text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvurucular, Maliye Hazinesi tarafından murisleri aleyhine, 11/4/1986 tarihinde Ondokuzmayıs Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir. Başvurular, 26/3/2014, 26/3/2014, 31/3/2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyon tarafından, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Emine Yılmaz tarafından yapılan 2014/4178 sayılı bireysel başvuru dosyası ile Cevdet Eroğlu tarafından yapılan 2014/4175 sayılı bireysel başvuru dosyası, Cemil Hasanoğlu tarafından yapılan 2014/4181 sayılı bireysel başvuru dosyası, Nejdet Aydın tarafından yapılan 2014/4449 sayılı bireysel başvuru dosyası, Mustafa Yılmaz tarafından yapılan 2014/4439 sayılı bireysel başvuru dosyası ve Medine Aydın tarafından yapılan 2014/4440 sayılı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2014/4178 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Bölüm tarafından 8/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 2/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisleri ve diğer bir kısım davacılar, Maliye Hazinesi aleyhine 1951 yılında Bafra Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada, Samsun ili Yörükler köyünde bulunan 10, 94 ve 95 parsel numaralı taşınmazlara müdahalenin menini talep etmişlerdir. Taşınmazların bulunduğu yerde kadastro çalışmalarının başlaması üzerine dava dosyası Bafra Tapulama Mahkemesine gönderilmiştir. Anılan Mahkemece 26/3/1971 tarih ve E.1966/361, K.1971/118 sayılı kararla kadastro tutanaklarının doldurulması için dosyanın Bafra Tapulama Müdürlüğüne gönderilmesine karar verilmiştir. Kadastro çalışmalarının tamamlanıp kesinleşmesinden sonra taşınmazlar başvurucuların murisleri ve arkadaşları adlarına tespit ve tapuya tescil edilmiştir. Maliye Hazinesi, başvurucuların murisleri ve arkadaşları aleyhine 11/4/1986 tarihinde, Bafra Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, Yörükler Köyü 10, 94 ve 95 parsel numaralı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile Hazine adına tapuya tescilini talep etmiştir. Mahkemece, Ondokuzmayıs Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasından sonra yetkisizlik kararı ile dosya anılan Mahkemeye gönderilmiştir. Ondokuzmayıs Asliye Hukuk Mahkemesi, 15/4/2010 tarih ve E.2003/72, K.2010/57 sayılı kararla; davanın reddine, taşınmazlar üzerine konulan ihtiyati tedbir kararının hükmün kesinleşmesine kadar devamına karar vermiştir. Maliye Hazinesinin temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2013 tarih ve E. 2012/9582, K.2013/2445 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Onama kararı tebliğ aşamasında olup karar henüz kesinleşmemiştir. Başvurucular, 26/3/2014 ve 31/3/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ve maddeleri, 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun , ve maddeleri, 31/8/1956 tarih ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4178
Başvurucular, Maliye Hazinesi tarafından murisleri aleyhine, 11/4/1986 tarihinde Ondokuzmayıs Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir.
1
Başvuru, cemaat vakfının taşınmazının iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Planı Başvurucu Sansaryan Vakfı (Vakıf) Rusya devleti tebaasından olan ve Ermeni milletine mensup Ağa Mugradiç Sanasariyen (Sansaryan) tarafından 1319 (1901) tarihinde Ermeni milletinin fakir çocuklarının eğitim ve öğretim masraflarının karşılanması gayesiyle kurulmuştur. Vakfiyede vakfın tevliyesinin Ermeni milleti patriki her kim olursa ona ait olacağı belirtilmiştir. İstanbul ili Fatih İlçesi Şeyh Mehmet Geylani Mahallesi'nde kâin 969 ada 5 parsel numaralı ve Sansaryan Hanı olarak adlandırılan taşınmaz -öncesinde nam-ı müstear adına kayıtlı iken- 26/5/1929 tarihinde kadastro komisyonu kararına istinaden Vakıf adına tescil edilmiştir. İstanbul İl Özel İdaresi (İl Özel İdaresi) tarafından 1930 yılında E.1930/396 numarasıyla İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde başvurucuya karşı açılan dava sonucunda taşınmazın yönetimi İl Özel İdaresine devredilmiştir. Taşınmazın devri 7 Nisan 1341 (7/4/1925) tarihli ve 605 sayılı Evkaf Müdüriyeti Umumiyesinin 1341 Senesi Bütçe Kanunu'nun maddesi hükmüne dayandırılmıştır. Başvurucu ve İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğünün İl Özel İdaresine karşı 1947 yılında ayrı ayrı açtıkları müdahalenin meni davaları İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesince reddedilmiştir. Osmanlı Dönemi'nde ilk defa 16 Şubat 1328 (1912) tarihli "Eşhası Hükmiyenin Emvali Gayrimenkuleye Tasarruflarına Mahsus Kanun-u Muvakkat" ile tüzel kişilere taşınmaz mal edinebilme olanağı tanınmıştır. Bu nedenle gayrimüslim cemaat vakıflarının tasarruflarında bulunan taşınmazlar söz konusu düzenlemenin yürürlüğe girdiği 1912 yılına kadar üçüncü kişiler adına tescil edilmiş olup bu işleme de nam-ı müstear veya nam-ı mevhum denilmiştir. Anılan Kanun'la tüzel kişilere bu tarihten sonra taşınmazlarda temellük ve tasarruf imkânı sağlanmış, ayrıca tüzel kişilerin bu tarihte fiilen tasarrufları altında olup başkaları adına tapuya tescil ettirdikleri mallarının da kanunda öngörülen koşullar dâhilinde kendi adlarına tescil edilmesine olanak sağlanmıştır. Cumhuriyet Dönemi öncesinde geniş bir uygulamaya sahip olan vakıf müessesesi, 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenisi'nin kabulünden sonra da varlığını sürdürmüştür. 29/5/1926 tarihli ve 864 sayılı mülga Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun'un maddesinde 743 sayılı mülga Kanun'un yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar için ayrı bir tatbikat kanunu çıkarılması gerektiği, yeni kurulan vakıfların ise 743 sayılı Kanun'a tabi olacağı belirtilmiştir (Agavni Mari Hazaryan ve diğerleri, B. No: 2014/4715, 15/6/2016, § 80). Bu doğrultuda 5/6/1935 tarihli ve 2762 sayılı mülga Vakıflar Kanunu'nun maddesinde gayrimüslim cemaatlerce idare edilen vakıflar, mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunmak üzere mülhak vakıflar arasında sayılmıştır. 2762 sayılı Kanun gereğince mülhak vakıf statüsüne giren başvurucu Vakfın statüsü, Vakıflar Umum (Genel) Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 18/11/1936 tarihli kararıyla amacına hizmet etme imkânının kalmaması ve tevliyesinin makama meşrut kılınması sebebiylemazbut vakıf olarak değiştirilmiştir. İl Özel İdaresi 12/6/1950 tarihinde Eminönü Tapu Sicil Muhafızlığına müracaat ederek taşınmazın adına tescil edilmesini talep etmiştir. Talep yazısında başvurucu ve İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü tarafından 1947 yılında açılan meni müdahale davalarında verilen ret kararlarına atıf yapılarak bu kararlarla taşınmazın İl Özel İdaresine ait olduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir. Ancak talep 17/8/1950 tarihli yazıyla reddedilmiştir. Ret yazısında anılan kararlarda taşınmazın İl Özel İdaresine ait olduğuna dair bir tespitin bulunmadığı vurgulanmıştır. İl Özel İdaresi bunun üzerine 8/8/1951 tarihinde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne başvurmuş, anılan Müdürlüğün bünyesindeki Tapu Komisyonunun 15/8/1951 tarihli kararıyla taşınmazın mülkiyetinin İl Özel İdaresine ait olduğu tespiti yapılmış ve tescil için gerekli işlemlerin yapılması amacıyla evrakın mahalline iadesine karar verilmiştir. Tapu Komisyonu kararında, Tapu Sicil Muhafızlığının talebi reddetmesinin 743 sayılı mülga Kanun'a uygun olmadığı ve madde gereğince İl Özel İdaresinin talebinin kabulü gerektiği ifade edilmiştir. Taşınmaz 10/6/1952 tarihinde İl Özel İdaresi adına tescil edilmiştir. Genel Müdürlük, İl Özel İdaresine karşı 4/7/1985 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Davada, taşınmazın mülkiyetinin Vakfa ait olduğu, 10/9/1957 tarihli ve 7044 sayılı Aslında Vakıf Olan Tarihi Ve Mimari Kıymeti Haiz Eski Eserlerin Vakıflar Umum Müdürlüğüne Devrine Dair Kanun uyarınca Genel Müdürlüğe devri gerektiği savunulmuştur. Davalı İl Özel İdaresi ise taşınmazın 7044 sayılı Kanun kapsamına girmediğini savunmuştur. Davayı inceleyen İstanbul Yüksek Dereceli Hukuk Hâkimliğinin 26/6/1987 tarihli kararıyla taşınmazın Genel Müdürlük adına tesciline hükmedilmiştir. Kararda, davalı idarenin savunmasına itibar edilmediği ve 7044 sayılı Kanun hükümleri gözönünde tutularak davanın kabulü gerektiği vurgulanmıştır.B. Tapu İptali ve Tescil Davasına İlişkin Süreç Başvurucuyu temsilen Türkiye Ermenileri Patrikliği (Patriklik) 12/12/2011 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Genel Müdürlük ve İl Özel İdaresi aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde 10/6/1952 tarihinde İl Özel İdaresi lehine yapılan tescilin yolsuz olduğu ve taşınmazın mülkiyetinin hukuken Vakfa ait olduğu belirtilmiştir. Mahkeme İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde görev yapan iki öğretim üyesinden hukuki mütalaa almıştır. 28/2/2014 havale tarihli bilirkişi raporunda özetle şunlar ifade edilmiştir:i. Somut olayda Vakıf, zımmi olan ve Ermeni milletine mensup bir kişi tarafından Ermeni milletinin fakir çocuklarının eğitim ve öğretim ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kurulmuş ve tüzel kişilik kazanmış olup cemaat vakfı niteliğindedir. ii. 2762 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca cemaatlerce idare olunan vakıfların mütevellileri tarafından yönetilmesi esası benimsenmiş ve bunlar mülhak vakıf kategorisinde kabul edilmiştir. Anılan maddede 31/5/1949 tarihli ve 5404 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikle cemaatlere mahsus vakıfların bunlar tarafından seçilen kişi veya kurullarca yönetilmesi öngörülmüştür. Bu düzenleme dikkate alındığında 5404 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden önceki dönem açısından cemaatler tarafından idare edilen vakıflar ile mütevellilikleri bir makama şart koşulmuş vakıfların aynı kategoride yer almadığı ve cemaat vakıflarının her hâlükârda mülhak vakıf sayılması gerektiği anlaşılmıştır.iii. Bazı Danıştay kararlarına göre bir vakfın mazbut vakıf sayılabilmesi için amacının fiilen imkânsız hâle gelip gelmediğine değil mal varlığı ve gelir durumunun amaca hizmet etmeyecek bir duruma düşüp düşmediğine bakılması gerekir. Dolayısıyla somut olaydaki Vakfın mazbut vakıf statüsüne alınmasında dayanılan vakfın amacının fiilen imkânsız olduğu gerekçesinde hukuka uygunluk bulunmamaktadır. iv. Bu çerçevede davacı Vakfın mazbut vakıflar arasına alınmasına ilişkin idari işlem hukuka aykırıdır. Ancak bu işlemin tabi olduğu geçersizlik yaptırımının mahiyetini tartışmak ve tespit etmek idare mahkemelerinin görevindedir. Mahkeme 3/7/2014 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde olay ve olgular özetlendikten sonra kısaca şunlar ifade edilmiştir:i. Dava konusu Vakıf, eğitime destek amacıyla İslam hukuku hükümlerine göre kurulmuş bir sosyal yardım vakfıdır. 1929 yılında yapılan kadastro çalışmalarında Vakfa ait olduğu tespit edilen taşınmazın yönetimi İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesince 605 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak İl Özel İdaresine devredilmiş, ardından da taşınmaz 1952 yılında İl Özel İdaresi adına tescil edilmiştir. ii. 2762 sayılı Kanun'un maddesine göre vakfedenin soyundan gelen özel bir yöneticisi olmayan vakıflar ile "Evkaf Nezareti" tarafından yönetilen vakıflar mazbut vakıf olarak tanımlanmıştır. Genel Müdürlüğün 18/11/1936 tarihli kararıyla amacına ulaşma imkânının kalmaması ve tevliyetin makama meşrut bulunması gerekçeleriyle Vakıf mazbut vakıflar arasına alınmıştır.iii. Davacı vekili söz konusu idari işlemin yoklukla malul olduğunu, dolayısıyla işlemin iptali bakımından dava açılmasının gerekmediğini iddia etmiş ise de Vakfın mazbut vakıf sayılmasına dair işlemin tabi olduğu geçersizlik yaptırımının mahiyetiyle ilgili olarak değerlendirme yapması gereken merci idare mahkemesidir. Vakfın idare şeklinin kanun hükümleri uyarınca değişikliğe uğramadığı da dikkate alındığında davanın reddine karar vermek gerekmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde dava dilekçesindeki iddialara ek olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Fener Rum Patrikhanesi/Türkiye (B. No: 14340/05, 8/7/2008) kararına atıfta bulunularak mülkiyet hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Dilekçede ayrıca Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun (İDDK) 4/12/2008 tarihli ve E.2007/99, K.2008/2201 kararından da söz edilerek cemaat vakıflarının mazbut vakıf olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 13/12/2017 tarihli kararıyla mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararının gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası uyarınca tapu kaydında mülkiyet hakkıyla ilgili değişiklikler ancak mahkeme kararı ile yapılabilir. Dava konusu taşınmazın 10/6/1952 tarihinde İl Özel İdaresi adına oluşturulan tescil kaydı mahkemenin mülkiyet hakkına ilişkin hükmü olmaksızın idari bir yazıya istinaden oluşturulmuştur. Genel Müdürlük adına yapılan tescil ise İl Özel İdaresi aleyhine açılan davada verilen hükme dayanmaktadır. Bu durumda idari kararla oluşan ilk tescil ile davacı Vakfın taraf olmadığı mahkeme kararıyla oluşan ikinci tescilin Vakfı bağlamayacağı gözetildiğinde her iki işlemin yolsuz tescil niteliğinde olduğunun kabulü gerekir. ii. Somut olayda çekişme konusu taşınmaz kadastro çalışması sonucu 24/5/1929 tarihinde Vakıf adına tescil edilmiştir. Vakfın kurucusu Ermeni milletinden Ağa Muğradiç Sanasaryan olup vakfiyede Ermeni milletinin fakir çocuklarının eğitim ve öğretim ihtiyaçlarının karşılanmasının amaçlandığı belirtilmiştir. Vakfın 743 sayılı mülga Kanun'dan önce kurulmuş ve tüzel kişilik kazanmış olması nedeniyle cemaat vakfı niteliğinde olduğu açıktır.iii. 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun maddesiyle cemaat vakıfları mülhak vakıf statüsünden çıkarılmış ve ayrı bir vakıf türü olarak benimsenmiştir. Aynı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası ile geçici ve geçici maddeleriyle cemaat vakıflarına yeni haklar tanınmıştır. Ne var ki Mahkemece davacı Vakfın cemaat vakfı olduğu ve yukarıda sözü edilen Kanun maddeleri uyarınca değerlendirme yapılması gerektiği gözardı edilerek sonuca gidilmiştir. Genel Müdürlük, kararın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. Daire 12/12/2018 tarihli kararıyla kararın düzeltilmesi talebini kabul ederek bozma kararını kaldırmış ve Mahkeme kararını onamıştır. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. Bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. O hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu ise tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Başka bir anlatımla davada taraf sıfatı, dava konusu subjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Bu durumda dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise davayı da bu kişi ya da kişilerin açması gerekir. ii. 5/6/1936 tarihinde yürürlüğe giren 2762 sayılı Kanun'un 1/C maddesinde 1926 tarihinden önce vücut bulmuş vakıflardan mütevelliliği bir makama şart edilmiş olan vakıfların Genel Müdürlük tarafından idare olunacağı ve bunlara mazbut vakıflar denileceği hüküm altına alınmıştır. Vakfın vakfiyesine göre mütevelliliği Ermeni Patriğine şart edilmiş olduğundan Vakfın cemaat vakıflarından olmadığı sonucuna varılmaktadır. Bu durumda mazbut vakıf olan Vakfın idare ve temsilinin Genel Müdürlüğe geçtiğinin ve Türkiye Ermeni Patriğinin mütevelliliğinin de son bulduğunun kabulü gerekir.iii. Bununla birlikte mazbut vakıfların idare ve temsilinin Genel Müdürlüğe verilmiş olması bu vakıfların mal varlığının da Genel Müdürlüğe geçtiği anlamına gelmez. iv. Şu hâlde davalı Genel Müdürlüğün hem evveli vakıf malı olan dava konusu taşınmazın tapu kayıt maliki olması hem de Vakfın temsilcisi olması karşısında Genel Müdürlük ile Vakıf arasında çıkar çatışması bulunduğunun kabulü gerekir. Böyle bir dava ancak kayyım aracılığıyla açılabilir. Türkiye Ermeni Patriğinin davada mütevelli sıfatıyla Vakfı temsil yetkisinin olmadığına, dolayısıyla görülen davada davacı taraf sıfatı bulunmadığına göre davanın reddedilmesi -açıklanan gerekçeyle- sonucu itibarıyla doğrudur. Nihai karar 23/1/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 605 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Maksadı tesisleriyle mahalli sarfları tedris ve talim ve terbiye olarak kalan vakıf mebani ile vakıf arsaların idare ve nezareti, meşrtu lehlerinin mahiyetine göre, Maarif vekâleti ile idareyi hususiyelere tevdi ve bu kabil evkaf hakkında 19 mayıs 1327 tarihli kanun ahkâmı Maarif ve Dahiliye vekâletlerince tatbik olunur." 2762 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilk hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"4 birinci teşrin 1926 tarihinden önce vücut bulmuş vakıflardan A - Bu kanundan önce zaptedilmiş bulunan vakıflar,B - Bu kanundan önce idaresi zaptedilmiş olan vakıflar,C - Mütevelliliği bir makama şartedilmiş olan vakıflar,Ç - Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış olan vakıflar, D - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerinden başkalarına şartedilmiş vakıflar,Vakıflar umum müdürlüğünce idare olunur. Bunların hepsine birden (Mazbut vakıflar) denir. A - Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerine şartedilmiş vakıflar, B - Cemaatlarca idare olunan vakıflar, C - Bazı sanat sahiblerine mahsus vakıflar,Mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından idare olunur. Bunların hepsine birden (Mülhak vakıflar) denir. ..." 2762 sayılı mülga Kanun'un maddesinin yürürlükten kaldırıldığı tarihteki hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"... (Ek Fıkra 2003-4778 s. Kanun.) Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle dinî, hayrî, sosyal, eğitsel, sıhhî ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler...." 5737 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;...Cemaat vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları,...ifade eder." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Haklı bir sebep olmaksızın yapılan bir tescil veya tescilin tadil veya terkini ile ayni hakları haleldar olan kimse, kaydın terkinini veya tadilini istiyebilir." 743 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Alakadarlar tahriren muvafakatlerini beyan etmedikleri halde mahkeme kararı olmadıkça tapu sicil memuru, hiç bir tashih icra edemez." 743 sayılı mülga Kanun'un -Tapu Komisyonu kararında atıfta bulunulan- maddesi şöyledir:"Bir şeye temellük etmek hakkını hibe gibi bir sebeple iktisap etmiş olan kimse tescil muamelesinin icrasını malikinden talep edebilir. İmtina halinde mülkiyetin kendisine aidiyetine karar verilmesini hakimden istiyebilir.İhraz ve işgal, intikal, istimlak cebri icra ve mahkeme ilamiyle bir gayrimenkulün mülkiyetini iktisap eden kimse; doğrudan doğruya tescil muamelesini yaptırabilir.Karı koca malları hakkındaki usul icabı olarak vuku bulan mülkiyet tebeddülleri sicilli mahsusuna kayıt ve ilan edilmesini müteakip resen tapu siciline de kaydolunur." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş veya bir tescil yolsuz olarak terkin olunmuş ya da değiştirilmiş ise, bu yüzden aynî hakkı zedelenen kimse tapu sicilinin düzeltilmesini dava edebilir" 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir." İDDK'nın 4/12/2008 tarihli ve E.2007/99, K.2008/2201 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava, Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi'nin davacı vakfın kanunen ve fiilen hayri bir hizmetinin kalmadığından bahisle mazbut vakıflar arasında alınmasına ilişkin 1997 günlü, 71/116 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır....Vakıf, en genel anlamıyla, bir mal veya mülkün, satılmamak koşuluyla, bir hayır işine tahsis edilmesini; başka bir ifadeyle, bir mülkün menfaatlerinin hayri, sosyal veya kültürel hizmetlere özgülenmesini, böylece özel mülkiyetten çıkarılarak kamunun mülkiyetine geçirilmesini ifade eder. Bu yönüyle kişi ile toplum arasındaki sosyal ilişkileri düzenleyen bir sosyal yardım kurumu niteliğindeki vakıflara, tarihte ne kadar geriye gidilirse gidilsin, yerleşik düzene geçmiş insan topluluklarında, tüm uygarlıklarda ve dinlerde rastlanması olanaklı ise de, vakıf kurumu, vakfı 'bir aynı Allah'ın mülkü hükmünde olmak ve menfaatleri halka ait olmak üzere hapis ve tevkif etmek' olarak tanımlayan İslam Hukuku içinde gelişmiştir. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Müslüman olmayan tebaanın (cemaatlerin) dahi İslam Hukuku'nun benimsendiği biçimiyle vakfiye düzenleyerek vakıf kurma olanaklarının bulunduğu görülmektedir. Ancak bu dönemde, Müslüman olmayan tebaa, ayrı bir vakıf kurmak yerine, inanç ve geleneklerine göre kendi cemaatlerinin manevi kişiliği lehine yükümlü bağışlama yapmayı benimsemiş; Padişah Fermanı (Buyruk) ve İrade-i Mahsusa (Özel İzin) ile bu cemaatlerin kilise, manastır, sinagog, papaz evi, mezarlık, okul ve hastane gibi dini, hayri ve ilmi kurumlar oluşturmasına izin verilmiş ve bunlar cemaat mensuplarının sözü edilen yükümlü bağışlarıyla hizmetini sürdürmüş, yaşatılmıştır. Hatta 16 Şubat 1328 (1912) tarihli 'Eşhası Hükmiyenin Emval'i Gayrimenkuleye Tasarruflarına Dair Kanun-u Muvakkat'ın maddesiyle cemaatlerin kendi dini, ilmi ve hayri kuruluşlarının doğrudan doğruya mal edinmesine ve daha önce edindikleri taşınmaz malların tapu kayıtlarını kendi adlarına tahsis etmelerine olanak tanınmıştır.864 sayılı 'Kanunu Medeninin Sureti Mer'iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun'un maddesinde 'Kanunu Medeni'nin mer'iyete vaz'ından makaddem vücuda getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.' hükmüne yer verilerek, 743 sayılı Medeni Yasa'nın yürürlüğe girdiği 1926 tarihinden önce kurulmuş vakıfların bu Medeni Yasa'ya tabi olmaları uygun bulunmamış; 864 sayılı Yasa'nın maddesinde sözü edilen düzenleme 1935 tarihinde yürürlüğe giren 2762 sayılı Vakıflar Yasası'yla gerçekleştirilmiştir.2762 sayılı Yasa'nın maddesinin ikinci fıkrasında 'cemaatlerce idare olunan vakıflar'ın mütevellileri tarafından yönetilmesi esası benimsenerek, bunlara 'mülhak vakıf' denileceği belirtilmiştir. Böylece varlıkları İslam/Osmanlı Hukuku'na dayanan ve Lozan Andlaşmasıy'la korunan, Türkiyede'ki Müslüman olmayan Türk uyruklu azınlıklara ait olan dini, ilmi ve hayri kurumlar 'mülhak vakıf' tüzel kişiliğine dönüştürülmüş; 2762 sayılı Yasa'nın geçici maddesinin (a) fıkrası uyarınca vermiş oldukları beyannameler de bu vakıfların vakfiyesi yerine geçmiştir.Bununla birlikte 1949 günlü, 5404 sayılı Yasa'yla 2762 sayılı Yasa'nın maddesinin ikinci fıkrası yeniden düzenlenerek, mütevelliliği vakfedenlerin ferilerle şart edilmiş vakıflara 'mülhak vakıf' denileceği ifade edilerek, cemaatlere mahsus vakıfların ise bunlar tarafından seçilen kişi veya kurullarca yönetilmesi öngörülmüştür. Böylece, Medeni Yasa öncesi mevcut vakıflar mazbut ve mülhak vakıfların yanı sıra, hukuksal nitelikleri ve yönetim biçimlerinin farklılıkları nedeniyle bunlardan ayrılan 'cemaat vakıflar' olarak tasnif edilmiştir. Nitekim 5404 sayılı Yasa'nın 'Gerekçe'sinde ve bu Yasa'ya ilişkin TBMM İçişleri Komisyonu, Maliye Komisyonu ve Adalet Komisyonu raporlarında da, getirilen düzenlemeyle cemaat vakıflarının mülhak vakıf kategorisinden çıkarıldığı açıkça vurgulanmıştır.Bu çerçevede, 2762 sayılı Yasa'nın Medeni Yasa öncesi mevcut vakıflardan hangilerinin mazbut vakıf sayılarak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce idare edileceğini gösteren maddesinin birinci fıkrasının, ayrı bir vakıf türü olan cemaat vakıfları hakkında uygulanmasına olanak kalmamıştır.Esasen 2762 sayılı Yasa'nın maddesinin birinci fıkrasıyla; 4 Birinci Teşrin 1926, yani Medeni Yasa'nın yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce oluşturulan vakıflardan, vakfedenin soyundan gelen özel bir yöneticisi olmayan vakıflar ile 'Evkaf Nezareti' tarafından yönetilen vakıflar (daha önce zabtedilmiş, idaresi zabtedilmiş, mütevelliliği bir makama şartedilmiş, mütevelliliği vakfedenlerin fer'ilerinden başkalarına şart edilmiş ve kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış vakıflar) 'mazbut vakıflar' olarak tanımlanmış; böylece bu vakıflar tek bir tüzel kişilik altında toplanarak, temsili, idaresi ve denetimiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü görevlendirilmiştir. Başka bir ifadeyle mazbut vakıflar yönünden 2762 sayılı Yasa'nın kapsamı gösterilmiştir. Dolayısıyla, 2762 sayılı Yasanın maddesi, Medeni Yasa öncesi mevcut vakıfların o tarihteki durumları itibariyle ayrımını ve beş bentte belirtilen haller saptandığında mazbut vakıf sayılarak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce yönetilmesini öngörmekte; Medeni Yasa öncesi mevcut vakıfların 2762 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girdiği tarihten sonraki durumlarının değerlendirilmesine olanak vermemektedir.Bu nedenle, Medeni Yasa öncesi mevcut vakıfların, 2762 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girdiği tarihten sonraki durumlarının, anılan Yasanın maddesine göre değil, diğer maddelerine göre değerlendirilmesi gerektiğinden, 1936 yılında verdiği beyannameden sonra kesintisiz olarak faaliyetine devam eden davacı vakfın 2762 sayılı Vakıflar Yasası'nın 1/D maddesi kapsamında mazbut vakıflar arasına alınmasına olanak bulunmamaktadır.Öte yandan, vakıflarda fiilen hayri bir hizmetin kalmadığından söz edebilmek için, vakfın malvarlığı ve gelir durumunun amacına hizmet edemeyecek bir dereceye düşmüş olması gerekir. Dava dosyasının incelenmesinden, Beyoğlu Üçüncü Noteri'nce onaylı bulunan ve Osmanlıcadan tercüme edilen Servet Beyanından, vakıf yerinin Padişah izni ile Rum yetimlerine hane olmak üzere Rum Patrikhanesi'ne ayrılmış olduğu, Defter-i Hakani'de de Rum yetimler namına kaydolunduğu, 1936 yılında vermiş olduğu beyannamede ismi 'Büyükadada kain Rum Erkek Yetimhanesi' olarak belirlenen ve bir cemaat vakfı olan davacı vakfın, İstanbul Firuzağa, Beyoğlu Kamer Hatun, Beyoğlu Kalyoncukulluk, Beyoğlu Şahkulu, Büyükada Yalı Mahallesi, Büyükada Karanfil Sokak ve Heybeliada İsmet İnönü caddesinde bir çok taşınmazı bulunduğu, davacı vakfa ait yetimhanenin 1980'li yılların başında kapatılmakla birlikte bazı öğrencilere burs adı altında çeşitli yardımlar yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu haliyle, bir çok taşınmazı bulunduğu ve bazı öğrencilere burs verdiği anlaşılan davacı vakfın, yetimhanesinin kapatılması nedeniyle fiilen hayri bir hizmetinin kalmadığı kabul edilemez. Dolayısıyla dava konusu işlemde bu yönden de hukuka uyarlık bulunmamaktadır...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." AİHM'in Fener Rum Patrikliği/Türkiye ( B. No: 14340/05, 15/6/2010) kararına konu olayda başvurucu 1902 yılında satın aldığı taşınmazı 1903 yılında Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi Vakfının kullanımına sunmuştur. 2762 sayılı Kanun uyarınca mülhak vakıf sayılan söz konusu vakıf Genel Müdürlüğün 22/1/1997 tarihli işlemiyle mazbut vakıf statüsüne alınmıştır. Vakfın bu işleme karşı idari yargıda açtığı dava reddedilmiştir. Genel Müdürlük 16/3/1999 tarihinde vakfı temsilen başvurucu aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Asliye hukuk mahkemesi talebi kabul ederek başvurucu adına olan tapuyu iptal etmek suretiyle taşınmazın vakıf adına tesciline karar vermiştir (Fener Rum Patrikliği/Türkiye, §§ 6-23). AİHM söz konusu olayda başvurucunun tapusunun iptal edilmesini mülkiyet hakkına bir müdahale olarak kabul etmiş ve tapunun tazminat ödenmeksizin iptal edilmesinin mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kıldığı sonucuna ulaşarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Fener Rum Patrikliği/Türkiye, §§ 83-92). AİHM anılan kararda Sözleşme'nin maddesinin uygulanması hususunu saklı tutmuştur. Başvurucunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında yaptığı başvuruyu 15/6/2010 tarihinde karara bağlayan AİHM, somut olaydaki ihlalin giderimi için en uygun yolun taşınmazın iadesi olduğunu belirterek Hükûmetin tazminat ödenmesinin yeterli olacağı savını itibar edilebilir olarak görmemiştir. AİHM sonuçta giderim olarak taşınmazın başvurucu adına tescil edilmesine hükmetmiştir (Fener Rum Patrikliği/Türkiye, §§ 26-35).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6264
Başvuru, cemaat vakfının taşınmazının iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ortak alan niteliğindeki bağımsız bölümün bedeli karşılığında diğer malikler adına özgülenmesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Uyuşmazlık konusu 1147 ada 12 parsel numaralı ana taşınmaz 4/2/1941 tarihinde yapılan kadastro tespiti sonucunda bahçeli ahşap köşk vasfı ile tapuya tescil edilmiştir. Taşınmazın alanı 24/8/1959 tarihinde yola terk edilen kısmın ifrazı sonucunda 2674 m2 olarak tashih edilmiştir. Aynı tashihte beyanlar hanesindeki ahşap evin yıkıldığı ve yerine 9,7x12,90 m ebadına sahip kârgir bir ev inşa edildiği belirtilmiştir. Dava konusu ana taşınmaza ilişkin 15/8/1964 tarihli Şahsi İrtifak Hakkı Sözleşmesi yapılmıştır. Tapu siciline tescil edilen bu sözleşmede taşınmaz maliki K.B.nin 1356/2674 payını uhdesinde tutarak taşınmaz üzerine inşaat yapılması amacıyla geri kalan payı A.B. ve A.ya devrettiği, K.B.nin uhdesinde kalan payın 400/2674 payının yeni yapılacak binadan kendisine verilecek dört daireye, 956/2674 payının ise mevcut villa (bahçeli kârgir ev) için tefrik edildiği belirtilmiştir. Başvurucuların bağımsız bölüm maliki oldukları 1147 ada 12 parsel numaralı ana taşınmazda 23/1/1968 tarihinde kat mülkiyeti tesis edilirken 31 no.lu bağımsız bölüm 956/2674 oranında arsa paylı olarak bahçede kârgir ev niteliğiyle tapuya bağlanmış ve 20/7/1999 tarihinde Ş.Ç. adına satış suretiyle tapuya tescil edilmiştir. Ş.Ç.nin 4/8/2005 tarihli dilekçesiyle başvurucuların da aralarında bulunduğu diğer kat maliklerine karşı açtığı davada, 31 No.lu bağımsız bölümün yeri ayrılmak ve sahibinin kullanımına verilmek suretiyle ana taşınmaz üzerine otuz bağımsız bölümden oluşan Ç.P. apartmanının inşa edildiği, kârgir evin ise irtifak hakkı tesisinden sonra yıkıldığı, bir daha da yapılmadığı belirtilerek 31 no.lu bağımsız bölümün arsa payının açıkta kalması nedeniyle bu bağımsız bölüm ve buna özgülenen 956/2674 arsa payının iptaliyle belirlenecek rayiç bedeli karşılığında diğer kat malikleri adına tesciline karar verilmesi talebinde bulunulmuştur. Kadıköy Sulh Hukuk Mahkemesi 9/6/2011 tarihli kararı ile davanın kabulüne hükmetmiştir. Karar gerekçesinde; davacıya ait 31 No.lu bağımsız bölümün fiilen mevcut olmadığı, Yargıtay uygulamalarına göre fiilen mevcut bulunmayan bağımsız bölüme arsa payı ayrılamayacağı ve davacının arsa payına isabet eden kısmın ana taşınmazdan ifrazı da mümkün bulunmadığından 956/2674 arsa payının belirlenen rayiç değeri karşılığında diğer kat malikleri adına tescili gerektiği belirtilmiştir. Hüküm, temyiz edilmiş; Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2013 tarihli onama ve 3/11/2014 tarihli karar düzeltme isteğinin reddi kararları ile kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucular vekiline 6/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş,başvurucular 4/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Anagayrimenkulde, kat mülkiyetine bağlanmamış veya lehine kat irtifakı kurulmamış arsa payı bırakılamaz.” Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/6/2013 tarihli ve E.2013/7611, K.2013/10776 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:''634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasasının maddesi hükmüne göre bir anataşınmazda kat mülkiyetine bağlanmamış veya lehine kat irtifakı kurulmamış arsa payı bırakılamaz. Yine aynı Yasanın 10/ fıkrasına göre, anataşınmazın tümünün mülkiyeti kat mülkiyetine çevrilmeden o gayrimenkulün yalnız bir veya birkaç bölümü üzerinde kat mülkiyeti kurulamaz.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/5/2001 tarihli ve E.2001/2644, K.2001/4360 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:''Bu durumda, var olmayan "kargir ev"e ayrılmış bulunan 956/2674 oranındaki arsa payının iptali ile Kat Mülkiyeti Yasasının maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "anataşınmazda kat mülkiyetine bağlanmamış arsa payı bırakılamaz" emredici kuralı da gözönünde tutularak iptal edilen bu payın (uzman bilirkişi aracılığıyla saptanacak değeri karşılığında) diğer bağımsız bölümlere arsa payları oranında özgülenerek arsa paylarının yeniden düzenlenmesi suretiyle tapuya tesciline, her bir bağımsız bölüme eklenen arsa payına isabet eden bedelin kat maliklerinden alınıp payı iptal edilen malike ödenmesine karar verilmesi gerekir....Davalılar ve karşı davacı vekilleri Kat Mülkiyeti Yasasının maddesine dayanarak, üzerinde kat mülkiyeti kurulmuş olan ana taşınmazdaki 31 No. lu bağımsız bölümün harap olduğunu ve anılan maddede öngörülen süreler içinde yeniden yapılmadığını, böylece kat mülkiyetinin ortak mülkiyete dönüştüğünü öne sürerek, taşınmazdaki ortaklığın giderilmesini istemiş iseler de, yukarıda belirtildiği üzere 31 bağımsız bölüm No. lu "kargir ev"in kat mülkiyeti kurulmadan önce yıkılıp yok olduğu olgusu karşısında maddenin burada uygulanmasına olanak yoktur. Çünkü, anılan madde hükmü bir bağımsız bölümün kat mülkiyeti kurulduğu tarihte var olup da sonrada harap olması durumuna özgü düzenlemeler içermektedir. O nedenle mahkemece, ortaklığın giderilmesi istemine ilişkin davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığından.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin temel amacı, devlet tarafından mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahalelere karşı kişinin korunmasını sağlamaktır. Bununla birlikte Sözleşme'nin maddesi uyarınca her taraf devlet "kendi yetki alanı içinde bulunan herkesin, Sözleşme'de tanımlanan hakları ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama" yükümlülüğü altındadır. Bu genel nitelikli görevin yerine getirilmesi, Sözleşme ile güvence altına alınan hakların etkili bir biçimde uygulanmasını sağlamak için bazı pozitif yükümlülüklere yol açmaktadır (Ališić ve diğerleri/Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya ve Makedonya Cumhuriyeti [BD], B. No: 60642/08, 16/7/2014, § 100; Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99, 25/7/2002, § 96). AİHM; Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı, özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğünü içerdiğini kabul etmektedir. Devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç hukukta yer alan ilgili kanunlar ışığında makul ve adil bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. Mahkeme, bu gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134). Bununla birlikte AİHM; iç hukukun yorumlanması ve uygulanması konusundaki görevinin sınırlı olduğunu, ulusal mahkemelerin hukuk kurallarının yorumlanması bakımından sahip olduğu takdir hakkına açık bir keyfîlik veya bariz takdir hatası olmadıkça karışamayacağını belirtmektedir (Anheuser‑BuschInc./Portekiz, § 83; Kushoglu/Bulgaristan, B. No: 48191/99, 10/5/2007, § 47).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2574
Başvuru, ortak alan niteliğindeki bağımsız bölümün bedeli karşılığında diğer malikler adına özgülenmesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 6/8/2013 tarihinde Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonlarca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına, dosyaların Bölümlere gönderilmesine karar verilmiştir. 2013/6241 numaralı başvuruya ilişkin olarak 23/1/2014 tarihinde İkinci Bölüm, 2013/6242 ve 2013/6243 numaralı başvurulara ilişkin olarak ise 23/1/2014 tarihinde Birinci Bölüm, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemelerinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin birer örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık, görüşlerini 24/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 27/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 29/4/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. Yapılan incelemede, 2013/6242 ve 2013/6243 sayılı başvuruların konu bakımından niteliklerinin aynı bulunmaları nedeniyle 2013/6241 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 1/8/2008 tarihinde gözaltına alınmış, Ağrı Sulh Ceza Mahkemesinin 3/8/2008 tarihli ve 2008/984 Değişik İş sayılı kararıyla tutuklanmışlardır. Başvurucular hakkında, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 1/12/2008 tarihli ve E.2008/1820 sayılı, 19/8/2010 tarihli ve E.2009/1428 sayılı iddianamelerle kasten öldürme, 2/12/2008 tarihli ve E.2008/1829 sayılı iddianameyle de kasten yaralama ile 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla ayrı ayrı kamu davası açılmış, aralarında fiilî ve hukuki irtibat bulunması nedeniyle anılan dosyaların Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/298 sayılı dosyasında birleştirilmesine karar verilmiştir. İddianamenin incelenmesinden, 1/8/2008 tarihinde iki köy arasında mera uyuşmazlığı nedeniyle meydana gelen olayda üç kişinin öldüğü, birden fazla kişinin yaralandığı, başvurucuların üç kişinin ölümünden dolayı cezalandırılmalarının talep edildiği, olay nedeniyle başvurucuların da yaralandığı ve şikâyetçi oldukları, başvurucularla birlikte sanık ve katılan sanık sıfatıyla toplam 19 kişi hakkında kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada ilk duruşma 1/9/2009 tarihinde yapılmış, 24/4/2012 tarihinde verilen hükme kadar ise elli kez duruşma yapılmıştır. Duruşma tutanaklarının incelenmesinden; tanıkların dinlenmesi, sanıkların savunmalarının alınması, hakkında yakalama kararı verilen sanığın yakalanmasının beklenmesi gibi nedenlerle duruşmaların ertelendiği tespit edilmiştir. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi, 24/4/2012 tarihli ve E.2008/298, K.2012/104 sayılı kararı ile başvurucuların, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca işledikleri suçlardan dolayı ayrı ayrı toplam 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, aynı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca işledikleri suçlardan dolayı aldıkları cezalar hakkında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay Ceza Dairesinin 31/3/2014 tarihli ve E.2014/1102, K.2014/1986 sayılı kararı ile başvurucular hakkındaki mahkûmiyet hükmünün, usule ilişkin eksiklikler nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir. Bozma sonrası yargılama, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/121 sayılı dosyasında görülmeye devam etmekte iken 9/5/2014 tarihinde yapılan incelemede azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle başvurucular tahliye edilmiştir. Yargılama, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin E:2014/121 sayılı dosyasında hâlen devam etmekte olup son duruşmanın yapıldığı 5/3/2015 tarihine kadar beş kez duruşma yapılmış ve dava 10/9/2015 tarihine ertelenmiştir. Başvurucular 6/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: …  Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),” 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”1V.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6241
Başvuru, tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici maddede düzenlenen haklardan yararlanmak için açılan davada gizli bilgi ve belgeler tebliğ edilmeyerek gizli bilgi ve belgelerin hükme esas alınmasının ve beraat edilen ceza yargılamasının da aleyhe kullanılmasının adil yargılanma hakkını ve masumiyet karinesini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/5/2013 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 3/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasınakarar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 24/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 7/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu astsubay statüsünde görev yapmakta iken 26/5/1997 tarihli Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiği kesilmiştir. 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici maddeyle 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla Millî Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır. Başvurucu, geçici madde düzenlemesinden yararlandırılması istemiyle Millî Savunma Bakanlığına başvurmuş, başvurusu reddedilmiştir. Başvurucu, ret işleminin iptali talebiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Birinci Dairesi 12/4/2012 tarihli ara kararıyla davalı idare savunmasında ayırma işlemine dayanak fiillerin neler olduğunun belirtilmediğini ve dosyaya eklenen “ÖZEL” gizlilik dereceli zarf içindeki evrakın ekinde belirtilen belgelerin bulunmadığını tespit ederek dava konusu işleme esas alınan fiillerin/olguların neler olduğunun bildirilmesini ve evrak ekinde belirtilen belgelerin otuz günlük kesin süre içinde gönderilmesini davalı Millî Savunma Bakanlığından istemiştir. Bu ara kararı başvurucuya da tebliğ edilmiştir. AYİM Birinci Dairesi 4/12/2012 tarihinde başvurucu ve vekilinin de katılımıyla duruşma yaparak E.2012/381, K.2013/130 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“Davacının, TSK’dan çıkarılmasına neden olan disiplin durumu incelendiğinde; hakkında tespit edilen istihbari bilgi ve belgelerde; PKK terör örgütü sempatizanı olduğu ve sakıncalı/bölücü personel kategorisine alındığı ve örgüte lojistik destek sağladığı, 1993 yılı Mart ve Nisan aylarında kod adı Ayşe olan S.S. isimli örgüt mensubunu evinde misafir ettiği ve bu kişinin örgüte kazandırdığı kişileri PKK terör örgütünün kırsal faaliyetine göndermek üzere başka bir terör örgütü mensubu olan K.’ya emanet ettiğinden bahisle PKK terör örgütüne yarım ve yataklık suçundan 1 No.lu DGM’nde yargılandığı, ancak 1996 tarihinde delil yetersizliğinden beraat ettiği, iki kardeşinin PKK terör örgütü mensubu olduğu, bir kardeşinin 12 Aralık 1994 günü Iğdır ili Aralık ilçesi Gödekli köyünde yapılan operasyonda yakalandığı ve Ahmet ERBEK’in halen TSK’nde Tnk. Astsb. olarak görev yaptığını beyan ettiği, davacının birlik içerisinde aşırı derecede askeri yayınları takip ettiği, tatbikat bölgelerinde gidiş-gelişlerde görev verilmemesine rağmen gittikleri yeri tespit etmek amacıyla krokisini çizdiği ve bu kroki üzerinde belirgin noktaları tespt ettiği; ayrıca izin tecavüzü suçundan 1992 tarihinde 10 gün oda hapsi ile nöbet talimatına aykırı hareket etmek suçundan 1993 tarihinde 6 gün göz hapsi cezasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Davacının, bu durumu ile 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun geçici 32’nci madde hükümlerinden yararlandırılmasının hukuken mümkün olmadığı değerlendirilerek, dava konusu işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” Başvurucu; bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurmuş ve dilekçesinde diğer iddialarının yanı sıra 12/4/2012 tarihli ara kararı cevabının davalı idare tarafından süresinde yerine getirilmediğini, söz konusu belgelerin 4/12/2012 tarihinde duruşma sırasında dosyaya sunulduğunu ancak gerek kendisinin gerekse Başsavcılığın bu belgeleri inceleyemediğini, savunmasını hazırlayamadığını ileri sürmüş, ayrıca lehine olan Başsavcılık görüşünde kendisiyle ilgili olmayan ve başka bir dosyadan alıntı yapıldığı anlaşılan ifadelerin bulunduğunu belirterek bu yanlışlığın da düzeltilmesini istemiştir. AYİM Birinci Dairesi 2/4/2013 tarihli ve E.2013/415, K.2013/365 sayılı kararıyla dilekçede ileri sürülen sebeplerin yerinde görülmediği, düzeltilmesi istenen kararın kanuna ve usule uygun bulunduğu gerekçesiyle istemi reddetmiştir. Anılan karar 17/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 9/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.… Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun“Dosya dışında inceleme” başlıklı maddesi şöyledir:“Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde bunun verilecek karar üzerindeki etkisi, görevli daire veya kurulca önceden takdir edilir, ara kararında bu husus ayrıca belirtilir. Ancak, istenen bilgi ve belgeler Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğine ve yüksek menfaatlerine veya Türkiye Cumhuriyetinin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir.(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.” 1602 sayılıKanun’un “Sonradan ibraz olunan evrak ve belgeler”başlıklı maddesi şöyledir:“Dilekçeler ve savunmalarla birlikte verilmeyen müspet evrak ve belgeler, bunların vaktinde ibraz edilmelerine imkan bulunmadığına Daire veya Daireler Kurulunca kanaat getirilirse, kabul ve diğer tarafa tebliğ edilir. Bu evrak ve belgeler duruşmada ibraz edilir ve diğer taraf, cevabını hemen verebileceğini beyan eder veya cevap vermeye lüzum görmezse, ayrıca tebliğ yapılmaz.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3197
Başvuru 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddede düzenlenen haklardan yararlanmak için açılan davada gizli bilgi ve belgeler tebliğ edilmeyerek gizli bilgi ve belgelerin hükme esas alınmasının ve beraat edilen ceza yargılamasının da aleyhe kullanılmasının adil yargılanma hakkını ve masumiyet karinesini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede bitirilememesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülen soruşturma kapsamında 3/9/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve Sakarya Sulh Ceza Mahkemesinin 4/9/2009 tarihli kararı ile kasten öldürmeye azmettirme suçundan tutuklanmıştır. Başsavcılığın 25/12/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucunun kasten öldürme ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame Sakarya Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 28/12/2009 tarihinde kabul edilerek E.2009/412 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Mahkeme 22/1/2010 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almış ve bazı tanıkları dinlemiştir. Mahkeme 7/9/2010 tarihinde yaptığı dokuzuncu duruşmada başvurucununkasten öldürmeye azmettirme suçundan müebbet hapis ve ağırlaştırılmış müebbet hapis, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçundan 1 yıl 6 ay hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 26/3/2012 tarihli ilamıyla hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma ilamından sonra Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/158 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam olunmuş, Mahkemece ilk duruşma 7/6/2012 tarihinde yapılmıştır. Mahkeme 12/3/2013 tarihinde yaptığı altıncı celsede başvurucunun kasten öldürmeye azmettirme suçundan 18 yıl hapis ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarıyla cezalandırılmasına, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçundan ise beraatine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Ceza Dairesi 21/10/2014 tarihli ilamıyla hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma üzerine Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/379 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam olunmuş, Mahkemece ilk duruşma 29/1/2015 tarihinde yapılmış, 12/5/2015 tarihinde yapılan dördüncü duruşmada ise başvurucunun kasten öldürmeye azmettirme suçlarından 15 yıl hapis ve müebbet hapis cezalarıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk durumunun devamına da karar vermiştir. Başvurucu hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiş, itirazı inceleyen Sakarya Ağır Ceza Mahkemesi 27/5/2015 tarihli kararı ile itirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu 10/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Temyiz üzerine hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 28/12/2015 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Azmettirme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. " 5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli hâller" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Kasten öldürme suçunun;...h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla,...İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. " 6136 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklulukta geçecek süre" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez." Aynı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir." 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, … on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10260
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın makul sürede bitirilememesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında olan bazı eylemlerinin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca adil yargılanma hakkı bağlamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuru 6/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 28/12/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1977 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Kızıltepe Belediyesinin başkan vekilidir. Başvurucu, PKK terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle 8/2/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet savcısı 18/5/2012 tarihli iddianame ile başvurucunun terör örgütüne üye olma, terör örgütünün propagandasını yapma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçlarından cezalandırılmasını talep etmiştir. Yargılama ilk olarak Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde görülmüştür. Mahkeme başvurucunun eylemlerinin bir bütün olarak terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturduğunu kabul etmiş ve başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, başvurucunun eylemlerinin bir bütün olarak terör örgütüne üye olma suçunu oluşturduğunu belirtmiş ve bozma kararı vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin kararı sonrasında, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin kapatılması nedeniyle başvurucu hakkındaki dosya Mardin Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) devredilmiştir. Mahkeme 27/9/2016 tarihinde başvurucu hakkında beraat kararı vermiştir. Mahkeme, başvurucunun katıldığı yirmi bir eylemin tamamında terör örgütü lehine slogan attığının, terör örgütü ile ilişkili bayrak, amblem veya resim taşıdığının tespit edilemediğini, toplantıya katılan kişilerin attıkları sloganlardan ya da taşıdıkları bayraklardan ise toplantıları düzenlediği hususunda bir tespit bulunmayan başvurucunun sorumlu tutulamayacağını belirtmiştir. Bundan başka, başvurucunun sadece grup içinde yer almasının ceza hukuku bağlamında söz konusu eylemlere iştirak ettiğini ortaya koymayacağını, toplantıya katılan gruplarla bütünleşme şeklindeki açıklamaların hukuki bir temelinin olmadığını belirtmiş; başvurucunun örgüt adına bir suç işlemediğini vurgulamıştır. İlk derece mahkemesinin beraat kararı Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 30/3/2017 tarihinde bir kez daha bozma kararı vermiştir. Daire; başvurucunun 13/1/2011 tarihinden 4/11/2011 tarihine kadar terör örgütü propagandasına dönüşen yirmi bir ayrı gösteriye katıldığı, diğer yandan 28/3/2011 ile 9/10/2011 tarihlerinde ise 2911 sayılı Kanun'a aykırı olan eylem icra ettiği, anılan eylemlerin örgüt faaliyetlerindeki sürekliliği ve yoğunluğu itibarıyla terör örgütüne üye olma suçunu oluşturacağı gerekçesiyle bozma kararı vermiştir. Mahkeme, bozma kararı sonrasında başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. İlk derece mahkemesi öncelikle başvurucunun yirmi bir ayrı eylemine değinmiş; daha sonra terör örgütünün propagandasına dönüşen, 13/1/2011 ile 4/11/2011 tarihleri arasında gerçekleşen yirmi bir farklı gösteriye katılmasını ve 28/3/2011 ile 9/10/2011 tarihlerinde 2911 sayılı Kanun'a aykırı eylemler icra etmesini dikkate alarak anılan eylemlerin örgüt faaliyetlerindeki süreklilik ve yoğunluk itibarıyla terör örgütüne üye olma suçunu oluşturduğunu kabul etmiştir. Başvurucunun cezalandırılmasında;i. Başvurucunun PKK ve KCK'ya yönelik yürütülen soruşturmaları ve devam eden yargılamaları protesto etmek amacı ile 13/1/2011 tarihinde düzenlenen gösteriye katılması delil olarak değerlendirilmiştir. Söz konusu gösterinin örgütün 10/1/2011 tarihinde yaptığı çağrı üzerine gerçekleştiği, gösteri sırasında başvurucunun da içinde yer aldığı grubun "PKK Halktır Halk Burada", "Koser (Kızıltepe) Uyuma İradene Sahip Çık", "Be Serok Jiyan Nabe (Başkansız Yaşam Olmaz)", "Disa Disa Serhildan Seroke Me Öcalan (Yine Yine Eylemler Başkan Öcalan)" ve "İntikam İntikam" şeklinde sloganlar attığı anlaşılmıştır. Mahkeme, başvurucunun gösteride grupla hareket ederek bütünleştiğini, bunun da delil niteliğinde bir eylem olduğunu değerlendirmiştir.ii. Başvurucunun 250 kişilik bir grup tarafından Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Kızıltepe ilçe binası önünden başlayıp PKK terör örgütü mensubu olan ve 1997 yılındaki bir çatışma sırasında öldürülen R.A. adına kurulan taziye çadırına 20/1/2011 tarihinde yapılan bir yürüyüş sırasındaki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Söz konusu eylemden üç gün önce, PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan bir internet sitesinde 1997 yılında güvenlik güçleri ile girdiği bir çatışmada öldürülen R.A.nın kimlik bilgilerinin tespit edildiğine dair KCK'nın bir açıklaması haberleştirilmiştir. Gösteride grup içinde yer alan kişilerin üzerinde "Şehide Şoreşe Nemırın (Devrim Şehitleri Ölmez)" yazan, orta kısmında çatışmalarda öldürülen terör örgütü mensuplarının fotoğrafları ile sağ ve sol taraflarında PKK terör örgütüne ait bayrakların olduğu pankartı taşıdıkları belirlenmiştir. Aynı grubun "Biji Serok Apo (Yaşasın Başkan Apo)", "İntikam-İntikam", "PKK Halktır Halk Burada", "Şehit Namırın (Şehitler Ölmez)", "Disa Disa Serhildan Serokeme Öcalan" ve "Dişe Diş Kana Kan Seninleyiz Öcalan" şeklinde sloganlar attığı da anlaşılmıştır. Mahkeme, başvurucunun gösteride grupla hareket etmesini başvurucunun delil niteliğindeki bir eylemi olarak değerlendirmiştir. iii. Başvurucunun Kürt Dili Araştırma ve Geliştirme Derneğince (KÜRDİ DER) 21/2/2011 tarihinde düzenlenen etkinlikteki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Etkinlik sırasında grup içinde yer alan ve yüzlerini puşi adı verilen bez ile kapatan bazı kişilerin PKK terör örgüt lideri Abdullah Öcalan'ın (A.Ö.) posterini açtığı, bazı kişilerin ise "Disa Disa Serhildan Seroke Me Öcalan", "Biji Serok Apo", "Be Serok Jiyan Nabe", "Öcalan Öcalan", "Şehit Namırın", "Gençlik Aponun fedaisidir", "Aposuz Dünyayı Başınıza Yıkarız" ve "PKK Halktır Halk Burada" şeklinde sloganlar attığı anlaşılmıştır. Mahkeme başvurucunun gösteride grupla hareket etmesini başvurucunun delil niteliğindeki eylemi olarak değerlendirmiştir. iv. Başvurucunun 200 kişilik bir grup tarafından BDP Kızıltepe ilçe binası önünden başlayıp PKK terör örgütü mensubu F.K. adına kurulan taziye çadırına 5/3/2011 tarihinde yapılan bir yürüyüş sırasındaki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Söz konusu eylemden önce, PKK terör örgütü güdümünde yayın yapan internet sitelerinde 1990-1999 yılları arasında ölen örgüt mensuplarından birinin de F.K. olduğu hususu haberleştirilmiştir. Yürüyüş sırasında yolun trafiğe kapatıldığı ve grup içindeki bazı kişilerin güvenlik güçlerine taşlarla saldırdığı anlaşılmıştır. Öte yandan yürüyüşe katılan grubun ölen örgüt mensubu F.K.nın resmini ve "Şehide Me Rumeta Meye (Şehidimiz Onurumuzdur)" yazılı pankartı taşıdığı, bunun yanında "Öcalan-Öcalan", "Şehit Namırın", "Biji Serok Apo" "Be Serok Jiyan Nabe" ve "Dişe Diş Kana Kan Seninleyiz Öcalan" şeklinde slogan attığı tespit edilmiştir. Mahkeme başvurucunun pankart ile resmi taşıyan ve sloganları atan grubun içinde yer almasını, alkışlarla sloganlara eşlik etmesini, bu şekilde grupla hareket ederek bütünleşmesini delil niteliğinde eylem olarak değerlendirmiştir. v. Mahkeme, PKK terör örgütü lideri A.Ö.nün talimatlarına istinaden kurulduğunu kabul ettiği Kızıltepe'deki demokratik çözüm çadırının güvenlik güçlerince kaldırılmasını ve bu sırada gerçekleşen gözaltıları protesto etmek amacıyla 28/3/2011 tarihinde yapılan gösteride başvurucunun eylemlerine delil olarak dayanmıştır. Gösteri sırasında grubun yolu trafiğe kapattığı, yüzleri kapalı bazı kişilerin bazı banka binalarına ve güvenlik güçlerine molotofkokteyli adı verilen yanıcı madde ve havai fişeklerle saldırdığı anlaşılmıştır. Bundan başka Mahkeme, grup içindeki kişilerin terör örgütü lideri lehine sloganlar attığını da kabul etmiştir. Gösteri sırasında başvurucunun grubun en önünde yürüdüğü, güvenlik güçlerinin ihtarlarına rağmen dağılmayan ve ayrıca slogan atan grubun içinde yer aldığı hususlarını terör örgütüne üye olma suçu açısından dikkate almıştır.vi. Mahkeme, PKK terör örgütü lideri A.Ö.nün talimatlarına istinaden kurulduğunu kabul ettiği Kızıltepe'deki demokratik çözüm çadırının güvenlik güçlerince kaldırılmasını ve bu sırada gerçekleşen gözaltıları protesto etmek amacıyla 29/3/2011 tarihinde yapılan gösteride başvurucunun eylemlerine delil olarak dayanmıştır. Mahkeme; gösteri sırasında grup içinde yer alan kişilerin terör örgütü lideri lehine sloganlar attığını, başvurucunun da sloganları atan grupla birlikte hareket ettiğini ve grubun en önünde yürüdüğünü kabul etmiştir. Öte yandan gösteri sırasında bazı şiddet olaylarının yaşandığı da anlaşılmıştır. vii. Kızıltepe'deki demokratik çözüm çadırının güvenlik güçlerince kaldırılmasını ve bu sırada gerçekleşen gözaltıları protesto etmek amacıyla 1/4/2011 tarihinde yapılan gösteride başvurucunun eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Mahkeme; gösteri sırasında grup içinde yer alan kişilerin terör örgütü lideri lehine sloganlar attığını, başvurucunun da sloganları atan grupta yer aldığını, böylece grupla hareket ederek bütünleştiğini kabul etmiştir. viii. Başvurucunun PKK ve KCK'ya yönelik yürütülen soruşturma ve devam eden yargılamaları protesto etmek amacıyla 19/4/2011 tarihinde düzenlenen gösteriye katılmasını delil olarak değerlendirilmiştir. Söz konusu gösterinin örgütün 14/4/2011 tarihinde yaptığı çağrı üzerine gerçekleştiği kabul edilmiştir. Öte yandan gösteri sırasında gruptaki kişilerin terör örgütü lideri lehine sloganlar attığı, yüzleri kapalı bazı kişilerin ise BDP Kızıltepe İlçe Teşkilatına ait bir arabadan aldıkları molotofkokteyliyle banka binalarına saldırdığı anlaşılmıştır. Başvurucunun ise sloganları atan grupta yer alması, böylece grupla hareket ederek bütünleşmesi ilk derece mahkemesince delil olarak dikkate alınmıştır.ix. Başvurucunun Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğundan yedi bağımsız milletvekili adayının adaylıklarını iptal etmesini protesto etmek amacıyla 21/4/2011 tarihinde düzenlenen gösterideki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Söz konusu gösterinin örgütün yaptığı çağrı üzerine gerçekleştiği kabul edilmiştir. Öte yandan gösteri sırasında grup içindeki kişilerin terör örgütü ve lideri lehine sloganlar attığı, yüzleri kapalı bazı kişilerin ise molotofkokteyli, taşlar ve havai fişeklerle kamuya ve özel kişilere ait binalar ile güvenlik güçlerine saldırdığı anlaşılmıştır. Başvurucunun ise sloganları atan grupta yer aldığı, böylece grupla hareket ederek bütünleştiği ilk derece mahkemesince kabul edilmiştir. x. Başvurucunun Mardin'in Mazıdağı ilçesinde yola mayın döşediği sırada mayının patlaması sonucu ölen ve Suriye vatandaşı olan bir terör örgütü mensubu için 23/4/2011 tarihinde yapılan cenaze törenindeki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Cenaze törenine yaklaşık 000 kişinin katıldığı, bu kişiler arasından yaklaşık 500 kişinin ise yüzlerini puşi ile kapattığı anlaşılmıştır. Öte yandan gösteri sırasında gruptaki kişilerin terör örgütü ve lideri lehine sloganlar attığı Mahkemece kabul edilmiştir. Başvurucunun sloganları atan grupta yer aldığı, böylece grupla hareket ederek bütünleştiği ilk derece mahkemesince delil olarak dikkate alınmıştır. Son olarak belirtilmelidir ki gösteri sırasında şiddet olayları da yaşanmıştır. xi. Başvurucunun 1993 yılında öldürülen bir milletvekili için 4/9/2011 tarihinde düzenlenen anma törenindeki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Gösteri sırasında grup içindeki kişilerin terör örgütü ve lideri lehine sloganlar attığı, PKK terör örgütüne ait bayraklar taşıdığı anlaşılmıştır. Mahkeme, başvurucunun gösteride sloganları atan grupta yer almasını, böylece grupla hareket ederek bütünleşmesini delil niteliğinde bir eylem olarak değerlendirmiştir. xii. Başvurucunun PKK terör örgütü lideri A.Ö.nün avukatları ile görüştürülmemesini protesto etmek amacıyla 7/9/2011 tarihinde düzenlenen gösterideki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Gösteri sırasında grupta bulunan iki kişi grubun önünde "Nezikatiye Serokati Sedema Berxwedena Meye P.A D KOSER (Başkanlığa Yaklaşımınız Mücadelemizin Nedenidir BDP Kızıltepe)" şeklinde pankart açmıştır. İlk derece mahkemesi, terör örgütünün propagandasının yapıldığı pankartı açan grupta başvurucunun da olduğunu ve böylece grupla hareket ederek terör örgütünün propagandasını yaptığını kabul etmiştir. xiii. Başvurucunun PKK terör örgütü lideri A.Ö.nün avukatları ile görüştürülmemesini protesto etmek amacıyla 10/9/2011 tarihinde düzenlenen gösterideki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Gösteri sırasında grupta bazı kişiler grubun önünde "Nezikatiye Serokati Sedema Berxwedena Meye P.A D KOSER (Başkanlığa Yaklaşımınız Mücadelemizin Nedenidir BDP Kızıltepe)" şeklinde pankart açmıştır. İlk derece mahkemesi, terör örgütünün propagandasının yapıldığı pankartı açan grupta başvurucunun da olduğunu ve böylece grupla hareket ederek terör örgütünün propagandasını yaptığını kabul etmiştir. xiv. Başvurucunun PKK terör örgütü lideri A.Ö.nün avukatları ile görüştürülmemesini protesto etmek amacıyla 14/9/2011 tarihinde düzenlenen gösterideki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Gösteri sırasında gruptaki bazı kişiler grubun önünde "Nezikatiye Serokati Sedema Berxwedena Meye P.A D KOSER (Başkanlığa Yaklaşımınız Mücadelemizin Nedenidir BDP Kızıltepe)" şeklinde pankart açmıştır. İlk derece mahkemesi, terör örgütünün propagandasının yapıldığı pankartı açan grupta başvurucunun da olduğunu, böylece grupla hareket ederek terör örgütünün propagandasını yaptığını kabul etmiştir. xv. Başvurucunun BDP ve Kürdi-Der Kızıltepe teşkilatları tarafından 19/9/2011 tarihinde düzenlenen etkinlikteki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Gösteri sırasında gruptaki kişilerin terör örgütü ve lideri lehine sloganlar attığı Mahkemece kabul edilmiştir. İlk derece mahkemesi, sloganlar atarak terör örgütünün propagandasını yapan gruptaki başvurucunun da olduğunu ve böylece grupla hareket ederek terör örgütünün propagandasını yaptığını kabul etmiştir. xvi. Başvurucunun PKK terör örgütü lideri A.Ö.nün avukatları ile görüştürülmemesini protesto etmek amacıyla 24/9/2011 tarihinde düzenlenen gösterideki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Gösteri sırasında grup içinde bulunan bazı kişiler grubun önünde "Nezikatiye Serokati Sedema Berxwedena Meye P.A D KOSER (Başkanlığa Yaklaşımınız Mücadelemizin Nedenidir BDP Kızıltepe)" şeklinde pankart açmıştır. Öte yandan grupta kişilerin terör örgütü ve lideri lehine sloganlar attığı Mahkemece kabul edilmiştir. İlk derece mahkemesi, sloganlar atarak terör örgütünün propagandasını yapan gruptaki başvurucunun da olduğunu ve böylece başvurucunun grupla hareket ederek terör örgütünün propagandasını yaptığını belirtmiştir.xvii. Başvurucunun 200 kişilik bir grup tarafından PKK terör örgütü mensubu olan ve askerî bir hava harekâtında öldürülen G.E. isimli kişi adına kurulan taziye çadırına doğru 6/10/2011 tarihinde yapılan bir yürüyüş sırasındaki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Yürüyüş sırasında, hava harekâtında ölen dört PKK terör örgütü mensubunun resminin ve "Şehide Me Rumeta Meye (Şehidimiz Onurumuzdur)" yazısının yer aldığı bir pankart yürüyüş yapan grup tarafından taşınmıştır. Öte yandan taziye çadırına gelen grup "Öcalan-Öcalan", "Şehit Namırın", "Bıjı Serok Apo" "Be Serok Jiyan Nabe", "Dişe Diş Kana Kan Seninleyiz Öcalan" ve "Ey Şehit Xuna Te Lı Erdi Namı Ne (Ey Şehit Kanın Yerde Kalmayacak)" şeklinde sloganlar atmıştır. Mahkeme, başvurucunun pankartı taşıyan ve sloganları atan grupta yer aldığını ve böylece grupla hareket ederek terör örgütünün propagandasını yaptığını kabul etmiştir.xviii. Başvurucunun PKK terör örgütü lideri A.Ö.nün Suriye'den çıkarılışını protesto etmek amacıyla 9/10/2011 tarihinde düzenlenen gösterideki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Gösteri sırasında gruptaki kişilerin terör örgütü ve lideri lehine sloganlar attığı Mahkemece kabul edilmiştir. Bunun yanında Mahkeme, gösterinin örgütün talimatına istinaden icra edildiğini de belirtmiştir. Söz konusu gösteride bazı kamu bina ve araçlarına taşlarla zarar verildiği de tespit edilmiştir. Mahkeme, başvurucunun sloganları atan grupta yer aldığını, böylece grupla hareket ederek terör örgütünün propagandasını yaptığını belirtmiştir. xix. Başvurucunun PKK terör örgütü lideri A.Ö.nün avukatları ile görüştürülmemesini protesto etmek amacıyla 15/10/2011 tarihinde düzenlenen gösterideki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Söz konusu gösterinin örgütün yaptığı çağrı üzerine gerçekleştiği kabul edilmiştir. Gösteri sırasında gruptaki bazı kişiler grubun önünde "Nezikatiye Serokati Sedema Berxwedena Meye P.A D KOSER (Başkanlığa Yaklaşımınız Mücadelemizin Nedenidir BDP Kızıltepe)" şeklinde pankart açmıştır. İlk derece mahkemesi, terör örgütü propagandasının yapıldığı pankartı açan grupta başvurucunun da olduğunu, başvurucunun grupla hareket ederek terör örgütünün propagandasını yaptığını kabul etmiştir. xx. Başvurucunun PKK terör örgütü lideri A.Ö.nün avukatları ile görüştürülmemesini protesto etmek amacıyla 29/10/2011 tarihinde düzenlenen gösterideki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Söz konusu gösterinin örgütün çağrısı üzerine gerçekleştiği kabul edilmiştir. Mahkeme; gruptaki kişilerin terör örgütü ve lideri lehine sloganlar attığını, başvurucunun sloganları atan grupta yer aldığını, böylece grupla hareket ederek terör örgütünün propagandasını yaptığını kabul etmiştir. xxi. Başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaptığı operasyonlarda ölü olarak ele geçirilen örgüt mensupları için 4/11/2011 tarihinde düzenlenen gösterideki eylemlerine delil olarak dayanılmıştır. Gösteri sırasında grup, üzerinde öldürülen üç örgüt mensubunun fotoğrafının ve "Şehide Me Rumeta Meye, Le Rumeta Xuwedi Ter Kewin–Şehitlerimiz Onurumuzdur, Onurumuza Sahip Çıkalım –HPG" yazısının bulunduğu pankartı, üzerinde öldürülen otuz iki örgüt mensubunun fotoğrafının ve "Şehideme Rumetame Ye-şehitlerimiz Onurumuzdur" yazılı pankartı ve üzerinde "AKP Kapalı Esir Kampı-BDP li Olmayan Giremez, AKP’nin Başlattığı Askeri ve Siyasi Soykırım Politikasını Kınıyoruz–BDP İlçe Örgütü" yazan pankartı taşımıştır. Öte yandan grup, gösteri sırasında terör örgütü ve lideri lehine sloganlar atmıştır. Mahkeme; başvurucunun sloganları atan ve pankartları taşıyan grupta yer aldığını, böylece grupla hareket ederek terör örgütünün propagandasını yaptığını kabul etmiştir. Başvurucunun temyiz etmesi üzerine mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 1/3/2018 tarihli ilamı ile onanmıştır. Ancak Daire, başvurucu hakkındaki hapis cezasını 5 yıl 8 ay 22 gün olarak düzeltmiştir. Başvurucu, karardan 12/7/2018 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş; 6/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör örgütleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 7 – (Değişik: 29/6/2006-5532/6 md.)Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır. (Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. (Ek cümle:17/10/2019-7188/13 md.) Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:a) (Mülga: 27/3/2015-6638/10 md.)b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde; Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, Slogan atılması, Ses cihazları ile yayın yapılması, Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır." Ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin diğer bilgiler için bkz. Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, §§ 23-39; Candar Şafak Dönmez [GK], B. No: 2015/15672, 5/11/2020, §§ 29-
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25163
Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında olan bazı eylemlerinin terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru kamulaştırmasız el atmanın yargı kararına rağmen devam etmesi ve uğranılan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık süresinde görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Muş'un Merkez ilçesine bağlı Sütlüce köyünde bulunan 444 parsel sayılı 498 m2 yüzölçümlü arsa niteliğindeki taşınmazın malikidir. Başvurucu bu taşınmazın üzerinde iki dükkan, üç mesken ve bir bodrumdan oluşan beş katlı bir yapıya ilişkin olarak Muş Belediyesinden 9/6/2005 tarihinde ruhsat almıştır. Başvurucuya ait söz konusu taşınmazdan Vangölü Elektrik Dağıtım A.Ş. (Vangölü EDAŞ) tarafından enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucu kamulaştırmasız el atma sebebiyle müdahalenin önlenmesi ve 2006 ile 2011 yılları arasında yoksun kalınan kira gelirleri için ecrimisil tazminatı ödenmesi istemiyle 21/6/2011 tarihinde Muş Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, enerji nakil hattı yüzünden başvurucunun yıllarca mağdur edildiği ve kira gelirinden de yoksun kaldığı belirtmiştir. Başvurucu beş yıllık ecrimisil tazminatı karşılığı olarak 000 TL tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme 19/9/2012 tarihinde dava konusu taşınmazın başında uzman bilirkişiler eşliğinde keşif yapmıştır. Keşif sonucu kadastro uzmanı teknik bilirkişi tarafından düzenlenen 4/12/2012 tarihli raporda, bu taşınmaz üzerinde bir katlı betonarme ev olduğu ve enerji nakil hattının evin üstünden geçtiği belirtilmiştir. İnşaat ve mülk alanında uzman kişilerden oluşturulan bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen 4/12/2012 tarihli raporda ise dava konusu taşınmaz için beş kat yapı ruhsatı alınmış olmasına rağmen enerji nakil hattının arsa üzerinden geçmesi nedeniyle inşaat yapılamadığı belirtilmiştir. Raporda dava konusu taşınmaz üzerinde beş katlı bina yapılması durumunda beş yıllık kira geliri karşılığının 040 TL olduğu hesaplanmıştır. Raporda ayrıca dava konusu taşınmaz için irtifak bedeli de hesaplanarak gösterilmiştir. Başvurucu ıslah dilekçesi vererek tazminat talebini bilirkişi raporu doğrultusunda arttırmıştır. Mahkeme 2/4/2013 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, yapılan keşif ve kadastro uzmanı teknik bilirkişinin raporuna göre dava konusu taşınmaza davalı idare tarafından herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmaksızın elektrik hattı çekmek suretiyle el atıldığı belirtilmiştir. Mahkeme bu sebeple başvurucunun beş kat üzerinden yapı ruhsatı almasına ve inşaat projesini de bitirmesine rağmen inşaatı yapamadığını vurgulamıştır. Mahkeme sonuç olarak el atmanın önlenmesine ve müdahaleli alanda bulunan davalıya ait yüksek gerilim tellerinin yıkılmasına, yıkım masraflarının da davalı idare tarafından karşılanmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca 2006 ile 2011 yılları arası döneme ilişkin ecrimisil bedeli olarak toplam 040 TL tutarındaki tazminatın dava tarihi olan 21/06/2011 tarihinden itibaren kanuni faizi ile birlikte davalı Vangölü EDAŞ'dan alınarak davacıya verilmesine karar vermiştir. Davalı idare tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 20/3/2014 tarihinde bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmaza davalı idarenin kamulaştırmasız el attığının mahallinde yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığı belirtilmiştir. Daire bu sebeple el atmanın önlenmesi ve yıkım davasının kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik olmadığını vurgulamıştır. Ancak ecrimisil yönünden ise taşınmaz üzerinde daha önceden var olan ve kullanılan tek katlı konut dışında yeni bir bina yapılmadığına işaret edilmiştir. Daireye göre 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre bedel talep etmenin mümkün olmayıp ecrimisil talebinin reddi yerine kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi Daire tarafından 17/11/2014 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 18/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bozma kararına uyan mahkeme 15/9/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne ve kısmen ise reddine karar vermiştir. Mahkeme davalı idarenin dosyaya konulan rapor ve krokide gösterilen alana yapılan müdahalesinin önlenmesine, müdahaleli alanda bulunan davalıya ait yüksek gerilim tellerinin yıkımına ve yıkım masraflarının da davalı kurum tarafından karşılanmasına karar vermiştir. Bununla birlikte başvurucunun talep etmiş olduğu ecrimisil tazminatının ise reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde ise Yargıtay Dairesinin bozma kararına atıfta bulunulmuştur. Taraflarca temyiz edilen karar Daire tarafından 24/3/2016 tarihinde onanmıştır. Mahkemece karar düzeltme yoluna gidilmediğinden hükmün 17/5/2016 tarihinde kesinleştiği tespit edilmiştir. Başvurucu el atmanın önlenmesi ve yıkım kararının icrası için 15/10/2015 tarihinde Muş İcra Dairesinde ilamlı icra takibi başlatmıştır. İcra Dairesi 26/4/2016 tarihinde kararın uygulanması için Vangölü EDAŞ'a muhtıra göndermiştir. Bu arada Özelleştirme Yüksek Kurulunun 2/4/2004 tarihli kararı ile Vangölü EDAŞ özelleştirme kapsam ve programına alınmış, 26/7/2013 tarihinde de bu şirket bütünüyle özel bir şirkete satılmıştır. A. Ulusal Hukuk 2942 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Taşınmaz malın mülkiyetinin kamulaştırılması yerine, amaç için yeterli olduğu takdirde taşınmaz malın belirli kesimi, yüksekliği, derinliği veya kaynak üzerinde kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulabilir." 2942 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:  “Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz.Kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, bu kamulaştırma sebebiyle taşınmaz mal veya kaynakta meydana gelecek kıymet düşüklüğü gerekçeleriyle belirtilir. Bu kıymet düşüklüğü kamulaştırma bedelidir.” 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararının ilgili kısmı şöyledir: "Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, esas itibariyle, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine meni müdahale davası açmaya hakkı olduğuna, ancak dilerse bu fiili duruma razı olarak, mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulünün bedelinin tahsilini de dava edebileceğine ve isteyebileceği bedelin de mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki bedel olduğuna 1956 tarihinde ilk toplantıda ittifakla karar verildi." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2016 tarihli ve E.2015/27365, K.2016/13961 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Taşınmaz malın tarım arazisi niteliğinde kabulü ile olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri üzerinden bilimsel yolla değerinin tesbit edilmesinde; taşınmazın niteliği, tamamının yüzölçümü, geometrik durumu ve kanal güzergahı dikkate alınarak değer düşüklüğü oranı belirtilmek suretiyle daimi irtifak hakkı ve gelir kaybı hesaplanarak geçici irtifak hakkı karşılığının tespit edilmesinde üzerinde bulunan ve taşınmaz mala bahçe niteliği vermeyen ağaçlara maktuen değer biçilmesinde ve tespit edilen bedelin bloke ettirilerek hükmün kesinleşmesi beklenmeden davalı tarafa ödenmesine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/2/2006 tarihli ve E.2006/1125, K.2006/2009 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Kamulaştırma Kanununun maddesinin son fıkrasında kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı tesisinde, kamulaştırma nedeniyle taşınmaz malda meydana gelecek değer düşüklüğünün kamulaştırma bedeli olarak hesaplanması öngörülmüştür. Geçici irtifak kamulaştırmasında ise taşınmazda devamlı bir değer kaybı söz konusu olmayıp, irtifak hakkı süresince mahrum kalınan gelir kaybı olduğu gözetilerek buna göre daimi ve geçici irtifak hakkı karşılıklarının hesaplanması gerekirken, daimi irtifak hakkı için gelir kaybı, geçici irtifak hakkı içinde değer düşüklüğü hesaplanması, doğru görülmemiştir..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Kamulaştırmasız el atma ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 26- Kamulaştırmasız el atma sebebiyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlaline karar verilen Halil Göçmen/Türkiye (B. No: 24883/07, 12/11/2013) kararında ayrıca yeterli bir tazminata hükmedilmesi çerçevesinde dosya kapsamındaki bilirkişi raporları arasındaki farklılıkların giderilmemesi sebebiyle gerekli usuli güvenceleri temin eden yargısal işlemleri sağlama yükümlülüğüne yeterli ölçüde uyulmadığından ihlal sonucuna ulaşmıştır (Halil Göçmen/Türkiye, §§ 37-43). Yine kamulaştırma yapılmaksızın irtifak hakkı tesisinin şikâyet edildiği Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye (B. No: 37203/05, 31/5/2016) kararında da kamulaştırmasız el atmanın mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığı belirtilmiş ayrıca tazminat miktarının Yargıtay tarafından taşınmazın değerinin %2’si ile sınırlı kabul edilmesinin müdahaleyi ölçüsüz de kıldığı sonucuna varılmıştır (Kahyaoğlu ve diğerleri/Türkiye, §§ 27-40). Diğer taraftan Jucys/Litvanya (B. No: 5457/03, 8/1/2008) kararında başvurucunun el konulan mülkünden sekiz yılı aşkın bir süre yararlanamaması sebebiyle mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir (Jucys/Litvanya, §§ 34-39). Vendittelli/İtalya (B. No: 14804/89, 18/7/1994) kararında da bir suç isnadı kapsamında başvurucunun taşınmazına konulan tedbirin hükümden sonra gerek de kalmadığı hâlde on bir ay daha uygulanmaya devam edilmesi ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür (Vendittelli/İtalya, §§ 31-40). Poiss/Avusturya (B. No: 9816/82, 23/4/1987) kararında, başvurucunun taşınmazından geçici olarak kullanmasının ve tasarruf etmesinin önüne geçen bir tedbirin uygulanması mülkiyet hakkına müdahale olarak görülmüştür. AİHM, başvuruyu mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş ve müdahaleye konu tedbirin yirmi dört yıldır devam etmiş olduğuna dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (Poiss/Avusturya, §§ 61-70). AİHM, ihlalin tespit edildiği bir başvuruda taraf devletin ihlali gidermek ve ihlalden önceki duruma mümkün olduğunca dönülmesini sağlayacak sekilde ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak yükümlüğünün bulunduğunu hatırlatmaktadır (Iatridis/Yunanistan [adil giderim] [BD], B. No: 31107/96, 19/10/2000, § 32). AİHM'e göre ihlalin doğası eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) müsaitse bunu yerine getirmek görevi taraf devlete düşmektedir (Iatridis/Yunanistan, § 33). Dolayısıyla AİHM kimi durumlarda, tespit edilen ihlalin niteliği itibarıyla eski hâle getirmenin benimsenmesinin müsait olamayabileceğine dikkati çekmektedir (Beyeler/İtalya [adil giderim] [BD], B. No: 33202/96, 28/5/2002, § 20; Eski Yunan Kralı ve diğerleri/Yunanistan [adil giderim] [BD], B. No: 25701/94, 28/11/2002, § 77). İç hukukun ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmaya olanak tanımaması ve/veya ancak kısmen giderebilmesi durumunda AİHM, Sözleşme'nin maddesi gereğince mağdura uygun göreceği bir telafiyi sağlama yetkisinin bulunduğunu kabul etmektedir (Brumarescu/Romanya [adil giderim] [BD], B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 20; Eski Yunan Kralı ve diğerleri/Yunanistan, § 73). AİHM, Iatridis/Yunanistan kararında eski hâle getirme kapsamında başvurucunun kazanç kayıplarının da karşılanması gerektiğini belirtmiştir (Iatridis/Yunanistan, §§ 39-45). Antonovi/Bulgaristan (B. No: 20827/02, 1/10/2009) kararına konu olayda başvurucuların kamulaştırılan taşınmazlarına karşılık olarak bir daire verilmesi öngörülmüş, ancak bu daire aradan on altı yıl geçmesine rağmen verilememiştir. Derece mahkemeleri 1991 ile 2000 yılları arası dönem için başvurucu yararına maddi tazminat ve ayrıca manevi tazminat verilmesine hükmetmişler ancak AİHM başvurucuların taşınmazlarından yararlanamama durumunun devam ettiğini ve bu sürenin uzunluğuna dikkati çekerek müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (Antonovi/Bulgaristan,§§ 27-31). Giderim yönünden ise AİHM, oğullarının evinde kalan başvurucuların kira kaybı iddiasını kanıtlayamadıklarını belirtmiş ancak başvurucuların uzun bir süre boyunca dairelerinden yararlanamadıkları gerekçesiyle başvuruculara maddi tazminat ödenmesine karar vermiştir (Antonovi/Bulgaristan, §§ 34-39).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1089
Başvuru kamulaştırmasız el atmanın yargı kararına rağmen devam etmesi ve uğranılan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, mahkeme kararı ile iptaline hükmedilen idari işleme istinaden iş sözleşmesinin feshedilmesi ve istinaf mercii kararına karşı temyiz imkânı tanınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1989 doğumlu olan başvurucu, 2016 yılından itibaren S.T.K. Güvenlik Sistemleri Özel Güvenlik Ticaret Limitet Şirketi (Şirket) bünyesinde Eskişehir Anadolu Üniversitesinde (Kurum) özel güvenlik görevlisi olarak işçi statüsünde çalışmakta iken Eskişehir Valiliği İl Özel Güvenlik Komisyonunun (Komisyon) 31/1/2018 tarihli ve 2018/802 sayılı kararıyla başvurucunun özel güvenlik kimlik kartı ve çalışma izni iptal edilmiş; buna istinaden 6/2/2018 tarihinde de iş sözleşmesi feshedilmiştir.A. İdari Yargı Süreci Başvurucu, Komisyonun işlemine karşı 16/2/2018 tarihli dilekçe ile Eskişehir İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Komisyon kararının hukuka aykırı olduğunu, hiçbir gerekçe gösterilmeden söz konusu işlemin tesis edildiğini, yapılan araştırmalar neticesinde şifahen ağabeyi hakkında ceza davası bulunması nedeniyle kimlik kartının ve çalışma izninin iptal edildiği bilgisinin verildiğini, bu şekliyle tesis edilen işlemin hukuki güvenlik, hukuki belirlilik, suç ve cezada şahsilik ilkelerine aykırı olduğunu, kaldı ki ağabeyinin suçunun sabit olmadığını, söz konusu isnada ilişkin olarak savunma hakkı dahi tanınmadığını, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile irtibatının olmadığını ileri sürmüştür. Davalı Eskişehir Valiliği (Valilik) tarafından gönderilen cevabi yazıda, Emniyet Genel Müdürlüğünün 22/7/2016 ve 4/1/2017 tarihli yazıları uyarınca başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması neticesinde başvurucunun ağabeyinin ByLock kullanıcısı olduğunun ve FETÖ/PDY kapsamında kamu görevinden ihraç edildiğinin tespit edildiği, bu nedenle başvurucunun da özel güvenlik görevlisi olma şartlarını kaybettiği, kimlik belgesi ve çalışma izninin iptal edildiği, dava konusu işlemin mevzuata ve hukuka uygun olarak tesis edildiği ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmuştur. İdare Mahkemesi, 22/2/2018 tarihli ara kararıyla Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığından (Başsavcılık) başvurucu hakkında bir soruşturma bulunup bulunmadığını sormuş; Valilikten de dava konusu işleme dayanak tüm bilgi ve belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. Başsavcılık, ara karara verdiği cevapta FETÖ/PDY şüphelisi olarak başvurucunun kaydının bulunmadığını, Valilik ise başvurucunun ağabeyine ilişkin iddialar dışında başkaca bir bilgi ve belgenin olmadığını belirtmiştir. İdare Mahkemesi 5/4/2018 tarihinde davaya konu idari işleme yönelik olarak yürütmenin durdurulması kararı vermiştir. Kararın gerekçesinde, özel güvenlik hizmetinin niteliğine değinmiş, bu hizmetin millî güvenlik veya kamu güvenliğine yönelik hizmetler kapsamında olmadığını, sadece belirlenen alanlarda ve sınırlı yetkiye dayalı olarak yerine getirildiğini, özel güvenlik hizmeti veren kişilerin hizmet sözleşmesi uyarınca istihdam edilen personel statüsünde olduğunu, dolayısıyla bu kişiler hakkında yapılacak güvenlik soruşturmasında kamu görevlileri için kullanılan kriterlerin uygulanmasının ölçülü ve hakkaniyetli olmayacağını ifade etmiştir. Somut olayda başvurucunun kendisi ile ilgili herhangi bir tespitin bulunmadığına dikkat çeken İdare Mahkemesi, başvurucunun ağabeyi ile ilgili yapılan tespitin ise tek başına kimlik kartının ve çalışma izninin iptaline gerekçe yapılamayacağını belirtmiştir. Bu karara karşı Valilik itiraz etmişse de kararda bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle itiraz reddedilmiştir. Devam eden yargısal süreçte, 17/10/2018 tarihinde, davacı ve davalı vekillerinin de katılımı sağlanarak duruşma açılmış; başvurucu vekili yürütmenin durdurulması kararına rağmen başvurucunun işe geri alınmadığını belirterek dava konusu işlemin iptalini talep etmiş; Valilik ise güvenlik araştırması ve soruşturmasının kişinin yakınları ve akrabalarını da kapsayacak şekilde yapılması gerektiğini, buna ilişkin Danıştay kararı bulunduğunu ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir. İdare Mahkemesi 24/10/2018 tarihli kararı ile dava konusu işlemin iptaline hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu durumda; hakkında olumlu kanaat edinilememesine sebep olarak gösterilen davacının abisi hakkında FETÖ/PDY terör örgütü üyeliği kapsamında yapılan adli va idari tespitlerin suçların şahsiliği ilkesi uyarınca, davacının güvenlik görevlisi olarak görev yapmasına engel ve hukuken geçerli kabul edilecek bir nitelik taşımadığı, bunun dışında da davacı hakkında başka bir iddia ve belgenin olmadığının anlaşılması karşısında, davacının silahlı özel güvenlik görevlisi kimlik kartının ve çalışma izin belgesinin iptal edilmesine ilişkin tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır.Öte yandan, davacının terör örgütüne finansal destek sağladığı, doğrudan ya da dolaylı yardım ettiği yahut herhangi bir terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunduğu gerekçesiyle hakkında adli soruşturma veya kovuşturma başlatılması yahut bu yönde hukuken kabul edilebilir bir delil elde edilmesi halinde özel güvenlik görevlisi kimlik kartının her zaman iptal edilebileceği de açıktır.Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline..." Gerekçeli karar, istinaf ve temyiz incelemelerinden geçerek 30/12/2020 tarihinde kesinleşmiştir.B. Adli Yargı Süreci Başvurucu, idari yargı süreci devam ederken 20/3/2018 tarihli dava dilekçesi ile işveren aleyhine ayrıca tespit ve işe iade davası açmıştır. Eskişehir İş Mahkemesine (Mahkeme / Hukuk Mahkemesi) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu, Komisyonun kararına karşı iptal davası açtığını ve yürütmenin durdurulması talebinde bulunduğunu, feshin usul ve yasaya aykırı olduğunu, savunması dahi alınmaksızın iş akdinin feshedildiğini, herhangi bir yasa dışı kişi, kurum yahut örgütle ilişkisinin olmadığını, ağabeyi hakkında yapılan tespit nedeniyle işten çıkarılmasının suç ve cezada şahsilik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüş; idari yargı sürecinin bekletici mesele yapılarak yargılamanın sonucunda feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Şirket, sunduğu cevap dilekçesinde, başvurucunun iş akdinin ilgili mevzuat çerçevesinde ve haklı nedenle feshedildiğini belirterek davanın reddini talep etmiş; davalı Kurum ise sunduğu cevap dilekçesinde usule ilişkin olarak davanın husumet yönünden reddedilmesi gerektiğini, esasa ilişkin olarak ise başvurucunun kimlik kartının ve çalışma izninin iptal edilmesi nedeniyle iş akdinin devamının mümkün olmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme, yargılama boyunca Başsavcılık, Emniyet Müdürlüğü, Eskişehir İdare Mahkemesi ve Komisyona müzekkere yazarak başvurucu hakkındaki bilgi ve belgeleri toplamış, işçilik alacaklarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmış, çeşitli tarihlerde olmak üzere altı kez duruşma açmış, davacı ve davalılara savunmalarını, iddia ve itirazlarını ileri sürme imkânı tanımıştır. Mahkeme 31/10/2018 tarihli ve E.2018/240, K.2018/1158 sayılı gerekçeli kararında davanın kabulü ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Eskişehir Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü'ne ve Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı'na müzekkere yazılmış ve mahkememize verilen cevaptan davacı hakkında herhangi bir terör örgünüte üye olmak veya terör eylemine katılmak suçu ile ilgili herhangi bir soruşturmanın bulunmadığının bildirildiği görülmüştür.Yine davacının özel güvenlik kimlik kartının ve çalışma izninin iptali işlemine ilişkin Eskişehir İdare Mahkemesi'nin 05/04/2018 tarih ve 2018/96 Esas sayılı dosyasında yürütmenin durdurulması yönünde karar verildiği, bu kararın Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi'nin 02/05/2018 tarih ve 2018/284 Y.İtiraz No'lu kararı ile onandığı görülmüştür....Davacının iş akdi Eskişehir Valiliği tarafından özel güvenlik kartının iptali üzerine fesih edilmiş olup, tebliğ tebellüğ belgesinden 06/02/2018 tarihinden 17:30 itibariyle görevine son verildiği belirtilmiştir. Kod 29 olarak aynı tarihte işten ayrılış bildirgesi verilmiştir.Mahkememiz davacı işçinin iş akdinin feshine ilişkin evrakları valilikten istemiş, Eskişehir Valiliği Özel Güvenlik Komisyonunun 25/04/2018 tarih 2018/2780 sayılı yazısına göre; davacının iptal edilen silahlı kimlik kartının idari yargının vermiş olduğu karar doğrultusunda iade edildiği ve şahıs hakkındaki red kararının kaldırıldığı anlaşılmaktadır.Gelen belgelerin incelenmesinde; Eskişehir Valiliği Özel Güvenlik Komisyon kararıyla 25/10/2017 tarih 2017/802 sayılı kararında, davacının abisi İ.Ş.'nin FETÖ/PDY şifreli haberleşme programı BYLOCK kullanıcısı olması nedeniyle polis memuru iken meslekten ihraç edildiği nedenle davacının özel güvenlik görevlisi kimlik kartının iptal edildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar davalı taraf feshin geçerli olduğunu beyan etmişse de; İdari Yargının vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararı, davacı hakkında yapılan araştırmada herhangi bir terör örgütüyle bağlantısına ilişkin bilgi edinilememiş olması, Yürütmenin Durdurulması kararı üzerine Özel Güvenlik Kartının iade edildiği anlaşılmakla davacının davalı şirketteki işine iadesine karar verilmiş..." Davalı Kurum, gerekçeli karara karşı 11/12/2018 tarihli dilekçe ile istinaf talebinde bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde öncelikli olarak husumet iddiasını tekrar eden Kurum, esasa ilişkin olarak ise ilgili mevzuata atıf yaparak davanın reddini talep etmiş; özel güvenlik görevlisi olabilmek için gerekli şartların sonradan kaybedildiğini, davalı Şirket tarafından da bu nedenle kimlik kartı ve çalışma izninin iptal edildiğini, dolayısıyla başvurucunun özel güvenlik görevlisi olarak çalıştırılmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Başvurucu ise 16/1/2019 tarihli cevap dilekçesinde genel olarak dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar etmiş ve istinaf başvurusunun reddi talebinde bulunmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 15/10/2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun kabulüne ve gerekçeli kararın ortadan kaldırılarak davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Somut olayda, davacının abisinin polis olarak görev yaparken FETÖ terör örgütünün haberleşme programı olan Bylock programını kullandığından memuriyetten çıkartıldığının tespiti üzerine Eskişehir İl Özel Güvenlik Komisyonu'nun 31/01/2018 tarihli kararıyla davacının özel güvenlik görevlisi kimlik kartının iptal edildiği ve bunun üzerine davalı şirket tarafından iş sözleşmesinin 2018 tarihinde işten ayrılış bildirgesinde 29 nolu kod seçilerek feshedildiği anlaşılmaktadır.Yukarıdaki hükümlerden de anlaşıldığı üzere, öncelikle özel güvenlik görevlisinin çalışma izninin iptal edilmesi ve/veya kimlik kartının iptal edilerek el konulması halinde işçinin özel güvenlik görevlisi olarak çalıştırılması mümkün olmadığından ve bu durum bir yeterlilik ile elverişlilik sorunu ortaya çıkardığından işveren açısından yapılan feshin geçerli olduğunun kabulü gerekir. Nitekim Yargıtay' da benzer olaylarda feshin geçerli olduğunu kabul etmiştir (Yarg. Hukuk Daresinin 2007/15086 Esas 2007/36534 Karar yine 2007/13444 Esas 2007/29833 Karar sayılı karar)....Davacı tarafından özel güvenlik belgesinin iptaline ilişkin idari işleme karşı yürütmeyi durdurma istemli olarak Eskişehir İdare Mahkemesinde dava açılmış ve 2018 tarihinde mahkemenin kararından önce yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir. Bu karara yapılan itiraz da Ankara BİM İdari dava Dairesi tarafından reddedilmiştir. Eskişehir Valiliği'nin idari işleminin yürütmesi durmuş ise de işverence fesih işleminin yapıldığı 2018 tarihi itibariyle davacının silahlı - silahsız özel güvenlik belgesi iptal edildiğinden davalı şirketin davacıyı güvenlikçi olarak istihdam etmesi beklenemez. Davacının da bu kapsamda özel güvenlik görevlisi olarak çalıştırılmasında yasal engel bulunmaktadır. Bu nedenle de işverence yapılan fesih geçerlidir." Başvurucu, nihai kararı 4/11/2019 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 29/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevuzat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Yürütmenin durdurulması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Danıştayda veya idari mahkemelerde dava açılması dava edilen idari işlemin yürütülmesini durdurmaz. (Değişik: 2/7/2012-6352/57 md.) Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir. (Ek cümle: 21/2/2014-6526/17 md.) Ancak, kamu görevlileri hakkında tesis edilen atama, naklen atama, görev ve unvan değişikliği, geçici veya sürekli görevlendirmelere ilişkin idari işlemler, uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerden sayılmaz. Yürütmenin durdurulması kararlarında idari işlemin hangi gerekçelerle hukuka açıkça aykırı olduğu ve işlemin uygulanması halinde doğacak telafisi güç veya imkânsız zararların neler olduğunun belirtilmesi zorunludur. Sadece ilgili kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükmünün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulduğu gerekçesiyle yürütmenin durdurulması kararı verilemez." 10/6/2004 tarihli ve 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun'un "Özel güvenlik görevlilerinde aranacak şartlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Özel güvenlik görevlilerinde aşağıdaki şartlar aranır:a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak.b) (Değişik: 21/4/2005 – 5335/23 md.) Silahsız olarak görev yapacaklar için en az sekiz yıllık ilköğretim veya ortaokul; silahlı olarak görev yapacaklar için en az lise veya dengi okul mezunu olmak.c) 18 yaşını doldurmuş olmak.d) (Değişik: 2/1/2017 - KHK-680/69 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/67 md.) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa bile;1) Kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına mahkûm olmamak.2) Affa uğramış olsa bile Devletin güvenliğine, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, özel hayata ve hayatın gizli alanına ve cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ile uyuşturucu veya uyarıcı madde suçları, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, kaçakçılık ve fuhuş suçlarından mahkûm olmamak.3) Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, özel hayata ve hayatın gizli alanına, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ile uyuşturucu veya uyarıcı madde suçlarından dolayı hakkında devam etmekte olan bir soruşturma veya kovuşturma bulunmamak.e) (Mülga: 23/1/2008 – 5728/578 md.)f) Görevin yapılmasına engel olabilecek vücut ve akıl hastalığı ile engelli bulunmamak.g) 14 üncü maddede belirtilen özel güvenlik temel eğitimini başarıyla tamamlamış olmak.h) (Ek: 2/1/2017 - KHK-680/69 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/67 md.) Güvenliksoruşturması olumlu olmak" 5188 sayılı Kanun'un "Çalışma izni" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(Değişik birinci fıkra: 2/1/2017 - KHK-680/70 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/68 md.) Özel güvenlik görevlisi olarak istihdam edilecekler ile özel güvenlik şirketlerinde, alarm izleme merkezlerinde ve özel güvenlik eğitimi verecek kurumlarda kurucu ve/veya yönetici olarak çalışacaklar hakkında valilikçe güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılır. Soruşturma sonucu olumlu olanlara, bu Kanunun 14 üncü maddesinde belirtilen özel güvenlik temel eğitimini başarıyla bitirmiş olmak şartıyla, valilikçe çalışma izni verilir. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması bir ay içinde tamamlanır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması her kimlik verilmesi veya ihtiyaç duyulması halinde yenilenir. Şirketlerde eğitici ve temsilci olacaklar ile şirket ortağı tüzel kişi ortaklarında da kurucularda aranan şartlar aranır ve güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılır.Göreve başlayan özel güvenlik görevlileri işveren tarafından onbeş gün içinde valiliğe bildirilir.(Mülga üçüncü fıkra: 29/3/2011-6215/2 md.)(Değişik dördüncü fıkra : 2/1/2017 - KHK-680/70 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/68 md.) Yönetici veya özel güvenlik görevlisi olabilme şartlarını taşımadığı veya bu şartlardan herhangi birini sonradan kaybettiği tespit edilenlerin kimliği iptal edilir.(Mülga beşinci fıkra: 29/3/2011-6215/2 md.)(Ek fıkra : 2/1/2017 - KHK-680/70 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/68 md.) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara iltisakı veya irtibatı olduğu tespit edilen kişiler, özel güvenlik alanında faaliyet yürüten şirket veya birimlerde çalışamazlar." 5188 sayılı Kanunu'nun "Kimlik" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Özel güvenlik görevlilerine valilikçe kimlik kartı verilir. Kimlik kartında görevlinin adı ve soyadı ile silahlı ya da silahsız olduğu belirtilir.Kimlik kartı görev alanı ve süresi içerisinde herkes tarafından görülebilecek şekilde yakaya takılır. Üzerinde kimlik kartı olmayan özel güvenlik görevlileri Kanunun 7 nci maddesinde sayılan yetkileri kullanamazlar. Herhangi bir sebeple görevinden ayrılan özel güvenlik görevlileri işveren tarafından onbeş gün içinde valiliğe bildirilir." Danıştay ve Yargıtay Kararları Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 30/9/1994 tarihli ve E.1993/247, K.1994/559 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:  “...İdare hukuku ilkelerine göre, iptal davaları incelenirken iptali istenilen işlemin tesis edildiği andaki durum yargılanır ve iptal kararı, idari işlemi tesis edildiği tarihten itibaren ortadan kaldırır. Çünkü sakat bir idari işlemin hukuk düzenine girmesi ile hukuka aykırı bir durum doğar. Bu durumun giderilebilmesi için iptal kararı hukuken sakat idari işlemi geriye yürür bir biçimde ortadan kaldırır ve hukuka aykırı işlem yapılmasından önceki duruma dönülür...” Danıştay Dairesinin 9/2/2000 tarihli ve E. 1997/2609, K. 2000/437 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...iptal kararlarının geriye yürümesi (Makable şamil olması), yani iptal edilen idari işlemin tesis edildiği tarihe kadar etkide bulunması İdare Hukukunun bilinen bir kuralıdır. Dolayısıyla dava konusu edilen işleme dayanan veya onunla doğrudan doğruya ilişkisi bulunan diğer idari tasarrufların da bu karardan etkilenmesi kaçınılmazdır...” Danıştay Dairesinin 27/8/2007 tarihli ve E. 2007/2076 sayılı yürütmenin durdurulması kararının ilgili kısmı şöyledir: “Hukuka aykırı bulunan idari işlemler hakkında verilen iptal kararları; varlıklarını hukuka uygunluk karinesinden yararlanmak suretiyle sürdüren idari işlemleri tesis edildikleri tarihe kadar geriye yürür şekilde ortadan kaldırır. Dolayısıyla, dava konusu edilen idari işleme bağlı olan diğer işlemler de ortadan kalkar. İptal kararlarının bu özelliği, dava konusu yönetsel tasarruftan önceki hukuki durumun sağlanması gereğinden kaynaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle, iptal kararları; iptal edilmiş olan idari işlemi hukuk aleminde hiç doğmamış hale getirmektedir. Bununla birlikte iptal kararları herkes bakımından geçerlidir. Aynı idari işlemin iptali amacıyla başkalarının da iptal davası açmasına gerek bulunmamaktadır. iptal kararı, davacının yanı sıra iptal olunan idari işlemin etkide bulunduğu diğer kimseler hakkında da hüküm ifade etmektedir.Konuya yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlar açısından yaklaşıldığında, bu tür kararlar ile iptal kararları arasında temelde bir fark bulunmamaktadır. Yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlar ile iptal kararların her ikisi de, dava konusu işlemde önceki hukuki durumu geri getirmekle birlikte, yürütmenin durdurulması kararları; idari işlemin yürürlüğünü askıya alan ve geçici nitelikte olan (davanın esası hakkında karar verilmesiyle kendiliğinden son bulan) kararlardır. Ancak, şu hususun hemen belirtilmesi gerekir ki; idari işlemin yürürlüğünü askıya alma durumu, idari işlemin tesisinden ve icrasından önceki hukuki durumun yürürlüğünü sağlamak suretiyle olmaktadır...” Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/9/2013 tarihli ve E. 2012/11904, K. 2013/21546 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İş ve sosyal güvenlik hukuku kurallarının uygulanmasında, kamu müdahalesinin somutlaştığı temel iki kurum; iş denetimi ve iş yargısıdır. İş hukuku ilkeleri temelinde iş hukuku kuralları çerçevesinde, içtihat ve öğretinin katkısı ile aleni yargılama sonucu hakkın yerine getirilmesi, sosyal devlet ilkesinin gere­ğidir. Bu nedenle iş hukukunun kamu düzenini ilgilendiren yönü unutulmamalıdır.İş yargısında tazminat ve alacaklara esas süre ve ücret tartışmalı olduğunda, iş hukukunun belirtilen kamusal yanı nedeni ile resen araştırma ilkesinin devreye girmesi kaçınılmazdır. Re’sen araştırma ilkesi daha çok basitlik ve çabukluk ilkelerini sağlamaya yönelik olup, tarafların dayanmasına gerek duyulmadan hakimin dava ile ilgili delilleri re’sen toplayabilmesini, özel veya resmi kuruluşlardan belge ve bilgilerin bir yazı ile getirtilebilmesini ifade eder. Uygulamada re’sen inceleme yöntemleri olarak bazı bilgi ve belgelerin taraflardan veya ilgili diğer yerlerden istenmesi ve uyuşmazlığa ilişkin, işlem ve sicil dosyaları ile diğer mahkemelerce verilen kararların getirilmesi önemli bir yer tutmaktadır. Öte yandan keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılması da en çok başvurulan re’sen inceleme yöntemlerinden birisidir." Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 10/7/2013 tarihli ve E.2012/107, K.2013/90 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"2577 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci ve ikinci cümlelerinde, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” kuralına yer verildiği, dolayısıyla idari işlemlere ilişkin mahkeme kararlarının gecikmeksizin uygulanması prensibinin yasal düzeyde de benimsendiği görülmektedir. Ancak, itiraz konusu kuralda, bu prensibe bir istisna getirilmiş, ihtiyati haciz ve haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında ancak kararın kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edileceği belirtilmiştir. Buna göre bir kamu borçlusunun malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin hukuka aykırı bir haciz veya ihtiyati haciz işlemiyle sınırlandırılması nedeniyle mahkemelerce işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması kararı verildiğinde, bu karar uygulanmayacak ve kararın kesinleşmesine kadar idarenin tek taraflı iradesiyle tesis ettiği hukuka aykırı işlem varlığını sürdürecektir.Bu yönüyle itiraz konusu kural, idarenin tüm işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık olması yolundaki anayasal hükmü etkisiz hâle getirerek bireyin hukuk güvenliğini açık şekilde zedelemekte ve yargısal denetim aracılığıyla hukukun üstünlüğünün sağlanması amacına zarar vermektedir.Hukuk devletinde kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin sağlanması ve korunması esas olduğundan, kişilere etkili hak arama imkânı sağlayan güvencelerin de tanınması gerekmektedir. Bu çerçevede Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek, herkese, adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı giderme imkânı sağlanmış, böylece kişilerin hukuki güvenlikleri etkin bir koruma mekanizmasına kavuşturulmuştur.Anayasa’nın maddesinin beşinci fıkrasında ise idari işlemin uygulanmasıyla telafisi güç veya imkânsız zararların doğacağı durumlarda, mahkemelere yürütmenin durdurulması kararı verme yetkisi tanınarak kişilere hak arama özgürlüklerini daha etkili biçimde kullanabilme olanağı sağlanmıştır.İtiraz konusu kuralla, haciz ve ihtiyati hacze ilişkin idari işlemlerin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin mahkeme kararlarının derhal uygulama zorunluluğunun ortadan kaldırılması, kişilerin telafisi imkânsız veya zor zararlarla karşılaşmalarına yol açacak niteliktedir. İdari yargıda yürütmenin durdurulması kararıyla güdülen amacın kişilerin hak arama özgürlüklerini daha etkili biçimde kullanabilmelerini sağlamak olduğu gözetildiğinde, böyle bir durumun yürütmenin durdurulması kararlarıyla gerçekleştirilmek istenen hukuksal yararı olumsuz yönde etkileyeceği ve hak arama özgürlüğünü zedeleyeceği açıktır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar[ın] ... esası konusunda karar verecek olan ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğunu vurgulamaktadır (Airey/İrlanda, B. No: 6289/73, 9/10/1979, § 24). AİHM'e göre hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan hukuki belirlilik Sözleşme'nin bütün maddelerinde mündemiçtir (Iordan Iordanov/Bulgaristan, B. No: 23530/02, 2/7/2009, § 47). Adil yargılanma hakkı, hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine uygun olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda hakkın tesliminden kaçınma (denial of justice) yasağı bu ilkelerin başında gelmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 35). AİHM iç hukukun yorumlanmasında öncelikli görevin ulusal otoritelere ait olduğunu vurgulamaktadır. AİHM’in görevi ulusal hukuk mercilerinin yorumlarının etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (Waite ve Kennedy/Almanya, B. No: 26083/94, 18/2/1999, § 54). AİHM kural olarak kendisinin ulusal mahkemelerin yerine geçerek değerlendirme yapma görevinin bulunmadığını, ulusal hukukun yorumlanmasına ilişkin sorunları çözmenin öncelikli olarak ulusal otoritelerin -özellikle ulusal mahkemelerin- yetkisinde olduğunu ifade etmektedir. Bu sebeple ulusal mahkemelerin iç hukukun yorumuna ilişkin tartışmalarına karışmayacağını belirtmektedir. Ancak keyfîliğin bulunduğu, diğer bir ifadeyle ulusal mahkemelerin iç hukuku açıkça hatalı veya keyfî ya da adaleti hiçe sayacak şekilde uyguladıklarını gözlemlediği hâllerde bunu sorgulayabileceğine işaret etmektedir (Anđelkovıć/Sırbistan, B. No: 1401/08, 9/4/2013, § 24).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39177
Başvuru, mahkeme kararı ile iptaline hükmedilen idari işleme istinaden iş sözleşmesinin feshedilmesi ve istinaf mercii kararına karşı temyiz imkânı tanınmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başka bir ceza infaz kurumuna nakil işleminin iptali talebiyle açılan davada verilen mahkeme kararındaki ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan gözaltına alınmış ve 21/8/2020 tarihinde tutuklanarak Sincan 3 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Başvurucu hakkında düzenlenen 25/8/2020 tarihli İdare ve Gözlem Kurulu kararında başvurucunun örgüt üyesi olduğu ifadesine yer verilmiş ve nakledilmesinin uygun olacağı belirtilmiştir. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 7/9/2020 tarihli yazısıyla başvurucunun Gebze Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesi uygun görülmüştür. Başvurucu, anılan ceza infaz kurumuna nakledilmesi üzerine bu işlemin iptali talebiyle İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Ankara ilinde bulunan ceza infaz kurumlarında barındırılan hükümlü ve tutuklu profili dikkate alındığında, örgüt mensubu hükümlü ve tutukluların kurum içerisinde organize olmalarını engellemek, başka hükümlü ve tutukluya, personele veya kuruma zarar vermelerini önlemek, kurumlarda yaşanması muhtemel olaylara ait riskleri ortadan kaldırarak kurum, personel ve hükümlü ve tutukluların güvenliğini sağlamak amacıyla asayiş ve güvenlik nedeniyle tesis edildiği anlaşılan dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı..." Başvurucunun bu karara karşı Bölge İdare Mahkemesine yaptığı istinaf başvurusu reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 14/10/2021 tarihinde öğrendikten sonra 5/11/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kısmi kabul edilemezlik kararıyla başvurucunun masumiyet karinesine ilişkin iddiasının kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/48902
Başvuru, başka bir ceza infaz kurumuna nakil işleminin iptali talebiyle açılan davada verilen mahkeme kararındaki ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güvenlik operasyonu sırasında meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olayların Arka Planı Olayların arka planı ile ilgili açıklamalara Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], (B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28) kararında yer verilmiştir. Suriye'nin Türkiye sınırında bulunan Ayn el Arap (Kobani) kentinde -PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasındaki çatışmalar, 2014 yılının Eylül ayı sonunda ve Ekim ayı başında yoğunlaşmıştır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 21). Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda “6-7 Ekim olayları” olarak adlandırılan şiddet eylemlerini gerçekleştirmiştir. Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotof kokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur. Bu sırada kamu makamlarınca güvenliğin sağlanması için birçok şehirde eğitime ara verilmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 26). Türkiye, 2015 yılı Temmuz ayından itibaren giderek yoğunlaşan terör saldırılarına maruz kalmıştır. Tırmanan terör saldırılarını PKK/KCK terör örgütünün öz yönetim ilanları izlemiştir. Öz yönetim ilan edilen bölgelerde Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) adı altında silahlı gruplar oluşturan PKK terör örgütü, bu gruplar ve YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) eliyle yollara barikat kurma, hendek kazma ve tünel açma gibi eylemlerde bulunmuştur (Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 25-27). Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (hendek olayları, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 16-28, 67, 346-348). Terörle mücadele operasyonlarının gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır (Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 12). Şırnak Valiliği, Cizre ilçesinde ilk olarak terörle mücadele operasyonlarının düzenlendiği bazı yerlerde uygulanan sokağa çıkma yasakları kapsamında 4/9/2015 tarihinden itibaren terör örgütü mensuplarının etkisiz hâle getirilmesi, mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi, vatandaşların can, mal güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini açıklamıştır. Cizre'de bu tarihten itibaren çeşitli defalar kaldırılıp yeniden uygulamaya konulan ve uygulama saatleri değiştirilen sokağa çıkma yasağı 10/4/2017 tarihinde tamamen kaldırılmıştır (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 28). Şırnak Valiliğinin olaylarla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine 28/1/2016 tarihinde verdiği bilgiler özetle şöyledir: i. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgelerde terör örgütü üyelerinin saldırıları devam etmektedir. Terör örgütü, silahlı ve bombalı eylemlerle temel kamu hizmetlerinin sunulmasını engellemektedir. Sokağa çıkma yasaklarıyla, yerleşim yerleri içinde terör örgütü mensupları ile girilen silahlı çatışmalar sırasında bölgede yaşayan vatandaşlarımızın can ve mal emniyetinin sağlanması amaçlanmaktadır. ii. Şırnak Valiliği güvenlik operasyonlarının icra edileceği Silopi ve Cizre ilçelerinde yaşayan halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli planlama ve düzenlemeleri yapmıştır. Bu kapsamda Cizre Devlet Hastanesi hizmet vermeye devam etmekte, dört eczane dönüşümlü olarak eczacılık hizmetlerini sürdürmektedir. Ambulanslar 14/12/2015 ile 27/1/2016 tarihleri arasında 295 vakaya müdahale etmiştir. 112 ve 155 yardım hatları faaliyettedir. 155 hattına başvuran tüm vatandaşlara gıda ve temel ihtiyaç malzemesi dağıtımı yapılmıştır. Bazı market ve bakkallarla birlikte ekmek fırınları açık tutulmaktadır.iii. 5/9/2015-4/1/2016 tarihleri arasında Cizre’de 112 Acil yardım hattına yapılan çağrıların %84’ü cevaplanmıştır. Sağlık personelinin yaşamlarının korunması amacıyla müdahale edilemeyen vakalara, vaka bölgesinde güvenlik sağlandıktan hemen sonra müdahale edilmektedir. Bu süreçte sağlık personeli ve ambulanslar terör örgütü tarafından birçok defa saldırıya uğramış, buna rağmen hizmetler devam etmiştir (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 35). B. Başvuruya Konu Olay ve Olgular Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru formuna göre, başvurucunun İdil'de 16/2/2016 tarihinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmesinden sonra haber alamadığı oğlu A.Ö., güvenlik operasyonunda hayatını kaybetmiştir. Yürütülen soruşturmada başvurucunun oğlu hakkında “Tehlikeli Maddeleri İzinsiz Olarak Bulundurma veya El Değiştirme, Kamu Malına Zarar Verme, Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğü Bozma, Sayı ve Nitelik Bakımından Vahim Olan Silah veya Mermileri Satın Alınması Taşınması Bulundurulması, Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, Yangın, Su Baskını, Tahrip, Batırma, Bombalama ya da Nükleer, Biyolojik, Kimyasal Silah Kullanarak Öldürme” suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ancak başvurucunun oğlu ile terör örgütü arasında bir bağlantı bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Başvurucuya göre oğlu, terör örgütü üyesi olmayıp örgüt üyeleri tarafından ölüm tehdidiyle zorla götürülmüştür. İdil Cumhuriyet Başsavcılığının 24/2/2016 tarihli Ölü Muayene Tutanağı'nda 24/2/2016 tarihinde gece başlayıp sabaha kadar devam eden İdil Cehennem Deresi mevkii, Hacı İbrahim Dağları, Saklan Deresi İdil tarafında arazi içerisinde ilçeye sızmaya çalışan bölücü terör örgütü mensuplarınca çıkartılan silahlı çatışma neticesinde birçok terör örgütü mensubunun etkisiz hâle getirildiği, arazinin uygun olmaması nedeniyle cesetlerin hastaneye getirilebilmesinin ancak saat 00 sıralarında mümkün olduğu belirtilmiştir. Tutanakta bilirkişi hekim tarafından “ölü muayene işlemi sonunda ölümün tahminen 10 saat önce meydana geldiği, ölenin kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için sistematik otopsinin yapılması gerektiği” kanaati bildirilmiştir. Yürütülen soruşturma kapsamında 26/2/2016 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı'nda adli tıp uzmanı hekim bilirkişiler tarafından “kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği ve penetran cisim yaralanmasına bağlı kosta, ekstremite kemik kırıkları ile birlikte iç organ yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu, DNA analizi amacıyla FTA ile kan örneği alındığı, otopsi işlemi esnasında alman toksikolojik ve biyolojik inceleme amaçlı örneklerin sistematik toksikolojik analiz ve DNA profilinin çıkarılması ve gereği halinde yakınları olduğu iddia edilen kişilerle karşılaştırılması amacıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmesinin uygun olacağı, otopsi işlemi esnasında bir adet mermi çekirdeği gömlek parçası elde edildiği” kanaati bildirilmiştir. Otopsi sırasında ceset, kimlik tanığı olarak gösterilen maktulün babası tarafından teşhis edilmiş ve otopsinin ardından defin işlemleri yapılmak üzere kimlik tanığına teslim edilmiştir. Soruşturma kapsamında alınan 4/3/2016 tarihli ekspertiz raporunda cesetten alınan svapların tamamında atış artıklarında bulunan antimon elementinin tespit edildiği belirtilmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 26/10/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özet olarak Şırnak Valiliğince İdil ilçe merkezi ve Dirsekli köyünde 16/2/2016 tarihi saat 00’ten geçerli olmak üzere ilan edilen sokağa çıkma yasağı doğrultusunda alınan tedbirler kapsamında PKK/KCK bölücü terör örgütü mensupları tarafından ilçede bulunan sokakların girişlerine inşa edilen mevzi ve barikatların bertaraf edilmesi, tuzaklanan mayın ve el yapımı patlayıcıların imha edilmesi, kazılan hendeklerin kapatılması ve silahlı terör örgütü mensuplarının yakalanıp etkisiz hâle getirilmesi maksadıyla operasyon başlatıldığı belirtilmiştir. Kararda, başlatılan operasyon kapsamında Yeni Mahalle Botaş Caddesi 200 metre kuzeyindeki Cehennem Deresi kırsal alanında ilçeye saldırmak için sızmaya çalışan silahlı terör örgütü üyelerine yönelik yapılan hava destekli operasyon kapsamında çıkan çatışmada terör örgütü mensubu on iki kişinin öldürüldüğü, çatışma yaşanan bölgenin İdil ilçe merkezine beş kilometre uzaklıkta kırsal alanda bulunduğu ifade edilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda, bölgede bulunan dere yatağında kayalıklar arasında belirli aralıklarla yatar vaziyetteki dokuz erkek, üç kadın terör örgütü mensubunun ölü oldukları ve yanlarında çeşitli uzun namlulu silahlar, mühimmatlar ile silahlara ait kovanların olduğunun görüldüğü, yapılan aramada on iki terör örgütü mensubunun üzerinde çeşitli silah (G. marka tabanca ve takılı hâlde şarjör, B. marka tabanca ve tabancaya ait şarjör, yedi adet K. görünümlü tüfek, keskin nişancı K. tüfeği, iki adet tüfek, roketatar) mühimmat, roketatar mermisi, el bombası (on iki adet savunma tipi el bombası, yedi adet taarruz tipi el bombası, bir adet boru tipi el bombası, on sekiz adet el bombası fünyesi, kırk bir adet çeşitli büyüklükte pil, dört ayrı düzenek hâline getirilmiş toplam yirmi üç adet büyük boy pil), dijital kamera ve cep telefonu, masa ve el telsizleri, termal kamera, örgütsel dokümanlar ile A.Ö. adına düzenlenmiş nüfus cüzdanı ve sürücü belgesi ele geçirildiği belirtilmiştir. Kararda, A.Ö.nün güvenlik güçlerince yapılan operasyon sonunda ateşli mermi silah çekirdeği ve penetran cisim yaralanmasına bağlı kosta, ekstremite kırıkları ile birlikte iç organ yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu öldüğünün tespit edildiği, 17/1/2016 tarihinde saat 50 sıralarında İdil'de Özel Harekat ekibinin el yapımı patlayıcı kullanılan saldırıya uğraması sonucu üç polis memurunun şehit olduğu, dört polis memurunun yaralandığı olay ile ilgili gizli tanık ve tanık ifadelerinde geçen maktul şüpheli A.Ö.nün ölü olarak bulunduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, karara oğlunun terör örgütü ile bağlantısının bulunmadığını, oğlunu kaçıran kişilerden şikâyetçi olduğunu belirterek itiraz etmiştir. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itirazını inceleyen Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince 2/1/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özet olarak somut olayda Anayasa ve diğer mevzuat hükümleri ile kanunilik şartının karşılandığı, PKK/KCK silahlı terör örgütünün bölgedeki silahlı ve bombalı eylemlerine devam ettiği hususları somut olay ile birlikte değerlendirilerek ele alındığında meşru amaç şartının da karşılandığı gerekçesi açıklanmıştır. İtirazın reddi kararında, birleştirilen soruşturma dosyası içinde yer alan şüpheli A.Z.nin İdil Belediyesi önünde orta refüje yerleştirilen ve üç polis memurunun şehit olduğu olayda el yapımı patlayıcıyı A.Ö. ve Z.A. isimli örgüt mensuplarının el arabasıyla götürerek yerleştirdiklerini örgüt mensuplarının kendi aralarındaki konuşmalarından duyduğuna ilişkin beyanı, ölen A.Ö.nün cesedinden alınan svapta ve kıyafetleri üzerinde atış artıklarında bulunan antimon elementinin tespit edilmiş olması, A.Ö.nün Yeni Mahalle Botaş Caddesi 200 metre kuzeyi Cehennem Deresi kırsal alanında ilçeye saldırmak için sızmaya çalışan silahlı terör örgütü üyelerine yönelik yapılan hava destekli operasyon kapsamında çıkan çatışmada ölmüş olması, olay yerinde çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirilmiş olması da dikkate alınarak ölüm olayının terör örgütüne yönelik operasyonlar sırasında gerçekleştiğinin anlaşılması karşısında orantılılık ilkesinin gerçekleştiği kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Kararda, soruşturma işlemlerinin yerine getirildiği, güvenlik güçlerinin hukuka uygun emir yerine getirirken karşılaştıkları haksız saldırıyı orantılı biçimde def etme zorunluluğunun söz konusu olduğu olay yönünden kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda yer alan hukuka uygunluk sebebi bulunduğu yönündeki değerlendirmede bir yanlışlık olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itirazı neticesinde verilen kararı 19/1/2018 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 19/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili ulusal hukuk için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 208-B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 225-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6318
Başvuru, güvenlik operasyonu sırasında meydana gelen ölüm olayı hakkında etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/9/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından aynı gün tedbir talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Pakistan vatandaşıdır. İstanbul Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 21/6/2017 tarihinde kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 19/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 20/9/2017 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34731
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 25/3/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle bir kısım alacaklarının zamanaşımına uğradığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi zararlarının tazmini talebinde bulunmuştur. Başvuru, 17/6/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 26/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve dosyanın bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/2/2014 tarihli görüş yazısı 13/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 24/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Gaziosmanpaşa (İstanbul) Cemal Gürsel İlköğretim Okulunda gece bekçisi olarak çalışmakta iken 15/3/2005 tarihinde sorumluluklarını yerine getirmediği gerekçesiyle işine son verilmesi üzerine, 25/3/2005 tarihinde Eyüp İş Mahkemesinde Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine, fazla mesai ücreti için 100 TL, ihbar tazminatı için 100 TL, yıllık izin ücreti için 100 TL ve kıdem tazminatı için 100 TL olmak üzere toplam 400 TL tutarında alacak davası açmıştır. Eyüp İş Mahkemesinin kapanması üzerine dosya Bakırköy İş Mahkemesinin E.2007/184 sayılı dava dosyasına kaydedilerek yargılamaya devam edilmiştir. İşçi alacaklarına ilişkin söz konusu yargılamada, başvurucunun eş zamanlı olarak Eyüp İş Mahkemesinde açtığı ve Eyüp İş Mahkemesinin kapanması ile beraber Bakırköy İş Mahkemesinde E.2007/183 sayılı dosya ile yargılamasına devam edilen sigortalılık süresinin tespiti davası bekletici mesele yapılmış ve 6/4/2006 ilâ 19/1/2010 tarihleri arasında yapılan duruşmalarda söz konusu dosyanın kesinleşmesi beklenmiştir. Bakırköy İş Mahkemesinin, 16/9/2008 tarih ve E.2007/183, K.2008/484 sayılı kararıyla; başvurucunun sigortalılık süresinin tespiti hakkındaki davasında, başvurucunun 15/4/2002 tarihinden 25/9/2003 tarihine kadar kurum taban ücreti ile çalıştığının tespitine karar verilmiş, davalı tarafından temyiz edilen kararın, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/11/2009 tarih ve E.2008/17941, K.2009/15153 sayılı kararıyla onanarak kesinleşmesi üzerine, işçi alacaklarına ilişkin davanın yargılamasına devam edilmiştir. 7/6/2010 tarihinde alınan bilirkişi raporu doğrultusunda başvurucu, Bakırköy İş Mahkemesinde, 24/6/2010 tarihli ıslah dilekçesi ile E.2007/184 sayılı dava dosyasındaki alacağının 563,49 TL olarak kabul edilerek karar verilmesi isteminde bulunmuştur. Bakırköy İş Mahkemesi 11/11/2010 tarih ve E.2007/184, K.2010/815 sayılı kararıyla, 7/6/2010 tarihli bilirkişi raporunu ve Bakırköy İş Mahkemesinin sigortalılık süresinin tespitine ilişkin E.2007/183 sayılı dosyası hakkında Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/11/2009 tarih ve E.2008/17941, K.2009/15153 sayılı ilâmını esas alarak, davanın kısmen kabulüne, başvurucunun genel tatillerde çalışmadığı için genel tatil ücreti talebinin ve 350,66 TL fazla çalışma ücreti alacağına ilişkin kısmın davalının zamanaşımı defi ileri sürmesi sebebi ile reddine hükmetmiştir. Davalının temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/3/2013 tarih ve E.2011/783, K.2013/10081 sayılı kararıyla, Davalı Bakanlığın harçtan muaf olduğu hususunun göz önünde bulundurulmadığı gerekçesiyle yargılama giderlerine ilişkin kısım yönünden düzeltilerek onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 18/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 17/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (Bkz. B.No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4440
Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 25/3/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle bir kısım alacaklarının zamanaşımına uğradığını belirterek adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi zararlarının tazmini talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Başkent Üniversitesinde öğrenci iken 2003-2004 takvim yılı sonundamülga Eğitim Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin maddesi uyarınca üniversiteden ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, 15/3/2005 tarihli ve 5316 sayılı Yükseköğretim Kanununa Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun'un maddesi kapsamında üst sınıfa devam ederek üç dersten not yükseltme sınavına girme istemli başvurunun reddedildiğini beyan etmiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen işlem aleyhine 27/7/2005 tarihinde iptal davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 19/6/2007 tarihli ve E.2005/2352, K.2007/1499 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesi başkan ve üyeleri davadan çekinme talebinde bulunmuşlar, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 14/2/2008 tarihli kararı ile çekinme talebinin kabulüne karar verilmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 18/2/2010 tarihli ve E.2008/117, K.2010/239 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Kurulun 23/1/2014 tarihli ve E.2010/2856, K.2014/71 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu 9/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/348
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Konya Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesi ile başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. Konya Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülen duruşma dört celse sürmüş, başvurucu celselerin tamamına Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtası ile katılmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun, istinaf talebinin esastan reddi üzerine yaptığı temyiz başvurusunda (Kapatılan) Yargıtay Ceza Dairesi hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrası tek celsede sonlandırılan duruşmada başvurucunun tekrar silahlı terör örgütü üyeliği suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu mahkûmiyet kararının verildiği bu celseye de SEGBİS vasıtasıyla katılmıştır. Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesinde -diğerlerinin yanı sıra- bozma sonrası yapılacak duruşmalarda bizzat hazır bulunarak savunma yapma talebini celse arasında (5/11/2019 tarihli dilekçesi ile) Mahkemeye ilettiği hâlde talebi hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmadan duruşmaya SEGBİS vasıtasıyla katılmak zorunda bırakılması nedeniyle savunma hakkının kısıtlandığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 5/11/2020 tarihinde öğrenmiş, 11/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne, duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvuruya dayanak yapılan belgelerde eksiklik bulunduğunun tespit edilmesi üzerine başvurucu vekilinden bu eksikliğin giderilmesi talep edilmiştir. Eksiklik giderim talep yazısında, başvurucunun huzurda (fiziken) dinlenilmesine ilişkin olarak Mahkemeye sunduğu 5/11/2019 tarihli dilekçenin Anayasa Mahkemesine gönderilmesi istenilmiştir. Söz konusu belge, Anayasa Mahkemesine gönderilmemiştir. Ulusal Elektronik Tebligat Sistemi (UETS) üzerinden başvurucu vekiline gönderilen eksikliğe ilişkin bildirim 31/1/2023 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36433
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada, yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın değerlendirilmemesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının; saldırının hedefindeki miting ve gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 00-00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir miting yapılması kararlaştırılmıştır. Planlamaya göre Ankara Tren Garı'nda toplanılacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürünecektir. Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş ve yaşanan bu olay nedeniyle pek çok kişi ölmüş, aralarında başvurucunun da bulunduğu birçok kişi yaralanmıştır. Ankara İdare Mahkemesince (İdare Mahkemesi) görülen yargılama sonucu verilen gerekçeli kararda belirtildiği üzere başvurucunun meydana gelen bombalı terör eyleminde yaralandığı, Nevvar-Salih İşgören Devlet Hastanesi Genel Cerrahi Servisinde 19/10/2015 tarihinde yumuşak dokudan yüzeyel yabancı cisim çıkarılması operasyonu geçirdiği ve aynı gün taburcu olduğu anlaşılmıştır. İçişleri Bakanlığı, başka hususlar yanında olay öncesinde yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı konusunda iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişine ön inceleme yaptırmıştır. Ön inceleme sonunda hazırlanan raporda başka hususlar yanında şu tespitler yer almıştır: - 2015 yılı başından itibaren İstihbarat ve Terörle Mücadele (TEM) Şube Müdürlüklerine değişik kaynaklardan birçok istihbarat bilgisi gelmiştir. Bu istihbarat bilgilerinin büyük çoğunluğu ya yer, zaman ve kişiye ilişkin somut bilgiler ihtiva etmemiş ya da teyide muhtaç niteliktedir ancak sözü edilen istihbarat bilgilerinin yine de güvenlik tedbirlerinin planlamasında dikkate alınması gerekir. 2015 yılında DEAŞ terör örgütü ile ilişkili istihbaratın fazlalığına rağmen Ankara Tren Garı önünde canlı bomba terör eylemini gerçekleştiren Y.E.A.nın da aralarında olduğu bazı şahısların canlı bomba eyleminde bulunabileceğine ve irtibatlı oldukları DEAŞ terör örgütünün Diyarbakır ve Suruç terör eylemlerinden sonra ülkemizde ses getirecek başka terör eylemi hazırlığı içinde olduğuna, halkın kalabalık olduğu yerlerde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde birden fazla canlı bomba eylemi yapabileceğine yönelik istihbaratlar son derece önemlidir. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yoğun olarak yapıldığı illerin başında Ankara gelmektedir. Bu sebeple anılan nitelikteki bilgilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güvenliğini planlamakla sorumlu il emniyet müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet birimleri hatta vali ile paylaşılması gereklidir. Buna rağmen TEM Şube Müdürlüğü, emniyet tedbirlerinin gözden geçirilmesi veya sıklaştırılması amacıyla emniyet birimlerine çoğunlukla aynı içerikli yazılar göndermiştir (ön incelemeyle ilgili süreç için bkz. Hasan Kılıç, B. No: 2018/22085, 27/1/2021, §§ 11-14). Başvurucu 9/12/2015 tarihli dilekçeyle müracaat ettiği İçişleri Bakanlığından yaralanmasına istinaden 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Sözü edilen dilekçesinde başvurucu özetle canlı bomba saldırısı yapılacağına ilişkin istihbarat bilgisine rağmen miting için toplanan insanların yaşamlarının korunması için gerekli güvenlik önlemlerinin alınmadığını ve güvenlik güçlerinin saldırı sonrasında yaralılar ile yaralılara yardım edenlere gazlı müdahalede bulunup ambulansların yaralıların bulunduğu yere gelmesini fiilî olarak engellediklerini, olayda hizmet kusuru bulunduğunu iddia etmiş ve olay nedeniyle uğradığı fiziksel ve ruhsal zararların tazminini talep etmiştir. Tazminat talebine cevap verilmemesi üzerine başvurucu, yaptığı başvurunun zımnen reddedilmesine ilişkin işlemin iptal edilerek lehine 000 TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine 12/4/2016 tarihinde İdare Mahkemesi nezdinde 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi uyarınca tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, saldırı gerçekleşebileceği yönünde istihbarat bilgisine sahip olmasına rağmen idarenin saldırının önlenmesi ve mitingle gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin çokça iddia bulunup güvenlik güçlerinin olaydan sonra ölenlerin, yaralananların ve yaralılara yardım edenlerin üzerine gaz bombası atıp ambulansların olay yerine ulaşmasını ve ilk yardım çalışmalarını fiilen engellediğini, olayda ağır hizmet kusuru bulunduğunu toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme ve katılma hakkına ilişkin olarak devletin kendisine düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirmediğini ileri sürmüştür. Bununla birlikte başvurucu, gazlı müdahaleye maruz kaldığına ve/veya kendisine yapılacak tıbbi müdahalenin fiilen engellendiğine yönelik bir iddiayı dile getirmemiştir. Delil olarak canlı bomba saldırısını gerçekleştiren kişiler hakkında yürütülen ceza soruşturmasına istinat eden başvurucu; İdare Mahkemesinden DEAŞ saldırılarına ilişkin uyarı yazılarının ilgili yerlerden getirtilmesini, DEAŞ ile ilgili istihbarat bilgilerinin temini için Millî İstihbarat Teşkilatı ile yazışma yapılmasını, Şanlıurfa'nın Suruç ilçesindeki canlı bomba saldırısını gerçekleştiren şahıs hakkında terör örgütü üyeliği nedeniyle daha önce yürütülmüş soruşturma dosyasının celbini, Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığıyla yazışma yapılarak DEAŞ faaliyetleri hakkında yürütülen soruşturma dosyalarının istenmesini, olay nedeniyle yürütülen disiplin soruşturmalarına ilişkin dosyaların İçişleri Bakanlığından getirtilmesini, bir siyasi partinin mitingine ve binalarına yapılan saldırılar ile Suruç'ta gerçekleşen saldırılar hakkında yürütülen soruşturmalar hakkında Bakanlıktan bilgi istenmesini, askerî personelin saldırı öncesinde canlı bomba konusunda uyarılıp uyarılmadığı hususunda Millî Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığıyla yazışma yapılmasını, mitinge katılan kişilerin güvenliğinin sağlanması için miting öncesinde yapılan planlamalara, alınan fiilî tedbirlere, kararlara ve istihbarat bilgilerine, miting için şehir dışından gelenleri taşıyan otobüslerin aranıp aranmadığına ilişkin tüm bilgi ve belgelerin (yazışmalar, görüntü kayıtları, fotoğraflar, telsiz ve telefon görüşmelerine ilişkin kayıtlar) Ankara Valiliği ile Ankara Emniyet Müdürlüğünden temin edilmesini istemiştir. İçişleri Bakanlığı yaşanan olay hakkında yapılmış bir ihbarın bulunmadığını, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan bir güvenlik açığı olmadığını, idarenin üzerine düşen dikkat ve özeni gösterdiğini, olayın bir terör saldırısı olduğunu, patlamaların miting alanı dışında ve miting için kararlaştırılan zaman diliminden önce yaşandığını, Anayasa'nın devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerin yetkililer üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamayacağını, uyuşmazlığın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde çözülmesi gerektiğini, 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra idarenin terör olaylarından kaynaklanan zarar dolayısıyla sosyal risk ilkesi çerçevesinde dahi sorumlu tutulamayacağını ve manevi zararların 5233 sayılı Kanun kapsamında olmadığını savunmuştur. İçişleri Bakanlığı olay günü alınan tedbirleri, görevlendirmeleri, toplantı ve gösteri yürüyüşünde yapılması gereken tüm iş ve işlemleri savunmasında bildirmiştir. 10/5/2016 tarihinde İdare Mahkemesi, Ankara Valiliğini de hasım olarak tespit edip dava dilekçesinin bir örneğinin sözü edilen davalıya tebliğ edilmesine karar vermiştir. Ankara Valiliği savunmasında sadece ruhsal zarara uğradığından bahisle başvurucuya 5233 sayılı Kanun çerçevesinde maddi tazminat ödenmediğini bildirmiştir. İdare Mahkemesi 16/5/2018 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucuya 000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir: ''...İdare, Anayasanın maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bunun yanında, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir. İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi, Anayasa'nın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. ...Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile 'terör olayları' olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.Dosyanın incelenmesinden; 2015 tarihinde Ankara-Sıhhiye Meydanında 'Savaşa İnat, Barış Hemen Şimdi, Barış, Emek, Demokrasi' adı altında bir gösteri yapılmasının planlandığı, adı geçen gösteriye katılmak isteyen kişilerin Ankara Garı önünde toplandıkları sırada saat 04'te bombalı bir terör saldırısının düzenlendiği, saldırıda çok sayıda vatandaşın hayatını kaybettiği ve yaralandığı, patlama sırasında olay yerinde bulunan davacının patlama nedeniyle yaralandığı ve ameliyat geçirmek zorunda kaldığı, patlamanın yaşanmasında idarenin hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürerek yaşadığı manevi yıkım ve oluşan diğer zararlarının karşılığı olarak tarafına tazminat ödenmesi istemiyle davalı idareye yaptığı başvurunun zımmen reddi üzerine, zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile 000,00-TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davayı açtığı anlaşılmaktadır.Bakılan uyuşmazlıkta; davacının yaşanan patlama sonrasında Alsancak Nevvar-Salih İşgören Devlet Hastanesi Günübirlik Genel Cerrahi Servisinde 2015 tarihinde 'yumuşak dokudan yüzeyel yabancı cisim çıkarılması' operasyonu geçirdiği ve aynı gün taburcu olduğu görülmektedir. Davalı idare tarafından, maddi zararların karşılanması öngörülen 5233 sayılı Kanunda manevi zararların düzenlenmediği, dolayısıyla davacının manevi tazminat isteminin reddi gerektiği savunulmuşsa da; 5233 sayılı Yasanın temel amaçlarından biri de yargı dışı bir yöntem geliştirerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bu konuda yapılan başvuruları sona erdirip, bireyler aleyhine oluşan dengenin iç hukukta geliştirilen usullerle yeniden kurulmasını sağlamak olduğu dikkate alındığında, sosyal risk ilkesinin dayandığı temeller ve maddi tazminata ilişkin bölümde değinilen esaslar doğrultusunda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup, 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenmesine de hukuki bir engel bulunmamaktadır. Bu çerçevede, halihazırda terör olayları nedeniyle uğranılan manevi zararların Anayasaya dayalı olarak sosyal risk ilkesi uyarınca tazmini olanaklı iken, yasama organınca özellikle yaşam hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yol açar nitelikte ve manevi tazminat ödenmesini engellemek amacına yönelik böyle bir yasanın yürürlüğe konulduğu söylenemez.Terör eylemleri sonucu oluşan olaylar incelendiğinde, bir taraftan yakılan ev, ulaşılamayan arazi ve tarım gelirleri, telef olan hayvanlar ve gelirleri, yakılıp yıkılan ev eşyaları, mağdurların yaralanmaları, sakatlıkları ya da yakınlarının ölmesi, vb. maddi zararların meydana geldiği görülmekle birlikte, esasen terör eylemlerini bizzat yaşayan vatandaşların çektikleri ve çekecekleri üzüntü, acı, elem, psikolojik buhran, vb. manevi zararların daha büyük sıkıntılara yol açacağı hususu yadsınamaz bir gerçektir. Dolayısıyla, idare hukuku kuralları çerçevesinde Anayasaya dayalı olarak geliştirilen bir ilke uyarınca manevi zararların karşılanma olanağının içeriği itibariyle engelleyici bir hüküm taşımayan yasa ile ortadan kaldırıldığından bahsedilmesi olanaksızdır.Kaldı ki, manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda olması gerekmektedir. İşte bu niteliğinden dolayı sorumluluk hukukunun genel çerçevesinde manevi tazminatın miktarı her bir olay ve birey yönünden yargı yerlerince farklı şekilde değerlendirileceğinden, manevi tazminat miktarının idare organlarınca takdir edilmesini sağlayacak şekilde yasayla belirlenmesi de müessesenin niteliği ile bağdaşmayacağından, yasa koyucunun bunu yasada açıkça öngörmesini beklemek de gerçekçi değildir.Bu durumda, 5233 sayılı Yasanın, idarenin terör olayları nedeniyle oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesini öngören ve uyuşmazlıkların sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlamakla birlikte, manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen bir yasa niteliğinde olduğu dikkate alındığında, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında değerlendirilen ancak, 5233 sayılı Yasa çerçevesinde karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kurallarına göre, 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemenin yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.Yukarıda değinilen 'sosyal risk ilkesi' ve yapılan açıklamalar çerçevesin de,davacının başvurusunun zımnen reddine ilişkin işlemin hukuka uygun olmadığı, davacının olay anında orada bulunması ve yaralanması nedeniyle duyduğu elem ve ızdırabın karşılığı olarak takdiren 000,00 TL manevi tazminatın davalı idarece davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varılmış, fazlaya ilişkin manevi tazminat istemi yerinde görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle; dava konusu işlemin iptaline, davacının manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile 000,00-TL manevi tazminatın davalı idarece davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine...'' Başvurucu ile davalı idareler İdare Mahkemesince verilen karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu istinaf istemine ilişkin dilekçesinde dava dilekçesindeki iddialarını yineleyip olayın meydana gelmesinde idarenin hizmet kusuru bulunduğu için davanın sosyal risk ilkesi çerçevesinde ele alınamayacağını, sosyal risk ilkesine göre değerlendirmenin ancak idarenin hizmet kusurunun tespit edilememesi durumunda yapılabileceğini ve hükmedilen manevi tazminatın yetersiz olduğunu ileri sürmüştür. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 11/9/2018 tarihinde istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Taraflarca ileri sürülen istinaf nedenleri; Ankara İdare Mahkemesi'nce verilen 2018 günlü,... kararın manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile 000,00 TL manevi tazminatın davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine ilişkin olarak verilip, hukuk ve usule uygun bulunan kısmının kaldırılmasını gerektirir nitelikte bulunmamıştır. ...Açıklanan nedenlerle; davacı istinaf isteminin REDDİNE, davalı idareler istinaf istemlerinin KISMEN REDDİNE, Ankara İdare Mahkemesi'nce verilen 29/05/2018 gün ... sayılı kararın davacının manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile 000,00-TL manevi tazminatın davalı idarece davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının ONANMASINA, kararın davacının bombalı saldırıda yaralanması nedeniyle tazminat ödenmesi talebiyle yaptığı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptaline ilişkin kısmının KALDIRILMASINA, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 45/maddesi uyarınca bu kısma ilişkin DAVANIN İNCELENMEKSİZİN REDDİNE..." Dairenin söz konusu kararı 25/12/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu 24/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2577 sayılı Kanun'un “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Danıştay Onuncu Dairesinin 21/10/2020 tarihli ve E.2015/4478, K.2020/4057 sayılı kararın ilgili kısmı şöyledir: "...İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir. Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, olayda idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Danıştay Onuncu Dairesi'nin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir...."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Abdullah Yaşa [GK], B. No: 2015/12486, 5/11/2020, §§ 34,
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3022
Başvuru, kamu makamları tarafından öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olduğu ileri sürülen canlı bomba saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayından kaynaklanan manevi zararların tazmini istemiyle açılan davada, yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın değerlendirilmemesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının; saldırının hedefindeki miting ve gösteri yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, idarenin düzenlenmek istenen bir anma etkinliğine izin vermemesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) 5/2/2010 tarihinde kurulan ve faaliyette olan siyasi bir partidir. A. Başvuruya Konu Olaya İlişkin Arka Plan Bilgisi Ayn el-Arap (Kobani) Suriye Arap Cumhuriyeti'nin (Suriye) Rakka iline bağlı bir ilçedir. Nüfusu Arap, Kürt, Türkmen ve Ermenilerden oluşan bu ilçeyi Türkçe adı Halk Savunma Birlikleri olan ve Türkiye tarafından terör örgütü olarak ilan edilen YPG terör örgütü Temmuz 2012'de ele geçirmiştir. Ayn el-Arap bu tarihten 2014 yılının Eylül ayına kadar Türkiye tarafından terör örgütü olarak ilan edilen ve Türkçe adı Demokratik Birlik Partisi olan PYD tarafından yönetilmiştir (Ahmet Parmaksız [GK], B. No: 2017/29263, 22/5/2019, § 9; Selahattin Demirtaş (5), B. No: 2016/4154, 10/6/2020, § 8). Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda 6-7 Ekim olayları olarak adlandırılan şiddet eylemleri gerçekleştirmiştir (6-7 Ekim olayları olarak adlandırılan şiddet eylemlerine dair ayrıntılı arka plan bilgisi için bkz. Figen Yüksekdağ Şenoğlu, B. No: 2016/25187, 4/4/2018, §§ 9-17). Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. 20/7/2015 tarihinde Suruç'ta (Şanlıurfa) Suriye'deki çatışmalara ilişkin yapılan basın açıklaması sırasında DEAŞ tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen bombalı intihar saldırısında 34 kişi hayatını kaybederken 73 kişi de yaralanmıştır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 28; Selahattin Demirtaş (5),§ 11). Bu olaylardan sonra PKK tarafından Şırnak, Hakkâri, Diyarbakır, Mardin ve Muş illerinde barikatlar kurularak, bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Güvenlik güçleri, yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 29; Selahattin Demirtaş (5),§ 12). Başvurucu, Suruç'ta meydana gelen patlamanın yıl dönümünde, hayatını kaybedenleri anmak amacıyla düzenlenecek etkinlik için 12/7/2016 tarihinde İstanbul Valiliğine (Valilik) bildirimde bulunmuştur. Valilik 15/7/2016 tarihinde 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun ek-1 maddesinin birinci cümlesinde yer alan "Umumî veya umuma açık yerler ile umuma açık yer niteliğindeki ulaşım araçlarında, gerçek kişi veya topluluklar, mahallin en büyük mülkî amirine, en az kırk sekiz saat önceden yazılı bildirimde bulunmak suretiyle, oyun ve temsil verebilir veya çeşitli şekillerde gösteri düzenleyebilir." hükmü uyarınca 16/7/2016 tarihinde Bostancı Gösteri Merkezi'nde etkinlik düzenlenmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına karar vermiştir. 15/7/2016 tarihinde anılan karar tebliğ edilmiştir. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12, 48). Başvurucu Parti 16/7/2016 tarihinde yapmayı planladığı etkinliği 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan silahlı darbe teşebbüsü nedeniyle gerçekleştirememiştir.B. Başvuru Konusu Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu, daha önce yapmayı planladığı anma etkinliğini 30/7/2016 tarihinde Bostancı Gösteri Merkezi'nde gerçekleştirmek için 22/7/2016 tarihinde Valiliğe bildirimde bulunmuş ve gösterinin düzenlenmesi amacıyla gerekli tedbirlerin alınmasını talep etmiştir. Valilik 29/7/2016 tarihinde, etkinliğin -katılacaklar da dâhil olmak üzere- halkın huzur ve güvenliği ile kamu düzeninin bozulmasına sebebiyet verebileceği gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Başvurucu9/9/2016 tarihinde, Valiliğin ret kararına karşı İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 12/5/2017 tarihinde iptal davasını reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...2935 sayılı OHAL Kanunu'nun maddesinin fıkrasında; 'Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince olağanüstü hal ilanında; genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla 9 uncu maddede öngörülen tedbirlere ek olarak aşağıdaki tedbirler de alınabilir.', aynı maddenin (m) bendinde 'Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü taplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak.' hükmüne yer verilmiştir. 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11/A maddesinde; 'Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür." hükmüne, 11/C maddesinde; 'İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır. Bu hususta alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır.' hükümlerine yer verilmiştir....Mülki amirlerin güncel olayları dikkate alarak ya da edinilen istihbarî bilgileri değerlendirerek kamu düzenini bozabilecek ya da kamu güvenliğini tehlikeye düşürebilecek muhtemel tehlikeleri önlemek amacıyla kamu düzen ve güvenliğini bozma ihtimali ile karşılaşılabilecek durumlarda tedbir alma yoluna gidebileceği ve bu kapsamda yapılacak gösteri, miting, konser gibi toplu etkinlikleri erteleyebileceği veya verilen izinleri kaldırabileceği ya da izin taleplerini reddedebileceği açıktır.Bu durumda, davacı tarafından organize edilen konsere ilişkin izin talebinin 2016 tarihinde yaşanan darbe girişimi sonrasında ülkemizde yaşanan olaylar ve OHAL ilan edilmesi nedeniyle halkın huzuru ve güvenliği ile kamu düzeninin bozulabileceği gerekçesiyle reddedilmesinde mevzuata ve hukuka aykırılık görülmemiştir." Başvurucu, anılan karara karşı istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 17/7/2017 tarihli kararında; dilekçede ileri sürülen iddiaların kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte olmaması, kararının hukuka ve usule uygun olması nedeniyle istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. A. Ulusal Hukuk 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince olağanüstü hal ilanında; genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla 9 uncu maddede öngörülen tedbirlere ek olarak aşağıdaki tedbirler de alınabilir:...m) Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak," 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir." 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"A) Vali......C) İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. (Ek cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır.Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir...."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası hukuka ilişkin bilgiler için bkz. Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019, §§ 29-
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39239
Başvuru, idarenin düzenlenmek istenen bir anma etkinliğine izin vermemesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/33823
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu diğer başvurucuların müşterek çocuğudur. Olay tarihinde dokuz yaşında olan birinci başvurucuya, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin Çocuk Acil Polikliniğinde 9/2/2006 tarihinde enjeksiyonla ağrı kesici ilaç verilmiştir. Anılan tıbbi müdahaleden hemen sonra birinci başvurucu sol ayağının üzerine basamama ve ayakta hissizlik meydana gelmesi nedeniyle başvurucular enjeksiyonun yapıldığı yer olan Çocuk Acil Polikliniğine müracaat etmişlerdir. Yapılan muayenelerden sonra birinci başvurucu, düşük ayak teşhisiyle aynı hastanenin Fizik ve Rehabilitasyon merkezinde yatılı olarak tedavi görmüştür. On beş günlük tedavi sonrasında belirgin bir iyileşme olmadığından tedaviye son verilmiştir. Zararlarının tazmini için idareye yaptıkları başvuruya olumsuz cevap alan başvurucular, 24/5/5007 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; hatalı tıbbi müdahale sonucu birinci başvurucunun sakat kaldığı, ağrılar nedeniyle sinir krizleri geçirdiği, çocuklarının küçük yaşta sakat kalması ve tedavi sürecinde yaşadıkları zorluklar nedeniyle anne ve babanın da psikolojilerinin bozulduğu ve tedavi masraflarını ödemek zorunda kaldıkları belirtilerek maddi ve manevizararların tazmini talep edilmiştir.Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından hazırlanan 25/9/2009 tarihli raporda; birinci başvurucunun sol ayağında oluşan güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, olay tarihli epikrizde enjeksiyon bölgesinin sol dış kadran olduğu yönünde kayıt olduğu dikkate alındığında, enjeksiyonun bu bölgeden yapılmasının genel tebabet kuralları içinde olduğu vurgulanmıştır. Sonuç olarak başvurucuda gelişen rahatsızlığın komplikasyon olarak kabul edilmesi gerektiği ve idarede yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. İzmir İdare Mahkemesi 2/10/2009 tarihinde bilirkişi raporunu hükme esas alarak davanın reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporunun yerinde olduğu, rapora itiraz nedenlerinin haklı olmadığı vurgulandıktan sonra başvurucuya yapılan enjeksiyon sonrası gelişen sakatlıkta idarenin bir kusurunun olmadığı sonucuna varılmıştır. Karşıoy görüşünde, başvurucunun rapordaki "sol ayak parmak ucunda dikelebildiği, uyuşukluğun düzeldiği" şeklindeki tespitin gerçeği yansıtmadığı yönündeki itirazlarının karşılanması için yeniden bilirkişi raporu alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular; bilirkişi raporunun yeterli olmadığını, rapora itirazlarının değerlendirilmediğini, ayrıca iğne yapılmadan önce olası riskler konusunda bilgilendirilmediklerini ve tedavi için rızalarının alınmadığını belirterek anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuşlardır. Danıştay Onbeşinci Dairesi 3/6/2014 tarihinde, reddedilen tazminat üzerinden nisbi vekâlet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmın bozulmasına, diğer kısımların usul ve hukuka uygun olması nedeniyle onanmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/1/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar8/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 7/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Ayrıca UYAP üzerinden yapılan incelemede; başvurucuların şikâyeti üzerinebirinci başvurucuya tıbbi müdahaleyi yapan doktor ve hemşire hakkında nitelikli taksirle yaralama suçundan İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açıldığı, ancak İstanbul Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 13/2/2015 tarihli raporu esas alınarak suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildiği anlaşılmıştır. Anılan karar, kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Sözü edilen bilirkişi raporunda; başvurucuda gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış uygulandığına dair kayıt bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca raporda; enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da ödem, hematom gibi kitle oluşturan nedenlerle veya difüzyonyoluyla ilacın sinire nüfuzu sonucu toksik etkiyle nöropatinin gelişebileceği, gelişen nöropatinin enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olduğu vurgulanarak incelenen tıbbi müdahale açısından hizmet kusurunun bulunmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:  “İdari dava türleri şunlardır:...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,...” Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hasta hakları ve aydınlatılma yükümlülüğüne ilişkin mevzuata yer vermiştir (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, §§ 19-25; Emrah Egeç, B.No: 2015/9714,11/12/2018,§§ 16-19; Ü.B.K. B.No: 2015/2536, 4/7/2019, §§ 22-25 ). Ayrıca Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dahil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler, ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 51). AİHM'e göre taraf devletler,uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak, hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkmasıdurumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete aftedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her hâlükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59 ).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6776
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, yürütülen ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmaması veyüklenen suçtan beraat kararı verilmesine rağmen lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin 15/7/2007 tarihinde mağdurun bulunduğu işyerine giderek senet ile inşaat devir sözleşmesini zorla imzalatmaya çalıştıkları iddia edilmiştir. Anılan olayla ilgili yapılan soruşturma sonunda başvurucu hakkında yağma suçunu işlediği iddiasıyla Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 12/2/2008 tarihli iddianamesiyle Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. Yargılama sırasında başvurucu müdafii olarak Avukat Y.K.A. birçok celseye katılmıştır. Başvurucu, Mahkemenin 5/4/2011 tarihli kararıyla atılı suçtan beraat etmiştir. Başvurucu müdafii, beraat kararının gerekçesine ve vekâlet ücretine yönelik olarak hükmü temyiz etmiştir. Yargıtay, gerekçeye yönelik temyiz itirazları yerinde görmemiş; müdafinin Mahkemeye sunduğu vekâletnamenin hüküm tarihinden sonra alındığını da belirterek 30/6/2015 tarihinde hükmü onamıştır. Başvurucu, anılan karardan 31/8/2015 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu3/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Yargılama giderleri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir.” 3/12/2010 tarihli ve 27774 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Ceza davalarında ücret” kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir.” Yargıtay Ceza Dairesinin 27/11/2017 tarihli ve E.2016/8239, K.2017/13521 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/ maddesinde yer alan “Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir.” biçimindeki düzenleme nazara alınarak; kendilerini iki farklı vekaletname ile vekille temsil ettiren ve beraatine karar verilen sanıklar yararına hazine aleyhine vekaletname sayısınca maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,Bozmayı gerektirmiş[tir.]” B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Sözleşme'nin maddesinin beraat eden kişilere ceza davasında yapılan yargılama masraflarını isteme hakkını içermediğini, adil yargılanma hakkının bu şekilde bir güvence sağlamadığını kabul etmektedir (Masson ve Van Zon/Hollanda, B. No: 15346/89, 15379/89, 28/9/1995, § 49; Yassar Hussain/Birleşik Krallık, B. No:8866/04, 7/3/2006, § 20).
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15316
Başvuru, yürütülen ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmaması ve yüklenen suçtan beraat kararı verilmesine rağmen lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucuların hissedarı olduğu bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı kimlik bilgilerinin kamuya açık belgelerde gizli tutulması talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/23077 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucuların bir kısmı, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuru konusu olay ve olgular Kenan Işık (B. No: 2017/26291, 17/7/2019, §§ 9-33) başvurusu ile büyük ölçüde benzer nitelikte olup söz konusu başvuruda detaylı olarak açıklanmıştır.A. Uyuşmazlığın Arka Planı ve Bankanın Fona Devri ile Sonraki İdari Süreç Asya Katılım Bankası A.Ş. (Banka) 24/10/1996 tarihinde faaliyetine başlamış ve 20/12/2005 tarihinde Asya Finans Kurumu Anonim Şirketi olan şirket unvanı Asya Katılım Bankası Anonim Şirketi olarak değiştirilmiştir. Banka hisseleri 12/5/2006 tarihinde borsada işlem görmeye başlamış ve bu tarihte Banka hisselerinin %23'ü halka arz edilmiştir. Bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF veya Fon) devredilmesinden hemen önce 31/5/2015 tarihi itibarıyla 900 milyon TL ödenmiş sermayesi ve toplam 200 şubesi bulunmakta ve Banka hisselerinin %54,75'i borsada işlem görmektedir. Başvurucular, devredildikten sonra iflası talep edilen Bankanın (A) ve (B) grubu (Borsada hisse senetleri A ile D arasında çeşitli gruplara ayrılmış olup(A) ve (B) grubu fiilî dolaşımdaki pay değeri belirli tutarlar arasında olan hisse senedi gruplarını temsil etmektedir.) hissedarlarıdır. Anılan Banka ile ilgili olarak Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) tarafından 26/8/2014 tarihinde "Banka Hakkında Kanunun maddesine İstinaden Alınabilecek Önlemler" konulu rapor düzenlenmiştir. Bu raporda Bankanın likit varlıklarının %50,74 azaldığı belirlenmiştir. Ayrıca söz konusu trendin devam etmesi hâlinde Bankanın yükümlülüklerini vadesinde yerine getirememesi riskinin doğmasının kuvvetle muhtemel olacağı açıklanmıştır. Raporda Bankanın öncelikle likidite durumunun iyileştirilmesine ilişkin önlemlerin en süratli şekilde hayata geçirilerek likiditeye ilişkin sorunun çözülmesi gerektiği ifade edilmiştir. BDDK 28/8/2014 tarihinde raporda yer alan tespitler çerçevesinde Bankanın 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun ''Kısıtlayıcı önlemler'' kenar başlıklı maddesi kapsamına alınmasına karar vermiştir. Bu kapsamda Bankadan bazı tedbirlerin alınması istenmiştir. Daha sonra BDDK tarafından söz konusu talimatların yerine getirilmesi konusunda Bankanın nitelikli pay sahibi ortaklarının gerekli mali güç ve itibara sahip olup olmadıkları ile şeffaf ve açık ortaklık yapısının bulunup bulunmadığı hususlarının ortaya konulabilmesi açısından 185 adet (A) grubu nitelikli paya sahip ortakların kurucularda aranan şartları taşıdıklarını gösterir belgelerin sunulması istenmiştir. Bir bağımsız denetim firması tarafından 31/12/2014 tarihi itibarıyla Bağımsız Denetim Raporu hazırlanmıştır. Raporda katılım fon payı çıkışında ve kredilerde meydana gelen azalmaların Bankanın gelecek dönemlerde bankacılık faaliyetlerini sürdürebilmesine ve faaliyet giderlerini karşılayabilmesine ilişkin olarak ciddi şüphe uyandırabilecek ölçüde önemli bir belirsizliğe işaret ettiği açıklanmıştır. Banka tarafından gerekli tedbirlerin alınmadığı ve eksikliklerin giderilmediği gerekçesiyle BDDK'nın 3/2/2015 tarihli kararı kapsamında Fon Kurulunun aldığı 3/2/2015 tarihli kararla 5411 sayılı Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasına istinaden Bankanın Meltem Turizm Ticaret ve Sanayi A.Ş.ye ve (A) grubu imtiyazlı paya sahip diğer 122 pay sahibine ait imtiyazlı hisselerin temettü hariç ortaklık haklarının Fon tarafından kullanılmasına karar verilmiş ve gerekli atamalar yapılarak Banka yönetimi Fon tarafından devralınmıştır. 2015 yılının Nisan ayında Bankaya ilişkin olarak Finansal Durum Raporu düzenlenmiştir. Bu raporda özetle Bankanın aktif kalitesindeki bozulmanın devam ettiği,Banka aktifinin önemli ölçüde donuklaşmasına neden olan kredi portföyündeki daralmanın kredi kalitesine ilişkin rasyoların da gittikçe bozulmasına sebebiyet verdiği belirtilmiştir. Bankaya ilişkin (31/12/2014 tarihi ve sonraki dönem gelişmeler) 28/5/2015 tarihli Mali Durum Tespit Raporu'nda da çeşitli tespitler yapılmıştır. Raporda, Bankanın mali bünyesinin bozulmuş olduğu ve bozulmanın artarak devam ettiği, Banka bilançosundaki küçülme, aktif kalitesindeki bozulma ve öz kaynaklardaki erime birlikte değerlendirildiğinde Bankanın mali verilerindeki bozulmanın açık bir şekilde görüldüğü ifade edilmiştir. Bunun yanında Bankanın bankacılık ilke ve teamüllerine aykırı çok sayıda uygulama ve faaliyetinin bulunduğu ve bu faaliyetlerin katılım fonu sahiplerinin hak ve menfaatlerine halel getirecek nitelikte olduğu, Bankanın açık ve şeffaf olmayan ortaklık yapısı ve organizasyon şemasından dolayı mali sistemin güven ve istikrarı açısından tehlike arz ettiği açıklanmıştır. Banka nezdinde BDDK denetim elemanları tarafından yapılan denetimler neticesinde düzenlenen 28/5/2015 tarihli Mali Durum Tespit Raporu'nda belirlenen hususlar, Asya Katılım Bankası A.Ş. Finansal Durum Raporu'nda belirlenen hususlar ile Hukuk İşleri Daire Başkanlığının 29/5/2015 tarihli yazısı ile verilen mütalaa neticesinde BDDK, 29/5/2015 tarihinde Bankanın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetimi ve denetiminin kısmen veya tamamen devri, satışı veya birleştirilmesi amacıyla 5411 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince Fona devredilmesine karar vermiştir. Bu karar uyarınca Bankanın yönetim ve denetim yetkisi Fon tarafından kullanılmaya başlanmıştır. TMSF tarafından yürütülen süreçte Fon Kurulunun 18/5/2016 tarihli kararı ile Bankanın toplamda 000 adet olan nitelikli (A) grubu hisselerinin %51'ine tekabül eden 000 adedinin satışa sunulacak asgari miktar olarak belirlenmesine ve satışa sunulmasına karar verilmiştir. 15/7/2016 tarihinde yapılan ihale neticesinde teklif gelmemesi nedeniyle Fon Kurulunun almış olduğu 18/7/2016 tarihli kararla Banka hisselerinin satış ihalesi sürecinin kapatılmasına ve nihai çözümleme stratejisinin belirlenmesine kadar geçecek süre zarfında Bankanın bankacılık faaliyetlerinin 5411 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası kapsamında geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Fon Kurulu 21/7/2016 tarihinde, yapılandırma çalışmaları sonuçsuz kalan Bankanın Kanun'un maddesinin son fıkrası kapsamında faaliyet izninin kaldırılmasının BDDK'dan talep edilmesine karar vermiştir. Bu talebi kabul eden BDDK 22/7/2016 tarihinde Bankanın faaliyet iznini kaldırmıştır. Fon Kurulunun 24/11/2016 tarihli kararına istinaden Banka nezdindeki sigortaya tabi katılım fonunun hak sahiplerine ödenmesine 5/12/2016 tarihinden itibaren Vakıf Katılım Bankası A.Ş. aracılığıyla başlanmıştır. Banka mudilerine yapılan ödemeden dolayı alacaklı sıfatıyla Fon Kurulu, 22/12/2016 tarihli kararına istinaden Bankanın İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinden (Mahkeme) iflasını talep etmiştir. Mahkeme 16/11/2017 tarihinde Bankanın iflasına ve iflasın 16/11/2017 saat 28'den itibaren açılmasına karar vermiştir. İflas kararına karşı davalı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş, ancak İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından istinaf talebinin reddine karar verilmiştir. Karar davalı tarafından temyiz edilmiş olup dosya Yargıtay Hukuk Dairesinin temyiz incelemesindedir. İflas tasfiyesine İstanbul İflas Müdürlüğünün 2017/14 İflas sayılı dosyası üzerinden başlanmış ve iflas idare memurluğuna atamalar yapılarak iflas idaresi oluşturulmuştur. Fon Kurulunca birinci alacaklılar toplantısı yerine kaim olmak üzere 1/12/2017 tarihli karar alınmış ve iflas kararı kesinleşmediğinden kanun gereği ikinci alacaklılar toplantısı henüz yapılmamıştır. İstanbul İflas Müdürlüğünün 2017/14 İflas sayılı dosyası üzerinden başlanmış olan alacak kayıt başvuruları kapsamında hâlihazırda toplam 932 başvuru alınmıştır. Birinci sıra cetveli kapsamında 040 başvuruya ait (139,49 TL) talep incelenerek 182 (818,65 TL) talep kabul edilmiş ve 28/5/2018 tarihli sıra cetveli ile ilan edilmiştir. B. İptal Davaları TMSF'nin 3/2/2015 Tarihli İşleminin İptali İstemiyle Açılan Davalar Asya Katılım Bankası A.Ş. (A) grubu hissedarı olan başvurucular, hisseleri nedeniyle nitelikli paya sahip oldukları kabul edilerek 5411 sayılı Kanun'un maddesi ile maddesinin fıkrası uyarınca kurucu ortaklarda aranan nitelikleri kaybettiklerinden bahisle, paylarına ait temettü dışındaki ortaklık haklarının TMSF tarafından kullanılmasına ilişkin 3/2/2015 tarihli ve 6187 sayılı BDDK kararının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemelerinde dava açmışlardır. Mahkemeler açılan davaların reddine karar vermişlerdir. Mahkemelerin gerekçeli kararlarında;i. 5411 sayılı Kanun'un kurumun etkin denetimini engellemeyecek şeffaf ve açık bir ortaklık yapısı ve organizasyon şemasına sahip olması gibi şartları da içeren bazı şartlar getirildiği, bu kapsamda kurucularda da müflis olamaması, konkordato ilan etmiş olmaması, Fona devredilmiş olan bankalarda nitelikli paya sahip olmaması, bazı suçlardan dolayı hükümlü olmaması, gerekli mali güce ve itibara sahip bulunması, işin gerektirdiği dürüstlük ve yeterliliğe sahip olması, tüzel kişi olması hâlinde ortaklık yapısının şeffaf olması gibi bazı şartlar arandığı, nitelikli paya sahip olan ortakların da kurucularda aranan bu şartları haiz olması gerektiği, bu şartları kaybeden nitelikli pay sahiplerinin ise temettü dışındaki ortaklık haklarından yararlanamayacağı ve bu hâlde diğer ortaklık haklarının Fon tarafından kullanılacağı,ii. 26/8/2014 tarihli raporda yer alan tespitlerin BDDK tarafından değerlendirilmesi sonucunda 28/8/2014 tarihinde Bankanın 5411 sayılı Kanun'un ''Kısıtlayıcı önlemler'' kenar başlıklı maddesi kapsamına alınmasına karar verildiği, buna göre Bankadan bazı isteklerde bulunulduğu, bu kapsamda 185 adet (A) grubu nitelikli paya sahip Banka ortağının kurucularda aranan şartları taşıdığını gösterir belgelerin verilen süre içerisinde sunulmasının istendiği, ancak süreç sonunda nitelikli pay sahibi ortaklardan bazılarına ilişkin olarak kuruma herhangi bir bilgi ve belge gönderilmeyerek anılan nitelikli pay sahibi ortaklara ilişkin olarak 5411 sayılı Kanun'un maddesinde sayılan kurucularda aranan şartları taşıyıp taşımadıkları hususunda kurum tarafından yapılacak olan değerlendirmenin imkânsız kılındığı,iii. Söz konusu durumun Kurumun denetimi ve gözetimi altında bulunan bir finansal kuruluşun ortaklık yapısının ve ortaklık için mevzuatta yer verilen hükümlerin uygunluğunun izlenmesi ve etkin denetim yapılmasını engelleyici bir sonuç ortaya çıkardığı, anılan durumun ne kadar süreceğinin belli olmadığı, bu durumun kurum ve finansal sistem açısından önemli hukuki sorumluluklar doğurabileceği tespitleri yapılmıştır. Mahkemeler, bu tespitlerden hareketle BDDK tarafından geçici ve önleyici bir tedbir mahiyetinde, süresi içerisinde istenilen bilgi ve belgeleri Kuruma iletmeyen (A) grubu nitelikli pay sahibi ortakların temettü dışındaki ortaklık haklarının TMSF tarafından kullanılmasına ilişkin 3/2/2015 tarihli ve 6187 sayılı BDDK kararında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Diğer taraftan Mahkemeler, istenilen bilgi ve belgelerin Kuruma hiç gönderilmemesi hâlinde uygulanacak yaptırım türünün 5411 sayılı Kanun'un maddesine göre idari para cezası olduğu iddiasına itibar edilemeyeceğini ifade etmişlerdir. Mahkemeler, anılan maddenin başlığının "Kuruluşlara İlişkin İdari Para Cezaları" olduğunu, uyuşmazlıkta ise muhatabın pay sahipleri olduğu hususunun dikkate alınması gerektiğini, Kanun'un 147 maddesinde kişilere uygulanacak idari para cezalarının düzenlendiğini, ancak bu maddede de kurucularda aranan nitelikleri gösterir bilgi ve belgeleri göndermeyenlerin idari para cezası ile cezalandırılacaklarına ilişkin hüküm bulunmadığını belirterek bu sonuca ulaşmışlardır. Başvurucular tarafından temyiz edilen kararlar Danıştay Onüçüncü Dairesince onanmış, karar düzeltme istemleri de aynı Dairece reddedilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. TMSF'nin 29/5/2015 Tarihli İşleminin İptali İstemiyle Açılan Davalar35 Bankanın TMSF'ye devredilmesine ilişkin 29/5/2015 tarihli BDDK kararına karşı başvurucular tarafından Ankara İdare Mahkemelerinde iptal davası açılmıştır. Mahkemeler davanın reddine karar vermiştir. Mahkemelerin gerekçeli kararlarında;i. Bankanın banka dışı müdahale ve yönlendirmelere açık olduğunun görüldüğü, Banka bilançosunun 2013 yılından itibaren sürekli ve ciddi oranda küçüldüğü, bu küçülmenin de devam ettiği, bu hâliyle Bankanın faaliyetlerini sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesinin imkân dâhilinde olmadığı,ii. Bankanın pasif tarafta önemli oranda katılım fonu çekilişlerine maruz kaldığı, bu süreçte bankacılık açısından temelde ticari saiklerle değil aidiyet duygusuyla fon sağlandığı, aktif tarafta ise gelir yaratıcı bir varlık yapısına sahip olmadığı, dolayısıyla bu durumun kârlılık açısından sürdürülebilir olmadığı,iii. Banka likitedisinin sürdürülebilir bir yapı arz etmediği, bazı dönemlerde likitide yeterlilik rasyosunu tutturmayı teminen Kuruma yanıltıcı raporlamalar yapıldığının tespit edildiği, likitide yapısının katılım ve benzeri fon girişlerine değil esas itibarıyla kredi geri dönüşlerine bağımlı olduğu, bir başka ifadeyle likitidenin temelde kaynak girişiyle değil varlık azaltımı yoluyla sağlanmaya çalışıldığı,iv. Bankanın kaynak sağlama süreçlerinin de rasyonaliteden uzaklaştığı tespitleri yapılmıştır. Mahkemeler, bu tespitlerden hareketle Bankanın faaliyetine devamının mevduat ve katılım fonu sahiplerinin hakları ile mali sistemin güven ve istikrarı bakımından tehlike arz etmesi hâlinin ortaya çıkmış olduğu sonucuna varmış, Bankanın BDDK'nın Fona devrine ilişkin 29/5/2015 tarihli kararında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Başvurucular tarafından temyiz edilen kararlar Danıştay Onüçüncü Dairesince onanmış, karar düzeltme istemleri de aynı Dairece reddedilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Kenan Işık, §§ 34-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23077
Başvuru, başvurucuların hissedarı olduğu bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/8565
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 28/1/2004 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 28/1/2004 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde, davalı Maliye Hazinesinin hüküm ve tasarrufu altında bulunan, taşlık ve kıraç iken tarım arazisi haline getirilen seksen dönüm taşınmazın imar ve ihyaya dayalı kazandırıcı zamanaşımı nedeniyle tescili istemli dava açmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 17/9/2006 tarihli ve E.2004/32, K.2006/381 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve 650,06 m² yerin başvurucu adına tesciline karar vermiştir. Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay Hukuk Dairesi, 9/4/2007 tarihli ve E.2007/1973, K.2007/2161 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını, taraf teşkilinin eksiksiz olarak yerine getirilmesi ve uyuşmazlık hakkında daha ayrıntılı inceleme yapılarak karar verilmesi gerektiğini belirterek bozmuştur. Bozma kararına uyarak dosyayı tekrar incelemeye alan Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 26/5/2010 tarihli ve E.2007/527, K.2010/412 sayılı kararı ile yeniden davanın kabulüne hükmetmiştir. Davalı tarafın talebi üzerine temyiz incelemesinden geçen bu karar da Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/3/2011 tarihli ve E.2010/4647, K.2011/1733 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin eksik araştırma ve incelemeye dayalı karar verdiği gerekçesi ile bozulmuştur. Dosya yeniden kendisine gelen Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 21/3/2012 tarihli celsede bozmaya uyma kararı vermiş, 29/1/2014 tarihli celsede ise taşınmazda keşif yapılmasına, keşfin yapılabilmesi için başvurucunun iki haftalık kesin süre içinde keşif giderini yatırmasına hükmetmiş, duruşmayı 7/5/2014 gününe ertelemiştir. Başvurucu, 7/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 7/5/2014 tarihli oturumda, başvurucunun keşif ücretini yatırmadığını tespit ederek, söz konusu bedelin yatırılması için başvurucuya yeniden iki haftalık kesin süre vermiş, duruşmayı 6/6/2014 gününe ertelemiştir. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi, 6/6/2014 tarihli sonraki duruşmada da keşif giderini yatırmayan başvurucunun, söz konusu giderin suç üstü ödeneğinden karşılanması talebini reddederek, gerekli gider yatırılmadığından E.2012/97, K.2014/634 sayılı kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesinin davanın reddine yönelik gerekçeli kararı halen taraflara tebliğ aşamasındadır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4746
Başvurucu, 28/1/2004 tarihinde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvurucu, 12/11/2012 tarih ve 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Amasya İli, Taşova İlçesi, Ballıdere Belediyesinin tüzel kişiliğinin ilk mahalli idareler genel seçiminden geçerli olmak üzere kaldırılarak köye dönüşecek olması nedeniyle “yerel yönetim ilkesi” nin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 31/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 12/2/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: 6360 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı uyarınca Türkiye İstatistik Kurumu tarafından tespit edilen 2011 yılı adrese dayalı nüfus sayım sonuçlarına göre nüfusu 000’in altında olan belediyelerin tüzel kişiliklerinin ilk mahalli idareler genel seçiminden geçerli olmak üzere kaldırılarak köye dönüştürülmesi öngörülmüştür. Başvurucu, anılan Kanun’a ekli (27) sayılı listenin sırasında tüzel kişiliği kaldırılıp köye dönüştürülen belediyeler arasında yer almaktadır. 6360 sayılı Kanun, 6/12/2012 tarih ve 28489 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin birinci ve beşinci fıkraları, 3/7/2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, maddesinin birinci fıkrasının (b) ve (d) bentleri, maddesinin birinci fıkrası, 6360 sayılı Kanun’un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrası ile anılan Kanun’a ekli (27) sayılı liste.
Kapsam dışı haklar
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1327
Başvurucu, 12/11/2012 tarih ve 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Amasya İli, Taşova İlçesi, Ballıdere Belediyesinin tüzel kişiliğinin ilk mahalli idareler genel seçiminden geçerli olmak üzere kaldırılarak köye dönüşecek olması nedeniyle “yerel yönetim ilkesi” nin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, derece mahkemelerince delillerin takdirinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında hata yapılarak hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Emaş Endüstri Mineralleri Anonim Şirketi (Şirket) 1989 yılında Irak'ta 000 Amerikan Doları (Dolar) tutarında mal ihracatında bulunmuştur. Şirket yapmış olduğu ihracatın bedelinden kaynaklanan 400 Doları tahsil etmiş, bakiye 260 Dolar ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) 661 sayılı kararı uygulanan ambargo nedeniyle tahsil edilememiştir. Türkiye Cumhuriyeti BMGK kararı sonrasında zarar gören şirketlerin zararlarının karşılanması amacıyla birtakım önlemler almıştır. Bu önlemler kapsamında şirketlerin ihracattan doğan akreditif alacaklarının Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı (Müsteşarlık) tarafından belirlenen tutarlar üzerinden bir kamu bankasına temliki mukabilinde kredilendirilmesi öngörülmüştür. Başvurucu şirket 27/5/1991 tarihinde Irak'a yapılan ihracattan kaynaklanan alacağını bankaya temlik etmiş ve 28/5/1991 tarihli kredi sözleşmesi ile başvurucuya alacak miktarı olan 260 Dolar kredi kullandırılmıştır. Banka başvurucu şirkete kullandırılan kredinin teminatı olarak başvuruculardan 22/10/1992 tarihli 499 Dolar meblağlı teminat senedi almıştır. Teminat senedi olarak alınan bono ilk düzenleme tarihinden itibaren düzenli olarak 8/10/2001 tarihine kadar yenilenmiştir. Başvurucu şirket uğramış olduğu zarar nedeniyle Birleşmiş Milletler Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) başvurmuştur. Komisyon 24-26/6/2003 tarihli ve 189 sayılı karar ile işleyen faiziyle birlikte 083,30 Doların başvurucu şirkete ödenmesine karar vermiştir. Tazminat Komisyonunca karar verilen miktar 3/9/2003 tarihinde bankanın hesabına yatmıştır. Banka kullandırmış olduğu kredinin ödenmediği iddiasıyla ilamsız icra takibi ve teminat senedine dayanarak kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla takip başlatmışsa da ilamsız icra takibi başvurucuların itirazı ile durmuş, kambiyo senetlerine dayalı takip ise mahkeme kararıyla iptal edilmiştir. Başvurucular 18/8/2013 tarihli dava dilekçesiyle, Tazminat Komisyonu tarafından ödenen miktarın kullandırılan kredi miktarından yüksek olması nedeniyle kredinin kapatılması gerekirken bankanın bu parayı ayrı bir hesaba aktararak izlemeye aldığını, yapılan bu ödeme nedeniyle herhangi bir borcu kalmadığı gibi alacaklı olduğunu belirterek teminat senedinin iptaline ve fazladan tahsil edilen 064 Doların faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesince (Mahkeme) kredi belgeleri, ödeme belgeleri ve taraflarca dayanılan diğer belge ve bilgiler getirtilmiş ve başvurucu şirkete kullandırılan kredinin niteliği ve borcun ödenip ödenmediği hususunda bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Mahkeme 12/6/2013 tarihli kararında davalı banka tarafından başvurucu şirkete yapılan 28/5/1991 tarihli 260 Dolar tutarındaki ödemenin kredi niteliğinde olduğu, kredinin kullandırılmasından sonra Tazminat Komisyonu tarafından 3/9/2003 tarihinde davalı bankaya 324 Dolar tutarında bir ödeme yapılmışsa da bu tarihe kadar işleyen faiz dikkate alındığında, anapara borcunun sona erdiğinin kabul edilemeyeceği kanaatine varmıştır. Mahkeme bu kanaat uyarınca iptali istenen bono niteliğindeki senedin teminat niteliğini koruduğu ve hâlen faiz işlemekte olan kredi borcunun bu senetten tahsili gerektiğinden bilirkişi raporundaki görüşün aksine davanın reddine karar vermiştir. Hüküm temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 24/9/2014 tarihinde kararı onamış ve 7/4/2015 tarihinde karar düzeltme isteğinin reddine karar vermiştir. Nihai karar başvurucuya 20/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 18/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun ''Alacağın devri'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Kanun, sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça alacaklı, borçlunun rızasını aramaksızın alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir.” 6098 sayılı Kanun’un ''Mahsup'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Borçlu, faiz veya giderleri ödemede gecikmemiş ise, kısmen yaptığı ödemeyi ana borçtan düşme hakkına sahiptir. Aksine anlaşma yapılamaz.Alacaklı, alacağın bir kısmı için kefalet, rehin veya başka bir güvence almış ise, borçlu kısmen yaptığı ödemeyi, güvence altına alınan veya güvencesi daha iyi olan kısma mahsup etme hakkına sahip değildir.'' 24/12/2003 tarihli ve 5027 sayılı 2004 Yılı Malî Bütçe Kanunu'nun ''Körfez krizi nedeniyle alacaklarını tahsil edemeyen firmalara verilen kredilerin tasfiyesi'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Körfez krizi nedeniyle Irak'tan olan alacaklarını tahsil edemeyen müteahhit, ihracatçı ve nakliyeci firmalara mülga Geliştirme ve Destekleme Fonundan kaynak aktarmak suretiyle Türkiye İhracat Kredi Bankası A.Ş. (Türk Eximbank) aracılığıyla kullandırılan nakdi veya gayri nakdi kredilerin anaparalarının tahsili ile oluşan faizlerinin tasfiyesine ilişkin esaslar Yüksek Planlama Kurulunun teklifi ile Bakanlar Kurulunca belirlenir.''B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin18/1/2017 tarihli ve E.2015/10558, K.2017/242 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir.''Mahkemece toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporu doğrultusunda, davacının davalı banka tarafından ödenen paraların kredi ilişkisinden kaynaklanmadığına ilişkin iddiasının yerinde görülmediği, dava konusu ödemenin kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, nitekim 6111 sayılı yasanın 17/a maddesinde ve Gelir İdaresi Başkanlığı tebliğinde davalı Eximbank tarafından körfez krizi sebebiyle alacaklarını tahsil edemeyen firmalara ödenen paraların kredi olduğunun açıkça belirtildiği, davacının Irak'tan tahsil edilemeyen alacaklarının asıl sorumlusunun davacı olduğu, davacının genel kredi sözleşmesi imzaladığı ve şirket yetkilileri tarafından kredi talep formunun da imzalandığı, geliştirme ve destekleme fonunun genel bütçeden ayrı bir fon olduğu, genel bütçe kaynaklarından tahsis edilen fonlarla kurulan GDF kaynaklı kredilerle Kuveyt'in Irak tarafından işgalinden zarar gören firmalara kredi kapsamında destek sağlandığı, bu fonun kaynaklarının hibe olarak kullanılamayacağı, bilirkişilerin libor faiz oranı uygulamasının yerinde olduğu, kredi onay formunda belirtilmemesi sebebiyle libor oranlarına %2 Spread ilave edilemeyeceği, davalı bankanın faiz oranına yönelik itirazlarının yerinde olmadığı, denetime ve hüküm kurmaya elverişli bilirkişi heyeti raporundaki hesaplamanın dosya kapsamına uygun olduğu, davacının davalı bankaya borcunun 223,86 USD ana para ve 558,40 USD faiz olmak üzere toplam 782,26 USD olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile kat ihtarında belirtilen toplam 844,99 USD'nin 482,41 USD asıl alacak kısmı için davacının davalılara borçlu olmadığının tespitine karar verilmiş,hüküm tarafvekillerince temyiz edilmiştir.1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.2-Davalı tarafların temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede ise; Davacıya kullandırılan krediye uygulanacak faizin, davalı bankanın 1992 tarihli Kredi Kullandırım Onay formunda Libor olacağı, 1992 tarihli Kredi Komitesi Kararında ise kredi ana para tutarlarına yıla ilişkin döneminin başlangıcından itibaren yıllık Libor+2 faiz oranı uygulanmasına karar verildiği ve kredinin buna göre kullandırıldığı dosyadaki belgelerden anlaşılmaktadır.Mahkemece bilirkişi raporu alınmış ise de, bilirkişi raporu söz konusu belgelere ve dosya kapsamına uygun olmayıp, denetime açık değildir. Mahkemece yapılması gereken, yeniden seçilecek bilirkişi kurulundan söz konusu 1992 tarihli Kredi Kullandırım Onay formu ile 1992 tarihli Kredi Komitesi kararı uyarınca belirlenen yıllık faiz oranları üzerinden hesaplama yaptırılıp, yapılan ödemelerinde TBK. maddesi (eski B.K. Maddesi) uyarınca öncelikle tahakkuk etmiş olan faizden düşülerek kalan miktarın tespit edilmesine ve sonucuna göre bir karar verilemesi gerekirken, bu yönde bir inceleme yapılmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, mahkeme kararının bozulması gerekmiştir.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10159
Başvuru, derece mahkemelerince delillerin takdirinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında hata yapılarak hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 4/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, subay statüsünde görev yapmakta iken disiplinsizliği ve ahlaki durumu nedeniyle 30/11/2007 tarihli Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) resen emekli edilmek suretiyle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu resen emekli edilmesinin gerekçelerini öğrenmeyi talep etmesi üzerine, TSK’da kalmasının uyun olmadığı şeklinde kanaat oluştuğu, ayırma işleminin tüm meslek safahatı süresince askeri düzenleme ve emriler çerçevesinde oluşturulan askeri disiplin kurallarına aykırı tutum ve davranışlardan kaynaklandığı, uzun bir süre zarfında sıralı sicil amirlerinin gözlem, inceleme ve değerlendirmelerinin dikkate alındığı yönünde bilgi verilmiş, bunun yanında uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alma, kullanmak ve bulundurmak olayı ile ilgili olarak kendisinden alınan 25/1/2007 tarihli ifade tutanağı, diğer kişilerden alınan ifade tutanaklarının değerlendirildiği istihbarat raporu, disiplin bozucu hareketlerde bulunduğu, ikaz ve cezalara rağmen ıslah olmadığı, TSK’nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğuna ilişkin komisyon tutanağı, ayırma işleminin gerekçelerinin belirtildiği 19/11/2007 tarihli Genelkurmay Başkanlığı yazısı, ayırma işlemine ilişkin Yüksek Askeri Şura Genel Sekreterliğinin 30/11/2007 tarihli yazısı, 28/4/2011 tarihli yazı ekinde, 1999 ila 2007 yıllarına ilişkin sicil notları, 11 takdirname ve 3 disiplin cezası da 13/7/2011 tarihli yazı ile başvurucuya gönderilmiştir. 6191 sayılı Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde, 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici maddesinden yararlandırılması talebiyle yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 6/6/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. İşlem gerekçesi şöyledir:“… Askeri personel ile toplu olarak UYUŞTURUCU MADDE kullanması, uyuşturucu maddeyi kendi isteğiyle kullanması ve bulundurması, disiplinsiz ve ahlaki niteliklerinin zayıf olması gerekçesi ile, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde yargı yolu açık olmak üzere başvurunuzun REDDİNE …” Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmış, davaya ilişkin dilekçede ayırma işlemine tabi tutulmasına ilişkin YAŞ kararı ve bu karara dayanak teşkil ettiği iddia edilen bilgi ve belgelerin kendisine gönderildiği belirtilmiş, gerekçelerin soyut olduğu ve sicillerinin olumlu olduğu hususları da ileri sürülmüştür. AYİM Birinci Dairesi 9/10/2012 tarih ve E.2012/449 ve K.2012/1063 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir“Görüldüğü üzere, 12 Mart 1971 tarihinden 2011 tarihine kadar yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlerin, yani kişi olarak kapsama girenlerin başvurularını kabul veya reddetmek konusunda Milli Savunma Bakanına (sebep unsuru yönünden) geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır. Kuşku yok ki, diğer bütün kamusal yetkilerde olduğu gibi idarenin takdir yetkisi de kamu yararı amacı ve hizmet gerekleriyle sınırlı bulunmaktadır.Bu çerçevede, yapılan değerlendirmede; Astları ile birlikte esrar içtiği, bir astına 2-3 kez uyuşturucu hap verdiği, keza bir astından esrar istediği, tanıkların samimi anlatımı ile hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde anlaşılan davacının, uyuşturucu madde konusunda son derece lakayt tutum ve davranışlar sergilediği de nazara alındığında 926 sayılı Kanunun 32’nci maddesinden yararlandırılmaması işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 29/1/2013 tarih ve E.2013/100, K.2013/103 sayılı kararı ile reddedilmiş, karar, başvurucuya 11/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 4/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Teminat” başlıklı maddesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler.” 1602 sayılı Kanun’un , ve maddeleri şöyledir:“Üyelerin seçimi: Madde 8 – Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir.” “Atanma: Madde 9 – Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır. Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.” “Görev süresi: Madde 10 – Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.” 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.… Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1679
Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru; kasten öldürme olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Vefat eden K.E., başvuruculardan Adalet Ekinci'nin eşi, Mesut Salim, Deniz ve Eylül Ekinci'nin babası, Mehmet ve Mustafa Ekinci'nin ise kardeşidir. Başvuru formu ve eklerine göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını olay tarihinde avukat olarak görev yapmakta olup 7/4/1994 günü saat 30 sıralarında F.İ. isimli şahısla park hâlindeki bir arabada bulundukları sırada -tanık beyanlarında da belirtildiği üzere- içinde yüzleri kapalı birden fazla kişinin bulunduğu beyaz renkli R.T. marka aracın içindeki şahıslarca Kalaşnikof marka tüfeklerle araçlarının taranması sonucu vefat etmiştir. Viranşehir İlçe Emniyet Müdürlüğünce (İlçe Emniyet Müdürlüğü) düzenlenen 7/4/1994 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre başvurucuların yakını olay yerinde, F.İ. ise hastaneye götürüldüğü sırada vefat etmiştir. Olay sırasında ayrıca olay yerinden geçmekte olan İ.K. ve İ.H.G. isimli şahıslar da yaralanmıştır. Maktullerin bulunduğu aracın camları parçalanmış; aracın sol arka kapısına üç, ön kapısına üç ve kapı direğine bir adet mermi isabet etmiştir. Sağ ön kapıda ve sağ arka kapıda üç olmak üzere altı çıkış deliği bulunmaktadır. Tutanağa göre olay yerinde yirmi bir adet boş Kalaşnikof marka tüfek kovanı ele geçirilmiştir. Olay yerinin basit krokisi çizilmiştir. Olayın haber verildiği Viranşehir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) derhâl ve resen soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/4/1994 günü ölü muayenesi işlemi gerçekleştirilmiş, otopsi yapılmasına gerek görülmemiştir. Ölü muayenesi sonucu düzenlenen rapora göre müteveffa silah yaralanması sonucu oluşan beyin ve soluk borusu harabiyeti sonucu ölmüştür. Tanık İ.H.G. 8/4/1994 tarihli kolluk beyanında; olay günü saat 30 sıralarında yürümekteyken beyaz renkli, R.T. marka araçtaki üç dört kişinin bir başka araçtaki şahıslara ateş etmeye başladığını, kendisinin de yaralanmasına sebep olan bu şahıslardan şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Tanık İ.K. Cumhuriyet savcısı huzurundaki 6/5/1994 tarihli beyanında, tanık A.K. ise 7/4/1994 tarihli kolluk beyanında benzer anlatımlarda bulunmuştur. Başvurucu Adalet Ekinci; Cumhuriyet savcısı huzurundaki 11/5/1994 tarihli beyanında eşinin kimseyle bir husumeti olamadığını, şüphelendiği bir durum bulunmadığını, eşinin neden öldürüldüğünü bilmediğini, kimliği belirsiz faillerden şikâyetçi olduğunu bildirmiştir. Başvurucu Mehmet Ekinci de Cumhuriyet savcısı huzurundaki 3/5/1994 tarihli beyanında benzer ifadelerde bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı 20/4/1994 günü müteveffa içindeyken taranan aracı inceleyerek bu konuda İnceleme Tutanağı düzenlemiştir. İlçe Emniyet Müdürlüğünün 15/4/1994 tarihli yazısı üzerine olay yerinden elde edilen yirmi bir adet boş kovanı inceleyen Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü (Kriminal Laboratuvar) düzenlediği 5/5/1994 tarihli ekpertiz raporunda, iki ayrı silahtan atıldığı tespit edilen inceleme konusu kovanların faili meçhul olaylar arşivi sırasına kaydedilerek geçici olarak alıkonulduğunu belirtmiştir. İlçe Emniyet Müdürlüğü 18/4/1994 tarihinde düzenlediği fezleke ile soruşturma evrakını Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 9/5/1994 tarihli yazı ile olay hakkında yürütülen soruşturma dosyası tetkik edilmek üzere Cumhuriyet Başsavcılığından talep edilmiş; 17/5/1994 tarihli yazı ile soruşturmanın etkin biçimde yürütülmesi, en küçük delilin dahi değerlendirilmesi şeklinde belirtmelerde bulunularak tetkik edilen dosya Cumhuriyet Başsavcılığına iade edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 3/5/1994 tarihli yazısına istinaden İlçe Emniyet Müdürlüğünce plakası 63 HE ile başlayan, 86 ile biten tüm araçların listesi 4/5/1994 Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. Başvurucu Mehmet Ekinci Cumhuriyet savcısı huzurundaki 13/6/1994 tarihli beyanında; olayda kullanılan beyaz R.T. markalı aracın plakasının .. 48 olabileceği yönünde duyumlar alması üzerine bunu ilettiğini, bu plakalı aracın sahibi olarak tespit edilen Y. isimli şahsı tanımadığını belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı Suruç Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı 7/7/1994 ve 19/9/1994, 9/2/1995, 15/8/1995 tarihli talimatlar ile .. 48 plakalı aracın sahibi olan Y.nin olayla ilgili olarak ifadesinin alınması talep edilmiştir. Anılan şahsın adres tespiti mümkün olamamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı İlçe Emniyet Müdürlüğünden 17/6/1994 tarihli müzekkereyle ..48 ve ..86 plakalı araçların olay günü nerede oldukları ve kimler adına kayıtlı olduklarının tespit edilmesi, olayın çok yönlü araştırılarak faillerin tespitine çalışılmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Adana Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı 8/11/1994 tarihli talimat ile ..48 plakalı aracın sahibi olan ve pamuk işçiliği yaptığı tespit edilen Y.nin olayla ilgili olarak ifadesinin alınmasını talep etmiştir. Tanık A.K.nın Cumhuriyet Başsavcılığında 23/5/1995 günü beyanı alınmış, A.K. kolluk beyanlarındakine benzer anlatımlarda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı, Akçakale Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı 3/4/1996 tarihli talimat ile ..48 plakalı aracın sahibi olan Y.nin olayla ilgili olarak ifadesinin alınmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 17/2/1998 tarihli yazısına istinaden İlçe Emniyet Müdürlüğünce olayın faillerinin araştırılmasına devam edildiği bildirilmiştir. Sonrasında dosya kapsamındaki belgelerin incelenmesinden 3/10/2007 ile 15/1/2009 tarihleri arasında Cumhuriyet Başsavcılığı ile İlçe Emniyet Müdürlüğü arasında faillerin tespiti çalışmalarına devam edildiği yönündeki mutat yazışmalar dışında bir işlem yapılmadığı görülmüştür. Başvurucular 22/1/2009 tarihinde vekilleri aracılığıyla soruşturma evrakının bir fotokopisini almışlardır. Sonrasında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 16/3/2009 tarihli yazısı ile Cumhuriyet Başsavcılığına, sayfanın sonunda "emekli polis memuru" yazan, imzasız, el yazısıyla yazılmış bir mektup iletilmiştir. Mektupta ihbarcının, dönemin Viranşehir tabur komutanı olan A. tarafından bir örgüt kurulduğunu, hem silahlı terör örgütü hem de devlet yanlısı görünen bazı şahısların -isim sayılmıştır- bu örgüt tarafından öldürüldüğüne şahit olduğunu, can güvenliği olmadığından bugüne kadar sustuğunu fakat artık yazmaya karar verdiğini belirttiği ve başvurucuların yakınını da öldürülen şahısların arasında saydığı anlaşılmıştır. Başvurucular vekili tarafından 27/4/2009 havale tarihli dilekçeyle soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunulmuştur. Dilekçede bu tarihe kadar etkin bir soruşturma yürütülmediği, zamanaşımının 7/4/2014 tarihinde dolacağı, soruşturmanın ivedilikle yürütülmesi gerektiği ifade edildikten sonra olay tarihi ve öncesinde yörede birçok faili meçhul cinayet gerçekleştirildiği, var olduğu iddia edilen Jandarma İstihbarat Terörle Mücadelenin (JİTEM) bu cinayetlerle ilgisi olduğu, müştekilerin olay tarihinde Viranşehir tabur komutanı ve Ergenekon yargılamasında sanık olan Albay A.den şikâyetçi oldukları, bu kişinin yargılandığı dava sırasında JİTEM'i kurduğunu beyan ettiği belirtilmiştir. Ayrıca A.nin başvurucuların yakınlarının öldürülmesi olayına dair ifadesinin alınması, şahsın yargılandığı davadaki bilgi ve belgelerin incelenmek üzere istenmesi, yakınlarının öldürülmesine ilişkin olarak JİTEM itirafçısı olan ve hâlen yurtdışında yaşayan A.A.nın beyanının alınması ve JİTEM teşkilatının olayla ilgisinin araştırılması talep edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı imzasız mektup ile başvurucular vekilinin 27/4/2009 havale tarihli dilekçesi üzerine dosyayı 5/5/2009 tarihli fezlekeyle olayın örgüt tarafından işlenmiş olabileceği gerekçesiyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (CMK mülga madde ile görevli) göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK mülga madde ile görevli) 30/5/2011 tarihli görevsizlik kararı ile dosyayı Cumhuriyet Başsavcılığına iade etmiştir. Görevsizlik gerekçesi "ihbar mektubunun somut delillere dayanmadığı, araç sahibi olarak tespit edilen T.nin ifadesinin alınması, ayrıca başvurucular vekilinin dilekçesinde talep ettiği hususlardan gerekli görülenlerin de araştırılmasından sonra eylemin örgüt kapsamında işlendiği konusunda yeterli şüpheyi oluşturacak delil elde edilmesi halinde dosyanın görevsizlik kararıyla gönderilmesi" şeklindedir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 16/6/2011 tarihli yazı ile ..48 plakalı aracın 1993-1995 yılları arasında kimin üzerine kayıtlı olduğunun bildirilmesi talebi üzerine İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından 24/6/2011 tarihinde söz konusu araç Suruç Trafik Tescil ve Denetleme Büro Amirliğinde kayıtlı görüldüğünden söz konusu bilgilerin anılan Kurumdan istenmesi gerektiği bildirilmiştir. Bu defa aynı bilgiler Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 15/9/2011 tarihli yazı ile Suruç Cumhuriyet Başsavcılığından talep edilmiştir. Verilen 29/9/2011 tarihli cevapta bahse konu aracın İ.A., Y., İ.S. arasında el değiştirdiği bilgisi iletilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 17/6/2011 tarihli talebi üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı Viranşehir Hudut Tabur Komutanlığı 23/6/2011 tarihli yazı ile Albay A.nin görev yaptığı iddia edilen Tabur Komutanlığında kuvvet değişikliği olduğundan 1990 yılı öncesine ait kayıtların Tabur arşivinde bulunmadığını, hiçbir kayda rastlanmadığını ancak tabur komutanı makamında bulunan "Tabura Hizmeti Geçenler" panosunda emekli Albay A.nin J. Öyzb. rütbesiyle 24/7/1981-20/7/1983 tarihleri arasında tabur komutanı olarak görev yaptığını gösteren fotoğrafın bulunduğunu bildirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Suruç Cumhuriyet Başsavcılığından 23/3/2012 tarihinde aracın sahipleri olarak tespit edilen İ.A., Y., İ.S.nin şüpheli olarak ifadelerinin alınmasını talep etmiştir. Bu talebe dair düzenlenen 28/5/2012 tarihli tutanakla şahısların adreslerinin tüm tespitlere rağmen bulunamadığı bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/7/2012 ve 25/9/2012 tarihli müzekkerelerle Genel Kurmay Başkanlığından başvurucuların yakınlarının öldürüldüğü 7/4/1994 tarihinde Albay A.nin Viranşehir Zırhlı Tugay Hudut Alayında görevli olup olmadığı sorulmuştur. Genel Kurmay Başkanlığı 16/8/2012 tarihli "gizli" kayıtlı yazıyla, A.nin anılan Tabur Komutanlığında komutan vekili olarak görev yaptığı tarihleri Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmiştir. Başvurucular vekili 18/9/2012 tarihinde, önceden verilen 27/4/2009 havale tarihli dilekçenin aynısını yeniden Cumhuriyet Başsavcılığına sunarak (bkz. § 28) soruşturmanın genişletilmesi talebini yinelemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/10/2013 tarihinde olay hakkında daimî arama kararı vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 2/6/2014 tarihinde ise kasten öldürme suçu için suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan ve kim olduğu tespit edilemeyen şüpheli/şüphelilerin lehine olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nda öngörülen yirmi yıllık dava zamanaşımı süresinin 7/4/2014 tarihinde dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvuruculardan Mehmet Ekinci 14/1/2014 tarihinde vekili aracılığıyla etkili soruşturma yürütülmediğini yineleyerek her iki soruşturmanın genişletilmesi talepli dilekçesinde belirttiği iddialarla kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. İtiraz, Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucular vekiline 27/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 4/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Konuyla ilgili ulusal hukuk, Anayasa Mahkemesinin Sultani Acar (B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 29-36) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Çadıroğlu/Türkiye (B. No:15762/10, 3/9/2013, §§ 30, 36) başvurusunda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi uyarınca yaşam hakkının güvence altına alınması yükümlülüğünün -devletin madde uyarınca “Sözleşme’de düzenlenen hak ve özgürlükleri kendi egemenlik alanı içinde bulunan herkes için güvence altına almak” görevi ile birlikte düşünüldüğünde- bir kimsenin şüpheli koşullar altında hayatını kaybetmesi durumunda etkili bir resmî soruşturma yapılmasını zımnen gerektirdiğine, ölenin ailesinin veya başkalarının yetkili soruşturma merciine resmî olarak şikâyette bulunup bulunmadığı hususunda da bu konuda belirleyici olmadığına işaret ederek ceza yargılamasına katılmayan kişiler yönünden iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin hükûmet itirazını reddetmiştir. AİHM Sultan Dölek ve diğerleri/Türkiye (B. No:34902/10, 28/4/2015, §§ 43-45) başvurusunda ise ulusal makamların şüpheli ölümlere ilişkin resen soruşturma başlatma yükümlülüklerine değinerek başvuruculardan yalnızca birinin kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararlara itiraz etmesini mevcut iç hukuk yollarının tüketilmesi için yeterli bulmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19112
Başvuru, kasten öldürme olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle hükmün denetlenmesini talep etme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tahsis koşullarının ihlal edildiği gerekçesiyle organize sanayi bölgesindeki taşınmazın tapusunun iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru ilk önce -karar düzeltme incelemesi devam etmekteyken- 22/9/2017 tarihinde 2017/34875 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmıştır. Anılan başvuruda; hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, gerekçeli karar hakkı ve ayrımcılık yasağına ilişkin şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun olması, mülkiyet hakkına ilişkin şikâyetin ise başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna 7/5/2019 tarihinde karar verilmiştir. Karar düzeltme yolunun tüketilmesinden sonra 12/6/2018 tarihinde yeniden başvuru yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Planı Bilecik Organize Sanayi Bölgesi (Organize Sanayi Bölgesi) Müteşebbis Heyeti Başkanlığının 7/8/1995 tarihli kararıyla Organize Sanayi Bölgesinde bulunan 710 ada 5 parsel numaralı 223 m² büyüklüğündeki taşınmazın 000 m² açık, 000 m² kapalı alan olmak üzere sanayi tesisi kurulması için bedeli karşılığında başvurucuya tahsis edilmesine karar verilmiştir. Bu karara dayanılarak Organize Sanayi Bölgesi ile başvuru arasında 5/6/1996 tarihinde satış vaadi sözleşmesi imzalanmıştır. Anılan sözleşmenin maddesinde sözleşme tarihinden itibaren altı ay içinde inşaat projelerinin tamamlanması ve iki yıl içinde de tesisin işletmeye açılması gerektiği, bu şartların sağlanmaması hâlinde satıcının sözleşmeyi feshetmeye ve arsayı geri almaya yetkili olduğu belirtilmiştir. Sözleşmenin maddesinde ise sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan veya imzalanmasından sonra yürürlüğü giren mevzuat (kanun, tüzük, yönetmelik, satıcı kararları vs.) hükümlerinin sözleşme hükümlerinin yerine geçeceği düzenlenmiştir. Başvurucu, sözleşmede kararlaştırılan bedeli -sonuncusu 30/12/1997 tarihinde olmak üzere- beş taksit olarak ödediğini belirtmektedir. Başvurucunun ekonomik kriz gerekçesiyle sözleşmede belirtilen süre içinde tesisi işletmeye açamaması üzerine 2002 ve 2004 yıllarında olmak üzere iki kere başvurucuya ek süre verilmiştir. Başvurucunun taşınmaz bedelini ödemesi üzerine Bilecik İl Genel Meclisinin 10/12/2004 tarihli kararıyla taşınmazın tapuda başvurucuya devrine karar verilmiştir. Taşınmazın tapusu 27/11/2006 tarihinde başvurucu adına tescil edilmiştir. Ayrıca aynı tarihte taşınmazın tapu siciline "katılımcıların tahsis veya satışı yapılan arsalar hiçbir şekilde tahsis amacı dışında kullanılamaz. Bu arsalar katılımcılar ve mirasçıları tarafından borcun tamamı ödenmeden ve tesis üretime geçmeden satılamaz, devredilemez ve temlik edilemez" şeklinde şerh konulmuştur. Organize Sanayi Bölgesi idaresi 15/12/2010 tarihli ihtarnameyle inşaat projesini tamamlamasını, aksi takdirde sözleşmenin feshedilerek tahsisin iptal edileceğini başvurucuya ihtar etmiştir. İhtarname 20/1/2011 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Organize Sanayi Bölgesi, başvurucuya yapılan arsa tahsisini 27/1/2011 tarihinde iptal etmiştir. Başvurunun bu işleme karşı dava açtığına ilişkin bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır.B. Tapunun İptaline İlişkin Süreç Organize Sanayi Bölgesi, başvurucu adına olan tapu kaydının iptal edilerek Organize Sanayi Bölgesi adına tesciline karar verilmesi istemiyle 14/4/2011 tarihinde Bilecik Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun tesisin işletilmeye açılması hususundaki yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle arsa tahsisinin iptal edildiği belirtilmiş; bu nedenle başvurucu adına yapılan tescilin hukuki dayanağının ortadan kalktığı, dolasıyla iptali gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, cevap dilekçesinde öncelikle iade için on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca taşınmazın 27/11/2006 tarihinde tapuda adına tescil edilmesiyle satış vaadi sözleşmesinin hukuken ortadan kalktığını ve sözleşme hükümlerine istinaden taşınmazın iadesinin talep edilemeyeceğini belirtmiştir. Başvurucu son olarak tüm borçlarını ödeyerek taşınmazın mülkiyetini hukuka uygun olarak kazandığını ve taşınmazın kendisinden geri alınamayacağını iddia etmiştir. Mahkemece keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Yüksek inşaat mühendisi bilirkişisi tarafından hazırlanan 6/2/2012 havale tarihli bilirkişi raporunda, 20/2/2006 tarihli projeye uygun olarak 218 m² net kapalı inşaat alanına sahip temel yapıldığının tespit edildiği ve bunun 980,48 m²sinin hâlihazırda çatı örtüsüyle kapatıldığı belirtilmiştir. Raporda, üstü kapatılmayan ve temel seviyesinde kalan inşaatın prefabrik temel soketlerinin donatı filizlerinde korozyon (paslanma) oluşumunun belirlendiği ve bu bulguya göre mevcut temelin üç ila beş yıldan önce atıldığı ifade edilmiştir. Mahkeme, bir hukukçu bilirkişiden mütalaa almıştır. 11/6/2012 tarihli raporda, 15/4/2000 tarihinde yürürlüğe giren 12/4/2000 tarihli ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu'nun maddesiyle verilen yetkiye istinaden çıkarılan ve 1/4/2002 tarihli ve 24713 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan (mülga) Organize Sanayi Bölgeleri Uygulama Yönetmeliği ile 22/8/2009 tarihli ve 27327 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan (meri) Organize Sanayi Bölgeleri Uygulama Yönetmeliği'nin olayda uygulanması gerektiği belirtilmiştir. Raporda, 4/5/1996 tarihli sözleşme üzerine başvurucu lehine oluşmuş bir kazanılmış hak söz konusu olmadığından bu tarihten sonra yürürlüğe giren kanun ve yönetmelik hükümlerinin uygulanmasının kazanılmış hakları ihlal etmediği ifade edilmiştir. Sözleşmede de sonradan yürürlüğe giren mevzuat hükümlerinin sözleşme hükmü yerine kaim olacağının düzenlendiği hatırlatılan raporda, 2009 yılında yürürlüğe giren yönetmelik hükmünün olayda uygulanabilir olduğu vurgulanmış, tahsis amacı doğrultusunda işlem yapmayan başvurucunun tapusunun iptalinin koşullarının oluştuğu kanaati açıklanmıştır. Başvurucu bu rapora itiraz etmiş, ayrıca yüksek endüstri mühendisi unvanını haiz bir kişi tarafından düzenlenen hukuki mütalaayı Mahkemeye ibraz etmiştir. Söz konusu mütalaada, tapunun başvurucuya devriyle taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin hükmünü yitirdiği ve taşınmazın iadesinin istenemeyeceği belirtilmiştir. Mahkeme, ikinci kez bilirkişi incelemesi yaptırmış ve üç kişilik hukukçu bilirkişi heyetinden hukuki mütalaa almıştır. Bilirkişiler tarafından düzenlenen 19/12/2012 havale tarihli raporda, tahsis kararının kaldırılmasıyla hukuki dayanaktan yoksun hâle gelen tescilin iptal edilerek taşınmazın Organize Sanayi Bölgesi adına tescil edilmesi gerektiği görüşü açıklanmıştır. Mahkeme 1/10/2013 tarihinde davayı kabul ederek başvurucu adına olan tapu kaydının iptaline ve Organize Sanayi Bölgesi adına tesciline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu adına yapılan tescilin hukuki sebebinin arsa tahsis işlemi olduğu hatırlatılmış ve tahsisin iptali ile 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca tescilin yolsuz hâle geldiği belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna müracaat etmiştir. Temyiz dilekçesinde daha önceki aşamalardaki beyanlarına ek olarak Organize Sanayi Bölgesinin altyapı sorunlarının bulunduğu ve bunların uzun süre çözülemediği, tesisin kurulmasının bu sebeple geciktiği belirtilmiş; taşınmazın ortasındaki çiftliğin ancak 2006 yılında kaldırtılarak taşınmazın başvurucuya devredildiği iddia edilmiş; ayrıca 000 TL kapalı alan taahhüdünde bulunulmadığı öne sürülmüştür. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 4/7/2017 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucu bu karara karşı 22/9/2017 tarihinde 2017/34875 numaralı dosya üzerinden bireysel başvuruda bulunmuştur (bkz. § 2). Başvurucu ayrıca karar düzeltme yoluna da başvurmuştur. Başvurucunun karar düzeltme istemi Dairenin 12/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 12/6/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş veya bir tescil yolsuz olarak terkin olunmuş ya da değiştirilmiş ise, bu yüzden aynî hakkı zedelenen kimse tapu sicilinin düzeltilmesini dava edebilir.İyiniyetli üçüncü kişilerin bu tescile dayanarak kazandıkları aynî haklar ve her türlü tazminat istemi saklıdır." 4562 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanunun uygulanmasında;...e) Katılımcı: OSB’lerde, bir işletmenin kurulması için parsel tahsisi veya satışı yapılanlar ile maliki bulunduğu parselde üretimde bulunan veya bulunmayı taahhüt eden ve bu Kanunun amacına uygun faaliyet gösteren gerçek veya tüzel kişi ile finansal kiracıyı,...h) Organize Sanayi Bölgesi (OSB): Sanayinin uygun görülen alanlarda yapılanmasını sağlamak, çarpık sanayileşme ve çevre sorunlarını önlemek, kentleşmeyi yönlendirmek, kaynakları rasyonel kullanmak, bilgi ve bilişim teknolojilerinden yararlanmak, sanayi türlerinin belirli bir plan dâhilinde yerleştirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla, sınırları tasdik edilmiş arazi parçalarının imar planlarındaki oranlar dâhilinde gerekli ortak kullanım alanları, hizmet ve destek alanları ve teknoloji geliştirme bölgeleri ile donatılıp planlı bir şekilde ve belirli sistemler dâhilinde sanayi için tahsis edilmesiyle oluşturulan ve bu Kanun hükümlerine göre kurulan, planlanan ve işletilen, kaynak kullanımında verimliliği hedefleyen mal ve hizmet üretim bölgelerini,...ifade eder." 4562 sayılı Kanun'un maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: "Katılımcılara arsa tahsisi, Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelik hükümlerine göre müteşebbis heyet tarafından yapılır.Bakanlık gerekli gördüğü takdirde, OSB’de yer tahsis edilecek özel ya da tüzel kişilerin temel vasıfları ile iştigal konularını kuruluş protokolünde belirleyebilir.Katılımcılara tahsis veya satışı yapılan arsalar hiçbir şekilde tahsis amacı dışında kullanılamaz. Bu arsalar katılımcılar ve mirasçıları tarafından borcun tamamı ödenmeden ve tesis üretime geçmeden satılamaz, devredilemez ve temlik edilemez. Bu husus tapuya şerh edilir. Arsa tahsis ve satışının şirket statüsündeki katılımcılara yapılması halinde, borcu ödenmeden ve tesis üretime geçmeden arsanın satışını ve spekülatif amaçlı işlemlerle mülkiyet hakkının devrini önlemeye yönelik tedbirleri almakla Bakanlık yetkilidir.Ancak, arsa tahsisi veya satışı yapılan firmanın tasfiyesi halinde, firmanın katılımcı vasfını taşıyan ortağına veya ortaklarına tahsis hakkının devri mümkündür. Bu konudaki işlemlerin muvazaalı olup olmadığını tetkikle ve sonucuna göre gerekli tedbirleri almakla Bakanlık yetkilidir.Bu husustaki yasaklara aykırılığın mahkemece tespiti halinde, arsa kimin tasarrufunda olursa olsun tahsis veya satış tarihindeki bedeli ile geri alınarak bir başka katılımcıya tahsis ve satışı yapılır. (Ek fıkra: 23/10/2008-5807/4 md.) Katılımcılara geri alım hakkı şerhi kaldırılarak tapu verilmesi durumunda tapu kaydına 'taşınmazın icra yoluyla satışı dahil üçüncü kişilere devrinde OSB’den uygunluk görüşü alınması zorunludur.' şerhi konulur. Bu durumda eski katılımcının vermiş olduğu taahhütler, yeni alıcı tarafından da aynen kabul edilmiş sayılır...."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/16303
Başvuru, tahsis koşullarının ihlal edildiği gerekçesiyle organize sanayi bölgesindeki taşınmazın tapusunun iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hukuk mahkemelerinde açılan davalarda hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/6830 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/6830 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, hukuk mahkemelerinde açtıkları davalarda yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; bazı başvurucular ise makul sürede yargılanma hakkıyla birlikte delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini de iddia ederek çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6830
Başvuru, hukuk mahkemelerinde açılan davalarda hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; sağlık sebebiyle askerî öğrencilikten ilişiğin kesilmesinden dolayı uğranılan zararların tazmini talebiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve mahkemeye erişimi engelleyecek şekilde aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 18/8/2008 tarihinde Maltepe Askerî Lisesine kaydolmuştur. Askerî lise eğitiminin ardından Kara Harp Okuluna geçiş için yapılan sağlık muayeneleri kapsamında 9/4/2012 tarihinde İzmir Asker Hastanesindeki muayenesinde başvurucunun harp okulu öğrenciliğine engel bir rahatsızlığının tespit edilmemesi üzerine Kara Harp Okuluna kabulü gerçekleştirilmiştir. Sınıflandırma muayeneleri kapsamında Ankara Mevki Asker Hastanesine sevk edilen başvurucuya burada yapılan muayenesi sonucunda 29/7/2013 tarihli raporla"Tremor, tanımlanmamış (ileri derece)." tanısı konulmuş ve söz konusu tanı sebebiyle hakkında "Askerî öğrenciliğe devam edemez." kararı verilmesi üzerine 4/11/2013 tarihi itibarıyla başvurucunun askerî öğrencilikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, askerî öğrencilikle ilişiğinin kesilmesi sebebiyle zarara uğradığını belirterek 14/11/2013 tarihinde davalı idareden tazminat talebinde bulunmuştur. Söz konusu talebinin zımnen reddi üzerine başvurucu 17/1/2014 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 000 TL tutarında maddi, 000 TL tutarında manevi zararı olduğunu belirterek tam yargı davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde askerî okuldan ilişiğinin kesilmesine sebebiyet veren hastalığının askerî öğrencilik döneminde başladığının kabulü hâlinde hastalığa askerî eğitim ve şartların yol açtığının kabulünün gerektiğini, hastalık askerî okula alınmadan önce oluşmuşsa bu durumda da okula kaydının yapılarak sonrasında ilişiğinin kesilmesi sebebiyle yaşadığı zaman kaybından dolayı zararının doğduğunu ileri sürmüştür. Yargılama sürecinde AYİM, uyuşmazlığın çözümü için tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Gazi Üniversitesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Başkanlığında görevli bir profesör doktor tarafından düzenlenen 30/12/2015 tarihli bilirkişi raporunda; teşhis edilen hastalığın bünyesel olduğu, hastalığın son bir yıl içinde ortaya çıktığının değerlendirildiği, askerî öğrenciliğin doğrudan söz konusu hastalığa sebep olamayacağı ancak askerlik eğitiminin zorlu, disiplinli özelliği nedeniyle veya ani koşul değişiklikleri ile sıradışı stres ve anksiyete ortaya çıkmışsa hastalığın ilerlemesine yol açabileceği belirtilmiştir. Mahkemenin 3/2/2016 tarihli kararıyla başvurucunun hem maddi hem de manevi tazminat talebi reddedilmiş, reddedilen her iki talep yönünden ayrı ayrı 800 TL olmak üzere başvurucu aleyhine toplam600 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Gerekçeli kararda; bilirkişi raporunda belirtilen hususlar ışığında rahatsızlığın askerî öğrencilik döneminde ortaya çıkması nedeniyle hastalığın mutlaka askerî öğrencilik şartlarından kaynaklandığının söylenemeyeceğinin anlaşıldığı ifade edilmiş, raporda askerî eğitimin hastalığın ilerlemesine yol açabileceğinden bahsedilmiş ise de tremorun bu türüne neden olan faktörlerin askerî eğitimin hangi gereklilik ve koşullarıyla tetiklendiğine ilişkin somut açıklama yapılmadığı ya da bu hususta askerlik dışı şartların da tamamen dışlanmadığı görüldüğünden davalı idarenin tazmin sorumluluğundan söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Karşıoy gerekçesinde ise 30/12/2015 tarihli bilirkişi raporunda askerî eğitimin niteliği itibarıyla ani koşul değişikliği yaratması, sıra dışı strese sebebiyet verebilmesi sonucunda kişide anksiyete oluşturabileceği dikkate alınarak hastalığı artırabileceğinin belirtildiği, bu tıbbi tespit ışığında askerî eğitimin zorluğu ve başvurucunun ağır bünyesel rahatsızlığına muhtemel etkisi dikkate alınarak bir miktar tazminat verilmesinin uygun olacağının değerlendirildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi 10/5/2018 tarihli ve 6771 sayılı Kanun'la Anayasa'ya eklenen geçici maddenin (E) fıkrası hükmüyle askerî yargının kaldırılmış olması sebebiyle Danıştay Sekizinci Dairesi tarafından incelenmiş ve anılanDairenin31/10/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 17/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 16/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1693
Başvuru, sağlık sebebiyle askerî öğrencilikten ilişiğin kesilmesinden dolayı uğranılan zararların tazmini talebiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve mahkemeye erişimi engelleyecek şekilde aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Kamulaştırmasız el atma sebebiyle açılan tazminat davası devam ederken yürürlüğe giren kanun hükmünün uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Hüseyin Albayrak 1953 doğumlu olup İstanbul ili Beykoz ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucuya ait İstanbul ili Bakırköy ilçesi İkitelli mevkiinde kain 3 pafta 3254 parsel numaralı taşınmaz 4/5/1979 yılında Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü (Arsa Ofisi) tarafından kamulaştırılmıştır. 29/4/1964 tarihli ve 1164 sayılı Arsa Ofisi Kanunu ile kurulan Arsa Ofisi 8/12/2004 tarihli ve 5273 sayılı Kanun'la 1164 sayılı Kanun'da yapılan değişikliklerle lağvedilmiş ve Arsa Ofisine verilen görevler Toplu Konut İdaresi Başkanlığına (TOKİ) devredilmiştir. Kamulaştırma kararı, başvurucunun tapu müdürlüğünden elde edilen " Sokak No: 6-2 Bakırköy" adresinde tebligata çıkartılmış, ancak 21/10/1979 tarihinde adresinde bulunamadığı notu düşülerek tebligat mazbatası iade edilmiştir. Öte yandan idare tarafından Bakırköy İlçe Jandarma Komutanlığı marifetiyle Halkalı kasabası çevresinde yapılan adres araştırması sonucu düzenlenen 12/7/1979 tarihli yazıda gayrimenkul maliklerinin bulunamadığı belirtilmiştir. Netice itibarıyla başvurucunun adresinin tespit edilememesi nedeniyle kamulaştırma kararı ilanen tebliğ edilmiştir. Söz konusu taşınmaz Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 21/11/1984 tarihli kararıyla 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun mülga maddesi uyarınca Arsa Ofisi adına tescil edilmiştir. Başvurucu tarafından, 18/6/2010 tarihinde Arsa Ofisinin görevlerini üstlenen TOKİ'ye sunulan dilekçe ile 2942 sayılı Kanun'a, 18/6/2010 tarihli ve 5999 sayılı Kanun'un maddesiyle eklenen geçici madde uyarınca taşınmaz bedelinin ödenmesi istemiyle uzlaşma başvurusunda bulunulmuştur. 5999 sayılı Kanun'la 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde, 9/10/1956-4/11/1983 tarihleri arasında gerçekleşen kamulaştırmasız el atmalara ilişkin ihtilafların tasfiyesi amacıyla ihdas edilmiştir. Bu doğrultuda, anılan maddeyle 9/10/1956 ile 4/11/1983 tarihleri arasında gerçekleşen fiili el atmalara uygulanmak üzere birtakım özel hükümler sevk edilmiştir. Söz konusu maddenin birinci fıkrasında, tazminat talep edilmesi halinde öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi öngörülmüş ve altı ay içinde uzlaşmaya varılamazsa ya da idare tarafından uzlaşmaya davet olunmazsa ancak bundan sonra dava açılabileceği belirtilmiştir. Başvurucunun uzlaşma talebi TOKİ tarafından 20/1/2011 tarihli yazıyla reddedilmiştir. Anılan yazıda 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesi uyarınca tazminat ödenebilmesi için kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmamış olması gerektiği ifade edilmiş ve başvurucunun taşınmazının kamulaştırılmasına ilişkin işlemlerin tamamlanmış olması nedeniyle başvurucuya tazminat ödenemeyeceği belirtilmiştir. Başvurucu 14/3/2010 tarihinde Çekmece Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, kamulaştırma tebligatının usulsüz olduğunu ve dolayısıyla kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmadığını savunmuştur.Mahkemece 20/7/2011 tarihli kararla hak düşürücü sürenin aşıldığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde, davalının adresinin kamulaştırma tarihinde yürürlükte bulunan 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı İstimlak Kanunu hükümleri uyarınca ilgili kuruluşlardan araştırıldığı ancak tespit edilememesi üzerine kamulaştırma işlemlerinin ilanen tebliğ edildiği ve bu şekilde yapılan tebligatın geçerli olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme kararı temyiz edildikten sonra 11/6/2013 tarihinde yürürlüğe giren 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesiyle, 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesi başlığıyla birlikte değiştirilmiştir. Ayrıca anılan Kanun'un maddesiyle 2942 sayılı Kanun'a geçici madde eklenmiştir. Sözü edilen geçici maddeyle, mülga 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatlar ve diğer kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılması öngörülmüş; bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağı belirtilmiş; açılmış ve devam eden davaların bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılacağı ifade edilmiştir. Mahkeme kararını temyizen inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/6/2013 tarihli kararıyla, kararın dayandığı gerekçelere göre davanın reddedilmesinde isabetsizlik bulunmadığı belirtilerek karar onanmış, karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 13/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Dairenin onama ve karar düzeltme kararlarında 6487 sayılı Kanun'la 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye herhangi bir atıf yapılmamıştır. Nihai karar 18/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesi iptal edilmiştir. Mülga 6830 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “İstimlâk olunan gayrimenkulun takdir edilen kıymetine, kanuni müddet içinde mahkemeye müracaat ile itiraz edilmediği ve tapa dairesinde rıza ile ferağ muamelesi yaptırılmadığı hallerde takdir edilen kıymetin tamını mîllî bankalardan birisine ve bulunmıyan yerlerde malsandığına yatırılarak makbuzu alâkadar evrak suretleriyle birlikte mahkemeye tevdi edilir. Mahkeme iki tarafı derhal davet ederek, gelmeseler dahi gıyaplarında o gayrimenkulun lehine istimlâk yapılan idare adına tescilini tapu dairesine tezkere ile bildirir. ” 2942 sayılı Kanun'un mülga maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “Tebliğ edilen kamulaştırma işlemine karşı idari ve adli yargıya başvurulmadığı veya bu konuda açılan davaların kesin olarak sonuçlandığı ancak taşınmaz mal sahibinin ferağ vermediği hallerde, takdir edilen ve artırılan bedelin tamamı milli bankalardan birine yatırılarak makbuzu ilgili belge örnekleriyle birlikte mahkemeye verilir. Mahkeme iki tarafı derhal davet ederek, gelmemeleri halinde gıyaplarında, belgeleri inceleyerek; kamulaştırma usulüne uygun şekilde tamamlanmış ise, taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tesciline karar verir ve tapu dairesine bildirir. ” 6487 sayılı Kanun'un maddesiyle 2942 sayılı Kanun'a eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararı ile iptal edilen geçici madde şöyledir: “Mülga 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı İstimlak Kanununun 16 ve 17 nci maddeleri ile 2942 sayılı Kanunun mülga 16 ve 17 nci maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatlar ve diğer kamulaştırma işlemleri tamamlanmış sayılır. Bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamaz; kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamaz; açılmış ve devam eden davalar bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılır." Anayasa Mahkemesinin 13/11/2014 tarihli ve E.2013/95, K.2014/176 sayılı kararının, 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili bölümünün iptaline ilişkin bölümü şöyledir: “1- Anlam ve KapsamGerek mülga 6830 sayılı Kanun'a gerekse 2942 sayılı Kanun'un 4650 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerden önceki hâline göre, kamulaştırılan taşınmazın mülkiyetinin idareye geçtiği tarih, kamulaştırmanın idari safhasının tamamlandığı gündür. Kamulaştırmanın idari safhasının tamamlanması, kamulaştırma kararının kesinleşmesiyle gerçekleşmektedir. Kamulaştırma kararının kesinleşmesi de işlemin davacıya tebliğinden itibaren otuz gün içinde idari yargıda dava açılmaması veya dava açılmış ise dava sonucu verilen davanın reddine ilişkin kararın kesinleşmesiyle sağlanmaktadır. 2942 sayılı Kanun'un mülga maddesi ile mülga 6830 sayılı Kanun'un maddesi, kamulaştırma işlemine karşı dava açıldığı hâllerde zorunluluk bulunması kaydıyla, idareye, karardan önce taşınmaza el koyma olanağı sağlamaktadır. Buna göre, kamulaştırılan taşınmaz mala hemen el konulmasına idarece zorunluluk görüldüğü hâllerde, kamulaştırma işlemine karşı açılan davada mahkeme kararının sonucu beklenmeksizin, taşınmazın idare adına tesciline karar verilmesi mahkemeden istenebilmektedir. Bu amaçla kamulaştırmaya konu olan taşınmazın mahkemece idare adına tescil edilebilmesi için, kamulaştırma işleminin davalı mal sahibine tebliğ edilmesi ve taşınmaz mala kıymet takdir komisyonunca takdir edilen bedelin tamamının malik adına bankaya yatırılması gerekmektedir. Yine gerek mülga 6830 sayılı Kanun'un maddesi gerekse 2942 sayılı Kanun'un mülga maddesiyle, kamulaştırma işleminin idari safhasının tamamlanmasından sonra malik tarafından ferağ verilmemesi durumunda idarenin mahkemeye başvurarak tescil davası açma olanağı getirilmiştir. Mahkeme iki tarafı derhal davet etmekte ve taraflar gelmese dahi gıyaplarında belgeleri incelemek suretiyle idare adına tescile karar vermektedir. İlgili maddelere göre taşınmazın idare adına tescil edilebilmesi için kamulaştırma işleminin usulüne uygun olarak tebliğ edilerek kesinleştirilmiş olması ve kamulaştırma bedelinin mal sahibi adına bankaya yatırılmış bulunması gerekmektedir. Yargıtay, usulüne uygun olarak tebliğ edilmemiş kamulaştırma işlemlerinde taşınmaz mülkiyetinin idareye geçmediğini, bu durumda idarece taşınmaza el konulsa ve 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri ile mülga 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri uyarınca mahkeme kararıyla idare adına tescil edilse dahi bunun kamulaştırmasız el atma hükmünde olduğunu kabul etmekte ve kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davalarını süre sınırı olmaksızın incelemektedir. Uygulamada, idarelerin tebligata ve kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığına dair arşiv belgelerini imha etmiş olmaları nedeniyle ispat sorunlarıyla karşılaşılabilmekte ve bu durum, ikinci kez kamulaştırma bedeli ödenmesine yol açabilmektedir.Kanun koyucu, mülga 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, kamulaştırma bedelinin peşin olarak hak sahiplerine ödendiği veya hak sahipleri adına bankaya bloke edildiği hususunu dikkate alarak, idarelerin, ispat yükünden kaynaklanan sorunlar nedeniyle ikinci kez kamulaştırma bedeli ödemelerini engellemek amacıyla dava konusu kuralda yer alan düzenlemeyi ihdas etmiştir.Bu amaçla, mülga 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatlar ve diğer kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılması öngörülmüş; bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağı belirtilmiş; açılmış ve devam eden davaların bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılacağı ifade edilmiştir.2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu...Tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin, bu işlemin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının belgelendirilmesi işlemidir. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir.4650 sayılı Kanun'dan önceki kamulaştırma mevzuatına göre tebligatın yapılıp yapılmaması, dava açma süreleri ve dolayısıyla adalete erişim hakkının kullanılabilmesi için hayati bir öneme sahiptir. Kural olarak kamulaştırma işlemi usulüne uygun olarak tebliğ edilmeden dava açmak için zorunlu olan otuz günlük hak düşürücü sürenin malik açısından işlemeye başlaması mümkün değildir. Dava konusu maddenin birinci cümlesinde, mülga 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, geçmişte usulüne aykırı olarak yapılmış olan tebligatlar geçerli sayılarak kamulaştırma işlemleri tamamlanmış kabul edilmektedir. Usulsüz olarak gerçekleştirilen kamulaştırma tebligatları geçerli kabul edilerek kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılmasının, kamulaştırma işlemine ve bedele karşı açılacak davalar için öngörülen otuz günlük hak düşürücü sürenin geçirilmesi sonucunu doğuracağı açıktır. Yargıtayın yerleşik içtihadı, geçersiz tebligata istinaden idare adına yapılan tescillerin yolsuz ve bu durumda idarenin taşınmaza el koymasının da fiili el atma hükmünde olduğu yönünde olup bu içtihat uyarınca malikin kamulaştırmasız el atma nedeniyle herhangi bir süre sınırlamasına tabi olmaksızın tazminat davası açması mümkündür. Maddenin ikinci cümlesinde, bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağı açıkça belirtilmek suretiyle birinci cümleyle oluşturulan hukuki durum teyit edilmenin yanında, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılabilecek tazminat davalarının da önü kapatılmıştır. Ayrıca ikinci cümlenin devamında, açılmış ve devam eden davaların bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılacağı belirtilerek geçici madde hükmünün, maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış ve derdest olan davalara da uygulanması sağlanmıştır. Kuralın önceki bölümleriyle, kamulaştırma işlemine karşı iptal davası, bedel için de bedel artırımı veya tazminat davası açılamayacağı öngörüldüğünden bu bölümün kanunun yürürlüğe girdiği tarihte açılmış olan davalarda da uygulanması, bu davaların esasının incelenmeksizin usulden reddedilmesi sonucunu doğurmaktadır. Kuralın gerekçesinde, 6830 sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'un mülga ve maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda, kamulaştırma bedelinin peşin olarak hak sahiplerine ödendiği veya hak sahipleri adına bankaya bloke edildiği belirtilmiştir. Sözü edilen kurallar uyarınca yapılan kamulaştırma işlemlerinde kıymet takdir komisyonunca takdir edilen kamulaştırma bedeli malik adına bankaya bloke edilmiş olsa da bazı durumlarda, malike yapılan tebligatın usulsüz olması gibi malikten kaynaklanmayan ve malike kusur izafe edilmesi de mümkün olmayan sebeplerle, malikin kamulaştırma işlemlerinden ve kamulaştırma bedelinin bankaya yatırıldığından haberdar olamaması mümkündür. Bu durumda, geçmişte malikten kaynaklanmayan sebeplerle usulsüz olarak yapılan tebligatlar geçerli kabul edilerek kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmış sayılması suretiyle malikin mülkiyet hakkından kaynaklanan davaları açma imkânının ortadan kaldırılması ve açılan davaların da esası incelenmeksizin usulden reddedilmesinin öngörülmesi, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmadığı gibi hukuk güvenliği ilkesini ve malikin mülkiyet hakkını zedelemektedir.Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın , , ve maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. ”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4054
Kamulaştırmasız el atma sebebiyle açılan tazminat davası devam ederken yürürlüğe giren kanun hükmünün uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle karar hakkının; davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, bu aşamada başvuru hakkında bir görüş bildirilmeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Dokuz Eylül Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinde hemşire olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 2/4/2008 ile 14/11/2009 tarihleri arasında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi uyarınca hastalık izni kullanmıştır. Başvurucu, hastalık izninin 2/4/2008 ile 16/4/2008 ve 26/5/2008 ile 19/6/2008 tarihleri arasındaki kısımlarında hastanede yatarak tedavi görmüş; diğer kısımlarında ise sağlık kurulu raporuyla istirahatli sayılmıştır. Hastalık izninde olduğu süreçte fiilen görev yapmadığı gerekçesiyle başvurucuya döner sermaye gelirinden pay ödenmemiştir. Başvurucu, hastalık izni devam ederken 21/4/2009 tarihinde idareye başvurmuş ve hem hastanede yatarak tedavi gördüğü hem de sağlık kurulu raporlarıyla istirahatli sayıldığı süreler dâhil olmak üzere hastalık izni süresince tarafına döner sermaye gelirinden pay (ek ödeme) ödenmesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu, bu süreçte kesilen ek ödeme tutarlarının hesaplanarak yasal faiziyle birlikte ödenmesini istemiştir. Başvurucunun bu talebi idarece cevap verilmemek suretiyle reddedilmiştir. Başvurucu, söz konusu zımni ret işleminin iptali istemiyle 10/7/2009 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde davanın konusunu hastalık izni nedeniyle kesilen ek ödemelerinin tarafına ödenmesi istemi olarak göstermiştir. Mahkeme, söz konusu yargılamada davanın konusunu başvurucunun sadece hastanede yatarak tedavi gördüğü döneme (2/4/2008 ile 16/4/2008 ve 26/5/2008 ile 19/6/2008 tarihleri arasındaki dönem) ilişkin olarak ödenmeyen ek ödemelerin ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemi olarak değerlendirmiş ve bu çerçevede yaptığı inceleme neticesinde 3/2/2010 tarihli kararıyla dava konusu işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde 657 sayılı Kanun'un maddesi gereğince, çalışanların özlük haklarına hastalık izni süresince dokunulamayacağı, bu itibarla başvurucunun hastanede tedavi gördüğü döneme ilişkin olarak ödenmeyen ek ödemelerinin idarece hesaplanarak ödenmesi gerekirken bu yöndeki başvurunun reddine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu; davadaki talebinin sadece hastanede yatarak tedavi gördüğü döneme ilişkin olarak ek ödeme yapılmasından ibaret olmadığını, hastalık izninin tamamı süresince ödenmeyen ek ödemeye yönelik talepte bulunduğunu, nitekim idareye başvurusunun da bu kapsamda olduğunu ancak hastalık izninin hastane dışında geçen kısmına (sağlık kurulu raporuyla istirahatli olduğu döneme) ilişkin talebiyle ilgili olarak Mahkemenin herhangi bir değerlendirme yapmadığını belirterek kararı temyiz etmiştir. Karar, Danıştay Sekizinci Dairesince (Daire) 12/3/2013 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 19/3/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 30/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 Kanun'un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Memura, aylık ve özlük hakları korunarak, verilecek raporda gösterilecek lüzum üzerine, kanser, verem ve akıl hastalığı gibi uzun süreli bir tedaviye ihtiyaç gösteren hastalığı hâlinde onsekiz aya kadar, diğer hastalık hâllerinde ise oniki aya kadar izin verilir.Memurun, hastalığı sebebiyle yataklı tedavi kurumunda yatarak gördüğü tedavi süreleri, hastalık iznine ait sürenin hesabında dikkate alınır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, ... esası konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkeme hakkının görünümlerinden biri olan karar hakkı ile ilgili Kutic/Hırvatistan davasında yaptığı değerlendirmede, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını yinelemekte ancak bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda mahkemenin "uyuşmazlık konusundaki kararını" elde etme hakkını da kapsadığını belirtmektedir. AİHM'e göre bir taraf devletin iç hukuk sistemi uyarınca, bir birey tarafından açılan davaya ilişkin yürütülen yargılamalar neticesinde davanın nihai bir karara bağlanacağı garanti edilmeden bu kişinin bir mahkeme önünde hukuk davası açmasına izin verilmesi yanıltıcı olur. AİHM Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının davacılara tanınan usule ilişkin güvenceleri -adil, aleni ve hızlı yargılama-, uyuşmazlıklarının nihai bir çözüme kavuşturulacağını garanti etmeksizin detaylı olarak açıklamasının anlamsız olacağına dikkat çekmektedir (Kutic/Hırvatistan, B. No: 48778/99, 1/3/2002, § 25).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10305
Başvuru, uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle karar hakkının; davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, bir gösteriye katılmasından dolayı açılan kamu davasında başvurucu hakkında kovuşturmanın ve cezanın ertelenmesi kararları verilmesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, kamu malına zarar verme suçundan yapılan yargılamanın uzun sürmesinin de makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ferhat Aşan 1995 doğumlu olup başvuru tarihinde Mersin'de ikamet etmektedir. 4/10/2011 tarihli Olay Yakalama Muhafaza Altına Alma Tutanağı'na (Olay Tutanağı) göre kolluk güçleri, bir terör örgütü mensubunun defin işlemi öncesi, sonrası ve bu işlem esnasında güvenlik güçlerine yönelik taşlı, sopalı ve bıçaklı saldırıda bulunan, terör örgütü ve liderini övücü slogan atan, terör örgütü bayrağını ve örgüt liderinin posterini açan, terör örgütü propagandası yapan ve kolluk güçlerine direnen gruplara müdahalede bulunmuştur. Tutanağa göre 30 ile 00 saatleri arasında gerçekleştirilen toplantı ve yürüyüşte kolluk güçlerinin müdahaleleri sonucu, başvurucunun da aralarında olduğu on yedi çocuk olmak üzere elli kişi -organize edenler hariç- yakalanmıştır. Olay Tutanağı'nda, yakalanan elli kişinin eylemleri ve nasıl yakalandığına ilişkin ayrıntılı bir açıklama yapılmamış; sadece genel nitelikte tespitlerde bulunulmuştur. Mersin İl Emniyet Müdürlüğünün düzenlediği 7/10/2011 tarihli fezlekenin "Suça Sürüklenenlerin Yakalanmasına Konu Olay" başlıklı kısmında yer alan açıklamalar özetle şöyledir:- PKK/KONGRA-GEL terör örgütü idaresinde yayın yapan bir internet sitesinde 4/10/2011 tarihinde terörist cenazesinin sahiplenmesi talimatı verilmiştir.- Saat 30 sıralarında polis merkezi önünde toplanan, 15-20 kişiden oluşan çocuklar ilgili yerde tedbir amacıyla bulunan kolluk güçlerine taşlı saldırıda bulunmuştur. Bu esnada bir polis memuru kolundan yaralanmıştır.- Saat 00 sıralarında cenaze aracı eşliğinde yaklaşık 500 kişilik bir grup yürüyüşe geçmiştir. Grup içindeki bazı kişiler tanınmamak için yüzleri bez ve puşilerle kapatmıştır. Yine bazı kişiler "biji serok apo, şehit namırın, intikam intikam, öca[la]nsız dünyayı başınıza yıkarız, ey şehit riyate riyame ye" (ey şehit yolun yolumuzdur, hpg cepheye misillemeye, her kürt gerilla doğar, TC şaşırma bizi dağa taşırma) şeklinde sloganlar atmış; terör örgütünü temsil eden bayrak, örgüt liderinin ve ölen örgüt mensuplarının posterlerini taşımıştır. Yürüyüş esnasında bazı şahıslar güvenlik güçlerine taşlı saldırıda bulunmuştur.- Saat 10 sıralarında, tanınmamak için yüzünü kapatan şahısların olduğu grubu kolluk güçleri durdurmuş; eylemin kanuna aykırı olması nedeniyle dağılmaları yönünde uyarılarda bulunmuştur.- Saat 45 sıralarında kolluk görevlileri, cami önünden Çiftçiler Caddesi'ne kadar yürüyüş yapan grubun kamu düzenin korunması amacıyla buradan itibaren belediyenin toplu taşıma araçlarıyla Güneykent Mezarlığı'na naklinin sağlanması için Barış ve Demokrasi Partisi yöneticilerinden talepte bulunmuş ancak şahıslar belediyenin araçları olmadığından bahisle grupla yürüyerek mezarlığa gideceklerini ifade etmiştir. Fezlekeye göre grup, terör örgütünü simgeleyen bayrak ve örgüt liderinin posterlerini taşımış; yasa dışı slogan atmış ve terör örgütü propagandası yapmıştır.- Gruptaki yüzleri kapalı bazı şahıslar Gazi Mustafa Kemal Bulvarı üzerinde bulunan üst geçide terör örgütü bayrağı ile örgüt liderinin ve ölen terör örgütü mensuplarının posterlerini açmıştır. Anılan kişiler yasa dışı sloganlar ve alkışlar eşliğinde on dakika üst geçitte beklemiştir.- Saat 45 sıralarında gruptaki bazı şahıslar defin işlemi sırasında terör örgütü lehine slogan atmış, "devrim şehitleri" olarak adlandırdıkları kişiler adına saygı duruşunda bulunarak "Ey şehit riyate riyame ye." (Ey şehit yolun, yolumuzdur.) şeklinde slogan atmışlardır. - Yasa dışı slogan atan grup dağılırken güvenlik güçlerine yönelik yaralayıcı maddelerle saldırmıştır. Bu saldırı neticesinde dördü polis memuru olmak üzere beş kişi yaralanmış, kamuya ve sivillere ait bazı araçlar zarar görmüştür. Mezarlık içindeki güvenlik kameralarının görüş açıları değiştirilmiş, kameralara zarar verilmiş, ayrıca bazı şahıslar tarafından mezarlık içinde bulunan ağaç ve otlar ateşe verilmiştir.- Terör örgütü cenazesini sahiplenmek amacıyla toplanan grupta yer alan, terör örgütü bayrağını taşıyan, terör örgüt lideri ve ölen örgüt mensuplarının posterlerini taşıyan, yasa dışı slogan atan, defin işlemi öncesinde, esnasında ve sonrasında güvenlik güçlerine saldırıda bulunan ve bu grubu yönlendirdikleri tespit edilen, başvurucunun da aralarında olduğu elli kişi yakalanarak haklarında soruşturma başlatılmıştır. Yakalama işlemleri sonrası da eylemler devam etmiştir. Başvurucu; terör örgütü propagandası yapma, mala zarar verme, kamu malına zarar verme, toplantı ve gösteri yürüyüşüne silahla katılma ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarını işlediği iddiasıyla aynı tarihte gözaltına alınmıştır. 7/10/2011 tarihinde tutuklanan başvurucu 3/11/2011 tarihinde tahliye edilmiştir. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından anılan suçlardan cezalandırılması talebiyle başvurucu ile on dört kişi hakkında 1/11/2011 tarihli iddianame düzenlenmiştir. Söz konusu iddianamenin başvurucunun terör örgütü propagandası yapma, mala zarar verme, kamu malına zarar verme, toplantı ve gösteri yürüyüşüne silahla katılma, görevi yaptırmamak için direnme suçlarını işlediği iddialarına ilişkin kısmı şu şekildedir:"SORUŞTURMA KAPSAMI OLAYLAR, TESPİT VE TEMİN OLUNAN DELİLLER :.....PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensubu ROJHAD (KOD) [S.K.]’nın cenazesini sahiplenmek amacıyla toplanan grup içerisinde yer alarak terör örgütünü temsil eden sözde bayraklar ile üzerinde örgüt elebaşısı ve ölen örgüt mensuplarının fotoğraflarının bulunduğu bez parçalarını açarak yasadışı slogan atan, Güneykent mezarlığında defin işlemi esnasında, öncesinde ve sonrasında emniyet tedbiri alan güvenlik güçlerine yönelik taşlı, sopalı ve bıçaklı saldırıda bulunun ve grubu provoke ederek yönlendiren ve bizzat olaylar içerisinde Yukarıda açık kimlik ve adres bilgileri yazılı bulunan Suça sürüklenen çocuklar ...,Ferhat AŞAN, ...'ın yer alarak saldırıda bulundukları tespit edilmişler,Terör örgütü mensubunun cenazesine katılan şahısların toplanmaları, yürüyüş ve defin işlemi sırasında imkanlar ölçüsünde, Mobese kamerası, kamera ve Hava destekli Polis Helikopteriyle takipleri yapılarak görüntüleri kayıt altına alınmıştır....DSC_0547 nolu fotoda suça sürüklenen Ferhat AŞAN isimli şahsın grup ile birlikte hareket ettiği,...YAPILAN
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22230
Başvuru, bir gösteriye katılmasından dolayı açılan kamu davasında başvurucu hakkında kovuşturmanın ve cezanın ertelenmesi kararları verilmesinin başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını, kamu malına zarar verme suçundan yapılan yargılamanın uzun sürmesinin de makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, öğretmen olan başvurucuların üyesi oldukları sendikanın çağrısı üzerine görev yaptıkları okullarda ana dilinin önemi konusunu bir ders saatinde işlemeleri nedeniyle çeşitli disiplin cezalarıyla cezalandırılmalarının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle aynı mahiyetteki dosyalar bu dosya üzerinde birleştirilmiştir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Arka Plan Bilgisi Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Kurulu 1999 yılında aldığı bir kararla 21 Şubat gününü “Uluslararası Ana Dili Günü” olarak kabul etmiş ve dünya çapında kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla ilk kez 2000 yılında “21 Şubat Dünya Ana Dili Günü” kutlanmaya başlanmıştır.B. Başvuruya Konu Süreçler Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular farklı şehir ve okullarda görev yapan öğretmenlerdir ve aynı zamanda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN/Sendika) üyesidirler. Sendika 19/2/2016 tarihinde, 21 Şubat Dünya Ana Dili Günü kapsamında çeşitli etkinliklerin yanı sıra şubelerin belirleyeceği biçimde ders işlenmesi yönünde karar almıştır. Bunun üzerine Sendika Şubeleri 22 Şubat günü "ana dillerinde ana dili tarihçesi anlatılmasına ve deftere işlenmesine" karar vermiştir. Başvurucular, mensubu oldukları Sendikanın aldığı karar doğrultusunda 22/2/2016 tarihinde bir ders saatinde ana dilinin anlam ve önemini belirtecek şekilde ders işleme eylemine katılmıştır. 2018/561, 2018/2131, 2018/3746, 2018/2158, 2018/6874 No.lu Bireysel Başvurulara İlişkin Süreçler Olayların meydana geldiği tarihte 2018/561, 2018/6874 No.lu dosyalardaki başvurucular, Diyarbakır'ın Lice ilçesinde ilkokul öğretmenidir. 2018/2131 ve 2018/3746 No.lu dosyalardaki başvurucular, Diyarbakır'ın Yenişehir ilçesinde lise öğretmenidir. 2018/2158 No.lu dosyadaki başvurucu, Diyarbakır'ın Sur ilçesinde ortaokul öğretmenidir. Başvurucular hakkında yukarıda anlatılan ana dilinde ders işleme eylemine katıldıkları gerekçesiyle inceleme başlatılmış ve başvurucuların eylemlerinin sendikal faaliyet kapsamında yer almadığı, eğitim öğretim faaliyetlerini protesto eder mahiyette olduğu gerekçesiyle başvurucular 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin (B) fıkrasının (a) bendi gereğince kınama cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucular, haklarında verilen kınama cezasının iptali talebiyle dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemeleri, başvurucuların eylemlerinin sendikal faaliyet içinde kaldığı gerekçesiyle dava konusu işlemlerin iptaline karar vermiştir. Kararın istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) davaların reddine kesin olarak karar vermiştir. Bölge İdare Mahkemesi gerekçesinde; eylemin sendikal faaliyet kapsamında yer almadığını, dolayısıyla mevzuata, kurumca belirlenen usul ve esaslara aykırı olarak müfredat dışı ders işleme eyleminin diğer bir demokratik ve anayasal hak olan eğitim hakkını engelleme sonucunu doğuracağını belirtmiştir.  2018/1354, 2018/1369, 2018/1423, 2018/2153, 20182709, 2018/3144, 2018/3345, 2018/3307, 2018/3555, 2019/42606 No.lu Bireysel Başvurulara İlişkin Süreçler Başvurucular olayların geçtiği tarihte Diyarbakır'ın Yenişehir ilçesinde lise ve ilkokul öğretmenidir. Başvurucular, ana dilinde ders işleme eylemine katıldıkları gerekçesiyle yukarıda anlatılan nedenlerle (bkz. § 12) 657 sayılı Kanun'un maddesinin (C) fıkrasının (a) bendi gereğince 1/30 oranında aylıktan kesme cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucuların ilgili işlemlere karşı açtıkları davalar Diyarbakır İdare Mahkemelerince sendikal faaliyet kapsamında kabul edilmiş ve işlemler iptal edilmiştir. İtiraz üzerine Bölge İdare Mahkemesi, yukarıda anlatılan gerekçelerle davaların reddine kesin olarak karar vermiştir (bkz. § 14). 2018/28028, 2018/28668, 2018/33034, 2019/5967 No.lu Bireysel Başvurulara İlişkin Süreçler Olay tarihinde 2018/28028 No.lu başvurudaki başvurucu, Diyarbakır'ın Yenişehir ilçesinde ilkokul öğretmenidir. 2018/28668 No.lu başvurudaki başvurucu Diyarbakır'ın Sur ilçesinde ortaokul öğretmenidir. 2018/33034 No.lu başvurudaki başvurucu Diyarbakır'ın Yenişehir ilçesinde lise öğretmenidir. Başvurucular, ana dilinde ders işleme eylemine katıldıkları gerekçesiyle yukarıda anlatılan gerekçelerle (bkz. § 12)657 sayılı Kanun'un maddesinin (B) fıkrasının (a) bendi gereğince kınama cezası ile cezalandırılmıştır. 2019/5967 No.lu bireysel başvuruda adı geçen başvurucu, Antalya'nın Alanya ilçesinde ortaokul öğretmenidir ve aynı eylem nedeniyle 1/30 oranında aylıktan kesme cezası almıştır. Başvurucuların ilgili işlemlere karşı açtıkları davalar İdare Mahkemelerince reddedilmiştir. Mahkeme gerekçelerinde, eylemin sendikal faaliyet kapsamında yer almadığı ve eğitim hakkını engelleme sonucunu doğuracağı belirtilmiştir. Anılan kararlar Bölge İdare Mahkemesi tarafından uygun bulunarak istinaf başvurularının reddine kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucular, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun’un “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır.” 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:...B - Kınama : Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir.Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:a) Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde,...kusurlu davranmak...C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır.Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:a) Kasıtlı olarak; verilen emir ve görevleri tam ve zamanında yapmamak, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasları yerine getirmemek,..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İfade Özgürlüğü Bağlamında İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar... Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda (...) ahlakın (...) korunması (...) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "ödev ve sorumluluklar" ifadesinin geniş yorumlanması ile kamu görevlilerinin ifade özgürlüğüne kısıtlamalar getirilebileceğini belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu ve bu doğrultuda Sözleşme'nin maddesinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Bununla birlikte memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54; Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005). AİHM, kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarıyla güdülen meşru amacın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği yönünden yalnızca cezanın bir kuralla öngörülmüş olmasını yeterli bulmamakta; somut bir değerlendirmenin varlığını aramaktadır. Bu bağlamda kamu görevlilerinin cezalandırılan eylemlerinin kamu hizmetlerinin sürekliliğini ya da gereği gibi yerine getirilmesini etkilemek veya görev yapılan devlet kurumunun itibarını zedelemek gibi cezayı gerekli kılan sonuçlara sebep olduğunun açıkça gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir (Kula/Türkiye, B. No: 20233/06, 19/6/2018, §§ 48, 49). Ana Dilinde Eğitim Talebine İlişkin AİHM İçtihadı Ana dilinde eğitim görme talebi 1968 yılında Belçika dil davasında AİHM'in önüne gelmiştir. Sözleşme'nin (1) No.lu ek Protokolü'nün maddesinde "Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir." hükmü yer almaktadır. AİHM, bu kapsamda ana dilinde eğitim hakkı verilmemesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasını incelediği Belçika Dil Davası/Belçika ([GK], B. No: 1474/.., 9/2/1967) kararında şu hususlara değinmiştir:"i. Eğitim hakkına saygı gösterilmesi için eğitimin yapılması gereken dil Sözleşme'de belirtilmemiştir. Bu eğitimin nasıl verileceği toplumun ihtiyaçlarına ve kaynaklarına göre zaman ve yerde değişiklik gösterebilen düzenlemeler gerektirir ve bu düzenlemeler devletler tarafından yapılmalıdır. Ayrıca protokolde yer alan maddede devletlerden eğitim veya öğretim alanında ebeveynlerin dil tercihlerine saygı göstermeleri değil, yalnızca dini ve felsefi inançlarına saygı duymaları gerektiği belirtilmiştir.ii. Yetkili ulusal makamlar, içlerinde var olan farklılıklar nedeniyle farklı hukuki çözümler gerektiren durum ve sorunlarla sık sık karşılaşmaktadır. Ancak eğitim hakkı ayrımcılık temelinde incelendiğinde dahi bir çocuğa veya ebeveyne kendi seçtiği bir dilde eğitim elde etme hakkını garanti etme etkisine sahip olmadığını kaydeder. Eğitimde ayrımcılık yapılmaması, her bir devletin kendi yetki alanı içindeki herkese, ayrımcılık yapılmaksızın, eğitim hakkının güvence altına alınmasını sağlamaktır. Bu hükmü, bir devletin yargı yetkisi dahilindeki herkese kendi seçtiği dilde eğitim alma hakkı tanıdığı şeklinde yorumlamak, karmaşık sonuçlara yol açacaktır, Çünkü herhangi bir kimsenin herhangi bir eğitim dilini talep etmesi içinden çıkılmaz sonuçlara neden olabilir.iii. AİHM bu konuda devletlerin tek dilde eğitim sistemini benimserken, kamu menfaati ile ilgili bir hedefi takip ettiğini not eder. AİHM'e göre tek dilli bölgelerdeki dilsel birliği desteklemek ve özellikle öğrenciler arasında derinlemesine bir bilgiyi teşvik etmek kamu menfaati ile ilgili bir hedeftir ve bu hedef kendi içinde herhangi bir ayrımcılık unsuru içermez."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/561
Başvuru, öğretmen olan başvurucuların üyesi oldukları sendikanın çağrısı üzerine görev yaptıkları okullarda ana dilinin önemi konusunu bir ders saatinde işlemeleri nedeniyle çeşitli disiplin cezalarıyla cezalandırılmalarının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle 2018/5745 numaralı başvuru dosyasının, 2018/668 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük9 maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/668
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; haksız yakalama ve gözaltına alma koruma tedbirlerine karar verilmesi nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; arama işleminin hukuka uygun olmaması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Hâkim olarak görev yapan başvurucunun meslekten çıkarılması sonrasında Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği isnadıyla soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında başvurucu hakkında 5/5/2017 ile 9/5/2017 tarihleri arasında 4 gün süreyle gözaltı tedbiri uygulanmıştır. Başvurucunun evinde gece vakti arama yapılmış, cep telefonuna elkonulmuştur. Başvurucu 9/5/2017 tarihinde Erzurum Sulh Ceza Hakimliği tarafından yurt dışına çıkamamak şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanarak salıverilmiştir. Başsavcılık 22/2/2018 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararı kesinleştikten sonra başvurucu 5/12/2019 tarihli dilekçeyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca koruma tedbiri nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucu somut delil olmadan haksız olarak 4 gün gözaltında tutulduğunu, evinde gece vakti arama yapıldığını, cep telefonuna elkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinden yoksun kaldığını ve maddi zarara uğradığını, hakkında hukuka aykırı olarak yurt dışına çıkamamak tedbiri uygulandığını belirtmiştir. Başvurucu dilekçesinin talep kısmında hakkında haksız olarak uygulanan elkoyma işlemi ve yakalama ve gözaltı koruma tedbirleri ile yurt dışına çıkamamak adli kontrol tedbiri nedeniyle 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Dilekçede arama işlemine dayalı bir talep bulunmamaktadır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) davanın şartları oluşmadığından reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının 2019 tarih[li] kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu kararın davacı vekiline 2019 tarihinde, davacıya 2019 tarihinde tebliğ edildiği bu nedenle davanın yasal süresi içinde açılmadığı anlaşıldığından açılan tazminat davasının şartları oluşmaması nedeniyle reddine..." Başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu dilekçesinde, davanın süresinde açıldığına yönelik itirazlarını belirtmiş ve haksız yakalama ve gözaltı tedbirlerinedeniyle tazminat ödenmesi talebini yinelemiştir. Başvurucunun istinaf kanun yolu dilekçesinde haksız arama ve elkoyma işlemlerine ve yurt dışına çıkamama adli kontrol tedbirine yönelik bir talepte bulunmadığı anlaşılmıştır. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 15/12/2021 tarihinde başvurucunun istinaf başvurusunu kısmen kabul etmiş ve tazminat davasının süresinde açılmış olduğunu belirterek başvurucunun haksız olarak gözaltında kaldığı 4 günlük süre için başvurucu lehine 20 TL maddi, 000 TL manevi tazminat ödenmesine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:" ... Yargıtay CD'nin 08/0102018 tarih, 2017/7863 esas ve 2018/31 karar sayılı içtihadında belirtildiği üzere hükümde tazminat davasının ne kadarlık süre içinde, nereye ve ne şekilde açılabileceğinin gösterilmesi gerektiği, bunun gösterilmemesi halinde kesinleşmiş kararın bizzat davacıya tebliğ edilmesi halinde dahi dava açma süresi açısından CMK' nın 142/ maddesinde belirtilen 1 yıllık sürenin dikkate alınması gerektiğinin bildirildiği buna göre Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı'nın... verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda davacının maddi ve manevi tazminat talep etme hakkı ile ilgili olarak CMK 141/ maddesi uyarınca yapılan ihtaratta, davanın ne kadarlık süreler içinde, nereye ve ne şekilde açılacağı yönündeki açıklamaları içermediği bu nedenle davanın 1 yıllık hak düşürücü süresi içinde açıldığının kabulü gerektiği halde yerel mahkemece yasal süresinde açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi kanuna aykırı olup ...Davacının gözaltında kalmadan önce 05/05/2017 tarihinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun kararı ile Hakimlik mesleğinden çıkartılmasına karar verildiği, bu haliyle davacının gözaltında kaldığı toplam 4 günlük döneme ilişkin olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca belirlenen net asgari ücret üzerinden 187,20 TL maddi tazminata hükmedilmesi gerektiği,... zenginleşme sonucunu doğurmayacak biçimde hak ve nesafet kurallarına uygun makul ve makbul bir miktar olarak 4 gün süreyle gözaltında kaldığı anlaşılan davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesi..." Başvurucu nihai kararı 27/12/2021 tarihinde öğrendiğini bildirmiş olup 12/1//2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/5325
Başvuru, haksız yakalama ve gözaltına alma koruma tedbirlerine karar verilmesi nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; arama işleminin hukuka uygun olmaması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, dava konusu işlem sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 24/10/2013 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması Danıştayda devam etmektedir. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve idari işlem sebebiyle diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16305
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, dava konusu işlem sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru imar durumu özel spor alanı olarak değiştirilen taşınmaz üzerindeki kısıtlılığın ağır bir külfete yol açtığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ankara'nın Mamak ilçesine bağlı Kıbrıs-İmar mahallesinde bulunan 761 m2 yüz ölçümlü 39337 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 3733 payı ile yine aynı mahallede bulunan 000 m2 yüz ölçümlü 39414 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 3396 payının malikidir. Mamak Belediye Meclisinin 28/12/2001 tarihli kararını onaylayan Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 8/3/2002 tarihli kararıyla Kıbrıs-Güney Bayındır Revizyon İmar Planı'nda bu taşınmazların imar durumu spor alanı olarak belirlenmiştir. Başvurucu taşınmazlarının uzun süredir kamulaştırılmadığını belirterek 13/3/2012 tarihinde Mamak Belediyesi, Ankara Büyükşehir Belediyesi (Büyükşehir Belediyesi) ile Gençlik ve Spor Bakanlığı aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde taşınmazlardaki hisselerin kamulaştırma bedeli talep edilmiştir. Mamak Belediye Meclisi 2/5/2012 tarihinde bu taşınmazların imar durumlarının özel spor tesis alanı olarak değiştirilmesine karar vermiştir. Büyükşehir Belediye Meclisi 15/6/2012 ve 9/8/2012 tarihlerinde bu kararları onaylamıştır. Onaylama kararlarının gerekçesinde özetle şu tespitlere yer verilmiştir:i. Başvurucunun kullanım hakkının kısıtlandığı gerekçesiyle dava açtığı belirtilmiştir.ii. Kamu ortaklık payı tarzında ayrılmış spor, sağlık, eğitim, rekreasyon, ağaçlandırma gibi donatı alanları için kamulaştırmasız el atma davaları açıldığı ve "bazı avukatlar tarafından KOP hissedarlarından yetki toplamak suretiyle el koyma konulu marjinal bir sektör oluşturulduğu" açıklanmıştır.iii. İmar planının yürürlüğe girdiği tarihte belirlenen donatı alanlarının kamu mülkiyetinde olanlar hariç maliklerince özel amaçlarla kullanılabileceği veya maliklerince planlama ilke ve esaslarına uygun ortaklaşa imar planı değişikliği sunulabileceği yönündeki plan notlarına atıf yapılmıştır. Bu çerçevede ilgili belediyelerce sosyal donatı tesislerinin uygulama imar planlarına ayrı ayrı özel ibaresi işlenmek suretiyle Belediye Meclis kararına bağlanıp Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına sunumlarının Meclis kararına bağlandığı ifade edilmiştir. iv. Sonuç olarak taşınmazın imar durumunun özel spor alanı olarak belirlenmesinin planlama ilke ve esasları açısından uygun olduğu belirtilerek uygulama imar planındaki değişiklik onaylanmıştır. Başvurucu 6/11/2012 tarihinde Mamak Belediyesi nezdinde bu karara itiraz etmiştir. Belediye Meclisi 2/1/2013 tarihinde itirazı reddetmiş, bu red kararı Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından 12/3/2013 tarihinde onaylanmıştır. Başvurucunun açtığı tazminat davasında yapılan yargılama sırasında görev itirazı 29/6/2012 tarihinde reddedilmiş, bunun üzerine davalılar idari yargı yararına olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması talebinde bulunmuşlardır. Danıştay Başsavcılığının talebi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi 4/2/2013 tarihinde, başvurunun kabulü ile görev itirazının reddine ilişkin kararın "davanın taşınmaz bedelinin tahsiline hükmedilmesi istemine ilişkin kısmı yönünden" kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkeme, Uyuşmazlık Mahkemesinin kararını gerekçe göstererek 2/4/2013 tarihinde yargı yolu yönünden davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu bu defa 15/7/2013 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 1/7/2012 tarihinde konusu kalmayan dava hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kesinleşmiş plan değişikliğiyle özel mülkiyete konu olabilecek şekilde kullanım amacı getirildiği belirtilmiştir. Mahkemeye göre imar planından kaynaklanan nedenlerle kamulaştırma yapılmasına gerek kalmadığı için tazminat ödenmesine gerek bulunmamaktadır. Mahkeme bu sebeple davanın esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığı sonucuna varmıştır. Başvurucu kararı temyiz etmiş, Danıştay Altıncı Dairesi 18/8/2016 tarihinde temyiz isteminin görev yönünden reddine ve dosyanın Ankara Bölge İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 30/12/2016 tarihinde itirazı reddederek kararı onamıştır. Daire başvurucunun karar düzeltme talebini de 12/5/2017 tarihinde reddetmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 2/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-29 kararı. Danıştay Altıncı Dairesinin 12/2/2015 tarihli ve E.2011/2547, K.2015/763 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Dosyanın incelenmesinden, Ankara İli, ... İlçesinde bulunan, ... ada, ... parsel sayılı, 4177 m² yüzölçümlü Maliye Hazinesi mülkiyetindeki taşınmazın, imar planıyla kreş alanı olarak ayrıldığı ve Defterdarlık Milli Emlak Dairesi Başkanlığınca ... tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitim Genel Müdürlüğüne tahsis edildiği, dava konusu plan değişikliğiyle uyuşmazlığa konu taşınmazın 'Özel Eğitim Tesisi Alanı'na dönüştürüldüğü, plan değişikliği yapılırken, yukarıda değinilen Yönetmelik kapsamında imar planındaki durumu değişecek olan sosyal ve teknik altyapı alanındaki tesisi gerçekleştirecek ilgili yatırımcı Bakanlık ve kuruluşların görüşleri alınmadığı gibi plan değişikliğiyle ilgili olarak; plan ana kararlarını, sürekliliğini, bütünlüğünü, teknik ve sosyal donatı dengesini bozmayacak nitelikte, bilimsel, nesnel ve teknik gerekçelerin ve kamu yararının zorunlu kıldığı durumların ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır. ...Bu itibarla, gerek yatırımcı kuruluşun görüşünün alınmaması ve gerekse plan değişikliğini gerekli kılan bilimsel, nesnel ve kamu yararına ilişkin gerekçelerin ortaya konulmaması nedeniyle tesis edilen plan değişikliği işleminde hukuka uyarlık bulunmadığından işlemin iptali gerekirken, aksi yaklaşımla davanın reddine karar veren Mahkeme kararında mevzuata ve hukuka uyarlık görülmemiştir..." Danıştay Altıncı Dairesinin 20/12/2016 tarihli ve E.2016/13035, K.2016/9113 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Dosyanın incelenmesinden, Ankara İli, ...İlçesi, ...Mahallesi, 90224 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 1992 tarihli imar planında 'spor alanı' olarak ayrıldığı, Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin ... tarihli ... sayılı kararı ile imar planı değişikliği yapılarak dava konusu taşınmazın 'özel spor alanı' olarak belirlendiği, söz konusu değişikliğin Ankara İdare Mahkemesi'nin 2013 tarih ve E:2013/538, K:2013/1546 sayılı kararıyla iptaline karar verildiği ve anılan kararının Danıştay Altıncı Dairesinin E:2014/226, K:2016/2237 sayılı kararı ile onandığı görülmektedir.Öncelikle 2011 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açıldıktan sonra Ankara Büyükşehir Belediyesince 2013 tarihli plan değişikliği yapıldığı, anılan planın iptal edildiği ve iptal kararının onandığı hususu dikkate alındığında, artık dava konusu taşınmazın plansız alana dönüştüğü; taşınmazda imar planında belirlenen kullanımdan dolayı kamulaştırmayı gerektirir bir kısıtlılığın söz konusu olmadığı ve tazminat verilmesi şartlarının oluşmadığı ortadadır. Bu sebeple her ne kadar İdare Mahkemesince tazminat talebinin kabulüne karar verilmiş ise de, dava konusu taşınmaza ilişkin yeniden bir planlama yapılıp yapılmadığı hususu araştırılmadan verilen kararda isabet bulunmamaktadır.Bu durumda, plansız konumda bulunan taşınmaz açısından veya dava konusu taşınmaza ilişkin yeni bir plan yapıldığı ve taşınmazın yine kamusal kullanıma ayrılarak taşınmaz üzerindeki kısıtlılığın devam ettiği hususunun tespiti halinde ise; yeni yasal düzenleme uyarınca İdare Mahkemesince bu hususlar göz önünde bulundurularak yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir..."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/28124
Başvuru imar durumu özel spor alanı olarak değiştirilen taşınmaz üzerindeki kısıtlılığın ağır bir külfete yol açtığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, boşanma davasında, çocuk ile kişisel ilişki kurulması yönündeki taleplerin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2013 tarihinde Urla Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 9/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 28/12/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir. Başvurucu aleyhine 1/2/2013 tarihinde İzmir Aile Mahkemesinin E.2013/90 sayılı dosyasına kayden açılan davada, tarafların boşanmaları talebinin yanı sıra müşterek çocuğun velâyetinin davacı anneye verilmesi ve başvurucunun davacıya yönelttiği iddia edilen tehditlerden dolayı 4/8/2007 doğumlu müşterek çocuk ve başvurucu baba arasında kişisel münasebet tesisinden kaçınılması ile gerekirse uzman raporu temininden sonra bu hususun karara bağlanması talep edilmiş olup Mahkemece 6/2/2013 tarihinde tensip tutanağı düzenlenmiştir. Başvurucu tarafından ibraz edilen 5/3/2013 havale tarihli dilekçe ile dava tarihinden beri çocuğunu göremediği, davacı annenin de çocuğu kendisine göstermeme yönünde bir iradeye sahip olduğu, kişisel ilişki tesisine karar verilmemesi durumunda uzun bir süre daha çocuğunu göremeyeceği, çocuğuna dönük görev ve sorumluluklarını sürdürme kararlılığı içinde olduğu, boşanma sürecinin çocuğu ile olan bağına zarar vermesini istemediği, baba ile çocuk arasındaki ilişkilerin zaman içinde zedelenmemesi için kişisel ilişki düzenlemesinin uygun olacağı, bu ilişkinin kurulma koşullarının tespitinin, güvenilir üçüncü kişi nezaretinde görüşme şartı da dahil olmak üzere mahkemenin takdirine bırakıldığı belirtilerek, karar verilirken başvurucunun çalışıyor olmasının gözönünde tutularak görüşme günlerinin hafta sonu olarak tayin edilmesi ve bayram gibi özel günlerde de görüşme imkânı sağlanması talebinde bulunulmuştur. Mahkemece 6/3/2013 tarihli duruşmada, müşterek çocuğun dava süresince tedbiren davacı anne yanında kalmasına; çocuk ile tedbiren şahsi ilişki hususunun ön inceleme aşaması, karşılıklı dilekçelerin verilmesi ve delillerin bildirilmesi işlemleri tamamlandıktan sonra değerlendirilmesine karar verilmiştir. Mahkemece9/4/2013 tarihli duruşmada, başvurucu ile çocuk arasında tedbiren şahsi ilişki kurulması yönündeki talebin, aşamalarda değişecek duruma göre tekrar değerlendirilmek üzere reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 22/4/2013 havale tarihli dilekçe ile çocuğun ebeveynini görme ve kişisel ilişki kurma hakkı ile anne babanın çocuk ile kişisel ilişki kurma hakkının anayasal olarak koruma altında olduğu, belirtilen haklar arasında Mahkemece denge kurulması ve bu kapsamda orantılı ölçüde tedbirler uygulanması gerektiği belirtilerek kişisel ilişki kurulması talebinin reddine dair kararın tekrar gözden geçirilmesi suretiyle karardan dönülmesi ve serbest kişisel ilişki kurulması noktasında tereddüt var ise görüşmelerin üçüncü kişi nezaretinde gerçekleştirilmesinin sağlanması talep edilmiştir. 4/6/2013 tarihli ön inceleme duruşmasında, başvurucu tarafından şahsi ilişki talebi yinelenmiştir. Mahkemece 4/6/2013 tarihli ara kararı ile çocuk hazır edildiğinde mahkeme uzmanından tedbiren şahsi ilişki konusunda rapor alınmasına ve şahsi ilişki talebinin ilgili rapor sunulduktan sonra değerlendirilmesine karar verilmiştir. Mahkemece görevlendirilen pedagog tarafından, taraflar ve müşterek çocuk ile yapılan görüşme sonrasında tanzim edildiği anlaşılan 8/7/2013 tarihli sosyal inceleme raporunda; başvurucu gibi annenin de çocuk ve baba arasında şahsi ilişki kurulmasını arzu ettiği ancak güvenlik kaygıları nedeniyle bunun uygun şartlarda gerçekleştirilmesini istediği, çocuk ve babanın görüştürülmesi esnasında çocuğun çekingen tavırları nedeniyle başvurucunun agresif davranmasının çocuk üzerinde olumsuz etki oluşturduğu, çocuğun baba figürüne güvenmediği, zarar vereceği endişesi taşıdığı, mevcut yaşı itibarıyla babası ile yalnız olarak aynı ortamda bulunmak istemediğinin anlaşıldığı, bu nedenle tedbiren anne yanında bulunan çocuğun psikososyal gelişimi açısından başvurucu baba ile güvenli bir bağ kurulabilmesi için dava sürecinde iki haftada bir Pazar günleri 13:00-16:00 saatleri arasında şahsi ilişki kurulmasının, bu süreçte çocuğa bir kolluk görevlisinin eşlik etmesinin çocuğun yüksek yararına olacağı ve baba ile çocuk arasındaki münasebetin çocuk üzerindeki etkilerine göre görüşme süresinin daha sonra tekrar değerlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından 9/7/2013 tarihli dilekçe ile belirtilen rapor dikkate alınarak çocuk ile arasında kişisel ilişki tesisi talep edilmiş olup mahkemece 12/7/2013 tarihli celsede belirtilen talep reddedilmiş ve ara kararında, uzman raporu içeriğine göre çocuğun kolluk görevlisi nezaretinde başvurucu ile tedbiren görüştürülmesinin henüz beş yaşındaki bir çocuğun yüksek yararına olmayacağı anlaşıldığından, değişen ve toplanan delillere göre ileride yeniden değerlendirilmek üzere şahsi ilişki talebinin reddedildiği belirtilmiştir. Foça Açık Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından mahkemeye gönderilen yazıda, başvurucunun 9/11/2013 tarihinde ilgili Cezaevine girişinin yapıldığı bildirilmiştir. 7/11/2013 tarihli duruşmada başvurucu vekilince başvurucunun cezaevine gireceği belirtilerek çocuk ile başvurucu arasında cezaevinde belirli günlerde görüşme sağlanması talep edilmiş, mahkemece çocuğun yaşı gözönünde bulundurulduğunda bu yaştaki bir çocuğun cezaevinde babası ile şahsi ilişki kurmasının uygun olmayacağı belirtilerek başvurucu vekilinin talebi reddedilmiş; 9/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bireysel başvuru sonrasında ve yargılamanın 11/2/2014 tarihli celsesinde, celse arasında başvurucunun cezaevinden çıktığının bildirilmesi durumunda, tedbiren şahsi ilişki kurulması hususunda değerlendirme yapılmasına, 8/9/2014 tarihli celsede ise müşterek çocuk hazır edildiğinde başvurucunun cezaevinde bulunması da dikkate alınarak şahsi ilişki yönünden davanın esasına yönelik olarak mahkeme uzmanından rapor alınmasına, rapor sonucuna göre çocuk ile başvurucu arasında tedbiren görüşme tesis edilmesi hususunun değerlendirilmesine ve ilgili cezaevinden başvurucunun açık görüş günlerinin ve saatlerinin sorulmasına karar verilmiştir. 10/9/2014 tarihli sosyal inceleme raporunda; çocuk ile baba arasında cezaevinde yapılan görüşmelerden çocuğun olumlu yönde etkilendiği, her ne kadar çocuğun yaşı ve gelişimi gözönüne alındığında cezaevi ziyaretlerinden olumsuz yönde etkilenme ihtimali bulunuyor ise de çocuğun babaannesi eşliğinde babası ile yapacağı görüşmenin psikososyal gelişimi açısından fayda sağlayacağı, çocuğun baba çocuk diyaloğunu yeni yakalamaya başladığı ve babası ile kurduğu bu ilişkiyi kaybetmekten korktuğu, birarada geçirdikleri süreçten keyif aldığı belirtilerek çocuğun her ay bir defa babaannesi eşliğinde babası ile cezaevinde görüşmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Takip eden 10/10/2014 tarihli celsede, çocuğun yargılama aşamasında başvurucunun o ayki ilk açık görüş gün ve saatlerinde tedbiren başvurucu ile görüştürülmesine karar verilmiştir. Yargılamanın ertelendiği 28/10/2014 tarihli celsede mahkemenin E.2013/90 sayılı kararıyla davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velâyetinin anneye verilmesine, başvurucu şartla tahliye olana kadar çocuğun her ay başvurucunun o ayki ilk açık görüş gün ve saatlerinde başvurucu ile görüştürülmesi suretiyle şahsi ilişki tesisine, başvurucu şartla tahliye olduktan sonra ise çocuğun her ayın ve Cumartesi günleri saat 00 ile Pazar günleri saat 00 arası, dinî bayramların ilk günü saat 00 ile günü saat 00 arası ve her yıl Temmuz ayının ilk günü saat 00 ile son günü saat 00 arası başvurucu yanına verilerek şahsi iliski tesisine karar verilmiştir. Hüküm, yasal süresi içinde taraflarca temyiz yoluna başvurulmamış olması nedeniyle 13/1/2015 tarihi itibarıyla kesinleşmiştir. Gerekçeli kararda, yargılama sırasında ileri sürülen şahsi ilişki taleplerinin reddine ilişkin olarak başvurucunun cezaevinde bulunması ve çocuğun yaşı da dikkate alınarak o yaştaki bir çocuğun cezaevinde babası ile şahsi ilişki kurmasının uygun olmayacağı kanaatine varıldığı, söz konusu talebin başvurucu tanıklarının dinlenilmesinden ve bu yönde uzman raporu alınmasının ardından değerlendirilmesinin uygun olacağının düşünüldüğü, zira çocuğun cezaevinde bulunan babasının orada bulunma sebebi ile ilgili tereddütler yaşayacağı ve yaşı itibarıyla bunu anlayamayabileceğinin değerlendirildiği belirtilmiştir. Gerekçede yukarıdaki değerlendirmeden sonra aradan geçen süre de dikkate alınarak çocuğun velâyeti ve şahsi ilişki yönünden uzman raporu alındığı, söz konusu 10/9/2014 tarihli raporda çocuğun başvurucunun annesi tarafından cezaevine götürüldüğünün ve babası ile görüşmesinin sağlandığının; çocuğun babasının daha önce kendisi ile bu kadar ilgilenmediği, şu anki ilgisinden mutlu olduğu, babaannesi ile babasını görmeye gitmeye devam etmek istediği yönünde beyanda bulunduğunun, her ne kadar çocuğun yaşı ve gelişimi gözönüne alındığında cezaevi ziyaretlerinden etkilenme ihtimali bulunuyor ise de babaannesi eşliğinde babası ile görüşebileceğinin belirlendiğinin ifade edildiği ve bu kapsamda 10/10/2014 tarihli celsede çocuk ve baba arasında tedbiren kişisel ilişki kurulmasına karar verildiği belirtilmiştir.B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Geçici önlemler” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re'sen alır.” 4721 sayılı Kanun’un “Kural” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Ana ve babadan her biri, velâyeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuk ile uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkına sahiptir.” 4721 sayılı Kanun’un “Sınırları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür. Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.” Türkiye açısından 14/10/1990 tarihinde imzalanan ve 27/1/1995 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 20/11/1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1)Kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde, çocuğun yararı temel düşüncedir.” Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin maddesinin ilgili fıkraları şöyledir: “(1)Yetkili makamlar uygulanabilir yasa ve usullere göre ve temyiz yolu açık olarak, ayrılığın çocuğun yüksek yararına olduğu yolunda karar vermedikçe, Taraf Devletler, çocuğun; ana–babasından, onların rızası dışında ayrılmamasını güvence altına alırlar. Ancak, ana–babası tarafından çocuğun kötü muameleye maruz bırakılması ya da ihmâl edilmesi durumlarında ya da ana–babanın birbirinden ayrı yaşaması nedeniyle çocuğun ikametgâhının belirlenmesi amacıyla karara varılması gerektiğinde, bu tür bir ayrılık kararı verilebilir. (2)Bu maddenin birinci fıkrası uyarınca girişilen her işlemde, ilgili bütün taraflara işleme katılma ve görüşlerini bildirme olanağı tanınır. (3)Taraf Devletler, ana–babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen çocuğun, kendi yüksek yararına aykırı olmadıkça, ana babanın ikisiyle de düzenli bir biçimde kişisel ilişki kurma ve doğrudan görüşme hakkına saygı gösterirler.”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8846
Başvuru, boşanma davasında, çocuk ile kişisel ilişki kurulması yönündeki taleplerin reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ceza infaz kurumundaki bazı uygulama ve kısıtlamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Ovacık hâkimi iken Burdur'a ataması yapılan başvurucunun Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile görevden uzaklaştırılmasına ve 24/8/2016 tarihinde meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık başvurucuyu 18/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle Tunceli Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Tunceli Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Tunceli Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 18/7/2016 tarihinde tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Erzincan Sulh Ceza Hâkimliği 22/7/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu hakkındaki soruşturma dosyası yetkisizlik kararı ile -nihai olarak- Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumunu inceleyen Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 15/9/2017 tarihinde tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 27/9/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucuya 28/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 4/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 8/12/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 5/1/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/13 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 23/1/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı Erzurum Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun tahliyesine de karar vermiştir. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi de 24/4/2018 tarihinde karşı yetkisizlik kararı vermiş ve yetkili mahkemenin belirlenmesi amacıyla dosyayı Yargıtay Ceza Dairesine göndermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 11/7/2018 tarihinde Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin yetkili olduğuna karar vermiştir. Yargıtay kararı üzerine Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin E.2018/497 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam olunmuştur. Mahkeme yargılama sonucunda 12/3/2019 tarihli kararıyla başvurucunun da hazır bulunduğu duruşmada silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraat kararı vermiştir. Mahkeme ayrıca beraat eden başvurucunun gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği süreler yönünden, beraat kararının kesinleştiğinin tebliğ edildiği tarihten itibaren üç ay içinde ve her hâlde kararın kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde oturduğu yere en yakın ağır ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe ile başvuruda bulunmak suretiyle tazminat davası açma hakkının bulunduğunun ihtarına da hükmetmiştir. Karar, istinaf kanun yoluna başvurulmadan 20/3/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, yargılamanın sona ermesi üzerine gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuka aykırılığı nedeniyle zarara uğradığını iddia ederek 2/5/2019 tarihinde koruma tedbirlerine dayalı tazminat davası açmıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 2019/231 Esas sayılı dosyasında 14/7/2020 tarihinde başvurucunun maddi ve manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Karar taraflarca istinaf edilmiş olup, dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Celal Uyğur, B. No: 2016/12442, 12/11/2019, §§ 17,
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35511
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, ceza infaz kurumundaki bazı uygulama ve kısıtlamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılmasının başvurucuların ifade ve örgütlenme özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 6/2/2015, 18/2/2015 ve 2/3/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/2284 ve 2015/2962 numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/4328 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/4328 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Zafer Güven, Uğur Yeşiltepe, Ali Mükan, Hasan Doğan Kılıç, İbrahim Yolcu, Mustafa Aytaç ve Yıldız Sönmez (Ataş) sırasıyla 1988, 1985, 1976, 1984, 1986, 1965 ve 1989 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Tunceli'de ikamet etmekte ve Tunceli'de bulunan Demokratik Haklar Derneğinin (DHD) faaliyetlerine katılmaktadırlar. Başvurucular, Maoist Komünist Partisi/Halk Kurtuluş Ordusu (MKP/HKO) terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle 13/11/2012 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Cumhuriyet savcısı 4/2/2013 tarihli iddianamesi ile başvurucular Zafer Güven ve Yıldız Sönmez'in terör örgütüne üye olma, terör örgütünün propagandasını yapma ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçundan; başvurucular Uğur Yeşiltepe, Ali Mükan, Hasan Doğan Kılıç, İbrahim Yolcu ve Mustafa Aytaç'ın ise terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. (Kapatılan) Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 26/6/2013 tarihinde başvurucular Zafer Güven, Uğur Yeşiltepe, Ali Mükan, Hasan Doğan Kılıç, İbrahim Yolcu, Mustafa Aytaç ve Yıldız Sönmez'in terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile mahkûmiyetlerine hükmetmiştir. Mahkeme, başvurucu Zafer Güven'in terör örgütünün propagandasını yapma şeklinde gerçekleştirdiği 1/5/2012 tarihli eyleminden 10 ay, 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan ise 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına; terör örgütünün propagandasını yapma şeklinde gerçekleştirdiği 31/12/2011 tarihli eylemiyle ilgili olarak ise kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Mahkeme, başvurucu Yıldız Sönmez'in üzerine atılı terör örgütünün propagandasını yapma ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından ise beraatine hükmetmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararına iddianame ve sanık savunmalarını özetleyerek başlamıştır. Daha sonra MKP/HKO terör örgütünün oluşumunu, gelişimini, yapısını ve kurulduğu tarihten itibaren gerçekleştirdiği terör eylemlerini, örgütün alt yapılanmalarını, bunların terör örgütü ile irtibatlarını detaylı biçimde açıklamıştır. Bu alt yapılanmalardan birinin de Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) olduğunu çeşitli ayrıntılarla vurgulayan Mahkeme, DHF'ninDemokratik Haklar Derneklerini bir federasyon çatısı altında toplamak ve böylelikle dernekler nezdinde yürütülen çalışmaları koordine etmek amacıyla oluşturulduğunu belirtmiştir. Yine Mahkeme, Demokratik Gençlik Hareketinin (DGH) ise MKP/HKO terör örgütünün amaçlarına hizmet eden gençlik yapılanması olduğunu vurgulamıştır. Son olarak Halkın Günlüğü gazetesi ile www.halkingunlugu.net isimli internet sitesinin MKP/HKO terör örgütünün yayın organları olduğunu ve örgüt propagandasının yapılmasına, mensuplarının bilgilendirilmesine ve yönlendirilmesine yönelik yayınlar yaptığını belirtmiştir. İlk derece mahkemesi, başvurucuların terör örgütünün alt yapılanmaları DGH, DHF ve DHD tarafından düzenlenen birçok etkinliği organize ettiklerini veya bunlara katıldıklarını, bazı başvurucuların bu etkinliklerin bir kısmında şiddet içeren eylemler gerçekleştirdiğini tespit etmiştir. Ayrıca etkinliklerde “Faşistlerden hesap lafta sorulmaz, bizde hesapları namlular sorar, bedel ödedik bedel ödeteceğiz, 18 Mayısı unutma unutturma, devrim şehitleri ölümsüzdür, şehit namırın (şehitler ölmez), önderimiz İ.K. ölümsüzdür, gün gelecek devran dönecek katiller halka hesap verecek, faşizmi döktüğü kanda boğacağız" şeklinde sloganlar atıldığı da kararda vurgulanmıştır. İlk derece mahkemesi, başvurucuların üzerine atılı bulunan her eylemi ayrı ayrı başlıklar hâlinde değerlendirmiştir. Mahkeme, söz konusu eylemlerden bazılarını mahkûmiyet hükümlerinde delil olarak kabul etmiş; bazılarını ise terör örgütü ve alt yapılanmaları ile ilişkisinin ispatlanamaması nedeniyle delil olarak kabul etmemiştir. Sonuç olarak Mahkeme, her bir başvurucu hakkındaki mahkûmiyet gerekçesini şu şekilde özetlemiştir:"Sanık İbrahim Yolcu'nun;- Yargılamaya konu MKP/HKO terör örgütünün bir alt seksiyonu olup örgütün amaçlarına hizmet eden Demokratik Haklar Derneği (DHD) içinde aktif rol alarak örgüte hizmet ettiği,- Yine aynı örgütün alt seksiyonu olduğu anlaşılan Demokratik Gençlik Hareketi (DGH) içinde aktif rol alarak MKP/HKO terör örgütünün amaçlarına hizmet ettiği,- Terör örgütünün yayın organı olan 'Halkın Günlüğü' gazetesinin satışını yaparak örgütün amacına hizmet ettiği, - Terör örgütü MKP/HKO'nun silahlı üyeleri olup Türk Silahlı Kuvvetleriyle girdikleri silahlı çatışma sonucunda ölü olarak ele geçirilen teröristlerin cenazelerine ve anma törenlerine katılmak ve mezar taşı temini ile ilgilenmek suretiyle onları ve yasadışı eylemlerini sahiplendiği,- Sanığın, örgüt kurucusu olan İ.K.yı 'önder' olarak kabul ettiği, - Sanığın, örgütün kurucusu olan İ.K.nın anıldığı 18 Mayıs, İşçi ve Emekçi Bayramının kutlandığı 1 Mayıs, Nevruz Bayramının kutlandığı 21 Mart gibi örgütün önem atfettiği günler ile örgüt üyeleri ile ilgili etkinliklerin organizasyonunda yer aldığı ve bizzat etkinliklere, örgütün seksiyonu olan DHF saflarında katıldığı ve örgütün, amaç ve ideolojisini kitlelere empoze etmesine katkı sağladığı, bu şekilde sanığın eylemlerinin 2011 ve 2012 yılları içerisinde, çeşitli tarihlerde ve süreklilik arz edecek şekilde belli bir yoğunluğa ulaştığı, yukarıda açıklandığı şekilde örgütün seksiyonlarında yer alarak örgütün amaçları doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak, örgütün silahlı ve silahsız mensuplarını sahiplenip onların yasa dışı eylemlerini benimsemek şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle, terör örgütü MKP/HKO ile arasında organik bir bağ olduğunu açıkça ortaya koyduğu ve dolayısıyla adı geçen örgütün bir üyesi olduğu anlaşılmıştır....Sanık Hasan Doğan Kılıç'ın;- Yargılamaya konu MKP/HKO terör örgütünün bir alt seksiyonu olup örgütün amaçlarına hizmet eden Demokratik Haklar Derneği (DHD) içinde aktif rol alarak örgüte hizmet ettiği,- Terör örgütünün yayın organı olan 'Halkın Günlüğü' gazetesinin satışını yaparak örgütün amacına hizmet ettiği, - Terör örgütü MKP/HKO'nun silahlı üyeleri olup Türk Silahlı Kuvvetleriyle girdikleri silahlı çatışma sonucunda ölü olarak ele geçirilen teröristlerin cenazelerine ve anma törenlerine katılmak suretiyle onları ve yasadışı eylemlerini sahiplendiği,- Sanığın, örgüt kurucusu olan İ.K.yı 'önder' olarak kabul ettiği, - Yargılamaya konu MKP/HKO terör örgütüyle aynı çizgide terörist faaliyetlerde bulunan diğer bazı örgütlere de devrimci birliktelik adına destek verdiği,- Sanığın, örgütün kurucusu olan İ.K.nın anıldığı 18 Mayıs, İşçi ve Emekçi Bayramının kutlandığı 1 Mayıs, Nevruz Bayramının kutlandığı 21 Mart gibi örgütün önem atfettiği günler ile örgüt üyeleri ile ilgili etkinliklerin organizasyonunda yer aldığı ve bizzat etkinliklere, örgütün seksiyonu olan DHF saflarında katıldığı, örgütün amaç ve ideolojisini kitlelere empoze etmeye çalıştığı ve bu şekilde sanığın eylemlerinin 2011 ve 2012 yılları içerisinde, çeşitli tarihlerde ve süreklilik arz edecek şekilde belli bir yoğunluğa ulaştığı, yukarıda açıklandığı şekilde örgütün seksiyonlarında yer alarak örgütün amaçları doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak, diğer bazı terör örgütlerini desteklemek, örgütün silahlı ve silahsız mensuplarını sahiplenip onların yasa dışı eylemlerini benimsemek şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle, terör örgütü MKP/HKO ile arasında organik bir bağ olduğunu açıkça ortaya koyduğu ve dolayısıyla adı geçen örgütün bir üyesi olduğu anlaşılmıştır....Sanık Ali Mükan'ın;- Terör örgütü MKP/HKO'nun silahlı üyeleri olup Türk Silahlı Kuvvetleriyle girdikleri silahlı çatışma sonucunda ölü olarak ele geçirilen teröristlerin cenazelerine ve anma törenlerine katılmak suretiyle onları sahiplendiği,- Sanığın, örgütün kurucusu olan İ.K.nın anıldığı 18 Mayıs, İşçi ve Emekçi Bayramının kutlandığı 1 Mayıs, Nevruz Bayramının kutlandığı 21 Mart gibi örgütün önem atfettiği günlerde, örgütün seksiyonu olan DHF saflarında katıldığı ve örgütün, amaç ve ideolojisini kitlelere empoze etmesine katkı sağladığı,- Sanığın, örgüt kurucusu olan İ.K.yı 'önder' olarak kabul ettiği, - Örgütün seksiyonu durumundaki DHF ve DHD gibi oluşumların üyelerini ve dolayısıyla örgütün yandaşlarını sahiplendiği ve bu şekilde sanığın eylemlerinin 2011 ve 2012 yılları içerisinde, çeşitli tarihlerde ve süreklilik arz edecek şekilde belli bir yoğunluğa ulaştığı, yukarıda açıklandığı şekilde örgütün seksiyonlarında yer alarak örgütün amaçları doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak, örgütün silahlı ve silahsız mensuplarını sahiplenip onların yasa dışı eylemlerini benimsemek şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle, terör örgütü MKP/HKO ile arasında organik bir bağ olduğunu açıkça ortaya koyduğu ve dolayısıyla adı geçen örgütün bir üyesi olduğu anlaşılmıştır....Sanık Zafer Güven'in;- Yargılamaya konu MKP/HKO terör örgütünün bir alt seksiyonu olup örgütün amaçlarına hizmet eden Demokratik Haklar Derneği (DHD) içinde aktif rol alarak örgüte hizmet ettiği,- Terör örgütünün yayın organı olan 'Halkın Günlüğü' gazetesinin satışını yaparak örgütün amacına hizmet ettiği, - Örgütün seksiyonu olan Demokratik Gençlik Hareketi isimli oluşum içinde aktif rol alarak örgütün amaçlarına hizmet ettiği,- Terör örgütü MKP/HKO'nun silahlı üyeleri olup Türk Silahlı Kuvvetleriyle girdikleri silahlı çatışma sonucunda ölü olarak ele geçirilen teröristlerin cenazelerine ve anma törenlerine katılmak, yaralı teröristlerin ise tedavileri ile ilgilenmek suretiyle onları sahiplendiği, - Sanığın, örgüt kurucusu olan İbrahim Kaypakkaya'yı 'önder' olarak kabul ettiği, - Sanığın, örgütün kurucusu olan İbrahim Kaypakkaya'nın anıldığı 18 Mayıs, İşçi ve Emekçi Bayramının kutlandığı 1 Mayıs, Nevruz Bayramının kutlandığı 21 Mart gibi örgütün önem atfettiği günler ile örgüt üyeleri ile ilgili etkinliklere, örgütün seksiyonu olan DHF saflarında bizzat katıldığı ve böylece örgüt yandaşları ile örgüt arasındaki bağın güçlenmesine hizmet ettiği, bu şekilde sanığın eylemlerinin 2011 ve 2012 yılları içerisinde, çeşitli tarihlerde ve süreklilik arz edecek şekilde belli bir yoğunluğa ulaştığı, yukarıda açıklandığı şekilde örgütün seksiyonlarında yer alarak örgütün amaçları doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak, örgütün düzenlediği konferansa katılarak alınan kararları uygulamak, örgütün silahlı mensuplarını sahiplenip onların yasa dışı eylemlerini benimsemek şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle, terör örgütü MKP/HKO ile arasında organik bir bağ olduğunu açıkça ortaya koyduğu ve dolayısıyla adı geçen örgütün bir üyesi olduğu anlaşılmıştır....Sanık Mustafa Aytaç'ın;- Yargılamaya konu MKP/HKO terör örgütünün bir alt seksiyonu olup örgütün amaçlarına hizmet eden Demokratik Haklar Derneği (DHD) içinde aktif rol alarak örgüte hizmet ettiği,- Terör örgütü MKP/HKO'nun silahlı üyeleri olup Türk Silahlı Kuvvetleriyle girdikleri silahlı çatışma sonucunda ölü olarak ele geçirilen teröristlerin cenazelerine ve anma törenlerine katılmak suretiyle onları ve yasadışı eylemlerini sahiplendiği,- Sanığın, örgüt kurucusu olan İ.K.yı 'önder' olarak kabul ettiği, - Yargılamaya konu MKP/HKO terör örgütüyle aynı çizgide terörist faaliyetlerde bulunan diğer bazı örgütlere de devrimci birliktelik adına destek verdiği,- Sanığın, örgütün kurucusu olan İ.K.nın anıldığı 18 Mayıs, İşçi ve Emekçi Bayramının kutlandığı 1 Mayıs, Nevruz Bayramının kutlandığı 21 Mart gibi örgütün önem atfettiği günler ile örgüt üyeleri ile ilgili etkinliklerin organizasyonunda yer aldığı ve bizzat etkinliklere, örgütün seksiyonu olan DHF saflarında katıldığı, örgütün amaç ve ideolojisini kitlelere empoze etmeye çalıştığı ve bu şekilde sanığın eylemlerinin 2011 ve 2012 yılları içerisinde, çeşitli tarihlerde ve süreklilik arz edecek şekilde belli bir yoğunluğa ulaştığı, yukarıda açıklandığı şekilde örgütün seksiyonlarında yer alarak örgütün amaçları doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak, diğer bazı terör örgütlerini desteklemek, örgütün silahlı ve silahsız mensuplarını sahiplenip onların yasa dışı eylemlerini benimsemek şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle, terör örgütü MKP/HKO ile arasında organik bir bağ olduğunu açıkça ortaya koyduğu ve dolayısıyla adı geçen örgütün bir üyesi olduğu anlaşılmıştır....Sanık Uğur Yeşiltepe'nin;- Yargılamaya konu MKP/HKO terör örgütünün bir alt seksiyonu olup örgütün amaçlarına hizmet eden Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) içinde aktif rol alarak örgüte hizmet ettiği,- Terör örgütü MKP/HKO'nun silahlı üyeleri olup Türk Silahlı Kuvvetleriyle girdikleri silahlı çatışma sonucunda ölü olarak ele geçirilen teröristlerin cenazelerine ve anma törenlerine katılmak suretiyle onları ve yasadışı eylemlerini sahiplendiği,- Sanığın, örgüt kurucusu olan İ.K.yı 'önder' olarak kabul ettiği, - Yargılamaya konu MKP/HKO terör örgütüyle aynı çizgide terörist faaliyetlerde bulunan diğer bazı örgütlere de devrimci birliktelik adına destek verdiği,- Sanığın, örgütün kurucusu olan İ.K.nın anıldığı 18 Mayıs, İşçi ve Emekçi Bayramının kutlandığı 1 Mayıs, Nevruz Bayramının kutlandığı 21 Mart gibi örgütün önem atfettiği günler ile örgüt üyeleri ile ilgili etkinliklerin organizasyonunda yer aldığı ve bizzat etkinliklere, örgütün seksiyonu olan DHF saflarında katıldığı, örgütün amaç ve ideolojisini kitlelere empoze etmeye çalıştığı ve bu şekilde sanığın eylemlerinin 2011 ve 2012 yılları içerisinde, çeşitli tarihlerde ve süreklilik arz edecek şekilde belli bir yoğunluğa ulaştığı, yukarıda açıklandığı şekilde örgütün seksiyonlarında yer alarak örgütün amaçları doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak, diğer bazı terör örgütlerini desteklemek, örgütün silahlı ve silahsız mensuplarını sahiplenip onların yasa dışı eylemlerini benimsemek şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle, terör örgütü MKP/HKO ile arasında organik bir bağ olduğunu açıkça ortaya koyduğu ve dolayısıyla adı geçen örgütün bir üyesi olduğu anlaşılmıştır....Sanık Yıldız Ataş'ın;- Yargılamaya konu MKP/HKO terör örgütünün bir alt seksiyonu olup örgütün amaçlarına hizmet eden Demokratik Haklar Derneği (DHD) ve üst oluşumu Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) içinde aktif rol alarak örgüte hizmet ettiği,- Terör örgütü MKP/HKO'nun silahlı üyeleri olup Türk Silahlı Kuvvetleriyle girdikleri silahlı çatışma sonucunda ölü olarak ele geçirilen teröristlerin cenazelerine katılmaksuretiyle onları ve yasadışı eylemlerini sahiplendiği,- Terör örgütünün yayın organı olan 'Halkın Günlüğü' gazetesinin satışını/dağıtımını yaparak örgütün amacına hizmet ettiği, - Sanığın, örgüt kurucusu olan İ.K.yı 'önder' olarak kabul ettiği, - Yargılamaya konu MKP/HKO terör örgütüyle aynı çizgide terörist faaliyetlerde bulunan diğer bazı örgütlere de devrimci birliktelik adına destek verdiği,- Sanığın, İşçi ve Emekçi Bayramının kutlandığı 1 Mayıs, Nevruz Bayramının kutlandığı 21 Mart gibi örgütün önem atfettiği günler ile örgüt üyeleri ile ilgili etkinliklerin organizasyonunda yer aldığı ve bizzat etkinliklere, örgütün seksiyonu olan DHF saflarında katıldığı, örgütün amaç ve ideolojisini kitlelere empoze etmeye çalıştığı ve bu şekilde sanığın eylemlerinin 2011 ve 2012 yılları içerisinde, çeşitli tarihlerde ve süreklilik arz edecek şekilde belli bir yoğunluğa ulaştığı, yukarıda açıklandığı şekilde örgütün seksiyonlarında yer alarak örgütün amaçları doğrultusunda faaliyetlerde bulunmak, diğer bazı terör örgütlerini desteklemek, örgütün silahlı ve silahsız mensuplarını sahiplenip onların yasa dışı eylemlerini benimsemek, örgütün düzenlediği konferansa katılarak alınan kararları uygulamak şeklinde belli bir çeşitlilik seviyesine ulaşan eylemleri nedeniyle, terör örgütü MKP/HKO ile arasında organik bir bağ olduğunu açıkça ortaya koyduğu ve dolayısıyla adı geçen örgütün bir üyesi olduğu anlaşılmıştır." Temyiz üzerine başvurucular hakkında terör örgütüne üye olma suçundan verilen mahkûmiyet hükümleri Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 14/11/2014 tarihinde onanmıştır. Yargıtayın onama kararının gerekçesi şöyledir:"Olay yeri fotoğrafları, inceleme, arama, elkoyma ve iletişimin tespiti tutanakları ile tüm dosya kapsamına göre; Dairemizin 2013 tarih 2010/10955 esas, 2013/3240 sayılı kararı ile silahlı terör örgütü MKP (Maoist Kominist Partisi) ile irtibatlı olduğu kabul edilen Demokratik Gençlik Hareketinin (DGH) faaliyetleri kapsamında düzenlenen etkinlik ve eylemlere katılma, müzahir kitlenin anılan eylemlere katılmasını sağlama, eylemlere katılımı organize etme, örgütün propagandasını yapma, örgüt mensubu iken ölen ya da öldürülen şahısların cenazelerini ve sanık veya hükümlü sıfatıyla ceza evinde bulunan örgüt mensuplarını örgütsel bağlılık içinde sahiplenme ve bu kapsamda gerçekleştirilen eylemlerin örgütle bağlantılı yayın organlarında yer almasını sağlama şeklindeki çeşitlilik ve süreklilik gösteren eylemleri nedeniyle sanıkların MKP silahlı terör örgütü üyesi olduklarına ilişkin kabul ve uygulamada bir isabetsizlik görülmemiştir." Başvurucular Ali Mükan, Hasan Doğan Kılıç, İbrahim Yolcu, Mustafa Aytaç ve Yıldız Sönmez Yargıtay ilamından 27/1/2015 tarihinde haricen haberdar olduklarını belirtmiş; 18/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucu Zafer Güven Yargıtay ilamından 17/2/2015 tarihinde haricen haberdar olduğunu belirtmiş, 2/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Uğur Yeşiltepe ise Yargıtay ilamından 19/1/2015 tarihinde haricen haberdar olduğunu belirtmiş, 6/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal ([GK], (B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4368
Başvuru, anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanılmasının başvurucuların ifade ve örgütlenme özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru "terör örgütüne silah temin etmek" suçundan yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanılması, yargılamanın adil olmaması, ana dilde savunma yapılmasına izin verilmemesi, açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılamaması nedenleriyle adil yargılama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/9/2013 tarihinde Ergani Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından başvuru belgelerinin bir örneğinin bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin(2) numaralı fıkrası uyarınca başvurununiçtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 8/10/2009 tarihinde gözaltına alınmış ve 9/10/2009 tarihinde tutuklanmışlardır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 8/12/2009 tarihli ve E.2009/1598 sayılı iddianamesiyle başvurucular hakkında "terör örgütüne silah temin etmek" suçundan kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 7/8/2012 tarihli ve E.2009/697, K.2012/490 sayılı kararı ile başvurucuların her birinin 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 1/7/2013 tarihli ve E.2013/3831, K.2013/9962 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 21/8/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7098
Başvuru terör örgütüne silah temin etmek suçundan yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanılması, yargılamanın adil olmaması, ana dilde savunma yapılmasına izin verilmemesi, açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılamaması nedenleriyle adil yargılama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun (sanığın) kabulü yönündeki beyanından dönmesine rağmen hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bodrum Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun taksirle yaralama suçundan cezalandırılması talebiyle 29/5/2018 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamenin Bodrum Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kabulü ile açılan davada duruşmanın ilk oturumu 11/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu anılan oturumda meydana gelen olayda herhangi bir kusurunun olduğunu düşünmediğini beyan ederek isnat edilen suçu inkâr etmiştir. Mahkeme tarafından aynı oturumda başvurucuya 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kurumunun tüm hukuki sonuçları anlatılarak hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde uygulanmasını kabul edip etmediği sorulmuştur. Başvurucu, HAGB hükümlerinden faydalanmak istediğini beyan etmiştir. Başvurucu; Mahkemeye gönderdiği 31/1/2019 tarihli dilekçesinde, her ne kadar savunması sırasında HAGB uygulamasından faydalanmak istediğini beyan etmiş olsa da aklanma hakkını kullanmasını kısıtlayacağı düşüncesiyle beyan ve talebinden vazgeçerek hakkında anılan hükümlerin uygulamasını kabul etmediğini bildirmiştir. Mahkeme 12/12/2019 tarihli yedinci ve son celsede başvurucunun isnat edilen taksirle yaralama suçundan 000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, kabul edilmiş olması nedeniyle HAGB'ye karar vermiştir. 16/1/2020 tarihli itiraz dilekçesinde başvurucu -diğerlerinin yanı sıra- 31/1/2019 tarihli dilekçesi ile HAGB uygulamasına ilk oturumda verdiği muvafakatı geri aldığını bildirmesine rağmen HAGB kararı verildiğini ileri sürmüştür. Anılan itiraz, Bodrum Ağır Ceza Mahkemesinin 21/1/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret gerekçesinde başvurucunun itiraz ettiği hususlarla ilgili olarak bir değerlendirme yapılmamıştır. Başvurucu, nihai hükmü 29/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 24/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8216
Başvuru, başvurucunun (sanığın) kabulü yönündeki beyanından dönmesine rağmen hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, iptal davasında delil olarak kullanılan gizli bilgi ve belgelerden haberdar edilmeme sebebiyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden 3/7/2015 tarihinde mezun olduktan sonra 2017 yılı dış kaynaktan subay temini kapsamında açılan sınava başvurmuştur. Başvurucu hakkında 9/5/1977 tarihli ve 15932 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Fakülte ve Yüksek Okullar Askerî Öğrenci Komutanlıkları ve Öğrencileri ile Fakülte ve Yüksek Okullardan Yetişen Subaylara Ait Yönetmelik'in maddesi uyarınca güvenlik soruşturması yapılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle sınava ilişkin 29/12/2017 tarihli sonuç duyurusunda başvurucunun subay temini kapsamında başvuru şartlarını taşımadığı için başarılı olmadığı ilan edilmiştir. Başvurucu, işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Millî Savunma Bakanlığına (MSB) karşı 16/1/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; başarısız olmasına ilişkin herhangi bir bilgi verilmediğini, adli sicil ve arşiv kaydının bulunmadığını belirtmiştir. Her ne kadar bilgi verilmese de işlemin dayanağının hakkında yapılan güvenlik soruşturması olduğunu düşündüğünü ve güvenlik soruşturmasının olumsuz olmasını gerektirecek herhangi bir bilginin bulunmadığını ifade etmiştir. Davalı MSB, dava dilekçesine karşı 22/2/2018 tarihli dilekçe ile savunma yapmıştır. Dilekçede, başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması sonucunda elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi neticesinde başvurucunun gerekli şartları taşımadığına karar verildiği ve yapılan işlemin takdir yetkisi kapsamında hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 13/3/2018 tarihinde yürütmenin durdurulması istemini oyçokluğu ile reddetmiştir. Kararın karşıoyu şu şekildedir:"Davacı hakkında güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına esas alınan belgede, davacının 2009 yılında yasa dışı bir toplantıya katıldığı notunun yer aldığı ve bundan başka bir bilgi ve belgenin de dosyaya sunulmadığı, ancak bahse konu bilgi notunda toplantının bir örgüt toplantısı olup olmadığına ilişkin bir tespit veya kanaatin belirtilmediği ve davacının o tarihte 17 yaşında olduğu hususları dikkate alındığında, mevcut verilerin davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte olmadığı ve bu değerlendirmenin esas alınarak davacının başarısız sayılmasına ilişkin işlemin hukuka uygun olmadığı..." Başvurucu 3/4/2018 tarihli dilekçesi ile savunmaya cevap vermiştir. Dilekçesinde güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına sebep olabilecek herhangi bir nedenin bulunmadığını belirtmiştir. Güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına dayanak olan bilgi ve belgelerin neler olduğunu bilmediğini, söz konusu bilgi ve belgelerin savunma hakkı kapsamında tarafına tebliğ edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Davalı MSB 18/5/2018 tarihli dilekçesi ile cevap dilekçesine cevap vermiştir. Dilekçede mevzuat hükümlerine yer verildikten sonra askerlik görevinin önemi nedeniyle gerektirdiği nitelikler konusunda hassas olunması gerektiği vurgulandıktan sonra başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması neticesinde elde edilen bilgiler nedeniyle başvurucunun başarısız sayıldığı tekrar edilmiş ve işlemin hukuka uygun olduğu bir kez daha dile getirilmiştir. Mahkeme 31/1/2018 tarihli ara kararı ile başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucu elde edilen bilgilerin gizlilik derecesine sahip olması durumunda gizlilik prosedürüne uygun olarak kapalı zarf içinde ve gizli kaşesi basılarak gönderilmesini istedikten sonra gelen gizli bilgileri değerlendirerek 9/10/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararda, başvurucunun istihdam edileceği hizmetin ve görevin niteliği gözönüne alındığında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, karara karşı 2/1/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Dilekçesinde her ne kadar güvenlik soruşturmasına ilişkin bilgiler paylaşılmasa da yürütmenin durdurulmasının reddedilmesine ilişkin kararın karşıoyundan, hakkında yapılan güvenlik soruşturmasının 2009 yılında katıldığı bir toplantı nedeniyle olumsuz sonuçlandığının anlaşıldığını ifade etmiştir. Anılan toplantının içeriğinden ve neden olumsuz olarak değerlendirildiğinden bahsedilmediğini, bu nedenle içeriğinin ne olduğunun somut olarak belli olmayan bir bilgi nedeniyle güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanamayacağını belirtmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Daire) 30/9/2019 tarihinde istinaf talebini oyçokluğu ile reddetmiştir. Kararın karşıoyunun ilgili kısmı şu şekildedir:"Somut uyuşmazlıkta, dava konusu işlemin dayalı olduğu güvenlik soruşturması sonucunda ilgili hakkında edinilen istihbari bilgi notunda 'davacının 2009 yılında İslami Cihat Birliği Örgütü sorumlu düzeyde faaliyet göstermekteyken tutuklanan şahsın iş yerinde gerçekleştirilen toplantıya katıldığı' bilgisinin teyidi amacıyla yapılan Dairemizin 29/03/2019 ve 28/06/2019 tarihli ara kararlarına verilen cevapta istihbari bilgi notu dışında herhangi bir bilgi ve belge gönderilmediği, istihbarat notunun ise tek başına hukuki delil niteliği taşımadığı, haricen delillendirilmedik[ç]e yapılacak işlemlere gerekçe teşkil edemeyeceği, bu kapsamda herhangi adli soruşturma bulunup bulunmadığı, yapılan bu toplantılarla ilgili adli işlem başlatılıp başlatılmadığı, davacı hakkında istihbari bilgiye teyit eden yasa dışı faaliyetlere katılıp katılmadıklarına ilişkin olarak açılmış bir tahkikat veya adli soruşturma bulunup bulunmadığı, bugüne kadar herhangi bir tahkikata isimlerinin dahil edilip edilmediğin veya herhangi bir tahkikatta isminin geçip geçmediğinin araştırılması gerektiğinden ..." Nihai karar başvurucuya 4/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Bünyamin Uçar, B. No: 2017/32004, 3/6/2020, §§ 16-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36493
Başvuru, iptal davasında delil olarak kullanılan gizli bilgi ve belgelerden haberdar edilmeme sebebiyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, baro staj listesine yazılma talebinin reddine ilişkin işlemin iptali davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, hâkim adayı olarak görev yaptığı sırada 20/11/2017 tarihli ve 695 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (695 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucunun baro staj listesine yazılma talebi Manisa Barosu Yönetim Kurulunun 11/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulunun 9/8/2018 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. TBB kararı Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından uygun bulunmayarak 21/9/2018 tarihli karar ile bir daha görüşülmek üzere TBB'ye geri gönderilmiştir. TBB12/10/2018 tarihli kararıyla Bakanlığın geri gönderme gerekçesine uyma kararı vermiştir. Başvurucu, baro staj listesine yazılmamasına ilişkin TBB kararının iptali talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 26/9/2019 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nda kamu görevini yerine getirebilme niteliğini kaybetmiş olanların avukatlık mesleğine kabul talebinin reddedileceğinin hüküm altına alındığı, hâkim adayı olarak görev yapmakta iken kamu görevinde kalmasının uygun olmadığından bahisle görevden çıkarılmasına karar verilen başvurucunun staj listesine yazılma talebinin reddi yönündeki işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 20/2/2020 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 1/3/2020 tarihinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) öğrenmiş; 15/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. COVID-19 salgını nedeniyle 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun uyarınca 13/3/2020 tarihinden 15/6/2020 tarihine kadar bireysel başvuru süresinin durduğu dikkate alındığında başvurunun süresinde olduğu değerlendirilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/18830
Başvuru, baro staj listesine yazılma talebinin reddine ilişkin işlemin iptali davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22794
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru gözaltında iken kolluk görevlilerinin hakaretlerine maruz kalma ve idari gözetim altında iken insan haysiyetiyle bağdaşmayan koşullarda tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1972 doğumlu olup Türkmenistan Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucunun Türkiye'ye giriş kaydına rastlanmamıştır. 19/5/2016 tarihinde fuhuş suçu isnadıyla gözaltına alınan başvurucunun ifadesi alınmıştır. Başvurucu adli işlemlerin tamamlanmasının ardından 20/5/2016 tarihinde İstanbul İl Göç İdaresine ve sonrasında Kumkapı Geri Gönderme Merkezine (GGM) götürülmüştür. İstanbul Valiliğinin 23/5/2016 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) ve (ç) bentleri uyarınca başvurucunun sınır dışı edilmesine ve bir ay süreyle idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu sınır dışı etme kararının iptali istemiyle 15/6/2015 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde özetle verilen kararın hukuka aykırı olduğunu, Türkmenistan ile Türkiye arasındaki anlaşmalara aykırı olduğunu, somut delillere dayanmadığını, husumetli olduğu kişi tarafından tuzağa düşürüldüğünü belirterek iptal edilmesini talep etmiştir. Başvurucu ayrıca idari gözetim kararının sonlandırılması amacıyla İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine başvuru yapmış, talebi 3/6/2016 tarihli kararla kabul edilmiş ve başvurucu serbest bırakılmıştır. Başvurucunun İdare Mahkemesinde açtığı dava 28/11/2016 tarihinde reddedilmiştir. Kararda, başvurucunun kendisini müşteri olarak tanıtan polislerle pazarlık yapıp buluştuğu, seri numaraları belirlenen paraları aldığı, sonrasında kolluk görevlilerin polis tanıtma kartlarını göstererek başvurucuyu yakaladıkları belirtilmiş; başvurucunun menfaat karşılığı fuhuş yaptığının gerek kendi beyanı gerekse dosyadaki diğer belgelerden anlaşıldığı ifade edilmiştir. Anılan karar 3/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Y.T. GK, B. No: 2016/22418, 30/5/2019, §§ 22-25; T.T. B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25 ve B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5168
Başvuru gözaltında iken kolluk görevlilerinin hakaretlerine maruz kalma ve idari gözetim altında iken insan haysiyetiyle bağdaşmayan koşullarda tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, koğuş ve odalara ait havalandırma bahçesinin üzerine fens teli çekilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucuya oğlu tarafından gönderilen posta içeriğinde bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru formu, AİHM başvurusuna dair açıklamalar ve 11 sayfalık yazı, Disiplin Kurulunun 5/5/2019 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla başvurucuya teslim edilmiştir. Fakat posta içeriğinde yer alan AİHM'nin Alparslan Altan/Türkiye (B. No: 12778/17, 16/4/2019) kararının değerlendirme metni, gazete haberleri, basın açıklamalarından ibaret fotokopi evraklar başvurucuya verilmemiştir. Disiplin kurulunun gerekçesinde başvurucuya verilmeyen evrakların başvurucuyla ilgilisinin bulunmadığı ve ne şekilde temin edildiğinin belli olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı infaz hâkimliğine yaptığı şikâyet 11/6/2019 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz ağır ceza mahkemesince 1/7/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucunun avukatı Ö. tarafından gönderilen posta içeriğinde yer alan 41 sayfalık AİHM formu ve ekindeki fotokopi evraklar Disiplin Kurulunun 21/6/2019 tarihli sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla başvurucuya teslim edilmiştir. Posta içeriğinde bulunan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin 28/5/2019 tarihli ve 2980/2017 sayılı görüşünün İngilizce olması ve örgütsel haberleşme aracı olarak kullanılabileceği gerekçesiyle sakıncalı görülerek başvurucuya teslim edilmemiştir. Başvurucu bu metnin Türkçesinin internet ortamında bulunduğunu ifade etmektedir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı şikâyet, infaz hâkimliğince 1/7/2019 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz da ağır ceza mahkemesinin 18/7/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu cezaevinde havalandırma bahçesine fens teli çekilmesi uygulamasına karşı infaz hâkimliğine şikâyette bulunmuştur. İnfaz hâkimliği 11/5/2018 tarihinde fens telinin konulma amacının mahpuslar arasında bilgi notu, gizli haberleşme, psikiyatrik ilaç alışverişinin engellenmesi amacı taşıdığı, fens teli aralıklarının 5 cm olduğu, güneş ışınları ile hava alımını etkilemediği gerekçesiyle şikâyetin reddine karar vermiştir. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı itiraz ağır ceza mahkemesince 22/6/2018 tarihinde reddedilmiştir. Karar başvurucuya 12/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/7/2019 tarihinde süresi içinde bütün kararlara karşı aynı başvuru formuyla bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/26373
Başvuru; mektubun sakıncalı bulunarak alıkonulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin, koğuş ve odalara ait havalandırma bahçesinin üzerine fens teli çekilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gazeteci olan başvurucu hakkında iki farklı tarihte uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 29/11/2016 ve 23/5/2017 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Kişi ve konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2017/24551 numaralı bireysel başvurunun 2016/30112 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/30112 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, her iki başvuruya ilişkin görüşünü ayrı ayrı bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşlerine karşı süresinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, birçok farklı gazetede yazı ve makaleleri yayımlanmış olan bir gazetecidir. Başvurucu; Yeni Şafak gazetesinde çalışmış, Taraf gazetesinde “HerTaraf” sayfasının editörlüğünü üstlenmiş, daha sonra Millet Gazetesi, Yeni Hayat gazetesi ve T24 isimli internet haber sitesinde köşe yazarlığı yapmıştır. Başvurucunun ayrıca yazılarını yayımladığı kişisel bir internet sitesi bulunmaktadır. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye’de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Bu kapsamda FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarındaki ve eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum, medya gibi farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik soruşturmalar yapılmış; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuyla birlikte otuz beş kişi hakkında FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 29/8/2016 tarihinde başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak “soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği” gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun(2) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 30/8/2016 tarihinde başvurucunun gözaltına alınmasına karar vermiş, başvurucu aynı gün gözaltına alınmıştır. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü tarafından 1/9/2016 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya, yazdığı tespit edilen bazı yazı ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasında faaliyet gösterdiği yönünde şüpheler olduğu bildirilmiş ve bunlara ilişkin savunması sorulmuştur. Başvurucuya yöneltilen soruların temel dayanağını oluşturan ve kolluk görevlilerince düzenlenmiş olan Açık Kaynak Kodlu Tespit Raporu isimli belgede başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olgular özetle şöyle ifade edilmiştir:i. Başvurucunun 21/9/2015 tarihinde Halk TV’de katıldığı bir programdaki konuşmasında 1/11/2015 tarihinde yapılacak olan seçimler sonrasında birçok alternatifin olduğunu, bu alternatifler arasında darbenin de bulunduğunu söylediği ileri sürülmüştür.ii. Başvurucunun 17-25 Aralık soruşturmaları sürecinde devlet ve Hükûmete karşı olumsuz söylemleri nedeniyle, çalışmış olduğu Yeni Şafak gazetesinden ayrıldığı belirtilmiştir.iii. Başvurucunun FETÖ/PDY’nin amacı doğrultusunda yurt içinde ve yurt dışında Türkiye aleyhine kamuoyu algısı oluşturma çabası içine girdiği, bu bağlamda Millet Gazetesi ve Yeni Hayat gazetesinde yayımlanan bazı yazılarına atıfla Türkiye’nin DEAŞ’a destek verdiğini söylediği ifade edilmiştir. Söz konusu yazıların ilgili bölümleri şöyledir:- Millet Gazetesi’nde 22/7/2015 tarihinde yayımlanan “AKP:Soft Işid” başlıklı yazı:“.... IŞİD [DEAŞ]: AKP’NİN İYİ ÇOCUKLARIKatliamdan [20/7/2015 tarihinde Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde, Suriye’deki çatışmalara ilişkin bir basın açıklaması sırasında DEAŞ tarafından gerçekleştirildiği belirtilen bombalı intihar saldırısında çok sayıda kişi hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır.] sonra gerek AKP çevresinden gerek Erdoğan’dan gelen açıklamalar patlamayı sıradanlaştırma eğiliminde. Bunun nedeni çok açık. IŞİD’in Ortadoğu’da bir tehlike haline gelmesinde en büyük pay bizatihi AKP’nin dış politikası ve politika yapıcılarınındır. DAEŞ’e ‘bizim iyi çocuklar’ muamelesi yapan AKP, artık o çocukları kontrol edemez hale gelmiştir...”- Yeni Hayat gazetesinde 3/7/2016 tarihinde yayımlanan “AKP’nin İyi Çocuklarının Küresel Cihadı” başlıklı yazı:“AKP’nin iyi çocukları Arap Baharı’ndan sonra siyasal İslamcı İhvan ile kurulan ideolojik ortaklığın Suriye’deki ortaklarından biri o dönem IŞİD’in de içinde olduğu El Nusra oldu. Türkiye, Suriye’de başlayan isyan sonrasında Batı ile kurduğu ittifak gereği Özgür Suriye Ordusu (ÖSÖ) destek verdi. Ancak bununla yetinmedi. IŞİD’in de içinde olduğu El Nusra’ya kimi zaman doğrudan kimi zaman dolaylı yoldan destek verdi. IŞİD, EL Nusra’dan ayrıldıktan sonra bölgede daha etkili bir terör örgütü haline geldi. Hem 2004’de kurulduğu Irak’ta hem de Suriye’de etkili oldu. IŞİD’in Irak ve Suriye’de kurduğu düzen ve Batı’ya ve dünyaya terör üzerinden başlattığı savaş, dünyanın farklı bölgelerinde geri kalmış Müslüman ülkeler tarafından dolaylı desteklendi; kimi ülkelerdeki terör örgütleri tarafından da açık biçimde sahiplenildi ve bu örgütler IŞİD’e bağlılıklarının ilan etiler. Bu anlamda adı konulmamış bir küresel cihadı başlatmışlardır. Erdoğan/AKP iktidar bloku ile IŞİD’in ideolojik ortalığı, Batı’ya ve dünyaya İslam adına meydan okuması oldu. IŞİD’in elindeki silah gücü ve terör yöntemleriyle, İslam adına Batı’ya ve dünyaya yaptığı meydan okumayı; AKP, sandıktan elde ettiği plebisiter çoğunlukla yumuşak biçimde yapmaya çalışıyor. Türkiye’yi demokratik meşruiyet zeminini çoğunlukçu bir anlayışla, otoriter bir tek adam rejimine dönüştürüyor. Sadece içeriye değil, aynı şekilde dünyaya düzen vermeye soyunuyor. AKP-IŞİD arasındaki ideolojik hattın özü de bu oldu. AKP, bu açıdan her zaman soft IŞİD oldu...”iv. Başvurucunun Yeni Hayat gazetesinde 12/6/2016 tarihinde yayımlanan “Devlete Karşı Sivil İtaatsizlik” başlıklı yazısıyla yurt içinde ve yurt dışında devleti vatandaşlarının gözü önünde küçük düşürecek eylemlere yönelttiği ileri sürülmüştür. Anılan yazının ilgili kısmı şöyledir:“ ... Sivil itaatsizlik çünkü… Bu kavramı 1848’de Henry David Thoreau; ‘Yönetim siyasetinin ya da yasaların değişmesini isteyen, aleni, şiddetsiz, vicdani, fakat aynı zamanda siyasi olan, yasa dışı bir eylem.’ Olarak tanımlamıştır. Bu haliyle sivil itaatsizlik eylemi;-yasaya aykırı,-ama şiddet içermeyen,-toplumsal duyarlılık yaratacak biçimde kamuya açık, sonuçları hesaplanabilir ve en önemlisi de buna katılanların;-eylemin hukuki ve siyasal sonuçlarına katlanılmayı göze almasına dayanır.Son dönemde ortaya çıkan onca anayasal ihlale, hukuksuzluğa rağmen devletin hiçbir kurumu görevini yapmıyor. En basit biçimde Cumhurbaşkanı seçilmek için gerek şart olan üniversite lisans diplomasının olup olmadığının bu kadar tartışılıp gerçek ortaya çıkarılamıyorsa; muhalefetin ve toplumun başka siyasal araçlar kullanması kaçınılmazdır. Sivil itaatsizlik bu araçlardan sadece biridir.”v. Başvurucunun Millet Gazetesi ve Yeni Hayat gazetesinde yazmış olduğu köşe yazılarında Türkiye aleyhine değerlendirmelerde bulunduğu, Türkiye’nin teröre destek verdiğine yönelik ifadeler kullanarak devleti uluslararası kamuoyunda zor durumda bıraktığı iddia edilmiştir. Söz konusu yazılardan suçlamaya konu edilenlerinin ilgili kısımları şöyledir: - Millet Gazetesi’nde 17/12/2014 tarihinde yayımlanan “17-25 Aralık ve Ortadoğulu Türkiye” başlıklı yazı:“Bugün 17 Aralık. Geçen yıl ortaya çıkan 17 ve 25 Aralıkta gerçekleşen operasyonla birlikte ortaya çıkan iddiaların üzerinden 1 yıl geçti. Bu 1 yıl içinde 17-25 Aralık iddialarına ilişkin dosya, hukuk içinde çürütülmesine fırsat tanınmadan takipsizlikle sonuçlandı. İktidar bu iddialara ‘darbe’ dedi ama bugüne kadar © savcı, darbe girişimi iddiasıyla soruşturma açmadı. AKP, Gezi protestoları gibi 17-25 Aralık’ı da hükümete darbe olarak algıladı. Yaşananları, tepkileri, iddiaları anlamak yerine açıklamayı tercih etti. Darbe iddialarını meşrulaştırmak için de pek çok komplo teorisi ortaya koydu. 17 Aralık’ın Yılında Türkiye’ye baktığımızda demokratikleşmiş, zenginleşmiş, sivilleşmiş ve normalleşmiş bir ülke görmüyoruz. Tam tersine adım adım otoriterleşen, parti devletinin inşa edildiği bir ülke görüyoruz. Siyasi iktidar, Meclis’i işlevsizleştirip siyasi alanı daraltıyor. Yargıyı parti devletine bağlı hale getiriyor ... 14 Aralıkta E. ve H.K.ya yapılan operasyon, bu kutuplaşmada önemli bir yer tutuyor. Bu operasyonlara, ABD’den AB’ye, düşünce ve ifade özgüriüğü kurumlarından basın özgürlüğü kurumlarına, herkes tepki gösterdi...”- Millet Gazetesi’nde 6/2/2015 tarihinde yayımlanan “Bank Asya: Müsaderenin Son Kurbanı” başlıklı yazı:“Salı gecesi polis eşliğinde Bank Asya’ya yapılan baskın ve bankanın yönetimin değiştirilmesi; ülkeyi yönetenlerin siyasi ve kültürel kimliği değişse de zihniyetin değişmediğini gösterdi...”- Millet Gazetesi’nde 27/4/2015 tarihinde yayımlanan “Modern İstiklal Mahkemeleri” başlıklı yazı:“Önceki gece Asliye Ceza Mahkemesi Samanyolu Yayın Grubu Başkanı H.K. ve 75 tutuklu polis hakkında tahliye kararı verdi. Tahliye kararı henüz gerçeklemiş değil çünkü iktidar karan, yetkisiz ve hukuksuz bulduğu için uygulanmasını da istemiyor. Uygulanmaması için de tüm gücünü kullanıyor ve kullanacak da. Düşünün ki, hakimin verdiği kararı, savcı inceliyor ve hakimin verdiği kararı tanımıyor. Bir de buna hukuk, hukuk devleti diyoruz, öyle mi? Hakimin verdiği kararın savcı tarafından incelendiği ve tanınmadığı bir süreçte, kimse bu kararın arkasındaki tartışmaları hukuki metinler, yasa maddeleri üzerinden açıklamaya ve anlamaya çalışmasın. Çünkü tahliye kararının infazının gerçekleşmemesi hukuki değil siyasi bir kararıdır. Hukuk, siyasetin aracı haline getirilmişti Bakunin’e atfedilen o meşhur sözle ‘hukuk iktidarın fahişesi’ haline getirilmiştir. Başbakan Davutoğlu dün Gümüşhane de; ‘Bir hafta önce Pensilvanyadan tahliye edilsinler talimatı aldı. Elimizde kayıtlan var’. Kabataşta da Dolmabahçe’de de vardı o kayıtlar ama bir biz görmedik ... Torba yasalarla Meclis’i işlevsizleştiren AKP, 17-25 Aralık soruşturmalarından sonra hukuku adım adım yürütmeye bağlamıştır. Son olarak Sulh Ceza Hakimlikleri adı altında AKP, kendi silahsız hukuk gücünü kurmuş ve muhalif olan herkesi sigaya çekmeye başlamıştır. Cemaat başta olmak üzere öteki, hasım olarak gördüğü herkesi, hukuk üzerinden tasfiye etmeye çalışıyor. Bunun alt yapısını da ‘makul şüphe’ kurduğunu unutmayalım. Oysa hukuk toplum olmanın, farklılıkların bir arada yaşamasının teminatıdır. Hukuku bir kez ihlal ettiğinizde, bu ihlalin ortaya çıkmaması için daha büyük ihlaller yapmak zorunda kalırsınız. Bugün yaşadıklarımız budur AKP, hukuk cinayeti işliyor ve buna devam edecek...” - Millet Gazetesi’nde 5/5/2015 tarihinde yayımlanan “Hukukun Cesedine Tecavüz” başlıklı yazı:“Bu tür tabirleri kullanmaktan kaçınırım ancak son günlerde yaşadığımız fecaati ve absürtlüğü çok iyi anlattığı için hukukçu ve gazeteci G.A.dan bu kavramı ödünç alarak kullanıyorum. 17/25 Aralıktan sonra iktidar yürütme faaliyetlerini örtbas etmek ve hukuksuzlukları yok etmek için hukuku katletti; kuvvetler ayrılığını bitirdi. Ancak hukukun/adaletin katili olmakla yetinmediler. Cinayetten pişmanlık duymadıkları gibi bunu alışkanlık haline getirdiler Hukukun toparlanmasına dirilmesine de müsaade etmediler. İşledikleri suçlar onları nasıl baskı altına aldıysa ve hesap verme korkusu yüreklerini nasıl sardıysa öldürdükleri hukuka habire bıçak saplıyor, ateş ediyor, tekme atıyorlar ... hâkimlik teminatına rağmen iktidarın istemediği bir karar verdi diye bu ülkede 2 hâkim bir gecede açığa alındı ve tutuklandı ...”- Millet Gazetesi’nde 3/6/2015 tarihindeyayımlanan “[] ya da Özgürlük Sorumluluktur” başlıklı yazı:“Cumhuriyet gazetesi ve gazetecilik adına iyi bir iş çıkardı. Suriye sınırında durdurulan MİT tırlarının içinde hükümetin iddia ettiği gibi insani yardım değil silah ve mühimmat olduğunu belgeleriyle kanıtladılar. Bu malumun ilanı oldu. Çünkü tırları durduran savcılar ve savcılara eşlik eden Askeri yetkililerin tutulan tutanaklarında da bu gerçek yazılıydı. Bu yüzden savcılar ve askeri yetkililer önce görevden alındılar sonra tuluklandılar ...”- Millet Gazetesi’nde 2/9/2015 tarihinde yayımlanan “Hukuk Kılıfıyla Medya Susturma Operasyonu” başlıklı yazı:“Twitter fenomeni Fuat Avni’nin geçtiğimiz günlerde paylaştığı kıyamet senaryosu gerçek olmaya başladı. Gazetemizin bağlı olduğu Koza Grubuna yönelik ‘makul şüphe’ gerekçesi ile yapılan baskını, kimse hukuki bir gerekçe ile meşrulaştıramaz. Bu baskın, Erdoğan ve AKP’ye eleştirel duran medyaya yönelik siyasi bir baskın ve sindirme operasyonudur. Benden olmayan, olmasın zihniyetinin bir yansımasıdır. Fuat Avni’nin yazdığı gibi bu operasyonların devamı başka gruplara yönelik olarak devam edebilir ...”-Millet Gazetesi’nde 28/10/2015 tarihinde yayımlanan “Silahsız Talan Örgütü” başlıklı yazı:“Gerçekten aklın, mantığın, rasyonelleğin bittiği yerdeyiz. Olan her şey artık insanda ‘bu kadar da olmaz’ hissi uyandırıyor. ‘Askerlik nedir’ dendiğinde hep aynı cevabı duyardık; ‘aklın/rasyonelliğin bittiği yer’. Bunu Erdoğan ve vesayetindeki AKP’nin, yargı eliyle hayata geçirdikleri hukuksuzluklar için de söylemek mümkün.Bank Asya’ya el koydukları gibi gurubumuza da aynı yöntem ve araçlarla el koymak istiyorlar. İlk aşama soruşturmalardı, ikinci aşama kayyum atanması oldu. Geriye bir son aşama yani el koyma kaldı. Yani devlet eliyle özel mülke el koyma, müsadere etme. Bu bildik bir Osmanlı yöntemiydi. Osmanlı, bunu ‘öteki’ gördüğü gayrimüslümlere yapardı çoğunlukla. Bugün Erdoğan ve AKP, bu yöntemi kendisinde farklı düşünenlere, kendisini eleştirenlere, biat etmeyenlere uyguluyor. Bu haliyle AKP artık siyasi partiden çok iktidarı gaspetmiş, silahsız talan örgütüne dönüşmüştür. Kayyum olarak atananların kökenlerine ve daha önceki konumlarına baktığımızda bunun hukuki değil keyfi ve siyasi bir karar olduğunu görüyorsunuz ... İşledikleri suçları hukuku ortadan kaldırarak, saklayacaklarını sanıyorlar. Bunu iktidarda oldukları sürece yapabilirler. Onun için iktidarı bırakmak istemiyorlar. Artık tarihin sizi iyi sayfalara yazma şansı yok. Siz tarihte kötülükler sayfasında, insanlığın lanet ettiği sayfada yer alacaksınız. Siz bunu istediniz. 1 Kasım’da seçim sonucu ne olursa olsun Türkiye’de başka bir dönem başlayacak. Bu dönem geride bıraktığımızdan daha zor olacak. 1 Kasım’dan sonra Erdoğan ve AKP iktidardan gitmemek, toplum ise özgürlük isteyecek.”- 14/3/2014 tarihinde T24 adlı internet gazetesinde yayımlanan “Berkin’in Gösterdiği Gerçek: Türkiye Zihnen Bölünüyor” başlıklı yazı:“... Darbe ama nasıl? Ardından 17 Aralık geldi. 17 Aralık’ta ortaya çıkan basit değil ciddi yolsuzluk iddiaları soruşturmaları oldu. Hükümet ortaya çıkan yolsuzluk iddiaları konusunda hukuki süreci işletmede imtina ederken; bu soruşturmaları kendisine yönelik ‘darbe’ görüp, emniyetten yargıya ciddi bir tasfiyeye ve yer değişikliğine gitti. Bu da yetmedi, yargı fiili olarak yürütmeye bağlandı. Yetmedi, bu süreçte çıkan tüm yasalar neredeyse tüm Türkiye’nin temel hak ve özgürlüklerini daraltan düzenlemeler oldu. Yakın geçmişe kadar ortak olduğu cemaati sadece devlette değil kamu ve kamusal alanda da çıkarıp özel alana hapsetmeye yöneldi. Fethullah Gülen’e, cemaatin önde gelenlerine nefretsuçuna girecek derecede sert eleştiriler yönetti. Gezi’de laik seküler kesimi karşısına almaktan çekinmeyen Erdoğan. 17 Aralık ile birlikte muhafazakâr cemaati de karşısına aldı...”vi. Başvurucunun FETÖ/PDY’ye ait basın kuruluşlarında köşe yazarlığı yapmasının yanı sıra bu yapılanmanın görsel medya organı olan Can Erzincan TV’de de programlara katıldığı ve -konuşmaların içeriğine dair bir açıklamada bulunulmaksızın- bu programlardaki konuşmalarıyla devlet ve Hükûmet aleyhine kamuoyu oluşturmaya çalıştığı ileri sürülmüştür. vii. Başvurucu tarafından kullanıldığı belirtilen Twitter hesabından FETÖ/PDY lehine paylaşımlarda bulunulduğu ve başvurucunun darbe teşebbüsünden kısa bir süre sonra 25/7/2015 ila 26/7/2016 tarihlerindeki paylaşımlarının tamamını sildiği belirtilmiştir.viii. Bu paylaşımların silinmesinden önce başvurucunun 15 Temmuz darbe girişimi gecesi “Darbe girişimine karşı demokrasi ve siyaset diyoruz ama camilerden cihat çağrıları nedir?” şeklinde paylaşımda bulunduğu ve bu paylaşımın o gün Twitter uygulamasını kullanan kişiler tarafından eleştirildiği belirtilmiştir.ix. Yine bu paylaşımların silinmesinden önce başvurucunun FETÖ/PDY ile alakalı paylaşımlar yaptığı belirtilmiştir. Bu kapsamda raporda örnek olarak başvurucunun “Cemaat belki de ilk defa kurumsal olarak devletin ötekisi oldu. Bu cemaatin ilk defa siyasetle tanışması demek’; ‘Devletin ötekisi sınıfına güçlü ve örgütlü bir öteki olarak cemaat eklenmiştir. Onun için cemaat ‘siyaset’ yapmalı’ ; ‘Bugün AKP’nin yaptığı, devleti paralel yapıdan temizleme değil kendi devletini inşa etmektir. Bunu eleştirenleri ve önüne duranları tasfiye etmektir.’; ‘Hedef, sadece cemaat değil AKPliler dışında herkestir. 17-25 Aralık iddiaları öncesinde, gündem değiştirme topluma gözdağı verme, tartışmaların önüne geçme hedefini taşıyan bu operasyonun tam tersine sonuçlanacağına kimse endişe etmesin.’ ; ‘AKP iktidarı, bu zihniyette devam ettikçe zamana yayılan darbe kalıcı hale gelir. Bu açık’ ;’CHP lideri Kılıçdaroğlu ‘Yaşanan Süreç bir darbe sürecidir’ derken haksız mı?’ ; ‘Bana kalırsa haklı değil. O yüzden darbeden korkmayın çünkü içinde yaşadığımız süreç yazının başlığı: Sivil post-modern darbe.” Şeklindeki paylaşımlarına atıf yapılmıştır. Raporda atıf yapılan ve iddianamede de yer alan diğer sosyal medya paylaşımları ise şöyledir:- 27/10/2015 tarihinde “Torba yasalarla meclisi işlevsizleştiren AKP, 17-25 Aralık soruşturmalarından sonra hukuku adım adım yürütmeye bağlamıştır.” “Son olarak Sulh Ceza Hakimlikleri adı altında AKP, kendi silahsız hukuk gücünü kurmuş ve muhalif olan herkesi sigaya çekmeye başlamıştır.” “Cemaat başta olmak üzere ‘öteki’ , ‘hasım’ olarak gördüğü herkesi, hukuk üzerinden tasfiye etmeye çalışıyor.” Şeklindeki tweetleri.- 21/9/2015 tarihinde “ADIM ADIM AKP DEVLETİ bugün AKP’nin yaptığı, devleti paralel yapıdan temizleme değil kendi devletini inşa etmektir.” “Bunu eleştirenleri ve önünde duranları tasfiye etmektir. Hedef, sadece cemaat değil AKP liler dışında herkestir.”şeklindeki tweeti.- 6/7/2015 tarihinde “İnsan sormadan edemiyor @fuatavni_f daha ne yapsın?”şeklindeki tweeti.- İhsan Yılmaz@ihsanylmz adresinden 1/6/2015 tarihinde paylaşılan “Ülke diktaya gidiyor, ortacılar hala muhalefeti adam etmeye çalışıyor. Ne çektiniz bee! Korkmayın bu kadar yahu 😊” şeklindeki tweeti retwit etmesi.- 29/5/2015 tarihinde “BankAsya’ya el koyan hukuk değil siyasettir” şeklindeki tweeti.- 19/5/2015 tarihinde “Ankara Cumhuriyet savcısının AKP’yi kendisini eleştiren medyayı susturun talimatının demokraside kabul edilemez. O savcı suç işliyor.” ; “Medyanın susturulmaya çalışılması anayasal bir suçtur. Yargı anayasaya değil Erdoğan’a bağlı.” Şeklindeki tweetleri.-21/2/2015 tarihinde “Gidişleri gelişlerinde daha gürültülü olacak ve insan içine çıkmaya çekinecekler o gündem sonra. Ki şimdi farklı değiller ya neyse” şeklindeki tweeti.- TarıkToros@TarikToros hesabından 12/11/2014 tarihinde paylaşılan “AK-Saray’ın aylık elektrik faturası.. 10 bin aileninkine denk..” şeklindeki tweeti retweet etmesi.İfade tutanağında başvurucunun üzerine atılı suçlamaları anladığını beyan ettiği görülmüş; ifade sırasında başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde; i. FETÖ/PDY’nin medya yapılanmasında yer alıp almadığına ilişkin soruya karşılık “... Geçmişten bugüne bir siyasi partinin üyesi olarak da daima siyaseti demokrasiyi ve sivil alanı savundum. Sosyal medyadaki paylaşımlarım, yazılarım ve sevdiğim müziklerdir. Başta PKK olmak üzere FETÖ/PDY ve diğer terör örgütlerine de her zaman karşı oldum. Devlete devlet içinde örgütlenerek dönüştürülmesinede tüm yazılarımda karşı oldum. Bunu hem yazdım hem de program yaptığım veya konuk olduğum ekranlarda da söyledim. Benim yazılarım genelde siyasi analizler ve gündem değerlendirmeleriüzerinedir ve geçmişte de her türlü hukuk ihlallerini yazdığım medya organlannda televizyonlarda da açık açık eleştirdim. Bunlar genel olarak özel hayatın ihlalleri, uzun tutukluluk halleri, açıkça hukukun istismar edilmesi, haksız tutuklamalar bütün bu konularda da düşüncelerimi geçmişte de eleştiri olarak yazdım. Bunları yapanlar varsa da açık açık cezalarını çekmelidir. Bir hukuk devletinde sayılı suçların hepsi hem yapanlar hem buna göz yumanlar hem de bu suça iştirak edenler siyasi olarak da göz yuman hukuk önünde hesap da vermelidir.” Şeklinde beyanda bulunmuştur. ii. Medya organlarındaki ve sosyal medyadaki yazı ve paylaşımlarına ilişkin soruya karşılık “Medya ve sosyal medya üzerinden FETÖ/PDY yapılanmasını destekler her hangi bir paylaşımda bulunmadım. Sadece öz geçmişimde çalıştığımı beyan ettiğim bu kurum ve kuruluşlardangelen teklif üzerine ben de ekonomik nedenlerle ailemi geçindirebilmem için hiçbir idari tasarrufum olmadan hatta sigortalı dahi olmadan yazılarımı dışardan yazıp yolladım. Bana yazdığım yazılar ile ilgili olarak da dışardan her hangi bir şekilde yönlendirme yada telkinlerde kimse bulunmadı. O dönem mevcut Türkiye koşullarına göre yazılarımı yazdım. Yenişafak gazetesinde bulunduğum dönemde 2011 seçimlerinde oy verdiğim AKP iktidarını başta Suriye politikası olmak üzere eleştirmeye başladım. Eleştirilerim gezi süreci ile birlikte daha açık bir biçimde ortaya çıktı. Gazetenin genel çizgisi ile yazılarımın uyuşmadığı gerekçe gösterilerek Yenişafak gazetesinden atıldım. İşe iade davası açtım davayı kazandım. Dava şu anda Yargıtay’dadır. 17/25 Aralık döneminde Yenişafak gazetesinden atılma sürecinde hükûmetin dediği gibi bu bir darbe girişimi ise tıpkı 15 Temmuz sonrası yaptığı gibi diğer siyasi partiler ile bunun kanıtlarını paylaşmaları ve bunun üzerine hep birlikte gidilmeli idi. Hükûmet 17/25 Aralık soruşturmaları ile ilgili daha somut adımlar atmalıydı. Bunu da sadece görüş ve yazılarımda belirtmiştim. IŞİD bir terör örgütüdür ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik her türlü terör eylemlerine karşı devlet olarak yapılması gereken mücadele yapılmalıdır. Bunun ile beraber Türkiye’de örgüt ile ilgisi olduğu söylenen kişi ve kurumların üzerine de aynı kararlılıkla gidilmelidir. Bunları da aynı şekilde yazılarımda belirtmiştim. Hatta geçmişte AKP iktidarı IŞİD’e karşı politikaları gerektiği sertlikte olmamıştır. Bu dönemde IŞİD Suriye ve Irak’da daha da büyümüş Türkiye dahil tüm dünyaya terör üzerine meydan okumaya başlaması üzerine ben de bu konuya dikkat çekmek için kaleme almıştım. Her hangi bir şekilde sempatizanlığım da söz konusu değildir. Benim Yenişafak gazetesinde yazdığım yazılarda 2013 yılından sonra ve sonraki yıllarda da iktidara yönelik eleştirel bir tutumum var. Bu tutumumun temeli daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasidir. Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümünün daha fazla demokrasi ve özgürlükten geçtiğini inanarak yazdığım yazılardır bu yazıların temel ana konusu budur. Bu doğrultuda çeşitli başlıklar altında yazılan yazılardır. Benim yazmış olduğum tüm yazı ve paylaşımlarıma halen aktif olarak ulaşılabilmektedir. Yazdığım yazılar üzerinde kendi inisiyatifim dışında her hangi bir silinen bilgi ya da paylaşımlarım da yoktur.FETÖ/PDY ile ilgili cemaatin gücünü devleti ele geçirmek için kullanmasına hep karşı oldum nitekim 15 Aralık 2013’te yazdığım bir yazıda ‘cemaatin yol ayrımı ya şeffaflaşma ya siyaset’ başlıklı bir yazı yazdım orada da cemaatin geçmişte kendisine atfedilen suçlar ile ilgili şeffaflaşma sürecine gitmesi gerektiğini siyasette bu kadar etkili olmak istiyorlarsa siyasi parti kurmaları gerektiğini yazdım. 15 Temmuz’da meydana gelen darbe girişimi sonrası atmış olduğum tweettedarbeye karşıyız demokrasiyi savunuyoruz bunun yolu siyasettir. Camilerde uzun süreli okunan selalar ile ilgili hayata bakış açım gereği yanlış bulduğum için böyle bir paylaşım yapmıştım. T24 isimli internet sitesinde 2014 Şubat ve Eylül döneminde yazmış olduğum yazılar ile ilgili olarak da amacım sadece kişisel görüşmelerimi içermekte olup her hangi bir şekilde telkin yada yönlendirme söz konusu değildir. Yine program yapmış olduğum Tvprogramlarında veya konuk olduğumprogramlarda her hangi bir şekilde telkin ya da yönlendirme söz konusu değildir. Hiçbir dinigrup yada cemaatin devlet içinde devlet gibi örgütlenerek devleti ele geçirmesi bir hukuk devletinde suçtur. Hele bunu tüm siyaseti. Siyasi partileri oordinatörü hedef alacak biçimde darbe ile gerçekleştirmesi açık bir terör faaliyetidir. Hukuk devletinin görevi de bu tür yapılanma ve faaliyetlerle mücadele etmek olmalıdır. Sonuç olarak benim için en önemlisi ailemi namerde muhtaç etmemek nerde yazdığımın değil ne yazdığımın önemli olduğudur. Yazmış olduğum tüm yazılarımda kendi görüş ve düşüncelerimi kaleme aldım. Bu fikirlerimi de kimsenin baskısı yada etkisi altında kalmadan yazdımamacım sadece kendimizin ve çocuklarımızın daha özgür ve demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşaması içindi. Bunun haricinde üzerime atılı bulunan hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum.” Biçiminde açıklama yapmıştır. Başvurucu 2/9/2016 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Buradaki ifade alma işlemi sırasında da başvurucunun müdafii hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlar açıklanmıştır. Başvurucu ifadesinde, kolluktaki ifadesini tekrar ettiğini belirtmiş ve ek olarak “... şunu söylemek isterim ki dosya arasında bana gösterilen twitler ve yazılarım Yeni Şafak Gazetesinde çalıştığım süreden bu güne kadar özgür fikirlerimi içermektedir. Benim ne cemaatle ne de örgütle hiçbir alakam yoktur. Benim çalıştığım kurum önemli değildir. Önemli olan fikirlerimi ifade etme ortamıdır. Ben de bu şekilde ortamlarda fikirlerimi beyan ettim ...” şeklinde beyanda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı tarihte başvurucuyu tutuklanması talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Talep yazısında; kolluk makamlarının tespitleri, arama tutanakları ve açık kaynak araştırmaları dikkate alındığında başvurucu yönünden suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu belirtilmiştir. Savcılıkça tanzim edilen evrak ve ekleri sorgu işlemi öncesinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğindeki 3/9/2016 tarihli sorgusunda “... Ben gazeteci ve köşe yazarı olarak basın dünyasında yer alan bir kişiyim. İlkokul, orta okul, liseyi İstanbul’da devlet okulllarında okudum. Erciyes Ünv. İktisadi İdari Bilimler Bölümünden 1999 yılında mezun oldum. Bilgi Üniversitesinde İnsan Hakları Hukuku üzerine yüksek lisans yaptım. Gazeteciliğe 2005 yılında Yeni Ufuk Dergisinde, yayım oordinatörü olarak başladım. Dergi 18 sayı yayımlandı, 2006 yılı Eylül ayında kapandı. O tarihte Yenişafak gazetesinin Ankara temsilcisi olan Mustafa Karaalioğlu gazetenin genel yayın yönetmeni olmuştu, beni de yorum sayfası editörü olarak çalışmak üzere davet etti, ben kendisini daha önce YönFm’de yaptığım radyo programları sırasında tanımıştım. 2006 yılında Yenişafak gazetesinde önce yorum editörü olarak çalışmaya başladım. Daha sonra mülakat, söyleşi, haber vs. çalışmalar yaptım. 2009 yılından itibaren de kendi adıma siyasi, sosyal konularda görüşlerimi ifade etmek üzere köşe yazıları yazmaya başladım. 13 Ocak 2014 tarihine kadar Yenişafak gazetesinde köşe yazarlığı yaptım, bu tarihte gazete yönetimi bana gazetenin genel yayım çizgisi dışına çıktığımı belirterek benimle yollarını ayırdı.Daha doğrusu beni işten attı. Şubat 2014 tarihinde T24 internet sitesinde yazar olarak yazılarım çıkmaya başladı. Ben bu sırada her hangi bir ücret almıyordum. 8 ay ben bu internet haber sitesinde yazı yazdım. Ekim 2014 tarihinde Millet gazetesi yeni yayım hayatını başlamıştı, bana da köşe yazarlığı teklif etti. O dönem çocuğum olması eşimin beyninde tümör rahatsızlığının ortaya çıkması, ailevi sebeplerle paraya ihtiyacım olduğu için kabul ettim. Ayda 6,000 Tl ücret karşılığında, haftada 3 gün köşe yazısı yazmaya başladım.Ekim 2015 tarihinde gazeteye kayyum atandı. Bunun üzerine yazılarımıza son verildi. Daha sonra 000 TL karşılığında Haberdar internet sitesinde yazmaya başladım. Haftada iki gün yine siyasi ve sosyal konularda yazılar yazıyordum. Nisan 2016 tarihinde Haberdar internet sitesi artık telif ödeyemeyeceğini söyledi, ben de yazıları azalttım, Haziran 2016 tarihinde daha önce kurulmuş olan Yeni Hayat gazetesinde köşe yazısı yazmaya başladım. Haftada iki gün köşe yazısı yazıyordum. Telif olarak da yazı başına 450 Tl ücret alıyordum. Bu gazetede 15 Temmuzdan sonra yürürlüğe giren KHK’dan sonra kapatıldı. Ben 15 Temmuzdan sonra gazetede köşe yazısı yazmayı kendiliğimden bırakmıştım. Benim Murat Aksoy hesabım üzerinde Twitter hesabım vardır. Yazılarımı, sevdiğim müziklerimi ve ailemle ilgili anılarımı paylaştım. Facebook ve İnstagramhesabım da vardır. Ben gözaltına alınmadan önce 26/08/2016 tarihinde Twitter’daki bir arkadaşımla girmiş olduğum bir polemik nedeniyle yazdığım yazılardan rahatsız olmuştum, o sebeple Twitter’daki paylaşımlarımı silmek istemiştim, bu sebeple sil komutu verdim, amacım hepsini silmekti ancak belirli bir tarihte durdu. Ben bu tarih itibariyle gözaltına alınacağım konusunda herhangi bir bilgiye sahip değilim. Tamamen kişisel sebeple bu silme işlemini girçekleştirdim. Ben2014 yılı Nisan ayından, 2015 Yılı Eylül ayına kadar bir dönem kendi başıma her hafta bir konuk davet ederek, bir dönemde konuşmacı olarak, Barış Yarkadaş ve Eren Erdemle birliketHalk TV’de Yol Haritası programı yaptım. Yine Zamanın Ruhu isimli programda da Şubat 2016 tarihinden Haziran 2016 tarihine kadar yorumcu olarak bulundum. Ben 2015 yılında yapılan milletvekili genel seçimlerinde hem gazeteci olarak, hem de CHP’den milletvekili aday adayı olabilmek amacıyla Ankara’ya sık sık gittim. Bu gidişlerim 1 Kasım seçim tarihi öncesine ait dönemleri kapsıyordu. O gidiş gelişlerimde çeşitli siyasi partilere ait milletvekilleriyle muhatap oluyordum. O sırada Ankara’da şöyle bir hava vardı, 1 Kasım seçimlerinde de tek başına bir iktidar çıkmaz ise, ekonominin yeni bir seçimi kaldıramayacağı, bunun için de devletin içinde bazı birimlerin başka yollaratevessül edebilecekleri konuşuluyordu. Ben bu durumu kastederek 21 Eylül 2015’teki TV yorumumda bunu ifade ettim, darbe çağırısı yapmış değilim. Benzer konudaki düşünceleri çeşitli gazetelerdeki köşeyazılarında hatta isim vererek dile getirmişlerdir.Benim bu FETÖ örgütüyle herhangi bir doğrudan ya da dolaylı bir organik bağlantım yoktur. Ben bu dönemde diğer yayın yapan gazetelere de iş için başvurdum, ancak olumlu bir cevap alamadım. Benim çalıştığım Yenişafak gazetesi ve T24 internet sitesi yayım hayatına halen devam etmektedir, ancak Millet Gazetesiyukarıda belirttiğim gibi daha önce kayyuma devredildikten sonra yayım hayatına son verilmişti. Haberadar sitesi de kendiliğinden yayım hayatına son verdi, Yeni Hayat gazeteleri15 Temmuz 2016 tarihi itibarıyla yayın hayatına devam ediyordu. Olağanüstü Hal ilanından sonraçıkarılan KHK’dan sonra kapatıldığını ben de basından okudum. FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hedefi ve amacı doğrultusunda hal ve sıfatını bilerek herhangi bir eylemde bulunmadım. Örgüt üyelerinin birbirleri ile irtibat kurdukları belirtilen BYLOCK, EAGLE ve COCO programlarını telefonumda kullanmadım. Bank Asya Finans Kuruluşunda herhangi bir hesabım yoktur. Örgüte himmet yada bağış adı altında herhangi bir yardımda bulunmadım, ben yukarıda belirttiğim gibi, değişik gazete ve dergilerde köşe yazarlığı yaptım, kendi fikirlerimi ve dünya görüşlerimi esas alarak köşe yazıları yazdım. Bunları aynı zamanda Twitter hesabımdan da paylaştım. Bu yazılarım ve paylaşımlarım dışında bana herhangi bir şey sorulmadı, bu yazı ve paylaşımlarımın suç unsuru teşkil ettiğini kabul etmiyorum, herhangi bir hakaret davası dahi açılmamıştır...” şeklinde beyanda bulunmuştur. Başvurucunun avukatı; dosyada gizlilik kararı olduğu için yapılan suçlamalarla ilgili ayrıntılı savunma yapma imkânı olmadığını, ancak sorulan sorulardan başvurucunun gazetecilik faaliyeti ile ilgili olarak yargılandığının anlaşıldığını, başvurucunun Türkiye’de yayın yapmakta olan değişik gazetelerde ve değişik internet sitelerinde kendi görüşlerini ifade ettiğini, bu gazete ve internet sitelerinin farklı dünya görüşlerine sahip kuruluşlar olduğunu ve bu kuruluşların FETÖ/PDY ile ilgilerinin olmadığını, başvurucunun tweet silme işlemini Twitwipe.com adlı program aracılığı ile yaptığını, bu programın bir yıllık tweetleri otomatik olarak sildiğini, bu eylemde herhangi bir suç unsuru aramanın doğru olmadığını belirtmiştir.Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/9/2016 tarihli kararıyla örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“... Murat Aksoy’un üzerlerine atılı Örgüte Bilerek İsteyerek Yardım Etme suçundan şüphelilerin savunması ve soruşturma evrakı kapsamına göre şüphelilere yüklenenÖrgüte Bilerek İsteyerek Yardım Etme suçunun işlendiği hususunda kuvvetli suç şüphesininvarlığını gösteren somut delillerin bulunması, suçun niteliği, delil durumu, delillerin tamolarak toplanmamış olması ve suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırlarına göretutuklama tedbirinin verilmesi beklenen ceza ile ölçülü olması, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı dikkate alınarak, şüphelilerin üzerlerine atılı suçtan CMK’nun Ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına [karar verildi.]” Başvurucu 9/9/2017 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İtiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/9/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İtirazın reddi kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“....şüphelilerin çalışma yaşamına ilişkin geçmişleri, sosyal medya paylaşımları ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisakı bulunan kurum ve kuruluşlarla ilişkileri birlikte değerlendirildiğinde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir delillerin bulunduğu, atılı suç ve öngörülen ceza miktarına göre de tutuklama tedbirinin orantılı olduğu anlaşıldığından itirazların ayrı ayrı reddine [karar verildi.]” Başvurucu 28/10/2016 tarihinde tahliye talebinde bulunmuştur. Talebi değerlendiren İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 31/10/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu 9/11/2016 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 14/11/2016 tarihinde itirazı reddetmiştir. Başvurucu 29/11/2016 tarihinde 2016/30112 sayılı bireysel başvuruyu yapmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 16/1/2017 tarihli iddianameyle başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçlamasıyla kamu davası açılmıştır. İddianamede; başvurucunun FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında kapatılan Millet Gazetesi ile Yeni Hayat gazetesinde ve bazı internet sitelerinde örgüt mensuplarının ve örgütün kara propaganda hesaplarının söylemlerini topluma duyurduğu, örgütle mücadele kapsamında yapılan soruşturmaları itibarsızlaştırıp bu soruşturmalarda görev alan kamu görevlilerini suç işlemekle itham ettiği, ayrıca örgütün yapmaya çalıştığı gibi Türkiye Cumhuriyeti devletini terör örgütü DEAŞ ile irtibatlandırdığı ve bu suretle örgütün algı faaliyetlerinde görev alıp örgüt üyesi olduğu iddia edilmiştir. Bu kapsamda iddianamede başvurucunun yukarıda da atıf yapılan yazılarına ve sosyal medya paylaşımlarına (bkz. § 17) değinilmiştir. İddianamede ayrıca Mali Suçlar Araştırma Kurulu (MASAK) raporuna dayanılarak başvurucunun 25/1/2016 ile 26/4/2016 tarihleri arasında hakkında FETÖ/PDY kapsamında soruşturmalar bulunan ve Haberdar isimli internet sitesinde Sosyal Güvenlik Kurumu kaydı olan E.B adlı şahıstan EFT yoluyla 000 TL aldığı, 7/3/2014 ile 8/12/2015 tarihleri arasında 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Feza Gazetecilik A.Ş.den telif ödemesi açıklaması ile EFT yoluyla 216 TL aldığı, 31/12/2014 ile 27/10/2015 tarihleri arasında FETÖ kapsamında yönetimine kayyım atanan Koza İpek Basın ve Basım Sanayi Ticaret A.Ş.den havale yoluyla 000 TL aldığı, 25/7/2011 tarihinde hakkında aynı örgüt kapsamında soruşturma olup firari durumdaki E.U. isimli kişiye tek işlemde havale yoluyla 800 TL gönderdiği belirtilmiştir. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ½/2017 tarihinde kabul edilmiş ve dava, Mahkemenin E.2017/67 sayılı dosyası üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. Başvurucunun savunması 27/3/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada alınmıştır.Başvurucu, savunmasında özetle;i. Hiçbir örgütün üyesi olmadığını, iddianamede belirtilen örgüt üyesi olma kriterlerinin kendisi açısından geçerli olmadığını zira hiçbir gizli toplantıya katılmadığını, kimseden talimat almadığını, örgütün gizli haberleşme programlarını kullanmadığını, Bank Asyada hesabının olmadığını ifade etmiştir. Kapatılmış olan gazetelerde yazı yazmasının suç olmadığını, o gazetelerin kapatılıncaya kadar yasal sınırlar içinde kurulmuş olan basın yayın organları olduğunu belirtmiştir.ii. Bu medya organları birer suç aygıtıysa burada yargılanması gereken kişilerin gazetelerin yöneticilerinin olması gerektiğini, telifli olmak üzere köşe yazısı yazan gazete ile hiçbir organik ilişkisi olmayan bir kişinin bu medya organlarında yazmış olmasının tek başına bir suç delili olamayacağını ifade etmiştir.iii. Türkiye Cumhuriyeti devletini terör örgütü DEAŞ ile irtibatlandırdığıyla ilgili yazılarına ilişkin olarak bu yazıların temelinde dış politikada Adalet ve Kalkınma Partisinin politik savrulmasını analiz etmeye çalıştığını, yazılarında ifade ettiği hususları sadece kendisinin söylemediğini, bu hususların Türkiye medyasında da dünya medyasında da dile getirildiğini, bu dış politika eleştirilerini sadece kapatılan gazetelerde değil Yeni Şafak ve T24 gazetelerinde de yazdığını ve bütün katıldığı televizyon programlarında da açıkladığını, yazılarında Türkiye’nin DEAŞ konusunda siyasi inisiyatifinin yeterince güçlü olmadığını ifade ettiğini ve bu değerlendirmelerin de bir eleştiriden ibaret olduğunu beyan etmiştir.iv. Halk TV’deki konuşmasıyla ilgili olarak 1 Kasım 2015 tarihli seçim sonuçlarında 7 Haziran benzeri yani tek parti iktidarı çıkmazsa üçüncü bir seçimin değil bir biçimde koalisyonun kurulacağı yönünde kulisler olduğunu, bu kulis bilgilerine göre partileri koalisyon kurmaya zorunlu kılacak bir darbe olabileceğini, bu bilgiyi de Meclis’te olan tüm siyasi partilerdeki kaynaklarından öğrendiğini ifade etmiştir.v. 17-25 Aralık sürecine ilişkin yazılarıyla ilgili olarak bu yazılarında Hükûmetin yapması gerekenin soruşturma ve yargının sağlıklı gerçekleşmesini sağlamak olduğunu, başta bürokrasideki personel alımı, atama, tayin ve terfi gibi konuların merkezî liyakatten önce örgütsel dayanışma içinde gerçekleştirildiğini ve buna göz yumulduğunu, buna göz yuman siyasi iktidarı eleştirdiğini, bu süreçte tavrının demokratik meşruiyetten yana olduğunu ancak iddia edilenlerin de ortaya çıkmasının hukukun gereği olduğunu ifade ettiğini belirtmiştir.vi. Can Erzincan TV’de katıldığı programlara ilişkin olarak iddianamede hangi tarihte, hangi programda, kime, ne söylediğine dair bir delil olmadığını; afaki bir değerlendirmeyle devlete ve Hükûmete karşı söylemde bulunduğunun iddia edildiğini ifade etmiştir.vii. Sosyal medya paylaşımlarını silmesiyle ilgili olarak 26/7/2016 tarihinde sosyal medyada tartışma yaşaması üzerine duyduğu rahatsızlıktan dolayı paylaşımlarını silmek istediğini, silmek için kullandığı programla 3-5 günlük paylaşımlarının silineceğini zannettiğini ancak bir yıllık paylaşımlarının sehven silindiğini, delil karartma gibi bir amacının olmadığını, böyle bir amacı olmuş olsaydı daha önceki paylaşımlarını da silmesi ya da kesin çözüm olarak hesabını kapatması gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca silinmiş tarihlerden alınan paylaşımlarının bütününden koparıldığını, bu şekildeki bir yaklaşımın iyi niyetle bağdaşmayacağını beyan etmiştir.viii. 15 Temmuz gecesi okunan selalarla ilgili tweetine ilişkin olarak sela okunmasından itikada bağlı olarak rahatsız olduğunu, herhangi bir art niyetinin olmadığını, darbeye karşı duruşunun net olduğunu, bunun anılan tweetten de anlaşıldığını, alevi kimliğinden gelen kişisel hassasiyetini paylaştığını ifade etmiştir. ix. MASAK raporunda belirtilen para transferlerine ilişkin olarak bu ödemelerin gazetelerdeki yazıları nedeniyle aldığı telif ücretleri olduğunu, bu paraların himmet parası değil tamamen emeğinin karşılığı olduğunu ifade etmiştir. E.U.ya gönderdiği 800 TL’lik paraya ilişkin olarak Dünya Üniversiteler Konseyinin uluslararası bir toplantı düzenlediğini, kendisinin de bu toplantıya gazeteci olarak katıldığını, Dünya Üniversiteler Konseyinin genel sekreteri olan E.U.ya eşini ve çocuğunu da getirip getiremeyeceğini sorduğunu, bu talebinin masrafları kendisine ait olmak kaydıyla kabul edildiğini, 800 TL’lik bu ödemenin de eşinin ve kızının konaklama ve uçak parası olduğunu ifade etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamanın ilk duruşması 27/3/2017 tarihinde başlamış, 31/3/2017 tarihine kadar devam etmiştir. 31/3/2017 tarihinde Cumhuriyet savcısı, başvurucu da dâhil on üç sanığın tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu dâhil yirmi bir sanığın tahliyesine karar vermiştir. Tahliye kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Sanıklar .. Murat Aksoy’un üzerilerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç vasfının ileride sanıklar lehine değişme ihtimali, sabit ikametgah sahibi olmaları ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak sanıklar ve müdafilerinin tahliye taleplerinin kabulü ile başka suçtan tutuklu ve hükümlü değiller ise bu suçtanbihakkın tahliyelerine, bu hususun temin için Cezaevi Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına, tahliyelerine karar verilen sanıklar hakkında CMK.nun 109-3-a maddesi kapsamında yurt dışına çıkış yasağı adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına [karar verildi.]” Tahliye kararından birkaç saat sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yeni bir soruşturma başlatılmış, bu yeni soruşturmada başvurucu hakkında yakalama ve gözaltı kararı verilmiştir. Soruşturma dosyasında aynı gün Cumhuriyet Başsavcılığınca kısıtlama kararı verilmiştir. Yakalama ve gözaltı kararları Silivri Ceza İnfaz Kurumuna ¼/2017 tarihinde gönderilmiştir. Başvurucu, aynı gün bilinmeyen bir saatte Silivri Ceza İnfaz Kurumundan İstanbul Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür. On dört gün İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözaltında tutulduktan sonra 13/4/2017 tarihinde Emniyet Müdürlüğünde başvurucunun ifadesi alınmış ve Savcılık makamı tarafından ifadesi alınmadan bu defa 5271 sayılı Kanun’un Ve Maddelerinde düzenlenen anayasal düzeni ve hükûmeti cebren değiştirme ve yıkmaya teşebbüs suçlamasıyla tutuklanması talep edilmiştir. 14/4/2017 tarihli tutuklamaya sevk yazısında; başvurucunun olağanüstü hâl kapsamında kapatılan ve kamuoyunda Balyoz Davası olarak bilinen davanın sahte belgelerini yayımladığı iddia edilen Taraf gazetesinde çalıştığı, 8/1/2016-30/1/2016 tarihlerinde yurt dışına çıkış yaptığı, Asya Katılım Bankası A.Ş.de 27/10/2010 tarihinde açılan ve kapatıldığına dair herhangi bir bilgi bulunmayan banka hesabında hesap hareketinin olmadığı, FETÖ/PDY’yle bağlantılı olan kişilerle (Ö.A, O.Ç, D, F.I, S.S, İ.K, Ç, A.A, G, K, T.B, E.B, T.Ü.G, S.) irtibatı olduğu, kamuoyunda Tahşiye Operasyonu olarak bilinen soruşturma kapsamında yapılan gözaltına alma işlemlerini protesto etmek amacıyla 14-18/12/2016 tarihleri arasında Vatan Caddesi Emniyet Müdürlüğü ve Zaman Gazetesi binası çevrelerinde, 18-22/12/2014 tarihleri arasında ise İstanbul Adliyesi çevresinde kalabalığın toplandığı,başvurucunun cep telefonundan da 14-22/12/2014 tarihleri arasında Bugün televizyon kanalının binası ve İstanbul Adliyesi çevresinde bulunan baz istasyonlarından sinyal alındığı belirtilmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, çok sayıda şüphelinin aynı anda sevk edilmesi nedeniyle sorgu işleminin sesli ve görüntülü cihazlar ile kayıt altına alınmasına karar vermiştir. Savcılıkça tanzim edilen evrak ve ekleri sorgu işlemi öncesinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. 14/4/2017 tarihinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, başvurucu hakkında tutuklama kararı vermiştir. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“ ... Şüpheli Murat Aksoy’un Millet Gazetesi,Taraf gazetesi ve Yenihayat gazetesinde çalıştığı, taraf gazetesinin kamuoyunda balyoz davası olarak bilinen davanın sahte belgelerini gazetede yayınladığı, aynı şekilde bu şüphelininde örgütün üst düzey yapılanmasında isimleri belirtilen Ö.A ile irtibatları olduğunun telefon kayıtlarından anlaşıldığı, aynı şekilde diğer örgüt üyeleri olan O.Ç, ve S. Sve diğer kişiler ile telefon görüşme kayıtlarının bulunduğu, sosyal medyada örgüt faaliyet çerçevesinde twitve yazılarının bulunduğu, anlaşılmakla tüm şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün basın-yayın ve medya yapılanmasında faaliyette bulundukları bu kapsamda eylem ve fikir birliği içerisinde hareket ettiği, darbe girişimi eylemlerinin etki ajanlığı görevini ifa ettikleri dikkate alınarak üzerlerine isnat edilen TCK 309 fıkra 1 ve 312 fıkra 1 maddesindeki suçlar ilişkin kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçların katolog suçlar arasında yer aldığı, suçların alt sınırları dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı, anlaşılmakla isimleri belirtilen şüpheliler ... Murat AKSOY’un ... CMK.100 ve devamı maddeleri uyarıncaayrı ayrı tutuklanmalarına [karar verildi.]” Başvurucu, bu karara 20/4/2017 tarihinde itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 28/4/2017 tarihinde, tutuklama kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, bu kararı 9/5/2017 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 23/5/2017 tarihinde 2017/24551 sayılı bireysel başvuruyu yapmıştır. 5/6/2017 tarihinde başvurucu hakkında ikinci soruşturma kapsamında iddianame hazırlanmıştır. İddianamede FETÖ/PDY’nin elinde bulundurduğu medya organları ile ters algı operasyonları yaptığı, başvurucunun da örgütün amacı doğrultusunda gerek yazılı gerek görsel medyada gerekse internet ortamında algıya yönelik eylemler yaptığı, örgütün algı faaliyetlerine katılarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya Hükûmetin görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçunu işlediği iddia edilmiştir. Bu kapsamda başvurucuyla ilgili olarak olağanüstü hâl kapsamında kapatılan Taraf gazetesinde çalıştığı, 8/1/2016-30/1/2016 tarihlerinde yurt dışına çıkış yaptığı, Asya Katılım Bankası A.Ş.de 27/10/2010 tarihinde açılan ve kapatıldığına dair herhangi bir bilgi bulunmayan banka hesabında hesap hareketinin olmadığı, FETÖ/PDY’yle bağlantılı olan kişilerle (Ö.A., O.Ç., , F., S.S., İ.K., Ç., A.A., G., K., T.B., E.B., T.Ü.G., S.) irtibatının olduğu, kamuoyunda Tahşiye Operasyonu olarak bilinen soruşturma kapsamında yapılan gözaltına alma işlemlerini protesto etmek amacıyla 14-18/12/2016 tarihleri arasında Vatan Caddesi Emniyet Müdürlüğü ve Zaman Gazetesi binası çevrelerinde, 18-22/12/2014 tarihleri arasında ise İstanbul Adliyesi çevresinde kalabalığın toplandığı, başvurucunun cep telefonundan da 14-22/12/2014 tarihleri arasında Bugün televizyon kanalının binası ve İstanbul Adliyesi çevresinde bulunan baz istasyonlarından sinyal alındığı şeklinde değerlendirmelerde bulunulmuştur. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY ile bağlantılı olan kişilerle olan irtibatının içeriğine yer verilmemiştir. Mahkemenin yeni heyeti tarafından E.2017/223 sayılı dosyada 16/6/2017 tarihinde iddianame kabul edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 18/8/2017 tarihli duruşmada; E.2017/67 sayılı dava dosyası ile bu dava dosyasının aralarında şahsi, hukuki ve fiilî bağlantı bulunduğu gerekçesiyle birleştirilmesine, davanın E.2017/67 sayılı dava dosyası üzerinden yürütülmesine karar vermiştir. Başvurucu 18/8/2017 tarihinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla yaptığı savunmasında özetle;i. Taraf gazetesinde çalışması ile ilgili olarak iddianamede Balyoz kumpasını yapan vebunları yayımlayan kişiymiş gibi gösterilmeye çalışıldığını, anılan gazeteye 2008 Temmuz ayında girdiğini 2009 Şubat ayında yaptığı tek haberin yalanlanması üzerine gazeteden istifa ettiğini/ayrıldığını, Balyoz belgelerinin istifa etmesinden sonra 2011 yılında yayımlandığını ifade etmiştir.ii. Yurt dışına giriş çıkışlarıyla ilgili olarak bu seyahatlerin gazetecilik faaliyetleriyle bağlantılı olduğunu, seyahatlerini devlet ve hükûmet yetkililerinin, siyasetçilerin, sivil toplum örgütlerinin daveti üzerine gerçekleştirdiğini ve gittiği yerlerle ilgili olarak da gazete yazıları yazdığını, öğretim üyesi olabilmek amacıyla 10/10/2015 tarihinde Bahçeşehir Üniversitesinin daveti üzerine Washington’a gittiğini ve 30/1/2016 tarihinde de ekonomik nedenlerle Washington’dan dönmek zorunda kaldığını beyan etmiştir.iii. Bank Asya hesabı ile ilgili olarak anılan Bankada hesabı olduğunu iddianameyle öğrendiğini, bu Bankada hesap açmadığını ve bu Bankaya para yatırmadığını, bu banka hesabının bilgisi dışında açılmış olabileceğini, kaldı ki anılan hesapta herhangi bir para hareketinin de olmadığını, varlığından haberi olmadığı için bu hesabı kapatmak gibi bir girişimde de bulunmadığını belirtmiştir.iv. FETÖ/PDY ile irtibatlı kişilerle yaptığı telefon görüşmelerine ve mesajlaşmalarına ilişkin olarak ise bu görüşmelerin ve mesajlaşmaların tamamen mesleki nitelikte olduğunu, hiçbirinin bir süreklilik arz etmediğini, dolayısıyla bu görüşmelerin yoğunluğundan bahsedilemeyeceğini ifade etmiştir.v. FETÖ/PDY lehine yapılan protesto gösterilerinin gerçekleştiği yerlerdeki baz istasyonlarından telefonundan sinyal alındığı iddiasıyla ilgili olarak o tarihlerde protestolara katıldığı için değil anılan yerlerin gittiği dil okulunun güzergâhında olması nedeniyle telefonundan sinyal alındığını, otobüsle geçerken anılan yerlerden sinyal alınmasının normal olduğunu belirtmiştir. 24/10/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tutuklulukta geçirdiği süre ve suç vasfının değişme ihtimali gözönünde bulundurularak yurt dışına çıkış yasağı konulmak ve her ay iki defa kolluk biriminde imza atmak suretiyle adli kontrol altına alınarak tahliyesine karar verilmiştir.İlk derece mahkemesi 8/3/2018 tarihinde başvurucunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına; anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya Hükûmetin görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından ise beraatine karar vermiştir. Gerekçeli kararın başvurucuyla ilgili kısmı şöyledir: “Her ne kadar sanık MURAT AKSOY’un telif karşılığı köşe yazarlığı yaptığıMillet Gazetesi, Yeni Hayat Gazetesi ve T24 isimli internet sitesinde vewww.murat-aksoy.com isimli web sitesinde yazdığı yazılar ve paylaşımlarında, FETÖ/PDY’nin görsel medyası olan Can Erzincan TV’de katıldığı programlardaki söylemlerinde, örgütle mücadele kapsamında yapılan soruşturmaları itibarsızlaştırıp görev alan kamu görevlilerini suç işlemekle itham ettiği, örgütüninsanlara hizmet etmekten başka bir gayesi olmayan bir yapı olarak haksızlığa uğradığını anlattığı, ve terör örgütü olduğu ortaya çıkan yapının toplumsal meşruiyetinin geri kazandırılması yönünde algı faaliyetinde bulunduğu, AK partiyi DAEŞ terör örgütünü desteklemekle itham ettiği, yazı ve twitleriyle örgütün amacı ve ideolojisi doğrultusunda örgütün propagandasını yaparak hedef kitle üzerinde hükümeti ve Cumhurbaşkanını itibarsızlaştırmaya yönelik faaliyetlerde bulunduğu, her aşamada örgütün yanında saf tuttuğu görülmekte ise de; Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması gereklidir. Ancak sanığın,örgüt amacını benimsediği,örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk edip, örgütle organik bağ kurduğuna dair kanıtların bu yönde kesin kanaat oluşturmak için yeterli olmadığı, örgüt üyeliği için aranan süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk unsurlarının bir arada gerçekleşmediği, sanığın adı geçen örgütle geçmişe dayalı bir iltisakının ve örgütsel geçmişinin bulunmadığı, sabit olan eylemlerinin, devleti ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelen bir terör örgütü olduğuo tarihler itibariyleartık tüm halk tarafından anlaşılmış olanörgütün amacını ve faaliyetlerinde kullanılacağını bilerek, örgütün halk nezdinde yok olan dini cemaat algısının yeniden oluşturulması ve örgüte yönelik tasfiye operasyonlarının durdurulmasını sağlamaya yönelik,örgütün amacını gerçekleştirmeye hizmet edecekyardım niteliğindeki bulunduğu,örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçunu oluşturduğunun kabulü gerektiği kanaatiyle sanığın TCK. Nın 220/7 maddesi göndermesiyle 314/2 maddesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilmiştir.” İlk derece mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 22/10/2018 tarihli ilamıyla istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir. Karar bu suretle kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Şahin Alpay [GK], B. No: 2016/16092, 11/1/2018, §§ 41-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/30112
Başvuru, gazeteci olan başvurucu hakkında iki farklı tarihte uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, tanıkların dinlenmemesi, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde inşaatlarda boya ustası olarak çalışmaktadır. Başvurucunun iddiasına göre piyasada inşaat alanında taşeronluk yapan S.K., dubleks bir dairenin alçı, boya, kartonpiyer işini aldığını belirterek başvurucunun yanında çalışmasını istemiş, başvurucu S.K.nın yanında yevmiyeci olarak işe başlamıştır. Başvurucu binanın iç cephe alçısını yapmak için kurulan iskeledeki kalasın kayması sonucu düşmüş ve ayak bileği kırılmıştır. Başvurucu hakkında Sosyal Güvenlik Kurumunca (SGK) verilen tespit kararında başvurucunun %19 oranında malül olduğu belirtilerek başvurucuya sürekli iş göremezlik geliri bağlanmıştır. Başvurucu; S.K.nın yanında yevmiyeci olarak çalıştığını, olayın iş kazası olduğunu, işverenin sorumluluğunun bulunduğunu belirterek 3/4/2007 tarihinde Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) E.2007/143 sayılı dosyasında maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucu aynı nedenle asıl işveren olduğunu iddia ettiği daire sahibi A. hakkında da 3/4/2007 tarihinde Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) E.2007/144 sayılı dosyasında tazminat davası açmış, bu dosya hukuki irtibat nedeniyle E.2007/143 sayılı dosya ile birleştirilmiştir. Mahkeme 14/4/2009 tarihli kararı ile başvurucunun davalı S.K.nın yanında -inşaat işinde- çalışırken yeterli iş güvenliği önlemlerinin alınmaması nedeniyle iş kazası geçirdiğini, maddi zararlarının sigorta tarafından karşılandığını, bu açıdan maddi bir kaybının olmadığını belirterek bu yöndeki talebi reddetmiş, manevi tazminat talebini ise kısmen kabul etmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 15/3/2010 tarihli kararında; somut olayda işverenin kim olduğu, davalı S.K.nın işveren mi yoksa işçi mi olduğu, işveren ise bina sahibi ile aralarında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunup bulunmadığı belirlenerek iş güvenliği konusunda uzman olan kişilerden oluşacak bilirkişi heyeti oluşturulup kusurun aidiyeti ve oranının hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde belirlenerek karar verilmesi gerektiği, yine birleşen dava ile ilgili başvurucunun talepleri hakkında olumlu ya da olumsuz karar verilmesi gerektiği gerekçeleriyle hüküm bozulmuştur. Bozmaya uyan Mahkeme yapılan yargılama sonucunda 29/5/2012 tarihli kararı ile başvurucunun davalı S.K. tarafından götürü usulde alınan dairenin boya badana işini kendi şahsi menfaati karşılığı götürü usulde yapmak üzere davalı ile anlaştığını, bu nedenle yapılan işin istisna akdi kapsamında olduğunu, hizmet akdine bağlı olarak davalılar yanında bir çalışmasının bulunmadığını, bilirkişi raporuna göre kazanın oluşumunda davacının %100 kusurlu olduğunu, götürü olarak üstlenilen ve başvurucu tarafından yerine getirilen işte başvurucunun güvenlik önlemlerini almadığını ve kazaya tamamen kendi dikkatsizliğinin neden olduğunu belirterek asıl ve birleşen davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Dairenin 29/11/2012 tarihli kararında, her ne kadar SGK davalılardan A.yi işveren, davacının maluliyeti ile sonuçlanan kazayı iş kazası olarak kabul ederek davacıya gelir bağlamış ise de bu davada SGK taraf olmadığı gibi toplanan delilerden davacının davalılardan S.K. ile arasındaki ilişkinin ortak alınan bir işin birlikte yürütümü, diğer davalı A. ile aralarındaki sözleşmenin ise istisna sözleşmesi niteliği taşıdığının açık olduğu, somut olayda taraflar arasında işçi, işveren, işveren vekili ilişkisi (hizmet ilişkisi) bulunmadığı, tazminat istemli davanın İş Mahkemesinde değil miktara göre genel mahkemelerde (Sulh Hukuk-Asliye Hukuk) bakılması gerektiği, bu açıdan Mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerektiği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Başvurucu 7/3/2013 tarihli duruşmada bozma ilamına uyulmasını talep etmiş, Mahkemece bozma ilamına uyularak 7/3/2013 tarihinde görevsizlik kararı verilmiştir. Temyiz üzerine Dairenin 19/9/2013 tarihli kararı ile hükmün uyulan önceki Yargıtay bozma kararına uygun biçimde verildiği, bozma ile kesinleşen ve karşı taraf yararına kazanılmış hak durumunu oluşturan yönlerin yeniden incelenmesinin hukuken mümkün olmadığı belirtilerek hüküm onanmıştır. Görevsizlik kararı üzerine dosya Edremit Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiş ve anılan Mahkemenin 13/3/2014 tarihli kararında, davalı A.ye ait dubleks dairenin boya badana ve alçı işini yapmak için telefonla irtibatı kuran R.B. aracılığı ile davalı S.K.nın götürü olarak anlaştığı, malzemenin daire sahibince karşılandığı, davalı S.K., dava dışı K.Ç. ve başvurucunun kurdukları kalas iskelenin kayması sonucu başvurucunun düşerek ayak bileğinden yaralandığı, başvurucu ile davalı S.K. arasındaki ilişkinin ortak alınan bir işin birlikte yürütülmesi olduğu, diğer davalı A. ile aralarındaki sözleşmenin de istisna sözleşmesi niteliğinde olduğu, aralarında işçi işveren ilişkisinin bulunmadığı, bu nedenlerle meydana gelen kazanın iş kazası niteliğinde olmadığı, ayrıca dosya içerisine alınan bilirkişi raporuna göre meydana gelen kazada davacının kendi menfaatleri doğrultusunda yaptığı çalışmada tedbirsiz, dikkatsiz ve özensiz davranmakla %100 kusurlu olduğu, olayda başkaca kimsenin kusurunun bulunmadığı belirtilerek asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucu beyanına göre kararı 20/3/2014 tarihinde öğrenmiş ve 28/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden yapılan incelemede nihai karar temyiz edilmeksizin 8/1/2015 tarihinde kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5665
Başvuru, tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, tanıkların dinlenmemesi, yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun oluşturmuş olduğu tutanak niteliğindeki bir belge nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde terörle bağlantılı suçlardan tutuklu olarak Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu; sabah sayımlarında görevli personellere verdiği altı ayrı dilekçeye işlem yapılmadığını ve tarafına da bu dilekçelerle ilgili bir bilgi verilmediğini belirten, "Tutanaktır" başlığını taşıyan, herhangi bir tarih içermeyen yazılı belge hazırlamıştır. Söz konusu belgeye başvurucu ile aynı odada kalan diğer iki kişi de şahit olarak imza atmıştır. Başvurucunun diğer iki kişi ile kaldığı odada 27/1/2018 tarihinde bir arama yapılmış ve arama sonucunda söz konusu belge ele geçirilmiştir. Ceza İnfaz Kurumunca belgenin incelenmesi sonrasında başvurucu ve diğer iki kişi hakkında bir disiplin soruşturması başlatılmıştır. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) disiplin soruşturması sonucunda "Hükümlü ve tutuklular üzerinde baskı kurarak çıkar sağlamak, özel işleriyle başka işlerde kullanmak, bunlara kalkışmak veya bu amaçları gerçekleştirmek için nüfuz kullanarak grup oluşturmak" eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle başvurucu hakkında on bir gün hücreye koyma cezası verilmesine karar vermiştir. Disiplin Kurulu belgeye şahit olarak imza atan diğer iki kişinin ise "Olumsuz davranışa yönelik gruplaşmaya neden olmak veya bu amaca yönelik gruba katılmak" eylemini gerçekleştirdiği gerekçesiyle 1 (bir) ay süreyle bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma (sportif ve kültürel faaliyetlerden men) cezası ile cezalandırılmalarına karar vermiştir. Başvurucu, Disiplin Kurulunun kararına karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyette bulunmuştur. Hâkimlik, başvurunun itirazını 20/3/2018 tarihinde reddetmiştir. Hâkimlik; mahpuslar hakkında yapılan uygulamanın ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğunu, mevzuata aykırı bir uygulamanın veya hukuka aykırılığın söz konusu olmadığını kabul etmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliği kararına itiraz etmiştir. Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme), Hâkimlik kararının usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle itirazı 21/5/2018 tarihinde reddetmiştir. Söz konusu nihai karar başvurucuya 1/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22888
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun oluşturmuş olduğu tutanak niteliğindeki bir belge nedeniyle disiplin cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun sendikal gerekçelerle iş sözleşmesi feshedildiği hâlde sendikal tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Başvuruya Konu Olay Başvurucu, taşıma kolunda faaliyet gösteren Öz Taşıma-İş isimli işçi sendikası üyesidir. Davalı işyeri ise 000’in üzerinde mağazasıyla Türkiye’nin 81 ilinde faaliyet gösteren perakende satış mağazasıdır. Başvurucu 9/8/2012 tarihinden itibaren davalı işyerinde çalışmış ve 21/5/2018 tarihide Öz Taşıma-İş üyesi olmuştur. Başvurucunun iş sözleşmesi 25/9/2018 tarihinde "görev tanımındaki eylemleri yapmamakta ısrar etmesi" gerekçesiyle 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrasının (h) bendi kapsamında tazminatsız olarak feshedilmiştir. Başvurucu, iş sözleşmesinin sendikal nedenlerle feshedildiği iddiasıyla Adana İş Mahkemesinde işe iade ve sendikal tazminat talepli dava açmıştır. Başvurucu, iş sözleşmesinin sendikal nedenlerle feshedildiğini ispat edebilmek için tanık deliline başvurmuştur. İlk derece mahkemesinde dinlenen davacı tanığı G.Ş., davacının hem sendika üyesi olduğu için hem de diğer çalışanların sendikaya üye olmalarını sağladığı için işten çıkartıldığını, davacıdan önce sendikaya üye olan kimsenin bulunmadığını, kendisi ile arkadaşları Ç., S.E., nin de aynı şekilde sendika üyesi olmaları nedeniyle işten çıkartıldıklarını, davacının işinde en iyilerden biri olduğunu ifade etmiştir. İlk derece mahkemesi dosyası içerisinde yer alan Öz Taşıma-İş yazısına göre, davalı işyerinde toplam 28 işçi sendika üyesi olmuştur. Bu işçilerden 16'sı 7/10/2018-22/9/2019 tarihleri arasında sendika üyeliğinden çekilmiştir. İlk derece mahkemesi davanın kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının iş akdi davalı tarafça sipariş verilmeyen ürünü göndermek ve bu olaydan 7 ay sonra görevleri aksatarak şirketin zarara uğramasına sebebiyet vermekten feshedilmiştir. Görevi aksatma gerekçesi olarak da performans düşüklüğü gösterilmiştir. Ancak dosya kapsamında davacının performansının nasıl düştüğü, daha öncesinde aylık ne kadar ürün topladığı, feshe konu son 6 ayda bunun hangi sayılara düştüğüne ilişkin herhangi bir delil sunulmamıştır. Davacının performanstan dolayı işten çıkışının haklı veya geçerli nedene dayandığı davalı tarafça yukarıda açıklandığı üzere ispat edilememiştir. Davacı taraf yapılan bu fesih işleminin gerçeği yansıtmadığı davacının sendikal nedenlerle iş akdinin sonlandırıldığını beyan etmiştir... tanık sendikaya üye olma nedeni ile davacının kendisinin ve işyerinde çalışan Ç.L, S.E ve D gibi çalışanların işten çıkartılmış olduğunu beyan etmiştir. Davacının üye olduğu sendikaya müzekkere yazılarak iş yerinde sendika üyesi olan çalışanların listesi istenilmiştir. Gelen listede 28 işçinin ismi bildirilmiş olup, bu işçilerin hemen hemen bir çoğunun aynı zamanda sendikadan çekildiği, kalanların ise iş akdinin sonlanmış olduğu tespit olunmuştur. Bu tespitler doğrultusunda işyerinde sendikalı çalışanların üzerinde bir baskının olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Davalı işyerinde yetkili bir sendika olmadığı gibi toplu iş sözleşmesi de yapılmamıştır. Dolayısıyla sendikalı çalışanların örgütlenmesi ve çoğalmasının iş yerinde istenmediği açıkça anlaşılmakla ve davacının iş akdinin sebebi olarak gösterilen nedenlerin haklı veya geçerli sebep oluşturmadığı göz önüne alınarak yapılan feshin sendikal fesih olduğu kanaatine varılmış, davalı işveren tarafından halen sendikalı olup da çalışan işçi olduğunun, sendikal örgütlenmeye izin verildiğinin ispatlanamadığı için, sendikal fesih nedeni ile davacının işe iadesine karar vermek gerektiği kanaatine varılmıştır..." İlk derece mahkemesi kararının istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi istinaf başvurusunun kabulü ile kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararda; Türkiye genelinde ve davalı işyerinde sendikaya üye olan işçi sayısı, üyelikten istifa eden işçilerin sayıları, fesih öncesinde sendikaya üyelik yaptıran işçilerin sayıları ile sendikaya üye olduğu tarihten hemen sonra iş sözleşmesi sona eren işçiler ve istifa etmesi üzerine yeniden işe devam eden işçilerin mevcut olup olmadığı hususları araştırıldıktan sonra karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. İlk derece mahkemesi istinaf incelemesi sonrası yaptığı yargılama sonucunda davanın kabulüne karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: "... İlgili sendika tarafından gönderilen listede 27 işçinin ismi bildirilmiş olup, bu işçilerin hemen hemen bir çoğunun aynı dönemde sendikadan çekildiği, kalanların ise iş akdinin sonlanmış olduğu tespit olunmuştur. Ayrıca sendika tarafından gönderilen listede yer alan davalı işyerinde çalışan bir çok işçinin sendikaya üye olduktan belli bir süre sonra iş akdinin davalı işveren tarafından SGK' ya kod 4 'Belirsiz süreli iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep bildirilmeden feshi' olarak bildirim yapılarak feshedildiği anlaşılmaktadır. Bu tespitler doğrultusunda işyerinde sendikalı çalışan işçilerin sendikaya üye olduktan belli bir süre sonra iş akitlerinin davalı işveren tarafından feshedildiği görülmektedir. Ayrıca davalı işyerinde yetkili bir sendika olmadığı gibi toplu iş sözleşmesi de yapılmamıştır. Dolayısıyla sendikalı çalışanların örgütlenmesi ve çoğalmasının iş yerinde istenmediği açıkça anlaşılmakla ve davacının iş akdinin sebebi olarak gösterilen nedenlerin haklı veya geçerli sebep oluşturmadığı göz önüne alınarak yapılan feshin sendikal fesih olduğu kanaatine varılmıştır..." İlk derece mahkemesi kararı tekrar istinaf yargı yoluna götürülmüştür. Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi istinaf başvurusunun kabulü ile kararın kaldırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi feshin geçersizliği yönünden ilk derece mahkemesi kararını doğru bulmuş ancak sendikal fesih değerlendirmesi yönünden yeniden hüküm kurarak sendikal tazminat talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; Öz Taşıma- İş Sendikası tarafından gönderilen müzekkere cevabında 27 kişilik üye listesinin gönderildiği, üyelerin tamamının istifa, iş kolu değişikliği ve işsizlik nedenleriyle üyeliklerinin sona erdiği ancak bu üyelerin hepsinin işine son verilmediği ve bir kısmının çalışmaya devam ettiği anlaşıldığından işverenin sendikal sebeple işçi çıkardığının sabit olmadığı değerlendirilmiştir. Başvurucu süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Konusu Olmayan Diğer Davalar Başvurucu ile birlikte Ç., F.B., G.Ş., ve Ö.A. isimli işçilerin de aynı gerekçelerle ve yakın tarihlerde iş sözleşmeleri sonlandırılmıştır. Adı geçenlerin açtığı işe iade ve sendikal tazminat talepli davalar ilk derece mahkemelerince kabul edilmiş ve kararlar Adana Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından uygun bulunarak, kararlara karşı yapılan istinaf başvuruları reddedilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesinin anılan kararlarda yer alan sendikal fesih değerlendirmelerinin ilgili kısmı şöyledir:"...davalı iş yerindeki işçilerden 20 işçinin iş sözleşmesinin işverence 'Ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış' nedeni ile işten çıkarıldığı, davalı iş yerinde 23 tane Öz Taşıma-İş Sendikasının üyesi olduğu, 3 sendikalı işçi dışında diğer sendikalı işçilerin üyelikten çekilmiş olsalar dahi işten çıkışlarının verildiği, dinlenen tanık beyanlarına göre davacıların iş yerinde aktif olarak sendika lehine çalışma yaptığı da anlaşıldığından..."
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/63167
Başvuru, başvurucunun sendikal gerekçelerle iş sözleşmesi feshedildiği hâlde sendikal tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yakalanma ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadan tutuklama kararı verildiği, kısıtlama kararı verilmesi nedeniyle soruşturma dosyasına erişilemediği gerekçeleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 7/5/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 13/3/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 14/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunduğu görüş yazısı, başvuruculara 25/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı 12/5/2014 tarihinde beyanda bulunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İbrahim Sönmez, Küçükçekmece (İstanbul) Belediyesinde memur olup aynı zamanda Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası (Tüm Bel Sen) İstanbul 1 No.lu Şubesi yönetim kurulu üyesidir. Başvurucu Nazmiye Kaya, Şişli (İstanbul) Belediyesinde memur olup aynı zamanda Tüm Bel Sen İstanbul 4 No.lu Şubesi yönetim kurulu üyesidir. Tüm Bel Sen, yerel yönetim kuruluşlarında (belediye ve il özel idareleri) memur statüsünde çalışanların üye olabildiği bir memur sendikası olup Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) üyesidir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun mülga maddesi ile görevli bölümü) 2011/2360 Soruşturma sayılı dosyasında “Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) silahlı terör örgütüne üye olma” suçunu işledikleri şüphesiyle başvurucular hakkında soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/2360 Soruşturma sayılı dosyasında, soruşturma dosyasının incelenmesi ve dosyadan örnek alınması durumunda diğer şahısların deşifre olabileceği, suç delillerinin karartılabileceği veya ortadan kaldırılabileceği ifade edilerek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 18/2/2013 tarihinde kısıtlama kararı verilmiştir. Başvurucular, yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının kararı uyarınca 19/2/2013 tarihinde gözaltına alınmışlar; 20/2/2013 tarihinde gözaltı sürelerinin 24 saat uzatılmasına karar verilmiştir. Başvurucular, haklarındaki gözaltına alma kararına itiraz etmişler; İstanbul 1 No.lu Hâkimliğinin (3713 sayılı Kanun'un mülga maddesi ile görevli) 20/2/2013 tarihli ve 2013/132 Değişik İş sayılı kararı ile “soruşturmanın devam ediyor olması, şüphelilerin ifadelerinin henüz alınamaması, ele geçen belgelerde incelemenin henüz tamamlanamamış olması ve yasal gözaltı süresinin dolmamış olması dikkate alınarak” başvurucuların itirazının reddine karar verilmiştir. Başvurucular, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadeleri alındıktan sonra 21/2/2013 tarihinde tutuklanmaları talebiyle İstanbul 3 No.lu Hâkimliğine (3713 sayılı Kanun'un mülga maddesi ile görevli) sevk edilmişlerdir. Başvurucuların sorgusu 21/2/2013 tarihinde saat 55’te başlamış ve 22/2/2013 tarihinde saat 10’da tamamlanmıştır. Başvurucular, İstanbul 3 No.lu Hâkimliğinin 22/2/2013 tarihli ve 2013/20 Sorgu sayılı kararı ile silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklanmışlardır. Hâkimliğin tutuklama gerekçesi şöyledir:“DHKP/C silahlı bir terör örgütü olarak kuruluşundan itibaren ülkemizde çok sayıda eylem gerçekleştirmiş, birçok sivil vatandaş, polis, adli ve idari yöneticilerin yaşamını yitirmesini, yaralanmasına sebebiyet vermiştir. Bu örgüt BM Güvenlik Konseyinin terörle mücadeleye ilişkin kararı çerçevesinde düzenlenmiş olan Avrupa Birliği Terör Örgütleri listesinde yer almaktadır. Örgüt 8 Ekim 1997 tarihinde ABD, 26 Ocak 1998 tarihinde Almanya, 29 Mart 2001 tarihinde İngiltere Birleşik Krallığı ve 2 Mayıs 2002 tarihinde Avrupa Birliğinin terör hareketleri listesine geçmiştir.DHKP/C silahlı terör örgütüne yönelik yapılan operasyonlar kapsamında Hollanda makamlarınca yapılan aramalarda ele geçirilen bilgi ve belgeler Uluslararası adli yardım talebiyle ülkemize getirtilmiştir. Bu belgelerin büyük kısmı 1999 ila 2003 yılları arasındaki tarihleri kapsamaktadır. (Hollanda Belgeleri). Yine 1999 yılında Belçika’da örgüte yönelik operasyon kapsamında yapılan aramalarda çeşitli dokümanlar ele geçirilmiş, bu belgeler de 2008 yılı sonlarında ülkemize getirtilmiştir. (Belçika belgeleri).Hollanda belgelerinde ismi geçen örgüt mensuplarından biri 2013 tarihinde Ankara’da Amerika Büyükelçiliğine yönelik canlı bomba saldırısını gerçekleştiren E.(A.)Ş. olup bu saldırı DHKP/C silahlı terör örgütünün internet sitesi olarak faaliyette bulunduğu birçok açıklaması ile anlaşılan www.halkınsesitv.com isimli internet sitesinde örgüt tarafından üstlenilmiştir.Hollanda ve Belçika belgelerinde Devrimci Memur Hareketi (DMH) içerisinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarına ait raporlar ve bilgiler ele geçirilmiştir. Bu belgeler içeriğinde DMH yapılanması ile DHKP/C örgüt yapılanması arasındaki bağ açıkça ortaya konulmuştur. Ayrıca çeşitli soruşturmalar kapsamında dinlenen tanık, gizli tanık ve şüpheli beyanları ve bu beyanlarla uyum arz eden fiziki takip tutanakları ve kamuoyuna mal olmuş olaylar örgüsü içeriğinden DMH yapılanması ile örgüt arasında organik, iç içe, çok yakın bağların bulunduğuna dair kuvvetli emareler bulunmaktadır. Bu kapsamda şüphelilerin DHKP/C silahlı terör örgütünün internet sitesi olarak faaliyette bulunduğu birçok açıklaması ile anlaşılan www.halkınsesi.tv internet sitesinde yönlendirme ve üstlenme şeklinde sahip çıkılan gösteri ve basın açıklamalarına periyodik şekilde dâhil olmaları, iletişimin tespiti ve fiziki takip tutanakları ile belirlenen DMH yöneticileri ile aralarındaki sıkı ilişki, anılan silahlı terör örgütü ile şüphelilerin bağına ilişkin kuvvetli şüphe olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca; Ankara CMK 250 Madde ile yetkili Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/926 sayılı soruşturma dosyası kapsamında Yürüyüş dergisi bürosunda 2010 tarihinde yapılan aramada ele geçirilen 1055 Numaralı CD içeriğinde ele geçirilen ve şifrelenmiş olduğu anlaşılan verilerin çözümlenmesi neticesinde yukarıda anılan hususlara ilişkin birçok veri ele geçirilmiş olup, şüphelilerden büyük bir kısmının örgütün Memur Hareketi yapılanması içinde listelendirilmiş olduğu görülmüştür. (Şüpheliler A.T., B., , E.E., E.S., İbrahim Sönmez, P., S., Nazmiye Kaya, N.T., Ö.A., S.E., Ş., U.E. ve Y.'nin bahsi geçen CD'de isimleri kayıtlıdır.) Atılı suçların CMK 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olduğu ve bu şekilde tutuklama sebeplerinin de var olduğunun hakimliğimizce kabul edildiği,Atılı suçun mahiyeti gereği adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı, tutukluluk tedbirinin ölçülü olduğu anlaşıl(mıştır.)” Başvurucular, 28/2/2013 tarihinde karara itiraz etmişler ancak İstanbul 1 No.lu Hâkimliğinin 7/3/2013 tarihli ve 2013/174 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:“Soruşturma aşamasında ele geçirilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde mevcut olan bu delillerin şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğunun kabulü için yeterli olduğu, suçun 5271 sayılı CMK'nun 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle varolduğu kabul edilen tutuklama nedenlerinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, işin önemi ve verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, şüpheliler hakkında adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşıldığından TMK 10/3-c Maddesi İle Yetkili 3 No'lu Hakimlik tarafından verilen tutuklama kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan...” Anılan karar başvuruculara 10/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 7/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 25/9/2013 tarihli ve E.2013/409 sayılı iddianamesi ile başvurucular hakkında “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme ve terör örgütü propagandası yapma” suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine (3713 sayılı Kanun'un mülga maddesi ile görevli) kamu davası açılmıştır. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile 3713 sayılı Kanun'un maddesi ile görevli olan ağır ceza mahkemeleri kaldırıldığından İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince başvurucuların yargılanmakta olduğu dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/164 sayılı dosya numarası ile devredilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 21/4/2014 tarihinde E.2014/164 sayılı dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda başvurucuların tahliyelerine karar vermiştir. Dava, inceleme tarihi itibariyle İlk Derece Mahkemesinde derdesttir. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silahlı örgüt” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 3713 sayılı Kanun'un “Terör örgütleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“...(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır: a) (Mülga: 27/3/2015-6638/10 md.) b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde; Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması, Slogan atılması, Ses cihazları ile yayın yapılması, Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi. (Ek fıkra: 27/3/2015-6638/10 md.) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve şiddete başvurmaları ya da her türlü silah, molotof ve benzeri patlayıcı, yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları hâlinde verilecek cezanın alt sınırı dört yıldan az olamaz....” 5271 sayılı Kanun’un “Yakalama ve yakalanan kişi hakkında yapılacak işlemler” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptirler." 5271 sayılı Kanun’un “Gözaltı” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir… (5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir.” 5271 sayılı Kanun'un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...” 5271 sayılı Kanun’un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat istemi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında; a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiinin dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:“(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316), ...(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz. (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3193
Başvuru, yakalanma ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadan tutuklama kararı verildiği, kısıtlama kararı verilmesi nedeniyle soruşturma dosyasına erişilemediği gerekçeleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/31215
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında başvurucuya (sanığa) dosyadaki mahkûmiyet için önemli ağırlıkta bir delile karşı beyanda bulunma imkânı tanınmaması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan ilkelere ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu 1979 doğumlu olup, olayların geçtiği tarihte H. Üniversitesinde Şube Müdürü olarak görev yapmaktadır. 30/7/2016 tarihinde ihbar hattını arayan S.Ç. adlı kişinin, Düzce ilinin Gölyaka ilçesindeki Güzeldere köyünde yer alan piknik alanında bulunduğu sırada yan masada oturmakta olan ve başvurucunun annesi olan Z.Y.nin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünü övücü bazı konuşmalar yapmakta olduğunu söyleyip söz konusu kişilerin oradan ayrılırken kullandıkları aracın plakasını kolluğa bildirmesi üzerine Düzce Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) Z.Y. hakkında soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında S.Ç. kolluk tarafından alınan ifadesinde; olay günü anılan yerde piknik yapmakta oldukları sırada yan masada tanımadığı bir erkek ve dört kadının bulunduğunu, aralarındaki mesafe yakın olduğundan konuşmaları duyduğunu, sonradan teşhis ettiği Z.Y.nin FETÖ/PDY ve örgüt liderini öven sözler söylediğini beyan etmiştir. S.Ç.nin ihbarı üzerine Z.Y. yakalanmış ve yapılan araştırma sonucunda olay anında yanında başvurucu ile diğer akrabalarının bulunduğu tespit edilmiştir. Z.Y. ifadesinde suçlamayı kabul etmemiş ve ihbara konu konuşmaları yapmadığını savunmuştur. Kolluk tarafından bu olaya ilişkin başvurucunun da bilgi alma tutanağı altında ifadesi alınmış, başvurucu da Z.Y.nin savunmalarını doğrulamıştır. Başsavcılık olay günü piknik alanında bulunan G.G.nin de 17/2/2017 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. G.G. ifadesinde; piknik alanında önceden tanıştığı Z.Y. ile karşılaştığını, yanlarına Z.Y.nin kızı olan K.nın da geldiğini ve sohbet etmeye başladıklarını, K.ya Fetullah Gülen'in yaptıklarının ülke için çok kötü olduğunu söylediğinde K.nın "olaylar bildiğin gibi değil" dediğini, neden böyle söylediğini sorduğunda Knın darbe girişiminin bir oyun olduğunu ve Fetullah Gülen hakkında düzgün konuşmasını söylediğini, o sırada Z.Y.nin "15 Temmuz'da dışarı çıkan insanlar dışarı çıkmasalardı, ölmeselerdi, siz daha hiç bir şey görmediniz, bunların hesabı size sorulacak" dediğini söylemiştir. G.G. ifadesinde ayrıca, konuşma sürerken yanlarına başvurucunun geldiğini ve konu hakkında bilgi sahibi olduğunda onun da sohbete dâhil olduğunu aktarmıştır. G.G.nin ifadesinde yer alan ilgili kısım şöyledir: "Y.Y. da 15 Temmuz ile ilgili konuşulduğunu anlayınca 15 Temmuz'daki olayın göründüğü gibi olmadığını, baktığımız gerçek gözlerin bu hakikati göremeyeceğini, Fetullah Gülen'i ancak riyakat, riyazat ve bunun gibi 5 kelime söyleyerek bu göz sahiplerinin 15 Temmuz'un gerçeklerini görüp anlayabileceğini söyledi. Ben de Allahu Tealanın büyüklüğünü mü küçümsüyorsunuz sizin saydığınız 5 özelliği taşımayan kişilere Rabbim göstermeyecek mi Allah'ın büyüklüğü açık ve net değil mi dedim. Y.Y. da siz göremezsiniz o göze sahip değilsiniz, bir gün hakikati göreceksiniz ama sizin için çok geç olacak dedi. [...] Z.Y. iki çocuğuna beni göstererek bunlarla konuşulacak bir şey yok hadi yürüyün dedi ve gittiler. Piknik alanında çok kalmadılar. Tedirgin oldular ve daha sonra gittiler." Tanık G.G.nin beyanları doğrultusunda Başsavcılık başvurucu ve K. hakkında da soruşturma başlatmıştır. Kolluk tarafından düzenlenen 24/2/2017 tarihli ByLock sistem sorgu tutanağına göre başvurucunun kendi kullanımında olan GSM hattı üzerinden ilk tespit tarihi 11/8/2014 olacak şekilde ByLock kaydına rastlanılmıştır. Başvurucu, kollukta müdafiinin de hazır bulunmasıyla alınan ve içeriğini savcılık ve sorguda da tekrar ettiği savunmasında; lise son sınıfta örgüte ait olduğunu bildiği dersaneye gittiğini, darbe teşebbüsü sonrasında üniversitedeki görevinden çıkarıldığını, anılan örgüte üye olmadığını, ByLock programını kullanmadığını, tanık G.G.yi tanımadığını ve tanığın ifadesinde geçen konuşmayı yapmadığını beyan etmiştir. Bu sırada, FETÖ/PDY'ye ilişkin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen farklı bir soruşturmada, kullandıkları GSM hatlarına dair iletişim kayıtları (HTS) tespit edilen 72 kişinin irtibatlı olduğu diğer GSM hatları belirlenmiştir. Bu kapsamda, örgütün yöneticilerinden oldukları değerlendirilen A.B. ve T. ile başvurucu arasında birden çok kez görüşme yapıldığı tespit edilmiştir. Soruşturma sonucunda Başsavcılık tarafından başvurucu ile annesi Z.Y. ve kardeşi K. hakkında silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütü propagandası yapma ve örgüte finans sağlama suçlarından cezalandırılmaları talebiyle 31/3/2017 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede özetle başvurucunun lise yıllarında örgüte ait dersaneye gitmesi, tanık beyanlarına göre örgütü ve liderini öven konuşmalar yapması, örgüt yöneticisi olduğu değerlendirilen kişilerle telefon görüşmelerinin tespit edilmesi ve ByLock programını kullanması birlikte ele alınarak atılı suçları işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2017/142 sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 2/3/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda -diğerlerinin yanı sıra- başvurucunun kullandığı belirtilen ByLock programına ilişkin mesaj içeriklerinin gönderilmesi için Düzce İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılmasına, tanık G.G.nin ifadesinin alınması için duruşmaya zorla getirtilmesine ve duruşmanın 18/7/2017 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca (EGM-KOM Daire Başkanlığı) Mahkemeye gönderilen 28/4/2017 tarihli müzekkere ekindeki Yeni ByLock CBS Sorgu Sonucu başlıklı tutanakta, ByLock veri tabanında yapılan inceleme sonucunda başvurucuya ait ByLock kaydının olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme, başvurucuya ait GSM hattına tanımlanan internet protokol (IP) numaralarının ByLock IP adreslerine kaç defa bağlandığına dair kayıtların (CGNAT verileri) gönderilmesini 30/5/2017 tarihli müzekkere ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan (BTK) talep etmiştir. BTK 21/6/2017 tarihli yazı ekinde başvurucunun GSM hattına ait CGNAT kayıtlarını Mahkemeye sunmuştur. Anılan kayıtlarda, başvurucunun GSM hattına tanımlanan IP numaraları ile ByLock IP adreslerine 11/8/2014 ila 27/11/2014 tarihleri arasında yapıldığı tespit edilen 158 satırdan ibaret bağlantıya ilişkin bilgilere yer verilmiştir. Başvurucu ve müdafii ile diğer sanıkların hazır bulundukları ilk celsede başvurucuya EGM-KOM Daire Başkanlığının tutanağı, CGNAT kayıtları ile tanık G.G.nin ifadeleri okunmuş ve tüm sanıkların sorguları yapılmıştır. Tanık G.G.nin ifadelerine ilişkin başvurucu ve diğer sanıklar sorgularında tanık ile aralarında söz konusu konuşmanın yapılmadığını savunmuşlardır. İddianamede yer alan diğer delillere dair başvurucunun savunması şöyledir:i. ByLock programını kullanmadığını, CGNAT kayıtlarının ByLock kullanımının tespiti açısından yeterli veri olmadığını belirtmiştir. ii. Babasının 35 sene önce vefat ettiğini, babasını tanıyan kişilerin sonradan kendilerine ulaşarak yardımcı olduğunu, A.B.nin de babasını tanıyan biri olduğunu ve kendisiyle bayram tebriği gibi konularda nezaketen görüşme yaptığını, T. ile aynı üniversitede çalıştıklarını, bu kişinin Fetullah Gülen'in doktoru olduğunu bilmediğini ve onunla da kurumla ilgili konularda görüşme yaptığını ileri sürmüştür. iii. Örgüte ait dersaneye ekonomik nedenlerle ve başarılı bir eğitim verildiğini düşünerek gittiğini söylemiştir. Başvurucu ve diğer sanıklarının sorgularının ardından, aynı celsede hazır bulunan G.G.nin tanık sıfatıyla ifadesi alınmış, tanık G.G. kollukta alınan ifadesini tekrar etmiştir. Başsavcılık bu celsede esas hakkında mütalaasını sunmuştur. Mütalaada başvurucu açısından tanık G.G.nin beyanları, başvurucunun ByLock programını kullandığı ve örgüt yöneticisi olduğu değerlendirilen kişilerle telefon görüşmelerinin bulunduğu gözetilerek silahlı terör örgütüne üye olma ile suçu ve suçluyu övme suçlarından cezalandırılmasına, terör örgütüne finans sağlama ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından ise beraatine karar verilmesi talep edilmiştir. Yargılamanın 14/8/2017 tarihli ikinci celsesinde sanıklar esas hakkında mütalaaya karşı savunmalarını yapmıştır. Yargılama sonucunda Mahkeme, tüm sanıkların silahlı terör örgütünün propagandası yapma ile suçu ve suçluyu övme suçlarından beraatlerine, sanıklar Z.Y. ile K.nın eylemlerinin silahlı terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturduğu kabul edilerek bu suçtan mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Mahkeme başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ise 8 yıl 9 ay hapis cezasına hükmetmiştir. Mahkûmiyet gerekçesinde, başlangıçta terör kavramının hukukumuzdaki yeri açıklanmış; sonrasında hem FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amaçları ve yapılanmasıyla ilgili olarak hem de ByLock iletişim programına, bu programa dair verilerin hukuka uygun delil olduğuna ve programın örgütün kullanımına sunulmuş, örgütsel amaçlarla kullanılan bir program olduğuna dair açıklamalara yer verilmiştir. Gerekçeli kararının başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir: "Sanık Y.Y.'ın, [...] Ünivertesi Rektörlüğü Şube Müdürü olarak görev yaparken FETÖ/PDY iltisakı nedeniyle ihraç edildiği, Sanığın, kendi adına kayıtlı .. numaralı hat ile örgütün gizli yazışma programı olan ByLock programını kullandığı, ilgili hatta ilişkin ByLock log ve nat kayıtlarına göre, 11/08/2014 - 28/12/2014 tarihleri arasında 62158 kez ByLock sinyal kaydının olduğu,Yargıtay Ceza Dairesi'nin 2015/3 Esas, 2017/3 Karar nolu kararında ByLock iletişim sisteminin, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının iletişimini sağlamak amacı oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeni ile örgütün talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacı ile kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaata ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olarak kabul edildiği,Tanık [G.G.] Mahkememizce alınan beyanında: 'Sanıklardan [Z.Y.] çok eskiden annemin arkadaşı olur. [K.yı] tanıyorum, [başvurucuyu] çok fazla tanımıyorum. Çocukluğunu biliyorum, sonrasını bilmiyorum. Hatırladığım kadarıyla 15 Temmuzdan iki hafta sonra Güzeldere şelalesinde karşılaştık. Arkadaşlarımızla çocuklarıyla kampa gelmiştik, piknik yapıyorduk. Mescitte [Z.Y.] beni tanıdı. Namazdan önce merhabalaştık. 'Kızım [K.] burada' dedi. Namazımızı kıldık, dışarı çıktık, dışarıda merhabalaştık. Orada konuştuk. Ben bu şahısların daha önceden Fethullah Gülen cemaatinden olduklarını biliyordum. 'Ne yaptınız ne düşünüyorsunuz bıraktınız mı' diye sordum. [K. da] 'Bıraktık' dedi. 'Köprüde yaşananlar, o kadar insan öldü, bu yapılır mı' dedim. 'Terör örgütü, insanları birbirine kırdırdı' dedim. [K. da] 'senin bildiğin gibi değil' dedi. O anda [K. ile] ben konuşuyordum, başkası yoktu. Biz bunu konuşurken [Z.Y.] geldi. [Z.Y.] 'bunlar bir şey değil daha görecekleriniz var bekleyin' dedi. Ben şu ana kadar 15 Temmuzda yapılanlar azmış gibi anladım. Ölen vatandaş için 'tankların önüne çıkmasa ölmezlerdi, bunlar bir kurgu' dedi. 'Bütün televizyonlar hepsi aynı yayını yapıyor' dedi. Ben de 'Türkiye ilk defa bir konuda birleşti' dedim. [Z.Y.] aşırı derecede sinirlendi, beni dövecek zannettim. Sonra biz konuşurken [başvurucu] geldi, 'ne oluyor' diye sordu. [Başvurucu] çok fazla bir şey konuşmadı, 'her göz gerçekleri göremez' dedi. 'Liyakar riyazat' gibi kelimeler saydı. Ben de 'gerçeği görmek için illa bunlara mı sahip olmak gerekiyor' dedim. 'Sizin hoca dediğiniz kişi beddua etti, bedduası sizleri vurdu, göremiyor musunuz' dedim. 'Oradan oraya geziyorsunuz, asıl görülmesi gereken bu' dedim. Aradan bir yıl geçti, hatırladığım bunlar. [...]' şeklinde samimi beyanda bulunduğu, sanığın tanık beyanlarını kabul etmediği,Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/37666 Sayılı FETÖ/PDY ana çatı soruşturması kapsamında HTS kaydı alınan 72 şahsa ait 336 numaranın irtibatlı olduğu karşı numaralarla karşılaştırmaların yapıldığı, HTS kaydı alınan 72 şahsa ait 336 numaranın irtibatlı olduğu karşı numaraların abone bilgilerinde TC numaraları kullanılarak yapılan karşılaştırma sonucunda örgütün tepe yöneticilerinden [A.B. ve [T.nin] sanık Y.Y. ile defalarca görüşme yaptığının belirlendiği, sanığın savunmasında [A.B.yi] babasının arkadaşı olmasından mütevellit tanıdığını, [T.yi] ise aynı kurumda çalışmasından dolayı tanıdığını beyan ettiği, dosya arasındaki telefon kayıtlarına göre bu şahıslarla uzun süreli yoğun telefon görüşmelerinin ve bu hususta çelişkili beyanlarının mevcut olduğu ve bu şahıslardan [T.] ile aynı kurumda çalışıp şahıs ile irtibatlı olduğu,Sanığın savunmasında, lise son sınıfta FETÖ/PDY'ye müzahir FEM Dershanesi'nde okuduğunu beyan ettiği anlaşılmakla,Sanığın üzerine atılı suçu işlediği sabit olmakla, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir." Başvurucu ve diğer sanıklar hükümler aleyhine istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde; -diğerlerinin yanı sıra- ByLock kullanımına dair kabulün CGNAT kayıtlarına dayandığını ve teknik verilerle ispat edilemediğini, bu kayıtlara istinaden kişinin ByLock sistemine dâhil olduğunun değerlendirilemeyeceğini ve programı kullandığına dair user-ID, şifre ve diğer verilere dair raporun dava dosyasına gelmediğini beyan etmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ve Düzce İl Emniyet Müdürlüğüne 12/10/2018 tarihinde müzekkereler göndererek varsa başvurucunun ByLock programına ilişkin kullanım içeriklerine ilişkin ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nın Daireye sunulmasını talep etmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından gönderilen 25/1/2019 tarihli yazıda, ByLock programına ilişkin veri tabanında yapılan sorgulama sonucunda kullanıcısının K.Y. olduğu değerlendirilen 1376 user-ID numarasına dair düzenlenen ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nın ekte gönderildiği belirtilmiştir. Anılan tutanakta, K.Y.nin irtibatlı olduğu diğer user-ID numaraları arasında yer alan 52471 user-ID numarasını kullanan kişinin başvurucu olduğu tespitine yer verilmiştir. Daire 29/1/2019 tarihinde sanıklar Z.Y. ve K. yönünden duruşma hazırlığı işlemleri yapmış, duruşmada tüm sanıkların müdafii olarak Av. Ö.ye davetiye gönderilmesine ve duruşmanın 27/2/2019 tarihinde görülmesine karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yazısı ekinde gönderildiği belirtilen belgenin başvurucu ya da müdafiine tebliğ edildiğine ilişkin belgeye rastlanılmamakla birlikte başvurucu, müdafii aracılığıyla Daireye sunduğu 8/2/2019 tarihli dilekçede, kendi kullanımındaki GSM hattına dair düzenlendiğini belirttiği ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'na yönelik savunmasını sunmuş ve tutanakta yer aldığını söylediği user-ID numarası ve diğer verilerin kendisine ait olmadığını, bu verilerin çelişkili olup kendisiyle hata sonucu ilişkilendirildiğini ileri sürmüştür. Yargılamanın 27/2/2019 tarihli oturumunda diğer sanıklar ile müdafii hazır bulunmuş ve bu sanıklara ilişkin istinaf aşamasında alınan bilirkişi raporu okunarak yeniden sorguları yapılmıştır. Duruşma Tutanağı'na göre başvurucu hakkında istinaf incelemesi sürecinde dosyaya giren bir belge duruşmada okunmamış ve başvurucu müdafii celse sırasında başvurucu hakkında herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Yargılama sonucunda Dairece diğer sanıklar hakkındaki Mahkeme hükümleri kaldırılarak beraatlerine karar verilmiş, başvurucunun istinaf talebi ise esastan reddedilmiştir. Dairenin gerekçeli kararındaki "Deliller" başlıklı kısımda Bylock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ibaresi de yer almakta olup hükmün başvurucu ile ilgili kısmı da şu şekildedir: "Sanık Y.Y.'ın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan dolayı cezalandırılmasına ilişkin ilk derece mahkemesinin hükmüne yönelik sanık ve müdafinin istinaf kanun yolu başvurularının duruşma açılmadan yapılan incelenmesinde:FETÖ silahlı terör örgütüne iltisaklı dershaneye gitmenin örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceği belirlenerek yapılan incelemede;Sanık Y.Y.'a ait bylock tespit ve değerlendirme tutanağında İD no '52471', Kullanıcı Adı '2447', Şifre '79frk' olduğu, Bylock kişisi olan 1376 İD nolu [K.Y.nin] mesaj içeriklerinde örgütsel görüşmelerin olduğu tespit edilen dava dosyasında;İlk derece mahkemesi tarafından yapılan yargılamaya, dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, karar yerinde gösterilip incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli delillere, mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçların oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, cezayı artırıcı ve azaltıcı sebeplerin nitelik ve derecesi takdir kılınarak, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre, verilen hükümde bir isabetsizlik bulunmadığından sanık ve müdafinin talepleri yerinde görülmemiş olmakla, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 280/1-a maddesinin ilk cümlesi uyarınca, ismi geçen sanık yönünden dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda İSTİNAF BAŞVURUSUNUN ESASTAN REDDİNE" Başvurucu, -diğerlerinin yanı sıra- kendisi açısından duruşma açılmaksızın, istinaf incelemesi sırasında dosyaya giren ve itirazlarını sunma olanağı sağlanmayan ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nda yer alan veriler esas alınarak karar verildiğini ileri sürerek Daire kararını temyiz etmiştir. Yargıtay 4/3/2020 tarihinde Daire kararını onamıştır. Başvurucu nihai hükmü 16/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 14/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinde yapılan incelemede, bireysel başvuru sonrasında Başsavcılık tarafından Mahkemeye sunulan 23/9/2020 tarihli yazıda, başvurucuya ait olduğu belirtilen 52471 user-ID numarasına ilişkin ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı'nın ekte gönderildiği belirtilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22966
Başvuru, ceza davasında başvurucuya (sanığa) dosyadaki mahkûmiyet için önemli ağırlıkta bir delile karşı beyanda bulunma imkânı tanınmaması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, murislerinin terör örgütü üyeleri tarafından 1985 yılında öldürülmesi neticesinde bu özel durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin olayın gerçekleştiği tarih itibarıyla Kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/02/2013 tarihinde Hakkari Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 26/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 13/2/2014 tarihli görüş yazısı 21/2/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucular vekili tarafından 5/3/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesi sunulmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, murislerinin 31/3/1985 tarihinde terör örgütünce öldürüldüğünü iddia ederek oluşan zararları için 31/7/2006 tarihinde Hakkari Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurduklarını belirtmişlerdir. Komisyon 17/11/2006 tarihli ve 2006/372 sayılı kararında "...ilgilinin müracaat dilekçesine bağlı belgelerden, adı geçen A.B.'nin bölücü terör örgütü mensupları tarafından öldürüldüğü anlaşılmış ve olayın terör olayları kapsamına girdiği kanısına varılmıştır.Ancak Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki 5233 sayılı Kanun'un geçici maddesine göre 19/7/1987-27/7/2004 tarihleri arasında terörden dolayı meydana gelen olaylar ve bu olaylardan zarar görenlere bu Kanun hükümleri uygulanır hükmü yer almaktadır....vuku bulan olayın yukarıda anılan tarihler arasında olmadığı, 31/3/1985 tarihinde meydana geldiği anlaşılmıştır. Bu nedenle ilgilinin müracaatı Kanun kapsamı dışında kaldığından tazminat talebinin reddine.." şeklinde karar vermiştir. Başvurucular tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Van İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Van İdare Mahkemesinin 7/11/2007 tarihli ve E.2007/112, K.2007/2448 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir; "...Dava dosyasının incelenmesinden; davacıların murisi A.B.'nin 30/3/1985 tarihinde terör örgütünce öldürülmesi sebebiyle uğranıldığı iddia olunan zararın, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun kapsamında karşılanması amacıyla yapılan başvurunun Hakkari Valiliği 2 nolu Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı tarafından, başvurunun Kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddi üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, zararı doğuran olayın, meydana geldiği tarih itibariyle 5233 sayılı Yasanın kapsamı dışında olduğu açık olup, davacıların başvurusunun bu gerekçeyle reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır." Başvurucuların temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 30/11/2011 tarihli ve E.2011/9531, K.2011/4615 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 24/9/2012 tarihli ve E.2012/6456, K.2012/5732 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararı başvuruculara 21/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.” 5233 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1712
Başvuru, murislerinin terör örgütü üyeleri tarafından 1985 yılında öldürülmesi neticesinde bu özel durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun ve açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin olayın gerçekleştiği tarih itibarıyla Kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Habertürk gazetesinde yayımlanan bazı köşe yazılarında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 26/3/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın 9/2/2015 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu süresi içinde Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği ve başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yapmıştır. Başvurucu hâlen Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır. Ulusal düzeyde yayın yapan Habertürk gazetesinin 14/10/2010, 17/10/2010, 28/11/2010, 28/1/2011, 31/1/2011 ve 12/5/2011 tarihli nüshalarında Umur Talu imzası ile sırasıyla “Esas siz istifa etseydiniz Tosun Bey!”, “İtaat ve Terakki!”, “Birdirbir”, “Tekzip, tek tip”, “Suç duyurusu” ve “İki çocuk, iki mektup” başlıklı köşe yazıları yayımlanmıştır. Gazetenin 17/10/2010 tarihli nüshasında yayımlanan “İtaat ve Terakki!” başlıklı köşe yazısında başvurucu hakkında şu ifadelere yer verilmiştir: "…Okur da belli ki, Ertosun gibi devletin kutsal emaneti.Böyle emanetler iktidardan iktidara geçiyor ve bazen karışıklıklar vuku buluyor.Aralık 2000 cezaevi katliamı sırasında, DSP-MHP-ANAP koalisyonu Ceza ve Tevkif Evleri Müdürü olan “hassas terazili hukuk insanı” Ertosun, bu hükümette hem Cemil Çiçek eliyle “üstün hizmet madalyası” almış, hem HSYK’ya münasip görülmüştü.Artık hükümet muhalifi, ama istifa da etmedi!Okur da sanırım benzer “Çiçek” familyasından.Nasıl Çiçek, 12 Eylül sonrası ANAP kuruculuğundan beri “Devlet”in parçası ise, bazı “Adalet” bürokratları da öyle olmalı.“Karışıklık” şuradan:AKP’ye yakın sandığınız biri, “devlet adamı” olarak muhalif çıkmış mesela!Ya da “Devletin adamı” sandığınız, AKP’nin de has adamı olmuş.Belki de bu AKP’nin ve devletin yapısından ileri geliyor:Nasıl devlet biraz AKP ise; AKP de biraz devlet!Belki de, kökler öyle birbirine girmiş ki; “derinlikte” buluşuyor bazen!…İktidar gölgesinde bağımsız yargı olmayacağı gibi; bağımsız ve özgür gazetecilik de hikâye.“Asker gölgesi”nde hiç olamayacağı nasıl kesinse, öyle!Birbirini gırtlaklayan hukukçular ile…Birbirini boğazlayan gazeteciler azıcık düşünseler…“Postal postası” olmanın da “iktidar kuklası” yazılmanın da insana katacağı zerre onur kırıntısı yok!Ancak Tosunbey, Okurbey, Kasımbey filan olur, makam, fırsat, imkân tüketirsiniz…İnsanlık haysiyetinizle birlikte!Terakki için itaat şart olabilir ama boynu eğik, omurgası yamuk suretiniz; suratınızdan paçalarınıza akar!” Gazetenin 28/11/2010 tarihli nüshasında yayımlanan “Birdirbir” başlıklı köşe yazısında başvurucu hakkında şu ifadelere yer verilmiştir: “…BİR MÜDÜR: Koalisyonun ve Türk’ün bakanlığının Cezaevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’du.BİR
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4479
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Habertürk gazetesinde yayımlanan bazı köşe yazılarında kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36993
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 6/2/2015 tarihinde açtığı davada başlayan yargısal süreç, mahkemenin 23/2/2016 tarihlinde verdiği kararın Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/6/2020 tarihli kararı ile onanmasıyla son bulmuştur. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 31/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19673
Başvuru, işçilik alacaklarının tahsili talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun kurumsal e-posta hesabı içeriğinin işveren tarafından incelenmesi ve bu yazışmalar gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu 4/1/2012 tarihinden bir Avukatlık Ortaklığında avukat olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucuya ortaklık ismiyle "av.tr." uzantılı kurumsal bir e-posta verilmiştir. Kurumsal e-posta bilgi, trafik ve içerikleri işverene ait sunucu üzerinde saklı tutulmaktadır. Başvurucu, beş kişilik bir ekipte ekip yöneticisi olarak görevlidir. İşyerinde 15/12/2014 tarihinde yaşanan tartışma sonrasında ekipte görevli üç kişi yönetime şikâyet dilekçeleri vermiştir. Dilekçelerde, bir buçuk yıldır ekip yöneticisi olan başvurucunun ekibin kıdemli üyesi olan E.Ü. ile iş ilişkisinde nesnelliği kaybettiği, her olayda onu destekleyerek diğer ekip üyelerini zor durumda bıraktığı, E.Ü.nün diğer ekip üyelerine karşı kaba davranışlarının ekip içinde ciddi sıkıntılara yol açmasına rağmen başvurucunun olumsuzlukları gidermek için bir adım atmadığı, barışçıl çalışma ortamının kaybolduğu hususlarının dile getirildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun iş sözleşmesi 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesine dayanılarak 16/1/2015 tarihinde işveren tarafından feshedilmiştir. Fesih bildiriminde; işyerinde Avukat E.Ü. ile başka bir çalışan arasında yaşanan sözlü tartışma sonrası başvurucu hakkında ekip arkadaşları tarafından verilen şikâyet dilekçelerindeki iddiaları araştırmak amacıyla inceleme başlatıldığı belirtilmiştir. Fesih bildiriminde ayrıca yukarıda belirtilen şikâyet dilekçelerindeki suçlamaların sözlü iddialar niteliğinde olması nedeniyle somut olayın ve ekip üyeleri arasındaki ilişkilerin aydınlatılması amacıyla işlerin sürekliliğinin sağlanması için kullanılan ve güvenlik gerekçeleriyle internet ortamında saklı tutulan -her an kontrol edilebileceği de bilinen- kurumsal e-posta yazışmalarının incelendiği ifade edilmiştir. İnceleme sonucu elde edilen mesajlarda E.Ü.nün başvurucu ve iş arkadaşları hakkında ağır ithamlarda bulunduğu, hakaretamiz ifadeler kullandığı, başvurucuyu rahatsız edecek ve psikolojik taciz sayılabilecek yazışmalar yaptığı, ekip yöneticisi olan başvurucunun da bu durumu kabullendiği, bu üsluba karşı caydırıcı adımlar atmayı reddettiği hususlarının tespit edildiği belirtilmiştir. Anılan inceleme ile başvurucuyla yapılan mülakat ve başvurucudan alınan yazılı savunma sonucunda, başvurucunun ekip yönetiminde nesnelliği kaybettiği ve bu durumu bilerek düzeltmediği, diğer çalışanlar hakkında hasmane, tutarsız, ön yargılı davranışlar sergilediği hususlarının sabit olduğu bu durumun işyerindeki barışçıl çalışma ortamını bozacak nitelikte olduğu vurgulanarak, iş akdinin feshedildiği ve işçilik haklarının ödeneceği ifade edilmiştir. İşverenin ilk derece mahkemesine sunduğu yazışma içerikleri incelendiğinde; başvurucu ile E.Ü. arasında geçen ve genellikle birbirleriyle ve işyeri ile ilgili düşüncelerin açıklandığı yer yer karşılıklı tartışma şeklinde diyalogların mevcut olduğu görülmüştür. Ayrıca başvurucu ve E.Ü.nün dışında, birlikte çalıştıkları başka bir avukatla yapılan yazışmalara da yer verilmiştir. Yazışmaların bir kısmı şu şekildedir: E.Ü.den başvurucuya; "hayatımdan çık ve geri dönme senden bıktım", "annenle konuşacağım merak etme tüm rezilliklerini anlatacağım", "her şey ortaya çıkacak, kendi hırsların için neler yaptığını en yakınlarında bilsin", "senin yarattığın tipler bunlar ama adam ederim", "sana ıspatı olsun, kendisi bulamadığı için sevgilisi A.yı seferber etmiş...nasıl bir örgütlenme olduğunu gör", "adam kendisi benim belgelerime giremeyecek kadar aciz, kız arkadaşını sokuyor, şımarıklığın hadsizliğin dik boyutu". Başvurucu cevaplarında: "Ben senin hayatında değilim, çok oldu çıkalı dönmek gibi bir niyetim de yok, beni böyle taciz ederek İ.E ile konuşturamazsın", "rezil sensin, buyur konuş, bana bir daha böyle mail atma", "benim üzerime bu kadar gelme, kendini kontrol etmeyi öğren", "seni bu grupta tutacağım seninle anlaşamadığım algısı yarattırmayacağım", "yoruldum maillerinden, aşırı derecede asabım bozuluyor, çalışamıyorum. Kimsenin kimseye bu tip bir tavır sergilemeye ve eziyet etmeye hakkı yok..."B. İşe İade Davası Süreci Başvurucu, işveren aleyhine İstanbul İş Mahkemesinde işe iade istemli tespit davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu özetle; davalılar tarafından birlikte istihdam edildiğini, çalışmaya başladıktan on sekiz ay sonra çalışma performansı ve iş arkadaşlarıyla sosyal ilişkileri gözetilerek ekip yöneticisi olarak görevlendirildiğini belirtmiştir. Fesih sebebi olarak gösterilen ofiste iki ekip arkadaşı arasında yaşanan sözlü tartışmanın tarafı olmadığını, tartışmaya müdahale ederek sonlandırdığını, yoğun ve stresli çalışma ortamında zaman zaman yaşanan bu tartışmaların fesih nedeni olamayacağını ifade etmiştir. Ayrıca fesih nedeni olarak gösterilen e-posta yazışmalarının ise o dönemdeki işlerin gerginliği ile söylenen, ekip arkadaşı ile yaptığı şahsi ve dışarıya yansımayan görüşmeler olduğunu, geriye dönük inceleme yapılacak olsa benzer e-postaların diğer çalışanlar arasında da geçtiğinin tespit edilebileceğini ifade ederek, iş akdinin feshinin kötü niyetli olduğunu, haklı bir gerekçeye dayanmadığını ileri sürmüştür. İşveren davaya cevabında özetle; başvurucuyla aynı ekipte çalışan Avukat E.Ü. ile başka bir çalışan arasında işyerinde tartışma yaşanması sonrasında ekip arkadaşlarının başvurucu ve E.Ü. hakkında şikâyet dilekçeleri verdiklerini belirtmiştir. İddiaların araştırılması sırasında başvurucu ve diğer çalışanlar ile mülakat yapıldığını, başvurucunun savunmasının alındığını; çalışma ekibinde yaşanan sıkıntıların temelinde olayların değil söylemlerin ve ispatı neredeyse imkânsız olan anlık hareketlerin bulunması nedeniyle başvurucunun kurum e-posta hesabı üzerinden yaptığı yazışmaların incelendiği belirtilmiştir. Anılan incelemenin başvurucu ile diğer ekip üyeleri arasında geçen yazışmalar ile sınırlı tutulduğunu, inceleme sonucunda E.Ü.nün ekip yöneticisi olan başvurucuya yönelik tehdit ve taciz içerikli mesajları ile diğer çalışma arkadaşlarına yönelik hakaret içerikli mesajlarının tespit edildiği, bu şekilde yönetici olan başvurucunun objektifliğini ve yönetim yetkisini kaybettiğinin anlaşıldığı vurgulanarak ilgili mesaj içerikleri dilekçede sunulmuştur. Ayrıca sözlü savunmanın gerçekleştirilmesine rağmen başvurucu ile ilgili iddiaların gerçek olup olmadığı yönünde somut veri olmaması nedeniyle e-postaların incelendiği, kurumsal e-posta olması nedeniyle başvurucunun e-postasının işveren tarafından her zaman incelenebileceği ifade edilmiştir. Mahkeme 20/8/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; tanık beyanları, dosyaya sunulan belgeler ile e-posta içerikleri değerlendirilerek başvurucunun davalılar tarafından birlikte istihdam edildiğinin anlaşıldığı öte yandan iş akdinin feshine dayanak edilen olayların ve nedenlerin fesih bildiriminde açık bir şekilde gösterildiği belirtilmiştir. Bununla birlikte ekip lideri olarak çalışan başvurucunun ekipte yaşanan tartışmalarda ekip arkadaşları arasında eşit mesafede durarak sorunların çözümü yönünde girişimde bulunmadığı, uzun süredir devam ettiği anlaşılan olaylara zamanında müdahale etmeyerek iş barışının bozulmasına neden olduğu hususlarının sabit olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca işvereni hakkında eleştiri boyutunu aşacak nitelikte ifadelerle organik bağ bulunan diğer davalılara mesajlar gönderdiği belirtilerek anılan tutum ve davranışlar nedeniyle iş akdinin devamının işverenden beklenemeyeceği vurgulanarak geçerli nedene dayalı feshin yerinde olduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucu vekili tarafından anılan karar temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde, kişisel hesaplar üzerinden gerçekleştirilen yazışmalardan oluşan e-postaların fesih gerekçesi olarak gösterilmesiyle özel hayatın gizliliği hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği, buna rağmen Mahkeme tarafından söz konusu mesajların delil olarak değerlendirildiği belirtilmiştir. Başvurucunun e-postasının şifreli olduğu ve işveren tarafından şifre kırılmadan inceleme yapılamayacağı, ayrıca işyerinde kurumsal e-posta yazışmalarının okunabileceğine veya incelenebileceğine dair yazılı bir kural olmadığı vurgulanmış ve e-posta içeriklerinin işveren tarafından okunamayacağı düşünülerek iki kişi arasında geçen kişisel yazışmalardan oluştuğu belirtilmiştir. Temyiz nedenlerine karşı cevap dilekçesi sunan davalı işveren vekilince yazışmaların Şirket tarafından çalışanlar adına açılmış ve tüm hakları işverene ait olan e-posta hesapları üzerinden gerçekleştirildiği, bu e-posta adreslerinin herhangi bir şifresinin olmadığı ve bu iletişim adreslerinden yapılan tüm mesajların işverene ait sunucuda biriktirildiği ifade edilmiştir. Ayrıca Yargıtay içtihatlarına yer verilerek işverenin işçiye tahsis ettiği bilgisayar ve kurumsal e-posta adreslerini her zaman denetleyebileceği vurgulanarak feshin haklı nedenlere dayandığı iddiası yinelenmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 12/5/2016 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesinin kararını, başvurucuyu davalıların birlikte istihdam ettiğine ilişkin kısmı gerekçeden çıkararak onamıştır. Nihai karar 17/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. E.Ü. [GK], B. No: 2016/1310, 17/9/2020, §§ 22- Ayrıca 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun "Feshin geçerli sebeplere dayandırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. (Ek cümle: 10/9/2014-6552/2 md.) Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz.Altı aylık kıdem hesabında bu Kanunun 66 ncı maddesindeki süreler dikkate alınır.Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak.b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak.c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip veya yükümlülüklerini yerine getirmek için işveren aleyhine idari veya adli makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak.d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, doğum, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler. e) 74 üncü maddede öngörülen ve kadın işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek.f) Hastalık veya kaza nedeniyle 25 inci maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık.İşçinin altı aylık kıdemi, aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/13011
Başvuru, özel bir şirkette çalışan başvurucunun kurumsal e-posta hesabı içeriğinin işveren tarafından incelenmesi ve bu yazışmalar gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 14/4/2008 tarihinde göğüs ağrısı ve nefes darlığı şikâyetiyle başvurduğu Bursa Devlet Hastanesinde kalp krizi tanısıyla tedavi altına alınmıştır. Yapılan anjio işlemi sırasında bazı komplikasyonlar gelişmesi üzerine başvurucu tedavisini başka bir sağlık kuruluşunda tamamlamıştır. Başvurucu 12/11/2008 tarihinde Bursa Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada hatalı tıbbi müdahalede bulunduğu gerekçesiyle ilk müdahaleyi gerçekleştiren hekim hakkında tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme 28/12/2012 tarihinde kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken gerçekleştirdikleri eylemlerden dolayı idareye karşı idari yargı makamlarına başvurulması gerektiğini belirterek husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; olayda kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmenin mümkün olmadığı, hizmet kusurunun söz konusu olduğu, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının rücu edilmek kaydıyla ancak idare aleyhine açılabileceği ifade edilmiştir. Karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/5/2014 tarihli ilamıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 11/11/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 19/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar... Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6006
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Adnan Menderes Üniversitesi (Üniversite) aleyhine yürütülen ilamlı icra takibine rağmen kamu mallarının haczinin mümkün olmaması nedeniyle alacağını tahsil edemediğini belirten başvurucunun, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/4/2013 tarihinde Aydın İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/7/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 22/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 8/1/2014 tarihli görüş yazısı 13/2/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını süresi içindeibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Üniversitede yardımcı doçent olarak çalışmakta iken görev süresinin uzatılmaması nedeniyle Üniversite aleyhine açtığıiptal ve tam yargı davasında lehine karar verildiğini belirterek çalışamadığı süreye ilişkin döner sermaye katkı payı ve farkı ile faizinden kaynaklanan maddi tazminatın ödenmesi istemiyle 8/1/2009 tarihinde Aydın İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkemenin 14/1/2009 tarihli ve E.2009/36, K.2009/31 sayılı kararıyla mevzuat uyarınca döner sermaye katkı paylarının ödenmesinde fiilen yapılan katkının esas alınmasının gerektiği, bununla birlikte somut olayda başvurucunun fiilen katkısını engelleyen görevine son verilmesine dair idari işlemin yargı kararı ile hukuka aykırı olduğunun ortaya konulduğu, başvurucunun döner sermaye katkı payından hukuka aykırı işlem nedeniyle yoksun kaldığı bu nedenle dava konusu katkı payının iptal kararı uyarınca tazminat olarak ödenmesi gerektiği belirtilerek toplam 541,01 TL maddi tazminat ile anapara tutarı olan 651,01 TL tutarın 1/5/2003 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine karar verilmiştir. Karar, temyiz ve karar düzeltme incelemeleri sonucunda 18/11/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Aydın İcra Müdürlüğünün E.2012/1539 sayılı dosyasında Mahkemenin 14/1/2009 tarihli ilamına dayanarak takip başlatmıştır. İcra Müdürlüğünün 7/2/2012 tarihli icra emrinde toplam borç miktarı 215,13 TL olarak tespit edilmiş ve icra emri Üniversiteye tebliğ edilmiştir. İcra Müdürlüğünün 12/3/2012 tarihli yazısında, E.2012/1539 sayılı dosyanın bakiye borç miktarının 899,04 TL ve ferileri olduğu, ödeme yapılmaması durumunda icrai işlemlere devam edileceği Üniversiteye bildirilmiştir. Üniversitenin 29/3/2012 tarihli yazısında 14/1/2009 tarihli Mahkeme kararından kaynaklanan maddi tazminat olarak 541,01 TL ile anapara tutarı olan 651,01 TL tutarın faizinin hesaplandığı, 17/2/2012 tarihinde brüt 482,96 TL üzerinden gelir vergisi ve damga vergisi kesintileri yapıldığı, net 218,18 TL'nin aynı tarihte başvurucunun hesabına yatırıldığı bildirilmiş; ödemeye ilişkin dekont İcra Müdürlüğüne sunulmuştur. Başvurucu 3/5/2012 tarihinde Üniversiteye sunduğu yazıda, Aydın İcra Müdürlüğünün 12/3/2012 tarihli yazısının gereğinin yerine getirilmesi talebinde bulunmuştur. Üniversitenin, Efeler Vergi Dairesi Müdürlüğüne gönderdiği 7/5/2012 tarihli yazıda; başvurucu hakkında verilen 14/1/2009 tarihli Mahkeme kararına dayanılarak yapılan döner sermaye katkı payı ve faiz ödemelerinden sehven gelir vergisi kesintisi yapıldığı belirtilerek 096,59 TLtutarın iadesi talep edilmiştir. Efeler Vergi Dairesi Müdürlüğünün, Üniversiteye gönderdiği 18/5/2015 tarihli yazıda; başvurucuya yapılan ödemeden gelir vergisi kesintisi yapılmasının vergi mevzuatına uygun olduğu, yapılacak herhangi bir iade işleminin bulunmadığı bildirilmiştir. Başvurucu, alacağının vergi kesintisine tabi tutulan kısmının tahsilini sağlamak maksadıyla Üniversitenin banka hesabı üzerinde haciz işlemi uygulamıştır. Üniversite,haciz işlemi uygulanan banka hesabının kamuya özgülenen taşınır mal statüsünde olduğunu belirterek 16/8/2012 tarihinde şikâyet yoluna başvurmuştur. Aydın İcra Hukuk Mahkemesinin 15/11/2012 tarihli kararıyla mevzuat hükümleri uyarınca Üniversitenin taşınır ve taşınmaz mallarının devlet malı niteliğinde olduğu, devlet mallarının haczedilemeyeceği belirtilerek şikâyetin kabulüne ve haczin kaldırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/3/2013 tarihli ve E.2012/31750, K.2013/7961 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Karar, başvurucuya 26/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “Haczi caiz olmıyan mallar ve haklar” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendi şöyledir:“Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,” 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun "Ücretin tarifi:" kenar başlıklı maddesininbirinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Ücret, işverene tabi belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir.Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez. " 193 sayılı Kanun'un "Vergi tevkifatı:" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zırai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar. Hizmet erbabına ödenen ücretler ile 61 inci maddede yazılı olup ücret sayılan edemelerden (istisnadan faydalananlar hariç), 103 ve 104 üncü maddelere göre,...% 25 vergi tevkifatı yapılır. " 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun "Vergilendirme hataları: " kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Vergilendirme hataları şunlardır: Mükellefin şahsında hata: Bir verginin asıl borçlusu yerine başka bir kişiden istenmesi veya alınmasıdır; Mükellefiyette hata: Açık olarak vergiye tabi olmıyan veya vergiden muaf bulunan kimselerden vergi istenmesi veya alınmasıdır; Mevzuda hata: Açık olarak vergi mevzuuna girmiyen veya vergiden müstesna bulunan gelir, servet, madde, kıymet, evrak ve işlemler üzerinden vergi istenmesi veya alınmasıdır. Vergilendirme veya muafiyet döneminde hata: Aranan verginin ilgili bulunduğu vergilendirme döneminin yanlış gösterilmiş veya süre itibariyle eksik veya fazla hesaplanmış olmasıdır. " 213 sayılı Kanun'un "Düzeltme talebi:" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Mükellefler, vergi muamelelerindeki hataların düzeltilmesini vergi dairesinden yazı ile isteyebilirler.Bunların posta ile taahhütlü olarak gönderilmesi caizdir." 213 sayılı Kanun'un "Dülzeltmede zamanaşımı:" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"114 üncü maddede yazılı zamanaşımı süresi dolduktan sonra meydana çıkarılan vergi hataları düzeltilemez." 213 sayılı Kanun'un "Zamanaşımı süreleri:" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlıyarak beş yıl içinde tarh ve mükellefe tebliğ edilmiyen vergiler zamanaşımına uğrar."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2763
Başvuru, Adnan Menderes Üniversitesi Üniversite) aleyhine yürütülen ilamlı icra takibine rağmen kamu mallarının haczinin mümkün olmaması nedeniyle alacağını tahsil edemediğini belirten başvurucunun, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, 23/3/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını, yargılama sürecinde taşınmazını kullanmadığını ve taşınmazının gelirlerinden yararlanamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir. Başvuru, 27/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 23/2/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili, Savur ilçesi, Şenocak köyünde 1984 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında 431 parsel numaralı taşınmazın başvurucu adına tespit edilmesi üzerine, Maliye Hazinesi tarafından tespitin iptali için 17/9/1984 tarihinde Mardin Kadastro Müdürlüğü Tapulama Komisyonuna itiraz edilmiş, itiraz 12/3/1990 tarihinde reddedilmiştir. Bunun üzerine Maliye Hazinesi, başvurucu aleyhine 23/3/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmış, dava dosyası Savur Kadastro Mahkemesinin E.1990/20 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucu, 27/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Savur Kadastro Mahkemesi, 12/1/2015 tarih ve E.1990/20, K.2015/5 sayılı kararıyla davanın reddine taşınmazın tespit gibi tapuya tesciline karar vermiştir. Anılan karar, Maliye Hazinesi tarafından temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7278
Başvurucu, 23/3/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını, yargılama sürecinde taşınmazını kullanmadığını ve taşınmazının gelirlerinden yararlanamadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
1
Başvuru; bir yer altı maden ocağında meydana gelen ve birçok kişinin ölümü ile pek çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan facia çerçevesinde dile getirilen yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular 2021/9749 sayılı başvuruyu 15/3/2021 tarihinde, 2022/61094 sayılı başvuruyu ise 20/5/2022 tarihinde yapmıştır. Komisyon, başvuruların birleştirilmesine ve kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye Kömür İşletmeleri adına ruhsatlı olup S... A.Ş. tarafından işletilen Manisa’nın Soma ilçesi Eynez Mahallesi Karanlıkdere mevkiindeki yer altı maden ocağında 13/5/2014 tarihinde saat 00 sıralarında meydana gelen faciada 301 kişi ölmüş, çok sayıda kişi de dumandan doğrudan etkilenerek yaralanmıştır. Olay hakkında yürütülen soruşturma sonunda bazı şüpheliler hakkında Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda bazı sanıkların beraatine karar verilmiş; bazı sanıklar bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan, bazı sanıklar ise taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan süreli hapis cezasına mahkûm edilmiştir. İlk derece mahkemesi Cumhuriyet savcıları ve bazı katılanlar/müştekiler veya katılan vekilleri ile mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri tarafından yapılan istinaf başvurularını inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (İstinaf Dairesi) bazı sanıklar hakkında kurulan hükümlerde bulunan güvenlik tedbirleriyle ilgili bölümleri çıkarıp istinaf başvurusuna konu karardaki bazı ifadelerle yazım hatalarını da düzelterek istinaf başvurularını esastan oyçokluğuyla reddetmiştir. İstinaf Dairesince verilen karar İzmir Bölge Adliyesi Cumhuriyet savcısı, mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri ve bir kısım katılan vekilince temyiz edilmiştir. Temyiz taleplerini 30/9/2020 tarihinde karara bağlayan Yargıtay Ceza Dairesi (Temyiz Dairesi) oybirliğiyle bazı sanıklar yönünden kurulan hükümlerin bozulmasına, bazı sanıklar hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz taleplerinin ise reddine karar vermiştir. Temyiz Dairesine göre bazı sanıklar olası kasıtla öldürme suçundan 301 kez, olası kasıtla yaralama suçundan 162 kez mahkûm edilmelidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (Yargıtay Başsavcılığı) 8/1/2021 tarihinde, somut olayda olası kasta ilişkin koşulların oluşmadığı gerekçesiyle Temyiz Dairesince verilen karara itiraz etmiştir. Temyiz Dairesi 18/1/2021 tarihinde oyçokluğu ile Yargıtay Başsavcılığının itirazını kabul edip dört sanık hakkında verilen bozma kararını kaldırmış; bu sanıklardan üçü hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz taleplerini reddetmiş, taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan süreli hapis cezasına mahkûm edilen bir sanığın bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan mahkûm edilmesi gerekçesiyle bu sanık hakkındaki hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bu karar 27/1/2021 tarihinde saat 47’de başvurucuları başvuruya konu yargılamada temsil eden Av. Murat Kemal Gündüz tarafından UYAP Avukat Bilgi Sistemi üzerinden okunmuştur. Başvurucular 15/3/2021 tarihinde 2021/9749 sayılı başvuruyu yapmıştır. Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyan Ceza Mahkemesi 16/6/2021 tarihinde, aleyhine bozma kararı verilen sanığı bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan süreli hapis cezasına mahkûm etmiş; 30/9/2020 tarihli bozma ilamı doğrultusunda da üç sanık hakkında yeniden hüküm kurmuştur. Başvurucular Ceza Mahkemesince verilen karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuşlardır. Temyiz Dairesi 4/4/2022 tarihinde oyçokluğuyla iki sanık hakkında kurulan hükümleri doğrudan, başka iki sanık hakkında kurulan hükümleri ise güvenlik tedbirleriyle ilgili kısımları düzelterek onamıştır. Bu karar 8/4/2022 tarihinde saat 48’de Av. Murat Kemal Gündüz tarafından UYAP Avukat Bilgi Sistemi üzerinden okunmuştur. Başvurucular 20/5/2022 tarihinde 2022/61094 sayılı başvuruyu yapmıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/9749
Başvuru, bir yer altı maden ocağında meydana gelen ve birçok kişinin ölümü ile pek çok kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan facia çerçevesinde dile getirilen yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bir sermaye şirketine ait hastanenin doktor olarak görev yapan çalışanının yaşamının korunması için gerekli tedbirleri almaması sonucu meydana gelen ölüm olayı ve bu olay sebebiyle sözü edilen hastane yöneticileri hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun annesi A., doktor olarak çalıştığı Özel Samsun B... A... Hastanesinde (Hastane) 19/11/2015 tarihinde bıçaklı bir saldırıya uğraması sonucunda vefat etmiştir. Saldırı sonrasında Hastanenin beşinci katından aşağıya atlayan ve aynı gün yaşamını yitiren fail Y., A.nin çalıştığı birimde tıbbi sekreter olarak çalışan Ş.A.nın eski eşidir. A., Ş.A. ile Y. arasındaki boşanma davasında Samsun Aile Mahkemesince (Aile Mahkemesi) tanık olarak dinlenmiştir.A. Saldırı Öncesindeki Olay ve Olgular Ş.A. 30/12/2013 tarihinde Y.ye karşı boşanma davası açmıştır. Dava dilekçesinde başka hususlar yanında Y.nin hakaretlerine, fiziki saldırılarına ve tehditlerine maruz kaldığını iddia eden Ş.A. 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a istinaden lehine tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Ş.A.nın tedbir talebini 2/1/2014 tarihinde değerlendiren Aile Mahkemesi, Y.nin 6 ay süre ile Ş.A.ya şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına, bunun gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde hakkında zorlama hapsi uygulanacağının Y.ye ihtarına karar vermiştir. Karara göre kararın birer örneği Ş.A. ve Y.ye tebliğ edilecek, ayrıca karar bilgi için Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne -şimdiki adıyla Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü- gönderilecektir. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 14/4/2014 tarihli yazıyla Y.nin Ş.A. lehine verilen 2/1/2014 tarihli tedbir kararını ihlal ettiği konusunda Aile Mahkemesini bilgilendirmiş ve Y.nin zorlama hapsine tabi tutulmasını talep etmiştir. Anılan yazıda 12/4/2014 tarihinde saat 00 sıralarında Y. tarafından tehdit edildiği gerekçesiyle Ş.A.nın şikâyetçi olduğu, A.nin de Y. hakkında şikâyette bulunduğu, Ş.T. isimli kişinin ise olay hakkında bilgi sahibi olduğu ifade edilmiştir. 12/4/2014 tarihli olay nedeniyle yürütülen ceza soruşturmasıyla ilgili belgelere göre A., Y.nin “Eşimle ayrılmamızın sebebi sizsiniz. Ben size ne yapacağımı bilirim.” diyerek kendisini tehdit ettiği gerekçesiyle şikâyetçi olmuş, Ş.T. de Y.nin Ş.A.ya “Nerede o bana söyleyin hemen. Bak, sen ölürsen sebebi A.dir.” dediğini ve Ş.A. ile A.ye küfredip tehditler savurarak Hastane dışına çıktığını beyan etmiştir. Aile Mahkemesi 27/5/2014 tarihinde A.yi tanık olarak dinlemiştir. A. ifadesinde, Ş.A.nın Y. tarafından fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz bırakıldığına yönelik beyanlarda bulunmuştur. Aynı gün Aile Mahkemesi, Y.nin üç gün zorlama hapsine tabi tutulmasına karar vermiştir. Karara göre Y. 12/4/2014 tarihinde saat 00 sıralarında Hastaneye gitmiş, tanıkların huzurunda Ş.A.ya tehdit ve hakaret içeren sözler sarf etmiştir. Y.nin zorlama hapsi kararına yönelik itirazı, Samsun Aile Mahkemesince reddedilmiştir. 2/1/2014 tarihli tedbir kararında belirtilen altı aylık sürenin 2/7/2014 tarihinde dolması nedeniyle bir bekçi 3/7/2014 tarihinde Ş.A. ile bir görüşme yapmıştır. Bu görüşme nedeniyle düzenlenen rapora göre Ş.A.; Y.nin şiddet uygulamadığı, tehdit ve hakaret etmediği, aşağılayıcı söz söylemediği ve herhangi bir şikâyetinin bulunmadığı yönünde beyanda bulunmuştur. Ş.A.nın talebi üzerine Aile Mahkemesi 15/7/2014 tarihinde, 2/1/2014 tarihli tedbir kararının uygulanma süresinin üç ay uzatılmasına karar vermiştir. Karara göre kararın birer örneği Ş.A. ve Y.ye tebliğ edilecek, ayrıca karar bilgi için Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne gönderilecektir. Y. hakkında verilen zorlama hapis kararı 25/7/2014-28/7/2014 tarihleri arasında uygulanmıştır. Aile Mahkemesinin Ş.A. ile Y.nin boşanmalarına ilişkin 16/10/2014 tarihli kararı, kararın taraflarca temyiz edilmemesi üzerine 5/12/2014 tarihinde kesinleşmiştir.B. Ölüm Olayı Nedeniyle Yürütülen Ceza Soruşturmasıyla İlgili Süreç A. ile Y.nin ölümü üzerine Başsavcılık ivedilikle bir ceza soruşturması başlatmıştır. Olay günü yapılan ölü muayenesi ve otopsi işlemi A.nin bıçaklı saldırı sonucu öldüğünü ortaya koymuştur. Başvurucu, vekili Av. Ö.Ç. aracılığıyla Başsavcılığa sunduğu 24/11/2015 tarihli dilekçesinde bazı iddialarda bulunarak birtakım delillerin toplanmasını istemiştir. Dilekçenin ekindeki vekâletnamede vekil olarak yer alan kişiler Av. H.Y. ile Av. Ö.Ç.dir. Başvurucunun anılan dilekçedeki iddia ve talepleri özetle ve öz itibarıyla şöyledir:i. Ş.A.nın Y. ve Y.nin olay günü yaraladığı Ş.S. ile cep telefonu yoluyla kurduğu iletişimler tespit edilerek incelenmelidir zira alınan duyuma göre Ş.S.nin yaralanmasından sonra Ş.A.yı telefonla arayan Y. “Sevgilinin işini bitirdim, sıra sende.” demiştir (Başvurucunun Başsavcılığa sunduğu dilekçelerdeki iddialara göre başvuruya konu saldırıdan dakikalar önce Ş.S.yi bıçakla yaralayan kişi Y.dir ve Ş.S., Ş.A.nın sevgilisidir). ii. Ş.S. yaralama olayı nedeniyle Alo 155 Polis İmdat hattını aramış, tedavi için Hastanenin Meydan Şubesine gitmiştir. Arama ve Hastaneye başvurma tarihi tespit edilmelidir. Çünkü yaralama olayının şüphelisi vaktinde tespit edilseydi Y. ölüm olayını gerçekleştirmeye vakit bulamayacaktı. Bu nedenle olayın meydana gelmesinde kolluğun ihmali olup olmadığı araştırılmalıdır. iii. Samsun İcra Mahkemesi 17/10/2015 tarihinde Y.nin üç aya kadar tazyik hapsine tabi tutulmasına karar vermiştir. Başsavcılık 10/11/2015 tarihinde Y. hakkındaki yakalama emrini kaldırarak Y.ye on gün süre vermiştir. Verilen sürenin yerindeliği ve bu sürede kolluğun, hakkında birçok kayıt bulunan Y. hakkında tedbir almamasının ölüm olayına sebebiyet verdiği dikkate alınmalıdır.iv. Y. hakkında üç ceza yargılaması (Dilekçeden anlaşıldığına göre bu yargılamalardan ilki 2010, ikincisi 2014, sonuncusu ise 2015 yılında başlamıştır. Dilekçede yargılamaların konusu belirtilmemiştir.) bulunmasına rağmen Y. rahatlıkla Hastaneye girebilmiştir. Söz konusu yargılamalar dikkate alınmalıdır.v. 2/1/2014 tarihinde Ş.A. lehine tedbir kararı verilmiştir.vi. Hastane yönetimi Ş.A.nın Y.den boşandığını, Y.nin A. ile Ş.A.yı tehdit ettiğini bilmektedir zira söz konusu hususlar hakkındaki yargılamalarla ilgili tebliğler Hastane yönetimine yapılmıştır. Ayrıca Y. daha önceki olayları nedeniyle Hastanede tanınmaktadır. Buna rağmen ve Hastanede güvenlik görevlisi ile kamera sistemi olmasına karşın Y. bıçakla Hastaneye girip muayenehane önündeki bankta oturarak bir süre beklemiştir. Başsavcılık aynı gün Samsun Emniyet Müdürlüğünden başvurucunun iddialarının araştırılmasını istemiştir. Kolluk gerek Başsavcılığın olay sonrası verdiği talimatlara gerek bu paragrafta sözü edilen talimatına istinaden gerekli işlemleri yapmıştır. i. İhbarlarla ilgili araştırmaya göre A.nin bıçakla yaralanması ve Y.nin Hastanenin beşinci katından aşağıya atlaması olay günü saat 07’de, Ş.S.nin yaralanması ise saat 14’te Alo 155 Polis İmdat hattına ihbar edilmiştir. ii. Hastanede meydana gelen olay nedeniyle düzenlenen kolluk tutanağına göre saldırının 10 sıralarında bildirilmesi üzerine Hastaneye giden kolluk görevlileri olayın Hastanenin beşinci katında meydana geldiğini ve oda içinde ağzı kanlı, büyük bir ekmek bıçağı bulunduğunu saptamıştır.iii. Olay yeri incelemesiyle ilgili kolluk biriminde görevli kişiler olay yerini inceleyip olay yerinin basit krokisini çizmiştir. iv. Hastanedeki güvenlik kameralarının görüntüleri temin edilmiştir. Görüntüleri inceleyen kolluk görevlilerince düzenlenen tutanağa göre görüntülerde yer alan zaman gerçek zamanla uyumludur. Görüntülere göre Y. 59’da Hastanenin beşinci katındaki bir koridora girmiş ve 00’de A.nin odasına yönelmiştir. Hastanede hasta temsilcisi olarak çalışan E. 04’te yardım çağırmıştır. Y. zemine 04’te düşmüştür. 05’te koridordaki kalabalık A.nin odasına doğru hareket etmiş, A. yaralı bir şekilde odasından çıkıp koridorda yürümeye çalışırken düşmüştür. v. A.ya ait cep telefonunun fiziksel imajı alınarak incelenmiştir.vi. Olay tarihinde Y.nin aranan şahıslardan olmadığı tespit edilmiştir. Daha önce bir suç kaydı nedeniyle 23/7/2014 tarihinde, tehdit suçu nedeniyle 25/11/2014 tarihinde, nafakaya ilişkin karara uymadığı gerekçesiyle 30/1/2015 tarihinde Y. hakkında işlem (Başvuru dosyasında bu işlemlerin içeriği ile ilgili bilgi bulunmamaktadır.) yapılmıştır. Yakalama sonrasında sözü edilen işlemler sırasıyla 25/7/2014, 15/12/2014 ve 10/11/2015 tarihlerinde kaldırılmıştır. Başvurucu; vekili Av. Ö.Ç. aracılığıyla Başsavcılığa verdiği 30/11/2015 havale tarihli dilekçesinde önceki dilekçesinde yer alan Alo 155 Polis İmdat hattına yapılan aramayla ilgili iddiasının yanlış bilgiye dayandığını, Alo 155 Polis İmdat hattına yapılan ilk aramanın A.nin uğradığı saldırı ile ilgili olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca dilekçesinde bir olaydan söz etmiştir. Ş.A.nın A.ye anlatırken başvurucunun duyduğu iddia edilen olaya göre Ş.A. 8/11/2015 veya 15/11/2015 tarihinde isimli erkek arkadaşı ve nin bir arkadaşı ile birlikte bir alışveriş merkezine gitmiştir. nin olmadığı bir sırada Ş.A. ve A.nın yanına gelen Y., Ş.A.ya yanındakinin kim olduğunu sormuştur. Bu esnada olaya dâhil olan , Y.ye “Ş.A.nın etrafında seni görmeyeyim.” demiş, Y. de alışveriş merkezinden gitmiştir. Bu bakımdan nin yanındaki kişinin kim olduğu, bu kişinin Ş.S. olup olmadığı, Y. gelince neden kaçtığı, Y.nin annesinin olay günü kendisini arayarak Y.nin zarar verebileceği konusunda uyarıp uyarmadığı, Y.nin “Seni başkasına yar etmem. Önce seni sonra kendimi öldürürüm.” şeklinde sözler sarf edip etmediği, olay günü telefonda “Sevgilinin işini bitirdim, sıra sende. Oraya geliyorum.” deyip demediği, demişse bunu polis ve Hastane yönetimi ile paylaşıp paylaşmadığı Ş.A.ya sorulmalıdır. Ayrıca gerekirse beyanına başvurulması ve alışveriş merkezinin kamera kayıtlarının celbi hususları değerlendirilmelidir. Kolluk görevlileri 19/11/2015-7/12/2015 tarihleri arasında Ş.A., E., E.K., E.G., İ.G., A.T.Ç., E.A., K., Y.A., Y.T., U. ve Ş.S.nin ifadelerini almıştır.i. Ş.A. müşteki sıfatıyla verdiği 19/11/2015 tarihli ifadesinde özetle boşanma davası sürerken A.nin Y.ye uygun bir dille Ş.A. ile evliliği devam ettirmesinin hem Ş.A.ya hem Y.ye zarar vereceğini söylediğini, 12/4/2014 tarihinde Hastaneye gelen Y.nin A.yi kastederek “Sen ölürsen sorumlusu o olur.” dediğini ve yanından ayrılarak bahçede A. ile el kol hareketleri yaparak bir şeyler konuştuğunu, A.den duyduğuna göre Y.nin A.yi “Seninle görüşeceğiz.” diyerek tehdit ettiğini ve zorlama hapsi nedeniyle ceza infaz kurumunda tutulduğu sırada Y.nin telefonla arayarak bir daha kendisine yaklaşmayacağını söylediğini beyan etmiştir. Ş.A.nin ifadesine göre olay şöyle meydana gelmiştir: 00 sıralarında Y.yi koridorda gören Ş.A. hemen poliklinikten içeriye girip kapıyı kapatmaya çalışmış ancak Y. onu itekleyerek içeri girip kapıyı kilitlemiştir. Ş.A. bir sandalye ile Y.yi iteklemeye çalışmıştır. Bu sırada A. sandalyesinde oturmaktadır. Y. montunun fermuarını açıp montunun cebinden bir bıçak çıkarmışve “Ben size söylemiştim. Hepiniz ölün!” demiştir. Ş.A. hemen içeride bulunan muayene odasına giderek camı açıp yardım çağırmıştır. Ş.A. kafasını geldiği odaya çevirince Y.nin bıçağı A.ye doğru kaldırdığını, A.nin de kendisi korumak için kollarını kaldırdığını görmüştür. Tekrar cama koşup yardım isteyen Ş.A. kafasını yeniden geldiği odaya çevirmiş ve A.nin, karnını tutarak polikliniğin çıkış kapısına gittiğini görmüştür. Ş.A. Y.nin kendisine doğru yöneldiği görünce içinde bulunduğu odanın kapısını kilitlemiştir. Y. zorlasa da kapıyı açamamıştır. Daha sonra Ş.A. Y.nin aşağıya düştüğünü görmüştür. Beyanına göre Ş.A., Ş.S.yi tanımamaktadır, Ş.A. lehine verilen tedbir kararı 2014 yılı sonunda sona ermiştir ve olay esnasında olay yerinde kendisi, A. ve Y. dışında kimse bulunmamaktadır.ii. E. 19/11/2015 tarihli ifadesinde bir erkek şahsın A.nin odasına yönelmesi sonrasında odanın içeriden kilitlendiğine ilişkin sesi duyunca hemen beşinci katın merdivenlerinin bulunduğu yerden ve hasta kayıt bölümündeki camdan bağırarak güvenlik görevlilerinden yardım istediğini, geri döndüğünde A.yi koridorda yerde yatarken gördüğünü söylemiştir.iii. Hastanede hasta temsilcisi olarak çalışan E.A. 19/11/2015 tarihli ifadesinde 00 sıralarında koşarak yanına gelen nöroloji polikliniğinde çalışan E. isimli arkadaşının “Çabuk güvenliği ara, Y. geldi. Güvenliği ara!” dediğini, araması üzerine güvenlik görevlilerinin geldiğini ve bu sırada A.yi koridorda yerde yatar vaziyette gördüğünü beyan etmiştir. iv. Hastanenin kafeterya bölümünde işçi olarak çalışan K. 19/11/2015 tarihinde alınan ifadesinde çalışırken bir kadının “İmdat!” diye bağırdığını duyduğunu, sesin geldiği yöne bakınca gördüğü esmer bir erkek şahsın beşinci katın pencere camını açarak dışarıya doğru “Ben sana demedim mi lan?” diye bağırdığını ve elindeki ekmek bıçağını odanın içine atıp pencereden aşağıya atladığını söylemiştir.v. Hastanenin başhekimi Y.A. 26/11/2015 tarihinde alınan beyanında Ş.A.nın eşinden boşandığını bilse de Ş.A.nın eski eşini tanımadığını ve Ş.A. ile eski eşi arasındaki sorunların detayından haberdar olmadığını, A.nin kendisine veya iş arkadaşlarına sözlü veya yazılı olarak Ş.A.nın eski eşiyle yaşadığı sorunlardan söz etmediğini, A.nin olay öncesinde kendisinden ve Hastaneden can güvenliğiyle ilgili bir talepte bulunmadığını ifade etmiştir.vi. Hastanenin işletme müdürlüğünü yapan Y.T. 26/11/2015 tarihli ifadesinde Y.yi olaydan önce hiç görmediğini, Ş.A.nın yaşadığı ayrılığın sıkıntılı olup olmadığından veya A. ile Y. arasında sıkıntı olup olmadığınından haberdar olmadığını, olay öncesinde Y.nin Hastaneye girmemesi yönünde kendilerine talep gelmediğini, her vardiyada bir güvenlik görevlisinin olduğunu, onun da Hastanenin giriş kapısında görev yaptığını söylemiştir.vii. Hastanenin özel güvenlik amiri olan U. 26/11/2015 tarihinde alınan beyanında A.nin kendilerinden herhangi bir talepte bulunmadığını ve kendilerine Ş.A.nın eski eşiyle yaşadığı sorunları aktarmadığını ifade etmiştir. viii. Ş.S. 7/12/2015 tarihli ifadesinde A. ve Ş.A.yı tanımadığını söylemiştir.ix. Beyanlarından ifadelerine başvurulan diğer kişilerin Y.nin Ş.A. ve A. ile yaşadığı sorunlar hakkında bilgi sahibi olmadıkları, ayrıca saldırı anını görmedikleri anlaşılmaktadır. Ş.A.nın Y.nin tehdidine maruz kalması nedeniyle verdiği 12/4/2014 tarihli ifadesine ait tutanağın bir örneği soruşturma evrakı arasına alınmıştır. İfade tutanağına göre 12/4/2014 tarihinde meydana gelen olay yönünden Ş.A.nın 12/4/2014 tarihli ifadesi ile 19/11/2015 tarihli ifadesi birbiriyle uyumludur. Başsavcılık Ş.A., Y. ve Ş.S.nin cep telefonları aracılığıyla 19/10/2015 günü saat 00’den 26/11/2015 günü saat 00’a kadar kurdukları iletişimlere ait kayıtların celbi için gerekli yazışmayı yapmıştır. Gelen kayıtlar üzerinde kolluğa yaptırılan incelemeye göre şahıslar arasında hiçbir iletişim bulunmamaktadır. Başsavcılık; öldüğü için Ş.A.yı öldürmeye teşebbüs edip A.yi de öldürmesi nedeniyle Y. hakkında kovuşturmaya yapılamayacağı, olayın meydana gelmesinde Hastane yönetimi ile Samsun Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliği görevlilerinin kusurlarının bulunmadığı ve Y.nin intihar etmesinde başkasına izafe edilebilecek kusur olmadığı gerekçesiyle 27/1/2016 tarihinde soruşturmaya konu bütün eylemler yönünden kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, Başsavcılıkça verilen karara 11/2/2016 tarihinde vekili Av. Ö.Ç. aracılığıyla itiraz etmiştir. Yaptığı itirazda başvurucu başka hususlar yanında şu iddialarda bulunmuştur:i. Hastane yönetiminin doktorun can güvenliğini sağlamakta kusurunun bulunmadığına ilişkin gerekçe kabul edilemez ve Hastane yönetimi Ş.A. ile Y. arasındaki davalardan haberdardır. ii. A., Y.den tehdit almadığı için korunma talep etmemiştir. iii. Olayın bir iş kazası olmasına rağmen bir sosyal güvenlik uzmanından görüş alınmamıştır. iv. Ş.A. A.yi ölüme terk etmiş görünmektedir ve bu konuda bir araştırma yapılmamıştır. Ayrıca Ş.A.nın, aldığı tehditleri Hastaneye ve polise bildirmemesi değerlendirilmemiştir.v. 30/11/2015 tarihli dilekçede belirtilen hususlar ile Y. hakkındaki yargılamalar (bkz. § 18/iv) araştırılmamış, verilen kararlar getirtilmemiştir. Ş.A. ile A. bahsi geçen yargılamalarda müşteki olarak yer almıştır. Başvurucunun itirazı Samsun Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 16/2/2016 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğünden Hâkimliğin kararına karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmesini talep etmiştir. Talebin yerinde görülmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı anılan Hâkimlik kararının kanun yararına bozulmasını istemiştir. Yargıtay Ceza Dairesi, Hâkimlik kararını 5/7/2017 tarihinde kanun yararına bozmuştur. Bu kararın gerekçesi şöyledir: “...Somut olayda hakkında soruşturma yapılan şüphelilerin açık kimlik ve adres bilgilerinin tespiti ile ifadelerinin alınması, [Y.] tarafından [Ş.A.nın] erkek arkadaşı [Ş.S.] isimli şahsın bıçakla yaralanması olayı ile bu olay saatleri ve yerlerinin net şekilde tespit edilmesi, bahse konu hastanede daha önce benzer olaylar yaşanıp yaşanmadığının araştırılması ve ölen sanık hakkında [Ş.A.ya] yönelik eylemleri nedeniyle koruma tedbiri olup olmadığı ile koruma tedbiri varsa ne şekilde uygulandığının ve hastane yönetimine bilgi verilip verilmediğinin saptanması gerekirken mahkemece kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın reddine karar verilmesinde isabet görülme[miştir.]...” Anılan bozma kararı üzerine Hâkimlik, Başsavcılıkça verilen kovuşturmaya yer olmadığında dair kararı kaldırmıştır. Başsavcılık, bozma kararında belirtilen eksikliklerin giderilmesi için gerekli adımları atmıştır. Bu kapsamda Başsavcılıkça;i. A. ve Ş.A.ya yönelik eylemleri nedeniyle olay tarihinden önce Y. hakkında verilen tedbir kararı bulunup bulunmadığı, olay tarihinde uygulanmakta olan tedbir kararının bulunup bulunmadığı hususunda yazışma yapılmıştır. Gelen cevap yazılarından olay tarihinde Ş.A. ve A. lehine verilmiş ve uygulanmakta olan bir tedbir kararının bulunmadığı anlaşılmaktadır. ii. Ş.A, E.A., E.K. ve Ş.S.nin ifadesi alınmıştır. - Ş.A. başka hususlar yanında Y.nin 12/4/2014 tarihinden olay tarihine kadar Hastaneye hiç gelmediğini, kendisini ve A.yi rahatsız etmediğini, olay tarihinde uygulanmakta olan bir tedbir kararı olmadığını, Ş.S.yi tanımadığını ve Y.yi kat koridorunda görmesi ile olayın bitişi arasında 25-30 saniyelik sürenin bulunduğunu beyan etmiştir. Ş.A.ya göre kendisinin durumunu bilen Hastane yönetimi çalıştığı beşinci katta bir güvenlik görevlisi görevlendirebilirdi ve güvenlik görevlilerini uyararak Y.nin Hastaneye gelişini önleyebilirdi. - E.K. çalıştığı odanın önünde A.yi eli kanlı bir şekilde göğsünü tutarken görünce yanına gittiği E.A.dan güvenlik görevlisini aramasını istediğini, saldırı öncesinde Y.yi görmediğini ve “Güvenliği arayın!” demediğini, ayrıca E.A.ya Y.nin geldiği yönünde bir şey söylemediğini zira Y.yi tanımadığını ifade etmiştir. E.A. ise önceki ifadesiyle uyumlu beyanda bulunup “Sonradan öğrendiğime göre [E.K.], Y... isimli şahsın A... hanımın odasındayken bağrışma seslerini duymuş, bunun üzerine benim yanıma gelip güvenliği aramamı söylemiş. [E.K.] Y... isimli şahsı tanıyormuş. Sonradan konuştuğumuzda [E.K.] Y...nin bir süre koridorda oturduğunu gördüğünü söyledi. Ancak [E.K.] bana Y...u görür görmez güvenliği ara dememiş.” demiştir.- Ş.S. özetle Ş.A.yı tanımadığını, olay günü Afitap Sokak’ta yürürken sol arka tarafında bir acı hissederek yere yığıldığını, kendisini Hastanenin Meydan Şubesine arkadaşlarının götürdüğünü ve kendisini bıçakla yaralayan kişinin Y. olduğunu polisten öğrendiğini söylemiştir.iii. Kolluğa yaptırılan araştırma neticesinde Ş.S.nin 19/11/2015 tarihinde saat 30 sıralarında Afitap Sokak üzerine bulunan bir pasaj önünde Y. tarafından bıçaklı saldırıya uğradığı, Ş.S. hakkındaki genel adli muayene raporunun 59’da düzenlendiği, söz konusu yaralama olayının saat 14’de ihbar edildiği, Ş.S.nin saldırıya uğradığı yer ile Hastane arasındaki yürüme mesafesinin 550-600 m olduğu ve 2013 yılından olay tarihine kadar Hastanede benzer bir olay yaşanmadığı saptanmıştır.iv. Kolluk yardımıyla Y.T.nin, olay tarihinde Hastanede sorumlu başhekim yardımcısı ve mesul müdür olarak görevli Ş.K.nın, olay tarihinde Hastanede başhekim yardımcısı olarak görevli H.T.nin ve Hastanede güvenlik görevlisi olarak çalışan ve olayın meydana geldiği sırada görevde olan Er.K.nın şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Er.K. özetle Y.yi tanımadığını, Ş.A. veya A. lehine verilmiş bir tedbir kararı verilip verilmediği konusunda bilgisinin olmadığını, Hastane girişinde kişilerin üstlerinin aranmadığını, her vardiyada tek bir güvenlik görevlisinin görev yaptığını, saatte bir katları kontrol ettiğini ve olay günü öğleye doğru bahçeyi kontrol ettiği sırada duyduğu bağrışma sesleri üzerine beşinci kata çıktığını ifade etmiştir. Beyanlarına göre Y.T., Ş.K. ve H.T., Ş.A. lehine verilen tedbir kararlarından ve Ş.A. ile A.nin tehdit edilmesinden haberdar değillerdir, anılan tedbir kararları Hastaneye bildirilmemiştir ve Hastanede daha önce adli makamlara yansıyan benzer bir olay yaşanmamıştır. Yürüttüğü soruşturma sonunda Başsavcılık; olay tarihinde Y. hakkında verilmiş yakalama kararı bulunmadığı gibi Y. aleyhine verilen ve uygulanmakta olan bir tedbir kararı da olmadığına, Ş.S.nin yaralanması olayının A.nin saldırıya uğramasından sonra ihbar edildiğine, Ş.S.nin yaralandığı yer ile Hastane arasındaki mesafeye ve Y.nin öldüğüne işaret ederek olayın meydana gelmesinde Samsun Emniyet Müdürlüğü görevlileri ile Hastanenin başhekim yardımcılarına, işletme müdürüne ve güvenlik görevlisine kusur izafe edilmeyeceği ve Y. hakkında kamu davası açılamayacağı sonucuna varmıştır. Bu nedenle Başsavcılık 31/1/2019 tarihinde soruşturma konu olaylar hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Bu karar Av. H.Y.ye elektronik tebligat sistemi üzerinden 3/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bununla birlikte sözü edilen karar başvurucunun adresine de tebliğe çıkarılmış ancak tebliğ evrakında Av. H.Y.ye yer verilmiştir. Kararda şüpheliler; Er.K., H.T., Ş.K., Y.T., Y. ve Samsun İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri olarak belirtilmiştir. Başvurucu anılan Başsavcılık kararına 12/7/2019 tarihinde itiraz etmiştir. Yaptığı itirazda başvurucu özetle ve öz itibarıyla şu iddialarda bulunmuştur:i. Ş.S. olay günü saat 15’te yaralanmasına rağmen Hastanenin Meydan Şubesi olayı polise A.nin vefatından sonra bildirmiştir.ii. Tedbir kararının ilgililere neden tebliğ edilmediği araştırılmalıdır.iii. Hastane yönetiminin A.nin 12/4/2014 tarihinde Hastane bahçesinde Y. tarafından tehdit edildiğinden haberdar olmaması kabul edilebilir değildir. iv. Hastanedeki yalnızca bir güvenlik görevlisi bulunmaktadır ve bu sayı  yetersizdir. Ayrıca güvenlik görevlisi otoparkta vale olarak görev yapmaktadır.v. E.K.nın beyanları Hastane çalışanlarının Y.den haberdar olduklarını göstermektedir.vi. Y. saat 59’da beşinci katın koridoruna gelip tuvalete yönelmiştir. E.K., E.A.dan güvenlik görevlisini aramasını istemiştir. Y. 00’de A.nin odasına yönelmiş ve odanın önündeki bankta 04’e kadar beklemiştir. Bağrışmaları duyan E. koridorda koşarak yardım istemiştir. Bunca çağrıya rağmen güvenlik görevlisi beşinci kata ancak çağrıdan 9 dakika 55 saniye sonra 09’da gelebilmiştir. vii. Hastane çalışanları beyaz kod (Beyaz kod esas olarak sağlık çalışanlarının fiziksel veya sözlü saldırıya uğraması durumunda güvenlik görevlilerinin olaya müdahale edebilmesi için yapılan bir çeşit çağrıdır.) vermemiştir. Bu husus Hastanenin beyaz kod vermediğini veya çalışanlara beyaz kod sistemiyle ilgili yeterli eğitim verilmediğini göstermektedir. Bu konuda inceleme yapılmamıştır.viii. Ş.A.nın ifadesine kararda değinilmemiştir. ix. Olay tarihinde güvenlik amiri olan U.nun ifadesine başvurulmamıştır.x. Hastane bahçesini gören kameraya ait kayda göre Y. saat 04’te yere düşmesine rağmen beşinci kattaki kameraya ait kayıtta Y. aynı vakitte koridorda bulunduğu gözükmektedir. Bu bakımdan Hastanenin güvenlik kameralarındaki kayıtlar birbiriyle uyumlu değildir. Bu husus güvenlik konusunda yeterli özen ve hassasiyetin gösterilmediğine işaret etmektedir.xi. Hastanenin sorumluluğu yeterince irdelenmemiş, Hastanenin güvenlik sistemi ve usulüyle ilgili bilirkişi raporu alınmamıştır. xii. Hastane binası yıkılacağı için ivedilikle Hastanede keşif işlemi yapılmalıdır.xiii. Görevi ihmal suçu yönünden değerlendirme yapılmamıştır. Başvurucunun itirazı Samsun Sulh Ceza Hâkimliğince 29/8/2019 tarihinde reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 17/9/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Tazminat Davasıyla İlgili Süreç Başvurucu 10/11/2021 tarihinde başka yakınlarıyla birlikte Hastaneye karşı Samsun İş Mahkemesi (İş Mahkemesi) nezdinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde özetle A.nin Hastanedeki güvenlik tedbirlerinin yetersizliği ve Hastane yönetiminin organizasyon eksikliği sonucu Y.nin saldırısına uğrayarak vefat ettiği iddia edilmiştir. Başvurucuya göre olay bir iş kazasıdır. İş Mahkemesince yürütülen yargılama henüz nihayete ermemiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinden sorumluluğu genel olarak düzenleyen maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un borç ilişkilerinden doğan sorumluluktagiderim borcunu genel olarak düzenleyen maddesi şöyledir: “Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un hizmet sözleşmelerinde işverenin işçinin kişiliğinin korunmasına ilişkin borcunu genel olarak düzenleyen maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “...İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” İş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülükleri 20/6/2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda düzenlenmiştir. 6331 sayılı Kanun’un , ve maddeleri şöyledir: “İşverenin genel yükümlülüğüMadde 4 - (1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede;a) Mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.b) İşyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.c) Risk değerlendirmesi yapar veya yaptırır.ç) Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu göz önüne alır.d) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır. (2) İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. (3) Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluklarını etkilemez. (4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini çalışanlara yansıtamaz.Risklerden korunma ilkeleriMadde 5 - (1) İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler göz önünde bulundurulur:a) Risklerden kaçınmak.b) Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek.c) Risklerle kaynağında mücadele etmek.ç) İşin kişilere uygun hale getirilmesi için işyerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı, çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek.d) Teknik gelişmelere uyum sağlamak.e) Tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek.f) Teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek.g) Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek.ğ) Çalışanlara uygun talimatlar vermek.Risk değerlendirmesi, kontrol, ölçüm ve araştırmaMadde 10 - (1) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden risk değerlendirmesi yapmak veya yaptırmakla yükümlüdür. Risk değerlendirmesi yapılırken aşağıdaki hususlar dikkate alınır:a) Belirli risklerden etkilenecek çalışanların durumu.b) Kullanılacak iş ekipmanı ile kimyasal madde ve müstahzarların seçimi.c) İşyerinin tertip ve düzeni.ç) Genç, yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlar gibi özel politika gerektiren gruplar ile kadın çalışanların durumu. (2) İşveren, yapılacak risk değerlendirmesi sonucu alınacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri ile kullanılması gereken koruyucu donanım veya ekipmanı belirler. (3) İşyerinde uygulanacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri, çalışma şekilleri ve üretim yöntemleri; çalışanların sağlık ve güvenlik yönünden korunma düzeyini yükseltecek ve işyerinin idari yapılanmasının her kademesinde uygulanabilir nitelikte olmalıdır. (4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden çalışma ortamına ve çalışanların bu ortamda maruz kaldığı risklerin belirlenmesine yönelik gerekli kontrol, ölçüm, inceleme ve araştırmaların yapılmasını sağlar.” 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “İş kazasının tanımı, bildirilmesi ve soruşturulması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “İş kazası;a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,...meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaydır....” Sağlık Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinin “Hukuki Yardım ve Beyaz Kod Uygulaması” konulu 2016/3 sayılı Genelgesi’ne göre kamu veya özel sağlık kurulularında sağlık hizmetimi sunumu veya bu görevlerinden dolayı sağlık personeline karşı işlenen eylemler, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının takibi için oluşturulmuş beyaz kod sistemine bildirilecektir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 3/12/2019 tarihli ve E.2015/10-3340, K.2019/1274 sayılı kararında bir işçinin işyerinde bulunduğu esnada uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybettiği durumda olayın sosyal güvenlik mevzuatı çerçevesinde iş kazası olarak kabul edileceğinin şüphesiz olduğu belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 5/10/2021 tarihli ve E.2017/(21)10-3072, K.2021/1164 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “... Hizmet sözleşmesinden kaynaklanan iş ilişkisi ise işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve işyeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, buna karşı işveren de işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, işyeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. İşveren gözetme borcu gereği çalıştırdığı işçileri işyerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için iş yerinde teknik ve tıbbi önlemler dâhil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.... ...İşverenin gözetme borcu iş sözleşmesinden kaynaklandığından işçi, iş kazasından doğan vücut bütünlüğünün zedelenmesi nedeniyle açacağı maddi ve manevi tazminat davasında sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerine (TBK 112 ve ) dayanabilecektir. Öte yandan, işverenin bu davranışı, kişi varlıklarını doğrudan korumayı amaçlayan (iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin) emredici kuralların kusurlu bir davranışla ihlali niteliğinde olup, aynı zamanda haksız fiil oluşturur. Bu nedenle işçilerin iş kazasından kaynaklanan tazminat taleplerinde sözleşmeden doğan ile haksız fiilden doğan dava hakları yarışır. İşçinin ölümü veya vücut bütünlüğünün zedelenmesi hâli sözleşmeye aykırılık doğuracak olmakla birlikte bu durum aynı zamanda bir haksız fiilin unsurunu da oluşturur (Oğuzman, Kemal: İş Kazası veya Meslek Hastalığından Doğan Zararlardan İşverenin Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 34, S. 1-4, 1968, s. 339). İşçi zararının tazmini için sözleşmeye aykırılık veya haksız fiil hükümlerine dayanmakta serbesttir.... Bununla birlikte sorumluluğun asli şartı; zararla söz konusu davranış veya olay arasında bir sebep sonuç ilişkisinin bulunmasıdır. Bu sebep sonuç ilişkisine genel anlamda illiyet bağı denir.... Öte yandan, iş kazası üçüncü kişinin ağır kusuru sonucu meydana gelmişse işverenin sorumluluğuna gitmek mümkün olmayacaktır. Hukuk Genel Kurulu’nun 2013 tarihli 2012/21-1121 E. 2013/386 K. sayılı kararında illiyet bağının mücbir sebep, zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru nedenleriyle kesilmesi hâlinde işverenin sorumluluğuna gidilmesinin mümkün olmadığına değinilmiştir. Hemen belirtilmesi gerekir ki burada sözü edilen üçüncü kişi ile kastedilen işverenle hiçbir ilgisi olmayan kişilerdir. ...”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34996
Başvuru, bir sermaye şirketine ait hastanenin doktor olarak görev yapan çalışanının yaşamının korunması için gerekli tedbirleri almaması sonucu meydana gelen ölüm olayı ve bu olay sebebiyle sözü edilen hastane yöneticileri hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; özel şahıslar arasındaki alacak davasında eksik incelemeyle itirazların ve delillerin değerlendirilmemesi, hukuka aykırı ihtiyati tedbir kararı verilmesi ve düşük vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Davacı Birleşik Fon Bankası A.Ş. tarafından başvurucu aleyhine 23/11/2015 tarihinde Gaziantep İş Mahkemesinde (Mahkeme) alacak davası açılmıştır. Dava dilekçesinde EGS Yatırım A.Ş. Gaziantep Şubesi Yatırım Acentesi müşterilerinden H.T.nin hisse senedi alım emirlerinin müşteri overall'unda yeterli bakiye olmamasına karşın başvurucu tarafından işlemin gerçekleştirilmesi nedeniyle oluşan 007,33 TL zararın 27/2/2001 tarihinden itibaren faiziyle ödenmesi talep edilmiştir. Mahkemece aldırılan 25/11/2016 tarihli bilirkişi raporunda;i. Zararın oluştuğu EGS Yatırım Menkul Değerler A.Ş.deki EGS Bank A.Ş. hisselerinin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredildiği, EGS Bank A.Ş.nin ise önce Bayındırbank A.Ş. ile birleştirildiği, daha sonra Bayındırbank A.Ş. unvanının Birleşik Fon Bankası A.Ş. olarak değiştirildiği belirtilmiştir. ii. Raporda ayrıca söz konusu banka zararının müşteriden tahsil edilememesi hâlinde başvurucudan tahsil edileceği, davacı tarafından başvurucuya 12/4/2001 tarihinde tebliğ yapıldığı ve davacının 4/6/2015 tarihli yazısıyla başvurucudan 007,33 TL ana para ve 703,07 TL faizden oluşan alacak talep ettiği beyan edilmiştir. iii. Bununla birlikte zamanaşımı yönünden değerlendirmenin mahkemenin takdirinde olduğu belirtilerek başvurucunun banka zararından sorumlu görülmesi durumunda 716,24 TL banka zararı ile dava tarihi itibarıyla 231,33 TL, rapor tarihi itibarıyla da 827,51 TL faiz hesaplanmıştır. iv. Öte yandan ekonomik kriz dolayısıyla oluşan zarardan tek başına başvurucunun sorumlu tutulmasının hakkaniyet ilkelerine uygun düşmeyeceği kanaati açıklanarak söz konusu zarar ve faizin %50'lik kısmının işletme zararı olarak kabul edilerek davanın 358,12 TL asıl alacak ve dava tarihine kadar hesaplanan 115,67 TL işlemiş faizden sorumlu tutulabileceği görüşü ifade edilmiştir. Mahkemece 25/4/2017 tarihinde zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde;i. Davacı Bankanın bankacılık mevzuatına göre istekte bulunduğu ve zamanaşımının gerçekleşmediğini ileri sürdüğü ancak somut olayda uyuşmazlığın banka ve mudi arasında değil işçi ile işveren arasındaki ilişkiden kaynaklanan zararın tazminine yönelik olduğu vurgulanmıştır. ii. Ayrıca zamanaşımı konusunda değişen mevzuat hükümleri söz konusu olduğunda sürecin başlangıcındaki mevzuat hükümlerinin esas alınması gerektiği, zamanaşımı sürenin indirilmesi hâlinde kısa süreli zamanaşımı süresi uygulanmayacağı gibi sürenin artışı durumunda da artırılan sürenin değil ilk baştaki sürenin uygulanacağı belirtilmiştir. iii. Somut olayda faile ve zarara muttali olunan 12/4/2001 tarihinde başvurucudan istekte bulunulduğu ve 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'na, 12/12/2003 tarihli ve 5020 sayılı Bankalar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un maddesi ile eklenen geçici maddesinde fon alacaklarında on yıllık zamanaşımı süresinin yirmi yıla çıkarıldığı ancak olayda uygulanması gereken zamanaşımı süresinin 12/4/2001 tarihinde yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine göre on yıl olduğu kabul edilmiştir.iv. Buna göre zarara muttali olunan 12/4/2001 tarihinden davanın açıldığı 23/11/2015 tarihine kadar on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu ve başvurucunun da süresi içinde itirazda bulunduğu gözetilerek davanın zamanaşımından dolayı reddine karar verildiği ifade edilmiştir. Davacının, eyleminin haksız fiil niteliğinde ve fon alacağı olduğu ve yirmi yıllık zamanaşımına tabi olduğuna ilişkin istinaf talebini inceleyen Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 24/11/2017 tarihinde oyçokluğuyla davanın kesin olarak kısmen kabulüne karar vermiştir. Hükümde; 716,24 TL tazminatın talep gibi haksız fiil tarihi olan 27/2/2001'den itibaren işleyecek ticari işlerde uygulanan avans faizi oranını geçmemek üzere yasal faizi ile birlikte başvurucudan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir. Ayrıca taraflar lehine karşılıklı olarak 980 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dava Birleşik Fon Bankası A.Ş.’ye devredilen banka zararından kaynaklı alacak davasıdır. Davalı işçi olarak çalıştığı banka işlemlerinde H.T. isimli mudiye usulüne aykırı yaptığı işlemle banka zararına sebebiyet verdiğini, yapılan icra takibinde H. isimli mudi hakkında aciz vesikası alındığı ve davacıdan zararın tahsilinin istenildiği anlaşılmaktadır. Bilirkişi raporundan da anlaşılacağı üzere davacının işlem yaptığı sırada overall miktarının 5533,76 TL olduğu ve bunun üzerinde işlem yaparak alış satış değeri arasındaki 12500 TL ye göre 6716,24 TL usulsüz işlem yaptığı anlaşıldığından davacının bu oranda zarar verdiği sabittir. İşçi işveren ilişkilerinde zarara sebebiyet veren işçiden zararın tazmini için öncelikle asıl borçlu olan müşteriden tahsil yoluna gidilmesi ve aciz vesikası verilmesinden sonra işçiye yönlenilmesi esastır. Dava dışı H.T. hakkında 19/04/2013 tarihinde aciz vesikası düzenlenmiştir. Bu tarihten sonra borç davalıdan istenebilir hale gelmiştir. 5411 sayılı Bankalar Kanunu’nun maddesi gereğince, bu kanundan kaynaklanan fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı 20 yıldır düzenlemesi yanında yine aynı yasanın geçici maddesine göre anılan kanun ile fon alacağının tahsili bakımından zamanaşımı ve diğer konularda fon lehine getirilen hükümler geriye etkilidir (makable şamildir). Sözü edilen açık hükmü karşısında yürürlük tarihi yayım tarihi olmakla birlikte, etkisinin yayım tarihinden önceki alacaklar yönünden hüküm doğuracağının kabulü gerekir.( HD. 2007/30301 E. 2009/6217 K. 09/03/2009) Açıklanan nedenlerle Mahkemenin zamanaşımının dolduğu yönündeki gerekçesi hatalıdır. Alacak hüküm altına alınmalıdır. Her ne kadar bilirkişilerce ülkemizin içine girdiği ekonomik kriz gerekçesiyle zararın yarısının işletme zararı olarak kalması gerektiği ileri sürülmüş ise de yetkisiz işlem yapılmakla davalıdan zararın belirlenen tam zarar üzerinden tahsili gerekir. Davacı tarafından alacak hakkında ticari faiz talep edilmiş ise de alacak iş sözleşmesinden kaynaklandığından yasal faiz ile tahsile karar verilmelidir. Faizin başlangıcı haksız fiili tarihidir. " Daire kararındaki azınlık oyunun gerekçesinin ilgili kısmı ise şöyledir:"1-Davacı tarafça, EGS bank A.Ş. ile EGS Yatırım Menkul Değerler A.Ş. arasında yapılmış bulunan herhangi bir acentelik sözleşmesi sunulmadığı, dava dosyası içerisinde de buna ilişkin herhangi bir sözleşme olmadığı görülmüştür. Bu şekilde davacı bankanın yatırım şirketindeki zararı karşılamakla zorunlu olup olmadığı hususu ispatlanamamıştır.2-Söz konusu olayın gerçekleştiği yer EGS yatırım A.Ş. olup, EGS yatırım A.Ş.’nin Bankalar Kanununa tabi olmayan farklı tüzel kişiliğinin bulunduğu, BDK’nın 2011 tarih ve 562 nolu kararı ile banka devrinden bahsedilirken EGS yatırım A.Ş.’nin devrinden bahsedilmediği, bu yönüyle de davanın husumet yokluğu nedeniyle reddedilmesinin gerektiği anlaşılmıştır.3-Davalının kusurlu olduğuna ilişkin tek dayanak soyut bir müfettiş raporudur. Davacının sorumluluğu sadece 'belge ve kayıt düzeni' başlıklı belgede;'Müşterilerin alım satım emirlerini brokera iletilmeden önce müşterinin;a) Cari hesap bakiyesib)Repo dönüşleric)Hisse senedi portföyüKontrol edilmeli ve bu emrin gerçekleşmesinin uygun olup olmayacağı tespit edilmelidir. Bu duruma uygun olmayan müşteri emirleri kesinlikle kabul edilmemelidir. Müşterilerin satışını yaptığı kıymetlerin müşteri blokajında olmadığı görüldükten sonra satış emri gerçekleştirilmelidir.' şeklindeki talimata dayandırılmaktadır.Söz konusu talimatın davacı bankaca davalıya verildiğine ve bu talimat uyarınca gerekli eğitimin işveren banka tarafından davalıya verildiğine dair dava dosyası içerisinde herhangi bir kayıt, belge veya ispat vasıtası da bulunmamaktadır. Bu nedenlerle davalının kusurlu olduğu hiçbir şekilde ispatlanmamış olup; en azından mütefarik kusur durumu dahi değerlendirilmeden davalının varsayımsal olarak kusurlu kabul edilmesi nedeniyle sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum." Nihai karar, başvurucu vekiline 18/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesi şöyledir:''Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.'' Karar tarihinde yürürlükte bulunan 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:''Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.'' 4389 sayılı mülga Kanun'a 12/12/2003 tarihli ve 5020 sayılı Bankalar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun ile eklenen Ek Madde 3 şöyledir:"Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ve bu Kanuna göre Hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır." 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bu Kanunun geçici maddelerindeki düzenlemeler hariç olmak üzere, 1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılmıştır." 5411 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanundan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır." 5411 sayılı Kanun'un Anayasa Mahkemesince iptal edilmeden önceki hâli ile geçici maddesi şöyledir:"Bu Kanun ile Fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda Fon lehine getirilen hükümler makable şamildir." Anayasa Mahkemesinin 4/6/2014 tarihli ve E.2014/85, K.2014/103 sayılı kararı şöyledir:"...2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı Kanun'un maddesinde de mülga 4389 sayılı Kanun'un ek maddesine benzer bir hükme yer verilmektedir. Buna göre, 5411 sayılı Kanun'dan kaynaklanan Fon alacaklarına ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresinin yirmi yıl olması kurala bağlanmaktadır.Öte yandan, 5411 sayılı Kanun'un itiraz konusu geçici maddesinde, 'Bu Kanun ile Fon alacağının tahsili bakımından yarar görülerek zamanaşımı ve diğer konularda Fon lehine getirilen hükümler makable şamildir.' hükmü getirilerek maddede öngörülen yirmi yıllık zamanaşımı süresinin geçmişe etkili olması sağlanmaktadır. Zamanaşımına ilişkin hükmün geçmişe etkili olması gerçek geriye yürümeyi ifade etmektedir. Dolayısıyla itiraz konusu kural, kuralın yürürlük tarihinden önce dolmuş olan zamanaşımı sürelerini canlandırmaktadır.İtiraz konusu geçici maddenin yürürlüğe girdiği tarihte zamanaşımının dolup dolmadığı tespit edilirken mülga 4389 sayılı Kanun'a eklenen ek maddenin de göz önünde tutulması zorunludur. Zira Fon alacaklarında zamanaşımı süresinin yirmi yıl olduğu kuralı, ilk kez 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5411 sayılı Kanun'un maddesiyle değil, mülga 4389 sayılı Kanun'a eklenen ve 2003 tarihinde yürürlüğe giren ek maddeyle getirilmiştir. Söz konusu maddenin yürürlüğe girdiği 2003 tarihinde henüz on yılını doldurmamış tüm Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresi yirmi yıla uzadığından, bu alacaklar yönünden zamanaşımı süresinin bitmiş olduğundan söz edilemez. Bu durumda itiraz konusu kuralın, 2003 tarihinden önce on yılını dolduran alacaklara ilişkin zamanaşımı süresini yeniden canlandırarak yirmi yıla uzattığı söylenebilir.Diğer taraftan itiraz konusu kuralın zamanaşımını uzatabilmesi için, kuralın yürürlüğe girdiği 2005 tarihi itibarıyla ihtilaf konusu Fon alacağının henüz yirmi yılını doldurmamış olması gerektiği de açıktır. Zira Fon alacaklarına ilişkin zamanaşımı süresi yirmi yıl olarak belirlenmiş olup şayet geçici maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce yirmi yıl dolmuş ise zamanaşımının uzamasından söz edilemeyecektir.Şu hâlde itiraz konusu kural nedeniyle yirmi yıla uzayan zamanaşımı, 2003 tarihinden önce on yılını doldurup, 2005 tarihinde ise henüz yirmi yılını doldurmayan alacaklara ilişkin olanlardır. Diğer bir ifadeyle, itiraz konusu kural gereğince, 2003 tarihinden önce on yılını doldurup, 2005 tarihinde ise henüz yirmi yılını doldurmayan alacaklara ilişkin zamanaşımı süreleri yirmi yıla uzamaktadır....Kuralla, Fon alacaklarının daha yüksek oranda tahsilinin sağlanması amaçlanmakta ise de borçlunun, zamanaşımına uğramış alacaklarının yeniden canlandırılması ve bu suretle yürürlükte bulunan hukuk kurallarına göre doğmuş ve tahakkuk etmiş olan zamanaşımı def'ini ileri sürme hakkının geçmişe yönelik olarak elinden alınması hukuka olan güven duygusunu zedelemekte ve hukuk güvenliği ilkesini ihlal etmektedir.Açıklanan nedenlerle, Kanun'un geçici maddesinde yer alan itiraz konusu '.zamanaşımı.' sözcüğü Anayasa'nın maddesine aykırıdır. İptali gerekir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/2/2019 tarihli ve E.2008/13966, K.2009/1856 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar taraflarca temyiz edilmiştir.Davacı banka vekili, davalıların bankadaki görevleri sırasında dava dışı şirkete kullandırdıkları kredide teminat alma kriterlerine uymamaları sonucu, banka alacağının tahsil edilemediğini iddia ederek, davalıların haksız eylemi ile oluşan banka zararının tahsilini talep ve dava etmiştir.Davalılar, yasal sürede zamanaşımı itirazında bulunarak davanın zamanaşımı ve esastan reddini istemişlerdir.Mahkemece, davada 5020 sayılı Yasanın Ek maddesi uyarınca 20 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanacağı gerekçesiyle davalıların zamanaşımı itirazı reddedilerek, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Dava konusu kredi işlemi, davalıların davacı bankanın Heykel Şubesinde Müdür ve Müdür Yardımcısı olarak görev ifa ettikleri esnada Şube Kredi Tespit Kurumu Başkan ve üyesi olarak gerçekleştirdikleri işlemdir. 1997-1998 yılları arasında kullandırılan kredinin tahsili amacıyla davacı bankaca kredi hesabı kat edilerek, kredi kullanan şirket ve kefilleri hakkında icra takibi başlatılmıştır. Takip sonucu borçluya ait gayrimenkul ve menkul mal bulunamadığı gerekçesiyle 19/09/2000 tarihli borç ödemeden aciz belgesi düzenlenmiştir. İdari soruşturma ve disiplin kurulu kararı uyarınca davalılar hakkında iş bu dava açılmıştır.5020 sayılı Bankalar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un maddesiyle 4389 sayılı Bankalar Kanununun maddesine eklenen 15/a maddesi ile Bankalar Kanunu’na göre hangi alacakların hazine alacağı olduğu düzenlenmiştir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun geçici maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 15/a maddesinde hazine alacağı '…bankanın yönetim kurulu ve kredi komitesi başkan ve üyeleri ile genel müdür, genel müdür yardımcıları, imzaları bankayı ilzam eden memurları müdürlerinin kendileri, eşleri ve çocukları, evlatlıkları ile bunların diğer kan ve kayın hısımlarına aktarılan her türlü kaynakların tümü başkaca bir işleme gerek olmaksızın Hazine alacağı haline gelmiş sayılır…' şeklinde tanımlanmıştır.Aynı yasanın Ek madde 3’de ise 'bu kanundan kaynaklanan fon alacaklarına ve kanuna göre hazine alacağı sayılan alacaklara ilişkin dava ve takiplerde zamanaşımı süresi yirmi yıldır…' düzenlemesine yer verilmiştir.Mahkemece, adı geçen yasal düzenlemeler gereğince somut olayda 20 yıllık zamanaşımının geçerli olacağı kabul edilmiştir.Yasanın 15/a maddesinde bankanın her türlü kaynak aktarımına ilişkin özel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Yasanın kapsamı açık ve ayrıntılı şekilde ifade edilmiştir. Yasa da banka görevlilerinin kullandırdıkları krediden doğan sorumluluklarına ilişkin zararın, hazine alacağı olacağına dair bir düzenleme mevcut değildir.Davalılar, davacı bankada atama tasarrufu ile çalışan memurlardır. Memurların vermiş oldukları zarardan ötürü sorumluluğunda haksız eylem kuralları uygulanır. O halde bu davada B.K.nun maddesinde sözü edilen 1 ve 10 yıllık zamanaşımı süresinin gözetilmesi gerekir. Zamanaşımı zarara uğrayanın zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Tüzel kişiler ve özellikle kamu kurumunda zamanaşımı, o kurumun dava açmaya emir vermeye yetkili makamın öğrendiği tarihten başlar.Şu halde, mahkemece davacının dava açmaya yetkili makamının olur tarihinin araştırılarak davanın bir yıllık yasal süre de açılıp açılmadığının değerlendirilerek uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekecektir. Somut olayda uygulama imkanı olmayan yasal düzenleme çerçevesinde davanın 20 yıllık zamanaşımına tabi olduğu gerekçesiyle zamanaşımı itirazının reddi yanlış olup bozmayı gerektirmiştir."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5586
Başvuru, özel şahıslar arasındaki alacak davasında eksik incelemeyle itirazların ve delillerin değerlendirilmemesi, hukuka aykırı ihtiyati tedbir kararı verilmesi ve düşük vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın değerlendirilmesi ve başvurucunun bizzat hazır edilmeksizin sadece müdafiinin dinlenilmesi suretiyle yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca diğer iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilerek bu kararda incelenen şikâyetler yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan bir soruşturma kapsamında Başsavcılığın talimatıyla20/2/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26/2/2020 tarihinde başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 26/2/2020 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 31/3/2020 tarihinde başvurucu hakkındaki soruşturmayı tefrik etmiş ve yetkisizlik kararı vererek dosyayı Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir. Başsavcılığın talebi üzerine tutukluluk durumu 15/5/2020 tarihinde Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla dinlenilmesi suretiyle değerlendirilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu karara yapılan itirazlar Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince dosya üzerinden incelenerek 24/6/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumu 11/6/2020 tarihinde Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince, 9/7/2020 tarihinde Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince, 4/8/2020 tarihinde ise Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince dosya üzerinden incelenerek tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun 11/6/2020 tarihli karara yaptığı itirazlar Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince 25/6/2020 ve 8/7/2020 tarihlerinde, 4/8/2020 tarihli karara yaptığı itiraz ise Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince 12/8/2020 tarihinde dosya üzerinden incelenerek reddedilmiştir. Bu süreçte başvurucunun 26/6/2020 havale tarihli dilekçeyle tahliye talebinin Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince dosya üzerinden incelenerek 29/6/2020 tarihinde reddine karar verildiği, bu karara yapılan itirazın da Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince dosya üzerinden incelenerek 6/7/2020 tarihinde kesin olarak reddedildiği anlaşılmaktadır. Başsavcılığın talebi üzerine başvurucunun tutukluluk durumu 1/9/2020 tarihinde Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince başvurucunun yokluğunda müdafiinin dinlenilmesi suretiyle değerlendirilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu karara başvurucu tarafından yapılan itiraz Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince dosya üzerinden incelenerek 9/9/2020 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 12/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık tarafından 28/10/2020 tarihli iddianameyle başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianame 2/11/2020 tarihinde Mahkeme tarafından kabul edilerek E.2020/171 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme 1/12/2020 tarihli oturumda başvurucunun tahliyesine ve yurt dışına çıkamama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Mahkeme 1/6/2021 tarihinde başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiş, anılan karar kesinleşmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32373
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın değerlendirilmesi ve başvurucunun bizzat hazır edilmeksizin sadece müdafiinin dinlenilmesi suretiyle yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bir temizlik firmasında işçi olarak çalışan başvurucunun sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımdan dolayı iş akdinin feshedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1990 doğumlu olup iş akdinin feshedildiği 21/7/2016 tarihine kadar Sağlık Bakanlığına bağlı Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesinde taşeron firma olan özel bir temizlik şirketinde temizlik görevlisi olarak belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu 16/7/2016 tarihinde sosyal medya hesabından paylaşımda bulunmuştur. Başvurucunun paylaşımı şu şekildedir:"Millet nerede askeri araç görse saldırıyor ulan kör cahil askeri darbe olsa senin gücün yeter mi o tankları durdurmaya hepsi senaryo. Saldırdığın kişi senin askerin salak herif. Bu ülkeden nefret geldi ya ağlasam mı gülsem mi şaşırdım. Nasıl bir cahillik bu??" Başvurucunun anılan paylaşımıyla ilgili olarak Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, halkın bir kesimini alenen aşağılama suçundan soruşturma işlemlerine başlamış ancak suçun unsurları itibarıyla oluşmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. İşveren şirket, bahse konu paylaşımının Cumhurbaşkanı'na hakaret niteliğinde olduğu gerekçesiyle başvurucunun iş akdini haklı nedenle feshetmiştir. Başvurucu, fesih işleminin haksız ve geçersiz olduğunu belirterek işveren aleyhine işe iade talebiyle tespit davası açmıştır. Davanın görüldüğü Bakırköy İş Mahkemesi (Mahkeme) davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararında Mahkeme, paylaşımın işverenin güvenini sarstığı ve bu hâliyle işverenden iş ilişkisini sürdürmesinin beklenemeyeceği değerlendirmesinde bulunarak feshin haklı nedene dayandığı kanaatine varmıştır. Kararın istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) davacının fesihten önce savunmasının alınmaması nedeniyle istinaf talebinin kabulüne karar vererek Mahkemenin kararının kaldırılmasına, davanın kabulüne ve feshin geçersizliği ile başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 25/3/2019 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesinin kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta; davacının iş akdinin dosya kapsamındaki tüm belgelerle birlikte değerlendirildiğinde davacının, sosyal medya gönderisiyle 15 Temmuz darbe girişimini dolaylı olarak destekler ve bu darbe girişimine karşı vatandaşın direnişini küçümser nitelikte paylaşımlarda bulunduğundan davalı işverence haklı nedenle feshedildiği ve her ne kadar fesih yazısında İş Kanunu'nun maddesinde düzenlenen fesih usulüne uyulmamış ise de FETÖ-PDY irtibat ve iltisakıyla fesihlerde fesih yasal yetkiye dayandığından 4857 sayılı İş Kanunu'nun 18 ve devamı maddeleri uyarınca geçersizlik koşulları aranmayacağından ve sunulan sosyal medya paylaşımları karşısında akdinin haklı nedenle feshedildiği anlaşıldığından davanın reddi gerekirken yazılı gerekçeyle kabulüne karar verilmesi hatalı olup 4857 sayılı İş Yasası'nın 20/ maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir..." Başvurucu, nihai kararı 8/5/2019 tarihinde öğrendikten sonra 7/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20965
Başvuru, bir temizlik firmasında işçi olarak çalışan başvurucunun sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımdan dolayı iş akdinin feshedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvurunun yer bakımından yetkisiz mahkemece incelenmesi ve itirazmerciinin kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İşletmesinde gece 00’den sonra alkollü içecek satışı yapıldığı gerekçesiyle başvurucu hakkında kolluk tarafından 21/10/2014 tarihli tutanak düzenlenmiştir. Söz konusu tutanağa istinaden Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumunun 12/8/2015 tarihli kararıyla başvurucunun 000 TL idari para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun anılan idari para cezasının iptali talebiyle yaptığı başvuru, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 8/1/2016 tarihli kararıyla kısmen kabul edilerek idari para cezasının 454 TL olarak uygulanmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir: "... kötü niyet ve kasıtla hareket edilerek üçüncü defa 22:00 ile 06:00 saatleri arasında alkollü içki satışı yapılmış olması nedeniyle idari para cezasının teşdiden 000 TL olarak uygulandığı anlaşılmıştır. Ancak dosya içeriğinde önceki günlü idari yaptırımlara ait belgelerin ibraz edilmediği, bu nedenle teşdidi olarak uygulanan kararın dayanağının hukuken belirlenememiş olması nedeniyle idari para cezası miktarının alt sınır olan 454 TL olarak uygulanması gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak ... idari yaptırım kararına vaki itirazının kısmen kabulüne, ... karar verildi. " Başvurucunun karara itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/2/2016 tarihli kararıyla hükümde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından reddedilmiştir. Karar 16/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5147
Başvuru, idari para cezasının iptali istemiyle yapılan başvurunun yer bakımından yetkisiz mahkemece incelenmesi ve itiraz merciinin kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklamanın hukuki, tutukluluk süresinin makul olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/07/2013 tarihinde Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 12/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık tarafından 15/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş yazısı 22/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 7/5/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı Bandırma Jet Filo Komutanlığında F-16 savaş uçakları filo komutanı olarak görev yapmaktadır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/640 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu 13/6/2012 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin (4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı mülga Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi ile görevli) 16/6/2012 tarihli ve 2012/8 sorgu sayılı kararıyla “devletin güvenliği için bilgileri temin etme ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma” suçlarından tutuklanmıştır. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şöyledir: “… suçlarını işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, atılı suçların niteliği, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, atılı suçlar için yasada öngörülen ceza miktarları, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma şüphelerinin bulunması, adli kontrol kararının yetersiz kalacağı ve TCK.nun 327/ maddesindeki suçun üst sınırı dikkate alındığında adli kontrol kararının uygulanmayacağı anlaşıl(mıştır.)” İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı mülga Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi ile görevli) 6/1/2013 tarihli ve E.2013/3 sayılı iddianamesi ile başvurucunun da aralarında bulunduğu 357 şüpheli hakkında İzmir Ağır Ceza Mahkemesine (TMK madde ile görevli) kamu davası açmıştır. İddianamede müşteki sayısı 196, mağdur sayısı ise 831 kişi olarak gösterilmiştir. İddianame ile başvurucunun “devletin güvenliği için bilgileri temin etme ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma” suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/9 sayılı dosyasında tensip incelemesi sonucunda verilen 29/1/2013 tarihli karar ile aralarında başvurucunun da bulunduğu tutuklu sanıkların tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde şunlar ifade edilmiştir: “Tutuklu sanıkların devletin güvenliğine ilişkin muhtelif dereceli gizli askeri bilgi ve belgeleri temin etme amacıyla kurulduğu iddia olunun suç örgütünün faaliyetleri kapsamında muhtelif dereceli gizli askeri bilgi ve belgeleri temin ettiklerine dair iddia bulunduğu, bu bağlamda soruşturma dosyası içinde usulüne uygun olarak mahkeme kararlarına istinaden yapılan aramalarda elde edilen bilgisayarlar ve içeriğindeki özellikle pandora adı verilen veri tabanında bulunan bilgi ve belgeler bulunduğu, devletin güvenliğine ilişkin gizli bilgi ve belgeler olduğuna dair yetkili kurumlardan alınan yazı cevapları, iletişim tespit tutanakları, yapılan aramalarda ele geçirilen diğer belge ve dokümanların yüklenen suçların, burada tekrarına yer ve zaman darlığı nedeniyle gerek görülmeyen atıflarla sanıklarca atılı suçlamaların işlendiğine dair kuvvetli şüphe sebeplerini oluşturduğu, bazı belgelerin nitelik değişikliği ile tutuklama sevk maddelerinde öngörülenlerden daha düşük dereceli nitelik arzettiği, ancak henüz tüm delillerin toplanmadığı, bir kısım şifrelerin henüz çözülmediği ancak Savcılığı adına çalışmaların sürdürüldüğü, elde edilenlerin yönü ile yapılacak yargılama sürecinde henüz sanıkların da savunmalarının alınmamış olduğu, aleyhlerine yeni bir delil elde olunamadığı takdirde, açılan dava kısmına münhasır bir kısım sanıkların yönü ile tecziye sevk maddelerine göre bihhakın veya adli kontrol yöntemlerinden birisi ile tahliyelerinin devam eden aşamalarda gerekebileceği, ancak aşama itibariyle bir kısım delillerin henüz toplanılmamış (ve) sanık savunmalarının henüz alınmamış ol(duğu), duruşmanın henüz tensip aşamasında bulun(duğu anlaşılmış, sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar vermek gerekmiştir.)” Aynı kararın 9 numaralı bendinde tutuksuz olarak yargılanan 38 sanıkla ilgili ifade ise şöyledir: “… tutuksuz bulunsalar da sanıklar … haklarında aynı konumdaki tutuklu sanıklara, haklarında iddianamesindeki sevk maddelerine ve eylemlerinin içeriğine nazaran bu aşamada tutuklama kararı verilmesi mağduriyetlerine neden olabileceğinden, takdiren üzerlerine atılı suçlamaların vasıf ve mahiyetine, mevcut delil durumuna, tutuklamanın tedbir mahiyetine nazaran ve takdiren 5271 SK.nun 6352 SK.m.97 ile değişik ve ekli m.101/2 uyarınca kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri var ise de; tutuklama tedbiri ile davaya devam ölçülü olmadığından; 5271 SK.m.110/3 del.ile 109/1-3-(a) bendi uyarınca (YURT DIŞINA ÇIKMAMAK SURETİYLE) ADLİ KONTROL TEDBİRİNİN TATBİKİNE (karar verilmiştir.)” Mahkeme ayrıca dava dosyasındaki bilgi ve belgelere erişimle ilgili olarak aynı tarihli tensip tutanağında şu ara kararları vermiştir: “291-Sanıkların … bilirkişi rapor ve eklerinin CMK. 153/3 maddesi uyarınca tarafına verilmesini talep eden dilekçesi doğrultusunda isteminin kısmi kabul kısmi reddi ile; bilirkişi raporunun tarama sonrası örneğini alabileceğine, eklerinin ise tensipte zikredilen niteliği itibariyle mahkeme heyeti dışındaki şahıslarca incelenemeyecek ve örnek alınamayacak belgelerden olduğunun belirtilmesine, … 294-… bb- B.Ö.’nın evinde ele geçen dijital verilerin suç teşkil eden sair kırılamamış aşamalı kısımların çalışması Başsavcılığınca sürdürüldüğünden ve veri tabanı dahilinde dosyanın verilimini engelleyen ara kararındaki nitelikte belgeler ayrımsız bulunduğundan bu yollu istemin reddine, ...  299- …. CMK.m.125/2 maddesi kapsamı ile “Devlet sırrı niteliğindeki bilgileri içeren belge” olarak dosyası dahilinden çıkartılarak KASA DAHİLİNDE ve gerektiğinde yalnızca mahkememiz heyeti veya görevlendireceği hakim üye tarafından incelenebilmek üzere SAKLANILMASINA (karar verilmiştir.)” Mahkeme 3/5/2013 tarihli oturumda bir kısım sanık müdafiinin dijital verilerden imaj verilmesi talebini şu gerekçelerle reddetmiştir: “185-… Pandora veri tabanından ortaya çıkan verilerin hazırlık soruşturmasında yapılan incelemelerine nazaran; kişisel nitelikli ifşaı suç teşkil eden bilgiler/veriler, müstehcen içerikli kişisel ve ifşaı suç teşkil eden görüntüler, devletin güvenliğine veya iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belge, bilgi veya vesika, yetkili makamların kanun ve düzenleyici işlemlerine göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgiler/belgeler içeren hususlardan olmasına, bir kısmının devlet sırrı niteliği ile tensiben ayrılarak CMK.m.125 uyarınca kasaya konularak saklanılmasına karar verilen bilgi içeren belgelerden bulunmasına, diğer kısımlarının dijital veri tabanından tek tek her bir sanık açısından kendi ilgisine göre silinip hazırlanmasının 357 sanıklı bir davada olanaklı bulunmamasına, dava açılmış olmasına rağmen süreçte verilip dağıtılmasının da kanunen ayrıca suç teşkil edecek bulunmasına, iddianamesinde sanıkların üzerlerine atılı suçlamanın açıkça anlatılmış olup, taranarak yanlara verilen 330 klasörlerinde savunma yapmaya yetecek verinin var ve yeterli bulunmasına, CMK.m.125 hükmünün açıkça CMK.m.134 ve 153/4 hükümlerinin istisnasını teşkil ettiğinin maddenin metin ve gerekçesinden anlaşılmasına ve atfedilen suçlamalar açısından bilgi/belgelerin içeriğinin değil “temin edilme neden ve şeklinin” değerlendirilmesinin gerekmesine nazaran sanıkların müdafilerinin emanetteki veri tabanından dijital veri kopyalanarak tamamının veya devlet sırrı olarak nitelenen dışındakilerin verilmesi İSTEMLERİNİN REDDİNE, Tensibin bent hükümlerinin aynen geçerli bulunduğuna (karar verilmiştir.)” Mahkeme, yargılamanın devamında 24/5/2013 tarihinde dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu 27/5/2013 tarihinde karara itiraz etmiş, Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 4/6/2013 tarihli ve 2013/591 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu anılan kararı 13/6/2013 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 10/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemenin 5/7/2013 tarihli oturumunda da bir kısım sanığın dijital verilerin imajlarının verilmesi talebi üzerine Mahkeme, dijital veri tabanı üzerinde ileriki aşamada bilirkişi incelemesi yaptırılacağını ifade ederek talebi reddetmiştir. 2/8/2013 tarihli oturumda, ele geçirilen dijital materyaller üzerinde sahtecilik konusunda Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumundan (TÜBİTAK) rapor alınacağından sanıklar ve müdafilerinin bir sonraki oturuma kadar bilirkişi kurulunun raporda yanıtlamasını istedikleri hususları belirtmelerine; 27/9/2013 tarihli oturumda ise sanıkların taleplerinin değerlendirilerek değerlendirmeye esas soruların belirlenmesine, 25/12/2013 tarihinde bilirkişi raporu tanzimi için dosyanın bilirkişilere teslimine karar verilmiştir. TÜBİTAK tarafından hazırlanan raporun 10/6/2014 tarihinde Mahkemeye teslim edildiği görülmüştür. Mahkeme 16/1/2014 tarihli ara kararında aralarında başvurucunun da olduğu tutuklu sanıkların tutukluluk durumunu değerlendirmiş ve tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Mahkeme kararında sanıklardan ele geçirilen taşınabilir bellek ve hard disklerde devletin güvenliği, iç ve dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken evraklar, birçok kamu görevlisinin özel hayatına ilişkin bilgiler ile askerî harita ve krokilerin bulunması hususları, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular olarak belirtilmiştir. Kararda ayrıca şu gerekçelere yer verilmiştir: “… Ele geçirilen gizlilik dereceli bilgi/belgeler hakkında Genelkurmay Başkanlığı’ndan ayrıntılı değerlendirme raporunun alınması zaruretinin olduğu ve bu amaçla merciinden düzenlenecek raporların beklenildiği, sanık B.Ö.’nın evinde ele geçirilen harici harddiskte bulunan pandora adlı veri tabanı ile sanıklarda ele geçirilen dijital materyaller üzerinde TÜBİTAK’tan kapsamlı bilirkişi raporunun istenildiği ve rapor dönüşünün beklendiği, hazırlanacak rapor neticelerinin beklenilmesinin yargılamanın gereği olduğu ve bu anlamda delillerin tam olarak toplanmamış olduğu, Öte yandan iddia olunan suç örgütünün yapısı, işleyiş şekli, faaliyetleri ve etki alanı ile sanıkların konumları dikkate alındığında, serbest bırakılmaları durumunda hazırlanacak rapor ve değerlendirmelerin sağlıklı bir şekilde yapılmasını engelleme ihtimalinin bulunduğu, bu şekilde delilleri karartma ihtimalinin olduğu, bu bağlamda CMK 100/(2-b)/1 ve 2’de belirtilen tutuklama nedenlerinin mevcut olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tutukluluk tedbiri konusundaki yerleşik karar ve gerekçelerinde, kişinin adaletin işleyişine müdahale etme riski olan hallerde tutukluluk tedbirinin uygulanabileceğinin belirtilmiş olduğu, dava dosyasında AİHM’in belirttiği bu kriter ve ölçütlerin yukarıda belirtildiği şekilde gerçekleştiği, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde tutuklamanın bu aşamada ölçülü olduğu ve tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile sağlanamayacağı (anlaşılmıştır.)” Başvurucu 17/1/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 28/1/2014 tarihli ve 2014/43 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. 21/02/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya İzmir Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/100 sayısı ile devredilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 21/1/2015 tarihli oturumda dijital materyaller üzerinde yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına, bilirkişi olarak üniversite öğretim üyelerinin belirlenmesine karar vermiş ancak görevlendirilen bilirkişilerin mazeretleri nedeniyle 25/5/2015 tarihli oturumda yeni görevlendirme yapılmasına hükmetmiştir. Oturum zabıtlarının incelenmesinden ilgili dijital materyallerin 21/1/2015 tarihi itibarıyla hâlen sanıkların müdafilerine verilmediği tespit edilmiştir. Dava, inceleme tarihi itibarıyla İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/100 sayılı dosyası ile derdesttir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye koymuşsa müebbet hapis cezası verilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Bir suç olgusuna ilişkin bilgileri içeren belgeler, Devlet sırrı olarak mahkemeye karşı gizli tutulamaz.  (2) Devlet sırrı niteliğindeki bilgileri içeren belgeler, ancak mahkeme hâkimi veya heyeti tarafından incelenebilir. Bu belgelerde yer alan ve sadece yüklenen suçu açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgiler, hâkim veya mahkeme başkanı tarafından tutanağa kaydettirilir. (3) Bu Madde hükmü, hapis cezasının alt sınırı beş yıl veya daha fazla olan suçlarla ilgili olarak uygulanır.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5576
Başvuru, tutuklamanın hukuki, tutukluluk süresinin makul olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Abdullah Deniz, Ramazan Deniz, Sıtkı Deniz, Bozan Deniz, Sefer Deniz ve Bahaddin Deniz'in babaları; başvurucular Mehmet Deniz, Seyit Ahmet Deniz, Ali Deniz, Yusuf Deniz ve Besey Deniz'in dedeleri olan murisleri aleyhine 1976 yılında Bozova Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Şanlıurfa Kadastro Mahkemesine gönderilmiş ve söz konusu dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14607
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bulaşıcı hastalık nedeniyle yurda giriş yasağı olduğu gerekçesiyle uygulanan sınır dışı etme işlemine karşı açılan davada adil yargılanma hakkının ve Kumkapı (İstanbul) Geri Gönderme Merkezinde (GGM) otuz beş gün tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2007 yılında Türkiye'de iken uyruğunda olduğu Türkmenistan'a gönderilmiş ve 24/5/2014 tarihinde Türkiye’ye yeniden giriş yapmıştır. 11/9/2014 günü ikamet tezkeresi almak üzere başvurduğu Emniyet Müdürlüğünde, hakkında bulaşıcı hastalık nedeniyle yurda giriş yasağı olduğu tespit edilerek idari gözetim altına alınmıştır. İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin 15/10/2014 tarihli kararıyla başvurucu hakkındaki idari gözetim kararı kaldırılmıştır. Bu karar üzerine başvurucu 16/10/2014 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında 12/9/2014 tarihli ve 2014/09/622 sayılı işlemlebulaşıcı hastalık nedeniyle yurda giriş yasağı olduğu gerekçesiyle sınır dışı etme kararı verilmiştir. Başvurucu, bu işlemin iptali istemiyle dava açımıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 17/12/2014 tarihli ve E.2014/2059, K.2014/2289 sayılı kararıyla, hakkında yurda giriş yasağı varken yurda giriş yaptığı tespit edilen başvurucunun sınır dışı edilmesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Bu karar 19/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5371
Başvuru, bulaşıcı hastalık nedeniyle yurda giriş yasağı olduğu gerekçesiyle uygulanan sınır dışı etme işlemine karşı açılan davada adil yargılanma hakkının ve Kumkapı İstanbul) Geri Gönderme Merkezinde GGM) otuz beş gün tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, açmış olduğu boşanma davasında, birleşen dosya davacısının davasının kabul edildiğini, yargılama sırasında yapılan uygulamaların eşitlik ilkesine aykırı olduğunu, verilen karar ile kendisi ve ailesinin haksız isnatlara maruz bırakıldığını, Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini ve dosyaya karşı tarafça sunulan CD’lerin delil olma niteliği sorgulanmadan delil olarak kullanıldığını, bu suretle Anayasa’nın , , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 23/10/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölümün Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm başkanınca 18/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/9/2014 tarihli yazısı 29/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 8/10/2014 tarihli beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 2/10/2009 tarihinde Ankara Aile Mahkemesi nezdinde açılan boşanma ve ortak çocuğun velayetinin kendisine verilmesi taleplerini içeren dava ile, davalının Ankara Aile Mahkemesi nezdinde açtığı ve boşanma, velayet, nafaka ve tazminat taleplerini içeren dava, Ankara Aile Mahkemesinin 2009/1304 sayılı dosyası üzerinde birleştirilmiştir. Mahkemenin 15/2/2011 tarih ve E.2009/1304, K.2011/167 sayılı kararı ile, başvurucu tarafından açılan davanın reddine, birleşen dosya davacısı tarafından açılan davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayet hakkının anneye verilmesine ve birleşen dosya davacısı lehine maddi ve manevi tazminata hükmedilmiştir. Karar gerekçesinde, dosya içerisinde mevcut bir takım fotoğrafların incelenmesinde internetten bazı kadın resimleri indirilerek müşterek çocuğun kadını tuttuğu şekilde fotoğraflar haline getirildiği, çocuğa bir sosyal paylaşım sitesinde hesap açılarak cinsel içerikli fotoğraflar oluşturup arkadaşlarına göndermesine izin verildiği ve dosyaya sunulan bir takım CD’lerde porno içerikli görüntülerin yer aldığı, bu kapsamda çocuğun sağlıklı yetişmesi için gerekli özeni göstermeyen başvurucunun evlilik birliğinin sarsılmasında tam kusurlu olduğu ve velayetin anneye verilmesinin çocuk yararına olduğu tespitlerine yer verildiği görülmektedir. Başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinde, başvurucunun iddiasına konu CD’lerin delil listesi kapsamında başvurucuya tebliğ edildiğine dair bir bilgi yer almamakta olup, gerekçeli kararın tebliği sonrasında başvurucu vekili tarafından CD örneklerinin talep edildiği fakat, söz konusu talebin 27/2/2011 tarihli hâkim havalesi ile, kararın kesinleşmesi halinde örnek verilmesi şerh düşülerek reddedildiği, bunun üzerine 2/3/2011 tarihinde başvurucu vekili tarafından yapılan ikinci talep üzerine Mahkemece CD örneklerinin çıkarılarak başvurucu vekiline verilmesi yönünde evraka şerh düşüldüğü anlaşılmaktadır. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/5/2012 tarih ve E.2011/6151, K.2012/13095 sayılı kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 24/9/2012 tarih ve E.2012/14402, K.2012/22262 sayılı kararı ile reddedilmiş, ret kararı başvurucu vekiline 5/10/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından 23/10/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun , , ve maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/354
Başvurucu, açmış olduğu boşanma davasında, birleşen dosya davacısının davasının kabul edildiğini, yargılama sırasında yapılan uygulamaların eşitlik ilkesine aykırı olduğunu, verilen karar ile kendisi ve ailesinin haksız isnatlara maruz bırakıldığını, Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini ve dosyaya karşı tarafça sunulan CD’lerin delil olma niteliği sorgulanmadan delil olarak kullanıldığını, bu suretle Anayasa’nın 10. , 17. , 36. ve 38. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 10/3/2010 tarihinde açtığı davada yargısal süreç Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/5/2018 tarihli kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 31/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30995
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, 2015/369 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/369
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, otel binasının gabarisinin düşürülmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; derece mahkemesi kararlarının gerekçesiz olması, itirazların dikkate alınmaması ve yeterli araştırma yapılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İzmir'in Konak ilçesine bağlı Alsancak Mahallesi'nde bulunan 1213 ada 71 numaralı parselde Alsancak Turizm İşletmeleri ve Tic. A.Ş.ye ait otel 10/10/2011 tarihinde başvurucu şirket tarafından satın alınmıştır. 1987 yılından itibaren imar planlarında yapılan değişikliklerle başvuru konusu otel binasının gabarisine ilişkin düzenlemeler bir çok yargılamaya konu olmuştur. Önceki malik, Konak Belediyesine başvurarak gabarinin yeniden 61 metreye (m) çıkarılması, olmazsa imar planı değişikliğinin ertelenmesini talep etmiştir. Talebi reddedilen önceki malik 7/5/2007 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Konak Belediyesi ile İzmir Büyükşehir Belediyesi başkanlıkları aleyhine, 61 m (21 kat) olan gabarinin 80 m olarak belirlenmesine yönelik 13/1/2006 tarihli kararın iptali talebiyle dava açmıştır. Mahkemece 12/11/2008 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, uyuşmazlığın tarihsel sürecinde ortaya çıkan yargı kararları ve imar mevzuatına uygun olarak işlem tesis edildiği açıklanarak hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Önceki malik tarafından temyiz edilen karar Danıştay Altıncı Dairesince 7/2/2013 tarihinde onanmıştır. Önceki malikin karar düzeltme talebi de yine aynı Dairenin 21/1/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvuru formundaki beyana göre başvurucu şirket 14/12/2015 tarihinde karar düzeltme aşamasında davaya müdahil olmuştur. Başvuru formu eklerinde ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarında başvurucu şirketin davaya müdahil olma talebini içeren dilekçeye rastlanmamış ise de karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararda davacı olarak başvurucu şirketin yazıldığı görülmüştür.Nihai karar, başvurucu vekiline 22/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu vekilinin 17/5/2019 tarihli yazısı ve eklerinden başvuru konusu otelin bulunduğu parsel için 21/9/2018 tarihinde yapı kayıt belgesi alındığı, akabinde 19/12/2018 tarihinde işyeri açma ve çalışma ruhsatı ve 14/1/2019 tarihinde de turizm işletme belgesinin alındığı anlaşılmıştır. İlgili hukuk için bkz. Murat Emrah Emre, B. No: 2018/1275, 30/10/2018, §§ 13-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5804
Başvuru, otel binasının gabarisinin düşürülmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; derece mahkemesi kararlarının gerekçesiz olması, itirazların dikkate alınmaması ve yeterli araştırma yapılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, Toplu Konut İdaresinden (TOKİ) satın aldığı ve TOKİ'nin gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi ile anlaştığı şirketler tarafından yapılarak teslim edilen dairenin, eksik ve ayıplı olarak teslimi dolayısıyla açtığı davanın, TOKİ'nin zararın bir kısmından sorumlu tutularak kısmen kabul edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 20/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, TOKİ ile diğer davalılar olan yüklenici şirketler arasında yapılan gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi gereği yapılan dairelerden birini satın almış ve dairenin eksik ve ayıplı teslimi dolayısıyla dairede meydana gelen değer kaybının, davalılar TOKİ ve yüklenici şirketlerden tahsili amacıyla 18/6/2009 tarihinde Sincan Tüketici Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Mahkeme, 24/3/2011 tarih ve E.2009/228, K.2011/266 sayılı kararıyla davayı kısmen kabul etmiş, temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/11/2011 tarih ve E.2011/14489, K.2011/17348 sayılı ilamıyla “…davalı TOKİ, Mahkemeye yazdığı 2009 tarihli cevabi yazıda; idare ile yükleniciler Kontaş İnş ve Mad. San. Tic. İhr. Ltd. Şti.-Canberk İnş. Turz. Paz. Ltd. Şti. ortak girişimi arasında yapılan sözleşmenin 7 ve maddelerinde işin tüm eksik ve kusurlu imalatlarından yüklenicilerin sorumlu olduğu, konut sahiplerinden muhtelif zamanlarda gelen şikayetler değerlendirilip durum tesbit tutanağı düzenlendiğini, bu işlerin yükleniciler nam ve hesabına giderilmesi için karar alındığını bildirmiş, ayrı bir yazı ile de idare tarafından tesbit edilen eksikliklerin yüklenici nam ve hesabına yaptırılmasını teminen Grup Lider İnş. Tur. San. Tic. AŞ’ye ihale edilip 2009 tarihli sözleşme imzalandığını, yer tesliminin 2009 tarihinde yapıldığını belirtmiştir. Bu durumda davalı TOKİ tarafından eksiklikler giderildiği takdirde giderilen eksiklik ve ayıplar yönünden dava konusuz kalacaktır. Her ne kadar mahkemece işin ihale edilmesinden sonra 2010 tarihinde yapılan keşif ve hazırlanan bilirkişi raporu esas alınarak sonca gidilmişse de, bu aşamadan sonrada eksikliğin giderilmesi mümkündür. Hal böyle olunca davalı TOKİ tarafından kişiyle yapılan 2009 tarihli sözleşme ve ekleri getirilip davacıya ait konutda olduğu iddia edilen ayıp ve eksik imalatlar ile ortak yerlerdeki ayıplı ve eksik imalatların bu sözleşme kapsamında olup olmadığı, varsa bunların giderilip giderilmediği, sözleşmede kişiye bu noksanların hangi tarihe kadar giderilmesi için sure verildiği gerektiğinde keşif yapılarak değerlendirilmeksizin yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…” gerekçesiyle bozulmuştur. Bozmaya uyan ilk derece mahkemesi, bozma kararı doğrultusunda gerekli incelemeleri yaptıktan sonra, 11/10/2012 tarih ve E.2012/104, K.2012/743 sayılı kararında, konutta ve ortak alanlardaki eksik ve ayıplı işlerle ilgili bütün davalıların sorumlu olduğu, ancak, "kapalı yüzme havuzunun davalı yüklenici şirketler tarafından konut sahiplerine ayrıca taahhüt edildiği, kapalı yüzme havuzunun davalılar arasında kararlaştırılan sözleşmede yer almadığı, sitede sözleşme ve proje kapsamında ayrıca açık yüzme havuzunun da bulunduğu, bu nedenlerle davalı TOKİ'nin kapalı yüzme havuzu taahhüdünden ve inşasından sorumlu olmadığı" gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, kabul edilen tazminat kısmının konut ve ortak alanlardaki eksiklik ve ayıplara ilişkin kısmından TOKİ ile diğer davalıların müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarına, kapalı yüzme havuzu ile ilgili kısmından ise TOKİ dışındaki davalıların sorumlu olduklarına karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin, 11/4/2013 tarih ve E.2013/3652, K.2013/9421 sayılı ilamı ile “sair temyiz itirazlarının reddine ancak davacı, davalıların gelir ortaklığı esasına göre yaptığı Ankara Eryaman Göksu Park konutlarından satın aldığı dairede eksik ve kusurlu imalatlar bulunması nedeniyle dairede oluşan değer kaybının tahsili için eldeki davayı açmıştır. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, davalılar kendilerini vekille temsil ettirdiklerinden, davalılar yararına reddedilen kısım için ayrı ayrı vekalet ücreti tahsiline karar verilmiştir. Aynı dava sebebine dayanılarak dava açılması ve davalıların sorumluluklarının müteselsil olması nedeniyle davanın reddi halinde davacı aleyhine tek bir ücreti vekalete hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde her bir davalı için ayrı ayrı ücreti vekalete hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Ne var ki yapılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden…” şeklinde gerekçe gösterilerek hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin, 17/12/2013 tarih ve E.2013/28110, K.2013/31690 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucu vekiline 21/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 20/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 23/2/1995 tarih ve 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un maddesi şöyledir : “Bu Kanunun amacı, (...) kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemektir.” 4077 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilanlarında yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar, ayıplı mal olarak kabul edilir. Tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte ayıplı malın neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda zarara neden olan hallerde imalatçı-üreticiden tazminat isteme hakkına da sahiptir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2287
Başvurucu, Toplu Konut İdaresinden (TOKİ) satın aldığı ve TOKİ'nin gelir paylaşımlı inşaat sözleşmesi ile anlaştığı şirketler tarafından yapılarak teslim edilen dairenin, eksik ve ayıplı olarak teslimi dolayısıyla açtığı davanın, TOKİ'nin zararın bir kısmından sorumlu tutularak kısmen kabul edilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
0
Başvuru, terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûm edilen başvurucunun çeşitli anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Kırşehir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması FETÖ/PDY üyesi olduğu şüphesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan hükme yönelik istinaf başvurusu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince esastan reddedilmiştir. Yargıtay, kararın temyiz edilmesi üzerine hükmün bozulmasına karar vermiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına yeniden karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki hüküm, Yargıtay tarafından 2/2/2021 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden temin edilen bilgilere göre, başvurucunun kesinleşen mahkûmiyet hükmünün infazı için 19/3/2021 tarihinde Kayseri 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, nihai karardan 12/4/2021 tarihinde haberdar olduğunu belirterek 26/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/20275
Başvuru, terör örgütü üyesi olma suçundan mahkûm edilen başvurucunun çeşitli anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 16/9/2009 tarihinde ifadesi alınmış, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 16/12/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında uyuşturucu ve uyarıcı madde ithal etme suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 8/4/2013 tarihli kararı ile başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 13/11/2014 tarihli kararıyla başvurucu yönünden onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18259
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 18/1/2018 ve 31/1/2018tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/4110 numaralı başvuru dosyasının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle 2018/3548 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/3548 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Birleştirilen 2018/4110 numaralı bireysel başvuru dosyasında başvurucu Öznur Akbaş, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Manavgat Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadırlar. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine ayrı ayrı dava açmışlardır. Manavgat İş Mahkemesince yapılan yargılama sonunda başvurucuların davalarının kabulüne karar verilmiştir. Gerekçeli kararlarda; davacıların davalı Vakfa bağlı olarak muhtelif tarihlerden itibaren çalışmaya başladıkları, davalı Vakfın kamu kurumu niteliğinde olduğu, 6772 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumda çalışan başvuruculara her yıl için ilave tediye ödeme yapılacağı açıklanmıştır. Davalı, istinaf yoluna başvurmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (BAM) ilk derece mahkemesinin kararlarını ortadan kaldırarak davaları kesin olarak reddetmiştir. Kararlarda, konuya ilişkin yargı kararları ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun (İBK) 9/6/2017 tarihli kararı uyarınca Vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığı belirtilmiştir. Başvurucular 18/1/2018 ve 31/1/2018 tarihlerinde bireysel başvurularda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3548
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, birçok kişinin ölümü ile pek çok kişinin de yaralanmasına yol açan bir maden kazası hakkında yürütülen ceza yargılamasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki bazı güvencelerin yargılamada katılan sıfatıyla yer alan başvurucu yönünden ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/4/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar başvuruyu ilgilendirdiği ölçüde özetle şöyledir: Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) adına ruhsatlı olup S... A.Ş. (yüklenici Şirket) tarafından işletilen Manisa’nın Soma ilçesi Eynez Mahallesi Karanlıkdere mevkiindeki yer altı maden ocağında 13/5/2014 tarihinde saat 00 sıralarında meydana gelen faciada aralarında başvurucunun eşi İ.nin de bulunduğu 301 kişi ölmüş, çok sayıda kişi dumandan doğrudan etkilenerek yaralanmıştır (Son 50 yılda meydana gelen maden kazalarına bakıldığında dünyanın en büyük ikinci ölümcül faciası olan bu kaza, dünya tarihindeki en ölümcül Kaza olup bkz. https://tr.euronews.com/2020/05/13/soma-dunyada-son-50-yilin-en-olumcul-2-maden-kazasi; erişim tarihi: 25/10/2022). Yüklenici Şirketin bir önceki yönetim kurulu başkanı olan A.G. olaydan birkaç gün sonra yüklenici Şirketin Soma Maden İşletmeleri Genel Müdürü R., Eynez İşletme Müdürü A.Ç. ve Soma İnsan Kaynakları Müdürü ile birlikte konuyla ilgili bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklama hakkındaki bazı haberlerde A.G.nin yüklenici Şirketin yönetim kurulu başkanı ve/veya maden sahibi olduğu ifade edilmiştir (bkz. https://www.trthaber.com/haber/gundem/maden-isletmesi-sahibi-alp-gurkan-aciklama-yapti-html; erişim tarihi: 25/10/2022; https://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/948753-yasam-odasi-kapatilmisti-yenisi-yapiliyordu; erişim tarihi: 25/10/2022). Soma Cumhuriyet Başsavcılığı (Soma Başsavcılığı) olay sonrası derhâl konuyla ilgili bir ceza soruşturması başlatmıştır.A. Soma Başsavcılığınca Fezleke Düzenlenmesine Kadar Olan Süreç Soma Başsavcılığı ile çevredeki bazı Cumhuriyet başsavcılıkları vefat edenlerin cesetleri üzerinde ölü muayenesi ve/veya otopsi işlemleri (Üzerinde otopsi yapılan ceset sayısı on yedidir.) yapılması için gerekli adımları atmıştır. Kimliği tespit edilemeyen bazı müteveffalardan ve bunların yakını olduğu düşülen kişilerden alınan biyolojik örnekler üzerinde moleküler genetik incelemeler yapılarak ölülerin kimliği saptanmıştır. Otopsi raporları ile üzerinde sadece ölü muayenesi yapılan cesetlerin tamamına yakınından alınan kan örneklerinde rastlanan karboksihemeglobin oranlarına göre ölümlerin sebebi CO (karbonmonoksit) zehirlenmesidir. Olayı çevreleyen koşulların ve olayın meydana gelmesinden sorumlu olanların tespiti için Soma Başsavcılığı, profesör unvanlı iki maden ve bir elektrik mühendisi ile A sınıfı bir iş güvenliği uzmanından bilirkişi heyeti oluşturmuştur. Bu heyet ile olaydan bir gün sonra olayın meydana geldiği yer altı maden ocağı incelenmek istenmiş ancak arama ve kurtarma çalışmalarının devam etmesi nedeniyle inceleme yapılamamıştır. 16/5/2014 tarihinde maden ocağına tekrar gidilmiştir. Bu kez kurtarma faaliyetlerini sürdüren maden ocağı yetkililerinden ve tahlisiye ekiplerinden bilgi alınmış, ocak gazlarının ölçüm kayıtlarının tutulduğu bilgisayar verilerine ulaşılmış, yer altı ocağının kroki ve haritaları elde edilmiştir. Tahlisiye ekipleri tarafından gerekli şartların sağlanması neticesinde soruşturmada görevli Cumhuriyet savcıları ile bilirkişi heyeti, kurtarma çalışmalarına katılmış bir maden mühendisi eşliğinde ocağın kulikar malzeme girişi olarak tabir edilen ocak ağzından maden ocağına girip ilk incelemeyi yapmıştır. Yapılan incelemede şu hususlar saptanmıştır:- Ocak girişinden sonraki 000 metrelik bölümdeki ana galeri yolunun jeolojik yapısı taştır. 000 metrede U2 olarak tabir edilen elektrik trafosu bulunmaktadır.000 metreden sonra ocak içinde yangının ilk belirtisi olan kömür nakil bandı tamamen yanmıştır. Taşlarda yanmaya bağlı islenme mevcuttur. Tahta tahkimatların yanması üzerine taşlar yer yer tabana düşmüştür. Tabanda soğutma çalışmalarının belirtisi olarak su bulunmaktadır. Tabandaki su, bazı yerlerde 30-40 cm derinlikte küçük göletler oluşturmuştur. Elektrik kablolarının yüzeyleri, içindeki bakır kablo görünecek şekilde yanmıştır. Ocakta ilerledikçe sıcaklık artmaktadır. Biraz daha ilerlendiğinde kısmı göçükler görülmüştür. Bu göçüklerden ancak eğilerek geçilebilmiştir. Ana galeride yol üzerinde kullanılan tahta tahkimatlar yanıktır ve kısmen yenilenmiştir. Olayın meydana geldiği yer olduğu düşünülen ve ada olarak tabir edilen yerde soğutma çalışmaları devam etmektedir. Burada sıcaklık, çelik bağlar arasındaki tahta tahkimatlar soğumadığından iyice artmıştır. 400 metrede revire giden kısım tamamıyla göçmüştür. A ve H panolarına giden yol ise açıktır. Maden ocağı içinde devam etmek artık mümkün değildir. 17/5/2014 tarihli bilirkişi ön raporuna göre ilk aşamada olayın meydana gelmesinde kusurlu olanlar şunlardır: - Teknik nezaretçi- İşletme müdürü- Saha sahibi- Şirketin iş güvenliği başmühendisi- Şirketin yönetim kurulu başkanı- Vardiya amirleri Sulh ceza mahkemesinden alınan kararlara istinaden yüklenici Şirkete ait Soma’daki bina ile eklentilerinde arama yapılmış, bazı defterler ile birtakım yazılı ve dijital belgelere el konulmuştur. Başka defterler yanında gaz ölçüm, patlayıcı madde sarfiyat ve cihaz bakım defterleri bir Cumhuriyet savcısınca incelenmiştir. İncelemeye göre gaz ölçüm defterindeki bazı ölçüm sonuçları birbirine yakındır, bazı ölçüm sonuçları ise birbirini tekrar etmektedir. Patlayıcı madde sarfiyat defterinin bazı yerlerindeki imzayla ilgili kısımlar boş bırakılmıştır. Cihaz bakım defterindeki cihazların sıfırlanmasına, ölçümlenmesine ve takip edilmesine ilişkin kayıtlar özellikle 2014 yılı Mart ayından itibaren imzasızdır. Ayrıca 340 ana nefeslik hava çıkışına yerleştirilen 428 kodlu sıcaklık sensörüne ait verilere göre 1/2/2014-28/2/2014 tarihleri arasında 20,82 °C - 21,15 °C arasında değişen sıcaklık 6/5/2014 tarihinden itibaren 32 °C’yi aşmış, 12/5/2014 tarihinde 45 °C’nin biraz üzerine çıkmış; olay günü saat 15’te 46,23 °C’ye, saat 10’da ise 46,58 °C’ye ulaşmıştır. Bilirkişi heyetinde görevli profesör unvanına sahip bir maden mühendisinin soruşturmada görevli bir Cumhuriyet savcısına verdiği bilgiye bakılırsa yer altındaki kömürün oksidasyonunun (kendiliğinden yanma) en önemli göstergesi CO konsantrasyonunun ve sıcaklığın artmasıdır. Bu nedenle maden işletmelerinde havanın nem değerine bağlı olarak kuru sıcaklık 30 °C’yi, yaş sıcaklık ise 25 °C’yi geçmemelidir. Olaydan yaralı olarak kurtulanların tespiti için çevredeki kamu ve özel sağlık kuruluşlarıyla yazışmalar yapılmış, bir kısım yaralı hakkında düzenlenen genel adli muayene raporları temin edilmiştir. Bazı yaralılar yönünden kesin adli rapor alınmıştır. Elde edilen güvenlik kameralarına ait kayıtlar Ankara Kriminal Polis Laboratuvarına inceletilmiştir. Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından olay tarihinden önceki iki yıl içinde olayın meydana geldiği madende yapılan denetimlere ait tüm bilgi ve belgeler istenmiştir. Maden ocağının gaz izleme odasında bulunan gaz sensörlerinin kayıtların tutulduğu bilgisayarlar ile madenin personel servisinde bulunan ve madende çalışan personelin giriş-çıkış kayıtlarını tutan bilgisayarın imajları alınmıştır. Kurtarma ve tahlisiye çalışmalarının tamamlanmasından sonra olayın meydana geldiği maden, hava girişinin engellenmesi ve devam eden ocak yangınının durdurulabilmesi amacıyla her üç girişinden barajlanarak kapatılmıştır. Baraj arkasında bırakılan numune alma borularından düzenli aralıklarla ocak içi gaz ölçümleri alınmış, yangının devam edip etmediği takip edilmiştir. 23/6/2014 tarihinde Cumhuriyet savcıları ve bilirkişi heyeti, yüklenici Şirketin yetkilileri ve TKİ yetkilileri ile bir toplantı yapıp ocağa giriş şartlarını değerlendirmiştir. Aynı gün yapılan keşifte mevcut yer altı üretimi nedeniyle yeryüzünde oluşan çökme ve kayma bölgeleri incelenip fotoğraflanmış, inceleme yapılan sahaların GPS ile koordinatları elde edilmiştir. Gaz oranlarının uygun değerlere ulaştığı değerlendirilince 16/7/2014 tarihinde, kapalı olan ocak giriş barajları tahlisiye ekipleri denetiminde yıkılmış ve havalandırma fanları çalıştırılarak kısmi hava akışı sağlanmıştır. Ocağa giren tahlisiye ekipleri gaz ölçümü yapmış ve yangının yeraltında devam ettiğini ancak ocağın bazı bölümlerine girilebileceğini tespit etmiştir. Temiz havanın olay yerine ulaşması sonucunda yangının artarak devam etme olasılığının yüksek olmasına, metan içeriğinde kontrol dışı artışlar yaşanabilecek olmasına, bu nedenle grizu patlama tehlikesinin artarak devam etmesine rağmen soruşturmada görevli bir Cumhuriyet savcısı ile bilirkişi heyeti, iş sağlığı ve güvenliği için gerekli takımı temin ederek soruşturma kapsamında alınan ifadelerde olayın çıkış noktası olarak beyan edilen ve göçük olduğu tahlisiye ekiplerince belirlenen bölgedeki durumu incelemek için ocağa girmiştir. 100 metrelik derinliğe kadar bölümde olayın sebebine ilişkin delil ve emareye rastlanmamıştır. 500 metre derinlikte 4 No.lu insan nakil bandı ile 5 No.lu insan nakil bandını bağlayan nefesliğe (146,8 kodlu) girilmiştir. Bu bölgede alt kodda bulunan 3 numaralı kömür nakil bandının bulunduğu galeriye (144,0 kodlu) doğru göçüğün meydana geldiği görülmüştür. Jeolojik yapı olarak kömüre değil metamorfik kayaç olan marna rastlanmıştır. Elektrik kablolarının sağlam olduğu, tahkimata destek olarak kullanılan ahşap kamaların sadece üzerinde is, göçük alanı içinde ise domuz damlarının olduğu ve bu damların yanmadığı tespit edilmiştir. S panolarına giden temiz hava yolunda U3 trafosunun durduğu yol üzerinde yoğun bir duman bulunduğu gözlenmiş ve seyyar gaz ölçüm cihazlarıyla yapılan ölçümlerde CO oranı 518 PPM, metan (CH4)oranı %0,26, oksijen oranı ise %18,25 olarak ölçülmüştür. Ayrıca 340 nefeslik ana yol üzerinde tahkimatlar arasına konulan ahşap kamaların tamamen yandığı, A ve H panolarının bulunduğu bölge tarafından yoğun bir şekilde dumanın geldiği görülmüştür. Böylece kazanın başlangıç yeri olarak tahmin edilen bölgenin hâlen yandığı, burada CO değerlerinin çok yüksek olduğu ve yoğun duman nedeniyle ocakta daha fazla ilerlemenin mümkün olmadığı saptanmıştır. Gerekli örnekler alındıktan sonra keşif sonlandırılmıştır (bilirkişi heyetincegerek bu keşifte gerek daha önce yapılan keşiflerde tespit edilen diğer hususlar, bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesiyle ilgili kısmında yer almaktadır bkz. § 22). Sıcaklık ölçüm cihazı ile seyyar gaz ölçüm cihazları, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Ulusal Metroloji Enstitüsü Gaz Metrolojisi Laboratuvarına (Gaz Laboratuvarı), CO maskeleri ise TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezine inceletilmiştir. Seyyar gaz ölçüm cihazları ile gaz maskelerinin incelenmesi neticesinde düzenlenen raporlara göre; i. .. S.. marka on iki seyyar gaz ölçüm cihazından ancak dokuzundan veri alınabilmiştir. Bu cihazların 10-15 Mayıs 2014 tarihleri arasında kaydettiği veriler incelenmiş, CO miktarının yasal limitleri aştığı toplam otuz bir ölçüm aralığı tespit edilmiştir. Aşımların bazıları kısa, bazıları saatlerce sürmüştür. Bazı aşımların yasal limitlerin çok üzerine çıktığı saptanmıştır. Cihazların kalibrasyon ölçümleri yapılmış ve 11033FH-049 seri numaralı cihazın oksijen sensörünün hata verdiği, bazı cihazların kuru hava ile kalibrasyonu sırasında sıfır göstermesi gereken CO, H2S (hidrojen sülfür) ve CH4 (metan) değerlerinin sıfırdan daha küçük gösterdiği belirlenmiştir. On iki cihazın tümünün O2 ölçümlerinin kalibrasyon gaz değerinin sınırları içinde olduğu görülmüştür. Üç cihazın CO ölçüm sonuçları, yedi cihazın ise H2S ölçüm sonuçları kalibrasyon gaz değeri sınırlarının üstündedir. Altı cihaz ise kalibrasyon gaz değeri sınırlarının altında ölçüm yapmaktadır. Cihazların kalibrasyon gaz değeri sınırlarının üzerinde ölçüm yapması saha uygulamasında bir tehlike arz etmemektedir zira cihazlar ölçüm sonuçları yasal limitlere ulaşmadan alarm vermektedir. Öte yandan CH4 için kalibrasyon gaz değeri sınırlarının altında ölçüm yapan cihazlar, ortamdaki gaz miktarı yasal limitleri aşmasına rağmen alarm veremez. İlgili mevzuata göre maden ocaklarında CO değeri azami 50 PPM, sekiz saatlik çalışma için müsaade edilen azami H2S değeri 20 PPM, oksijen değeri asgari %19, CH4 değeri ise azami %2’dir. İncelenen seyyar gaz ölçüm cihazlarından bazıları 10/5/2013-14/5/2013 tarihleri arasında 50 PPM’nin oldukça üzerine çıkan CO değerleri ölçmüştür. ii. CO maskelerine gelince;- F... firması tarafından üretilen gaz maskelerinin koruyucu ambalajlarındaki (kullanılmış ve kullanılmamış) üretim tarihi ve üretici firma bilgisi kolay anlaşılabilir değildir. Bu firmanın ürettiği, kullanılmış on iki gaz maskesinin filtre kısımları paslanmıştır. Bu maskelerin üçü raf ömrünü tamamlamıştır. Aynı firmanın ürettiği, kullanılmadığı bildirilen 116 gaz maskesinin on sekizinin raf ömrü sona ermiştir.- .. firmasının ürettiği gaz maskelerinin teknik özellikleri ile ilgili bilgilere ulaşılamamıştır. - Çin Halk Cumhuriyeti menşeli maskelerin tamamı 16-20 yıl önce üretilmiştir ve maskelerin kullanım süresi bitmiştir. - Kullanılmış bazı gaz maskelerinde seri numarası ya yoktur ya da silinmiştir. - İncelenen gaz maskelerinin kalite kontrollerinin en son ne zaman yapıldığı bilgisine ulaşılamamıştır. - Kaza anında ve hemen sonrasında, madende çalışan işçilerin maruz kaldığı ortamdaki oksijen, karbonmonoksit ve karbondioksit oranı ile ilgili ölçüm sonuçları gönderilmediğinden F... firmasının ürettiği gaz maskelerinin olay anındaki koşullara uygun olup olmadığı ile ilgili değerlendirme yapmak mümkün değildir. Soruşturmada dumandan doğrudan etkilenen 161 işçi mağdur olarak, yangından etkilenmeyen 425 işçi ise tanık olarak dinlenmiştir. Ayrıca olayda vefat edenlerin çok sayıdaki yakınının beyanı alınmıştır. Bilirkişi heyeti, kazayla ilgili raporunu 5/9/2014 tarihinde tamamlamıştır. Sözü edilen raporda maden ocağındaki havalandırma, sensör ölçümleri, elektrik dağıtım hatları ve trafolar ile ilgili değerlendirmelerde bulunularak maden kazasının pek çok ihmal ve kusurun bir araya gelmesi sonucu meydana geldiği ve kazanın önlenebilir olduğu sonucuna varılmıştır. Rapora göre olayda vefat eden kişilerin ölüm sebebine ve bu boyutta bir CO zehirlenmesi meydana gelebilmesini sağlayacak CO konsantrasyonuna -yer altı ocağının boyutları gözönüne alındığında- tek başına bant, ahşap tahkimat ve PVC boru yangınının neden olması mümkün değildir. Olayda U3 trafosu etrafında topuk olarak bırakılan kömürün kontrolsüz bir şekilde kendiliğinden yanması sonucu oluşan karbonmonoksit temiz hava girişine ulaşmıştır. Temiz hava ile temas ederek kendiliğinden yanan kömür tam yanmaya dönüşmüştür. Bu yangın 4 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yola sirayet ederek bu bölümdeki ve 3 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yoldaki bant, ahşap tahkimat, PVC borular ve elektrik kablolarını tutuşturmuştur. Su ile soğutma çalışmaları sonucu zehirleyici ve boğucu gazlar açığa çıkmıştır. Nitekim olay sonrası diğer yangınlar söndürüldükten sonra kurtarma faaliyetleri esnasında kömür yangınının devam ettiği 16/5/2014 tarihinde maden ocağına yapılan ilk keşifte saptanmıştır. 16/7/2014 tarihinde yapılan keşifte de uzun bir süre maden kapalı kalmasına rağmen kömürün olayın meydana geldiği bölgede yanmaya devam ettiği tespit edilmiştir. Bilirkişi heyeti 2006 yılında kömür üretme ve teslim işini üstlenen şirketin 7/10/2009 tarihinde TKİ’ye yaptığı sözleşme devri ile ilgili başvurusunda üretim çalışmaları sırasında oluşan yangınlardan dolayı üretim yapılamamasını ve yüksek su gelirini gerekçe gösterip ileride telafisi mümkün olmayacak problemlerle karşılaşılacağına değinerek işi devretmek istediğini dikkate almış, maden sahasının yüksek yangın riski taşıdığının TKİ’nin ve kömür üretim işini devralan yüklenici Şirketin bildiği kanaatine varmış ve bu doğrultuda olayın meydana gelmesinden sorumlu olanları belirlemiştir. Bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesine ilişkin kısmı şöyledir: “ Olayın meydana gelişinden önceki tarihlerde, ocak havasının denetimi için kurulan gaz izleme sensörleri, olayın başlangıcını haber vermiş, ancak bu durum şirket yetkilileri tarafından dikkate alınmamıştır. Ocak içi yangınının başladığını gösteren CO, sıcaklık yükselmesi ve ocak çıkış havasındaki oksijen seviyesinin düşmesi, yangının başladığının en önemli kanıtıdır. Oksijen seviyesi, madenlerde izin verilen değerlerin altında, CO ve sıcaklık değerleri, izin verilen sınır değerlerin üzerinde seyretmiştir. Sensörlerden gelen bilgiler, ocakta meydana gelen kazanın olacağını önceden bildirmesine rağmen, bilgilerin dikkate alınmaması ve çalışmaların durdurulmaması çok önemli bir ihmali göstermektedir. Bu durumu izlemek ve gerekli önlemleri almakla yükümlü olan; a- İşveren (Yönetim Kurulu Başkanı); b- İşveren Vekilleri (Genel Müdür, İşletme Müdürü, İşletme Müdür Yrd.); c- Ocak Daimi Nezaretçisi; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya Amirleri; f- İş Güvenliği Uzmanları; g- Ocak Havalandırma Mühendisi;h- Sensör kayıtlarından sorumlu olan teknik personel, asli kusurlu, Kontrol yetkisi olan, aylık hak ediş dosyalarında iş güvenliği ile ilgili raporları denetleme ve inceleme yetkisine sahip olan ruhsat sahibi TKİ-ELİ’de [Ege Linyit İşletmesi Müdürlüğü, ELİ] görevli; i- TKİ-ELİ Kontrol Baş Mühendisi; j- TKİ-ELİ[Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Havalandırma şekli ve yöntemi, yangın tehlikesi olan bir yer altı ocağı için uygun değildir. Ocağın bazı bölümlerinde seri havalandırma yöntemi uygulanmaktadır. Yani, ocaktaki kirli havanın en kısa yoldan dışarı atılmasını sağlayacak paralel yol bağlantıları kurulmamıştır. A ve H panoları ile K ve S panoları bağımsız kirli hava çıkışına sahiptir. Ancak 140 panosunda kirlenen hava temiz havaya karıştırılarak bu panolara iletilmekte, K panosunda yeniden kirlenen hava S panosuna gönderilmekte, S panosunda 3 ayak seri olarak (bir ayakta kirlenen hava diğer ayağın temiz havası olarak kullanılıyor) havalandırılmaktadır. Aynı durum H panosunun 2 ayağı ve çok sayıda baca üretiminde de görülmektedir. Yangın çıkması durumunda, mevcut CO maskelerinin kullanım süreleri de düşünüldüğünde, temiz havaya çıkış yapılabilecek bir mesafe söz konusu değildir. Bu durum, ölümlerin yüksek olmasının nedenlerinden birisidir. Maden ocaklarında işletme projelerini inceleyerek çalışma izni veren ve her yıl üretim faaliyet raporlarını denetleyen bir kurum olarak, havalandırma planını bu hali ile kabul etmesi ve üretime izin vermesi nedeni ile; a- Maden İşleri Genel Müdürü; b- 2010 yılından olay tarihine kadar [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM [Maden İşleri Genel Müdürlüğü] kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, İş sağlığı ve güvenliği açısından havalandırma planlarının uygulanmasını ve hava ölçümlerini kontrol etme, denetleme ve olumsuz durumlarda ocak faaliyetlerini durdurma yetkisinde sahip; c- Olay tarihinden önceki son iki yıl içerisinde [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftis Kurulu Iş Müfettişleri, asli kusurlu, Ocak havalandırma planını hazırlayan, onaylayan ve kontrol eden işletmeci ve ruhsat sahibi; d- İşveren;e- İşveren Vekilleri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ-ELİ [Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur.Konuya ilişkin olarak gerekli uyarı ve müdahalelerde bulunmayan; h- Emniyet Başmühendisi; i- Teknik Nezaretçi; j- Daimi Nezaretçi;k- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur. Soma Kömür işletmeleri tarafından hazırlanan ve TKİ Genel Müdürlüğünce onaylanan Revize Projesinin sayfasında 18 başlığı altında verilen değerlendirmede, metan sorunu ile uğraşılan bu tür ocaklarda çalışanların en kısa ve en kolay yolla yerüstüne naklinin çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bunun sağlanması için yeni bir planlama ile yeryüzüne bağlantılı galerilerin sürülmesi kararlaştırılmış, bu konuda 2010 tarihinde 7231 muhaberat no ile TKİ Müessese Müdürlüğünden izin istendiği belirtilmiştir. 2010 tarihli TKİ Müessese Müdürlüğü oluru ile birisi acil çıkış galerisi olmak üzere iki ayrı galeri en temiz hava girecek olup, yeni sürülecek galeri ile de hava çıkışı sağlanacağı belirtilmiştir. Ancak Revize projesi Plan 2’de gösterilen bu galeri, üretim sınırlarında yapılan değişiklik neticesinde üretim rezervi içerisinde kalarak rezervzayiatının engellenmesi amacıyla oluşturulmamıştır. Olay esnasında kaçışı sağlayacak böyle bir yolun, iş güvenliği göz ardı edilerek ve sadece kömür rezervi düşünülerek iptal edilmesi nedeni ile; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli sorumludur. Revize projesinde, sözleşmede belirlenen 000 ton/yıl üretimin gerçekleştirilebilmesi için, yer altı ve yerüstü çalışanların sayısı 2226 kişi olarak verilmiştir. Bu kapasitenin sağlanması için birisi yedek olmak üzere 2 adet 2500 m3/dakika kapasiteli vantilatör kullanıldığı beyan edilmiştir. 2012 yılında gerçekleştirilen kömür üretimi 015 ton, 2013 yılında ise bu rakam 457 ton’dur ve 2014 yılındaki havalandırma ölçümlerinin yapıldığı defterlerde, ocak çıkış havası debisinin 1980 m3/dakika civarında olduğu saptanmıştır. Bazı ayaklarda ölçülen hava hızlarının, sınır değer olan 5 m/sn’ nin altında olduğu saptanmıştır. 2014 yılının Mart ayında, hak ediş dosyasından alınan sigortalı olarak prim yatırılan toplam işçi sayısı 3367 olarak belirlenmiştir. Üretimin iki katından fazlasına çıkarılmış, çalışan sayısının artırılmış olmasına rağmen, havalandırma sisteminin aynen korunmuş olması iş sağlığı ve güvenliği yönünden çok büyük bir ihmali ortaya koymaktadır. Havalandırma ile ilgili yukarıda belirtilen uygunsuz durumu göz ardı ederek çalışmalarını sürdüren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur.Revize projeyi onaylayan, ancak üretim ve havalandırma uygulamasını kontrol etmeyen,e- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı;f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi, asli kusurludur. 2010 yılından olayın meydana güne kadar uygulamayı denetlemede gerekli özeni göstermeyen; h- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, i- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Yangın tehlikesi bulunan yer altı kömür işletmelerinde, yanmaya karşı gerekli önlemlerin alınması, kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesi gerekmektedir. Grizulu ocak olarak sınıflandırılan Eynez yer altı işletmesinin tüm elektrikli ekipmanlarının anti-grizu veya alev sızdırmaz (EX-proff) olarak seçilmesi gerekmektedir. Gerçekleştirilen keşiflerde, yardımcı tahkimat malzemesi olan ahşap kamaların, PVC boruların ve bantların yangına karşı dayanıklı olmadığı, bant motorlarından bazılarının ve elektrik kablolarının bağlantı uç ekipmanlarının alev sızdırmaz olarak seçilmediği tespit edilmiştir. Yangına meyilli olan böyle bir işletmede, yangın riskine karşı gerekli altyapıyı oluşturmayan; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; asli kusurludur, Gerekli uyarıları yapmayan ve müdahalelerde bulunmayan; c- Teknik Nezaretçi; d- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur. Denetleme ve işi durdurma yetkisine sahip; e- 2010 yılından olay tarihine kadar,[Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludurlar.f- 2010 yılından olay tarihine kadar [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanların kullanımına verilen ve yangın esnasında işçilerin güvenli bölgeye kaçışlarına yardımcı olacak CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarının düzenli tutulmadığı ve rutin kontrollerin düzenli olarak yapılıp yapılmadığı anlaşılamamıştır. Tanık ifadelerinden, olay esnasında bazı CO maskelerinin işlevini yerine getirmediği, çalışanların zimmetinde bulunan maskelerin kontrollerinin uzun süre yapılmadığı anlaşılmıştır. CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarını denetlemekle görevli olan ve yaptırım gücünü uygulamayan; a- 2010 yılından olay tarihine kadar [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur.b- İşveren;c- İşveren Vekilleri; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur. Teknik nezaretçi defterinin düzenli tutulmadığı, son 4 kaydın nüshalarının defterde kaldığı, tehlike sınırlarının aşılmış olmasına rağmen, tehlikeli gaz değerleri için defterde herhangi bir ibareye rastlanılmadığı yapılan incelemelerden anlaşılmıştır. Gaz ölçüm defterinden elde edilen veriler ile sensörlerden elde edilen verilerin birbirlerini tutmaması nedeniyle kayıtların rastgele tutulduğu tespit edilmiştir. Ölçüm anomalilerinin gözlenmeye başladığı 2014 yılı başından itibaren defterlerin tutulmasından, ölçümlerin yapılması ve kayıt altına alınmasından sorumlu; a- İşveren:b- işveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları;e- Ocak Havalandırma Mühendisi;f- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler; g- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri, asli kusurludur. Ocak havalandırmasının karmaşık yapısı nedeniyle daha fazla sensör ile kontrol edilmesi gerekirken, yeterli sayıda gaz ve sıcaklık sensörü bulunmamaktadır. Ocak sıcaklığı, sadece ocak hava çıkışında bulunan bir adet sensör ile kontrol edilmektedir. Vardiyalarda, ocak içi havasının sıcaklık ve gaz içeriği farklı bölümlerinde kontrol edilip kayıt altına alınması gerekmektedir. CO için ölçüm yapan sensörlerden 9 adeti düzgün veri üretmemesine rağmen bu durum göz ardı edilmiş, gereken tedbirler alınmamıştır. Sensörlerin kontrolünü yapma zorunluluğu bulunan, elde edilen verileri değerlendirmekle görevli olan, ancak bunları ihmal eden; a- Teknik Nezaretçi; b- iş Güvenliği Uzmanları;c- Ocak Havalandırma Mühendisi; d- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler;e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ- ELİ [Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Soma Kömürleri işletmesi, Eynez yer altı kömür sahasının bazı bölümlerinde, tek bir bacadan üretim yapılması nedeniyle tehlikeli olduğu için kullanımı sakıncalı olan Kara Tumba yöntemiyle üretim yapıldığı, imalat planlarında ve hak edişlerde verilen planlarda görülmektedir. Yeraltında çalışan sayısının artmasına ve risk faktörünün yükselmesine neden olan bu yöntemin, daha fazla kömür kazanılması için kullanılmasına izin veren ve bunları denetleme ve güvenli olmadığı için durdurma yetkisine sahip olmasına rağmen gerekli müdahaleyi yapmayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen. denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;e- TKİ Yönetim Kurulu Baskanı; f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- Teknik Nezaretçi, asli kusurludur. ... 2013 ve 2014 yılları Termin Takip kayıtları incelendiğinde, aylar ve yıllar bazında programlanan üretimden 2-2,5 kat fazla üretim yapıldığı anlaşılmaktadır (2013 yılı için programlanan üretim 000 Ton, gerçekleşen üretim 456 Ton). Bu sonuçlar, işletmede ‘Üretim Zorlaması’ olduğunu ve işçilerin ifadelerinde de belirttiği gibi fazla çalışmaya zorlandıkları savını doğrulamaktadır. Üretim zorlaması beraberinde alınması gereken tedbirlerin alınmamasına ve tehlikeli çalışma koşullarının oluşmasına yol açmıştır. Üretim zorlamasını gerçekleştirmesi nedeni ile; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; d- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurlu, Üretim artışını karşılayacak gerekli proje değişikliklerini talep etmeyen ve buna bağlı yıllık üretim faaliyet raporlarını denetlemeyen; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, Denetimlerinde işletme projesi, program ve üretim farklılıklarını göz önüne alarak kapsamlı denetleme yapmayan; f- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. ... [Y]önetmelikte belirtilen, ‘vantilatör ve aspiratörlerin, gerektiğinde, hava akımını ters yöne çevirebilecek tipte düzenlenmiş olmalıdır’ koşulu ocakta yerine getirilmemiştir. Bu durum kurtarma faaliyetlerinde olumsuz etki yaratmıştır. Ocağın girişinde bulunan ana havalandırma fanının bu teknolojik özelliğe sahip olmadığı tespit edilmiştir. Olayın başlamasından sonra hava akışının yönünü ters çevirmek için verilen karar sonucunda ocağa gönderilen hava miktarının önemli ölçüde azaldığı tanık ifadelerinden anlaşılmıştır.Bu teknik zorunluluğu yerine getirmeyen; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. Eynez yer altı ocağı tek hat şeması üzerinden elektrik projesi incelendiğinde trafo, SF6 gazlı kesicilerin ve enerji taşıma kablolarının, bazı hatlarda uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. İşletmenin elektrik sistemi, madenin çalıştırılması için güvenilir değildir. İşletme projesi içerisinde, elektrik projelerinin MİGEM’e sunulması ve onay alınması gerekmektedir. Ancak bu işlemin yerine getirilmediği belirlenmiştir. Bu nedenle; a- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Prolelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;b- İşveren; c- İşveren Vekilleri, tali kusurludur. Maden ocağında kullanılan gaz sensörlerinin akredite bir kurum veya kuruluş tarafından kalibrasyonlarının yapılmadığı anlaşılmıştır. Şebeke enerjisi kesildiğinde yedek elektriksel güç (akü ve kesintisiz güç kaynağı) kaynakları ile sensörler beslenmelidir. Bu faciada sensörlerin yedek güç kaynaklarının yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun 24/08/2010 tarihli ‘Merkezi Gaz izleme Sistemi (MGİS) Yönergesi’ esas alındığında; Alt yapının kurulup çalıştırılmasından sorumlu; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- Merkezi Gaz İzleme Sisteminde görevli yetkili personel, asli kusurlu, Kontrol ve denetim yetkisi olan; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, tali kusurludur. Kaza esnasında, olay yerindeki haberleşme cihazlarının çalışmadığı ifadelerden anlaşılmaktadır. Haberleşme cihazlarının ve aksesuarlarının yer altı standartlarına uygun olmadığı belirlenmiştir. Elektrik panolarında kablo eklerinin standart dışı bakırların birbirine sarılması ile yapıldığı, plastik bantlarla sarıldığı tespit edilmiştir. Olay yerinin boşaltılması için haberleşme en önemli unsurdur. Haberleşme cihazlarının çalışmaması ve merkezi alarm sisteminin bulunmaması, tahliyenin gecikerek olayın büyümesi hususundaki en önemli unsurlardan birisidir. Bu nedenle gerekli tedbirleri almamış olan; a- İşveren; b- İşveren Vekilleri asli kusurludur, Projeleri kontrol etmeyen ve gerekli denetimleri yapmayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Çalışılan kömür damarlarının yangına müsait oluşu dikkate alınarak özellikle terk edilen eski üretim alanlarının kontrolünün yapılarak kömür yangınlarına karşı gerekli önlemler alınmamıştır. Uygulanan üretim yöntemi, göçük içerisinde çok fazla yanmaya müsait kömür bırakmaya meyilli olması nedeniyle, yangına elverişli kömür ocakları için uygun değildir. Bu yöntem ile üretime karar veren ve bunu onaylayarak üretimin devam etmesini sağlayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurludur, İşletme projesine onay veren, d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları; asli kusurludur,Takibini yapan ve iş güvenliği açısından denetleme ve işi durdurma yetkisi olan; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Çok Tehlikeli İş sınıfı kapsamına giren yer altı maden işletmelerinde yapılması gereken Risk Değerlendirmelerinin içerisinde ocak yangınlarına karşı kapsamlı bir Risk Değerlendirmesi ve alınacak önlemlere ilişkin bir bölüm mevcut değildir. Bu durum büyük bir eksiklik yaratmaktadır. Risk değerlendirmesini gerçekleştirecek eleman ve denetleyecek kurum olan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- İş Güvenliği Uzmanları;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanlara işe başlamadan önce verilmesi gereken en az 32 saatlik mesleki eğitim, işe başlamadan önce verilmesi ve her yarı tekrarlanması zorunlu 16 saatlik iş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimleri tam olarak verilmemiştir. Yine tanık ifadelerinden, söz konusu eğitimlerin gerçek anlamda yaptırılmadan belgelendirildiği, tekrarlama eğitimlerinin ise yaptırılmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. İşverenin, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca, en az biri A sınıfı uzman olmak üzere 3 adet iş Güvenliği Uzmanı ataması ve çalışan sayısının 3000 civarında olması nedeniyle bu kişilere iş Güvenliği dışında herhangi bir iş vermemesi gerekirdi. Bu yasal gerekliliği, yeterli bilgi ve deneyimi olmayan iş güvenliği uzmanlarına görev vererek yerine getiren ve ek farklı işlerle görevlendiren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. İşyerinde tahliye amaçlı bir planlama söz konusu değildir. Çalışanların işyerlerini terk edebilecekleri kısa ve alternatif yollar yapılmamış, herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanları uyarabilecek bir alarm sistemi, haberleşme sistemi ve yönlendirme levhaları kurulmamıştır. Bu nedenle, ilgili mevzuatı dikkate almayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. Gerekli denetimler neticesinde tehlikeli durumu belirleyip gerekli önlemlerin alınmasını sağlamayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından, önce P... A.Ş.’ne daha sonra [Yüklenici Şirkete] ‘Hizmet Alım Sözleşmesi ile Verilen ihale Konusu 000 Ton Kömür Üretim işi’ 4857 sayılı iş Kanunu hükümleri açısından muvazaalı (hileli) olarak görülmektedir. Konuya ilişkin olarak hem Sayıştay KİT raporlarında, hem de TKİ tarafından yayımlanmış olan 2013 yılı Faaliyet Raporunda bu duruma dikkat çekilmiştir. Asli görevi kömür işletmeciliği olan, gerekli bilgi birikimi ve teknik personel desteğine sahip Türkiye Kömür işletmeleri’nin, asıl işi olan yer altı kömür üretimini, hizmet alım sözleşmesi ile iş güvenliğini göz ardı ederek, maliyet kaygısıyla alt işverene devretmesi nedeniyle; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli kusurludur.” Faciada yakınlarını kaybedenlerin bazıları Soma Başsavcılığına verdiği dilekçelerde olayın meydana gelmesinde TKİ Yönetim Kurulu başkanı ile üyelerinin, TKİ işletme dairesi başkanının, TKİ iş sağlığı ve güvenliği genel müdürünün, ELİ müessese müdürü ile yardımcılarının, yer altı kontrol şube müdürü ile müdür yardımcısının, ELİ kontrol baş mühendisleri ile kontrol mühendislerinin, maden işleri genel müdürü ile bu kurumun denetim ve kontrol elemanlarının, Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu başkanı ile 2010 yılından itibaren olay yerinde denetim yapan iş müfettişlerinin, Enerji Bakanlığına bağlı enerji kalitesi kıstasları denetimini yapan yetkililerin, yüklenici Şirketin maden ocağını işletmeye başladığı tarihten sonraki yönetim kurulu başkanları ve üyeleri ile hissedarlarının, yüklenici Şirketin genel müdürü ile işletme müdür ve müdür yardımcılarının, iş güvenliğinden sorumlu başmühendis ile mühendislerin, iş güvenliği uzmanlarının, ocak daimî nezaretçisinin, teknik nezaretçilerin, ocak havalandırma mühendisinin, sensör kayıtlarından sorumlu teknik personelin, gaz ölçümünden sorumlu mühendislerin, teknikerlerin ve vardiya amirlerinin de kusurlarının bulunduğunu iddia etmiştir (Başvurucunun iddiaları dikkate alınarak haklarında soruşturma izni istenen kişilerle ilgili soruşturma süreci işbu kararda yer almamaktadır.). Yürüttüğü soruşturma sonunda ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ve yüklenici Şirketin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. ile yüklenici Şirketin hissedarı, yöneticisi ya da çalışanı olan 42 kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) veren Soma Başsavcılığı, aralarında ELİ’de görevli bazı kontrol başmühendisleri ile mühendislerinin de bulunduğu 45 kişi hakkında -ki ELİ Müdürlüğü çalışanları dışındakiler yüklenici Şirketin hissedarı, yöneticisi veya çalışanıdır- olası kastla öldürme ve netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama veya bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma ya da taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçlarını işledikleri iddiasıyla Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açılması için fezleke düzenleyip soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına (Akhisar Başsavcılığı) göndermiştir. Fezlekede olayın bilirkişi raporunda belirtilen şekilde meydana geldiği iddia edilmiş ve bilirkişi raporundaki değerlendirmeler çerçevesinde şüphelilere suç isnadında bulunulmuştur. Kovuşturmasızlık kararına göre şüpheliler S.Y., E., K.K. ve H. meydana gelen faciada vefat etmiştir; haklarında kamu davası açılmayan diğer şüphelilere ise bilirkişiler kusur atfetmemiştir. Faciada yakınlarını kaybeden bazı kişiler başka hususlar yanında ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ve yüklenici Şirketin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G.de dâhil olmak üzere olaydan sorumlu olan bazı kişiler hakkında kamu davası açılması gerektiğini ve ELİ Müessese Müdürü Ha. de dâhil olayda sorumluluğu bulunabilecek bazı kişiler hakkında soruşturma yürütülmediğini belirterek Soma Başsavcılığınca verilen karara itiraz etmiştir. Yapılan itirazlar Akhisar Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Bunun üzerine olayda vefat eden bazı kişilerin yakınları bireysel başvuru (Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2015/1894, 16/1/2020) yapmıştır. Söz konusu başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, Soma Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporundaki tespitleri gözeterek yaşam hakkının devlete yüklediği etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün somut olayda ceza soruşturması gerektirdiğini tespit etmiş ancak bazı şüpheliler hakkındaki yargısal sürecin devam ettiğine işaret edip, bu süreçte yapılacak araştırma sonucunda olayda sorumlulukları tespit edilecek kişiler haklarında kamu davası açılmasının mümkün olduğunu belirterekbaşvuruyu başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.B. Fezlekenin Düzenlenmesinden Sonraki Süreç Akhisar Başsavcılığı, Soma Başsavcılığınca hazırlanan fezlekedeki hukuki nitelendirme çerçevesinde 45 şüpheli hakkında ceza mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. İddianamede -fezlekeyle uyumlu şekilde- olay esnasında yeraltı maden ocağında bulunan mağdurların tamamının yaşamları tehlikeye girecek şekilde yaralandığı belirtilmiştir. İddianamenin düzenlendiği tarihte Gaz Laboratuvarı henüz sabit gaz ölçüm cihazlarıyla ilgili raporunu göndermemiştir. Ceza Mahkemesi bazı eksikler içerdiği gerekçesiyle Akhisar Başsavcılığınca düzenlenen iddianamenin iadesine karar vermiştir. Ceza Mahkemesine göre iddianamede bulunan eksikler kısaca şunlardır:i. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarına yer verilmemiştir.ii. Şüphelilerin görev ve hukuki sorumlulukları ile şüphelilere isnat edilen eylemler delilleriyle birlikte açıklanmamıştır. Ayrıca şüphelilerin sorumluluk durumunu belirleyen bilirkişi raporunda eksiklik bulunmaktadır.iii. İddianamede olay esnasında yer altı maden ocağındaki işçilerin tamamının yaşamları tehlikeye girecek şekilde yaralandığı açıklansa da bu kabulün gerekçesi belirtilmemiş, herhangi bir delille de irtibatlandırılmamıştır.iv. Şüphelilerin kusur durumlarına etki edebilecek durumda olduğu değerlendirilen sabit gaz ölçüm cihazlarına ilişkin rapor beklenmemiştir. Oysa söz konusu rapor esaslı bir delildir. Akhisar Başsavcılığı, Ceza Mahkemesince verilen karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Manisa Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) sabit gaz ölçüm cihazlarına ilişkin verilerin bilirkişilerce bilgisayar üzerinden incelenerek bununla ilgili kusur durumunun bilirkişi raporunda belirtildiği, bilirkişiler tarafından şirkete ait gaz ölçüm günlük rapor ve kayıt defterinin incelendiği, sabit gaz ölçüm cihazıyla ilgili Gaz Laboratuvarı raporunun iddianamenin iadesine itirazdan sonra geldiği (Anılan rapora göre karbondioksit gaz ölçüm cihazı çalışmamaktadır. Diğer gazlar yönünde sabit gaz ölçüm cihazları ya hatalı çalışmakta ya da kalibrasyon değerinden daha yüksek değer okumaktadır. Bu durum karbonmonoksit ve metan gazları için uygulamada tehlike teşkil etmemektedir. Gerekli bilgilerin temin edilememesi nedeniyle sıcaklık ölçüm cihazlarının kalibrasyonu yapılamamıştır.), şüphelerin üzerine atılı suçların işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturması nedeniyle iddianamenin düzenlendiği ve soruşturma aşamasında alınan bilirkişi raporunun yeterli görülmemesi hâlinde kovuşturma aşamasında yeniden bilirkişi raporu alınabileceği gerekçesiyle iddianamenin iadesine ilişkin bir kısım nedenleri yerinde bulmamış; bununla birlikte olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarına iddianamede yer verilmediğine ve mağdurların yaralarının niteliği ile ilgili kabulün delillendirilmediğine ilişkin iade nedenleri yerinde bulmuştur. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına göre 65 mağdurla ilgili herhangi bir rapor, 85 mağdur yönünde ise kesin adli rapor aldırılmamıştır. Akhisar Başsavcılığı mağdurların adli raporlarını almak için gerekli adımları atmış, 5/9/2014 tarihli raporu düzenleyen bilirkişi heyetinden topçu defteri ve Gaz Laboratuvarının gaz ölçüm cihazlarıyla ilgili raporları yönünden ek rapor almıştır. Ek rapora göre;- Seyyar gaz ölçüm cihazlarının kaydettiği en yüksek sıcaklık değeri33 °C’dir. Olay esnasında çıkış havasına yerleştirilmiş 428 No.lu sabit gaz ölçüm cihazından ölçülen 46,58 °C’ye seyyar gaz ölçüm cihazlarında rastlanmamıştır ancak seyyar gaz ölçüm cihazlarının çıkış havasından veri alıp almadığı belirlenememiştir. Seyyar gaz ölçüm cihazlarının hiçbirinde CH4 ile ilgili sınır aşılmamıştır.- İlgili mevzuata göre bir üretim biriminde oksidasyon başladığında, üst taban yolunda umumi havada bulunan CO konsantrasyonu 50 PPM’ye ulaştığında pano yangın bekleme barajlarından kapatılır. 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazının 5/5/2014 tarihinde saat 39’dan itibaren 3 saat 16 dakika süreyle yaptığı CO ölçümlerinin ortalaması 123,20 PPM’dir. 39-32 saatleri arasında ölçülen hiçbir değer 50 PPM’nin altında değildir. Ayrıca 10/5/2014 tarihinde 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 2 saat 32 dakika, 11/5/214 tarihinde 470 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 12 saat 31 dakika, 12/5/2014-13/5/2014 tarihlerinde 416 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 4 saat 3 dakika, 13/5/2014 tarihinde 416 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 5 saat 19 dakika boyunca 50 PPM’nin üzerinde CO değeri ölçülmüştür. 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazının 7/5/2014-8/5/2014 tarihlerinde, vardiya değişim saatlerinde kaydettiği CO değerleri de 50 PPM’nin üzerindedir. Bazı seyyar gaz ölçüm cihazları 1/5/2014 tarihinde izin verilen sınırın altında oksijen değerleri ölçmüştür. Yüksek CO ve düşük oksijen değerlerinin hiçbiri gaz ölçüm kayıt defterine kaydedilmemiştir.- Top atımından sonra CO değerlerinin yükselmesi normaldir ve içeriye verilen temiz hava ile CO seyreltilir. Havanın temizlenmesi on dakikadan fazla sürmez. Pek çok gaz ölçüm cihazında top atımı ile izah edilemeyecek zaman dilimlerinde yüksek CO değerleri ölçülmüştür. Akhisar Başsavcılığı 23/2/2015 tarihli iddianame ile 45 şüpheli hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası (ana dava) açmıştır. İddianameye göre haklarında kamu davası açılan kişiler ile bu kişilerin yaptığı görevler ve bu kişilere isnat edilen suçlar ekli listede yer almaktadır. Olayın şüphelilerinden E.E.; müdafii aracılığıyla Akhisar Başsavcılığına gönderdiği bir dilekçede, aralarında S.nin de bulunduğu altı daimî nezaretçinin maden ocağında görev yaptığını ve bu kişilerden birinin olay esnasında vefat ettiğini iddia etmiştir. Akhisar Başsavcılığı, bilirkişi raporunda daimî nezaretçilere de kusur atfedilmesine rağmen soruşturmada daimî nezaretçilerin tespit edilmediğini belirterek söz konusu dilekçeyi Soma Başsavcılığına iletmiştir. Sonraki bir tarihte Ceza Mahkemesi, sanıklardan Hi.K. ve H.A.nın daimî nezaretçi olduğunu ancak iddianamede bu husustan söz edilmediğini Soma Başsavcılığının dikkatine sunmuştur. E.E.nin dilekçesi ve Ceza Mahkemesinin bildirimi üzerine harekete geçen Soma Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonunda daimî nezaretçi olarak görev yapmadığı gerekçesiyle S. hakkında kovuşturmasızlık kararı verilmiş ancak daimî nezaretçi olmaları nedeniyle olaydan sorumlu oldukları iddia edilen E., H.A. ve Hi.K. hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan kamu davası açılması için düzenlenen fezlekeler Akhisar Başsavcılığına gönderilmiştir. Akhisar Başsavcılığı sözü edilen fezlekelere istinaden E., H.A. ve Hi.K. hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde davalar açmıştır. Ceza Mahkemesi, açılan davaları ana dava ile birleştirmiştir. Bu arada Soma Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararına yönelik itiraz reddedilmiştir. Bazı katılanların yüklenici Şirketin önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G.nin de olaydan sorumlu olduğu iddiasıyla verdiği dilekçeyi Ceza Mahkemesi Soma Başsavcılığına iletmiştir. Anılan dilekçe üzerine Soma Başsavcılığı konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturmanın akıbeti ile ilgili bilgiler aşağıda yer almaktadır. Kovuşturmanın başlamasından keşfin yapıldığı 5/2/2016 tarihine kadar olan süreçte Ceza Mahkemesi -doğrudan ya da istinabe yoluyla- sanıkların sorgularını yapıp olaydan yaralı olarak kurtarılan mağdurların, tanıkların ve olayda vefat eden kişilerin çok sayıda yakınının beyanını almış; TKİ, MİGEM ve yüklenici Şirketten çok sayıda bilgi ve belge temin etmiş; keşif işlemine konu edilecek maden ocağının keşif için güvenli hâle getirilmesi için gerekli yazışmaları yapıp bu konuda yapılacak çalışmalarda gözlemci olmaları, çalışmaları gerektiğinde sesli veya görüntü kayda alıp raporlamaları ve delil olabilecek unsurların muhafazasını sağlamaları için bilirkişiler görevlendirmiştir. Ayrıca aynı dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Soma Faciasını Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapor, bazı devlet kurumları ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca olay hakkında düzenlenen raporlar, çeşitli uzman görüşleri ve aynı olay nedeniyle farklı iş mahkemelerinde açılan bazı tazminat davalarında alınan bilirkişi raporları ya Ceza Mahkemesince getirtilmiş ya da bazı katılan vekillerince dosyaya sunulmuştur. Keşif; hepsi akademik unvanı olan maden, jeoloji, iş güvenliği, iş hukuku veya ceza hukuku alanında uzman kişiler ile bir elektrik mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti refakatinde yapılmıştır. Bilirkişi heyetine mensup iki kişinin 6/2/2016-12/2/2016 tarihler arasında yaptığı jeolojik etütler sırasında tespit ettiği yerlerde yapılan sondajların karotlarından alınan örnekler Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğüne (MTA) incelettirilmiştir. Bilirkişi heyeti, raporunu (ana rapor) 15/8/2016 tarihinde Ceza Mahkemesine sunmuştur. Söz konusu rapora göre; i. Eski imalattan sızan/üflenen gazlar (başta karbonmonoksit ve metan) ile yanıcı gazların tutuşmasına bağlı olarak bant üzerinde taşınan kömürlerin, lastik konveyör (bir malzemenin bir noktadan başka bir noktaya aktarılmasını sağlayan düzenek) bandının, ortamdaki kömür tozlarının, elektrik kablolarının, ağaç tahkimatın, plastik boruların ve mazot, yağ gibi malzemenin yanması sonucunda oluşan gaz ve duman ocak havasına katılarak mevcut ocak açıklıklarına yoğun şekilde karıştığı için olay meydana gelmiştir. Eski imalattan sızan gazlar içindeki metanın yanmasına yol açarak ocakta yangın başlatan neden ise göçükler, kaymalar ve posta akmaları sırasında darbe alan kablonun/kabloların yarattığı ark veya kısa devredir. ii. Ocağın bir bölmesinde meydana gelen ve mücadelesi zor olsa da lokal kalabilecek olay ani gelişmesi, olumsuz ocak yapısı ve mevzuata aykırı bazı uygulamalar nedeniyle facia boyutuna ulaşmıştır. Bilirkişilere göre olayla birinci derecede ilgili olan eksiklikler şunlardır:- Panolar ve galeriler arasında bırakılan topuk genişlikleri uygun değildir.- Barajlar, sızdırmazlıkları tam olarak sağlanacak şekilde kurulmamaktadır.- U3 bölgesi gibi yüksek yük gerilimi altında kalan galeriler hem duraylılık (herhangi bir cismin yerini ve konumunu koruyabilmesi koşulu) hem de sızdırmazlık açısından keson beton ile tahkim edilmemiştir.- Eski imalat boşlukları ve barajlanarak kapatılan bölümler (baraj arkaları) izlenmemekte ve kontrol altında tutulmamaktadır.- Acil durumlarda çalışanların yeryüzüne tahliyesiyle ilgili tatbikat yaptırılmamıştır.- Acil eylem planlarında ocakta oluşabilecek bir yangın öngörülmemiştir. - Kullanım ömrünü tamamlamış ferdî kurtarıcılar kullanılmakta, akredite edilmeden bu maskelerin kullanım süreleri uzatılmaktadır.- Bazı panolarda kara tumba üretim yapılmaktadır.- 4 No.lu nakil bandının olduğu galeride hava miktarının 0-40 m3/dk gibi düşük değerlerde olması ve bu bölgede çok sayıda eski imalat galerisi olmasına rağmen bölgede emniyet açısından gerekli merkezi izleme sensörleri bulundurulmamaktadır. - S panoların hava dönüşlerinin ayrı bir bağlantı ile yeryüzüne bağlanmasını içeren revize plan uygulanmamıştır. iii. Madenlerde iş güvenliği ile ilgili mevzuat; acil durumlarda kaçış yolları, bant konveyör lastiklerinin niteliği, gaz ölçüm cihazlarının (sensör) tipleri, sayıları ve konulacağı yerler, oksijen ferdi kurtarıcısı(maske) kullanımı, damar gazlılığının, kendiliğinden yanmaya yatkınlığın bilimsel olarak ölçülmesi gibi konularda yaeksiktir ya da yetersizdir. iv. Olayda işveren sıfatı sadece yüklenici Şirkete aittir. TKİ’nin yüklenici Şirket tarafından kömür üretilen sahada üretim yapması ve işçi çalıştırması söz konusu değildir. Bu bakımdan TKİ ile yüklenici Şirket arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi veya işçi kiralama ilişki yoktur ve TKİ’nin müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır. v. Olayda kişilerin iradesinden bağımsız bir zorlayıcı neden veya başkaca bir kaçınılmazlık durumu etkili olmamıştır.vi. Olayın meydana geldiği maden ocağı yüksek risk içermektedir ve ocağın yeterli alt yapısı yoktur. Ocakta yeterli havalandırma olanağının olmaması, riskli havalandırma sistemiyle üretime devam edilmesi, revize planlarda öngörülen ek/yeni nefeslik ve havalandırma sisteminin uygulamaya geçirilememesi, kaçış yollarının işin niteliğine ve gereklere uygun olmaması, çalışma ortamının kaçışa uygunluğu ortadan kaldıracak sayıda kişi barındırması kazanın en önemli nedenleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar anlık değil yapısal nedenlerdir. Tamamen bir yatırım sorunu olarak ortaya çıkan bu nedenlerin madende bulunan teknik elemanlarca giderilmesi beklenemez. Bu nedenle yüklenici Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı G. ile haklarında kamu davası açılmayan Yönetim Kurulu Üyesi Y. ve uzun yıllarca yönetim kurulu başkanlığı yapıp olaydan bir süre önce görevini bırakan ancak olaydan sonra asıl yetkilinin kendisi olduğu yönünde beyanlarda bulunan, yüklenici Şirkettin hâkim ortağı olan şirkette yönetim kurulu başkanlığını yapmış A.G. olayın meydana gelmesinden sorumludur. Ayrıca; - Yüklenici Şirketin Genel Müdürü R., Eynez İşletme Müdürü A.Ç. ve Eynez İşletme Müdür Yardımcısı ve Teknik Müdür İ.A. ile hakkında dava açılmayan Genel Müdür Teknik Yardımcısı Ha.K. işveren vekili olarak,- Görevi kapsamında tespit etmesi gereken eksiklikleri bildirip önerilerde bulunmamaları nedeniyle teknik nezaretçiler E.E., E., H.A. ve Hi.K.,- Olay sırasında yer üstünde ocağa hâkim bir yetkilinin kalmaması ve bu yönde talimatlar üretilememesi, haberleşme/alarm sistemlerinin yetersizliği şeklinde kendini gösteren kriz yönetimindeki başarısızlığı nedeniyle hakkında dava açılmayan acil durum yöneticisi olarak gözüken Işıklar İşletme Müdürü Ha.E., - Vardiya amirliğine dayanan işveren vekili sıfatıyla tüm vardiyalarda iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin sürecin izlenmesinden, eksikliklerin giderilmesinden ve uyarılmasından sorumlu olan İş Güvenliği Üç Vardiya Amiri A.G.Ç.,-Teknik müdürün üç vardiya ocak üretim çalışmalarından sorumlu yardımcısı olarak Klasik Ayak Üç Vardiya Amiri H.S.,- İlgili mevzuat çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirmeyen patlatma mühendisi S.K., Vardiya Amiri Y.K., Vardiya Amiri H.K., havalandırma mühendisi F.Ü.A., U. (İddianameye göre mekanize ayak vardiya mühendisidir.), E.Y. (İddianameye göre iş güvenliğinden sorumlu vardiya mühendisidir.) ve hakkında dava açılmayan eğitim mühendisi Mu.B. olayda kusurludur. Yetki ve statüleri dikkate alındığında yüklenici Şirketle bağlantılı başka bir kimsenin ihmali söz konusu değildir. vii. Ocaktaki riskten haberdar olan TKİ, ruhsat sahibi sıfatıyla ilgili kanun ve hizmet işleri şartnamesine göre ocağı denetlemekle yükümlüdür. ELİ tarafından görevlendirilen Kontrol Başmühendisleri E.K. ve A.O.; revize plan/projelerdeki havalandırmayı düzenleyecek ek yeni açıklıklar (ikinci yol) oluşturulması beklenmeden S panosunda riskli havalandırmayla yoğun üretim faaliyetlerine izin vermeleri, üretim miktarının kısa bir zaman içinde ciddi bir yatırım yapılmadan önemli miktarda artmasıyla ilgilenmemeleri, işletme projesinde yer almayan işletme yöntemlerinin (tumba bacaları) uygulanmasına izin vermeleri, iş güvenliğiyle ilgili eksikliklerin (bu eksiklikler havalandırma, gaz izleme sistemi, yangınla mücadele ve tahlisiye gibi konulara ilişkindir) tamamlanması ve hatalı uygulamaların düzeltilmesi için girişimde bulunmamaları, kullanılan makine ve donanımların bir bölümünün alev sızdırmaz olmamasına göz yummaları nedeniyle kusurludur. ELİ’de görevli kontrol mühendislerinin olayın meydana gelmesine etki eden ihmalleri bulunmamaktadır. Sorumluluğun kontrol ve denetimle görevli üst düzey görevliler bakımından da araştırılması gerekir. Bu konuda dava dosyasında yeterli bilgi yoktur. viii. İş güvenliğiyle ilgili görev ve yetkilerini kullanmadaki ihmalleri nedeniyle MİGEM kontrol ve denetim elemanları ile Çalışma Bakanlığının ocağı denetlemekle görevlendirdiği müfettişler de olayın meyanda gelmesinden sorumludur. Bilirkişi raporunun bir örneğini alan Soma Başsavcılığı A.G. hakkındaki soruşturmayı (bkz. § 32) bilirkişi raporunda kusur atfedilen Y., Ha.K., Mu.B. ve Ha.E.yi de içerek şekilde genişletmiş; A.G., Ha.K. ve Ha.E. hakkında daha önce verilen kovuşturmasızlık kararının sulh ceza hâkimliğince kaldırılması üzerine söz konusu kişiler hakkında da Ceza Mahkemesinde kamu davası açılması için soruşturma evrakını Akhisar Başsavcılığına göndermiştir. Akhisar Başsavcılığı bahsi geçen şüphelilerin bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçunu işledikleri iddiasıyla Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Sanıkların sorgularının istinabe yoluyla alınmasının ardından dava, ana dava ile birleştirilmiştir. Bazı katılan vekilleri ile sanık müdafilerinin çeşitli itirazları nedeniyle ana raporu hazırlayan bilirkişi heyetinden ek rapor alınmıştır. Ek rapora göre ana raporda ortaya konan değerlendirmelerin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir bilgi ve belge ortaya konulmamıştır, sabotaj iddiası ortaya atılsa da buna dair hiçbir ciddi delil ve ifade bulunmamaktadır. Bununla birlikte ek raporda olayda sorumlu olanların tespit edilen eksikliklerden asli olarak mı yoksa kısmi olarak mı sorumlu oldukları konusunda tablo oluşturulmuştur. Bu tabloya göre eksikliklere göre sorumlular değişse de genel olarak G., A.G., Y., R., Ha.K., A.Ç., İ.A., E.E., A.G.Ç., E.K. ve A.O. asli olarak, ana raporda kusurlu oldukları belirtilen diğer kişiler ise kısmi olarak tespit edilen eksikliklerden sorumludur. 26/1/2017 tarihinde yapılan celsede Cumhuriyet Savcısı Ş.A., davanın esası hakkındaki mütalaalarının hazır olduğunu ve bunları sunabileceğini söylemiş ancak bu beyandan sonra verilen kısa bir aranın ardından mütalaayı derleyip toparlamak için süre talep etmiştir. Ceza Mahkemesi, verdiği başka kararlar yanında esasa dair mütalaasını hazırlamak üzere Cumhuriyet savcısına süre verilmesine -kararda sürenin miktarından bahsedilmemiştir- ve G.nin olayın bir sabotaj olduğu iddiası nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine başlatılan ceza soruşturması hakkında bilgi vermesi için Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Bilirkişi heyeti Ceza Mahkemesinin talebi doğrultusunda “Güvenli Kömür Madenciliği ve Metan Gazı Patlaması Etkilerinin Araştırılması” ve “... Soma Eynez-Karanlıkdere Yeraltı Kömür İşletmesinde 2009-2014 Yıllarında Gerçekleştirilen Altyapı Yatırımlarının Güvenli Çalışma İlkeleri Açısından Yeterliliğinin Araştırılması” başlıklı raporlar hakkında hazırladıkları ek raporları 11/2/2017 tarihinde Ceza Mahkemesine sunmuştur. Ek raporlara göre ana raporda ortaya konan değerlendirmelerin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir bilgi ve belge ortaya konulmamıştır. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmanın devam ettiği, soruşturma dosyasında gizlilik kararı bulunması sebebiyle gizliliğin ihlal edilmemesi için soruşturmanın sonuçlanmasından sonra karar örneği ile soruşturma dosyasında bulunan belgelerin gönderileceği konusunda Ceza Mahkemesini bilgilendirmiştir. 20/2/2017 tarihinde yapılan celsede 11/2/2017 tarihinde teslim edilen ek raporlar da dâhil olmak üzere dosyaya gelen bazı belgeler okunup duruşmada hazır olan ilgililerden bu belgelere karşı beyanları alınmıştır. Celse sonunda özetle çeşitli nedenlerle süre talep eden katılan vekilleri ile sanık müdafilerine bir sonraki celseye kadar, Cumhuriyet savcısı Ş.A.ya ise esas hakkındaki mütalaasını açıklaması için herhangi bir zaman diliminden söz edilmeden süre verilmiştir. 18/4/2017 tarihli celsede Cumhuriyet Savcısı Ş.A. soruşturmanın gizliliği nedeniyle sabotaj iddiasıyla ilgili soruşturmada bu iddiayı doğrulayan bir delil elde edilip edilemediğinin bilinmediğini belirterek esas hakkındaki mütalaayı ilerleyen aşamada sunacağını bildirmiştir. Celse sonunda başka bir ara kararı oluşturulmadan duruşmaya bir sonraki gün devam edilmesine karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi celsede, sabotaj iddiası hakkındaki soruşturmanın bekletici mesele yapılmasına yönelik talepleri reddedip esas hakkındaki mütalaasını sunması için Cumhuriyet savcısına bir sonraki celseye kadar süre verilmesine karar vermiştir. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Kurulu Birinci Dairesi (Atama Dairesi) 9/5/2017 tarihli kararnameyle Cumhuriyet Savcısı Ş.A.yı Aydın Cumhuriyet savcılığına atamıştır. Ayrıca Atama Dairesinin 3/7/2017 tarihli kararnamesiyle ilk celseden itibaren Ceza Mahkemesi başkanlığı görevini yürüten A.B. İzmir hâkimliğine, Ceza Mahkemesi üyelerinden hâkim E. Aydın hâkimliğine, Elbistan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı S.P. ise Ceza Mahkemesi başkanlığına atanmıştır. Katılan vekillerinin bir kısmı Ceza Mahkemesine verdiği dilekçede bu durumun dosyadaki başka unsurlarla birlikte bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı ile makul sürede yargılanma hakkını ve kanuni hâkim ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. A.B., 19/6/2011 tarihli kararname ile Akhisar hâkimliğine, 15/1/2015 tarihli kararname ile de Ceza Mahkemesinin başkanlığına atanmıştır. E. ise 30/4/2013 tarihli kararname ile atandığı Horasan hâkimliğinden Akhisar hâkimliğine 12/6/2015 tarihli kararnameyle atanmıştır. 3/7/2017 tarihli kararnamede dikkate alınacak prensipler Hâkimler ve Savcılar Kurulunca 13/6/2017 tarihinde ilan edilmiştir. Söz konusu prensiplere göre son görev yeri iki ve üçüncü bölge olan hâkimler, bulunduğu yerde bir yılını tamamlayıp meslekte dört yılını doldurmuş ise kararname kapsamına alınarak sicil durumlarının uygun olması hâlinde birinci bölgeye atanacaktır (bkz. https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/files/EK-1%20Bölge%20Adliye%20ve%20Adlî%20Yargı%20İlk%20Derece%20Mahkemeleri%202017%20Yılı%20Kararname%20Prensipleri.pdf; erişim tarihi: 11/11/2022). Akhisar o tarihte ve hâlâ adli yargıda ikinci bölge statüsündedir. 11/7/2017 tarihinde yapılan celsede Ceza Mahkemesi heyetinde A.B. ve E. de hazır bulunmuştur. Duruşmaya ilk kez katılan ve 9/5/2017 tarihli kararnameyle Akhisar savcılığına atanan Cumhuriyet Savcısı S.T. yaklaşık 300 klasörden ve 3 terabaytlık haricî hard diski kaplayan dava dosyanın devam eden incelemesinin bitirilebilmesi için süre talep etmiştir. Talep doğrultusunda Cumhuriyet savcısına bir sonraki celse olan 17/10/2017 tarihine kadar süre verilmiştir. 17/10/2017 tarihli celsede -verilen başka ara kararları yanında- bir kısım katılan vekilinin iddianamenin mütalaa olarak kabul edilerek yargılamaya devam olunmasına yönelik talepleri reddedilmiş; bazı katılan vekiline davanın esası hakkında beyanda ve sunumda bulunmak üzere bir sonraki celse olan 10/1/2018 tarihine kadar süre verilmesine, sabotaj iddiasıyla ilgili soruşturmanın akıbetinin sorulmasına ve tutuklu sanık A.G.Ç.nin tahliyesine karar verilmiştir. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen cevaba göre soruşturma henüz sona ermemiştir. Celse arasında bir kısım katılan, Ceza Mahkemesi üyelerinin reddini istemiştir. Bu talep, Manisa Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir: “... [M]evzuatımıza göre, mahkemece yargılama aşamasında verilen bir kısım ara kararlarının itiraz yasa yoluna tabi olduğu, itiraza tabi olmayan bir kısım kararların ise hükümle birlikte temyiz/istinaf yasa yoluna tabi olduğu aşikar olup, bunun dışında yargılamanın seyri devam ederken yeni gelişen durumlara, elde edilen bilgi ve delillere göre önceden vazgeçtiği, ya da reddettiği bir konu ile ilgili olarak mevcut oluşan yeni duruma göre yargılamanın hukuka uygun, yargılamaya konu kişilerden uzak olarak, tarafsız ve sağlıklı yapabilmesi, nihayetinde en doğru sonuca ulaşması için her türlü kararı almaya takdir yetkisi yargılamayı yapan hakimlere ait olduğundan, mahkeme heyetinin takdirine dayalı olarak yapılan ve sonunda üst yargı denetimine açık olan Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinin ... Sayılı dosyasındaki reddi hakim talebine konu işlemlerin [Ceza Muhakemesi Kanunu’nun] ilgili maddelerinde düzenlenen hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden sayılamayacağı sonuç ve kanaaliyle, bir kısım katılan vekillerinin, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi heyetine yönelik reddi hakim taleplerinin ayrı ayrı reddine karar ver[ilmiştir]...” 10/1/2018-11/7/2018 tarihleri arasında yapılan celselerde özetle o celselerde hazır bulunan katılanların, katılanlar vekillerinin, sanıkların ve müdafilerin beyanları saptanmış; Cumhuriyet savcısının davanın esasına ilişkin mütalaası alınmış ve bu mütalaaya karşı beyanda bulunmaya hakkı olan kişilerden sözü edilen celselerde hazır bulunanların beyanları tespit edilmiştir. Ceza Mahkemesi davayla ilgili kararını 11/7/2018 tarihinde açıklamıştır. Verilen karara göre fazlaca elektrik akımı çeken bant olay gününden önce, yönetim kurulu başkanının üretim artışı odaklı yaklaşımı ve buna dair talimatları sebebiyle yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu durum bandın bollaşmasına ve olay günü bantta elektrik arızası yaşanmasına neden olmuştur. Arıza sebebiyle bant patinaj yapmaya başlamış ve ortam sıcaklığı artmıştır. Eski imalat sahalarında bırakılan kömürün zaman içinde oluşan tansmanlardan sızan oksijen ve nem ile temas etmesi ile oluşan karbonmonoksit ve kömürden açığa çıkan metan gazı ocak içine sızmıştır. Kaymalar ve posta akmaları sırasında darbe alan, ezilen, sıyrılan bir enerji kablosunun ya da kablolarının yarattığı ark veya kısa devre bahsi geçen gazları tutuşturmuştur. Çıkan alev sonrasında bant üzerinde taşınan kömür, ortamdaki kömür tozu, lastik konveyör bandı, elektrik kabloları, ağaç tahkimat, plastik borular ve mazot, yağ gibi malzeme yanmaya başlamıştır. Olay, bandın yanması sonucunda ortaya çıkan gaz ve dumanın ocak havasına katılarak mevcut ocak açıklıklarına yoğun biçimde karışması neticesinde meydana gelmiştir. Eski imalatlardan gelen gazlar ocağa ani, öngörülemez ve baskın bir şekilde girmiştir. O hâlde sanıklara isnat edilen temel kusur, ölümcül karbonmonoksit gazının ocaktan tahliye edilememesi ve işçilerin de bu gazdan korunamayarak ocaktan tahliye edilememesidir. Olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili bu kabul; dava dosyasında bulunan TBMM Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapora, yedi kişilik bir bilirkişi heyetince hazırlanan 8/10/2015 tarihli rapora, iki bilirkişi tarafından hazırlanan 12/10/2015 tarihli ayrık görüş ifade eden rapora ve 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporuna dayanmaktadır. Olayın meydana geliş şekline göre olayla birinci derecede ilgili olduğu tespit edilen ve dava dosyasında raporları bulunan tüm bilirkişiler tarafından da ittifakla ortaya konulan kusurlu hareketler özetle şunlardır:- Panolar ve galeriler arasında bırakılan topuk genişlikleri uygun değildir.- Barajlar sızdırmazlıkları tam olarak sağlanacak şekilde kurulmamıştır. - U3 bölgesi gibi yüksek yük gerilimi altında kalan galeriler hem duraylılık hem de sızdırmazlık açısından keson beton ile tahkim edilmemiştir.- Eski imalat boşlukları ve barajlanarak kapatılan bölümler (baraj arkaları) izlenmemekte ve kontrol altında tutulmamaktadır.- Acil durumlarda çalışanların yeryüzüne tahliyesiyle ilgili tatbikat yaptırılmamıştır.- Acil eylem planlarında ocakta oluşabilecek bir yangın öngörülmemiştir.- Kullanım ömrünü tamamlamış ferdi kurtarıcılar kullanılmakta, akredite edilmeden bu maskelerin kullanım süreleri uzatılmaktadır.- Bazı panolarda kara tumba üretim yapılmaktadır.- 4 No.lu nakil bandının olduğu galeride hava miktarının 30-40 m3/dk gibi düşük değerlerde olması ve bu bölgede çok sayıda eski imalat galerisi olmasına rağmen bu bölgede emniyet açısından gerekli merkezi izleme sensörleri bulundurulmamaktadır.- S Panolarının hava dönüşlerinin bir yol ile paralel havalandırma yapılmasını içeren Haziran 2011 Ek Uygulama Revize Projesi uygulanmamıştır. Ceza Mahkemesine göre olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili kabul dikkate alındığında; - Gaz ölçüm cihazlarının azlığı, cihazların bakım ve kontrolünün yeterli ölçüde yapılmaması, cihazların kalibrasyonunun yeterli ölçüde yapılmaması ve düzgün veri vermeyen cihazlarla ilgili durumun gözardı edilerek gerekli tedbirlerin alınmaması ile olay arasında nedensellik bağı bulunmamaktadır. Cihazların yedek enerji kaynağının olmaması da olayın meydana gelmesine tek başına ve doğrudan etki eden bir husus değildir.- Yangının alev sızdırmaz ekipmanlardan kaynaklandığına dair delil olmamakla birlikte yangının başlangıç noktasında alev sızdırmaz ağaç kama ve PVC boru gibi malzemeler bulunmaktadır. Ayrıca yangın sırasında alev sızdırmazlığı sertifikalar ile tespit edilen kablolar ve taşıyıcı bandın üst kısmı da yanmıştır. Onun için ocakta kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesine ilişkin gerekliliğe ilişkin eksiklikler ile netice arasında nedensellik bağı yoktur. - Haricî bir etken yoksa ocak içinde kullanılan elektrik ekipmanlarından, transformatörlerden ve kablolardan yangın çıkma olasılığı vardır. Posta akmalarının neden olduğu kıvılcım ise tamamen öngörülemez ve beklenemez niteliktedir. Bu nedenle bahse konu hususlarla netice arasında nedensellik bağı yoktur. - Ocağı denetleyen müfettişleri aldatmak için yapılan eylemler ile netice arasında da nedensellik bağı bulunmamaktadır. Ceza Mahkemesi 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan;- Olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili tespite kovuşturma aşamasında yapılan sondajlar neticesinde yangın bölgesinde herhangi bir topuk yangını olmadığının tespit edilmesi nedeniyle,- Sensör verileriyle ilgili tespite sensörlerdeki yükselmelerin anlık, saatlik bazda olup takip eden aşamada tekrar düşüşe geçmesi, bu durumun da ocak içerisinde yapılan top atımlarına bağlı olarak yükselen gaz değerleri şeklinde sensör verilerine yansıması nedeniyle, - Sensör verileri topuk yangınına dayanak yapılarak sözü edilen verilerden hareketle işveren ve işveren vekillerince olayın önceden bilindiğine ilişkin tespite topuk yangını bulunmadığı için sensör verilerinin topuk yangınına sebep olması gibi bir durum olmaması nedeniyle itibar etmemiştir. Ceza Mahkemesince verilen ve dosyadaki her bir raporun ayrı ayrı değerlendirildiği kararın neden yeni bir bilirkişi raporu alınmadığı ile ilgili kısmı şöyledir:  “... Somut olayın, Cumhuriyet tarihinde gerçekleşen en büyük maden kazası olması nedeniyle tüm yurt genelinde çeşitli makale, araştırma, tez, panel, sempozyum ve bilimsel yazı ve mecmualara konu olmuş; ayrıca söz konusu olay nedeni ile, iş bu davaya konu ceza yargılaması haricinde pek çok tazminat ve hukuk davaları ile idari yargıda da birçok dava açılmış; bununla birlikte TBMM, SGK, Çalışma Bakanlığı, TBMM gibi pek çok kurum ve kuruluş tarafından da araştırma raporları hazırlanmış; tüm bu çalışmalar kapsamında konusunda uzman olan birçok Öğretim Üyesi ve Mühendis, olaya dair fikir ve bakış açılarını ortaya koymuştur....Buna göre, ... meydana gelen olayda ölümlere neden olan karbonmonoksit gazının kaynağını, içten içe süregelen kömür yangını olarak ele alan ... raporlar ile; ölümlere neden olan karbonmonoksit gazının, MTA ve Bilirkişi Kurulu tarafından incelenmesi akabinde hazırlanmış olan ... raporların, birbirlerinden temel olarak iki farklı yaklaşımı savundukları ve bu açıdan bakıldığında, çok dar bir bakış açısı ile prensip olarak aralarında çelişki bulunduğunun söylenebileceği açıktır. Ancak; hukuk pratiği ve ceza muhakemesi özelinde, bilirkişi raporları arasındaki bir çelişkiden bahsedebilmek için, kural olarak hakim ve mahkemelerin uzmanlık alanları dışındaki bir konuyu ilgilendiren bir olaya ve somut bir vakıaya ilişkin, aynı veriler ve aynı deliller üzerinden hazırlanmış olan, buna rağmen iki farklı görüşü ve iki farklı kabulü içeren raporlar bulunmasının gerektiği; ancak somut olayda, kömür yangını yaklaşımını içeren ve bunu temel neden kabul eden raporların, sahada kömür yangının varlığını ispatlayacak yegane veri olan jeolojik etüt ve sondajlar yapılmaksızın, jeolojik etüt verilerinin bilimsel olarak ele alınıp incelenmeksizin tanzim edilen, bu hali ile sadece top atım verileri akabinde ortaya çıkan yüksek sıcaklık ve karbonmonoksit değerlerini, içten yangının varlığına dair veri kabul edip bu hali ile yoruma dayanan raporlar ve yaklaşım oldukları; ancak, kovuşturma aşamasında sahada yapılan jeolojik etütler neticesinde elde edilen veriler ve olay öncesine karbonmonoksit verilerinin salt top atımları akabindeki verilerin değil, bu verilerin top atımlarının akabinde, bir müddet sonra normal seviyeye indiğine dair yapılan veri tetkikleri neticesinde 13/05/2014 tarihli somut olay öncesinde, ocak içerisinde ve sahada kömür yangını olmadığı hususu tartışma ve ihtimal olma dışında kalmıştır. Nitekim, toplanan deliller akabide delillerin tartışılması safahatında hiçbir suje tarafından da bu yönde bir iddia ortaya atılmamış, böylelikle somut olayda kömür yangını olduğu yaklaşımı, ortaya konulan bilimsel veriler doğrultusunda tamamen olasılık dışı kalmıştır.Bu nedenle farklı veriler üzerinden tanzim edilmiş olan iki temel yaklaşım ve iki temel grup raporlar arasında, aynı verilerin ve delillerin baz alınmamış olması, ilk yaklaşım olan kömür yangını yaklaşımının, jeolojik sondaj verileriyle tamamen olasılık dışı kalmış olması nedeniyle, ilkesel olarak bir çelişki bulunduğundan bahsedilemeceği, ortada bilimsel verilerle desteklenmiş, somut olayda, sahada yapılan jeolojik sondajlar neticesinde elde edilen bu verilen MTA ve Bilirkişi Kurulu tarafından incelenmesi akabinde hazırlanmış olan ve ölümlere neden olan karbonmokosit gazının ortaya çıkış şekline dair, özetle maden içerisinde bulunan gazların enerji kablosu, tahrik motoru veya nakil bantından kaynaklı bir etkene dayalı olarak bir ateşleyici ile tutuşması sonucu ortaya çıkan alevli yangının, ortamda bulunan yanıcı maddeleri de tutuşturması neticesinde meydana gelen ve büyüyerek ocak içerisini kısa sürede ölümlere neden olan karbonmonoksit gazı ile dolduran yangın olduğuna dair yaklaşımı içeren raporların kaldığı değerlendirilmiş ve bu nedenle sanık vekilleri tarafından ısrarla ileri sürülen, raporlar arasındaki çelişki bulunduğu şeklindeki iddialarına açıklanan nedenler ile itibar [edilmemiştir.] ...” Ceza Mahkemesinin olayın meydana gelmesine etki eden hususlar ve sanıkların cezai sorumlulukları ile ilgili değerlendirmeleri özetle şöyledir: i. Yangın nedeni ile açığa çıkan yoğun karbonmonoksit gazından kaçış yolundaki eğim, işçilerin harcadıkları eforun artmasına ve işçilerin daha sık nefes almasına yol açmıştır. Bu nedenle gaz maskelerinin kullanım süreleri 45 dakikadan yaklaşık 20 dakikaya inmiştir. Yaşamlarını yitiren işçilerin önemli bölümünün cansız bedenleri söz konusu eğimli çıkış yolu üzerinde bulunmuştur. Oksijenli tip ferdî kurtarıcılar tipinin tercih edilmemesi ve işçilere maskelerin kullanımı konusunda gerekli uygulamalı eğitimin verilmemesi nedeniyle işveren vekilleri ve iş güvenliği amirleri kusurludur. İşveren vekillerinin kusuru asli, bu hususta denetim görevi bulunan sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. ii. S panosunun tümü, ocak içinde dolaşımda olan ve bu hâli ile geriden kirlenmiş olarak gelen hava ile havalandırılmıştır. Bu havalandırma sistemi özellikle S panoları açısından risklidir ve bu durum yüklenici Şirket tarafından da öngörülmüştür. Nitekim 2011 yılına ait ek revize projede, önce S panolarından geçmekte olan galeriye, sonrasında +340 ana nefesliğe paralel şekilde ilerleyerek yer üstüne bağlanması gereken galerinin yapılması planlanmıştır ancak proje hayata geçirilmemiş ve üretim 2-2,5 kat arttırılmıştır. Neticede madende çalışanlardan 269 kişi S panosunda vefat etmiştir. Ek revize proje hayata geçse idi olay anında emici sistem nedeni ile S panolarına doğru gitmekte olan karbonmonoksit gazı ile duman ayak içlerine girmeden ve işçilere temas etmeden ocak içinden başarılı bir şekilde tahliye edilebilecek, çalışanların vücut bütünlüğüne bir zarar gelmeyecektir. Bu nedenle madencilik alanına dair hiçbir bilgi birikimi olmayan G. ile işveren vekilleri, projenin faaliyete geçmesi ve uygulanması noktasında asli denetim görevi bulunan teknik nezaretçiler ve havalandırma mühendisleri olaydan sorumludur. Hızlı üretim artışına dair karar alma ve icrai yetkisi bulunan sanıklar ile yetkileri itibarıyla üretim ve ocağı durdurarak neticenin önüne geçebilecek sanıkların kusuru asli, denetim ve kontrol görevi bulunan sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. iii. Teknik nezaretçiler, ek revize uygulama projesi hayata geçmeden bazı panolarda üretime başlanması havalandırmayı riskli hâle getirmesine rağmen projenin uygulanmasını takip etmemiştir. Uygulama sahası ve koordinatları içinde kalmasına rağmen eski imalatın iyi izole edilememesine, topukların hava ile temas eden kısımlarının kesonlanmamasına, topukları güçlendirmek için beton vb. malzeme kullanılmamasına ve eski imalat sahalarının baraj arkalarına gaz ölçüm cihazları konularak devamlı surette denetlemeyi amaçlayan bir mekanizma kurulmamasına rağmen teknik denetçiler sözü edilen hususlarda hiçbir tespitte bulunmamıştır. Şartnamede yer almayan üretim metodu ocakta uygulanmıştır. Teknik nezaretçiler projeye açık aykırılık olmasına rağmen üretimi durdurma yetkilerini kullanmamıştır. Bu nedenle teknik nezaretçiler asli derecede, işveren vekilleri ise teknik nezaretçi ataması, seçimi ve denetimindeki ihmalleri nedeniyle tali derecede kusurludur. iv. Hızla artan üretim miktarına rağmen esaslı bir iyileştirme yapılmayan havalandırma ile çalışılmaya devam edilmiş, üretim zorlamasıyla ilgili karar uygulanmış, bu doğrultuda çalışan sayısı arttırılmış verisk faktörünün yükselmesine neden olan kara tumba yönteminin kullanılmasına izin verilmiştir. İşi durdurma yetkisine sahip olanlar da bu yetkilerini kullanmamıştır. Bu nedenle G. ile işveren vekilleri, iş güvenliğinden sorumlu kişiler ve üretim sahalarının emniyetinin alınmasında görevli olan daimî nezaretçiler olaydan sorumludur. G.nin kusuru asli, bu konuda sorumluluğu bulunan diğer sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. v. Olası tehlikelere karşı ocağın tümünü kapsar nitelikle herhangi bir tatbikat yapılmamış, tahliye amaçlı planlama yapılmamıştır. Diyafon ya da bas konuş olarak tabir edilen haberleşme sistemi kaldırılmış ancak madende çalışanların tamamını uyarabilecek bir alarm ve acil durum haberleşme sistemi kurulmamıştır. Madenin büyük bölümünde kullanılan ev tipi telefonlar olay günü yanmıştır. Elektrik de kesilince birçok pano ile haberleşme sağlanamamıştır. Bu durum madendeki işçilerin tahliyesinde gecikme yaşanmasına neden olmuştur. Bu nedenle işveren vekilleri ve iş güvenliğinden sorumlu personel asli kusurludur.vi. Terk edilen eski üretim alanlarının baraj önü ve arkaları sabit gaz ölçüm cihazlarıyla kontrol edilmemiştir. Bu nedenle karar alma, icrai harekette bulunma ve ocağı kapatarak üretime son verme yetkileri olan işveren vekilleri ile iş güvenliğinden sorumlu sanıklar asli kusurludur. Projeye dâhil olan eski imalat sahalarını kontrol yetkileri bulunan teknik nezaretçiler tali derecede kusurludur. vii. İşçiler olası bir tehlikede nasıl hareket edeceklerine, nereye gideceklerine, hangi maskeleri nasıl ve ne zaman kullanacaklarına, ocağın nasıl tahliye edileceğine dair herhangi bir eğitim almamıştır. Ocağın genelini kapsar nitelikte herhangi bir tatbikat da yapılmamıştır. S panosuyla ilgili riskler bilinmesine rağmen iş güvenliğiyle ilgili tedbirler alınmamıştır. Çok tehlikeli iş sınıfı kapsamında kalan maden ocağında gerekli risk değerlendirmeleri yapılmamıştır. Bu sebeple işveren vekilleri ile iş güvenliğinden sorumlu sanıklar asli kusurludur.viii. Ha.E.nin sorumluluğu acil durum yönetiminde yaşanan eksikliklere dayanmaktadır. ix. ELİ’de görevli sanıkların görevi üretilen kömürün kalite ve standartlara uygunluğunu kontrol etmek, üretim miktarını saptamak ve verilen koordinatlar içerisinde üretim yapılıp yapılmadığını tespit etmektir. Bu sanıkların olaya sebebiyet veren eksiklikler yönünden denetim yapma yetkileri bulunmamaktadır. x. Yönetim kurulu başkanı veya üyesi olmak, cezai sorumluluğun doğması için yeterli değildir. Aksi düşünce ceza sorumluluğunun şahsiliği prensibi ile bağdaşmaz. Sanık Y. yönetim kurulu üyesi olmakla birlikte G. gibi şirket işleyişine doğrudan yahut dolaylı herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Bu sebepleM.Y., G.nin kusurlu hareketlerinden sorumlu tutulamaz. A.G. yüklenici Şirketin önceki yönetim kurulu başkanıdır ancak olaydan yaklaşık altı ay önce görevi bırakmıştır. Yönetim kurulu başkanlığı görevinde kalmaya devam etmesi durumunda A.G.nin neticeyi engelleyici tedbirleri alıp almayacağı bilinmemektedir. Bu sebeple A.G.nin görevden ayrılmasıyla birlikte A.G.nin yönetim kurulu başkanlığı dönemindeki faaliyetler ile olay arasındaki illiyet bağının kesildiği kabul edilmiştir.xi. Genel Müdür Teknik Yardımcısı Ha.K. plan ve proje danışmanı sıfatı ile ek revize uygulama projesini planlayıp projelendirmiştir ancak bu kişinin projenin hayata geçmesi noktasında icrai bir yetkisi yoktur. xii. 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporunda kusurlu oldukları belirtilen E.Y., S.K., H.S. ve U.nun olayın temel nedenleri olarak belirlenen yapısal ve işletmesel eksiklikler konusunda neticeyi engelleyebilecek kararları alma yahut tedbiren ocağı kapatarak üretimi durdurma yetkileri bulunmamaktadır. xiii. Karbonmonoksit gazının ortaya çıkmasına neden olan yangının meydana çıkmasında kast söz konusu değildir. Neticeyi engellemek için gerekli tedbirleri almaya yetkileri olmasına rağmen üretimin devam etmesi yönünde karar alan sanıklar R., A.Ç., İ.A. ve E.E.nin eylemleri bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçunu oluşturmaktadır. Ek revize uygulama projesinden haberdar olduğuna ve buna rağmen projenin uygulanmasının önüne geçtiğine dair delil (toplantı tutanakları, kurum içi yazışmalar, kurum içi mailler ve söz konusu projede imzası bulunan sanık ve tanıklarının beyanları gibi) bulunmayan sanık G. ile kusurlu oldukları kabul edilen A.G.Ç., Y.K., H.K., Hi.K., H.A., E., Ha.E., F.Ü.A. ve Mu.B. ise taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sorumludur. Geriye kalan sanıkların kusuru bulunmamaktadır. Ceza Mahkemesinin sanıkların ceza sorumlulukları ile ilgili tespitleri uyarınca;- G. doğrudan 15 yıl hapis cezasına, - R. ve İ.A. sonuç olarak 22 yıl 6 ay hapis cezasına, - A.Ç. ve E.E. sonuç olarak 18 yıl 9 ay hapis cezasına, - A.G.Ç. sonuç olarak 11 yıl 8 ay hapis cezasına, - Y.K. ve H.K. sonuç olarak 10 yıl 10 ay hapis cezasına, - Hi. K., H.A. ve E. sonuç olarak 10 yıl hapis cezasına, - Ha. E. ve F.Ü.A. sonuç olarak 8 yıl 4 ay hapis cezasına, - Mu. B. ise sonuç olarak 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. İlk derece mahkemesi, Cumhuriyet savcıları ve bazı katılanlar/müştekiler veya katılan vekilleri ile mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri tarafından yapılan istinaf başvurularını 18/4/2019 tarihinde inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (İstinaf Dairesi) bazı sanıklar hakkında kurulan hükümlerde yer alan güvenlik tedbirleriyle ilgili bölümleri çıkarıp istinaf başvurusuna konu karardaki bazı ifadeler ile yazım hatalarını düzelterek istinaf başvurularını esastan oyçokluğuyla reddetmiştir. İstinaf Dairesinde görevli bir üye; A.G., G., Y., R. , Ha.K., A.Ç., İ.A., E.E., A.G.Ç., Y.K., H.K., Hi.K., H.A., E., Ha.E. , F.Ü.A. ve Mu.B.nin olası kastla öldürme ve yaralama suçlarından cezalandırılması gerektiği gerekçesiyle karara muhalif olmuştur. İstinaf Dairesince verilen karar İzmir Bölge Adliyesi Cumhuriyet savcısı, mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri ve bir kısım katılan vekilince temyiz edilmiştir. Temyiz taleplerini 30/9/2020 tarihinde karara bağlayan Yargıtay Ceza Dairesi (Temyiz Dairesi) oybirliğiyle G., R., A.Ç., İ.A., A.O., E.K. ve Ha.E. yönünden kurulan hükümlerin bozulmasına, diğer sanıklar hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz taleplerinin ise reddine karar vermiştir. Temyiz Dairesine göre;i. 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporu ile dava dosyasında mevcut bazı raporlarda olayda ölümlere yol açan karbonmonoksit gazının ocakta içten içe yanmakta olan kömürden kaynaklandığı yani olay tarihinden önce ocakta kömür kızışmasının olduğu kabul edilse de Gaz Laboratuvarınca hazırlanan raporda sabit sensörler ile test edilen on beş seyyar gaz ölçerin (H2S, CH4, O2 ve CO) kalibrasyon sonuçlarının düzgün olduğu, seyyar sensörlerin sıcaklık ölçümü yaptığı ve hafızalarına kaydedildiği belirtilmiştir. Bir öğretim üyesince düzenlenen 13/5/2014 tarihi öncesinde ölçülen gaz sensörü verilerinin patlatmalar açısından değerlendirilmesini kapsayan Eylül 2014 tarihli teknik raporda da ocaktaki üretim panolarında kömürün kendiliğinden yanıp yanmadığının tespiti ve dinamit atımları sırasında oluşan yüksek CO emisyonlarının belirlenmesi amacıyla ocaktaki tüm CO sensörlerine ait verilerin olay öncesi ve sonrası olarak geniş bir zaman aralığında ele alınıp değerlendirildiği, CO değerlerindeki ani artışların genellikle ayaklardaki dinamit atımlarından kaynaklandığı, sürekli olmadığı ve ölçülen çok yüksek değerlerinde zaman içinde düştüğü belirtilmiştir. Ocakta yer alan sabit sensörlerde zaman zaman 2, 3, 4 ve hatta 12 saati bulan CO değerlerinin ortalamasının yasal seviye olan 50 PPM’nin üzerinde seyretmesine rağmen sürekli bir şekilde yükselişini sürdürmemesi veya yasal değerin üzerinde belli bir seviyede sürekli seyrini sürdürmemesi, daha sonra 50 PPM’lik yasal sınırın çok altına düşmesi, kovuşturma aşamasındaki keşif sırasında yapılan jeolojik etütler ve sondajlar sonucunda alınan raporlar, Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapor ve 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporu ile bu raporu hazırlayan bilirkişilerden alınan ek raporlar dikkate alındığında olaydan önce maden ocağında herhangi bir kömür yangı olmadığı ve olayın U3 bölgesindeki elektrik yada bant arızasından kaynaklı arkın ısınmış ortama eski imalat bölgelerinden basınçla üflenen gazlar ile kaza mahallindeki maddeleri tutuşturmasından kaynaklandığı konusunda tereddüt kalmamıştır.ii. Ha.E.nin anılan ocak içinde hangi görevi aldığı, yetki ve sorumluluklarının neler olduğu şüpheye yer vermeyecek şekilde tespit edilememiştir. Bu sanığın acil durum yöneticisi olduğuna dair somut bir delil bulunmamaktadır.iii. TKİ ve yüklenici Şirket arasında sözleşmeye, bu sözleşmenin ekindeki şartnamelere ve Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Ege Linyitleri İşletmesi Müessese Müdürlüğü Görev, Yetki ve Sorumluluk Yönetmeliği’nin başmühendislerin görev ve yetkiyle ilgili hükümlerine göre A.O. ve E.K.nın sorumlulukları sadece üretime ve teslime ilişkin değildir. Aksine söz konusu sanıklar, yüklenici Şirketin ocaktaki kömür çıkarma faaliyetlerini yakından takip edip sözleşmeye ve projelere uygun olup olmadığını denetlemekle yükümlüdür. Bu nedenle sahadaki çalışmaların projeye ve ilgili mevzuata göre yapılıp yapılmadığı konusundaki denetim yükümlülüklerini yerine getirmeyen A.O. ve E.K. olayın meydana gelmesinde bilinçli taksir derecesinde kusurludur. Bununla birlikte ELİ’de görevli olup A.O. ile E.K.nın alt biriminde görev yapan kontrol mühendisleri, kazanın yaşandığı maden ocağında denetim yapma konusunda öncelikli olarak görevli değildir.iv.G., R., A.Ç. ve İ.A. iş kolundaki çalışma usul ve şartlarına aykırı şekilde gerçekleştirilen hızlı ve sürekli kömür çıkarma faaliyetlerinin işçilerin iş sağlığı ve güvenliği açısından yüksek risk oluşturduğunu ve dönülmez sonuçlara yol açabileceğini bildikleri hâlde muhtemel tehlikeli neticeleri göze alıp kabullenmiştir. Zira sanıklar yüklenici Şirketin karar alma sürecinde yer almakta ve pozisyonları gereği ocak içindeki yüksek riskleri bilmektedir. Bu nedenle “Olursa olsun.” düşüncesi ile hareket ederek yüksek risk içeren faaliyetlerine uzun süre devam eden sanıklar G., R., A.Ç. ve İ.A. olası kastla öldürme suçundan 301 kez, olası kastla yaralama suçundan 162 kez mahkûm edilmelidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (Yargıtay Başsavcılığı) 8/1/2021 tarihinde, somut olayda olası kast koşulları oluşmadığı gerekçesiyle Temyiz Dairesince verilen karara itiraz etmiştir. Bu arada Temyiz Dairesinde görevli beş yüksek hâkimden üçü değişmiştir. Yeni gelen üyeler öncesinde Bakanlık ve/veya Hâkimler ve Savcılar Kurulunda görev yapmıştır. Temyiz Dairesi 18/1/2021 tarihinde oyçokluğu ile Yargıtay Başsavcılığının itirazını kabul edip sanıklar G., R., A.Ç. ve İ.A. hakkında verilen bozma kararını kaldırmış; yeniden yaptığı incelemede İstinaf Dairesinin R., A.Ç. ve İ.A. ile ilgili hükümlerine yönelik temyiz taleplerini reddetmiş ancak G.nin eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiği gerekçesiyle İstinaf Dairesinin G. hakkında verdiği hükmü bozmuştur. Temyiz Dairesine göre G., devraldığı ocaktaki yangın riskinin yüksek olduğunu bilmesine rağmen ocaktaki üretim miktarına odaklanarak üretilen kömür miktarının 2,5 katına çıkarılmasını sağlamış ve iş güvenliği önlemleri ile ocağın alt yapısının iyileştirilmesine ilişkin herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Bilinçli taksir uygulamasına konu edilen S panosunda ikinci hava galerisinin yapılması hususu, öngörülebilir neticeyi engelleyici tedbirlerden yalnızca biridir. Temyiz Dairesinin 30/9/2020 tarihli kararının isabetli olduğu gerekçesiyle 18/1/2021 tarihli karara muhalif olan iki üye 30/9/2020 tarihli kararda imzası bulunan üyelerdendir. Başvurucu 9/4/2021 tarihinde işbu başvuruyu yapmıştır. Bireysel başvuru öncesinde başvurucu, ceza yargılaması sürecine katılan sıfatıyla iştirak edip beraat kararlarının yerinde olmadığı ve kusurluluğun türü konusunda hata edilerek eksik ceza tayin edildiği gerekçesiyle istinaf ve temyiz başvurularında bulunmuştur. Başvurucu temyiz talebine ilişkin dilekçesinde temyiz incelemesinin duruşmalı yapılmasını talep etmiştir. Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyan Ceza Mahkemesi 16/6/2021 tarihinde, G.nin bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sonuç olarak 20 yıl hapis cezasıyla, A.O. ile E.K.nın aynı suçtan neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, Ha.E.nin beraatine karar vermiştir. Bazı katılanlar, vekilleri aracılığıyla Temyiz Dairesine gönderdikleri bir dilekçe ile 30/9/2020 tarihli karardan sonra Temyiz Dairesinde üye olarak görevlendirilen üç yüksek hâkimin reddini istemiştir. İddialarına göre sözü edilen yüksek hâkimler yargıya yapılmış en açık siyasi müdahalelerden birinin başaktörleridir. Hâkimin reddi talebi Temyiz Dairesinin 31/3/2022 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Temyiz Dairesi 4/4/2022 tarihinde oyçokluğuyla G. ve Ha.E. hakkında kurulan hükümleri doğrudan, A.O. ve E.K. hakkında kurulan hükümleri ise güvenlik tedbirleriyle ilgili kısımları düzelterek onamıştır. Karara muhalif kalan üyeler 18/1/2021 tarihli karara da muhalif olan üyelerdir. Mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklardan G. 19/5/2014-18/4/2019, A.G.Ç. 19/5/2014-17/10/2017, Y.K. 18/5/2014-25/12/2015, H.K. 19/5/2014-25/12/2015 tarihleri arasında, E.E. ise 18/5/2014-30/9/2020 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Kovuşturma süresince tutuklu yargılanan sanıklardan A.Ç. 18/5/2014, R. 19/5/2014, A.Ç. ise 2/6/2014 tarihinde tutuklanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/22883
Başvuru, birçok kişinin ölümü ile pek çok kişinin de yaralanmasına yol açan bir maden kazası hakkında yürütülen ceza yargılamasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki bazı güvencelerin yargılamada katılan sıfatıyla yer alan başvurucu yönünden ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, haksız tahsil edildiği ileri sürülen gümrük vergilerinin iadesi istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davada uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 20/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucuya ait 2014/13902 ve 2014/13904 numaralı başvuruların 2014/13899 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2014/13899 numaralı başvuru üzerinde sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 24/4/2008, 12/5/2008 ve 22/5/2008 tarihli serbest dolaşıma giriş beyannameleri ile Çin menşeli sarımsak ithal etmiştir. İthalat sırasında yürürlükte olan Dış Ticaret Müsteşarlığının İthalatta Gözetim Uygulamasına İlişkin 2006/1 sayılı Tebliği'ne göre CIF birim kıymetinin 2000 $/brüt ton kıymetin altına olması hâlinde Gözetim Belgesi'nin sunulması gerekmektedir. Anılan beyannameler kapsamında yapılan ithalat, gözetim belgesine tabi olduğu hâlde başvurucu tarafından belge sunulmamış; bunun yerine yurt dışı giderlere ek beyan yapılarak CIF birim kıymeti, tebliğde aranan 2000 $/brüt ton değerine yükseltilmiştir. Başvurucu, faturadaki değerle gözetim değeri arasındaki farka isabet eden verginin (24/4/2008 tarihli beyanname için 934,84 TL'nin, 12/5/2008 tarihli beyanname için 165,91 TL'nin, 22/5/2008 tarihli beyanname için 709,53 TL'nin) iade edilmesi istemiyle her bir beyanname için 28/4/2009 tarihli dilekçe ile Mersin Gümrük Müdürlüğüne (Müdürlük) başvuruda bulunmuştur. Müdürlük 5/5/2009 tarihli işlemle başvurucunun anılan vergileri itirazsız ödediği ve süresinde ihtilaf konusu yapmadığı gerekçesiyle istemi reddetmiştir. Başvurucu bunun üzerine 28/5/2009 tarihli dilekçelerle Mersin Gümrük ve Muhafaza Başmüdürlüğüne (Başmüdürlük) başvurmuştur. Başmüdürlük 12/6/2009 tarihli işlemle özetlebaşvurucunun kendi iradesiyle CIF birim kıymeti yükselttiğini, Müdürlükçe resen yapılan fazla tahakkukun söz konusu olmadığını, yükümlünün beyan edilen kıymeti kendi özgür iradesiyle yükseltmesi hâlinde idarece bunun kabul edilmemesinin söz konusu olamayacağını, kaldı ki yasal düzenlemelere göre yükümlülerin verdikleri beyanname ve eki bilgi ve belgeler esas alınarak hesaplanan gümrük vergilerine itirazda bulunamayacaklarını belirterek Müdürlük işleminde mevzuata aykırı bir husus bulunmadığını bildirmiştir. Bu işlemde başvurulacak makam ve merciler ile sürelere ilişkin herhangi bir bilgi yer almamış ve işlem 16/6/2009 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/7/2009 tarihinde, herbir beyanname için verilen cevaplara karşı ayrı ayrı olmak üzere üç ayrı dava açmıştır. Mersin Vergi Mahkemesi 23/12/2009 tarihli kararlarıyla her üç davayı da reddetmiştir. Kararların gerekçesinde özetle başvurucunun fazladan ödediğini iddia ettiği vergilere ilişkin gümrük beyannamesinin tescil edildiği tarihte ilgili beyannameye ihtirazi kayıt koymadığına veya bu hususa ilişkin davalı idareye bu kaydı içeren bir dilekçe vermediğine dikkat çekilmiş, buna göre idareye fazladan ödendiği iddia edilen vergilerin iadesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Danıştay Yedinci Dairesi temyiz istemlerini gerekçeli olarak reddetmiş ve kararları onamıştır. Onama kararlarının gerekçesinde özetle öncelikle başvurucunun iade isteminin reddedilmesine dair işlemin idari karar olduğu tespitinde bulunulmuş, bu kararın hukuki sonuç doğurabilir bir karar olarak kabul edilebilmesi için tutar bazında iade yapmaya yetkili olan makam tarafından alınması gerektiği belirtilmiştir. Kararda, tutar bakımından işlem yapmaya Başmüdürlük yetkili olduğundan başvurucu üzerinde sonuç doğuran idari kararın Başmüdürlük kararı olduğu, öte yandan bu kararın doğrudan dava konusu edilemeyeceği, bu karara yapılan itiraz üzerine verilen kararın dava konusu edilebileceği ifade edilmiştir. Kararda ayrıca, Başmüdürlüğe yapılan başvurunun reddinden sonra Gümrük Müsteşarlığına itiraz yoluna gidilmesi gerektiği, ancak Müsteşarlığa başvurulmadan Başmüdürlük işlemi aleyhine doğrudan dava açıldığından olayda idari merci tecavüzü bulunduğu belirtilmiştir. Daire, Başmüdürlüğün ret işlemine karşı on beş günlük itiraz süresi geçirildikten sonra dava açıldığından bu aşamada merciine tevdi kararı verilmesinin de başvurucuya hukuki bir yarar sağlamasının imkânsız olduğunu ifade ederek ilk derece mahkemesi kararını sonucu itibarıyla onamıştır. Başvurucu, diğer iddialarının yanında Anayasa’nın maddesinde idari işlemlerde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ile mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiği kuralına yer verilmesine karşın dava konusu işlemlerde bu hususların belirtilmediğini ileri sürerek kararların düzeltilmesini talep etmiş; başvurucunun bu istemi 20/6/2014 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararlar 6/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 18/6/2009 tarihli ve 5911 sayılı Kanun'un maddesiyle değişmeden önceki hâliyle maddesi şöyledir: " Yükümlüler, kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri için tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde ilgili gümrük idaresine verecekleri bir dilekçe ile düzeltme talebinde bulunabilirler. Düzeltme talepleri ilgili gümrük müdürlüğü tarafından otuz gün içinde karara bağlanarak yükümlüye tebliğ edilir. Kişiler, düzeltme taleplerine ilişkin kararlara, idari kararlara, gümrük vergilerine ve cezalara karşı yedi gün içinde kararı alan gümrük idaresinin bağlı bulunduğu gümrük başmüdürlüğü nezdinde itirazda bulunabilirler. Gümrük başmüdürlüklerine intikal eden itirazlar otuz gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir. İlk kararın alındığı idarenin gümrük başmüdürlüğü olduğu hallerde, bu karara karşı onbeş gün içinde Gümrük Müsteşarlığına itiraz edilebilir. Gümrük Müsteşarlığına intikal eden itirazlar kırkbeş gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir. Gümrük başmüdürlükleri ile Gümrük Müsteşarlığı kararlarına karşı işlemin yapıldığı gümrük müdürlüğünün veya gümrük başmüdürlüğünün bulunduğu yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir. ..." 4458 sayılı Kanun’un maddesi 18/6/2009 tarihli ve 5911 sayılı Kanun'un maddesiyle 7/10/2009 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aşağıdaki gibi değiştirilmiştir. Değişiklik gerekçesinde yükümlülerin kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde itiraz edebilmeleri hükmünün getirildiği ve uygulamada beklenen sonucu vermeyen gümrük vergileri için düzeltme müessesesinden vazgeçildiği belirtilmiştir. Belirtilen değişiklik sonrası maddenin güncel şekli şöyledir:  “ Yükümlüler kendilerine tebliğ edilen gümrük vergileri, cezalar ve idari kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir üst makama, üst makam yoksa aynı makama verecekleri bir dilekçe ile itiraz edebilir. İdareye intikal eden itirazlar otuz gün içinde karara bağlanarak ilgili kişiye tebliğ edilir. İtiraz dilekçelerinin süresi içinde yanlış makama verilmesi halinde, itiraz süresinde yapılmış sayılır ve idarece yetkili makama ulaştırılır. İtirazın reddi kararlarına karşı işlemin yapıldığı yerdeki idari yargı mercilerine başvurulabilir.” 4458 sayılı Kanun'un 5911 sayılı Kanun'un maddesiyle kaldırılmadan önceki hâliyle maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Yükümlüler, gümrük idaresine verdikleri beyanname ve bu beyanname eki bilgi ve belgeler esas alınmak suretiyle kendileri tarafından hesaplanan gümrük vergilerine itirazda bulunamazlar." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Dilekçeler, ...:...b) İdari merci tecavüzü,...,Yönlerinden sırasıyla incelenir.... Yukarıdaki hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15 nci madde hükmü uygulanır." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek karar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...e) 3/b bendinde yazılı halde dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine,Karar verilir. Dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde, Danıştaya veya ilgili mahkemeye başvurma tarihi, merciine başvurma tarihi olarak kabul edilir." 1/11/1984 tarihli ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun'un "Gönderilen makamda hata" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Dilekçe, konusuyla ilgili olmayan bir idari makama verilmesi durumunda, bu makam tarafından yetkili idari makama gönderilir ve ayrıca dilekçe sahibine de bilgi verilir." 7/10/2009 tarihli ve 27369 sayılı mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanan Gümrük Yönetmeliği'nin olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesi (66 seri No.lu Gümrük Genel Tebliği'ne göre 2009 yılında geçerli olan hâliyle) şöyledir:"Gümrük vergilerinin; a) 161 TL’ye kadar olan geri verme veya kaldırma işlemlerini yapmaya ilgili gümrük müdürlükleri,b) 823 TL’ye kadar olan geri verme veya kaldırma işlemlerini yapmaya gümrük başmüdürlükleri,c) 823 TL’nin üstündeki geri verme veya kaldırma işlemlerini yapmaya ise Müsteşarlık (Gümrükler Kontrol Genel Müdürlüğü),yetkilidir.Birinci fıkrada belirtilen tutarlar, her yıl, bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu uyarınca belirlenen Yeniden Değerleme Oranında arttırılır ve bu hesaplamada 1 YTL’ye kadar olan tutarlar dikkate alınmaz." Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 19/2/2014 tarihli ve E.2014/8, K.2014/37 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İdari yargı denetiminin işleyebilmesi, idarenin kamu hukuku alanında faaliyette bulunmasına; idari nitelikte eylem veya işlem yapmasına bağlıdır. Böyle bir faaliyet olmadan, söz konusu denetimin işletilmesi olanaksızdır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 14'üncü maddesinin 3'üncü fıkrasının "d" bendinde yer alan, dava dilekçelerinin, ortada idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gerekli işlemin olup olmadığı yönünden inceleneceğine; aynı Kanunun 15'inci maddesinin 1'inci fıkrasının "b" bendinde de, böyle bir işlemin bulunmaması halinde, davanın sonraki yargılama işlemlerine girişilmeksizin reddedileceğine ilişkin kurallar bu ilkeye dayalıdır.Gümrük mevzuatına göre, gümrük vergilerinin dava konusu edilebilmesi için, idarece kendiliğinden yapılmış bir ek tahakkuk işleminin ;tescili sırasında konulan ihtirazi kayıtla verilen beyannameye dayalı tahakkukun; ya da yetkili gümrük idaresine, gümrük vergilerinin tahakkuk ettirilmemeleri gerektiği halde tahakkuk ettirildikleri belirtilerek kaldırılmaları veya yersiz ya da fazladan ödendiği belirtilerek vergilerin geri verilmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine dair idari kararın bulunması ve sözü edilen kararlara karşı idari itiraz usulüne uygun olarak itiraz makamına yapılan başvurular üzerine tesis edilen, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu, zımni veya açıkça ret işleminin tesis edilmiş olması gerekmektedir." Danıştay Yedinci Dairesinin 18/3/2015 tarihli ve E.2012/1433, K.2015/1419 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... gümrük vergileri ile gümrük para cezalarında, idari davaya konu olabilecek işlemin, vergi tahakkukuna veya ceza kesme işlemine karşı, Gümrük Kanununun 242'nci maddesinde öngörülen usullere göre yapılacak itiraz üzerine, yine aynı maddede yazılı mercilerce tesis edilecek olumsuz işlemler olduğu açıktır.Dosyanın incelenmesinden, davacı adına tescilli beyanname muhteviyatı eşya nedeniyle yapılan ek tahakkuklar ve para cezalarının 2010 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, tahakkuk ettirilen vergiler üzerinden alınan para cezası kararına karşı, idare kayıtlarına 2010 tarihinde giren dilekçeyle itiraz edildiği ancak, sözkonusu dilekçede tahakkuka itiraz edilmediği, tahakkuka itiraz edilmeksizin 2010 tarihinde dava açıldığı anlaşılmıştır.Bu durumda, yukarıda belirtilen anlamda, dava konusu yapılabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu işlem niteliği taşıyan işlem oluşmadan dava konusu yapıldığından, incelenmeksizin reddi gerek[ir]."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."Sözleşme'nin “Etkili başvuru hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İşbu Sözleşmede tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen her şahıs ihlâl fiilî resmî vazifelerini ifa eden kimseler tarafından bu vazifelerin ifası sırasında yapılmış da olsa, millî bir makama fiilen müracaat hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Remzi Altuntaş, B. No: 2014/13905, 9/11/2017,§§ 32-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13899
Başvuru, haksız tahsil edildiği ileri sürülen gümrük vergilerinin iadesi istemiyle yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davada uyuşmazlığın esasının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ceza davasında müdafi yardımından yararlandırılmama, mahkûmiyet hükmünün gerekçesiz verilmesi, delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Adana'daki kolluk makamları, boş bir arsada çalılıklar arasında ve orada bulunan bir yapının sokaktaki yağmur borusu içinde uyuşturucu madde gizlendiği ve gelen müşterilere bu uyuşturucuların satıldığı bilgisine 2/6/2013 tarihinde ulaşmıştır. Bunun üzerine belirtilen yere kısa sürede gidilmiş, görevlileri gören başvurucu ve diğer şüpheli oradan uzaklaşmaya başlamıştır. Alınan tedbirler sonucunda başvurucu ve diğer şüpheli yakalanmıştır. Yapılan üst aramasında, başvurucunun pantolonunun sağ cebinde bir paket içerisinde uyuşturucu madde ele geçirilmiştir. Yakındaki bir yapının sokakta bulunan yağmur borusu içinde ve açık alanda çalılar arasında da uyuşturucu maddeler bulunmuştur. Açık alanda ele geçirilen uyuşturucu maddede diğer şüphelinin parmak izine rastlanmıştır. Başvurucu ifadesinde, uyuşturucu madde kullandığını ve olay günü yakalandıkları yere esrar maddesi satın almak için gittiğini belirtmiştir. Başvurucu ve diğer şüphelinin uyuşturucu ticareti yapma ve uyuşturucu madde kullanma suçlarını işledikleri iddiasıyla Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca 12/6/2013 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sırasında olayla ilgili olarak bir tutanak tanığı dinlenmiş, bir tutanak tanığının daha dinlenmesine karar verilmesine rağmen daha sonra dosyaya etki etmeyeceği gerekçesiyle bundan vazgeçilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 10/12/2013 tarihli ve E.2013/319, K.2013/431 sayılı kararıyla uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 5 yıl 6 ay hapis ve 000 TL adli para cezasına mahkûm edilmiştir. Diğer suçtan beraat kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: "Her ne kadar sanıklar uyuşturucu satıcısı olmadıklarını, kullanıcısı olduklarını ve birbirlerini de tanımadıklarını iddia etmiş iseler de; yapılan ihbarda sanık U.nun isminin sanık Mehmet'in [başvurucu] ise eşgalinin bildirildiği, kolluk tarafından yapılan çalışma sırasında her iki sanığın yan yana otururlarken fark edildikleri ve kolluğu görmeleri üzerine kaçmaya çalıştıkları ve bu sırada yakalandıkları, sanık U.nun uyuşturucu maddenin kendisine ait olduğunu ikrar ettiği, bu uyuşturucunun hem sanıkların üzerinde, hem oluğun içinde, hem de arazide saklandığı, yapılan ihbarda sanıkların arazide, oluğun içerisine uyuşturucu sakladıklarının bildirildiği, yakalamanın ihbarın içeriğine uygun olduğu, ancak sanıkların suçtan kurtulmak için birbirlerini tanımadıklarını beyan ettikleri, bunun bir savunma refleksi olduğu, uyuşturucu kullandıklarına dair herhangi bir tıbbi delilin bulunmadığı ve sanıkların içerken görülmedikleri, ihbarı yapan kişinin sanıkların eylemini ayrıntılı bir şekilde anlattığı, kaldı ki sanık U.nun uyuşturucu ticareti suçundan yargılanıp ceza aldıktan sonra tekrar uyuşturucu ticareti yaptığı anlaşılmış sanıkların savunmalarına itibar edilmemiş, her ikisinin ihbarda belirtildiği gibi iştirak halinde uyuşturucu ticareti yaptıkları kabul edil[miştir.]" Anılan karar temyiz edilmiş, Yargıtay Ceza Dairesince 3/6/2014 tarihinde onanmıştır. Yargıtay kararı 14/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun olay tarihinde yürürlükte bulunan maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: “(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. (3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Anılan yasa maddesinde açıkça “alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda” müdafii görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmış, alt sınırı beş yıl olan suçlar bu kapsamın dışında bırakılmıştır. ... Sanığa atılı uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna öngörülen ceza miktarının “beş yıldan onbeş yıla kadar hapis” olduğu göz önüne alındığında, CYY'nın 150/ maddesi kapsamında müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmamaktadır…” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 28/2/2017 tarihli ve E.2016/20-800, K.2017/120 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Arama yazılı bir karara veya emre dayanmak zorundadır. Sonradan yazıya çevrilmiş olsa bile sözlü emir ile arama yapılması mümkün olmayıp yazılılık şartı Anayasa'nın 20, ve Ceza Muhakemesi Kanunun maddelerinin amir hükmü gereğidir. Arama kural olarak hakim kararı ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile de yapılabilecektir. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda sadece hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile arama yapılması mümkündür. ... ...kolluğun bilgiyi aldığı zaman ile sanığın uyuşturucu madde sattığı iddia edilen saatler arasındaki süre, ayrıca suç şüphesini oluşturan bilgilerin elde edildiği aşamada suçüstü halinin mevcut olmaması, bu durumda kolluk görevlilerinin suçla ilgili edindikleri bilgileri 5271 sayılı CMK'nun 2/e, 158, 160, 161 ve maddeleri uyarınca derhal Cumhuriyet savcısına bildirip bu konuda adli arama kararı talep etmeleri ve Cumhuriyet savcısından alacakları talimat doğrultusunda işlem yapmaları gerektiğinden, adli arama kararı alınmadan yapılacak arama işleminin ve bu arama sonucu ele geçirilecek uyuşturucu maddenin hukuka aykırı şekilde elde edilmiş olacağı, suçun maddi konusu ve delili olan uyuşturucu maddenin hukuka aykırı yöntemle elde edilmesi durumunda ise hükme esas alınamayacağı ve buna bağlı olarak suçun unsurunun oluşmayacağı gözetildiğinde, yerel mahkemece sanığın üzerinin aranması için CMK'nun 116 ve devamı maddelerine uygun olarak alınmış bir "adli arama kararı" olup olmadığının araştırılması ve sonucuna göre hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma sonucu hüküm kurulmasının isabetsiz olduğu kabul edilmelidir." Yargıtay Ceza Dairesinin 09/11/2016 tarihli ve E.2016/2539, K.2016/5469 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Somut olayda, Yunus Ç... Park ve civarlarında uyuşturucu maddenin yoğun bir şekilde satışının yapıldığının bilgisinin alınması üzerine; 2015 günü saat 17:40 sıralarında güvenlik görevlileri tarafından sokak içerisinde durumundan şüphelenilen sanığın yanlarına gelen kişilerle kısa süre görüşme yaptığını görmeleri üzerine sokağa girdikleri, görevlileri gören şahsın kaçmaya başladığı, şahsın kovalamaca sonucunda yakalandığında üzerinde yapılan üst aramasında montun sağ cebinde şeffaf poşet içerisinde beyaz kağıtlara sarılmış 75 ayrı paket içerisinde suç konusu olan uyuşturucu maddenin ele geçirildiğianlaşılmıştır. Dairemizin itiraza konu olan kararının, itiraz yazısında ileri sürülen tüm nedenler tartışılıp değerlendirildiğinde, yapılan araştırmada Yunus Ç... Park ve civarlarında uyuşturucu madde satışı yapıldığı yönünde ihbarda bulunulduğu, satan kişinin açık kimlik ve adres bilgilerinin verilmediği, kolluk görevlilerinin sanıktan şüphelenmeleri üzerine yanına yaklaştıklarında sanığın kaçmaya başladığı ve kovalamaca sonucu yakalandığı, sanığın üzerinde yapılan arama işleminin 5271 sayılı CMK'nın maddesine,2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyat Kanun'un ve maddelerine, Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin maddesine uygun olarak yapıldığı, arama işleminin hukuka uygun olduğu [anlaşılmıştır.]"
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14673
Başvuru, ceza davasında müdafi yardımından yararlandırılmama, mahkûmiyet hükmünün gerekçesiz verilmesi, delillerin eksik toplanması ve hatalı değerlendirilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi ve gizli tanık beyanın hükme esas alınması nedeniyle adil yargılanma hakkının; başvurucunun farklı tarihlerde belirli bir gruba cuma namazı kıldırmasının terör örgütü üyeliği suçu bakımından mahkûmiyet hükmüne esas alınması nedeniyle din ve vicdan özgürlüğünün; hukuka aykırı olarak tutuklama kararı verilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1965 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Adana'da ikamet etmekte ve tuhafiye işleriyle uğraşmaktadır. Başvurucu, PKK/KCK terör örgütüne üye olma suçunu işlediği gerekçesiyle 8/9/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 11/9/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Daha sonra başvurucu hakkında, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 21/12/2011 tarihli iddianamesiyle PKK/KCK terör örgütüne üye olma suçundan kamu davası açılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) savunmasını aldıktan sonra 15/3/2012 tarihinde başvurucuyu tahliye etmiş; 17/1/2013 tarihinde, başvurucunun PKK/KCK terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararına iddianame ve sanık savunmalarını özetleyerek başlamış; daha sonra PKK terör örgütünün alt yapılanması olan KCK'nın yapısını ve işleyişini kısaca açıklamıştır. Mahkeme tarafından, PKK terör örgütünün amaçları doğrultusunda yayın yapan bazı internet sitelerinde terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın demokratik çözüm çadırı adı altında çadırlar kurulması talimatı verdiği ve bu doğrultuda 22/3/2011 tarihinde Adana'nın Şakirpaşa-Ova Mahallesi içinde çadır kurulduğu belirtilmiştir. Yine PKK terör örgütünün amacı doğrultusunda yayın yapan bazı internet sitelerinde 2011 yılının Mart ve Nisan aylarında yayımlanan iki haberde terör örgütü lideri Abdullah Öcalan tarafından verilen talimat üzerine sivil itaatsizlik eylemlerine başlandığı ve bu kapsamda cami, okul, hastane gibi kamu kurum ve kuruluşlarına alternatif olarak "sivil cuma namazı", "sivil 23 Nisan", "sivil sağlık taraması" vb. eylemler yapıldığı ifade edilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında başvurucuya ilişkin yapılan değerlendirmeler ise özetle şöyledir: i. Adana'nın Ova Mahallesi'nde bulunan boş bir arsa içinde demokratik çözüm çadırı adı altında kurulan çadırda 22/4/2011 tarihinde yaklaşık yüz elli kişinin katılımıyla "sivil cuma namazı" kılındığı ve namazı başvurucunun kıldırdığı tespit edilmiştir. Yine aynı gün PKK terör örgütünün amacı doğrultusunda yayın yapan internet sitesinde "Onbinler 'Sivil Cuma Namazı'na durdu" başlıklı haber yapıldığı ve haberin içinde namazı kıldıran kişi olarak başvurucunun da isminin yer aldığı belirtilmiştir. ii. Başvurucunun 29/4/2011, 13/5/2011, 8/7/2011 ve 12/8/2011 tarihlerinde farklı yerlerde "sivil cuma namazı" adı altında namaz kıldırdığı tespit edilmiştir. Başvurucunun 12/8/2011 tarihinde kıldırdığı cuma namazına ilişkin olarak yine PKK terör örgütünün amacı doğrultusunda yayın yapan internet sitesinde haber yapılmıştır. Haberde namaz öncesi K.nın hutbe verdiği ve hutbede "...İran ve Türkiye Kandil'e saldırarak günahsız insanları öldürüyor. Türkiye Başkanı gidip Suriye'ye iç işlerine karışıyor. Önce gelsin kürtlerin sorunlarını çözsün. Çünkü kürt halkının çocukları gün geçtikçe ölüyor..." şeklinde ifadeler kullandığı, ardından cuma namazını başvurucunun kıldırdığı belirtilmiştir.iii. Başvurucu ile ilgili olarak soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde ise Mahkeme tarafından gizli tanık dinlenmiştir. Kovuşturma evresinde gizli tanık dinlenmeden önce taraflara gizli tanığa yöneltmek istedikleri soruları bildirmeleri için on günlük süre verilmiş, bu suretle celse arasında Mahkemece Cumhuriyet savcısı huzurunda dinlenen ve taraflarca bildirilen soruların sorulduğu gizli tanığın beyanı daha sonra celsede tüm taraflara okunmuş ve diyecekleri sorulmuştur. Gizli tanığın Cumhuriyet savcısı huzurunda alınan ifadesi şu şekildedir: "KCK Kandil odaklı şehirlerdeki PKK yapılanmasının illegal sivil uzantısıdır... KCK bir devlet modeli gibi faaliyet göstermektedir, yani yasama, yürütme ve yargı güçleri bulunmaktadır. Yasama, Kandilde KONGRA-GEL denen Halk Kongresi eliyle yürütülür ve alınan kararlar yürütme organı eliyle gerçekleştirilir. Yürütmenin altında kent konseyi, kent konseyinin altında il ve ilçe konseyleri, il ve ilçe konseylerinin altında mahalle komiteleri, mahalle komitelerinin altında sokak komiteleri, sokak komitelerinin altında hane komiteleri vardır. Yargı, Halk Mahkemeleri adıyla yürütülmektedir. Halk arasında meydana gelen olaylara bu mahkeme bakar, bu mahkeme kişilere ceza verme yetkisine sahiptir. KCK, Türkiye yapılanmasında 5 ayrı bölgeye ayrılmıştır. Bu bölgelerden bir tanesi de Çukurova bölgesinde Adana, Mersin, Malatya, K.Maraş, Hatay, G.Antep illeri dahildir. Adana’da KCK faaliyetleri kapsamında Yürütmeye bağlı olarak... İnanç Komitesinde; 1-) B., 2-) K., 3-) Abdulmecit ER, 4-) E.O., 5-) H.G., 6-) İ.T. bulunmaktadır... Bana burada (18) rakamı ile gösterilen şahıs Abdulmecit ER'dir. Kendisi sivil itaatsizlik adı altında müzahir kitleye namaz kıldırır. MELE olarak bilinir. İnanç komitesinde yer alır, halkı devlete karşı kışkırtır." iv. Gizli tanık kovuşturma evresinde alınan ifadesinde de Cumhuriyet savcılığında verdiği ifadeyi aynen tekrar ettiğini beyan ederek başvurucunun inanç komitesinde olduğunu ve bazı mahallelerde birkaç kez namaz kıldırdığını ifade etmiştir.v. Başvurucu hakkında iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri uygulanmıştır. Başvurucunun yapmış olduğu telefon görüşmelerinde "...bizi oraya yönlendirdiler...", "...hatta başkanlığımız da ayrı bir camide namaz kılmamızı söyledi...", "...zaten parti bu kararı almış..." şeklinde konuşmalar yaptığı tespit edilerek başvurucunun KCK yapılanması tarafından "sivil imam" olarak atandığı ve bu görevlendirme doğrultusunda hareket ettiği belirtilmiştir.vi. 27/8/2011 tarihinde başvurucu ile R.B. arasında geçen telefon görüşmesi kapsamında Mahkemece başvurucunun KCK adına para topladığı sonucuna varılmıştır. Kararda başvurucunun bu yönde yaptığı telefon görüşmelerine yer verilmiştir. vii. Başvurucunun ikametinde yapılan aramada iki terör örgütü mensubunun yer aldığı 1 adet fotoğraf, biri kadın olmak üzere toplam sekiz örgüt mensubunun yer aldığı 1 adet fotoğraf, PKK terör örgütünün propagandasını içerir Kürtçe içerikli toplam 10 adet müzik dosyasının bulunduğu hafıza kartı, içinde terör örgütünün propagandası içerir çok sayıda metin, fotoğraf ve resimlerin bulunduğu hard diskin ele geçirildiği belirtilmiştir. Mahkeme, başvurucu hakkında PKK/KCK silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan verdiği mahkûmiyet kararında başvurucunun KCK yapılanması içinde faaliyet gösterdiğini belirtmiştir. Yine Mahkeme, başvurucunun KCK Sözleşmesi'nin Altıncı Bölümü içinde bulunan maddesindeki "mahalle yürütmesi (komisyonu)" yapılanması ve aynı Sözleşme'nin üçüncü bölümünde düzenlenen "azınlıklar ve inanç komitesi" çerçevesinde imam olmadığı hâlde Türkiye Cumhuriyeti resmî imamlarına alternatif niteliğinde "sivil imam" olarak eylem ve faaliyetlerde bulunduğunu ifade etmiştir. Mahkemece sanık hakkında verilen mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucu 29/11/2013 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, Yargıtay ilamından 10/3/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 19/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal ([GK], (B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) ve Levon Berç Kuzukoğlu ve Ohannes Garbis Balmumciyan ([GK], (B. No: 2014/17354, 22/5/2019, §§ 46-48) başvuruları hakkında verilen kararlar.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3825
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi ve gizli tanık beyanın hükme esas alınması nedeniyle adil yargılanma hakkının; başvurucunun farklı tarihlerde belirli bir gruba cuma namazı kıldırmasının terör örgütü üyeliği suçu bakımından mahkûmiyet hükmüne esas alınması nedeniyle din ve vicdan özgürlüğünün; hukuka aykırı olarak tutuklama kararı verilmesi nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması, tutukluluğun hukukiliğine etkili bir şekilde itiraz edilememesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; seçilen müdafiin yardımından yararlandırılmaması nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının; devlet görevlilerinin ihmalleri sonucu basın ve yayın organlarında suçlu gibi gösterilme nedeniyle masumiyet karinesinin; arama ve elkoyma kararlarının hukuka aykırı olması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Bu kapsamda Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Samsun Gazi Devlet Hastanesinde uzman hekim olarak görev yapan başvurucu hakkında da FETÖ/PDY ile bağlantısı olduğu gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 20/8/2016 tarihinde Samsun'da gözaltına alınmış ve üzerinde bulunan cep telefonuna, yapılan arama sonucunda elkonulmuştur. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında yürütülen soruşturma dosyasında kısıtlama kararı verilmesi talebiyle Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. Hâkimlik 19/8/2016 tarihinde "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesiyle başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca müdafinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara 18/10/2016 tarihinde yaptığı itiraz, Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğince 24/10/2016 tarihinde benzer gerekçeyle reddedilmiştir. Başvurucu 20/8/2016 tarihinde Samsun'dan soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Kocaeli Emniyet Müdürlüğüne getirilmiştir. Başvurucu, kendi seçtiği avukatın bulunmaması nedeniyle Kocaeli Barosunca görevlendirilen müdafi huzurunda ifade vermeyi reddetmiş ve susma hakkını kullanmıştır. Başvurucu 26/8/2016 tarihine kadar kapalı spor salonunda gözaltında tutulmuş ve bu tarihte Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifade alma işlemi sırasında kendi seçtiği avukatı da hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre ifade alma işleminden önce, isnat edilen suçlamalar başvurucuya açıklanmıştır. Başvurucu, Savcılıktaki ifadesinde suçlamaları kabul etmemiştir. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı, silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu aynı gün Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgudaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Suçlamayı kabul etmiyorum ... üniversite öğrenim dönemimde ilk üç dört ay kadar ismini hatırlamadığım Derince'de bir yurtta kaldım, sonrasında dört yıl kadar cemaatin evi diye tabir edilen evde kaldım, sonra kendi özel evime çıktım iki yıl orada kaldım, ben cemaatte kaldığım dönemde ev abiliği yapmadım, üç haftada bir ev ahalisi olarak kuran okuyup, sohbet yapıyorduk onun dışında benim katıldığım aktivite yoktu ... benim kod adım yoktur ... cemaatin evinde ve yurdunda kaldım, kaldığım dönem içersindeki kişilerin kod adı kullandığını bilmiyorum ... ifademde ismi geçen Ö.nün bildiğim kadarı ile gerçek ismi Ö. dir ... kullandığım hattı yaklaşık olarak 13 yıldır kullanıyorum, yaklaşık iki yıl kadar önce telefonumu bataryası alev aldı bu nedenle telefonumu değiştirdim, eski telefonum markası Samsung S3 idi. Yeni telefonum Sonny Z3 tü ... evimde TTNET ADSL var, yaklaşık bir buçuk yıldır TTNET kullanıyorum, Superonlineşuankullanmıyorum, yanlış hatırlamıyorsam 2013 ile 2014 sonlarına kadar superonline ADSL kullandım eski evimden çıkarken de yeni kiracı ile anlaşarak bir süre taahhütü bitinceye kadar internet hattımı kullanmasına izin verdim, kiracının adi S. dir soy ismi yanlış hatırlamıyorsam P. olabilir sonrasında ben resmen bu Superonline hattını ona devrettim, benim adıma yaklaşık beş altı ay kullanmıştır, o da doktordu, cemaatle bir ilgisi var mı bilmiyorum ... BYLOCK, EAGLE yada KAKAO-TALK isimli program kullanmadım, ben hiçbir şekilde böyle bir program kullanmadım ..." Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 26/8/2016 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu yönünden ise tutuklama talebinin reddine karar vermiştir. Hâkimliğin tutuklama kararının ilgili kısmı şöyledir: "... 15/7/2016 günü saat 00 sıralarında TSK bünyesinde görevli bir grup muvazzaf askerler öncülüğünde örgüte bağlı polis ve bir kısım sivilin de katılımıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin anayasal düzenine karşı siyasal iktidarısonlandırmak, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırma, kamu kurum ve kuruluşlarını ele geçirip işlevsiz kılmak ve yönetimi ele geçirmek maksadıyla darbe eyleminin yapılmaya çalışıldığı, yurdu ve vatanı savunmak amacıyla hareket eden çok sayıda insanın hayatını kaybettiği ve birlerce insanın yaralandığı, milyonlarca maddi zararın ortaya çıktığı, kalkışma ile demokratik düzenin büyük yara aldığı, şüphelinin üniversite öğrenim döneminde dört yıl kadar süre ile cemaate ait evlerde kalması ileşüphelinin APLLE Store yahut google store den indirilmediği bilinen FETÖ terör örgütü üyelerinin gizli haberleşmede kullandıkları BYLOCK isimli iletişim programını kullandığı gibi bilgi ve belgeler ile tüm dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre şüphelinin FETÖ silahlı terör örgütü üyesi olduğu yönündeki mevcut delil durumu, öngörülen ceza miktarının yüksek oluşu, atılı suçlama ile ilgili soruşturmanın Türkiye genelinde yapılması ve şüpheli beyanlarının tamamının alınmamış, suç ve şüpheli hakkında delillerin henüz toplanamamış olması, atılı suçların CMK'nun 100/3-a maddesinde belirtilen ve tutuklama nedeni varsayılan katalog suçlardan oluşu, öngörülen ceza miktarı ile talep edilen tedbir karşılaştırıldığında ve ortaya çıkan netice ve zarar dikkate alındığında tutuklama tedbirinin bu aşamada ölçülü kabul edilmesinin gerektiği ve adli kontrol uygulamasının yetersiz olacağı kanaatiyle özellikle yukarıda belirtilen suçla birlikte değerlendirildiğinde atılı suçtan dolayı CMK'nun ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına ... " Başvurucu 1/9/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 5/9/2016 tarihinde tutuklama kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 1/11/2016 tarihinde tahliye talebinde bulunmuş, Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 3/11/2016 tarihinde başvurucunun tahliye talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itirazı Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliği 28/11/2016 tarihinde reddetmiştir. Başvurucu anılan kararı 30/11/2016 tarihinde öğrenmiştir. Başvurucu 1/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı 24/1/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi 26/1/2017 tarihinde suç yerinin Samsun olduğu gerekçesiyle yetkisiz olduğuna ve dosyanın Samsun Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucuya ait dosya Samsun Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiş, Mahkeme 5/4/2017 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/38 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İddianamede; ilk olarak FETÖ/PDY'nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür haberleşme yöntemini kullandığına dair bilgilere, sonrasında ise somut olayda başvurucuya yöneltilen suçlamalara yer verilmiştir. Savcılık, başvurucunun kullandığı cep telefonunda ByLock tespitinin yapıldığını ve başvurucunun geçmiş dönemlerde örgüte ait evlerde kalarak toplantılara katıldığını ileri sürmüştür. Savcılık, başvurucunun FETÖ/PDY'nin hiyerarşisi içinde yer alarak terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğini iddia etmiştir. Başvurucu; kovuşturma aşamasındaki savunmasında özetle ailesinin ekonomik durumunun iyi olmaması nedeniyle üniversitede eğitim gördüğü sırada o tarihlerde cemaat olarak bilinen gruba ait yurtta yaklaşık dört yıl kaldıktan sonra ailesinin ekonomik durumunun düzelmesi üzerine son iki yıl kendi evinde kaldığını, sonrasında bu yapıyla hiçbir ilgisinin kalmadığını, kullandığı telefon hattına kesinlikle ByLock yüklemediğini ve kullanmadığını belirterek suçlamayı kabul etmediğini ifade etmiştir. Samsun Ağır Ceza Mahkemesi 12/10/2017 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 6 yıl 17 ay 3 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 13/12/2017 tarihinde başvurucunun istinaf talebinin esastan reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 24/9/2018 tarihinde hükmü onamış ve karar kesinleşmiştir. Öte yandan başvurucu, Kocaeli Ceza İnfaz Kurumunda 2/11/2016 tarihinde müdafii ile görüşmesi esnasında iki infaz memuru tarafından izlenmesi ve bu görüşmesinin kayda alınması nedeniyle Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına 14/11/2016 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 5271 sayılı Kanun'un "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.... (3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.... (5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir. " 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Bu kanun, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlere yönelik şikâyetleri incelemek, karara bağlamak ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere kurulan infaz hâkimliklerine ilişkin hükümleri kapsar." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır: Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri,yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak, ...Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren on beş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir.Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hâkimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hâkimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geç üç gün içinde infaz hâkimliğine gönderilir. Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir....Şikâyet yoluna başvurulması, yapılan işlem veya faaliyetin yerine getirilmesini durdurmaz. Ancak, infaz hâkimi giderilmesi güç veya imkânsız sonuçların doğması ve işlem veya faaliyetin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda işlem veya faaliyetin ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir." 4675 sayılı Kanun'un "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekâletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), ..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100'üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.  (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(Değişik madde: 6/12/2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un md) (1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. (2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. (3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.  (4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir: a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),... (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz." (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir." 5271 sayılı Kanun’un "İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İtirazı inceleyecek merci, yazı ile cevap verebilmesi için itirazı, Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilir. Merci, inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılmasını da emredebilir." 5271 sayılı Kanun’un "İtirazın Cumhuriyet savcısına ve karşı tarafa tebliği ile inceleme ve araştırma yapılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kanunda yazılı olan hâller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve tâlimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. Tutuklunun yaptığı görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. Tutuklu hakkında, tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemiyle tutuklunun avukatlarıyla görüşmesi sulh ceza hâkimliğince yasaklanabilir. Yasaklama kararı, tutuklu ile yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir ..." 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin KHK'nın "Yargı ile ilgili düzenlemeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 59'uncu maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, aynı maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir. (4) Görüşme sırasında; hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmaya ilişkin olarak kendilerinin tuttukları kayıtlar incelenemez; hükümlünün avukatı ile yaptığı görüşme dinlenemez ve kayda alınamaz. (5) Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümlerinde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürüldüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirildiğine, bu örgütlere emir ve tâlimat verildiğine veya yorumları ile gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletildiğine ilişkin bilgi, bulgu veya belge elde edilmesi hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, üç ay süreyle; görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, hükümlü ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli görüşmede hazır bulundurulabilir, hükümlünün avukatına veya avukatın hükümlüye verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. (6) İnfaz hakimliği hükümlünün; kurallara uyumunu, toplum veya ceza infaz kurumu bakımından arz ettiği tehlikeyi ve rehabilitasyon çalışmalarındaki gelişimini değerlendirerek, kararda belirttiği süreyi üç aydan fazla olmamak üzere müteaddit defa uzatabileceği gibi kısaltılmasına veya sonlandırılmasına da karar verebilir. (7) Beşinci fıkra kapsamına giren hükümlünün yaptığı görüşmenin, aynı fıkrada belirtilen amaca yönelik yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce taraflar bu hususta uyarılır. (8) Hükümlü hakkında, yedinci fıkra uyarınca tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemiyle hükümlünün avukatlarıyla görüşmesi infaz hâkimince altı ay süreyle yasaklanabilir. Yasaklama kararı, hükümlüye ve yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir. Cumhuriyet başsavcılığı baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesini baro başkanlığından isteyebilir. Bu fıkra hükmüne göre görevlendirilen avukata, 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 13 üncü maddesine göre ücret ödenir. (9) İnfaz hâkimi tarafından bu madde uyarınca verilen kararlara karşı 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edilebilir. (10) Bu madde hükümleri 9 uncu maddenin üçüncü fıkrasına göre yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler ile beşinci fıkradaki suçlardan hükümlü olup, başka bir suçtan dolayı şüpheli veya sanık sıfatıyla avukatıyla görüşen hükümlüler hakkında da uygulanır. (11) Tutuklular hakkında bu madde hükümlerine göre karar vermeye soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme yetkilidir.”B. Mahkeme Kararları Osmaniye İnfaz Hâkimliğinin 11/7/2018 tarihli ve E.2018/5756 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... tutuklu dilekçesinde avukatı ile görüşme sırasında kamera kaydına alınmasına, görüşmede infaz koruma memuru bulundurulmasına ve avukatı ile belge alışverişinin kontrol edilmesine itiraz ederek bu uygulamanın kaldırılmasını talep etmiştir.22/7/2016 tarih ve 667 sayılı KHK'nın 6/1-d. maddesinde: 'Tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet Savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir' hükmünü içermektedir.22/7/2016 tarih ve 667 sayılı KHK'nın maddesi ile talep dilekçesi birlikte değerlendirildiğinde; madde metninde de açıkça belirtildiği üzere olağanüstü halin devamı süresince, tutuklu olanlar hakkında talebe konu kısıtlamaların Cumhuriyet Savcısının kararıyla yapılabileceğinin açıkça düzenlendiği, Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığının 29/9/2017 tarih ve B. 2016/9539 sayılı kararı ile 667 sayılı KHK'nın maddesi gereğince kısıtlama kararı verildiği, yapılan uygulamanın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından, talebin/şikayetin reddine ... [karar verildi.]" Ankara Batı İnfaz Hâkimliğinin 10/10/2016 tarihli ve E.2016/4751 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... tutuklu B. 26/9/2016 tarihli dilekçesinde özetle; 'son süreçle alınan OHAL kararı ile birlikte cezaevlerinde hak gasplarının yaşandığını, bir tutuklu olarak avukat görüş hakkının hiç bir yasal gerekçe olmadan kayıt altına alınması avukat müvekkil görüş gizliliği hakkının engellenmesine neden olduğundan, uygulanan hak gasplarının kaldırılmasını istediğini' belirterek dilekçe gönderdiği anlaşılmıştır.Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü'nün 29/9/2016 tarih ve 2016/11463 sayılı yazısı ekinde gönderilen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/2016 tarihli ve 2016/1436 sayılı yazısında 'Anayasanın 120, maddesi uyarınca ilan edilen olağanüstü hal çerçevesinde çıkarılan 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin, ceza soruşturma ve kovuşturma açısından değerlendirilmesinde; Tutuklu süphelilerin avukatlarıyla görüşmelerinde tedbir uygulanmasına, sınırlama getirilmesi hususlarında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Bakanlık Muhabere Bürosunun Başsavcı vekili K. imzalı, 667 sayılı KHK ve Bakanlık Genelgeleri doğrultusunda yazılan 3/8/2016 tarih ve B. 2016/21916 sayılı yazıları ile gerekli talimatların ilgili ceza infaz kurumlarına verildiği, uygulamada birliğin sağlanması ve çelişkilerin giderilmesi adına uygulamanın değerlendirilmesinde; a-Tedbir-sınırlama sebeplerii-Toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi ihtimalinin bulunması,ii-Terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin bulunmasıb-Tedbir ve sınırlandırmalar i-Görüşmenin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilmesiii-Görüşmeyi izlemek amacıyla görevlinin hazır bulunabilmesi,iii-Tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örneklerine, dosyalara ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulabilmesi,iv-Görüşmelerin gün ve saatlerinin sınırlandırılabilmesi,c-Bu tedbir ve sınırlandırmalara karar vermeye, Cumhuriyet savcısı yetkilidir.Yukarıda belirtilen talimatlar uygulama yapılması hususlarında gereği rica olunur.' şeklinde bilgi verilmiştir. 23/7/2016 Tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 6/ maddesinde; Bu suçlardan tutuklananların soruşturma ve kovuşturma evresinde yakınları ile ziyaretleri ve avukatları ile görüşmelerinde 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesi ile 17/6/2005 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 'Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkındaki Yönetmelik'hükümlerinden farklı bir uygulama getirilmiş olmakla;A- Tutukluların avukatları ile ziyaretleri;667 sayılı KHK.nin 6/1-d maddesinde 'tutuklu olanların avukatları ile görüşmelerinde, toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve tâlimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısının kararıyla, görüşmeler teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilebilir, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli hazır bulundurulabilir, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara elkonulabilir veya görüşmelerin gün ve saatleri sınırlandırılabilir. Tutuklunun yaptığı görüşmenin, belirtilen amaçla yapıldığının anlaşılması hâlinde, görüşmeye derhal son verilerek, bu husus gerekçesiyle birlikte tutanağa bağlanır. Görüşme başlamadan önce, taraflar bu hususta uyarılır. Tutuklu hakkında, tutanak tutulması hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemiyle tutuklunun avukatlarıyla görüşmesi sulh ceza hâkimliğince yasaklanabilir. Yasaklama kararı, tutuklu ile yeni bir avukat görevlendirilmesi için derhal ilgili baro başkanlığına bildirilir. Baro tarafından bildirilen avukatın değiştirilmesi Cumhuriyet savcısı tarafından istenebilir'. denmektedir.Buna göre;Öncelikle tutuklunun 5237 sayılı Kanunun İkinci Kitap Dördüncü Kısım, Dördüncü (Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar), Beşinci (Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar), Altıncı (Milli Savunmaya Karşı Suçlar) ve Yedinci Bölümünde (Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk) tanımlanan suçlar, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından tutuklu olması,Toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi ihtimalinin bulunması,Terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi ihtimalinin bulunması,Kanundaki bu düzenleme, idarece tanzim edilen görüş yerlerinin nitelikleri birlikte değerlendirildiğinde; yapılan düzenlemede kanunda öngörülen şartların yerine getirildiği, kanuna aykırı bir düzenlemenin söz konusu olmadığı, yapılan uygulamanın ceza infaz kurumu kurallarına uygun olduğu anlaşılmakla yerinde olmayan şikayetlerin reddine ... [karar verildi]" Samsun İnfaz Hâkimliğinin 24/2/2017 tarihli ve E.2017/116 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... tutuklu Z.K. hakimliğimize hitaben yazdığı 22/2/2017 tarihli dilekçesinde; cezaevine girdiği günden bu yana OHAL şartlarından dolayı avukatı ile sadece 10 dakika kamera kaydı ve görevli nezaretinde görüşebildiğini, iddianame kabul edildiği için ve çok ciddi suçlamalar olduğundan sağlıklı bir savunma yapabilmek için avukatı ile görüşme sayı ve süresinin kısıtlanmamasını, insan hakları normlarına uygun olarak savunma hakkını kullanabilmesi için kamera kaydı ve görevli nezaretinde görüşme uygulanmasının kaldırılmasını talep etmiştir. ...... 667 Sayılı KHK'nın 6/1-d maddesi uyarınca toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi ihtimali nedeniyle görüşmelerin ses kayıt ve görüntülü kamera ile kaydedilebileceği ve görüşmeleri izlemek amacıyla görevlinin hazır bulundurulacağı ve görüşmelerin hafta içinde mesai saatleri içinde yaptırılacağının belirtildiği,Samsun E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda 667 Sayılı Kanun Hükümünde Kararname kapsamına giren suçlardan tutuklu fazla sayıda kişinin bulunması nedeniyle avukat ile yapılacak görüşmemelerin aksamaması adına alınan kararın, 667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6/1-d maddesine aykırılık içermediği anlaşıldığından, tutuklunun talebinin reddine ... [karar verildi.]" Karşıyaka İnfaz Hâkimliğinin 5/12/2018 tarihli ve E.2018/5623 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... tutuklu O.Y. İzmir 2 Nolu T tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığınca verilen 29/11/2018 tarih 2018/5758 sayılı kararına itiraz etmekle evrak ve ekleri incelendi....Avukat görüşlerinin sesli ve görüntülü odalarda veya memur eşliğinde yapıldığını, zaman ve saat olarak kısıtlandığını belirtmiştir....- İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2016 tarih ve B.2016/30331 sayılı tedbir konulu yazısında;677 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6/1-d bendi uyarınca FETÖ/PDY örgüt üyesi olup, bu soruşturmalar nedeniyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına bağlı ceza infaz kurumlarında tutuklu olarak bulunan şüphelilerin avukatları ile yaptığı görüşmelerin teknik cihazlar ile sesli ve görüntülü olarak kaydedilmesine, tutuklu ve avukatının cihazlarla sesli ve görüntülü izlemek amacıyla bir görevlinin hazır bulundurulmasına,Savunma amacı dışında toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğinin tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi veya yorumlarıyla gizli, açık ya da şifreli mesajlar iletilmesi amacının güdülmesi halinde tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge ve belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulmasına, bu amaçla yapılan görüşmenin derhal sonlandırılarak bu hususun gerekçesi ile birlikte tutanağa bağlanarak ilgili evrakların cumhuriyet başsavcılığımıza gönderilmesi' hususları bildirilmiştir....Yine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 19/2/2018 tarih, 2018/1265 B.M sayılı tedbir kararlarının kaldırılması hakkındaki yazı ile; ceza infaz kurumlarının yasal mevzuattan kaynaklanan yetkileri saklı kalmak koşulu ile İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 23/7/2017 tarih ve B.M 2016/2768 Muh sayılı yazısı ile 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere ilişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 6/1-d maddesi uyarınca; FETÖ/PDY örgüt üyesi olup 15/7/2016 tarihinde silahlı darbe teşebbüsünde bulunan ve halen Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma nedeniyle İzmir ilindeki ceza infaz kurumlarında tutuklu bulunan şüphelilerin avukatları ile yaptığı görüşmelerin teknik cihazlarla sesli ve görüntülü olarak kaydedilmesine, tutuklu ve avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla bir görevlinin hazır bulundurulmasına, salınma amacı dışında toplumun ve ceza infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürülmesi, terör örgütü veya diğer suç örgütlerinin yönlendirilmesi, bunlara emir ve talimat verilmesi, veya yorumları ile gizli, açık veya şifreli mesajlar iletilmesi amacının güdülmesi halinde tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örneklerine, dosyasıyla ilgili aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulmasına, bu amaçla yapılan görüşmeleri derhal sonlandırılarak bu hususun gerekçesi ile birlikte tutanağa bağlanarak ilgili evrakları Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, bu soruşturmalar nedeni ile tutuklu bulunan şahısların avukatlarıyla tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içerisinde olmak koşulu ile ceza infaz kurumu tarafından yapılacak düzenleme ile her bir tutuklu için haftada bir kez ve azami bir saate kadar görüştürülmelerine yönelik tüm tedbirlerin ceza infaz kurumlarının yasal mevzuattan kaynaklanan yetkileri saklı kalmak üzere kaldırılmasının uygun görüldüğü bildirilmiş olup, Kurumumuz İdareve Gözlem Kurulu Başkanlığı tarafından alınmış olan 28/11/2016 tarih ve 2016/5284 sayılı kararı yerine geçecek yeni bir karar alınması gerekliliği haiz olmuş ve İdareve Gözlem Kurulu Başkanlığınca 26/2/2018 tarih ve 2018/871 sayılı kararı ile avukat görüş sırasında yapılan tedbirler yasal mevzuatlar çerçevesi içerisinde kaldırılarak;a. Yetkili mercilerce haklarında herhangi bir kısıtlama kararı bulunmayan hükümlülerin mesai günlerinde, 00-00 saatleri arasında, bir defa iki saati geçmeyecek şekilde avukatları ile görüştürülmesine,b. Yetkili mercilerce haklarında kısıtlama kararı bulunmayan tutukluların, mesai günlerinde, 00-00 saatleri arasında, bir defa iki saati geçmeyecek şekilde avukatları ile görüştürülmesine karar verilerek Avukat görüşü üzerinde kısıtlama bulunmamaktadır. Ceza İnfaz Kurumumuzda Hükümlü ve tutukluların Ziyaret edilebilmeleri hakkında yönetmeliğin ' Tutuklunun müdafi, uzlaştırmacı ve arabulucu ile görüşmesi' başlıklı maddesi kapsamında tutukluların Avukat ile görüşmeleri yapılmaktadır....... tutuklu O.Y.nin, ... avukat görüş talebi, ... OHAL'in uzatılmayarak sona ermesine istinaden FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne mensup tutuklu ve hükümlüler üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasına istinaden taleplerinin kabulüne ... [karar verildi.]" İzmir İnfaz Hâkimliğinin 30/3/2018 tarihli ve E.2018/2099 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan silahlı kalkışma sonrası bu eyleme katılan ve suç işleyen kişilerin tespiti ve yargılanmalarının sağlanması amacı ile ilan edilen olağanüstü hal yasasına göre yürürlüğe sokulan 667 sayılı KHK'nın 6/1-d maddesinde bu amaçla yeni düzenlemeler getirilmiştir. 667 sayılı KHK'nın 6/1-d maddesi uyarınca OHAL'e neden olan olaylara katıldığı tespit edilen kişiler yönünden 5275 sayılı yasanın Maddesinin OHAL süresince farklı bir uygulamasının yapılmasına karar verildiği ve fakat Maddenin ilga edilmediği, bu süre zarfında 667 sayılı KHK hükümlerinin uygulandığı anlaşılmıştır. Hükümözlünün 12/02/2018 tarihli dilekçesine konu ettiği sıkıntı ve şikayetin 667 sayılı KHK ile getirilen düzenlemenin uygulanması nedeni ile kaynaklandığı görülmektedir. İzmir 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tarafından hakimliğimize gönderilen yazı cevabına ekli ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca kararlaştırılan 19/2/2018 tarihli yazıya göre 667 sayılı KHK ile getirilen kısıtlamaların aradan geçen süre nedeni ile ve silahlı kalkışmaya karışan tespit edilen kişilerin deşifre edilmesi büyük oranla soruşturmaların açılıp tamamlanması nedeni ile kaldırılmasının uygun görüldüğü ve ceza infaz kurumu tarafından da bu yazı sonrası kurumca bu konularla yapılan iş ve işlemler hakkında 5275 sayılı yasa ve bu yasaya göre çıkartılan kurumların yönetmeliğine ilişkin tüzük, ilgili yönetmelikler, genelgeler ve kurum iç yönetmeliğine göre uygulamaya geçildiği bildirilmiştir.İzmir 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünce bu uygulamanın kaldırılmasına yönelik İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak uygulamaya soktuğu ve kaldırılan düzenleme sonrası kurumca 5275 sayılı yasa ve ilgili mevzuata göre uygulamaya geçildiği anlaşıldığından dolayısıyla hükümözlünün 12/02/2018 tarihli dilekçesine konu süre sınırlaması ve 667 sayılı KHK ile getirilen diğer kısıtlamaların sona erdiği görülmekle 26/03/2018 tarihli dilekçesinde de yer alan 12/2/2018 tarihli dilekçesinde ayrıntılı belirttiği mağduriyetin bu aşamada konusuz kaldığı, nitekim hükümözlünün 23/2/2018 tarihli görüşmede de sürenin bu kısıtlamanın kaldırılmasına göre uygulandığı, bu aşamada kısıtlamanın kaldırılması karşısında 12/2/2018 tarihli dilekçeye konu olan sıkıntılar ile ilgili verilebilecek bir karar bulunmadığı kanaatine varılmakla karar verilmesine yer olmadığına hükmetmek gerekmiştir ..."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/80704
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin süresinde yapılmaması, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız olarak yapılması, tutukluluğun hukukiliğine etkili bir şekilde itiraz edilememesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; seçilen müdafiin yardımından yararlandırılmaması nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının; devlet görevlilerinin ihmalleri sonucu basın ve yayın organlarında suçlu gibi gösterilme nedeniyle masumiyet karinesinin; arama ve elkoyma kararlarının hukuka aykırı olması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 22/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2019/6299, 2019/6308, 2019/6319 ve 2019/6320 sayılı başvuruların 2019/6275 sayılı başvuru ile konu yönünden hukuki irtibat bulunması sebebiyle 2019/6299, 2019/6308, 2019/6319 ve 2019/6320 sayılı başvuruların kapatılmasına, incelemenin 2019/6275 sayılı başvuru üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuru numaraları küçük olandan büyük olana doğru sırasıyla 2019/6275 No.lu başvuru dosyasında başvurucu Hamit Aktaş'a ait 261 ada 15 parsel sayılı ve 259 ada 45 parsel sayılı; 2019/6299 No.lu başvuru dosyasında başvurucu Abdullah Ballıca'ya ait 171 ada 11 parsel sayılı; 2019/6308 No.lu başvuru dosyasında başvurucular Selver Çalar ve Mevlüt Emir'e ait 160 ada 8 parsel sayılı; 2019/6319 No.lu başvuru dosyasında başvurucu Hasan Deniz'e ait 259 ada 226 parsel sayılı ve 2019/6320 No.lu başvuru dosyasında başvurucu Emin Ali Kan'a ait 170 ada 20 parsel sayılı başvuru konusu taşınmazlar, Konya'nın Hadim ilçesine bağlı Bolat köyünde bulunmaktadır. Bağbaşı Barajı, Mavi Tüneli ve Hidroelektrik Santrali projesi çerçevesinde Bakanlar Kurulunun 18/12/2008 tarihli ve 27084 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan kararı ile anılan taşınmazın da bulunduğu alanda acele kamulaştırma yapılmasına karar verilmiştir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından 19/12/2008 tarihinde başvuruculara ait bu taşınmazların kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Yukarıda belirtilen sırayla başvuru dosyalarındaki taşınmazlar için DSİ Kıymet Takdir Komisyonu tarafından 14/1/2009 tarihinde 857,08 TL, 989,72 TL, 537,63 TL, 387,03 TL ve 711,76 TL bedel belirlemiş; başvurucular ile anlaşma sağlanamadığından satın alma usulü başarısız olmuştur. DSİ 10/2/2009 tarihinde taşınmazlara acele elkoyma talebinde bulunmuş, Hadim Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 27/3/2009 tarihinde bu talepleri kabul etmiştir. Mahkeme, mahallinde yapılan keşif sonucu taşınmazların değerini belirlemiş ve bedellerin ödenmesi karşılığında taşınmazlara acele el konulmasına karar vermiştir. DSİ 30/12/2013 tarihinde başvurucular aleyhine aynı Mahkemede kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davaları açmıştır. Mahkemece başvuru konusu taşınmazlarda, Bilirkişi Kurulu eşliğinde keşif yapılarak bilirkişi kurulu raporları aldırılmış ve davaların kabulüyle, taşınmazların tapu kayıtlarının iptaline ve DSİ adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Ayrıca 2019/6275 No.lu başvuru dosyasında 261 ada 15 parsel sayılı ve 259 ada 45 parsel sayılı taşınmazlar için 284,32 TL; 2019/6299 No.lu başvuru dosyasında 171 ada 11 parsel sayılı taşınmaz için 610,74 TL; 2019/6308 No.lu başvuru dosyasında 160 ada 8 parsel sayılı taşınmaz için 453,60 TL; 2019/6319 No.lu başvuru dosyasında 259 ada 226 parsel sayılı taşınmaz için 322,17 ve 2019/6320 No.lu başvuru dosyasında 170 ada 20 parsel sayılı taşınmaz için 720,22 TL kamulaştırma bedeline hükmedilmiştir. Bununla birlikte davacı idare ve başvurucular lehine/aleyhine karşılıklı olarak vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmiştir. Buna göre 2019/6275 No.lu başvuru dosyasında 500 TL; 2019/6299 No.lu başvuru dosyasında 180 TL; 2019/6308 No.lu başvuru dosyasında 980 TL; 2019/6319 No.lu başvuru dosyasında 500 TL ve 2019/6320 No.lu başvuru dosyasında 980 TL karşılıklı vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyiz talepleri üzerine Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) temyiz kanun yolu denetiminden geçen kararlar yukarıda belirtilen şekilde kesinleşmiştir. Nihai kararlar başvurucular vekiline 23/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 22/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Sadettin Ekiz, B. No: 2016/9364, 9/5/2019, §§ 20-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6275
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; icra takibinin iptali ile menfi tespit ve iptal davalarında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, haciz şerhinin kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucular tarafından yapılan 2014/14245, 2014/14246 ve 2014/14247 numaralı başvurular, aralarında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından birleştirilmiş; incelemeye 2014/14245 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisinin borçlu sıfatıyla yer aldığı 10/10/2001 vade tarihli ve 000 $ bedelli senede ilişkin İzmir İcra Müdürlüğünün E.2002/17879 sayılı dosyasında icra takibine başlanmıştır. Anılan takibe ilişkin olarak İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2002/1420 Değişik İş sayılı kararı ile murise ait taşınmazlara yönelik ihtiyati haciz kararı verilmiştir. Anılan senede ilişkin resmî belgede sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla şüpheli hakkında kamu davası açılmış, murislerinin vefatı üzerine başvurucular yargılamaya müşteki sıfatıyla dâhil edilmişlerdir. Muğla Ağır Ceza Mahkemesi 21/5/2009 tarihinde sanığın mahkûmiyetine karar vermiş ve karar 19/2/2014 tarihinde Yargıtay Ceza Dairesi tarafından onanmıştır. Diğer taraftan başvurucuların murisi, anılan senede ilişkin icra takibinin iptali talebiyle 10/12/2002 tarihinde İzmir İcra Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Murislerinin vefatı üzerine başvurucular davaya dâhil olmuşlardır. Mahkemece 17/7/2014 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz talebinde bulunulmamış olup karar 1/8/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular anılan kararı 25/8/2014 tarihinde öğrendiklerini beyan etmişlerdir. Başvurucuların murisi 3/10/2003 tarihinde anılan senede ilişkin menfi tespit ve iptal davası açmıştır. İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2003/622 sayılı dosyasına kaydedilen davada murislerinin vefatı üzerine başvurucular davaya dâhil olmuşlardır. 2012 yılında dava dosyası İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2012/66 sayılı dosyasına aktarılmış, bu Mahkemenin kapatılmasının ardından da İzmir Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2014/696 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam edilmiştir. Mahkemece 18/11/2014 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu senedin iptaline karar verilmiştir. Davalı tarafından temyiz talebinde bulunulmuş, temyiz harcı verilen kesin süre içinde yatırılmadığı gerekçesiyle Mahkemece 1/4/2016 tarihli ek karar ile temyiz dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Ek karar davalı tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14245
Başvuru, icra takibinin iptali ile menfi tespit ve iptal davalarında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, haciz şerhinin kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 21/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 6/11/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16175
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hırsızlık yapmak suçlamasıyla kolluk görevlilerince 27/8/2008 tarihinde yakalanmış; Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının 29/8/2008 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesince 9/10/2008 tarihinde Mahkemenin yetkisizliğine ve dava dosyasının görevli ve yetkili Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 26/12/2014 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15466
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir ceza infaz kurumunda tutulan mahkûmun işkence ve kötü muameleye maruz kalması neticesinde şüpheli şekilde yaşamını yitirmesi ve bu olaylara ilgili olarak yürütülen soruşturmaların etkili olmaması nedenleriyle yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler kapsamında ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığının B. No: 2014/6138 Sayılı Soruşturma Dosyası ile Bağlantılı Olgular Tekirdağ 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunan N.Y. 6/5/2014 tarihinde naklen geldiği Ceza İnfaz Kurumunda 4/7/2014 tarihinde kaldığı odanın değiştirilmesi sırasında gelişen olaydan da bahsederek izole edildiğini, psikolojik baskıya maruz bırakıldığını, intihar etmeye teşvik edildiğini, baskıların zaman zaman fiziki baskı şekline de dönüştüğünü, hayatının tehlikede olduğunu belirterek gerekli kurumlara başvuru yapılması talebiyle babası olan başvurucu ile Mahkeme tarafından kendisine vasi olarak atanan avukattan yardım istemiştir. Başvurucu; kamerasız bir ortamda Ceza İnfaz Kurumu koruma memurlarının oğluna işkence yaptığını, baskılar sonucu oğlunun psikolojisinin bozulduğunu ileri sürerek bila tarihli dilekçeyle Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvurmuştur. Adalet Bakanlığı Ceza Tevkifevleri Genel Müdürlüğü 24/7/2014 tarihli yazısıyla Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) anılan dilekçede dile getirilen şikâyetlerin araştırılarak belirtilen hususlarda Ceza İnfaz Kurumu personelinin kusurlu olup olmadığının, kusuru olduğu belirlenen görevliler hakkında herhangi bir adli veya idari soruşturmanın yapılıp yapılmadığının tespit edilerek yapılan işlemlerin sonucuyla ilgili olarak bilgi verilmesi yönünde talimat vermiştir. Bakanlığın yazısı üzerine ilgili Kurum personeli hakkında idari soruşturma başlatılmış, ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/6467 Soruşturma sayısına kayden adli soruşturma açılmıştır. Bu soruşturma dosyasında 8/8/2014 tarihinde aynı konuda mağdurun kendi başvurusu üzerine açılan ve Savcılıklarının 2014/6138 sayılı dosyasında kayıtlı bir soruşturmanın daha olduğu, aralarında fiilî ve hukuki irtibat bulunduğundan her iki dosyanın birleştirilerek işlemlerin 2014/6138 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. N.Y.nin vasisi Avukat Mehmet Seyrek, tarafına gönderilen aynı yöndeki şikâyetleri içeren telepostu ekleyerek 21/7/2014 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş; N.Y.nin Ceza İnfaz Kurumunda psikolojik ve fiziksel işkence gördüğünden yakındığını belirterek kendisine gerekli özenin gösterilmesini talep etmiştir. Vasi avukat, gerekli tedbirlerin alınmaması hâlinde ulusal ve uluslararası tüm kanun yollarının kullanılacağı konusunda uyarıyı da başvurusuna eklemiştir. Evrak kütüğüne 2014/6468 sayı ile kaydedilen başvuru ile ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun oğlunun aynı mahiyetteki şikâyetlerini içeren 7/7/2014 tarihli dilekçesi üzerine Savcılıklarının 2014/6138 sayılı dosyasına kayden aynı konuda açılan soruşturmanın varlığından bahsederek mükerrer soruşturma konusu için 12/8/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvuru dosyasında mevcut belgelere göre Cumhuriyet Savcılığının 2014/6138 sayılı dosyasının 4/7/2014 tarihinde başvurucunun oğlunun odasının değişimi dolayısıyla Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olayların soruşturulmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu dosya kapsamında yalnızca kamu görevlilerine isnat edilen işkence ve kötü muamele iddiaları değil başvurucunun oğluna atfedilen kamu malına zarar verme ve kamu görevlisine hakaret suçlarının da soruşturulduğu görülmektedir. Buna göre başvurucunun oğlu, mağdur/şüpheli; Ceza İnfaz Kurumu görevlileri O.İ., Z.İ., Ö.A., G.K. ve H.Ö. ise işkence iddiası yönünden şüpheli sıfatıyla soruşturmanın taraflarını oluşturmaktadır. Başvuru dosyası ile bağlantılı olarak incelenen derece mahkemesi dosyasında yer alan Cumhuriyet Başsavcılığının Bakanlık Muhabere Bürosuna hitaben yazdığı 8/8/2014 tarihli yazıda, 4/7/2014 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olaylar hakkında şu bilgilere yer verilmektedir: "Ceza infaz kurumumuzda 04/07/2014 tarihinde saat 11:00 sıralarında A blok 15 nolu odada kalmakta olan hükümlü [N.Y.nin] acil çağrı butonuna basmasının üzerine görevli memurların hükümlünün odasına gittikleri. Hükümlünün teknisyenlikten radyosunu istediği ve sorumlu başmemurla görüşmek istediğini, Saat 11:20 sılarında odanın havalandırmasında bulunan4 adet camı kırdığı, olaydan sonra koridorlara bakan camlara çıkıp personele bağırarak "karınızı çocuğunuzu s...m, savcı seni de s...m" şeklinde sürekli olarak küfür etmeye devam ettiği,Saat 15:30 sularında hükümlünün kalmakta olduğu odanın camlarının kırık olması ve görevli personellere yönelik olarak sürekli bağırarak küfürler etmesi sebebiyle 04/07/2014 tarihli idare ve gözlem kurulu kararı ile A blok 15 numaralı odadan, A blok 14 numaralı odaya oda değişikliğini yapmak için yeteri kadar personel ile hükümlünün odasına girildiği,Hükümlü [N.Y.nin] oda değişikiliğine engel olmaya çalıştığı, bunun üzerine görevli personellerce orantılı güç kullanılarak oda değişikliğinin gerçekleştirildiği, daha sonra acil durum butonuna basarak rahatsızlandığını tedavi olmak istediğini beyan etmesi üzerine 112 acil çağrılarak tedavisinin yapıldığının 04/07/2014 tarihinde tutulan tutanaktan tespit edilmesi sebebiyle hük/tutuklu hakkında 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun Maddesi gereği Kurumumuz Disiplin Kurulu'nun 14/7/2014 tarih 2014/119 dosya 2014/639 karar sayılı ve Kurumumuz Disiplin Kurulu'nun 14/07/2014 tarih 2014/119 dosya 2014/640 sayılı disiplin soruşturması açıldığı; Yapılan disiplin soruşturması neticesinde her iki disiplin kurulu kararı ile de Hükümlü [N.Y.nin] görevli personele küfür etmesi eylemi nedeni ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun 44/2-j maddesi (Kurum görevlilerine hakaret ve tehditte bulunmak) gereği cezalandırılması gerektiği, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 48/ Maddesi gereğince, Hükümlü [N.Y.nin] mükerrir niteliği taşıması sebebiyle 44/ Maddesi gereği 11 Gün Hücreye Koyma + 11 Gün Hücreye Koyma cezasıile cezalandırılmasına; karar verildiği tespite dilmiştir. Hükümlünün odasının değiştirilmesi esnasında oda içerisinde bulunan camları kırdığı ve sakinleşmesi için görevli memurların oda icerisine girdiğinde görevli memurlara mukavemet ettiği, bu sebeple görevli memurların orantılı güç kullanmak suretiyle hükümülüyü oda dışına çıkarttıkları ve yaşananlar neticesinde hükümlünün Tekirdağ Devlet Hastanesi'ne sevki sağlanarak genel adli muayene formu aldırılmış ve söz konusu form gereği için ekte sunulmuştur. Dilekçede iddia olunduğu gibi hükümlüye görevli memurlarca sözde kamerasız bir yere götürülmek suretiyle işkence yapılması, tehditte bulunulması yada insan onuruna yakışmayan herhangi bir uygulamaya tabi tutulması gibi bir durum söz konusu olmamıştır.Hükümlünün kurumumuza bizzat bu yönde bir başvurusunun bulunmadığ, bu sebeple görevli personeller hakkında herhangi bir idari soruşturma başlatılmadığı, fakat Makamınızın ilgi sayılı yazısı suç duyurusu kabul edilerek olay tutanağında isimleri yer verilen görevliler hakkında idari soruşturma başlatılması hususunda bildirimde bulunulmuştur.[.......]" 4/7/2014 tarihinde başvurucunun oğlunun Tekirdağ Devlet Hastanesinde yapılan muayenesi sonucunda saat 30'dadüzenlenen raporda aşağıdaki ifadeler kayıtlıdır: Muayene bulguları kısmı:"Darp edildiğini beyan eden hasta [okunamadı] sol ön kolda muhtelif sayı ebat ve tarzda kesikler mevcuttur."Lezyonlar ile ilgili bulgular kısmı:"Sırtta sağ skapulada [okunamadı] 20 cmlik vertikal kızarıklık mevcuttur. Diğer sistem bulguları haricen normaldir."Sonuç kısmı:"Hayati tehlike yoktur. Geçici rapordur. Kati rapor adli tabipçe verilecektir." Cumhuriyet Savcılığı 2014/6138 sayılı dosyasında 29/9/2014 tarihinde, kamu malına zarar verme ve kamu görevlisine hakaret suçlarından başvurucunun oğlu mağdur/şüpheli hakkında ölüm nedeniyle; işkence ve kötü muamele fiilleri isnat edilen kamu görevlileri hakkında ise delil yetersizliği gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:[....Her ne kadar mağdur şüpheli [N.Y.nin] babası Şehabettin Yılmaz Başsavcılığımıza yazımış olduğu dilekçesinde; Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan oğlu mağdur şüphelinin 04/07/2014 tarihinde şüpheliler tarafından işkenceye maruz kaldığını beyan ederek şikayetçi olmuş,Mağdur şüpheli hakkında ise cezaevi yönetimi tarafından koğuşunda bulunan 2 adet camı kırdığından bahisle suç duyurusunda bulunulmuş ise de, Dosyadaki beyanlar, tutanak içerikleri, olay tarihine ait kamera görüntüleri ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, mağdur şüphelinin bir başkası tarafından darp ya da işkence edildiğine dair kamu davası açmayı gerektirir nitelikte delil bulunmadığı, Mağdur şüphelinin üzerine atılı kamu malına zarar verme ve kamu görevlisine hakaret suçları açısından ise, mağdur şüphelinin 27/07/2014 tarihinde ölmesi nedeniyle kamu davası açılmasının mümkün olmayacağı, Olay günü koğuşun camlarını kıran mağdur şüphelinin, cezaevi yönetimi tarafından oda değişikliğine karar verildiği, buna sinirlenen mağdur şüphelinin bağırıp çağırıp görevlilere küfrederek agresif tavırlar sergilediği, mağdur şüphelinin infaz koruma memurları tarafından sakinleştirilmeye çalışılarak yeni odasına yerleştirildiği, Dosyadaki deliller kapsamında; başkaca bir suçya da suç unsuruna rastlanılmadığı...] Karara, ihbar eden başvurucu ile mağdur/şüphelinin vasisi itiraz etmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde, oğlunun Cezaevinde işkence sonucu öldürüldüğünü, kendisini bu düşünceye sevk eden kuvvetli dellilerinin olduğunu, oğlunun Cezaevinde diğer bir mahkûm tarafından öldürüldüğü ve öldüren kişinin de olaydan beş gün sonra intihar ettiğini haricen öğrendiğini, ölüm olayının bir komplo olduğunu belirtmektedir. Mağdur/şüpheli adına vasi sıfatıyla soruşturmayı takip eden avukat ise 24/10/2014 tarihli dilekçesiyle karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, N.Y.nin Cezaevinde iken kendisine teleposta yoluyla ulaşarak işkence altında olduğunu ve hayatından endişe ettiğini belirterek yardım istediğini, kendisinin de 21/07/2014 tarihli dilekçesi ile Tekirdağ Savcılığına başvurduğunu, başvurucunun oğlunun diğer bir mahkûm tarafından öldürüldüğünü ailesinden öğrendiğini, devletin koruması altında olan ve tek kişilik hücrede kalan bir kişinin bu şekilde öldürülmüş olmasının hayatın olağan akışına uygun olmaması nedeniyle olayın kapsamlı bir araştırma ve kovuşturma yapılmasını gerektirdiğini ileri sürmüştür. Dilekçede ayrıca soruşturmanın hükümlüye Cezaevinde işkence edildiği iddialarına münhasıran açılmış olmasına rağmen, sonrasında gelişen olaylar ile sonuçta öldürülmüş olmasının bu konuda ayrı bir soruşturma yapılmasını zorunlu kıldığı, ölüm olayıyla ilgili bir soruşturmanın Savcılıklarınca yapılıp yapılmadığı ve yapıldıysa sonucunun ne olduğu hakkında bilgilerinin olmadığı hususlarına yer verilmiştir. İtirazı inceleyen Tekirdağ Sulh Ceza Hâkimliğince 27/10/2014 tarihinde, kararın toplanan dellilere uygun olarak verildiği ve soruşturmanın genişletilmesini gerektirecek bir eksiklik bulunmadığı gerekçeleriyle itirazların reddine karar verilmiştir. Karar 27/10/2014 tarihinde başvurucuya, 13/11/2014 tarihinde de vasi sıfatıyla Avukat Mehmet Seyrek'e tebliğ edilmiştir. 18/11/2014 tarihinde aynı zamanda başvurucunun oğlunun vasiliğini yapmış olan Avukat Mehmet Seyrek tarafından başvurucu adına vekâleten bireysel başvuruda bulunulmuştur. B. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığının B. No: 2014/6261 Sayılı Soruşturma Dosyası ile Bağlantılı Olgular Ceza İnfaz Kurumunda işkenceye maruz kalındığı iddiaları ile ilgili soruşturmanın yapıldığı süre içinde başvurucunun oğlu, müteaddit kereler Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne başvurarak tek başına konulduğu odada doktor raporuyla tescilli olan psikolojik problemleri nedeniyle yalnız kalamadığını belirtmiş; yanına başka bir hükümlünün verilmesini talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü, yanında kalmayı kabul eden diğer bir mahkûmun bulunması durumunda talebinin kabul edilebileceği yönünde görüş beyan etmesi üzerine başvurucunun oğlu ile A.K. isimlidiğer bir hükümlü, birlikte kalma taleplerini içeren dilekçelerini Ceza İnfaz Kurumu yönetimine vermişlerdir. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu 25/7/2014 tarihli ve 2014/1010 tarihli kararı ile hükmülülerin birlikte aynı odada kalma talebini kabul etmiştir. Bu karar doğrultusunda başvurucunun oğlu 25/7/2014 tarihinde diğer hükümlü A.K.nın odasına yerleştirilmiştir. 27/7/2014 tarihinde, sabah saat 45'te hükümlü A.K. acil çağrı butonuna basarak çağırdığı görevlilere aynı odada kaldığı N.Y.yi öldürdüğünü beyan etmiştir. Başvurucunun İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi aracılığıyla kendisini temsilen diğer bir avukat tarafından ölüm olayı ile ilgili olarak Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ve 13/8/2014 tarihinde Savcılık kayıtlarına giren dilekçede belirtildiği şekliyle, olayın gerçekleştiği 27/7/2014 tarihinde saat 00'da Ceza İnfaz Kurumu revirinde görevli hekim tarafından ölenin annesinin aranması suretiyle ölüm hakkında aile bilgilendirilmiştir. Ölüm olayıyla ilgili olarak resen başlatılan soruşturma sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığı 22/1/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:[...Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak kalmakta olan [N.Y.nin] 27/07/2014 tarihinde öldürülmesi olayı hakkında başlatılan soruşturma kapsamında; Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu B Blok 59 numaralı odada maktul [N.Y.] ile şüpheli [A.K.nın] beraber kaldıkları, olay tarihinden önce maktul [N.Y.nin] şüpheli [A.K.] ile birlikte kalmak için ceza infaz kurumuna dilekçe verdiği, B 59 numaralı odada kalan şüpheli [A.K.nın] maktul [N.Y.nin] odaya gelmek istediğine dair kuruma dilekçe verdiği, 25/07/2014 tarihli İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı'nın oda koğuşu yerleştirme kararında hükümlü [N.Y.nin] odasının değiştirilerek B 59 numaralı odaya yerleştirilmesinin yapılmasına oy birliği ile karar verildiği, 27/07/2014 günü maktul [N.Y.nin] ile şüpheli [A.K.nın] aynı odada oldukları sırada, maktul [N.Y.nin] şüpheli [A.K.ya] beline masaj yaptırdığı, gece sahur yapmak için her ikisinin de uyumadığı, aralarında masaj yapma nedeniyle tartışma çıktığı ve şüpheli [A.K.nın] adli emanetin 2014/829 sırasında kayıtlı bulunan eritilmiş permatik sapına takılı olan jilet ile maktulün boğazını kestiği, maktulün yatağın üstüne düştüğü sırada çamaşır ipi ile boğazını sıktığı, hareketsiz kalmasından sonra penisini kestiği ve ters çevirip kalça kısmını da elindeki jilet ile kestiği, maktul [N.Y.nin] öldüğünü acil butonuna basarak infaz koruma memurlarına bildirdiği, Şüpheli [A.K.nın] avukat eşliğinde Cumhuriyet Başsavcılığımızda alınan ifadesinde; [N.Y.nin] odasına gelmek istediğini, kendisinin de bunu kabul ettiğini, iki gün birlikte kaldıklarını, [N.nin] belinden fıtık olduğunu söylediğini, kendisinin sürekli kremlerle beline ve kasıklarına masaj yaptırdığını, 27/07/2014 tarihinde sahur yapmak için uyumadıklarını, sahurdan önce "hep sen masaj yapıyorsun biraz da ben sana masaj yapayım" dediğini, kendi yatağında masaj yapmaya başladığını, ısrarla makatına doğru masaj yaptığını, kalçasına tacizde bulunduğunu aralarında tartışma çıktığını, kendi yataklarına geçtiklerini, daha sonradan [N.Y.nin] "yanıma gel beni yanlış anladın sen benim kardeşimsin" dediğini, yanına gittiğinde sarılıp öptüğünü, [N.Y.nin] acil butonuna basıp görevli memur ile görüştüğünü, müdürle görüşmek istediğini söylediğini, aralarında yine tartışma çıktığını ve jilet ile gırtlağına vurduğunu yatağın üzerine düştüğünde kan fışkırdığını ve kalkmaya çalıştığını, çamaşır ipiyle boğazını tuttuğunu, hareketsiz kaldığını görünce kendisine yaptıklarından dolayı önce penisini kestiğini sonra cesedi çevirip kalça kısmını kestiğini, kendisine geldikten sonra acil butonuna basıp durumu haber verdiğini beyan ettiği, Şüpheli [A.K.nın] kasten öldürme suçundan tutuklamaya sevk edildiği ve Tekirdağ 1 Sulh Ceza Hakimliği'nin 2014/4 Sorgu sayılı tutuklama kararı ile tutuklandığı ve Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderildiği, Olay sırasında görevli infaz koruma memurları olan [K.], [E.B.], [F.Ö.], [G.S.] ve [Ş.nin] alınan ifadelerinde; [A.K.nın] haber vermesi neticesinde olayla ilgili bilgilerinin olduğunu, duruma müdahale ederek [A.K.yı] oda dışarısına çıkarttıklarını ve [N.Y.yi] ölü bir halde olduğunu anladıklarını beyan ettikleri, Olay yeri tespit , ölenin kimliğini belirleme ve adli muayene tutanağı ile İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'nın 10/12/2014 tarihli 70898959-02-14/83888/2742 sayılı otopsi raporuna göre maktul [N.Y.nin] vücudunda çok sayıda cilt cilt altı dokuya nafiz kesik vasıfta yara bulunan kişinin ölümünün penis amputasyonuna bağlı dış kanama ve bağla boğmaya bağlı mekanik asfiksinin ortak etkisi sonucu meydana gelmiş olduğunun belirlendiği,Olay günü ceza infaz kurumu B 59 numaralı odayı gören koridora ilişkin kamera kayıtlarının temin edilip yaptırılan bilirkişi incelemesinde, maktul [N.Y.nin] revir dönüşü olan saat 20:06'dan öldürme olayının öğrenildiği 07:54 saatine kadar 59 numaralı odaya başka giren tutuklu, hükümlü, infaz koruma memuru veya başka şahısların tespit edilemediğinin belirlendiği, Şüpheli [A.K.nın] Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kalmakta iken 05/08/2014 günü intihar ederek öldüğü, 2014/6410 soruşturma numarası üzerinden ceza evinde ası suretiyle intihar olayı nedeniyle yapılan soruşturma neticesinde, intihar olayında bir suç yada suçlu bulunmaması nedeniyle olayla ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır. ...] Karar 27/2/2015 tarihinde başvurucu vekili Avukat Efkan Bolaç'a tebliğ edilmiştir. İtiraz edilmemesi nedeniyle karar, kanun yolu incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiştir. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir." 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir." 6216 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(2) Mahkeme,[....]açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18172
Başvuru, bir ceza infaz kurumunda tutulan mahkûmun işkence ve kötü muameleye maruz kalması neticesinde şüpheli şekilde yaşamını yitirmesi ve bu olaylara ilgili olarak yürütülen soruşturmaların etkili olmaması nedenleriyle yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının olmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Van'ın Erciş ilçesinde 23/10/2011 tarihinde meydana gelen depremde başvurucuların yakını, yıkılan bina enkazında kalarak vefat etmiştir. Vefat eden şahıs başvuruculardan Vesile Bayram'ın kızı, diğer başvurucuların ise kardeşidir. Başvurucular, yakınlarının ölüm olayında idarenin tazmin sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle Erciş Belediye Başkanlığı, Afet Acil Durum Yönetimi Başkanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına karşı maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Van İdare Mahkemesi (Mahkeme) 22/12/2016 tarihli kararıyla davayı kısmen kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde, dosyaya sunulan bilirkişi raporu değerlendirilmiştir. Bu kapsamda davalı Erciş Belediye Başkanlığının ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının proje ve uygulama konusundaki denetimini tam olarak yerine getirmediği, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının ise afet durumuyla ilgili gerekli çalışmaları ve denetimleri yapmadığı hususlarına yer verilmiştir. Mahkeme kararında, dosyaya sunulan bilirkişi raporunda belirtilen oranlarda davalı idarelerin hizmet kusurunun olduğu ve hizmet kusuru nedeniyle kusurları oranında tazminat ödemekle yükümlü oldukları belirtilmiştir. Mahkeme, davacıların maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne hükmetmiş; davalı idarelerin kusurları oranında hesaplanan her bir tazminat kalemini ayrı ayrı belirleyerek tespit edilen miktarın davalı idarelerden tahsiline karar vermiştir. Mahkeme kararı 23/2/2017 tarihinde davalılardan Erciş Belediye Başkanlığına ve Afet Acil Durum Yönetimi Başkanlığına, 27/2/2017 tarihinde de davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığına tebliğ edilmiştir. Karar istinaf aşamasından da geçerek Danıştay Ondördüncü Dairesinin 16/5/2018 tarihli onama kararıyla kesinleşmiştir. Başvurucular mahkeme kararında hükmedilen alacağın tahsili talebiyle Erciş Belediye Başkanlığına karşı Van İcra Dairesi nezdinde ilamlı icra takibi başlatmışlardır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden icra dairesi dosyası incelendiğinde, başvurucuya ödeme yapılmadığı tespit edilmiştir. Başvurucular 30/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesince başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve mahkeme kararı gereğince başvuruculara ödeme yapılıp yapılmadığı, ödeme yapılmadıysa sebebine ilişkin olarak Erciş Belediye Başkanlığından bilgi istenmiştir. Erciş Belediye Başkanlığı tarafından gönderilen yazı ve eklerinde; Belediye Başkanlığına ayrılan paydan personel maaşı ödendikten sonra cüzi bir miktar kaldığı, bunun da kamu hizmetlerinin ifası için kullanıldığı, dolayısıyla mahkeme kararını yerine getirebilmek için yeterli ödeneğin bulunmadığı, bu nedenle Hazine ve Maliye Bakanlığından ödenek verildiği veya Belediye Başkanlığının ödeme imkânı bulunduğu takdirde başvuruculara ait dosyada ödeme yapılacağı belirtilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/20329
Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle kararın icrası hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; idarenin kusurlu eylemi sonucu süs bitkilerinin zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, bilirkişi incelemesi yaptırılmaması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, açılan kısmi davada kesin olarak karar verilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Mülkiyeti özel şahıslara ait, Bursa'nın Yenişehir ilçesine bağlı Marmaracık köyü 18 ada 388, 66 ve 67 parsel sayılı taşınmazlar başvurucu tarafından kiralanmıştır. Çiftçi Kayıt Sistemi Belgesi sahibi başvurucu 900 m2lik bu alanda süs bitkisi yetiştiriciliği yapmaktadır.A. Tespit Davası Süreci Başvurucu tarafından kiralanan taşınmazların olduğu bölgede arazi toplulaştırma çalışmaları kapsamında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından 1970'li yıllarda açıldığı belirtilen drenaj kanalı boyunca ve kanala paralel olarak blok yol oluşturulmuştur. Başvurucu, blok yolun drenaj kanalı ile anılan taşınmazlar arasında kot farkı oluşturduğunu, drenaj kanalının ana kanalla bağlantısının kesildiğini ve DSİ'nin kanalları boşaltmadığı için drenaj kanallarda biriken suların tarım arazilerine zarar verdiğini belirterek 7/5/2015 tarihinde Yenişehir Sulh Hukuk Mahkemesinin 2015/7 sayılı İş sayılı dosyasında, oluşan zararının tespitini talep etmiştir. Mahkemece 8/5/2015 tarihinde fen ve ziraatçi bilirkişi eşliğinde taşınmazların bulunduğu bölgede keşif yapılmıştır. Keşif neticesinde düzenlenen fen bilirkişi raporu ile blok yolun taşınmazlar arasında kot farkı oluşturduğu ve drenaj kanalının ana kanal ile bağlantısının kesildiği tespit edilmiştir. Keşif neticesinde düzenlenen ziraatçi bilirkişi raporu ile de zarar miktarı tespit edilmiştir. Ayrıca başvuru konusu parsellerde farklı çeşitlerdeki süs bitkilerinin dikili olduğu ve arazide yağmur sularının biriktiği, bitkilerin tamamen kurumuş olduğu, blok yolun taşınmazlar arasında kot farkı oluşturarak yağmur sularının ana tahliye kanalına ulaşmasını engellediği belirtilmiştir.B. İdareye Başvuru Süreci Başvurucunun delil tespitinden sonra 000 TL maddi zararının yasal faiziyle ödenmesi talebiyle 8/7/2015 tarihinde DSİ'ye yaptığı başvuru zımnen reddedilmiştir. Başvuru formundaki beyana göre aynı blok yol çalışması sırasında zarar verilen, başvurucuya ait 146 adet süs bitkisine karşılık olarak DSİ tarafından dava açılmadan önce toplam 500 TL ödeme yapılmıştır. Tam Yargı Davası Süreci DSİ'ye yaptığı başvurusu zımnen reddedilen başvurucu, DSİ aleyhine 11/9/2015 tarihinde Bursa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 000 TL'lik tam yargı davası açmıştır. Mahkemece 15/9/2015 tarihinde dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Bunun üzerine 3/11/2015 tarihinde dava yenilenmiştir. Bu kez Mahkemece 30/12/2016 tarihinde kesin olarak davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucu tarafından idareye gerekli bildirimlerin yapılmadığı, izinler ile belgeler alınmadan ticari amaçlı süs bitkisi üreticiliği yapıldığı ifade edilmiştir. Buna göre hukuka aykırı, ticari amaçlı süs bitkisi üreticiliğinin hukuken korunmayacağı açıklanmıştır. Sonuç olarak hukuka uygun olmayan anılan ticari faaliyetin idarenin kusurlu hizmeti nedeniyle zarar gördüğünden bahisle idarenin tazmin borcunun doğmayacağı belirtilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 9/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 18/12/1953 tarihli ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilatı ve Görevleri Hakkında Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan mülga maddesi şöyledir: “Bu Kanunun amacı; yerüstü ve yeraltı sularının zararlarını önlemek ve/veya bunlardan çeşitli yönlerden faydalanmak maksadıyla bu Kanun ve ilgili diğer mevzuatla verilen görevleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak üzere; Orman ve Su İşleri Bakanlığına bağlı, kamu tüzel kişiliğine sahip, merkezi Ankara'da bulunan özel bütçeli bir kuruluş olan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını düzenlemektir." 6200 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan mülga maddesinin ilgili fıkrası şöyledir: “Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğünün vazife ve salahiyetleri şunlardır:a) Taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesisler meydana getirmek;..." 30/4/2015 tarihli ve 29342 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Süs Bitkileri ve Çoğaltım Materyallerinin Üretimi ve Pazarlamasına Dair Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"Bu Yönetmeliğin amacı, süs bitkileri ve çoğaltım materyallerinin üretimi ve pazarlaması ile ilgili kuralları belirleyerek, kayıt altına alınmış süs bitkileri sektörünün oluşturulmasını ve sektörde etkin ve doğru planlamaların yapılmasını sağlamaktır." Aynı Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"(1) Bu Yönetmelik süs bitkileri ve çoğaltım materyallerinin üretim ve pazarlama kurallarını, üreticilerinin yükümlülüklerini ve yapılan üretimlerin kontrol ve denetimlerini kapsar. (2) Araştırma ve geliştirme, bilimsel amaçlı ve genetik çeşitliliğin korunmasına yönelik çalışmalarda kullanılan süs bitkileri ve çoğaltım materyalleri, ticarete konu olmamak kaydıyla kendi ihtiyacını karşılamak amacıyla üretim yapan üreticiler ile bu kapsamda üretilen süs bitkileri ve çoğaltım materyalleri ve nihai tüketicilere süs bitkileri ve çoğaltım materyalleri satışı yapanlar ile Devlet fidanlıklarında üretilen her nevi süs bitkisi ve çoğaltım materyali, Orman ve Su İşleri Bakanlığına bağlı fidanlıklarda satışa sunulan süs bitkileri ile ilgili işlemler, herhangi bir ıslah yöntemiyle ıslah edilmiş ve doğal türlerinden farklılaştırılmış olan türler hariç, CITES Sözleşmesi kapsamına giren türler için uygulamalar ve doğal çiçek soğanları ile ilgili işlemler bu Yönetmelik kapsamı dışındadır." Aynı Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"h) Pazarlama: Süs bitkileri ve çoğaltım materyallerini kullanmaya hazır olarak stokta bulundurma, satış için teşhir veya teklif etme veya diğer kişiye satış ve teslimat işlemlerini,ı) Süs bitkisi: Doku kültürü de dâhil olmak üzere farklı yöntemler kullanılarak estetik, fonksiyonel ve ekonomik amaçlarla üretilen/çoğaltılan/büyütülen bitkiyi,i) Süs bitkisi üreticisi: 15/5/2009 tarihli ve 27229 sayılı Resmȋ Gazete’de yayımlanan Tohumculuk Sektöründe Yetkilendirme ve Denetleme Yönetmeliğinin 15 inci maddesine göre verilen “Süs Bitkisi Üretici Belgesi”ne sahip olan gerçek ve tüzel kişileri,j) UPOV Sözleşmesi: Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmeyi,k) Üretim: Süs bitkilerini üretme, çoğaltma ve büyütme faaliyetlerini,ifade eder." Aynı Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"(1) Süs bitkileri ve çoğaltım materyalleri üreticileri;a) Tohumculuk Sektöründe Yetkilendirme ve Denetleme Yönetmeliğinin 15 inci maddesine göre verilen “Süs Bitkisi Üretici Belgesi”ne sahip olmak,b) Bitki Pasaportu ve Operatörlerin Kayıt Altına Alınması Hakkındaki Yönetmeliğin 5 inci maddesi gereği ilgili Müdürlüğe başvurarak kayıtlarını yaptırmış olmak,c) Süs Bitkileri Üreticileri Alt Birliğine üye olmak,ç) Bu Yönetmelik ve Bitki Pasaportu Sistemi ve Operatörlerin Kayıt Altına Alınması Hakkında Yönetmelikte belirtilen şartlara uygun olarak üretim ve pazarlama yapmak,d) Üretim yapacakları materyaller için her yeni üretim döneminde üretimin yapıldığı yerdeki başvuru kuruluşuna beyanname vermek,e) Üretim süreci içinde süs bitkileri ve çoğaltım materyallerini kalite ve bitki sağlığı açısından vejetasyon kontrollerini yapmak, gerektiğinde numuneler alarak yetkili laboratuara analiz yaptırmak,f) Üretim ve pazarlama aşamalarında süs bitkileri ve çoğaltım materyallerinin partilerini oluşturup ayrı ayrı tanımlanabilecek durumda olmasını sağlamak,g) Süs bitkileri ve çoğaltım materyallerinin üretim ve pazarlama ile ilgili kayıtlarını beş yıl süreyle saklamak ve Genel Müdürlük/başvuru kuruluşlarınca talep edilmesi halinde beyan etmek,ğ) Süs bitkileri ve çoğaltım materyallerinde ve üretim alanlarında karantinaya tabi bir hastalık etmeni tespit etmesi durumunda bitki sağlığı kontrol kuruluşuna bilgi vermek, bu kuruluş tarafından gerekli görülen önlemleri almak ve kendisine verilen yükümlülükleri eksiksiz yerine getirmek,h) Bakanlıkça davet edildiği eğitim ve toplantılara katılmakla yükümlüdür." 15/5/2009 tarihli ve 27229 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tohumculuk Sektöründe Yetkilendirme ve Denetleme Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"Bu Yönetmelik; tohum yetiştiricilerinin, tohum işleyicilerinin, tohum, fidan, fide ve süs bitkileri üreticileri ile tohumluk bayilerinin ve doku kültürü ile tohumluk üreticilerinin yetkilendirilmesine ilişkin usul ve esaslar ile yetkilendirilen gerçek ve tüzel kişilerin denetimine ilişkin iş ve işlemleri kapsar." Aynı Yönetmelik'in maddesi ilgili kısmı şöyledir:"ğ) Süs bitkisi üreticisi: Süs bitkileri ve çoğaltım materyallerini üreten, işleyen ve pazarlayan gerçek veya tüzel kişileri,...ifade eder" Aynı Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"(1) Süs bitkisi üretici belgesi üretim tesislerinin bulunduğu il müdürlüğü tarafından verilir ve bütün illerde geçerlidir. (2)Süs bitkisi üretici belgesi başvurusu sırasında aşağıdaki belgeler istenir:a) Başvuru sahibi ziraat mühendisi, ziraat teknisyeni veya bitkisel üretim ya da tohumluk yetiştirme konusunda ders aldığını belgeleyen tekniker ise diplomanın aslı veya il müdürlüğünce onaylı örneği; değil ise çalıştırıldığı beyan edilen ziraat mühendisine ait diplomanın aslı veya il müdürlüğünce onaylı örneği.b) Vergi levhasının aslı veya il müdürlüğünce onaylı örneği.c) İl müdürlüğü tarafından düzenlenen süs bitkileri ve süs bitkileri çoğaltım materyali üretim işletmesi kapasite raporu." 12/1/2011 tarihli ve 27813 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bitki Pasaportu Sistemi ve Operatörlerin Kayıt Altına Alınması Hakkında Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"Bu Yönetmeliğin amacı; zararlı organizma taşıyıcısı olabilecek bitki, bitkisel ürün ve diğer maddeler ile bunları üreten, ithalatını ve ticaretini yapan ve depolayanları kayıt altına almak, bu materyallerin hareketlerini izlemek, herhangi bir zararlı organizmaya rastlanması durumunda kaynağı bulunarak gerekli tedbirleri almaktır." Aynı Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"Bu Yönetmelik, Ek-1’de belirtilmiş olan bitki ve bitkisel ürünler ve diğer maddeler ile bunları üreten, ithalatını ve ticaretini yapanlar ile depolayanların kayıt altına alınması, denetlenmesi ve bitki pasaportu düzenlenmesine ilişkin usul ve esasları kapsar." Aynı Yönetmelik'in maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Ek-1’de listelenmiş olan bitki, bitkisel ürün ve diğer maddelerin üretimini, ithalatını, depolamasını ve ticaretini yapacak operatörler ilgili müdürlüğe başvurarak kayıtlarını yaptırmak zorundadırlar.(2) İlgili müdürlüğe başvuruda bulunan operatörler aşağıdaki şartları yerine getirdiği takdirde kayıt altına alınır ve kayıt numarası verilir.a) Operatör Ek-2’de verilen başvuru formu ile ilgili müdürlüğe müracaat eder. Başvuru formu ekinde üretim yeri ile ilgili ÇKS kaydı, ÇKS kaydı yok ise; kendine ait tapu veya kira sözleşmesi ile birlikte kiraladığı yerin tapu fotokopisi, ecrimisil belgesi, maliki ölmüş arazilerle ilgili olarak tapu fotokopisi ve mirasçıları tarafından kullanıldığını gösterir muhtardan alınan belge ve 15/5/2009 tarihli ve 27229 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Tohumculuk Sektöründe Yetkilendirme ve Denetleme Yönetmeliği gereğince faaliyet alanları ile ilgili Üretici ve Yetiştirici Belgeleri ile Bayilik Belgesini sunarlar. Ayrıca ithalatçılar, depolayanlar ve ticaretini yapanlar, ürünlerini bulundurdukları satış yeri, depo, sera gibi yerlerle ilgili bilgileri ibraz ederler.b) Müdürlükçe operatöre ait belgeler kontrol edilir, tamam olması halinde alanın ve ofis şartlarının denetlenmesi için operatöre randevu verilir.c) Kayıt öncesinde üretim yerlerinde veya sahalarda bitki sağlığı kontrolleri gerçekleştirilir. Üretim yerlerinde veya yakınlarında makroskobik kontroller yapılır. Toprakta yaşayan karantinaya tabi zararlı organizmaların tespiti amacıyla talimatlara uygun olarak üretim yerinden toprak ve/veya üretim harcı örneği alınır. Gerekli hallerde alandan veya civardan bitki örnekleri alınır. Alınan örnekler etiketlenerek analiz için laboratuvara gönderilir. Ofis şartları incelenir ve sorumlu bir kişinin olup olmadığı kontrol edilir. Herhangi bir eksikliğe rastlanılmaması ve analiz sonuçlarının temiz çıkması durumunda kayıt işlemi gerçekleştirilerek operatöre bir kayıt numarası verilir.ç) Operatöre Ek-3’teki kayıt altına alınanların uymaya mecbur olduğu hususları içeren taahhütname imzalatılarak Ek-4’teki örneğe uygun kayıt sertifikası verilir.d) Operatörün faaliyet yeri, üretim yeri, şekli ve deseninde değişiklik yapılacaksa, ilgili müdürlüğe bildirilerek yeni durum ile ilgili gerekli kontroller yapılır...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde usule ilişkin güvencelerden açıkça söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı, keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazların sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyulabilmesi olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45). AİHM'e göre usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meselelerde taraflardan birinin devlet olması durumunda bu ilke daha kuvvetli uygulanma alanı bulur (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinmiştir. AİHM'e göre bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerekir (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54). Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda, idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlarına cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/17930
Başvuru, idarenin kusurlu eylemi sonucu süs bitkilerinin zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, bilirkişi incelemesi yaptırılmaması nedeniyle silahların eşitliği ilkesinin, açılan kısmi davada kesin olarak karar verilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, terör saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayı nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini talebiyle açılan tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde 11/5/2013 tarihinde biri belediye binası önünde, diğeri postane binası yakınlarında olmak üzere bomba yüklü iki aracın infilak ettirilmesi suretiyle terör saldırısı gerçekleştirilmiştir. Saldırı sonucu 51 kişi yaşamını yitirmiş, 222 kişi yaralanmıştır. Başvurucu Doğan Vurur da söz konusu saldırı sonucu ağır yaralanmış, %80 engelli hâle gelmiştir. Başvurucu Doğan Vurur'un 5/6/2013 tarihinde Hatay Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna yaptığı başvuru üzerine 3/2/2014 tarihinde sulhname imzalanmış ve 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca 410,31 TL tutarında maddi tazminat başvurucuya ödenmiştir. Söz konusu terör saldırısıyla ilgili olarak İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından düzenlenen 2/4/2014 tarihli ön inceleme raporunda özetle Hatay Emniyet Müdürlüğüne olay öncesi konuyla ilgili çok sayıda ihbar geldiği, istihbarat birimleri tarafından -araç plakası, şahıs isimleri gibi bilgilerin de belirtilmesi suretiyle- Hatay Emniyetine bilgi sunulduğu, patlamanın meydana gelmesinde önlem almayan emniyet birimlerinin hizmet kusuru olduğu ve ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesi gerektiği belirtilmiştir. İlgili emniyet görevlileri ile mülki idare amirleri hakkında Hatay Valiliği tarafından soruşturma izni verilmesi üzerine Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı 30/12/2014 tarihinde görevi kötüye kullanma suçundan iddianame düzenlemiş ve iddianamenin kabulü ile Hatay Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde 19/1/2015 tarihinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu Doğan Vurur ile diğer başvurucular olan eşi ve çocukları 18/11/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığına sundukları dilekçe ile Doğan Vurur'un yaralanması nedeniyle uğradıkları manevi zararların ödenmesi için talepte bulunmuştur. Talebin 26/11/2015 tarihli işlemle reddi üzerine 25/1/2016 tarihinde, 5233 sayılı Kanun hükümleri kapsamında idare ile imzalanan sulhnamenin iptali ile maddi ve manevi zararlarının ödenmesi talepleriyle tam yargı davası açılmıştır. Dava dilekçesinde, patlamanın ve ölümlerin yaşanmasında idarenin kusuru olduğu, istihbarat bilgisi bulunmasına rağmen önlem alınmadığı ileri sürülmüş ve dava açma süresine ilişkin açıklama yapılarak 5233 sayılı Kanun'dan ayrı olarak kusur sorumluluğu temelinde dava açıldığı vurgulanmıştır. Hatay İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 17/2/2016 tarihli kararıyla davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. Kararın gerekçesinde sulhnamenin iptali ve maddi tazminat talepleri bakımından sulhnamenin imzalandığı 3/2/2014 tarihinden itibaren en geç altmış gün içinde dava açılması veya aynı süre içinde idareye yapılan başvuru neticesinde tesis edilecek işlemin neticesine göre işlemin tebliğinden itibaren geri kalan dava açma süresi içinde dava açılması gerektiği, manevi tazminat talebi bakımından ise 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca olay tarihinden itibaren bir yıl içinde en geç 12/5/2014 günü idari başvuru yapılarak sonucuna göre otuz gün içinde dava açılması gerektiği belirtilmiştir. Bu bağlamda olayın üzerinden uzun süre geçmesinin ardından dava açma süresini canlandırma imkânı bulunmayan 18/11/2015 tarihli idari başvuru üzerine verilen ret cevabının ardından 25/1/2016 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu ifade edilmiştir. Başvurucuların temyiz talebi üzerine Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 14/11/2018 tarihli kararıyla süre ret kararını bozmuştur. Kararın gerekçesinde; 2577 sayılı Kanun'da tam yargı davaları için öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı andan itibaren hesaplanmasının şart olduğu, somut olayda ise başvurucunun eylemin idariliğini 19/1/2015 tarihinde açılan ceza davası ile öğrendiğinin kabulünün gerektiği, bu nedenle de ceza davasının açılmasından itibaren bir yıl içinde 18/11/2015 tarihinde yapıldığı anlaşılan idari başvuru üzerine açılan davanın süresinde olduğu belirtilmiştir. Daire gerekçesinde ayrıca sulhname imzalandıktan sonra idarenin sorumluluğunun hizmet kusuru ilkesi uyarınca çözülebileceğini belirterek sulhnamenin iptali talebinin de tazminat talepleri ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme talebi üzerine Daire, bozma kararını kaldırarak İdare Mahkemesinin 17/2/2016 tarihli süre ret kararını 19/10/2020 tarihinde onamıştır. Başvurucular, nihai kararı 22/1/2021 tarihinde öğrenmelerinin ardından 12/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/5124
Başvuru, terör saldırısı sonucu meydana gelen yaralanma olayı nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini talebiyle açılan tam yargı davasının süre aşımı yönünden reddi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34203
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tam yargı davasının süre aşımı gerekçesine dayanılarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Öncesi Dava Süreci Başvurucu Şirket ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü arasında Rize'de yapılması planlanan Ambarlık I, II Regülatörü ve HES Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalanmıştır. Projenin gerçekleştirilmesine yönelik olarak Rize Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından 15/10/2009 tarihinde "Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) gerekli değildir." kararı alınmıştır. Üçüncü kişiler tarafından "ÇED gerekli değildir." kararının iptali talebiyle Rize İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Başvurucu Şirket davaya davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (İdare) yanında müdahil olarak katılmıştır. Mahkeme 22/6/2011 tarihli kararıyla işlemin iptaline karar vermiştir. Temyiz isteminin Danıştay tarafından reddedilmesi üzerine kesinleşen karar 17/2/2012 tarihinde başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir. Anılan projeye ilişkin "ÇED gerekli değildir." kararının iptali talebiyle açılan davanın yargılaması devam ederken başvurucu Şirketin müracaatı sonucunda İdare tarafından 22/3/2011 tarihinde "ÇED olumlu" kararı alınmıştır. "ÇED olumlu" kararının üçüncü kişilerce iptali talebiyle açılan davada başvurucu Şirket davalı idare yanında davaya müdahil olarak katılmıştır. Mahkeme 17/1/2013 tarihli kararıyla işlemin iptaline karar vermiştir. Temyiz ve karar düzeltme incelemesi sonucunda kesinleşen karar 24/8/2015 tarihinde başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir. "ÇED olumlu" kararının da iptal edilmesi üzerine başvurucu Şirket tarafından yeniden ÇED süreci başlatılmış, İdare tarafından 2/6/2015 tahinde yeniden "ÇED olumlu" kararı alınmıştır. Söz konusu kararın iptali talebiyle üçüncü kişiler tarafından açılan dava Mahkemenin 10/6/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme kararı başvurucuya 1/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu Şirket; İdarenin işlem ve kararları doğrultusunda başlatılan ancak idari yargı kararlarınca durdurulan inşaat ve yatırım sürecinde projenin %50'sinin tamamlanabildiği, başlangıçta belirlenen projenin temel karakteristik değerleri ile projenin devam edilebildiği aşamadaki değerleri arasında şirket aleyhine öngörülemez farklılıkların oluştuğu, projenin inşaat işlerini gerçekleştirmek için yeniden başka bir şirketle sözleşme imzalamak ve finansal kaynak temini için kredi kullanmak zorunda kaldığı, uzun dava süreci sonunda projeye yeniden devam edebilmesi için öngörülemeyen masraflarının olduğu gerekçesiyle zararlarının tazmini talebiyle 31/8/2016 tarihinde İdareye başvurmuştur. Başvurunun İdare tarafından reddedilmesi üzerine başvurucu Şirket tam yargı davası açmıştır. Mahkeme tam yargı davasının süre aşımı sebebiyle reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; dava konusunun idari işlemin uygulanması mahiyetinde olan idari eylemden kaynaklanmadığı, ÇED kararlarına ilişkin işlemlerin mahkeme kararlarıyla iptal edilmesi sebebiyle uğranılan zararların tazmini olduğu belirtilmiştir. İdari işlemlerden kaynaklı tazminat davalarında 1/6/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin uygulanması gerektiğine değinmiştir. Mahkeme "ÇED gerekli değildir." kararının iptali talebiyle açılan ve temyiz incelemesi sonucunda kesinleşen kararın başvurucuya 17/2/2012 tarihinde tebliğ edildiğini, "ÇED olumlu" kararının iptali talebiyle açılan ikinci davaya ilişkin kesin kararın başvurucu Şirkete 24/8/2015 tarihinde tebliğ edildiğini tespit etmiştir. Anılan Kanun'un maddesi gereği iptal kararlarının başvurucu Şirkete tebliğ edildiği 17/2/2012 veya 24/8/2015 tarihinden itibaren altmış gün içinde davanın açılmamış ya da söz konusu Kanun'un maddesi kapsamında İdareye başvurulmamış olması sebebiyle 30/12/2016 tarihinde açılan tam yargı davasının süresinde olmadığına hükmetmiştir. Başvurucu Şirketin davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin karara karşı yapmış olduğu istinaf başvurusunun Samsun Bölge İdare Mahkemesi tarafından reddine karar verilmiştir. Nihai karar başvurucuya 23/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2577 sayılı Kanun'un "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür." 2577 sayılı Kanun'un "İptal ve tam yargı davaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39987
Başvuru, tam yargı davasının süre aşımı gerekçesine dayanılarak reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın iadesi talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuşlardır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde astsubay olarak görev yapmakta iken disiplinsizlik ve ahlaki durum gerekçe gösterilerek sıralı sicil amirleri tarafından hakkında TSK bünyesinde kalması uygun değildir sicili düzenlenmiştir. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği uyarınca, düzenlenen bu sicilin Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından da uygun görülmesi üzerine Millî Savunma Bakanlığının 9/4/2010 tarihli onayıyla başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucunun ayırma işlemine karşı açtığı dava Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Birinci Dairesinin (Mahkeme) 31/5/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 926 sayılı Kanun ve Astsubay Sicil Yönetmeliği'nin konuya ilişkin hükümleri hatırlatılmıştır. Kamu hizmetinin iyi bir şekilde sunulabilmesi adına gerekli tedbirleri almak ve verim alınamayacak olan personeli ayırmak hususunda idarenin takdir yetkisinin bulunduğu ancak bu yetkinin kamu yararına uygun kullanılması gerektiği vurgulanmıştır. Başvurucunun disiplin safahatına yer verilerek aldığı disiplin cezaları tek tek sayılmıştır. Ayrıca başvurucunun askerî eşyayı gizlemek fiilinden ötürü hakkında açılan ceza davasında 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun bir başka olay nedeniyle de dikkatsizlikle meslektaşını yaralaması sonucu açılan kamu davasının uzlaşma üzerine düşürüldüğü belirtilmiştir. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan yargılama süreci nedeniyle değil disiplin durumundan dolayı meslekten çıkarıldığı hatırlatılmıştır. Başvurucunun disiplin cezalarına ve uyarılara karşın ıslah olmadığı ve hizmetin gerektirdiği davranışı sergilemekten uzak olduğu kanaatine varılarak işlemin tesis edildiği vurgulanmıştır. Nihayetinde tüm bu hususlar değerlendirilerek idarenin takdir yetkisini objektif ölçülere, kamu hizmeti gereklerine ve hukuka uygun olarak kullanmış olduğu sonucuna varılmış ve ret gerekçesi oluşturulmuştur. Karar düzeltme istemi Mahkemenin 29/11/2011 tarihli hükmüyle reddedilmiştir. Başvurucu 17/12/2015 tarihinde, Anayasa Mahkemesinin özgürlük ve güvenlik hakkının ihlali yönünde verdiği bir kararı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının 29/5/2012 tarihli sıralı sicil amirlerine dair bir emrini öğrendiğini, ayrıca hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu kamu davasının düştüğünü, bu hususlar çerçevesinde durumunun yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederek yargılamanın iadesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 23/6/2016 tarihli kararıyla yargılamanın iadesi talebini reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına konu yargılama sürecinden bağımsız olarak disiplin durumu nedeniyle meslekten çıkarıldığı hatırlatılmıştır. Diğer taraftan ayırma işlemine dair sürecin 926 sayılı Kanun ve Astsubay Sicil Yönetmeliği uyarınca hukuka uygun olarak yapıldığı konuya dair emirlerin bu durumu değiştirmediği ifade edilmiştir. Sonuç olarak yargılamanın iadesini gerektirecek bir hukuki durumun bulunmadığı belirtilmiş ve ret gerekçesi oluşturulmuştur. Başvurucu ret hükmünü 1/8/2016 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 18/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun "yargılamanın iadesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir;"Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyle yargılamanın iadesi istenebilir.a) Zorlayıcı sebepler dolayısiyle veya lehine karar verilen tarafın eyleminden doğan bir sebeple elde edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması;b) Karara esas olarak alınan belgenin sahteliğine hükmedilmiş veya sahte olduğu, mahkeme veya resmi bir makam huzurunda ikrar olunmuş veya sahtelik hakkındaki hüküm karardan evvel verilmiş olup da yargılamanın iadesini isteyen kimsenin, karar zamanında bundan haberi bulunmamış olması;c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün kesin hüküm halini alan bir kararla bozularak ortadan kalkması;d) Bilirkişinin kasıtla gerçeğe aykırı beyan ve ihbarda bulunduğunun, hükümle tahakkuk etmesi;e) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanmış olması;f) Vekil veya kanuni temsilci olmayan kimseler huzuru ile davanın görülüp karara bağlanmış bulunması;g) Çekilmeye mecbur olan Başkan veya üyenin katılması ile karar verilmiş olması;h) Tarafları ve sebebi aynı olan bir dava hakkında verilen karara aykırı yeni bir karar verilmesine sebep olabilecek bir madde yokken, aynı Daire veya diğer Daireler yahut Daireler Kurulu tarafından evvelki ilamın hükmüne aykırı bir karar verilmiş bulunması.ı) (Ek: 11/4/2013-6459/2 md.) Kararın, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması.Birinci fıkranın (ı) bendi kapsamına giren kararlar hakkında yargılamanın iadesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir. " 1602 sayılı mülga Kanun'un "Kanun yollarına ilişkin özel hükümler" kenar başlıklı maddesi şöyledir;"Yargılamanın iadesi ve kararın düzeltilmesi istekleri dilekçe ile yapılır. Bu istekler esas kararı vermiş olan dairede veya Daireler Kurulunda karara bağlanır.İsteğin ilişkin olduğu konu, diğer bir dairenin görevine girmiş ise, karar bu dairece verilir. 26 ncı maddenin (b) bendi hükmü,yargılamanın iadesinde ve kararın düzeltilmesinde de uygulanır.Karşı tarafın savunması ve Başsavcılığın düşüncesi alındıktan sonra istekler incelenir ve kanunda yazılı sebepler varsa davaya yeniden bakılarak karar verilir.Yargılamanın iadesi ve kararın düzeltilmesi istekleri kanunda yazılı sebeplere dayanmıyor ise isteğin reddine karar verilir ve HukukUsulü Muhakameleri Kanununun bu husustaki hükümlerine göre para cezasına da hükmolunur.Yargılamanın iadesi ve kararın düzeltilmesi isteklerinde duruşma yapılması, görevli daire veya Daireler Kurulunun kararına bağlıdır"6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun yargılamanın yenilenmesi kurumunu düzenleyen ve maddelerinde de benzer hükümlere yer verilmiştir. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, ... bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni hak ve uyuşmazlıklar kolunun uygulanabilirliğine ilişkin içtihadını Regner/Çek Cumhuriyeti ([BD], B. No: 35289/11, 19/9/2017, § 99-112) kararında toparlamıştır. Kararın ilgili kısımları şöyledir:" AİHM 'medeni' kol bağlamında maddenin uygulanabilir olması için Sözleşme'de korunup korunmadığından bağımsız olarak ulusal hukukta tanınan -en azından savunulabilir bir temeli bulunan- bir 'hak' ile ilgili bir 'uyuşmazlık' olması gerektiğini tekrarlar. Uyuşmazlık samimi ve ciddi olmalıdır. Uyuşmazlık sadece bir hakkın gerçek varlığıyla değil, hakkın kapsamı ve uygulanma şekliyle de ilgili olabilir. Son olarak yargılamanın sonucu söz konusu hak için doğrudan belirleyici olmalıdır. Ancak hafif bağlantılar ya da uzak sonuçlar maddenin devreye girebilmesi için yeterli olmaz . AİHM hakkın varlığıyla ilgili olarak, ulusal hukukun ilgili hükümlerinin ve ulusal mahkemelerin bunlara ilişkin yorumlarının başlangıç noktası olması gerektiğini tekrarlar. maddenin (1) numaralı fıkrası 'hak ve yükümlülükler' için taraf devletin maddi hukukunda herhangi bir somut içerik garanti etmez. AİHM taraf devletin ulusal hukukunda yasal bir temeli bulunmayan maddi bir hakkı maddenin (1) numaralı fıkrasının yorumu yoluyla türetmeyebilir. Bu çerçevede AİHM ulusal kanun koyucu tarafından ihdas edilen hakların maddi veya usule ilişkin ya da alternatifli olarak bu ikisinin bir kombinasyonu da olabileceğini gözlemler. Ulusal hukukta tanınan ve mahkemeler kanalıyla icra ettirilebilme usul güvencesiyle desteklenmiş bir maddi hakkın bulunduğu hallerde maddenin (1) numaralı fıkrası bağlamında hakkın var olduğu hususunda şüphe yoktur. Kanun hükmünün lafzının [otoritelere] takdir yetkisi bahşetmesi tek başına hakkın varlığını dışlayan bir unsur olarak görülemez. Gerçekte madde başvurucunun hakkına müdahale sonucunu doğuran takdir yetkisine dayalı kararlara ilişkin davalara da uygulanır. Ancak madde ulusal kanun koyucu tarafından -herhangi bir hak bahşetmeksizin- mahkemelerde ileri sürülmesi mümkün olmayan belli avantajlar sağladığı hallerde uygulanmaz. Aynı durum bir kimsenin ulusal mevzuattaki haklarının, bunların tanınacağına dair basit bir umut ile sınırlı olduğu ve hakkın tanınmasının bütünüyle otoritelerin takdirine ve keyfiyetine bağlı bulunduğu haller yönünden de geçerlidir. ... Bazı durumlarda ulusal hukuk bireyin öznel bir hakkını tanımamasına karşın işlemin keyfi olduğu veya yetki aşımı içerdiği ya da usul hataları bulunduğu yolundaki iddialarını inceletmek için dava açma hakkı bahşetmektedir. Bu durum, kamu otoritelerinin bir avantajı veya ayrıcalığı tanımak veya buna ilişkin isteği reddetmek hususunda mutlak takdir yetkisini haiz olduğu ve kanunun kişiye bu hakla ilgili olarak tanıdığı, mahkemelere başvuru hakkının kullanımı üzerine mahkemelerin bu işlemi hukuka aykırı bularak iptal edebildiği hallerde önem taşır. Böyle bir durumda maddenin (1) numaralı fıkrası avantaj ya da ayrıcalığın bir kere tanınmakla medeni bir hakka vücut vermesi koşuluyla uygulanabilir. "
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14563
Başvuru, yargılamanın iadesi talebinin reddi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, sözleşmeli personel statüsüne geçilmesi istemiyle yapılan idari başvurunun reddinin iptali istemine dayalı olarak açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Samsun Gazi Devlet Hastanesinde devlet hizmet yükümlüsü olarak acil tıp uzmanı unvanıyla görev yaparken 10/7/2003 tarihli ve 4924 sayılı Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun kapsamında sözleşmeli personel statüsüne geçmek istemiyle başvuru yapmıştır. Başvurucunun talebi 2018/9 sayılı Genelge uyarınca branşına ihdas edilmiş boş pozisyon bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, anılan işlemin iptali için Samsun İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu, kendisi ile benzer durumda olan bazı davacıların açmış olduğu davalar üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin vermiş olduğu aynı tarihli iki kararı da dilekçesine eklemiştir. İdare Mahkemesi; mevzuatta ilgililere devlet hizmeti yükümlülüğünü devlet memuru veya 4924 sayılı Kanun'a tabi sözleşmeli sağlık personeli olarak yapmak konusunda seçme hakkı tanındığı ve bu tercihlerini kullanmaları için herhangi bir şart öngörülmediği, dolayısıyla 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun Ek maddesine göre iradesini sözleşmeli olarak çalışma yönünde ortaya koyan başvurucunun bu talebinin branşına ihdas edilmiş boş ve vizeli sözleşmeli pozisyon bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığına ve başvurucunun yoksun kaldığı parasal haklarının idarece tazmin edilmesi gerektiğine oyçokluğuyla karar vermiştir. İdarece kararın istinaf edilmesi üzerine Samsun Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Dava Dairesi) İdare Mahkemesinin kararının ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Dava Dairesi, gerekçesinde ilgili mevzuat hükümlerini sıraladıktan sonra özetle 2017/11115 sayılı Bakanlar Kurulu kararının ekindeki tabloda 2018 yılını kapsayan sözleşmeli sağlık personeli istihdam edilecek hizmet birimlerinin sayılarının tespit edildiği, idareler bazında personel dağılımlarına yer verildiği ve 000 adet sözleşmeli pozisyonunun belirlendiği, ayrıca Maliye Bakanlığının 1/1/2018 tarihinden geçerli olmak üzere 000 adet sözleşmeli personel pozisyonunun 4924 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca vize edildiği; vize edilen bu pozisyonlara yapılacak yerleştirmelere ilişkin usul ve esasları belirleyen Sağlık Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 2018/9 sayılı Genelgesi'nin maddesi uyarınca Gazi Devlet Hastanesinin de bulunduğu ek I sayılı cetvelde belirtilen uzman tabip pozisyonlarının sadece acil tıp uzmanları için kullanılacağı, anılan hastane için 4 adet uzman tabip kadrosunun vize edildiği ve dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibarıyla da boş uzman tabip pozisyonunun bulunmadığı, netice olarak devlet hizmet yükümlüsü olarak görev yapan ve acil tıp uzmanı olan başvurucunun görev yaptığı Gazi Devlet Hastanesinde boş uzman tabip pozisyonu olmadığı için 4924 sayılı Kanun kapsamında sözleşmeli statüde istihdam edilebilme imkânı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 13/6/2019 tarihinde öğrendikten sonra 12/7/2019'da bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/24420
Başvuru, sözleşmeli personel statüsüne geçilmesi istemiyle yapılan idari başvurunun reddinin iptali istemine dayalı olarak açılan davanın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle Hava Kuvvetleri Komutanlığının dış kaynaktan subay temini sınavından başarısız sayılma işlemine karşı açılan iptal davasında adil yargılanma hakkının, cezaların şahsiliği ilkesinin ve maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/12/2016 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığının dış kaynaktan subay temini sınavına başvurmuş ve 8/1/2017 tarihinde açıklanan sınav sonucuna göre asil olarak sınavı kazanmıştır. Başvurucu hakkında, 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesi uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Yönetmelik'in maddesi uyarınca yapılan değerlendirme sonucunda başvurucunun güvenlik soruşturmasının olumsuz olduğu sonucuna varılmış ve başvurucu başarısız kabul edilerek adaylığı sonlandırılmıştır. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle 27/10/2017 tarihinde dava açmıştır. Antalya İdare Mahkemesi 31/10/2017 tarihinde 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin fıkrasının (a) bendi uyarınca davayı yetki yönünden reddetmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 28/11/2018 tarihinde davayı reddetmiştir. Başvurucu karara karşı 5/2/2019 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 19/6/2019 tarihinde istinaf başvurusunu reddetmiştir. Karar, temyiz yolu açık olarak verilmiştir. Başvurucu karara karşı 30/7/2019 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay On İkinci Dairesi (Danıştay) 16/9/2019 tarihinde temyiz başvurusunu reddederek Bölge İdare Mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar başvurucuya 13/11/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39597
Başvuru, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle Hava Kuvvetleri Komutanlığının dış kaynaktan subay temini sınavından başarısız sayılma işlemine karşı açılan iptal davasında adil yargılanma hakkının, cezaların şahsiliği ilkesinin ve maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle seyahat hürriyetinin, sokağa çıkma yasağına bağlı olarak tıbbi tedaviye erişememe nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Olayın gerçekleştiği tarihlerde PKK terör örgütünün Yüksekova ilçesinin de aralarında bulunduğu bazı yerleşim merkezlerinde silahlı ayaklanma girişiminde bulunması nedeniyle bu merkezlerde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve terörle mücadele operasyonları yürütülmeye başlanmıştır (sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ve ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 342). Somut başvuruda dile getirilen iddialara göre Şemdinli'de ikamet eden başvurucu 30/3/2016 tarihinde Şemdinli Devlet Hastanesine başvurmuş ve tedavi amacıyla Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edilmiştir ancak Şemdinli'nin kara yolu bağlantısını sağlayan Yüksekova'da sokağa çıkma yasağı uygulanması nedeniyle sevk edildiği hastaneye gidememiştir. 30/3/2016 tarihinde yapılan somut başvuruda başvurucu, Van ya da Diyarbakır gibi yakın şehirlerde, kalp damar uzmanı doktoru olan bir hastaneye ulaşımının sağlanması konusunda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca geçici tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi, Hakkâri Valiliğinden geçici tedbir talebine konu edilen başvurucunun durumu ile ilgili bilgi istemiştir. Valiliğin bu talebe 4/4/2016 tarihinde verdiği cevaba ve cevap yazısı ekinde yer alan belgelere göre;i. Şemdinli'de sokağa çıkma yasağı uygulanmamaktadır. Şemdinli-Van ve Şemdinli-Diyarbakır kara yolu, güvenliği sağlanan alternatif bir güzergâh üzerinden ulaşıma açıktır.ii. Başvurucunun tıbbi kayıtlarında 3/3/2016 tarihinde Diyarbakır'da geçirdiği operasyon ile kalbine stent takıldığı, 30/3/2016 tarihinde Şemdinli Devlet Hastanesine başvurduğu ve kontrol amacıyla Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edildiği görülmektedir.iii. Anayasa Mahkemesinin bilgi talebinin Valiliğe ulaşmasının ardından başvurucu, 1-2 ve 3/4/2016 tarihlerinde telefonla aranmıştır. Telefonu açan başvurucunun eşine kara yolunun güvenli ve açık olduğu, talepleri hâlinde Diyarbakır ya da Van'daki bir hastaneye ulaşımlarının ambulansla sağlanacağı bildirilmiştir. Başvurucunun eşi telefondaki görevliye hastaneye ambulans helikopter ya da ambulans uçakla gitmek istediklerini, kara ambulansı ile gitmeyi kabul etmediklerini bildirmiştir.iv. Başvurucu, genel kontrol amacıyla hastaneye sevk edilmiştir ve acil bir rahatsızlığı bulunmamaktadır. Ambulans helikopter ve uçaklar yalnızca acil hastalara hizmet verdiğinden başvurucunun talebi kabul edilmemiştir. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü 5/4/2016 tarihli ara kararıyla geçici tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Ret kararının ilgili kısmı şöyledir:" Başvuruda Şemdinli ilçesinin coğrafi konumu nedeniyle Yüksekova'dan geçmeksizin Türkiye'nin herhangi bir noktasına ulaşımın mümkün olmadığı dolayısıyla Şemdinli'de yaşayan başvurucunun sağlık hizmetlerine erişiminin kısıtlandığı ve yaşamının tehlike altında olduğu ileri sürülmüştür. Ancak resmi makamlardan alınan bilgilerden Yüksekova üzerinden yapılacak transit geçişlerin alternatif yolları kullanmak suretiyle sağlanabildiği görülmektedir (bkz.§ 14). Bununla birlikte başvurucunun başka bir sağlık kuruluşuna erişemediği yönündeki talebini resmi makamlara iletmeksizin doğrudan Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim başvuruya ilişkin Hakkari Valiliğinden bilgi ve belge talep edilmesi üzerine sağlık birimleri olaydan haberdar olmuş, başvurucuyla farklı günlerde üç kez iletişime geçerek kara ambulansı ile ulaşımının sağlanabileceği bildirilmiş ancak başvurucu tarafından bu öneri reddedilmiştir. Ayrıca başvurucu durumunun aciliyetine ya da karayolu ulaşımının neden uygun olmadığına ilişkin herhangi bir gerekçe göstermeksizin uçak ambulans veya helikopter talebinde bulunmuştur (bkz.§ 14). Anayasa Mahkemesi gerçekleştiği iddia olunan müdahalenin başvurucunun "yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne" yönelik gerçek ve ciddi bir tehlike oluşturabilecek nitelikte olması halinde İçtüzük'ün Maddesi uyarınca tedbir değerlendirmesi yapabilmektedir. Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden başvurucunun sağlık hizmetlerine bizzat ulaşma imkanı bulunduğu gibi talep etmesi halinde kamu makamları tarafından da bu imkanın kendisine sağlanabileceği anlaşıldığından bu aşamada koşulları oluşmayan tedbir talebinin reddine karar verilmesi gerekir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5993
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle seyahat hürriyetinin, sokağa çıkma yasağına bağlı olarak tıbbi tedaviye erişememe nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, Antalya Devlet Hastanesinde gerçekleştirilen doğum neticesinde anne karnındaki çocuğun ölü olarak doğurtulması ve kusuruyla bu duruma sebebiyet verdiği iddia edilen doktor hakkında Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkili bir soruşturma yapılmaksızın kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedenleriyle Anayasa’nın maddesinde tanımlanan yaşam hakkının ve maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/4/2013 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 21/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 28/10/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 10/11/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, doğum sancıları artan eşini 6/1/2010 tarihinde saat 46’da Antalya Devlet Hastanesine (Hastane) götürmüştür. Anılan Hastanede Kadın doğum doktoru olarak görev yapan S.E., “gebelik, doğrulanmış” tanısıyla hastadan çeşitli tahliller istemiş, bebeğin kalp atışlarının seyrini gösteren NST adlı bir test yapmış ve bu işlemleri takiben hastanın yatışına karar vermiştir. Hasta yatış formuna göre saat 32’de işlemleri tamamlanan hasta, doğumhaneye yatırılmıştır. Doğumhaneye yatırılan hastanın travay izleme kâğıdında özetle saat 45’te çocuk kalp seslerinin 128, serviks açıklığının 1 cm olduğu, çocuk kalp seslerinin saat 00’de 130, saat 30’da 120 olduğu, deselerasyon olduğu için Asistan Dr. G. değerlendirerek Dr. S.E.ye bilgi verdiği, çocuk kalp seslerinin saat 00’de 121, saat 30’da 128, saat 00’te 150, saat 30’da 126 ve saat 45’te 128 olduğu, saat 00’te çocuk kalp seslerinin alınamaması üzerine Dr. S.E.ye haber verildiği, 30’da su kesesinin açıldığı ve suyun koyu mekonyumlu olduğu, saat 00’ten sonra çocuk kalp seslerinin alınamadığı ve saat 45’te 830 gr. ve 50 cm. ölü bir kız çocuğunun (Çocuk) doğurtulduğu belirtilmektedir. Başvurucunun 7/1/2010 tarihli dilekçe ile çocuğun ölü olarak dünyaya gelmesinde ihmalleri olan doktorlar hakkında şikâyetçi olması üzerine, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Sor. No:2010/1148 sayılı dosya ile soruşturma başlatılmıştır. Çocuğun 8/1/2010 tarihli ölü muayene tutanağından çocuğun ölü doğup doğmadığının, eğer ölü doğmuş ise ölü doğmasına neden olan sebeplerin tespiti açısından sistematik otopsi yapılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Adli Tıp Kurumu Antalya Grup Başkanlığının 7/4/2011 tarihli otopsi raporunda, çocuğun ölü olarak doğduğunun saptandığı fakat ölüm sebebi hakkında Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan rapor alınmasının uygun olacağı yönünde görüş bildirilmiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 15/1/2010 tarihli yazı ile Muratpaşa Kaymakamlığından Hastanenin acil servisinde görevli kadın doğum doktorları hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca ön inceleme yapılarak ön inceleme sonucu verilecek kararın tarafına gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Muratpaşa Kaymakamlığı, ilgili doktorların il personeli olması sebebiyle dosyanın Antalya Valiliğine gönderilmesine karar vermiştir. Antalya Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü 23/2/2010 tarih ve 3485 sayılı yazı ile Dr. A.B.yi ön inceleme raporunu hazırlamak üzere görevlendirmiştir. Ön incelemeci Dr. A.B., başvurucunun şüpheli sıfatıyla Dr. S.E.nin ve olay hakkında bilgisi bulunan diğer bazı kişilerin ifadelerini almış; olay ile ilgili olarak Uzm Dr. Ö.den bilirkişi görüşü almış ve elde ettiği veriler doğrultusunda ihmali düşündürecek somut bilgi bulunmadığı gerekçesiyle ilgililer hakkında herhangi bir işlem yapılmasına gerek olmadığı yönünde görüş bildirmiştir. Antalya Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü 3/5/2010 tarih ve 71 No.lu kararı ile Dr. S.E. hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Anılan karar, başvurucunun adresinin tespit edilememesi sebebiyle ilanen tebligat hükümleri uyarınca tebliğ edilmiştir. İlanen tebligattan sonra anılan karara herhangi bir itiraz olmaması üzerine Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 10/1/2011 tarihli ve Sor. No: 2010/1148, K.2011/992 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu, Antalya Valiliğinin 3/5/2010 tarihli soruşturma izni verilmemesine ilişkin işleminden Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını öğrendiği anda haberdar olduğunu, şikâyet tarihinden itibaren Topallı Köyü’nde ikamet ettiğini ve adresinin kayıtlı olduğunu belirterek 19/4/2011 tarihinde Antalya Bölge İdare Mahkemesine başvurmuş ve Antalya Valiliğinin soruşturma izni verilmemesi işleminin iptal edilmesi talebinde bulunmuştur. Antalya Bölge İdare Mahkemesi 6/5/2011 tarihli ve E.2011/167, K.2011/167 sayılı kararı ile itirazın kabulüne, ilgili doktor hakkında soruşturma izni verilmesine ve dosyanın Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Bu karar üzerine Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı, Sor. No: 2011/31393 sayılı dosya ile soruşturmaya devam etmiştir. Bu kapsamda Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı, 23/6/2011 tarihinde müşteki sıfatıyla başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucu ifadesinde özetle hamileliğinin ayında olan eşini Hastaneye götürdüğünü, eşiyle Dr. S.E.nin ilgilendiğini, hastaneye gittikten 4,5 saat sonra kendisine eşinin ölü doğum yaptığının söylendiğini, doktorun kendisine doğum kanalı açılmadığı için beklediğini, beklerken de bebeğin kalbinin durduğunu söylediğini, anında müdahale olsaydı veya sezaryen ameliyatı yapılsaydı bebeği kaybetmeyeceklerini düşündüğünü, bu nedenle Dr. S.E.den şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Başvurucunun eşi de benzer yönde beyanda bulunarak Dr. S.E.den şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 1/7/2011 tarihinde şüpheli sıfatıyla Dr. S.E.nin ifadesini almıştır. Dr. S.E. ifadesinde özetle olay tarihinde doğum polikliniğinde acil kadın doğum kısmında nöbetçi olduğunu, acilden 45'te giriş yapan hastayı muayene ettiğini, doğum için açıklık olmadığını ve kanamanın bulunduğunu, hastanın sancı takibi için acil olarak NST 'ye bağlandığını, 10 dakika NST çekildiğini, daha sonra saat 00 sularında yatış kararı vererek hastayı doğum salonuna aldırdığını, hastanın yarım saat sonra tekrar NST'ye bağlandığını, aradan 5 dakika geçtikten sonra bebeğin kalp atışlarının 100’ün altına düşmesi ve bunun 5 dakika sürmesi üzerine hastaya oksijen verildiğini ve 1000 cc serum takıldığını, daha sonra NST'de kalp seslerinin normale döndüğünü ve hastayı takibe başladıklarını, hastanın takibi konusunda gerekli talimatları vererek saat 45'e kadar başka hastalar ile ilgilendiğini, saat 00 sularında bebeğin kalp atışının durduğu bilgisinin tarafına verildiğini, hemen doğum salonuna gittiğini, hastayı USG'ye aldığını fakat USG’de bebeğin kalp seslerini alamadığını, bunun üzerine sancılar da olması nedeni ile dekorman yani bebeğin eşinin erken ayrılması teşhisi ile hastayı muayene masasına aldığını, bebeğin suyunu açtığını, suyun ileri derecede mekonyumlu yani koyu yeşil renkte olduğunu, bu durumun suda bebek dışkısının yoğun olduğunu gösterdiğini, bebeğin bu sebeple hayatını kaybettiğini düşündüğünü, hastaya saat 15 sularında normal doğum yaptırıldığını, ölü olarak bir kız çocuk doğurtulduğunu, bebeğin yeşil renkte olduğunu, olayda herhangi bir kusurunun bulunmadığını, ölümün bebekte ya da annede olan rahatsızlıktan kaynaklandığını düşündüğünü belirtmiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 12/12/2011 tarihli yazı ile başvurucu hakkındaki evrakı Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumuna göndermiş ve bebeğin ölüm sebebinin tespiti hususunda rapor istemiştir. Kadın hastalıkları ve doğum ile çocuk sağlığı ve hastalıkları alanlarında uzman üyelerin de katılımı ile Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu, başvurucu ile Dr. S.E.nin ifadelerini dikkate alarak ve olayla ilgili düzenlenen adli ve tıbbi belgeleri inceleyerek 13/6/2012 tarihli raporu hazırlamıştır. Raporun sonuç kısmı şöyledir:“…...miadında intrauterin (rahim içi) gelişim gösteren, bebeğin ölü doğmuş olduğu,07/01/2010 tarihinde 30 ' da hastaneye başvurduğu NST çekildiği, kontraksiyonlara göre yatışına karar verildiği, açıklığının bir parmak olduğu silinmenin olmadığı, ÇKS ve NST takiplerine alındığı 00 saatli NST'de kurulumuzca incelenmesinde derin bradikardi olduğunun görüldüğü Dr. Sevim Efe'nin ifadesinde de bradikardinin tespit edilmesi üzerine oksijen verildiği ve düzelme olduğunun belirtildiği takip NST'lerinde bunun tekrarlanmadığı, deselerasyonlarının görülmediği, 15-30 dakika aralar ile yapılan ÇKS takiplerinde saat 00 ÇKS alınamadığı doktora haber verildiği, doktorun doğum salonuna giderek gebeyi muayene ettiği, USG çektiği kalp seslerinin olmadığını tespit ederek eşiyle konuşup normal doğum takibine alındığı 45 ' de poche artifisyel olarak açıldığı, çamur gibi mekonyum çıktığı, saat 45 'de normal spontan doğum ile ölü kız bebek doğurtulduğu bebeğin yapılan otopsisinde alınan akciğer örneklerinin mikroskobik incelemesinde yaygın amnion aspirasyonu ve mekonyum aspirasyonu görüldüğü cihetle bebeğin ölümünün intrauterin asfiksiye bağlı amnion ve mekonyum aspirasyonu sonucu meydana gelmiş olduğu mevcut tıbbi belgelere göre intrauterin asfiksi sebebinin belirlenemediği takip ve tedavisini düzenleyen sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur.” Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı 15/10/2012 tarihli ve Sor. No: 2011/31393, K.2012/32696 sayılı karar ile Adli Tıp Kurumu raporuna istinaden şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Manavgat Ağır Ceza Mahkemesinin 13/2/2013 tarihli ve 2013/204 Değişik İş sayılı kararı ile “Kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair verilen kararda usul ve yasaya aykırı bir husus görülmediği…” gerekçesiyle reddedilmiştir. Söz konusu karar 30/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun “Kasten öldürme” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un “Nitelikli haller” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Kasten öldürme suçunun;(…) Gebe olduğu bilinen kadına karşı,(...) İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un “Taksirle öldürme” başlıklı maddesi şöyledir:“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un “Kasten yaralama” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:“(1)Kasten yaralama fiili, mağdurun;(...)Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına, Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;(…) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde beş yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde sekiz yıldan az olamaz. 5237 sayılı Kanun'un “Taksirle Yaralama” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (2) ve (3) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:“(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun; Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına, Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;  (...) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,  Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.” 5237 sayılı Kanun'un “Çocuk düşürtme” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürten kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.  (2) Tıbbi zorunluluk bulunmadığı halde, rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftadan fazla olan bir kadının çocuğunu düşürten kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu durumda, çocuğunun düşürtülmesine rıza gösteren kadın hakkında bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. (3) Birinci fıkrada yazılı fiil kadının beden veya ruh sağlığı bakımından bir zarara uğramasına neden olmuşsa, kişi altı yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır; fiilin kadının ölümüne neden olması halinde, onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (4) İkinci fıkrada yazılı fiil kadının beden veya ruh sağlığı bakımından bir zarara uğramasına neden olmuşsa, kişi üç yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır; fiilin kadının ölümüne neden olması halinde, dört yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (5) Rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftayı doldurmamış olan bir kadının çocuğunun yetkili olmayan bir kişi tarafından düşürtülmesi halinde; iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan diğer fiiller yetkili olmayan bir kişi tarafından işlendiği takdirde, bu fıkralara göre verilecek ceza, yarı oranında artırılarak hükmolunur. (6) Kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, bunun için gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir.” 5237 sayılı Kanun'un “Çocuk düşürme” başlıklı maddesi şöyledir: “Gebelik süresi on haftadan fazla olan kadının çocuğunu isteyerek düşürmesi halinde, bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.” 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun “Doğum ve ölüm” başlıklı maddesi şöyledir: “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer. Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.” 4721 sayılı Kanun'un “Hak ehliyeti” başlıklı maddesi şöyledir:“Her insanın hak ehliyeti vardır. Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler.” 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ceninin menfaatlerini ilgilendiren ilgili kısmı şöyledir: “Vesayet makamı, yönetimi kimseye ait olmayan mallar için gereken önlemleri alır ve özellikle aşağıdaki hâllerde bir yönetim kayyımı atar:(…)Bir terekede mirasçılık hakları henüz belli değilse veya ceninin menfaatleri gerekli kılarsa, (…)” 4721 sayılı Kanun'un “Cenin” başlıklı maddesi şöyledir:“Cenin, sağ doğmak koşuluyla mirasçı olur.Ölü doğan çocuk mirasçı olamaz.” 4721 sayılı Kanun’un “Cenin nedeniyle erteleme” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Mirasın açıldığı tarihte, mirasçı olabilecek bir cenin varsa paylaşma doğumuna kadar ertelenir.” 24/5/1983 tarihli ve 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'un “Nüfus planlaması” başlıklı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Gebeliğin sona erdirilmesi ve sterilizasyon, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.Bu Kanunun öngördüğü haller dışında gebelik sona erdirilemez ve sterilizasyon veya kastrasyon ameliyesi yapılamaz.” 2827 sayılı Kanun'un “Gebeliğin sona erdirilmesi” başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir.Gebelik süresi, on haftadan fazla ise rahim ancak gebelik, annenin hayatını tehdit ettiği veya edeceği veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacağı hallerde doğum ve kadın hastalıkları uzmanı ve ilgili daldan bir uzmanın objektif bulgulara dayanan gerekçeli raporları ile tahliye edilir.” Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve Denetlenmesine İlişkin Tüzük’ün maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Gebelik süresi on haftayı geçen kadınlarda, rahim tahliyesi yapılamaz.Bu durumdaki kadınlarda, ancak, Tüzük'e ekli (2) sayılı listede sayılan hastalıklardan birinin bulunması halinde ve kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından rahim tahliyesi yapılabilir. Hastalığın, kadın hastalıkları ve doğum uzmanıyla bu hastalığın ilişkin olduğu uzmanlık dalından bir hekimin birlikte hazırlayacakları, kesin klinik ve laboratuvar bulgulara dayanan, gerekçeli raporlarla saptanması zorunludur.”(2) SAYILI LİSTE“On haftanın üzerindeki gebeliklerde rahim tahliyesini gerektiren, kadının hayatını ya da hayati organlarından birini tehdit eden ya da çocuk için tehlikeli olan hastalıklar ve durumlar: A – Doğum ve Kadın Hastalıklarına bağlı nedenler 1) Daha önceki major uterin harabiyet ve hasarları  a) Sezeryan Ameliyatı b) Miyomektomi  c) Uterus rüptürü d) Geniş perforasyon  e) Geçirilmiş vajinal plastik operasyonlar  2) Rekürren preeklampsi-eklampsi  3) İzoimmünizasyon  4) Mole hidatidiform  B – Ortopedik nedenler 1) Osteogenezis imperfekta 2) Ağır kifoskolyoz  3) Doğumu güçleştiren osteomiyelit 4) Faaliyet halinde bütün mafsalları ilgilendiren osteoartiküller hastalıklar  C – Kan hastalıklarına bağlı nedenler  1) Lösemi  2) Kronik anemiye neden olan hastalıklar 3) Lenfomalar  4) Pıhtılaşma defektleri 5) Hemolitik sarılıklar  6) Agranülositozis 7) Tromboembolik hastalıklar 8) Hemoglobinopatiler ve thalasemi sendromları (ağır klinik ve hematolojik bozukluğa neden olan)  9) Gamaglobulinopatiler  D – Kalb ve dolaşım sistemi hastalıkları 1) Doğumu engelleyen konjenital ve akkizkalb hastalıkları 2) Kalp yetmezliği, perikardit, miyokardit, miyokarad enfarktüsü aşikar koroner yetmezliği, arteriyel sistem anevrizmaları 3) Ağır tromboflebitler ve lenfatik sistem hastalıkları  4) Ağır bronşektaziler 5) Solunum fonksiyonunu bozan kronik akciğer hastalıkları  E – Böbrek hastalıkları 1) Akut ve kronik böbrek hastalıkları  F – Göz hastalıkları 1) Dekolman  2) Renal hipertansif ve diyabetik retinopatiler  G – Endokrin ve metabolik hastalıklar  1) Feokromositoma  2) Adrenal hiperfonksiyon ya da yetmezliği 3) Kontrol altına alınamayan hipotiroidi veya hipertiroidi 4) Pratiroid hiperfonksiyon ya da yetmezliği 5) Ağır hipofiz hastalıkları H – Sindirim sistemine bağlı nedenler  1) Gebeliğin devamını engelleyen sindirim organları hastalıkları İ) İmmünolojik nedenler  1) İmmün yetmezliği hastalıkları 2) Kollajen doku hastalıkları  J – Bütün malign neoplastik hastalıkları K – Nörolojik nedenler 1) Grand mal epilepsi 2) Multipl skleroz  3) Muskuler distrofi  4) Hemipleji ve parapleji 5) Gebeliğin devamını engelleyen ağır nörolojik hastalıklar L – Ruh hastalıklarına bağlı nedenler  1) Oligofreni 2) Kronik şizofreni 3) Psikoz manyak depresif (PMD) 4) Paranoya 5) Uyuşturucu bağımlılıkları ve kronik alkolizm M – Enfeksiyon hastalıkları  1) Teratojen intra üterin enfeksiyonlar a) Kızamıkçık b) Toksoplazmozis c) Sitomegalovirus  d) Herpes virus grubu hastalıklar 2) Cüzzam 3) Sıtma  4) Frengi 5) Brusella ve diğer ağır kronik enfeksiyonlar N – Konjenital nedenler  1) Marphan sendromu 2) Mesane ekstrofisi  3) Down sendromu  4) Sakat çocuk doğurma ihtimali yüksek diğer herediter hastalıklar  5) Gonadlara zararlı röntgen ışını ve ilaç  6) Teratogenik ilaçlar  7) Nörofibromatozis 30 Eylül 2014 tarihli ve 29135 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Üremeye Yardımcı Tedavi Uygulamaları ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri Hakkında Yönetmelik'in “Üreme hücreleri ve gonad dokularının saklanma kriterleri” başlıklı maddesinin (1), (2), (3), (4), (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) İkinci ve üçüncü fıkralarda belirtilen tıbbi zorunluluk halleri dışında üreme hücreleri ve gonad dokularının saklanması yasaktır. (2) Erkeklerde üreme hücreleri ve gonad dokularının saklanmasını gerektiren tıbbî zorunluluk halleri şunlardır;a) Cerrahi yöntemlerle sperm elde edilmesi halinde,b) Kemoterapi ve radyoterapi gibi gonad hücrelerine zarar veren tedaviler öncesinde,c) Üreme fonksiyonlarının kaybedilmesine yol açacak olan ameliyatlar (testislerin alınması ve benzeri) öncesinde,ç) Çok az sayıda sperm olması (kriptozoospermi) durumunda. (3) Kadınlarda üreme hücreleri ve gonad dokularının saklanmasını gerektiren tıbbî zorunluluk halleri şunlardır;a) Kemoterapi ve radyoterapi gibi gonad hücrelerine zarar veren tedaviler öncesinde,b) Üreme fonksiyonlarının kaybedilmesine yol açacak olan ameliyatlar (yumurtalıkların alınması gibi operasyonlar) öncesinde,c) Düşük over rezervi olup henüz doğurmamış veya aile öyküsünde erken menopoz hikâyesinin üç uzman tabipten oluşan sağlık kurulu raporu ile belgelendirilmesi durumunda. (4) İkinci ve üçüncü fıkrada belirtilen zorunlu hallerde, üreme hücreleri ve gonad dokuları, verici adaya ait EDTA'lı kan örneği merkezde uygun şartlarda saklanır. Uygulama güvenliği açısından saklama öncesinde alınan bu kandan DNA kimliklendirme testleri yapılır ve bu bilgiler hasta dosyasına konulur ve bir örneği aileye verilir. İkinci fıkranın (a) ve (d) bentlerinde belirtilen tıbbi zorunluluklar nedeniyle sperm veya testis dokusunun saklanması durumunda, dondurulma tarihinden itibaren doksan gün içinde kullanılması halinde DNA analizi aranmaz. DNA analizi, saklanacak dokuya ait bireyden EDTA’lı tüpe alınacak venöz kan buzdolabında +4 derecede saklanmak koşuluyla bir hafta içinde ruhsatlı genetik hastalıklar tanı merkezine gönderilir. Genetik hastalıklar tanı merkezi DNA izolasyonunu takiben DNA kimliklendirme analizi yapar. Saklama süresinin bir yılı aşması halinde kişi mutlaka başvuruda bulunarak rızasının devam ettiğini ifade eden imzalı dilekçesini vermelidir. Dondurulan üreme hücreleri ve gonad dokuları, alınan kişinin yıllık protokol yenilememesi, isteği ve ölümü durumlarında müdürlükte kurulacak komisyon tarafından tutanak altına alınarak imha edilir. Bakanlıkça elektronik kayıt sistemi oluşturulması halinde merkezde saklanan üreme hücreleri ve gonad dokularına ilişkin bilgiler bu sisteme kaydedilir. (5) Adaylardan fazla embriyo elde edilmesi durumunda eşlerden her ikisinin rızası alınarak embriyolar dondurulmak suretiyle saklanır. Saklama süresinin bir yılı aşması halinde her yıl embriyonun saklanması için çiftler mutlaka başvuruda bulunarak taleplerinin devam ettiğini ifade eden imzalı dilekçe vermelidir. Eşlerin birlikte talebi, eşlerden birinin ölümü veya boşanmanın hükmen sabit olması halinde ya da belirlenen süre son bulduğunda saklanan embriyolar müdürlükte kurulacak komisyon tarafından tutanak altına alınarak imha edilir. Bakanlıkça elektronik kayıt sistemi oluşturulması halinde merkezde saklanan embriyolara ilişkin bilgiler bu sisteme kaydedilir. (6) Bu maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında belirtilen numuneler, merkezlerde en fazla beş yıl süreyle saklanır. Beş yıldan fazla saklanması Bakanlığın iznine tabidir. Saklanan numunelerin değerlendirmeleri, sayımları ve tekrar kullanılmasını engelleyecek şekilde imhası ilgili müdürlük bünyesinde kurulacak komisyon marifetiyle yapılır. 3/12/2003 tarihli ve 5013 sayılı Kanun ile TBMM tarafından onaylanması uygun bulunan Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi'nin “Tüpte embriyonlar üzerinde araştırma” başlıklı maddesi şöyledir: “Hukukun embriyon üzerinde tüpte araştırmaya izin vermesi halinde, embriyon için uygun koruma sağlanacaktır. Sadece araştırma amaçlarıyla insan embriyonlarının yaratılması yasaktır.” 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un “İzin vermeye yetkili merciler” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir: “Soruşturma izni yetkisi;…b) İlde ve merkez ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında vali,…tarafından bizzat kullanılır.” 4483 sayılı Kanun’un “Ön inceleme” başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Ön inceleme, izin vermeye yetkili merci tarafından bizzat yapılabileceği gibi, görevlendireceği bir veya birkaç denetim elemanı veya hakkında inceleme yapılanın üstü konumundaki memur ve kamu görevlilerinden biri veya birkaçı eliyle de yaptırılabilir. İnceleme yapacakların, izin vermeye yetkili merciin bulunduğu kamu kurum veya kuruluşunun içerisinden belirlenmesi esastır. İşin özelliğine göre bu merci, anılan incelemenin başka bir kamu kurum veya kuruluşunun elemanlarıyla yaptırılmasını da ilgili kuruluştan isteyebilir. Bu isteğin yerine getirilmesi, ilgili kuruluşun takdirine bağlıdır.” 4483 sayılı Kanun’un “Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor” başlıklı maddesi şöyledir:“Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi ise şöyledir: “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz. Danıştay Dairesinin 17/4/2014 tarihli ve E.2013/4115, K.2013/2897 sayılı kararı şöyledir: “(…) davacılardan S.T.’nin 2005 tarihinde saat 08:00 sularında Van İli Bahçesaray Devlet Hastanesine başvurduğu, kadın doğum uzmanı olmayan bu hastanede çoğul gebe olan davacının fetal görüntülemesi bile yapılamadığı ve ters doğum riski nedeniyle Tatvan Kadın Doğum Hastanesine sevk edildiği; ancak hastane bünyesinde hasta nakil ambulansı ve ambulansta görevlendirilebilecek sağlık personelinin bulunmaması nedeniyle hastanın kendi imkanlarıyla sevkinin gerçekleştirilmesinin hasta ve yakınlarına söylendiği, hasta ve yakınlarının Van ilinde akrabalarının olması nedeniyle Van-Bahçesaray yolcu minibüsüyle Van iline gitmek için yola çıktıkları, Tatvan-Van yol ayrımından 40 km kadar sonra doğumun gerçekleştiği, doğan bebeğin sağ olduğu ve halen yaşadığı, bu arada 112 Acil Servise haber verilmesi neticesinde Van Gevaş Sağlık Ocağı ambulansı tarafından hastanın alındığı, hastaya ve bebeğe gerekli müdahalenin yapıldığı, ikinci bir bebeğin doğmak üzere olduğunun anlaşılması üzerine Van ili Gevaş İlçesine yakın olunması sebebiyle Gevaş Sağlık Ocağına gelinerek ikinci doğumun “çocuğun el ve sırt geliş ve ölü olarak” sağlık personelince gerçekleştirildiği, hastanın Van Doğumevi Hastanesine teslim edildiği, hastaya ve bebeğe gerekli müdahalenin yapıldığı, 2005 tarihinde hastanın kendi isteğiyle taburcu edildiği, idarenin hizmet kusuru nedeniyle meydana geldiği iddia edilen ölüm olayı nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. (…) Mahkeme tarafından, davacıların sevkinin Tatvan iline yapılmasına rağmen davacılar ve yakınlarının Van iline gitmek istemeleri nedeniyle yaşanılan ölümlü doğum olayı ile idarenin eylem/eylemsizliğinin illiyet bağını kestiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Oysa davacıların sosyo-ekonomik koşullarıyla birlikte davalı idarenin yaşam hakkını koruma konusundaki pozitif yükümlülüğünün birlikte değerlendirilmesi durumunda, davacıların bu hareketlerinin davalı idarenin tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı açıktır. Bu durumda, Mahkeme tarafından davacıların zararlarının tazmini yönünde karar verilmesi gerekirken aksi yönde verilen davanın reddi yönündeki kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.” Danıştay İdari Dava Daireler Kurulunun 22/5/2003 tarihli ve E.2002/619, K.2003/350 sayılı kararı şöyledir: “(…) Ankara İdare Mahkemesi bozma kararına uymayarak 2002 günlü, E:2002/339, K:2002/325 sayılı kararıyla, uyuşmazlığın davacının uğradığı ses kaybının hatalı operasyon sonucunda oluşup oluşmadığının tespitine ilişkin olduğundan, Mahkemelerinin 1999 günlü ara kararıyla, davacının geçirdiği operasyonlara ilişkin bilgi ve belgelerin bulunduğu "Hasta Dosyaları" istenilmiş ise de; söz konusu dosyaların Ankara Numune Hastanesi arşivinde bulunamadığının (kaybolduğunun) bildirilmesi üzerine, Mahkemece davacı tarafından dosyaya sunulan belgeler ile davacının muayenesi sonucunda elde edilecek bilgiler ışığında bilirkişi incelemesine karar verildiği, bilirkişi tarafından hazırlanan 1999 ve 1999 günlü raporlarda, hastada, 1991 tarihindeki ilk operasyonu sırasında Bilateral Kord Vokal felci geliştiği, bu sebebin sinir kesisi veya basısına bağlı olarak gelişebileceği, zaman içinde sinir fonksiyonlarının geri dönebileceği, ancak hastada, erken dönemde solunum yetersizliği oluştuğu ve zaman içinde kalıcı hale geldiği, bu tür rahatsızlıklarda, ilk amacın yeterli hava girişinin sağlanması olduğu, ses kalitesi bozulması ihtimalinin göze alınabileceği, bu amaçla yapılan ve operasyonlarda ses kalitesinin düzeltilmediği ve kalıcı sekel niteliğinde uzuv kaybının oluştuğunun belirtildiği, 2000 günlü naip tezkeresi ile A.Ü. Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı'na gönderilen davacının yapılan muayenesi sonucunda düzenlenen raporda, davacının, uzuv kaybının (çalışma gücü oranının) %63 olduğunun belirlendiği, bu oran göz önüne alınarak 2000 günlü raporda, davacının fizik bütünlüğü, iktisadi geleceği ve sosyal konumu göz önüne alınarak lira maddi zararın hesaplandığı, bu durumda davacının hatalı ameliyatlar sonucu uğradığı zararların hizmet kusuruna dayalı olarak davalı idarece tazmini gerektiği, davacının, istemde bulunduğu maddi tazminat miktarı göz önüne alınarak ve istemle sınırlı olarak lira maddi tazminatın davalı idarece tazminine, maddi tazminata olay tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi istenmekte ise de, idarenin gecikmesine karşılık ödenen yasal faizin, başvuru tarihinden itibaren hesaplanacağı, önceki döneme ilişkin faiz isteminin de reddi gerekeceğinin açık olduğu, manevi tazminat istemi yönünden ise, manevi zararlar da, Anayasanın maddesinde ifadesini bulan şekliyle, tazmin edilmesi gereken zararlardan olup, hukuka aykırı eylem veya işlemlerden dolayı ilgililerin duyduğu elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmek amacını taşıdığı, buna göre, davacının %63 oranında kayba uğrayan uzvunun sosyal yaşamdaki fonksiyonları, kayıp oranı ve hükmedilen maddi tazminat tutarı göz önüne alınarak mahkemelerince takdiren - lira manevi tazminatın davalı idarece ödenmesine, öte yandan, davacı vekilince verilen 2000 günlü dilekçe ile maddi tazminat miktarının - liraya çıkarılması istenmiş ise de, davanın genişletilmesi niteliğindeki istemin kabulünün mümkün bulunmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, - lira maddi, - lira manevi tazminat olmak üzere - lira tazminatın davacıya ödenmesine, maddi tazminat tutarına, davalı idareye başvuru tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine, başvuru tarihinden önceki döneme ilişkin yasal faiz isteminin reddine ilişkin bulunan ilk kararında ısrar etmiştir. Davalı idare Ankara İdare Mahkemesinin 2002 günlü, E:2002/339, K:2002/325 sayılı ısrar kararını temyiz etmek ve bozulmasını istemektedir. Temyiz edilen kararın usul ve hukuka uygun bulunduğu ve dilekçede ileri sürülen temyiz sebeplerinin kararın kabule ilişkin kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından davalı idarenin temyiz isteminin reddine…” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarih ve E.2011/4-592, K.2012/25 sayılı kararı şöyledir:“Dava, desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin adı geçen doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece, dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmışlardır.Davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur.…” Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/2/2012 tarih ve E.2011/19947, K.2012/3097, sayılı kararı şöyledir:“…Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre dava temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır ( BK. 386-390). Vekil, vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta, tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun 394/ maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır….” Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/10/2008 tarih ve E.2008/11477, K.2008/11825 sayılı kararı şöyledir:“…Dava konusu olay nedeniyle davacıların Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet başvurusunda bulundukları anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu maddesine göre hukuk hakimi ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile bağlı değilse de verilecek mahkumiyet kararı ve tespit edilen maddi olguları ile bağlıdır. Bu durumda mahkemece hazırlık soruşturması sonucunun eğer dava açılmış ise ceza davasının sonucunun beklenerek, hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde, hüküm kurulması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.…”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2803
Başvuru, Antalya Devlet Hastanesinde gerçekleştirilen doğum neticesinde anne karnındaki çocuğun ölü olarak doğurtulması ve kusuruyla bu duruma sebebiyet verdiği iddia edilen doktor hakkında Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkili bir soruşturma yapılmaksızın kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedenleriyle Anayasa’nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkının ve 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0