text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun açtığı davada kanun yolu başvurusu, kanun yolu süresinin ilk derece mahkemesinin kararının tefhim tarihinden başlatılarak hesaplanması nedeniyle süresinde olmadığı gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 18/5/2021 tarihinde öğrendikten sonra 20/5/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/20307 | Başvuru, kararın gerekçesi açıklanmadığı ve kanun yolu süresinin gerekçeli kararın tebliğinden başlayacağı açıkça belirtildiği hâlde tefhimden başlatılan süre gözetilerek istinaf talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialar yönünden başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2014/14882 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Komisyon) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14882 | Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırma işleminin iptal edilmesine rağmen kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında taşınmazın idare adına tesciline karar verilmesi ve kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Kamulaştırma Kararı Süreci ve Taşınmaza İlişkin Bilgiler Başvurucu, Manisa ili Merkez ilçesine bağlı İshak Çelebi Mahallesi'nde bulunan 83,66 m2 yüz ölçümlü mesken kârgir yapı vasfında 619 ada 4 parsel sayılı taşınmazın malikidir. Bu taşınmazın üzerinde başvurucuya ait 43 m2 inşaat alanı bulunan 45-50 yaşlarında ahşap tavan kaplamalı kârgir bir mesken, iki adet yeni dünya ve üç adet erik ağacı ile bir adet asma bulunmaktadır. Manisa Belediye (Belediye) Meclisinin 18/8/2003 tarihli ve 106 sayılı kararı ile kabul edilen Manisa Ulucami ve Niobe Çevresindeki Tescilli Anıtsal Yapıların Koruma Alanı Koruma Amaçlı 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planı 12/5/2005 ile 10/6/2005 tarihleri arasında askıya çıkarılmıştır. Başvurucunun taşınmazı 1989 yılında kabul edilen revizyon nazım ve uygulama imar planları ile 2003 yılında kabul edilen 1/1000 ölçekli koruma amaçlı planda park alanında kalmaktadır. Belediye Encümeni 14/11/2011 tarihinde imar planında yol alanında ve yeşil alanda kaldığı gerekçesiyle bu taşınmazın kamulaştırılmasına karar vermiştir. Belediye, dava açılmadan önce satın alma usulü çerçevesinde başvurucuya tebligat göndermiş ancak taraflar taşınmazın satın alınması hususunda anlaşamamışlardır.B. Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescil Davası Süreci Belediye 29/2/2012 tarihinde başvurucu aleyhine Manisa Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırma bedelinin tespiti ile tescil davası açmıştır. Mahkeme inşaat, kadastro ve mülk bilirkişilerinden oluşturulan beş kişilik bir heyet ile 18/10/2012 tarihinde dava konusu taşınmazda keşif yapmıştır.Bilirkişi Kurulunun 5/7/2012 tarihli raporunda, taşınmazın arsa olduğu kabul edilerek değeri emsal satış yöntemine göre 346,41 TL olarak hesaplanmıştır. Tarafların itirazı üzerine alınan 17/10/2012 tarihli raporda kamulaştırma bedeli bu defa 056,90 TL olarak bildirilmiştir. Bu rapora da itiraz edilmesi üzerine Mahkeme bu defa yeniden oluşturduğu farklı bir Bilirkişi Kurulundan rapor almıştır. 15/11/2012 tarihli Bilirkişi Kurulu raporunda, kamulaştırma bedelinin 489,32 TL olduğu yönünde görüş bildirilmiştir. Mahkeme 28/12/2012 tarihinde davanın kabulü ile kamulaştırma bedeli olarak belirlediği 489,32 TL'nin başvurucuya ödenmesine ve tapu kaydının iptal edilerek Belediye adına tesciline karar vermiştir. Taraflarca temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/9/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında, Bilirkişi Kurulu raporunda hükme esas alınan emsal satış ticari amaçlı olduğu için emsal satışın gerçek değerini yansıtmadığı belirtilmiştir. Daire, emsal satışın özel amaçlı olmayan ve özel nitelikleri bulunmayan taşınmaz satışlarından seçilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Daire ayrıca taşınmazın tapu kaydında yer alan ve taşınmazın kültür ve tabiat varlıklarının koruma alanında bulunduğuna dair şerhe dikkat çekerek bu şerh sebebiyle taşınmazın değerinde oluşması kaçınılmaz olan değer kaybı yönünden ek rapor alınması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca emsal olarak alınan taşınmazın vergi değerinin daha fazla olmasına rağmen davaya konu taşınmazın bu taşınmaza göre daha değerli kabul edilmesinin doğru olmadığı ifade edilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme aynı heyetten yeni bir bilirkişi raporu almıştır. Bilirkişi Kurulunun 11/1/2014 tarihli raporunda; kamulaştırılan taşınmazın arsa m2 değerinin 597,36 TL olduğu, bu değerden tapu kaydındaki şerh nedeniyle %5 oranında ve düzenleme ortaklık payı olarak da %32 oranında azaltma yapılması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre arsanın değeri 669,76 TL olarak hesaplanmıştır. Bu raporda taşınmaz üzerinde bulunan binanın ve ağaçların değerinin hatalı hesaplandığı gerekçesiyle ek rapor alınmış, 1/3/2014 tarihli ek raporda taşınmazın kamulaştırma bedeli toplam 492,26 TL olarak gösterilmiştir. Mahkeme 1/4/2014 tarihinde son alınan Bilirkişi Kurulu raporunu hükme esas alarak davanın kabulü ile kamulaştırma bedelinin 492,26 TL olarak tespitine ve taşınmazın Belediye adına tapuya tesciline karar vermiştir. Mahkeme ayrıca kamulaştırma bedeline 1/6/2012 tarihinden itibaren ilk karar tarihi olan 28/12/2012 tarihine kadar yasal faiz işletilmesine, fazladan ödenen 997,06 TL'nin ise davacı idareye iadesine karar vermiştir. Mahkeme taraflar yararına karşılıklı olarak ödenmek üzere ayrı ayrı 500 TL tutarında vekâlet ücretine hükmetmiştir. Temyiz edilen karar Daire tarafından 2/10/2014 tarihinde onanmıştır. Taraflarca karar düzeltme talebinde bulunulmuş; Dairenin 7/9/2015 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesinin hükmünde yer alan faiz başlangıç tarihi, 30/6/2012 olarak düzeltilmek suretiyle değiştirilerek onama kararının diğer kısımlarının muhafazasına karar verilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 22/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kamulaştırma İşleminin İptali Davası Süreci Başvurucu, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında dava dilekçesinin tebliği üzerine 6/4/2012 tarihinde kamulaştırma işlemine karşı Belediye aleyhine Manisa İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde yürütmenin durdurulması talebinde de bulunmuştur. Mahkeme 6/6/2012 tarihinde başvurucunun yürütmenin durdurulması talebini reddetmiştir. Öte yandan Mahkeme 21/3/2013 tarihinde verdiği ara kararı ile Belediye yanında Kültür ve Turizm Bakanlığını da davalı olarak davaya dâhil etmiştir. Mahkeme 5/2/2015 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu koruma amaçlı uygulama imar planının kabulüne ilişkin 18/8/2003 tarihli Belediye Meclisi kararının ve başvurucunun taşınmazının kamulaştırılmasına ilişkin dava konusu 14/12/2011 tarihli Belediye Encümeni kararının davacının taşınmazına ilişkin kısmının iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir:i. Dava konusu kamulaştırma kararının dayanağı imar planı 18/8/2003 tarihli Belediye Meclisi kararı ile kabul edilen koruma amaçlı plan olup aynı alanda 1989 yılında kabul edilen 1/5000 ölçekli nazım ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planları yürürlüktedir.ii. Söz konusu koruma amaçlı planın 1/1000 ölçekli uygulama imar planı olduğu ancak Koruma Kurulunun onayına sunulup yürürlüğe konulan bir nazım koruma imar planının bulunmadığı belirtilmiştir.iii. Bu bağlamda uyuşmazlık konusu planın yürürlükte olan nazım imar planının yeşil alan, yapı alanı, yapı yoğunluğu ve ana ulaşım kararlarının değiştirilmesi sonucunu doğuracağı kabul edilmiştir. Mahkemeye göre önceki nazım ve uygulama imar planlarının planlamaya ilişkin ana kararlarını değiştirecek nitelikte hazırlanan, davaya konu koruma amaçlı uygulama imar planı plan sıra dizgisine ve plan bütünlüğü ilkelerine aykırılık teşkil etmektedir.iv. Diğer taraftan dava konusu başvurucunun taşınmazına ilişkin kamulaştırma işleminin dayanağı olan 1/1000 ölçekli koruma amaçlı imar planının hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Mahkeme bu sebeple taşınmazın bulunduğu alanda uygulama imar planının hukuksal olarak ortadan kalkmış olduğunun kabulü gerektiğini belirtmiş ve dava konusu plana dayalı kamulaştırma işleminde neden, konu ve amaç yönlerinden hukuka aykırı olduğu sonucuna varmıştır. Davalılar tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Altıncı Dairesince 15/10/2015 tarihinde onanmıştır. Davalıların karar düzeltme talepleri de aynı Dairenin 7/4/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk Mevzuat Hükümleri 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir: “Onaylı imar planına veya ilgili bakanlıklarca onaylı özel plan ve projesine göre yapılacak hizmetler için ayrıca kamu yararı kararı alınmasına ve onaylanmasına gerek yoktur. Bu durumlarda yetkili icra organınca kamulaştırma işlemine başlanıldığını gösteren bir karar alınır.” 2942 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kamulaştırmayı yapacak idare, kamulaştırma veya kamulaştırma yolu ile üzerinde irtifak hakkı kurulacak taşınmaz malların veya kaynakların sınırını, yüzölçümünü ve cinsini gösterir ölçekli planını yapar veya yaptırır; kamulaştırılan taşınmaz malın sahiplerini, tapu kaydı yoksa zilyetlerini ve bunların adreslerini, tapu, vergi ve nüfus kayıtları üzerinden veya ayrıca haricen yaptıracağı araştırma ile belgelere bağlamak suretiyle tespit ettirir." 2942 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdarelerin, bu Kanuna göre, tapuda kayıtlı olan taşınmaz mallar hakkında yapacağı kamulaştırmalarda satın alma usulünü öncelikle uygulamaları esastır." 2942 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, dava dilekçesi ve idare tarafından verilen belgelerin birer örneği de eklenerek taşınmaz malın malikine meşruhatlı davetiye ile veya idarece yapılan araştırmalar sonucunda adresleri bulunamayanlara, 1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 28 inci maddesi gereğince ilan yoluyla tebligat suretiyle bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur.Mahkemece malike doğrudan çıkarılacak meşruhatlı davetiyede veya ilan yolu ile yapılacak tebligatta;...d) 14 üncü maddede öngörülen süre içerisinde, tebligat veya ilan tarihinden itibaren kamulaştırma işlemine idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara karşı düzeltim davası açabilecekleri,...Belirtilir....14 üncü maddede belirtilen süre içinde, kamulaştırma işlemine karşı hak sahipleri tarafından idari yargıda iptal davası açılması ve idari yargı mahkemelerince de yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde mahkemece, idari yargıda açılan dava bekletici mesele kabul edilerek bunun sonucuna göre işlem yapılır.Kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal veya maddi hatalara karşı adli mahkemelerde açılacak düzeltim davalarında hangi idareye husumet yöneltileceğinin davetiye ve ilanda açıkça belirtilmemiş veya yanlış gösterilmiş olması nedeniyle davada husumet yanlış yöneltilmiş ise, gerçek hasma tebligat yapılmak suretiyle davaya devam olunur." 2942 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;a) Cins ve nevini,b) Yüzölçümünü.c) Kıymetini ektileyebilecek bütün nitelik ve unsarlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,d) Varsa vergi beyanını,e) Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini.g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,h) Yapılarda, resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,ı) (Değişik: 19/4/2018-7139/27 md.) Bu fıkrada belirtilen unsurlara göre tespit edilen arazi bedelinin yarısını geçmemek ve her bir ölçünün etkisi açıklanmak kaydıyla bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak Sermaye Piyasası Kurulu tarafından kabul edilen değerleme standartlarına uygun, gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz. ..." 2942 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir. İdari yargıda açılan davalar öncelikle görülür....Açılan davaların sonuçları dava açmayanları etkilemez." 2942 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi, mal sahibi için 10 uncu madde uyarınca mahkemece yapılan tebligatla başlar. Mülkiyetin idareye geçmesi, mahkemece verilen tescil kararı ile olur." 2942 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"10 uncu madde uyarınca mahkeme heyetinin harcırahları, 15 inci madde uyarınca mahkemece oluşturulan bilirkişilerin ve keşifte dinlenilen muhtarın mahkemece takdir edilecek ücretleri ile, tapu harçları ve bu Kanunun gerektirdiği diğer giderler kamulaştırmayı yapan idarece ödenir. " 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.Bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.Böyle bir tescil yüzünden ayni hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/4/2016 tarihli ve E.2015/20979, K.2016/5874 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...davacı A.K. tarafından Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca acele kamulaştırma yoluyla kamulaştırılmasına ilişkin 2012 tarihli28371 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2012 tarihli2012/3423 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali veyürütmenin durdurulması istemiyle idari yargıda dava açıldığı ve Danıştay Altıncı Dairesince yürütmenin durdurulmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Bu durumda, ortada geçerli birkamulaştırmakararıbulunmadığına göre idarenin el koymasının hukuki dayanağı kalmamıştır. Mahkemece, diğer dava konusu taşınmaz olan 334 parselle ilgili acele el koyma ve kamulaştırma bedel tespiti dosyaları da getirtildikten sonradavanın esası incelenerek el koyma sebebiyle davacının uğradığı ecrimisil zararının tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçelerle davanın reddinekarar verilmesi doğru görülmemiştir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/1/2007 tarihli ve E.2006/6003, K.2007/140 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dosyada toplanan bilgi ve belgeler incelendiğinde; dava konusu edilen Bucak İlçesi ... parsel sayılı taşınmazın ... Tüzel Kişiliğince kamulaştırılması nedeniyle Bucak Asliye Hukuk Mahkemesinin ... sayılı kararıyla tespit edilen ... TL kamulaştırma bedelinin hak sahibine .... ödenmesine ve taşınmazın kamulaştırmayı yapan idare (... Tüzel Kişiliği) adına tesciline hükmedildiği ve bu kararın2002tarihindekesinleştiği;davacı...nın kamulaştırma işleminin iptali istemiyle süresinde Antalya İdare Mahkemesine açmış bulunduğu davada ise 2002 tarihinde yürütmenin durdurulmasına, 2002 gün ve 2001/1250-2002/1105 sayılı kararla da kamulaştırma işleminin iptaline hükmedildiği ve bu kararın Danıştay Dairesi'nin 2005 gün 2003/8251-2005/2181 sayılı kararıyla onandığı; böylece dava konusu taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle davalı idare adına yapılan tescilin, bu kamulaştırma işleminin iptal edilmiş olması karşısında dayanaktan yoksun kaldığı anlaşılmaktadır.Saptanan bu duruma göre mahkemece, tescil istemine ilişkin davanın kabulü ile davacının 232 TL kamulaştırma bedelini aldığı günden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı .... Tüzel Kişiliğine ödemesine ve dava konusu taşınmaz malın davalı idare adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle davanın reddi doğru görülmemiştir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/1/2015 tarihli ve E.2014/2006, K.2015/836 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu ... parsel sayılı taşınmazların öncesinde davacı adına kayıtlı iken, Eskişehir Büyükşehir Belediye Encümeninin ... sayılı kararı ilekamulaştırılmasına karar verildiği, sonrasında Eskişehir Asliye Hukuk Mahkemesinin ... Esasa sayılı davası ile kamulaştırma bedelinin tespiti ve davalı adına tesciline hükmedildiği anlaşılmaktadır.Öte yandan, Eskişehir İdare Mahkemesinin ... esas sayılı davasında, kamulaştırmaya ilişkin idari işlemin iptaline karar verildiği, derecattan geçerek ... tarihinde kesinleştiği, davacının ise kamulaştırma bedelini faizi ile birlikte davalı belediyeye geri ödediği dosya içerisindeki belgeler ile sabittir. Bu durumda; mahkemece, davalı adına oluşan tescilin dayanağı idari işlemin idari yargıda iptal edildiği gözetilerek davanın kabulüne karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başvurucuların ihlal iddialarına yönelik olarak öncelikle iç hukukta mevcut olan yeterli ve etkili yolları tüketmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu yolların kesin olarak varlığından söz edilebilmesi için teoride mevcut olması yeterli olmayıp uygulamada da etkin olması, makul bir biçimde erişilebilir ve etkili olması gerekmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, AİHM'e başvuru yapılmadan önce başvurucuların uygun bir iç hukuk yoluna başvurmalarını gerektirmekle birlikte etkisiz veya yetersiz bir iç hukuk yoluna başvurulması ise lüzumlu değildir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, §§ 51, 52). Nitekim AİHM, kamu malı olduğu gerekçesiyle taşınmazların tapu kayıtlarının iptali durumunda devletin sorumluluğu çerçevesinde tazminat ödenmesi yönündeki Yargıtay içtihadındaki değişikliği gözeterek söz konusu başvuru yolunu iç hukukta başarı şansı sunan etkili bir yol olarak değerlendirmiş ve bu sebeple başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Mehmet Altunay/Türkiye (k.k.), B. No: 42936/07, 17/4/2012). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18161 | Başvuru, kamulaştırma işleminin iptal edilmesine rağmen kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında taşınmazın idare adına tesciline karar verilmesi ve kamulaştırma bedelinin düşük belirlenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Soruşturma ve Yargılama Süreci Başvurucu, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde komiser olarak görev yapmakta iken kamuoyunda bilinen ismiyle 17-25 Aralık soruşturmaları sürecindeki (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) bazı eylemleri dolayısıyla meslekten ihraç edilmiştir. Ayrıca söz konusu eylemler dolayısıyla başvurucunun da aralarında olduğu çok sayıda kolluk görevlisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 1/9/2014 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 3/9/2014 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; başvurucunun görev aldığı soruşturma sürecinde başkaca delil elde etme imkânının bulunup bulunmadığı araştırılmadan soruşturma konusu olaylarla ilgisi bulunan ve/veya bulunmayan yüzlerce kişinin telefonlarının dinlendiği, dinleme işlemlerinin usulsüz olarak icra edildiği, çoğu kişinin neden soruşturmaya dâhil edildiğinin ve telefonlarının dinlendiğinin anlaşılamadığı, sonrasında -henüz iletişimin tespiti kararlarının geçerlilik süresi devam ederken- dinleme faaliyetlerinin sonlandırıldığı ve operasyon aşamasının başlatıldığı ifade edilmiştir. Başsavcılık, soruşturma dosyasında yer alan bazı bilgi ve belgelere değinerek soruşturmanın ve soruşturma sürecinde yapılan işlemlerin amacının o tarihte görevde bulunan Hükûmeti cebir ve şiddet kullanarak görev yapamaz hâle getirmek olduğunu ve bu faaliyetlerin Paralel Devlet Yapılanması (PDY) mensubu polislerce gerçekleştirildiğini değerlendirmiştir. Bu kapsamda özellikle usulsüz olarak yapılan dinlemelere dayanılarak hazırlanan fezlekede bir bakanın suç örgütü lideri olarak gösterilmesine, bir kişi (medya patronu) hakkında iletişimin tespiti tedbirine başvurulduğu hâlde fezlekede bu kişiyle ilgili bir suç isnadında bulunulmamasına, fezlekenin hazırlandığı tarihte görev başında olan Başbakan'ın fezlekede "dönemin Başbakan'ı" şeklinde ifade edilmesine, iletişimin tespiti tedbirlerinin icrasında görevli polis memurlarının kendi aralarındaki haberleşmelerinde "bütün kabineyi toplamaktan" bahsetmelerine dikkat çekilmiştir. Başsavcılık ayrıca Başbakan ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı'nın bir görüşmesine ilişkin görüntülerin usulsüz bir şekilde temin edilerek basına servis edilmesine, hakkında iletişimin tespiti kararı olmamasına rağmen Başbakan'ın telefonlarının uzun bir süre dinlenilmesine ve basına sızdırılmasına, Başbakan'ın evinde usulsüz olarak teknik takip yapılmasına da temas etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 4/9/2014 tarihinde başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Hâkimlik, başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler yönünden kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varırken soruşturma dosyalarında yer alan bilgi ve belgelere atıf yapmış; özellikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen bir rapora, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından kullanılan bilgisayarlar üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen rapora, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının (TİB) tespitlerine, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişleri tarafından yürütülen disiplin soruşturmasının içeriğine ve bir gizli tanığın beyanlarına atıf yapmıştır. Kararda kuvvetli suç şüphesi yönünden yapılan değerlendirmede ayrıca Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görev yaptıkları anlaşılan -başvurucunun da aralarında olduğu- şüphelilerin emniyet teşkilatındaki hiyerarşi içinde değil yasal olmayan bir oluşum çerçevesinde faaliyette bulundukları ve ayrı bir yapı oluşturdukları, bu kapsamda Başbakan da dâhil olmak üzere üst düzey siyasilerin ve kamu görevlilerinin telefonlarını uzun bir süre usulsüz bir şekilde dinledikleri yönündeki olgulara ve tutuklama talep yazısında yer alan diğer tespitlere değinilmiştir. Hâkimlik, tutuklama nedenlerine ilişkin olarak ise "... yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemi ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'Kanun gereğince' varsayıldığı, Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ve 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK'nun 100 ve devam eden maddeleri uyarınca şüphelilerin tutuklanmasına engel hallerinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması hali gibi) bulunmadığı, almaları muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphelerinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından yetersiz kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği ..." değerlendirmesinde bulunmuştur. Başvurucu 10/9/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 16/9/2014 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olduğu- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılarak -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme ve karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak ilgili soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. Başsavcılık, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar verilmek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, Başsavcılıkça soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine "tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu" değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini "işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı" gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan Başsavcılık tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılıkça, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkereleri İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden Başsavcılığa göndermiş, Başsavcılık bunları yeniden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Başsavcılığa gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde; önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin reddi taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılması gerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 30/4/2015 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 11/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/2015 tarihli iddianamesiyle, başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme, resmî belgede sahtecilik, resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemek ve kayıt etmek, verilerin süresi içinde yok edilmemesi, kişisel verileri hukuka aykırı olarak bir başkasına vermek veya ele geçirmek, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek ve göreve ilişkin sırrın açıklanması suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından 16/10/2015 tarihinde kabul edilmiş ve Mahkemenin E.2015/366 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Mahkeme 24/12/2018 tarihli kararı ile sanıklar hakkında çeşitli suçlardan mahkûmiyet ve/veya beraat kararı vermiştir. Aynı kararla başvurucunun da Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek suçundan 3 yıl (on sekiz kez) hapis cezası, haberleşme gizliliğini ihlal etmek suretiyle elde edilen kayıtları ifşa etmek suçundan 3 yıl (on sekiz kez) hapis cezası, özel hayatının gizliliğini ihlal etmek suçundan 2 yıl 3 ay (dört kez) hapis cezası, özel hayata ilişkin görüntüleri ifşa etmek suçundan 3 yıl 4 ay 15 gün ve 2 yıl 3 ay (iki kez) hapis cezaları, verilerin süresi içinde yok edilmemesi suçundan 1 yıl hapis cezası ve resmî belgeyi bozmak, yok etmek ve gizlemek suçundan 6 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir.B. İlgili Süreç Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul sulh ceza hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler (Sonrasında meslekten de çıkarılmışlar.) ve 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -kendilerinin de üyesi oldukları- Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)/PDY liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiğini belirterek silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd. maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir. Bu nedenle şüpheli/sanık, müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir. Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd. maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de,gerek ilgili madde metinlerinde açıkça 'şüpheli' kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, 'mahkeme' niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır. Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr. Hakan Hakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir. Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr. Ersan ŞEN yorumluyorum 13syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi,evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesince tespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarının görüş yazılarında belirtilen gerekçelerle gönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına ve tamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin, kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd. maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte, bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına baş vurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp ,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in 'www.he.o' isimli internet sitesinde yayınlanan 'Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları' başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından 'www.herkul.org' isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak 'adanmış' bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." Başvuru Öncesi Süreç Başvurucu, aynı soruşturma kapsamında ayrıca 24/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine (B. No: 2014/16855) başvuruda bulunmuştur. Söz konusu başvuruda başvurucu, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; bazı söz ve uygulamalar nedeniyle de masumiyet karinesi ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi 12/12/2018 tarihinde, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi ve gözaltına almanın hukuka aykırı olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve ayrıca kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların "başvuru yollarının tüketilmemiş olması", tutuklamanın hukuki olmaması ve sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve ayrıca masumiyet karinesi ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların ise "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedenleriyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Mustafa Demirhan, B. No: 2014/16855, 12/12/2018). İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7803 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, adli tıp uzmanınca Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine bilirkişi sıfatıyla gerçekleştirilen otopsiler karşılığında ödenen ücretin yetersiz görülmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ve angarya yasağının; buna ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını ibraz etmiştir. Birinci Bölüm tarafından 6/7/2017 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1963 doğumlu olup Muğla'da ikamet etmektedir. Başvurucu, olay tarihinde Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalında adli tıp uzmanı olarak görev yapan bir öğretim üyesidir.A. Uyuşmazlığın Arka Planı Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğü (Üniversite) ile Bakanlık arasında 2/11/2001 tarihinde, Eskişehir Adli Tıp Şube Müdürlüğünün faaliyetleriyle ilgili otopsilerin Osmangazi Üniversitesi Eğitim Araştırma ve Uygulama Hastanesi morgunda yapılmasını öngören bir protokol imzalanmıştır. Anılan protokolde, resmî bilirkişilik görevi yürüten Adli Tıp Şube Müdürlüklerinin daha verimli bir şekilde çalışmasının temin edilmesi, hazırlanacak olan raporların bilimsel bir çerçevede düzenlenmesinin sağlanması ve Üniversitenin personel, araç ve gereçlerinden yararlanılması, diğer taraftan tıp fakültesi öğrencilerine adli tıp öğrenimini sağlama yönünde Üniversiteye materyal temini, Üniversite öğrencileri ve adli tıp uzmanlarının yetiştirilmesi amacı ile bu iş birliğinin öngörüldüğü ifade edilmiştir. Sözü edilen protokolde otopsiyi yapan adli tıp uzmanlarına ücret ödenmesini öngören herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Bu nedenle Üniversitede görev yapan adli tıp uzmanlarınca gerçekleştirilen otopsiler karşılığında önceleri herhangi bir ücret ödemesi yapılmamıştır. Ancak Bakanlığın 20/6/2003 tarihli yazısıyla, üniversite öğretim görevlisi adli tıp uzmanlarından ikinci görevli olarak ataması yapılmayanlara, otopsilerde harcadıkları emek ve mesaiye karşılık 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun maddesi uyarınca ücret takdir edilmesinin uygun olacağının bildirilmesi üzerine bu tarihten sonra gerçekleştirilen otopsiler karşılığında otopsiyi yapan adli tıp uzmanlarına bilirkişi ücreti ödenmeye başlanmıştır. Başvurucu, protokolün yürürlüğe girdiği 2/11/2001 ile 20/6/2003 tarihleri arasında Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talebi üzerine toplam yüz dört otopsi (altmış sekizini tek başına, otuz altısını başka adli tıp uzmanlarıyla birlikte) gerçekleştirmiştir.B. Başvurucunun Açtığı Birinci Dava Başvurucu 22/6/2006 tarihinde Başsavcılığa başvurarak toplam yüz dört otopsi için ücret takdir edilmesi isteminde bulunmuştur. Başsavcılık cevap vermeyerek talebi zımnen reddetmiştir. Başvurucu 25/9/2006 tarihinde Eskişehir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) yüz dört otopsi için yasal faiziyle birlikte ücret takdir edilmesi istemiyle Bakanlık aleyhine dava açmıştır. Mahkeme 12/10/2006 tarihinde süre aşımı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Ancak Danıştay Onuncu Dairesi 22/1/2010 tarihli kararıyla Mahkeme kararını bozmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme (Mahkeme sayısının artması nedeniyle Eskişehir İdare Mahkemesi olmuştur.) 31/12/2010 tarihli kararıyla davayı kabul ederek 2/11/2001 ile 20/6/2003 tarihleri arasında adli tıp uzmanı olarak katıldığı otopsi işlemleri için hesaplanacak bilirkişi ücretinin başvuru tarihi olan 22/6/2006 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine hükmetmiştir. Bu karar üzerine Başsavcılık tarafından başvurucuya 20/4/2011 tarihinde 265,83 TL ve 21/4/2011 tarihinde yargılama gideri olarak 108,60 TL ödemede bulunulmuştur. Ödemeyi yetersiz bulan başvurucu 25/4/2011 tarihinde Başsavcılığa başvurmuş ve otopsi ücretlerine ilişkin olarak Türk Tabipler Birliği Eskişehir-Bilecik Tabip Odası, Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi, Türk Veteriner Hekimler Eskişehir-Bilecik Odası ve Adli Bilimciler Derneğinden alınan veriler dikkate alınarak hesaplanan (150 TL X 104= 600 TL) 600 TL'nin ödenmesi isteminde bulunmuştur. Bu talep üzerine Başsavcılık 5/5/2011 tarihinde 499,31 TL daha ödeme yapmıştır. Başvurucunun Açtığı İkinci Dava Başvurucu, 600 TL olan talebinin geri kalan kısmının ödenmesinin zımnen reddedildiğini kabul ederek 8/7/2011 tarihli dilekçe ile aynı Mahkemede tam yargı davası açmıştır. Başvurucu, rayiç meblağın bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle tespit edilerek tarafına ödenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 14/7/2011 tarihli kararla, talep edilen tazminat miktarının gösterilmemesi nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Başvurucu 22/8/2011 tarihli dilekçe ile davayı yenilemiştir. Dilekçede talep edilen tazminat miktarı olarak 600 TL'den bakiye kalan 835 TL gösterilmiştir. Mahkeme 28/3/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca bilirkişiye, inceleme ve seyahat gideri ile çalışmasıyla orantılı ücret ödenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Mahkeme ayrıca 14/4/1982 tarihli ve 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun maddesinde, üniversite öğretim üyesi adli tıp uzmanlarının asıl görevleri ile ilişkileri kesilmemek şartıyla Adli Tıp Kurumunda görevlendirilebilecekleri hükmünün yer aldığını hatırlatmıştır. Gerekçede, otopsi ücretinin bilirkişiyi görevlendirip dinleyen makam tarafından tayin ve takdir olunacağı belirtilmiş ve somut olayda, ilgili Başsavcılık tarafından 5271 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca takdir edilen tutarın üzerinde ödeme yapılmasına imkân bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu karara yapılan itiraz, Eskişehir Bölge İdare Mahkemesinin 24/12/2013 tarihli kararıyla reddedilerek karar onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Bölge İdare Mahkemesinin 29/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.Nihai karar 15/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.Başvurucu 6/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Usulü dairesinde çağrılıp da mazeretini bildirmeksizin gelmeyen tanıklar zorla getirilir ve gelmemelerinin sebep olduğu masraflar ile beraber beşbin liradan onbin liraya kadar hafif para cezasına mahküm edilirler." 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesinin ilk iki fıkrasının ilgili bölümü şöyledir: “Çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin rey ve mütalaasının alınmasına karar verilir....Bilirkişinin tayini ve üçten fazla olmamak üzere adedinin tespiti hakime aittir. Hazırlık soruşturmasında, gecikmede sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısı da bu yetkiyi haizdir." 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Muayyen hususlarda rey ve mütalaa beyaniyle resmen tavzif edilmiş olanlar yahut tetkikatın icrası için bilinmesi muktazi fen veya sanatla iştigali meslek edinenler veya meslek edinmeğe resmen mezun olanlar ehlihibre tayin edildikleri takdirde kendilerine verilen vazifeyi yapmağa mecburdurlar.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Rey vermekle mükellef olduğu ve usulü dairesinde çağrıldığı halde gelmeyen veya gelip de yeminden, rey ve mütalaa beyanından çekinen bilirkişiler hakkında tanıklara ilişkin hükümler uygulanır." 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Ehlihibre tarifeye göre kaybettiği vakit için alacağı tazminattan başka tetkikat ve seyahat masraflarını ve çalışmasiyle uygun ücretini alır.” 1412 sayılı mülga Kanun’un maddesinin ilk üç fıkrası şöyledir: “Bir ölünün adli muayenesi tabip huzuru ile yapılır. Adli muayenede ölünün tıbbi kimliği, ölüm zamanı ve ölüm sebebini tayin için harici bulgular tespit edilir. Otopsi, hakim ve tehirinde zarar umulan hallerde Cumhuriyet savcısı huzurunda biri adli tabip veya patalog olmak şartı ile iki hekim tarafından yapılır. Zaruret halinde bu işlem bir hekim tarafından da yapılabilir. Ancak zaruret halinin otopsi raporuna açıkça yazılması gerekir.” 2659 sayılı Kanun’un maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili bölümü şöyledir: “Adlî Tıp Kurumu Başkanı, Başkan Yardımcısı, İhtisas Kurulu Başkanları ve İhtisas Kurulu üyeleri, Adalet Bakanının inhası üzerine, uzman elemanlar veya üniversitelerin ilgili fakülte öğretim üyeleri veya yardımcıları arasından üçlü kararname ile, Adlî Tıp İhtisas Daire Başkanları, Şube Müdürleri, Adlî Tabibler, Uzmanlar, Raportörler, Kimyagerler, Psikologlar, Eczacılar, Biyolog ve Diş Tabipleri, Balistik, Grafoloji ve silah muayene uzmanları, astronomlar, asistanlar, Trafik uzmanları, Adlî Tıp Kurumu Başkanının teklifi üzerine Adalet Bakanlığınca,Birinci ve ikinci fıkra dışında kalan personelin atamaları Kurum Başkanlığınca,Yapılır.Birinci ve ikinci fıkrada belirtilen görevlere üniversitelerin ilgili fakülte öğretim üye ve yardımcıları, asıl görevleri ile ilişkileri kesilmemek şartıyla atanabilirler....” Olay tarihinde yürürlükte bulunan, 14/2/1984 tarihli ve 18312 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “Bu yönetmelikte, ... kurum dışından görevlendirilecek bilirkişilere ödenecek ücretin tesbitine dair esaslara; ihtisas daireleri şubelerinde görevlendirilecek personelin niteliklerine, çalışma usul ve esaslarına; yüksek öğretim kurumları veya birimlerinde tetkik edilecek adli tıp ile ilgili işlere, ihtisas dairelerinde uzman ve eleman yetiştirilmesinin esaslarına ilişkin hükümler ile Adli Tıp Kurumu Kanununun uygulanmasına dair diğer hususlar düzenlenmiştir.” Yönetmelik'in maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “a) Adli Tıp Şube Müdürlüğünde görevli tüm personel, Bakanlıkça vazife hudutları tayin ve tesbit edilen mahallerde kaza çevresi içindeki mahkemeler, sorgu hakimleri ve Cumhuriyet savcıları tarafından adlî tıpla ilgili olmak üzere lüzum gösterilecek otopsi, muayene ye keşifleri, icabında mahalline de gitmek suretiyle yaparak bu hususta rapor vermek ve vukubulacak davet üzerine sözlü mütalâalarını bildirmekle görevlidirler....c) Adli tabiplerin bulundukları vazife hudutları dahilinde otopsisi gereken ölülerin otopsileri, dış muayeneleri, adlî tabipçe yapıldıktan sonra o mahalde Adli Tıp Kurumu veya Grup Başkanlığındaki morg dairelerinde yapılır.d) Şayet vazife gördükleri mahalde morg ihtisas dairesi yok ise adli tabipler, otopsisi gereken cesetlerin harici muayenelerini yaptıktan sonra bulundukları yerde mevcut resmi sağlık müesseselerinin fenni ve tıbbî vasıta ve mahallerinden istifade ederler....f) Adlî tıp uzmanları resmi tatil günlerinde nöbetli bilirkişi olarak Cumhuriyet savcıları ile beraber görev yapabilir. Bilirkişilik görevi ile görevlendirilen adli tıp uzmanına mesaisine karşılık Cumhuriyet savcılığınca suç üstünden, tabip odalarından sorularak bir ücret tensip edilir....1) 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 38 inci maddesi gereğince resmi bilirkişi olarak görevlendirilecek olan adli tıpla ilgili bölüm veya birimdeki uzman elemanlar bulundukları şehirlerdeki adlî hadiselerden dolayı resmi bilirkişi sayılırlar....” Yönetmelik'in maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Yükseköğretim kurumları veya birimleri, adli tıp mevzuatı çerçevesinde adlî tıp olaylarında ve diğer adlî olaylarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre resmî bilirkişi sayılırlar.”B. Uluslararası HukukAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“ Hiç kimse köle ya da kul durumunda tutulamaz Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamaz. Aşağıdaki haller, bu madde anlamında “zorla çalıştırma ya da zorunlu çalışma” sayılmaz:a) Bu Sözleşme’nin maddesinde öngörülen koşullara uygun olarak tutulu bulunan bir kimseden, tutulu bulunduğu sırada veya şartlı tahliyeden yararlandığı süre içinde olağan olarak yapması istenilen bir iş;b) Askeri nitelikli herhangi bir hizmet veya vicdanî reddin meşru sayıldığı ülkelerde, vicdanî reddi seçen kişilere zorunlu askerlik hizmeti yerine gördürülebilecek başkaca bir hizmet;c) Toplumun hayat veya refahını tehdit eden kriz veya afet hallerinde gerekli görülen her hizmet;d) Olağan yurttaşlık yükümlülükleri kapsamına giren her türlü çalışma veya hizmet." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin "zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma"yı yasaklayan maddesinin ikinci fıkrasının demokratik toplumun temel değerlerinden birini düzenlediğini belirtmektedir. AİHM, diğer birçok maddi hükmün aksine Sözleşme'nin maddesinin herhangi bir istisnaya yer vermediğini ve bu maddede düzenlenen hakkın ulusal güvenliği tehdit eden olağanüstü durumlarda dahi Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasına göre askıya alınmasına izin verilen haklardan olmadığını vurgulamaktadır (Zarb Adami/Malta, B. No: 17209/02, 20/6/2006, § 43). AİHM, başvurucunun yapmakla yükümlü tutulduğu hizmetin "zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma" yasağı kapsamına girip girmediğini tespit ederken maddede altı çizilen amaçların ışığında somut olayın tüm koşullarını dikkate almaktadır. AİHM, "zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma" kavramının kapsamadığı hususların belirlenmesinde ikinci ve üçüncü fıkraların bir bütün olarak gözetilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Üçüncü fıkranın ikinci fıkranın yorumlanmasında yardımcı bir işlev gördüğünün altını çizen AİHM, üçüncü fıkranın "olağan yurttaşlık yükümlülükleri kapsamına giren her türlü çalışma veya hizmet"i "zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma"nın kapsamı dışına çıkaran (d) bendinin özel bir öneminin bulunduğunu değerlendirmektedir (Steindel/Almanya (k.k.), B. No: 29878/07, 14/9/2010). AİHM, bir stajyer avukatın ücret almadan hukuki yardım sunma yükümlülüğüne ilişkin Van Der Mussele/Belçika (B. No: 8919/80, 23/11/1983) kararında, "zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma"ya ilişkin içtihadının temel ilkelerini ortaya koymuştur. Karara konu olayda stajyer avukat olan başvurucu; hırsızlık, uyuşturucu bulundurmak ve oturma hakkı elde etmek için sahte isim kullanmakla suçlanan Gambiya vatandaşı bir sanığı savunmak için baro tarafından görevlendirilmiştir. Başvurucunun stajının bitmesi üzerine zorunlu müdafilik görevinin sona erdiği ancak sanığın ekonomik imkânlarının yetersizliği nedeniyle kendisine herhangi bir ücret ödenmeyeceği gibi yaptığı masrafların da telafi edilmeyeceği başvurucuya bildirilmiştir (Van Der Mussele/Belçika, §§ 10-12). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin "zorla çalıştırma ve zorunlu çalışma" kavramını tanımlamadığına dikkat çektikten sonra bu kavramların anlamlandırılması ve kapsamının belirlenmesi için -neredeyse Avrupa Konseyine üye tüm devletlerce kabul edilen- 29 Numaralı Cebri ve Mecburi Çalıştırma Hakkında ILO Sözleşmesi’ne (29 No.lu Sözleşme) müracaat etmiştir (Van Der Mussele/Belçika, § 32). 29 No.lu Sözleşme'nin maddesinde “cebri veya mecburi çalıştırma” ifadesinin herhangi bir kişinin ceza tehdidi altında ve bu kişinin tam isteği olmadan mecbur edildiği tüm iş veya hizmetleri ifade edeceği hükme bağlanmıştır. AİHM "zorla çalıştırma" (forced labour) kavramının maddi ya da manevi zorlamayı (cebri) akla getirdiğine işaret etmiş ve somut olayda maddi ve manevi cebir uygulanmasının söz konusu olmadığını ifade etmiştir. "Zorunlu çalışma" (compulsory labour) kavramına ilişkin olarak ise AİHM, bunun herhangi bir yasal yükümlülük ve zorunluluğa delalet etmediğinin altını çizmiştir. AİHM'e göre sırf taraflardan birinin diğerine çalışma edimi yüklemesi ve edim yükümlüsünün bağıtladığı bu edimini yerine getirmemesi durumunda müeyyideye maruz kalması, serbest iradeyle akdedilen bir sözleşmenin gereği olan çalışma yükümlülüğünün Sözleşme'nin maddesi kapsamında görülmesini gerektirmez. Bu anlamda AİHM ilk olarak 29 No.lu Sözleşme'de yapılan tanımda yer alan “ceza tehdidi altında” ibaresine vurgu yapmıştır. Buna göre zorla çalıştırmanın ceza tehdidi altında yapılması gerekmektedir. İkinci olarak Mahkeme “kişinin tam isteği olmadan” ibaresinden hareketle bu çalışmanın kişinin iradesine rağmen olması gerektiğini belirtmiştir (Van Der Mussele/Belçika, § 34). AİHM öncelikle başvurucunun ceza tehdidi altında çalışıp çalışmadığını irdelemiştir. AİHM, başvurucunun kendisine verilen görevi reddetmesi durumunda cezai karakter taşıyan bir yaptırıma maruz kalmasa da stajyerlik kaydının düşürülebileceğine ve bunun sonucu olarak baro levhasına yazılma imkânını yitirebileceğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre bu ihtimal dahi ceza tehdidinin varlığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterlidir (Van Der Mussele/Belçika, § 35). AİHM bundan sonra başvurucunun rızasının bulunup bulunmadığını ele almıştır. AİHM'e göre stajyer avukatın bu tür bir çalışmaya tabi tutulacağının ve yaptığı masrafların da telafi edilmeyeceğinin öngörülebilir olması ve kendi iradesiyle stajyer avukatlık listesine kaydolması, Sözleşme'nin maddesi anlamında "zorunlu çalışma"nın bulunmadığı sonucuna ulaşılabilmesi bakımından yeterli olmayıp diğer koşulların da gözönünde bulundurulması gerekir (Van Der Mussele/Belçika, § 36). AİHM, 29 No.lu Sözleşme’de yapılan tanımı esas almakla birlikte kişinin iradesinin bulunup bulunmadığının Sözleşme'nin kendi bağlamı içinde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bu bağlamda AİHM, uzmanlık gerektiren bir mesleği yapabilme koşulu olarak öncesinde bazı hizmetleri yapma yükümlülüğü getirildiği hâllerde zorunlu kılınan hizmetin gelecekte elde edilecek avantajlara nazaran aşırı ve orantısız bir külfet yüklemesi durumunda bu hizmetin önceden gönüllü olarak kabul edildiği sonucuna ulaşılamayacağını belirtmiştir. AİHM'e göre bu durum, ilgili uzmanlık alanıyla ilgisi bulunmayan hizmetler için de söz konusudur (Van Der Mussele/Belçika, § 37). AİHM, belirli bir meslek mensubunun üyelerinin üzerine düşen görevler bakımından nelerin normal sayılabileceğinin değerlendirilmesi için standartlar geliştirmiştir. Bu standartlar verilen hizmetlerin söz konusu kişinin normal mesleki faaliyetlerinin sınırları dışında kalıp kalmadığını, hizmetin ücretli olup olmadığını veya başka bir telafi edici faktör içerip içermediğini, yükümlülüğün bir sosyal dayanışma anlayışı üzerine kurulup kurulmadığını ve yüklenen yükün orantısız olup olmadığını dikkate alır (Van Der Mussele/Belçika, § 39; Graziani-Veiss/Avusturya, B. No: 31950/06, 18/10/2011, § 39; bir doktorun acil servise katılma göreviyle ilgili olarak bkz. Steindel/Almanya). AİHM, somut olayda başvurucunun yapmakla yükümlü kılındığı hizmetlerin avukatların normal faaliyetlerinin kapsamı dışına çıkmadığını tespit etmiş; münhasıran avukatlara tanınan hukuki yardımda bulunma hakkı gibi tazmin edici birtakım avantajlara sahip olduğunu vurgulamış; söz konusu hizmetlerin profesyonel eğitimine katkı sağladığının, itibar ve tecrübesini artırdığının altını çizmiş; başvurucuya yüklenen bu yükümlülüğün, ilgili sanığın Sözleşme'nin maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen savunma hakkının güvenceye bağlanmasını temin eden bir araç mahiyetinde olduğunu ve bunun sosyal dayanışma anlayışına dayandığını saptamış; son olarak başvurucuya yüklenen külfetin de aşırı ve ölçüsüz olmadığı kanaatine ulaşmıştır (Van Der Mussele/Belçika, § 39). AİHM, başvurucuya ücret ödenmemesinin ve yaptığı masrafların telafi edilmemesinin ölçüsüz bir külfet yükleyip yüklemediğini deayrıca değerlendirmiştir. Bu bağlamda AİHM, Belçika hukukunun yoksul kişileri savunmak üzere görevlendirilen avukat ve stajyer avukatlara kamu bütçesinden ücret ödenmesi yolunda evrildiğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre ilgili tarihteki hukuka göre başvurucuya ücret ödenmemesi ve başvurucunun yaptığı masrafların telafi edilmemesi, başvurucu aleyhine belli ölçüde dezavantaj oluşturmuş ise de bu dezavantaj avantajlarını da beraberinde getirmiş ve aşırı olduğuna dair bir işaret bulunmamıştır. Başvurucu orantısız bir çalışma yükü altına girmemiş ve yaptığı masraflar da göreceli olarak küçük kalmıştır. AİHM sonuç olarak "zorunlu çalışma"nın söz konusu olmadığı kanaatine varmıştır (Van Der Mussele/Belçika, § 40). AİHM Graziani-Veiss/Avusturya davasında, bir akıl hastasına vasi olarak atanan avukatın iradesinin bulunup bulunmadığını değerlendirirken Avusturya yasalarına göre avukatların ücretsiz olarak vasilik yapmalarını zorunlu kılan yasanın varlığını dikkate alarak bu kişinin avukat olmakla ileride vasi olmaya zorlanacağını bildiğinin altını çizmiş fakat tek başına bu unsurun varlığının başvurucuya yüklenen zorunlu hizmetin zorla çalıştırma olmadığı sonucuna ulaşmaya yetmediğini ifade etmiştir (Graziani-Veiss/Avusturya, § 40). AİHM, avukattan istenen hizmetin önceden kabul edilmiş sayılamayacak kadar aşırı bir külfet yüklememesi ve mesleğin ileride sağlayacağı getirilerle orantısız olmaması gerektiğini vurgulamıştır (Van Der Mussele/Belçika, § 37). AİHM ayrıca vasilik görevinin mecburi olmasının bu görevin ücretsiz olması gerektiği anlamına gelmeyeceğinin altını çizmekle birlikte avukatlık ve noterlik gibi meslek gruplarının yargısal makamlar önünde tarafları temsil etme gibi ayrıcalıklarının bulunduğunu belirterek -vasiliğin vasiye yüklediği yükün aşırı ve orantısız olmaması koşuluyla- bu gibi meslek grupları yönünden ücretsiz olmasının mümkün olduğunu kabul etmiştir. AİHM, somut olayda avukata yüklenen vasilik görevlerinin aşırı ve orantısız olmadığını saptayarak madde yönünden herhangi bir ihlalin bulunmadığına hükmetmiştir (Graziani-Veiss/Avusturya, §§ 41, 42). AİHM Steindel/Almanya kararında, acil serviste çalışma zorunluluğu getirilen ve özel muayenehanesinde mesleğini yürüten göz doktorunun "zorunlu çalışma" yasağı şikâyetini incelemiştir. AİHM, acil serviste çalışma zorunluluğunun başvurucunun profesyonel faaliyetinin kapsamı dışında olmadığını not etmiştir. AİHM, başvurucunun genel sağlık sigortası kapsamında ücretlendirilen bir alanda çalışmamasının, sunduğu hizmetin değiştiği anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca acil servisin, bu seçeneği kullanmamayı seçmesine rağmen başvuranı kural olarak muayene saatleri dışında kendi hastaları için hazır bulunma yükümlülüğünden kurtarmasını onun yararına bir başka telafi edici unsur olarak görmüştür. Dahası başvurucunun itiraz ettiği yükümlülük, tüm faal doktorları gece ve hafta sonları boyunca hazır bulunma yükümlülüğünden kurtarmak ve bu zamanlarda tıbbi hizmetlerin kullanılabilir olmasını sağlamak için geliştirilen bir planın parçası olup mesleki ve sivil dayanışma konsepti üzerine kurulmuştur ve bu yükümlülükle acil durumların bertaraf edilmesi amaçlanmıştır. Tüm bunları bir arada değerlendiren AİHM, başvurucuya yüklenen külfetin ölçüsüz olmadığını belirtmiştir. AİHM ayrıca, başvurucunun acil servis hizmetinin üç ayda altı gün olduğunu ve geri kalan zamanın başvurucunun kendi hastalarıyla ilgilenebilmesi için yeterli bulunduğunu, kaldı ki acil servis hizmetinde iken bile özel hastalarının ona danışmakta serbest olduklarını ifade ederek başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşmıştır. | Zorla çalıştırma ve angarya yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8881 | Başvuru, adli tıp uzmanınca Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine bilirkişi sıfatıyla gerçekleştirilen otopsiler karşılığında ödenen ücretin yetersiz görülmesi nedeniyle mülkiyet hakkı ve angarya yasağının; buna ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından dolayı reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19329 | Başvurular, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından dolayı reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumu personeli tarafından uygulanan şiddet nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 1/6/2018 tarihinde hükümlü sıfatıyla sevk edildiği Manisa T tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) kabul edilmiştir. Başvurucu, İnfaz Kurumunda darbedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu darbedildiği tarihi tam olarak açıklayamamış; 2018 yılı Mayıs ayının sonu ya da Haziran ayının başında İnfaz Kurumu personelinin kendisini darbettiğini beyan etmiştir. Başvurucunun bu beyanı üzerine Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) inceleme başlatılmıştır. Başsavcılık 10/12/2018 tarihinde özetle olay gününe ilişkin kamera kayıtlarında başvurucunun müdür ile görüşe götürüldüğü ve getirildiği esnada darbedildiğine ilişkin görüntüye rastlanmadığına ve müdür görüşü sırasında kolluk görevlilerine saldırmaya çalışması üzerine infaz koruma memurlarınca taşınarak götürüldüğüne vurgu yapmış ve anılan iddiaların araştırılması gerekmeden soyut ve genel nitelikte kaldığını açıklayarak soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 29/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiş; karara karşı yapılan itiraz da Manisa Sulh Ceza Hâkimliğinin 28/8/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Öte yandan başvurucu, İnfaz Kurumunun 22/4/2019 tarihli yazısı ekinde gönderilen dilekçesiyle İnfaz Kurumu personelinin kötü muamele niteliğindeki eylemlerine maruz kaldığını ikinci kez ifade etmiştir. Başvurucunun anılan iddiası kapsamında Başsavcılık tarafından bu kez soruşturma açılmış ve dilekçedeki iddiasının araştırılması için hazırlanan 22/5/2019 tarihli yazı İnfaz Kurumuna gönderilmiştir. İnfaz Kurumunun 28/5/2019 tarihli yazısında özetle 4/6/2018 tarihinde yapılan görüşmede başvurucunun “T. Anayasası var burada.” dediği, bağırmaması yönünde uyarıda bulunulduğu esnada kurum personeline saldırdığı, bunun üzerine zor kullanılarak etkisiz hâle getirilmeye çalışıldığı ifade edilmiştir. Anılan olaya ilişkin olarak Başsavcılığın, başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlediği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun iddialarını somut bulgu ve belgeye dayandırmadan ileri sürdüğü, iddia ettiği olayların çoğunluğunun yasal mevzuat hükümleri çerçevesinde uygulanan işlemler olduğu açıklanmıştır. Başsavcılık anılan yazının temininden sonra başka herhangi araştırma yapmadan 17/7/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucunun kendisine işkence edildiğini beyan ettiği ancak tarih, saat gibi somut bilgiler vermediği, söz konusu iddianın soyut beyan niteliğinde kaldığı belirtilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itiraz, Manisa Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 6/3/2020 tarihinde reddedilmiştir. Altında üç ceza infaz kurumu müdürü ve beş infaz koruma memurunun imzalarının bulunduğu 4/6/2018 tarihli tutanakta; başvurucuya bağırmaması yönünde uyarı yapılması üzerine başvurucunun kurum personeli A.E.ye kafa attığı, İnfaz Kurumunun Müdürü E.Ş.ye tekme attığı, zor kullanılarak etkisiz hâle getirilmeye çalışıldığı sırada A.E.nin bacağını ısırmaya çalıştığı, diğer kurum personeli S.S.nin elini ısırdığı, bunun üzerine sakinleşmesi amacıyla plastik kelepçe takılarak geçici süreyle yumuşak malzemeli odada tutulduğu belirtilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen 6/6/2018 tarihli raporda "her iki göz çevresinde ekimoz (morluk), sol skapula (kürek kemiği) üzerinde hematom (cilt altında kan birikmesi), ağrı, kulakta ağrı" bulgularına yer verilmiş; 11/9/2018 tarihli kesin adli raporda ise "sağ kulak zarının hemorajik, perfore olduğu, saptanan kulak zarı yırtığının duyulardan veya organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflamasına/yitirilmesine neden olup olmadığı hususunda olay tarihinden altı ay sonra yeniden değerlendirilmesi gerektiği, yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı" bildirilmiştir. Her iki raporda da başvurucunun 4/6/2018 tarihinde darbedildiğini beyan ettiği kayıt altına alınmıştır. Bununla birlikte başvurucu 4/6/2018 tarihinde gerçekleşen olayla ilgili görevi yaptırmamak için direnme suçundan Manisa Asliye Ceza Mahkemesince yargılanmış ve 8/10/2020 tarihinde beraat etmiştir. Anılan kararın gerekçesinde, olayın gerçekleştiğinin iddia edildiği odanın kamera görüntüsünün bulunmadığına ve mevcut kamera görüntülerine göre başvurucunun en başta iki infaz koruma memuru tarafından sakin bir şekilde koridordan geçirildiğine, sonrasında ise altı-yedi infaz koruma memuru tarafından etkisiz hâle getirilerek başka odaya götürüldüğüne vurgu yapılmış ve şikâyetin soyut kaldığı açıklanmıştır. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yaptığı itirazın reddine dair kararı 10/3/2020 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 27/3/2020 tarihinde; soruşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yaptığı itirazın reddine dair kararı ise 10/9/2020 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 24/9/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2020/31471 numaralı başvuru, incelenen 2020/12778 numaralı başvuru ile birleştirilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12778 | Başvuru, ceza infaz kurumu personeli tarafından uygulanan şiddet nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Tutuklamaya ve Serbest Bırakılmamaya İlişkin Süreç Başvurucu; Kahranmanmaraş İl Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürlüğünde müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2009 yılında Tahşiyeciler grubuna yönelik düzenlenen soruşturma ve kovuşturmaya sebebiyet verdikleri iddiasıyla (anılan soruşturmaya ilişkin bilgiler için bkz. Hidayet Karaca (1) [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 10, 11) başvurucuyla birlikte gazeteci, yapımcı, senarist, yönetmen ve emniyet görevlilerinin de dâhil olduğu kişiler hakkında iftira, sahtecilik ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından (Soruşturma No: 2014/133596) soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında yürütülen soruşturma dosyasında kısıtlama kararı verilmesi talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. Anılan Hâkimlik 13/12/2014 tarihinde, başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu tarafından bu karara 15/12/2014 tarihinde itiraz edilmiş, söz konusu itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Anılan tarihte İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde (TEM) teknik büro amiri olarak görev yapan başvurucu, bu soruşturma kapsamında 16/12/2014 tarihinde İstanbul'da gözaltına alınmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 16/12/2014 tarihinde başvurucuya özellikle Tahşiye soruşturmasının yapıldığı 2008 ile 2010 yılları arasında görevi kapsamında, fiziki takip ve telefon dinlemelerinin usulsüz yapılmasıyla ilgili sorular sorulmuştur. Başvurucuya ayrıca 6/4/2009 tarihinde www.herkul.org sitesinde yayımlanan Fethullah Gülen tarafından yapılan konuşma metni, Samanyolu TV (STV) kanalında Tek Türkiye adlı dizinin 9/4/20009 ve 23/4/2009 tarihlerinde ve bölümlerinde yayımlanan Karanlık Kurul adlı bölümleriyle ilgili sorular yöneltilmiştir. Başvurucu; dinleme ve fiziki takiplerin ilgili mevzuatçerçevesinde yapıldığını, adı geçen konuşma metnini dinlemediğini, dizi bölümlerini izlemediğini ifade etmiştir. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamalar açıklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Anılan Hâkimlik 18/12/2014 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Mahkemenin tutuklama kararının gerekçesi şöyledir: “…Şüphelinin ... emniyet teşkilatı içerisinde var olan örgütlenmenin içerisinde yer aldığı yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, yüklenen suçun yasada öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin ‘kanun gereğince’ var sayıldığı, ... şüphelinin tutuklanmasına engel bir halinin (tutuklama yasağı ve yargılama engeli bulunmaması gibi) bulunmadığı, alması muhtemel ceza göz önüne alındığında kaçma şüphesinin bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanık veyamağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu,işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde Anayasa’nın maddesinde ifade olunan ‘ölçülülük ilkesi’ uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulamasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve şüpheli açısından ‘yetersiz’ kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak 5271 sayılı CMK’nın 100 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA” Hâkimlik; genel olarak kuvvetli suç şüphesinin bulunduğuna gerekçe olaraksuç tarihinde örgüt lideri olduğu iddia edilen şüpheli Fetullah Gülen’in “www.herkul.org” isimli internet sitesinde 6/4/2009 tarihinde yayımlanan video kaydında “Tahşiyeciler” olarak bilinen bir dinî grup hakkında olumsuz ifadelerde bulunmasını ve daha sonra bu video kaydında belirtilen konuşmaların 8/4/2009 tarihinde Zaman gazetesinde haberleştirilmesini ve 9/4/2009 tarihinde ise STV kanalında yayımlanan bir dizideki diyalogda Tahşiyeciler isminin geçmesini, bir süre sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli polisler tarafından anılan dinî gruba mensup bazı kişiler hakkında soruşturma başlatılmasını, bu soruşturma nedeniyle gözaltına alınan kişilerin on yedi aya kadar tutuklu kalmasını ve Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmalarını göstermiştir. Hâkimlik, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanun'nun ve maddeleri anlamında bir örgütün varlığı yönünde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğuna ilişkin gerekçe olarak ise şunları göstermiştir: “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/1016 soruşturma sayılı dosyasının şüphelilerinden ve halen Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan sanıklar N.T., B.A., B.B. ve K.nın sahihi olduğu, BMB Yayın Grubuna bağlı Tahşiye, Rahle ve Cihangir adı ile dini görüş ve yorumlar içeren kitaplar bastıkları, bu kitaplarda şüpheli Fethullah Gülen'in temel paradigması olan dinler arası diyalog ve kurumlara zekat verilebileceğine ilişkin görüşler ile tesettür konusunda eleştiride bulundukları, şüpheli Fethullah Gülen'in başında bulunduğu Hizmet Hareketi adıyla bilinen yapının eleştirildiği, şüpheli müdafiilerinden Av. Ö. T.’nın ibraz etmiş olduğu 03/12/2008 tarihli, bu dosyanın şüphelilerinden olan eski İstanbul istihbarat Şube Müdürü A.F.Y.nin imzasıyla dağıtım yerlerine gönderilen ‘Tahşiye Grubu Faaliyetleri’ konulu yazısı ile bu grup hakkında istihbari bilgilendirme yapıldığı, şüpheli Fethullah Gülen'in 6/4/2009 tarihinde www.herkul.org isimli internet sitesinde 'rtica Paranoyası' adı altında video kaydının yayınlandığı ve burada açıkça 'tahşiye diye bir şey icat edebilirler... adlarını da tahşiyeci derler, sonra kaleşnikoflar verirler, çuvaldızı bile olmayan insanlara terörist damgası vuracaklar... belli kişilerce karanlık karar kurullarında alınan kararlar...' şeklinde beyanatlar verdiği, bu beyanatlar sonrasında 08/04/2009 tarihli Zaman Gazetesinin sayfasında 'terör örgütü üretenler yeni tezgah peşinde' başlığı ile bu beyanatın haberleştirildiği, 9/4/2009 tarihinde ise Tek Türkiye dizisinin bölümünde, 'karanlık kurul' isimli bölümünde 'yeni projemizin adı Tahşiye olacaktır... bu hareketin silahlı terör örgütü kapsamına alınmasını sağlayacağız, bu yerlere de daha önce terör eylemlerinde kullanılmış silahlar ve malzemeler bırakılıp baskınlarla bulunulması sağlanacak... şeklinde diyaloglar geçtiği, 10/4/2009 tarihli Zaman Gazetesinde şüpheli H. G.'nin, 15/4/2009 tarihinde ise şüpheli A. Ş. tarafından bu beyanatın köşe yazısı olarak yazıldığı ve yine 23/04/2009 tarihinde Tek Türkiye dizisinin bölümünde 'karanlık kurul' sahnesinde 'Tahşiye miydi, Tahşidat mıydı neydi... Rahle Mahle bir şey diyin işte, dini sembol olacak bir şey...' şeklinde diyaloglar içerdiği, 26/04/2009 tarihinde ise şüpheli N.G.nin Bugün Gazetesinde 'Tahşiyeciler Deşifre Oldu, Yeni Bir İsim Bulmalıyız' başlığıyla dizide yayınlanan diyaloglar ile ilgili köşe yazısı yazıldığı anlaşılmıştır.Başka suçtan tutuklu şüpheli A. F. Y.nin 03/12/2008 tarihli yazısı ve akabinde yukarıda belirtildiği gibi beyanlar ve yayım ve yayınlar yapıldıktan sonra, kısa bir süre sonra 29/4/2009 tarihinde 20 kişi hakkında şüpheli E. imzasıyla şüpheli E. E. adına İstihbarat Şube Müdürlüğünden TEM Şube Müdürlüğüne yazı yazıldığı ve 'Radikal Tahşiye Grubu' hakkında ihbarda bulunulduğu, ancak istihbari bilgilerin adli soruşturmada teyit edilmeden kullanılamayacağı kuralı ihlal edilerek 4/5/2009 tarihinde TEM Şube Müdür Vekili şüpheli E. E.'nın imzasıyla İstanbul Başsavcılığından soruşturma talep edildiği, talebe uygun şekilde 5/5/2009 tarihinde soruşturma izni verilerek İstanbul Başsavcılığının 2009/1016 soruşturma numarası üzerinden soruşturmanın yürütüldüğü, teknik ve fiziki takip kararları alınarak TEM Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından uygulama yapıldığı, 04/11/2009 tarihine kadar 'Radikal Tahşiye Grubu' adı ile soruşturma yürütülürken bu tarihten sonra bilgi notu ile örgütün adının 'El Kaide yanlısı radikal Örgütü' ismiyle soruşturma yürütülerek 10/12/2009 tarihinde tarihsiz, isimsiz ve imzasız ihbar mektubu ve CD gönderildiği ve 22/1/2010 tarihinde 16 ilde eş zamanlı olarak 122 kişiye yönelik operasyon yapıldığı ve bir kısım şüphelilerin tutuklanarak 17 aya kadar tutuklu kaldıkları, şüphelilerden T. Y.nin bulunduğu … yerde yapılan aramada suça konu olduğu değerlendirilen el bombaları ve mermiler ile krokiler ele geçirildiği, el bombaları üzerinde yalnızca arama yapan polis memurlarının parmak izinin tespit edildiği, dönemin istihbarat şube müdürü şüpheli A. F. Y.nin 3/12/2008 tarihli yazısında A. T.nin de bu yapılanmanın içerisinde olduğunu bildirmesine ve şüpheli T. Y.nin arama tutanağında elde edilen taslak ve krokilerin eve A. T. isimli kişi tarafından getirildiğinin beyan edilmesine karşın A. T. isimli kişinin imza ve yazı örnekleri alınmadığı gibi şüpheli olarak da işlem görmediği ayrıca elde edilen krokilerde K. isimli kişinin arama yapılan evde 38 adet parmak izi tespit edildiği halde bu hususun da araştırılmadığı, diğer taraftan, elde edilen suça konu olduğu belirtilen bir adet stok no: 1365-27- 0004080 imal tarihi 2004, kafile no : 1-71, 1 adet MKE [Makine Kimya Endüstrisi Kurumu] yapımı sarı renkli sis kutusunun Ergenekon terör örgütü kapsamında 21/4/2009 tarihinde Beykoz ilçesi Poyrazköy Keçilik mevkiinde yapılan kazılarda ele geçen bir adet şeffaf poşete sarılmış vaziyette bulunan MKE yapımı stok no: 1365-27- 000-4080 ibaresi yazılı sarı renkli sis kutusu ile aynı seriden olduğu, ele geçen el bombalarından seri numarası tespit edilen y3P f M-8722 seri numaralı el bombasının Kartal ilçe Emniyet Müdürlüğünde bulunan 6 adet el bombası ile benzeştiğinin tespit edildiği görülmüştür....Örgütün niteliği değerlendirildiğinde, genel itibariyle Emniyet Müdürlüğü ve özellikle İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesinde İstihbarat ve TEM Şube Müdürlüklerinde görev yapan şüphelilerin devletin hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturarak yasa dışı örgütlenme oluşturdukları Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal, ekonomik, askeri ve idari mekanizmasına yön veren kadroların ele geçirilerek etkisiz hale getirilmenin amaçlandığı, bugüne kadar cebir ve şiddet içeren eylem ve işlemleri tespit edilememiş olsa da, mahiyeti gereği silahlı olarak Emniyet Müdürlüğü bünyesinde oluşan bu birimin 'terör örgütleri ile mücadele' adı altında yetkilerini görevlerinin gereklerine aykırı kullanmak suretiyle amaca ulaşmak için toplum üzerinde baskı, korkutma, yıldırma ve sindirme yöntemi kullanarak işlemler yaptıkları, nitekim Yargıtay Ceza Dairesinin 09/10/2013 gün ve 2013/9110 esas, 2013/12351 karar sayılı ilamında belirtildiği gibi, anayasal düzene karşı işlenen suçlarda manevi cebirin de yeterli olacağının öngörüldüğü dikkate alındığında, TMK 1 ve maddeleri anlamında bir örgütün varlığı yönünde kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu görülmüştür." Başvurucunun atılı suçla birlikte iftira suçundan da tutuklanması talep edilmiş ancak Mahkeme "TCK’nun 267/ fıkrasının Anayasa Mahkemesinin 17/11/2011 tarih ve 2010/115 esas, 2011/154 karar sayılı kararı ile iptal edildiği anlaşılmakla, atılı suçtan tutuklanma talebinin reddine" karar vermiştir. Başvurucu 25/12/2014 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş ancak itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 25/12/2014 tarihinde "… İstanbul Sulh Ceza Hakimliği’nin kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı" gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin müdafileri tarafından İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine -nöbetçi asliye ceza mahkemesi olan- 20/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) Sulh Ceza Hâkimlerinin reddi ile tahliye taleplerini içerir dilekçeler verilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliklerinin tümüne yazı yazılmış, Sulh Ceza Hâkimliklerinden -dilekçelerde ileri sürülen- hâkimin reddi sebepleri konusunda yazılı olarak görüş bildirmeleri istenmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin görüş bildirme istemine cevap vermemiş; diğer sulh ceza hâkimlikleri ise görüş bildirilmesi istemine 22/4/2015 tarihinde cevap vermiştir. Hâkimliklerin cevap yazılarında özetle sulh ceza hâkimlerinin reddi taleplerini inceleme ve karar verme yetki ve görevinin yine sulh ceza hâkimliklerine ait olduğu, hâkimin reddi müessesesinin kovuşturma aşamasına ait bir işlem olduğu, hâkimin reddi sebepleri mevcut olsa dahi bu talebin öncelikle ilgili mahkeme veya hâkimliğe yapılması gerektiği ve sulh ceza hâkimlerinin tamamının bu şekilde reddedilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 21/4/2015 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılarak ilgili soruşturma dosyalarının tahliye talepleri hakkındaki görüşleriyle birlikte gönderilmesi istenmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, asliye ceza mahkemelerinin tahliye talepleriyle ilgili olarak karar verme yetkisinin bulunmadığını belirterek görüş bildirmemiş ve soruşturma dosyalarını göndermemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi "mahkemece hâkimin reddi talepleri ile ilgili yapılan değerlendirmenin dosyanın esası ile ilgili bir değerlendirme olmadığı, şüphelilerin tamamının tutuklu bulunduğu, dolayısıyla işin acele işlerden olduğu, dolayısıyla soruşturma dosyaları ve reddi hâkim talepleri konusunda görüşlerin istenilmesine rağmen gönderilmemesinin reddi hâkim talepleri konusunda incelemeye ve bir karar vermeye hukuken engel teşkil etmediği" gerekçesiyle incelemesini "şüpheliler müdafilerinin dilekçeleri, yazılı ve CD ortamındaki dilekçe ekleri, ilgili savcılıklardan ve Sulh Ceza Hâkimliklerinden gelen yazı cevapları ve görüşleri" üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 24/4/2015 tarihinde İstanbul , , , , , , , , ve (bütün) Sulh Ceza Hâkimlerinin reddi taleplerinin kabulüne, şüphelilerin tahliye talepleri konusunda karar vermek üzere 24/4/2015 tarihinde asliye ceza mahkemesi nöbetçisi olan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B.nin görevlendirilmesine karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talepte bulunulması üzerineİstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin hâkimlerin reddi isteminin kabulüne ve görevlendirmeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihte İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine bir yazı yazarak tahliye taleplerine bakma görev ve yetkisinin kendilerinde bulunduğunu belirtmiş ve ilgili taleplerin gönderilmesini istemiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma dosyalarının gönderilmemesi ve tahliye talepleri konusunda görüş bildirilmemesi üzerine tutukluluğun devamı yönünde mütalaada bulunulduğunu değerlendirerek tahliye talepleri konusundaki incelemesini işin tahliye yönünden değerlendirilmesinde bir sakınca olmadığı gerekçesiyle şüpheli müdafilerinin sunduğu bazı belge ve CD'ler üzerinden gerçekleştirmiştir. Mahkeme 25/4/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu tüm şüphelilerin tahliyesine karar vermiştir. Diğer taraftan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından talepte bulunulması üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/4/2015 tarihinde, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine ve şüphelilerin tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Kararda "İstanbul Adliyesindeki tüm Sulh Ceza Hâkimliklerinin reddine ve tutuklu şüphelilerin tahliye istemine ilişkin taleplerin Asliye Ceza Mahkemesi veya Ağır Ceza Mahkemelerince değerlendirilmesinin ve bu değerlendirmeler neticesinde tahliye talebinin reddi veya kabulü yönünde bir karar verilmesi halinde verilen bu kararların hukuken yasal mevzuatımıza göre mümkün olmadığı, verilen bu kararların da hukuken geçersiz, uygulanabilirliği olmayan ve mutlak butlan ile batıl olan veya diğer bir anlatımla yok hükmünde sayılan kararlar niteliğinde olduğu" ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 26/4/2015 tarihinde tahliye müzekkerelerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başsavcılık, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararına atıf yapılarak şüpheliler hakkında düzenlenen tahliye müzekkerelerini İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde şüphelilerin tahliyesine ilişkin müzekkereleri yeniden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş, Başsavcılık bunları yeniden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesine iade etmiştir. Tahliye müzekkerelerinin ikinci kez iade edilmesi üzerine İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, tahliye müzekkerelerinin yeniden Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine dair bir karar vermiştir. Öte yandan İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 27/4/2015 tarihinde, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/4/2015 tarihli kararlarının yok hükmünde olduğunun tespitine karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi 29/4/2015 tarihinde önceki kararlarda görevsiz olunmasına rağmen dilekçelerin değerlendirilerek soruşturma aşamasında olan işlerle ilgili hâkimin ret taleplerinin kabulüne karar verildiğini, hukuki yanılgıya düşülerek verilmiş olan bu kararların usul ve yasaya aykırı olduğunu, mahkemenin görevine girmeyen bir hususta karar verildiğini belirterek önceki kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi de 28/4/2015 tarihinde "... hazırlık soruşturmalarında hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak, bunlara karşı yapılan itirazları incelemek yetkisinin münhasıran Sulh Ceza Hâkimliğine ait olduğu, Asliye Ceza Mahkemelerinin soruşturma aşamasındaki işler ile ilgili olarak tutuklama ve tahliye kararı verme yetkilerinin olmadığı, Mahkememizce verilen 25/04/2015 tarihli ... karar ile mahkememizce verilen tahliye kararı[nın] mahkememizin görevsiz bulunması nedeniyle yok hükmünde sayılmasıgerektiği ..." gerekçesiyle tahliyeye ilişkin kararlarının yok hükmünde sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen tahliye kararının26/4/2015 tarihinde öğrenildiğini beyan etmiştir. Başvurucu 7/5/2015 tarihindebireysel başvuruda bulunmuştur.B. Sonraki Süreç İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, resmî belgede sahtecilik ve iftira suçunu işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamenin başvurucuyla ilgi kısmı şöyledir: "Sanık Fethullah Gülen'in oluşturduğu silahlı terör örgütüne üye olmak suretiyle TCK 314/2 maddesi kapsamında kalan suçu[undan] ...... Müştekilerin, suç teşkil etmeyen görüşmeler gerekçe gösterilerek soruşturmalara dahil edilip izlenmelerive devam eden süreçte de bu iletişimlerde gerekçe gösterilerek birdcn fazla müştekinin terör örgütü üyeliği suçu ile isnada sebebiyet verilmesinde yetki ve inisiyatif kullanarak suçların delillerinin oluşturulmasına katkıda bulunması nedeniyi TCK 267 maddesi kapsamında kalan nitelikli iftira suçuna göre cezalandırılmasına,Sanıklar R.A., R.G., E.K. Ve Ç.Ö.nün kullanımlarındaki telefon hatlarının baz kaydı incelemesi sonucunda izleme yerinde olmadıkları, bu itibarla soruşturma sürecinde tanzim etmiş oldukları tüm teknik araçlarla izleme tutanaklarının gerçeğe aykırı ve sahte olduklarının anlaşılması nedeniyle birden çok müştekiye yönelik bu eylemin Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce hazırlanan tahkikata istinaden yapılmış olması dikkate alındığında şüphelinin, gerek Emniyet Genel Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı ve örgütlü yapılanmadaki konumu nedeniyle TCK'nın 204/2 maddesi kapsamında kalan zincirleme nitelikli resmi belgede sahtecilik suçuna göre cezalandırılmasına ..." Başvurucu hakkındaki dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiş,2/10/2015 tarihinde tensip incelemesi yapılmış ve E.2015/281 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/11/2017 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 12 yıl ve resmî belgede sahtecilik suçundan 9 yıl hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İstinaf aşamasında derdesttir. Diğer Gelişmeler Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin İstanbul Sulh Ceza Hâkimlerinin tümünün reddi taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Ö. ile bu kişilerin tümünün tahliye taleplerini kabul eden İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi B. hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu kapsamda anılan hâkimler 27/4/2015 tarihinde görevden el çektirilmişler (Sonrasında meslekten de çıkarılmışlardır.) ve 30/4/2015 ve 1/5/2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Hâkimler Ö. ve B. hakkında kamu davası açılmış; Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 tarihinde, adı geçen kişilerin söz konusu kararları -kendilerinin de üyesi oldukları- Fetullahçı Terör Örgütü ve Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) liderinin ve yöneticilerinin talimatıyla verdiğini belirterek (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan 9 yıl hapis ve görevi kötüye kullanma suçundan 1 yıl hapis cezalarıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Dairenin görevi kötüye kullanma suçu yönünden yaptığı değerlendirmelerin ilgili bölümleri şöyledir:"... Türk Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden, gerek mülga 1402 sayılı CMUK'un 21 vd.maddelerinde gerekse mer'i 5271 sayılı CMK'nın 22 ve devamı maddelerinde yer alan düzenlemeler subjektif tarafsızlıkla ilgili olup hakimin reddi hakkına ilişkindir.Bu nedenle şüpheli/sanık,müşteki/katılan ya da Cumhuriyet savcısının hakimi reddetmesi mümkün ise de mahkeme veya hakimliği bir kurum olarak reddetmesi mümkün değildir.Keza heyet halinde çalışan bir mahkemenin veya bir adliyede veya yargı çevresinde bulunan tüm mahkemelerin veya hakimlerinin toplu reddi usulü de yoktur ... ...5271 sayılı CMK'nın 22 vd.maddelerinde yer alan hakimin reddi müessesesinin, kural olarak kovuşturma aşaması ile ilgili olduğu görülse de,gerek ilgili madde metinlerinde açıkça “şüpheli” kavramına yer verilmesi gerekse yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından yargılanma hakkını teminat altına alan AS'nin ve Anayasanın maddelerinin emredici düzenlemeleri karşısında soruşturma safhasında da hakimin reddinin mümkün olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Zira red, hakimin tarafsızlığını temin bakımından getirilmiş bir kurumdur.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla, sulh ceza mahkemeleri kaldırılmış ve münhasıran soruşturma aşamasında görevli sulh ceza hakimlikleri kurulmuştur. Adından da anlaşılacağı üzere bu hakimlikler, 'mahkeme' niteliği taşımazlar, çünkü dava görmezler, sadece soruşturma aşaması ile ilgili tedbir taleplerini ve itirazları inceleyip karara bağlarlar.Soruşturma aşamasında tarafsızlığından şüphe duyulan sulh ceza hakiminin, gerek kişisel gerekse olgusal olarak somutlaştırılmak suretiyle reddi mümkündür. Ancak objektif tarafsızlık gerekçesiyle tüm sulh ceza hakimleri reddedilemez.6545 sy.kanunla Sulh Ceza Hakimlerinin reddine dair özel bir usul getirilmediğine göre bu konuda genel hükümlerin uygulanması gerektiğinde şüphe olmamalıdır.Bu durumda red, reddedilen hakimliğe yapılacak yazılı başvuru ile yapılmalıdır.Reddi istenen hâkim, ret sebepleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak bildirerek (CMK m.26/1-3) evrakı yargı çevresi içinde bulunduğu asliye ceza mahkemesine (CMK m.27/2) (Prof.Dr.Yener Ünver-Prof.Dr.HakanHakeri Ceza Muhakemesi Hukuku baskı sh.191) gönderir.Ret isteminin kabulü halinde, davaya bakmakla bir başka hâkim veya mahkeme görevlendirilir.. (CMK m.27/4).Red talebini kabul eden Asliye Ceza Mahkemesi hakiminin tahliye taleplerini değerlendirmek üzere her hangi bir hakimi görevlendirip görevlendiremeyeceğine gelince;5235 sayılı Kanunun değişik maddesi ile CMK m.101/1, 103, 108/1 ve 268/3 incelendiğinde, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye kararlarını yalnızca sulh ceza hakimliği ve hakimi verebilir. Tutukluluğa itirazı ise, CMK m.268/3 uyarınca sadece bir başka sulh ceza hakimliği ve hakimi inceleyebilir.Soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye konusunda asliye ceza mahkemesine ve hakimine yetki verilmemiştir. Asliye ceza mahkemesi, ancak kabul ettiği iddianamenin kovuşturmasını yürütürken tutuklama tedbiri ile ilgili kararlar verebilir. Bunun dışında Anayasa ve kanunlar asliye ceza mahkemelerine, doğrudan veya dolaylı olarak soruşturma aşamasına müdahale etme yetkisi vermemiştir.(Prof.Dr.Ersan ŞEN yorumluyorum 13syf. 313-315) Bu nedenle Asliye Ceza Mahkemesi red talebini yerinde görürse ancak aynı yer ya da yargı çevresinde bulunan bir başka sulh ceza hakimini görevlendirebilir....... Somut olayda, İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.nün mutad uygulama gereğince taleple ilgili dilekçe ve eklerini 5271 sy.CMK’nın maddesi gereğince görüş yazıları da eklenerek iade edilmek üzere reddedilen hakimlere göndermesi,evrakın tekrar gelmesi durumunda ise yukarda açıklandığı üzere Türk Ceza Muhakemesi hukukunda uygulanma yeri bulunmayan ve esasen haklı bir gerekçeye de dayanmadığı Anayasa Mahkemesincetespit edilen 'objektif tarafsızlık' iddiasına müstenit taleplerin reddine karar vermesi gerekirken hiç birisi ilgili Cumhuriyet savcılarınıngörüş yazılarında belirtilen gerekçelerlegönderilmemiş ve bu şekilde söz konusu soruşturma dosyaları kendisi tarafından incelenmemiş olmasına vetamamı toplu olarak reddedilmiş durumdaki İstanbul Sulh Ceza Hakimlerinin,kendilerine yönelik olarak yapılan bu toplu reddi hakim taleplerini inceleme yetkisinin bulunmadığına yönelik olumsuz görüş yazılarına rağmen, talep dilekçelerini CMK’nın 8 vd.maddelerinde öngörülen şartları da taşımadığı halde birleştirerek Asliye Ceza hakimi sanık B.yi görevlendirmesi ve buna ilişkin müzekkereyi 24/04/2015 günü mesai bitiminden sonra saat 17:28’de imzalamasıyla UYAP üzerinden, fiziken de aynı gün İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi personelinin kalemi kapatıp adliyeden ayrılmasından sonra Hakim B.nin doğrudan kendisine, hakim odasında Asliye Ceza Mahkemesi zabıt katibi Ö.A. marifetiyle göndermesi ... sanık Hakim B.nin ... 5235 sayılı Kanun'un, 6545 sayılı Kanunla değişik Maddesi gereğince soruşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin tüm kararları verme yetkisinin Sulh Ceza Hakimliğine ait olduğu ve asliye ceza mahkemelerinin soruşturma evresindeki işlemlerle ilgili bir yetkisinin bulunmamasına rağmen, Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Ö.nün kanuna aykırı şekilde görevlendirme kararına dayanarak, toplam 594 adet klasörden oluşan belgeleri incelemeden ... gece saat 00-30 sıralarında kararların yazımını bitirerek, koridorda bekleyen avukatlara tebliğ ettirmesi ... karşısında;Suç tarihi itibariyle hakim olan sanıkların verdikleri kararların esasen de sorunlu oldukları görülmekle birlikte,bu durumun müsnet suç yönünden yargısal faaaliyet kapsamında değerlendirilmesi ve verilen kararlara karşı kanun yollarına baş vurulabileceği ileri sürülse de yukarda izah edildiği üzere, kamu düzenine ilişkin görevle ilgili kuralları görmezden gelip yargılama hukukuna ilişkin işleyiş ve düzeni yok sayarak, 'mahkemeler üstü' bir tavırla örgüt liderinin talimatı üzerine kurgulandığında şüphe bulunmayan plan doğrultusunda tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, fiil ve eylem birliği ile, aynı örgüt mensubu olmaktan soruşturulan altmışüç şüpheli ile ilgili hakimin reddi ve tahliye taleplerini, mutad işleyiş ve uygulama dışına çıkıp,mesai saati dışında, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek, olayı bir oldu bitti fırsatçılığı içerisinde sonuçlandıracak bir gizlilikle ve eşgüdümle hareket ederek görevli olmadıkları halde kabul eden sanıkların, karar verme süreci ile ilgili hukuka aykırı eylemleriyle görevlerinin gereklerine aykırı davrandıklarında şüphe yoktur..." Anılan mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 26/9/2017 tarihli kararla onanarak kesinleşmiştir. Kararın ilgilibölümleri şöyledir: "... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olup beş yüz doksan dört klasörden oluşan yedi ayrı soruşturma dosyasında biri gazeteci, diğerleri emniyet görevlisi olan altmış üç şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs, devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme gibi çok sayıda suçtan tutuklu bulunduğu, bu şüphelilerin müdafilerinin farklı tarihlerdeki tahliye istemlerinin İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarıyla reddedildiği, keza altmış üç şüpheliden otuz altısının, haklarında tutuklama nedeni bulunmadığını ileri sürerek yaptıkları bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesince 2015 tarihinde kabul edilemez bulunduğu,Bu süreç sonunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü lideri Fethullah Gülen'in 'www.he.o' isimli internet sitesinde yayınlanan 'Mukaddes Çile ve İnfak Kahramanları' başlıklı vaaz/sohbet görünümlü kriptolu/örgütsel konuşmasıyla altmış üç tutuklu şüphelinin serbest bırakılmasının sağlanması için talimat verdiği, bunun üzerine 2015 tarihinde şüphelilerin müdafileri olan yirmi avukat tarafından İstanbul Adliyesindeki tüm sulh ceza hakimliklerinde görevli hakimlerin reddiyle şüphelilerin tahliye edilmesi istemli elli bir adet dilekçeden oluşan evrakın uygulanan prosedüre aykırı olarak tarama ve kayıt işlemlerinden geçirilmeksizin günün muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık Ö.ye odasında teslim edildiği, sanık Ö.nün reddi hakim taleplerini kabul ederek, muhabere nöbetçisi İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi hakimi sanık B.yi tahliye istemleri konusunda karar vermek üzere 2015 tarihinde görevlendirdiği, sanık B.nin de 2015 tarihinde talepleri kabul ederek tutuklu bulunan şüphelilerin tamamının tahliyesine karar verdiği olayda;Silahlı terör örgütü üyesi olma suçu bakımından;Terör örgütlerinin; amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren, iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetleyemedikleri, gizlilik ve güvenlik kurallarıyla hiyerarşiye uymayan kişilerin faaliyetlerine izin vermeyecekleri, bu kapsamda FETÖ/PDY silahlı terör örgüt lideri Fethullah Gülen'in 2015 günü örgütün yayın organlarından 'www.herkul.org' isimli internet sitesinde yayınlanan talimatı doğrultusunda, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği ve bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin yedi ayrı soruşturma dosyasında tutuklu olan altmış üç şüphelinin müdafiliğini yapan yirmi avukatın, örgüt liderinin talimatından bir gün sonra 2015 tarihinde toplu halde verdikleri elli bir adet dilekçeye istinaden dosyaları kısmen dahi olsa incelemeden ve delillere temas etmeksizin, altmış üç şüphelinin tamamının istisnasız olarak tahliyelerini sağlamak için örgüt tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere birlikte harekete geçen ve ancak 'adanmış' bir örgüt mensubunca yapılabilecek bir yöntem ve üslupla, hukuka açıkça aykırı bir zeminde bulunduklarını bilerek önceden tasarlanmış, amaç ve örgütsel faaliyetleri yönünden bilinçli olarak söz konusu usulsüz ve hukuka aykırı kararları veren sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün amaçlarını gerçekleştirmesine hizmet ettikleri ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini kullanmak suretiyle örgütün hiyerarşik yapısına dahil oldukları ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri anlaşılmaktadır....Görevi kötüye kullanma suçu bakımından ise;Sanıkların inceleme konusu davada yaptıkları ağır hukuka aykırılıkların, mesleki kıdemleri ve yetkili çalıştıkları mahkemelerdeki görev süreleri dikkate alındığında, beşeri hata ve mesleki tecrübesizlik kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmaması, reddi hakim taleplerinin kabul edilip tahliye kararları verildiği anda şüphelilere haksız bir menfaat sağlanması karşısında; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünce organize edilen tahliye planını hayata geçiren sanıklar Ö. ve B.nin, verilecek kararlarla ilgili denetim mekanizmalarını bertaraf edecek şekilde tam bir örgütsel organizasyon, gizlilik ve adanmışlık hali içerisinde, iştirak halinde söz konusu soruşturma evrakını incelemeden verdikleri hukuka aykırı kararlarla şüphelilerin tamamının tahliye edilmesine karar vererek, aynı örgütün mensubu olmaktan haklarında soruşturma yürütülen altmış üç şüpheliye menfaat sağladıkları ve bu şekilde sanıkların, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün faaliyeti kapsamında ... görevi kötüye kullanma suçunu ayrı ayrı işledikleri kabul edilmelidir ..." İlgili ulusal hukuk için (Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42-50) | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7558 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması, tahliye kararının uygulanmaması, tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim, bağımsız ve tarafsız hâkim ilkelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin ve tutukluluğa itiraz değerlendirmelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başlatılan bir soruşturma kapsamında Başsavcılığın talimatıyla gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 12/3/2019 tarihinde başvurucuyu uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Erzurum Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık 17/3/2019 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 18/3/2019 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2020/96 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Mahkeme 28/7/2020 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun ve müdafilerinin esasa ilişkin savunmalarını almış, ayrıca tutukluğa dair söyleyeceklerini dinlemiş ve duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme anılan duruşmada ayrıca başvurucunun tutukluluk durumunun 25/8/2020, 22/9/2020, 20/10/2020, 17/11/2020 ve 15/12/2020 tarihlerinde dosya üzerinden incelenmesine karar vermiştir. Mahkeme, ilk duruşmada alınan karar gereğince 25/8/2020, 22/9/2020, 20/10/2020, 17/11/2020 ve 15/12/2020 tarihlerinde dosya üzerinden yaptığı incelemeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan kararlardan 17/11/2020 tarihli karara karşı 23/11/2020 tarihinde yaptığı itiraz, Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 6/12/2020 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu itirazın reddine dair kararın 13/12/2020 tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiştir. Başvurucu 25/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemenin 29/12/2020 tarihinde yaptığı ikinci duruşmaya başvurucunun müdafileri Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla katılarak davanın esasına ve tutukluluğa ilişkin savunmalarını ileri sürmüşlerdir. Başvurucu ise SEGBİS bağlantısındaki sorun nedeniyle duruşmaya katılamamıştır. Mahkeme, duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca 26/1/2021 ve 18/2/2021 tarihlerinde başvurucunun tutukluluk durumunun dosya üzerinden incelenmesine karar vermiş, bir sonraki duruşmanın ise 9/3/2021 tarihinde yapılmasını kararlaştırmıştır. Mahkeme, bir önceki duruşmada alınan karar gereğince 26/1/2021 ve 18/2/2021 tarihlerinde dosya üzerinden yaptığı incelemeyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemenin 9/3/2021 tarihinde yaptığı üçüncü duruşmaya başvurucu ve müdafii SEGBİS yoluyla katılarak davanın esasına ve tutukluluğa ilişkin savunmalarını ileri sürmüşlerdir. Mahkeme, duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca 8/4/2021, 4/5/2021 ve 1/6/2021 tarihlerinde başvurucunun tutukluluk durumunun dosya üzerinden incelenmesine karar vermiş, bir sonraki duruşmanın ise 17/6/2021 tarihinde yapılmasını kararlaştırmıştır. Mahkeme 17/6/2021 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Devam eden yargılamada 17/2/2022 tarihli duruşmada ise başvurucunun uyuşturucu madde ticareti suçundan 15 yıl hapis ve 000 TL adli para cezalarıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ayrıca başvurucunun tutuklanmasına yönelik yakalama emri çıkartılmasına da hükmedilmiştir. Başvurucu anılan karara karşı istinaf yoluna başvurmuş olup, dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Erzurum Bölge Adliye Mahkemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Kadir Ayhan, B. No: 2020/20083, 10/3/2021, §§ 20-32; Yavuz Cengiz, B. No: 2019/37138, 15/6/2021, §§ 23- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/1102 | Başvuru, tutukluluk incelemelerinin ve tutukluluğa itiraz değerlendirmelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ihmal sonucu gerçekleştiği ileri sürülen olay hakkında etkili soruşturma yürütülmediği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun olayın meydana geldiği 23/6/2014 tarihinde 18 yaşından büyük olan kızı A., arkadaşları ile birlikte tatil yapmak için gittiği Silivri ilçesindeki yazlığın havuzunda boğularak ölmüştür. Cumhuriyet savcısı olayla ilgili olarak delillerin toplanması ve muhafaza altına alınması, olay yerinin fotoğraflarının çekilmesi, krokilerin çizilmesi, olay yeri inceleme ekibinin hemen sistematik inceleme yapmaya başlaması ve bu hususta rapor düzenlemesi, ölenin yakınlarının mağdur-müşteki olarak ifadesinin alınması, olay mahallinde bulunan diğer kişilerin ise bilgilerine başvurulması talimatlarını vermiştir. Cumhuriyet savcısı, olay yerine bizzat gitmiştir. Silivri İlçe Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Tim Komutanlığınca olay yeri incelenmiştir. Ayrıca aynı tarihte saat 00 ile 59 arasında olayın olduğu villa ve eklentilerinde arama yapılmak üzere -gecikmesinde sakınca bulunan hâl olduğundan bahisle- nöbetçi Cumhuriyet savcısının yazılı emri doğrultusunda arama kararı icra edilmiş, olay yeri krokisi çizilmiş, fotoğraf ve video çekimleri yapılmıştır. Gerçekleştirilen klasik otopsi işlemi sonucunda düzenlenen Adli Tıp İhtisas Kurulu raporunda ''olayın meydana geliş şekli ve otopsi bulguları birlikte değerlendirildiğinde kişinin ölümünün suda boğulma sonucu meydana geldiği'' ifade edilmiştir. Soruşturmayı Cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda yürüten jandarma görevlileri tarafından ölen A.ile aynı amaçla ve aynı servisle İstanbul'dan gelen A.nın kardeşi Da.A., B.B.H., S.B., J.S., B.S., S.Z., S.Ç., B.B., P., Y., A.G., E.A., E.Ö., servis organizasyonu yapan , evin bakım ve onarım işleri ile uğraşan ve evin anahtarını elinde bulunduran isimli kişilerin bilgilerine başvurulmuştur. Tanık beyanlarının birbirine benzer ve çelişkili olmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu, kollukta verdiği ifadesinde ev sahibi ile geziyi planlayanlardan şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Evin sahibi olan şüpheli S.E. verdiği ifadesinde özetle K.Ö.nün ricası üzerine evini kullanmalarına izin verdiğini, olay tarihinde başka bir yerde olduğunu, yerinde bulunmadığını, havuzu bu kişilerin kullanacaklarını bilmediğini, ayrıca havuzda gerekli işaretlerin bulunduğunu beyan etmiştir. K.Ö. olay tarihinde bilgisine başvurulan, 2/7/2014 tarihinde ise şüpheli sıfatıyla ifade vermiştir. Her iki ifadenin de benzer olduğu tespit edilmiştir. Başvurucu ayrıca vekilleri aracılığıyla çeşitli taleplerle farklı tarihlerde Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmiştir. Başvurucu vekili, olayda sorumlu olduğunu düşündükleri kişilerin kusur oranlarını gösterecek şekilde rapor düzenlenmesini, ölüm olayının gerçekleştiği taşınmaza tedbir konulmasını, soruşturma dosyası ile fotoğraflar ve kamera görüntülerinin kendilerine verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun daha sonraki vekili de 14/1/2015 tarihli müracaatında dosya içindeki fotoğraflardan kopya istemiş; şüpheli olarak ifadesine başvurulan K.Ö. ile S.E.nin ifadelerinin bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından alınmasını, dosyada ismi sıkça geçtiği ve evin gerçek sahibi olduğu iddia edilen Ş.E.nin de bilgisine başvurulmasını talep etmiştir. Vekiller aracılığı ile yaptığı bu taleplerden önce de başvurucu bizzat 26/8/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığından dosyadan bir örnek almıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı elde ettiği tüm deliller sonucunda 14/1/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:''...[Ş]üphelilerce reşit durumdaki üniversite öğrencisi kızların tatil yapmalarına fırsat tanıma maksatlı ikametlerine girilmesine izin verildiğinin anlaşıldığı, ticari bir müessese olmaması nedeniyle can kurtaran ya da diğer tedbirlerin alınması gibi bir yükümlülüklerin bulunmadığı, 18 yaşından büyük her birinin anayasal hakkı olarak serbest dolaşım ve seyahat özgürlüğünün bulunduğu, günümüzde ticari müessese niteliğindeki otellerde dahi otel müşterilerine yüzme bilip bilmediklerinin sorulmadığı, Müşteki tarafından tanık [Da.A.]nın beyanında geçen cemaat tarzı etkinliklerin suça konu herhangi bir faaliyet gerçekleştirmemeleri halinde soruşturma konusu yapılamayacağı, tüm dosya kapsamında alınan 13 tanığın müştekinin iddialarında geçen hususları doğrulamadıkları, ölümlü olay olması sebebiyle en sağlam delil olan olay yerindeki tanık ve kamera kayıt görüntülerinin tetkikinin olayı aydınlattığı, şüphelilerden hayatın olağan akışı içerisinde günü birlik tatil yapılması için imkan sağladıkları reşit üniversite öğrencilerinin havuza girerek boğulabileceklerini öngörmelerinin beklenemeyeceği, bu durumun kanunen garantör niteliğinde bulunmayan şüpheliler tarafından yerine getirilmesinin kanuni yükümlülük olmadığı, Müteveffanın kendi rızası ile kardeşi ve herhangi bir husumeti bulunmayan diğer arkadaşları ile birlikte tatil yapmak maksatlı şüpheliye ait ikamete gelerek kendi rızası ile havuza girdiği, bilinmeyen bir sebeple kıyafetleri ile ve herhangi bir tedbir almadan (kolluk, simit, uygun kıyafet bulundurmama) kendi kusuru neticesi yüzemeyerek boğulduğunun anlaşıldığı, Olayda şüphelilerce TCK madde kapsamında ve yine TCK madde 22 kapsamında dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı olarak gerçekleştirilen bir davranışın bulunmadığı, hareket netice ve bu ikisi arasında şüphelilerin kusurlarını gerektirecek bir illiyet bağının kurulamayacağı, Birden fazla kez gelişen müşteki vekillerince dosya içerisine yazılı olarak sunulan talep dilekçelerinde olaya ilişkin bilirkişi raporunun alınması talebinin CMK 66 maddede düzenlenen nitelikte cevaplandırılması uzmanlığı özel veya teknik bilgiyi gerektiren inceleme konusu yapılması gereken bir sorunun bulunmaması nedeniyle karşılanmadığı, yine ilgili villaya ilişkin olay ile fiili ve hukuki bağlantısı bulunmaması nedeniyle konulması istenilen tedbir talebinin hukuken karşılanması mümkün olmadığından tedbirin konulmadığı, yine 14/01/2015 havale tarihli dilekçi ile talep edilen şüphelilerin bizzat Cumhuriyet Başsavcılığımızca ifadelerine başvurulması talebinin adres bilgileri itibariyle yargı çevremiz dışında ikamet eden şüphelileri Cumhuriyet Başsavcılığımıza çağırma gibi kanuni müessesenin bulunmaması nedeniyle karşılanmasının mümkün olmadığı, Müştekinin olay ile ilgili şüphelilerden maddi manevi tazminat talep etme hakkının yasal çerçevede her zaman mümkün olduğu... [anlaşılmıştır.]" Anılan karara yapılan itiraz Silivri Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/10/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Anılan kararın 14/10/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmesi üzerine başvurucu 13/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri (B. No: 2012/752, 17/9/2013); Bilal Turan ve diğerleri (2) (B. No: 2013/2075, 4/12/2013); Eyüp Güvenç ve diğerleri (B. No: 43036/08, 21/5/2013) kararları. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17836 | Başvuru, ihmal sonucu gerçekleştiği ileri sürülen olay hakkında etkili soruşturma yürütülmediği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru 8/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2007 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında subay olarak göreve başlamıştır. Evli değildir. Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelen isimsiz bir ihbar üzerine bazı askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından İstihbarata Karşı Koyma (İKK) zafiyeti konusunda idari tahkikat başlatılmıştır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulmuş belgelere göre "İstihbarata Karşı Koyma" (İKK) zafiyeti kapsamında ilgili askerî personelin ifadeleri alınmıştır. İfade tutanaklarında, "ifadeyi alan" ve "ifadeyi yazan" kısmı ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır. Başvurucuya, bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle kaldığı sorulmuş ve ifade tutanağıyla kayıt altına alınmıştır. Ayrıca bugüne kadar İnternet üzerinden veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu bayanların kimler olduğu sorulmuştur. Başvurucunun imzalamış olduğu 30/1/2013 tarihli ifade tutanağında, İnternet'ten veya sosyal çevresinden tanıştığı bazı bayanlarla ilişkisi olduğunu söylediği belirtilmiştir. Tahkikat sonucunda hazırlanan raporda, başvurucunun davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu belirtilerek TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi teklifi getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 11/4/2014 tarihinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, psikolojik baskı altında ifadesinin alındığını, ifade tutanağını okumadan imzaladığını belirtmiştir. Başvurucu ifade tutanağının hukuka aykırı şekilde elde edilen delil olduğunu, bu delillerin disiplin soruşturması dosyasına dâhil edilmesinde özel bir kasıt bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, çok başarılı çalışmaları olduğunu, özel yaşamına ait unsurların kurum disiplin ve düzenini tehdit eden bir yönü bulunmadığını iddia etmiştir. Ayrıca başvurucu, sorgusu sırasında kamera ile görüntülü kayıt yapılmasına rağmen söz konusu kaydın idare tarafından imha edilmiş olduğunu, bu durumun dahi söz konusu sorgulamanın hukuka aykırı olduğunu kanıtladığını belirtmiştir. AYİM, oybirliğiyle davayı reddetmiştir. AYİM'e göre, başvurucuya isnat edilen davranışlar, TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamındadır ve bu nedenle başvurucunun TSK'daki görevini devam ettirmesi uygun değildir. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 14/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 8/1/2016 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan maddesi, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun ve maddeleri. 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar başlıklı ve maddeleri. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Kamu makamlarının özel hayata saygı hakkına keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit ettiğinde, maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve öngörülen amaçla orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). Ayrıca AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72). AİHM'e göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hokkanen/Finlandiya, B.No: 19823/92, 23/9/1994, §§ 55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67). Gerek negatif yükümlülük alanındaki usule dair güvencelere örnek olması ve gerekse Anayasa Mahkemesi önündeki mevcut başvuruyla benzerlikler içermesi bakımından Smith ve Grady/Birleşik Krallık (B. No: 33985/96, 33986/96, 27/9/1999, § 30) kararı incelenmelidir. Bu davada başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görevli personeldir ve eş cinsel olmaları nedeniyle görevlerine son verilmiştir. Başvuruculardan Bayan Smith hemşire olarak Bay Grady ise pilot olarak görev yapmıştır. Görevden alınmaları işlemine karşı açtıkları davada verilen kararda, her ikisinin de sicil ve görev performansının mükemmel derecede olduğu, herhangi bir disiplinsizliklerinin bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetleri Polisi (İstihbarata karşı koyma ve güvenliğin sağlanması konularında görevlidir.) tarafından sorgulanmışlardır. Bu sorgulama sırasında, sorgulama yapılmasının amacı açıklanmış, eş cinsel olanların Silahlı Kuvvetlerde çalıştırılmayacağı yönündeki devlet politikası hatırlatılarak başvurucuların karşılaşacağı sonuçlar belirtilmiştir. Başvuruculara hiç bir şey söylemek zorunda olmadıkları ancak konuşmaları halinde söyleyecekleri şeylerin aleyhe delil olarak kullanılabileceği uyarısı yapılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucuların talepleri üzerine avukatlarıyla görüşerek hukuki yardım almalarına müsaade edilmiştir. Bayan Smith'in sorgusu sırasında bir kadın soruşturmacı da görüşmelere katılmıştır. Ayrıca görüşmelere başlanmadan önce Bayan Smith'e, bazı soruların utanmasına sebep olabileceği, eğer böyle hissederse bunu belirtebileceği hatırlatılmıştır. Bayan Smith sorgudan önce bir avukatla görüşmüş ve avukatı hiç bir şey söylememesi, bazı basit sorulara cevap verebileceği yönünde tavsiyede bulunmuştur. Bay Grady'nin talebi üzerine de avukatının ve yine Kraliyet Hava Kuvvetlerinde pilot olarak görev yapan bir personelin objektif gözlemci olarak sorgulama sürecine katılması sağlanmıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 14, 25, 26, 27). AİHM, her iki başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu tespitini yapmıştır. AİHM, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken özel hayata saygı hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisinin daha dar tutulması gerektiğini, bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığının şart olduğunu vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 88-89; Dudgeon/Birleşik Krallık, § 52). AİHM demokratik toplumda gereklilik unsuru yönünden müdahale için gösterilen gerekçeleri incelediği sırada her iki başvurucu yönünden sorgulama sürecinideğerlendirmiştir. AİHM'e göre sorgulama süreci son derece müdahaleci nitelikteydi. Başvurucuların özel hayatlarının en mahrem yönlerine, cinsel hayatlarına, aile ilişkilerine dair çok ayrıntılı sorular sorulmuştur. Sorgu tarzı oldukça saldırgan ve müdahalecidir. Hatta Hükûmet görüşünde de Bayan Smith'e sorulan, üvey kızıyla cinsel ilişkisi olup olmadığı sorusunun savunulacak bir tarafı olmadığı belirtilmiştir (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, § 91). Ayrıca eş cinselliğin Silahlı Kuvvetlerden erken ayrılabilmek için bahane olarak kullanılıp kullanılmadığını anlamak amacıyla sorgulama yapıldığı belirtilmişse de söz konusu soruşturmaya kadar başvurucular cinsel yönelimlerini gizli tutmuşlardır ve görevden ayrılmak istemedikleri açıktır; bu nedenle sorgulamanın devam ettirilmiş olmasının makul bir gerekçesi bulunmamaktadır. AİHM, Hükûmetin sorgulamanın devam ettirilmesiyle ilgili olarak ileri sürdüğü tıbbi riskler veya güvenlik riskleri, disiplinle ilgili sebeplerin de somut olayda mevcut olmadığını, bu yüzden başvurucuların cinsel yönelimlerini kabul etmelerine rağmen sorgu sürecinin devam ettirilmesi konusunda Hükûmetin ikna edici ve ciddi gerekçeler ortaya koyamadığını vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 106-110). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/431 | Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 1 |
Başvuru; tutukluluğun uzun sürmesi ve tutukluluk incelemesinde yaşanan eksiklikler nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı delillere dayalı ve eksik inceleme sonucunda mahkûmiyete hükmedilmesi, tercümandan yararlanma talebinin reddedilmesi, derece mahkemelerinin kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmemesi ve yargılamanın uzun sürede sonuçlandırılması nedenleriyle makul sürede yargılanma hakkı da dâhil olmak üzere adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/1/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Başvuruya Konu Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bir lokantanın bombalaması eylemine katıldığı şüphesiyle diğer üç kişiyle birlikte 7/8/2005 tarihinde gözaltına alınmış ve 9/8/2005 tarihinde tutuklanmıştır. Soruşturma kapsamında, başvurucunun ve diğer şüphelilerin bulundukları adreslerde arama işlemleri gerçekleştirilmiştir. Başvurucu ve diğer iki sanık hakkında 22/8/2005 tarihinde PKK terör örgütü üyeliği ve örgüt adına patlayıcı madde atma suçlarından iddianame düzenlenmiştir. Yaşının küçük olması nedeniyle diğer bir sanık hakkındaki dava, çocuk mahkemesinde açılmıştır. Dava (kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK maddesi ile görevli) E.2005/197 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Olayda yaralanan iki kişinin hayati tehlike geçirdiğinin anlaşılması üzerine iki dava daha açılmış, bu davalar Mahkemenin yukarıdaki dosyası ile birleştirilmiştir. Mahkeme 25/12/2012 tarihli ve E.2005/197, K.2012/341 sayılı kararı ile sanıkların devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunma, tasarlayarak adam öldürmeye teşebbüs (ikişer defa) ve patlayıcı madde bulundurma suçlarından mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Başvurucu sonuç olarak müebbet hapis cezası ile toplamda 27 yıl 15 ay hapis ve 200 TL adli para cezasıyla cezalandırılmıştır. Yargıtay Ceza Dairesi 14/11/2013 tarihli ve E.2013/10695, K.2013/13614 sayılı ilamıyla mahkûmiyet hükmünü onamıştır. Nihai karar 12/12/2013 tarihinde tefhim edilmiştir. Başvurucu 10/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Başvuru Başvurucu ve aynı soruşturma kapsamında hakkında dava açılan diğer bir sanık 13/4/2010 tarihinde mevcut başvuruya konu ceza yargılamasının uzun sürdüğünü ve bu şikâyetlerine ilişkin gidebilecekleri bir yol bulunmadığını belirterek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM 17/3/2015 tarihli ve B. No: 26300/10 sayılı kararıyla 7/8/2005 ile 14/11/2013 tarihleri arasında devam eden yargılama nedeniyle başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ve başvurucuya 500 avro ödenmesine karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/510 | Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi ve tutukluluk incelemesinde yaşanan eksiklikler nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı delillere dayalı ve eksik inceleme sonucunda mahkûmiyete hükmedilmesi, tercümandan yararlanma talebinin reddedilmesi, derece mahkemelerinin kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmemesi ve yargılamanın uzun sürede sonuçlandırılması nedenleriyle makul sürede yargılanma hakkı da dâhil olmak üzere adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen serbest bırakılmadığını, tutuklama kararının somut gerekçelere dayanmadığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, başvurucu tarafından 13/12/2013 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.Bölüm, 25/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.Başvuru konusu olay ve olgular 25/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 27/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 28/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 10/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. OlaylarBaşvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme suçlamasıyla 10/2/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 12/2/2012 tarihinde tutuklanmıştır.Başvurucu hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/885-384 sayılı iddianamesiyle Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından Adana Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde E.2012/46 sayılı kamu davası açılmıştır.Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarih ve E.2012/46, K.2013/88 sayılı kararıyla başvurucunun Devletin gizli belgelerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme suçundan beraatına ve tahliyesine, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ise toplam 16 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu suçtan dolayı tutuklanmasına, beraat kararı verilen suçtan tutuklu kalınan sürenin kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen hapis cezalarından mahsubuna karar verilmiştir.Başvurucu, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarihli kararına 11/10/2013 tarihinde itiraz etmiş, Mahkeme dosyayı incelenmek üzere Adana Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2013 tarih ve 2013/504 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tahliye talebini reddetmiş ve tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Ret kararı başvurucuya 15/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 7/10/2013 tarih ve E.2012/46, K.2013/88 sayılı kararının temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 7/7/2014 tarih ve E.2014/4207, K.2014/8246 sayılı ilamla hükmün başvurucu yönünden bozulmasına ve başvurucunun tahliyesine karar vermiştir.Başvurucu, 13/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.(2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(3) Bu suçun;a) Silahla,b) Birden fazla kişi tarafından birlikte,c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,d) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,e) Üstsoy, altsoy veya eşe karşı,f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,İşlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.”Aynı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir.”4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir…”Aynı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. (2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”Aynı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.” 26/9/2004 tarih ve 5235 SayılıAdlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, sulh ceza hâkimliği ve ağır ceza mahkemelerinin görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemelerince bakılır.”Aynı Kanun’un maddesi şöyledir:“ Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, … on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9302 | Başvurucu, Kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen serbest bırakılmadığını, tutuklama kararının somut gerekçelere dayanmadığını ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 38. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 0 |
Başvuru, kamu görevlisi başvurucuların üyesi oldukları sendikanın çağrısı üzerine düzenlenen basın açıklamasına katılmaları nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte çeşitli okullarda öğretmen olarak görev yapmaktadır. Başvurucular Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) üyesidir. Somut olay 2015 yılı Haziran ayından itibaren yoğun bir şekilde maruz kalınan terör eylemleriyle mücadele kapsamında bazı ilçelerde ilan edilen sokağa çıkma yasakları (arka plan bilgisi için bkz. Dilek Kaya, B. No: 2018/14313, 17/7/2019, §§ 8-11) ile yine aynı yılın ekim ayında meydana gelen Ankara Tren Garı saldırısı (arka plan bilgisi için bkz. Tayyip Akbudak, B. No: 2018/5558, 11/9/2019, §§ 8-13) etrafında şekillenmiştir. Eğitim-Sen, bağlı olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonunun (KESK) almış olduğu kararlar doğrultusunda (bkz. Dilek Kaya, §14; Tayyip Akbudak, §16) bahse konu olayları protesto etmek amacıyla üyelerinin belirli tarihlerde göreve gitmeyerek yapılacak basın açıklamalarına katılmaları yönünde kararlar almıştır. Anılan kararların ilgili kısmı şöyledir: "-Eğtim-Sen Merkez Yürütme Kurulunun 10/10/2015 tarih ve 98 sayılı kararı: ",...,10 Ekim 2015'te Ankara'da Emek, Barış ve Demokrasi Mitingine yapılan saldırıya tepki göstermek için,..., 12-13 Ekim tarihlerinde 2(iki) günlük grev kararına katılım sağlanması; ayrıca basın açıklamaları ve yürüyüşler yapılmasına, bildirilerin okullarda ve iş yerlerinde, illerde belirlenecek alanlarda okunmasına karar verilmiştir".- Eğitim-Sen Merkez Yürütme Kurulunun 25/12/2015 tarih ve 12 sayılı kararı:"29 Aralık 2015 tarihinde,..., Savaşa Hayır Barışı Savunacağız şiarıyla gerçekleştireceği üretimden gelen gücümüzü kullanarak 1 günlük hizmet üretmeme kararının iş kolumuzda hayata geçirilmesine oy birliği ile karar verilmiştir." Başvurucular yukarıda ifade edilen kararlar kapsamında yapılan göreve gitmeyerek basın açıklamasına katılma eylemlerinin tamamına veya bir kısmına katılmıştır. İdare, söz konusu eylemleri nedeniyle başvurucular hakkında disiplin soruşturmaları başlatmış ve anılan basın açıklamalarının siyasi içerikli olduğu sonucuna varmıştır. Nihayetinde başvurucuların 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (o) alt bendi uyarınca "herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunduğu" gerekçesiyle kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Başvurucular, haklarında tesis edilen disiplin cezalarının iptali istemiyle idare mahkemelerine başvurmuştur. İlk derece mahkemeleri, öğretmen olan başvurucuların eğitim-öğretim görevini yerine getirmek yerine kamu görevlileri sendikalarının normal faaliyetleriyle ilgisi bulunmayan basın açıklamalarına katıldıklarını belirterek eylemlerin sendikal faaliyet olarak kabul edilemeyeceği sonucuna varmıştır. Nihayetinde mahkemeler, basın açıklamalarının siyasi içerikli olduğu -sloganlar, pankartlar, açıklama metinleri- ve belirli bir partiyi hedef aldığı gerekçeleriyle davaların reddine karar vermiştir. Söz konusu kararlar istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. 2019/9549, 2019/9966, 2019/16314 numaralı başvuruların 2019/7199 numaralı başvuru ile birleştirilmesine Komisyonca karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7199 | Başvuru, kamu görevlisi başvurucuların üyesi oldukları sendikanın çağrısı üzerine düzenlenen basın açıklamasına katılmaları nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmalarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tunceli'nin Hozat ilçesi Boydaş köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyünün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiş ve 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon başvurucuya 947,89 TL ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, Komisyon kararın iptali istemiyle dava açmıştır. Malatya İdare Mahkemesi 20/5/2010 tarihli kararıyla davayı süre aşımı gerekçesiyle reddetmiştir. Karar Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından onanmış, karar düzeltme istemi aynı Dairenin 23/12/2011 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir. Anılan kararın kesinleşmesinin ardından “Yukarıda nakti olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname 18/4/2012 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır. Başvurucu, özetle mülkten mahrum kalınan sürenin eksik hesaplandığını, zorunlu göçten önce hayvanları olduğu halde Komisyon tarafından buna ilişkin ödeme yapılmadığını belirterek Komisyon kararında hükmedilen miktarın gerçek zararını karşılamadığı ve manevi tazminata da karar verilmediği iddialarıyla 19/6/2012 tarihinde Komisyon kararının redde ilişkin kısmının iptali istemiyle dava açmıştır. Elazığ İdare Mahkemesi 28/12/2012 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle, başvurucu vekili ile davalı idare arasında imzalanan sulhnameyle, uğranılan zararlar tazmin edilmek suretiyle uyuşmazlığın ortadan kalktığı, tarafları bağlayıcı nitelik taşıyan ve imzalama aşamasında davacı/davacı vekilinin iradesini fesada uğratan herhangi bir hususun bulunmadığı görülmekte olan sulhname sonucu uyuşmazlığın tekrar yargıya taşınmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca 5233 sayılı Kanun'da manevi zararın tazminine yönelik herhangi düzenlemeye yer verilmemiş olması karşısında davacının manevi tazminat talebinin karşılanmamış olması yönüyle de söz konusu Komisyon kararında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi 4/12/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğunu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğini belirtilerek kararı onamıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 11/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 19/2/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 16 ncı maddeye göre belirlenen zararı, 21 inci maddeye göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerindeki nakdî ödeme tutarını, 20 nci maddeye göre ifa tarzı ile 23 üncü ve 24 üncü maddelere göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği (EK-E) davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.Davet yazısında, hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır. " Aynı Yönetmelik'in "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.Bakanlık, ellibin Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.(Değişik üçüncü fıkra: 4/6/2018-2018/11862 K.) Devlet, ödeme nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder ve rücu istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır. Aynı Yönetmelik'in"Nakdî ödemenin şekli ve tutarı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “ İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...” 2577 sayılı Kanunu’nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararı şöyledir:"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır....Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangibir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine yer verilmiştir.Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.” 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun'un amaçlarından birinin özetle terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla karşılanması olduğu ifade edilmiştir. Kanun'un maddesinin gerekçesinde ise sulhun davayı sona erdirici işlem olduğu, sulhname imzalanmasının dava açılmasını engelleyici olduğu belirtilmiştir. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başvuruya benzer şekilde terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle uğranılan zararın tazminine ilişkin sulhname imzalanmasının ardından köyü terkten önce var olan hayvanlarına ilişkin zararla manevi zararının tazmin edilmediği iddialarıyla yapılan şikâyetleri kapsayan bir grup başvuruyu incelediği Elif Akbayır ve diğerleri/Türkiye (B. No: 30415/08, 28/6/2011) kararında sulhname imzalanmasının taleplerden feragat edilmesini gerektirdiği, dolayısıyla yerel boyuttaki bu uzlaşmanın tartışmasız olarak ihtilaflı tazminat hakkında öne sürülen itiraza son verdiği gerekçesiyle başvuruları kabul edilemez bulmuştur. AİHM, başvuranlar tarafından imzalanan dostane çözüm beyanlarının (sulhnamelerin) manevi tazminattan söz etmediğini gözlemlendiğini belirterek dostane çözüme dair bu beyanların(sulhnamenin) ilgili tarafların prosedürü sona erdirmeye ilişkin açık iradesinin tezahürü olduğunu ifade etmiştir. AİHM; tüm başvuru sahiplerinin iç hukukta ve AİHM huzurunda avukatlar tarafından temsil edildiğini, bu hâlde başvuranların hem 5233 sayılı Kanun ve kendi beyanlarının manevi zarara ilişkin hiçbir talep içermediği iddiasını hem de bu anlaşmaların sonuçlarından habersiz oldukları iddiasını ileri süremeyeceklerini belirtmiştir. AİHM'e göre söz konusu düzenleme, başvuranların prosedürle ilgili her türlü iddiadan feragat etmelerini gerektirmektedir ve AİHM uluslararası boyutta bu anlaşmanın söz konusu ödemeyle ilgili anlaşmazlığı tartışmasız bir şekilde sonlandırması nedeniyle başvuranların şikâyette bulunamayacakları sonucuna ulaşılmıştır (Elif Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 77). AİHM, sürü hayvanlarının farklı türlerine göre besicilikten elde edilen gelirlerin tazminatının komisyonlarca yanlış değerlendirilmesine ilişkin şikâyetle ilgili olarak da dostane çözümün kabul edilmesiyle ilgili yukarıda belirtilen sonuçların da ayrıca bu şikâyete uygulanabilir olduğu kanaatinde olup AİHM'e göre sulhnamelerin imzalandığı ve ödemeler gerçekleştiği andan itibaren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) bağlamında başvuranların mağdur sıfatı yok olmaktadır (Elif Akbayır ve diğerleri / Türkiye, § 78). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5117 | Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, somut suç şüphesi bulunmadığı halde uzun süredir tutuklu olması ve gizli tanığın beyanına istinaden yargılanması ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/1/2014 tarihinde Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 23/9/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 13/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini 26/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu, Bakanlık görüşü ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ceyhan Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2006/5619 sayılı soruşturma kapsamında 29/6/2007 tarihinde gözaltına alınmış, Ceyhan Sulh Ceza Mahkemesinin 3/7/2007 tarih ve 2007/204 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 6/12/2007 tarih ve 2007/421 sayılı iddianamesiyle, başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kasten insan öldürme ve tehdit suçlarından kamu davası açılmıştır. Yargılamanın yürütüldüğü Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 15/6/2012 tarih ve E.2007/336, K.2012/1 sayılı kararıyla, başvurucunun kasten insan öldürme suçundan müebbet hapis, ruhsatsız ateşli silah taşımak suçundan bir yıl hapis ve 450 TL adli para cezası, mala zarar verme suçundan dört yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, tutukluluk halinin devamına, tehdit ve suç örgütüne üye olmak suçlarından ise beraatına karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava Yargıtayda temyiz aşamasında derdesttir. Başvurucu 6/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan, kullanılamaz hâle getiren veya kirleten kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan üç yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” 10/7/1953 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),…. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),….” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/234 | Başvurucu, somut suç şüphesi bulunmadığı halde uzun süredir tutuklu olması ve gizli tanığın beyanına istinaden yargılanması ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması, adli kontrol tedbiri dolayısıyla tazminat ödenmemesi nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 5/11/2016tarihinde terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak suçlamasıyla gözaltına alınmış, 22/11/2016 tarihinde imza atma yükümlüğü şeklindeki adli kontrol tedbirine tabi tutularak serbest bırakılmıştır. Yapılan yargılama sonunda başvurucunun beraatine karar verilmiş, beraat kararı 7/12/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, haksız olarak 17 gün gözaltında kaldığını, gözaltı ve adli kontrol kararı nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, itibarının zedelendiğini, terörist muamelesi gördüğünü, gözaltına alınmadan önce aylık ortalama 000 TL elde etmekte olduğunu belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının haksız olduğu iddiasını beraat etmiş olmasına dayandırmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu gözaltı tedbirinin hukuki olup olmadığına ilişkin bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 30/3/2018 tarihli kararında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nda hangi koruma tedbirlerinin tazminat gerektirdiğinin tahdidî olarak sayıldığını, tazminat gerektiren koruma tedbirleri arasında adli kontrol tedbirlerinin yer almadığını belirterek bu tedbir yönünden yapılan tazminat istemini reddetmiştir. Mahkeme başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca tazminata hak kazandığını belirterek 17 gün gözaltı için başvurucuya 737,22 TL maddi, 360 TL manevi tazminat ile 845 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu; hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu, adli kontrol tedbirleri yönünden tazminat talebinin reddedilmesinin hatalı olduğunu, bu tedbirler yönünden de zarara uğradığını belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 28/5/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B.No:2017/34502,21/10/2021, §§ 22- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17192 | Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması, adli kontrol tedbiri dolayısıyla tazminat ödenmemesi nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, imar uygulaması ile kamuya terk edilen taşınmazın terk amacı dışında kullanılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon 7/11/2019 tarihinde başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, başvurucunun diğer ihlal iddialarının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Başvurucular 21/12/2016 tarihinde vefat eden O.B.nin mirasçılarıdır. İstanbul ili Bahçelievler ilçesi Bahçelievler Mahallesi'nde bulunan 1090 ada 1 ve 2 parsel (eski 1042 ada 7 parsel) sayılı taşınmaz 24/5/1978 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanan mevzi imar planında yeşil alan olarak ayrılmıştır. Başvurucuların murisi bu taşınmazın 1/2 hissesini 1984 yılında satın almıştır. Başvurucuların beyanına göre Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanan imar planı doğrultusunda Bakırköy Belediyesinin 13/11/1984 tarihli encümen kararı ile bu taşınmaz tek taraflı olarak ifraz edilmiştir. Yeni oluşan 1 numaralı parsel, düzenleme ortaklık payı olarak yeşil alana ayrılmıştır. Başvurucuların beyanına göre Bakırköy Belediyesinin 3/9/1987 tarihli encümen kararıyla 1 numaralı parsel ifraz edilerek yeni oluşan 052 m2 yüz ölçümlü 6 numaralı parsel Türk Böbrek Vakfına (Vakıf) tahsis edilmiştir. 1989 yılında da Vakıf tarafından bu taşınmaz üzerinde hastane faaliyetleri başlatılmıştır. Başvurucular ayrıca İstanbul Valiliği ile Vakıf arasında 20/2/1991 tarihinde imzalanan protokol ile de bu taşınmazın 788 m2lik kısmının ilköğretim alanı, 640 m2lik kısmının da ortaöğretim alanı olarak Vakfa tahsis edildiğini savunmuşlardır. Bahçelievler Belediyesi tarafından 2003 yılında bu taşınmazı da kapsayan alandaki 1/000 ve 1/000 ölçekli planlarda fonksiyon değişikliğine gidilerek bu taşınmaz eğitim ve sağlık alanı içine alınmıştır. 8/1/2004 tarihli encümen kararı ile de bu taşınmazın sağlık tesisi alanı olarak Belediye adına tescil edilmesine karar verilmiştir. B. İmar Planı Değişikliğinin İptali Süreci Başvurucuların murisi imar planı değişikliği işlemi ve taşınmazın Bahçelievler Belediyesi adına tescil edilmesi yönünde alınan kararların iptali istemiyle 2004 yılında -dosyada belirtilmeyen bir tarihte- İstanbul İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 21/6/2006 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemlerin iptaline karar vermiştir. Kararda; plan değişikliklerinin nazım ve uygulama imar planlarına uygun olmadığı, plan değişikliğine yönelik olarak ilgili kurumun görüşünün alınmamış olduğu hususlarına vurgu yapılmıştır. Kararda ayrıca imar uygulaması ile kamuya terk edilmiş bir alanın başka bir amaçla kullanılmaması gerekirken Belediyeye tahsis edilmesinin şehircilik ilkeleri ve planlama teknikleri ile kamu yararına aykırı olduğu ifade edilmiştir. Danıştay Altıncı Dairesi 26/11/2008 tarihinde kararı onamıştır. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucuların murisi, imar planı değişikliği işlemi nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla 29/7/2009 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde özetle 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun maddesi uyarınca davaya konu taşınmazın %65'e varan kısmının yeşil alan olarak terk edildiği ancak bu kısma fiilen özel sağlık tesisi ve özel eğitim kurumu kurulduğu, sonrasında yapılan imar planı değişikliğiyle taşınmazın yeşil alan vasfının değiştirildiği belirtilmiştir. Bu nedenlerle oluşan hak kayıplarının giderilmesi için maddi ve manevi tazminat talep edilmiştir. Mahkeme 27/12/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda özetle şu hususlara değinilmiştir:i. 1090 ada 1-2 parsel (eski 1042 ada 7 parsel) sayılı taşınmazın 24/5/1978 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca onanan mevzi imar planında yeşil alanda olduğuna, bu doğrultuda yapılan imar uygulaması sonrası düzenleme ortaklık payı kapsamında taşınmazın bir kısmının davacı tarafından kamuya terk edildiğine ve tapu kütüğüne de bu şekilde işlendiğine vurgu yapılmıştır. ii. Söz konusu parsel üzerinde yapılan protokollerle bir kısmının eğitim alanı, bir kısmının da sağlık alanı olarak kullanılması yönünde fiilî uygulamalara gidildiğine değinilmiştir. Ayrıca kamuya terk edilmiş yeşil alan işlevinde olan taşınmazın 1/000 ve 1/000 ölçekli planlarda fonksiyon değişikliğine gidilerek eğitim ve sağlık alanı içine alındığı, 2004 tarihli belediye encümeni kararı ile parselin Bahçelievler Belediyesi adına ihdas edildiği ifade edilmiştir.iii. Ancak anılan imar planı değişikliklerinin iptali istemiyle açılan davanın İstanbul İdare Mahkemesinin 21/6/2006 tarihli kararıyla iptal edildiği, Danıştay Altıncı Dairesince bu kararın onandığı, davalı idarelerce yargı kararının gereği yerine getirilerek 24/5/1978 tasdik tarihli mevzi imar planındaki donatı alanlarının korunması yönünde plan değişikliğinin yapıldığı açıklanmıştır. iv. Buna göre mevcut durumda taşınmazın kamuya ayrılmış yeşil alan özelliğini kaybetmediği, yeşil alan vasfının devam ettiği, idarenin hukuka aykırı işleminden ya da eyleminden doğan somut bir zararın söz konusu olmadığı sonucuna varılmıştır. Danıştay Altıncı Dairesi 5/12/2016 tarihinde kararı onamıştır. Başvurucular bu karara karşı karar düzeltme yoluna gitmemiştir. Nihai karar başvurucular vekiline 14/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 3194 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Özel hukuk kişilerinin mülkiyetinde olup uygulama imar planında düzenleme ortaklık payına konu kullanımlarda yer alan taşınmazlar;a) Bu kullanımlardan umumi hizmetlere ayrılan alanlar öncelikle 18 inci maddeye göre arazi ve arsa düzenlemesi yapılarak,...ilgili kamu kurum ve kuruluşunca kamulaştırılarak kamu mülkiyetine geçirilir." 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi şöyledir:''İmar mevzuatı gereğince düzenlemeye tabi tutulan parsellerden düzenleme ortaklık payı karşılığı olarak bir defaya mahsus alınan yol, yeşil saha ve bunun gibi kamu hizmet ve tesislerine ayrılan yerlerle, özel parselasyon sonunda malikinin muvafakatı ile kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler için eski malikleri tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamaz ve karşılığı istenemez.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) her ne kadar Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde açık olarak usule ilişkin güvencelerden söz edilmese de bu maddenin keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin kanun dışı, keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazların sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya konabilme olanağının tanınması güvencesini kapsadığını belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 55; Jokela/Finlandiya, B. No: 28856/95, 21/5/2002, § 45). Ayrıca AİHM'e göre usule ilişkin güvencelerin özel kişiler arasında ihtilaf oluşturan mülkiyet hakkı ile ilgili meseleler yanında taraflardan birinin devlet olması durumunda bu ilke daha kuvvetli uygulanma alanı bulur (Plechanow/Polonya, B. No: 22279/04, 7/7/2009, § 100). Bu bağlamda AİHM, mülkiyet hakkının korunmasına dair usule ilişkin güvenceler kapsamında mahkeme kararlarının ilgili ve yeterli bir gerekçeye sahip olması gerektiğine değinmiştir. AİHM bu zorunluluk davacının her iddiasına ayrıntılı cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte en azından mülk sahibinin esasa ilişkin temel iddia ve itirazlarının yargılama makamlarınca yapılacak dikkatli ve özenli bir inceleme sonucunda karşılanması gerektiğini vurgulamıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34764/05, 34786/05, 34800/05, 34811/05, 1/2/2011, § 54). Gereksar ve diğerleri/Türkiye kararına konu olayda idare tarafından sulama kanalına hasar verilmesi nedeniyle başvurucuların tarlalarının zarar görmesi söz konusudur. AİHM, derece mahkemelerinin kararlarının davanın sonucuna etkili olabilecek mahiyetteki iddia ve itirazlara cevap verecek nitelikte yeterli bir gerekçe içermediği tespitine yer vermiştir. AİHM, bu sebeple Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinde öngörülen usul güvencelerinin yerine getirilmediğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gereksar ve diğerleri/Türkiye, §§ 55-64). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14999 | Başvuru, imar uygulaması ile kamuya terk edilen taşınmazın terk amacı dışında kullanılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde kurulan ve faaliyet gösteren İmar Bankası Off Shore Limited'de bulunan mevduatın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2014/3994 numaralı bireysel başvuru 24/3/2014 tarihinde; 2014/4240 numaralı bireysel başvuru ise 27/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemelerinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2014/4240 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2014/3994 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve 2014/4240 sayılı bireysel başvuru dosyası kapatılmıştır. Sonuç olarak inceleme 2014/3994 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. Bakanlık görüşü, başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Alparslan Atalay ve Menderes Dinler sırasıyla 1951 ve 1957 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedirler.A.Alpaslan Atalay Yönünden Başvurucu, İmar Bankası Off Shore Limited'de (Off Shore Ltd) açılan üç ayrı hesabını kapatarak söz konusu hesaplarda bulunan toplam 504,35 TL mevduatı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun (BDDK) 3/7/2003 tarihli kararıyla bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredilen T. İmar Bankası T. Anonim Şirketinin (İmar Bankası) Ankara Şubesinde 3/7/2003 tarihinde açılmış görünen hesaplara aktarmıştır. Off Shore Limited Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kanunlarına tabi olarak kurulmuş olup Türkiye'de de İmar Bankası aracılığıyla mevduat toplamıştır. İdare tarafından yapılan inceleme sonucu, İmar Bankası bilgisayar sisteminin "LOG" verilerine dayanılarak İmar Bankası Ankara Şubesindeki hesabın 4/7/2003 tarihinde Off Shore Ltd'den yapılan fiktif havaleler karşılığında açıldığı; ancak 3/7/2003 tarihinde açılmış gibi gösterildiği tespit edilmiştir. Başvurucu 3/10/2003 tarihinde BDDK'ya başvuruda bulunarak Kanun'la kuruma yüklenen denetim ve gözetim sorumluluğu gereğince Off Shore Ltd'de bulunan mevduatının ödenmesinin temin edilmesini talep etmiştir. Söz konusu başvuruya altmış gün içinde cevap verilmemesi üzerine, başvurucu 28/1/2004 tarihli dilekçe ile Danıştay Onuncu Dairesinde 29/12/2003 tarihli Bakanlar Kurulu kararının bazı hükümlerinin ve anılan kararnamenin ekindeki taahhütnamenin iptali ile İmar Bankasındaki dört ayrı hesapta bulanan mevduatının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Dosyanın devredildiği Danıştay Onüçüncü Dairesi 19/2/2007 tarihli kararıyla dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. Kararda, üç hesabın geriye doğru valörle oluşturulduğu, birinin ise Hazine bonosundan mevduata dönüşlü olduğu belirtilmiş ve üç hesapta bulunan tutarlar için ayrı, son hesapta bulunan tutar için ayrı dava açılması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu 20/4/2007 tarihinde dilekçesini yenileyerek Danıştay Onüçüncü Dairesinde, 29/12/2003 tarihli Bakanlar Kurulu kararının bazı hükümlerinin ve anılan kararnamenin ekindeki taahhütnamenin iptali ile geriye yönelik valörle oluşturulduğu belirtilen mevduatların tutarı olan toplam 504,35 TL'nin yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açmıştır.Daire, 13/3/2009 tarihli kararıyla Bakanlar Kurulu kararının ilgili hükümleri ile eki taahhütnamenin iptali istemini, başvurucunun ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle usulden, tazminat istemini ise esastan reddetmiştir. Daire, dosyada bulunan bilgi ve belgelerden, başvurucunun Off Shore Ltd'de bulunan üç ayrı hesabındaki mevduatının 3/7/2003 tarihinde değil, gerçekte 4/7/2003 tarihinde İmar Bankasının yurt içi şubelerinde açılan hesaplara aktarıldığı kanaatine varmıştır. Kararın gerekçesinde devamla, 5021 sayılı Kanun'un maddesinde sadece mevduat niteliği taşıyan hesapların TMSF tarafından ödenmesinin öngörüldüğü, buna karşılık kıyı bankalarındaki hesapların Kanun'un kapsamı dışında tutulduğu belirtilmiş ve somut olayda İmar Bankasına el konulduğu tarihten sonra açıldığı tespit edilen ve Fon güvencesi kapsamında olmayan hesapları nedeniyle başvurucuya ödeme yapılmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Daire kararını temyizen inceleyen Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 25/11/2009 tarihli kararıyla temyiz istemini reddederek Daire kararını onamıştır. Karar düzeltme istemi de İDDK tarafından 30/10/2013 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın düzeltilmesi isteminin reddine ilişkin karar 10/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Menderes Dinler Yönünden Başvurucu, Off Shore Ltd'de açılan iki ayrı hesabını kapatarak söz konusu hesaplarda bulunan toplam 500,16 TL mevduatı, İmar Bankasının Ankara Şubesinde 3/7/2003 tarihinde açılmış görünen hesaplara aktarmıştır. İdare tarafından yapılan inceleme sonucu, İmar Bankası bilgisayar sisteminin "LOG" verilerine dayanılarak İmar Bankası Ankara Şubesindeki hesabın 4/7/2003 tarihinde Off Shore Ltd'den yapılan fiktif havaleler karşılığında açıldığı, ancak 3/7/2003 tarihinde açılmış gibi gösterildiği tespit edilmiştir. Başvurucu 17/2/2004 tarihinde hem BDDK'ya hem de TMSF'ye başvuruda bulunarak 500,16 TL mevduatının ödenmesini talep etmiştir. Söz konusu başvurulara altmış gün içinde cevap verilmemesi üzerine, başvurucu 19/4/2004 tarihli dilekçe ile Danıştay Onuncu Dairesinde 29/12/2003 tarihli Bakanlar Kurulu kararının bazı hükümlerinin ve anılan kararnamenin ekindeki taahhütnamenin iptali ile İmar Bankasındaki iki ayrı hesapta bulanan mevduatının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açmıştır. Dosyanın devredildiği Danıştay Onüçüncü Dairesi 21/6/2007 tarihli kararıyla Bakanlar Kurulu kararının bazı hükümleri ile eki taahhütnamenin iptali istemini, başvurucunun ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle usulden; Bakanlar Kurulu kararının bazı hükümlerinin iptali ile tazminat istemini ise esastan reddetmiştir. Daire, dosyada bulunan bilgi ve belgelerden, başvurucunun Off Shore Ltd'de bulunan iki ayrı hesabındaki mevduatının 3/7/2003 tarihinde değil, gerçekte 4/7/2003 tarihinde İmar Bankasının yurt içi şubelerinde açılan hesaplara aktarıldığı kanaatine varmıştır. Kararın gerekçesinde, 5021 sayılı Kanun'un maddesinde sadece mevduat niteliği taşıyan hesapların TMSF tarafından ödenmesinin öngörüldüğü, buna karşılık kıyı bankalarındaki hesapların Kanun'un kapsamı dışında tutulduğu belirtilmiş ve somut olayda İmar Bankasına el konulduğu tarihten sonra açıldığı tespit edilen ve Fon güvencesi kapsamında olmayan hesapları nedeniyle başvurucuya ödeme yapılmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Daire kararını temyizen inceleyen İDDK 25/11/2009 tarihli kararıyla temyiz istemini reddederek Daire kararını onamıştır. Karar düzeltme istemi de İDDK tarafından 30/10/2013 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın düzeltilmesi isteminin reddine ilişkin karar 10/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1999 tarihli ve mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“Türkiye’de kurulmuş ve kurulacak bankalar ile yurtdışında kurulmuş ve kurulacak bankaların Türkiye’deki şubeleri bu Kanun hükümlerine tabidir.” Mülga 4389 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ ... b) Tasarruf mevduatı, gerçek kişiler tarafından bu nam altında açtırılan ve ticari işlemlere konu olmayan mevduattır. ... …” Mülga 4389 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:" Bu Kanun ve ilgili diğer mevzuatın, Kanunda gösterilen yetkiler çerçevesinde düzenlemeler de yapmak suretiyle uygulanmasını sağlamak, uygulamayı denetlemek ve sonuçlandırmak, tasarrufların güvence altına alınmasını temin etmek ve Kanunla verilen diğer görevleri yapmak ve yetkileri kullanmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu kurulmuştur. Kurum, tasarruf sahiplerinin haklarını ve bankaların düzenli ve emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye sokabilecek ve ekonomide önemli zararlar doğurabilecek her türlü işlem ve uygulamaları önlemek, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere gerekli karar ve tedbirleri almak ve uygulamakla yükümlü ve yetkilidir...." 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun "Kapsam" başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Türkiye'de kurulu mevduat bankaları, katılım bankaları, kalkınma ve yatırım bankaları, yurt dışında kurulu bu nitelikteki kuruluşların Türkiye'deki şubeleri, finansal holding şirketleri, Türkiye Bankalar Birliği, Türkiye Katılım Bankaları Birliği, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ve bunların faaliyetleri bu Kanun hükümlerine tâbidir.” 5411 sayılı Kanun'un "Tanımlar ve kısaltmalar" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bu Kanunun uygulanmasında;..Kıyı bankacılığı: Bankacılık faaliyetleri, kurulu bulunulan ülke harici ile sınırlı tutulan veya ülke genelinde uygulanan ekonomik ve malî mevzuata tâbi olmayan ya da kurulu bulunulan ülkede yerleşik olanlardan mevduat ve fon kabulünün yasaklandığı bankacılığı,İfade eder.” 31/7/2003 tarihli ve 4969 sayılı Kanun'un, 16/12/2003 tarihli ve 5021 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14 üncü maddesinin (3) numaralı fıkrası veya (5) numaralı fıkrasının (a) bendinin (aa) alt bendi uyarınca bankacılık işlemleri yapma ve mevduat kabul etme izni kaldırılan bankalarda bulunan tasarruf mevduatı sigortası kapsamındaki tasarruf mevduatı, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından ödenir. ...Ancak, (...) muvazaalı olduğu Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tespit edilen hesaplar için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunca herhangi bir ödeme yapılmaz.” 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun "Sıra cetveli" başlıklı maddesi şöyledir: “Satış tutarı bütün alacaklıların alacağını tamamen ödemiye yetmezse icra dairesi alacaklıların bir sıra cetvelini yapar.Alacaklılar 206 ncı madde mucibince iflas halinde hangi sıraya girmeleri lazım geliyorsa o sıraya kabul olunurlar.Bununla beraber ilk üç sıraya kayıt için muteber olan tarih haciz talebi tarihidir.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3994 | Başvuru, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde kurulan ve faaliyet gösteren İmar Bankası Off Shore Limited de bulunan mevduatın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hâkimlik mesleğinden çıkarılma, ceza infaz kurumunda mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemine kaydedilmesi ile açık ve kapalı görüş hakkının sınırlandırılması nedenleriyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; doktora eğitimine devam edememe ve dikey geçiş sınavına girişe izin verilmemesi nedenleriyle eğitim hakkının; vaiz görüşmelerinden yararlandırılmama nedeniyle din ve vicdan özgürlüğünün; ceza infaz kurumundaki sportif ve kültürel nitelikteki faaliyetlere katılmaya izin verilmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). B. Başvurucuya İlişkin Süreç Konya Bölge İdare Mahkemesi üyesi olarak görev yapan başvurucu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 16/7/2016 tarihli kararı ile görevinden uzaklaştırılmış; 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının HSYK kararıyla görevden uzaklaştırılanlar hakkında soruşturma işlemlerinin yapılması yönündeki yazısı üzerine Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Konya Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Hâkimlik 19/7/2016 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Konya Cumhuriyet Başsavcılığı 5/10/2016 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında soruşturma yapma yetkisinin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığında olduğu gerekçesiyle 6/6/2017 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 12/6/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. İddianamede; başvurucunun FETÖ/PDY'de yer aldığı grubun sorumlusu (örgüt içinde abi olarak tanımlanan) olduğuna, sohbet adı altındaki örgüt toplantılarını organize ettiğine yönelik tanık beyanlarına dayanıldığı görülmüştür. Mahkeme 22/6/2017 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/2 sayılı dosya üzerinden ilk derece mahkemesi sıfatıyla kovuşturma aşamasına başlamıştır. Tensip zaptı ile iddianame, başvurucunun bulunduğu ceza infaz kurumu tarafından 29/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Mahkeme 13/7/2017 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almış ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 19/7/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 15/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 12/7/2018 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkeme 19/9/2018 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan karar başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Dava, Yargıtay önünde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/32858 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; hâkimlik mesleğinden çıkarılma, ceza infaz kurumunda mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemine kaydedilmesi ile açık ve kapalı görüş hakkının sınırlandırılması nedenleriyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; doktora eğitimine devam edememe ve dikey geçiş sınavına girişe izin verilmemesi nedenleriyle eğitim hakkının; vaiz görüşmelerinden yararlandırılmama nedeniyle din ve vicdan özgürlüğünün; ceza infaz kurumundaki sportif ve kültürel nitelikteki faaliyetlere katılmaya izin verilmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının; soruşturma sürecindeki birtakım uygulamalar nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, vazife malulü olarak kabul edilmeme işlemine karşı açılan davada eksik inceleme sonucu karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mardin'de askerlik görevini yerine getirmekte iken nöbet sırasında silahla omzundan yaralanmıştır. Başvurucu, 1993 yılında vuku bulan olayın PKK terör örgütü tarafından açılan taciz ateşi sonucu gerçekleştiğini belirtmiştir. Mardin Devlet Hastanesinde ameliyat edildiğini beyan eden başvurucu, hizmet süresinin dolması ile 27/11/1993 tarihinde terhis edilmiştir. 19/11/1993 ile 10/2/1994 tarihleri arasında Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) bünyesinde yatarak tedavi gören başvurucu, bu süre zarfında ameliyat edilmiş ve kendisine opere brakial pelexus lezyonu tanısı konulmuştur. Başvurucu, tedavi sürecinde hava değişimi izinleri almıştır. Bu sürecin ardından 2012 yılında Ankara Mevki Asker Hastanesinde muayene edilen başvurucu için 11/5/2012 tarihli rapor düzenlenmiştir. Raporda üst kol düzeyinde medial, ulnar, radial sinir yaralanması, sol omuz geniş eklem yüzü harabiyeti tanısı yapılarak başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca raporda yaralanmaya ilişkin adli rapor tutanağı bulunmadığından rahatsızlığın askerliğin sebep ve tesiri ile meydana galip gelmediğine karar verilemediği ifade edilmiştir. Etimesgut Asker Hastanesi tarafından başvurucunun durumu ile ilgili olarak düzenlenen 30/7/2012 tarihli rapor da Ankara Mevki Asker Hastanesinin 11/5/2012 tarihli raporuyla aynı içeriğe sahiptir. Başvurucu 1/8/2012 tarihinde vazife malullü olarak kabul edilmesi istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) müracaatta bulunmuştur. SGK Vazife Malullüğü Tespit Kurulu, başvurucunun vazife malullüğünü tevsik edici bir belge (tutanak, tahkikat raporu, görev emri vb.) sunamaması nedeniyle 19/2/2013 tarihli kararıyla istemi reddetmiştir. Başvurucu, ret işlemine karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde iptal davası açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi (Mahkeme) 6/11/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle vazife malulü olarak kabul edilmek için maluliyetin görevin etkisi ile oluşması gerektiği hatırlatılmış ve başvurucunun malul olduğu konusunda tereddüt bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun bölücü terör örgütü tarafından açılan ateş sonucu yaralandığı iddiasının Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 7'nci Kolordu Komutanlığı, 7'nci Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı ve Askeri Mahkemesi, Mardin Cumhuriyet Savcılığı ve Mardin Devlet Hastanesi nezdinde araştırıldığı ancak yaralanmanın nasıl meydana geldiğine dair bir bilgi ve belgeye ulaşılamadığının altı çizilmiştir. Genelkurmay Başkanlığının 10/3/2014 tarihli yazısı ekinde sunulan başvurucunun birliğine ait 9/4/1993 ile 1/12/1993 tarihlerini kapsayan tarihçe defteri suretlerinin incelendiği ve terör olaylarında yaralananlar arasında başvurucunun isminin kayıtlı olmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca Kara Kuvvetleri Komutanlığının 31/10/2014 tarihli yazı ile başvurucunun yaşadığı olayla ilgili bilgi ve belge temin edilemediğini bildirdiği ifade edilmiştir. Sonuç itibarıyla resen yapılan araştırma sonucu yaralanma olayının başvurucunun ileri sürdüğü şekilde gerçekleştiğine yönelik bilgi, belge elde edilemediği ve başvurucunun da bu konuda bir delil sunamadığı hususlarına dikkat çekilerek vazife malulü sayılmayı gerektirecek yasal koşulların başvurucu yönünden oluşmadığı belirtilmiş ve bu suretle ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 19/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 13/4/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 13/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 'nun "Bazı aylık tazminat ve yardımlara ilişkin geçiş hükümleri" kenar başlıklı geçici maddesinin (a) bendi şöyledir: "İlgili kanunlarında düzenleme yapılıncaya kadar;a) 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında belirtilenlerden bu Kanunla yürürlükten kaldırılan maddeleri dahil 5434 sayılı Kanuna göre vazife veya harp malûlü sayılması gerekenlerin ve Türk Silâhlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından görevlendirildiği tarihte uzun vadeli sigorta kollarına tabi olarak çalışmayanlardan bu Kanunla yürürlükten kaldırılan maddeleri dahil 5434 sayılı Kanuna göre harp malûlü sayılması gerekenlerin kendileri ile bunların dul ve yetimlerine bağlanacak aylıklar hakkında bu Kanunun yürürlük tarihinden önceki hükümlerin uygulanmasına devam olunur. " 5510 sayılı Kanun'un göndermede bulunduğu 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı mülga Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun maddesinin ilk fıkrası şöyledir: "Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere (malul) denir ve haklarında bu kanunun malullüğe ait hükümleri uygulanır. " 5434 sayılı Kanun'un maddesinin (a) bendi ve son cümlesi şöyledir:"44 üncü maddede yazılı malullük;,a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa;...Buna (Vazife malullüğü) ve bunlara uğrıyanlara da (Vazife malulü) denir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7973 | Başvuru, vazife malulü olarak kabul edilmeme işlemine karşı açılan davada eksik inceleme sonucu karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, resen yapılması gereken tutukluluk incelemelerinin kanuni süresi içinde yapılmaması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/12/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Doğal gaz ithal eden özel bir şirket olan Bosphorus Gaz A.Ş.nin doğal gaz akışından sorumlu operasyon müdürü olan başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım şüpheli hakkında devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme ve rüşvet alma veya verme suçlamalarıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, Başsavcılığın talimatıyla 1/9/2020 tarihinde evinde yapılan arama ve elkoyma işlemleri sonrasında gözaltına alınmıştır. Başvurucu 10/9/2020 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde müdafii huzurunda ifade vermiştir. Başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı özetle şöyledir:i. E.Ö. ile aralarında gerçekleşen bir konuşma olduğunu, konuşmada bahsedilen konunun Gazpromda satın alınan gazın taşınması sırasında kendilerinin teslim alma noktası olan Kıyıköy'e gelinceye kadarki gazın sorumluluğu ve sigortası olduğunu, bu konu hakkında E.Ö. ile görüştüğünü, "2018 Kasım şeyi" olarak bahsedilenin ise bu husus ile ilgili o tarihlerde devletin yayımladığı "özelge" diye hatırladığı belge olduğunu, bunun herhangi bir sır durumunun olmadığını, özelgeyi okuyup karşı taraftan isteyeceği talep yazısı ile ilgili hususun kafasında netleşmesi için bu yazıyı E.Ö.ye gönderdiğini, E.Ö.nün sormuş olduğu maliyet konusu hakkında herhangi bir bilgisinin olmadığını, kendisine de eğer bir yerde yayımlanmışsa görmüş olabileceğini, bilgi sahibi olduğunu düşünerek sorduğunu değerlendirdiğini, telefonda E.Ö. ile görüşürken kendisinin sorusuna karşılık olarak E.Ö.nün o an kafasından geçeni sesli düşündüğünü ancak hemen sonra aklından geçen kişilerin de konuyu bilemeyeceğini değerlendirdiğini belirtmiştir.ii. isimli kişinin Gazprom isimli firmanın güney ülkelerine gaz sevk eden bölümünün operasyonel kısmında çalışan B. isimli kişi olduğunu, bu kişinin gaz sevkiyatı ve fatura miktarları ile fiyatı konusunda mutabakat sağladığı şahıs olduğunu, gaz sattıkları müşterilerin talebine göre bazen rutin miktardan fazla gaz taleplerinin olabildiğini, Gazpromda bu durumların olabileceğini bildiğinden dolayı o tarihte çalışma yapacağı için kendilerine bu şekilde bildirimde bulunduğunu, kendilerinin iki yazı arasındaki uyumsuzluğu konuşarak şirket bazında halletmeye çalıştıklarını ifade etmiştir.iii. S.Ö. şirketlerinin Ankara temsilcisi olduğundan ve bu konuda danıştığı herhangi bir şirket olabileceğini düşündüğünden S.Ö.den bilgi talep ettiğini, ona gelmiş güncel bilgi olup olmadığını sormak için onu aradığını ve onun da bizzat G. tarafından talimat gelmesi durumunda bu konularla ilgili bir çalışma yapabileceğini söylediğini, İran ve Azerbaycan gaz fiyatlarını öğrenmenin Şirkete ne gibi bir avantaj sağlayacağı konusunda bilgisinin olmadığını, işin ticari ve strateji boyutunu bilmediğini, kendisinden bu bilgiyi hatırladığı kadarı ile G.nin talep ettiğini, G.nin talimatı üzerine konu hakkında bilgi sahibi olduğunu düşündüğü S.Ö.ye sorduğunu, onun da G.nin bizzat talep etmesi durumunda bu konuda çalışma yapabileceğini bildirdiğini, neden bu bilgilerin talep edildiğini bilmediğini, sadece çalışan olarak üstünden gelen talimatı yerine getirmeye çalıştığını, bu bilgilerin başka devletlerin eline geçmesi durumunun ticari bir konu olduğunu ve kendi çalışma alanı dışında olduğunu, bu nedenle bir fikrinin olmadığını, ülkenin zafiyete uğramasını kesinlikle istemediğini beyan etmiştir. iv. Başvurucu ayrıca E.Ö. ile aralarında geçen görüşmede LNC diye bahsedilenin sıvılaştırılmış doğal gaz olduğunu, bu gazın özel taşıma şartlarının olduğunu ve ayrıca tesislerde işlenerek doğal gaza dönüştürüldüğünü, yapılan görüşmenin de bunun fiyatı ile ilgili görüşme olduğunu ancak kendisinin İran ve Azerbaycan gazlarının bu fiyatlandırma sistemine çevrilmesi ile alakalı bir bilgisinin olmadığını, 2019 yılının Şirket tarafından gaz satışının az yapıldığı bir yıl olduğunu, muhtemelen yönetim tarafından E.Ö.ye bunun neden olduğu ile alakalı bir soru yöneltildiğini, E.Ö.nün de bunu kendisine sorduğunu, buna karşılık olarak sözleşmenin sene başında yapıldığını, BOTAŞ fiyatında ve dolar kurunda bir kesinlik olmadığından müşteriler ile anlaşma sağlanamadığını ve bundan dolayı gaz satışının az yapıldığını tahmin ettiğini söylediğini belirtmiştir.v. G.Ö. isimli şahsı tanımadığını, tarafına gösterilen mail eklerindeki tablolarda yer alan tarihler, hatlar, günlük ve aylık tüketim miktarlarının kendisinin tuttuğu ve ayrıca bu işle ilgili resmî kurumların herkese açık veriler üzerinden yaptığı tablolarla uyumlu olduğunu, Bosphorus Şirketinin gaz alım ve satım miktarları ile ilgilenen biriminde çalıştığını, tabloları hazırladığı için üstü olan E.Ö.nün kendisine ekran alıntısı ve fotoğraf şeklinde göndermiş olduğu görüntüleri de kendisine söylediği üzere tablo hâline getirip gönderdiği verilerdeki rakamlarda herhangi bir oynama yapmadan ve rakamlara müdahale etmeden Excel veya grafik hâline dönüştürerek talep eden üst yöneticisine tekrar gönderdiği tablolar olduğunu tahmin ettiğini, kendisine gösterilen tabloların da istatistik için tuttuğu tablolar olduğunu, bu tablolarda fiyat ve gelecek ile ilgili kendisine gösterilen verilerdeki bilgileri E.Ö.den almış olabileceğini, şu an için emin olmadığını, bu verileri E.Ö.nün nereden ve ne şekilde temin ettiği kimlerle paylaştığı konusunda herhangi bir bilgisinin olmadığını, kendisine gönderilen verilerin kesin veri olduğunu bilmediğini, bunların tahminden ibaret olduğunu düşündüğünü, bu şekilde olan verilere kendisinin ya da Şirketinin ulaşmış olacağının aklının ucundan dahi geçmeyeceğini beyan etmiştir.vi. Başvurucu, O. ve S.S. isimli şahısları ise tanımadığını ifade etmiş ve isnat edilen suçlamalarla bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başsavcılık, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme ve rüşvet alma veya verme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu 11/9/2020 tarihinde İstanbul nöbetçi sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte yapılmış, başvurucunun müdafileri de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgudaki savunmasında da eski beyanlarını tekrar ederek isnat edilen suçlamalarla bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Sorgu sonucunda başvurucunun anılan suçlardan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... atılı suçların vasıf ve mahiyeti, dosya kapsamındaki delil durumu, şüpheliler E.Ö., K., Mustafa Fıçıcıoğlu ile S.Ö.nün kaçamaklı ifadeleri, şüpheli G.Ö.nün etkin pişmanlık kapsamında alınan emniyet ifadesi, CMK nun 135 maddesi kapsamında elde edilen iletişim tespiti tutanakları, şüphelilere ait digital materyal ön inceleme tutanakları, EPDK rapor içerikleri dikkate alındığında;...A-) Şüphelinin üzerine atılı Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçu yönünden şüphelinin Bosphorus Gaz A.Ş.'de direktör gaz alım ve satış müdürü olarak çalıştığı, şüpheli E.Ö.nün Gazprom Export şirketi yöneticileri tarafından talep edilen gizli bilgileri temin etmesi için şüpheliyi talimatlandırdığı, şüpheli E.Ö.nün talimatıyla şüphelinin BOTAŞ Doğalgaz İşletme ve Piyasa İşlemleri Bölge Müdür Yardımcısı şüpheli K. ile rüşvet anlaşması yaparak irtibat kurduğu, Bosphorus Gaz A.Ş 'nin faaliyet alanına girmeyen doğalgaz boru hatlarının kapasitesi hakkındaki bilgileri ve elektronik bültende yayınlanmadan önce yayınlanacak bilgileri diğer gaz şirketlerinden önce menfaat temin ettiği K.dan elde ettiği, elde ettiği bu bilgi ve belgeleri şüpheli E.Ö.ye gönderdiği, temin edilen ve paylaşılan bu bilgilerinEnerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 4/9/2020 tarihli yazısı eki incelendiğinde 4/9/2020 tarihli soruşturma raporuna dair bilgi notunda ele geçirilen 2018 ve 2019 yıllarına ait günlük ve aylık bazda Türkiyeye günlük doğalgaz giriş noktalarından kaynak bazlı giriş miktarlarının günlük ve aylık bazda bulunan tabloları ile ülke ve kaynak bazlı doğalgaz alım fiyatlarının tablolarının gizli ve doğru verilerden oluşan ticari sır olduğu, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün 7/9/2020 tarihli yazısı eki incelendiğinde 7/9/2020 tarihli soruşturma raporuna dair bilgi notunda, ülke ve kaynak bazlı doğalgaz alım fiyatlarının gösterildiği tabloların TANAP üzerinden alınan Azeri Gazına ilişkin gizliliği yüksek, önemi haiz, fiyat, miktar ve çekiş rejimi verilerin yer aldığı tablonun 16 Ocak 2019 Gaz gününe ait Türkiye'ye günlük doğalgaz giriş noktalarından kaynak bazlı giriş miktarlarının bulunduğu tablonun BOTAŞ'ın ulusal dengeleme noktasından (UDN) diğer piyasa oyuncusu şirketlerden günlük bazda satın aldığı gaz miktarlarını gösteren tabloların gizli ve doğru verilerden oluşan ticari sır olduğunun anlaşıldığı, bu ticari sırların ve yukarıda bahsedilen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın yazıları gözetildiğinde devlet sırrı niteliği şüphesi taşıdığı Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme suçunu işlediği kanaatine varılmakla,B-) Şüphelinin üzerine atılı Rüşvet almak ve vermek suçu yönünden: şüpheli E.Ö.nün gizli bilgileri temin etmeleri için şüpheli Mustafa Fıçıcıoğlu'nu talimatlandırmasından sonra, şüphelinin diğer şüpheli K. ile irtibata geçtiği, rüşvet anlaşması yaptığı, şüphelinin Bosphorus Gaz A.Ş 'nin faaliyet alanına girmeyen doğalgaz boru hatlarının kapasitesi hakkındaki bilgileri elektronik bültende yayınlanmadan önce yayınlanacak bilgileri diğer gaz şirketlerinden önce menfaat temin ettiği K.dan elde ettiği bu bilgi ve belgeleri şüpheli E.Ö.ye gönderdiği anlaşılmakla üzerine atılı rüşvet almak ve vermek suçunu işlediği kanaatine varılmakla,bu nedenlerle şüphelinin üzerine atılı suçları işlediğine yönelik kuvvetli suç şüphesinin varlığı dikkate alındığında şüphelinin delilleri karartma şüphesinin bulunması, kaçma şüphesi bulunması, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK 100 maddesinde sayılan tutuklama sebebi var kabul edilen suçlardan olması ve bu suç için ceza kanununda öngörülen ceza miktarı ile soruşturma konusu suçun ağırlığı ve önemi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağından CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince şüphelinin üzerine atılı suçlardan ayrı ayrı TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 25/9/2020 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Dosyada şüphelilerin tutukluluk hallerinin sonlandırılmasını gerektirecek yeni bir delil bulunmadığı, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, eylemlerin oluş ve biçimi, delillerin henüz toplanmamış olması, şüphelilere kovuşturma evresinde verilmesi beklenen ceza miktarı dikkate alındığında bu aşamada adli kontrol tedbirlerinin tutuklamadan beklenen faydayı sağlamayacağı kanaatine varılmakla İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği'nin 11/9/2020 tarih ve 2020/684 sorgu sayılı kararının yerinde olduğu anlaşıldığından itirazların ayrı ayrı reddine... [karar verildi.]" Başsavcılık 7/10/2020 tarihli iddianame ile başvurucunun devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme ve zincirleme rüşvet verme suçlarından cezalandırılması istemiyle hakkında aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucuyla birlikte toplam altı şüpheli hakkında hazırlanan iddianamede, Bosphorus Gaz Corporation A.Ş.de genel müdür yardımcılığı yapan E.Ö.nün Türkiye’ye ithal edilen boru hattı doğal gazının ithal edilen ülke bilgileri ve giriş noktalarını ve miktarları ile ilgili bilgileri, gizli olan ayrıntıları kullanıcısı olduğu e-posta yoluyla periyodik olarak tablo ve grafik hâlinde Gazprom Şirketinin Rusya'daki yetkililerine ilettiği şeklindeki ihbara istinaden başlatılan soruşturma sonucu iletişimin dinlenilmesi ve kayda alınması neticesinde elde edilen konuşmalar, mailler ve WhatsApp yazışmaları, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığından alınan bilgi notu ve raporlar ile şüpheli beyanlarına, başvurucu ile birlikte diğer şüphelilerin eylemlerine değinilmiştir. İddianamede başvurucuya isnat edilen suçlamaya esas alınan olgular şöyledir:i. Yabancı ülkede faaliyet yürüten ve doğal gaz ihracatı yapan Gazprom unvanlı Şirketin yöneticileri olan Y.B., O. ve S.S. isimli şahısların Bosphorus Gaz A.Ş.nin genel müdür yardımcısı olan E.Ö.den Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin günlük doğal gaz tüketim verilerini ve diğer tedarikçilerin doğal gaz ithalat fiyatlarını temin etmesini istediği, E.Ö.nün de istenen bilgilerle ilgili talepleri Bosphorus Gaz A.Ş. yöneticilerinden başvurucuya ve S.Ö.ye ileterek onlara bu konuda talimat verdiği ileri sürülmüştür.ii. E.Ö.nün belirtilen talebi üzerine başvurucunun 8/6/1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi kamu kuruluşu olan BOTAŞ'ta Doğalgaz İşletme ve Piyasa İşlemleri Bölge Müdürlüğünde müdür yardımcısı olarak görev yapan şüpheli K. ile rüşvet anlaşması yaparak gizli bilgileri düzenli olarak aldığı, ayrıca diğer bir şüpheli olan S.Ö.nün de yine BOTAŞ'ta İşletme ve Piyasa İşlemleri Bölge Müdürlüğünde planlama uzmanı olarak görev yapan G.Ö. ile rüşvet anlaşması yaparak 2017 yılının başından 2019 yılının Aralık ayına kadar gizli bilgileri düzenli şekilde aldığı ileri sürülmüştür. Başvurucu ve S.Ö. tarafından hukuka aykırı olarak elde edildiği bildirilen ticari sır kapsamındaki gizli bilgi ve belgelerin E.Ö.ye gönderildiği, E.Ö.nün de kendisinde toplanan gizli bilgileri mail ortamında Gazprom yetkililerine her ay düzenli olarak ilettiği iddia edilmiştir.iii. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü ve Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğünün yazılarında; yabancı ülkede faaliyet yürüten Gazproma gönderilen bilgi ve belgelerden 4/9/2020 ve 7/9/2020 tarihli yazılara konu bilgi ve belgelerin ticari sır kapsamında gizli ve doğru verilerden oluştuğu, 10/9/2020 ve 23/9/2020 tarihli yazılara konu bilgi ve belgelerin ise içerikleri itibarıyla gizli verilerden oluştuğu bildirilmiştir. iv. İsnat edilen eylemlerle ilgili olarak arama ve elkoyma tutanakları, yöntemince elde edilen iletişimin tespiti tutanakları, dijital materyaller üzerinde yapılan incelemeler, tespit tutanakları, bilirkişi raporları, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü ve Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğünün yazıları, suçları açıkça ikrar eden şüpheli G.Ö. ile diğer şüpheliler E.Ö., S.Ö., A.H.G. ve K.nın beyanlarının bulunduğu ileri sürülmüştür. İddianamede başvurucuya yöneltilen eylemlere ilişkin olarak diğer şüphelilerin beyanlarının ilgili kısmı özetle şöyledir: - Şüpheli E.Ö. savunmasında özetle;i. İhbarda geçen 0 530 .. hattı ve [email protected] mail adresini işleri ile alakalı kullandığını, üzerinde "gizli" ibaresi yer alan ya da gizli bir dokümanın gönderilmediğini, kendi gönderdiği verilerin halka açık olan ya da Şirketinde hazırlanmış tahmin ve analizler ile alakalı veriler olduğunu, ayrıca Bosphourus Şirketinin Rusya'da bulunan Gazprom Şirketinin iştiraki olduğunu, Yönetim Kurulunda Gazprom Şirketinden bir temsilci bulunduğunu ve Bosphourus Şirketinde belli oranda hisse sahibi olduklarını, bu sebeple hissedarları ve Yönetim Kurulunu bilgilendirmekle genel müdür yardımcısı olarak yükümlü olduğunu, ihbarda bahsedilen gaz giriş noktaları ve miktarları ile alakalı olan bilgilerin yıllardır Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) ve BOTAŞ tarafından halka arz edildiğini, daha önceden sadece BOTAŞ'ın gaz ithalatçısı olduğunu ve sonrasında elinde bulunan uzun dönem doğal gaz sözleşmelerini özel şirketlere devir yoluyla özelleştirmeye başladığını, Şirket olarak Gazprom ile yaptıkları sözleşmenin BOTAŞ'tan kendilerine devrolduğunu, BOTAŞ'ın kendi içinde BOTAŞ İletim ve BOTAŞ Doğalgaz Ticaret olarak ayrıldığını, BOTAŞ İletimin boru hatlarının sahibi olduğunu ve her firmanın gazını taşıdığını, BOTAŞ ile alakalı yapılan işlemler öncesinde BOTAŞ'a ithalatçı firmanın müracaatta bulunduğunu, alış ve satış sözleşmelerini vererek kapasite rezervasyonu yaptığını ve BOTAŞ'ın uygun görmesi durumunda gaz teslim edildiğini beyan etmiştir.ii. Yönetim Kuruluna Şirket içinde hazırlanmış raporları, tahminleri, analizleri, resmî bültenleri, BOTAŞ ve EPDK'nın hazırlamış olduğu bültenleri gönderdiğini, bu raporları Boushporus Şirketinin Gazprom temsilcisinin yönlendirdiği kişilere gönderdiğini, bu hususlardan Yönetim Kurulunun bilgisinin olduğunu, bu konunun devlet sırrı niteliğinde olmadığını, ticari sır olduğunu, paylaştıkları verilerin firmanın piyasada rekabet edebilmesi için yaptıkları tahmin ve analizlerden ibaret olduğunu, gaz firmalarının gazı USD ile alması ve BOTAŞ'ın ise TL üzerinden satması nedeniyle kur farkının hesaplanmasının önemli olduğunu, BOTAŞ'ın piyasadaki en büyük hâkim olması sebebi ile hem piyasayı hem de fiyatları oluşturduğunu, özel ithalat firmalarının gazı satabilmesi için fiyatlarının BOTAŞ fiyatının altında olması gerektiğini, devlet güvencesi altında olduğundan piyasada BOTAŞ ile rekabet etmenin zor olduğunu ve paylaşımların öngörülen piyasa analizleri olduğunu, serbest piyasada BOTAŞ ile firmaların ticari rekabet içinde aynı müşteriye ürün satmaya çalıştıklarını, bu sebeple bu hususların devlet sırrı olamayacağını ancak ticari sır olabileceğini belirtmiştir.iii. Gazprom isimli firmada finans, hukuk, ön ofis, operasyon, satış pazarlama, iştirak yönetimleri departmanlarındaki şahıslar ile iletişim hâlinde olduğunu, bu firmada sık görüştüğü şahısların ön ofis departmanında ile , operasyon kısmında S., ayrıca tepe yönetimlerinde bulunan T., E., A. isimli kişiler -bu kişilerle e-mail trafiğinin- olduğunu, görüşmelerinin tamamen ticari hususlar ile alakalı olduğunu, Şirket mailinden bu iletişimi sağladığını, Boushporus Şirketinin Yönetim Kurulunda yer alan Gazprom temsilcisinin W.S. olduğunu, bu kişiye de mailler gönderdiğini ve Şirket hususlarında onu bilgilendirdiğini, sebebinin ise bu kişinin Yönetim Kurulunda yer alması olduğunu, başvurucudan INCOTERMS değişikliği nedeniyle bir belge istediğini, INCOTERMS'in terimleri uluslararası ticarette kullanılan kısaltmaların bir kılavuzu olduğunu, bu belgenin gizliliğinin olmadığını, bu belgeyi INCOTERMS değişikliği ile birlikte Gümrük Bakanlığının alınan gazın sigortalanmasını talep ettiği ve sigorta yüksek maliyet getireceği için Gazprom çalışanlarına bu talebin gerekçesinin Gümrük Bakanlığının tebliği olduğunu bildirmek için istediğini, görüşmelerde geçen ''şey'' olarak belirttiği hususun tebliğ belgesi olduğunu, bu belgeyi başvurucuya e-mail ya da WhatsApp yolu ile göndermiş olabileceğini ve belgenin bir gizliliğinin olmadığını, Y.nin firmanın gümrük işleri ile ilgilenen kişi olduğunu, Gazprom sigorta yapmayı reddettiği ve gazın Türkiye'de bulunan vanasına gelene kadarki sorumluluğun Gazpromda olduğuna dair bir yazı talep etmek için başvurucu ve Y.ye bu şekilde bir talep yazısı yazdırdığını, Gazpromdan da bu yazıyı imzalı alarak gümrüğe sunduklarını, K.nın gümrük müşaviri olduğunu, telefonunda numarasının kayıtlı olduğunu, bu kişinin daha önceden firmanın gümrük işlemleri ile ilgilendiğini, konuşmada Gümrük Bakanlığının kendilerinden talep etmiş olduğu 2018 yılında güncellenen INCOTERM sebebiyle 2020 yılında talep ettiği sigorta şartını ve olasılıkları değerlendirdiğini, konuşmada geçen para konusunun K.nın gümrük işlerinden kaynaklı olarak Şirketlerinden alacağını sorması olduğunu, S.Ö.nün K.nın 60-70 bin TL civarında alacağı olduğunu söylediğini, firmanın gümrük işlerini yaptığı için bu paranın K.ya ödendiğini, rüşvet olarak ödenen bir para olmadığını, sigorta şirketlerinden fiyat teklifi ve Gümrük Bakanlığının 2018 yılında yayımladığı tebliği ile Gazpromdan alacakları resmî yazı hususlarını görüştüğünü,iv. Taşıma bedellerinin BOTAŞ tarafından herkese, halka arz edilen bilgiler olduğunu, Kıyıköy-Bulgaristan sınırı taşıma maliyetini öğrenmek isteme sebebinin firmanın fiyat teklifi verirken kendi müşterilerine gaz ve taşıma bedeli olarak belirleyecekleri fiyat için olduğunu, Türk Akımı boru hattı üzerinden Türkiye’ye gaz getiren firmanın Gazproma bağlı South Stream Transport B. olduğunu, bu firmaya Gazprom haricinde BOTAŞ'ın da ortak olduğunu, South Stream Transport B. isimli firmanın hâlihazırda yapılan bir anlaşmasının bulunmadığını, taşıma bedellerinin devlet sırrı niteliğinde olmadığını, Gazprom ve BOTAŞ bu Şirkete hissedar olduğu için bu bilginin ellerinde olduğunu, sadece pazarlamada fiyat belirlemek için bu bedelleri öğrendiklerini, bu hususu Gazpromda ön büro kısmına da sorduğunu ancak kendisine bu bilgiyi bilmediklerini söylediklerini, bu sebeple başvurucu ile yaptığı görüşmede bilmediklerini söylediğini, buradaki amacının öngörüde bulunmak olduğunu, K. olarak kastettiği kişinin K. olabileceği, Y.E.nin ise firmanın eski çalışanı olduğu ve şu anda South Stream Transport B. isimli firmada çalıştığı, S.Ö.nün bilmesi hususunun onun Ankara'da çalışması ile alakalı olduğunu, Kıyıköy-Bulgaristan hattındaki maliyeti öğrenme amacının kendi pazarlamalarında maliyet çıkartma olduğunu, bu bilgilerin o dönemde yayımlanmadığını, sebebinin ise anlaşmanın henüz hazır olmaması olduğunu, bu nedenle maliyetlerinde piyasaya açıklanmadığını, bu bilgileri elde etmediğini ve kimseye aktarmadığını, bu işlemlerin firmalarının öğrenme ve öngörü araştırması için yaptığı işlemler olduğunu, Şirket yöneticileri dışında başka kimseden talimat almadığını ve bir vaatte bulunulmadığını ileri sürmüştür. v. nin Gazpromun ön ofis kısmında çalışan yetkili kişi olduğunu, görevinin 2020 yılı içinde yapılan bakımlarla ilgili özel ithalatçı firmalara bilgi vermek olduğunu, bu bilgilerin sır niteliği taşımadığını, nin gönderdiği mailin bununla alakalı olduğunu, "Görüşeceğim." dediği kişinin olduğunu, konunun bakımın ne zaman biteceğiyle ilgili olduğunu, Argus medyada bu hususlar hakkında konuşmalar geçtiği için herkesin bilgi sahibi olduğunu, sektör içindeki herkesin bu hususları görüştüğünü, TTF'nin Avrupa enerji doğal gaz borsası olduğunu, bu borsada fiyatların belirlendiğini ve buradaki fiyatlar baz alınarak fiyatların belirlendiğini, her ülkenin bu verileri baz aldığını, doğal gaz sözleşmelerinin uzun dönemli olduğunu, piyasada dalgalanmalarla brente dayalı fiyat formüllerin zaman zaman bu dalgalanmalar ile işlevini kaybettiğini, piyasaların bu durumda başka referans değerler belirlediğini, bu süreçte de TTF Avrupa enerji doğal gaz borsasının referans alındığını, Gazpromun İranlılar ve Azerilerle Türkiye’nin görüşmeleri ile alakalı bir taleplerinin olmadığını, bu hususlarda yayımlanmış bültenler olduğunu ve bu konunun sır niteliği taşımadığını, daha önceden spot gazı özel ithalatçı firmaların getiremediğini, 2020 Eylül ayında spot gaz getirme işini firmalarının sağladığını, yönetimin tatilde olması sebebiyle bu operasyonu kendi arkadaşları ile yönettiğini, bu işlemin piyasa fiyatlarını düşürdüğünü, Türkiye gaz piyasası için referans fiyat olduğunu ve bunun ülkeye giren en düşük gaz bedelinin olduğunu, ülkeye en ucuz gazı bir firma olarak getirmiş olduklarını, uzun dönemli olarak Gazproma bu teklifi sunduklarını ve teklifin kabul edildiğini, Gazpromdan rutin işlemler dışında bir yardım almadığını beyan etmiştir.vi. Ayrıca daha önceki yurt dışı tecrübesi ve iyi düzeydeki İngilizcesi nedeniyle görevinin Gazprom ve onun diğer ülkelerde bulunan iştirakleri ile genel müdürü ve Yönetim Kurulunun talimatlarıyla senkronize bir şekilde çalışmasını sağlamak olduğunu, önceki pozisyonda da görevinin Yönetim Kuruluna direkt Şirketin risklerinin analizini yapmak olduğunu, bu risk analizleri içinde kur farkı, tahsilat riski, market satışı gibi işlemler olduğunu, hisse devrinden sonra da genel müdür yardımcısı pozisyonunda Yönetim Kuruluna ve genel müdüre bağlı olarak çalıştığını, doğal gaz piyasası için tüketim tahmini ve fiyat tahmini olmak üzere teknik olarak iki dinamik olduğunu, operasyonun fiziki işleyişi nedeniyle bugün yayımlanan dataların daha önceden tahmin edilebilir olduğunu, öngörünün bu işlemlerde önemli olduğunu, haftalık ve aylık tahminlerin yapılması gerektiğini ve ilgili birimlerce bu tahminlerin yapıldığını, piyasada BOTAŞ'ın hem market yapı hem de fiyat belirleyici ve %80 büyüklükte olduğunu, bu sebeple BOTAŞ'ı fiyat belirlemesinden kaynaklı bu fiyatların önceden tahmin edilmesinin çok önemli bir husus olduğunu hatta bunun yeterli olmadığını, çoğu zaman BOTAŞ alım fiyatları altında tüketiciye göre fiyat belirlendiğini, çoğu dönemde de zararına satışlar yaptığını, tahmin edilen fiyatların çoğu dönemde önemi olmadığını, yapılan haftalık, aylık ve yıllık tahminler ile tüm firmaların müşterilerinden talepleri ve tahminlerini toplayarak Gazproma bildirdiğini, bunun tüm ülkelerde bu şekilde olduğunu, boru hatlarında gaz birikiminin önlenmesi ve Gazpromun ne kadar üretim yapacağını öngörmesi için gerekli olduğunu, her perşembe günü bu verilerin Gazproma ülkelerde bulunan şirketler tarafından gönderildiğini, tüketim tahmini yapmanın enerji sektöründe olmazsa olmaz olduğunu, bu konular hakkında analiz programları da bulunduğunu, firmalarında tüketim tahminleri için program kullanılmadığını, firmaların da tahminlerini EPDK, ARGUS, ENERJİAQ gibi kurumların açıklamaları ile belirlendiğini, danışmanlık hizmetlerini veren firmalardan da faydalanıldığını, fiyat analizinin de enerji sektöründe önemli yer kapladığını, Boushporus Şirketi olarak ithal aldıkları gazdan ticari bir kâr sağlamak için fiyat tahminlerinin önemli olduğunu ve tahminlerde bulunduklarını, bu fiyat tahminlerinde Bloomborg, ruters, platts isimli programları kullandıklarını, bu programların getirmiş olduğu fiyatları şirket formülüne koyarak bir fiyat tahmin ettiklerini, bu formül ile gaz alım fiyatlarını tahmin ettiklerini, önlerindeki 3-6 ay ve 1-2 yıllık veriler için tahmin dataları oluşturduklarını, bu işlemleri enerji sektöründeki bütün firmaların yaptığını, açık kaynaklarda da fiyatlarla alakalı çok sayıda veri olduğunu, Boushporus olarak 2019 yılında hiç gaz satmadıklarını belirtmiştir.vii. Nereden temin edildiğini ve gizli olup olmadığı hakkında bilgisinin olmadığını belirttiği ve gizli olmadığını düşündüğü 1 numaralı belgede BOTAŞ'ın ithal ettiği gaz miktarları ile alakalı veriler olduğunu, genel müdürünün kendisine verdiğini ve bu tablonun hazırlanmış tahmin raporu olduğunu, Gazproma göndermelerini istediğini ve belgede tarih belirtilmediği için belge hakkında bu kadar bilgi sahibi olduğunu, 2 numaralı belgenin 2019 yılı Q1, 2019 yılı Q2, 2019 yılı Q3 ait miktar verileri olduğunu, bu tablonun muhtemelen G., F. ya da başvurucunun çalışması sonucu kendisine gönderilmiş belgeler olduğunu, bu belgenin gizli olmadığını düşündüğünü ve 2019 yılında ait olan verileri zaten EPDK'nın da yayımlandığını, 3 numaralı delilin 2021 yılı ile alakalı fiyat tahminlerini içerdiğini, bu tabloya benzer tahminler gönderdiğini, bu bilgilerin gizli olmadığını düşündüğünü, firmalarının programlar piyasadan topladığı veriler ile hazırladığı fiyat tahminlerinin olduğunu, doğal gaz fiyatları yılın mart ayında netleştiğini ifade etmiştir.viii. Boushporus isimli firmanın Gazpromdan gaz alımı yaparken Türkiye'deki tüketim ve fiyat tahminlerini analiz ederek daha ucuz gaz alımı sağlamak amacında olduğunu, tahminlerini piyasadaki fiyatlardan daha aşağı, miktar yönünden ise daha yüksek tuttuklarını, şahsi olarak herhangi bir maddi menfaat temin etmediğini, firma olarak ise daha düşük fiyata gaz alımı taleplerinin olduğunu, piyasadan bilgi toplama amaçlı kendi bilgisi dahilinde herhangi bir veri toplaması olmadığını,, S.Ö.nün EPDK ve BOTAŞ ile iletişimi sağladığını, G.Ö. isimli şahsı tanımadığını, S.Ö. İle G.Ö.nün iletişim hâlinde olduğunun bilgisi dâhilinde olmadığını, firma olarak ucuza gaz aldıkları için bu değerlerin piyasada emsal oluşturmadığını ve gelecek dönemde de yeni gaz alımlarında etkili olmadığını beyan etmiştir. - Şüpheli S.Ö. savunmasında özetle; i. E.Ö.nün kendisini aradığını, gümrükten doğal gaz geçişinde sigorta belgelerini ve sigortanın gerekli olup olmadığını sorduğunu, kendisinin de bilmediğini söylediğini, gümrük mevzuatı ile bir ilgisinin olmadığını, E.Ö.nün kendisine sormasının sebebinin tamamen Ankara’da bir personel var, ona soralım mantığıyla olduğunu, hiçbir şekilde gümrük işleri ile alakasının olmadığını, bu işlemleri kimin yaptığını da bilmediğini, E.Ö.nün konuşmasından gümrük işleri yapan kişiler olduğunu düşündüğünü, gümrük işlemleri ile ilgili olarak kimseye para vermediğini, bu konuşma akabinde de gümrükte sigorta konusunun nasıl halledildiğini bilmediğini, resmî kayıt dışında para trafiğinin olmadığını, E.Ö.nün neden kendisine bu hususları sorduğunu bilmediğini, bu yönde bir araştırma yapmadığını, EPDK'nın onayladığı iletim tarifelerine baktığını ve bu tarifelerin herkese açık tarifeler olduğunu, bunlarla ilgili gayriresmî bir araştırmasının olmadığını, Şirketteki genel müdür yardımcısına argo tabir ile başından atmak istemesi nedeniyle soruşturayım dediğini, başkaca bir amacı ve niyetinin olmadığını beyan etmiştir.ii. F.İ. isimli kişinin eski BOTAŞ çalışanı olduğunu, şu anda da Gazprom unvanlı Şirketin alt şirketi olduğunu bildiği ve boru hatlarının inşaatını yapan ZMB unvanlı Şirkette çalıştığını, konuşulan konunun özetle bir gazetecinin yaptığı haber üzerine kendilerinin tamamen kişisel yorumlarını içeren, resmî bir bilgi ve belgeye dayanmayan konuşma olduğunu, F.İ.nin ulaştığı gizli bilgiden neyi kastettiği hakkında bir bilgisinin olmadığını, gizli konunun ne olduğunu bilmediğini, enerji sektöründe çalışması sebebi ile meraktan yaptığı bir araştırma olduğunu, bu konuları tüm sektörün konuştuğunu, bu bilgileri paylaşırsa G. ile paylaşacağını, bunların özel sektörde kendi aralarındaki tahminlerden ibaret rakamlar olduğunu, gerçek veriler ile alakası olmadığını ifade etmiştir.iii. Başvurucunun bu fiyatları elde etmesinin mümkün olmadığını, fiyatların elde edilmesinin şirketlere bir avantaj sağlayacağını düşünmediğini, kendisinin bu fiyatları elde etme imkânının olmadığını, bu fiyatları ancak tahmin edebileceğini, bunların da kendisinin yirmi yıllık tecrübesine dayanan tahminî veriler olduğunu, zaten başvurucunun görüşmede tahmin yaparak verilen verilerin formüle uymadığını söylediğini, kendi verilerinin açık kaynaklar, gazete haberlerinden öğrendiği analiz verileri olduğunu, bu fiyatları ancak çok üst düzey yetkililerin bildiğini, İran ve Azerbaycan gazı ile ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir gizli belgesini kesinlikle kimseye vermediğini, ancak yirmi yıllık iş tecrübesine dayanarak yaptığı tahminlerini içeren verileri şirketi ile paylaştığını belirtmiştir.iv. Başvurucunun mail ve ekinde bulunan belgeyi kendisine neden gönderdiğini bilmediğini, bu belgeyi kimseye göndermediğini, BOTAŞ çalışanı G.Ö. isimli şahsı EPDK da çalıştığı dönemden beri tanıdığını, G.Ö.nün özel eğitime ihtiyacı bulunan ve eğitimleri de oldukça külfetli ve maliyetli iki çocuğu olduğunu, ayrıca eşinin de işten yeni çıkartıldığını, bu sebeple kendisin de ona yardım olsun diye aylık bir miktar para verdiğini, bu paranın ortalama olarak 000 TL civarında olduğunu, bu parayı hiçbir zaman rüşvet amacıyla veya kendisine belge göndermesi sebebiyle vermediğini, tamamen kazancından yardım amacıyla ve üçüncü bir şahsa yardım etme niyetiyle verdiğini, onun da raporda belirtilen bilgileri zaman zaman kendisine gönderdiğini, çoğu zaman bu belgeleri kimse ile paylaşmadan okuyup geçtiğini, kendisine gönderdikleri belgelerin doğruluğunu gerçek verileri kapsayıp kapsamadığını bilmediğini, G.Ö.ye iyi niyetlerle ve sırf çocukları için yardımda bulunduğunu ancak bu kişinin kendisinden daha pahalı araca bindiğini görünce yaklaşık 1 yıldır G.Ö. ile ilişkisini de onayardım etmeyi de kesmiş olduğunu, zaten görüşme kayıtlarına bakılırsa 2019 yılından beri görüşmediğinin anlaşılacağını beyan etmiştir. v. G.Ö.nün kendisine gönderdiği verilerin tamamıyla tüketim verilerini kapsadığını, bu verilerin EPDK tarafından paylaşılması gereken veriler olup sene başında tahmin, yıl ortasında aylık raporlar hâlinde ve yıl sonunda da tüm gerçekleşmeler hâlinde şirketlerin kullanımına sunulduğunu, internet sitesi üzerinden de kullanıcıların kullanımına sunulduğunu, kendisinin yani enerji şirketlerinin bu veriler üzerinden tahminler yaparak ve piyasaya yatırım yaparak ticaretini tamamladığını, bu belgelerin sektör tarafından bilinmesi gereken ve devlet tarafından yayımlanan veriler olduğunu, ayrıca BOTAŞ İşletme Müdürlüğü iletim sisteminin geçmiş durumu, gelecek durumu ve kış aylarındaki tahminî tüketim miktarları ve karşısında alınacak önlemleri hazuruna sunum hâlinde açıkladığını, hatta haziran ayı içindeki sunumlar sırasında Enerji Bakanlığı, EPDK, Rekabet Kurumu yetkililerinin ve bazı toplantılarda milletvekillerinin de hazır bulunduğunu, bununla birlikte bu verilerin doğal gaz dernekleri tarafından (Türkiye Doğalgaz Dağıtıcıları Birliği, Doğalgaz İthalatçıları Derneği, PETFORM, TOBB vb.) ve ayrıca sektör dergileri tarafından da yayınlandığını ifade etmiştir.vi. Doğal gaz piyasasının serbestleşmesini sağlayabilmek için tüm bu verilerin devletin ilgili kurumları tarafından sektör raporu olarak paylaşıldığını, G.Ö.nün kendisine gönderdiği veriler geçmiş veriler olduğundan bunların devlet tarafından aleni olarak paylaşılmış veriler olduğunu, ilgili kanunun özünde de bu verilere özel şirketlerin ulaşması gerektiğini, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı tarafından açıklanan strateji belgesinde de fiyatların düşmesi için fiyatların ve tüketim verilerinin ve ticaretin şeffaf olacağının açıklandığını beyan etmiştir.- Şüpheli G.Ö. savunmasında özetle; i. Bosphorus Gaz A.Ş isimli Şirketin yöneticisi olan S.Ö.yü yaklaşık 8-10 senedir tanıdığını, daha önce BOTAŞ'ta çalışan ve ayrılarak Bosphorus Gaz A.Ş.ye geçen F.İ.nin kendisini S.Ö. ile tanıştırdığını, tanışmadan sonra S.Ö.yle iş nedeniyle zaman zaman görüşmelerinin olduğunu, 2017 yılına kadar iş gereği çeşitli ortamlarda karşılaşıp piyasa ile ilgili genel konulardan konuşmuşluğunun olduğunu, 2017 yılında yine iş dolayısıyla bir araya geldiklerinde S.Ö.nün BOTAŞ'ın günlük işletme raporunu kendisinden istediğini, S.Ö.ye zaten işletme raporlarının %90'lık kısmının Elektronik Bülten Tablosu'nda yayımlandığını söylediğini, yayımlanmayan %10'luk kısmı içerir raporu istediğini ve bu raporu patronu olan A.Ş. ve Şirketin genel müdürü olan G.nin istediğini söylediğini, bunun üzerine Elektronik Bülten Tablosu'nda yayımlanmayan günlük işletme raporunun %10'luk kısmını içerir bilgileri S.Ö.ye WhatsApp uygulaması ile cep telefonundan gönderdiğini, söz konusu günlük işletme raporlarının kendisine de işi gereği her gün mail olarak Dispatch'ten (Gaz Kontrol Merkezi) gönderildiğini, tarafına atılan maili S.Ö.ye gönderdiğini belirtmiştir. ii. Bu talebini karşıladıktan sonra S.Ö.nün kendisinden günlük işletme raporunun tamamını her gün bu şekilde göndermesini istediğini, eğer gönderirse her ay düzenli olarak 500 TL vereceğini söylediğini, teklif ettiği işletme raporlarını göndermesi karşılığında 500 TL'yi kabul ettiğini, bu tekliften sonra her gün düzenli olarak Elektronik Bülten Tablosu'nda yer almayan BOTAŞ'ın günlük işletme raporunu Bosphorus Gaz Şirketinin yöneticisi olan S.Ö.ye göndermeye başladığını, her gün Dispatch tarafından mail olarak gönderilen günlük işletme raporlarını WhatsApp ve e-posta yoluyla göndermeye başladığını, bu şeklide BOTAŞ'ın Elektronik Bülten Tablosu'nda yer almayan günlük işletme raporunu 2017 yılının başlarından 2019 yılının Aralık ayının sonuna kadar gönderdiğini ve bunun karşılığında S.Ö. tarafından kendisine her ay düzenli olarak 500 TL verildiğini, bu ücretin zamanla 000 TL, 500 TL ve 000 TL olarak da artırıldığını, aldığı paranın miktarının S.Ö. tarafından belirlendiğini, miktarın artırılması yönünde talebinin olmadığını, söz konusu paraları Tepe Prime isimli iş merkezinin katında bulunan ve S.Ö.nün yöneticiliğini yaptığı Bosphorus Gaz A.Ş.deki ofisine giderek S.Ö.den her ay düzenli olarak elden aldığını, hiçbir şekilde banka üzerinden tarafına para gönderilmediğini beyan etmiştir. iii. S.Ö.ye BOTAŞ'ın günlük işletme raporunu vermeye devam ettiği sırada kendisinden BOTAŞ'ın doğal gaz ithalat fiyatlarını da istemeye başladığını, doğal gaz ithalat fiyatlarını hatırladığı kadarıyla S.Ö.nün 3-5 kez istediğini, iki kez doğal gaz ithalat fiyatlarını öğrenerek yine WhatsApp ve e-posta üzerinden gönderdiğini, BOTAŞ'ın doğal gaz ithalat fiyatlarını o dönem Alım ve İhracat Daire Başkanlığında çalışan A.G.den öğrendiğini, bu fiyat tablolarını S.Ö.ye Whatsapp ya da e-posta üzerinden gönderdiğini, A.G. ile aynı kurumda çalıştığı için samimiyetinin olduğunu, samimiyete binaen fiyat tablolarını kendisine verdiğini, kendisinden herhangi bir maddi ve manevi talebinin olmadığını, A.G.ye herhangi bir para vermediğini, menfaat sağlamadığını ve vaatte bulunmadığını, S.Ö.ye 2017 yılından 2019 yılının Aralık ayının sonuna kadar her gün düzenli olarak gönderdiği Enerji Elektronik Bülten Tablosu'nda yayımlanmayan BOTAŞ'ın günlük işletme raporları ile kendisinden 3-5 kez istediği ve kendisinin de 2 kez A.G.den temin ederek gönderdiği BOTAŞ doğal gaz alım fiyat listelerinin gizli ve kurum dışından kimsenin bilmemesi gereken bilgiler olduğunu bildiğini ancak S.Ö.nün düzenli olarak para vermesi üzerine zaafına yenilip bu bilgi ve belgeleri S.Ö.ye gönderdiğini, vermiş olduğu bilgi ve belgelerin ne amaçla kullanıldığını bilmediğini ifade etmiştir.iv. S.Ö.nün her ay düzenli olarak vermiş olduğu parayı 2020 yılının başında düşürmeye başladığını, bunun üzerine bilgi ve belge göndermemeye ve taleplerini karşılamamaya başladığını, bu tarihten sonra kendisinden hiçbir şekilde bilgi ve belge talep etmediğini, bu bilgi ve belgelerin kurum dışından birileri tarafından öğrenilmesinin mümkün olamayacağını, S.Ö.nün BOTAŞ'tan başka şahıslar bularak bu bilgi ve belgelere ulaştığı yönünde kendisinde kanaat oluşmaya başladığını hatta S.Ö.ye bilgi göndermeyince "Bir tek sen mi varsın, Bosphorus'un ulaşamayacağı kişi yoktur." dediğini, kendisinden talep edilen ve gönderdiği günlük tüketim raporları ve doğal gaz ithalat fiyatlarını, BOTAŞ Finansman Daire Başkanlığında bütçe müdürü olan H.H.Ü.den temin ettiğini düşündüğünü, bu kişiyle S.Ö.nün çok samimi olduğunu, sürekli aynı sosyal ortamları paylaştıklarını, H.H.Ü.nün de görevi gereği doğal gaz fiyatlarını bilen şahıslardan olduğunu, bu sebepten dolayı S.Ö.ye doğal gaz fiyatlarını vermiş olabileceğini, S.Ö.nün BOTAŞ'ın günlük işletme raporlarını ise BOTAŞ Bölge Müdürlüğünde piyasa işlemleri müdürü olarak görev yapan İ.A.dan temin ettiğini düşündüğünü, İ.A.nın da tıpkı H.H.Ü. gibi S.Ö.yle çok samimi olduğunu, aynı zamanda İ.A., H.H.Ü. ve S.Ö.nün birlikte sosyal ortamlarda bulunduklarını, S.Ö. ile irtibatını kestikten sonra bu şahsın çalıştığı birime geldiğinde direkt İ.A.nın yanına gittiğini, samimiyetleri, sosyal ortamlardaki arkadaşlıkları, S.Ö.nün günlük işletme raporları ile doğal gaz fiyatlarını mutlaka elde etmesi gerektiği ve artık kendisinden de temin edemediği hususlarını bir araya getirdiğinde bilgileri bu kişilerden temin ettiğini düşündüğünü, bu kişilere de yine kendisine verdiği gibi her ay düzenli olarak para verdiği kanaatinde olduğunu çünkü S.Ö.nün istediği bilgilerin gizli bilgiler olduğunu, bu bilgileri veren kişinin işin riskini de düşünerek menfaat elde ettiğini ileri sürmüştür.v. Ayrıca F.İ. ile uzun zamandır arkadaş ve çok samimi olduklarını, zaman zaman sohbet ederken S.Ö.ye BOTAŞ'ın günlük işletme raporlarını düzenli olarak gönderdiğini, karşılığında ise S.Ö. tarafından düzenli olarak maaşa bağlandığını F.İ.ye söylediğini, ithal doğal gaz fiyatlarını gönderdiğini ise söylemediğini, F.İ.nin ise S.Ö.nün kendisinden de doğalgaz fiyatlarını öğrenmesini istediğini, F.İ.nin de bu fiyatları öğrenebileceğini belirtip karşılığında ne kadar para verebileceklerini sorduğunda düşük miktarlı bir teklif aldığını ve bundan dolayı S.Ö.nün teklifini kabul etmediğini söylediğini, F.İ ile Alım ve İhracat Daire Başkanlığında çalışan A.G.nin samimi arkadaş olduklarını, F.İ.nin bu bilgileri temin etmiş olsaydı muhtemelen bu kişiden temin edeceğini, F.İ.nin doğal gaz fiyatlarını öğrenip öğrenmediğini bilmediğini ancak S.Ö.nün para karşılığında talebinin olduğunu F.İ.nin söylediklerinden bildiğini, S.Ö. haricinde kendisinden BOTAŞ'ın doğal gaz ithalat fiyatları ile günlük tüketim raporlarını talep eden kimsenin olmadığını, bu şahıs haricinde hiç kimseye bu bilgileri vermediğini, isimlerini saymış olduğu BOTAŞ çalışanlarının da S.Ö. haricinde başka kişilere bu bilgileri verdiklerine dair herhangi bir bilgisinin olmadığını beyan etmiştir. - Şüpheli K. savunmasında özetle;i. S.Ö.yü 5-10 yıldır tanıdığını ve onunla samimiyetinin olmadığını, firmasının doğal gaz taşıtma işi yapmasından dolayı doğal gaz taşıtma işleriyle ilgili görüştüklerini, G.Ö.yü yaklaşık olarak 20 yıldır tanıdığını, BOTAŞ'ta kendisine bağlı olarak çalışmaya devam ettiğini, aynı yerde çalışmaları ve yaklaşık olarak 20 yıldır birbirlerini tanımalarından dolayı görüştüklerini, BOTAŞ'ta Gaz İletim bölümünde soy ismi K. olan sadece kendisinin olduğunu, başvurucuyu yaklaşık 7-8 yıldır tanıdığını ve onunla gaz taşıma konularında görüştüğünü, E.Ö.nün öğrenmek istediği Kıyıköy-Bulgaristan sınırı taşıma maliyetinin sır yani gizli bilgi olduğunu ve bu konu hakkında bilgisinin olmadığını, bu bilgiyi E.Ö.nün öğrenip Gazprom tarafından Bosphorus Gaz A.Ş.ye satılacak gazın fiyatını tahmin etmek için araştırma yapıyor olabileceğini, sadece kulaktan dolma ve doğruluğunu bilmediği bazı bilgilerin olduğunu, bu bilgiyi BOTAŞ'ın Genel Müdürlüğü üst yöneticileri ve transit hattı işleten yöneticilerin bildiğini, bu konu hakkında net bilgisinin olmadığını, başvurucunun bu bilgileri daha önceden çalıştığı firma dolayısıyla bildiğini düşündüğünü, kendisine bu tarihler arasında herhangi bir değişiklik olabilir mi diye sormuş olabileceğini, planlı bakım günlerinin Rus firması olan Gazporm tarafından ithalatçı firmalara -Bosphorus Gaz A.Ş. isimli firma da dâhil olmak üzere- önceden bildirildiğini beyan etmiştir.ii. Başvurucunun bakım programının revize edilip edilmeyeceğini araştırıyor olabileceğini, bunun kararını kendisi ve ekibi verdiği için kendisine sorduğunu, bu yılki pandemi süreci nedeniyle bakım tarihlerinin daha net olmadığını ancak yine de bakım yapacaklarını belirttiğini, bu konuda bilgi verme amacının karşı Şirketin Covid nedeniyle herhangi bir ertelemenin olmayacağı beklentisine girmemesi için olduğunu, vermiş olduğu bilgileri BOTAŞ'ın resmî sayfasında yayımlanmadan önce mi veya yayımlandıktan sonra mı verdiğini hatırlamadığını, genel olarak taşıtan firmaların mağdur olamaması için BOTAŞ'ın resmî sayfasında yayımlamadan gizli bilgiler haricinde rutin bilgileri verdiğini, gaz kesintileri bilgilerini ve sürelerini öğrenen şirketlerin mağdur olmamak için daha önceden tedbirlerini aldıklarını belirtmiştir.iii. İçerikte geçen ''devam eden çalışma" diye bahsettiği konunun Kıyıköy Terminali'nden gaz alınımını etkileyen planlı bakım ve onarım dönemi olduğunu, bu konuyu büyük ihtimalle yayımlamayı geciktirdiğini, bu firmanın Gazporm firması üzerinden bilgisi olduğu için revize olma umudu ile kendisini arayarak neden yayımlanıp yayımlanmadığını sorduğunu, kendisinin de cevap verdiğini, tekrar unutmamak için WhatsApp üzerinden bilgilendirme yapmasını istediğini, büyük ihtimalle başvurucunun yöneticilerinin ay sonu planı istiyor olabileceğini ve bunun kendisi ile bir alakasının olmadığını, herhangi bir ay sonu planını başvurucuya vermediğini, başvurucunun bu bilgileri isteme sebebinin bu kararların kendisi tarafından verilmesinin olduğunu, şirketlerin mağdur olmaması ve gerekli önlemleri almaları için bu tür bilgileri paylaştığını, bu paylaşımlarından herhangi bir menfaat elde etmediğini ve ayrıca kurumu olan BOTAŞ'ı bu şirketler nezdinde cezai durumlara düşürmemek için bilgilendirme yaptığını ileri sürmüştür.iv. İran ve Azerbaycan gazı kapasitesi konusunda başvurucu ile aralarında gerçekleşen mesajlaşmada bütün firmalar da dâhil bütün piyasa aktörlerine iletim şebekesinin gelişimi hakkında düzenli olarak gerekli bilgilendirme ve sunumlar yaptığı için başvurucu da İran'dan ve Azerbaycan'dan alınabilecek gaz artış kapasitesini takip ettiğinden başvurucunun bu soruları kendisine sorduğunu, bu bilgilendirmeyi başvurucunun herhangi bir beklentisi olmaması ve ilgili ülkelerden ilave gaz alma düşüncesine girmemesi için yaptığını, 17/8/2020tarihli diğer görüşmede bahsedilen işlemlerin günlük gaz giriş miktarları ile ilgili işlemler olduğunu, başvurucunun çalıştığı Bosphorus Gaz A.Ş.nin BOTAŞ İletim EBT'ye göndermiş olduğu günlük çekiş miktarının BOTAŞ İletim tarafından tam alınamadığı ve dolayısıyla BOTAŞ yüzünden Bosphorus Gaz A.Ş.ye teminat yetersizliği nedeniyle EPİAŞ (Enerji Piyasaları İşletme A.Ş.) tarafından teminat cezası kesileceği ve bu cezanın BOTAŞ'a da rücu edilme ihtimali olduğunu çünkü BOTAŞ'ın burada gaz iletiminde kusuru olduğunu, kendisinin görüşmeler ve mesajlaşmaları da kurum tarafından yapılan bir hatadan dolayı Şirketin uğradığı mağduriyeti ay sonuna kadar gidermek için gerçekleştirdiğini ifade etmiştir.v. Başvurucunun sadece Azerbaycan ve İran gazının giriş kapasitesi ile ilgili bilgiler sorduğunu, gazların fiyat yöntemi ve metodolojisinden bahsedildiğini, bu konunun kendisinin çalıştığı konum ile alakasının olmadığını, G.Ö.nün hiyerarşik olarak kendisine bağlı olarak çalıştığını, kendisine gösterilmiş olan belgeler arasında iletim şebekesinin doğal gaz arz talep değerlendirmesi hakkındaki bilginin ve 16/1/2019 tarihinde iletim şebekesine arz kaynaklarından yapılacak gaz giriş miktarlarının gaz kontrol merkezinde Dispatch personeli tarafından kullanılan günlük program bilgilerinin olduğunu, EPDK tarafından kuruluşa gönderilen Makedonya ve Bulgaristan için yapılan ihracat başvurusunu değerlendirmek için BOTAŞ'tan görüş alma yazısının olduğu belgelerin kendi bölümünü ilgilendirdiğini ancak G.Ö. isimli şahsa bu belgelerin hiçbirini yaptırmadığını, bunun G.Ö.nün görev kapsamında olmadığını beyan etmiştir. - Şüpheli A.H.G. savunmasında özetle aynı kurumda görev yaptığı arkadaşı G.Ö.nün kendisinden istediği bilgileri aralarındaki samimiyete binaen maddi menfaat elde etmeden verdiğini, bu bilgileri G.Ö.nün kimlerle hangi amaçla paylaştığını bilmediğini, verdiği bilgilerin gizli bilgiler olmadığını beyan etmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"İddia, arama ve el koyma tutanakları, CMK maddeye göre elde edilen iletişimin tespiti tutanakları, dijital materyaller üzerinde yapılan incelemeler, tespit tutanakları, bilirkişi raporları, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü ve Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 4/7/2020 tarih ve 50875018 - 03(03) - E. 27604 sayılı, 7/9/2020 tarih ve 50875018 - 03 (03) - E. 28248 sayılı yazıları, şüpheli G.Ö.'nün atılı suçları ikrar eden beyanları, şüpheliler E.Ö., S.Ö., Mustafa Fıçıcıoğlu, A.H.G.(Ö.) ve K.'nın tevilli ikrara dönük beyanları bir bütün olarak değerlendirildiğinde,Şüphelilerin birlikte hareket ederek Türkiye Cumhuriyetinin gizli belge ve bilgilerini yurt dışına aktardıkları, enerji güvenliğini tehlikeye düşürdükleri,... ) Şüphelilerden Mustafa Fıçıcıoğlu'nun Devletin gizli kalması gereken bilgilerini Siyasal veya Askeri Casusluk Amacıyla Temin Etme, zincirleme suç şeklinde rüşvet vermek suçlarını işlediği anlaşılmakla; ..." İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 23/10/2020 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2020/324 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece aynı tarihte yapılan tensip incelemesinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca anılan kararda 20/11/2020 ve 18/12/2020 tarihlerinde başvurucunun tutukluluk durumunun incelenmesine de karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar E.Ö., G.Ö., K., Mustafa Fıçıcıoğlu ve S.Ö.nün üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü'nün 02/09/2020 tarihli yazıları ekinde bulunan 2/9/2020 tarihli 57 sayfadan ibaret tutanak, 2/9/2020 tarihli 70 sayfadan ibaret bilirkişi raporu, sanık Mustafa Fıçıcıoğlu'ndan elde edilen Apple marka cep telefonuna ait 7/9/2020 tarihli 2 sayfadan ibaret ön inceleme tutanağı, ... CMK Maddesine göre elde edilen iletişimin tespiti tutanakları, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü ve Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 4/7/2020 tarih ve 50875018 - 03(03) - E. 27604 sayılı, 7/9/2020 tarih ve 50875018 - 03 (03) - E. 28248 sayılı yazıları, sanık G.Ö.nün ikrar içeren savunma ve beyanları, diğer sanıkların tevil yollu ikrarları, arama tutanakları ve ekleri vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunması, sanıkların üzerine atılı suçun tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suç oluşu, sanığa isnat edilen suçun kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, Anayasanın maddesindeki hukuki düzenleme de değerlendirildiğinde sanığın eyleminin subüta ermesi halinde sanığa verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması, sanık üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak ... tutukluluğa itirazlarının ayrı ayrı reddi ile sanıkların CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Başvurucu 4/11/2020 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 23/11/2021 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, anılan kararın 1/12/2020 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek 22/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 23/12/2020 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun ve müdafilerinin esasa ilişkin savunmalarını almış, ayrıca tutukluluğa dair söyleyeceklerini dinlemiş ve duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tutuklu sanıklar E. Ö., G.Ö., K., Mustafa Fıçıcıoğlu ve S.Ö.nün üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutanaklar dosya içerisinde bulunan ön inceleme tutanakları, CMK Maddesine göre elde edilen iletişimin tespiti tutanakları, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü ve Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğünün yazıları, sanık G.Ö.nün emniyet ve sorgudaki ikrar içeren savunma ve beyanlarına rağmen huzurda yaptığı savunmada önceki beyanlarından dönmüş oluşu, diğer sanıkların tevil yollu ikrarları, arama tutanakları ve ekleri vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunması, sanıkların üzerine atılı suçun tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, sanıklara isnat edilen suçun kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, Anayasanın maddesindeki hukuki düzenleme de değerlendirildiğinde sanıkların eyleminin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alındığında sanıkların CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğince tutukluluk halinin devamına... [karar verildi.]" Mahkemece 17/2/2021 tarihli duruşmada tanık beyanı alınmış, eksik hususların giderilmesine yönelik işlemler yapılmış ve duruşma sonunda başvurucunun yurt dışı çıkış yasağı ve ikametgâhına en yakın kollukta imza atma şeklindeki adli kontrol tedbirleriyle birlikte atılı suçlardan tahliyesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"1-Tüm tutuklu sanıkların üzerilerine atılı TCK 252/1 maddesinde düzenlenen Rüşvet suçuna ilişkin olarak mevcut delil durumu savunmalar, atılı suçun vasıf ve mahiyetinin değişme ihtimaline göre tutuklu sanıkların üzerilerine atılı rüşvet suçundan ayrı ayrı tahliyelerine,2-Tutuklu sanıklar Mustafa Fıçıcıoğlu'nun üzerine atılı TCK 328/ maddesinde düzenlenen suç yönünden ... mevcut delil durumu tutuklulukta geçirdikleri süre nazara alındığında bu sanıklar bakımından tutuklulukta beklenen faydanın adli kontrolle de sağlanabileceği değerlendirilerek tutuklu sanık Mustafa Fıçıcıoğlu'nun üzerine atılı TCK 328/ maddesinde düzenlenen suçtan ... tahliyelerine... [karar verildi.]" Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2020/324 sayılı dosyasında derdesttir. 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Rüşvet" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Görevinin ifasıyla ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlayan kişi, dört yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.... (8) Bu madde hükümleri;...b) Kamu kurum veya kuruluşlarının ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının iştirakiyle kurulmuş şirketler" 5237 sayılı Kanun'un "Siyasal veya askerî casusluk" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir. " İlgili diğer hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; Yavuz Cengiz, B. No: 2019/37138, 15/6/2021, §§ 23- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/1021 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, resen yapılması gereken tutukluluk incelemelerinin kanuni süresi içinde yapılmaması ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan 1995 doğumlu Tuğçenur Gürbüz'ün, 6/3/2004 tarihinde çay bardağının kırılması sonucu sağ el bileği kesilmiştir. Bismil Devlet Hastanesinde küçüğün eline dikiş atılarak taburcu edilmiştir. Elin ve parmaklarında kasılma gözlenmesi üzerine bu kez Diyarbakır 600 Yataklı Asker Hastanesine müracaat edilmiş, bu hastanede 3/5/2004 tarihinde gerçekleştirilen ameliyat sonrası düzenlenen 18/6/2004 tarihli sağlık kurulu raporunda, nekahatte sağ ulnar sinir lezyonu tanısına yer verilmiştir. Başvurucular, olayda Bismil Devlet Hastanesinde görevli genel cerrahi uzmanı O.K. ile sağlık memuru A.T.nin kusurlu olduğu iddiasıyla 6/5/2004 tarihinde Bismil Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuşlardır. Başsavcılıkça 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca soruşturma izni istenilmesi üzerine yapılan ön inceleme sonucunda Bismil Kaymakamlığının 28/6/2004 ve 18/8/2004 tarihli kararlarıyla ilgili doktor ve sağlık memuru hakkında soruşturma izni verilmemesi yönünde karar alınmış, karara yapılan itirazlar ise Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 8/12/2004 ve 20/12/2004 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucular ayrıca, 6/5/2004 tarihli dilekçe ile Sağlık Bakanlığından (Bakanlık) maddi ve manevi tazminat talep etmişlerdir. Bu talep Bakanlığın 14/6/2004 tarihli işlemiyle reddedilmiştir. Başvurucular, tazminat talebinin idare tarafından reddedilmesinden sonra Bakanlık ve doktor O.K. aleyhine 16/6/2004 tarihinde Bismil Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Mahkemenin 29/9/2006 tarihli kararıyla uyuşmazlığın çözümünde idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu durum üzerine başvurucular, Bakanlık aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; içte kesi olan siniri kaynatma operasyonu yapılmadan dikiş atıldığını, bu işlemi yapan A.T.'nin hiçbir tıbbi bilgiye sahip olmadığını, işlemin doktor gözetiminde yapılmadığını, hatalı müdahale sonucu kızlarının iki parmağının sakat kaldığını belirtmişlerdir. İdare Mahkemesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vererek Tuğçenur Gürbüz'ün parmaklarında oluşan hareket kaybında davalı idare personelinin herhangi bir yanlış/yetersiz müdahalesinin olup olmadığı, kusurlarının bulunup bulunmadığı, kusur var ise kusur oranı ile işgücü kaybının belirlenmesine yönelik olarak Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığından rapor istemiştir. ATK İhtisas Kurulu (Kurul) tarafından Tuğçenur Gürbüz'ün muayene edilmesinden sonra hazırlanan 24/9/2008 tarihli bilirkişi raporunda;- Sağ el bileği ve 1-2-3-4 ve parmak fleksiyonları ve ekstansiyonları tam, ekstansiyon yapılırken parmağın 40°, parmağın 15° abdüksiyona (el için açma hareketi) kaydığı, 4 ve parmaklarda addüksiyon (el için kapama hareketi) ve abdüksiyon yapılamadığı, hipotenar atrofi ve el sıkma tam saptandığı, sağda ulnar duysal anlamda hipoestezi/hipoaljezi tanımlandığı,- Sağ el bileğinde meydana gelen sinir kesisinin ilk girişim sırasında sütüre (dikiş) edilebileceği gibi, sekonder sütür tatbikinin de uygulanan cerrahi girişim yöntemlerinden birisi olduğu, 1 ay sonra sütüre edilmiş olmasının eksik girişim niteliğinde olmadığı, reeksplorasyonda da sütür uygulanmayıp nöroliz (sinirin yapıştığı dokudan kurtarılması) yapılmış olmasının bu görüşü destekler nitelikte olduğu, bu nedenle doktorun yaptığı işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Mahkemenin 9/4/2009 tarihli kararıyla dava reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde dosya içindeki tüm doktor raporları, tıbbi bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda Kurulca hazırlanan bilirkişi raporunun hükme esas alındığı belirtilmiştir. Bu rapor uyarınca idareye atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucular tarafından temyiz edilen kararın maddi tazminata ilişkin kısmı, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 2/4/2014 tarihli toplantısında onanmış, manevi tazminata yönelik kısmı ise sinir kesisinin 6/3/2004 tarihindeki ilk müdahalede sütüre edilmemesi nedeniyle 3/5/2004 tarihli ameliyatın yapıldığı, buna göre Tuğçenur Gürbüz'ün söz konusu sinir kesisinin onarımı amacıyla olay tarihinden yaklaşık iki ay sonra gerçekleşen ameliyat nedeniyle başvurucuların duydukları acı ve üzüntü nedeniyle doğan manevi zararların tazmini gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Başvurucuların karar düzeltme istemi aynı Dairenin 26/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiş, çoğunluk kararına katılmayan üye derece mahkemesi kararının onanması gerektiğini belirtmiştir. Tetkik hâkimi ise düşüncesini olayda sağlık hizmetinin gereği gibi işlemediği ve hizmet kusuru nedeniyle maddi tazminat talebinin de değerlendirilmesi gerektiği şeklinde açıklamıştır. Söz konusu karar başvuruculara 28/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. 27/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bozma kararı üzerine manevi tazminat yönünden dosyayı tekrar ele alan Diyarbakır İdare Mahkemesi 14/5/2015 tarihinde anne ve babanın her birine 000 TL, Tuğçenur Gürbüz'e ise 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Karar temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: “İdari dava türleri şunlardır:...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,...” Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 89; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49). AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete atfedilmesi için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9093 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılımdan dolayı açılan kamu davasında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; yargılamanın uzun sürmesinden dolayı makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1982 doğumlu olup Batman'da ikamet etmektedir. Başvurucu olay tarihinde, kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP) üyesidir. DTP milletvekilleri "Kürt sorununun demokratik çözümü, toplumsal barışın sağlanması ve artık ölümlerin olmaması" başlığıyla çeşitli illerde düzenledikleri yürüyüşler kapsamında Batman'da da "çözüm ve barış yürüyüşü" adı altında yürüyüş düzenlemek amacıyla 14/9/2009 tarihinde saat 00 sıralarında Van'dan Batman'a gelmişlerdir. Milletvekilleri, belediye başkan ve yöneticilerinden oluşan misafir grubunu Silvan yolu üzerinde bulunan bir petrol istasyonu önünde karşılayan topluluk, yaklaşık iki yüz araçlık bir konvoy oluşturmuştur. Grup, il merkezindeki Cihan Kavşağı'na kadar konvoy tertip etmiş; ardından araçlardan inerek Atatürk Bulvarı'nı yaya ve araç trafiğine kapatmak suretiyle yürüyüşe geçmiştir. Yürüyüşe geçen gruba dağılmaları ve yolu trafiğe açmaları yönünde ihtar yapılmıştır. İhtara rağmen grup, yürüyüşe devam etmiş ve DTP il binası önüne gelmiştir. Burada DTP Eş Başkanı Emine Ayna ve İl Başkanı Ahmet Sormaz kitleye hitaben bir konuşma yapmıştır. Grup daha sonra saat 10 sıralarında olaysız bir şekilde dağılmıştır. Batman Emniyet Müdürlüğünün 19/8/2009 tarihli tahkikat evrakına göre gösteri yürüyüşü önceden bildirim yapılmadan düzenlenmiştir. Batman Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) başvurucu ve diğer beş kişi hakkında söz konusu grupta yer aldıkları iddiasıyla, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçundan cezalandırılmaları talebiyle 14/12/2009 tarihli iddianame düzenlemiştir. Dava Batman Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme 20/7/2011 tarihinde başvurucu ve diğer sanıklar hakkında beraat kararı vermiştir. Beraat kararında, başvurucunun ve diğer sanıkların toplantı ve gösteri yürüyüşünün düzenleyicisi veya yöneticisi oldukları veya yönetici gibi göstericileri yönlendirmeye çalıştıkları yönünde kanıt mevcut olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca somut olay kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma suçu yönünden değerlendirilse bile, ihtara rağmen dağılmayan gruba zor kullanıldığına ve bu kişilerin ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar eden grup içinde yer aldıklarına ilişkin kanıt bulunmadığı ifade edilmiştir. Beraat kararı Savcılık tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 2/7/2013 tarihli tebliğnamesinde beraat hükmünün onanmasını talep etmiştir. Başsavcılık bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan bireyin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının yürüyüş sırasında yer yer görülen şiddet hareketleri sebebiyle kendiliğinden ortadan kalkmayacağını ve şiddet hareketine katılmamış olan kişilerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinde güvence altına alınan haklarının korunmaya devam ettiğini ifade etmiştir. Başsavcılık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Ezelin/Fransa (B. No: 11800/85, 26/4/1991) kararına atıf yaparak dava konusu gösteride yoğun şiddet eylemlerinin sergilendiğine ve bu eylemlerin gösterinin bütününe hâkim olduğuna yönelik herhangi bir delil bulunmadığını belirtmiş ve Oya Ataman/Türkiye (B. No: 74552/01, 5/12/2006) kararına atıfla önceden izin alınmamış olsa bile barışçıl bir şekilde yapılan gösterilere kolluğun bir miktar tolerans göstermesi gerektiğini ifade etmiştir. Yargıtay 27/5/2014 tarihinde, 5/7/2012 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun hükümlerine göre (bkz. § 23) -diğer yönlerden incelemeksizin- kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi gerektiğini belirterek kararı bozmuştur. Bozma kararı sonrası Mahkeme 12/11/2014 tarihinde bozma kararına uyarak kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucu 12/1/2015 tarihinde karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Batman Ağır Ceza Mahkemesi 14/4/2015 tarihinde itirazı reddetmiştir. Ret kararı, başvurucuya 8/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”" Anılan Kanun’un "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden... veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;b) Ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez ve sair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak, c) 7 nci madde hükümleri gözetilmeksizin,d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,f) 4 üncü madde ile Kanun kapsamı dışında bırakılan konularda kendi amaç, kural ve sınırları dışına çıkılarak,g) Kanunların suç saydığı maksatlar için,h) Bildirimde belirtilen amaç dışına çıkılarak,i) Toplantı ve yürüyüşün 14, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddelere dayanılarak yasaklanması veya ertelenmesi halinde tespit edilen erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden,j) 12 nci madde gereğince toplantının dağılmasına karar verilmesi hâlinde,k) 21 inci madde hükmüne aykırı olarak,l) 3 üncü maddenin 2 nci fıkrası hükmüne uyulmadan,Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır." 6352 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir: (1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaataçıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı; ... b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine, ...karar verilir. (2) Hakkında ... kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlememesi hâlinde, ... düşme kararı verilir. Bu süre zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen ... kovuşturmaya devam olunur.” Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/7/2014 tarihli ve E.2013/9-386, K.2014/353 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...gerek Anayasa, gerekse AİHS, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının,“demokratik bir toplumda gerekli olma” kriteri gözetilmek şartıyla kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlanabileceğini düzenlemektedir. Bununla birlikte soyut bir kamu düzeni ve kamu güvenliği tehlikesine dayanarak toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaklanmamalı, göstericilerin saldırgan ve tehdit edici herhangi bir davranış sergileyip sergilemedikleri de tespit edilmelidir..." Yargıtay Ceza Dairesinin bazı kararlarının ilgili kısımlarışöyledir: a. "Sağlık Emekçileri Sendikası başkan ve üyeleri olan sanıkların 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutlamak amacı ile Valilikten izin verilmemesi üzerine Sendika binasından İlhan Koman Parkına kadar trafiği aksatmadan yolun kenarından yürüyerek şiir okuduktan ve bildiri dağıttıktan sonra kendiliklerinden dağılmaları şeklinde gerçekleşen eylemlerinin 2911 sayılı Yasanın maddesinde tanımlanan suçu oluşturmayacağı gözetilmeden, yazılı şekilde mahkumiyet karar verilmesi, " (11/12/2006, E. 2006/1660, K. 2006/9142).b. "2000 günü İstanbul İlinde Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü otobüsünün silahla taranması sonucunda iki çevik kuvvet polis memurunun şehit edilmeleri ve bu olayın diğer illerde de emniyet mensuplarınca protesto edilmesi üzerine, sanıkların da olayı protesto etmek amacıyla İzmir ilinde Bozyaka'da bulunan hizmet binasından Konak Meydanına kadar suç teşkil etmeyen sloganlar atarak yürüyüp, Konak meydanında şehit polis memurları anısına saygı duruşunda bulunarak, İstiklal Marşı'nı okumaları ve daha sonra görevlerine dönmeleri biçimindeki güvenlik güçlerine yapılan olaylara karşı seslerini duyurmak amacıyla yaptıkları eylemlerinin içinde bulundukları üzüntü nedeniyle demokratik tepki niteliğinde olduğu ve 2911 sayılı Yasada belirtilen suçun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanıkların beraatleri yerine yazılı biçimde mahkumiyetlerine karar verilmesi ...(7/12/2006, E. 2006/2438, K. 2006/9022)".c. "Olay tarihinde DEHAP Siirt İl Başkanı olan sanığın, adı geçen partinin il başkanlığı önünde kaldırım üzerinde toplanan 50-60 kişilik gruba hitaben, güvenlik güçlerinin gözetim ve hoşgörüsü altında, içeriğinde suç unsuru olmayıp eleştiri sayılabilecek ibareler içeren basına ve kamuoyuna başlıklı açıklamayı yaptıktan sonra topluluğun kısa bir süre oturması üzerine, güvenlik güçlerin dağıtma ihtarı yapması ile kendiliklerinden ve olaysız bir şekilde dağılmaları şeklinde gerçekleşen eylemde, 2911 sayılı Yasaya aykırılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine yazılı biçimde mahkumiyetine hükmolunması (2/10/2006, E. 2006/686, K. 2006/7141)".d. "Kanuna aykırı olarak başlayıp gerçekleşen yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşünde, 2911 Sayılı Yasanın maddesi uyarınca topluluğa dağılmalarına ilişkin usulünce ihtar yapılmadığının ve zorla dağıtılmadıklarının anlaşılması ve sanığın anılan Yasanın maddesinde tanımlanan düzenleyici ve yönetici durumunda da bulunmaması karşısında, eyleminde sözü edilen Yasaya aykırılık suçlarının oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi (11/12/2006, E. 2006/2403, K. 2006/9088)" İçişleri Bakanlığının 2012 yılına kadar ve olay tarihinde yürürlükte olan 11/06/2004 tarihli ve 2004/100 sayılı Genelgesi'nin ilgili kısmı şöyledir: "Sivil toplum örgütleri üyelerince ya da kişilerce "basın açıklaması" ve benzer adlar altında yapılacak faaliyetlerde; tüzel kişiler için yönetim ve denetim organlarının asil ve yedek üye tamsayılarının beş katını, gerçek kişiler için ise 2908 sayılı Dernekler Kanununda yönetim ve denetim organlarında öngörülen asgari asil ve yedek üye tamsayısının beş katını aşmayacak sayıda insanın açık havada, toplu veya ferdi olarak, araç trafiğini engellemeden, çevreye zarar vermeden, günlük hayatın doğal seyrini önemli ölçüde kesintiye uğratmadan ve şiddete başvurmadan, konusu suç teşkil etmemek koşulu ve megafon veya sınırlı alanda ses duyulmasını sağlayan cihazlar ile bir saati geçmemek üzere, düşünce ve görüşlerini açıklamanın konusu ile ilgili pankart-döviz açarak ve slogan atarak kamuoyuna duyurmaya çalışması, Anayasamızın 25 ve 26'ncı maddelerinde düzenlenen düşünce ve kanaat hürriyeti ve düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanımı olarak değerlendirilerek, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamı dışında kabul edilecek ve güvenlik güçleri şahıs ve mal emniyeti ile kamu düzeninin korunmasını sağlayacaklardır. " İçişleri Bakanlığının 2/11/2012 tarihli ve 2012/64 sayılı Genelgesi'nde de kamuoyu oluşturmak amacıyla, şiddet içermeyen, kamu düzenini bozmadan en fazla iki saati geçmeyecek şekilde, gürültü ve çevre kirliliğine yol açmadan, yaya ve araç trafiğine engel olmayacak şekilde yapılacak yazılı veya sözlü açıklamaların basın açıklaması olarak değerlendirileceği belirtilmiştir.B. Uluslararası Hukuk Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Kapsamı ve Önemi AİHM'e göre kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına sahip olmakla birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir (Ezelin/Fransa, § 37). Dolayısıyla ifade özgürlüğünün siyasi ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar kapsamda olması toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında da gözetilmelidir (Öllinger/Avusturya, B. No: 76900/01, 29/6/2006, § 38). Bu sebeple demokratik bir toplumda temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır (G./Federal Almanya (k.k.), B. No: 13079/87, 6/3/1989; Rassemblement Jurassien Unité/İsviçre (k.k.), B. No: 8191/78, 10/10/1979). AİHM, ifade özgürlüğünün sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız veya ilgisiz kabul edilen “bilgi” ve “fikirler” için değil incitici, şok edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu pek çok kararında yinelemiştir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, yokluğu hâlinde “demokratik bir toplum”dan söz edilemeyecek olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49). AİHM kararlarında, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve bu hak kapsamında ifade özgürlüğünün demokratik toplumun en temel değerleri arasında olduğu ve demokrasinin özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücünün yer aldığı vurgulanmaktadır. Şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma durumları dışında toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeler ve bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da eylemlerin yasa dışı olduğu durumlarda dahi demokrasiye zarar vermekte hatta demokrasinin varlığını sık sık tehlikeye atmaktadır. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin, toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilmesi imkânı sunulmalıdır (Gün ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8029/07, 18/6/2013, § 70; Güneri ve diğerleri/Türkiye, B. No: 42853/98, 43609/98 ve 44291/98, 12/7/2005, § 76). Barışçıl Toplanma Hakkının Korunması AİHM, Sözleşme’nin maddesi bağlamında yalnızca “barışçıl toplanma”hakkının korunduğunu hatırlatmaktadır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışında kalmaktadır (Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B. No: 29221/95 ve 29225/95, 2/10/2001, § 77; Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan, B. No: 44079/98, 20/10/2005, § 99). AİHM'in Oya Ataman/Türkiye kararında, bir gösterinin sadece mevzuata uygun olmamasının barışçıl şekilde toplanma özgürlüğünün kullanılmasına müdahale edilmesini haklı kılmayacağını belirtmiştir (Oya Ataman/Türkiye, § 39). Anılan karara konu olayda, İnsan Hakları Derneği üyesi bir avukat olan başvurucunun da içinde bulunduğu kırk elli kişilik bir grubun İstanbul Sultanahmet Parkı'nda F Tipi cezaevlerini protesto eden basın açıklaması ve devamında yarım saat süren gösteri yürüyüşüne, izinsiz gösteri yapıldığı ve kamu düzeninin bozulduğu gerekçesiyle polis müdahale etmiştir. AİHM, müdahaleyi orantısız bularak maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. Söz konusu grubun trafikte karışıklık yaratması dışında kamu düzeni için tehlike oluşturduğunu gösteren bir delil bulunmadığını ve yetkililerin düzenlenen gösteriye son vermekte gösterdikleri sabırsızlığa anlam veremediğini belirten AİHM'e göre "Göstericilerin şiddet içeren faaliyetlerde bulunmadığı hallerde, Sözleşmenin maddesi tarafindan güvence altına alınan özgürlüğün içeriğinin boşalmaması için, kamu makamlarının barışçıl toplanmalara belirli bir hoşgörüyle yaklaşmaları büyük önem taşımaktadır." (Oya Ataman/Türkiye,§ 42). Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve olumsuz tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Achouguian/Ermenistan, B. No: 33268/03, 17/7/2008, § 90; Berladir ve diğerleri/Rusya, B. No: 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye, B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 29). Önceden İzin veya Bildirim Yükümlülüğü ve Devletin Müdahalesi Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin izin veya bildirim usulüne bağlanması, bu usullerin amacının her türlü toplantı, yürüyüş veya diğer gösterilerin düzgün bir şekilde yapılmasını güvence altına almak için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı sağlamak olduğu sürece genel olarak hakkın özüne dokunmaz (Bukta ve diğerleri/Macaristan, B.No: 25691/04, 17/7/2007, § 35; Oya Ataman/Türkiye, § 39; Platform "Ärzte für das Leben"/Avusturya, B. No: 10126/82, 21/6/1988, §§ 32-34). Bu kapsamda izin ve bildirim usullerinin uygulanması toplantı hakkının etkin kullanılması imkânını sağlamak içindir. Derhâl tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlarda ve protesto barışçıl yöntemlerle yapıldığında, bu tür bir eylemin sadece bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmediği gerekçesiyle dağıtılması, barışçıl toplantı hakkına ölçüsüz bir sınırlama olarak değerlendirilmelidir (Bukta ve diğerleri/Macaristan, § 36; Oya Ataman/Türkiye, §§ 38, 39, Balçık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 25/02, 29/11/2007,§ 49, Samüt Karabulut/Türkiye, B. No: 16999/04, 27/1/2009, §§ 34, 35). Diğer taraftan toplantı hakkı çerçevesindeki "sınırlama" kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki bazı önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması sırasında veya kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsar (Ezelin/Fransa, § 39; Gün ve diğerleri/Türkiye, §§ 77-85; Yılmaz Yıldız ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4524/06, 14/10/2014, §§ 43-48). AİHM'e göre, şiddet içeren bir gösteri nedeniyle verilen bir mahkûmiyet belirli şartlar altında kabul edilebilir bir önlem olarak değerlendirilebilir (Osmani ve diğerleri/Makedonya Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 50841/99, 11/10/2001). Bununla birlikte yasa dışı bir gösteri nedeniyle bir yaptırım uygulanması da barışçıl toplanma hakkının güvencelerine uygun olabilir (Ziliberberg/Moldova (k.k.), B. No: 61821/00, 1/2/2005). Öte yandan barışçıl bir gösteriye katılmayı içeren bu hak, herhangi bir kınanabilir olaya karışmadığı sürece bir gösteride yasaklanmamış katkılarda bulunan kişilere en düşük kabul edilecek disiplin cezasının dahi uygulanmamasını güvence altına almaktadır (Ezelin/Fransa, § 53). AİHM'in yerleşik içtihadına göre toplantı hakkına yönelik bir müdahalenin orantılılığının değerlendirilmesi söz konusu olduğunda verilen cezaların niteliği ve ağırlığı da gözönüne alınacak unsurlardır. Uygulanacak cezai yaptırımlar ise özel bir gerekçe gerektirmektedir. Barışçıl gösteri kural olarak cezai yaptırıma tabi tutulmamalıdır (Kudrevičius ve diğerleri/ Litvanya [BD], B. No: 37553/05, 15/10/2015, § 146). AİHM, hapis cezalarına mahkûmiyet alternatif bir tedbirle hafifletilse bile verilen cezaların Sözleşme’nin maddesi tarafından güvence altına alınan gösteri yapma hakkını kullanacak herkesi yıldıran, "caydırıcı bir etkiye" sahip olması sebebiyle aşırı olduğunu belirtmiştir. (Mesut Yıldız ve Diğerleri / Türkiye, B. No: 8157/10, 18/7/2017, §§ 35, 36; Akgöl ve Göl/Türkiye, B. No: 28495/06 ve 28516/06, 17/5/2011, § 43). AİHM "hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kararı verilse bile beş yıl boyunca başvurucuların aynı türde başka suçları işlemekten kaçınacakları ve denetime tabi tutulacaklarını dikkate almaktadır. Bu nedenle AİHM, muğlak olan bu tedbirin uzunca bir süre başvurucuları ceza hükümlerinin uygulanması tehdidi altında bulunduracağını, gösteri yapma özgürlüklerinin kullanılmasında bu hükümlerin etkilerine doğrudan maruz kalmak zorunda olduklarının kabulü gerektiğini, en azından anayasal hakların kullanımı üzerindeki otosansür etkinin hiçbir şekilde varsayımsal olmadığını ve bu hükmün başvurucuların eylemleri üzerinde caydırıcı bir tedbir olarak süreceğini belirtmiştir (Mesut Yıldız ve diğerleri/Türkiye, § 37). Aynı şekilde AİHM, cezanın infazının 6352 sayılı Kanun hükümlerine göre ertelendiği bir başvuruda cezanın infazı ertelenmiş olsa bile başvurucunun ceza tehdidi altında olması nedeniyle uygulanan tedbirin izlenen amaçla orantısız bir yaptırım teşkil ettiği sonucuna ulaşmıştır (Özçelebi/Türkiye, B. No: 34823/05, 23/6/2015, § 51). | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9247 | Başvuru, bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılımdan dolayı açılan kamu davasında kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; yargılamanın uzun sürmesinden dolayı makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ücret farkının ödenmesi istemiyle açılan davanın yerleşik içtihada aykırı karar verilerek reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1964 doğum tarihli ve Adana'da ikamet etmekte olan başvurucu, iki yıllık Meslek Yüksek Okulu mezunudur. Başvurucu, T. Elektrik Dağıtım A.Ş. (Şirket) bünyesinde 20/11/1998-5/5/2003 tarihleri arasında sözleşmeli teknik şef olarak görev yapmış ve 5/5/2003 tarihinden sonra görevine sözleşmeli teknik uzman olarak devam etmiştir. Başvurucu 5/11/2009 tarihinde, aynı kurumda ve aynı unvanla çalışan dört yıllık yüksek okul mezunu kişilere eğitim durumu dikkate alınarak daha fazla ücret ödenmesinin mevzuata aykırı olduğu gerekçesiyle Şirkete başvurmuş ve geriye yönelik ücret farklarının ödenmesini istemiştir. Başvurucu, talebinin zımnen reddedildiği gerekçesiyle anılan işlemin iptali ile geriye dönük (1998-2009 dönemi) 676 TL ücret farkının ödenmesi istemiyle 21/1/2010 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin (399 sayılı KHK) maddesinde ve Tedaş Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği'nde belirlenecek ücretin hesabında öğrenim durumunun esas alınmasına yönelik bir düzenleme bulunmadığı, 399 sayılı KHK'nın maddesinde 2007 yılında yapılan değişiklikle ücret hesabında eğitim düzeyinin esas alınacağının belirlendiği, ancak kanun değişikliğinden önceki kazanılmış hakların saklı tutulması gerektiği ileri sürülmüştür. Şirket, başvurucunun 5/11/2009 tarihli başvurusuna davanın açılmasından sonra 25/1/2010 tarihinde cevap vermiş ve talebi reddetmiştir. Adana İdare Mahkemesi (Mahkeme) 12/11/2010 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesi özetle şöyledir:i. 399 sayılı KHK'nın değişik maddesinin (c) bendinde, Kararname'ye ekli (1) sayılı cetvel kapsamı dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücretinin temel ücret, başarı ve kıdem ücreti toplamından oluşacağı ve maddesinde temel ücret tutarının sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle belirleneceği belirtilerek eğitim düzeyi kıstasına açıkça yer verildiği, bu nedenle personelin eğitim seviyesine göre farklı miktarlarda temel ücret belirlenerek bu doğrultuda ödeme yapılacağı açıktır.ii. İşlem tarihi itibarıyla 399 sayılı KHK'nın maddesinde yapılan değişiklikle sözleşmeli personelin temel ücretinin belirlenmesinde eğitim düzeyi kıstası getirilmiştir. Mevzuatta yapılan değişiklikle eğitim düzeyinin ölçü alınarak temel ücretin belirlenmesinde ve bu nedenle başvurucu isteğinin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.iii. Anayasa'nın maddesinde, idarenin işlem ve eylemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olması ve davalı idarece tesis edilen işlemin hukuka uygun olması nedeniyle tazminat isteminin de reddi gerektiği açıktır. Temyiz edilen karar Danıştay Onbirinci Dairesince (Daire) 6/5/2014 tarihinde onanmıştır. Yapılan karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından 28/3/2016 tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nihai karar 8/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 399 sayılı KHK'nın başvurucunun iddiasına konu dönemde yürürlükte bulunan "Aylık ve ücretler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"a) Ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvan ve dereceleri gösterilen personel aylık ve özlük hakları bakımından 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabidir.Bu personel, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ek geçici 21 nci maddesinde öngörülen ikramiyelerden yararlandırılır. İkramiyelerle ilgili olarak kuruluşların özel kanunlarındaki hükümler saklıdır.b) Bakanlar Kurulu teşebbüs ve bağlı ortaklıkların iş ve hizmet özelliklerini dikkate alarak bunları en çok üç gruba ayırmak suretiyle gruplandırmaya ve gruplar itibarıyla 3 ncü maddenin (b) bendine göre kadrolarında sözleşmeli çalıştırılacak personele ödenecek sözleşme ücretlerini kadro aylıklarının (ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar dahil) en çok altı katını geçmemek üzere tespite yetkilidir.Sözleşmeleri feshedilenler kadro aylıklarını almaya devam ederler.c) Ekli 1 sayılı cetvelin dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücreti; temel ücret ile başarı ve kıdem ücretleri toplamından oluşur ve bu ücret asgari ücretin altında olamaz. Sözleşme ücretlerinim tavanı her yıl bütçe kanunları ile belirlenir. Kamu personeli için uygulanan aylık katsayısının mali yılın ikinci yarısı için değiştirilmesi halinde Bakanlar Kurulu sözleşmeli personel ücretlerinin tavanını mali yılın ikinci yarısı için değiştirilmeye yetkilidir.'' 399 sayılı KHK'nın başvurucunun iddiasına konu dönemde yürürlükte bulunan "Temel ücret" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Temel ücret tutarları, sözleşmeli personelin unvanı iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edilir.Teşebbüs ve bağlı ortaklıklar, sözleşmeli personeline unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına ilişkin tekliflerini 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına gönderirler. Bu teklifler Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik önerilerle birlikte Yüksek Planlama Kurulunun onayına sunulur.'' 399 sayılı KHK'nın hâlen yürürlükte bulunan "Aylık ve ücretler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) Ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvan ve dereceleri gösterilen personel aylık ve özlük hakları bakımından 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine tabidir.(Mülga ikinci paragraf: 11/10/2011-KHK-666/1 md.)b) (Mülga : 11/10/2011-KHK-666/1 md.)c) (Değişik: 13/3/1995 - KHK - 549/1 md.) Ekli 1 sayılı cetvelin dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücreti; temel ücret ile başarı ve kıdem ücretleri toplamından oluşur ve bu ücret asgari ücretin altında olamaz. Sözleşme ücretlerinin tavanı her yıl bütçe kanunları ile belirle-nir. Kamu personeli için uygulanan aylık katsayısının mali yılın ikinci yarısı için değiştirilmesi veya mali yıl içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun mali ve sosyal haklara ilişkin hükümlerinde değişiklik yapılması halinde sözleşmeli personel ücretlerinin tavanını değiştirmeye Cumhurbaşkanı yetkilidir...'' 399 sayılı KHK'nın hâlen yürürlükte bulunan "Temel ücret" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(Değişik birinci fıkra: 4/4/2007-5620/4 md.) Temel ücret tutarları, sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edilir.Teşebbüs ve bağlı ortaklıklar, sözleşmeli personeline unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına ilişkin tekliflerini 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına gönderirler. Bu teklifler Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik önerilerle birlikte Cumhurbaşkanının onayına sunulur.'' Yargı Kararları Danıştay Onbirinci Dairesinin 31/10/2003 tarihli ve E.2000/9670, K.2003/4400 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dosyanın incelenmesinden, Yüksek Planlama Kurulunun Kamu İktisadi Teşebbüslerinde çalışan sözleşmeli personele 1997 yılının birinci yarısında uygulanacak ücretlerle ilgili 1997 tarih ve 97/T-7 sayılı Karara ekli (II) sayılı Cetvele tabi personelin temel ücret gruplarını gösteren listede yüksek öğrenimli müdür yardımcılarının grupta, diğer müdür yardımcılarının grupta yer aldığı, ve gruptakilerin en düşük ve en yüksek temel ücretlerinin farklı olarak tespit edildiği, 1997 tarih ve 97/3352 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele dahil pozisyonlarda sözleşmeli olarak çalışan personelin sözleşme ücretlerinin tavanının -liradan -liraya çıkarılması üzerine Yüksek Planlama Kurulunun 1997 gün ve 97/T-20 sayılı Kararı ile (II) sayılı Cetvele tabi personelin sözleşme temel ücretlerinin yeniden belirlendiği, bu belirlemede; dört yıllık yükseköğrenim gören müdür yardımcılarının grupta, iki yıllık yükseköğrenim gören müdür yardımcılarının grupta, davacının da dahil olduğu diğer müdür yardımcılarının da grupta yer aldığı, Devlet Personel Başkanlığının 1997 tarih ve 5456 sayılı Tebliğ ile söz konusu Bakanlar Kurulu Kararı ve Yüksek Planlama Kurulunun 1997 tarih ve 97/T-20 sayılı Kararları uyarınca unvan grupları itibarıyla tespit edilen ve en yüksek temel ücret miktarlarının gönderilmesini istediği, TCDD İşletmesi Yönetim Kurulu'nun 1997 tarih ve 17/303 sayılı Kararıyla Devlet Planlama Teşkilatının tebliği ve Yüksek Planlama Kurulunun yukarıda belirtilen kararı uyarınca (II) sayılı Cetvelde yer alan sözleşmeli personel ücretlerinin artırılarak ödenmesine karar verildiği, davacının da lise mezunu olduğu için öğrenim durumu itibarıyla grupta yer alması nedeniyle mağdur olduğunu öne sürerek davalı idarenin sözleşmeli ücret uygulamasının gar müdür yardımcıları ile ilgili kısmının iptali ve 1997 tarihinden önceki ücret eşitliği sağlanarak ücret farklarının ödenmesi istemiyle dava açtığı anlaşılmaktadır.Bu durumda 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesinde (I) sayılı Cetvel dışında kalan sözleşmeli personele uygulanacak sözleşme ücretinin temel ücret, başarı ve kıdem ücreti toplamından oluşacağının belirtilmesi ve maddesinde de temel ücretin personelin unvanı, çalışma şartları, iş yeri çalışma şartları dikkate alınarak kabul edilerek bu kriterler arasında öğrenim unsuruna yer verilmemesi karşısında davalı idarece 1997 tarih ve 97/T-20 sayılı Yüksek Planlama Kurulu Kararı esas alınarak temel ücret gruplarının görev, yetki ve sorumlulukları yönünden fark bulunmayan aynı unvanla aynı yerde görev yapan gar müdür yardımcılarının mevzuatta yer almayan öğrenim durumları esas alınarak belirlenmesi ve farklı ücret uygulamasına yol açılmasında Anayasanın ücretle ilgili maddesi ile 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesine ve hakkaniyet ilkelerine uyarlık bulunmamaktadır.Davanın ücret farklarının tazminine ilişkin kısmına gelince; hukuka aykırılığı saptanan uygulama nedeniyle davacının temel ücret yönünden yoksun kaldığı ücret farklarının idarece hesaplanarak ödenmesi gerekmektedir...'' Danıştay Onbirinci Dairesinin 24/3/2008 tarihli ve E.2005/2000, K.2008/2806 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Davanın ücret farklarının tazmini istemine ilişkin kısmına gelince;2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde idari işlemlerden, maddesinde ise, idari eylemlerden doğan zararların karşılanması amacıyla açılacak tam yargı davalarının açılma yöntem ve süreleri düzenlenmiş bulunmaktadır. "İptal ve Tam Yargı Davaları" başlığını taşıyan ve "İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." hükmünü içeren maddeye göre, maddi ve manevi zararlara neden olan idari işlemlerden dolayı ilgili tarafından doğrudan doğruya tam yargı davası açılabileceği gibi iptal ve tam yargı davaları birlikte de açılabilecek, ya da önce iptal davası açılarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın tebliğinden itibaren de dava süresi içinde tam yargı davası açma yoluna da gidilebilecektir....Bu hükümler karşısında sözleşme ücretinin artırılması (ücret farkının giderilmesi) yönünden belli bir uygulama tarihi esas alınarak istekte bulunulan davalarda, İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesine göre uygulama tarihinden itibaren altmış gün içinde; uygulama üzerine davacı idareye başvurmuş ise, maddenin yollamada bulunduğu maddeye göre idarenin bu başvuruya cevap vermemiş olduğu hallerde uygulama tarihinden itibaren en geç 120 gün, idarenin cevap verdiği durumlarda ise, uygulama tarihine kadar geçen süre de hesaba katılmak koşuluyla cevabın davacıya tebliğ tarihinden itibaren 60 gün içinde idari davanın açılmış olması gerekir.Başka bir anlatımla dava, davacının idareye başvurduğu tarihten itibaren 120 gün içinde açılmış ise ilgiliye, davanın açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü geçmemek üzere, başvuru tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içindeki ilk uygulama esas alınarak ücret farklarının verilmesi gerekeceği; idareye başvuru tarihinden itibaren 120 günlük ya daidarenin cevabının tebliğ tarihinden itibaren 60 günlük süreler geçtikten sonra açılmış olan davalarda ise, ancak dava tarihinden geriye doğru 60 günlük süre içinde kalan ilk uygulamadan doğan sözleşme ücretinin ödenmesi mümkündür.Öte yandan, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2007 gün ve 26500 sayılı Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Yasanın maddesinin (b/3) fıkrasıyla değişik maddesinin fıkrasında, temel ücret tutarlarının, sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edileceği hükmüne yer verilmiştir.Bu durumda, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2007 gün ve 26500 sayılı Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Yasanın maddesinin (b/3) fıkrasıyla değişik maddesinin fıkrasında, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca temel ücret tutarlarının belirlenmesinde esas alınacak kriterler arasında, sözleşmeli personelin eğitim düzeyine de yer verildiği dikkate alındığında, davacının, 2005 tarihli başvurusunun 2005 günlü işlemle reddedilmesi üzerine 2005 tarihinde açılan bu davada, davanın açıldığı tarihten geriye doğru 120 günü geçmemek üzere başvuru tarihinden geriye doğru 60 gün içinde kalan ilk uygulamanın yapıldığı 2005 tarihinden itibaren 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5620 sayılı Yasa ile değişik maddesinin fıkrasının yürürlük tarihi olan 2007 tarihine kadar geçen süreye ilişkinücret farklarının davalı idarece hesaplanarak davacıya ödenmesi, bu tarihten önceki döneme ait ücret farklarının ise, süre aşımı nedeniyle incelenmesine imkan bulunmamaktadır...'' Danıştay Onbirinci Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2007/9053, K.2008/10619 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü, Personel ve İdari işler Dairesi Başkanlığında sözleşmeli personel statüsünde şube müdür yardımcısı olarak görev yapan davacı tarafından, sözleşme temel ücretinin, eğitim durumu nedeniyle aynı görevi yapan ve aynı unvana sahip olan personele nazaran düşük belirlendiği, eğitim durumuna göre farklı ücret tespiti yoluna gidilmesinin mevzuata aykırı olduğu ileri sürülerek, ücretinin düzeltilmesi (yükseltilmesi) yolunda yapılan başvurunun reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin değişik 25/c maddesinde, ekli (I) sayılı Cetvelin dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücretinin, temel ücret ile başarı ve kıdem ücretleri toplamından oluşacağı, bu ücretin asgari ücretin altında olamayacağı, sözleşme ücretlerinin tavanının her yıl bütçe kanunları ile belirleneceği, kamu personeli için uygulanan aylık katsayının mali yılın ikinci yarısı için değiştirilmesi veya mali yıl içinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun mali ve sosyal haklara ilişkin hükümlerinde değişiklik yapılması halinde sözleşmeli personel ücretlerinin tavanını değiştirmeye Bakanlar Kurulunun yetkili olduğu kuralına yer verilmiştir. Anılan Kanun Hükmünde Kararnamenin uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan "Temel Ücret"başlıklı maddesinde ise; temelücrettutarlarınınsözleşmelipersonelin unvanı, iş gerekleri, iş yeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edileceği, teşebbüs ve bağlı ortaklıkların sözleşmeli personeline unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına ilişkin tekliflerini 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına gönderecekleri, bu tespitlerin Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik önerilerle birlikte Yüksek Planlama Kurulunun onayına sunulacağı hükme bağlanmıştır.Görüleceği üzere, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin değişik 25/c maddesinde, Kararnameye ekli (I) sayılı Cetvel kapsamı dışında kalan sözleşmeli personele ödenecek sözleşme ücretinin; temel ücret, başarı ve kıdem ücreti toplamından oluşacağı belirtilmiş, aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin, uyuşmazlık tarihi itibariyle yürürlükte maddesinde de, temel ücret tutarının, sözleşmeli personelin unvanı, iş gerekleri, iş yeri ve çalışma şartları dikkate alınarak belirleneceği hükmüne yer verilmiş, buna karşın ücret tespitine esas alınacak kriterler arasında "eğitim düzeyi" kriterine yer verilmemiştir.Olayda ise, TCDD Yönetim Kurulunca, Yüksek Planlama Kurulu kararlarıyla verilen yetkiye istinaden 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele tabi sözleşmeli personlin temel ücretleri belirlenirken, Kanun Hükmünde Kararnamede sayılan kriterlerin yanı sıra, işlem tarihi itibariyle anılan KHK'de yer almayan "eğitim düzeyi" kriteri de baz alınarak aynı görevi yapan ve aynı unvanda çalışan personel bakımından farklı temel ücret tespiti yoluna gidildiği anlaşılmıştır. Bu durumda, görev, yetki ve sorumlulukları yönünden aralarında fark bulunmayan, aynı unvanla aynı yerde görev yapan şube müdür yardımcısı temel ücretinin, mevzuatta yer almayan eğitim düzeyi (durumu) kriteri esas alınarak belirlenmesi ve bu nedenle farklı ücret uygulamasına yol açılmasında, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin olay tarihinde yürürlükte olan maddesi hükmüne uyarlık bulunmamıştır.Bununla birlikte; 2007 tarih ve 26500 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kamuda Geçici İş Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un "Çeşitli Hükümler" başlıklı maddesinin (b) fıkrasının bendinde; 1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin fıkrası "Temel ücret tutarları, sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edilir." şeklinde değiştirilmiştir. Bu durumda, anılan KHK'nin maddesinde değişiklik öngören ve bu değişiklikle temel ücretlerin belirlenmesinde esas alınacak kriterler arasına eğitim düzeyini de dahil eden yasal düzenlemenin yürürlük tarihi olan 2007 tarihinin dikkate alınarak ücret farklarının tazminine karar verilmesi gerekeceği açıktır...'' Danıştay Onbirinci Dairesinin 27/1/2010 tarihli ve E.2007/11122, K.2010/508 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Olayda ise, TCDD Yönetim Kurulunca, Yüksek Planlama Kurulu kararlarıyla verilen yetkiye istinaden 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli (II) sayılı Cetvele tabi sözleşmeli personlin temel ücretleri belirlenirken, Kanun Hükmünde Kararnamede sayılan kıstasların yanı sıra, işleme esas alınan olay tarihi itibariyle anılan KHK'de yer almayan "eğitim düzeyi" gözetilerek aynı görevi yapan ve aynı unvanda çalışan personel arasında farklı temel ücret tespiti yoluna gidilmiştir. Bu durumda, görev, yetki ve sorumlulukları yönünden aralarında fark bulunmayan, aynı unvanla aynı yerde görev yapan tesisler şeflerinin temel ücretinin, mevzuatta yer almayan eğitim düzeyi esas alınmak suretiyle farklı ücret uygulamasına yol açılmasında, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin olay tarihinde yürürlükte olan maddesine uyarlık bulunmadığından, davacının sözleşme temel ücretinin düzeltilmesi yolundaki başvurusunun reddine ilişkin işlem ile bu işleme karşı açılan davayı reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlıkbulunmamıştır.Öte yandan, 2007 tarih ve 26500 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kamuda Geçici İş Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un "Çeşitli Hükümler" başlıklı maddesinin (b) fıkrasının bendi ile 1990 tarihli ve 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin fıkrası "Temel ücret tutarları, sözleşmeli personelin unvanı, eğitim düzeyi, iş gerekleri, işyeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edilir." şeklinde değiştirildiğinden, temel ücretin belirlenmesinde esas alınacak kıstaslar arasına eğitim düzeyini de dahil eden yasal düzenlemenin yürürlük tarihi (2007) dikkate alınarak ücret farklarının tazminine karar verilmesi gerekeceği de açıktır...'' Danıştay Onbirinci Dairesinin 27/6/2012 tarihli ve E.2009/310, K.2012/4928 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dosyanın incelenmesinden; Kırıkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi kimya bölümü mezunu olan ve davalı İdarede sözleşmeli tekniker olarak görev yapan davacı tarafından, 2007 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kanunun maddesi ile 399 sayılı KHK'nin ''Temel ücret'' başlıklı maddesine eğitim durumu kriteri getirildiğinden ücretinin buna göre yeniden belirlenmesi için yaptığı başvurunun reddine dair işlem ile 2008 tarihli ve 3041 sayılı Temel Ücret Skalası'nda yer alan tekniker unvanlı çalışanların ücret düzenlemesinin eğitim durumu dikkate alınarak belirlenmemesine ilişkin eksik düzenlemenin iptaline, aynı Skalada bulunan teknik şeflik unvanı için eğitim düzeyi dikkate alınarak yapılan düzenlemenin tekniker unvanı içinde yapılmasına ve eksik düzenlemeden kaynaklanan parasal kayıplarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bu durumda; yukarıda yer verilen düzenlemeler kapsamında, görev yapılan birim ve iş hacmi, görevin önem ve güçlüğü, görev yerinin özelliği, çalışma süresi, personelin sınıfı, rütbesi, kadro ve görev unvanı, derecesi, atanma usulü ile emsali veya benzer görev ve unvanlarda bulunan personele mali haklar kapsamında yapılan her türlü ödemeler dahil, almakta oldukları toplam ödeme tutarları gibi kriterleri birlikte veya ayrı ayrı dikkate alarak belirleme konusunda takdir yetkisi bulunan İdare tarafından yapılan, 2008 tarihli ve 3041 sayılı Temel Ücret Skalası'nda yer alan tekniker unvanlı çalışanların ücret düzenlemesinde ve buna bağlı olarak davacının sözleşme temel ücretinin yeniden belirlenmesi için yaptığı başvurunun reddine dair işlemde kamu yararı ve hizmetin gerekleri yönünden hukuka aykırılık görülmemiştir...'' Danıştay Onbirinci Dairesinin 23/5/2018 tarihli ve E.2013/1249, K.2018/2555 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Anılan Kanun Hükmünde Kararname'nin "Temel Ücret" başlıklı maddesinde ise; temel ücret tutarlarının, sözleşmeli personelin unvanı, iş gerekleri, iş yeri ve çalışma şartları dikkate alınmak suretiyle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca tespit edileceği; teşebbüs ve bağlı ortaklıkların, sözleşmeli personelin unvanları itibarıyla uygulayacakları azami temel ücret miktarlarına ilişkin tekliflerini, 15 Kasım tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına gönderecekleri; bu tekliflerin Devlet Personel Başkanlığınca teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında ücret dengesi ve uygulama birliği sağlamaya yönelik önerilerle birlikte Yüksek Planlama Kurulunun onayına sunulacağı düzenlenmiş olup, bu düzenlemede 2007 gün ve 26500 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5620 sayılı Kanunun maddesinin (b/3) bendiyle yapılan değişiklikle teşebbüs ve bağlı ortaklıklarca temel ücret tutarlarının belirlenmesinde esas alınacak kriterler arasında, sözleşmeli personelin eğitim düzeyine de yer verilmiştir.....Bu durumda, görev, yetki ve sorumlulukları yönünden aralarında fark bulunmayan ve aynı unvanla aynı yerde görev yapan, fakat eğitim düzeyleri farklı olan personele ilişkin temel ücretin, 2007 tarihli mevzuat değişikliği uyarınca eğitim düzeyi kriteri esas alınarak farklı belirlenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı açık olmakla birlikte, uyuşmazlık, yüksekokul mezunu olan personel arasında, mezuniyetin teknik ya da idari bölümlerden ve mühendislik bölümlerinden olmasına göre farklı sözleşme ücreti belirlenmesinde, idarenin takdir hakkı bulunup bulunmadığı ve takdir hakkı var ise, bu hakkın 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinde öngörülen ölçütlere ve eşitlik ilkesine uygun kullanılıp kullanılmadığı hususunda çıkmaktadır....Bu durumda, teknik bir kamu hizmeti yürüten davalı idarenin, istihdam ettiği personelin eğitim seviyesi ve niteliği itibarıyla değerlendirme suretiyle, yüksekokul mezunları arasında, teknik, idari bölüm ve mühendislik fakültesi mezunları yönünden ayrıştırmaya giderek, işletme açısından önem taşıyan bazı unvanlarda teknik bölüm mezunlarının istihdamının teşvik edilebilmesi amacına yönelik olarak, teknik bölüm mezunları ve mühendisler lehine daha yüksek sözleşme ücreti belirlemesinde, kamu yararına, hizmet gereklerine ve eşitlik ilkesine aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır....''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, hakkaniyete uygun ve kamuya açık olarak makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mahkeme içtihatlarındaki değişim yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup böyle bir değişiklik özü itibarıyla önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir (S.S. Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/.., 30/11/2010, § 28). Ancak yerleşmiş yargısal pratiğin de içtihat değişikliğinin gerekçelendirildiği kararda dikkate alınması gerekir (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Bu bağlamda aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması hâlinde mahkemelerce bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49). AİHM, hukuki belirlilik şartının ve meşru beklentilerin korunması gereğinin yerleşik içtihadın sürdürülmesi zorunluluğunu içermediğinin altını çizmekte, ancak iyi temellere oturmuş yerleşik bir içtihadın varlığının yüksek mahkemeye içtihattan ayrılmayı haklılaştıran daha sağlam gerekçeler açıklama görevi yüklediğini ifade etmektedir. AİHM'e göre yüksek mahkemenin yerleşik içtihattan farklı karar verilmesinin sebebi hakkında başvurucuya detaylı açıklama yapma sorumluluğu bulunmaktadır (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, § 38). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/12626 | Başvuru, ücret farkının ödenmesi istemiyle açılan davanın yerleşik içtihada aykırı karar verilerek reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 2/9/2009 tarihinde tasarrufun iptali talebiyle dava açılmıştır. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesi 3/7/2013 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/10/2015 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemenin E.2016/398 sayılı dosyasına kaydedilen davada yargılama devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12437 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; üniversite genel sekreterliğinden alınarak fakülte sekreterliğine atanma işlemine karşı açılan davada hakkaniyete uygun karar verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, aylık gelirinde azalma olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilemez olduğu hususunda oybirliği sağlanamaması nedeniyle kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1959 doğumlu olup Balıkesir'de ikamet etmektedir. Başvurucu 1994-2011 yılları arasında fakülte sekreterliği görevini yürütmüş, 2011 yılında ise -sonradan kanun hükmünde kararnameyle kamu görevinden çıkarılan eski rektör A. döneminde- Balıkesir Üniversitesi genel sekreteri olarak atanmıştır. Üniversite genel sekreterinin ek göstergesi 600 olup ayrıca bu kadroyu işgal eden kişiye döner sermaye yöneticilik katkı payı ödemesi yapılmaktadır.A. Başvurucunun Görevden Uzaklaştırılmasına İlişkin Süreç Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Darbe teşebbüsünden sonra Balıkesir Üniversitesi Rektörlüğünce (Üniversite) devlet aleyhine faaliyette bulunduğu değerlendirilen çeşitli yapılanmalarla irtibatı olduğu düşünülen kamu görevlileri hakkında 2/8/2016 tarihinde soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında olan ve başvurucunun da aralarında bulunduğu kamu görevlileri aynı tarihli işlemle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesi uyarınca görevden uzaklaştırılmıştır. Başvurucu, Üniversite bünyesinde oluşturulan soruşturma komisyonuna 5/8/2018 tarihinde ifade vermiştir. Soruşturma komisyonunca Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)/Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ile irtibatlı olup olmadığının tespiti amacıyla başvurucuya bazı sorular yöneltilmiştir. Soruşturma komisyonunca düzenlenen soruşturma raporunda yapılan değerlendirmede başvurucunun örgütle ilişkisini gösteren verilere ulaşılamadığı ifade edilmiştir. Üniversite rektörü tarafından düzenlenen değerlendirme raporunda, başvurucunun FETÖ/PDY örgütüne mensubiyetine dair kanaat hasıl olmamış ise de kanun hükmünde kararnameyle kamu görevinden çıkarılan eski rektör A. döneminde genel sekreterlik kadrosuna atanmış olması, genel sekreterlik görevinin Üniversite açısından önem taşıyan bir kadro olması, mevcut koşullarda FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında incelemelere konu olan birisinin bu görevi yürütmesinin uygun olmaması karşısında 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı ( Mükerer)Resmî Gazete'de yayımlanan 15/8/2016 tarihli ve 673 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (673 sayılı KHK) maddesi uyarınca fakülte sekreteri kadrosuna atanmak suretiyle göreve iadesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Başvurucu 19/10/2016 tarihinde Veterinerlik Fakültesine fakülte sekreteri olarak atanmak suretiyle görevine iade edilmiştir. Fakülte sekreterinin ek gösterge rakamı 000 olup bu kadroda bulunan kişiye döner sermaye yöneticilik katkı payı ödemesi yapılmamaktadır. B. Bireysel Başvuruya Konu İptal Davası Süreci Başvurucu, fakülte sekreteri olarak atanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle 9/12/2016 tarihinde Balıkesir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde; millî güvenliğe aykırı faaliyetlerde bulunan yapı ve oluşumlarla bir bağlantısının bulunmadığını ileri sürmüş, bu nedenle alt seviyedeki bir pozisyon olan fakülte sekreterliği görevine atanmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, 673 sayılı KHK'nın göreve iade edilenlerin farklı bir kadroya atanabilmesi hususunda idareye bir zorunluluk yüklemediğini, aksine takdir yetkisi tanıdığını ancak somut olayda idarenin takdirini hukuka uygun olarak kullanmadığını savunmuştur. Başvurucu son olarak atanma işlemi nedeniyle mali kayba uğradığını da ifade etmiştir. Üniversite tarafından Mahkemeye sunulan cevap dilekçesinde, 673 sayılı KHK'nın maddesinde görevden uzaklaştırılan yönetici pozisyonundaki kamu görevlilerinin göreve iadeleri durumunda yönetici görevleri dışındaki kadro ve pozisyonlara atabileceklerinin düzenlendiği belirtilmiştir. Cevap dilekçesinde; genel sekreterin rektörle uyumlu çalışan ve özellikle terörle irtibat ve iltisak içinde olanların Üniversiteden arındırılması sürecinde rektöre yardımcı olması gereken bir kişi olduğu ifade edilmiş, başvurucunun kamu görevinden çıkarılan önceki rektör tarafından atanmış olduğu ve FETÖ/PDY ile bağlantısı bulunduğu gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatıldığı gözetildiğinde genel sekreterlik görevinde kalmasının uygun bulunmadığı vurgulanmıştır. Cevap dilekçesinde; başvurucunun kazanılmış hak ve derecesine uygun bir kadroya atandığının altı çizilmiş, ek göstergenin aylık yönünden kazanılmış bir hak olmadığı iddia edilmiştir. Mahkeme 7/4/2017 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 673 sayılı KHK'nın maddesine yer verildikten sonra yönetici kadrolarında bulunan personelin göreve iadesinin, hâlen bulundukları yöneticilik görevi dışında öğrenim durumları ve kazanılmış hak aylık derecelerine uygun kadroya atanmak suretiyle yerine getirilmesi konusunda idareye takdir yetkisi tanındığı vurgulanmış ancak bu yetkinin kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek kullanılması gerektiği ifade edilmiştir. Genel sekreterin doğrudan rektöre bağlı olduğunu ve rektör tarafından verilen görevlerden sorumlu bulunduğunu vurgulayan Mahkeme, bu kişinin seçimi ve görevden alınması konusunda idarenin geniş bir takdir yetkisi bulunduğunu değerlendirmiştir. Mahkeme, üst düzey kamu yöneticilerinin kamu kurum ve kuruluşlarının geleceğe dönük planlarını ve politikalarını saptayan ve uygulayan kişiler olduğuna işaret etmiş; yürütülen hizmetin niteliği ile önemi dikkate alındığında dava konusu işlemde kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu, bu karara karşı İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinde (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, dava dilekçesindeki iddialara ek olarak mevcut rektörün de eski rektör döneminde dekan olarak atandığı, eski rektörün atadığı diğer bazı yöneticilere yönelik herhangi bir tedbirin uygulanmadığı ve bunların görevlerine devam ettiği belirtilmiş; bu durumun eski rektör tarafından atanmış olmanın kamu yöneticiliği görevinin yürütülmesi bakımından tek başına bir sakıncaya yol açmadığının göstergesi olduğu ifade edilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi 3/10/2017 tarihli kararıyla istinaf istemini esastan ve kesin olarak reddetmiştir. Nihai karar 30/10/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Atama esasları:a. Genel Sekreter ile daire başkanları, müdürler, hukuk müşavirleri ve uzmanlar ... üniversitelerde ise yönetim kurulunun görüşü alınarak rektör tarafından atanır. Fakülte, enstitü ve yüksekokul sekreterinin atanması, ilgili dekan ve müdürün önerisi üzerine rektör tarafından yapılır...." 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Görevden uzaklaştırma, Devlet kamu hizmetlerinin gerektirdiği hallerde, görevi başında kalmasında sakınca görülecek Devlet memurları hakkında alınan ihtiyati bir tedbirdir." 657 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Soruşturma veya yargılama sonunda yetkili mercilerce:a) Haklarında memurluktan çıkarmadan başka bir disiplin cezası verilenler;b) Yargılamanın men'ine veya beraatine karar verilenler;c) Hükümden evvel haklarındaki kovuşturma genel af ile kaldırılanlar;ç) Görevlerine ve memurluklarına ilişkin olsun veya olmasın memurluğa engel olmıyacak bir ceza ile hükümlü olup cezası ertelenenler;Bu kararların kesinleşmesi üzerine haklarındaki görevden uzaklaştırma tedbiri kaldırılır." 673 sayılı KHK'nın maddesi şöyledir: "(1) 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemi sonrasında kamu kurum ve kuruluşlarınca ilgili mevzuatına göre görevden uzaklaştırılan ve yönetici kadrolarında bulunan personelin görevlerine iadesi, halen bulundukları yöneticilik görevi dışında öğrenim durumları ve kazanılmış hak aylık derecelerine uygun kadro ve pozisyonlara atanmak suretiyle de yerine getirilebilir." 6/2/2018 tarihli ve 7081 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un maddesi, 673 sayılı KHK'nın maddesiyle aynı şekilde düzenlenmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37525 | Başvuru, üniversite genel sekreterliğinden alınarak fakülte sekreterliğine atanma işlemine karşı açılan davada hakkaniyete uygun karar verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, aylık gelirinde azalma olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/5880 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/18631 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/18631 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/18631 | Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/38295 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ölümcül bir hastalığın tedavisi için reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Başvurucunun tedbir talebinin 20/3/2020 tarihinde kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 5/8/2007 doğumlu olan başvurucuya juvenil hipofasfatazya tanısı konulmuştur. Başvurucunun tedavisini planlayan hekimin asfotase alfa etken maddeli Strensiq isimli ilacın kullanımını uygun görmesi sonrasında başvurucunun Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna başvurusu üzerine söz konusu ilacın 1 yıllık kullanım dozunun ve ithalinin uygun görüldüğü bildirilmiştir. İlaç bedelinin ödenmesi talebiyle SGK'ya yaptığı başvurusunun reddi üzerine başvurucu, ilaca ait bedellerin karşılanması için SGK aleyhine Ankara İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmış ve ihtiyati tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. İş Mahkemesinin 7/2/2020 tarihli kararıyla ilaç bedelinin SGK tarafından tam ve kesintisiz bir şekilde karşılanmasına yönelik ihtiyati tedbir kararı verilmiştir. SGK vekilinin karara karşı yaptığı istinaf talebini inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 8/9/2020 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. SGK'ca ilaç bedelinin Sağlık Bakanlığı onay belgesi, reçete aslı, ilaç kullanım raporunun onaylı örneği ve kullanılan ilaca ait boş kutuların ibraz edilmesi hâlinde ödeneceğinin başvurucuya bildirilmesi üzerine başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunarak tedavisi süresince ilaç bedelinin ilacın ithalinde yetkili kuruluşa SGK tarafından ödenmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi 20/3/2020 tarihinde tedbir talebinin kabulüne karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde, İş Mahkemesindeki yargılamanın derdest olduğu anlaşılmıştır. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9392 | Başvuru, ölümcül bir hastalığın tedavisi için reçete edilen ilacın ithali için gerekli ödemenin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması amacıyla yapılan talebin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yapılması planlanan hidroelektrik santrali için çevresel etki değerlendirmesi raporunun uygun bulunması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile konut hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ile eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Rize'nin Hemşin ilçesinde özel bir şirket tarafından yapılması planlanan Dikmen I-II Regülatörleri ve Hidroelektrik Santrali (HES) için 12/3/2014 tarihinde Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu Kararı (Rapor) verilmiştir. Başvurucular 27/5/2014 tarihinde Rize İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (Çevre Bakanlığı) aleyhine dava açarak ÇED Raporunun iptalini talep etmiştir. Dava dilekçesinde; ÇED Raporunda 265 m² olacağı anlaşılan kazı fazlası malzemenin dere yatağına dökülmesinin planlandığı, proje kapsamındaki bölgenin 2007 yılından beri organik çay tarım havzası olarak belirlendiği ifade edilmiştir. Dilekçede ayrıca, HES projesinin çay tarımı üzerindeki etkilerinin olumsuz olacağı, proje için açılması planlanan yolların bölgenin flora ve faunasını olumsuz etkileyeceği belirtilmiştir. Başvurucular, anılan etkilerin dere suyundaki azalma ile birlikte bölgenin biyoçeşitliliğine, organik tarıma ve turizm faaliyetlerine zarar vereceğini, HES için gerekli elektrik iletim hatlarının ÇED Raporunda irdelenmemiş olmasının mevzuata aykırı olduğunu bildirerek ÇED Raporunun iptalini ve yürütmenin durdurulmasını talep etmiştir. Çevre Bakanlığının cevap dilekçesinde; ÇED Raporunun mevzuatta belirtilen tüm koşulları taşıdığı belirtilerek açılan davanın usul ve yasaya aykırı olduğundan reddi gerektiği ifade edilmiştir. Şirket 1/7/2014 tarihli dilekçe ile davaya Çevre Bakanlığı lehinde katılma talebinde bulunmuştur. Mahkemenin 29/9/2014 tarihli ara kararı uyarınca şirketin davaya katılma talebi kabul edilmiştir. Mahkeme, yargılama sırasında mahallinde keşif yapılmasına karar vermiş ve bilirkişi raporu almıştır. Mahkemeye sunulan 21/1/2015 tarihli bilirkişi raporunda; proje sahasında Ekolojik Değerlendirme Raporunun (EDR) hazırlanmadığı, nihai ÇED sürecinin havzayı kümülatif değerlendirerek yenilenmesi gerektiğibelirtilmiştir. Raporda ayrıca, dava konusu projenin çevrede oluşturabileceği olumsuz etkilerin kapsamlı, gerçekçi ve doğru bir şekilde hesaplanabilmesi için aynı su havzasında faaliyette bulunan ve yapılması planlanan HES projeleri ile birlikte bütüncül bir şekilde ele alınarak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Raporda sonuç olarak projenin yapıldığı ve uygulanacağı sahada bu hâliyle HES'in uygun olmadığı kanaatine ulaşılmıştır. Çevre Bakanlığı ve şirket tarafından bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi sunulmuştur. İtiraz dilekçelerinde; ÇED Raporunda mevzuat gereğince bulunması gerekli tüm konularda yeterli bilgi bulunduğu, buna karşın bilirkişi raporunda bu hususların gözardı edilerek Mahkemenin yerindelik denetimi yapmaya yönlendirilmek istendiği belirtilmiştir. Mahkeme 27/3/2015 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporuna atıf yapılarak dava konusu ÇED Raporuna esas projenin kümülatif çevresel etkileri açısından değerlendirilmediği yani dava konusu projenin çevreye vereceği olumsuz etkilerinin kapsamlı, gerçekçi ve doğru bir şekilde hesaplanabilmesi için diğer HES projeleri ile birlikte bütüncül bir şekilde ele alınarak değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca her bir projenin çevre ve ekosistem üzerindeki olumsuz etkilerinin, bulunduğu havzada birbirinden ayrı ve bağımsız şekilde ele alınıp değerlendirilmesinin, proje sayısının artmasıyla doğru orantılı olarak artan kümülatif olumsuz etkinin belirlenmesi noktasında yanıltıcı olacağı vurgulanmıştır. Mahkeme, mevzuat uyarınca su kaynaklarının koruma ve kullanma dengesi gözetilerek çevrenin ekolojik ve kimyasal kalitesinin korunması ve geliştirilmesini sağlamak amacıyla havza bazında, nehir havza yönetim planları hazırlanması gerektiğini belirtmiştir. Çevre Bakanlığı ve şirket, temyiz talebinde bulunmuştur. Çevre Bakanlığı, temyiz dilekçesinde; birinci başvurucunun tüzel kişiliği bulunmadığından bu başvurucu yönünden davanın usulden reddi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca iptal kararına gerekçe olan hususlarda ÇED Raporunun gerekli açıklamaları içerdiğini beyan etmiştir. Şirket, temyiz dilekçesinde; Mahkemenin eksik ve yetersiz bilirkişi raporunu esas alarak karar verdiğini, yargılama sırasında bu rapora yönelik itirazlarının ve ek rapor alınması taleplerinin haksız şekilde reddedildiğini beyan etmiştir. Danıştay Ondördüncü Dairesi (Daire) 2/11/2015 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; planlanan projenin doğal hayat üzerindeki etkilerinin belirlenmesi amacıyla çevre mühendisi bilirkişiden görüş alınması gerektiği, buna karşın Mahkemece yapılan keşifte çevre mühendisi bilirkişinin bulunmadığı belirtilmiştir. Daire, bu nedenle projenin bulunduğu çevrenin özelliğine göre çevre mühendisinin de dâhil olduğu konusunda uzman bilirkişilerden oluşturulacak yeni bir bilirkişi heyeti eşliğinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiğini vurgulamıştır. Mahkeme, anılan bozma kararı kapsamında oluşturduğu bilirkişi heyeti ile yeniden keşif yaparak bilirkişi raporu almıştır. 24/11/2016 tarihli bilirkişi raporunda; hafriyat atıkları konusunda belirlenen yönetim planının bilimsel esaslardan uzak olduğu, dere yatağında bırakılması planlanan can suyunun derenin genişleyip daraldığı alanlara göre yeniden hesaplanması gerektiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca, jeolojik ve jeoteknik olarak ÇED raporunda yapılan çalışmaların yüzeysel ve eksik olduğu, projenin flora açısından etkilerinin daha detaylı bir çalışmayla ortaya konulması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucular ile Çevre Bakanlığı tarafından bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi sunulmuştur. Başvurucular itiraz dilekçesinde; ÇED Raporunun yetersiz olduğuna ilişkin nihai görüşe katıldıklarını bununla birlikte raporun hafriyat atıkları, sucul yaşam, jeolojik değerlendirme ile ilgili kısımlarında eksiklikler bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucular ayrıca bilirkişi raporunda; nihai ÇED Raporunun ilgili uluslararası sözleşme yönünden değerlendirilmesi, sağlık koruma bandı mesafesinin tespiti, halkın katılımının sağlanması ile projenin ekonomik ve sosyal boyutları hakkında hiçbir incelemeye yer verilmediğini ifade etmiştir. Çevre Bakanlığının itirazında; projenin inşaatı sırasında ortaya çıkacak kazı fazlası malzemenin depolanmasında ilgili yönetmelik hükümlerinin nazara alındığı, projenin ormancılığa etkilerinin tespiti için Trabzon Orman Bölge Müdürlüğünden inceleme yapılmasının talep edildiği, bu kurumun raporu uyarınca projenin sakınca teşkil etmediğinin belirlendiği ifade edilmiştir. Dilekçede, davaya konu projenin organik tarıma, yörenin flora ve faunasına etkilerinin de ÇED raporunda ayrıntılı olarak yer aldığı, nitekim ÇED Raporunun ekinde bulunan ekosistem değerlendirme raporunda olumsuz bir tespite yer verilmediği belirtilmiştir. Mahkeme 30/12/2016 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporuna atıf yapılarak hafriyat atıkları yönetim planının bilimsel yeterlilik taşımadığı, can suyu miktarının hesaplanmasında hata yapıldığı belirtilmiştir. Kararda ayrıca Hemşin Deresi'ndeki canlıların korunmasına ve flora açısından detaylı bir çalışmaya ihtiyaç duyulduğu, jeolojik ve jeoteknik olarak ÇED Raporu içerisinde yapılan çalışmaların yüzeysel ve eksik olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme, bu çaptaki bir projede özellikle santral binasının konumlandıracağı alanın ve tünel giriş çıkışının mühendislik jeolojisinde uzman bir ekip tarafından detaylandırılması gerektiğini vurgulayarak dava konusu ÇED Raporunun hukuka uygun olmadığı sonucuna ulaşmıştır. Çevre Bakanlığı ve şirket, temyiz talebinde bulunmuştur. Çevre Bakanlığının dilekçesinde, önceki temyiz dilekçesinde (bkz. § 14) ve bilirkişi raporu hakkındaki itiraz dilekçesinde (bkz. § 17) beyan edilen hususlar tekrar edilmiştir. Şirketin temyiz dilekçesinde ise; Mahkemenin eksik ve yetersiz bilirkişi raporunu esas alarak karar verdiği, muhakeme erkini tamamen bilirkişilere terk ettiği belirtilmiştir. Bu kapsamda, anılan raporda dere yatağındaki can suyunun hesaplanmasında hata yapılmasına karşın Mahkemenin itirazları dikkate almadığını belirten şirket, bilirkişi raporunun hafriyat atıkları konusunda da mevzuata aykırı bir değerlendirme yaptığını ifade etmiştir. Daire 2/11/2017 tarihinde kararın bozulmasına ve davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporundaki bir kısım tespitlerin soyut ve genel nitelikte öngörülere dayandığı, raporda yer verilen hususlarla ilgili hangi önlem veya taahhüdün yetersiz olduğu, hangi hususların tehlike arz ettiği konusunda proje yerinde yapılmış gözlem ve incelemelere dayalı somut ve teknik tespitlere yer verilmediği belirtilmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 19/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesi; Çevre Bakanlığı ile yazışma yaparak başvuruya konu HES projesinin hangi aşamada olduğu, şirketin bu bölgede faaliyet izninin devam edip etmediği ile ilgili bilgi talep etmiştir. Çevre Bakanlığının 13/10/2021 tarihli cevabına göre 12/3/2014 tarihinde ÇED Raporu verilen HES projesine ilişkin Rize Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün (İl Müdürlüğü) 7/6/2021 tarihli denetimi sonucunda proje inşaatına başlanılmadığı, imar planına yönelik herhangi bir jeolojik sondaj çalışmasının yapılmadığı, araziye fiziki müdahale yapılmadığı tespit edilmiştir. Çevre Bakanlığı, bu nedenle 25/11/2014 tarihli ve 29186 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nin maddesi uyarınca 7 yıl içerisinde projeye ilişkin yatırıma başlanılmadığından ÇED Raporunun geçerliliğini yitirdiğini ve bu durumun şirkete bildirildiğini ayrıca bu projeye ait Enerji Üretim Lisansının da sonlandırıldığını bildirmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10117 | Başvuru, yapılması planlanan hidroelektrik santrali için çevresel etki değerlendirmesi raporunun uygun bulunması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı ile konut hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Komisyon ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Sayıştay Başkanlığında uzman denetçi olarak çalışan başvurucu 22/7/2016 tarihinde anılan Kurumdaki görevinden -FETÖ/PDY'ye yönelik yürütülen idari soruşturma kapsamında- uzaklaştırılmıştır. Başvurucu daha sonra 1/9/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY'nin Sayıştaydaki yapılanmasıyla bağlantılı olarak başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmıştır.Başvurucu 19/10/2016 tarihinde konutunda yapılan arama sonrasında gözaltına alınmıştır. Bu arama sırasında başvurucunun cep telefonu ve diğer dijital materyallerine el konulmuştur. Başvurucu, Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne getirilerek 27/10/2016 tarihine kadar burada gözaltında tutulmuştur. Emniyet görevlileri tarafından ifade alma işlemi sırasında başvurucuya FETÖ/PDY üyesi olma ve 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili isnatlar yöneltilmiştir. Bu işlem esnasında bir müdafi de hazır bulundurulmuştur. Başvurucu 26/10/2017 tarihli ifadesinde özetle Sayıştay Başkanlığınca açılan sınavı 1992 yılında kazandığını, çalıştığı Kurum tarafından eğitim, kurs ve seminer gibi sebeplerle yurt dışına gönderilmesinin yanı sıra ayrıca 2013 ve 2015 yılları arasında işletme yönetimi alanında yüksek lisans eğitimi almak üzere Amerika Birleşik Devletleri'ne gönderildiğini, FETÖ/PDY ile bir irtibatının bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 27/10/2016 tarihinde -başka şüphelilerle birlikte- Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "atılı suçun Ceza Muhakemesi Kanununda tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ silahlı örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıklarının tespit edilmesi ve mevcutlu şüphelinin de aynı şekilde kaçma ihtimalinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanamayışı, şüphelinin delillere tesir ederek delilleri değiştirme ihtimalinin bulunması, AİHM'nin birçok kararında da belirtildiği üzere şüphelinin salıverilmesi halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesi, dosyada yeterli delil bulunması ile ve başka suçlar işleme şüphesinin bulunması sebepleriyle tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca" tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Hâkimlikçe 27/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu Tutanağı'na göre başvurucuya yüklenen suç anlatılmış, başvurucunun müdafii de sorgu esnasında hazır bulunmuştur. Başvurucu, emniyetteki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucunun müdafii, dosyada atılı suçları işlediğine dair delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Başvurucu, Hâkimlik tarafından yapılan sorgusunun ardından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 27/10/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"CMK'nın 100 ve devamı maddeleri gereğince suçun niteliği, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olguların bulunması, şüphelilerin kaçma şüphesi altında olduğunu gösteren somut olguların bulunması, delilleri yok etme gizleme değiştirme ihtimalini gösteren olguların bulunması ve süphelilere isnat edilen suçun niteliği, atılı suçun CMK'nın 100/3 maddesinde öngörülen suçlardan oluşu ve atılı suç ile tutuklama tedbirinin orantılı bir tedbir niteliğini taşıması dikkate alınarak ... isnat edilen silahlı terör örgütüne üye olmasuçundan ayrı ayrı tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu 3/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 9/11/2016 tarihinde "...tutuklama kararı ve bu karara dayanak dosya kapsamının incelenmesinde, Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/493 Sorgu sayılı kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararı 17/11/2016 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 9/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 19/10/2017 tarihinde soruşturmanın geldiği aşamayı ve mevcut delil durumunu değerlendirerek başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/10/2017 tarihli kararı ile tahliye edilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:" ...şüphelinin sabit ikametgah sahibi olduğu, soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu itibariyle (toplanan deliller itibariyle şüphelinin BYLOCK kullanıcısı olduğuna dair tespit bulunmaması ve tutuklu kaldığı süre gözetilerek) tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu kanaatine varılmakla, ... tahliye talebinin kabulüne ... [karar verildi]." Anayasa Mahkemesi 9/10/2018 tarihinde, soruşturma mercilerinden başvurucuya yönelik tutuklamaya ve tutukluluğun devamına esas teşkil eden delillerin bildirilmesini istemiş olup Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 12/10/2018 tarihli cevap yazısıyla başvurucu hakkında verilen tutuklama ve tutukluluk hâlinin devamına yönelik kararlar ile tutukluluk hâlinin uzatılmasına dair başvurucunun itiraz dilekçelerini göndermiştir. Başvurucunun konutunda yapılan arama esnasında el konulan tüm dijital materyallere ilişkin olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yaptırılan bilirkişi incelemesi sonunda düzenlenen 14/10/2019 tarihli Bilirkişi İnceleme Tutanağı'nda; başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı olunduğunu ortaya koyacak herhangi bir bilgi, belge, kayıt ve şifreli haberleşme programına rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkındaki soruşturma, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..."5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:" (1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/63862 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, bir belediyede işçi olarak çalışan başvurucunun sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. 1980 doğumlu başvurucu 2006 yılından iş akdinin feshedildiği 13/11/2017 tarihine kadar İstanbul Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresinde işçi olarak belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmıştır. Başvurucu 12/11/2012 tarihi ile 25/7/2014 tarihi arasında sosyal medya hesabından bazı paylaşımlar yapmıştır. Belediye, başvurucunun paylaşımları nedeniyle 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesinin birinci fıkrası uyarınca 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası gereğince başvurucunun iş akdini geçerli nedenle feshetmiştir. Başvurucu, fesih işleminin haksız ve geçersiz olduğunu belirterek işveren aleyhine işe iade talepli tespit davası açmıştır. Davanın görüldüğü Bakırköy İş Mahkemesi (Mahkeme) davanın reddine karar vermiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) paylaşımlar nedeniyle taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği sonucuna vararak istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 28/7/2019 tarihinde öğrendiğini belirterek 27/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/31589 | Başvuru, bir belediyede işçi olarak çalışan başvurucunun sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımlar nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: TCDD Müdürlüğünde görev yapan başvurucu, üyesi olduğu sendikanın kararı doğrultusunda 1 (bir) gün işe gitmemiş ve kalkmak üzere olan bir trenin önüne oturarak trenin gecikmesine sebep olmuştur. Başvurucu hakkında bu nedenle 1/8 oranında aylıktan kesme cezası verilmiştir. Başvurucu, ceza nedeniyle sendika hakkının, yargılama sürecinin uzunluğu nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucular 16/4/2012 tarihinde dava açmıştır. Karar düzeltme talebinin 14/11/2018 tarihinde reddi üzerine hüküm kesinleşmiştir. Başvurucular 16/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2568 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gözaltında meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların yakını A., kayıp şahıs olarak aranmakta iken 14/12/2017 tarihinde jandarma ekipleri tarafından yapılan uygulama sırasında yakalanmıştır. A., görevlilere ibraz ettiği sahte kimlikte yer alan ismin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliğinden aranması nedeniyle önce Gazipaşa Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) sevk edilmiş ise de kimliğin sahte olduğunun anlaşılmasının ve PKK terör örgütüne katıldığını beyan etmesinin ardından Antalya Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne teslim edilmek üzere Gazipaşa İlçe Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür. Bu süreçte alınan ifadesinde de 2014 yılında PKK terör örgütüne katıldığını belirten A.nın nezarethaneye alınmadan önce düzenlenen 15/12/2017 tarihli adli muayene raporunda lezyona rastlanmadığı belirtilmiştir. İlçe Emniyet Müdürlüğü binası içinde gözaltı işlemleri devam ederken A. kattan düşerek ağır bir şekilde yaralanmış ve kaldırıldığı sağlık kurumunda hayatını kaybetmiştir. 29/12/2017 tarihli otopsi raporunda, ölümün yüksekten düşme ile oluşabilir nitelikte, kafa ve genel beden travmasına bağlı kafatası kırıkları ile birlikte gelişen beyin kanamasından, beyin ve göğüs içi organ harabiyeti/kanamadan ileri geldiği tespit edilmiştir. Olayın akabinde başlatılan soruşturmada kolluk görevlileri hakkında kasten öldürme ve işkence suçu ile görevi kötüye kullanma suçu isnadıyla yürütülen soruşturmaların birleştirildiği görülmüştür. Soruşturma sürecinde A.nın bulunduğu (jandarma, adliye, emniyet) binaların kamera kayıtlarının incelendiği ancak elde edilen veriler çerçevesinde şüpheli bir duruma rastlanmamıştır. Ayrıca olay yeri inceleme raporunda A.nın son bulunduğu odada bir dağınıklık, boğuşma emaresi olmadığı tespit edilmiştir. Olayın tanığı olan S.Ş. alınan ifadesinde; üç günlük zorlama hapis cezasının işlemleri için İlçe Emniyet Müdürlüğü binasında bulunduğunu, işlemler yapılırken sigara içmek için balkona çıktığını, bu sırada diğer balkon tarafından gürültüler duyduğunu, gürültünün geldiği tarafa baktığında bir şahsın hızla koşarak kendisini balkondan attığını gördüğünü, içeriden bir elin atlayan kişiyi tutmak istediğini ancak yetişemediğini, olayın akabinde ambulansın gelerek balkondan atlayan şahsı götürdüğünü beyan etmiştir. A.nın olay günü yanında bulunan ve birimler arasında nakil işlemlerini gerçekleştiren kolluk görevlileri U.Y. ve Y. birbiriyle örtüşen ifadelerinde, savcılık talimatlarının yazdırıldığı esnada A.nın Olay Yeri İnceleme Birimi odasına götürüldüğünü, bu sırada fotoğraf ve parmak izi işlemleri nedeniyle kelepçesiz olduğunu, çantasında bulunan eşyalarının alınması amacıyla kısa süre için yanından uzaklaşıldığı esnada gürültü duyulması üzerine odaya dönüldüğünü ancak şahsın atladığının anlaşıldığını ve hemen 112 Acil Servisin arandığını beyan etmiştir. Kasten öldürme ve işkence iddialarına ilişkin olarak Başsavcılık, ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. 6/10/2020 tarihli kararda; görüntülerin incelemesinde şahsın gözaltında kaldığı sürede ve sevk işlemleri sırasında şahsa herhangi bir işkence ya da fiziksel müdahalede bulunulmadığının tespit edildiği, olay tarihinde alınan muayene raporlarıyla A.nın vücudunda darp ve cebir izi bulunmadığının anlaşıldığı, olayın tanığının alınan beyanına göre şahsın aşağı atlarken tek başına olduğu, arkasından tutmak için hamle yapan bir kişinin bulunduğu ancak başaramadığı, şahsın Emniyet Müdürlüğüne götürüldüğü sırada ve işlemler esnasında kelepçeli olmadığı, şüphelilerin üzerilerine atılı işkence ve kasten öldürme suçlarını işlediklerine dair kamu davası açılması için yeterli delil bulunmadığı ifade edilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararına yönelik itiraz Alanya Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 16/2/2021 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular, kasten öldürme ve işkence suçu isnadına ilişkin olarak verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleşmesini 22/3/2021 tarihinde öğrenmelerinin ardından 20/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer taraftan A.nın kontrol ve gözetim altında iken ihmal gösterilmesi sonucu balkondan atlayarak vefat etmesi temelinde kolluk görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma suçu isnadıyla düzenlenen iddianame Gazipaşa Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 27/10/2020 tarihinde kabul edilmiştir. Görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin ceza yargılaması derdesttir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/27677 | Başvuru, gözaltında meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; makul sürede yargılanma hakkının, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 29/5/2014, 2/5/2014, 2/6/2014, 10/5/2014, 16/5/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 2014/5985 numaralı başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca 2014/6843, 2014/6902, 2014/7865, 2014/7867, 2014/7869, 2014/8117 numaralı başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2014/6843, 2014/6902, 2014/7865, 2014/7867, 2014/7869, 2014/8117numaralı başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Farklı tarihlerde yapılan 2014/6843, 2014/6902, 2014/7865, 2014/7867, 2014/7869, 2014/8117numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2014/5985 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/5985 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:Başvurucu Hüsnü Neslioğlu 23/5/2002 tarihinde, diğer başvurucular ise 16/5/2002 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Başvuruculardan İsmail Soylu 23/5/2002 tarihinde tutuklanmış, 2/7/2002 tarihinde salıverilmiştir. Aydın Cumhuriyet Başsavcılığının 23/5/2002 tarihli iddianamesi ile mükerrer bilet kullanma sonucu zimmetine para geçirdiği iddiasıyla başvurucular hakkında kamu davası açılmıştır. Aydın Ağır Ceza Mahkemesinin 11/5/2007 tarihli kararı ile başvurucuların beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 2/3/2010 tarihli ilamı ile hüküm bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılama sonucunda Aydın Ağır Ceza Mahkemesinin 27/2/2013 tarihli kararı ile " Gişe memuru olan sanıklar hakkında mükerrer bilet kullanarak zimmetlerine para geçirdikleri iddia edilmektedir... uyulan bozma ilamı gereğince aldırılan bilirkişi raporunda da yapılan incelemeler sonucunda sanıkların zimmet yada ihtilasen zimmet fiilini işledikleri yolunda bir bulgu ve sonuca varılmadığının bildirildiği görülmüştür. Bu deliller karşısında, amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olan ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden birisi olan "şüpheden sanık yararlanır (in dubio proreo)" ilkesi ve AİHS'nin 6/2 maddesinde garanti altına alınan masumiyet karinesi uyarınca sanıkların üzerlerine atılı suçu işlediklerini gösterir mahkumiyetine yeterli her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği anlaşıldığından CMK.nun 223/2-e maddesi gereğince yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle sanıkların beraatine karar vermek gerekmiş" gerekçesiyle başvurucuların beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Ceza Dairesinin 13/2/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5985 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, İlk Derece Mahkemesinin başvuru konusu eylemi somut olayla ilgisi olmayan bir madde kapsamında değerlendirmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 30/12/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 27/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 6/4/2015 tarihli görüş yazısı 29/4/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul ilinde 8/4/2013 tarihinde, belirtilen hız limitini aştığının video kameralı radarla tespit edildiği gerekçesiyle Anadolu Yakası Bölge Trafik Denetleme Şube Müdürlüğü tarafından hakkında tesis edilen idari para cezasının iptali istemiyle İstanbul Anadolu Sulh Ceza Mahkemesine başvuruda bulunmuştur. Anılan Mahkemenin 9/12/2013 tarihli kararıyla başvuru kesin olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"...İtiraz eden itiraz dilekçesinde, 08/04/2013 tarihinde, İstanbul İli Kartal İlçesi Kartal Bağlantı Yolu olarak belirtilen E-80 Kartal Bağlantı Yolu üzerinde seyir halinde iken; 34 HD 8742 plakalı Audi marka aracıyla hız sınırını aştığından bahisle ceza tutanağı düzenlendiğini, hız sınırının o bölgede kaç km/sa olduğunu ve hızın tespitinin nasıl yapıldığını tutanaktan anlaşılmadığını, Karayolları Trafik Kanunu’nun maddesinin fıkrasının cümlesinde yazılı 'sürücüsü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da ceza tutanağı düzenlenir.' hükmünün iptal edildiğinin bu nedenlerle düzenlenen tutanağın hukuka aykırı olduğunu beyan etmiştir.İtiraz dilekçesi, idarenin vermiş olduğu cevap dilekçesi ve tüm dosya kapsamına göre; 08/04/2013 tarih ve 244379 seri nolu ceza tutanağının Kartal Bağlantı Yolu mevkiinde yapılan radar uygulaması esnasında 34 HD 8742 plaka sayılı araç sürücüsünün araçlar için 70 km hız sınırı olan bölgede 104 km hız ile araç kullandığı gerekçesiyle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 51/2-b (hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını %30 dan fazla aşmak) maddesi gereğince itiraz eden adına kayıtlı aracın tescil plakasına idari para cezası tanzim edildiği Karayolları Trafik Kanunu’nun maddesinin cümlesinde yazılı 'sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da ceza tutanağı düzenlenir.' hükmü iptal edilmiş ise de; 24/05/2013 tarih 6487 sayılı Yasanın maddesiyle değişik 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun maddesinin fıkrasının son cümlesinde yazılı 'ayrıca aracın sürücü belgesiz kişilerce sürmesine izin veren araç sahibine de tescil plakası üzerinden aynı miktarda idari para cezası verilir.' hükmünün getirildiği; böylece düzenlenen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmış(tır)..." Anılan karar başvurucu vekiline 19/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 30/12/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Hangi fiillerin kabahat oluşturduğu, kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi; kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriği, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabilir.(2) Kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarı, ancak kanunla belirlenebilir.” 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Motorlu araçların, sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesi ve sürülmesine izin verilmesi yasaktır....Buna göre;a) Sürücü belgesi olmayanların,…araç kullanarak trafiğe çıktıklarının tespiti hâlinde, bu kişilere 407 Türk Lirası idari para cezası verilir. Ayrıca, aracın sürücü belgesiz kişilerce sürülmesine izin veren araç sahibine de tescil plakası üzerinden aynı miktarda idari para cezası verilir.” Aynı Kanun’un maddesinin Anayasa Mahkemesinin 29/11/2012 tarihli ve E.2012/106, K.2012/190 sayılı kararı ile iptal edilen üçüncü fıkrasının dördüncü cümlesi şöyledir:“… Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” Aynı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Hız ölçen teknik cihaz veya çeşitli teknik usullerle yapılan tespit sonucu hız sınırlarını yüzde ondan yüzde otuza (otuz dahil) kadar aşan sürücülere 64 700 000 lira, yüzde otuzdan fazla aşan sürücülere 131 900 000 lira para cezası uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1292 | Başvuru, İlk Derece Mahkemesinin başvuru konusu eylemi somut olayla ilgisi olmayan bir madde kapsamında değerlendirmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 1 |
Başvuru, avukatın duruşma düzenini bozduğu gerekçesine dayanılarak kolluk görevlileri tarafından duruşma salonundan dışarı çıkarılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ve bu olaya ilişkin şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul'da yaşamakta ve avukat olarak çalışmaktadır. 27/4/2017 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinde hazır bulunan başvurucu, sanık olarak yargılanan B.Y. ve Ö.Y.nin avukatı olduğunu ancak henüz vekaletnameleri mahkemeye ibraz edemediğini beyan ederek duruşmaya katılmıştır. Mahkeme Heyetince sanık Ö.Y.nin sorgusu yapılırken diğer sanık B.Y. ile konuşması nedeniyle başvurucu avukat, Mahkeme Başkanı tarafından uyarılmıştır. Bu aşamadan sonra yaşananlarla ilgili başvurucu anlatımı ile Duruşma Tutanağı'na yansıyan bilgiler arasında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Başvurucunun anlatımına göre Ö.Y.nin sorgusu yapılırken diğer sanık B.Y.ye savunmasına ilişkin bazı hatırlatmalarda bulunduğu esnada Mahkeme Başkanı "Avukat bey müvekkilinizle konuşamazsınız." şeklinde başvurucuyu uyarmış, başvurucu avukatlık mesleği gereği sanıkla konuşabileceğini söyleyerek müdahaleye itiraz etmiş, daha sonra Mahkeme Başkanı ile başvurucu arasında yargılama usulü hususunda kısa bir tartışma yaşandıktan sonra Mahkeme Başkanı "Avukat bey, ben zaten sizi davaya kabul etmeyeceğim. Siz vekaletname olmadan duruşmaya katılamazsınız. Bugün talepte dahi bulunamazsınız. Sadece oturabilirsiniz." diyerek başvurucudan oturmasını istemiştir. İddiaya göre Mahkeme Başkanı, başvurucunun itirazlarına devam etmesi üzerine "Avukat bey, duruşma düzenini bozmaktan sizi dışarıya atacağım." diye başvurucuyu bir kez daha uyardıktan sonra kolluk memurlarını çağırarak "Polis atın şunu, atın şunu." şeklinde talimat vermiş ve başvurucu duruşma salonundan çıkarılmıştır. Kolluk görevlilerine dışarı çıkmayacağını söyleyen ve zor kullanılarak dışarı çıkarılırken kolluk görevlilerince darbedildiğini dile getiren başvurucu; müvekkillerinin önünde yaklaşık beş metre sürüklendiğini, ardından kolları ve bacaklarından tutularak salondan koridora atıldığını ileri sürmüştür. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 27/4/2017 tarihli Duruşma Tutanağı'nın ilgili kısmı şöyledir:"...(bu sırada sanıklar müdafi olacağını bildiren Av. Suat Eren'in belirli bir zaman içerisinde sanığın bulunduğu bölgeye geçtiği görüldü, kendisi ikaz edildi. Ayrıca diğer sanığın savunması alınırken bu görüşmenin uygun olmadığı, ayrıca müdafi ile görüşme yerinin duruşma salonu olmadığı, hukuki yardım verme konusunda fikir alışverişi yapabileceği, dosyaya şu an usule uygun sunulmuş vekaletname olmadığı, bu sanık yönünden de CMK 150/3 md.since görevlendirilmiş müdafi bulunduğundan yasada düzenlenen şekliyle iradi olarak kendisini sanık müdafi olarak atama ve sanığın da müdafiyi vekaletname olmadan atılı eylem yönünden seçme yetkisinin ve serbestisinin bulunmadığı hatırlatılarak aksi davranışın devam ettirildiği takdirde - "ben 16 yıllık avukatım, bana müdafiliği mi öğreteceksiniz" vb.- sözler söylenip bu davranışlara devam ettiği takdirde salondan çıkarılacağı yönünde son kez ihtar edildi, diğer sanığın savunmasının tespitine devam olundu.)G/D: Sanıklar müdafi olacağını bildiren, gerekli ikazlara rağmen aynı benzeri konuşmalarını sürdüren Av. Suat Eren'in duruşma inzibatını bozmaktan dolayı dışarı çıkarılmasına oy birliği ile karar verildi. Kendisi dışarıya davet edildi. Gerektiğinde zor kullanılacağı kendisine aktarıldı, buna rağmen çıkmadığı anlaşıldığından güvenlik amaçlı çağırılan polis memurları ve özel güvenlik marifetiyle zor kullanılması istenilerek salondan çıkarıldı. Açık yargılamaya devam olundu." Başvurucu, kendisini salondan çıkaran kolluk ve güvenlik görevlileri hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) 4/5/2017 tarihinde şikâyette bulunmuştur. Başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporu bulunmamaktadır. Savcılıkça şüpheli güvenlik görevlisi F. ile kolluk görevlileri ve İ.S.nin ifadeleri alınmıştır. Şüpheliler suçlamaları kabul etmemiştir. i. F. savunmasında duruşmanın yapıldığı salonun kapısı açıldığında içeride kolluk memurları ve İ.S.yi gördüğünü, kendisine içeri gelmesi için işaret ettiklerini, salona girdiğinde başvurucu ile Mahkeme Başkanı'nın tartıştığını ve Mahkeme Başkanı'nın avukatı kastederek "Bunu dışarı çıkarın." dediğini ifade etmiştir. ii. ve İ.S. savunmalarında; duruşma başladığında sanığın sorgusu esnasında başvurucunun savunmaya müdahale etmek istediğini, Mahkeme Başkanı'nın da başvurucunun zorunlu müdafii bulunduğunu, müdafii vasıtasıyla savunma yapıldıktan sonra sanığın kabul etmesi hâlinde kendisine söz vereceğini ifade ettiğini ancak başvurucunun "Ben 16 yıllık avukatım istersen sanığın yanına gidip savunma yaparım istersem sanığı yanıma alıp savunma yaparım, buna siz karışamazsınız." dediğini ve bunun üzerine tartıştıklarını, Mahkeme Başkanı'nın da kendisine sürekli yargılama usulünü hatırlatarak "Sizi dışarı çıkarmak zorunda kalacağım." diyerek başvurucuyu uyardığını ifade etmiş; başvurucunun "Böyle bir hakkınız yok." diye cevap verdiğini ve o esnada sanığın savunmasına geçildiğinde başvurucu, sanığın yanına gidip kulağına bir şeyler söylemeye başlayınca Mahkeme Başkanı'nın başvurucunun davranışını zapta geçtiğini ve başvurucuya yerine oturmasını bir daha yerinden kalkması hâlinde kendisini dışarıya çıkaracağını söylediğini belirtmişlerdir. Başvurucu "Bana işimi öğretemezsiniz, böyle bir hakkınız yok, çıkmıyorum." diye cevap verince kendilerine hitaben Başkan'ın "Durumu zapta geçtim, salondan dışarı çıkarın." diyerek talimat vermesi üzerine başvurucuyu dışarıya çıkardıklarını beyan etmişlerdir.iii. Her üç şüphelinin de başvurucunun dışarı çıkarılması esnasında yaşananlarla ilgili beyanları benzerdir. Şüpheliler kısaca "Avukat bey, bizi de kendinizi de zor durumda bırakmayın kendiliğinizden dışarı çıkarsanız çok iyi olur." diyerek başvurucuyu dakikalarca ikna etmeye çalıştıklarını, başvurucunun çıkmamakta ısrar ettiğini, bilgisayar monitörünün bulunduğu masaya tutunarak direnmesi esnasında polis memuru nin monitörü düşerken yakaladığını, başvurucunun bu sırada duruşma salonunun ortasına uzunlama yatarak "Beni sürükleyerek çıkarın." dediğini, güvenlik görevlisi F.nin başvurucuyu bacaklarından, polis memuru İ.S.nin ise kollarından tutmak suretiyle duruşma salonunun dışarı çıkarırken başvurucunun kendilerine hitaben "Ben zaten böyle çıkmak istiyordum." dediğini dile getirmişlerdir. Başvurucunun duruşma salonundan çıkarılmasına ilişkin görüntüler bilirkişi tarafından incelenmiştir. 18/5/2017 tarihli bilirkişi raporunda, güvenlik ve kolluk görevlilerince başvurucunun ayaklarından, koltuk altlarından ve sağ elinden tutularak bir süre taşındığı belirtilmiş; ayrıca polis memurlarından biri ile başvurucu arasında geçen konuşmalara yer verilmiş, görüntülere ilişkin fotoğraflar rapora eklenmiştir. Bir polis memurunun başvurucuya hitaben "Avukat bey bak bu sizin yaptığınız doğru bir şey değil, akıllı olun lütfen, avukat bey siz kendinize yakıştırdınız mı, bizlik bir şey değil, ama bizlik bir şey yok, biz talimata uyarız, avukat bey sizden rica ediyorum." dediği, başvurucunun ise "Yakıştırdınız mı kendinize, bir avukatı böyle dışarı çıkarıyorsunuz, adamın özel müdafisiyim, diyorum ki özel müdafisiyim bende vekaletname var, diyor ki sen dışarı çıkacaksın." diyerek yanıt verdiği raporda vurgulanmıştır. Savcılıkça 8/11/2017 tarihinde şüpheliler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:" Yürütülen soruşturma neticesinde,İfade edilmelidir ki ceza muhakemesinde duruşmanın yönetimi, mahkeme başkanı veya hâkime ait bir yetkidir (CMK.192/1). Ayrıca mahkeme başkanı veya hâkim, duruşma düzenini sağlamakla da yetkilidir (CMK.203/1). Öte yandan, duruşma tutanağı; bunun şekli, geçerliği ve içeriğine ilişkin esaslar da CMK.219 vd.' de düzenlenmiştir. Bu hükümler ışığında, somut olay ele alındığında, Mahkeme başkanının, duruşma düzenini sağlama hususunda sahip olduğu yetkiye istinaden, Müştekinin duruşma salonundan çıkarılmasını sağladığı anlaşılmaktadır. Bu yetkinin, hukukî sınırlar dahilinde ve usulüne uygun olarak kullanılıp kullanılmadığı, bu soruşturmanın konusunun dışında olup, bu yetkiye istinaden verilen emri yerine getiren Şüphelilerin, 2017 tarihli Bilirkişi Tutanağı'ndan da anlaşıldığı üzere, Müştekiye yönelik suç teşkil eden bir eylem gerçekleştirdikleri yolunda delil bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bir an için Mahkeme başkanın duruşma düzenini sağlama yetkisini hukuka aykırı olarak kullanması nedeniyle Şüphelilerin konusu suç teşkil eden bir emri yerine getirdikleri düşünülebilirse de bu hâlde de Şüphelilerin kastı kaldıran bir hata hâli olarak TCK.30/1 hükmünden yararlanmaları gerekir.Açıklanan nedenlerle,Kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına..." Başvurucu, Savcılık kararına itiraz etmiş; başvurucunun itirazı Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 25/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun duruşma salonundan çıkarılması ile ilgili görüntülerin yayımlandığı internet (video) sitesiyle ilgili bilgi başvuru formunda yer almaktadır. Anayasa Mahkemesince yapılan incelemede, avukat cübbeli bir kişinin kolluk ve güvenlik görevlilerince el ve ayaklarından tutulmak suretiyle bir mahkeme salonundan çıkarılarak adliye koridorunda yere bırakıldığı görülmektedir. Bunun dışında görevlilerin başvurucuya fiziksel müdahalede bulunduğuna ilişkin bir görüntü bulunmamakta, bir kolluk görevlisi ile başvurucu arasında bilirkişi raporuna yansıyan konuşmanın gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Başvurucu ayrıca yaşanan müdahaleyle ilgili olarak 1/12/2017 tarihinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gereğince Ağır Ceza Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda başvurucunun talebinin "hâkimin sorumluluğu nedenine dayalı tazminat davası olduğu, talebin Ceza Muhakemesi Kanununun Maddesine ve mülga 466 sayılı yasaya dayalı tazminat talebi olmadığı" belirtilerek 20/8/2019 tarihinde davanın usul yönünden reddine karar verilmiştir. Anılan karar istinaf incelemesinde İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından ortadan kaldırılarak esas yönünden yapılan değerlendirmede "mahkeme başkanının özel amaç ve kastla hareket ettiğine ilişkin delil olmadığı" gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Söz konusu dava, inceleme tarihi itibarıyla temyiz aşamasındadır. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 - 5328 S.K./mad) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;...d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,...İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun’un “Görevi yaptırmamak için direnme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihadını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3081 | Başvuru, avukatın duruşma düzenini bozduğu gerekçesine dayanılarak kolluk görevlileri tarafından duruşma salonundan dışarı çıkarılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ve bu olaya ilişkin şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Facebook hesabından yaptığı paylaşım ve yorum sebebiyle aleyhine manevi tazminata hükmedilmesinin başvurucunun ifade özgürlüğünü, ilk derece mahkemesi kararının kesin nitelikte olmasının ise adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi başkan yardımcısı vekili olan, Tekirdağ'da tanınan ve aynı zamanda ana muhalefet partisinin Tekirdağ il teşkilatlanmasında etkin konumda olduğu ileri sürülen K.nın ana muhalefet partisinin aldığı karara aykırı hareket ederek tarla vasıflı bir taşınmazın 1/000 imar planı değişikliğine olumlu oy kullanması yerel medyada haberlere konu olmuştur. Bunun üzerine yerel bir gazetenin Facebook hesabından 10/1/2020 tarihinde ''CHP'li Meclis Üyesi Neden Evet Dediğini Açıkladı'' başlıklı haber yayımlanmış ve muhabir, K.nın neden parti kararına rağmen olumlu oy kullandığına dair bazı iddialarda bulunmuştur. Başvurucu bu haberin altına, ''CHP'sini kendi çıkarları için rant çukuruna sokan bu meclis üyesi kesinlikle ihraç edilmelidir'' şeklinde bir yorum yapmıştır. Başvurucu yine Facebook hesabından olaya ilişkin başka bir paylaşımda daha bulunmuştur. Başvurucunun ihtilafa konu paylaşımı şöyledir: ''Chp Süleymanpaşada kendi yerini imara açmak ve parasına para katmak isteyen meclis üyesi yüzünden imar rantına bulaştırılmıştır, CHP Süleymanpaşa İlçe Başkanlığı bu meclis kararına itiraz etmelidir, burada kamu yararı yoktur. kendi yerini imar rantına açmak için el kaldıran meclis üyesi hakkında tüzük gereği işlem yapılmalıdır.'' Başvurucu aleyhine Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına, K.ya görüntülü ve sesli yayın yoluyla hakaret ettiği iddiasıyla şikâyet dilekçesi sunulmuştur. Savcılık, ihtilaflı ifadelerin ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu, hakaret suçunun sübuta ermediğini değerlendirdiğinden başvurucu hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Yine başvurucunun ifadeleri sebebiyle 000 TL manevi tazminat talebiyle asliye hukuk mahkemesinde dava açılmıştır. İlk derece mahkemesi somut olayda, ihtilaflı sözlerin eleştiri sınırlarını aştığını değerlendirmiş; ifadelerin ağırlığı, davacının konumu ve tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını dikkate alarak davanın kısmen kabulüne, 000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Kararın hüküm kısmında, kabul edilen ve reddedilen miktarlar yönünden kararın kesin olduğu belirtilmiştir. Kararın henüz taraflara tebliğ edilmediği, başvurucu vekili tarafından UYAP sistemi üzerinden okunduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 17/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/2641 | Başvuru, Facebook hesabından yaptığı paylaşım ve yorum sebebiyle aleyhine manevi tazminata hükmedilmesinin başvurucunun ifade özgürlüğünü, ilk derece mahkemesi kararının kesin nitelikte olmasının ise adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bitlis ili Hizan ilçesi İçlikaval-Hıdır mezrasında ikamet etmekte iken yerleşim yerinde yaşanan terör olayları nedeniyle yerleşim yerini 1993 yılında terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Diyarbakır 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 13/7/1991 tarihli kararı ile başvurucu, PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yapması nedeniyle 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun maddesi gereğince 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmış, bu hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu 27/9/2004 tarihinde, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Bitlis Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyonun 25/4/2006 tarihli ve 578 sayılı kararında, başvurucuya 000 TL ödenmesine karar verilmiştir. Komisyon kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte başvurucuya sulhname tasarısı gönderilmiş; sulhname, başvurucu tarafından 25/6/2007 tarihinde imzalanmıştır. Sulhnamede belirtilen tazminat miktarının ödemesi yapılmadan önce başvurucunun sabıka kaydının bulunduğunun Komisyonca tespit edilmesi üzerine Komisyonun 8/4/2008 tarihli ve 2008/2-139 sayılı kararı ile terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurunun incelenmesi sonucunda başvurucunun 765 sayılı mülga Kanun'un maddesinde düzenlenen "suç nedeniyle sabıka kaydı"nın bulunması gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Van İdare Mahkemesinde iptal davası açılmıştır. Van İdare Mahkemesinin 24/6/2009 tarihli ve E.2008/7, K.2010/582 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 7/11/2012 tarihli ve E.2011/7244, K.2012/7680 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 26/12/2013 tarihli ve E.2013/13535, K.2013/12165 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararı başvurucu vekiline 6/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4220 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hususi pasaport alma talebiyle 12/5/2009 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine söz konusu idari işlemin ve dayanağı olan genelgenin iptali ile uğradığı zararın tazmini istemiyle 14/7/2009 tarihinde Danıştay Onuncu Dairesinde açtığı iptal ve tam yargı davasının halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talep etmiştir. Başvuru, 5/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 23/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Anayasa Mahkemesinin 7/2/2008 tarih ve E.2004/30, K.2008/55 sayılı; 24/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu’nun maddesinin (A) bendinin (5) numaralı fıkrasında yer alan “..yine yanında yaşayıp reşit bulunmayan erkek çocuklarına da..” ibaresinin iptali kararını dayanak göstererek hususi damgalı pasaport alma talebiyle 12/5/2009 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne başvurmuştur. Başvurucu, talebinin 15/5/2009 tarihinde reddedilmesi üzerine, söz konusu idari işlemin ve dayanağı olan genelgenin iptali ile uğradığı zararın tazmini istemiyle 14/7/2009 tarihinde Danıştay Onuncu Dairesinde Ankara Valiliği ve İçişleri Bakanlığı aleyhine dava açmıştır. Danıştay Onuncu Dairesinin 27/3/2014 tarih ve E.2009/9556, K.2014/1931 sayılı ilamıyla; idare tarafından dava konusu işlemin, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 13/2/2009 tarih ve 2009/19 sayılı genelgesi dayanak alınarak tesis edildiği, Anayasa Mahkemesince anılan iptal kararının resmi gazetede yayımlanmasından itibaren bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar verildiği ve kararın uygulamaya geçeceği 19/3/2009 tarihine kadar mevcut uygulama doğrultusunda hareket edilerek işlem tesis edildiği, başvurucunun Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girdikten sonraki 12/5/2009 tarihinde yaptığı başvurusunun reddine dair kararın hukuka uygun olmadığı, iptali istenen genelgenin 22/6/2009 tarih ve 15171 sayılı genelge ile yürürlükten kaldırıldığı gerekçesiyle dava konusu genelge ve talimat yazısı yönünden karar verilmesine yer olmadığına, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı doğrultusunda cinsler arası ayrımcılığa yol açan ve eşitlik ilkesine aykırı bir düzenleme içeren İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 13/2/2009 tarih ve 2009/19 sayılı genelgesine göre tesis edilen başvurucunun hususi damgalı pasaport alma talebinin reddine ilişkin işlemin iptaline ve bu nedenle meydana gelen zararın tazminine karar verilmiştir. Karar, İçişleri Bakanlığı ve Ankara Valiliği tarafından temyiz edilmiş olup, temyiz incelemesi halen devam etmektedir. Başvurucu, 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1478 | Başvurucu, hususi pasaport alma talebiyle 12/5/2009 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine söz konusu idari işlemin ve dayanağı olan genelgenin iptali ile uğradığı zararın tazmini istemiyle 14/7/2009 tarihinde Danıştay Onuncu Dairesinde açtığı iptal ve tam yargı davasının halen devam ettiğini ve makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, kamuya ait tesisin özelleştirilmesinden sonraki süreçte iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacakların Mahkeme kararına rağmen tahsil edilememesi, idarenin kusuruna dayalı olarak açılan davanın da süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun çalıştığı kamuya ait Türkiye Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş. Genel Müdürlüğü (TESTAŞ), Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleştirilerek bu kurum tarafından işletilmeye başlanmıştır. TESTAŞ, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirme yoluyla 31/12/1995 tarihinde T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’ye satılmış, başvurucu özelleştirilen bu şirkette çalışmaya devam etmiştir.A. Aydın İdare Mahkemesinin E.1995/2342 Sıra Sayısına Kayden Görülen Dava Süreci S.K. isimli şahıs tarafından Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine 1995 yılında Aydın İdare Mahkemesinde açılan davada, güvenoyu almamış Başbakan’ın Özelleştirme Yüksek Kuruluna atama yapamayacağı, dolayısıyla Özelleştirme Yüksek Kurulunun teşekkül etmediği ve özelleştirme de yapamayacağı iddiasıyla TESTAŞ’a ait Aydın tesislerinin özelleştirme işleminin iptali talep edilmiştir. Aydın İdare Mahkemesi, 16/2/1999 tarihli kararla dava konusu işlemin iptaline karar vermiş, temyiz üzerine, Danıştay Onuncu Dairesinin 24/9/2001 tarihli ilamıyla hüküm onanmış, karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 31/1/2005 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. B. Ankara İş Mahkemesinde Görülen Dava Süreci Başvurucunun iş akdi T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. tarafından 26/4/1998 tarihinde feshedilmiş, bunun üzerine başvurucu, TESTAŞ Genel Müdürlüğü, Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine, Ankara İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasında, işçi olarak çalıştığı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün, tüm aktif ve pasifiyle Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğüne devredildiğini, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirilerek T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’ye satıldığını, iş akdinin işveren tarafından feshedildiğini, ancak işçilik alacakları ve tazminatlarının ödenmediğini, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının özelleştirme işlemi sırasında hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek işçilik tazminatları ve alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Ankara İş Mahkemesince, 12/11/2001 tarihinde verilen kararla, davalı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün dava tarihinden önce Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleşerek tüzel kişiliğinin sona erdiği, davalı Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünün, işyerinin özelleştirildiği 31/12/1995 tarihine kadar olan tazminat ve alacaklardan sorumlu olduğu, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine hizmet kusuruna dayalı açılan davada görevli yargı yerinin idare mahkemeleri olduğu belirtilerek davanın kısmen kabulüne, kıdem tazminatının, belirli kısmının davalı Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünden faizi ile birlikte, kalan kısmının davalılar Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’den müştereken ve müteselsilen tahsiline, davalı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün, Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleşmesi sonucu tüzel kişiliği sona erdiği için anılan davalı hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına, davalı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bakımından bu konuda idari yargı yeri görevli olduğu için davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/9/2002 tarihli ilamıyla hüküm onanmıştır. Manisa İcra Dairesinde Yürütülen İcra Takip Süreci Başvurucu, 2/4/2002 tarihinde Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine, Manisa İcra Müdürlüğünün E.2002/1393 sayılı icra takip dosyasında, Ankara İş Mahkemesinin 12/11/2001 tarihli kararına dayalı olarak icra takibi başlatmıştır. Her iki borçlu aleyhine ayrı ayrı icra emri gönderilerek söz konusu borçların faizleri ile birlikte ödenmesi istenmiştir. Borçlu Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü 22/4/2002 tarihinde icra takibine konu borcunu ödemiştir. Borçlu T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine yapılan icra takibi hâlen devam etmekte olup borçluya ait gayrimenkuller üzerinde haciz işlemi yapıldığı anlaşılmıştır. Aydın İdare Mahkemesinin E.2007/845 Sıra Sayısına Kayden Görülen Dava Süreci Başvurucu, 17/4/2007 tarihinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığına başvurarak Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünden tahsil ettiği tazminat dışında kalan miktarın ödenmesini istemiştir. Özelleştirme İdaresi Başkanlığının talebi reddetmesi üzerine başvurucu, 9/7/2007 tarihinde Aydın İdare Mahkemesinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine açtığı davada, davalının hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü dışında diğer borçludan tahsil edemediği tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Aydın İdare Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli kararında, başvurucunun Ankara İş Mahkemesinde açtığı davanın Özelleştirme İdaresi Başkanlığına ilişkin kısmının görevsizlik nedeniyle reddedildiği ve bu kararın kesinleştiği tespiti yapıldıktan sonra "görevsiz yargı yerine açılan davada, idari yargı mercilerinin görevli olduğundan bahisle verilen kararın kesinleşmesinden itibaren 30 günlük dava açma süresi içinde görevli idari yargı mercilerinde dava açılması gerekirken, Ankara İş Mahkemesince verilen kararın kesinleşmesinden yaklaşık 5 sene sonra yapılan başvurunun, zamanaşımına uğramış dava açma süresini ihya etmeyeceğinin açık olduğu" gerekçesiyle süre aşımı yönünden dava reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, Ankara İş Mahkemesinin anılan kararının onanmasına ilişkin Yargıtay kararının taraflara tebliğ edilmediği ve bu kararı öğrenme tarihinden itibaren süresinde dava açtığı iddiasıyla temyiz edilen bu karar, Danıştay Onikinci Dairesinin, 29/11/2011 tarihli ilamı ile "Tazminat talebini oluşturan davacının kıdem tazminatı ve sair alacaklarının TESTAŞ Aydın Tesislerinin özelleştirilmesi sırasında idarenin kusurlu hareket ettiği savına dayalı olarak talep edildiği, bu durumda, davanın özelleştirmeye ilişkin işlemle doğduğu ve davacının zararının doğduğunu öğrendiği tarih olan iş akdinin feshinden sonra 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen dava açma süresinde dava açmadığı anlaşıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmamaktadır" farklı gerekçesine dayanılarak onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiş, ilam başvurucuya 15/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2460 | Başvuru, kamuya ait tesisin özelleştirilmesinden sonraki süreçte iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacakların Mahkeme kararına rağmen tahsil edilememesi, idarenin kusuruna dayalı olarak açılan davanın da süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, resen yapılan tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak ve kanunda öngörülen süreye riayet edilmeksizin yapılması, ayrıca bu incelemeler sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi, tutukluluğa itiraz incelemelerinde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğa ilişkin kararların yakınlara tebliğ edilmemesi, tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması, tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların karara bağlanmasının gecikmesi, tahliye taleplerinin ve tutukluluğun devamı kararlarına yapılan itirazların değerlendirilmemesi, duruşmalarda verilen tutukluluğa ilişkin kararların tefhim ve/veya tebliğ edilmeyerek tutukluluğun devamına itiraz hakkının engellenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yapılan bir kısım açıklama nedeniyle masumiyet karinesinin; yargılamanın makul sürede tamamlanması, soruşturma ve kovuşturma sürecinde hukuka aykırı bazı uygulamalarda bulunulması ve şikâyette bulunulan bir olaya ilişkin soruşturmanın kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararı ile sonuçlandırılması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 14/4/2016, 30/10/2017 ve 23/7/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede 2016/8018 sayılı başvuru ile 2017/36653 ve 2018/21403 sayılı başvurular arasında konu ve kişi bakımından irtibat olması nedeniyle bu başvuruların 2016/8018 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürlüğünde başkomiser iken görev yaptığı Kurumda birtakım usulsüz işlemler yapıldığı, bu kapsamda zimmet suçunun işlendiği ve bunun üzerinin örtüldüğü iddiasıyla bazı kişiler hakkında 8/11/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuş; bunun üzerine Başsavcılık tarafından (2013/153711 numaralı) soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında aynı tarihte başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle; görevi gereği kendisine intikal eden bazı belgelerde bir kısım kişilerin sahte resmî evrak düzenleyerek Emniyet Müdürlüğünden para aldıklarını tespit ettiğini, bu hususu sıralı amirlerine ilettiğini, ayrıca bazı emniyet görevlileriyle birlikte tutanak düzenlediğini ancak ilgili personel hakkında işlem tesis edilmediğini, görevini yapmayan ve sahte evrak tanzim ederek zimmetine para geçiren kişiler hakkında gereğinin yapılmasını bir kamu görevlisi olarak istediğini belirtmiş ve Başsavcılığın ilgili kişilerin ifadelerini almasında fayda olduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan (2013/153711 numaralı) soruşturma dosyasında 16/4/2014 tarihinde tefrik kararı verilmiş ve başvurucu hakkında iftira ve suç uydurma suçlarından yeni bir (2014/55373 numaralı) soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun şikâyetleri üzerine başlatılan soruşturma hakkında ise 18/4/2014 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. Diğer taraftan başvurucu hakkındaki soruşturma dosyası 13/4/2015 tarihinde bir başka soruşturma dosyası (2014/8776 sayılı) ile birleştirilmiştir. Başsavcılık tarafından Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından yürütülen söz konusu soruşturma kapsamında başvurucu 16/4/2015 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınmıştır. Cumhuriyet savcısı 17/4/2015 tarihinde başvurucunun ifadesini almıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde genel olarak suçlamaları kabul etmemiş ve görev yaptığı Kurumda tespit edilen usulsüz işlemleri üstlerine bildirmesine rağmen bu olayın araştırılmadığını ve üzerinin kapatılmaya çalışıldığını, bunun üzerine 8/11/2013 tarihinde Savcılığa şikâyette ve suç duyurusunda bulunduğunu, sonrasında söz konusu usulsüzlük meselesiyle ilgili olarak görev yaptığı birime de 11/11/2013 tarihinde ihbar geldiğini öğrendiğini, bunun üzerine tekrar Başsavcılığa giderek üstlerinden müdür seviyesinde dört kişinin kendisine psikolojik baskı uyguladığından bahsedip onlardan şikâyetçi olduğunu söylemiştir. Başvurucu ifadesinde devamla 2013 yılı Ağustos sonrası için özel bir çalışma yapılmadığını, amirleri ile arasının iyi olduğunu, amirleri ile arasında herhangi bir husumetinin olmadığını, şikâyeti sonrasında ilgili Cumhuriyet savcısının belgeleri istemesi nedeniyle imzasız ve parafsız tutanakları şube dışına çıkararak savcıya götürdüğünü, bunların gizli belge olmadığını, sene sonunda imha edilecek evraklardan olduğunu,hiçbir gizli belgeyi şube dışına çıkarmadığını, yaz dönemi ile tayin olan amir ve müdürlerin telefonlarının bir zimmet davasıyla ilişkilendirilerek takibe alınmasının kendisinin görevi kapsamında olmadığını, özel bir kastı olmadığını, hiçbir şeye zemin hazırlamadığını, birilerine iftira atmak ve devletin güvenliğini zaafa uğratmak düşüncesinde olmadığını, suç duyurusunda bulunduktan sonraki işlemlerden haberdar olmadığını, bu işlemleri yürüten kişilerle herhangi bir ilişkisinin bulunmadığını, görevini yaptığını, sadece suç duyurusunda bulunduğunu, soruşturmada görev almadığını, suçlamaları kabul etmediğini, suç duyurusunda bulunduğu konu ile ilgili soruşturmanın arkasında olduğunu beyan etmiştir. Başsavcılık, başvurucuyu Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında; başvurucunun da aralarında olduğu bazı emniyet mensuplarının İstanbul Emniyet Müdürlüğünde yasa dışı örgütlenme oluşturup suç işlemek amacıyla bir araya geldikleri, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuzu, gücü ve yasaların verdiği yetkileri görevin gereklerine aykırı kullanarak amaçlarına ulaşmak için seri halde ve birbirini takip eden araç suçları işledikleri bu kapsamda -suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve üye olma, suç uydurma, iftira, görevi kötüye kullanma, özel hayatın gizliliğini ihlal, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, siyasal veya askerî casusluk, göreve ilişkin sırrın açıklanması, kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği, kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma, bilişim sistemine girme, sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, soruşturmanın gizliliğini ihlal- suçlarını aynı zamanda çok sayıda kişiye karşı icra ettikleri, bu kişilerin asıl amaçlarının bu suçlara konu fiiller vasıtasıyla Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçu olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Anılan yazıda ayrıca İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli şüpheliler ile -başvurucunun da görev yapmakta olduğu- İstihbarat Şube Müdürlüğündeki şüphelilerin fikir ve eylem birliği içinde oldukları belirtilmiş; bu kapsamda İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli bir memurun zimmet suçunu işlediği iddiasıyla başlatılan 2013/153711 numaralı soruşturmanın daha sonra planlı ve hukuka uygun görünümü verilmeye çalışılarak hukuk dışı amaç ve gayelerle devlet imkânlarının ve kanunların araç olarak kullanıldığı bir sürece dönüştüğü değerlendirilmiştir. Başsavcılık bu bağlamda söz konusu soruşturma dosyası vesilesiyle yasal bir soruşturma adı altında başta şüphelisi bir tek memur olan ve işlendiği iddia edilen zimmet suçuna, keyfî ve soruşturmanın amacını aşar bir şekilde, zorlama yorumlarla iftira atılarak ve suç uydurularak öncelikle İstihbarat Şube Müdürlüğünün 17-25 Aralık süreci öncesi ataması yapılan üst yönetim kadrosunun soruşturmaya dâhil edildiğine hatta ilerleyen süreçte de zimmet suçunu işleyemeyecek emekli bir memurun da soruşturma kapsamına alındığına dikkat çekmiştir. Başsavcılığa göre; başvurucunun da aralarında olduğu şüpheliler bir anlamda tanzim etmiş oldukları raporlarla işledikleri suçların delillerini oluşturarak bu bağlamda şüphelilerce niyet ve amaçlarını ortaya koyar bir şekilde Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı'nın dinlenmesine teşebbüs edilmiş, yine aynı dosya kapsamında -tanık ifadesine atfen- dinlemelerin yapıldığı süre zarfında MİT Bölge Başkanlığı ile ilgili olarak da (soruşturmayla bağlantısı bulunmayan) hukuksuz taleplerde bulunulmuş ve talimatlar verilmiştir. Böylelikle devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme suçunun unsurları içinde yer alan devletin güvenliği veya iç ya da dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarı ile gizli kalması gereken bilgilerin yasal görünümlü bir soruşturma adı altında temin edilerek söz konusu soruşturmanın istenen bu amaca yönelik elverişli bir hâle getirildiğini, ayrıca özel hayatları ihlal edilen kişilerin mağduriyetine sebebiyet verildiğini değerlendiren Başsavcılıkça; 18/12/2013 tarihinde (17-25 Aralık soruşturmaları kapsamında ilk operasyonun yapıldığı günün ertesi günü) yeni bir şube müdürünün görevlendirilmesi üzerine diğer bazı soruşturma dosyaları yeni gelen personele devredilirken bu soruşturma dosyasında farklı bir yöntem uygulandığına dikkat çekilerek bu kapsamda anılan dosyada iletişimin tespiti kararına konu telefon dinleme süresi henüz yeni başlamış ve devam etmekte iken tüm bu dinlemelerin sebep ve gerekçesi belirtilmeksizin 17-18/12/2013 tarihlerinde sonlandırıldığı ifade edilmiştir. Başvurucunun sorgusu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinde 20/4/2015 günü yapılmış; sorgu sırasında başvurucunun müdafii hazır bulunmuştur. Başvurucu sorgudaki savunmasında genel olarak Başsavcılıktaki ifadesinde dile getirdiği açıklamaları tekrar etmiştir. Başvurucunun müdafii ise müvekkilinin şikâyet ettiği kişiler arasında Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin herhangi bir üyesinin bulunmadığını, suçun maddi unsurlarından olan cebir ve şiddet ile ilgili kendilerine herhangi bir isnatta da bulunulmadığını, siyasal ve askerî casusluk suçlaması yönünden kendilerine bildirilmiş bir fiil olmadığını, müvekkilinin Başsavcılığa sunmuş olduğu belgelerin herhangi bir gizlilik derecesi içermediğini, zaten bu belgelerin savcı tarafından istendiğini, devlet sırrı niteliği de taşımadığını ifade etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 20/4/2015 tarihinde başvurucunun Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde suç tarihi itibariyle organize suçlar ile mücadele şube müdürü ve İstanbul istihbarat Şube müdürlüğünde başkomiser olarak görev yaptıkları, bu görevleri dolayısıyla silahlı kolluk kuvveti olarak görev yaptıkları, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün hiyerarşik yapısı içerisinde altlık üstlük ilişkilerini kullanarak, yasadışı örgütlenme oluşturdukları, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuz ve gücü yasaların verdiği yetkileri görevlerinin gereklerine aykırı olarak kullanarak isnat edilen amaç suçlara ulaşmak amacıyla bir kısım araç suçları işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesi ve delilin bulunduğu, devletin yapısı dışında başka bir hiyerarşik düzene göre hareket eden bir yapıya göre hareket etmelerinin söz konusu olduğu, bu amaçla siyasal operasyonlara kalkışıldığı, bu amaçla zimmet ve benzeri bir takım suçlar ile mücadele ediliyormuş görüntüsü altında, adli mercilerde yanıltılmak suretiyle tutanaklar tutularak soruşturmaların başlatıldığı, bu soruşturmalar çerçevesinde soruşturma başlatılan suçlar ile ilgisi olmayan özellikle İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerinin iletişiminin dinlenmesini sağladıkları, bu dinlemenin de istihbarat şube müdürlüğü yönetim kadrosuna atanan bir kısım amir ve memurların ne şekilde hareket edeceklerini önceden tespite çalışıldığı, bu amaç ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanının'da dinlenmeye teşebbüs edildiği, yapılan dinlemeler çerçevesinde dinleme yapacak personele MİT bölge başkanlığı ile ilgili soruşturma konuları ile ilgisi olmayan talimatlar verildiği, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme suçunun unsurları içerisinde yer alan devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken belgeleri yasal görünümlü bir soruşturma adı altında temin edildiği,bu hususların dosyada beyanları mevcut bir kısım emniyet personeli tanıkların beyanları ve gizli tanıkların beyanlarından anlaşıldığı, şüphelilerin atılı suçları işledikleri yönünde yoğun ve seri kasıtlarının bulunduğu, şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini araç suçları ellerinde bulundurdukları kamu gücü nedeniyle cebir ve şiddet vasıtası olarak kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin görevini yapmasını kısmen engellemeye teşebbüs ettikleri,şüphelilerin personel oldukları İstanbul Emniyet Müdürlüğü içerisinde görev ifa etmeleri nedeniyle zaten silahlı bir güç olduğu, bu itibarla bu şüphelilerin üzerilerine atılı suçlar yönünden; kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu, bu suçların yasada öngörülen cezalarının alt ve üst sınırı, bu suçların önemli ve ciddi sayılan suçlardan olması hasebiyle tutuklama nedeninin varsayıldığı, atılı suçların katalog suçlardan olduğu, CMK'nun ve devamı maddelerinde belirtilen tutuklama yasağı veya yargılama engeli gibi halin bulunmadığı, atılı suçlar yönünden şüphelilerin alabileceği ceza miktarı gözönüne bulundurulduğunda kaçabilecekleri yönünde şüphe bulunduğu, soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, çok kapsamlı bir şekilde ve çok yönlü olarak soruşturmanın devam ettiği, bu anlamda şüphelilerin delilleri yok etme,gizleme,tanık ve mağdurlar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, atılı suçlar yönünden beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde 'ölçülülük' ilkesi uyarınca daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, kanaatine varıl[mıştır.]" İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 21/3/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir :"... Şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünde suç tarihleriitibariyle çeşitli şube ve bürolarda müdür, müdür yardımcısı, amir ve memur olarak görev yaptıkları, şüphelilerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içerisinde altlık üstlük ilişkilerini kullanarakyasadışı örgütlenme oluşturdukları, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuz ve gücü,yasaların verdiği yetkileri görevlerinin gereklerine aykırı olarak kullanarak isnat edilen amaç suçlara ulaşmak amacıyla bir kısım araç suçları işledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesini gösterendelillerin bulunduğu,şüphelilerin devletin yapısı dışında başka bir hiyerarşik düzene göre hareket eden bir yapıyı esas alarakhareket etmelerinin söz konusu olduğu, bu amaçla zimmet ve benzeri bir takım suçlar ile mücadele ediliyormuş görüntüsü altında hareket ederekve bu kapsamdaadli mercileri de bilerek ve isteyerek yanıltmak suretiyle tutanaklar tutularak soruşturmaların başlatıldığı, bu soruşturmalar çerçevesinde soruşturma başlatılan suçlar ile ilgisi olmayan özellikle İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerinin iletişiminin dinlenmesini sağladıkları, bu dinlemenin de istihbarat şube müdürlüğü yönetim kadrosuna atanan bir kısım amir ve memurların ne şekilde hareket edeceklerini önceden tespite çalışıldığı, bu amaç ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanının'da dinlenmeye teşebbüs edildiği, yapılan dinlemeler çerçevesinde dinleme yapacak personele MİT bölge başkanlığı ile ilgili soruşturma konuları ile ilgisi olmayan talimatlar verildiği böylece devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme suçunun unsurları içerisinde yer alan devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken belgeleri yasal görünümlü bir soruşturma adı altında temin edildiği, nitekimbu hususların dosyada beyanları mevcut bir kısım emniyet personeli tanıkların beyanları ve gizli tanıkların anlatımlarından anlaşıldığı, atılı suçları işledikleri yönünde yoğun ve devamlılık gösterenkasıtlarının bulunduğu anlaşılanşüphelilerin amaçlarına uluşabilmek içinaraç suçları ellerinde bulundurdukları kamu gücü nedeniyle cebir ve şiddet vasıtası olarak kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükumetinin görevini yapmasını kısmen engellemeye teşebbüs ettikleri, şüphelilerin personel oldukları İstanbul Emniyet Müdürlüğü içerisinde çeşitli şube ve bürolarda müdür, müdür yardımcısı, amir ve memur olarak görevifa etmeleri nedeniyle zaten silahlı bir güç oldukları, Yargıtay Ceza Dairesinin 2013/9110 Esas ve 2013/12351 Karar sayılı içtihatı da nazara alındığındaşüphelilerin ifa ettiklerigörevleri ile bağlantılı olarak kanundan kaynaklanan yetki ve kamu otoritesi ileemniyet teşkilatı içerisindeki hiyerarşik yapıya göre bulundukları konumlarının sağladığı nüfuz ve gücü görevlerinin gereklerine aykırı olarak kullanarak devletin yapısı dışında oluşturdukları anlaşılanyasadışıbuyapınıncebir ve şiddet unsurunuda kendi içerisinde barındırdığı anlaşılmış olmakla evrak kapsamındaki mevcut delil durumuna göre delillerin henüz toplanamamış olması, soruşturma evrakındaki bilgi, belge ve tutanak içeriklerine göre şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunduğu, atılı suçlardan TCK.nun 312/1 maddesinde düzenlenenTürkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının 5271 sayılı CMK.nun 100/3maddesinde düzenlenen ve tutuklama nedeni varsayılan katalog suçlardan olması, şüphelilerin atılı suçların işlendiği tarihlerdeki görevli oldukları İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü'ndeki konum ve statüleri itibariyle serbest bırakıldıkları takdirde mağdur, müştekiler ile tanıklar üzerinde baskı oluşturabilecekleri veya delilleri karartabilecekleri kanaatine varıldığından ve soruşturma konusu suçların ağırlığı ve önemi ile atılı suçların yasada ön görülen cezanın üst haddi dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı ve amacahizmet etmeyeceği, atılı suçların sabit görülmesi halinde verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbirleriyle tutuklama tedbirinin orantılı ve ölçülü olduğu, tutuklama nedenlerini kaldıran ve tutukluluğun sonlandırılmasını gerektiren nedenler bulunmadığı anlaşıl[mıştır.]" Başvurucu tutukluluk hâlinin devamına dair karara itiraz etmiş, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 1/4/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 14/4/2016 tarihinde -2016/8018 numaralı başvuru yönünden- bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık tarafından düzenlenen 30/3/2016 tarihli iddianameyle başvurucunun görevi kötüye kullanma, iftira, suç uydurma, göreve ilişkin sırrın açıklanması, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme, kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma, gizli kalması gereken bilgileri açıklama, yasaklanan bilgileri açıklama, siyasal veya askerî casusluk, silahlı terör örgütüne üye olma, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarını işlediği iddiasıyla cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu ile birlikte kırk beş şüpheli hakkında düzenlenen iddianamede öncelikle FETÖ/PDY yöneticisi veya üyesi olduğu ileri sürülen şüpheliler tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğünün hiyerarşik yapısı içinde yasa dışı bir örgütlenme oluşturulduğu ve bu kişilerin suç işlemek amacıyla bir araya geldikleri, devletin emniyet hizmetleri ve faaliyetleri kapsamında görevlerinin sağladığı nüfuzu ve yasaların verdiği yetkileri kullanıp görevin gereklerine aykırı olarak suça konu fiilleri işledikleri ifade edilmiştir. Bu kapsamda iddianamede birden fazla ayrı olayın suçlamalara konu edildiği, bu olaylardan birinin de başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan 2013/153711 sayılı soruşturmada yapıldığı öne sürülen işlemlere yönelik olduğu görülmektedir. Başsavcılıkça öncelikle söz konusu soruşturmanın bir memur hakkındaki evrakta usulsüzlük yapıldığı, zimmete para geçirildiği ve buna göz yumulduğu iddiasıyla başlatılmasına rağmen soruşturma kapsamında İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde görevli müdürlerin de aralarında olduğu bazı emniyet mensuplarının telefonlarının dinlenmesi yoluna gidildiğine, ayrıca İstihbarat Daire Başkanı'nın kullandığı telefonların dinlenmesine yönelik rapor düzenlendiğine dikkat çekilmiştir. Telefon dinlemeleri hususuna ilişkin olarak iddianamede yer verilen açıklamaların bir kısmı şöyledir:"... Dönem itibariyle İstihbarat Şube Müdürlüğünde çalışan Polis Memuru H.B.nin 'BİEK (Bilgisinden İstifade Edilen Kişiler) çalıştırıcısı iken gerçek olmayan buluşma, haber raporu, ödeme belgesi ve harcama tutanağı düzenlediği' iddiasıyla hakkında; dönem itibariyle İstihbarat Şube Müdürlüğünde Masa Amiri olarak görev yapan Komiser G. tarafından 2013 tarihli raporun, Başkomiser Ali KAVLAK [başvurucu] tarafından2013 tarihli raporun, Büro Amir Yardımcısı Başkomiser P.K., Kısım Amiri Başkomiser Ali KAVLAK ve Masa Amiri Komiser G. ile birlikte ortak tutulan 2013 tarihli tutanağının tanzim edildiği, konu ile ilgili olarak Başkomiser Ali KAVLAK'ın 2013 tarihinde İstanbul Başsavcılığına dilekçe sunmak suretiyle şikayetçi olduğu ve aynı gün ifadesinin alındığı, adli makamlara intikal eden dilekçenin 2013/153711 sayısına kayıt edilerek adli soruşturmanın başlatıldığı,Soruşturma evraklarının, Cumhuriyet Başsavcılığımızca 2013 tarih ve 2013/153711 sayılı talimat yazısı ekinde gereği için Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne gönderildiği, ilk müzekkere yazının alınmasından 3 gün sonra 2013 tarihinde Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne ikinci talimat yazının gönderildiği, alınan bu ikinci talimat yazıya istinaden herhangi bir araştırma/çalışma yapmadan, herhangi bir bilgi, belge veya somut delil elde edilmeden, sadece İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerince tanzim edilen rapor/tutanak/verilen şikayet dilekçesi ve ifadelerin esas alınarak, delil teyit etme veya yeni delil elde etme yol ve yöntemlerinin herhangi birine başvurmadan 2013tarihinde (ikinci talimat yazının alınmasından bir gün sonra) İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü üst yönetim kadrosunu oluşturan İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı A.T., İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Ö.F.A., İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli Emniyet Amiri E.A., İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli Emniyet Amiri S.A., İstihbarat Şube Müdürlüğünde çalışan Polis Memurları H.B. isimli görevlilerin kullandığı telefon numaralarının iletişimlerinin dinlenmesine ilişkin ... birinci karar talep raporunun düzenlendiği, 2013 tarihinde 'Suç Örgütü Kurmak ve buna bağlı olarak örgütün faaliyetleri' suçu yüklenerek dinleme ve gizli izleme kararlarının alındığı,2013 tarihinde İstihbarat Şube Müdürlüğünde görevli Polis Memuru H.İ. ve emekli bir memur olan H.Ö. isimli şahısların iletişimlerinin dinlenmesine ilişkin ... ikinci karar talep raporunun tanzim edildiği, aynı gün mahkeme kararlarının alınarak çalışmalara başlanıldığı,2013 tarihinde H.Ö. isimli şahsın ofis olarak kullandığı adresle ilgili olarak Gizli İzleme Karar Talebinde bulunulduğu ve aynı gün mahkeme kararı alındığı,Henüz dinleme karar sürelerinin başında olunmasına rağmen 2013 tarihinde savcılık makamına üst yazı yazılarak herhangi bir sebep ve gerekçe belirtilmeksizin sonlandırma talimatının istenildiği, Cumhuriyet Başsavcılığımızın talimatı ile 2013 tarihinde de (yeni Şube Müdürünün atandığı tarih) iletişimin dinlenmesi çalışmalarının sonlandırılarak soruşturma dosyasının Cumhuriyet Başsavcılığımıza alelacele bir şekilde gönderildiği,Ortam dinlemesi ile ilgili ses kayıtlarının ve tutanakların soruşturma dosyası içerisinde bulunmadığı, zimmet suçu adı altında başlatılan soruşturmada zimmet suçunu işleyemeyecek emekli bir memur olan H.Ö.nün dinlendiği ve izlendiği,Bütün bu iş ve işlemlerden, Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğüne 2013 tarihinde atanan Şube Müdürü Ö.B.A.nın bilgisinin ve haberinin olmadığı, karar sürelerinin henüz başında bulunulan dinleme işleminin 2013 tarihinde sonlandırılarak soruşturma dosyasının savcılık makamına alelacele bir şekilde gönderildiği, bu şekilde hareket edilerek hukuksuz olarak yapılan işlemlerin ve suçun gizlenmesi amacının güdüldüğü, suça konu delillere dönemi itibariyle ulaşılmasının engellendiği anlaşılmakta; şüpheli şahısların bu eylemlerinin, yapılan hukuksuz iş ve işlemlerin adli sonuçlarından kurtulma amacına yönelik olduğu ... [anlaşılmıştır.]" İddianamede ayrıca; başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin uzun yıllar birlikte çalıştıkları, ayrıca mesai birlikteliklerinin olduğu polis memuru H.B.nin suça konu zimmet fiilini işlediği iddiası ile ilgili olarak 17-25 Aralık operasyonlarına gidilen süreç içinde rapor, tutanak tanzim etmek suretiyle 2013/153711 sayılı soruşturmaya da konu olan eylem içine girmelerinin zamanlaması, iddianın mahiyeti ve inandırıcılıktan uzak olması, somut delillere dayanmaması gibi hususlar bir arada değerlendirildiğinde söz konusu suçun ve iddiaların o dönem zarfında bir anlamda şüpheli şahıslar tarafından icat edildiği, kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda hareket ettiklerini gösterdiği değerlendirmesinde bulunulmuştur. Öte yandan iddianamede anılan olaya ilişkin olarak dönem itibarıyla İstihbarat Şube Müdürlüğünde başkomiser rütbesiyle büro kısım amirliği görevini yapan başvurucunun 22/10/2013 tarihinde tanzim edilen raporda, P.K. ve G. ile ortak tutulan 31/10/2013 tarihli tutanakta imzasının bulunduğu, 8/11/2013 tarihinde Savcılık makamına şikâyet dilekçesi sunduğu ve aynı gün ifade verdiği, 21/11/2013 tarihinde Savcılık makamına ek ifade verdiği, böylelikle suç uydurarak ve iftira atarak İstihbarat Şube Müdürlüğü yönetici kadrosunun hedef alınmasına ve usulsüz olarak dinlenmesine sebebiyet veren görevliler arasında yer aldığı belirtilmiştir. Başsavcılık söz konu olayla ilgili olarak "İlk etapta, bir polis memurunun adının karıştığı sözde zimmet iddiasıyla 8/11/2013 tarihinde savcılık makamına şikayet dilekçesi sunmak suretiyle başlatılan, ilerleyen safhada tüm İstihbarat üst yönetim kadrosunun telefonlarının dilendiği ve gizli olarak izlendiği (23/11/2013-18/12/2013) 2013/153711 sayılı soruşturma kapsamına şüpheli şahısların asıl hedef ve amaçlarının; 2013 yılı temmuz ayında atanan yeni İstihbarat üst yönetim kadrosunun iletişimlerini '17-25 Aralık (2013) operasyonlarına adım adım gidildiği süreçte' dinlemek ve kayıt altına almak suretiyle, ilgili görevlilerin malum soruşturmalardan bilgi sahibi olup olmadıklarını anlamak ve buna göre tedbir geliştirmek amacına matuf, ilgili görevlilerin kontrol edilmesi ve tasarruflarının öğrenilmesi amacına yönelik maksatlı bir soruşturma olduğu, şüpheli şahısların aynı zamanda MİT Bölge Başkanlığını ve Emniyet Genel Müdürlüğünü kontrol ve tasarruflarını öğrenme amaç ve saiki ile de hareket ettikleri anlaşılmaktadır." değerlendirmesinde bulunmak suretiyle bu eylemler ile 17-25 Aralık soruşturmaları arasında bağlantı olduğuna işaret etmiştir. İddianame, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 21/4/2016 tarihinde kabul edilerek E.2016/124 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, teknik takip raporları, iletişim tespit tutanakları, baz istasyonu sinyal kayıtları, arama tutanakları ve ekleri, ekspertiz raporları, şahit beyanları, müşteki ifadeleri vs. Deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan 'Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı, CMK'nın 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, müşteki sayısı ve eylemlerin yoğunluğu da dikkate alındığında, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri ile tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alın[mıştır.]" Mahkemece 18/5/2016, 17/6/2016, 9/9/2016, 28/11/2016, 25/1/2017, 6/4/2017 tarihli duruşmalarda da benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Diğer taraftan kovuşturma aşamasında yapılan araştırmada İstanbul Emniyet Müdürlüğünce düzenlendiği anlaşılan 11/4/2017 tarihli tutanakta, başvurucunun ByLock programını kullananlar listesinde olduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucunun savunması Mahkemece 4/7/2017 tarihli duruşmada alınmaya başlanmış, başvurucu üç gün boyunca (4-5-6/7/2017 tarihli duruşmalarda) sözlü savunmada bulunmaya devam etmiştir. Başvurucu savunmasında özetle; isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini, polis memuru H.B.nin zimmet suçunu işlemesi nedeniyle hakkında şikâyette bulunduğunu, zimmetle ilgili suç duyurusunda bulunmasındaki amacının 17-25 Aralık operasyonlarıyla bir ilgisinin olmadığını, 17-25 Aralık operasyonlarının Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından gerçekleştirildiğini söylemiştir. Mahkeme 6/7/2017 tarihli duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kamera izleme tutanakları, görüntü izleme tutanakları, bilirkişi raporları, müfettiş raporları, HTS raporları, görüntü izleme tutanağı vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye teşebbüs Etme ve Silahlı Terör Örgütü Kurma Yönetme ve Üye Olma’ suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen bazı suçların CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, sanıkların eylemlerinin sübuta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak oluşu dikkate alınarak, adı geçen sanıkların CMK. 100 ve devamı maddeleri gereğincetutukluluk hallerinin devamına ... [karar verildi.]" Mahkemece 20/9/2017 tarihinde benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiş; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 9/10/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 30/10/2017 tarihinde -2017/36653 numaralı başvuru yönünden- bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 13/6/2018 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, karara itiraz etmiş; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 3/7/2018 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu 23/7/2018 tarihinde -2018/21403 numaralı başvuru yönünden- bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme, sonraki celselerde benzer gerekçelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme son olarak 29/11/2019 tarihli duruşmada başvurucunun da aralarında olduğu tutuklu sanıkların tahliye taleplerini reddederek tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "... üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, müşteki ifadeleri, tanık beyanları, kamera izleme tutanakları, bilirkişi raporları, HTS raporları, görüntü izleme tutanağı, bylock kullanımlarına dair tespitler ve teknik veriler, dosyada bulunan tutanak ve raporlar vs. deliller kapsamında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren müşahhas deliller bulunması, sanıklara atılı suçlardan olan Türkiye Cumhuriyeti Hükumetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye teşebbüs Etme ve Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme veya Üye Olma suçlarının tutuklama sebeplerinin kanuni karine olarak varsayıldığı suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen bazı suçların CMK 100/3-a. 11 alt bendinde sayılan katalog suçlardan oluşu, sanıklara isnat edilen suçların kanunda öngörülen cezalarının alt ve üst sınırlarının kaçma şüphesini doğurması, sanıkların eylemlerinin subüta ermesi halinde sanıklara verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiriile tutuklu kaldıkları süre dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olması gibi sebeplerle, sanıklar üzerinde adli kontrol hükümleri ile yeterli ve etkili hukuksal denetim sağlanamayacak[tır.]" Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdest olup başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir.B. İlgili Süreç Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ/PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Korkmaz (B. No: 2014/16835, 18/7/2018, §§ 42-50); Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56); Metin Güneş (B. No: 2017/23083, 28/5/2019, §§ 27-34) başvurularına ilişkin kararlar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/8018 | Başvuru, yakalama nedenlerinin bildirilmemesi, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin karar veren sulh ceza hâkimliklerinin ve ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, resen yapılan tutukluluk incelemelerinin duruşmasız olarak ve kanunda öngörülen süreye riayet edilmeksizin yapılması, ayrıca bu incelemeler sonucunda verilen kararların tebliğ edilmemesi, tutukluluğa itiraz incelemelerinde alınan savcılık görüşünün bildirilmemesi, tutukluluğa ilişkin kararların yakınlara tebliğ edilmemesi, tutukluluğa ilişkin itiraz incelemelerinin duruşmasız olarak yapılması, tutukluluğa ilişkin kararlara yönelik itirazların karara bağlanmasının gecikmesi, tahliye taleplerinin ve tutukluluğun devamı kararlarına yapılan itirazların değerlendirilmemesi, duruşmalarda verilen tutukluluğa ilişkin kararların tefhim ve/veya tebliğ edilmeyerek tutukluluğun devamına itiraz hakkının engellenmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yapılan bir kısım açıklama nedeniyle masumiyet karinesinin; yargılamanın makul sürede tamamlanması, soruşturma ve kovuşturma sürecinde hukuka aykırı bazı uygulamalarda bulunulması ve şikâyette bulunulan bir olaya ilişkin soruşturmanın kovuşturma yapılmasına yer olmadığı kararı ile sonuçlandırılması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, gösteri yürüyüşüne katılan başvuruculara emre aykırı davranma dolayısıyla idari para cezası verilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 14/3/2016 ve 4/4/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2016/6909, 2016/6910, 2016/6911, 2016/6919, 2016/6920, 2016/6921, 2016/6922 ve 2016/6923 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2016/5116 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Birleşen dosyalardan 2016/6910 numaralı başvuru dışındaki dosyalarda başvuru belgelerinin bir örneği farklı tarihlerde bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 2016/5116, 2016/6919, 2016/6921 ve 2016/6922 numaralı başvurulara ilişkin görüşünü bildirmiş; diğerleri yönünden ise görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir. İncelemenin yürütüldüğü 2016/5116 numaralı başvuruda Bakanlıktan görüş istenmiş olması ve birleşen diğer dosyaların da konu itibarıyla aynı olması gözönünde bulundurularak 2016/6910 numaralı dosya yönünden Bakanlıktan ayrıca görüş istenmesine gerek görülmeyerek başvurunun incelenmesine geçilmiştir. Bakanlık tarafından görüş bildirilen dosyalarda yer alan başvuruculardan Savaş Candemir, Hasanali Kılıç ve Orhan Bayram Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruculara ve Arka Plana İlişkin Bilgi Başvurucular öğretmen olup Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (EĞİTİMSEN/Sendika) üyesidirler. Başvuruculardan Savaş Candemir, Mehmet Bahri Akkan, Hasan Ali Kılıç aynı zamanda İzmir , , ve No.lu şubelerin başkanları; Meral Emine Kantar, Tekin Çelik, Barış Eke ise şubelerin yönetim kurulu üyesidirler. Sendika Merkez Yürütme Kurulu 12/1/2015 tarihinde aldığı karar ile toplumun tek dil, tek din ve tek mezhep anlayışını esas alan bir yaklaşımla düzenlenmesine hizmet ettiğini düşündüğü eğitim politikalarına karşı tepki göstermek için Birleşik Haziran Hareketi (BHH) organizesinde Alevi-Bektaşi Dernekleri Federasyonu, Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri, Alevi Dernekleri Federasyonu, Alevi Vakıfları Federasyonu ile Marmara Bölgesi ve çevre illerin Sendika şubelerinin katılımlarıyla 8/2/2015 tarihinde İstanbul Kadıköy'de "Laik, Bilimsel, Ana Dilinde Eğitim ve Demokratik Yaşam İçin Dayanışma ve Birlik Mitingi" düzenlenmesine ve yine aynı kapsamda 13/2/2015 tarihinde ülke genelinde iş bırakma eylemi gerçekleştirilmesine karar vermiştir. Açık kaynaklardan elde edilen bilgilere göre BHH ilk olarak 30/8/2014 tarihinde Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Vişnelik Tesisin'de solda birlikte mücadele imkânlarını değerlendirmek üzere toplanan çeşitli akademisyenler, siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri temsilcileri tarafından meydana getirilmiş bir oluşumdur. 19/10/2014 tarihinde yine ODTÜ Vişnelik'te kez toplanılmasının ardından kuruluş kararı alınmıştır. BHH; yerel meclislerde örgütlenen ve kendisini antikapitalist, antiemperyalist, antifaşist ve gericilik karşıtı bir siyasi cephe hareketi olarak tanımlayan bir topluluktur.B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Türkiye genelinde yukarıda anılan mitinge -katılım kararı bulunmayan illerde olduğu gibi- İzmir'de bulunan Sendika üyeleri, etkinliği destekleyen dernek ve kuruluşların üyeleri ile diğer destekçilerden oluşan, ellerinde dövizler ve flamalar olan yaklaşık 500 kişi 13/2/2015 günü saat 00 sıralarında Konak Basmane Meydanı Fuar 9 Eylül Giriş Kapısı önünde basın açıklaması yapmak için toplanmaya başlamıştır. Söz konusu toplantı ve gösteri için önceden idareye bildirim yapıldığına dair dosya içinde bir bilgi bulunmamaktadır. Saat 15'te emniyet görevlileri, grup içindeki başvuruculardan Savaş Candemir'in de aralarında bulunduğu Sendika yöneticileri ile müzakere etmiş; basın açıklamasını bulundukları yerde yaparak dağılmalarını, Valilik binasının bulunduğu Konak Meydanı'na yürüyüş yapmalarına izin verilmeyeceğini, yürümek istedikleri güzergâhın 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanun'a göre Valilik tarafından belirlenen ve ilan edilen güzergâhlardan olmadığını belirtmiştir. Yetkililer; gösterici grup ile emniyet görevlilerini karşı karşıya getirmemeleri, demokratik tepki olarak yaptıkları eylemin yasa dışı hâle dönüşmesine izin vermemeleri ve grubun eyleme devam etmemesi yönünde Sendika yöneticilerine ikazda bulunmuştur. Uyarıya rağmen Sendika yöneticileri, Konak Meydanı'na yürüyüş yaparak Valilik binası önünde Valiliğin tutum ve uygulamalarını protesto edeceklerini belirterek grubun yanına dönmüştür. Emniyet görevlileri, saat 20'den itibaren basın açıklaması yapılmak istenen yerin Valilik kararı ile bu tür faaliyetlere yasaklandığı, basın açıklamasının bulundukları yerde yaparak dağılmaları ve eylemin yasa dışı hâle dönüşmesine fırsat vermemeleri yönünde ses yükseltici cihazlarla da grubu uyarmıştır. Sıklıkla yapılan uyarılara rağmen grup, uyarıları dikkate almamıştır. Grup saat 40 itibarıyla yaklaşık 500 kişiye ulaşmıştır. Sendika temsilcileri ile birkaç kez daha müzakere yapılmış, Sendika yöneticileri Valilik binasına yürüme taleplerinde ısrar etmişlerdir. Saat 03'te grubun yanına gelen Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili kitlenin Konak Meydanı'na yürümesine izin verilmesini ve bu talebinin İzmir Valisi'ne iletilmesini istemiştir. Talebin Vali'ye iletilmesinin ardından yürüyüşe izin verilmeyeceği tekrar ifade edilmiştir. Saat 07 ve 12'de benzer uyarı anonsları yapılmış, Basmane Meydanı yol üzerine inen gruptan kaldırıma çıkması ve yaklaşık yarım saat boyunca araç trafiğine kapattıkları yolu açması istenmiştir. Grubun basın açıklamasını Valilik önünde yapma konusunda ısrarcı olması, yapılan ikazlara rağmen kol kola girmesi ve 20'de kapattıkları yol üzerinden yürüyüşe geçmesi üzerine toplumsal olaylara müdahale aracıyla (TOMA) su sıkılmak suretiyle gruba müdahalede bulunulmuş ve grup dağıtılmıştır. Gruptakilerden bazıları Konak Belediye binasına girerek üst katlarda protesto eylemine devam etmiştir. Olaylar sırasında iki polis memuru çeşitli yerlerinden yaralanmış ve memurların gerekli tedavileri yaptırılmıştır. Ayrıca olaylar esnasında -Polis Tutanağı'na göre- Fuar içinde bulunan Büyükşehir Belediyesine bağlı İzmir Fuarcılık Hizmetleri Kültür ve Sanat İşlerine ait fotoselli kapı camı kırılmış ve X-Ray cihazı yerinden sökülerek parçalanmıştır. Aralarında başvurucuların da bulunduğu 58 kişi gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınan kişiler Savcılık talimatı ile alınan ifadelerinin ardından serbest bırakılmıştır. Başvurucuların her birine 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunduklarından bahisle 208 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucular idari para cezalarına itiraz etmiştir. İtirazları inceleyen İzmir Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 9/2/2016 ve 3/3/2016 tarihlerinde itirazları kesin olarak reddetmiştir. Başvuruculardan Savaş Candemir kesin olarak verilen karara 18/2/2016 tarihinde itiraz etmiş ve Hâkimlik itirazı 18/2/2016 tarihinde reddetmiştir. Hâkimlik kararlarında; emniyet görevlileri tarafından gruba hitaben ses yayın aracından grubun tamamının duyabileceği şekilde uyarı yapıldığı belirtilmiştir. Hâkimlik; yapılan uyarıya rağmen dağılmayarak emre aykırı davranıldığını, bu anlamda 5326 sayılı Kanun'un maddesi gereğince emre aykırı davranış nedeniyle idari yaptırım kararı düzenlendiğini belirterek itirazın yerinde görülmediğine karar vermiştir. Nihai kararlar başvuruculara 15/2/2016 ve 8/3/2016 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular aynı olaya dair İzmir ve Sulh Ceza Hâkimliklerinin idari yaptırım kararlarının kaldırılmasına ilişkin kararlarını sunmuşlardır. İzmir Sulh Ceza Hâkimliği, kararlarında meseleyi temel haklar bağlamında ele almış, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına yer vermiş, eylemleri toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımı olarak nitelemiştir (İzmir Sulh Ceza Hâkimliği, 2016/646 İş, 25/3/2016 ve aynı yöndeki diğer kararları). İzmir Sulh Ceza Hâkimliği ise 2911 sayılı Kanun'un maddesi ile 5326 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanma koşullarını analiz etmiş ve kararların hukuka uygun olmadığına karar vermiştir (İzmir Sulh Ceza Hâkimliği, 2016/709 İş, 15/3/2016 ve aynı yöndeki diğer kararları). İncelenen dosya kapsamında yeterli bilgi bulunmadığından İzmir Valiliğinden eylem tarihinde yürürlükte bulunan ve İzmir'de umuma açık alanlarda gerçekleşecek her türlü eylem ve etkinliğin yapılacağı yerlere ilişkin bir karar veya Valilik emri bulunup bulunmadığı, varsa kararın bir örneği ile karar duyurusunun hangi vasıtalarla ve hangi tarihte yapıldığı hususlarında bilgi ve belge talep edilmiştir. Valiliğin 26/2/2020 tarihli yazısında, söz konusu eylemin yapılacağına dair bir bildirimde bulunulmadığı belirtildikten sonra 2015 yılı için İzmir'in ilçelerinde 2911 sayılı Kanun'a göre belirlenen yerler arasında Konak Basmane Meydanı'nın bulunmadığı belirtilmiştir. Anılan yazı ekinde 9/3/2015 tarihinde yürürlüğe giren 3/3/2015 tarihli Valilik kararı ve bu kararı yürürlükten kaldıran 13/3/2015 tarihli karara yer verilmiş olup 9/3/2015 tarihinde yürürlüğe giren kararın ilgili kısımları şöyledir:"1- Kamuoyu oluşturmak, düşünceyi açıklamak ve yaymak amacıyla; şiddet içermeyen, kamu düzenini bozmayan, gürültü ve çevre kirliliğine yol açmayan, yaya ve araç trafiğine engel olmayacak sayıda katılımla gerçekleştirilen ve makul sürede tamamlanan sözlü ve yazılı açıklamalar basın açıklaması olarak değerlendirilecektir.2- Siyasi parti, sendikalar, dernekler ve sivil toplum örgütleri başka bir siyasi parti, sendika, dernek ve sivil toplum örgütüne ait bina önünde basın açıklaması yapamazlar.3- Basın açıklaması yapmak amacıyla herhangi yer ve noktadan başka yere kamu düzenini bozacak şekilde gösteri amaçlı toplu yürüyüş yapılamaz.4- Basın açıklaması esnasında el ile taşınabilir megafon vb. cihazlar haricinde ses yükselten cihazlar kullanılamaz, bu amaçla sabit platform kurulamaz.5- a) Valilik ve kaymakamlık binaları, adliye binaları, il/ilçe Emniyet Müdürlüğü binaları, polis merkezi amirlikleri, askeri bina ve tesisleri ile ceza infaz kurumlarının içerisi, önü ve çevresinde,b) Eğitim-öğretim kurumları, hastane ve sağlık kuruluşları ile ibadethanelerin içerisinde ve çevresinde eğitimi, sağlık hizmetlerini ve kişilerin ibadetlerini engelleyecek şekilde, c) Diğer kamu kurum ve kuruluşlarının içerisinde,d) Genel yollar, şehirler arası karayolları ile cadde ve sokaklar üzerinde yaya ve araç trafiğini engelleyecek şekilde, e) Halkın günlük yaşamını zorlaştıran ve zorunlu ihtiyaçlarını karşılamasını engelleyici nitelikte basın açıklamaları yapılamaz." Kararda, söz konusu karara uymayanların eylemleri başka suç oluşturmadığı takdirde 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun maddesinin (C) bendi ve maddelerinin delaleti ile 5326 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca idari para cezasıyla cezalandırılacakları belirtilmiştir. Başvurucular dilekçelerinde haklarında başvuru tarihi itibarıyla açılmış herhangi bir ceza davası bulunmadığını beyan etmişlerdir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucuların da aralarında bulunduğu 94 kişi hakkında -bireysel başvuru tarihinden sonra- İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 23/11/2016 tarihli iddianame düzenlenmiş ve söz konu kişilerin 2911 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasına göre ihtara rağmen dağılmama suçundan cezalandırılmaları talep edilmiştir. Ceza davası İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde görülmüş ve 14/2/2020 tarihinde başvurucular hakkında anılan Kanun maddesi uyarınca 5 ay hapis cezasına hükmedilmiş ve cezaların ertelenmesine karar verilmiş olup dava istinaf aşamasında derdesttir. 5326 sayılı Kanun'un "Emre aykırı davranış" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idari para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir. (2) Bu madde, ancak ilgili kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde uygulanabilir." | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5116 | Başvuru, gösteri yürüyüşüne katılan başvuruculara emre aykırı davranma dolayısıyla idari para cezası verilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yakalama ve gözaltına almanın hukuki olmaması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kanunun suç saymadığı fiiller dolayısıyla silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin, adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süreci 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu, öğretmen olarak görev yapmakta iken 1/9/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara yönelik olarak başlatılan bir soruşturma kapsamında 31/8/2016 tarihinde başvurucu hakkında arama ve elkoyma kararı verilmiş ve yine aynı tarihte başvurucu gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Başsavcılık tarafından silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 6/9/2016 tarihinde Osmaniye Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Osmaniye Sulh Ceza Hâkimliğince aynı tarihte yapılmıştır. Hâkimlik başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların mevcut olması, şüphelilerin davranışları, şüphelilerin kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların mevcut olması ve CMK'nın maddesindeki adli kontrol uygulamasının da şu andaki mevcut delil durumu itibari ile yetersiz kalacağı kanaatine varılarak şüphelinin CMK 100 vd. maddeleri gereğince ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]" Soruşturma sürecinde Osmaniye Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/2/2017 tarihli kararı ile başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığı 14/4/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 6/10/2017 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne yardım etme suçundan 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiş, başvurucunun istinaf talebi Adana Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 4/1/2018 tarihli ilamı ile ve kesin olmak üzere reddedilmiştir. Başvurucu 2/2/2018 tarihinde cezanın infazı amacıyla yakalanmış ve aynı tarihte de bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 1/3/2019 tarihinde şartlı tahliyesine karar verilmiştir. 17/10/2019 tarihli ve 7188 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası gereği, madde metninde belirtilen suçlar bakımından bölge adliye mahkemesi ceza daireleri kararlarının temyiz edilebilmesi mümkün hâle geldiğinden 1/11/2019 tarihli ek karar ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla dosya temyiz incelemesinde derdesttir. 5271 sayılı Kanun'un "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. (Değişik ikinci cümle: 25/5/2005 – 5353/8 md.) Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. (Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/8 md.) Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz. (2) Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır. (3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.... (5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir. (6) Gözaltı süresinin dolması veya sulh ceza hâkiminin kararı üzerine serbest bırakılan kişi hakkında yakalamaya neden olan fiille ilgili yeni ve yeterli delil elde edilmedikçe ve Cumhuriyet savcısının kararı olmadıkça bir daha aynı nedenle yakalama işlemi uygulanamaz. (7) Gözaltına alınan kişi bırakılmazsa, en geç bu süreler sonunda sulh ceza hâkimi önüne çıkarılıp sorguya çekilir. Sorguda müdafii de hazır bulunur." 5271 sayılı Kanun'un "Yakalanan veya gözaltına alınanın durumunun yakınlarına bildirilmesi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Şüpheli veya sanık yakalandığında, gözaltına alındığında veya gözaltı süresi uzatıldığında, Cumhuriyet savcısının emriyle bir yakınına veya belirlediği bir kişiye gecikmeksizin haber verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir. (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." 7188 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"5271 sayılı Kanunun 286 ncı maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.(3) İkinci fıkrada belirtilen temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile aşağıda sayılan suçlar nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan;... Silâhlı örgüt (madde 314),...b) Terörle Mücadele Kanununun 6 ncı maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası ile 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar.... 5271 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:...f) 286 ncı maddenin üçüncü fıkrasında yapılan düzenleme, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren on beş gün içinde talep etmek koşuluyla aynı suçlarla ilgili olarak bölge adliye mahkemelerince verilmiş kesin nitelikteki kararlar hakkında da uygulanır. Bu bendin uygulandığı hâlde, cezası infaz edilmekte olan hükümlülerin, 100 üncü madde uyarınca tutukluluğunun devam edip etmeyeceği hususu, hükmü veren ilk derece mahkemesince değerlendirilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3752 | Başvuru, yakalama ve gözaltına almanın hukuki olmaması, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutuklamanın hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kanunun suç saymadığı fiiller dolayısıyla silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin, adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, haksız olarak tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın sonucunun adil olmaması, beyanın müdafi huzurunda alınmaması, tanıkların dinlenilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/12/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlık görüşünü 13/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Anılan görüş, başvurucuya 17/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 26/3/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlığın görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, cinsel istismar suçundan 18/11/2004 tarihinde tutuklanmış ve 2/2/2005 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu 2/11/2004 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında 18/11/2004 tarihindeki sorgusu sırasında da savunmasını bizzat yapacağını bildirmiştir. Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığı, 7/12/2004 tarihli ve E.2004/301 sayılı iddianamesiyle başvurucunun “çocuğun nitelikli cinsel istismarı” suçunu işlediği iddiasıyla aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açmıştır. Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 25/7/2007 tarihli ve E.2007/301, K.2006/310 sayılı kararıyla başvurucu, atılı suçtan 8 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edilmiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 24/5/2007 tarihli ve E.2006/12751, K.2007/3944 sayılı ilamıyla “mağdurenin Adli Tıp Genel Kuruluna sevk edilerek akıl hastalığı sebebi ile suç tarihinde maruz kaldığı fiilin ahlaki redaeti idrak edip edemeyeceği, mukavemete muktedir olup olmadığı ve durumunun hekim olmayanlar tarafından anlaşılıp anlaşılamayacağı hususlarının kuşkuya yer vermeyecek şekilde bilimsel olarak saptanması ve ayrıca sanık Volkan yönünden mahkumiyete hazırlık beyanı esas alınan ve Dr. Ekrem Tok Adan Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi raporu ile hafif derecede zeka geriliği saptanan küçük P.nin beyanlarına itibar edilip edilemeyeceği hususunda adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesinden de görüş alınması suretiyle sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerektiği” gerekçesi ile bozulmuştur. Bozma üzerine yeniden yapılan yargılama sonucunda Mahkeme 17/6/2009 tarihli ve E.2007/93, K.2009/139 sayılı kararıyla başvurucuyu 8 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm etmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:“…Suç tarihi itibariyle 1990 doğumlu olup, 15 yaşından küçük olan mağdure Z. P.nin 2007 tarihinde Adli Tıp Genel Kurulu'ndan alınan raporunda; mağdurenin suç tarihinde maruz kaldığı fiilin ahlaki redaeti idrak edip edemeyeceği, fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olamayacağı, kendisinde bulunan zeka geriliğinin hekim olmayanlarca anlaşılabileceği, vermiş olduğu ifadelere ancak ana hatları ve kuvvetli delillerle desteklendiği takdirde itibar edilebileceği belirtilmiştir. Bozma öncesi Sağlık Bakanlığı Dr. Ekrem Tok Adana Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinden alınan 2004 tarihli sağlık kurulu raporu da aynı yönde olup; mağdurenin IQ’sunun 56 orta derece zeka geriliği düzeyinde olduğu akıl zayıflığının bulunduğu, kendisine yönelik işlenen fiilden dolayı mukavemet edemeyeceği bu arızasının hekim olmayanlarca anlaşılabilir düzeyde olduğu bildirilmiştir.2005 tarihinde Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesince düzenlenmiş 2242 karar sayılı raporda da; mağdurenin orta ile hafif derece sınırında zeka geriliğinin bulunduğu, mağdurenin bu zeka geriliğinin ömrü boyunca süreceğinin, mağduresi bulunduğu olayın ahlaki redaetini idrak etmesine ve fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olmasına mani olacak derecede olduğu, buna göre 1990 doğumlu Z. P.nin mağduresi bulunduğu olayın ahlaki redaetini idrak edemeyeceği ve fiile ruhsal yönden mukavemete muktedir olamayacağı kendisinde mevcut olan zeka geriliğinin hekim olmayanlarca anlaşılamayabileceği, vermiş olduğu ve vereceği ifadelere ancak ana hatları ve kuvvetli delillerle desteklendiği takdirde itibar edilebileceği bildirilmiştir.…Osmaniye Devlet Hastanesi Baştabipliğinden alınan Z. P. ile ilgili 2004 tarihli raporda mağdurenin kızlık zarının eski yırtık olduğu, yine mağdure Perihan Akçadağ’ın hakkında aldırılan raporda da mağdurede fiili livata bulgusuna rastlanılmadığı hymen muayenesinde de hymeninin doğal olduğunun bildirilmiş olduğu, diğer mağdure Z. P. ile ilgili yapılan fiili livata incelemesinde ise, fiili livata bulgularının mevcut olduğunun bildirilmiş olduğu görüldü. Yine mağdure P. A. ile Z. P.nin orta düzey zihinsel öğrenme yetersizliği sebebi ile … İlköğretim Okulunda özel eğitim sınıfında okuduklarına dair belgelerin dosyada mevcut olduğu görül(müştür).…Adli Tıp Kurumu raporunda mağdure Z. P.nin beyanlarına ancak ana hatlarıyla ve kuvvetli delillerle desteklendiği takdirde itibar edilebileceği bildirilmiştir. Mağdure ilk aşamadaki beyanlarında sanıklar ile cinsel ilişkiye girdiğini söylemekte ve bunu sanık Volkan dışındaki tüm sanıklar da ikrar etmektedirler. Mağdurenin ilişkinin olduğu yönündeki beyanları dört sanığın ikrarı ile doğrulanmış durumdadır. Bu itibarla mağdurenin ilişkinin varlığı konusundaki beyanlarına itibar edilmiş ve tüm sanıklarla, sanık Volkan da dahil cinsel ilişkiye girdiği kabul edilmiştir. Mağdurenin dört sanık hakkında doğruyu söyleyip de beşinci sanık olan Volkan hakkında gerçek dışı beyanlarda bulunması için bir sebep görülmemiş ve mağdurenin beyanları bütünüyle güvenilir bulunup itibar edilmiştir.… Sanık Volkan Aydın açısından ise … yapmış olduğu savunmalarında suçlamayı reddetmiş gerek mağdure Z. P. gerekse diğer mağdure P. A. ile hiçbir şekilde cinsel ilişkiye girmediğini savunmuş ise de, sanığın tüm savunmalarında mağdure P. A.nın ailesi ile birlikte aynı evde yaklaşık bir haftayı aşkın bir süre birlikte kaldığını mağdurelerin evinden ayrıldıktan sonra da mağdureye ders çalıştırmak maksadı ile zaman zaman mağdure P.nin evine gelip gittiğini bu geliş gidişi sırasında diğer mağdure Z. P.yi tanıdığını fakat her iki mağdure ile de cinsel anlamda bir ilişkisinin olmadığını, suçlamaları kabul etmediğini savunmuştur. Ancak gerek mağdure P. A.nın hazırlık aşamasındaki beyanında gerekse yine mağdure Z. P.nin hazırlık aşamasında gerek Volkan Aydın’la ilgili beyanlarını da gerekse diğer sanıklarla ilgili beyanlarında tutarlılık gösterdiği keza sanıklar …. hazırlık savunmaları ile mağdurenin hazırlık beyanları karşılaştırıldığında bu beyanlar arasında benzerlik bulunduğu, hazırlık savunmaları ile hazırlıktaki mağdure beyanlarının birbiri ile örtüştüğü, mağdure Z. P.nin sanık Volkan hakkındaki beyanlarının mağdurenin beyanlarının bütününe bakıldığında doğru olduğunun kabulü gerektiği, mağdure Z. P.nin sanık Volkan hakkındaki beyanlarının farklı bir özellik içermediği aynı ifade bütünlüğü içerisinde alındığı, mağdurenin sanığa iftira ve suç isnadında bulunmasını gerektirir bir nedeninin de olmadığı dikkate alındığında mağdurenin beyanına itibar edilmek gerektiği, diğer olgu ve delillerle birlikte değerlendirildiğinde sanık Volkan’ın mağdure Z. P.ye yönelik cinsel saldırı suçunu işlediğinin kabulü yönünde mahkememizde kanaat oluşmuştur.” Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 19/6/2013 tarihli ve E.2011/14211, K.2013/7907 sayılı ilamıyla anılan Mahkeme kararını onamıştır Başvurucu nihai kararı 6/12/2013 tarihinde öğrenmiştir. Bireysel başvuru 13/12/2013 tarihinde yapılmıştır. B. İlgili Hukuk Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Her kim 15 yaşını bitirmeyen bir küçüğün ırzına geçerse beş seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezasına mahkûm olur.“Eğer fiil cebir ve şiddet veya tehdit kullanılmak suretiyle veya akıl veya beden hastalığından veya failin fiilinden başka bir sebepten dolayı veya failin kullandığı hileli vasıtalarla fiille mukavemet edemeyecek bir halde bulunan bir küçüğe karşı işlenmiş olursa ağır hapis cezası on seneden aşağı olamaz.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili tarihte yürürlükte bulunan (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl bildirilir.(3) Sanığın kabul edilen istemleri, Cumhuriyet savcısına da bildirilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkraları şöyledir:“Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9619 | Başvuru, haksız olarak tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın sonucunun adil olmaması, beyanın müdafi huzurunda alınmaması, tanıkların dinlenilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/15205 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, 9/2/1983 tarihinde murisleri aleyhine Genç Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının Bingöl Kadastro Mahkemesinde halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını ve bu sürede taşınmazlarını kullanmadıklarını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir. Başvuru, 13/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel eksiklik bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 23/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Bingöl ili, Genç ilçesi Çevirme köyü 861 parsel numaralı taşınmaz başvurucuların murisi adına tespit edilmiştir. Bu tespit üzerine Ş. tarafından 9/2/1983 tarihinde başvurucuların murisine karşı kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Genç Kadastro Mahkemesi, 16/10/1986 tarih ve E.1983/25, K.1986/20 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/6/1987 tarih ve E.1987/3401, K.1987/3401 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma üzerine dava, Genç Kadastro Mahkemesinin E.1987/1 sayılı dosyasına kaydedilerek yeniden görülmeye başlanmıştır. Yapılan yargılama sonrasında Genç Kadastro Mahkemesi, 17/5/2002 tarih ve E.1987/1, K.2002/121 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Bu kararın da temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi, 22/10/2002 tarih ve E.2002/9147, K.2002/9950 sayılı ilâmıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararı sonrası yapılan yargılamada Genç Kadastro Mahkemesi, 12/2/2013 tarih ve E.2003/1, K.2013/4 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 18/2/2014 tarih ve E.2014/1473, K.2014/1413 sayılı ilâmıyla İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Genç Kadastro Mahkemesinin kapatılması üzerine dosya, Bingöl Kadastro Mahkemesine devredilmiştir. Başvurucular, 13/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Bkz. B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3495 | Başvurucular, 9/2/1983 tarihinde murisleri aleyhine Genç Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının Bingöl Kadastro Mahkemesinde halen devam ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını ve bu sürede taşınmazlarını kullanmadıklarını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir. | 1 |
Başvuru, beyanları mahkûmiyet kararında belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanıkların duruşmada başvurucu (sanık) tarafından sorgulanamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/2/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve tanık dinletme ve sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1991 doğumlu olan başvurucu, son olarak Adana Tanker Üs Komutanlığında hava pilot üsteğmen olarak görev yapmıştır. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliği suçundan Konya Cumhuriyet başsavcılığınca yürütülen soruşturmalar kapsamında bazı şüphelilerin ifadeleri ile bazı kişilerin bilgi sahibi sıfatıyla beyanları alınmıştır. Bahsi geçen kişiler şu şekilde ifade vermişlerdir:- Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından beyanı alınan S.Y.; başvurucunun örgütün içerisinde yer aldığını, İzmir Çiğli Ana Jet Üs Komutanlığında uçuş eğitimi alan örgüt mensubu arkadaşlarından olduğunu, başvurucunun S.Y., B. ve K.A. ile birlikte 35 plakalı gri renkli ford focus marka aracı olan cemaat abisine bağlı olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca S.Y., İzmir'de hafta sonu kaldıkları eve ara sıra gelen Alparslan isimli cemaat abisinin (jet pilotu olacağına kesin gözüyle baktıkları) başvurucunun cep telefonunda birkaç kız ismi görmesi üzerine başvurucunun jet pilotu sıralamasında sonuncu olduğunu ve neticesinde örgüt mensubu kişilerin yardımları sonucu tanker pilotu olduğunu ifade etmiştir.- Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından beyanı alınan İ.K., başvurucunun örgütün içerisinde yer aldığını, örgüte maaşının bir kısmını vermek suretiyle destek sağladığını, Çiğli uçuş okulundayken K.A. ile birlikte cuma akşamları arabaya binerek misafirhaneden ayrılıp pazar akşamı aynı kişilerle aynı arabayla misafirhaneye döndüğünü, bu anlamda o dönem misafirhanede kalan örgüt mensubu kişilerden biri olarak FETÖ/PDY yapılanması içerisinde yer aldığını belirtmiştir.- Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından beyanı alınan S., İzmir Çiğli'de uçuş eğitimi aldığı dönemde başvurucunun ikişerli üçerli gruplar hâlinde gezen örgüt mensubu devrelerinden olduğunu, başvurucunun FETÖ/PDY yapılanması içerisinde yer aldığını ifade etmiştir.- Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan K.A.; başvurucu ile lise son sınıfta aynı dershaneye gittiğini, Hava Harp Okulunda da başvurucunun badisi olduğunu, İzmir'e tayin olunca da birlikte ev kiraladıklarını, Hava Harp Okulunda iken dört yıl boyunca örgütte Ahmet kod adını kullanan bir şahsın başvurucu ve kendisine çeşitli evlerde sohbet toplantıları düzenlediğini belirmiştir. Ayrıca dördüncü sınıfın sonlarına doğru İzmir'den geldiği söylenen ismi Alparslan olan kişinin uçuş eğitimi esnasında ve İzmir'de ki süreçte kendilerine neler yapacaklarına dair bilgi verdiğini, Alparslan'ın İzmir'de kendilerini bir kişiye yönlendireceğini ve bu kişinin kendilerine ev tutma konusunda yardımcı olacağını, orada başka şahıslarla birleştirileceklerini, 3-4 kişilik evde kalacaklarını ve aldıkları maaşlarının %15 ini himmet olarak örgüte vereceklerini söylediğini beyan etmiştir. - Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan S.E., başvurucunun örgütün içerisinde yer aldığını, kendisi gibi harp okulu döneminde yapı mensubu abilerinin sorumluluğuna girdiğini beyan etmiştir. Başvurucu hakkında FETÖ/PDY üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında 28/10/2016 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, 6/11/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucu hakkında FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla iddianame düzenlemiştir. İddianamede FETÖ/PDY'nin kuruluşu ve yapısı hakkında genel bilgilere yer verildikten sonra başvurucunun FETÖ/PDY mensubu olduğu yönünde tanık beyanlarının bulunduğu belirtilerek atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yürütülen yargılamada 14/2/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, duruşmanın 12/7/2018 tarihinde yapılmasına ve tanıklar S.Y., İ.K., S., K.A. ve S.E.nin beyanlarının tespiti için tanıkların adreslerine talimat yazılmasına karar verilmiştir. Tanık S.Y.nin istinabe mahkemesinde alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:" ... ben daha önce soruşturma aşamasında bilgi sahibi sıfatıyla Konya emniyetinde ayrıntılı olarak ifade vermiştim, o ifadem doğrudur, aynen tekrar ediyorum, o ifademi hiçbir baskı altında kalmadan kendi hür irademle verdim, bildiklerimi ayrıntılarıyla anlatmıştım, o ifademe ekleyecek herhangi bir şey yoktur." Tanık İ.K.nın istinabe mahkemesinde alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"... Diğer sanıklar Burak İnan, [İ.G.] ve [A.G.] isimli şahısların da bu yapının bir terör örgütü olduğunu bilerek bu yapının içinde bulunduklarını düşünmüyorum. Kötü niyetli olduklarını düşünmüyorum. Aynen benim gibi orta okul yıllarında saf ve temiz duyguların sömürülerek cemaat yapısı içerisine girdiklerini ve bazı korkulardan dolayı da çıkamadıklarını düşünüyorum." Tanık S.nin istinabe mahkemesinde alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:" ... [A.G.], Burak İnan, [İ.G.] hava harp okulundan devremdi. ... Burak İnan ise [K.A.] ile beraber takılıyorlardı, harp okulundan izin ve tatil günlerinde beraber dışarı çıkıyorlardı. ... Burak İnan ve [K.A.] da uçuş eğitimi almak için Çiğlidelerdi ama onları beraber takılırken görmedim." Tanık K.A.nın istinabe mahkemesinde alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"Ben Konya Ana Jet Üssünde helikopter pilotu olarak görev yapmaktayım 15 Temmuz olaylarından sonra KHK ile görevden ihraç oldum. İsimlerini okumuş olduğunuz [A.G.], Burak İnan, [İ.G.] ve [S.A.] ile birlikte aynı dönemde Harp okulunda okuduk bu nedenle şahısları tanımaktayım. Burak İnanlı haricinde ki sanıkların Fetö örgütüne mensup olup olmadıkları, örgütsel anlamda faaliyetleri olup olmadığı konusunda bilgim bulunmamaktadır. Ancak Burak İnan ile ilgili bildiğim şeyleri Savcılık ifademde ayrıntılı olarak belirtmiştim, o ifadem doğrudur aynen tekrar ederim. Burak İnanlı ile birlikte öğrencilik yıllarımızda aynı evde kaldık, birlikte sohbet toplantılarına katılırdık, kaldığımız evde de sohbet toplantıları yapardık." Tanık S.E.nin istinabe mahkemesinde alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:" Burak İnan ile Harp okulunda birlikte okuduk, grup arkadaşı idik, birlikte iki haftada bir sohbet yapılan evlere gidiyorduk, sohbet sırasında Fethullah Gülen'e ait kitaplar okunuyordu, öğrenci olduğum için ben herhangi bir para yardımında bulunmadım, diğer şahısların terör örgütü ile ilgileri olup olmadığı konusunda bilgim bulunmamaktadır. O dönemde içinde bulunduğumuz grubun terör örgütü olduğuna ilişkin bilgim yoktu. Ben bu konu ile ilgili daha önce detaylı bir şekilde ifade verdim, ifadem doğrudur aynen tekrar ediyorum." 12/7/2018 tarihli ilk celsede, tanıklar S.Y., İ.K., S., K.A. ve S.E.nin istinabe suretiyle alınan beyanları başvurucuya okunmuş, diyecekleri sorulmuştur. Başka bir soruşturma dosyasında başvurucu ile ilgili beyanda bulunduğu Mahkemece tespit edilmesi üzerine tanık U.H.H.nin beyanları Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtasıyla aynı celsede alınmış, başvurucuya tanık beyanına karşı diyecekleri sorulmuştur. Tanık U.H.H.nin SEGBİS vasıtasıyla alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir: " ... Bunların örgütle bağlantısını kanıtlayabileceğim herhangi bir delilim yok yani bu FETÖ üyesidir diyemem. ... [Burak İnan ile] hiç grup olmadım beraber de gitmedim Başkanım. ... İzinde hepsini beraber gördüm ve memleketleri de aynı olduğu için, Ankara'lı olduğu için onların [başka bir eve sohbete gidiyor olabileceğini] söyledim. ... Bu sadece bir kanaat zaten bu şekilde de kesin olarak bunu şöyle yaptı yani bizzat eve girdiğini görmem lazım kanıtlayabilmem için bunu da görmedim yani böyle bir kanıtım yok." 24/12/2018 tarihli dördüncü celsede ara kararla tanık P.nin istinabe yoluyla beyanlarının alınmasına karar verilmiştir. 18/3/2019 tarihli beşinci ve son celsede tanık P.nin beyanı dosyaya girmiş, beyan başvurucuya okunup diyecekleri sorulmuştur. Tanık P.nin istinabe mahkemesinde alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:"Ben sanık Burak İnan'ı 2009-2013 yılları arasında İstanbul Hava Harp Okulunda devre arkadaşım olması sebebiyle tanımaktayım. 2013 yılında Hava Harp okulunda birlikte aynı dönem mezun olduktan sonra İzmir'e uçuş eğitimine gittim. 2015 Kasım ayı [itibarıyla] de buradan mezun olarak İncirlik Tanker Üst Komutanlığına uçucu pilot olarak atandım. Sanık Burak İnan'da aynı yere benden bir kaç hafta öncesinden atanmıştı. İncirliğe atanan tek devre arkadaşım olması sebebiyle lojmanda birlikte ev tuttuk. Biz bu evde bir yıl kadar beraber kaldık ve aynı filoda görev yaptık. Sanığı tanıdığım süre boyunca şahsın bu yapıyla alakalı herhangi bir eylemine, faaliyetine şahit olmadım. Kendim Ankara'da aynı suçtan soruşturma geçirdim. Orada da aynı beyanları verdim." Duruşmanın neticelendiği beşinci celsede Başsavcılık makamınca esas hakkında mütalaa sunulmuş, başvurucu mütalaaya karşı savunma yaparak suçlamayı reddetmiştir. Mahkemece başvurucunun atılı suçtan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararda, istinabe yoluyla dinlenen S.Y., İ.K., S., K.A. ve S.E. ve P. isimli tanıkların beyanları ile duruşmada dinlenen U.H.H. isimli tanığın beyanı Mahkemece delil olarak hükme esas alınmıştır. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Tanıklar beyanlarından sanık hakkında bilgi sahibi olduğunu belirten [S.Y.], [S.E.], [U.H.H.], [İ.K.], [S.], [P.] ve [K.A.nın] beyanları özet olarak; sanığın örgüt tarafından kendileri ile tanıştırılan bir kişi olduğunu, diğer örgüt mensuplarıyla ortak hareket ettiğini ve beraber gezdiğini, örgütün evlerinde birlikte kaldıklarını, 2016 Mayıs ayına kadar himmet verdiklerini, örgüt evinde kaldıkları dönemde kendilerine sohbet verildiğini, Fetullah GÜLEN'in videolarının seyrettirildiğini beyan etmişlerdir. Tanık beyanlarının sanık aleyhine mahkumiyete dayanak somut delil niteliği taşıdığı kanaatine varılmıştır. Mahkememiz tanıklardan [S.Y.nin] beyanına ayrıca dikkat çeker. Tanık örgüt tarafından kendilerine 2015 Ağustos'tan itibaren tavır değiştirme talimatının verildiğini, sosyal ortamlarda alkol alınması ve müstehcen konulardan bahsedilmesini telkin edildiğini söylemiştir. Tanık beyanında açıkça görüldüğü gibi örgütün gizlenme stratejisine uygun olarak mensuplarını çevreye dünya görüşü olarak muhafazakar dünya görüşüne zıt kişiler olarak kendilerini lanse etme talimatı verildiği anlaşılmaktadır. Yukarıda anlatılan deliller ve mahkememizce yapılan değerlendirmeler sonucunda; sanığın tanık beyanlarına göre uzun süreden beri örgüt içerisinde yer alan ve tespit edilebildiği kadarıyla 2016 Mayıs'a kadar irtibatını devam ettiren, örgütsel faaliyet olarak maaşından düzenli himmet verip örgütün düzenlediği sohbetlere katılan ve örgütün gizlenme stratejisine uygun şekilde bağlı bulunduğu abiden talimat alan bir kişi oluşu, Bank Asya'da hesabının bulunması hususların tümü birlikte dikkate alındığında sanığın üzerine atılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçunun sabit olduğu mahkememizce kabul edilmiş, sanığın tamamen inkara yönelik olan savunmasına yukarıda açıklandığı üzere delillerin mahiyeti ve ispat gücü anlamında mahkememizde bir tereddüt yaşanmadığından itibar edilmemiştir. Sanığın Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda üsteğmen olduğu nazara alındığında kamusal kudret kullanmaya üsteğmen düzeyinde elverişli konumunun bulunması sebebiyle meydana getirebileceği tehlike ve zararın boyutu, suçun işleniş şekli ve kastın yoğunluğu göz önüne alınarak başkaca örgüt üyesiyle aynı seviye ve şartlarda değerlendirilmesinin adalete ve hakkaniyete aykırı olacağı kanaatine varılarak sanık hakkında ceza tayin edilirken alt sınırdan uzaklaşılması gerektiği sonucuna varılmıştır." Başvurucu, istinaf ve gerekçeli temyiz dilekçelerinde -diğerlerinin yanı sıra- tanıkların hiçbirinin mahkeme huzurunda dinlenmediğini belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tanık ve bilirkişinin naiple veya istinabe yoluyla dinlenilmeleri" kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:"Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre tanık veya bilirkişinin aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle dinlenebilmeleri olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak ifade alınır. Buna olanak verecek teknik donanımın kurulmasına ve kullanılmasına ilişkin esas ve usuller yönetmelikte gösterilir." 5271 sayılı Kanun’un “Doğrudan soru yöneltme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada anlatılması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada anlatılır.” 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmayacak belgeler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:"Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir: (...)d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ulusal hukuktaki nitelemeye bakılmaksızın tanık kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/4/2012, § 45). Bu kavram duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, §§ 7, 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) kapsayabilir. Bu bakımdan duruşmada ister okunsun ister okunmasın ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda [GK], B. No: 11454/85, 20/11/1989, § 40). AİHM, duruşmada hazır bulunmayan tanıkların beyanlarının mahkûmiyet hükmüne esas alındığı bir yargılamanın adilliğini değerlendirirken uyguladığı genel ilkeleri Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık ([BD], B. No: 26766/05, 22228/06, 15/12/2011) ve Schatschaschwili/Almanya ([BD], B. No: 9154/10, 15/12/2015) kararlarında özetlemiştir. Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık kararında belirlenen ve Schatschaschwili/Almanya kararında geliştirilen ilkelere göre somut bir yargılama öncesinde veya haricinde elde edilen ve duruşmada okunulmasıyla yetinilen tanık ifadelerinin delil olarak kabulünün yargılamanın adilliğine zarar verip vermediğini değerlendirmek için üç aşamalı bir test uygulanmalıdır. İlk olarak tanığın mahkemede hazır edilmemesi geçerli bir nedene dayanmalıdır (Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık, §§ 119-125). İkinci olarak okunmasıyla yetinilen tanık beyanlarının karara götüren tek ya da belirleyici delil olup olmadığına bakılacaktır (Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık, §§ 126-147). Üçüncü aşamada duruşmada sınanmayan beyanların kullanılmasından dolayı savunma tarafının karşılaştığı sınırlamayı telafi eden ve bir bütün olarak yargılamanın adilliğini sağlayan dengeleyici unsurların mevcudiyetine bakılmalıdır (Al-Khawaja ve Tahery/Birleşik Krallık, § 147). Yukarıda belirtilen üç adım birbiriyle ilişki içindedir ve birlikte ele alındığında bu üç ölçüt, duruşmada dinlenmeyen tanık ifadelerinin okunmasıyla yetinilmesinin yargılamanın adilliğine halel getirip getirmediğinin değerlendirilmesine olanak sağlar. Dolayısıyla geçerli neden şartının karşılanıp karşılanmadığı önemli bir ölçüt olmakla birlikte yokluğu tek başına adil yargılanma hakkının ihlal edildiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle bu üç ölçüt, hak ihlalinin olup olmadığı hususunda hangisinin daha belirleyici olduğuna bağlı biçimde farklı bir sıra takip edilerek incelenebilir (Schatschaschwili/Almanya, § 118). AİHM, duruşmada hazır bulunmayan tanıkların beyanlarının delil olarak kullanılmasının yargılamanın adilliğini zedeleyip zedelemediğini tespit etmek amacıyla uyguladığı üç aşamalı teste ilişkin ilkeleri Faysal Pamuk/Türkiye (B. No:430/13, 18/1/2022) kararında istinabe yoluyla dinlenen tanıklar yönünden de tekrarlamıştır. Karara konu olayda silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkȗm edilen başvurucu hakkındaki suçlayıcı anlatımları mahkȗmiyet gerekçesinde büyük ölçüde delil olarak kullanılan tanıklar yer itibarıyla yetkili mahkemenin yargı çevresi dışında ikamet etmektedir. Mahkeme, bu tanıkların beyanlarını istinabe yoluyla almıştır. AİHM, tanıkların beyanlarının ikamet etmekte oldukları yer mahkemelerince istinabe yoluyla alınmasına ilişkin uygulamanın 5271 sayılı Kanun'un maddesinden kaynaklandığını tespit ettikten sonra bu yöntemin tanıkların duruşmada hazır bulunmamasına geçerli bir neden teşkil edip etmediğini değerlendirmiştir (Faysal Pamuk/Türkiye, §§ 53-62). Buna göre yargılamayı yürüten mahkemece tanıkların duruşmada hazır edilmemelerine gerekçe olarak tanıkların farklı şehirlerde ikamet etmekte oldukları hususuna dayanılmasının esnek olmayan ve mekanik bir yaklaşım olduğuna dikkat çekmiştir. Nitekim AİHM'e göre bu uygulama tanıkların duruşmada hazır edilmemesi için geçerli nedenler olup olmadığı sorusunun bireysel değerlendirmesine engel olmakta ve tanıkların duruşmaya katılımını sağlamak için her türlü makul çabayı göstermeye yönelik görevlerinden derece mahkemelerini muaf tutuyor gibi görünmektedir (Faysal Pamuk/Türkiye, § 55). AİHM; Faysal Pamuk/Türkiye kararında başvurucu hakkındaki tanık beyanlarının hükme ulaşılması noktasında belirleyici nitelikte delil olarak kabul edildiğini tespit ettikten sonra tanıkların duruşmada hazır edilmemeleri nedeniyle savunma makamının maruz kaldığı sınırlamayı telafi eden karşı dengeleyici güvencelerin mevcut olup olmadığını ele almıştır (Faysal Pamuk/Türkiye, §§ 59-62). Bu bağlamda yaptığı değerlendirmede AİHM; 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikamet adresinin yargılamayı yürüten mahkemenin yargı çevresi dışında bulunmasından dolayı duruşmaya getirilmesi zor olan tanıklar hakkında olmasına rağmen yargılamayı yürüten mahkemenin kararında bu önemli gereklilik hususunda sessiz kalındığına dikkat çekmiştir. Benzer şekilde anılan Kanun'un maddesinin (5) numaralı fıkrasında yargılamayı yürüten mahkemenin yargı çevresi dışında bulunan tanıkların aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle dinlenebilmeleri olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak ifade alınabileceği öngörüldüğü hâlde yargılamayı yürüten mahkemenin bu yöntemi de dikkate almadığının altını çizmiştir. Öte yandan yargılamayı yürüten mahkemenin bu yönetimi kullanmasına engel teşkil eden herhangi bir gerekçe sunmadığı da vurgulanmıştır. Bu nedenle AİHM, yargılamayı yürüten mahkemenin hazır bulunmayan tanıklardan delil elde etmek için alternatif tedbirleri araştırmadığı sonucuna varmıştır (Faysal Pamuk/Türkiye, §§ 63-67). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/7640 | Başvuru, beyanları mahkûmiyet kararında belirleyici ölçüde delil olarak kullanılan tanıkların duruşmada başvurucu (sanık) tarafından sorgulanamaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aynı suçtan iki defa yargılama yapılıp ceza verilmesi nedeniyle "non bis in idem" ilkesinin; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve özel statülü mahkemece yargılama yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 14/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 26/10/2004 tarihli iddianamesi ile 19/10/2004 tarihinde işlendiği iddia edilen teşekkül hâlinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan başvurucu ve diğer on şüpheli hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 17/6/2006 tarihli kararı ile başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları uyarınca uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 28/6/2007 tarihli ve E.2007/5001, K.2007/8046 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Bu aradaİstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 30/12/2008 tarihli iddianamesi ile başvurucu dışındaki dört şüpheli hakkında 19/10/2004 tarihinde işlendiği iddia edilen teşekkül hâlinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kamu davası açılmış, dava dosyası İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) E.2009/5 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 29/4/2009 tarihli iddianamesiyle başvurucu ve diğer altı şüpheli hakkında 27/8/2004 tarihinde işlendiği iddia edilen suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve yönetme, örgüt faaliyeti kapsamında uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarından kamu davası açılmış; dava dosyası İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) E.2009/127 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK madde ile görevli),E.2009/5 sayılı dava dosyası ile E.2009/127 sayılı dava dosyası arasında hukuki ve fiilî irtibat bulunduğu gerekçesiyle dosyaların birleştirilmesine, yargılamaya E.2009/5 sayılı dava dosyası üzerinden devam edilmesine 12/10/2009 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu 25/8/2010 tarihinde Mahkemede savunmasını yapmış, aynı suçtan daha önce yargılanarak ceza aldığını ve cezasının infaz edildiğini bildirmiştir. Mahkeme 16/4/2012 tarihli ve E.2009/5, K.2012/50 sayılı karar ilebaşvurucunun daha önce yargılandığı dava dosyasındaki fiileri de birlikte değerlendirerekeylemin bir bütün olarak suç örgütü marifetiyle uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun suç örgütü kurmak ve yönetme ve örgüt faaliyeti kapsamında uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarından mahkûmiyetine karar vermiştir. Mahkeme, hükümde ayrıca İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 17/6/2006 tarihli ve E.2004/315, K.2006/201 sayılı kararı ile başvurucu hakkında verilen cezaların da mahsubuna hükmetmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 13/2/2014 tarihli ve E.2013/12924, K.2014/973 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucu 13/2/2014 tarihinde anılan karardan haberdar olmuştur. Başvurucu 14/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3568 | Başvuru, aynı suçtan iki defa yargılama yapılıp ceza verilmesi nedeniyle non bis in idem ilkesinin; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve özel statülü mahkemece yargılama yapılması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkindir. | 0 |
Başvuru, iş mahkemesinde görülen istirdat davasının kesin hüküm nedeniyle reddi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 29/4/2009 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) aleyhine açılan istirdat davasında başvurucu,SGK tarafından noksan işçilik bedeli ve gecikme cezası nedeniyle tahhakkuk ettirilerek ödeme emrine bağlanan ve haksız olarak ödenmek zorunda kalınan 569,81 TL bedelin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Yapılan değerlendirme sonucu Ankara İş Mahkemesi 13/9/2011 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"... davacı şirketin Kurum kayıtlarına göre iş yeri olarak tescilinin bulunduğu, Kurum müfettişlerince düzenlenen raporda noksan işçilik karşılığı olarak 839,70 TL Kurum lehine alacak tahakkuk ettirildiği ve Kurumca tahsilinin talep edildiği, davacı işverence Ankara İş Mahkemesi'ne 2003/1618 esasında dava açıldığı, yargılama aşamasında 5458 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği, Yasa hükmüne göre Yasadan yararlanmak için 2006 tarihinde Kuruma yapılan başvuruda borçların yeniden yapılanması ve taksitlendirme olanağının sağlanması için feragat şartının getirildiği, davacının davadan feragat ettiği, Kurumca yapılan yeniden yapılandırma sonucu davacının Kuruma 192,28 TL ödediği, davacının fazladan haksız olarak ödemek zorunda bırakıldığı miktarı talep ettiği anlaşılmış yapılan keşif, bilirkişi hesaplamaları doğrultusunda dava konusu işin yapımında teknolojik makina ve araçların kullanılmış olması nedeni ile işçilik bedellerinin düşük olması gerektiği, dava konusu iş için % 05 işçilik oranlarının bilirkişilerce hesaplandığı bu hesaplama doğrultusunda davacının davalı Kuruma 67 TL eksik işçilik bildiriminde bulunduğu, anlaşılmış, bunun sonucu hesaplanan prim borcunun miktarı yine bilirkişilerce hesaplanmış hesaplamalar doğrultusunda Kurumun davacıdan haksız yere tahsilatta bulunduğu anlaşılmış bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulü cihetine gidilerek aşağıdaki hüküm fıkrası kurulmuştur. ..." Temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/1/2012 tarihli ilamı ile bozulmuştur. İlamın ilgili kısımları şöyledir: "... Somut olayda, müfettiş raporuna dayalı olarak, davacı tarafından yapılan taahhüt konusu işte, asgari işçilik oranının %8 olduğu belirlenerek prim tahakkuk ettirilmesi üzerine, davacı şirket tarafından sözkonusu prim borcunun iptali istemiyle Ankara İş Mahkemesinin 2003/1618 Esas sayı iledava açıldığı, mahkemenin 2005/561 Karar sayılı kararı ile, bilirkişi raporu doğrultusunda asgari işçilik oranı %5kabul edilerek davanın kısmen kabulüne karar verildiği, davalı SGK'nın temyizi üzerine Dairemizin 2005 tarih ve 6478/7292 sayılı kararı ile, yapılan işte asgari işçilik oranının %8 olması gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verildiği; mahkemece direnme kararı verilmesi üzerine, Hukuk Genel Kurulunun 2006 tarih ve 2006/10-313 Esas, 2006/362 Karar sayılı kararı ile özel daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle bozulduğu, Hukuk Genel Kurulunun bozma ilamı sonrasında davacı şirketin, 5458 sayılı Yasadan faydalanmak için davadan feragat ettiği, yapılandırmadan faydalanılarak eksik işçilik nedeniyle tahakkuk ettirilen prim borcunun ödendiği, bu kez davalı şirketin iş bu dava ile ödenenprimin istirdatına karar verilmesini istediği anlaşılmaktadır. ... O halde, eksik işçilik nedeniyle tahakkuk ettirilen prim borcunun iptali istemli davadan feragat edilmesi nedeniyle kesin hükmün sonuçları doğmuştur. Öte yandan, anılan davada hükme esas alınanbilirkişi raporunda asgari işçilik oranı %5 olarak belirlenmiş, ancak Dairemizin bozma ilamı ile asgariişçilik oranının %8 olması gerektiğinden bahisle bozulmuş, direnme kararı üzerine Hukuk Genel Kurul kararı ile de asgari işçilik oranının %8 olduğu hususu kesinleşmiştir. Mahkemece, kesin hüküm nedeniyle ve yine Yargıtay ilamı ile asgari işçilik oranının kesinleştiği hususu nazara alınarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. ..." Bozma ilamının ardından dava dosyasını yeniden incelemeye alan Ankara İş Mahkemesi 27/11/2012 tarihli kararıyla bozma ilamına uyarak daha önce kesinleşmiş hüküm bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiş, temyiz incelemesi sonucu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/9/2013 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama sona ermiştir. Başvurucu Yargıtay onama ilamını 25/11/2014 tarihinde Mahkeme kaleminde tebliğ aldığını belirterek 23/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19988 | Başvuru, iş mahkemesinde görülen istirdat davasının kesin hüküm nedeniyle reddi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hizmet tespiti ve işçilik alacakları için açılan davanın sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 6/8/2004 tarihinde açtığı hizmet tespiti ve işçilik alacaklarına ilişkin dava Samsun İş Mahkemesi nezdinde derdest durumdadır. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/28647 | Başvuru, hizmet tespiti ve işçilik alacakları için açılan davanın sonuçlanmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurular, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanmasına bağlı olarak tesis edilen işlemlere karşı açılan iptal davalarında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuruculardan Çiçek Ertaş ve Dilber Geriş, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/86 | Başvurular, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanmasına bağlı olarak tesis edilen işlemlere karşı açılan iptal davalarında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda hukuka aykırılık bulunmadığı, HAGB'nin şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai kararları öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/42142 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2019/42142 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42142 | Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23063 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari gözetim altına alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonun 30/12/2019 tarihli kararıyla başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işleminin tedbiren durdurulması talebi reddedilmiş, adli yardım talebi kabul edilmiştir. Komisyon; başvurunun kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1992 doğumlu ve Irak vatandaşı olan başvurucu, ülkesindeki terör eylemlerinden kaçarak Türkiye'ye geldiğini ifade etmiştir. Başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği isnadıyla ceza soruşturması başlatılarak ardından ceza davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonunda Samsun Ağır Ceza Mahkemesinin 4/12/2018 tarihli kararıyla başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Samsun Valiliğinin (Valilik) 4/12/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca kamu düzeni veya kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine ve 5/12/2019 tarihinde 6 ay süreyle idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun idari gözetim altına alınma kararına karşı yaptığı itiraz, Samsun Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/12/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 26/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu; bireysel başvuru tarihinden sonra sınır dışı işlemine karşı iptal davası açmış, Samsun İdare Mahkemesinin 17/9/2020 tarihli kararıyla davacının gönüllü geri dönüş talebinde bulunması sebebiyle 23/7/2020 tarihinde Habur Sınır Kapısı'ndan ülkesi Irak'a çıkış yaptığı tespit edilerek dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42419 | Başvuru, idari gözetim altına alınması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda meydana gelen ölüm ve ölüme ilişkin olarak yürütülen soruşturma sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı nedeniyle yaşam ve adil yargılanma hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/7/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını olan , Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen soruşturma sürecinde Mersin Sulh Ceza Hâkimliği kararı uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçu isnadıyla tutuklanarak Mersin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Kurum) yerleştirilmiştir. 13/7/2018 tarihinde, tek başına kaldığı koğuşunda çarşafla asılı hâlde ölü olarak bulunmuştur. Adana Adli Tıp Grup Başkanlığı tarafından düzenlenen 24/9/2018 tarihli otopsi raporunda ölüm sebebi asıya bağlı mekanik asfiksi olarak belirlenmiştir. Ölüm olayına ilişkin olarak Başsavcılık, soruşturma açmıştır. Soruşturma sürecinde olay yeri inceleme raporunun düzenlendiği, güvenlik kamerası kayıtlarının incelendiği, olay hakkında bilgisi olabilecek mahpus ve Kurum personelinin ifadesine başvurulduğu anlaşılmıştır. Soruşturma sonunda nin ölümünde başkasının cezai mesuliyetini gerektirecek bir hususun/kusurun bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. 2/4/2019 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara başvurucular itiraz etmiş; söz konusu itiraz, Mersin Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/5/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular, başvuru formunda da açıkça ifade ettikleri üzere Mersin Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/5/2019 tarihli kararını 25/6/2019 tarihinde tebellüğ (elektronik tebligat) etmiştir. Başvurucular 30/7/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun "Elektronik Tebligat" başlıklı 7/a maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır.... Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.” 6/12/2018 tarihli ve 30617 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Elektronik Tebligat Yönetmeliği'nin "Elektronik tebligatın hazırlanması ve muhataba ulaştırılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...(6) Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27740 | Başvuru, ceza infaz kurumunda meydana gelen ölüm ve ölüme ilişkin olarak yürütülen soruşturma sonunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı nedeniyle yaşam ve adil yargılanma hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; idari makamlarca alınan sokağa çıkma yasağı kararının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, güvenlik güçlerinin haksız ve orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanmalar, yaralıların bulundukları yerde ölünceye kadar bitkin bir vaziyette tutulmaları, bu kişilerin sağlık hizmetlerine erişmelerine izin verilmemesi, anılan durumun sözü edilen kişilerin yakınlarının ruhsal durumları üzerinde doğurduğu etki, sonuç olarak yaralıların ölmesi, ölenlerin yakınlarının cenazelere uzun süre ulaşamaması, bahsedilen olaylarla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi, güç kullanan kamu görevlileri için cezasızlık hâli yaratılması, insan hak ve özgürlüklerinin devlet tarafından kötüye kullanılması nedenleriyle temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması yasağının, yaşam hakkının ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular vekili Av. Öztürk Türkdoğan bir başka avukatla birlikte vekâletname ibraz etmeden ve başvuru öncesinde idari ve/veya yargısal bir yol tüketmeden Derya Koç, İbrahim İvrendi, Lokman Bilgiç, Murat Keskin, Sinan Kaya, Fırat Marda, Orhan Tunç, Meryem Akyol, Mürsel Dalmış, Star Öztürk, Murat Tunç, Abdülselam Turgut, Fatma Demir, Emek Aydın, Mesut Özer, Abdullah Özgür, Agit Aydın, Barış Ağadır, Sahip Edip ve soyadı bilinmeyen Ferhat adlı bir kişi ile Şırnak'ın Cizre ilçesi Sur Mahallesi Beyazıt Sokak'ta bulunan bir binanın bodrum katında sağ kalan ve isimleri tespit edilemeyen diğer kişiler adına 10/2/2016 tarihinde başvuru yapmıştır. Adına başvuru yapılan kişilerin açık kimlik bilgilerine yer verilmeyen ve sadece Derya Koç'un kimlik numarasının belirtildiği başvuru formunda başvuruyla ilgili koşullarda bir değişiklik olduğu takdirde bilgi verileceği ifade edilmiştir. Yapılan başvuruda; sokağa çıkma yasağının hukuki olmaması, adlarına başvuru yapılan kişilerin güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu ağır yaralanması, hâlihazırda bahsi geçen bodrum katında yaralı olarak bulunmaları, cankurtaranların adlarına başvuru yapılan kişilerin bulunduğu yere gitmesine izin verilmemesi ve sözü edilen kişilerininsan onurunu zedeleyen bir muameleye maruz bırakılmaları nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, kötü muamele yasağının ve yaşam hakkının ihlal edildiği ileri sürülerek sokağa çıkma yasağının uygulanmaması, gerekli tıbbi yardım sağlanarak adlarına başvuru yapılan kişilerin yaşam haklarının ve fiziksel bütünlüklerinin korunması yönünde geçici tedbir kararı verilmesi ve anılan ihlallerin tespit edilmesi talep edilmiştir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunduğu gerekçesiyle 2016/2602 sayılı başvuru ile birleştirilmiştir. İkinci Bölüm 12/2/2016 tarihinde, tedbir kararı verilmesine yer olmadığına, kamu makamlarının kim olduklarına bakılmaksızın başvurucu olduğu belirtilen kişilerin bulunduğu yerin tespiti ve sağlık hizmetlerine erişimleri için gerekli tedbirleri almaya devam etmesine, Cizre Cumhuriyet Başsavcılığından başvurucu olduğu belirtilen kişilerin hayatını kaybedenler arasında olup olmadığının bildirilmesinin istenmesine ve Şırnak Valiliğinin (Valilik) sonraki gelişmelerden Anayasa Mahkemesini gecikmeksizin bilgilendirmesine karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 9/2/2016 tarihinde yapılan 2016/2602 sayılı bireysel başvuru ile ilgili görüş bildirmiştir. İleri bir aşamada mevcut başvuru 2016/2602 sayılı bireysel başvurudan tefrik edilmiştir. Başvuru formu ve eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Dayanak Oluşturan Olayların Arka Planı PKK'nın terör örgütü olduğu, ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir. Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci, Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-19). Öte yandan Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda ilk olarak 5/6/2015 tarihinde Diyarbakır'da Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından yapılan seçim mitingi sırasında gerçekleştirilen bombalı saldırı sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamaya göre 2 kişi hayatını kaybederken 100'den fazla kişi de yaralanmıştır. 20/7/2015 tarihinde ise Suruç'ta (Şanlıurfa), Suriye'deki çatışmalara ilişkin basın açıklaması sırasında DAEŞ tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen bombalı intihar saldırısında 34 kişi hayatını kaybederken 73 kişi de yaralanmıştır. Bu saldırının iki gün sonrasında Ceylanpınar'da (Şanlıurfa) iki polis memuru evlerinde başlarından vurulmuş hâlde ölü olarak bulunmuş, saldırıyı PKK üstlenmiştir. Bu olaylardan sonra PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak, bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve bu yerlerden çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir. 2015 yılının Ağustos ayından itibaren valilikler/kaymakamlıklar tarafından Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı il ve ilçelerde sokağa çıkma yasakları uygulanmıştır. Sokağa çıkma yasaklarının amacı terör örgütü üyeleri tarafından kazılan hendeklerin ve yerleştirilen patlayıcıların temizlenmesi, sivil vatandaşların şiddetten korunması olarak belirtilmiştir. B. Başvuruya Konu Olay ve Olgular Valilik, Cizre ve Silopi ilçe merkezleri yönünden 14/12/2015 Pazartesi günü saat 00'ten itibaren sokağa çıkma yasağı ilan etmiştir. Anılan yasak hakkında yapılan basın duyurusu şöyledir: “İlimiz Cizre ve Silopi ilçe merkezlerinde Bölücü Terör Örgütü mensuplarının etkisiz hale getirilmesi, bölücü terör örgütü mensupları tarafından mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi ve vatandaşlarımızın can, mal güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/C maddesi gereğince 2015 günü saat: 23:00' ten itibaren sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.Bölücü Terör Örgütünün vatandaşlarımızın başta yaşam hakkı olmak üzere özgürlük, güvenlik, mülkiyet gibi temel hak ve hürriyetlerini hedef alan saldırılar gerçekleştirdiği mayınlı, patlayıcı tuzaklı barikat ve hendekler yaptığı bu eylemlerle vatandaşlarımızın gündelik yaşamını sürdürmesini ve başta sağlık olmak üzere temel kamu hizmetlerinden faydalanmasını engellediği ve vatandaşlarımıza her türlü maddi ve manevi zararlar verdiği kamuoyumuzun malumlarıdır.Cizre ve Silopi ilçe merkezlerinde vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerini kullanabileceği huzur ortamını ve kamu düzenini sağlamak maksadıyla vatandaşlarımıza her türlü maddi ve manevi destek sağlanacaktır...” Yukarıda da belirtildiği gibi mevcut başvuru 10/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formunda başvuruyla ilgili koşullarda bir değişiklik olduğu takdirde bilgi verileceği ifade edilmesine karşın Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi verilmemesi ve başvuruda bazı eksiklikler bulunduğunun tespit edilmesi üzerine başvuruyu yapan avukatlara eksikliklerin tamamlanması konusunda bir yazı (eksiklik bildirim yazısı) gönderilmiştir. Bu yazıda, bildirimin tebliğinden itibaren on beş gün içinde eksikliklerin tamamlanması gerektiği ifade edilerek geçerli bir mazeret olmaksızın tespit edilen eksikliklerin süresinde tamamlanmaması durumunda başvurunun reddedileceği açıklanmıştır. Başvuruda tespit edilen eksiklikler şunlardır:- Başvurucuların açık kimlik ve adres bilgileri başvuru formunda belirtilmemiş, başvuruculara ait nüfus cüzdanı fotokopileri başvuru formuna eklenmemiştir.- Başvurucu ve/veya yakınları tarafından başvuruyu yapan avukatlara verilen vekâletnameler başvuru dosyasında bulunmamaktadır.- Bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvuruyla ilgili koşullarda değişiklik meydana gelip gelmediği yönünde bilgi verilmemiştir.- Başvuru formu usulüne uygun doldurulmamış, başvuru formunda olaylar genel olarak özetlenmiş ve kronolojik bir açıklama yapılmamıştır. - Başvuru formunda ihlal edildiği ileri sürülen hak/hakların hangisi olduğu ve hangi nedenlerle ihlal edildiği hususu gerekçeleriyle birlikte öz olarak açıklanmamıştır. - Başvuru konusu olay/olaylar ile ilgili olarak kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tüketilmesi sonucu verilen nihai karar ve bu kararın tebliğine ilişkin belgenin asıl veya onaylı suretleri ile ileri sürülen ihlalin dayanaklarına ilişkin belgelerin asılları veya onaylı suretleri başvuru formuna eklenmemiştir. Av. Öztürk Türkdoğan eksikliklere ilişkin bildirimi 13/11/2017 tarihinde tebliğ aldıklarını, başvurucuların öldüğünü, bazı başvurucuların yakınlarına ulaşamadıklarını, bazı başvurucu yakınlarının ise henüz kendilerine vekâletname vermediğini belirterek başvurucuların yaşamını yitirmesi nedeniyle yürütülen ceza soruşturmaları hakkında sağlıklı bilgi verilebilmesi ve eksikliklerin tamamlanması için 27/11/2017 tarihli dilekçe ile ek süre talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi anılan talebi kabul ederek eksikliklerin tamamlanması için başvurucuların vekillerine, daha önce verilen on beş günlük süreye ek otuz günlük süre vermiştir. Sözü edilen eksikliklerin eksiklik bildirim yazısının tebliğinden itibaren kırk beş (15+30) gün içinde mazeret olmaksızın giderilmemesi hâlinde başvurunun reddine karar verileceği Av. Öztürk Türkdoğan'a bildirilmiştir. Av. Öztürk Türkdoğan, başvurudaki eksikliklerin tamamlandığına ilişkin 27/12/2017 tarihli dilekçe ile yeni düzenlenmiş başvuru formu ve eklerini 29/12/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine elden teslim etmiştir. Sözü edilen dilekçede başvurunun Derya Koç adına babası Kemal Koç tarafından, Abdullah Özgül (Başvuru formunda soyadı Özgür olarak belirtilmiştir bkz. § ) adına babası Mehmet Siraç Özgül tarafından, Meryem Akyol adına babası Mehmet Akyol tarafından, İbrahim İverendi (Başvuru formunda soyadı İvrendi olarak belirtilmiştir bkz. § ) adına annesi Nermiye İverendi tarafından, Lokman Bilgiç adına babası Sait Bilgiç tarafından, Sitar Özkül (Başvuru formunda ismi Star Öztürk olarak belirtilmiştir bkz. § ) adına babası Selim Özkül tarafından, Fatma Demir adına ağabeyi Recep Demir tarafından, Abdülselam Turgut adına ağabeyi Süleyman Turgut tarafından, Orhan Tunc adına babası Ahmet Tunc ile ölümünden önce resmî nikâh olmaksızın beraber yaşadığı Güler Yerbasan tarafından ve Sahip Edin (Başvuru formunda soyadı Edip olarak belirtilmiştir bkz. § ) adına sırasıyla annesi, eşi ve çocukları olan Zekiye Edin, Berivan Edin, Muhammed Ali Edin, Arjin Edin, Süleyman Edin ve Sahip Baran Edin tarafından devam ettirildiği; adlarına başvuru yapılan ancak başvurudan sonra ölen diğer kişilerin yakınlarına ulaşılamadığı ifade edilmiştir. Adlarına başvuru yapılan kişilerden; - Derya Koç'un ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar üzerine başvurucu Mehmet Koç tarafından yaşam ve adil yargılanma hakları ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarıyla 2017/39437 sayılı,- İbrahim İverendi'nin ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar üzerine başvurucu Nermiye İverendi tarafından yaşam ve adil yargılanma hakları ilekişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarıyla 2018/23552 sayılı,- Lokman Bilgiç'in ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar üzerine başvurucu Sait Bilgiç tarafından yaşam ve adil yargılanma hakları ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarıyla 2018/23549 sayılı,- Sitar Özkül'ün ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar üzerine başvurucu Selim Özkül tarafından yaşam ve adil yargılanma hakları ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarıyla 2018/20205 sayılı,- Abdülselam Turgut'un ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar üzerine başvurucu Süleyman Turgut tarafından yaşam ve adil yargılanma hakları ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarıyla 2019/20817 sayılı,- Sahip Edin'in ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar üzerine başvurucular Zekiye Edin, Berivan Edin, Muhammet Ali Edin, Arjin Edin, Süleyman Edin ve Sahip Baran Edin tarafından yaşam ve adil yargılanma hakları ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarıyla 2018/14655 sayılı,- Orhan Tunc'un ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar üzerine başvurucu Ahmet Tunc ile ölenin başka kardeşleri tarafından yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarıyla 2018/361 sayılı, Bireysel başvurular yapılmış olup sözü edilen başvurular hakkında henüz karar verilmemiştir. Derya Koç, Barış Ağadır, Meryem Akyol, Agit Aydın, Emek Aydın, Lokman Bilgiç, Nursel Dalmış, Fatma Demir, Sahip Edin, İbrahim İverendi, Sinan Kaya, Murat Keskin, Fırat Malda, Mesut Özel, Abdullah Özgül, Sitar Özkül, Murat Tunç, Orhan Tunc ve Abdülselam Turgut ile soyadı belirtilmeyen Ferhat adlı bir kişi adına 12/2/2016 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapılmıştır. Adlarına başvuru yapılan kişilerin ölümleri üzerine başvurucular Kemal Koç, Mehmet Akyol, Sait Bilgiç, Recep Demir, Zekiye Edin, Berivan Edin, Muhammed Ali Edin, Arjin Edin, Süleyman Edin, Nermiye İverendi, Mehmet Siraç Özgül, Selim Özkül, Ahmet Tunc, Güler Yerbasan ve Süleyman Turgut başvuruyu hayatını kaybeden yakınları adına devam ettirmek istediklerini bildirerek AİHM'e yeni bir başvuru formu sunmuştur. Başvurucular vekilinin adına başvuru yaptığı Ferhat isimli kişinin soyadının Karaduman olduğunu, bu kişiyle ilgili ayrı bir başvuru yaptıklarını ve başvuru yapan diğer kişilere (Barış Ağadır, Agit Aydın, Emek Aydın, Nursel Dalmış, Sinan Kaya, Murat Keskin, Fırat Malda, Mesut Özel ve Murat Tunç) ilişkin gerekli belgeleri edinemediğini haber vermesi üzerine AİHM, Orhan Tunc'un ölümü nedeniyle ayrı başvurular yapıldığını da dikkate alarak Ferhat Karaduman ve Orhan Tunc yönünden inceleme yapmamış ve 6/12/2016 tarihinde Barış Ağadır, Agit Aydın, Emek Aydın, Nursel Dalmış, Sinan Kaya, Murat Keskin, Fırat Malda, Mesut Özel ve Murat Tunç yönünden başvurunun kayıttan düşürülmesine, diğer başvurucuların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) , ve maddesi kapsamındaki şikâyetlerine ilişkin incelemenin ertelenmesine ve açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle Sözleşme’nin , ve maddeleri kapsamındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. 12/3/2019 tarihinde ise iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (kısmi kabul edilebilirlik kararı için bkz. Koç ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8536/16, 6/12/2016; kabul edilemezlik kararı için bkz. Aydın ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 63130/15 63133/15 63138/15 ..., 12/3/2019). Orhan Tunc adına yapılan ve daha sonra başvurucular Ahmet Tunc ve Güler Yerbasan ile Orhan Tunc'un bir başka yakını tarafından takip edilen başvurularda da AİHM, Sözleşme'nin , ve maddelerinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (başka ihlal iddialarının da incelendiği anılan karar için bkz. Ahmet Tunc ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 4133/16, 31542/16, 29/1/2019). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2629 | Başvuru, idari makamlarca alınan sokağa çıkma yasağı kararının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, güvenlik güçlerinin haksız ve orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanmalar, yaralıların bulundukları yerde ölünceye kadar bitkin bir vaziyette tutulmaları, bu kişilerin sağlık hizmetlerine erişmelerine izin verilmemesi, anılan durumun sözü edilen kişilerin yakınlarının ruhsal durumları üzerinde doğurduğu etki, sonuç olarak yaralıların ölmesi, ölenlerin yakınlarının cenazelere uzun süre ulaşamaması, bahsedilen olaylarla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi, güç kullanan kamu görevlileri için cezasızlık hâli yaratılması, insan hak ve özgürlüklerinin devlet tarafından kötüye kullanılması nedenleriyle temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması yasağının, yaşam hakkının ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; başvurucu sendikanın temsilcilerinin kanun hükmünde kararname ile kamu görevinden çıkarılmaları sonucu sendika üye tespit toplantısının yenilenmesine karar verilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Arka Plan Bilgisi Başvurucu Enerji Sanayi ve Maden Kamu Emekçileri Sendikası (ESM-Sen) 10 Ağustos 2001'de kurulmuş, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonuna bağlı olarak enerji, sanayi ve maden hizmet kolunda faaliyet göstermek üzere örgütlenen memur sendikasıdır. Başvurucu Sendikanın üyesi olan Ö.F.K, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji Genel Müdürlüğünde memur olarak görev yapmakta iken 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Yine başvurucu Sendika üyesi olan Y., Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji Genel Müdürlüğünde uzman yardımcısı olarak görev yapmakta iken29/4/2017 tarihli ve 30052 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 689 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmıştır. 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 2/1/2017 tarihli ve 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesiyle Anayasa'nın maddesi kapsamında ilan edilen ve 21/7/2016 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla onaylanan olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname (KHK) hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu (Komisyon) kurulmuştur. Sendika üyeleri Ö.F.K. ve Y., haklarında uygulanan kamu görevinden çıkarma işlemine karşı Komisyona başvurmuştur. Olayların gerçekleştiği tarihte bu kişilerin dosyası Komisyonda derdesttir.B. Başvuru Konusu Olay 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun maddesinde kurumlardaki sendika üye sayılarının nasıl tespit edileceği belirlenmiştir. Buna göre tespite ilişkin toplantıya kurumun işveren vekili ile tahakkuk memuru veya mali hizmetler birimi yetkilisi ve kurumun hizmet kolunda faaliyette bulunan sendikalardan birer temsilci katılacağı belirtilmiştir. Anılan maddede tarafların katılımı ile yapılacak toplantı neticesinde düzenlenecek tutanakların kurum merkezinde yapılacak tespitte değerlendirilmek üzere kurum merkezine gönderileceği, bu tutanakların kurum merkezinde tarafların katılımı ile tek tutanak hâline getirileceği düzenlenmiştir (bkz. § 13). Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 14/5/2019 tarihinde ESM-Sen'e gönderdiği yazıda 4688 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında üye tespit toplantısının yapılabilmesi için sendikanın temsilci göndermesini talep etmiştir. Sendika aynı günlü cevap yazısında Ö.F.K. ve Y. isimli kişilerin sendikayı temsilen katılacağını bildirmiştir. Belirtilen kişilerin katılımı ile 23/5/2019 tarihinde toplantı gerçekleştirilmiş ve tutanak tutulmuştur. Bakanlık 29/5/2019 tarihinde ESM-Sen'e yeniden yazı göndermiştir. Yazıda, toplantıya katılan ve tutanakta imzası bulunan sendika temsilcilerinin kamu görevlisi olmadığı anlaşıldığından işlemin yeniden tekemmül ettirilmesi amacıyla sendikanın temsilci bildirmesi talebinde bulunmuştur. Sendika, Bakanlığa gönderdiği aynı günlü yazıda, önceki toplantıya katılan kişilerin sendika üyeliklerinin devam ettiğini ve toplantının geçerli olduğunu beyan etmiştir. Bakanlık 30/5/2019 tarihinde ESM-Sen temsilcileri yokluğunda üye tespit toplantısı yapmıştır. Başvurucu Sendika 23/5/2019 tarihli toplantının tekemmül ettirilmesi ve yeniden temsilci bildirilmesi talebine ilişkin işlemlerin iptali talepli dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi 10/9/2020 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararda; KHK'lar ile görevlerine son verilen kamu görevlilerinin bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceği, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemeyeceği belirtilmiştir. Kararda, 4688 sayılı Kanun'a göre görevine son verilen sendika üyelerinin sendika şubesi ve sendika organlarındaki görevlerinin sona ereceği, görevi sona eren kamu görevlilerinin sendikayı temsil etme yetkisinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Karar, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi'nin 24/2/2021 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 12/3/2021 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 12/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/30844 | Başvuru; başvurucu sendikanın temsilcilerinin kanun hükmünde kararname ile kamu görevinden çıkarılmaları sonucu sendika üye tespit toplantısının yenilenmesine karar verilmesi nedeniyle sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, malulen emeklilik talebinin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından reddedilmesi üzerine 5/11/2007 tarihinde açtığı tespit davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 21/4/2014 tarihinde Bursa İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 2/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 13/3/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 25/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, malulen emeklilik talebinin SGK tarafından reddedilmesi üzerine, 5/11/2007 tarihinde tespit davası açmıştır. Yargılama halen, Bursa İş Mahkemesinin E.2007/1195 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. Başvurucu, 21/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5652 | Başvurucu, malulen emeklilik talebinin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından reddedilmesi üzerine 5/11/2007 tarihinde açtığı tespit davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma ve mülkiyet hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Jandarma Genel Komutanlığı emrinde muvazzaf astsubay statüsünde görev yapan başvurucu hakkında bir internet sitesinde yayımlanan ses kayıtları esas alınarak idari tahkikat başlatılmıştır. Tahkikat neticesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu gerekçesiyle sıralı sicil üstleri tarafından 27/5/2013 tarihinde "TSK'da kalması uygun değildir" ortak kanaatli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) maddesi gereğince Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiştir. Komisyon 11/9/2013 tarihli kararı ile başvurucu hakkında düzenlenen sicilin uygun olduğuna karar vermiştir. Anılan kararın 21/10/2013 tarihinde İçişleri Bakanı tarafından onaylanması ile ayırma süreci tamamlanmıştır. Başvurucu 24/12/2013 tarihinde ayırma işleminin iptali talebiyle İçişleri Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; hukuka aykırı yöntemlerle elde edildiği ve kendisinin bilgisi dışında yayımlandığı açık olan ses kayıtlarının idari işleme esas alınamayacağını, meslek hayatında ve özel hayatında ahlaki bir zafiyetinin bulunmadığını ve dava konusu işlemin ölçüsüz olduğunu ileri sürmüştür. AYİM Başsavcılığı; dava konusu işlemin iptali yönünde görüş sunmuştur. Başsavcılığın 22/7/2014 tarihli düşünce yazısında, dava konusu işleme dayanak gösterilen ses kayıtlarının özel hayatın gizliliği kapsamında olduğu ve açıklanmasının suç teşkil edeceği belirtilmiştir. Başsavcılık görüşünde, disiplin ve sicil durumu olumlu olan başvurucu hakkında hukuka aykırı şekilde elde edilen kayıtlar gerekçe gösterilerek tesis edilen ayırma işleminin ölçüsüz olduğu vurgulanmıştır. AYİM Birinci Dairesinin (Daire) 16/12/2014 tarihli kararıyla davanın oyçokluğuyla reddine karar verilmiştir. Kararda, başvurucunun evli iken kendisiyle aynı birlikte görev yapan bir sivil memurla ilişki yaşadığına ait -dış aleme yansıyan- ses kayıtlarının bulunduğu vurgulanmıştır. Başvurucunun toplumun genel ahlak ilkelerine aykırı hareket ederek TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğu ve söz konusu eylemlerinin özel hayat sınırını aştığı belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun kamu görevlisi olma niteliğini ve yeterliliğini yitirdiği şeklinde değerlendirmeye yer verilmiştir. Karara katılmayan iki üye tarafından kaleme alınan karşıoy yazılarında ise söz konusu eylemlerin mahremiyete ilişkin olduğu ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillere dayanılarak ölçüsüz şekilde işlem tesis edildiği belirtilmiştir. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 28/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 15/5/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında TSK'da görev yapan askerî personel hakkında ahlaki nedenlerle ayırma işlemi tesis edilmesine dayanak oluşturan mevzuata ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka yer vermiştir (G.G. [GK], B. No: 2014/16701, 13/10/2016, §§ 23-30; Tevfik Türkmen [GK], B. No: 2013/9704, 3/3/2016, §§ 23-39; Yaşar Türkmen, B. No: 2014/5418, 15/2/2017, §§ 20-33; Mehmet Çakır, B. No: 2014/5121, 16/2/2017, §§ 19-27). 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır....Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verileri hukuka aykırı olarak ifşa eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve dörtbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur." 5237 sayılı Kanun'un "Özel hayatın gizliliğini ihlal" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/9879 | Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular PKK/Kongra-Gel terör örgütünün ceza infaz kurumundaki lideri Abdullah Öcalan'ın 15/2/1999 tarihinde yakalanarak Türkiye'ye getirilmesini protesto etmek amacıyla yapılan gösterilerdeki eylemleri nedeniyle 7/2/2010 tarihinde gözaltına alınarak 9/2/2010 tarihinde tutuklanmışlardır. Başvurucular hakkında 26/2/2010 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Yargılamayı yapan Adana Ağır Ceza Mahkemesi başvurucular hakkında ayrı ayrı, terör örgütü adına suç işleme suçundan 6 yıl 3 ay, görevi yaptırmamak için direnme suçundan 11 ay 3 gün ve terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 10 ay hapis cezasına hükmetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay, tutanak mümzilerinin duruşmada dinlenilmesi gerektiği ve cezaların yasadaki şekline aykırı olarak noksan tayin edildiği gerekçesiyle başvurucular yönünden bozma kararı vermiştir. Bozma sonrası yapılan yargılamanın 29/1/2019 tarihli duruşmasında başvurucu Ramazan Yıldırım hakkındaki yakalama emrinin uzun süredir infaz edilmemiş olması gözetilerek dosyanın başvurucu yönünden tefrikine karar verilmiş ve dosya Adana Ağır Ceza Mahkemesinin başka bir esasına kaydedilmiştir. İnceleme tarihinde başvurucu hakkındaki yakalama emrinin hâlihazırda infaz edilemediği ve yargılamanın derdest olduğu görülmüştür. Başvurucu Sinan Öztürk hakkındaki yargılama ise inceleme tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesinde derdesttir. Başvurucular 12/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/101 | Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sürekli işçi kadrosuna geçme talebinin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle reddine dair işleme karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Bursa Teknik Üniversitesi bünyesinde taşeron işçi olarak çalışmaktayken 20/11/2017 tarihli ve 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (696 sayılı KHK) maddesiyle 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye (375 sayılı KHK) eklenen geçici maddesi kapsamında sürekli işçi kadrosuna atanmak için başvurmuştur. Başvurucu hakkında 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen (8) numaralı alt bent uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yaptırılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle başvurucunun göreve ataması gerçekleştirilmemiş ve iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle 15/5/2018 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde, sürekli işçi kadrosuna geçmek için aranan tüm şartlara sahip olduğunu söylemiştir. OHAL tedbirleri kapsamında kapatılan şirkette güvenlik görevlisi olarak çalıştığı gerekçe gösterilerek güvenlik soruşturmasının olumsuz kabul edilmesinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçuna ilişkin açılan herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma bulunmadığını belirtmiştir. Bursa İdare Mahkemesi (Mahkeme) 1/11/2018 tarihinde işlemi iptal etmiştir. Kararda, öncelikle başvurucu hakkında yapılan güvenlik soruşturması neticesinde başvurucunun 23/5/2014-31/10/2014 tarihleri arasında FETÖ/PDY soruşturması kapsamında kapatılan şirkette güvenlik görevlisi olarak çalıştığının tespit edildiği bilgisine yer verilmiştir. Bunun dışında başvurucu hakkında şahsına atfedilebilecek kamu görevine geçmesine engel bir tespitin bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun öncesinde birden fazla şirkette çalıştığı ve bu şirketlerden yalnızca birinin FETÖ/PDY soruşturması kapsamında kapatılmasının başvurucunun FET/PDY terör örgütü ile irtibatlı ya da iltisaklı olduğunu göstermeyeceği belirtilmiştir. Davalı idare 3/12/2018 tarihinde karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Başvurucu 7/1/2019 tarihinde istinaf başvurusuna cevap vermiştir. Cevap dilekçesinde, dava dilekçesinde belirttiği hususları tekrar etmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 21/2/2019 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek Mahkeme kararını kaldırmış ve davayı reddetmiştir. Karar temyiz yolu açık olarak verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idarede güvenlik görevlisi olarak taşeron işçi statüsünde görev yapan davacının, Bursa Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün 02/02/2018 günlü, ...005114 sayılı yazısı ekinde, FETÖ/PDY güdümünde faaliyet gösteren İnovasyon Özel Güvenlik Eğitim Kor. ve Dan. Hizmetleri (İtimat 16) isimli şirkette SGK kaydının olduğu ve bu kaydın 17-25- Aralık 2013 sonrası 23/05/2014-31/10/2014 tarihleri arasında sürdürerek 155 prim gün sayısına tekabül ettiğinden bahisle, davacının sürekli işçi kadrosuna geçirilmesinin uygun olmadığına dair dava konusu işlemin tesis edilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.Bu durumda; davalı idarece, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucu elde edilen bilgiler kapsamında, istihdam edilecek hizmetin ve görevin niteliği, bu hizmetin sunulacağı birimin çalışma ortamı ve fiziki imkanları bütün olarak değerlendirilmesi ve bu kapsamda da, özel güvenlik görevlisi bünyesine alınacak şahıslar hakkında karar verirken takdir hakkının en uygun adaydan yana kullanılması gerekliliği göz önünde bulundurulduğunda; davacının yürüttüğü görevinin önem ve özelliği, isnat edilen fiilin niteliği dikkate alındığında, idarenin takdir yetkisinin davacının sürekli işçi kadrosuna geçirilmemesi yönünde kullanılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık, dava konusu işlemin iptali yolundaki Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır." Başvurucu karara karşı 12/3/2019 tarihinde temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, davalı idare tarafından isnat edilen, kendisinin FETÖ/PDY ile irtibatlı veya iltisaklı olduğu yönündeki suçlamaya dair hiçbir somut veri, hiçbir bilgi ve belgenin dosyaya sunulmadığını ifade etmiştir. FETÖ/PDY soruşturması kapsamında kapatılan şirkette güvenlik görevlisi olarak çalıştığı şirket gerekçe gösterilerek güvenlik soruşturmasının olumsuz kabul edilmemesi gerektiğini bir kez daha yinelemiştir. Danıştay On İkinci Dairesi 18/9/2019 tarihinde, 2577 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca temyiz istemini reddetmiştir. Kararda, temyiz başvurusuna konu kararın istinaf incelemesi üzerine kesinleşmesi nedeniyle istinaf incelemesinden geçtikten sonra temyiz incelemesine tabi tutulamayacağı ifade edilmiştir. Nihai karar 30/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar: Türk Vatandaşı olmak, Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak, Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak, Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak. Askerlik durumu itibariyle;a) Askerlikle ilgisi bulunmamak,b) Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,c) Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veyayedek sınıfa geçirilmiş olmak, 53 üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engelolabilecek (…) akıl hastalığı (…) bulunmamak. [Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.:2018/73; K.:2019/65 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir]B) Özel şartlar: Hizmet göreceği sınıf için 36 ve 41 nci maddelerde belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 676 sayılı KHK'nın maddesiyle 657 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine eklenen ve Anayasa Mahkemesinin 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı kararıyla iptal edilen (8) numaralı alt bent şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılmış olmak." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39311 | Başvuru, sürekli işçi kadrosuna geçme talebinin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle reddine dair işleme karşı açılan iptal davasında, davanın sonucuna etkili iddianın kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Diyarbakır'ın Sur ilçesinde Kaymakamlık tarafından alınan sokağa çıkma yasağı kararının başvurucu ve ilçede yaşayan diğer vatandaşlar yönünden yaşama hakkı, işkence ve eziyet yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucular, başvurularında ayrıca Sur Kaymakamlığı tarafından sokağa çıkma yasağı kararı alınmasının ve uygulanmasının engellenmesi, sokağa çıkma yasağı uygulanan bölgede bulunan kişilerin yaşamlarının korunması, sağlık hizmetlerine erişimleri ve güvenli bir bölgeye alınmaları konusunda tedbir kararı verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm 24/2/2016 tarihinde, tedbir kararı verilmesine yer olmadığına, kamu makamlarının başvurucu Ahmet Pervane’nin ağabeyinin bulunduğu yere ulaşarak sağlık hizmetlerine erişiminin sağlanması için gerekli tedbirleri almaya devam etmesine, Valiliğin sonraki gelişmelerden Anayasa Mahkemesini gecikmeksizin bilgilendirmesine karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Dayanak Oluşturan Olayların Arka Planı PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş, tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet; bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir. Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-19). Ancak Türkiye 2015 yılı Haziran ayından itibaren yeniden yoğun bir şekilde terör saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kapsamda ilk olarak 5/6/2015 tarihinde Diyarbakır'da Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından yapılan seçim mitingi sırasında gerçekleştirilen bombalı saldırı sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan açıklamaya göre 2 kişi hayatını kaybederken 100'den fazla kişi de yaralanmıştır. 20/7/2015 tarihinde ise Suruç'ta (Şanlıurfa), Suriye'deki çatışmalara ilişkin basın açıklaması sırasında DAEŞ tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen bombalı intihar saldırısında 34 kişi hayatını kaybederken 73 kişi de yaralanmıştır. Bu saldırının iki gün sonrasında Ceylanpınar'da (Şanlıurfa), 2 polis memuru evlerinde başlarından vurulmuş hâlde ölü olarak bulunmuş, saldırı PKK tarafından üstlenilmiştir. Bu olaylardan sonra PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve bu yerlerden çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında yaklaşık 200 güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı imha edilmiştir. 2015 yılının Ağustos ayından itibaren Valilikler/Kaymakamlıklar tarafından Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki bazı il ve ilçelerde sokağa çıkma yasakları uygulanmıştır. Sokağa çıkma yasaklarının amacı, terör örgüt üyeleri tarafından kazılan hendeklerin ve yerleştirilen patlayıcıların temizlenmesi, sivil vatandaşların şiddetten korunması olarak belirtilmiştir. B. Başvuru süreci Bu kapsamda Sur Kaymakamlığı tarafından 11/12/2015 tarihinde Diyarbakır'ın Sur ilçesinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Kaymakamlık tarafından anılan yasağa ilişkin olarak yapılan duyuru şöyledir:"İlçemiz Suriçi mahallelerinde silahlı terör örgütü mensuplarınca barikat kurma, hendek kazma ve bombalı tuzaklama faaliyetleri neticesinde eğitim öğretim faaliyetlerinin, sağlık hizmetlerinin, ibadethanelerde icra edilen din hizmetlerinin sunulmasında ve vatandaşlarımızın bu hizmetlere ulaşmasında sorunlar yaşanmaktadır. Bu durum nedeni ile ilçemiz merkez mahallelerinde vatandaşlarımızın günlük yaşamını normal şartlar altında sürdürmesinin zorlaştığı ve ticari hayatın aksadığı gözlemlenmiştir.Bu bakımdan kamu düzeninin sağlanması, sokak aralarındaki barikatların kaldırılması hendeklerin kapatılması ve kurulan bombalı düzeneklerin imhası çalışmaları esnasında sivil vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini temin etme adına ilçemiz Suriçi’nde bulunan toplam 15 mahallemizin 6’sında (Cevatpaşa, Fatihpaşa, Dabanoğlu, Hasırlı, Cemal Yılmaz ve Savaş) ve Gazi caddesinde 11 Aralık 2015 Cuma günü saat 00 itibari ile ikinci bir emre kadar Kaymakamlığımızca sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Vatandaşlarımızın söz konusu yasağa riayet etmeleri kendi can ve güvenliklerinin temin edilmesi adına önem arz etmektedir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur." Başvurucu Ahmet Pervane; sokağa çıkma yasağının uygulandığı Sur ilçesinde yalnız ikamet eden 76 yaşındaki (başvuru tarihinde) ağabeyi Ş.P.nin yaşamı ve sağlık durumu hakkında endişe duyduğunu, seksen gündür kendisinden haber alamadığını belirterek 18/2/2016 tarihinde İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesinden yardım talebinde bulunmuştur. Başvurucu; Diyarbakır Valiliğine ve Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne müracaat ettiğini, 15/2/2016 tarihinde Çarşı Polis Karakolunda ifadesinin alındığını ancak kamu makamlarının kendisine yardımcı olmadığını İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesine bildirmiştir. İnsan Hakları Derneği tarafından başvurucu adına 18/2/2016 tarihinde Diyarbakır Valiliği, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak başvurulmuş ve 112 Acil Yardım hattı telefonla aranmıştır. Başvurucular, Ş.P.nin ve -bu kişinin yanı sıra- genel olarak sokağa çıkma yasağının uygulandığı Sur'da yaşayan vatandaşların yaşamlarının tehlike altında bulunduğunu, sokağa çıkma yasağı kararlarına ilişkin idari ve yargısal başvuru yollarının etkisiz olduğunu belirterek 19/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine tedbir talebiyle bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa Mahkemesi, başvurucular tarafından sunulan bilgilerin tedbir talebini sağlıklı bir şekilde karara bağlamaya yeterli nitelikte olmadığını gözeterek –benzer olaylarda takip ettiği usule uygun olarak- başvurunun Anayasa Mahkemesine ulaştığı gün derhâl Diyarbakır Valiliğinden bilgi ve belge talebinde bulunmuştur. Elde edilen bilgilere göre başvurucu Ahmet Pervane'nin 15/2/2016 tarihinde Çarşı Polis Karakoluna ağabeyinden haber alamadığını belirterek müracaat etmesi üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca tahkikat başlatılmıştır. Aynı gün Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü Kayıp Şahıslar Büro Amirliğince başvurucunun ağabeyi Ş.P.nin yurt genelinde araması da başlatılmıştır. 17/2/2016 tarihinde başvurucunun ağabeyinin evinde araştırma yapılmak istenmiş ancak evin güvenlik güçlerine yönelik bombalı ve uzun namlulu silahlarla saldırıların gerçekleştiği ve keskin nişancıların bulunduğu bir yerde bulunması nedeniyle henüz kontrol edilemediği, dolayısıyla gerekli araştırmanın yapılamadığıifade edilmiştir. Valilik 17-18-19/2/2016 tarihlerinde 00-30 saatleri arasında operasyonların durdurularak güvenlik koridoru açıldığını, yazılı ve görsel basında duyurular ve mahallelerde anonslar yapılarak tahliye olmak isteyen kişilerin güvenli şekilde bölgeyi terk etmesine olanak sağlandığını, bu kapsamda İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesinden bir avukatla telefonla görüşüldüğünü ancak Ş.P. hakkında somut bir bilgiye ulaşılamadığını ve tahliyesinin gerçekleştirilemediğini belirtmiştir. Valilik, Ş.P.nin komşuları ile telefonla iletişime geçildiğini, yapılan görüşmede komşularından K.nın yaklaşık bir ay önce bir haber kanalında Ş.P.yi Sur’u terk eden kişiler arasında gördüğünü belirttiğini ancak yapılan araştırmada (oteller ve hastaneler) bu yönde de bir veriye ulaşılamadığını ifade etmiştir. Başvurucunun ağabeyi 2/3/2016 günü saat 30 sıralarında Sur ilçesinde operasyon devam etmekteyken güvenlik güçlerine teslim olan şahıslar arasında bulunmuştur. Başvurucunun ağabeyi ikamet ettiği adresten askerî personelin yardımıyla askerî araca bindirilerek çatışma bölgesinden çıkarılmış ve başvurucuya da bilgi verilmiştir. Sur ilçesinde yaşanan silahlı çatışmalar ile ilgili olarak haklarında kamu davası açılan şüpheliler ile birlikte teslim olan başvurucunun ağabeyi Ş.P. hakkında da soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun ağabeyi Ş.P. 3/3/2016 tarihli ifadesinde evinden hiç ayrılmadığını, yaşlı olması nedeniyle hareket kabiliyetinin de az olduğunu, Sur ilçesinde yapılan operasyonlar başladığından beri evinde tek başına bulunduğunu, evinden dışarı çıkmadığını, 2/3/2016 tarihinde evinden alınıp askerî personelin yardımıyla askerî araca bindirilerek çatışma bölgesinden çıkarıldığını, bu süre zarfında kayıp olmadığını, evinde bulunduğunu, evde bulunduğu süre zarfında herhangi bir suça maruz kalmadığını, olayla ilgili olarak kimseden şikâyetçi olmadığını belirtmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun ağabeyi Ş.P. hakkında 28/7/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Başvurucunun ağabeyi 20/10/2017 tarihinde vefat etmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3349 | Başvuru, Diyarbakır'ın Sur ilçesinde Kaymakamlık tarafından alınan sokağa çıkma yasağı kararının başvurucu ve ilçede yaşayan diğer vatandaşlar yönünden yaşama hakkı, işkence ve eziyet yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olarak farklı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında terör örgütüne [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçları kapsamında yürütülen soruşturma sürecinde Tokat Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/9/2017 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Tokat T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuştur. Başvurucunun eşinin de Bartın Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/8/2016 tarihli kararıyla FETÖ/PDY'ye üye olma suçlamasıyla tutuklandığı ve başvuru tarihinde Bolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun da 25/12/2018 tarihinde eşi ile aynı ceza infaz kurumuna nakledildiği gözlenmiştir. Başvurucu, farklı ceza infaz kurumunda bulunan eşiyle telefon vasıtasıyla görüşme hakkından yararlandırılması talebiyle 27/7/2018 tarihli dilekçe ile Ceza İnfaz Kurumuna başvurduğunu ancak talebinin reddedildiğini, ceza infaz kurumları arasında telefon görüşme hakkına ilişkin olarak mevzuatta açık bir yasağın bulunmadığını vurgulayarak 1/8/2018 tarihinde Tokat İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğinin 15/8/2018 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrasının (o) bendinde yer alan "Hükümlülere dışarıdan telefon açılmak suretiyle görüşme yaptırılmaz." hükmü gereğince talebin reddine karar verildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz, Tokat Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 16/10/2018 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Kararda İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu vurgulanmıştır. Nihai karar 22/10/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Ekinci, B. No: 2016/38867, 3/7/2019, §§ 21- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34757 | Başvuru, tutuklu olarak farklı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle yeterli şekilde iletişim kuramamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ortaklığın giderilmesi davasında dava dilekçesinde davalıların gösterilmeyen adreslerinin ve kimlik numaralarının bildirilmesi için verilen kesin süreye rağmen bu eksikliğin tamamlanmamasından dolayı davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/3/2022 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, davalılar ile birlikte hissedar olduğu taşınmazdaki ortaklığın satış suretiyle giderilmesi için Gümüşhane Sulh Hukuk Mahkemesinde 11/9/2021 tarihinde dava açmıştır. Mahkeme davalıların bir kısmının T. kimlik numaralarının ve adreslerinin dava dilekçesinde gösterilmediğinden bu eksikliğin bir haftalık kesin süre içinde tamamlatılması için başvurucuya muhtıra çıkarmıştır. Muhtıra 21/9/2021 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu vekili 20/9/2021 tarihli dilekçede davalıların T. kimlik numaralarının bildirilmesi için kesin süre verilemeyeceğini, davalıların açık adreslerinin tapu kaydında bulunmadığını, davalıların açık adreslerinin Mahkeme tarafından tespit edilebileceğini belirtmiştir. Mahkeme 30/9/2021 tarihinde başvurucunun bir haftalık kesin süre içinde eksikliği tamamlamadığından 12/1/2011 tarihli ve6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Başvurucu; dava dilekçesinde davalıların T. kimlik numarasını bildirmesinin zorunlu olmadığını, bu hususta verilen kesin sürenin hukuka aykırı olduğunu, ayrıca davalıların belirli olmayan ve tespit edilemeyen açık adreslerini tespit etmek amacıyla Mahkemenin adres araştırması yapabileceğini belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 5/1/2022 tarihli kararında davacı vekilinin tapu kayıtları üzerinde inceleme yapmak suretiyle davalıların açık kimlik bilgilerine ve adreslerine ulaşabilmesi mümkün iken ara kararı gereğini yerine getirmediğini belirterek başvurucunun istinaf talebinin esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Bu karar 28/2/2022 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Paylaşma istemi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hukukî bir işlem gereğince veya paylı malın sürekli bir amaca özgülenmiş olması sebebiyle paylı mülkiyeti devam ettirme yükümlülüğü bulunmadıkça, paydaşlardan her biri malın paylaşılmasını isteyebilir.Paylaşmayı isteme hakkı, hukukî bir işlemle en çok on yıllık süre ile sınırlandırılabilir. Taşınmazlarda paylı mülkiyetin devamına ilişkin sözleşmeler, resmî şekle bağlıdır ve tapu kütüğüne şerh verilebilir.Uygun olmayan zamanda paylaşma isteminde bulunulamaz." 4721 sayılı Kanun'un "Paylaşma biçimi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Paylaşma, malın aynen bölüşülmesi veya pazarlık ya da artırmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi biçiminde gerçekleştirilir.Paylaşma biçiminde uyuşma sağlanamazsa, paydaşlardan birinin istemi üzerine hâkim, malın aynen bölünerek paylaştırılmasına, bölünen parçaların değerlerinin birbirine denk düşmemesi hâlinde eksik değerdeki parçaya para eklenerek denkleştirme sağlanmasına karar verir. Bölme istemi durum ve koşullara uygun görülmezse ve özellikle paylı malın önemli bir değer kaybına uğramadan bölünmesine olanak yoksa, açık artırmayla satışa hükmolunur. Satışın paydaşlar arasında artırmayla yapılmasına karar verilmesi, bütün paydaşların rızasına bağlıdır. " 6100 sayılı Kanun'un "Dava dilekçesinin içeriği" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:a) Mahkemenin adı.b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.g) Dayanılan hukuki sebepler.ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası. (2) Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10/6/2015 tarihli ve E.2014/11-266, K.2015/1542 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Dava, ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir. Davacılar, Kırıkkale İli, Yahşihan İlçesi'ndeki, ada ve parsel numaraları dava dilekçesinde açıklanan, tarafların iştiraken malik bulundukları 16 adet taşınmazdaki ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verilmesini istemişlerdir. Bir kısım davalılar vekili, dava konusu taşınmazların aynen taksiminin mümkün olup olmadığı konusunda araştırma yapılması gerektiğini belirterek, aynen taksimin mümkün olması halinde ortaklık taksim yoluyla giderileceğinden davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkeme, davacı tarafın davada taraf gösterilmeyen tapu kayıt maliklerini kendisine tanınan kesin süre içinde davaya dahil ederek adreslerini bildirmediği gerekçesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119/1-b, maddesi hükmü gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar vermiş; davacılar vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.Mahkeme, önceki gerekçeleri genişletmek suretiyle ilk kararında direnmiş; hükmü davacılar vekili temyize getirmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ortaklığın giderilmesi istemine ilişkin davada, dava dilekçesinde bulunması zorunlu unsurlardan olan dahili davalıların adres bilgilerinin, verilen kesin süreye rağmen tamamlanamaması gerekçesiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 119/1-b, maddesi gereğince davanın açılamamış sayılmasına karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle 6100 sayılı Kanun'un 119/1- maddesinde dava dilekçesinde eksiklik bulunması durumunda uygulanacak usul kuralları düzenlenmiş ise de, somut olayda davacılar vekilinin, dahili davalı tapu maliklerinin açık adreslerini bilmediğini süresi içinde belirttiği gözetildiğinde; mahkemece, 7201 sayılı Tebligat Kanunu'ndaki düzenlemeler dikkate alınarak, öncelikle 2013 tarihli dilekçede isimleri bildirilmiş olan dahili davalı tapu maliklerinin mernise kayıtlı adreslerinin saptanması, buradaki adreslerine tebligat yapılması, mernis adresleri bulunamadığı takdirde adres araştırması yapılarak, adres tesbiti yoluna gidilmesi gerektiğinden, anılan maddenin uygulama yeri bulunmadığı kurul çoğunluğunca benimsenmiştir...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/3/2020 tarihli ve E.2018/7988, K.2020/2123 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Dava, dilekçesinde davalı tarafın gerçek adresinin gösterilmesi ve gerekli tebligat giderlerinin verilmesi davacı tarafa ait bir görev ve yükümlülük ise de, davalı tarafın adresinin davacı tarafından bilinmemesi veya bilinen adreste davalıya tebligat yapılamaması halinde dosyadaki bilgi ve belgelerden de yararlanılarak davalının bilinen en son adresinin tespiti için zabıta araştırması yaptırılması, kamu kurum ve kuruluşlarından adres sorulması ve bu yolla davalı tarafın tebligat adresinin bulunması, dava dilekçesi ve duruşma oturum gününün davalı tarafa tebliğe çıkarılması işlemlerinin mahkemenin görevi olduğu, mahkemenin kendi görevine giren bu işlemlerin yapılması için davacı tarafa süre veya kesin süre veremeyeceği, ancak adres tespit edildikten sonra tebligat masraflarını yatırması için süre verebileceği kuşkusuzdur.Tebligatın kimlere, nasıl ve nerede yapılacağı ise tamamıyla şekli ve emredici nitelikte hükümler içeren 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Yönetmeliğinde ayrıntılı olarak düzenlenmiş, Tebligat Kanunu’nun maddesi hükmünde yabancı ülkelerde oturan kişilere, 25/a maddesi hükmünde yabancı ülkede oturan Türk Vatandaşlarına siyasi temsilcilik aracılığıyla, maddesi hükmünde de yabancı ülke elçilik veya konsolosluklarının istemi üzerine Türkiye’de oturan Türk Vatandaşı veya yabancı uyruklu kişilere yapılacak tebligatın usulü açıklanmıştır. Somut olayda, mahkemece davacıya 2015 tarihinde tebliğ edilen yazı ile davalı [H. K.]’e gönderilen tebligatın muhatabın yurtdışında bulunması nedeniyle iade edilmiş olduğu belirtilerek, davalının yurtdışı adresinin bildirilmesi için bir hafta kesin süre verildiği, bu süre içinde davalının adresi bildirilmezse davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği ihtar edilmiş ve davacı tarafça davalının yurtdışı adresinin bildirilmemiş olması nedeniyle 6100 sayılı HMK’nin 119 maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.Az yukarıda açıklandığı üzere davalının tebligat için bilinen en son adreslerinin araştırması ve dava dilekçesi ve duruşma oturum gününün davalıya tebliğe çıkartılmasının mahkemenin görevi olduğu, bu konularda davacı tarafa süre ve kesin süre verilemeyeceği gözetildiğinde mahkemenin ihtarına uymamanın herhangi bir hukuki sonuç doğurmayacağı kuşkusuzdur. O halde mahkemece davalının bilinen en son adreslerinden zabıta aracılığıyla adres araştırması yaptırılmalı, davalı tarafından açılmış olan Silifke Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/22 Esas sayılı dosyasında bulunan 2015 tarihli ve 11374 yevmiye numaralı vekaletnamedeki kimlik bilgileri ve pasaport kayıtlarından yararlanılarak davalının Türk Vatandaşı olup olmadığı, nerede nüfusa kayıtlı olduğu, halen yurtiçinde mi yoksa yurtdışında mı oturduğu duraksamasız belirlenmeli, bu yolla davalının en son adresinin tespitine çalışılmalı, yurtdışında oturuyorsa Tebligat Kanununun az yukarıda açıklanan hükümleri de gözetilerek Türk Vatandaşı olup olmadığına göre yurtdışı tebligatın hangi usule göre yapılacağı belirlenmeli, adres araştırması ve tebligat yaptırmanın davacı tarafın değil, mahkemenin görevi olduğu unutulmamalı, adres ve davalının hangi ülke vatandaşı oldukları belirlendikten sonra tebligat için gerekli giderler belirlenmeli, bu giderlerin yatırılması için davacı vekiline uygun bir süre veya kesin süre verilmeli, masraf yatırıldığı taktirde davalı adına dava dilekçesi ve duruşma günü yöntemine uygun biçimde tebliğe çıkartılmalı, davalıya yöntemine uygun biçimde tebligat yapılıp taraf teşkili sağlandıktan sonra davanın esasına girilmeli, bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek davanın esası yönünden bir hüküm verilmelidir...." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/31465 | Başvuru, ortaklığın giderilmesi davasında dava dilekçesinde davalıların gösterilmeyen adreslerinin ve kimlik numaralarının bildirilmesi için verilen kesin süreye rağmen bu eksikliğin tamamlanmamasından dolayı davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektupların ve faksların sakıncalı bulunması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/08/2015 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu ve kişi bakımından hukuki irtibat nedeniyle 2015/14246 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına ve incelemenin 2015/14244 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına 12/4/2016 tarihinde karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hükümlü olarak İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, farklı ceza infaz kurumlarında hükümlü olarak bulunan on kişiye benzer içerikli faks ve mektuplar göndermek istemiştir. Söz konusu mektuplarda ve fakslarda yer alan ifadelerin bir kısmı şöyledir:" ...Önderliğin ve buradaki ark.ların size selamı var.Moral-sağlık açısından bir sorun yok...yeniden çatışma sürecine dönülüp dönülmeyeceği Haziran seçimleri sonrası belirginlik kazanır. Belirsizlik hali artık sürdürülemez olduğundan iki olasılıktan biri tercih edilmek zorunda kalınacak. Her olasılığa hazırlıklı olmakta fayda var...Bol bol okuyup ideolojik, tarihsel, siyasal bilincin geliştirilmesi ve doğru bağlılığın nasıl olduğunun kavranması önemli...sohbet konularımızda birisi de arkadaşlardan gelen mektuplar ,durumları, koşulları, varsa iletmek istedikleri... Önderlik ..koşullarınızı tek tek soruyor...buradaki durumu sürece ilişkin son durumu merak ettiğinizi biliyorum..süreç seçim sonuçlarına paralel olarak barışa da çatışmaya da evrilebilir...o nedenle her olasılığa hazırlıklı olmakta fayda var... Önderliğin selamı var Y.arkadaşın tadavisiyle ilgilenmenizi istiyor...Suriye'de yakın güçlerle veya konjoktürel duruma göre geçici ittifaklar kurulabilir...siyasi,askeriv.d hamle geciktirilemez...Zaten çatışma hali hiç bitmedi...savaş halinde yaşamayı bilmek, öğrenmek lazım..." Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) tarafından sırasıyla 21/5/2015, 26/5/2015 tarihlerinde verilen sakıncalı mektup değerlendirme kararlarıyla söz konusu mektupların muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde ilgili mektuplar ve fakslar ile örgütsel amaçlı haberleşmenin sağlanmaya çalışıldığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararlarına karşı Bursa İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itirazlar sırasıyla 17/6/2015 tarihli kararlarla kısmen reddedilmiştir. Kararlarda başvurucunun iletmek istediği mektuplardan bir kısmının içeriğinin sakıncalı olmadığı gerekçesiyle ilgililerine gönderilmesine hükmedilmiştir. Öte yandan başvurucunun göndermek istediği iki faks ve beş mektupla ilgili itirazı alınan Disiplin Kurulu kararının yerinde olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararlarına karşı Bursa Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itirazlar 3/7/2015 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Kararların gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği tarafından verilen kararlarda usul ve yasaya aykırı bir yön görülmediği belirtilmiştir. Nihai kararlar 9/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14244 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen mektupların ve faksların sakıncalı bulunması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, taşınmazına ilişkin olarak açılan tapu iptal ve tescil davasının yedi yıl sonra neticelendiğini, mahkeme kararlarının gerekçesiz olması ve delil toplanması yönündeki taleplerinin dikkate alınmaması nedeniyle yapılan yargılamanın adil olmadığını ve bu nedenle verilen kararın mülkiyet hakkını ihlal ettiğini, ayrıca benzer hukuki uyuşmazlıklara nazaran farklı karar tesisinin eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğunu belirterek, Anayasa’nın , ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 2/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/10/2013 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/12/2013 tarihli görüş yazısı 18/12/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 24/12/2013 tarihli beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun ihlal iddiasına konu davanın davacısı olan S.S. Çandarlı Özlem Sahil Arsa ve Yapı Kooperatifi ile dava dışı Haskum Yapı Malzemeleri Madencilik Sanayi ve Ticaret Ltd. Şirketi arasında Ankara Noterliğinin 29/5/1996 tarih ve 28454 yevmiye nolu evrakı kapsamında kat karşılığı inşaat yapım ve satış vaadi sözleşmesi ve 13/7/1998 tarihli ek sözleşme akdedilmiştir. Yüklenici firmanın edimlerini yerine getirmediği iddiasıyla açılan dava sonucunda Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin 2/5/2007 tarih ve E.2004/166, K.2007/209 sayılı karar ile 29/5/1996 tarihli kat karşılığı inşaat yapım ve satış vaadi sözleşmesi ile 13/7/1998 tarihli ek sözleşmenin feshine karar verilmiş ve belirtilen karar derecattan geçerek kesinleşmiştir. S.S. Çandarlı Özlem Sahil Arsa ve Yapı Kooperatifi tarafından Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin 2/5/2007 tarih ve E.2004/166, K.2007/209 sayılı kararına dayanılarak, yüklenici firma tarafından dava dışı bir üçüncü şahsa ve akabinde başvurucuya devredildiği iddia edilen taşınmazın tapusunun iptaline ve kooperatif adına tesciline karar verilmesi talebiyle 16/6/2009 tarihinde tapu iptal ve tescil davası açılmıştır. Dikili Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/4/2010 tarih ve E.2009/190, K.2010/138 sayılı kararı ile, kat karşılığı inşaat sözleşmesinin geriye etkili feshi sonucu 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı Borçlar Kanununun maddesinin birinci fıkrası yorumuyla tapu iptal ve tescil talebi olarak nitelendirilen davanın yargılaması neticesinde, taşınmazın başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile davacı kooperatif adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/10/2011tarih ve E.2010/4995, K.2011/6135 sayılı kararı ile onanmıştır. Başvurucu vekili tarafından yapılan karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/2/2013 tarih ve E.2012/2809, K.2013/829 sayılı ilamı ile reddedilmiş ve karar bu tarihte kesinleşmiştir. Karar 15/3/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” Olay tarihinde yürürlükte olan mülga 818 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Akitten rücu eden alacaklı, vaidolunan şeyi vermekten imtina ve tediye eylediği şeyi istirdat edebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2263 | Başvurucu, taşınmazına ilişkin olarak açılan tapu iptal ve tescil davasının yedi yıl sonra neticelendiğini, mahkeme kararlarının gerekçesiz olması ve delil toplanması yönündeki taleplerinin dikkate alınmaması nedeniyle yapılan yargılamanın adil olmadığını ve bu nedenle verilen kararın mülkiyet hakkını ihlal ettiğini, ayrıca benzer hukuki uyuşmazlıklara nazaran farklı karar tesisinin eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğunu belirterek, Anayasa’nın 10. , 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru ceza infaz kurumunda oda penceresinin mazgal ile kapatılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanı'na suikast girişiminde bulunan Muhabere Arama ve Kurtarma (MAK) timinde subay olarak görev aldığı isnadıyla tutuklanarak yerleştirildiği kurumdan 5/10/2017 tarihinde Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucu; başvuru formunda Ceza İnfaz Kurumunda tutulduğu odanın penceresinin dış kısmında binanın yapımı sırasında yerleştirilen demir parmaklıklar bulunduğunu, parmaklıkların dış kısmına sonradan mazgal şeklinde demir ilave edildiğini, mazgalların çıkarılması için Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yaptığı başvurunun havalandırma bahçesi ile ilgili karar verilerek reddedildiğini, ilgisiz gerekçe sebebiyle karara yaptığı itirazın kesin olarak reddine karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucu; İnfaz Hâkimliğine yaptığı başvuruda oda penceresinin dış kısmında yer alan demir parmaklıklara ilave olarak mazgal şeklinde demirler takıldığını, daha önce kaldığı kurumlarda ilave demirler bulunmadığını belirterek insan onuru ile bağdaşmadığını ileri sürdüğü bu uygulamanın sona erdirilmesini talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği, havalandırma bahçesi üzerindeki fens telleri ile ilgili bir değerlendirme yaparak başvurucunun talebi reddetmiştir. Başvurucu İnfaz Hâkimliğinin kararına, talebinin oda penceresinde yer alan demir mazgalların çıkarılmasıyla ilgili olduğu hâlde kararda havalandırma bahçesinin üzerine çekilen fens tellerine ilişkin gerekçeye yer verildiğini belirterek itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi mazgalların kaldırılması talebinin reddine ilişkin kararı usul ve yasaya uygun bularak itirazı reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 25/3/2019 tarihinde öğrendikten sonra 10/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne, başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına Komisyonca karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12174 | Başvuru ceza infaz kurumunda oda penceresinin mazgal ile kapatılması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, insan haysiyetiyle bağdaşmayan koşullarda hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile kötü muamele yasağının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücreti hükmedilmemesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Başvurucu bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Komisyonca 13/1/2017 tarihinde adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1985 doğumlu olup Özbekistan Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucu hangi tarihte, ne şekilde Türkiye'ye giriş yaptığını belirtmemiştir. Başvurucu, Türkiye'de yaşamaktayken İstanbul Valiliğinin 21/5/2015 tarihli kararıyla -4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca- başvurucunun sınır dışı edilmesine ve bir ay süreyle idari gözetim altına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/6/2015 tarihli kararıyla idari gözetim kararının sonlandırılmasına karar verilmiş, başvurucu tutulduğu Kumkapı Geri Gönderme Merkezinden 29/6/2015 tarihinde salıverilmiştir. Verilen karardan başvurucu vekili 26/6/2015 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 10/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-38) başvurusu hakkında verilen karar. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11553 | Başvuru, insan haysiyetiyle bağdaşmayan koşullarda hukuka aykırı olarak idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile kötü muamele yasağının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücreti hükmedilmemesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; eser sözleşmesinden kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, dava konusu talep hakkında karar verilmemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile T.T.Ö. ortak girişim grubu (işveren) arasında Gaziantep-Şanlıurfa otoyolu, Gaziantep-Birecik kesiminin yapım işinden dolayı şantiye alanındaki işçilerin yemek ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla 1/1/2003 tarihinde sözleşme imzalanmıştır. Taraflar arasında düzenlenen ek protokollerle sözleşme 1/7/2003 ve 1/7/2005 tarihlerinde aynı şartlarda uzatılmıştır. 16/11/2006 tarihinde iş güvenliği uzmanı, iş yeri hekimi, makine mühendisi ve şantiye şefi tarafından düzenlenen tutanakta "şantiye yemekhanesinde yapılan muhtelif denetimlerde temizlik kurallarına uyulmadığı, kalitesiz malzeme kullanıldığının tespit edildiği, defalarca uyarılmasına rağmen öğle yemeğinde paslı tel parçası çıktığı, işçi sağlığı yönünden ciddi sağlık sorunlarının ortaya çıkabileceği" belirtilmiştir. Başvurucu tarafından işverene yazılan 17/11/2006 tarihli yazıda "16/11/2006 tarihinde öğle yemeğinden sonra proje müdürü ve temsilcisi H.G. tarafından firmamıza bundan böyle yemek pişirmemiz, mutfak ve yemek takımlarını alıp götürmemizin şifahen bildirildiği, proje müdürüne bu beyanın yazılı yapılması gerektiğinin bildirilmesi üzerine proje müdürünün böyle bir yazı veremeyeceğini ve işyerini terk etmemizi şifahen bir kere daha bildirildiği, aynı zamanda başka bir yemek firması ile anlaşıldığının duyulduğu, bu durumda talebiniz doğrultusunda işyerinin terk edileceği ve her türlü hakkın saklı tutulduğu" belirtilmiştir. İşveren tarafından başvurucuya gönderilen 20/11/2006 tarihli yazıda "sözleşmenin maddesindeki şartlara muhtelif zamanlarda uyulmadığının tespit edildiği, firma yetkilisinin şifahen uyarılarak bu gibi durumlara iyi niyetli yaklaşımlar ile çözüm arandığı, bütün çabalara rağmen 16/11/2006 tarihli tutanakta belirtilen söz konusu durumun hoşgörü sınırları içerisinde değerlendirilemeyeceği, bu nedenle sözleşme şartlarının (madde 9) ihlal edilmesinden dolayı sözleşmenin maddesi gereği feshedildiği" belirtilmiştir. Başvurucu; Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde 21/2/2007 tarihinde açtığı davada sözleşmenin feshine dayanak yapılan tutanağın içeriğinin doğru olmadığını, sözleşmenin haksız feshedildiğini belirterek mutfak, yemekhane ve demirbaş bedelleri ile kendilerine haksız olarak ödettirilen elektrik bedeli ve sözleşme nedeniyle uğranılan müspet zararların tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 24/7/2008 tarihli kararında davalı tarafın tüzel kişiliği ve husumet ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/12/2008 tarihli kararında, davada sözleşmenin tarafı olan iş sahibi adi ortakların da davalı olarak gösterilmesi nedeniyle uyuşmazlığın esasına girilerek karar verilmesi gerektiğinden bahisle hüküm bozulmuştur. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 25/1/2010 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkemece yapılan yargılama sonucu verilen 17/3/2011 tarihli kararda, 16/11/2006 tarihli tutanağı düzenleyenlerden makine mühendisi ile şantiye şefi davalının çalışanı olsa da tutanağa iş yeri hekiminin ve iş güvenliği uzmanının katılmış olması nedeniyle sahte bir tutanak düzenlenemeyeceği, davacı tarafça ileri sürüldüğü gibi tutanak düzenlenmesinin bir mizansen olamayacağı, bu açıdan öğle yemeğinden paslı tel çıkması nedeniyle iş verenin sözleşmeyi fesihte haklı olduğu, sözleşme hükümleri uyarınca sözleşmeye aykırılık hâlinde derhâl fesih hakkının kullanılabileceği, sözleşmede kararlaştırılan ihtar ve önel verilmesi koşulunun sözleşmenin iradi olarak feshedilmesinin istenmesi hâlinde aranacak koşul olduğu, kaldı ki bu önele uyulduğu, işverenin sözleşmeyi fesihte haklı olması nedeniyle davacının müspet ve menfi zararlarını talep edemeyeceği, ayrıca sözleşmede fesih hâlinde mutfak malzemelerinin işverene bırakılacağı kararlaştırıldığından mutfak malzemelerine ilişkin bedelin de talep edilemeyeceği, sözleşmede mutfakta, imalatta ve temizlikte kullanılacak su ve elektrik bedellerinin işveren tarafından ödeneceğinin kararlaştırıldığı, işveren tarafından şantiyeye tahakkuk ettirilen elektrik bedellerinden bir kısmının fatura ile davacıya yansıtıldığı, davacı tarafından sekiz elektrik faturasının itirazı kayıt ileri sürülmeksizin ödendiği, bu şekilde bedellerin ödenmiş olması nedeniyle taraflar arasında o döneme ilişkin elektrik bedelleri konusunda bir çekişme olmadığının anlaşıldığı, bu nedenle talebin de yerinde görülmediği belirtilerek bu istemler reddedilmiştir. Bunun yanında Mahkeme; tespit dosyası ve bu dosyaya davalı çalışanı şantiye şefinin yansıyan beyan ve anlatımları çerçevesinde, yemekhane olarak kullanılan binanın sözleşme kapsamınca her ne kadar işveren tarafından temin edileceği kararlaştırılmış ise de bu binanın davacı yüklenici tarafından imal edilerek tefriş edildiğini, bilirkişi raporunda saptanan imalat ve tefrişe ilişkin bedellerin davalı yüklenicilerden talep edilebileceğini belirterek buna ilişkin talebi kabul etmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/11/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 18/9/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 22/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 2/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15754 | Başvuru, eser sözleşmesinden kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, dava konusu talep hakkında karar verilmemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/57206 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda geçen ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesine yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafındansoruşturmalar da yürütülmüştür (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Darbe teşebbüsü sonrasında Devlet Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğütarafından FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle görevden uzaklaştırılan bazı kamu görevlileri hakkında 22/7/2016 tarihinde suç duyurusunda bulunulmuştur. Olay tarihinde Başbakanlık Sektörel İzleme ve Değerlendirme biriminde görev yapan başvurucu da hakkında suç duyurusunda bulunulan kişiler arasında yer almaktadır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Savcılık, başvurucu hakkındaki suç duyurusu üzerine gerekli araştırmanın yapılması amacıyla Ankara Emniyet Müdürlüğüne yazı göndermiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğü başvurucu hakkında gerekli araştırmayı yaparak Savcılığa ilgili bilgi ve belgeleri iletmiştir. Anılan soruşturma sonunda, başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğuna ilişkin iddiayı ispatlar nitelikte hiçbir belge ve delile ulaşılamamış; kamu davasının açılması için yeterli şüphenin bulunmadığı gerekçesiyle başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Anılan karara yapılan itiraz Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/1/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu ret kararından 23/1/2018 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 21/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (5) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"İhbar ve şikâyet konusu fiilin suç oluşturmadığının herhangi bir araştırma yapılmasını gerektirmeksizin açıkça anlaşılması veya ihbar ve şikâyetin soyut ve genel nitelikte olması durumunda soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilir. Bu durumda şikâyet edilen kişiye şüpheli sıfatı verilemez. ..." Aynı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme’nin maddesinin ikinci fıkrasının kişilerin suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılma hakkını güvence altına aldığını belirtir. AİHM'e göre masumiyet karinesi, ceza yargılaması kapsamında bir usul güvencesi olmasına rağmen buna ilişkin korumanın uygulanabilir olması ve etkili şekilde sağlanabilmesi için beraat eden veya bir şekilde hakkındaki ceza yargılaması devam etmeyen kişilere kamu görevlileri veya otoritelerince suçlu muamelesinde bulunulmasını önlemelidir (Allen/Birleşik Krallık [BD], B. No: 25424/09, 12/7/2013, §§ 92-105, 120-126). AİHM, bir mahkemenin sanığın suçlu olduğuna dair görüşünü zamanından önce ifade etmesinin masumiyet karinesine ters düşeceğini (Nestak/Slovakya, B. No: 65559/01, 25/2/2007, § 88), bir kişi yargılanmadan ve suçu sabit görülmeden önce kamu görevlilerinin bu kişi ile ilgili beyanlarında kullandıkları kelimeleri seçerken dikkatli olmalarının önemli olduğunu vurgulamıştır (Khuzhin ve diğerleri/Rusya, B. No: 13470/02, 23/10/2008, § 94). AİHM'e göre masumiyet karinesi sadece hâkimler veya mahkemeler tarafından değil savcılar da dâhil olmak üzere diğer kamu otoriteleri tarafından da ihlal edilebilir (Daktaras/Litvanya, B. No: 42095/98, 10/10/2000, § 42) . Bununla birlikte AİHM, açıklanan beyanların şekline değil gerçek anlamına da dikkat edilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Lavents/Letonya, B. No: 58442/00, 28/11/2002, § 126). AİHM'in gündemine gelen başka bir başvuruda, hakkında ceza soruşturması yürütülen başvurucu, savcıdan takipsizlik kararı verilmesini talep etmiş ancak savcı bu talebi reddetmiştir. Başvurucu, ret kararında kullanılan ifadelerin masumiyet karinesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. AİHM öncelikle bir kişi kesinleşmiş bir mahkûmiyet ile suçlu bulunmadan önce kamu görevlilerinin kişi hakkında sarf ettiği ifadelerin seçiminin önemli olduğunu, bununla birlikte bir kamu görevlisinin beyanının masumiyet karinesi ilkesine aykırı olup olmadığının söz konusu ifadenin özel koşullarına göre belirlenmesi gerektiğini, başvuru konusu olayda da takipsizlik kararında geçen ifadelerin hangi bağlamda kullanıldığına dikkat edilmesi gerektiğine değinmek suretiyle kararda ispatlanma teriminin kullanılmış olması talihsizlik olsa da bu ifadenin başvurucunun üzerine atılı suçun delillerle sabit olduğu hususuna ilişkin olmadığını, yalnızca dava dosyasının soruşturmanın haklılığına ilişkin delilleri ortaya koyup koymadığı noktasına işaret ettiğini belirtmiş ve masumiyet karinesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir (Daktaras/Litvanya, §§ 42-45). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/4962 | Başvuru, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda geçen ifadeler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca 27/2/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Mehmet Malgir'in babası ve İlhami Zorlu'nun dedesi olan murisleri tarafından 1957 yılında açılan kadastro tespitine itiraz davası hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7038 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Van'da meydana gelen depremde taşınmazının ağır hasara uğraması nedeniyle yıkılmasından bahisle uğradığı zararın tazmini talebiyle 21/1/2013 tarihinde dava açmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nde (UYAP) yapılan araştırma sonucunda yargılamanın devam ettiği anlaşılmıştır. Başvurucu 12/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20485 | Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, haksız olarak tutuklu yargılanılma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mahkûmiyet kararına delil olarak esas alınan kamera kayıtlarının duruşmada izlenilmemesi, isnadın mahiyet ve sebebinden en kısa zamanda haberdar edilmemesi, soruşturma aşamasında müdafi tayin edilmeyerek savunma hakkının kısıtlanması ve iddia makamının duruşmada yer almaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 26/6/2013 tarihinde Bursa Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 14/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 2/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 1/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 8/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 11/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 25/6/2011 tarihinde ... Bankası Heykel Şubesinde bulunan ATM cihazında kart bilgilerinin ele geçirilmesine yarayan elektronik düzenek bulunduğu ihbarı üzerine başvurucu ve şüpheli N.N. hakkında soruşturma başlatılmış, başvurucu ve diğer şüpheli 25/6/2011 ile 27/06/2011 tarihleri arasında (iki gün) gözaltında kalmıştır. Başvurucu ve şüpheli N.N., tercüman eşliğinde ve müdafileri huzurunda26/6/2011 tarihinde kollukta ifade vermiştir. 27/6/2011 tarihinde tercüman eşliğinde ve müdafii huzurunda sorgulanan başvurucu aynı gün tutuklanmıştır. Sorgu sırasında başvurucuya hakları hatırlatılmıştır. Başvurucu hakkındaki 25/6/2011 tarihli yakalama ve "müdafi-şüpheli görüşme" tutanaklarında da tercümanın ad ve imzasının bulunduğu görülmektedir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, sahte kredi kartı veya banka kartı kullanmak suretiyle yarar sağlama suçundan başvurucunun cezalandırılması talebiyle aynı yer Asliye Ceza Mahkemesine (Mahkeme) hitaben 16/08/2011 tarihli ve E.2011/19409 sayılı iddianameyi düzenlemiştir. Kovuşturma aşamasında gerçekleştirilen iki celsede de tercüman eşliğinde başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucuya hakları hatırlatılmış, bir gelirinin olmadığının beyan edilmesi üzerine müdafi isteyip istemediği sorulmuş, başvurucu müdafi talebinde bulunmamıştır. Mahkeme, 12/10/2011 tarihli ve E.2011/507, K.2011/611 sayılı kararıyla başvurucunun banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması suçundanhapis cezalarıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 21/2/2013 tarihli ve E.2012/35741, K.2013/6114 sayılı ilamıyla başvurucu hakkında ...Bank'a ait ATM cihazına düzenek yerleştirmek suretiyle banka ve kredi kartlarını kopyalamaya teşebbüs suçundan kurulan hükümleri bozmuş ve kararın diğer kısımlarını düzelterek onamıştır. Başvurucu, dosyanın Yargıtay incelemesi sırasında, kendisi tarafından seçilen (resen atanmayan) müdafiin yardımından faydalanmıştır. Yargıtayın kısmi bozma kararı sonrasında 19/3/2013 tarihinde dosya, Bursa Asliye Ceza Mahkemesinin 2013/355 esasına kaydedilmiştir. Başvurucu vekili Yargıtayın kısmi onama/bozma kararı üzerine bu kararın içeriğini gerekçe gösterek 17/5/2013 tarihinde tahliye talebinde bulunmuştur. Tahliye talepli dilekçenin ilgili kısmı şöyledir: "... 1- Yukarıda esas ve karar numarası sunulu olan dosyada müvekkillerim iki yıldır tutuklu bulunmaktadır. Yargıtaydan dönen dosya müvekkiller lehine bozulmuştur. 2- Tutuklulukta geçecek süreyi düzenleyen CMK 102/ maddesine göre "Asliye Ceza Mahkemesinin görevine giren işlerde, TUTUKLULUK SÜRESİ EN ÇOK BİR YİLDİR. BU SÜRE ZORUNLU HALLERDE EN FAZLA ALTI AY UZATILABİLİR." Müvekkillerim açısından da bir buçuk yıllık süre çoktan dolmuştur. Bu nedenle tahliyeleri gerekmektedir. 3- Müvekkillerim 2 yıldır tutuklu bulunmakla yeterince mağdur olmuşlardır. Nitekim müvekkillerimden N. N. yalnızca 2 yıl 6 ay hapis ve 100 TL adli para cezası almış olup, cezası onanmış olsaydı dahi infaz kanununa göre cezaevinde bulunduğu süreyi iyi halli geçirmesi durumunda cezasının 3'te 2'sini infaz edeceğinden infaz süresini çoktan tamamlamış olacaktı..." Başvurucu vekili nihai kararı 28/5/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. 26/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları; 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4837 | Başvuru, haksız olarak tutuklu yargılanılma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mahkûmiyet kararına delil olarak esas alınan kamera kayıtlarının duruşmada izlenilmemesi, isnadın mahiyet ve sebebinden en kısa zamanda haberdar edilmemesi, soruşturma aşamasında müdafi tayin edilmeyerek savunma hakkının kısıtlanması ve iddia makamının duruşmada yer almaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesine dayanılarak soyadı tashihi talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 1999 yılında evlenen başvurucu, kocasının soyadı olan Ergün soyadını kullanmaktadır. Başvurucunun evlenmeden önceki soyadı Bıyıklı'dır. Başvurucu, Bıyıklı ifadesinin erkeklere mahsus olan bıyık ibaresini içermesi nedeniyle adli ve idari mercilerde, kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılmasından dolayı rahatsızlık duyduğunu, bu tür yerlerde önceki soyadının sorulması üzerine, bu soyadını söylemek zorunda kaldığını, psikolojik olarak kendisini aşağılanmış hissettiğini, 25/4/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu gereğince kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadıkça nüfus kütüklerinde değişiklik yapmanın mümkün olmayacağını, bu sebeple daha fazla mağdur olmamak için Bıyıklı ifadesinin nüfus kaydından silinerek annesinin önceki soyadı olan Yılmaz'ın evlilik tarihinden önceki nüfus kayıtlarına işlenmesi ve bundan sonra hukuki işlemlerde soyadı olarak bu soyadının görülmesinin sağlanmasına karar verilmesi talebiyle 18/4/2017 tarihinde dava açmıştır. İlgili Nüfus Müdürlüğü kapalı kayıtta işlem yapılamayacağından davanın reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada konuya ilişkin olarak başvurucunun tanığı dinlenmiştir. Tanık, başvurucu ile aynı kurumda çalışmaları sebebiyle kendisini uzun süredir tanıdığını, önceki soyadından rahatsızlık duyduğunu sürekli dile getirdiğini ifade etmiştir. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 20/6/2017 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararda, 5490 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun evlenmesiyle ilgili nüfus kayıtlarının kapalı hâle geldiği, konuya ilişkin Yargıtay kararları olduğu, bu çerçevede kapalı kayıtta işlem yapılamayacağı değerlendirilmiştir. Başvurucu 15/8/2017 tarihli dilekçesi ile istinaf başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu dilekçesinde kamu görevlisi olarak görev yaptığını, çoğu kez çeşitli işlemler bağlamında özellikle kamu kurum ve kuruluşları önünde önceki soyadını beyan etmek durumunda kaldığını ve her seferinde aşırı bir rahatsızlık duyduğunu, Anayasa'nın maddesi kapsamında maddi ve manevi varlığına ilişkin haklarının, rahatsızlık duyduğu soyadına ilişkin kayıtlarda değişiklik yapabilme hakkını kendisine tanıdığını, bu sebeple Mahkemenin dar bir yorumla kapalı kayıtlarda işlem yapılamayacağından bahisle talebini reddetmesinin hakkaniyete uygun olmadığını, gerek Yargıtayın bazı kararlarında gerekse Anayasa Mahkemesi kararlarında bu konunun esnek biçimde yorumlandığını ve kapalı da olsa nüfus kayıtlarında değişiklik yapmanın mümkün olduğuna işaret edildiğini ifade etmiştir. İstinaf başvurusunu değerlendiren Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 3/11/2017 tarihli kararıyla talebi reddetmiştir. Kararda, başvurucunun evlenmesi nedeniyle değişiklik yapılması istenen kaydın kapalı hâle geldiğini, 5490 sayılı Kanun hükmü uyarınca kapalı kayıtlar üzerinde değişiklik yapılamayacağını ve kaydın açılmasını gerektirir hâllerin de gerçekleşmediğini ifade etmiştir. Nihai karar başvurucuya 29/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiş ve 25/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3724 | Başvuru, nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesine dayanılarak soyadı tashihi talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 13/11/2006 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 28/10/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18056 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tahliye taleplerinin incelenmemesi ve tutukluluğun devamı kararlarının tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı ve tutuklama sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 22/5/2017 tarihinde 2017/25593 sayılı bireysel başvuruyu yapmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 5/10/2018 tarihinde, 2017/25593 numaralı bireysel başvuru dosyasında başvurucunun tahliye taleplerinin incelenmediği, tutukluluğun devamı kararlarının tarafına tebliğ edilmediği ve gözaltında kötü muameleye maruz kaldığı yönündeki iddialarının konu yönünden ayrılmasına ve ayrılan dosyanın 2018/29015 başvuru numarasına kaydedilmesine karar verilmiştir. Öte yandan Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 16/11/2018 tarihinde 2017/25593 numaralı başvuruda başvurucunun diğer iddialarının kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Komisyonca, tefriken oluşturulan 2018/29015 numaralı başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Avukat olan başvurucu FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında 10/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/8/2016 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucunun tahliye talepleri ve tutukluluk durumu; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/9/2016 tarihli, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/10/2016 ve 7/11/2016 tarihli, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/12/2016 tarihli, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/1/2017 tarihli, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/2/2017 tarihli kararlarıyla incelenmiş ve tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu bireysel başvuru öncesi son olarak Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 9/3/2017 tarihli kararıyla incelenmiş; başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına, kararın başvurucu ve müdafilerine tebliğine itirazı kabil olmak üzere karar verilmiştir. Başvurucu 20/3/2017 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 6/4/2017 tarihinde itirazı incelemiş ve reddetmiştir. Bu karar başvurucuya 25/4/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 14/6/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianame, Ankara Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilerek E.2017/34 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 29/3/2019 tarihinde, başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan beraatine, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve adli kontrol şartıyla tahliye edilmesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf kanun yolunda derdesttir. Anayasa Mahkemesince 19/9/2018 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurucu tarafından kötü muamele iddialarıyla ilgili suç duyurusunda bulunulup bulunulmadığı sorulmuş; Savcılıktan gelen 28/9/2018 tarihli cevap yazısında başvurucunun müştekisi olduğu bir dosyanın bulunmadığı belirtilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29015 | Başvuru, tahliye taleplerinin incelenmemesi ve tutukluluğun devamı kararlarının tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı ve tutuklama sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumundaki tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 1/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Yapılan incelemede başvurucu Seniha Sürer tarafından yapılan 2016/22735 numaralı başvuru, başvurucu Hilal Ada tarafından yapılan 2016/22737 numaralı başvuru ve başvurucu Reyhan Coşmuşlu tarafından yapılan 2016/22739 numaralı başvuru konu bakımından aynı nitelikte olması nedeniyle 2016/22735 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmiş ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların tedbir kararı verilmesi yönündeki talepleri hakkında Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü tarafından 8/11/2016 tarihinde ret kararı verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular farklı tarihlerde terör suçlarıyla bağlantılı olarak tutuklanmış ve Diyarbakır E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir. Başvurucular 19/9/2016 tarihinde Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne (Genel Müdürlük) başvurarak Ceza İnfaz Kurumunun fiziki şartlarının kötü ve yetersiz olduğunu belirtmiş, tutulma koşulların düzeltilmesini talep etmişlerdir. Genel Müdürlük 28/9/2016 tarihli ve 109992 sayılı, 3/10/2016 tarihli ve 111771 sayılı yazılarında başvuruculara cevaben ceza infaz kurumlarının inşası ve faaliyetinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin ceza infaz alanındaki tavsiye kararlarında belirlenen minimum standartların gözönünde bulundurulduğunu, aniden çok sayıda tutuklama olduğunda geçici olarak bazı illerde kalabalıklaşma yaşandığını ancak bu sorunun sevk ve nakillerle kısa zamanda giderildiğini, konuyla ilgili gerekli incelemenin yapılacağını belirtmiştir. Başvurucular, Genel Müdürlüğün anılan cevabının kendilerine 3/10/2016 ve 7/10/2016 tarihlerinde tebliğ edildiğini belirterek 1/11/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/22735 | Başvuru, ceza infaz kurumundaki tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, aksi ispat edilemeyen karinelerden yararlanılarak idari para cezası verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Batman'ın Merkez ilçesi İkiztepe köyü sınırları içinde bulunan 244, 387, 466, 468, 209 ve 1329 parsel numaralı tarım arazisinin malikidir. Anılan tarım arazisinde 17/9/2013 tarihinde anız yakıldığının tespit edildiği gerekçesiyle başvurucu adına 950 TL tutarında idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucu tarafından söz konusu idari para cezasına ilişkin işlemin iptali talebiyle Batman İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açılmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, ilgili kanuna göre idari para cezasının bizzat anız yakanlara kesilmesi gerektiğini, yangının başka yerden sıçramış olabileceği gibi mısır koçanlarını elde etmek isteyen çocuklar tarafından çıkarılmış olabileceğini oysa cezanın asıl fail tespit edilmeden doğrudan taşınmaz malikine uygulandığını belirterek idari para cezasının iptaline karar verilmesini istemiştir. Mahkeme 19/9/2014 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; tarım arazilerinde gerçekleştirilen anız yakma eyleminin çok kısa sürede gerçekleştirilebilmesi ve anız yakan kişinin olay mahallinden derhâl ayrılabilmesi nedeniyle tarım arazilerinde her zaman gerçekleştirilebilme olanağı bulunan anız yakma eyleminde anızı yakan kişinin idare tarafından bilinmesine olanak bulunmadığı, bizzat yakan kişinin tespit edilmemesi nedeniyle idari yaptırım uygulanmaması durumunda ise tarım arazisinin veriminin yok olmasına, çevre kirliliği ve yangınlara sebebiyet veren anız yakma eyleminin yaptırımsız kalacağı belirtilmiştir. Buradan hareketle Mahkeme "anız yakanlar" ifadesinin çocuğunu gönderip anızı yaktıranlar, çevre tarlalarda başlayan anız yangınının kendi tarlasına geçeceğini bildiği hâlde hiçbir girişimde bulunmayarak sessiz kalanlar gibi tarlasında anız yakılmasına açık ya da örtülü rıza gösterenleri de kapsadığının kabulü gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme, somut olayda da davacının tarımsal amaçlı kullandığı taşınmazlarda bulunan anızın yakıldığının tespit edildiği ve Batman il merkezine 2-3 km ve köy meskûn alanı içindeki olay mahallinde anızı yakan kişiye ait herhangi bir bulguya rastlanmadığı görülmekle birlikte davacı tarafından da köy meskûn alanında maliki olduğu taşınmazın yakıldığı yönünde herhangi bir ihbar, suç duyurusu vb. başvuruda bulunulmaması karşısında anızı yakan kişinin ancak suçüstü hâlinde yakalanabileceği, bunun da yukarıda belirtilen gerekçeler doğrultusunda mümkün olmadığı, dolayısıyla anızı yakan kişinin taşınmazda tarımsal faaliyette bulunan davacı olduğu sonucuna varmıştır. Başvurucunun itirazı üzerine (kapatılan) Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesinin 23/3/2015 tarihli kararıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Bölge İdare Mahkemesinin 26/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 22/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun ek maddesinin (c) bendi şöyledir:"Anız yakılması, çayır ve mer'aların tahribi ve erozyona sebebiyet verecek her türlü faaliyet yasaktır. Ancak, ikinci ürün ekilen yörelerde valiliklerce hazırlanan eylem plânı çerçevesinde ve valiliklerin sorumluluğunda kontrollü anız yakmaya izin verilebilir." 2872 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (l) numaralı bendinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin (c) bendine aykırı olarak anız yakanlara her dekar için 20 Türk Lirası idarî para cezası verilir. Anız yakma fiilinin orman ve sulak alanlara bitişik yerler ile meskûn mahallerde işlenmesi durumunda ceza beş kat artırılır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), suçluluk karinelerine ve ispat yüküne ilişkin olarak ilkeler belirlemiştir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında korunan masumiyet karinesi mahkemelerin kişinin suç işlediği varsayımından başlamamalarını, ispat yükünün iddia makamına ait olmasını ve her türlü şüpheden sanığın yararlandırılmasını gerektirmektedir. Bu kapsamda ispat yükümlülüğünün iddia makamından savunmaya devredilmesi kural olarak masumiyet karinesini ihlal edecektir (Telfner/Avusturya, B. No: 33501/96, 20/3/2001, § 15). AİHM; Salabiaku/Fransa (B. No: 10519/83, 7/10/1988) başvurusunda, fiilî veya hukuki karinelerin her hukuk sisteminde bulunabileceğini, Sözleşme'nin kural olarak bu karineleri yasaklamadığını ifade etmiştir. Ancak AİHM, taraf devletlerin ceza kanunlarıyla ilgili olarak bu meselede belli sınırlar içinde kalması gerektiğini vurgulamaktadır. AİHM'e göre maddenin (2) numaralı fıkrası, sadece mahkemeler tarafından usul kurallarının uygulanması sırasında saygı göstermekten ibaret bir güvence içermemektedir. Dahası maddenin (2) numaralı fıkrasında geçen "hukuka uygun olarak" ibaresi iç hukuka referansla yorumlanamaz. Bu şekildeki bir yorum, yasama organının mahkemelerin doğal değerlendirme yetkisini kaldırma ve masumiyet karinesini özünden yoksun bırakma hususunda serbest olması sonucunu doğuracaktır. Böylesi bir durumun adil yargılanma hakkını ve özellikle masum sayılma hakkını koruma altına almak suretiyle hukuk devletinin temel bir ilkesini güvenceye bağlayan maddenin amaç ve hedefleriyle uzlaştırılması mümkün değildir. Bu nedenle maddenin (2) numaralı fıkrası, ceza kanunlarında düzenlenen hukuki ve fiilî karinelere de kayıtsız değildir. Söz konusu fıkra, devletlerin bu karineleri ihtilaf konusu meselenin önemini dikkate alan ve savunma tarafının haklarını gözeten makul çerçevelerle sınırlamasını gerektirir (Salabiaku/Fransa, §28). AİHM, Sözleşmeci devletlerin ceza kanunlarına karine dercederken davanın konusunun önemi ile savunma tarafının hakları arasında adil bir denge kurma yükümlülüğü altında bulunduklarını ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle AİHM'e göre başvurulan araç ile ulaşılmak istenen meşru amaç arasında makul bir orantının var olması gerekir (Janosevic/İsveç, B. No: 34619/97, 23/7/2002, § 101). AİHM, PhamHoang/Fransa (B. No: 13191/87, 25/9/1992) başvurusunda varsayıma dayalı olarak mahkûmiyet kararı verilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğine ilişkin şikâyeti değerlendirmiştir. Olayda yasa dışı yollardan uyuşturucu madde ithal etme ve gümrük kaçakçılığı yapma suçlarından verilen mahkûmiyet kararının ilgili gümrük mevzuatında öngörülen kaçak malları mülkiyetinde bulunduran kişinin gümrük kaçakçılığı suçundan sorumlu tutulacağı yönündeki karineye dayandırıldığı ileri sürülerek masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddia edilmiştir. AİHM yaptığı değerlendirmede, başvurucunun savunma araçlarından tamamıyla mahrum bırakılmadığının ve aleyhine yüklenen karinenin aksi ispat edilemez türden olmadığının altını çizmiştir (Pham Hoang/Fransa, § 34). AİHM Fransız derece mahkemelerinin karar verirken maddi olayı dikkatli bir şekilde değerlendirdiklerini, dava dosyasında bulunan delilleri temel alarak mahkûmiyet kararı verdiklerini, ilgili mevzuatta yer alan karinelere otomatik bir şekilde dayanmaktan kaçındıklarını belirtmiş ve bu nedenle şikâyet konusu olayda masumiyet karinesinin ihlal edilmediği sonucuna ulaşmıştır (Pham Hoang/Fransa, § 36). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14869 | Başvuru, aksi ispat edilemeyen karinelerden yararlanılarak idari para cezası verilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Fahrettin Yavuz'un murisi tarafından 1994 yılında açılan kadastro tespitine itiraz davası hâlen yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15874 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formunda ve Emniyet Genel Müdürlüğünden (EGM)gelen belgelerde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1981 doğumlu olan başvurucu, Rusya Federasyonu Dağıstan Özerk Cumhuriyeti vatandaşıdır. Eşi ve beş çocuğu Belçika vatandaşıdır. 16/6/2012'de Türkiye'ye geldiğini söyleyen başvurucu ve ailesine üç yıllık ikamet tezkeresi verilmiştir. İkamet tezkeresini uzatmak için 28/10/2013'te İstanbul Emniyet Müdürlüğüne giden başvurucu, G-87 (genel güvenlik) tahdit kaydı bulunduğundan aynı gün yakalanarak sınır dışı edilmek üzere İstanbul Kumkapı Geri Gönderme Merkezine (Merkez/GGM) götürülmüştür. Başvurucu GGM'deyken iltica talebinde bulunmuştur. Başvurucu GGM'de seksen gün tutulduktan sonra EGM'nin 7/1/2014 tarihli kararı üzerine 15/1/2014 tarihinde serbest bırakılmıştır. A. Ulusal Hukuk 15/7/1950 tarihli ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu ile aynı tarihli ve 5683 sayılı mülga Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun'un ilgili maddeleri T.T. (B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25) kararında; 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, etkili başvuru ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulaması B.T. kararında (aynı kararda bkz. §§ 23-38) açıklanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2427 | Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza soruşturması aşamasında verilen kayyım atama kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Müteaddit defalar uzatılan OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Başvurucu, Tekinak Gıda Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin (Şirket) ortağıdır. Çankırı Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık), Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) hakkında başlatmış olduğu soruşturma kapsamında 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi uyarınca kapatılan K. Eğitim Kurumları Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. (Kapatılan Şirket) ile organik bağı bulunduğu iddiasıyla Şirkete kayyım atanmasını 14/11/2016 tarihinde talep etmiştir. Bilirkişi raporunda:i. Kapatılan Şirketin ortakları ile Şirket ortakları arasında organik bağ bulunduğu ve Şirketin 26/6/2012-20/12/2014 tarihleri arasında fiilî olarak Kapatılan Şirketin iştirak sahibi olduğu,ii. Kapatılan Şirketin finansal yapısının, ortaklarının cari hesabı kullanılıp kasaya para akışı sağlanarak sürdürüldüğü ve Kapatılan Şirketin kârının zararından mahsup edilmek suretiyle devlete vergi vermeyerek devleti zarara uğrattığı,iii. Kapatılan Şirketin hisse devirlerinde 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'na aykırı şekilde finansal kurum kullanılmayarak işlemlerin yürütüldüğü ve küçük miktardaki ödemelerin bankadan yapıldığı, buna karşılık büyük miktarlardaki ödemelerde bankadan işlem yapılmadığı belirtilmiştir. Çankırı Sulh Ceza Hâkimliği 16/11/2016 tarihinde talebi kabul etmiş ve Şirket işlerini yürütmek için Tasarruf Mevduat Sigorta Fonunun (TMSF) kayyım olarak atanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Şirketin FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatına ilişkin somut delillere dayalı kuvvetli şüphe bulunduğu mevcut olup bu örgütün amacı doğrultusunda faaliyette bulunduğuna ilişkin kuvvetli şüphe bulunduğu belirtilmiştir. Kararda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi, 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanan 674 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Düzenleme Yapılması Hakkında KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrası dayanak olarak gösterilmiştir. TMSF 29/11/2016 tarihinde Şirketin yönetim kurulu başkanlığına ve yönetim kurulu üyeliklerine atamalar yapmıştır. Başsavcılık 4/1/2017 tarihli iddianamesinde; diğer şüpheliler ile birlikte başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olma suçundan cezalandırılmasını, ayrıca başvurucunun ortağı olduğu Şirketin müsaderesine karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, atanan kayyım yönetim yetkisinin yönetim organının karar ve işlemlerinin geçerliliğinin onaylanmasıyla sınırlandırılmasını talep etmiştir. Çankırı Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 22/4/2017 tarihli duruşmada kayyım yetkisinin KHK uyarınca TMSF tarafından kullanılacağı ve Şirket yönünden açılmış bir müsadere davası bulunmadığı gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına ilişkin ara karar kurmuştur. Başvurucu, Ağır Ceza Mahkemesinin ara kararına itiraz etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi 19/6/2017 tarihinde itiraza konu ara kararda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı gerekçesiyle itirazı kesin olmak üzere reddetmiştir. Bu karar, başvurucuya 4/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi 11/5/2018 tarihinde yönetim kayyımlığının denetim kayyımlığına dönüştürülmesine karar vermiştir. Yargılama sonucunda ise Ağır Ceza Mahkemesi 11/10/2019 tarihinde başvurucunun beraatine, ortağı olduğu Şirket hakkındaki müsadere talebinin reddine ve denetim kayyımlığının sona erdirilmesine karar vermiştir. Karara karşı Başsavcılık tarafından istinaf yoluna başvurulmuş olup istinaf sürecinin bireysel başvurunun inceleme tarihi itibariyle devam ettiği görülmüştür. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/30340 | Başvuru, ceza soruşturması aşamasında verilen kayyım atama kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; hukuka aykırı gözaltı işlemi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, kamu görevlilerinin eylemi sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Güli Ertaş'ın eşi ve diğer başvurucuların babası H.E., -başvurucuların beyanına göre- 17/7/1995 tarihinde polis olduklarını söyleyen dört kişi tarafından karakola götürülmek üzere evinden alınmıştır. Aynı gün saat 00 sıralarında H.E.nin yeğeni A.E. ve eşi R.E. (Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinin verasete ilişkin 22/8/2003 tarihli kararında H.E.nin eşinin Güli Ertaş olduğu belirtilmekle birlikte ilgili nüfus kayıtlarının incelenmesinden H.E.nin çocuklarından bazısının annesinin R.E. adlı kişi olduğu anlaşılmıştır.) Kızıltepe İlçe Emniyet Müdürlüğüne giderek H.E.nin silahlı dört kişi tarafından kaçırıldığını belirtmiştir. Ayrıca R.E., koruculuk yapan K. ve İ.K. adlı kişilerden şüphelendiğini ifade etmiştir. Bu olaydan bir gün sonra Şanlıurfa ili Ceylanpınar ilçesi Saraççeşme köyü Saraçtepe mevkiinde, Ceylanpınar-Kızıltepe yolunun yaklaşık yirmi metre solunda ateşli silahla başından vurulmuş bir erkek cesedi bulunmuştur. Cesedin bulunduğu bölgedeki anızların yakılması sonucu cesedin hemen her bölgesindeki derinin yanmış ve büzülmüş olduğu tespit edilmiştir. Ceset üzerinde cesedin kime ait olduğunu tespite imkân veren herhangi bir belge bulunamamıştır. Aynı gün saat 30 sıralarında olaydan haberdar edilen Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı nöbetçi savcısı olay yerine giderek çeşitli incelemelerde bulunmuştur. Bu incelemeler sonucunda hazırlanan Adli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı'nda cesedin sağ kulağının üzerinde mermi giriş deliği, sol şakağında ise mermi çıkış deliği bulunduğu, cesedin sağ tarafında, bir metre kadar uzaklıkta 9 mm çapında bir adet mermi kovanı olduğu belirtilmiştir. Harici ölü muayenesine katılan doktor tarafından kişinin ateşli silah yaralanması sonucu öldüğünün ve klasik otopsi yapılmasına gerek olmadığının belirtilmesi üzerine Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığınca klasik otopsi yapılmasından sarfınazar edilerek cesedin devlet hastanesi morguna götürülmesine karar verilmiştir. Bulunan cesedin H.E.ye ait olabileceğinin değerlendirilmesi üzerine H.E.nin yakınları Ceylanpınar Devlet Hastanesi morguna gitmiş ve cesedin H.E.ye ait olduğunu tespit etmiştir. H.E.nin yakınları, defin ve nakil ruhsatıyla kendilerine teslim edilen cesedi toprağa vermiştir (Kızıltepe Sulh Hukuk Mahkemesinin verasete ilişkin 22/8/2003 tarihli kararında H.E.nin ölüm tarihi 18/12/2001 olarak geçmektedir.). Olay hakkında başlatılan soruşturma kapsamında R.E.nin 17/7/1995 tarihinde Kızıltepe İlçe Emniyet Müdürlüğünde verdiği ifadede adı geçen korucuların ifadesi alınmıştır. Korucular K. ve İ.K. olay tarihinde Girali köyünde görevli olduklarını ve şehir merkezine hiç gitmediklerini belirtmişlerdir. Bunun üzerine 20/7/1995 tarihinde R.E.nin ifadesi tekrar alınmıştır. R.E. Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesinde özetle kocasını kaçıran kişileri teşhis edemediğini, olayın gece meydana geldiğini, emniyetteki ifadesinde kendisine "Kimse ile bir geçimsizliğiniz var mı?" diye sorulduğunu, kendisinin de adı geçen korucularla aralarında bir dargınlığın bulunduğunu söylediğini ancak bu dargınlığın kocasının öldürülmesine sebep olacak boyutta olmadığını, bu kişilerden şüphe etmediğini belirtmiştir. R.E. ayrıca kocasını kaçıranları görse de tanımayacağını ancak kocasını kaçıran kişiler adı geçen korucular olsaydı onları teşhis edebileceğini çünkü onları daha önceden gördüğünü ifade etmiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından 20/7/1995 tarihinde ifadesi alınan H.E.nin yeğeni A.E. de R.E.nin ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı; yapılan soruşturma kapsamında olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediğini, olayın adam öldürme fiiliyle ilgili olması nedeniyle yirmi yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğunu belirterek olayın fail ya da faillerinin zamanaşımı süresi doluncaya kadar aranması amacıyla 3/1/2002 tarihinde daimî arama kararı vermiştir. Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı olayın fail ya da faillerinin ilçe jandarma komutanlığınca zamanaşımı süresi doluncaya kadar titizlikle aranmasını, olayın fail ya da faillerinin yakalanması hâlinde başsavcılıkta hazır edilmesini, aksi takdirde üç ayda bir düzenli olarak Başsavcılığa bilgi verilmesini istemiştir. Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı, daimî arama kararının bir suretini İlçe Emniyet Müdürlüğüne de göndermiştir. Daimî arama kararı uyarınca kolluk görevlilerince düzenlenen, olayın fail ya da faillerinin tespit edilemediğine ilişkin tutanaklar Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvuruculardan Muhyettin Ertaş, Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığına 8/4/2014 tarihinde bir dilekçe sunarak olayın faillerinin cezalandırılması talebinde bulunmuştur. Başvurucu Muhyettin Ertaş bu dilekçede özetle babasının kendisini sivil polis olarak tanıtan ve ellerinde otomatik silah bulunan kişilerce evinden alınarak beyaz bir arabayla götürüldüğünü, bu olaydan bir gün sonra da babasının cesedinin bulunduğunu, babasının H.A.U. ve onun ekibi tarafından (Jitem) öldürüldüğünü düşündüğünü belirtmiştir. Başvurucular, devam eden soruşturmada herhangi bir sonuca ulaşılamayacağının açık olduğunu belirterek 9/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Olay hakkında yürütülen soruşturma kapsamında bireysel başvuru yapılmasından sonra hangi kararların alındığı ile ilgili olarak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla yapılan araştırmada, Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığının 10/6/2015 tarihinde olay hakkında yetkisizlik kararı vererek dosyayı Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığına -H.A.U. adlı kişi hakkındaki soruşturma dosyasıyla birleştirilmek üzere- gönderdiği, Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığının ise H.E.nin ölümünün JİTEM tarafından gerçekleştirildiğine dair somut bir delil olmaksızın Muhyettin Ertaş'ın tahmininden ibaret soyut ifadesine istinaden yetkisizlik kararı verilmesinin yasal dayanaktan yoksun olduğu, kaldı ki H.E.nin JİTEM tarafından öldürüldüğü iddiasının kabulü hâlinde bile söz konusu öldürme eyleminin Kızıltepe'de gerçekleştirildiğine dair herhangi bir somut delilin bulunmadığı gerekçeleriyle 18/1/2016 tarihinde yetkisizlik kararı verdiği görülmüştür. UYAP kayıtlarının incelenmesi neticesinde Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili Cumhuriyet başsavcılığının tespiti için dosyanın Midyat Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verdiği tespit edilmiş ancak Midyat Ağır Ceza Mahkemesinin bu konuda bir karar verip vermediği belirlenememiştir. Başvurucular da bireysel başvuruda bulunmalarından sonra soruşturmanın seyrine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir bilgi ve belge sunmamışlardır. İlgili hukuk için bkz. Adle Azizoğlu ve Sadat Azizoğlu, B. No: 2014/15732, 24/1/2018, §§ 32- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/638 | Başvuru, hukuka aykırı gözaltı işlemi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının, kamu görevlilerinin eylemi sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların da aralarında yer aldığı bir kısım şüpheli hakkında Konya Cumhuriyet Başsavcılığının 27/9/2010 tarihli iddianamesiyle tefecilik, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet ve sair suçlardan kamu davası açılmıştır. Konya Ağır Ceza Mahkemesince görülen yargılama sonunda başvurucuların tefecilik suçundan hapis cezasıyla cezalandırılmalarına 3/6/2015 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucu Fatih Ildırar hakkında ayrıca 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 2 ay 15 gün hapis ve 000 TL adli para cezasına hükmedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi başvurucular hakkında tefecilik suçundan verilen kararın onanmasına, kararın başvurucun Fatih Ildırar hakkında 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan verilen hapis cezasına ilişkin kısmın ise bozulmasına 4/2/2020 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucun Fatih Ildırar yönünden verilen bozma kararı üzerine yargılamanın bireysel başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmıştır. Başvurucular nihai kararı 27/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 9/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurucuların adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları dışındaki ihlal iddialarının kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10741 | Başvuru, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 12 Eylül askeri darbesi sonrasında birçok kez haksız yere gözaltına alındığını, gözaltında işkenceye maruz bırakıldığını, bir gözünün görme yeteneğini kaybettiğini, Anayasa'nın geçici maddesinin yürürlükten kalkması üzerine ilgili kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduğunu, Siirt Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkı ve işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 26/12/2012 tarihinde İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 2/9/2014 tarihli görüşü başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 30/4/2012 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikayet dilekçesinde, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında 21/11/1980 tarihinde Siirt İli Pervari ilçesi Erkent köyünde askerler tarafından gözaltına alındığını, 45 gün boyunca işkence gördüğünü, bu tarihten sonra 2/6/1981 tarihinde jandarmalar tarafından gözaltına alınarak 22 gün işkence gördüğünü ve 28/7/1981 tarihinde Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesince serbest bırakıldığını, yapılan işkenceler nedeniyle sağ gözünün zamanla görme yetisini kaybettiğini, 1981 yılı Eylül ayında köye gelen komando askerlerinin kendilerinden silahlarını teslim etmelerini istediğini, silahı olmadığını söyleyince bir üsteğmen tarafından kaburgaları kırılıncaya kadar dövüldüğünü, 28/2/1985 tarihinde görev yaptığı köyde gözaltına alınarak Niğde iline götürüldüğünü, burada 12 gün bekletildikten sonra Siirt iline götürüldüğünü, burada da 7 gün gözaltında tutulduğunu ve işkenceye maruz kaldığını beyan ederek dönemin Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ile dönemin Siirt ve Pervari askeri yetkilileri hakkında şikayetçi olmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK Madde ile Yetkili ve Görevli) hayatta olan dönemin Milli Güvenlik Konseyi üyeleri hakkında Anayasa’yı ihlal suçundan (askeri darbe) yürütülen soruşturma sonucunda ilgililer hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmış, işkence yaptığı ileri sürülen kamu görevlileri hakkındaki evrak tefrik edilerek 2012/781 sayı ile yürütülen soruşturma sonunda, bu kişilerle ilgili mahallinde soruşturma yapılmasının usul ekonomisi açısından da uygun olacağı, işkence ve kötü muamele eylemleri ile yaşam hakkının ihlaline yönelik suçların 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) maddesi kapsamında sayılan suçlardan olmadığı gerekçe gösterilerek soruşturma evrakı 7/6/2012 tarih ve K.2012/261 sayılı görevsizlik kararıyla Siirt Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı, kimlik bilgileri tespit edilemeyen Siirt İl Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında “efrada suimuamele” suçundan dolayı yürüttüğü soruşturma sonucunda, 16/8/2012 tarih ve K.2012/1779 sayılı kararında “Şüpheliler üzerine atılı suçun 13/3/1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde düzenlenen efrada suimuamele suçunu oluşturduğu, aynı suçun 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinde düzenlendiği, 765 sayılı Kanun’un 102/ maddesine göre işkence suçunun 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, 5237 sayılı Kanun’un 66/1-d maddesi gereğince de 15 yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu, 765 sayılı Kanun’un ve 5237 sayılı Kanun’un 7/ Maddeleri gereğince lehe yasanın uygulanması gerektiği, 765 sayılı Kanun’un şüpheliler lehine olduğu, somut olayda 765 sayılı Kanun’un 104 ve devamı maddelerinde düzenlenen zamanaşımını durduran ve kesen sebeplerin de bulunmadığı, Anayasa’nın geçici maddesine göre, Milli Güvenlik Konseyi ve bu Konsey’in yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin ve Danışma Meclisi’nin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai takibatın yapılamayacağının belirtildiği, şüphelilerin Anayasa’nın geçici maddesi kapsamında dokunulmazlığa sahip olan kişilerden olmadığı, bu nedenle haklarında zamanaşımı sürelerinin işlediği, şüpheliler hakkında 1990 yılında zamanaşımı süresinin dolduğu…” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan karara karşı başvurucunun yapmış olduğu itiraz, Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 1/11/2012 tarih ve 2012/189 Değişik İş sayılı kararı ile müştekinin iddia ettiği suçlamalar bakımından dava zaman aşımı sürelerinin dolduğu ve bu nedenle anılan savcılık kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. İtirazın reddi kararı, başvurucuya 1/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 26/12/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın mülga Geçici maddesi şöyledir:“12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Millî Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.” 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun zamanaşımı sürelerini düzenleyen maddesinin fıkrasının ilk cümlesi ve bendi şöyledir:“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası: Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahudhidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,…geçmesile ortadan kalkar.” 765 sayılı Kanun’un zamanaşımını kesen sebepleri düzenleyen maddesinin fıkrası şöyledir: “Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir” Aynı Kanun’un maddesinin fıkrası şöyledir: “Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/64 | Başvurucu, 12 Eylül askeri darbesi sonrasında birçok kez haksız yere gözaltına alındığını, gözaltında işkenceye maruz bırakıldığını, bir gözünün görme yeteneğini kaybettiğini, Anayasa'nın geçici 15. maddesinin yürürlükten kalkması üzerine ilgili kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduğunu, Siirt Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkı ve işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru; Danıştay üyeliği görevinin kanunla sona erdirilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği ve yapılan düzenlemenin ayrımcılık yasağına aykırı olduğu iddialarına ilişkindir. 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nda değişiklikler yapılmıştır. Buna göre Yargıtay ve Danıştayın Daire ve üye sayısı azaltılmış, Yargıtay ve Danıştay üyeliği 12 yıl ile sınırlandırılmıştır. Yargıtayın 516 olan üye sayısı 310; Danıştayın 195 olan üye sayısı da 116'ya düşürülmüştür. 6723 sayılı Kanun 23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Başvurucunun Danıştay üyeliği 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle kendiliğinden sona ermiştir. Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Genel Kurulu 6723 sayılı Kanun'la görevi sone eren Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından yaptığı seçimde bunların bir kısmını 25/7/2016 tarihinde yeniden Yargıtay ve Danıştay üyesi olarak seçmiştir. Başvurucu, HSK tarafından yeniden Danıştay üyesi seçilmemiş, hâkimlik sınıf ve derecesine uygun bir göreve atanmıştır. Başvurucu herhangi idari ve yargısal merciye başvurmaksızın 22/8/2016 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 10/12/2020 tarihli ve AYM, E.2016/144, K.2020/75 sayılı kararıyla 6723 sayılı Kanun'un bazı maddelerinin iptali istemini incelemiş, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin üyeliklerinin sona ermesini öngören kuralların Anayasa'nın , , , , , ve maddelerine aykırı olmadığına karar vermiştir (Bekir Sözen [GK], B. No: 2016/14586, 10/11/2022, § 26). Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14679 | Başvuru; Danıştay üyeliği görevinin kanunla sona erdirilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği ve yapılan düzenlemenin ayrımcılık yasağına aykırı olduğu iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince tutuklu olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu başvuru tarihinde, terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği iddiasıyla tutuklu olarak Sincan 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) 21/10/2015 tarihli kararında, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle, "Özgür Halk" isimli derginin başvurucuya verilmemesine karar vermiştir. Eğitim Kurulu adı geçen dokümanda PKK terör örgütü liderlerinin açıklamaları ile örgüt propagandası ve örgüt üyelerini öven, yücelten ifadelere yer verildiğini tespit etmiş fakat somut olarak hangi bölümlerin bu nitelikte kabul edildiğini belirtmemiştir. Eğitim Kurulu, başvuru konusu derginin başvurucuya verilmesi hâlinde mensubu olduğu terör örgütüyle olan bağının zayıflamayacağını, aksine başvurucunun terör örgütünün hedefleri doğrultusunda hareket etmeye devam edeceğini ve örgütle olan bağının kuvvetleneceğini, bu durumun cezanın infazı ile ulaşılmak istenen temel amacı ortadan kaldıracağını ifade etmiştir. Eğitim Kurulu kararına karşı başvurucunun Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine yaptığı şikâyet, İnfaz Hâkimliğinin 2/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İnfaz Hâkimliği anılan kararında, başvurucuya gelen derginin kendisine verilmemesinin Anayasa Mahkemesi içtihadında da öngörüldüğü üzere başvurucunun ifade özgürlüğüyle ilgili olduğunu ve Anayasa'nın maddesinde öngörülen bu hakkın aynı maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sebeplerle sınırlanabileceğini belirtmiştir. Derginin başvurucuya verilmemesinin "suçların önlenmesi" amacına yönelik olduğunu ifade eden İnfaz Hâkimliği, Yargıtay içtihadının da bu yönde olduğunu belirterek Eğitim Kurulu kararının doğru olduğuna hükmetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi 10/11/2015 tarihinde, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir.Başvurucu 30/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda Temel Amaç" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir: "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır." Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan diğer ulusal hukuk kaynakları için bkz. Halil Bayık [GK], (B. No: 2014/20002, 30/11/2017, §§ 15-16).B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), (B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17-18). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18932 | Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince tutuklu olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargı kararı gerekçe gösterilerek komiser yardımcılığından polis memurluğuna tenzilen atanma işleminin iptali istemiyle açılan davada bariz takdir hatası bulunması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 2009-2010 eğitim öğretim yılında Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 125 erkek ve 75 kadın kontenjanı olmak üzere 200 polis memuru için komiser yardımcılığı kursu açılması uygun görülmüştür. Bunun üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü ile Millî Eğitim Bakanlığı arasında yapılan protokol uyarınca 2/5/2009 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı tarafından komiser yardımcılığı kursu yazılı sınavı yapılmıştır. Başvurucu anılan sınavda 78 puan almak suretiyle sırada yer almış ve komiser yardımcılığı kursuna başlamıştır. Yukarıda belirtilen sınava karşı, bazı soruların hatalı olduğu belirtilerek iptal davası açılmış ve Ankara İdare Mahkemesi tarafından 10/3/2010 tarihinde sınavın 12 sorusunun yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Kararda, yürütmesi durdurulan 12 soru değerlendirme dışı bırakılarak tüm adayların puanlarının 88 soru üzerinden protokol hükümleri uyarınca hesaplanarak yeniden bir başarı sırası yapılması gerektiği belirtilmiştir. Bunun üzerine yazılı sınav 88 soru üzerinden yeniden değerlendirilmiştir. Yapılan bu değerlendirme neticesinde hazırlanan yeni listeye göre başvurucu 76,541 puanla yedek sırada yer almış ve erkek polis memurları için belirlenen 125 kişilik kontenjana girememiştir. Ankara İdare Mahkemesi 30/6/2010 tarihinde anılan sınavın 12 sorusunun iptaline karar vermiştir. Yürütmenin durdurulması kararında belirtilen gerekçeler söz konusu kararda da yer almıştır. Sınav soruları iptal edilmesine ve yeniden bir liste hazırlanmasına rağmen daha öncesinde kursa başlamış ve yeni hazırlanan liste sonucunda kursu yarım kalanların durumunun ne olacağına ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliği; Mahkemece yalnızca sınavın yürütmesinin durdurulduğu, sınavın iptaline karar verilmediğinden söz konusu husus hakkında yapılacak bir işlem bulunmadığı şeklinde görüş bildirmiştir. Bu görüş üzerine başvurucu kursa devam ettirilmiş ve kursu başarı ile tamamlaması üzerine 2010 yılı Temmuz ayında komiser yardımcısı olarak atanmıştır. Bununla birlikte Ankara İdare Mahkemesi 30/6/2010 tarihli kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onikinci Dairesi 16/3/2011 tarihinde mahkeme kararını gerekçeli olarak onamıştır. Kararda 12 sorunun iptal edilmesi üzerine değerlendirmenin 88 soru üzerinden yapılmaması gerektiği belirtilmiştir. İptal edilen sorular doğru kabul edilerek değerlendirmenin yine 100 puan üzerinden yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Bu karar üzerine yapılan değerlendirme sonucunda başvurucu 80 puanla yedek sırada yer alarak 125 kişilik komiser yardımcılığı kontenjanına girememiştir. Bunun sonucunda başvurucu 3/9/2014 tarihli işlemle komiser yardımcılığından tekrar polis memurluğuna atanmıştır. Başvurucu, polis memurluğuna atanmasına yönelik 3/9/2014 tarihli işlemin iptali istemiyle 16/9/2014 tarihinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde; komiser yardımcılığı rütbesinden beş yıl gibi uzun bir süre faydalandığını ve bu durumun kazanılmış hak olduğunu belirtmiş, idarenin yeni bir işlem tesis ederken kazanılmış haklara riayet etmesi gerektiğini vurgulamış, bu nedenle komiser yardımcılığı rütbesinin geri alınmasının haksız ve hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Davalı idare 14/11/2014 tarihinde savunmasını yapmıştır. Dilekçede başvurucunun mahkeme kararı gereği komiser yardımcılığı kursuna katılma hakkının bulunmadığı belirtilmiştir. Düşük puan alan kişiler kendinden yüksek puan alan kişilere amir olamayacağından başvurucunun komiser yardımcılığından alınarak polis memuru olarak atandığı savunulmuştur. Mahkeme kararlarını icra etmek amacıyla tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Trabzon İdare Mahkemesi (Mahkeme) 12/3/2015 tarihinde atama işleminin iptaline karar vermiştir. Kararda başvurucunun 2010 yılı Temmuz ayından beri komiser yardımcılığı görevini ifa ettiği, söz konusu durumun kazanılmış hak sonucunu doğurduğu belirtilmiştir. Başvurucunun komiser yardımcılığına atanmasına yönelik işlemin; yokluk, memurun gerçek dışı beyanı veya hilesi ya da açık hata ile sakat olmadığı da ifade edilmiştir. Sınavda sorulan bazı soruların yanlış ve hatalı olmasının sonuçlarına başvurucunun katlanmasının beklenmesinin adil ve hakkaniyetli bir çözüm olmadığı vurgulanmıştır. Davalı idare 29/4/2015 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Dilekçesinde savunma dilekçesinde belirtmiş olduğu hususları tekrar etmiştir. Danıştay Onaltıncı Dairesi 11/11/2015 tarihinde temyiz talebini kabul ederek mahkeme kararını bozmuştur. Kararda idarenin Ankara İdare Mahkemesince verilen yürütmenin durdurulması kararının uygulanması kapsamında idarece yapılması gereken daha önce başarılı olduğu kabul edilerek kursa başlatılan ancak yargı kararı üzerine yapılan değerlendirme sonucunda kontenjana giremeyerek başarısız oldukları anlaşılan personelin kursa devamının sonlandırılması olduğu hâlde bu yapılmayarak açık hataya düşüldüğü belirtilmiştir. Açık hataya düşülerek tesis edilen işlemin her zaman geri alınabileceği vurgulanmıştır. Öte yandan kazanılmış haktan bahsedilebilmesi için hakkın yürürlükte olan kurallara görebütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerektiği ifade edilmiştir. Bu açıklamalar ışığında 2/5/2009 tarihinde yapılan komiser yardımcılığı sınavında başarısız olduğu sabit olan başvurucunun komiser yardımcılığı kursuna devam ettirilerek kursu başarıyla tamamlaması üzerine komiser yardımcılığına atanmasında, idarenin açık hatası bulunduğu ve başvurucunun hukuka aykırı işlem dolayısıyla elde ettiği komiser yardımcılığı statüsünün kazanılmış hak kapsamında değerlendirilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme 22/3/2016 tarihinde bozma kararına uyarak davayı reddetmiştir. Başvurucu 15/4/2016 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Dilekçede komiser yardımcılığına atanılan 2010 yılı Temmuz ayından itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içinde işlemin geri alınabileceği belirtilmiştir. Atama işlemin de açık hata olmadığı vurgulanmıştır. Tesis edilen işlemle birlikte kazanılmış hakka saygı gösterilmediği ifade edilmiştir. İdarenin yargı kararını uygularken keyfî davrandığından yakınılmıştır. Danıştay Beşinci Dairesi 3/1/2017 tarihinde temyiz talebini reddederek mahkeme kararını onamıştır. Başvurucu 31/5/2017 tarihinde kararın düzeltilmesini talep etmiştir. Dilekçesinde temyiz dilekçesinde ileri sürdüğü hususları tekrar etmiştir. Danıştay Beşinci Dairesi 26/9/2018 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 2/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. İsmail Hadidi, B. No: 2013/2126, 16/9/2015; Selim Salihoğlu, B. No: 2013/6285, 7/7/ | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34520 | Başvuru, yargı kararı gerekçe gösterilerek komiser yardımcılığından polis memurluğuna tenzilen atanma işleminin iptali istemiyle açılan davada bariz takdir hatası bulunması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddi sonrasında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17/7/2016 tarihli kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu 133 Yargıtay üyesinin mevcut yetkilerinin kaldırılmasına, haklarında ceza soruşturması başlatılan -emekli olanlar da dâhil- 140 Yargıtay üyesinin fiillerinin soruşturulması için Yüksek Disiplin Kurulu oluşturulmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkındaki nihai hükmü 27/7/2018 tarihinde öğrendikten sonra 16/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27903 | Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinden çekilmeye davet disiplin cezasına yapılan itirazın reddi sonrasında Yargıtay Başkanlar Kurulu kararı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olduğu sırada başvurucuya ağabeyinin cenaze törenine katılmak için istediği iznin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/3/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgeleri ve eklerinin bir örneği görüş için Bakanlığa gönderilmiştir. Bakanlığın 20/5/2014 tarihli görüş yazısı, 14/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucu vekili tarafından Bakanlık görüşüne karşı 18/6/2014 tarihinde beyanda bulunulmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, KCK/PKK silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hakkında açılan ceza yargılaması kapsamında 22/5/2012 tarihinde tutuklanarak Diyarbakır D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Başvurucunun ağabeyi, rahatsızlığı sebebiyle tedavi gördüğü hastanede 24/12/2012 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Aynı gün başvurucunun vekili tarafından tutukluluğa esas teşkil eden yargılamayı yürüten Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine yazılı olarak başvurulmuş ve başvurucunun ağabeyinin cenaze törenine katılabilmesi için izin talep edilmiştir. İzin talebini inceleyen Mahkeme tarafından 24/12/2012 tarihli ve E.2012/198 sayılı kararda "... törenin yapılacağı Diyarbakır İli Bağlar İlçesi Molla Ali Mahallesi Doluçanak Kümeevleri'nin merkeze bağlı köy olduğu, adres itibarıyla güvenliğin alınmasının emniyet ve asayiş yönünden riskli olduğu ..." gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı itiraz yoluna başvurmuş, ayrıca ağabeyinin defnedilmiş olması nedeniyle mezarını ziyaretine izin verilmesini talep etmiştir. İtiraz mercii olan Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 14/1/2013 tarihli ve 2013/53 Değişik İş sayılı kararı ile başvurucunun itirazının "…nin. merkeze bağlı köy olduğu, adres itibarıyla güvenliğin alınmasının emniyet ve asayiş yönünden riskli olduğuna ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu..." gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 25/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 8/8/2011 tarihli ve 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik maddesinin (2) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir: “İkinci derece dâhil kan veya kayın hısımlarından birinin ya da eşinin ölümü hâlinde, tutukluya, soruşturma evresinde soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde kovuşturmayı yürüten hâkim veya mahkeme tarafından, soruşturmanın veya kovuşturmanın selameti ve güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla, dış güvenlik görevlisinin refakatinde yol süresi dışında iki güne kadar cenazeye katılması için izin verilebilir. … İkinci ve üçüncü fıkraya göre izin verilen tutuklunun, izin süresi içinde gece konaklaması gerektiği takdirde, kendi evi veya ikinci fıkrada belirtilen bir yakınının evinde, güvenli görülen başka bir yerde ya da gidilen yerde bulunan kapalı ceza infaz kurumunda kalmasına, güvenlik hususu değerlendirilmek ve gerekli güvenlik tedbirleri alınmak suretiyle, gidilen yerin valisi tarafından karar verilir. Yurt dışına çıkmasını gerektirmesi durumunda tutukluya, bu madde gereğince izin verilemez.” 28/6/2013 tarihli ve 28691 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, Hükümlü ve Tutuklulara Yakınlarının Ölümü veya Hastalığı Nedeniyle Verilebilecek Mazeret İzinlerine Dair Yönetmelik’in maddesi şöyledir: “(1) Bu Yönetmelikte geçen; a) Dış güvenlik birimi: Mazeret izni verilen hükümlü veya tutuklunun bulunduğu ceza infaz kurumunun dış güvenliğinden sorumlu jandarma birimini, b) Dış güvenlik görevlisi: Dış güvenlik biriminde görev yapan, hükümlü veya tutukluya izin süresince refakat eden jandarma görevlilerini, … İfade eder.” Anılan Yönetmelik’in maddesi şöyledir: “…. (2) Soruşturmanın veya kovuşturmanın selameti ve güvenlik bakımından sakınca oluşturmaması koşuluyla tutuklulara; ikinci derece dâhil kan veya kayın hısımlarından birinin ya da eşinin ölümü hâlinde, soruşturma evresinde soruşturmayı yapan Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde ilgili hâkim veya mahkeme tarafından yol süresi hariç iki güne kadar cenazeye katılması amacıyla izin verilebilir. (3) Hükümlü ve tutukluların, izin sırasında gece konakladıkları ev, ceza infaz kurumu veya diğer yerlerde geçirdikleri tüm süreler izin süresine dâhildir. (4) 20/3/2006tarihli ve 2006/10218 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzüğün 138 inci maddesinin altıncı fıkrası çerçevesinde, bu maddeye göre izin verilen hükümlü ve tutuklulardan; a) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunanlar dış güvenlik görevlisi refakatinde, b) Açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitim evlerinde bulunanlar ise refakatsiz, izne gönderilir.” Anılan Yönetmelik’in maddesi şöyledir: “1) Hükümlü veya tutukluya refakat eden dış güvenlik yetkilisinin bilgi vermesi ve talebi hâlinde izne gidilen yerdeki kolluk birimleri tarafından cenaze merasiminin yapılacağı veya konaklanacak yerde ya da talep edilen başka bir yerde gerekli güvenlik tedbirleri alınır. (2) Hükümlü veya tutuklu, izin süresince dış güvenlik görevlilerinin yakın nezareti altında bulundurulur. (3) Konaklanacak yerin içi ve çevresi de dâhil olmak üzere izin süresince alınacak tüm güvenlik tedbirlerinin nitelik ve kapsamı, görevlendirilecek personelin sayısı ve giyeceği kıyafet ile gerektiğinde hükümlü veya tutukluya devamlı ya da geçici suretle kelepçe takılıp takılmayacağı, dış güvenlik yetkilisi tarafından şahsın işlediği suç türü, kişisel durumu, koşullu salıverilme tarihi ve mevcut güvenlik riskleri dikkate alınarak belirlenir. (4) Mazeret izni verilen tutuklu veya hükümlünün çocuk olması durumunda, iznin geçirileceği ilin valiliği tarafından pedagog, psikolog veya sosyal hizmet uzmanı görevlendirilebilir.” Aynı Yönetmelik’in maddesi şöyledir: “Hükümlü veya tutuklunun konakladığı yerde kendisi ya da güvenlik görevlileri yönünden kontrolü mümkün olmayan güvenlik riski oluşması hâlinde, dış güvenlik yetkilisinin kararı ve sorumluluğunda şahıs en yakın ceza infaz kurumuna veya güvenli görülen başka bir yere konulur ve bu durum tutanağa bağlanarak derhâl valiliğe bildirilir.” | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2335 | Başvuru, tutuklu olduğu sırada başvurucuya ağabeyinin cenaze törenine katılmak için istediği iznin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Zarar Tespit Komisyonuna yapılanbaşvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, belli bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle eşitlik ilkesinin, davanın karşı tarafının devlet olmasından dolayı reddedilmesi nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, karar sonucuna göre bir kısım zararın karşılanmaması sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/7/2013 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde tespit edilen eksikliklerin giderilmiş ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 6/1/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi, Diyarbakır ili Lice ilçe merkezinde 22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında yaşanan çatışmalar sırasında mal varlığının zarara uğradığını belirterek 5233 sayılı Kanun uyarınca 21/12/2004 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. 5 No.lu Komisyonunun 30/12/2008 tarihli ve E.2008/5-682 sayılı kararında, ev eşyasında oluşan zarara karşılık 000 TL, bahçe arazisi için 448 TL, sulu arazi için 696 TL ve yaş bağda oluşan zarara karşılık 948 TL olmak üzere toplam 092 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucuların murisi, 27/3/2008 tarihinde vefat etmiş; 24/4/2009 tarihli uyuşmazlık tutanağının düzenlenmesiyle birlikte başvurucular, Komisyon kararının iptali ve tazminat talebiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. Diyarbakır İdare Mahkemesi 30/4/2010 tarihli ve E.2009/1351, K.2010/1080 sayılı kararıyla Komisyon kararını iptal etmiş, başvurucuların maddi ve manevi tazminat taleplerini reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Dava dosyasının ve Mahkememizin E.2009/280 sayılı dosyasına davalı idare tarafından sunulan belgelerin incelenmesinden, Diyarbakır İli Lice İlçe Merkezinde 22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında yaşanan çatışmalar sırasında malvarlığının zarara uğradığını belirten davacılar murisinin 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmak için davalı idareye başvuruda bulunduğu,bu başvuru üzerine davalı idare tarafından oluşturulan bilirkişi komisyonunun 15/3/2008 tarihinde Lice İlçe Merkezinde keşif yaptığı, bu keşif sonucunda düzenlenen tutanağın “Tespitler” ve “Açıklamalar” kısmında davacılar murisine ait bina,bağ,bahçe,meyve ağacı ve arazi zararının bulunduğunun ancak, telef olan hayvan zararı tespitinin yapılamadığının belirtildiği, Diyarbakır Valiliği 5 No’lu Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı’nın Lice İlçe Merkezi ile olarak yapılan başvurular için 12/9/2008 tarihinde yaptığı toplantıda aldığı karar ile “1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespiti olan dosyalarda tespitler doğrultusunda işlem yapılmasına, 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü ve 2001 yılı Mahkeme tespiti olan dosyalarda 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespitinin esas alınarak işlem yapılmasına,tespit tutanaklarında sadece ‘su basmanı görüldü’ ibaresi bulunan dosyaların 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespiti yoksa reddine,dosya içeriğinde keşif tutanaklarında belirtilen arazi miktarlarının kabulüne,arazilerin 1994-2000 yılları (2000 yılı dahil) olmak üzere kullanılmayan yılın 7 yıl üzerinden değerlendirilmesine, keşif tutanaklarında bağ ve bahçe tespiti olan dosyalarda ağaç tespitleri bağ ve bahçe içerisinde değerlendirildiği için reddine, 2001 yılından sonra köye dönüş olmasına rağmen tespitlerin 2008 yılında yapılmasından dolayı keşif tutanaklarında ağaç yaşları belirtilmediğinden sözkonusu ağaçların 2001 yılından sonra dikilmiş olabileceği göz önünde bulundurularak ağaç tespitlerinin reddine” karar verildiği, akabinde dava konusu işlemle, davacılar murisi adına, uğradığı tüm zarar kalemlerine karşılık olarak toplam 092,00 TL. ödenmesine hükmedildiği anlaşılmaktadır.Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin maddesi gereğince 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmak için yapılan başvurular üzerine gerek görülmesi halinde ilgili komisyon tarafından keşif yapılabilecektir. Bu keşifte uyulması gereken usul ise yine aynı madde metninde açıklanmış ve komisyon başkanının, belirlemiş olduğu keşif yeri ile gün ve saatini komisyon üyeleri ve/veya bilirkişi ile başvuru sahibine veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildireceği;bu bildirim üzerine dilerse başvuru sahibinin kendisi,veli veya vasisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitleri keşif mahallinde hazır bulunacağı, muhtar veya o yer mahallinden iki kişinin de keşifte hazır bulunmasının temin edileceği; başvuru sahibi veya yetkili temsilcisinin keşif esnasında hazır bulunmaması halinde ise bu durumun tutanakta belirtileceği ifade edilmiştir.Olayda ise bu usule uyulmaksızın keşif yapıldığı, keşif yeri ile gün ve saatinin davacılar murisi veya yetkili temsilcisine yazılı olarak bildirilmediği; başvuru sahibinin kendisi veya yetkili temsilcisi ve varsa şahitlerinin de keşif mahallinde hazır bulundurulmadığı, sadece mahalle muhtarı ile iki azanın varlığında keşif yapıldığı anlaşılmıştır.Her ne kadar Mahkememizin 29/12/2009 tarihli ara kararına davalı idare tarafından verilen cevapta keşiflerin yapılmasının ilan yolu ile tebliğ edildiği belirtilmekte ise de; Yönetmelikte, açık bir biçimde “yazılı bildirimden” bahsedildiğinden ve bu yazılı bildirimin bireysel nitelikte olması gerektiği açık olduğundan, diğer deyişle ilan yoluyla bildirimde bulunulması gibi bir usul öngörülmediğinden, yapılan bu ilanın usulî eksikliği ortadan kaldırmayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Kaldı ki, yapılan ilanın ne zaman ve ne şekilde yapıldığı belli olmadığı gibi davalı idare bu ilana ilişkin bir belgeyi de dosyaya sunamamıştır. Öte yandan,davacılar vekili de Lice İlçe Merkezinde yapılan keşiflerde birden çok alt komisyonun aynı anda değişik mahalle ve mezralarda tespit yaptığını ve avukat olarak kendilerinin keşifte bulunmalarının mümkün olmadığını belirtmiş; Mahkememizin benzer nitelikteki diğer dosyalarında mevcut keşif tutanakları üzerinde yapılan incelemeler sonucunda da keşiflere ilgililer veya vekillerinin katılmadığı anlaşılmıştır.Bu yüzden, usule aykırı biçimde yapılan keşfe dayalı olarak tesis edilen dava konusu işlemin iptali gerekmektedir.Mahkememizin bu kararı uyarınca, davacılar murisinin başvurusu hakkında, yukarıda anılan eksiklikler giderilerek bir keşif yapıldıktan sonra yeniden bir karar verilmelidir.Ayrıca, başvuru hakkında, usulüne uygun keşif gerçekleştirilip yeniden değerlendirme yapılırken, davacılar murisinin sadece malik olduğu malvarlığı için değil (kaldı ki davacı taşınmazlarının bir kısmını malik sıfatıyla değil zilyet sıfatıyla kullandığını dosyaya sunduğu bazı dilekçelerde kabul etmektedir) aynı zamanda zilyet olduğu veya bir şekilde fiilen kullandığı malvarlığı için de 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanabileceği göz önünde bulundurulmalı ve zilyet olduğu veya bir şekilde fiilen kullandığı malvarlığı için de zarar tespiti araştırması yapılmalıdır (Zira Danıştay Dairesi’nin 22/6/2009 tarih ve E.2009/5693, K.2009/6777 sayılı kararında da benzer bir husus vurgulanmaktadır). Gerekirse bu konuda,yapılacak keşif sırasında tanık ifadelerine başvurulmalı; ev eşyalarında oluşan zararın tespitinde de aynı yöntem izlenmelidir.Yukarıda da belirtildiği üzere, Mahkememizin dava konusu işlemin iptal edilmesine yönelik bu kararı gereğince davalı idare, davacılar murisinin başvurusu hakkında yukarıda belirtilen eksiklikleri de göz önüne alarak inceleme yapıp yeniden bir karar vereceğinden, davacıların 000,00 TL. maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi yolundaki isteminin bu aşamada kabulüne olanak bulunmamaktadır.Davacılara 000,00 TL. manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi yolundaki isteme gelince;5233 sayılı Kanunun geçici maddesinde terör olayları veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetlerden dolayı geçmişte maddi zarara uğramış olanların bu zararlarının karşılanması için ilgili idareye başvuruda bulunmaları ve başvuru üzerine dava açmaları olanağı tanınmış, belirtilen dönemlerde meydana gelen manevi zararlarla ilgili olarak ise böyle bir olanak tanınmamıştır. Dolayısıyla, geçmişe yönelik manevi zararların tazmini isteminin 5233 sayılı Kanun kapsamında değil,genel hükümlere göre ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinde öngörülen sürelerde yapılması gerekmekte idi. Bu yüzden, geçmişe yönelik olup 2577 sayılı Kanunun maddesinde belirtilen süreler geçirildikten sonra, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddi üzerine uyuşmazlık konusu edilen manevi tazminat isteminin, bu açıdan da kabulü mümkün bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle;dava konusu işlemin İPTALİNE, maddi ve manevi tazminat isteminin REDDİNE,..." Başvurucuların temyizi üzerine karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/1/2012 tarihli ve E.2011/4303, K.2012/137 sayılı ilamıyla onanmıştır. Onama ilamının ilgili kısmı şöyledir:"...Bakılan uyuşmazlıkta davacılar murisi tarafından mal varlığına ulaşılamaması nedeniyle uğranılan zararın değil terörle mücadele faaliyeti sırasında mal varlığında meydana gelen zararın tazmini istenilmektedir....Dava konusu işlemin iptali yolundaki idare mahkemesi kararı sonucu itibarıyla yerindedir.Öte yandan Dairemiz kararı üzerine davalı idare tarafından zarar miktarına yönelik yeniden hesaplama yapılarak karar verileceğinden idare mahkemesi kararının tazminata ilişkin kısmı bu aşamada incelenmemiştir.Açıklanan nedenlerle, Diyarbakır İdare Mahkemesinin, 30/4/2010 tarihli ve E.2009/1351, K.2010/1080 sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına,..." Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 13/12/2012 tarihli ve E.2012/7082, K.2012/14086 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Ret kararı 25/6/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 23/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu arada İdare Mahkemesinin kararı doğrultusunda Komisyon yeniden değerlendirme yapmış; 5/10/2011 tarihli ve E.2011/5-475 sayılı kararında, prefabrik ev için 390,27 TL, taş duvarlı ahır için 436,40 TL, yaş bağ için 469,57 TL, bahçe arazisi için 409,99 TL, ev eşyası için 412 TL olmak üzere toplam 118,23 TL ödenmesine karar vermiştir. Başvurucuların tazminat miktarını kabul etmemesi üzerine 14/12/2011 tarihli uyuşmazlık tutanağı düzenlenmiş, başvurucular Komisyon kararının iptali ve tazminat talebiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. Diyarbakır İdare Mahkemesi, 20/12/2012 tarihli ve E.2012/98, K.2012/1499 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Dava dosyasının incelenmesinden, Diyarbakır İli Lice İlçe Merkezinde 22/10/1993 tarihinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında yaşanan çatışmalar sırasında malvarlığının zarara uğradığını belirten davacılar murisinin 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmak için davalı idareye başvuruda bulunduğu, bu başvuru üzerine davalı idare tarafından oluşturulan bilirkişi komisyonunun 15/3/2008 tarihinde Lice İlçe Merkezinde keşif yaptığı, bu keşif sonucunda düzenlenen tutanağın “Tespitler” ve “Açıklamalar” kısmında davacılar murisine ait bina, bağ, bahçe, meyve ağacı ve arazi zararının bulunduğunun ancak, telef olan hayvan zararı tespitinin yapılamadığının belirtildiği, Diyarbakır Valiliği 5 No’lu Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı’nın Lice İlçe Merkezi ile olarak yapılan başvurular için 12/9/2008 tarihinde yaptığı toplantıda aldığı karar ile “1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespiti olan dosyalarda tespitler doğrultusunda işlem yapılmasına, 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü ve 2001 yılı Mahkeme tespiti olan dosyalarda 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespitinin esas alınarak işlem yapılmasına, tespit tutanaklarında sadece ‘su basmanı görüldü’ ibaresi bulunan dosyaların 1993 yılı Bayındırlık Müdürlüğü tespiti yoksa reddine, dosya içeriğinde keşif tutanaklarında belirtilen arazi miktarlarının kabulüne, arazilerin 1994-2000 yılları (2000 yılı dahil) olmak üzere kullanılmayan yılın 7 yıl üzerinden değerlendirilmesine, keşif tutanaklarında bağ ve bahçe tespiti olan dosyalarda ağaç tespitleri bağ ve bahçe içerisinde değerlendirildiği için reddine, 2001 yılından sonra köye dönüş olmasına rağmen tespitlerin 2008 yılında yapılmasından dolayı keşif tutanaklarında ağaç yaşları belirtilmediğinden sözkonusu ağaçların 2001 yılından sonra dikilmiş olabileceği göz önünde bulundurularak ağaç tespitlerinin reddine” karar verildiği, 30/12/2008 tarih ve 2008/5-682 sayılı Diyarbakır Valiliği 5 No’lu Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı işlemi ile davacılar murisi adına, uğradığı tüm zarar kalemlerine karşılık olarak toplam 092,00 TL. ödenmesine hükmedildiği, bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın Mahkememizin 30/4/2010 tarihli, E.2009/1351, K.2010/1080 sayılı kararı ile usule aykırı keşif yapılması nedeniyle işlemin iptal edildiği, 12/10/2010 tarihinde yeniden keşif yapılarak Uyuşmazlık Tutanağının düzenlenmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda, davalı idarece davacılara, ev eşyası için 412,00 TL, prefabrik ev için 390,27 TL, taş duvar ahır için 436,40 TL, yaş bağ için 469,57 TL, bahçe arazisi için 409,99 TL olmak üzere mal varlığına ulaşamama nedeniyle toplam 118,23 TL ödenmesine karar verildiği görülmektedir.Davacının malvarlığı zararının bulunup bulunmadığına ilişkin yapılan tespit sonucu hazırlanan ve davacı vekilince de imzalanan keşif tutanağı doğrultusunda davacının mal varlığına ulaşamaması nedeniyle mahrum kaldığı zarar kalemlerinin hesaplandığı, yapılan hesaplamalarda hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Dava konusu işlem hukuka uygun olduğundan, davacıların tazmini gereken zararı da bulunmamaktadır.Davacıların, 000,00-TL manevi tazminat istemine gelince; 5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle meydana gelen zararlardan sadece “maddi” nitelikte olanların sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlediğinden, davacıların anılan Yasa kapsamında, esasen koşulları da bulunmayan manevi tazminat taleplerinin karşılanmasınaolanak bulunmadığından, davacıların manevi tazminat talebinin de reddi gerekmektedir.Açıklanan nedenlerle, davanın reddine,..." Başvurucuların temyizi üzerine karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 19/11/2014 tarihli ve E.2013/9740, K.2014/8508 sayılı ilamıyla onanmıştır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir." 5233 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar." 5233 sayılı maddesi şöyledir: "Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5691 | Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında Zarar Tespit Komisyonuna yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle açılan davada mahkemenin delilleri eksik ve hatalı değerlendirerek kanuna ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, belli bir ırka mensubiyetten dolayı maddi ve manevi zarara uğranılması nedeniyle eşitlik ilkesinin, davanın karşı tarafının devlet olmasından dolayı reddedilmesi nedeniyle tarafsız mahkemede yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, karar sonucuna göre bir kısım zararın karşılanmaması sebebiyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında 17/10/2007 tarihli kaçak elektrik tespit tutanağı tanzim edilmiş ve karşılıksız yararlanma suçundan dava açılmıştır. Kızıltepe Asliye Ceza Mahkemesinin 7/6/2010 tarihli kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz üzerine dosya, mevzuatta yapılan değişiklik nedeniyle mahkemesine iade edilmiş; Mahkemece yürütülen yargılamada 12/11/2014 tarihli kararla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup kararın temyiz incelemesi devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12436 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; başvurucuların çeşitli tarihlerde gerçekleştirdikleri bildiri dağıtma, piknik yapma, afiş asma ve toplantıya katılma gibi eylemlerinin polisler tarafından zorlaştırıldığı yönündeki şikâyetlerinin soruşturulmamasının örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Emek Partisi (Parti) Genel Başkanı ile Adana il örgütü üye ve yöneticileridir. Başvurucular, çeşitli tarihlerde gerçekleştirdikleri eylemlerinin polisler tarafından zorlaştırıldığını ve bunun suç oluşturduğunu iddia etmiştir. Başvurucuların iddiasında geçen eylemler şu şekildedir:i. Parti 1 Mayıs İşçi Bayramı mitingine olabildiğince çok işçinin katılabilmesi amacıyla 19/4/2019 tarihinde Adana'nın Sarıçam ilçesinde bulunan Hacı Ömer Sabancı Organize Sanayi Bölgesi'nde mitinge çağrı bildirileri dağıtmak istemiştir. Başvuruculara göre olay yerine gelen kolluk kuvvetleri tarafından bir kısım başvurucular durdurulup Genel Bilgi Toplama Sistemi (GBT) üzerinden sorgulamaları yapılmış ve bir süre bu şekilde bekletilerek bildiri dağıtmalarına engel olunmuştur.ii. 23/4/2019 tarihinde Adana'nın Çukurova ilçesinde bulunan Devlet Su İşleri (DSİ) Baraj Gölü piknik alanında Parti üyeleri kendi aralarında piknik düzenlemiştir. Başvuruculara göre olay yerine gelen sivil giyimli polis memurları tarafından kamera ile söz konusu piknik etkinliğinin çekimi yapılmıştır. iii. 24/4/2019 tarihinde saat 15'te Adana'nın Yüreğir ilçesinde bulunan Akdeniz Mahallesi'nde Parti üyeleri 1 Mayıs İşçi Bayramı mitingine çağrı yapmak için afiş asmıştır. Olay yerine gelen kolluk kuvvetleri tarafından Parti üyeleri durdurulmuş, kimliklerine el konulmuş ve bir süre bekletildikten sonra çevreyi kirlettikleri gerekçesiyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu gereğince idari para cezası uygulanmıştır. iv. 30/4/2019 tarihinde başvurucu Adnan Karataş, Adana'nın Şakirpaşa Mahallesi'nde bulunan Şakirpaşa Semt Pazarı'nın karşısındaki ara sokakta bir grup genç ile birlikte yürürken kolluk kuvvetleri tarafından durdurulmuştur. İddiaya göre durdurulan şahıslara kolluk kuvvetleri tarafından GBT sorgulaması yapılmış ve şahıslar gönderilmiştir. Başvurucu Adnan Karataş ise 20-25 dakika bekletilmiş ve kendisine "Bizim işler kesat, dövecek adam bulamıyoruz ama devlet baba kucağını açar, bekler, kendine dikkat et." şeklinde tehdit içerir sözler söylenmiştir. Başvurucular, kolluk güçleriyle karşılaştıkları ve yukarıda anlatılan dört muamelede Partinin ve üyelerinin faaliyetlerinin haksız yere engellendiği iddiasıyla kolluk görevlileri hakkında şikâyette bulunmuştur. Adana Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünün (İdare) 13/6/2019 tarihli ve 2019/100 sayılı kararıyla şikâyet olunanlar hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. İdare tarafından verilen kararın gerekçesinde söz konusu iddialar ile ilgili olarak ayrı ayrı değerlendirmeler yapılmıştır. Bu kapsamda; i. 19/4/2019 tarihli olay ile ilgili olarak söz konusu bölgede bildiri dağıtılacağının haber alınması üzerine kolluk kuvvetleri tarafından olay yerine gidildiği, 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu gereğince GBT sorgulaması yapıldığı ve bildirilerin suç unsuru içerip içermediğinin kontrol edilerek herhangi bir suç unsuruna rastlanmaması üzerine kolluk kuvvetlerinin oradan ayrıldığı belirtilmiştir. ii. 23/4/2019 tarihli olay ile ilgili olarak sosyal medya üzerinden söz konusu bölgede piknik yapılacağının görülmesi üzerine önleyici kolluk faaliyeti çerçevesinde pikniğe katılanların can ve mal güvenliğini sağlamak ve başkalarının hak ve hürriyetlerini korumak amacıyla uzaktan kontrol yapıldığı, kamera çekiminin yapılmadığı, Parti üyelerine karşı tasarrufta bulunulmadığı belirtilmiştir.iii. 24/4/2019 tarihli olay ile ilgili olarak söz konusu bölgede afiş asıldığının tespit edildiği, afişlerin Yamaçlı Aile Sağlığı Merkezinin duvarına ve sokak duvarlarına asıldığının görüldüğü, günün nöbetçi savcısının talimatı üzerine afiş asanlar hakkında 5326 sayılı Kanun gereği işlem yapıldığı ve kolluk kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı belirtilmiştir. iv. Son olarak 30/4/2019 tarihli olayla ilgili olarak yapılan araştırmalarda kolluk kuvvetlerinin bahsi geçen yer ve zamanda bulunduklarına dair herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığı belirtilmiştir. Tüm bu değerlendirmeler ışığında İdare tarafından yapılan incelemelerde söz konusu şikâyetlere ilişkin herhangi bir somut belge ve delile rastlanmadığından, müştekilerin de şikâyetlerine ilişkin somut bilgi, belge ve delil ibraz edemediğinden bahisle soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından anılan karara itiraz edilmiştir. İtirazı inceleyen Konya Bölge İdare Mahkemesi Dava Dairesi (Mahkeme) 12/9/2019 tarihli ve E.2019/684 sayılı kararla başvurucuların itirazının reddine karar vermiştir. Karar 3/10/2019 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular4/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir." 4483 sayılı Kanun'un "Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikâyette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler." 4483 sayılı Kanun'un "İtiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikâyetçiye bildirir.Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür. | Örgütlenme özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36745 | Başvuru, başvurucuların çeşitli tarihlerde gerçekleştirdikleri bildiri dağıtma, piknik yapma, afiş asma ve toplantıya katılma gibi eylemlerinin polisler tarafından zorlaştırıldığı yönündeki şikâyetlerinin soruşturulmamasının örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir siyasi parti üyesi olan başvurucunun sosyal medya paylaşımları nedeniyle Cumhurbaşkanına hakaret suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/10/2017 tarihinde yapılmıştır. 3 Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu olayların meydana geldiği tarihte HDP (Halkların Demokratik Partisi) Muradiye ilçe örgütü eş başkanı olup halen HDP Muradiye İlçe Örgütü üyesidir. Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık), internet ve sosyal paylaşım siteleri üzerinden örgütsel propaganda içerikli, kara propaganda veya devlet büyükleri ile güvenlik güçlerine hakaret içerikli paylaşımlar yapan şahıslara yönelik olarak Muradiye İlçe Emniyet Müdürlüğüne verilen talimatla başlatılan soruşturmada başvurucuya ait olduğu tespit edilen sosyal medya hesabındaki paylaşımlar incelenerek 23/2/2016 tarihinde açık kaynak araştırma ve tespit tutanağı düzenlenmiştir. Başsavcılık, sosyal medya paylaşımları nedeniyle başvurucu hakkında 16/5/2016 tarihinde "Cumhurbaşkanına hakaret ve kamu görevlisine hakaret" suçlarından kamu davası açmıştır. Muradiye Asliye Ceza Mahkemesi 7/12/2016 tarihinde; 17/12/2015 tarihli paylaşımı ile Cumhurbaşkanına ve kamu görevlisine görevinden dolayı, 30/12/2015 tarihli paylaşımı ile Cumhurbaşkanına karşı gerçekleştirdiği hakaret fiillerinden tek bir cezaya hükmederek başvurucunun 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiş ve cezayı ertelemiştir. Başvurucunun istinaf talebi Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 20/6/2017 tarihli ilamı ile esastan reddedilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36160 | Başvuru, bir siyasi parti üyesi olan başvurucunun sosyal medya paylaşımları nedeniyle Cumhurbaşkanına hakaret suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan el atmanın önlenmesi ve yıkım davasında verilen mahkeme kararının uygulanmaması, haksız işgal tazminatı (ecrimisil) ödenmesi talebiyle açılan davada derece mahkemelerince emsal alınan dava dosyasındaki usul kuralları gözetilmeden delillerin hatalı değerlendirilerek tazminat bedelinin düşük belirlenmesi ve bu davada yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; söz konusu davanın kapsadığı dönem sonrasına ilişkin haksız işgal tazminatı talebinin karşılanmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 15/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 14/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 4/8/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Malatya ili Doğanşehir ilçesi Karşıyaka Mahallesinde bulunan 114 ada 121 ve 123 parsel sayılı taşınmazları H.den 2/10/2001 tarihinde satın almıştır. El Atmanın Önlenmesi, Tahliye ve Yıkım Davası Başvurucunun satın aldığı taşınmazlarda Tütün Mamülleri Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün (TEKEL) depolarının bulunması ve bu taşınmazların TEKEL tarafından kullanılması üzerine başvurucu 22/10/2001 tarihinde, Doğanşehir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2001/250 esas sayılı dosyasında "el atmanın önlenmesi, tahliye ve k'al (yıkım)" istemli dava açmıştır. Mahkeme 21/1/2003 tarihli ve E.2001/250, K.2003/14 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve davalı TEKEL tarafından bu taşınmazlara yönelik yapılan el atmasının önlenmesine, 114 ada 121 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan davalıya ait bina depo ve diğer eklentilerin yıkımına karar vermiştir. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/7/2003 tarihli ve E.2003/4020, K.2003/5535 sayılı ilamıyla onanmıştır. El Atmanın Önlenmesi ve Yıkım Kararının İcrası Başvurucu,el atmanın önlenmesi ve yıkım kararının icrası amacıyla Doğanşehir İcra Müdürlüğünün 2004/12 esas sayılı dosyasında (sonrasında 2012/37 esas numaralı) ilamlı icra takibi başlatmış, bu dosyada İcra Müdürlüğü 23/5/2013 tarihli yazı ile davalı TEKEL'e ilamın icra edilmesini, aksi hâlde cebri icraya devam olunacağını bildirmiştir. TEKEL, icra dosyasına verdiği 31/1/2014 tarihli dilekçe ile, taşınmaz üzerindeki yapıların yıkılarak müdahaleye son verildiğini bildirmiştir. İcra Müdürlüğünün 3/2/2014 tarihli infaz tutanağı ile taşınmazlar üzerindeki yapıların kaldırıldığı belirtilerek mahkeme kararının gereğinin yerine getirildiği tespit edilmiştir. Haksız İşgal Tazminatı (Ecrimisil) Davası Başvurucu taşınmazları satın aldığı 2/10/2001 tarihinden 25/9/2002 tarihine kadar olan dönem için TEKEL aleyhine Doğanşehir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/248 esas sayılı dava dosyasında haksızişgal tazminatı (ecrimisil) davası açmıştır. Mahkeme 16/9/2003 tarihli ve E.2002/248, K.2003/542 sayılı kararı ile davanın kabulüne ve 000 TL tutarındaki tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin E.2003/15452, K.2004/4367 sayılı ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 22/12/2009 tarihli ve E.2004/404, K.2009/260 sayılı kararı ile bu defa 824 TL tazminat bedeline hükmetmiştir. Temyiz edilen karar, Dairenin 17/5/2010 tarihli ve E.2010/1622, K.2010/8740 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Dosya içerisinde bulunan Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşen Doğanşehir Asliye Hukuk Mahkemesinin2007/207 E-2009/53 K.sayılıdosyasınınincelenmesinde önceki dönem olan2001 dengeriye beş yıl (2001-1997) arası dava konusu yere aitecrimisil davası açılmış, önceki 5 yıllık döneme ilişkin 000 TL ecrimisile hükmolunmuştur.Yerleşmiş Yargıtay Uygulamalarına göre, dava konusu yerlerle ilgili dava konusu dönemden önceye ilişkin hükmolunan ve kesinleşenbir ecrimisil davasımevcut ise, talep edilen ve dava konusudönemolansonraki dönemecrimisilmiktarı belirlenirken, önceki kesinleşendavadaki son dönem içinbelirlenenecrimisil bedelinetalepedilenşimdiki döneminTEFE (ÜFE) artışı oranının yansıtılması suretiylebulunan bedeltalep edilen bedeldir.Somut olayda, önceki kesinleşen ilamdaki son dönem olan 2000-2001 dönemi için belirlenen miktara, talep edilen dönem başıolan 2001 tarihine ilişkin TEFE (ÜFE) artış oranıolan yıllık %53,2 (somut olayda365 günlük) oranının yansıtılması sonucunda oluşanbedelin hüküm altına alınması gerekirken, mahkemece, hesap yöntemiusulüne uygun olmayanbilirkişi raporundaki bedelin hükümaltına alınarakfazla miktardaecrimisilehükmolunması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir." İkinci bozma ilamına uyan Mahkeme 22/9/2011 tarihli ve E.2011/128, K.2012/244 sayılı kararı ile tazminat bedelini bu defa 000 TL olarak karara bağlamıştır. Bu karar da temyiz edilmiş, Dairenin 13/2/2012 tarihli ve E.2011/22001, K.2012/3144 sayılı ilamı ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Mahkemece uyulan bozma ilamı sonucunda kesinleşen davada ki 2009 tarihli bilirkişi raporu esas alınarak davanın kısmen kabulü ile 000 TL ecrimisilin hüküm altına alınmasına karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Somut olayda bozma ilamlarının gerekleri yerine getirilmemiştir. Zira, önceki kesinleşen Doğanşehir Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/207 E.-2009/53 K.sayılı ilamıyla 1997-2001 yılları arasında 187,50 TL ecrimisile hükmolunmuş, davalı tarafın temyizi üzerine Dairemizce 2009 tarihli 2009/11772 E.-2009/12429 K.sayılı ilamı ile 'daha önceki ilamda 160 TL ecrimisile hükmolunduğu önceki bu hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmediğinden davalı taraf lehine kazanılmış hak oluşturduğu, mahkemece bu husus gözetilmeden davalı tarafın bozmadan sonra alınan bilirkişi raporunda hesaplanan 50 TL üzerinden sorumlu tutulmuş olmasıdoğru olmadığı gerekçesiyle' 187,50 TL'nın160 TL olarakdüzelterek onanmasına karar verilmiştir. Bu şekilde önceki hüküm kesinleşmiştir.Somut olayda,mahkemece yukarıda bahsi geçen kesinleşen ilamda hüküm altına alınan 2004 tarihli bilirkişi raporunda 1997-2001 yılları arasına ilişkin toplam 160 TLecrimisil hesaplanmış ve bu raporda son dönem olan 2000 ile 2001 arası 372 TL ecrimisil belirlenmiştir.Bu 372 TL bedele dava edilen dönem olan 2001 tarihindeki yıllık ÜFE artış oranı olan %53,2'nin yansıtılması sonucu oluşan bedele hükmolunması gerekirken usulüne uygun olmayan 2009 tarihli bilirkişi raporunun esas alınarak fazla miktardaecrimisile hükmolunması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir." Üçüncü bozma ilamına da uyan Mahkeme 29/11/2012 tarihli ve E.2012/90, K.2012/244 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne ve kısmen ise reddine karar verilerek işgal tazminatı bedeli olarak 223,98 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Hesap Bilirkişi ... tarafından ibraz edilen rapor incelendiğinde; Yargıtay Hukuk Dairesinin bozma ilamındaki ilkelere göre hesaplama yapıldığı, 273,00 TL bedelle dava edilen dönem olan 2001 tarihindeki yıllık ÜFE artış oranı olan % 53,2'nin yansıtılması sonucu oluşan bedelin (365 günlük) talep tarihi olan 2001 ile 2002 tarihleri arasindeki dönem için uygulanmasından ibaret olduğu, Yargıtay Bozma ilamında talep edilen hesaplama neticesinde 2001 ile 2002 tarihleri arasındaki toplam ecrimisil bedelinin 223,98 TL olarak hesaplandığı rapor edilmiştir.Hesap bilirkişi tarafından dosyaya ibraz edilen rapor Yargıtay bozma ilamı doğrultusunda hazırlanmış, gerekçeli ile denetime elverişli ve hesap unsurlarının da ayrı ayrı gösterilmek sureti ile belirlendiği görülmekle, hükmü esas alınarak davanın kısmen kabulü yönünde aşağıdaki hüküm kurulmuştur." Temyiz edilen karar, Dairenin 2/4/2013 tarihli ve E.2013/1745, K.2013/5552 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 12/9/2013 tarihli ve E.2013/10908, K.2013/12553 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 10/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Haksız İşgal Tazminatı Kararının İcrası Başvurucu haksız işgal tazminatı ödenmesine ilişkin Doğanşehir Asliye Hukuk Mahkemesinin 22/9/2011 tarihli kararına dayalı olarak 19/4/2013 tarihinde Malatya İcra Müdürlüğünün 2013/1914 esas sayılı icra dosyasında ilamlı icra takibi başlatmıştır. İcra takibi, anılan İcra Müdürlüğünün bağlandığı Malatya İcra Müdürlüğünün 2015/71735 esas sayılı icra dosyasında devam etmektedir. İcra takibinde kesinleşen tutar 219,30 TL olup takip sonrası fer'ileri ile birlikte toplam borç 630,61 TL olarak hesaplanmıştır. Borçlu idare 6/5/2013 tarihinde 684,37 TL ve 2/7/2013 tarihinde de 524,99 TL tutarlarında anılan icra dosyasına ödemeler yapıldığı İcra Müdürlüğünün güncel dosya hesabından anlaşılmaktadır. 8/6/1984 tarihli ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve değişiklikleri çerçevesinde faaliyette bulunmak üzere Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü adı altında teşkil olunan ve bilahare Özelleştirme Yüksek Kurulunun 5/2/2001 tarihli ve 2001/6 sayılı kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınan 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile İktisadi Devlet Teşekkülü statüsünde yeniden yapılandırılarak Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığına devredilen Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğü 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un maddesi gereğince “Gayrimenkul Anonim Şirketi”ne dönüştürülmüştür. Şirketin ana sözleşmesine göre ticari unvanı veişletme adı "tta Gayrimenkul Anonim Şirketi" dir. Başvurucu 11/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4046 sayılı Kanun'un "Kuruluşların Anonim Şirket Haline Dönüştürülmesi, Hak ve Yükümlülüklerinin Devri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Özelleştirme programına alınan kuruluşlarla ilgili olarak; A) Mevcut durumları itibarıyla anonim şirket statüsünde olan kuruluşların ana sözleşmelerininbuKanunhükümlerineuygunhalegetirilmelerine,anonimşirketstatüsündebulunmayanlardangerekli görülenlerinanasözleşmelerininhazırlanarakanonimşirketedönüştürülmelerine,sermayesinintamamıİdareyeaitolan anonimşirketstatüsündekikuruluşlarınaktiflerinin,anonimşirketstatüsündeolmayankuruluşların isevarlıklarının tamamının veya bir kısmının özelleştirme programında bulunan ve sermayesinin tamamı İdareye ait başka bir anonim şirkete veya kuruluşa bedelli veya bedelsiz olarak devrine, anonim şirket statüsünde olanların aktiflerinin bir kısmının aynî sermaye şeklinde konularak yeni şirket/şirketler kurulması suretiyle bölünmelerine veya yeni bir şirket halinde birleşmelerine veya tasfiyesiz infisah suretiyle birleşmelerine İdarece karar verilir ve bunların ana sözleşmeleri İdare tarafından onaylanır. Bu bentte belirtilen işlemler hakkında Türk Ticaret Kanununun ilgili maddeleri uygulanmaz.B)Kuruluşlarınözelleştirmeprogramınaalınmalarındanöncemülkiyetindeve/veyatasarrufunda bulunan her türlü hak ve mameleki ile borçları,özelleştirme programına alındıktan ve özelleştirildikten sonra da aynen devam eder. Müessese, işletmeve işletme birimlerinin ayrı ayrı anonim şirkete dönüştürülmeleri halinde bağlı oldukları kuruluşlarınhakveyükümlülüklerinden hangilerinin anonim şirketedönüştüren bukuruluşa intikal edeceğine, İdare tarafından karar verilir. ..." 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir: “İyiniyetli olmayan zilyet, geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorundadır.” 8/3/1950 tarihli ve 1950/22-4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı şöyledir:"Başkasının gayrimenkulünü haksız olarak zaptedip kullanmış olan kötü niyetli kimsenin o gayrimenkulü elinde tutmuş olmasından doğan zararları ve elde ettiği veya ekle etmeyi ihmal eylediği şendereleri tazminle mükellef olup, bir zarara uğramamış olan malik veya zilyede ecrimisil adı veya başka bir ad altında herhangi bir tazminat vermekle mükellef olmadığına 8/3/1950 tarihinde çoklukla karar verildi." 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir: "Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7542 | Başvuru, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan el atmanın önlenmesi ve yıkım davasında verilen mahkeme kararının uygulanmaması, haksız işgal tazminatı ecrimisil) ödenmesi talebiyle açılan davada derece mahkemelerince emsal alınan dava dosyasındaki usul kuralları gözetilmeden delillerin hatalı değerlendirilerek tazminat bedelinin düşük belirlenmesi ve bu davada yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; söz konusu davanın kapsadığı dönem sonrasına ilişkin haksız işgal tazminatı talebinin karşılanmaması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/41042 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/41042 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/41042 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kasten öldürme olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının makul süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun kızı Z.G. ile damadı Zi.G. 14/3/2004 tarihinde öldürülmüştür. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 26/3/2004 tarihli iddianamede başvurucuların yakınlarının Z.G.nin eski eşi O.P. tarafından ruhsatsız bir ateşli silah kullanılarak öldürüldüğü iddia edilmiştir. Mersin Ağır Ceza Mahkemesince (Ceza Mahkemesi) yapılan yargılamada başvurucu katılan sıfatıyla yer almıştır. Yaptığı yargılama sonunda Ceza Mahkemesi Z.G. ve Zi.G.yi tasarlayarak öldürdüğü sonucuna vardığı sanığın, tasarlayarak kasten öldürme suçu nedeniyle 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesine istinaden iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Verilen karara göre sanık ruhsatsız ateşli silah taşıması nedeniyle de mahkûm edildiğinden ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının 1 yıl 1 aylık kısmı, sanığın bir hücrede geceli gündüzlü tecrit edilmesi suretiyle infaz edilecektir. Gerek sanığın temyiz istemi gerekse hükmün resen temyiz incelemesine tabi olması nedeniyle Yargıtay Ceza Dairesince yapılan (Ceza Dairesi) 8/3/2006 tarihli incelemede ölü muayenesi ve otopsi tutanağının ilk sayfasının zabıt katibi tarafından imzalanmadığı gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilamına konu eksikliği tamamlayan Ceza Mahkemesi 9/5/2006 tarihinde, daha önce verdiği karar doğrultusunda karar vermiştir. Bahse konu karar hem sanık hem de katılanlar tarafından temyiz edilmiştir. Ceza Dairesi, başka hususlar yanında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle her bir tasarlayarak kasten öldürme suçu yönünden ayrı ayrı lehe kanun değerlendirmesi yapılması ve ardından cezaların toplanmasına ilişkin ilkelere göre yeni bir karar verilmesi gerektiğini belirterek 20/2/2008 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma ilamı sonrası yaptığı yargılama sonunda Ceza Mahkemesi 5237 sayılı Kanun'un sanığın lehine olduğunu tespit edip sanığın başvurucunun yakınlarını haksız tahrik altında öldürdüğü sonucuna varmış ve 4/12/2008 tarihli kararıyla sanığın her bir öldürme eylemi için neticeten ayrı ayrı 20 yıl hapis cezasıyla cezalandırmasına karar vermiştir. Anılan karar hem sanık hem de katılanlar tarafından temyiz edilmiştir. Ceza Dairesi, haksız tahrike ilişkin hükümlerin uygulanamayacağı ve 5237 sayılı Kanun'un 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle her bir tasarlayarak kasten öldürme suçu yönünden ayrı ayrı lehe kanun değerlendirmesi yapılması ve ardından cezaların toplanmasına ilişkin ilkelere göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle 24/2/2010 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. 25/5/2010 tarihli celsede sanığın bozma ilamına karşı beyanlarını alan Ceza Mahkemesi, Ceza Dairesinin bozma ilamına karşı önceki kararında ısrar etmiştir. Direnme kararı sanık ve katılanlar tarafından temyiz edilmiştir. 1/2/2011 tarihinde 15/3/2004 tarihinden itibaren tutuklu olan sanığın tahliyesine karar veren Yargıtay Ceza Genel Kurulu (Genel Kurul) 14/6/2011 tarihinde direnme kararının bozulmasına karar vermiştir. Ceza Mahkemesi 15/12/2011 tarihli celsede Genel Kurulun bozma ilamına uyulmasına ve kendisine ulaşılamaması nedeniyle bozma ilamına karşı beyanı alınmak üzere sanık hakkında yakalama emri düzenlenmesine karar vermiştir. Sonraki 27 celse boyunca sanık hakkında düzenlenen yakalama emrinin infazını bekleyen Ceza Mahkemesi, celsenin yapıldığı 18/12/2018 tarihinde sanığın önceki savunmaları ile yargılama safahatını dikkate alarak yakalama emrinin infazını beklemekten vazgeçmiş ve sanığın 5237 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca neticeten her bir öldürme eylemi nedeniyle ayrı ayrı müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve sanık hakkında verilmiş olan aynı neviden cezalar suç tarihine göre lehe bulunan 765 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca içtima edilerek sanığın 1 yıl süre ile geceli gündüzlü bir hücrede tecrit edilmesi suretiyle sadece bir kez müebbet hapis cezasının infazına karar vermiştir. Sanık ve katılanlar temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Ceza Dairesi, sanık hakkında haksız tahrik uygulanmaması gerektiğine ilişkin Ceza Dairesi kararına karşı sanığın savunmasının alındığına işaret ederek Ceza Mahkemesince verilen kararı 22/1/2020 tarihinde onamıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5517 | Başvuru, kasten öldürme olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının makul süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.