu 6/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun; a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına, .... c) Yüzünde sabit ize, d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,...(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun; .... b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine, ....Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, ... üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8486 | Başvuru, davanın makul sürede sonuçlandırılamaması, soruşturma evresinde müdafi yardımından faydalandırılmaması, delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında hataya düşülmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyonca, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/23992 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda yer verilen başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonlarca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından İçtüzük'ün maddesi uyarınca ekli tabloda belirtilen başvurucular hakkında tesis edilen sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli listede numaraları belirtilen başvuruların 2016/22584 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Çeşitli ülkelerin vatandaşı olan başvurucular farklı tarihlerde Türkiye'ye giriş yapmış olup hepsi hakkında 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesi uyarınca sınır dışı etme kararı alınmıştır. Başvurucuların tümü, haklarında alınan sınır dışı etme kararının uygulanması hâlinde geri gönderilecekleri ülkede kötü muameleye maruz kalma tehlikesi altında bulunduğunu belirterek verilen kararın iptali için dava açmıştır. Mahkemeler, başvurucular hakkında alınan sınır dışı etme kararının mevzuata uygun olduğunu belirterek davaların reddine karar vermiştir. Bazı başvurucular yukarıda belirtilen iddialarının yanında haklarında sınır dışı etme kararı alındıktan sonra hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulduklarını, ayrıca tutuldukları merkezin fiziki koşullarının insan haysiyetine aykırı olduğunu belirtmiştir. Karar tarihi itibarıyla tüm başvurucuların tutuldukları geri gönderme merkezinden salıverildikleri anlaşılmaktadır. Tüm başvurular otuz günlük yasal başvuru süresi içinde yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38; T.T., B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25; B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/22584 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa itirazın bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmalı incelenip karara bağlanmaması, tutukluluk incelemeleri sonucu verilen kararların kendisine tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; masumiyet karinesinin; yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; hukuka aykırı delillerin kullanılması ve savunmasını hazırlamak için gerekli kolaylıklardan faydalanamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar ve gözaltına alındığı ilk andan itibaren avukat yardımından yararlandırılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının; mal varlığına tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarında (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitlerin (Selçuk Özdemir, § 22) bir kısmı şöyle özetlenebilir:i. Devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan FETÖ/PDY; amaçları doğrultusunda yetiştirdiği gençleri devlet yönetimi bakımından önemli görülen Türk Silahlı Kuvvetleri, emniyet teşkilatı ve mülki idare birimlerinin yanı sıra yargı kurumlarına da yerleşmeye teşvik etmiş ve yargıdaki kadrolaşmaya büyük önem vermiştir.ii. FETÖ/PDY; kendisine mensup olan hâkim ve savcılara sosyal hayatlarındaki tutum ve davranışlarının nasıl olacağından ibadetlerini gizlilik içinde nasıl yerine getireceklerine, görevlerini yaparken hangi yönde karar vereceklerinden eşlerini nasıl ve kimler arasından seçeceklerine, kendilerinin ve eşlerinin kılık kıyafetlerinden görev yeri olarak nereyi tercih edeceklerine, siyasal tercihlerinden kimlerle arkadaşlık kuracaklarına kadar yaşamlarının her alanını dizayn etmeye yönelik telkin ve talimatlarda bulunmuştur. iii. FETÖ/PDY ile bağı bulunan yargı mensupları, adaylık sürecinden itibaren mesleğin her aşamasında gizliliğe azami dikkat ederek bu yapılanmayla ilişkilerinin bilinmesine engel olmaya çalışmışlar; bunun için kendilerini farklı sosyal gruplara aitmiş gibi gösterme gayreti içinde bulunmuşlardır. Bu bağlamda FETÖ/PDY ile irtibatı olan birçok yargı mensubunun sosyal ortamlarda birbirleriyle yakın ilişki kurmadıkları, ibadetlerini gizli olarak yaptıkları, inançlarına aykırı davranışlarda bulundukları, aralarındaki iletişimde gizli haberleşme yöntemleri -ByLock ve kod adı gibi- kullandıkları belirtilmiştir. iv. Kendisine kutsallık atfetmekte olan FETÖ/PDY'nin yargı kurumlarındaki mensupları da vatan, devlet, millet, ahlak, hukuk, temel hak ve özgürlükler de dâhil olmak üzere her şeyin değer olarak yapılanmadan sonra geldiği anlayışına sahiptir. v. FETÖ/PDY ile irtibatı bulunan yargı mensupları, yapılanmaya olan sadakatlerinin derecesine göre kendi içlerinde gruplara ayrılmıştır. Ayrıca yapılanmaya mensup hâkim ve savcılar, görev yerlerine göre örgütlenmiştir. Bu çerçevede her bir yargı kurumu/birimi içinde periyodik olarak toplantılar yapılmaktadır. vi. FETÖ/PDY mensupları, kendilerinden olmayan hâkim ve savcılarla ilgili edindikleri bilgileri ve bu kişilerin yapılanmaya yönelik tutum ve değerlendirmelerini öğrenerek bağlı oldukları üstlerine (abi/abla veya imam) iletmektedirler.vii. FETÖ/PDY içinde gerektiğinde -bu yapılanmanın kurucusu ve lideri olan- Fetullah Gülen ile doğrudan irtibat kurabilen ve yapılanmanın Türkiye imamına bağlı olarak hareket eden bir yargı imamı bulunmaktadır, bu kişi yargı içinde söz sahibi olabilecek kişiler arasından seçilmektedir.viii. Yapılanmayla irtibatı olan yüksek yargı mensuplarının kurum içinde yapılan seçimlerde yapılanmadaki üstlerinden gelen talimatlar doğrultusunda oy kullandıkları belirtilmektedir.ix. Her seviyedeki yargı kurumu içinde örgütlenmiş olan FETÖ/PDY, örgütün imamlarından aldığı talimatlar uyarınca ve örgüt çıkarları doğrultusunda hareket eden binlerce yargı mensubu eliyle yargı sistemi üzerinde bir vesayet oluşturmuştur. B. Başvurucuyla İlgili Süreç Olay tarihinde Aksaray'da hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu hakkında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ağır cezalık suçüstü hâli bulunduğu değerlendirilerek FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun meslekten ihraç edilmesine karar verilmiş ve anılan karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla meslekten ihraç edilenler hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 18/7/2016 tarihinde teslim olan başvurucu gözaltına alınmıştır. Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Aksaray Sulh Ceza Hâkimliği 16/7/2016 tarihinde, başvurucu hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin olarak müdafinin ve tarafların dosya içeriğini incelemesinin veya belgelerden örnek almasının soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucunun 19/7/2016 tarihinde savcılıkta müdafii huzurunda verdiği ifadesinin ilgili kısımları şöyledir: "...Üniversite hazırlığında Yozgat da derece yapmam nedeniyle burslu şekilde hiç bir grup ile bağlantısı olmayan Delta Başarı dershanesine gittim. Başka herhangi bir dershaneye gitmedim. Üniversite eğitimim sırasında bekar evinde birkaç arkadaşlakaldım. Herhangi bir yurtta kalmadım. Bu evinde herhangi bir cemaatle alakası yoktur. Yozgat da ise sınavla kazandığımız Devlet Parasız Yatılı lise yurdunda kalmıştım...Bugün kadar herhangi dergi yada gazete aboneliğim olmamıştır. Özel olarak takip ettiğim gazete yada dergi yoktur. Ancak daha çokHürriyet Gazetesine ve internet sayfasına bakarım. Bunun haricinde Zaman Gazetesi, Bugün Gazetesi ve Sızıntı Dergilerini takip etmem okumam. Bugüne kadar maaş hesaplarının açıldığı bankalar dışında hiç bir özel bankada hesap açtırmadım. Kredi almadım. Para yatırmadım. Ben eğitim merkezindeyken sınıf temsilciliği, albüm kurulu üyeliği gibi üyeliklerde bulunmadım. O dönem doktora yapıyordum ve doktoramla meşguldüm. Özel olarak Kanal D Haber ile TRT World kanalını seyrediyorum. Bunun haricinde özel takip ettiğim bir kanal yoktur. Türksat yayın ağından Samanyolu Haber, Samanyolu TV Bugün TV gibi kanallar çıkarıldıktan sonra benim bu kanalları izlemek için özel bir girişimde bulunmam söz konusu değildir. Biz apartmanda merkezi sistem kullanıyoruz. Özel olarak bir çanak almam da söz konusu değildir. Bu mihvalde hiç bir cihaz almadım... 2012 yılında Adalet Bakanlığı tetkik hakimi iken Bakanlık kanalı ile Amerika'ya yabancı dil eğitimi için gittim. Yaklaşık 10 ay kalmıştım. Orada Connecticut eyaletinde Newheaven Üniversitesinde yabancı dil eğitimi aldım. Bunun haricinde yine bakanlık kanalı ile TBMM Adalet Komisyonu üyeleri ile İngiltere'ye gitmiştik. Yine UNDP diye bilinen Birleşmiş Milletlere bağlı birkuruluşun Bakanlığın ortaklaşa yapmış olduğu program çerçevesinde Almanya'ya gitmiştik. İngiltere ve Almanya seyahatlerimiz bir kaç günlük kısa olmuştu. Ben mesleğin başında yeni TCK İnsan Hakları seminerlerine katılmıştım. Ankara'da görev yaparken herhangi bir seminere katıldığımı hatırlamıyorum. Bugüne kadar ayni yada nakdi herhangi bir kuruma, vakıfa yada derneğe para yardımında bulunmadım... Aksaray Adliyesinde çalışan hiç bir hakim ve savcı ile bir problemim yoktur. Ben herkesle görüşürüm. Bana göre Aksaray Adliyesinde bir gruplaşma yoktur. Herkes herkesle görüşmektedir. Adliye içerisinde ben en sık aile hakimi E. Ö. ile görüşürüm. Bunu herkeste bilir. Onun dışında Asliye Hukuk Mahkemesinin yoğun olması nedeniyleodamdan çok çıkmadığımı bilirlirler. Dolayısı ile ben gitmediğim için kimsede bana pek fazla ziyarete gelmez. Ben Aksaray Adliyesinde herhangi bir sabah mesaisi öncesi çay kahve içme şeklinde bazı hakim ve savcılar ile bir araya gelerek katılmışlığım söz konusu değildir. Benim ya duruşmam vardır ya da işlerim çok yoğundur. Ben bu nedenle böyle şeylere katılmam. Ben Aksaray Adliyesinde kütüphanede herhangi bir doğum günü kutlamasına katılmadım. Meyve günü şeklinde yapılan etkinliğe ise bir kaç kez denk geldim. Sürekli olarak katılmadım. Bende bir kez oldu. Bana adliye hizmetlisi F. gelerek bu hafta hakim ve savcı beyler sizin odaya gelecekmiş diyerek benden meyve parası aldı. Bu şekilde bende de meyve yedik. Katılanlar hakim ve savcı karışıktı. O gün işi yada duruşması olmayan tesadüfen kimler denk geldi ise onlar geldi. Ben şuan kimlerin geldiğin hatırlamıyorum. Bildiğim kadarıyla meyve etkinliği tüm hakim ve savcılara açık olarak yapılıyor. AyrıcaAksaray whatsap grubundan da herkese davet yapılıyor..." Başvurucu, 19/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle Aksaray Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu sorgusunda "Ben savcılık ifademi aynen tekrar ediyorum, ekleyecek bir husus yoktur, ben savcılıkta da söyledim aleyhime olan delil varsa öğrenmek ve kendimi savunmak istiyorum, mahkemenizden bunların bana açıklanmasını talep ediyorum. Bize savcılıkta yöneltilen sorular sabah diğer arkadaşlarla kahvaltı yaptınız mı, doğum günü kutlaması yaptınız mı, hangi tv kanalını seyrediyorsunuz gibi sorularla bana herhangi bir suçlamaya yöneltilmedi bu nedenle sorulan sorulan sorulara cevap verdim, ayrıca buranın yetkili olmadığını Niğde'nin yetkili olduğunu düşünüyoruz, başkada bir şey bilmediğim için kendimi savunamadım... Bu nedenle suçsuzluğumu kendim bildiğim için tahliyemi talep ediyorum mahkeme aksi kanatte ise adli kontrol hükümlerinin uygulanmasını talep ediyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucu, Aksaray Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli kararıyla, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler A. K., R. E. ve Erdem Doğanhakkında TCK.309/1 maddesine uyar biçimde Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme suçu nedeni ile yürütülmekte olan soruşturmada, isnad edilen suçun işlendiğine dair somut delil niteliğindeki Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Sekreterliği 72305940-2016/4 tedbir-2699/29834 sayılı şüphelinin de darbeye teşebbüs eylemlerinin ardında olduğu belirtilen FETÖ Terör Örgütü ile ilişkilendirilmesi sonucu tedbiren görevden uzaklaştırılmasına dair yazısı, bu kapsamda HSYK ilgili dairesinin disiplin soruşturmasınınve askeri darbe teşebbüsüne dair adli soruşturmanın devam etmesi, askeri darbenin başarılı olması sonrasında, darbe aktörü yapıyla uyumlu olduğu değerlendirilen şüphelinin de içinde bulunduğu şüphelilerin devletin üç temel erkinden biri olan yargı yetkisini kullanma gibi çok nitelikli bir görevde bulunmaları, Bakanlık tarafından görev gereği kendisine tevdi olunan bilgisayar ve flash bellekte henüz teknik inceleme yapılamamış olması, HSYK ilgili dairesinin açığa alma tasarrufuna dayanak teşkil ettiği düşünülen; Devletin istihbarat birimleri tarafından darbe girişimi aktörü olan yapıyla irtibat içinde olduğuna dair muhtemel istihbari raporun henüz dosyaya intikal etmemiş kısacası delillerin henüz tam manasıyla toplanamamış olması birlikte değerlendirildiğinde; şüphelinin müsnet suçu işlediğine dair 5271 Sayılı CMK.nın 100/1 maddesi gereği somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesi bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suçlamanın 5271 Sayılı CMK.100/3 çerçevesinde tutuklama sebebi varsayılan katalog suçlardan olduğu ve tutuklama nedeni bulunması, şüphelinin irtibatlı olduğu değerlendirilmesiyle açığa alınmasına gerekçe gösterilen cemaat yapılanmasının aktörü olduğu kalkışma esnasında sivil halktan, teşebbüs sahiplerine direnen TSK ve Emniyet ve MİT mensuplarından çok sayıda şehit bulunması bu anlamda kalkışmanın geldiği aşama ve demoktarik düzen üzerinde oluşturduğu zarar ve tahribat, yargılama neticesinde verilmesi muhtemel ceza birlikte değerlendirildiğinde şüpheli hakkında adli kontrol tedbirinin uygulamasından sonuç alınamayacağı hususunda Hakimliğimizde oluşan kanaat ve ölçülülükilkesiuyarıncadaha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbirinin uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç,ortaya çıkan netice dikkate alındığında yetersiz kalacağı ve amaca hizmetetmeyeceği değerlendirilmekle şüphelinin tutuklanması talebinin kabulü ile 5271 sayılı CMK.nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, türkiye cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyanı idare etme,silahlı terör örgütüne üye olma,anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından ayrı ayrı tutuklanmalarına [karar verildi]." Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Niğde Sulh Ceza Hakimliği 9/9/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler ... Erdem Doğan'ın ... Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine Karşı Silahlı İsyanı İdare Etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme suçlarını işledikleri hususunda somut delillerbulunması ve atılı suçların CMK'nun 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması karşısında Aksaray Sulh Ceza Hâkimliği'nin 2016/2380, 2016/2881, 2016/2914, 2016/2941 Değ.İş sayılı tutukluluk hallerinin devamı kararlarına karşışüphelilerin ve şüpheliler müdafiilerin itirazlarının reddine," Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığı 7/9/2016 tarihinde, soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmesinin gerektiğini belirterek yetkisizlik kararı vermiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 6/1/2017, 8/2/2017 ve 7/3/2017 tarihlerinde yaptığı inceleme sonunda tutuklama kararındakine benzer gerekçelerle tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucunun 6/1/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararına yaptığı itiraz Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/4/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 7/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 11/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddia edilmiştir. İddianamede bu suçlamaya esas alınan olgular şöyle özetlenebilir: i. Başvurucunun HSYK Genel Kurulunun 24/8/2016 tarihli kararı ile hâkimlik mesleğinden ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun Adalet Akademisinde dönem yıllık kurulu üyesi olarak görev aldığı, 2012 yılında ABD'ye dil eğitimi için gönderildiği, ayrıca İngiltere ve Almanya'ya yapılan yurt dışı gezilerine katıldığı belirtilmiştir. iii. HTS kayıtlarıyla ilgili olarak düzenlendiği belirtilen bilirkişi raporuna göre başvurucunun, haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma başlatılan kişiler veya FETÖ/PDY ile bağlantısı nedeniyle haklarında işlem yapılan kurumlarla telefon görüşmesi yaptığı belirtilmiştir.iv. Aksaray Adliyesinde görevlibir kısım kişinin tanık sıfatıyla alınan beyanlarında özetle başvurucunun da dâhil olduğu FETÖ/PDY ile bağlantılı hâkim ve savcıların adliyede gruplaşarak birlikte hareket ettiklerini, düzenli olarak sabah çayı, öğle çayı ve perşembe günü yapılan meyve etkinlikleri düzenlediklerini ifade ettikleri belirtilmiştir. Dosya kapsamında mevcut tanık beyanları şöyledir;i. Aksaray Adliyesinde kafeterya işletmecisi olan R.B.nin ifadesinin ilgili kısımı şöyledir:"Her hafta perşembe günleri isimlerini belirttiğiniz Savcılarında arasında bulunduğuve İdare Mahkemesi Hakimlerinin de dahil olduğu hakim ve savcılar arasında meyve yeme etkinliği yapılıyordu. Bu etkinliklerde hep aynı isimleri ve yüzleri görüyordum. Ben hakim yada savcıların adliye kütüphanesinde doğum günü kutlamalarına ilişkin bir bilgiye sahip değilim. Öğle arasında isimlerini belirttiğiniz Savcılarını olduğu Savcıların birlikte öğle arası yemek yemeğe gittiklerini görmüşlüğüm çok olmuştur. Ben ayrıca öğle arası kafeler caddesinde yemek yiyordum. Kafeler caddesindeki restoranlarda kendilerini görmüşlüğüm olmuştur. Yukarıda belirttiğim sabah çayı, öğle çayı ve perşembe günleri meyve etkinliğinde HakimErdem ve H. İ. K. yi de zaman zaman görüyordum."ii. Aksaray Adliyesinde hizmetli olarak görevli F.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ayrıca söz konusu beyanımda meslekten ihraç edildiklerini duyduğum fotoğraflarını gösterdiğiniz şahıslar arasında HakimlerErdem Doğan, H.İ.K. ve K.G. de daha önce ki beyanımda bahsettiğim çay içme ve meyve yeme etkinliklerine sürekli katılan kişilerdir..."iii. Aksaray Adliyesinde zabıt katibi olarak görev yapan R.G. ifadesinde özetle Adliye içinde yalnızca başvurucunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütü şüphelisi olan K.G.nin yanına sık sık geldiğini belirtmiştir. Söz konusu ifadenin ilgili kısmı şöyledir:"Ayrıca kendisi Aksaray Sulh Ceza Hakimini Paralel Devlet Soruşturması kapsamında vermiş olduğu kararlar ile ilgili uyardığını, bir gün devranın tersine döneceğini hakime söylediğini söylemişti. Bu söylem genelde benim cemaatçi bildiğim herkesin ortak bir söylemidir. Her cemaatçi olduğunu bildiğim kişi devranın bir gün döneceğini söyler.Hakim K. bey ayrıca sık sık sabahları ben savcıların yanına çay içmeye, kahvaltıya gidiyorum derdi. Savcılardan hakim beyini yanına gelen olmazdı. Ancak Asliye Hukuk Mahkemesi hakimi Erdem Doğan hakim beyin yanına sık sık gelirdi. Kendileri sık görüşürlerdi..." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 28/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve başvurucu hakkındaki yargılamanın Mahkemenin E.2017/165 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 7/11/2017 tarihinde yaptığı birinci duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu, savunmasında üzerine atılı suçlamaları kabul etmemiş ve önceki ifadelerini tekrar ederek FETÖ/PDY ile hiçbir bağlantısının olmadığını beyan etmiştir. Bu duruşmada Mahkemece başvurucunun tahliyesine karar verilmiş; başvurucu aynı gün serbest bırakılmıştır. Tahliye kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair dosyada bulunan delillerin büyük oranda toplanmış olması, sanığın karartabileceği dosyada bir delilin bulunmaması, kaçma şüphesi içerisinde olduğuna dair dosyaya yansıyan delilin bulunmaması nazara alınarak bu aşamada adli kontrol hükümlerinin yeterli olacağı kanaati ile sanığın adli kontrol altına alınmak suretiyle tahliyesine[karar verildi]. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/25955 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa itirazın bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk ve itiraz incelemelerinin duruşmalı incelenip karara bağlanmaması, tutukluluk incelemeleri sonucu verilen kararların kendisine tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; masumiyet karinesinin; yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının; hukuka aykırı delillerin kullanılması ve savunmasını hazırlamak için gerekli kolaylıklardan faydalanamaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar ve gözaltına alındığı ilk andan itibaren avukat yardımından yararlandırılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının; mal varlığına tedbir konulması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ziyaretçisi aracılığıyla getirilen basılı yayının ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde terörle bağlantılı suçlardan tutuklu olarak Silivri 6 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucuya ziyaretçisi tarafından "Pİ", "Fİ" ve "Çİ" adlarını taşıyan üç adet kitap getirilmiştir. Söz konusu kitapları inceleyen Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu Başkanlığı (Eğitim Kurulu) 12/4/2018 tarihinde, kitapların müstehcen içerik barındırdığı gerekçesiyle başvurucuya verilmemesine ve emanete alınmasına karar vermiştir. Başvurucu, bu karara karşı Silivri İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, söz konusu şikâyetin reddine karar vermiştir. Başvurucu, Hâkimliğin anılan kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Silivri Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 22/6/2018 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. İbrahim Kaptan (2), B. No: 2017/30723, 12/9/2018, §§ 15- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22011 | Başvuru, ziyaretçisi aracılığıyla getirilen basılı yayının ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, özel statülü mahkemede yargılama yapılması, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca muhtelif suçlardan yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2/11/2007 tarihli ve 2007/127 Sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Soruşturma dosyasına erişim, soruşturma evresinin bir kısmında Mahkeme kararıyla kısıtlanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2/1/2008 tarihli ve E.2008/2 sayılı iddianamesiyle suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, izinsiz tehlikeli madde bulundurma, kasten yaralama, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, yağma ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK madde ile görevli) yürütülen yargılamada, aynı Mahkemenin dört dosyası daha başvurucunun da yargılandığı E.2008/4 sayılı dosya ile birleştirilmiştir. Birleştirmeler ile birlikte yargılanan sanık sayısı otuz olmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 19/10/2011 tarihli kararıyla başvurucunun atılı suçlardan mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 5/3/2014 tarihli ve E.2013/10692, K.2013/3783 sayılı kararıyla başvurucu hakkında 6136 sayılı Kanun'a muhalefet dışındaki suçlardan verilen hükümler onanmıştır. Anılan karar, başvurucu tarafından 28/4/2014 tarihinde öğrenilmiştir. Bireysel başvuru 20/5/2014 tarihinde yapılmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8781 | Başvuru, tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, özel statülü mahkemede yargılama yapılması, delillerin hatalı değerlendirilmesi ve savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile örgütlenme özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) şartlarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için ayrıca bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu 1968 doğumlu olup iş sözleşmesinin feshedildiği tarihe kadar Kayapınar Belediyesinde (Belediye) hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette taşeron işçi olarak belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu, iş sözleşmesinin feshedildiği sırada Belediyenin Park ve Bahçeler Müdürlüğünde temizlik işçisi olarak çalışmaktadır. 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) uyarınca Belediye tarafından başvurucunun terör örgütüyle irtibat veya iltisaklı yapılarla ilişkili olduğu yönünde işverene bildirimde bulunulmuştur. İşveren, 14/2/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle işverenler aleyhine işe iade talepli tespit davası açmıştır. Davanın görüldüğü Diyarbakır İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) 24/5/2017 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında İş Mahkemesi; başvurucunun terör örgütleri ile irtibatlı olduğundan bahisle iş sözleşmesinin 667 sayılı KHK gereği feshedildiğini belirtmiştir. Anılan kararda Mahkeme söz konusu terör örgütünün hangisi olduğuna dair bir bilgi vermemiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 15/3/2018 tarihinde İş Mahkemesi kararının ortadan kaldırılmasına ve yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararında Bölge Adliye Mahkemesi; feshe ilişkin bilgi ve belgelerin dosyada bulunmadığını, ayrıca ilgili kurum ve kuruluşlardan gerekli bilgi ve belgelerin toplanmadığını, bu hâliyle eksik inceleme ve araştırmaya dayalı karar verildiğini belirtmiştir. Yeniden yargılama sonucu İş Mahkemesi 6/7/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında İş Mahkemesi, ilgili kurum ve kuruluşlarca gönderilen cevabi yazılar da gözönüne alınarak başvurucunun terör örgütleri ile irtibatlı olması nedeniyle iş sözleşmesinin feshedildiğini belirtmiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi 26/11/2020 tarihinde bir kez daha İş Mahkemesinin kararının eksik inceleme ve araştırma nedeniyle ortadan kaldırılmasına ve yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir. Yeniden yargılama sonucu İş Mahkemesi 3/6/2021 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararında İş Mahkemesi; başvurucu hakkında terör örgütleriyle bağlantı kapsamında açılmış herhangi bir soruşturma ve kovuşturma bulunmadığını, başvurucu hakkında işe başlamadan yedi sene evvel açılmış bir ceza davasından beraat kararı verildiğini, davacının herhangi bir adli sicil kaydı bulunmadığını belirtmiştir. Devamında mahkeme; her ne kadar başvurucunun Körhat Mahallesi Eşit ve Özgür Yurttaşlar Derneğine üyelik kaydı bulunduğu görülse bile bu kayıtların adli makamlarca denetlendiğini ve başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem gerçekleştirilmediğini, başvurucunun fesih tarihi itibarıyla kapatılan bir dernekte üyelik kaydı bulunmasının tek başına geçerli bir fesih sebebi olmayacağını ifade etmiştir. Kararın yeniden istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi 23/11/2021 tarihinde İş Mahkemesinin kararının ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında Bölge Adliye Mahkemesi; başvurucunun terör örgütüne yardım suçundan açılan davadan 1999 yılında delil yetersizliği nedeniyle beraat ettiğini, ayrıca başvurucunun OHAL/KHK kapsamında kapatılan bir dernekte üyelik kaydı bulunduğunu ve başvurucu hakkında verilmiş bir soruşturmaya yer olmadığı kararı bulunduğunu belirterek tüm bu hususların işveren nezdinde şüpheye neden olduğunu ve bu hâliyle feshin geçerli olduğunu belirtmiştir. Nihai karar başvurucuya 21/1/2022 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/1/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/12537 | Başvuru, iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ile örgütlenme özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucunun bir basın açıklamasına dinleyici olarak katılmasının terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyette delil olarak kullanılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tanık dinletme taleplerinin hukuka aykırı bir şekilde reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, bir basın açıklamasına katılmaktan dolayı başvurucunun tutuklanması ve hapis cezasıyla cezalandırılması nedeniyle de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuru 14/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 15/9/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK, yaklaşık kırk yıldır Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yoğun olmak üzere ülkenin tümünde pek çok sivil vatandaş ile güvenlik görevlisinin ölümüne sebep olmuş şiddet eylemlerinin faili bir terör örgütüdür. PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş, tartışmasız bir olgudur (Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, § 74, PKK terör örgütü hakkında ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-15). PKK, kuruluşundan itibaren örgütlenmesinde birçok kez değişiklik yapmış; bu bağlamda farklı isimlerle (KADEK, Kongra-Gel, TÜDEK, KKK, KCK, PJAK, PÇDK, PYD, ARGK, ERNK, HPG, HRK, TAK, YPG gibi) gerek Türkiye'de gerekse yurt dışında silahlı/silahsız eylem ve faaliyetlerine devam etmiştir. Bu bağlamda PKK'nın Türkiye'nin yanı sıra -özellikle Orta Doğu ve Avrupa'da bulunan- diğer bazı ülkelerde de örgütlendiği, geçmişte ve günümüzde başta Irak'ın kuzeyi ve Suriye olmak üzere komşu ülkelerde kamplarının olduğu, PKK ile mücadele kapsamında güvenlik güçlerince bu kamplara ve buralardaki teröristlere yönelik birçok kez sınır ötesi harekât gerçekleştirildiği bilinmektedir (Gülser Yıldırım (2), § 16). PKK'nın gerçekleştirdiği terörist şiddet bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır bir tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 18). Türkiye'de uzun süredir devam eden, PKK'nın neden olduğu şiddetin ve terör olaylarının sona erdirilmesi amacıyla Hükûmet tarafından 2012 yılının sonlarından itibaren demokratik açılım adı verilen bir süreç başlatılmıştır. Çözüm süreci olarak da isimlendirilen ve yaklaşık üç yıl devam eden süreçte şiddet ve terör olayları önemli ölçüde azalmıştır. Güvenlik güçlerinin daha sonra yayımlanan raporlarına bakılırsa bu dönemde PKK terör örgütü bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapmış, 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet bu kez şehirlerde baş göstermiştir (Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 10). Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş; buralara patlayıcılar yerleştirilerek bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Yaklaşık on ay süren şiddet olayları daha sonra hendek olayları olarak adlandırılmıştır. Hendek operasyonları, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğünce PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen, başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlardır (Ayşe Çelik, § 11). Güvenlik güçleri, anılan yerlere halkın girişini ve bu yerlerden çıkışını engellemek isteyen terör örgütü mensuplarına operasyon düzenlemiş ve terör örgütü mensuplarıyla çatışmaya girmiştir. Bu operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır (Ayşe Çelik, § 12). Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaşanan kayıpların büyüklüğü konusunda 2016 yılının Mayıs ayında bazı resmî görevlilerin açıklamalarına göre en az 500 terörist öldürülmüş, 480 güvenlik görevlisi de şehit olmuş, ayrıca 000'in üzerinde güvenlik görevlisi de yaralanmıştır. Açık kaynaklarda yer alan, resmî olmayan ve doğrulanmamış bazı açıklamalara göre 100'ün üzerinde sivil hayatını kaybetmiş, 000'in üzerinde sivil ise yaralanmıştır. Buna ilave olarak en az 400 bin kişinin çatışma bölgelerinden başka bölgelere göç etmek zorunda kaldığı ileri sürülmüştür. Kesin rakamların yer aldığı resmî bir açıklama bulunmadığı gibi bu konuda güvenilir ve bağımsız herhangi bir rapor da Anayasa Mahkemesinin bilgisine sunulmamıştır (Ayşe Çelik, § 13). Hendek olaylarının yaşandığı dönemlerde ilk olarak 10/8/2015 tarihinde Şırnak il merkezinde, daha sonra 12/8/2015 tarihinde Şırnak'ın Cizre ve Silopi ilçeleri ile Mardin'in Nusaybin ilçesinde, 13/8/2015 tarihinde Muş'un Varto ve Bulanık ilçelerinde, 14/8/2015 tarihinde Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Siirt il merkezinde, Diyarbakır'ın Sur ilçesinde, 15/8/2015 tarihinde Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde, Bitlis'in Hizan ilçesinde, İstanbul'un Gazi ve Gülsuyu Mahallelerinde, Batman il merkezinde, Van'ın Edremit ve İpekyolu ilçelerinde, 18/8/2015 tarihinde Diyarbakır'ın Lice ilçesinde, 19/8/2015 tarihinde Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesinde öz yönetim ilanları yapılmıştır.B. Başvurucuya İlişkin Süreç 1968 doğumlu olan başvurucu, başvuruya konu olayın meydana geldiği tarihte Diyarbakır'ın Sur ilçesi belediye başkanıdır. Başvurucunun hendek olaylarının başladığı dönemlere denk gelen,14/8/2015 tarihinde katılmış olduğu bir basın açıklaması dolayısıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Başvurucu anılan soruşturma kapsamında 19/8/2015 tarihinden itibaren üç gün gözaltında tutulduktan sonra 22/8/2015 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 31/12/2015 tarihli iddianamesi ile başvurucunun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Yargılama Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yürütülmüş; başvurucu, yargılama sırasında 8/3/2016 tarihinde tahliye edilmiştir. 4/5/2017 tarihinde Mahkeme, başvurucunun PKK terör örgütüne üye olma suçundan 10 yıl 15 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutuklanmasına karar vermiştir. İlk derece mahkemesi; kararında önce PKK terör örgütü ve yapısı, başvurucunun katıldığı basın açıklamasının niteliği, basın açıklaması öncesi ve sonrasında yaşanan olaylar hakkında ayrıntılı açıklamalar yapmıştır. Somut olayın değerlendirilmesi bakımından önem taşıyan söz konusu açıklamalara öncelikle değinilmesi gerekir. PKK terör örgütü zaman içinde stratejisinde, eylem metotlarında ve yapılanma biçiminde bazı değişikliklere gitmiştir. Örgüt 2007 yılına gelindiğinde yeni yapılanmasının KCK (Koma Civakên Kurdistan-Kürdistan Topluluklar Birliği) olduğunu duyurmuştur. PKK, bu yapılanmasını aktif hâle getirmek için öncelikli olarak özerk, daha sonra konfederal ve son aşamada ise bağımsız bir devlet kurma amacına yönelik planlamalar yapmış; bu planlamaları hayata geçirilebilmek için ise parça örgütlenme yöntemini seçmiştir. Ülkemizdeki parça örgütlenme, KCK/TM (KCK Türkiye Meclisi) adıyla anılmış; bu yapılanma birçok alt yapılanmalarını ayrıca oluşturmuş, ardından özerk bir yönetim tesis etmeye yönelik çabaları yoğunlaştırmıştır. KCK yapılanmasına geçişle birlikte PKK, önceki dönemlerden farklı olarak yazılı bazı metinler oluşturmak suretiyle örgütlenmesini ve faaliyetlerini hayata geçirmeye çalışmış; bu kapsamda "KCK Sözleşmesi" olarak adlandırılan ve 2008 yılından itibaren örgütle bağlantılı internet sitelerinde duyurulan bir metni temel metin olarak kabul etmiştir. Mahkeme bu tespitler sonrasında KCK Sözleşmesi'ni incelemiş ve somut olay bağlamında önem taşıdığı için öz yönetimlerin KCK Sözleşmesi'ndeki yerine dair bazı açıklamalarda bulunmuştur. İlk derece mahkemesi, sözleşme maddelerinden yola çıkarak öz yönetimin KCK Sözleşmesi'nde düzenleme altına alındığını belirtmiş ve anılan metnin bazı maddelerine kararında yer vermiştir. Öte yandan Mahkeme, PKK terör örgütünün sonuç bildirgelerinde öz yönetim hakkında açıklamalar yapıldığını belirtmiş ve bu noktada çeşitli bildirge metinlerine kararında yer vermiştir. Bunun yanında bazı soruşturmalarda ele geçirilen dokümanlarda öz yönetim hakkında bilgiler bulunduğunu belirtmiş ve 30/9/2013 tarihinde yakalanan ve haklarında Muş Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yapılan iki terör örgütü üyesinin üzerinde KCK Yürütme Konseyinin talimatlarını içeren dokümanlara kararında yer vermiştir. Mahkeme bu açıklamalar sonrasında öz yönetimlerin ilan edildiği zamanlamaya dikkat çekmiş, ilanlar yapılmadan önce açıklanan örgüt çağrılarını ayrıntılarıyla anlatmıştır. Açıklamalar şu şekildedir:i. PKK terör örgütü bağımsız bir devlet kurma hedefini gerçekleştirmek için dört aşamalı bir plan yapmıştır. Planın aşamasını "devrimci halk savaşı çıkarma" olarak belirlemiştir. PKK, bu aşamanın bir uygulaması olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı yerleşim yerlerinde cadde ve sokaklara hendekler kazıp barikatlar kurmak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirmek suretiyle öz yönetim adı altında hâkimiyet kurmaya çalışmıştır (bkz. §§ 12-16).ii. "KCK: Hiç Gecikmeden Derhal Mücadele Yükseltilmeli" başlığıyla 25/7/2015 tarihinde KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı tarafından yapılan açıklama şöyledir:"Şu anda yapılması gereken tek yol vardır. Bu da demokrasi güçlerinin bir araya gelerek ittifaklarını genişletip Erdoğan’ın faşist ve çete güruhuna karşı demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi'ni yükseltmek olmalıdır. Dünya Savaşında faşizme karşı 'Geçemeyecekler' sloganıyla demokrasi güçlerinin ayağa kalkarak direnişe geçmesi gibi demokratikleşme ve köklü barış sloganıyla demokrasi güçlerinin mücadelesi yükseltilmelidir. Kuşkusuz soyut ve politik hedefi olmayan barış söylemi yerine, demokratikleşme, Kürt sorununun çözümü ve kalıcı barış sloganının esas alınması mücadeleyi demokratikleşme ve tüm sorunların çözümünü sağlatan düzeye kavuşturacaktır. Bu temelde Türkiye'nin demokratikleşmesi ve tüm sorunların çözümünü sağlatmak hedef alınmalıdır. Halklarımızı ve demokrasi güçlerini hiç gecikmeden derhal mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz." iii. 7/8/2015 tarihinde, terör örgütü güdümünde yayın yapan internet sitelerinde "YDGH [PKK terör örgütünün gençlik yapılanması] ve YDG-K; Sokakları dökülüp öz savunma yapalım, bütün birimlerimiz alanlarda kalmalı; nöbet tutmalı" ve "Yapılan katliamın hesabı verilene kadar bizler YDG-H ve YDG-K olarak; alanlarımızdan ayrılmayacağız ve alanlarımızı özgürleştireceğiz. Bütün birimlerimiz devlet hesap verene kadar alanlarda kalmalı ve alanları özgürleştirmelidir. Süreç devrimci halk savaşını gerektiriyorsa bunun öncülüğünü yapacak olan gençliktir. Bu temelde bütün yurtsever devrimci, demokratik, sosyalist gençliği öz savunma temelinde tutuklamalara karşı gezi ve 6-8 Ekim Kobanê direniş ruhuyla meydanlara dökülmeye, sokak sokak nöbet tutmaya ve serhildanları yükseltme temelinde aktif mücadeleye çağırıyoruz. Devrimci halk savaşına öncülük yapacak güç gençliktir. Önderliğimiz ve halkımızı özgürleştirene kadar öz savunmamıza devam edeceğiz ve alanlarımızı koruyacağız." şeklinde iki açıklama yapılmıştır. iv. 8/8/2015 tarihinde, "AKP’yi Durdurmanın Tek Yolu Topyekün Direniştir, Öz Savunmayı Geliştirmek Her Zamankinden Elzemdir" şeklinde bir başlıkla PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan bir internet sitesinde yayımlanan ve KJK'ya (PKK terör örgütünün kadın yapılanması) ait olduğu belirtilen açıklama şöyledir:"Halkımız faşizmin bu hamlesine büyük bir direniş hamlesi ile yanıt vermelidir. Varlığını koruma ve özgürleştirme temelinde örgütlenerek her türlü saldırıya ve saldırı girişimine karşı kendini savunmalıdır. Bütün yaşam alanlarının mevcut durumda tehdit altında olduğunun bilinciyle hareket edilmelidir. Gerekirse 24 saat nöbet tutulmalıdır. Her alanda AKP’nin saldırılarına karşı öz savunmayı geliştirmek, her zamankinden daha elzemdir. Saldırı altındaki bir varlığın kendini savunması kadar doğal ve meşru bir hak yoktur. Burada gayrı meşru olan Kürdistan’ın her türlü işgalidir. Bilinmelidir ki, mevcut durumda kendisinin de herhangi bir yasal meşruiyeti olmayan AKP hükümeti, Kürdistan’da savaş suçu ve insanlık suçu işlemektedir. Bütün halkımızla birlikte Türkiye’deki demokratik kamuoyu da bu bilinçle hareket edip direnişe ortak olup ayağa kalkmalıdır. Kürt halkı ile dayanışma için değil; kendisi, ülkesinin geleceği için. Çünkü bugün tam bir savaş alanına dönüştürülen Kürdistan’da uğruna mücadele edilen, bütün Türkiye’nin geleceğidir. AKP faşizmi, bugün Kürdistan’da kendi varlık-yokluk savaşını vermektedir. O nedenle Artvin’den Silopi’ye, İstanbul’dan Ağrı’ya faşizme geçit vermeyecek büyük bir direniş cephesi gereklidir."v. 9/8/2015 tarihinde, PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan bir internet sitesinde "Halkımız Ayaklanarak Kendi Sistemini Örmeli" şeklinde bir başlıkla haber yapılan ve PAJK (PKK terör örgütünün en üst kadın yapılanması) Koordinasyon Üyesi R.A.ya ait olduğu belirtilen açıklama şu şekildedir:"Kürdistanlı halklar olarak siyasi çözümlerimiz var ve uygulayacağız. Dokuz boyutla; ekonomi, eğitim, öz savunma, sağlık vb. alanlarda bütünüyle yaşamımızı örgütleriz. Bu anlamda artık Kürt halkının da kendi öz iradesiyle kendi yönetimini ortaya çıkarabilmesi ve 'ben nasıl yaşamak istiyorum, ne yapmak istiyorum' diye iyi düşünmesi, sorgulaması ve kendi irade beyanını ortaya çıkarması gerekiyor. Bu yüzden halkımız mahalesini, ülkesini koruyabilmelidir. Kendimizi örgütledikçe gücümüzü de ortaya çıkarmış oluruz. Bu anlamıyla alternatifsiz değiliz. Halkımız hem Rojava’da hem de Kuzey Kürdistan’da kendisini nasıl yöneteceğini defalarca beyan etmiştir, bunu ete kemiğe büründürmenin zamanı gelmiştir."vi. 11/8/2015 tarihinde, PKK güdümünde faaliyet gösteren bir TV kanalına verdiği bir röportajda KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı B. nin yaptığı açıklama şöyledir: "Halk için özyönetimden başka çare kalmamıştır, halkımız özyönetimi desteklemeli, parlamentonun geliştiremediği demokrasiyi bizim geliştirmemiz gerekir, Türk devletini özyönetim iradesini tanımaya ve savaş ortamından çıkmaya çağırıyoruz." vii. 12/8/2015 tarihinde, PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan bir internet sitesinde şu şekilde bir açıklama yapılmıştır:"KCK: Kürt halkı için özyönetimden başka seçenek kalmadı. Halklarımızın demokratik iradesi kazanacak, yerel demokrasiyi inşa etme girişimlerine saldıran merkeziyetçi totaliter sistemde ısrar edenler ise kaybedeceklerdir. Tüm toplum özyönetimleri desteklemeli, AKP hükümeti ve demokrasi düşmanı Cumhurbaşkanının tutumu ve halka yönelik saldırı politikası karşısında Silopi, Cizre, Nusaybin ve Şırnak Halk Meclisleri, bundan sonra devlet kurumlarını tanımayacaklarını ve onlarla hiçbir işlerinin olmadığını, kendi işlerini kendilerinin yapacağını; kendi özyönetimlerini kuracaklarını ilan etmişlerdir. Özyönetimlerine saldırıldığı takdirde meşru öz savunma haklarını kullanacaklarını açıklamışlardır. Önder Apo’nun ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin makul çözüm yaklaşımlarını istismar eden, demokratik siyasal çözümü reddeden, Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde Türkiye'nin tüm sorunlarının çözümü yerine tekçi ulus-devletçi anlayışta ısrar eden; demokratik ulus anlayışıyla geliştirilmek istenen yerel demokrasi tanımayan bir siyasi zihniyet karşısında Kürdistan halkı için başka bir seçenek kalmamıştır. Bu nedenle Halk Meclislerinin özyönetim ilanlarını haklı buluyor ve destekliyoruz. Tüm demokrasi güçlerini ve demokrasi ihtiyacı olan tüm toplulukları da halklarımızın bu iradesini anlamaya ve desteklemeye çağırıyoruz. Kürt halkının; yerelden demokrasiyi geliştirme, kendi kendini yönetme, bu temelde Türkiye'yi demokratikleştirme ve tüm Türkiye halklarını ve toplumsal kesimleri özgür ve demokratik yaşama kavuşturma dışında başka bir amacı yoktur. Türkiye'deki siyaset kurumu Türkiye'yi demokratikleştirmeyi, yerel demokrasiyi tanıma iradesi ortaya koymayınca halklarımız böyle bir siyasi irade ortaya koymak zorunda kalmışlardır." viii. 13/8/2015 tarihinde, PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan internet sitelerinde "KJK: Öz Yönetimin İlanı Demokratikleşme Yolunda Önemli Bir Adımdır" şeklinde bir başlıkla yayımlanan haber şöyledir:"KJK Koordinasyonu: Şırnak, Cizre, Silopi ve Nusaybin halk meclislerinin bundan böyle devlet kurumlarını tanımayacakları ve kendi öz yönetimlerini geliştirecekleri yönde yaptıkları açıklamayı KJK olarak selamlıyor ve destekliyoruz. Ortaya konulan bu irade, demokratikleşme yolunda önemli bir adım olarak anlaşılmalı ve desteklenmelidir. Demokrasiye tamamen kapalı olduğunu bu şekilde gözler önüne seren AKP hükümetinin daha da derinleştirmeye çalıştığı antidemokratik, merkeziyetçi, tekçi, otoriter, faşist sistem bu aşamada artık hiçbir biçimde kabul edilemez hale gelmiştir. İşgalci, sömürgeci ve soykırımcı zihniyetin sistemi karşısında Kürt halkı açısından öz yönetimden başka bir seçenek kalmamıştır. Zira mevcut aşamada ancak yerelde kendi demokrasini geliştirerek merkeziyetçi faşizme karşı durulabilir. Öz yönetimse varlığını savunmak ve özgür yaşamı inşa etmek anlamını taşımaktadır. Bu bağlamda halkımız, yaşamını bir bütünen kendi yönetmeli, bunun için gerekli demokratik mekanizmaları inşa etmeli, AKP devletinin saldırılarına karşı kendi öz savunmasını geliştirmelidir. Var olan resmi kurumların meşruiyetini yitirdiği yerde öz örgütlülük, öz yönetim ve öz savunmayı geliştirmek kadar meşru, doğal ve kutsal bir hak yoktur. Gerçek demokrasi aktif inşayı gerektirir. Bu temelde başta kadınlar olmak üzere Kürt halkını ve bütün demokrasi güçlerini inşa mücadelesi etrafında birleşmeye ve faşizme karşı durmaya çağırıyoruz."ix. 13/8/2015 tarihinde, PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan bir internet sitesinde şu şekilde bir açıklama yapılmıştır: "KCK: Kürdistan ve Türkiye halkları bu katliamlara karşı sessiz kalmamalı, AKP hükümeti Kürtlere tam bir işgalci hükümet gibi yaklaşıyor. Devletin atanmış valileri ve kaymakamları o ilin seçilmiş milletvekilleri tarafından arandığında bile bir yanıt alamıyor. Öyle ki, atanmışlar seçilmiş milletvekillerine bile düşman gözüyle bakıyorlar. Kürdistan'da ormanlar yanıyor, hiçbir devlet kurumu kılını kıpırdatmıyor. Devletin askeri ve polisi evleri rahatlıkla yakıyor, hastaneye götürülen yaralıların götürülüşünü engelliyor. Bu durum karşısında da halkın kendi kendini yönetmesi ve savunması dışında bir çare kalmıyor. Kendini korumayan, kendine saldıran devlete karşı öz savunma yapmak zorunda kalıyor. Türk devleti Türkiye'de yaşayan herkesin devleti olamıyor. AKP hükümeti ise sadece kendi yandaşlarının hükümeti gibi hareket ediyor. Bu durum karşısında Kürtlere ve tüm farklı toplumsal kesimlere kendi işlerini kendi yapmaktan başka seçenek kalmıyor. Silopi ve Gever katliamları, Botan halkının, Gever halkının ve diğer yerlerin kendi kendini yönetme kararlarının ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.” 14/8/2015 tarihinde Sur'da, öz yönetim ilanı niteliğini taşıyan ve "Sur Halk Meclisi tarafından Demokratik Kamuoyuna" şeklinde başlayan bir metin G.Ö. tarafından basın açıklaması yapılarak okunmuştur. Söz konusu basın açıklamasına Sur Belediyesi başkanı olan başvurucunun, Sur Belediyesi eş başkanı olan F.Ş.B.nin, Demokratik Bölgeler Partisi Sur ilçe başkanı olan A.R.Ç.nin ve diğer bazı kişilerin katıldığı anlaşılmıştır. Okunan metnin içeriği şöyledir:"Bizler Kürdistan'da yaşayan halklar olarak Türkiye Cumhuriyet Devleti kurulduğu tarihten günümüze kadar bu ülke toplarında hep özgür birlikte yaşamdan yana tercihimizi yaptık. Özgür ve herkesin kendi kimlikleriyle kendini ifade edebileceği demokratik bir toplum için başta kürtler olmak üzere halklar hep bir mücadele ve direniş içinde oldu. Ancak her seferinde devletin katı ve tekçi yaklaşım ve saldırılarıyla karşı karşıya kalındı. Devletin varlığına karşı olmadık ancak şu bilinmeli ki devlet dışında bir de demokratik toplum diye bir gerçeklik vardır. Gerçek anlam da demokrasi toplumun iradesinin ortaya çıkartılmasıdır. Toplum farklı kesimlerden, halklardan, kimliklerden, topluluklardan oluşmaktadır. Demokrasi de sadece devletin insafına terkedilecek bir şey olmadığı gibi, sadece bir topluluğun iradesi de değildir. Aksine farklı kimliklerin, inançların ve toplulukların öz iradelerini özgür ve örgütlü biçimde beyan etmesidir. Bu nedenle topluma yönelik geliştirilen devlet baskısına karşı ve örgütlü biçimde beyan etmesidir. Bu nedenle topluma yönelik geliştirilen devlet baskısına karşı halklar ve toplumun tüm farklı kesimleri olarak varlığımızı koruma ve özgürlüğümüzü sağlama temelinde bu baskılara karşı iradesini ortaya koyma gibi ciddi bir durumla karşı karşıyayız. İrade beyanı ve tutum alma devlet karşıtlığı ve bölünme olarak kesinlikle anlaşılmamalıdır. Bizler kürdistani halklar olarak kendi dilimiz ve kültürümüzle kendimizi öz yerel irademizle yönetmek istiyorsak buna saygı duyulmalı ve desteklenmelidir. Devletin ve AKP hükümetinin topluma yönelik topyekün saldırılarına karşın demokratik direniş temelinde kendi öz irade ve yönetimimizi geliştirmeyi acil bir gereklilik olarak görüyoruz. Özellikle Kürdistan gençliği, kadını, sivil toplum örgütleri ve tüm farklılıklar demokratik ulus ve özyönetimin güçlendirilmesi ve kendi alternatifini yaratma mücadelesine her düzeyde aktif katılmalıdır. Devletin ve meşru olmayan AKP hükümetinin 'herkes benim emrimde olmalı ve istediğim şekilde hareket etmeli' dayatmasını kabul etmemiz mümkün değil. Bizler merkezden dayatılan, Ankara'dan toplumla uyuşmayan her şeyi yapmak zorunda değiliz. Bizler devletin atadığı vali ve kaymakamlar tarafından yönetilmek istemiyoruz. Bizler kürt halkı olarak demokratik ve meşru yöntemlerle kendimizin seçtiği yönetimler tarafından yönetilmek istiyoruz. Bu nedenle biz artık kendimizi ve kentimizi öz yönetimimizle yönetmek istiyoruz. yy boyunca uygulanan tekçi, ulus devlet zihniyetinin halkların taleplerine cevap olmadığı her yönüyle ortaya çıkmıştır. Çözüm üretmeyen bu tekçi ulus devlet zihniyetinin giderek toplumsal iradeyi hiçe saymış ve topluma nefes almaz duruma getirmiştir. Son birbuçuk ayda yaşananları bile göz önünde bulundurursak yaşanan yüz yıllık tarihsel süreci adeta özetler niteliktedir. Türkiyeli halklar ve Kürdistan halkının mevcut gerici 12 eylül anayasasının belirlediği eşit olmayan koşullarda gerçekleşen seçimlerde bile ortaya çıkan sonuçlara tahammül edilmemektedir. Biz oy veren yurttaşlara yönelik her türlü hakarete bulunulmakta 'şerefsiz, alçak' demeye kadar varan sınır tanımaz bir saldırgınlık sergilemektedir. Yaptığımız demokratik oy kullanma tercihimizden dolayı devletin ve meşru olmayan hükümetin yetkilileri her fırsatta hiç çekinmeden bütün kamu oyu önünde 'bunun bedelini ağır ödeyecekler' vb ağır tehditlerde bulunulmakta vebir bütün olarak topluma bedel ödetme pratiği sergilenmektedir. Keza son bir buçuk ayda binleri aşan gözaltı, tutuklama sokak orasında infazlar, köy yakma ve boşaltmalar, ormanların ateşe verilmesi, cenazelere dahi işkence yapılarak ailelerine verilmemesi yaşanan süreci ve tekçi zihniyetin topluma karşı topyekün savaş ilanının ve ülkeyi nereye götürmek istediklerinin açık ifadesidir. Devlet ordusu ve polisi ile vatandaşı korumak yerine katlediyorsa, mahkeme ve hukukuyla adaleti sağlamak yerine meşru taleplerini dile getiren herkesi terörize ederek cezalandırıyorsa, anayasasıyla farklılıkları korumak yerine yok sayarak tasfiye ediyorsa, doğuştan gelen ana dil ve öz kimlikleri reddedilerek bölünme paranoyasına dönüştürülüyorsa bu rejim bizleri kapsamamakta ve temsil etmemektedir. Bizleri temsil etmeyen bu rejim ve tüm kurumlarını meşru görmediğimizi açıkça beyan ediyoruz. Bizler Sur ilçesinde yaşayan seçilmiş demokratik kent meclisi olarak faşizan ve meşru olmayan rejime karşı toplumun öz yönetimi olarak kendimizi beyan ediyoruz. Seçilmiş kent meclisi olarak halkımıza yönelik geliştirilen topyekün imha rejimine karşı tutum olarak bugünden itibaren kentimizi öz irade ve özyönetimimizle yöneteceğimizi ilan ediyoruz. Bütün kamuoyunu bu haklı ve meşru irade beyanımızı tanımaya ve sahiplenmeye çağırıyoruz. Sur Halk Meclisi" Sur'da gerçekleşen öz yönetim açıklamasından sonra PKK ve bağlı birimleri tarafından öz yönetime sahip çıkılması gerektiği yönünde birçok açıklama yapılmış, hatta bunlardan birinde Sur'da yapılan öz yönetime sahip çıkılması çağrısı açıkça yer almıştır. Öte yandan 14/8/2015 tarihindeki öz yönetim ilanının hemen bir gün sonrasında başlamak üzere Sur'da birçok terör eylemi yaşanmaya başlamıştır. PKK terör örgütü mensuplarınca Sur'a bağlı Hasırlı, Cemal Yılmaz, Savaş, İskenderpaşa, Fatihpaşa ve Dabanoğlu Mahallelerinde hendekler kazılıp barikatlar kurulmuş; barikatlara patlayıcı maddelerle tuzaklamalar yapılmış, güvenlik güçlerinin öz yönetim ilan edilen Sur'a girişini engellemek amacıyla silahlı mücadeleye girişilmiştir. Silahlı mücadelenin başlaması üzerine farklı tarihlerde Sur'da sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş, güvenlik güçlerince bu süreçte Sur'un terör örgütü mensuplarından temizlenmesine yönelik operasyonlar yapılmıştır. Yapılan operasyonlarda 64 PKK terör örgütü mensubu ölü olarak ele geçirilmiş, 17'si yaralı olmak üzere 67 örgüt mensubu da güvenlik güçlerine teslim olmuştur. Sur'da terör örgütü mensuplarından temizlenen bölgede 138 uzun namlulu silah, 29 tabanca, 48 av tüfeği, 8 kurusıkı tabanca, 19 roketatar, 843 roketatar mühimmatı, 626 şarjör, 070 mermi, 212 el bombası, 80 el yapımı patlayıcı, 100molotof kokteyli ve 16 havai fişek ele geçirilmiştir. Öte yandan yapılan operasyonlar sırasında 66 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, 549 güvenlik görevlisi ise yaralanmıştır. Sur'da gerçekleşen terör eylemleri nedeniyle 495 kişi ikametgâhını terk etmek zorunda kalmıştır. 15/8/2015 tarihinde başlayan çatışmalar 12/3/2016 tarihine kadar devam etmiştir. İlk derece mahkemesi bu tespitler sonrasında son olarak sanıkların eylemlerinin hukuki olarak nitelendirilmesi noktasında açıklamalar yapmıştır. Mahkûmiyete ilişkin karar istinaf ve temyiz incelemelerinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai karardan 16/5/2018 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş; 14/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Metin Birdal, § 74, §§ 28-30; Hasan Akboğa [GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019, §§ 19- Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun öz yönetim ilanı hakkındaki 23/6/2020 tarihli ve E.2017/16-747, K.2020/310 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"PKK/KCK silahlı terör örgütüne müzahir internet siteleri ve diğer internet siteleri üzerinde yapılan açık kaynak araştırmalarında; 'Bestanuce' isimli internet sitesinde 2015 tarihinde 'KJK: AKP'nin saldırılarını durdurmanın tek yolu topyekûn direniştir' başlığı ile haber yapıldığı ve devamında 'Öz savunmayı geliştirmek her zamankinden elzemdir, …KJK, halkımız faşizmin bu hamlesine büyük bir direniş hamlesi ile yanıt vermelidir. Varlığını koruma ve özgürleştirme temelinde örgütlenerek her türlü saldırıya ve saldırı girişimine karşı kendini savunmalıdır. Bütün yaşam alanlarının mevcut durumda tehdit altında olduğunun bilinciyle hareket etmelidir. Gerekirse 24 saat nöbet tutmalıdır.' şeklinde alt başlıkların açıldığı; 'ANF News' isimli internet sitesinde 2015 tarihinde, 'KCK Kürt halkı için öz yönetimden başka çare kalmadı' başlığıyla haber yapıldığı, 'KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı, Kürdistan’daki Halk Meclislerinin öz yönetim ilanlarını destekleyerek AKP iktidarının ulus devlette ısrarı karşısında Kürt halkı için öz yönetimden başka seçenek kalmadığını duyurdu' şeklinde alt başlıkların açıldığı; 'ANF News' isimli internet sitesinde 2015 tarihinde, 'KJK öz yönetim ilanı demokratikleşme yolunda önemli bir adımdır' başlığı ile 'KJK Şırnak, Cizre, Silopi ve Nusaybin'de öz yönetim ilanında ortaya konulan irade, demokratikleşme yolunda önemli bir adım olarak anlaşılmalı ve desteklenmelidir.' şeklinde bazı il ve ilçelerde bu özerklik ilanlarının benimsenmesi, özendirilmesi ve artırılması yönünde talimat niteliğinde haberlerin yapıldığı,2015 tarihinde sanık 'nin basın açıklaması niteliğindeki duyurusunun; Devletin ve AK Parti hükûmetinin topluma yönelik topyekûn saldırılarına karşı demokratik direniş temelinde, kendi öz irade ve yönetimlerinin geliştirmeyi acil görev gördüklerini, 'Kendimizi ve kentimizi yönetmek istiyoruz, bizler merkezden dayatılan, Ankara'dan toplumla uyuşmayan her şeyi yapmak zorunda değiliz. Bizler devletin atadığı vali ve kaymakamlar tarafından yönetilmek istemiyoruz. Bizler Kürt halkı olarak demokratik ve meşru yöntemlerle kendimizin seçtiği yönetimler tarafından yönetilmek istiyoruz. Bu nedenle biz artık kendimizi ve kendimizi öz yönetimimizle yönetmek istiyoruz. Rejim ve kurumlarını meşru görmüyoruz, Devlet mahkeme ve hukukuyla adaleti sağlamak yerine meşru taleplerini dile getiren herkesi terörize ederek cezalandırıyorsa, Anayasayla farklılıkları korumak yerine yok sayarak tasfiye ediyorsa, doğuştan gelen ana dil ve öz kimlikleri reddederek bölünme paranoyasına dönüştürüyorsa, bu rejim bizleri kapsamamakta ve temsil etmemektedir. Bizleri temsil etmeyen bu rejim ve tüm kurumlarını meşru görmediğimizi açıkça beyan ediyoruz. Bugünden itibaren kendimizi yönetiyoruz, Bizler Varto'da yaşayan seçilmiş Demokratik Kent Meclisi olarak, faşizan ve meşru olmayan rejime karşı toplumun öz yönetimi olarak kendimizi beyan ediyoruz. Seçilmiş kent meclisi olarak halkımıza yönelik geliştirilen topyekûn imha rejimine karşı tutum alarak bugünden itibaren kentimizi öz irade ve öz yönetimimizle yöneteceğimizi ilan ediyoruz" şeklinde olduğu, 'haberler.com' isimli internet sitesinde 2015 tarihinde; 'KCK talimat verdi, 3 gün içinde 7 ilçede öz yönetim ilan etti' başlığı ile haberin yayımlandığı, haberin devamında Varto’da öz yönetim ilan edildiğinin, Muş'ta bir günde 2 ilçede öz yönetim ilan edildiğinin belirtildiği, yine aynı tarihli örgüte müzahir 'ANF News' ve 'Bestanuce' isimli internet sitelerinde Varto'daki özerklik ilanının duyurulduğu, sanık D'nin açıklamasındaki bazı bölümlerin de haberlere eklendiği,...İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün dosya arasında bulunan 2015 tarihli raporuna göre, PKK/KCK silahlı terör örgütünün 2015 sonrası süreçte bilinçli bir şekilde Demokratik Özgürlük söylemini gündemde tutmaya çalışarak, özgüre müzahir basın yayın araçları üzerinden 'Kürtler için özerlikten başka seçenek kalmadı' şeklinde açıklamalarda bulunulduğu, 2015 tarihinde Mardin ili, Nusaybin ilçesinde, 2015 tarihinde Şırnak il merkezinde, 2015 tarihinde Hakkari ili, Yüksekova ilçesinde, 2015 tarihinde Muş ilinin, Bulanık ve Varto ilçelerinde, 2015 tarihinde Hakkari il merkezinde, 2015 tarihinde Van ilinin, Merkez İpekyolu ve Edremit ilçelerinde, 2015 tarihinde Batman il merkezinde, 2015 tarihinde Diyarbakır ili, Sur ilçesinde, 2015 tarihinde Diyarbakır ili, Silvan ilçesinde, 2015 tarihinde Şırnak ili, Cizre ilçesinde, 2015 tarihinde Diyarbakır ili, Lice ilçesinde, 2015 tarihinde Ağrı ili, Doğubeyazıt ilçesinde, 2015 tarihinde Bitlis ili, Hizan ilçesinde, 2015 tarihinde Adana ili, Seyhan ilçesi, Fırat Mahallesinde, 2015 tarihinde Adana ili, Seyhan ilçesi, Gülbahçe Mahallesinde, 2015 tarihinde Adana ili, Seyhan ilçesi, İsmet Paşa Mahallesinde, 2015 tarihinde Ağrı il merkezinde, 2015 tarihinde Van ili, Erciş ilçesinde öz yönetim ilanında bulunulduğu, özerklik ilanında bulunan şahısların halk meclisi, kent meclisi, demokratik toplum meclisi, demokratik halk meclisi isimlerini kullanarak bu eylemlerini gerçekleştirdikleri, bu tabirlerin PKK/KCK silahlı terör örgütünün örgütsel yapılanması kapsamında faaliyet gösteren birimler olduğu ayrıca bu eylemlerin sadece özerklik ilanı ile kalmadığı, 2015 yılının Ağustos ayı içerisinde özellikle ve devam eden aylarda, şehir merkezlerine terör örgütü mensuplarının indiği, bir savaş hâlinin yaratılmaya çalışıldığı, hendekler kazıldığı, kazılan bu hendeklere, yollara, güvenlik güçlerinin geçiş güzergâhlarına, çok sayıda bomba döşenilerek patlatıldığı, bunlara ilişkin yapılan operasyonlarda pek çok güvenlik kuvveti personelinin şehit olduğu anlaşılmaktadır....Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; PKK/KCK silahlı terör örgütüne müzahir internet siteleri ve yapılan açık kaynak araştırmalarında; 'Bestanuce' isimli internet sitesinde 2015 tarihinde ''KJK: AKP'nin saldırılarını durdurmanın tek yolu topyekun direniştir' başlığı ile 'ANF News' isimli internet sitesinde 2015 tarihinde; 'KCK Kürt halkı için öz yönetimden başka çare kalmadı' başlığıyla, 'ANF News' isimli internet sitesinde 2015 tarihinde; 'KJK öz yönetim ilanı demokratikleşme yolunda önemli bir adımdır' başlığı ile 'KJK Şırnak, Cizre, Silopi ve Nusaybin'de öz yönetim ilanında ortaya konulan irade, demokratikleşme yolunda önemli bir adım olarak anlaşılmalı ve desteklenmelidir.' şeklinde bazı il ve ilçelerde bu özerklik ilanlarının benimsenmesi, özendirilmesi ve artırılması yönünde talimat niteliğinde haberlerin yapılması üzerine, 2015 tarihinde sanık , Devletin ve AK Parti hükûmetinin topluma yönelik topyekûn saldırılarına karşı demokratik direniş temelinde, kendi öz irade ve yönetimlerinin geliştirmeyi acil görev gördüklerini [belirtip], 'Kendimizi ve kentimizi yönetmek istiyoruz, bizler merkezden dayatılan, Ankara'dan toplumla uyuşmayan her şeyi yapmak zorunda değiliz. Bizler devletin atadığı vali ve kaymakamlar tarafından yönetilmek istemiyoruz. Bizler Kürt halkı olarak demokratik ve meşru yöntemlerle kendimizin seçtiği yönetimler tarafından yönetilmek istiyoruz. Bu nedenle biz artık kendimizi ve kentimizi öz yönetimimizle yönetmek istiyoruz. Rejim ve kurumlarını meşru görmüyoruz, Devlet mahkeme ve hukukuyla adaleti sağlamak yerine meşru taleplerini dile getiren herkesi terörize ederek cezalandırıyorsa, Anayasayla farklılıkları korumak yerine yok sayarak tasfiye ediyorsa, doğuştan gelen ana dil ve öz kimlikleri reddederek bölünme paranoyasına dönüştürüyorsa, bu rejim bizleri kapsamamakta ve temsil etmemektedir. Bizleri temsil etmeyen bu rejim ve tüm kurumlarını meşru görmediğimizi açıkça beyan ediyoruz. Bugünden itibaren kendimizi yönetiyoruz, Bizler Varto'da yaşayan seçilmiş Demokratik Kent Meclisi olarak, faşizan ve meşru olmayan rejime karşı toplumun öz yönetimi olarak kendimizi beyan ediyoruz. Seçilmiş kent meclisi olarak halkımıza yönelik geliştirilen topyekün imha rejimine karşı tutum alarak bugünden itibaren kentimizi öz irade ve öz yönetimimizle yöneteceğimizi ilan ediyoruz' şeklindeki açıklama metnini okuduğu, örgüte müzahir 'ANF News' ve 'Bestanuce' isimli internet sitelerinde Varto'daki özerklik ilanının duyurulduğu, sanık 'nin açıklamasından bazı bölümlerin de haberlere eklendiği ve bu açıklamanın yapıldığı günden sonra Varto ilçesinde 2015 tarihinde MOBESE kameralarının uzun namlulu silahlar ile etkisiz hâle getirildiği, yol üstüne tüp içerisine bomba düzeneği yerleştirildiği, Halk Bankası inşaatı civarının çeşitli patlayıcı ve molotoflar ile ateşe verildiği, yüzleri kapalı ellerinde uzun namlulu silah ve bomba düzeneği olabileceğini değerlendirilen kişilerin yolu trafiğe kapatarak silahla çevreye ateş edildiğine yönelik görüntüler elde edildiği, ilçe merkezinde birkaç noktada eli silahlı leşker kıyafetli örgüt mensuplarının bulunduğu, 2015 tarihinde saat 30 sıralarında kent güvenliğinin sağlanması için Muş Valiliği tarafından Varto İlçe merkezinde ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağının ilan edildiği, aynı tarihte ilçe merkezinde örgüt mensuplarınca kazılan hendekler arkasına mevzilenmiş eli silahlı grupların görüntüsü alındığı ve 4 terör örgütü mensubunun etkisiz hâle getirildiği, ilçe merkezinde Hendekler civarında kısa süreli çatışma yaşandığı, yine durdurulan bir araç içinde; 9 adet Kalaşnikof marka uzun namlulu silah, 5 adet roketatar başlığı, çok sayıda Bixi (700 Adet) ve Kalaşnikof mermisi (4500 Adet), örgütsel dokümanlar ile leşker kıyafetlerin ele geçirildiği olayda; Sanık tarafından 'Öz yönetime davet' olarak isimlendirilen açıklamaların bu süreçte örgüte müzahir sitelerden yapılan çağrılar üzerine birçok il ve ilçede yapılması, bu açıklamaların aynı şekilde bu sitelerde 'Varto'daki özerklik ilanının duyurulduğu' şeklindeki haberlerle de ilan edilmesi, Öz yönetim çağrılan sonunda il ve ilçelerde meydana gelen terör eylemleri ve bu açıklamalar ile eylemler arasındaki organik bütünlük Emniyet Genel Müdürlüğünün bilgi notunda KCK yapılanmasının bir organı olduğu belirtilen Kent Meclisi oluşumunda sanığın konumu, açıklamalardan 2 gün sonra Varto ilçesinde PKK/KCK silahlı terör örgütünün şehirlerdeki milisleri ve kırsal alandaki örgüt mensuplarının silahları ile şehir merkezlerine gizlice girerek halkın arasına karışmaları, zaman zaman bir kısım belediyelerin araç ve gereçleri kullanmak suretiyle insanların yoğun olarak yaşadıkları sokaklara, mahallelere hendekler kazılarak el yapımı bomba ve düzenekleri yerleştirmeleri, umumun kullandığı kara yollarına ise mayın döşenerek patlamaya hazır hâle getirmeleri, ele geçirilen malzemeler ve sanığın açıklamasının içeriği de gözetildiğinde; sanığın eyleminin suç olarak değerlendirilmesinin demokratik toplum için zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklandığı ve bu hâliyle ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği... Yargıtay Ceza Dairesinin öz yönetim ilanı hakkındaki 4/4/2017 tarihli ve E.2017/562, K.2017/3535 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Bu kapsamda değerlendirme yapıldığında; 'Öz yönetim ilanı' Hakkari ili ile sınırlı kalmayarak, açıklama yapılan süreçte birbirine yakın tarihlerde, Van İli Edremit İlçesi Demokratik Halk Meclisi, Şımak İli Halk Meclisi, Muş İli Bulanık İlçesi Halk Meclisi, Muş İli Varto İlçesi Kent Meclisi, Doğubeyazıt İlçesinde, Diyarbakır’ın Sur İlçesinde, Batman İlinde, genelde parti yöneticileri tarafından Kent meclisi veya halk meclisi olarak isimlendirdikleri sivil toplum kuruluşları adına birbirine benzer şekilde açıklamalar yapıldığı görülmektedir.Öz yönetim ilanı öncesinde PKK/KCK terör örgütünün üst düzey yöneticilerinin beyanatları dikkat çekicidir....Görüldüğü üzere, 'öz yönetim' açıklamasının demokratik bir talep olarak, terör örgütü yöneticilerin açıklamaları sonrasına tesadüfen denk geldiğini kabul etmek, sonradan yaşanan olaylar karşısında mümkün görülmemiştir.Bu açıklamalar sonrasında; PKK/KCK sözde yürütme konseyinin ve yöneticilerinin öz yönetimden başka seçenek kalmadığına yönelik çağrısı üzerine, terör örgütünün amaca ulaşmak için gerçekleştirdiği stratejik hamlelerden en önemlilerinden birisi olan, yoğun olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve Ülkemizin değişik yörelerinde hakimiyet alanları oluşturmak için güvenlik güçlerine ve kamu binalarına topluca saldırı girişiminde bulunmak kararı kapsamında, PKK/KCK terör örgütünün şehirlerdeki milisleri ve kırsal alandaki örgüt mensuplarının silahları ile şehir merkezlerine gizlice girerek halkın arasına karıştıkları, zaman zaman bir kısım belediyelerin araç ve gereçlerini de kullanmak suretiyle, insanların yoğun olarak yaşadıklan sokaklara, mahallelere hendekler kazarak el yapımı bomba ve düzenekleri yerleştirdikleri, umumun kullandığı karayollanna mayın döşeyerek patlamaya hazır hale getirdikleri, tonlarca patlayıcı yüklü kamyonlar, iş makineleri ve diğer araçlarla canlı bomba saldırıları hedefledikleri, güvenlik güçlerinin kamu düzenini ve bu yörede yaşayan vatandaşların güvenliğini sağlamak için operasyon yapma zorunluluğu sonucunda, örgüt mensuplarıyla güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalar sırasında daha önce yerleştirilen patlayıcıların infilak ettirilmesi ve bireysel ya da araçlarla gerçekleştirilen canlı bomba saldırılarıyla çok sayıda sivil vatandaş, kamu görevlisi ve güvenlik güçlerinin ölüm ve yaralanmasına sebebiyet verdikleri, bu süreçte yöre halkının oturduğu evleri terk etmelerini cebren engelleyerek, canlı kalkan yaptıkları, yerleşim alanlarının teröristlerden ve patlayıcılardan temizlenmesi için sürdürülen operasyonların haftalarca sürdüğü, çok sayıda özel konut ve işyeri, okul, hastane gibi kamu konutları ve şehrin alt yapı tesislerinin ağır hasar görerek kullanılamaz duruma geldiği, bölge halkının büyük bir çoğunluğunun terör örgütünün yasalara ve devlet otoritesine itaatsizlik çağrısına itibar etmemesiyle, silahlı çatışmaya giren birçok örgüt mensubunun etkisiz hale getirilerek, yerleşim alanlarının, örgütün işgalinden ve patlayıcılardan temizlenerek, kamu düzeninin sağlandığı görülmüştür.TCK maddede düzenlenen Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçu amaç suç olup, cebir ve şiddet suçun unsurudur. Bu suçu gerçekleştirmek gayesiyle örgüt mensuplan tarafından araç suçlar da işlenebilir. Bu suçların amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli (vahim nitelikte eylem) kabul edilebilmesi için; hareketin özel veya genel ceza yasalarında suç olarak tanımlanması, failin örgüt mensubu veya örgüte mensup olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi olması, suçun kanuni tanımında cebir ya da şiddet unsuruna yer verilmiş olması ve amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli olması zorunludur.Öz yönetim açıklamalar sonrasında bir kısım yerlerde yukarıda ayrıntılarına yer verilen olaylar meydana gelmiş ise de; Sanıkların, fiili ile meydana gelen netice açısından illiyet bağının kurulamaması, suça iştirak koşullarının gerçekleşmemesi ve örgüt yöneticisi olmayan sanığın, örgüt mensuplarınca işlenen fıilerden fail sıfatı ile sorumlu tutulmasına yasal imkan bulunmamaktadır. Sanığın gerçekleştirdiği basın açıklamasının içeriğinde, halkın bir kısmını yasalara uymaması ve öz savunma güçlerinin harekete geçirilerek güvenlik güçlerine direnilmesinin, alternatif bir yönetim oluşturulmasının tavsiye edilmesi karşısında, suç işlemeye tahrik suçunun işlendiği gibi, öz yönetim açıklaması sonrası gelişen olaylar dikkate alındığında; PKK/KCK terör örgütünün stratejisinde önemli bir aşama kaydettiği dönemde kendisinin güvenemeyeceği, mensubu olmayan kişilere bu şekilde önemli görev vermeyeceği, eylem öncesinde de bir kısım sanıkların örgütle bağlantılarını gösterir delillerin mevcut olduğu gibi, öz yönetim açıklaması yapanı desteklemek, açıklamanın kişisel değil halkı temsilen yapıldığı izlenimini vermek, açıklamanın kamuoyunda dikkat çekmesini sağlamak amacıyla, açıklama yapılan yerde bulunarak içeriğini benimsediğini ve kabul ettiğini basın önünde deklare edilmesi faaliyetinde bulunanların, örgüt hiyerarşisine bağlı, aldıkları emir ve talimatları sorgulamaksızın uygulayabilecek konumda olduklarının kabulü gerekecektir." Öz yönetim ilanı hakkındaki bir diğer karar için bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin 10/3/2022 tarihli ve E.2021/3358, K.2022/1319 sayılı kararı.B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Metinler İlgili uluslararası metinler için bkz. Candar Şafak Dönmez [GK], B. No: 2015/15672, 5/11/2020, §§ 29- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadıa. İfade Özgürlüğüne İlişkin İçtihat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Zana/Türkiye (B. No: 29851/96, 6/3/2001) kararında, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun bir gazeteye verdiği röportajın içeriği nedeniyle 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun kanunun cürüm saydığı bir fiili savunmayı cezalandıran maddesi uyarınca cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasını incelemiştir. İnceleme konusu röportajda cezalandırmaya konu edilen açıklamalar iki cümleden oluşmaktadır: Birinci cümlede başvurucu "katliamlardan yana" olmadığını ve "PKK ulusal kurtuluş hareketi"ni desteklediğini belirtirken ikinci cümlede "Herkes hata yapar, PKK, kadın ve çocukları yanlışlıkla öldürüyor." şeklinde bir açıklama yapmıştır (Zana/Türkiye, § 12). AİHM söz konusu kararda; başvurucunun eski Diyarbakır belediye başkanı olduğunu, bu kişinin açıklamalarının toplum üzerindeki etkisinin daha ağır olacağını, öte yandan açıklamanın yapıldığı zamanın ülkenin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde ciddi çatışmaların sürdüğü bir dönem olduğunu belirtmiş ve ulusal makamların başvurucunun açıklamalarının içeriğini dikkate alarak önlem almalarının meşru bir amacının bulunduğunu ifade etmiştir (Zana/Türkiye, §§ 49, 50). Bundan başka AİHM, başvurucunun açıklamasının değerlendirilmesinde somut olayın koşullarının dikkate alınması gerektiğini belirtmiş; büyük bir ulusal günlük gazetede yayımlanan röportajda Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en önemli kenti olan Diyarbakır'ın eski belediye başkanının "ulusal kurtuluş hareketi" olarak tanımlayıp PKK'ya verdiği desteğin bu bölgedeki patlamaya hazır havayı daha da ağırlaştıracağını ifade etmiştir (Zana/Türkiye, §§ 56-62). Bu değerlendirmeler sonrasında AİHM, somut olayda ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar vermiştir. AİHM, Sürek/Türkiye (No. 1) ([BD], B. No: 26682/95, 8/7/1999) kararında, haftalık bir dergide yayımlanan ve Türkiye'nin güneydoğusunda devlet tarafından gerçekleştirilen askerî operasyonları eleştiren iki okuyucunun mektubu nedeniyle mahkûmiyetine karar verilen dergi sahibinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. AİHM, mektuplarda kullanılan kelimelerin ve yayımlanmış olduğu bağlamın üzerinde özellikle duracağını açıklamıştır. Bu açıklama sonrasında AİHM, mektuplardaki kelimelerin kanlı bir intikama çağrı şeklinde değerlendirilebileceğini ifade ettikten sonra mektuplarda okuyucuya iletilen mesajın saldırgan ülke olarak kabul edilen bir devlete karşı şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir mücadele olduğunu ifade etmiştir. Bunun yanında AİHM, mektuplarda bazı şahısların adlarının açıkça verilmesinin onlara karşı nefreti teşvik edici olduğunu ve bu şahısları muhtemel bir fiziksel şiddet tehlikesi altında bıraktığını vurgulamıştır (Sürek/Türkiye (No. 1), § 62). AİHM mektupları değerlendirirken ülkenin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bir dönemde güvenlik durumu bağlamında mektupların yayımlanmış olması hususuna da ayrıca vurgu yapmıştır (Sürek/Türkiye (No. 1), § 62). AİHM, başvurucunun dergi sahibi olmasını da değerlendirmiştir. AİHM'e göre başvuru konusu mektuplardaki görüşlerle başvurucu şahsen bağlantılı olmasa da mektupların yazarlarına şiddet ve nefretin körüklenmesi için bir araç temin etmiştir. AİHM'e göre ayrıca başvurucu, mal sahibi olması nedeniyle derginin yazı işleri yönetimini şekillendirme hakkına sahiptir. Bunun da ötesinde başvurucu, halk için bilgi toplanması ve dağıtılması konusunda derginin yazı işleri personelinin ve muhabir personelin görev ve sorumlulukları açısından vekâleten sorumlu olup bu sorumluluk çatışma ve gerginlik durumlarında daha büyük önem taşımaktadır (Sürek/Türkiye (No. 1), § 63). Bu değerlendirmelerle AİHM, derginin sahibi olarak başvurana uygulanmış cezanın bir zorunlu sosyal ihtiyacı karşıladığını ve orantılı bir tedbir niteliğini taşıdığını belirtmiş; ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği sonucuna varmıştır (Sürek/Türkiye (No. 1), § 64). AİHM Altıntaş/Türkiye (B. No: 50495/08, 10/3/2020) kararında, yazı işleri müdürü olduğu dergide yayımlanan bir makale nedeniyle başvurucunun adli para cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasını incelemiştir. Anılan kararda AİHM, öncelikle makaleye konu edilen olayın arka plan bilgisine yer vermiştir. Bu bilgilere göre terör örgütü mensubu [Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephe (THKP/C) ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)] toplam altı kişi Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütünün (NATO) Ünye'de bulunan askerî üssünde çalışan üç İngiliz teknisyeni kaçırarak Tokat'taki Kızıldere köyünde rehin almış ve haklarında idam kararı verilen üç kişinin infazının durdurulmasını talep etmiştir. Güvenlik güçlerince yapılan operasyon sırasında teröristler kolluk görevlilerine ateş açmış ve rehineleri öldürmüştür. Çatışma sonucunda biri dışında tüm teröristler öldürülmüştür (Altıntaş/Türkiye, §§ 6-8). AİHM, yazıdaki ifadeleri makalenin hangi bağlamda yayımlandığını ve zarar verme ihtimalini dikkate alarak değerlendirmiştir. Buna göre yazının olayların meydana geldiği Tokat'ta basılan bir dergide ve olayların yıl dönümünde yayımlanmasına dikkat çeken AİHM, yazının gergin bir sosyal ortamda yapıldığını belirtmiştir. AİHM; makalenin şiddete başvuran terör örgütü mensuplarının eylemlerini onaylayıcı ifadelerle yücelttiğini, bu kişileri gençliğin idolleri olarak gösterip öldürülen teröristler için "katliam" nitelendirmesinde bulunduğunu vurgulamıştır. AİHM; makalede yer alan ifadelerin hoşgörü ruhuyla bağdaşmadığını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) giriş kısmında belirtilen adalet ve barışla ilgili temel değerlere ters düştüğünü belirterek başvuru konusu sözlerin ifade özgürlüğünün korumasından yararlanamayacağını belirtmiştir. AİHM, açık bir şiddet olduğunda kuşku bulunmayan bir olaya ilişkin kaleme alınan ifadeleri şiddeti övme veya en azından şiddeti haklı gösterme olarak nitelendirmiştir (Altıntaş/Türkiye, §§ 31-33). İfadelerin kamuya zarar verme ihtimaline ilişkin değerlendirmesinde ise AİHM, makaledeki ifadelere benzer söylemlerin bazı gençleri, özellikle yasa dışı birtakım örgütlerin üyelerini veya sempatizanlarını Kızıldere olayındakine benzer şiddet eylemleri için cesaretlendirme veya buna teşvik etme ihtimalinin de önemsenmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre makaledeki ifadeler, bazı siyasi görüş mensuplarında kendi ideolojileri kapsamında meşru olarak görebilecekleri bir amaç için şiddete başvurmanın gerekli ve haklı olduğu izlenimi uyandırmaktadır. Dahası AİHM'e göre makaledeki ifadeler Kızıldere olayında hayatını kaybeden sivillerin yakınlarında da acı ve elem uyandırmaktadır. Bu tespitler ışığında başvurana verilen adli para cezasının ölçülü olduğunu da belirten AİHM, ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği sonucuna varmıştır (Altıntaş/Türkiye, §§ 34-36).b. Siyasi Faaliyette Bulunma Hakkına İlişkin İçtihat AİHM, Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesindeki serbest seçim hakkını yasama organının seçimi ya da bu organın iki meclisi varsa en azından bir meclisin seçimi ile sınırlı olarak değerlendirmektedir (Gorizdra/Moldova (k.k.), B. No: 53180/99, 2/7/2002, hukuk kısmı, § 2). AİHM; serbest seçim hakkının kapsamını yasama yetkisine sahip olmayan yerel yönetimlerin seçimlerini içerecek kadar genişletmemiş ve yerel seçimlerin ulusal yasaları yerel düzeyde uygulayarak parlamentonun desteklenmesi işlevine sahip olduğunu belirtmiştir. AİHM ayrıca belediye seçimlerinin (Cherepkov/Rusya (k.k.), B. No: 51501/99, 25/01/2000), bölgesel seçimlerin (Malarde/France (k.k.), B. No: 46813/99, 5/9/2000), il genel meclisi seçimlerinin (Vito Sante Santoro/Italy, B. No: 36681/97, 16/1/2003), belediye, ilçe ve bölge meclisi seçimlerinin (Mółka/Poland (k.k.), B. No: 56550/00, 11/4/2006) Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinde belirlenen serbest seçim hakkının kapsamında olmadığına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20156 | Başvuru, başvurucunun bir basın açıklamasına dinleyici olarak katılmasının terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyette delil olarak kullanılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yer değiştirme suretiyle yapılan il içi atama işleminin iptali istemiyle açılan davada işlemin hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddialara rağmen ve yerleşik yargı kararlarına aykırı bir şekilde davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/3/2014 tarihinde Aydın Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/1/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği görüş bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 3/3/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 10/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Aydın ili Köşk ilçesi Adnan Menderes İlköğretim Okulunda müdür olarak görev yapmakta iken hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonucunda getirilen idari teklif kapsamında Aydın Merkez Mimar Sinan Teknik ve Endüstri Meslek Lisesine öğretmen olarak atanmıştır. Aynı soruşturma kapsamında disiplin yönünden getirilen teklif kapsamında da kınama cezası verilmiştir. Başvurucu, hakkındaki yer değiştirme işlemine karşı diğer iddialarının yanında işlemin Vali adına İl Millî Eğitim Müdür Vekili sıfatıyla, aynı zamanda hakkındaki disiplin cezasını veren kişi olan İl Eğitim Denetmenleri Başkanı A.Y.nin imzasıyla gerçekleştirildiği ve 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (C) bendi gereği atama işleminin yetki unsuru yönünden sakat olduğu gerekçesiyle iptali istemiyle dava açmıştır. Aydın İdare Mahkemesi 19/6/2013 tarihli ve E.2012/1466, K.2013/883 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 8/c maddesinde, madde kapsamında bulunan bütün memurların lüzumu halinde il içinde nakil ve tahvillerinin mensup olduğu İl İdare Şube Başkanlarının inhası üzerine Valiler tarafından icra edilmekle beraber mensup oldukları Bakanlıklar veya Genel Müdürlüklere sebepleriyle bildirileceği öngörülmüştür.13/08/2009 tarih ve 24318 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Atama ve Yer Değiştirmelerine ilişkin Yönetmeliğin maddesinin (d) bendinde, "Yöneticilik görevi, son üç yıllık hizmet süresi içinde adli veya idari soruşturma sonucu üzerinden alınmamış olmak" koşulu, yönetici olarak atanacaklarda aranacak genel koşullar arasında sayılmış, aynı Yönetmeliğin 'Yöneticilik görevinden alınma' başlıklı maddesinde;"(1) Eğitim kurumu yöneticilerinden haklarında yapılan adlî ve idarî soruşturma sonucu hazırlanan raporların yetkili amir ve kurullarca değerlendirilmesi sonucuna göre; a) Görev yerlerinin değiştirilmesi gerekenlerin durumlarına uygun eğitim kurumu yöneticiliklerine, b) Yöneticilik görevlerinden alınması gerekenler ihtiyaç bulunan eğitim kurumlarına öğretmen olarak, atanırlar. ... (3) Yöneticiliğe atanma şartlarından herhangi birini kaybedenler yöneticilik görevinden alınırlar. " hükümleri yer almıştır.Yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca, memurların naklen atanması ve görev değişikliği konusunda idareye takdir yetkisi tanındığı açık olup, bu yetkinin ancak kamu yararı ve hizmet gerekleri göz ardı edilerek kullanıldığının kanıtlanması ya da idari yargı merciince saptanması halinde, sözü edilen dava konusu idari işlemin neden ve amaç yönlerinden hukuka aykırılığı nedeniyle iptalini gerektireceği yerleşmiş yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır.Dava dosyasının incelenmesinden; Aydın İli, Köşk İlçesi, Adnan Menderes İlköretim Okulu müdürü olarak görev yapan davacı hakkında 8/A sınıfı öğrencisi E. Ö.'yü 04/04/2012 tarihinde makam odasına çağırdığı, uygunsuz sözler söylediği, cinsel tacizde bulunduğu iddiaları ile ilgili olarak başlatılan disiplin soruşturması sonucu düzenlenen 10/05/2012 gün ve 7 sayılı raporunda, davacı hakkında taciz olayı gerçekleşmemiş olsa bile davacının öğrencileri ile görüşme yönteminin doğru olmadığı, herhangi bir eylemi olmasa bile kendini şaibe altında bıraktığı, bilgi amaçlı olsa bile öğrencilerine adet kanamaları konusunda açıklama yapması ve çeşitli sorular sorması, odasında tek olarak görüşmesi, görüşmeler sırasında makam koltuğu yerine misafir koltuğunda oturması iddialarının sübut bulduğu ve söz konusu fiillerin hizmet içinde devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak kapsamında kaldığından bahisle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 125/C-ı maddesi gereğince 1/30 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılması ve idarecilik görevi üzerinden alınarak çalıştığı ilçe dışında bir okula öğretmen olarak ataması yönünde teklif getirilmesi üzerine, davacıya teklif doğrultusunda 657 sayılı Yasanın 125/C-ı ve alt ceza uygulanmak suretiyle kınama cezası verildiği ve dava konusu 2012 gün ve 18771 sayılı Aydın Valiliği Milli Eğitim Müdürlüğü atama kararnamesi ileAydın- Merkez Mimar Sinan Teknik ve Endüstri Meslek Lisesine öğretmen olarak atamasının yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, yapılan soruşturma sonucunda sübuta erdiği anlaşılan eylemleri nedeniyle disiplin cezası verilen ve soruşturma raporuyla idarecilik görevi üzerinden alınarak çalıştığı ilçe dışında bir okula öğretmen olarak atanması önerilen davacının, idareci olarak görev ve sorumluluğunu gerekli ve yeterli düzeyde yerine getirmediği, bundan sonra okulda sağlıklı ve verimli şekilde görev yapamayacağı, bunun da okuldaki eğitim ve öğretim hizmetlerini olumsuz etkileyeceği kanaatine varıldığından, eğitim ve öğretim hizmetlerinin daha etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesi amacıyla davacının Aydın- Merkez Mimar Sinan Teknik ve Endüstri Meslek Lisesine öğretmen olarak atanmasına ilişkin dava konusu işlemde kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Öte yandan, davacının, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 125/C-ı ve alt ceza uygulanmak suretiyle kınama cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada, Mahkememizin 2013 gün ve E:2012/1485, K:2013/854 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmiştir." Başvurucu tarafından itiraz edilen karar, Aydın Bölge İdare Mahkemesinin 29/1/2014 tarihli ve E.2013/2431, K.2014/304 sayılı kararıyla onanmış ve karar kesinleşmiştir.Karar,başvurucuya 19/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu 11/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.Diğer taraftan, kınama cezasıverilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan ve Aydın İdare Mahkemesinin 12/6/2013 tarihli ve E.2012/1485, K.2013/854 sayılı kararıyla reddedilen dava, kanun yolundan geçerek kesinleşmiştir. B. İlgili Hukuk 5442 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (C) bendi şöyledir: “C) Yukardaki fıkralarda yazılı bütün memurların lüzumu halinde il içinde nakil ve tahvilleri mensup olduğu il idare şube başkanlarının inhası üzerine valiler tarafından icra edilmekle beraber mensup oldukları Bakanlıklar veya genel müdürlüklere sebepleriyle bildirilir.”Danıştay İkinci Dairesinin 6/11/2014 tarihli ve E.2011/8676, K.2014/9562 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İlgili mevzuat hükümleri incelendiğinde; valiye tanınan il içi atama yetkisinin, vali yardımcısı tarafından, ancak valiye vekalet ettiği dönemlerde kullanılabileceği; il milli eğitim müdürünün bu yetkiyi kullanabileceği yolunda ise herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği görülmektedir.Dava dosyasının incelenmesinden; Adana İli, Yüreğir İlçesi, Kiremithane Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi'nde Öğretmen olan davacının, soruşturma nedeniyle, Seyhan İlçesi, Akkapı Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi'ne atanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle davanın açıldığı anlaşılmıştır.İdare Mahkemesi tarafından, il milli eğitim müdürü imzasıyla ilgililere tebliğ edilen atama kararnamesine ilişkin belgeye dayanılarak, il milli eğitim müdürü tarafından tesis edilen atama işleminde yetki yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptal kararı verilmiş ise de; dosya içeriğinde mevcut olan ve temyiz aşamasında da davalı idarece dosyaya sunulan 2010 günlü, 38911 sayılı atama kararnamesi ve Vali Olur'u incelendiğinde, dava konusu işlemin Vali tarafından tesis edildiği açıkça görüldüğünden, dava konusu işlemin yetki yönünden hukuka aykırılığı bulunmadığı anlaşılmakla aksi yönde verilen Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3298 | Başvuru, yer değiştirme suretiyle yapılan il içi atama işleminin iptali istemiyle açılan davada işlemin hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddialara rağmen ve yerleşik yargı kararlarına aykırı bir şekilde davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya satın aldığı süreli yayının teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, olayların yaşandığı dönemde Ödemiş T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun kurum idaresi aracılığıyla ücretini ödeyerek satın aldığı Politik Art isimli gazetenin çeşitli nüshaları, Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu Başkanlığının (Eğitim Kurulu) kararı ile başvurucuya teslim edilmemiştir. Eğitim Kurulu yapmış olduğu incelemede bazı nüshaların Kürtçe olması bazı nüshalarda ise yer alan haber ve görsellerin Ceza İnfaz Kurumunun güvenliğini tehlikeye sokacak, hükümlü ve tutukluları yanlış yönlendirici ve açlık grevlerini teşvik edici nitelikte olduğu sonucuna ulaşmıştır. Başvurucu Eğitim Kurulu kararına karşı Ödemiş İnfaz Hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği söz konusu süreli yayının verilmeyen nüshalarında Ceza İnfaz Kurumumun güvenliğini tehlikeye sokucu, hükümlü ve tutukluları yanlış yönlendirici, açlık grevlerini teşvik edici haberlerin ve görsellerin yer aldığının tespit edildiğini belirtilerek yapılan şikâyetin reddine karar vermiştir. Hâkimlik, verilmeyen nüshalarda yer alan haberlere ilişkin bir belirlemede bulunmadığı gibi Kürtçe olduğu için verilmeyen nüshalara ilişkin de bir değerlendirmeye de yer vermemiştir. Başvurucu İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliğinin kararında belirtilen gerekçede hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu nihai kararı 10/7/2019 tarihinde tebliğ edildikten sonra 9/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29420 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuya satın aldığı süreli yayının teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Türkiye İş Bankası A.Ş. Şubelerince (başvurucular), çalışanlarına çeşitli menfaatler sağlamak üzere kurulmuş olan Türkiye İş Bankası A.Ş. Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfına (Vakıf) şubeler itibarıyla yapılan katkı payı ödemelerinin vergi müfettişlerince yapılan vergi incelemesi sonucunda ücret olarak değerlendirilmesi dolayısıyla şubeler adına tarh edilen gelir vergisi ve damga vergisi ile kesilen vergi zıyaı cezalarına karşı açılan davaların reddi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular ekli listenin (C) sütununda belirtilen tarihlerde Kayseri Vergi Mahkemesi ve Erzurum Vergi Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. 23/6/2016 tarihinde aralarında konu bakımından hukuki bağlantı bulunan 2015/19153, 2015/19155, 2015/19156 ve 2015/20243 numaralı bireysel başvuru dosyalarının, 2015/19152 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemeye 2015/19152 numaralı başvuru dosyası üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir. Komisyonlarca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye İş Bankası A.Ş. (Banka) nezdinde 2007-2011 yılları arası dönem için yapılan vergi incelemesi sonucunda düzenlenen 23/11/2012 tarihli ve 2012-B-585/8 sayılı vergi tekniği raporunda özetle, "Munzam Sandık Vakfının 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun geçici maddesine göre kurulmadığı, Bankaya ait geçici maddeye göre kurulan başka bir sandığın bulunduğu, dolayısıyla Munzam Sandığın bu sandığın sağladığı haklara ek haklar sağladığı ve bu sebeple özel sigorta fonksiyonu gördüğü, Munzam Sandığın ana finansman kaynağının çalışanlardan ve Bankadan sağlanan katkı payları olduğu, dolayısıyla Vakıf tarafından çalışanlara sağlanan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, bu yönüyle Banka katkı payının işçilere sağlanan menfaatlere ilişkin işveren payı olarak algılanması gerektiği, Banka katkı payının hesabında çalışanların emekliliğe esas maaş ve ikramiye paylarının dikkate alındığı ve bundaki amacın her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarını belirlemek olduğu, Banka katkı payı ödemelerinden esas yararlananın çalışanlar olduğu Munzam Sandığın sadece buna aracılık ettiği" gerekçeleriyle Bankanın muhtelif şubeleri tarafından yapılan ödemelerin ücret mahiyetinde olduğu ve bu ödemelerin 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinde yazılı şartları taşımaması nedeniyle ücret matrahından indirilemeyeceği sonucuna varılmış; bu ödemeler üzerinden gelir vergisi kesilerek beyan edilip ödenmediği gerekçesiyle cezalı gelir vergisi tarhiyatları ve bu katılım payları ödemelere ilişkin belgelerde gösterilmediğinden damga vergisi matrahının eksik hesaplandığı gerekçesiyle de cezalı damga vergisi tarhiyatları yapılmış ve Bankanın başvurucuların da dâhil olduğu muhtelif şubelerine tebliğ edilmiştir. Başvurucu şubeler tarafından vergilendirme dönemleri ekli tablonun (F) sütununda gösterilen bu tarhiyatlara karşı Vakfa ödenen katkı paylarının ücret sayılamayacağı iddiasıyla ekli tablonun (E) sutununda gösterilen vergi mahkemelerinde dava açılmıştır. Yapılan yargılamalar sonunda açılan davalar reddedilerek kesinleşmiş ve yargılamaları sona erdiren nihai kararlar ekli tablonun (B) sütununda belirtilen tarihlerde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, aynı konuda Anayasa Mahkemesine yapılan 2014/6192 numaralı bireysel başvuru dosyası kapsamında Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunca verilen 12/11/2014 tarihli ihlal kararı üzerine söz konusu ihlal kararı ile sonuçlandırılan uyuşmazlığın konusunun, sebebinin ve taraflarının kendilerinin tarafı oldukları ve reddedilerek sonuçlanan yargılama süreçleri ile aynı olduğu gerekçesine dayanarak ekli tablonun (H) sütununda gösterilen Bölge İdare Mahkemelerinden yargılamanın yenilenmesi taleplerinde bulunmuşlardır. Bölge İdare Mahkemelerince yapılan değerlendirmeler sonucu başvurucuların talepleri, yargılamanın yenilenmesinin ancak 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda sayılan şartlardan birinin var olması hâlinde mümkün olabileceği ancak somut olaylarda kanunda sayılan sebeplerden herhangi biri bulunmadığı gerekçesine dayanılarak reddedilmiştir. Yargılamanın yenilenmesi taleplerinin reddinin ardından başvurucular, ekli tablonun (C) sütununda gösterilen tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B.İlgili Hukuk Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014; Türkiye İş Bankası A.Ş. Şubeleri, B. No:2014/6193, 15/10/ | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19152 | Başvuru, Türkiye İş Bankası A.Ş. Şubelerince başvurucular), çalışanlarına çeşitli menfaatler sağlamak üzere kurulmuş olan Türkiye İş Bankası A.Ş. Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfına Vakıf) şubeler itibarıyla yapılan katkı payı ödemelerinin vergi müfettişlerince yapılan vergi incelemesi sonucunda ücret olarak değerlendirilmesi dolayısıyla şubeler adına tarh edilen gelir vergisi ve damga vergisi ile kesilen vergi zıyaı cezalarına karşı açılan davaların reddi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, adli tatilin sona erdiği tarihi ifade eden “Eylül’ün beşine kadar” ibaresini Danıştay dairelerinin farklı yorumladığını, kimi dairelerin adli tatilin son gününü 5 Eylül olarak kabul ederken kimi dairelerin 4 Eylül olarak kabul ettiğini, adli tatilin son gününün 4 Eylül kabul edilerek temyiz başvurusunun süre aşımı yönünden reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 24/12/2012 tarihinde Bursa İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 30/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/11/2014 tarihli yazısı ile görüş sunulmuş, başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanlarını 11/12/2014 tarihinde sunmuştur. A. OLAYLAR Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, DSİ Bölge Müdürlüğünde mühendis olarak çalışmaktayken 9/11/2007 tarih ve 46581 sayılı işlem ile 1/30 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, 7/12/2007 tarihinde, anılan işlemin iptali istemiyle idare aleyhine Bursa İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme, 19/6/2008 tarih ve E.2007/1835, K.2008/454 sayılı kararıyla dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Davanın reddine dair idare Mahkemesi kararı, 15/7/2008 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiş, başvurucunun vekili tarafından 12/9/2008 tarihinde Bursa İdare Mahkemesine temyiz dilekçesi verilmiştir. Danıştay Dairesi, 19/1/2011 tarih ve E.2008/8024, K.2011/183 sayılı kararıyla 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (İYUK) maddesinin bendinde belirtilen süreler geçirildikten sonra temyiz dilekçesinin verildiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle temyiz isteminin süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı dairenin 25/9/2012 tarih ve E.2011/3103, K.2012/5104 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar 7/11/2012 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 6/12/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk Başvuruya konu karar tarihinde yürürlükte olan 2577 sayılı Kanun’un 14/7/2004 tarih ve 5216 sayılı Kanunun maddesi ile değişik maddesi şöyledir;“ Bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl ağustosun birinden eylülün beşine kadar çalışmaya ara verirler. Ancak, yargı çevresine dahil olduğu bölge idare mahkemesinin bulunduğu il merkezi dışında kalan idare ve vergi mahkemeleri çalışmaya ara vermeden yararlanamazlar. Bu mahkemeler, 62 nci maddedeki sınırlamaya tabi olmaksızın görevlerine devam ederler.” 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir;“Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır”. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1071 | Başvurucu, adli tatilin sona erdiği tarihi ifade eden “Eylül’ün beşine kadar” ibaresini Danıştay dairelerinin farklı yorumladığını, kimi dairelerin adli tatilin son gününü 5 Eylül olarak kabul ederken kimi dairelerin 4 Eylül olarak kabul ettiğini, adli tatilin son gününün 4 Eylül kabul edilerek temyiz başvurusunun süre aşımı yönünden reddedilmesinin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.