text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular süresinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/75275
Başvuru, mülke ulaşılamamasından kaynaklanan zararın tazmini için yapılan idari başvurunun süresinde görülmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayatın gizliliği ve aile hayatına saygı hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 26/9/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün Maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye’de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiş, ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 19/7/2016 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanması istemiyle başvurucuyu Bursa Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Bursa Sulh Ceza Hâkimliğinde 19-20/7/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesi şöyledir:“Öncelikle Cumhuriyet savcısında belirttiğim gibi bana bu suçlamaların dayanağını teşkil eden herhangi bir delil bildirilmemiştir, sadece Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun bir üst yazısı okunmuştur. 14 yıllık meslek hayatım boyunca hiç bir şüpheliye herhangi bir delil bildirmeden bir suçlama yöneltildiğine şahit olmadım, bu sebeple söz konusu fetö-pdy terör örgütü üyesi olduğuma ilişkin dosyada ne gibi deliller bulunduğunun tarafıma bildirilmesi, akabinde ise Temmuz 2016 günü vuku bulan darbe olayına ne şekilde iştirak ettiğim, bunun nasıl bir parçası olduğumun tarafıma bildirilmesini istiyorum, çünkü bu darbe olayı olduğu zaman ve şehitler verilmesi üzerine son derece fazla lanet okuyup bu olayları yapanlara ağzıma gelen her şeyi söyledim, ancak 24 saat geçmeden bu olaya sanki iştirak etmişim gibi hakkımda mesleki açığa alınma kararı verildi. Savunma hakkımın kısıtlanmaması açısından sizden ricam bu kanaate nasıl ulaşıldığının, hangi delillerin bulunduğunun tarafıma bildirilmesini ve müebbet bir ceza ile yargılanma aşamasında olan biri olarak savunmamın kısıtlanmamasını talep ediyorum … beni olaylarla ilişkilendiren herhangi bir delilin tarafıma bildirilemeyeceği, ayrıca dosyada mevcut olup olmadığı dahi tarafıma bildirilmeyeceği beyan edildiğinden savunmanun kısıtlandığı kanaatindeyim. Çünkü bildiğim kadarıyla fetö-pdy’nin başka eylemleri sebebiyle de açılan davalar vardır, ben bu davaların hiçbirinde şüpheli yada sanık değilim, bu davada neden şüpheli olduğumu bilmiyorum, çünkü olay gecesi ben Bursa’da evimde oturuyor, hatta yatıyordum, gece vakti verilen sela ve cami anonsu üzerine uyandım, olaydan o sebeple haberdar oldum, olayı gerçekleştiren hiç kimseyi tanımıyorum, olaydan önceki zamanda söz konusu Ankara ve İstanbul illerine gitmedim, yıllar önce çalıştığım Pülümür ilçesinde o zamanki jandarma komutanı dışında tanıdığım bir asker dahi yoktur, ayrıca ben fetö-pdy’nin bir mensubu değilim, hiç bir etkinliğine katılmadım. Hiç bir kurumuna para dahi ödemedim, hiçbir organizasyonuna katılmadım, atılı suçlamaları kabul etmiyorum, neden böyle bir suçlamaya maruz kaldığımı da bilmiyorum, hakkımızda birileri bir yerlerden başka bir hüküm vermişse neden vermiş bilmiyorum, ben sadece mesleğimi yapıp ailemin geçimini temin etmeye çalışan sıradan bir insanım, olay sebebi ile haksız yere ve tamamen usule aykırı bir şekilde söz konusu ağır cezalık bir suç ile hiç bir bağlantım kurulmadan göz altı kararı çıkarılmış ve evimde arama yapılmıştır. İki gün göz altından sonra bu üçüncü günde bu zamana kadar hürriyetim kısıtlanmış, göz altının uzatıldığına dair tarafıma herhangi bir tebligat yapılmamıştır. Usulsüz yapılan işlemleri kabul etmiyorum, hiçbir delil olmayan bu soruşturma sebebi ile savunma hakkımı kullanamadığımı özellikle belirterek benim ve ailemin daha fazla mağdur edilmeden her türlü şekilde tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmemi talep ediyorum.” Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“… Başsavcılığı’ın talep tarihi itibariyle henüz kamu düzeninin tam olarak sağlanamadığı örgüt üyeliğinin temadi eden bir eylem olduğu bu itibarla suç üstü halinin halen devam ettiği, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 94/ Maddesi uyarıncada atılı eylemin Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren suçüstü hali niteliğinde olduğu bu nedenle hazırlık soruşturması genel hükümlere görev yapılacak olup; Dosya içerisinde yer alan şüpheliler beyanları, doküman inceleme ve tespit tutanakları içerikleri, olay tutanakları içerikleri, ön inceleme tespit tutanakları içerikleri, arama el koyma tutanakları içerikleri, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin darbe girişiminin ardından olağanüstü toplanarak 16/07/2016 tarih 2016/4 tedbir nolu kararı ile talebe konu Hakim ve Savcılarında bulunduğu İdari Yargıda 521, Adli Yargıda 2204 Hakim ve Savcı hakkında müfettiş raporlarına görüşerek Hakim ve Savcıların açığa alınmasına karar verildiği, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosunca açığa alınan Hakim ve Savcılar hakkında soruşturma yapılması için ilgili savcılıklara müzekkere yazıldığı, şüphelilerin isimlerinin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesinin darbe girişiminin ardından olağanüstü toplanarak 16/07/2016 tarih 2016/4 tedbir nolu kararı ile açığa alınmasına karar verilen ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosu tarafından açığa alınan Hakim ve Savcılar hakkında soruşturma yapılması için ilgili savcılıklara yazılan müzekkerelerde isimlerinin bulunmuş olması (belgeler içerikleri soruşturma dosyasında kısıtlama kararı bulunması nedeniyle CMK Maddesi uyarınca yazılmamıştır.) ve tüm hazırlık dosya kapsamı dikkate alındığında şüphelilerin üzerilerine atılı eylemi fikir ve eylem birliği içerisinde işledikleri değerlendirilmekle …CMK’nın 100/ Maddesi uyarınca kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, …Anayasal düzeni ortadan kardırmaya teşebbüs etme suçunun CMK’nın 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlar içerisinde yer alıyor olması …suçu işledikleri hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu bu itibarla şüpheliler hakkında CMK’nın 100/3 maddesinde belirtilen tutuklama nedeni var olduğu,…şüpheliler hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını göster’n somut delillerin var olduğu, bir tutuklama nedeninin bulunduğu ve ölçülülük ilkesinin gerçekleştiği anlaşıldığından; Anayasanın Maddesi, AİHS’ nin Maddesi ve 5271 Sayılı CMK’nın Maddesinde belirtilen tutuklama nedenlerinin var olduğu, ayrıca AİHS’nin 5/1 maddesi uyarınca özgürlükten yoksun bırakmanın yasalara uygun olup, 5271 Sayılı CMK’nın Maddesinin de AİHS’nin tüm maddelerinin özünde var olan hukukun üstünlüğü ilkesi ile uyumlu olduğu, şüphelilerin konumları nedeniyle AİHM’nin Wemhoff/Almanya kararında belirtildiği üzere salıverilmeleri halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyette bulunulma tehlikesinin bu aşamada var olduğu, bu itibarla CMK’nın Maddesinde belirtilen tutuklama koşulları oluştuğu anlaşılmakla…Yukarıda açıklanan nedenlerle şüpheliler hakkında 5271 Sayılı CMK’nın 100/1 maddesinde belirtilen ‘kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, CMY’nun 100/3a-8 maddesinde belirtilen tutuklama nedeni var olduğu, CMK’nın 100/ Maddesinde bilirtilen ölçülülük ilkesine göre tutuklama kararının ölçülü olacağı ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelilerin 5237 sayılı TCK’nın 309/ Maddesinde düzenlenen Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve TCK’nın 314/ Maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından CMK’nın Ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmalarına… [karar verildi.]” Başvurucu 26/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Bursa Sulh Ceza Hâkimliğince 27/7/2016 tarihinde “…Somut olayda tutuklama tedbirinin uygulanması bakımından yasal düzenleme dışında üst normlara da aykırılık bulunmadığı ve tutuklama şartlarının tüm unsurlarıyla gerçekleştiği…” gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Anılan karar başvurucuya 29/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da 13/1/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı “Bylock programını bu aşamada kullanmadığının anlaşıldığı, sabit ikametgah sahibi olduğu, soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu itibariyle tutuklama tedbiri yerine adli kontrol tedbirinin uygulanmasının daha uygun olduğu” gerekçesiyle başvurucunun tahliyesine karar verilmesi istemiyle sulh ceza hâkimliğine başvurmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 20/2/2017 tarihinde aynı gerekçelerle başvurucunun tahliyesine ve yurt dışına çıkmama şeklinde adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 19/12/2017 tarihli kararıyla başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 28/11/2018 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. FETÖ/PDY’ye ve ByLock programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY’nin hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hukuka aykırı hangi tür eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. İddianamede özetle;i. FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu gerekçesiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Dairesinin 16/7/2016 tarihli ve 345 sayılı kararı ile başvurucunun görevden uzaklaştırıldığı, akabinde HSYK’nın 24/8/2016 tarihli ve 426 sayılı kararı ile meslekten ihraç edildiği belirtilmiştir.ii. Başvurucunun kullanmakta olduğu cep telefonu üzerinde yapılan HTS analizi sonucu düzenlenen rapor içeriğine göre haklarında FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan soruşturma yürütülen kişilerle telefon irtibatının bulunduğu ileri sürülmüştür.iii. FETÖ/PDY’ye aidiyeti, iltisakı veya örgütle irtibatı olduğu gerekçesiyle 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (OHAL KHK’sı) ile kapatılan Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) isimli (ayrıntılı bilgi için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22) derneğe 26/10/2010 tarihinde üye olduğunun belirlendiği belirtilmiştir.iv. Aramalarda ele geçirilen dijital materyallerin imajları üzerinde bilirkişi heyeti tarafından yapılan incelemeler sonucu düzenlenen 11/9/2018 tarihli raporda; internet geçmişi çıkarımlarında örgütün propagandasını yaptığı bilinen sosyal medya hesapları ve internet sitelerinin takip edildiğine, buralarda paylaşılan bazı ses ya da video kayıtlarının izlendiğine, haber ve yorumların okunduğuna dair izler olduğu, FETÖ/PDY’yi övücü nitelikte olduğu değerlendirilen yazı, ekran görüntüsü, fotoğraf ve değişik gazetelerden örgütle ilgili çok sayıda haberin tablete kaydedildiği belirtilmiştir.v. Belirtilen inceleme raporunda ayrıca başvurucunun kullanmakta olduğu cep telefonunda ByLock uygulamasının yüklü olduğuna dair bir tespit yapılamadığı ancak uygulamanın kurulumuna dair izlerin telefonda kayıtlı bulunan [email protected] adlı mail adresinde yer aldığının belirlendiği ileri sürülmüştür. İddianamede ayrıca başvurucu hakkında beyanda bulunan bazı tanıkların anlatımlarına yer verilmiştir. Bunlardan; - A.Ş. “…2014 yılı Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde Yargıda Birlik Platformunu desteklemediğini bildiğini” ifade etmiştir. - A.Ç. ifadesinde “…Ben, tanıdığım kadarıyla Mustafa Özterzi’nin FETÖ ile irtibatlı olduğunu gösterir ya da FETÖ’ye sempati duyduğunu gösterir hiçbir söz ve davranışına şahit olmadım. Bursa infaz hakimi olarak görev yapıyordu, muhalif bir insandı. Muhalefeti hemen hemen her konuda mevcuttu. Örneğin, masanın üzerindeki bir cismin rengi neden siyah değil de kahverengi gibi bir konuda dahi muhalefet ederdi. Muhalifliğini siyasi anlamda kastetmiyorum. …Birlikte görev yaptığımız ve arkadaşlık ettiğimiz süre içerisinde örgütsel tutum ve davranışına rastlamadım. 2014 HSYK üyeliği seçimlerinde benden ya da bir başkasından, bağımsız olarak görünen adaylara karşı oy istediğini ya da propaganda faaliyeti yürüttüğüne asla şahit olmadım. Kime oy verdiğini de bilmiyorum, bu tarz konularda pek konuşmazdı…” şeklinde beyanda bulunmuştur. İddianamenin, başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmelerle ilgili kısmı şöyledir:“…Bursa hakimi olarak görev yapmakta iken FETÖ ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle HSYK tarafından meslekten çıkarılan şüpheli Mustafa Özterzi’nin savunmasının aksine, silahlı bir terör örgütü olan fetullahçı terör örgütüne üye olduğuna dair kamu davası açılması için yeterli delil elde edildiği anlaşılmıştır.” Bursa Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 5/12/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2018/601 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 26/2/2019 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmış, tanık(lar) dinlenmiş ve iddia makamı esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Mahkemenin 2/4/2019 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan beraatine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“… Sanıktan ele geçirilen dijital veriler üzerindeki inceleme raporlarında; sanığın örgüt ele başının ve örgüt üyelerinin hesaplarını ve yayın organlarını takip ettiği anlaşılmıştır. Yine sanığa ait olduğunda tereddüt bulunmayan e-mail hesabında Bylock isimli programın kalıntılarına rastlandığı tespit edilmiştir. Yukarıda ayrıntılarıyla açıklandığı üzere, bir kişinin Bylock isimli programı kullandığının tereddüte yer bırakmayacak kesinlikte teknik verilerle ortaya konulması gerekmektedir. Sanığın Bylock isimli programı kullanıp kullanmadığı yönünde yapılan araştırmada, kendisine ya da başkasına ait bir telefon hattı üzerinden bu programı kullandığı ortaya konulamamıştır. Tek başına bahsi geçen mail hesabında bu programın kalıntılarının bulunmuş olması sanığın bu programı kullandığı kanaatine varmak için yeterli değildir. Bu nedenlerle sanığın Bylock isimli gizli ve kriptolu haberleşme programını kullandığı sabit görülmemiştir. Yine her ne kadar sanığın örgüte ve ele başına ait yayınları takip ettiği yapılan dijital veri inceleme sonuçlarından tespit edilmiş ise de, Yargıtay Ceza Dairesi’nin istikrar kazanan uygulamalarından da anlaşılacağı üzere örgüte ait yayınlarının takip edilmesi sanığın örgüte sempati duyduğunu ortaya koyabilir ancak bu husus tek başına örgüt üyeliği suçu açısından yeterli değildir.…Her ne kadar sanığın örgütle iltisaklı olması nedeniyle KHK’lar kapsamında kapatılmasına karar verilen Yarsav üyesi olduğu belirtilmiş ise de; Yargıtayın istikrar kazanan kararlarında da belirtildiği üzere, bu husus tek başına örgüt üyeliği için delil kabul edilemeyeceğinden ve sanığın örgüt talimatı ile bu derneğe üye olduğu ortaya konulamadığından sanığın dernek üyeliği örgüt üyeliği suçu yönünden delil olarak göz önünde bulundurulmamıştır.Kuruluş, amaç, örgüt yapılanması ve faaliyet yöntemleri Yargıtay Ceza Dairesi (İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla)’nin 2017 tarih 2015/3 esas 2017/3 karar sayılı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/09/2017 Tarih, 2017/956 Esas ve 2017/370 Karar sayılı kararı ile onanan kararında veistikrar kazanmış yargısal kararlarda açıklandığı üzere; anlatılan ve nihai amacı, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında, örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla irtibatlı olduğu anlaşılan ve fakat örgütün nihai amacını bildiği, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan ve bu bakımdan atılı suçu işlediği sabit olmayan sanığın CMK 223/2-e maddesi uyarınca beraatine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.” Başvurucu hakkında verilen beraat hükmüne karşı Cumhuriyet savcısınca istinaf yoluna başvurulmuştur. Cumhuriyet savcısının istinaf talebinin gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…sanığın örgüt ile irtibat ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle KHK ile kapatılan YAR-SAV isimli derneğe 26/10/2010 tarihinde üye olduğunun belirlendiği, Sanıktan ele geçirilen muhtelif dijitaller üzerinde yapılan inceleme sonucunda; sanığın alınan savunmasında kullandığını kabul ettiği ve telefonunda kayıtlı bulunan [email protected] adlı mail adresinde Yargıtay Ceza Dairesi’nin 2017 tarih 2015/3 esas 2017/3(İlk Derece Sıfatıyla) karar sayılı kararında ve 2017 tarih 2017/1443 -4758 sayılı ilamında açıklandığı üzere; oluşturulması, dahil olunması, kullanılması ve teknik özellikleri itibariyle münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca kullanılan kriptolu haberleşme programı Bylock’un kurulumuna dair izlerin bulunduğunun tespit edildiği,Ayrıca yine dijitaller içerisinde; bazı kısımlarının özel renklerle işaretlediği ve içeriğinde örgüt ele başı Fethullah Gülen ve cemaat olarak bahsedilen örgütle ilgili dökümanların, örgütün 17-25 Aralık operasyonunda propaganda amaçlı hazırlamış olduğu videoların, örgüt lideri Fethullah Gülen’in röportajını içeren ve örgütün yurt dışı okulları için propaganda ve tanıtım amaçlı hazırlandığı değerlendirilen videoların, örgütün propagandasını yaptığı bilinen sosyal medya hesapları ve internet sitelerine ait izlerin, MyLibraray Lite uygulamasının veri tabanında örgüt ele başı Fethullah Gülen’e ait kitaplara ve yine Fethullah GÜLEN’in yayınladığı ‘Basın açıklamaları, Görüşleri, Mesajları, Röportajları, Hayatı vb.’ yazıların bulunduğu E-kitap izlerinin bulunduğunun bilirkişi raporu ile tespit edildiği, neticede tüm bu hususlar dikkate alındığında sanığın örgüt ile irtibatının bulunduğu ve örgüt hiyerarşisi içerisinde yer aldığı böylelikle FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu anlaşılmakla, sanığa hakkında atılı suçtan mahkumiyeti yerine beraat kararı verilmesi usul ve yasa yönünden kanuna aykırıdır.” Bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesi devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tanımlar” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“Bu Kanunun uygulanmasında;a) Şüpheli: Soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,b) Sanık: Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi,…e) Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi,f) Kovuşturma: İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi,g) İfade alma: Şüphelinin kolluk görevlileri veya Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesini,h) Sorgu: Şüpheli veya sanığın hâkim veya mahkeme tarafından soruşturma veya kovuşturma konusu suçla ilgili olarak dinlenmesini,…j) Suçüstü: İşlenmekte olan suçu, Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu, Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu,…İfade eder.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;… Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri” kenar başlıklı Maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:“Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silâhlı örgüt” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Terör tanımı” kenar başlıklı Maddesi şöyledir: “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”3713 sayılı Kanun’un “Terör suçlusu” kenar başlıklı Maddesi şöyledir: “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır.”3713 sayılı Kanun’un “Terör suçları” kenar başlıklı Maddesi şöyledir:“26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır.” 3713 sayılı Kanun’un “Cezaların artırılması” kenar başlıklı Maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir: “3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur.” 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un “Sulh ceza hâkimliği” kenar başlıklı Maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur.” 5235 sayılı Kanun’un “Ağır ceza mahkemesinin görevi” kenar başlıklı Maddesinin birinci cümlesi şöyledir: “Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir.” 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri” kenar başlıklı Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yapılır. Hazırlık soruşturması yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat yürütülür.Bu halde durumun hemen Adalet Bakanlığına bildirilmesi zorunludur.” Yargıtay Ceza Dairesinin 15/2/2018 tarihli ve E.2018/103, K.2018/474 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: “…Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir …” Yargıtay Ceza Dairesinin 26/10/2017 tarihli ve E.2017/1809, K.2017/5155 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: “…nihai amacı, Devletin Anayasal nizamını cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olduğu anlaşılan FETÖ/PDY terör örgütünün başlangıçta bir ahlak ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve toplumun her katmanının büyük bir kesimince de böyle algılanması, amaca ulaşmak için her yolu mübah gören fakat sözde meşruiyetini sivil alanda dinden, kamusal alanda ise hukuktan aldığı izlenimi vermek için yeterli güce ulaşıncaya kadar alenen kriminalize olmamaya özen göstermesi gerçeği nazara alındığında, örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan katlarla irtibatlı olduğu anlaşılan ve fakat örgütün nihai amacını bildiği, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, hükme esas alınan ikrarı ve HTS kayıt içeriğine göre … İlçe Tarım Müdürlüğü’nde ziraat mühendisi olarak görev yaptığı dönemde, örgütün ilçe imamı olduğu iddia edilen ve örgütün ilçe yapılanması içerisinde görevli oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma yürütülen şahıslarla telefonla görüşmek suretiyle irtibat içinde olmak, çoğunluğu kamuoyu nezdinde örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan, hukuki kılıflarla kamu görevlileri ve sivil şahıslara yönelik bir kısım operasyonlara başladığı 2013 yılı öncesinde olmak üzere birkaç kez de bu tarihten sonra örgütün dini sohbet toplantılarına katılmak, örgüt tarafından çıkarılan gazetelere gerçek ismiyle abone olmak veçocuğunu örgüte müzahir olması nedeniyle kapatılan Altınbaşakisimli okula göndermekten ibaret eylemlerinin, sanığın konum ve kişisel özellikleri de nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek…” Yargıtay Ceza Dairesinin 14/3/2019 tarihli ve E.2018/4907, K.2019/1777 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: “…Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre ve sanığın Yarsav ve yıllık kurulu üyeliğinin örgütsel faaliyet olarak değerlendirilemeyeceği belirlenerek yapılan incelemede…” Yargıtay Ceza Dairesinin 28/11/2018 tarihli ve E.2018/3946, K.2018/4654 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: “…Doğrudan örgütten alınan talimat üzerine, örgütsel bir faaliyet olarak üye olunduğuna/görev yapıldığına dair somut delil bulunmadıkça Yarsav Derneği üyesi olmanın ve Adalet Akademisinde staj yapılan döneme ilişkin albüm kurulunda yer almanın örgütsel faaliyet olarak kabul edilemeyeceğinin gözetilmemesi…”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14597
Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasında arama ve elkoyma işlemlerinin yöntemince yapılmaması nedeniyle özel hayatın gizliliği ve aile hayatına saygı hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, 1999-2002 dönemlerine ait ödenmeyen sosyal güvenlik primleri kaynaklı kamu borcu nedeniyle emekli aylığına haciz konulmasının yasaların geriye yürümezliği ve hukuk devleti ilkeleri ile mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/11/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 16/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/06/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 21/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 3/9/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı mülga Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu uyarınca 1/10/1999 tarihinde emekli olan ve kendisine emekli aylığı bağlanan bir kişidir (BAĞ-KUR emeklisi). Başvurucunun daha önce ortağı ve yöneticisi olduğu G.T. Tic. A.Ş.nin 1999-2002 dönemine ait sigorta prim borçları nedeniyle başvurucunun emekli aylığına 28/4/2008 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Muğla İl Müdürlüğünce haciz konulmuştur. Başvurucu, haciz işlemine karşı 30/4/2008 tarihinde Muğla Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatı ile) şikâyet yolu ile başvurarak 1479 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca maaşına uygulanan haciz işleminin kaldırılmasını ve maaştan kesilen paraların iade edilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme; 12/11/2008 tarihli ve E.2008/317, K.2008/374 sayılı kararında başvurucunun maaşının 1/4'üne konulan hacze rıza göstermemesi üzerine idarenin 1479 sayılı Kanun'un maddesi gereğince haczi kaldırdığını belirterek haciz konusunda karar verilmesine yer olmadığına, haciz kaldırılana kadar maaştan kesilen paraların iade edilmesine hükmetmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 1/4/2010 tarihli ve E.2008/20983, K.2010/4679 sayılı ilamı ile kararı onamıştır. SGK Muğla İl Müdürlüğü, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun maddesinin 17/4/2008 tarihli 5754 sayılı Kanun'la değiştirilen birinci fıkrasının "...Gelir, aylık ve ödenekler; 88 inci maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez." hükmü uyarınca başvurucunun maaşına söz konusu borçlar nedeniyle tekrar haciz koymuş ve 28/3/2009 tarihinden itibaren başvurucunun maaşından kesinti yapılmaya başlanmıştır. Haciz işlemi üzerine başvurucu 2/4/2009 tarihinde Muğla Asliye Hukuk Mahkemesine (iş mahkemesi sıfatıyla) şikâyet yolu ile başvurarak emekli maaşının haczedilemez olduğunu, daha önce aynı konuda kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunduğunu, maaş haczine dayanak alınan 5510 sayılı Kanun'un maddesinin geçmişe etkili bir hüküm olmadığını belirterek haczin kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Muğla Asliye Hukuk Mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla); 16/12/2009 tarihli ve E.2009/222, K.2009/865 sayılı kararı ile daha önce aynı borçtan dolayı başvurucunun maaşına haciz konulduğunu ve 1467 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca haczin kaldırıldığını, başvurucunun maaşının 1467 sayılı Kanun gereği hacze kabil olmadığını ve 5510 sayılı Kanun'un sonradan yürürlüğe girdiğini belirterek haczin iptaline hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 29/3/2011 tarihli ve E.2010/2307, K.2011/2932 sayılı ilamı ile "... "Somut olayda; davacının Kurumdan almakta olduğu malullük aylığına konulan haczin dayanağı davacının otel işletmecisi olduğu döneme ilişkin ve 88 inci maddeye göre takip ve tahsili gereken Kurumun prim, işsizlik sigortası primi ve damga vergisi alacağı olduğundanve 5510 sayılı Yasanın maddesinin yürürlüğe girdiği 2008 tarihinden sonra 2009 tarihinden itibaren yapılan haciz işlemi hukuka uygundur." gerekçesine dayanarak bozmaya hükmetmiştir. Bozma üzerine dosyayı tekrar ele alan Mahkeme, 9/4/2012 tarihli ve E.2011/1102, K.2012/354 sayılı kararı ile bozma ilamında belirtilen hususlar doğrultusunda ve bozma ilamında belirtilen gerekçeye dayanarak davanın reddine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2012/12106, K.2013/17799 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama ilamı başvurucuya 25/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 1479 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu kanun gereğince bağlanacak aylıklar, nafaka borçları dışında, haciz veya başkasına devir ve temlik edilemez.” 5510 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “…Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır…” 5510 sayılı Kanun'un maddesinin 5754 sayılı Kanun'la değiştirilen birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler; 88 inci maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez. Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması halinde, icra müdürü tarafından reddedilir. ...”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8324
Başvuru, 1999-2002 dönemlerine ait ödenmeyen sosyal güvenlik primleri kaynaklı kamu borcu nedeniyle emekli aylığına haciz konulmasının yasaların geriye yürümezliği ve hukuk devleti ilkeleri ile mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, konut yakınında bulunan baz istasyonunun sağlığı olumsuz etkilediği iddiasıyla açılan davanın reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/4/2013 tarihinde Konya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 5/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 9/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 10/2/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun ikamet ettiği Konya ili Selçuklu ilçesi Özlem Mahallesi'nde bulunan Büyükkapçı Camisi binasına ve eklentilerine Dinî ve Sosyal Hizmet Vakfı (Vakıf) ile Telekomünikasyon A. Ş. (Şirket) arasında imzalanan kira sözleşmesi gereğince 5/3/2008 tarihinde baz istasyonu kurulmuştur. Bunun üzerine başvurucu tarafından söz konusu Vakıf ve Şirket muhatap kılınarak Konya Noterliği vasıtasıyla gönderilen 16/6/2010 tarihli ve 11756 Yevmiye sayılı ihtarnamede baz istasyonu ile ikamet edilen konut arasında yirmi metreden daha az bir mesafe bulunduğu, yerleşim yerinde bulunan baz istasyonunun sağlığa zarar verebileceği, kendisinde ve ailesinde korku, tedirginlik, panik ve ümitsizliğe neden olduğu, özel yaşantısına ve konutuna müdahale oluşturduğu belirtilmiş ve bahse konu baz istasyonunun kaldırılması talep edilmiştir. Baz istasyonunun kaldırılmaması üzerine başvurucu, söz konusu Şirket ve Vakıf aleyhine Konya Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu 6/7/2010 tarihli dava dilekçesiyle özel bir Şirket ile mülkiyet sahibi Vakıf arasında imzalanan kira sözleşmesine dayanılarak ikamet ettiği konutuna yakın bir mesafede baz istasyonu kurulduğunu, bu durumun istasyonun çevresinde yaşayan insanların sağlığı açısından tehlike arz ettiğini, ortada somut biçimde görülebilen bir zarar bulunmasa dahi her an sağlığının bozulabileceği endişesi taşıdığını, baz istasyonundan yayılan radyasyonun kendisini ve ailesini tedirginliğe ve paniğe sevk etmesi nedeniyle yaşamının olumsuz yönde etkilendiğini, bu nedenlerin bir zarar oluştuğunun kabulü açısından yeterli olduğunu belirterek baz istasyonunun kaldırılmasını ve faaliyetinin tedbiren durdurulmasını, ayrıca lehine 000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Davalı Şirketin vekili tarafından sunulan cevap dilekçesinde Şirketin kamusal makamlarla imzaladığı lisans sözleşmeleri uyarınca kamuya haberleşme hizmeti sunulduğu, Şirketin yalnızca ticari değil, yasal yükümlülüklerinin de bulunduğu; Şirkete ait baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik dalga değerlerinin Dünya Sağlık Örgütü, Amerikan Elektrik ve Elektronik Mühendisleri Birliği, Amerikan Millî Standartlar Enstitüsü gibi otoritelerin belirlediği standart değerlerin çok altında olduğu ve dava konusu baz istasyonunun söz konusu mahal dışında işletilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Diğer davalı olan Vakfın vekili tarafından sunulan cevap dilekçesinde baz istasyonlarının kuruluş aşamasında ve kurulduktan sonra Telekomünikasyon Kurumu tarafından ölçüm ve testlere tabi tutularak denetlendiği ve dava konusu baz istasyonundan alınan ölçüm değerlerinin belirlenen şartlara uygun olduğu, bu nedenle insan sağlığına olumsuz bir etkisinin bulunmadığı ileri sürülmüştür. Anılan baz istasyonunun bulunduğu mahalde yapılan keşif ve ölçümler neticesinde bilişim uzmanı olan bilirkişi tarafından hazırlanan raporda, baz istasyonlarının tıpkı radyo ve televizyon vericilerinde olduğu gibi çevrelerine iyonlaştırıcı olmayan elektromanyetik dalga yaydıkları, bilinenin aksine iyonlaştırıcı radyasyon yaymadıkları, baz istasyonlarından yayılan elektromanyetik dalgaların insan sağlığına ne gibi etkileri olacağı hususunda dünya genelinde çok sayıda çalışma yapılmakla birlikte bilimsel geçerliliği olan kesin tanımlamaların henüz bulunmadığı, çoğu Avrupa Birliğine üye kırk iki ülkenin bu duruma ilişkin ölçütlerin yer aldığı yasal düzenlemelerini oluştururken Uluslararası İyonlaştırmayan Radyasyondan Koruma Komisyonu (ICNIRP) tarafından belirlenen limit değerlerini dikkate aldığı, haberleşme cihazlarının ortama yaydığı elektrik alan şiddeti değerleri için ICNIRP’ın belirlediği limit değerin dava konusu baz istasyonları için 41 V/m olduğu, 21/4/2011 tarihli ve 27912 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Elektronik Haberleşme Cihazlarından Kaynaklanan Elektromanyetik Alan Şiddetinin Uluslararası Standartlara Göre Maruziyet Limit Değerlerinin Belirlenmesi, Kontrolü ve Denetimi Hakkında Yönetmelik’te (Yönetmelik) bu limit değerin ise 10,25 V/m olarak belirlendiği, ülkemiz açısından belirlenen değerin uluslararası standartların dörtte biri oranında olması nedeniyle çok daha fazla korumacı bir yaklaşım sergilendiği, bu değerler aşılmadığı sürece başta baz istasyonları olmak üzere elektromanyetik alan oluşturan cihazların kullanılmasında ve ortamda elektrik alan oluşturulmasında bir sakınca bulunmadığı, dava konusu olan baz istasyonu için yapılan elektrik alan ölçüm değerinin en fazla 0,8 V/m olarak ölçüldüğü, bu değerin ICNIRP’ın elektrik alan için izin verdiği değerin yüzde ikisine karşılık geldiği, baz istasyonunun güvenlik mesafesinin 10,68 metre olduğu, güvenlik mesafesi içinde bir yaşam alanının bulunmadığı, baz istasyonu hakkında Bilgi teknolojileri ve İletişim Kurumu Mersin Bölge Müdürlüğü tarafından güvenlik sertifikası düzenlendiği ve istasyonun Yönetmelik kriterlerine uygun olarak çalıştığı, ölçülen elektrik alan şiddet değerlerinin de belirlenen sınır değerlere göre düşük seviyede olması nedeniyle dava konusu baz istasyonunun bulunduğu yerde hizmet vermesinde herhangi bir sakınca bulunmadığı şeklinde değerlendirmelere yer verilmiştir. Ayrıca harita mühendisi olan bir başka bilirkişi tarafından hazırlanan raporda dava konusu edilen baz istasyonunun anten yüksekliğinin yaklaşık otuz metre olduğu, başvurucunun oturduğu konutun güney cephesinin baz istasyonuna baktığı, ikisi arasında bir caddenin bulunduğu ve mesafenin yaklaşık yirmi dokuz metre olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Konya Asliye Hukuk Mahkemesi 31/5/2012 tarihli ve E.2010/391, K.2012/556 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “Mahkememizce tapu kaydı getirtilmiş, imar planı ve kroki celp edilmiş, tarafların delilleri toplanılmış ve mahallinde keşif yapılmıştır. Davacı baz istasyonunun bulunduğu mahalde oturmakta olup bu davayı açmakta hukuki yararı vardır. Diğer davalı Vakıf tarafından taşınmazın bir kısmının davalı A.Ş.'ye kiraya verildiği ve baz istasyonu kurulduğu ve baz istasyonunun da halen çalışır durumda olduğu ortadadır. Davacı çevre binalarda ve kendi meskeninde bulunan kişilerin sağlıkları açısından büyük endişeler olduğunu, psikolojik olarak yaşamlarının etkilendiğini, tedirginlik ve ümitsizlik yaratan istasyonun derhal kaldırılması gerektiğini beyan etmektedir. Mahkememizce bas istasyonunun bulunduğu mahalde keşif yapılmış ve istasyonun bulunduğu alanın belirtilmesi yanında bu istasyonun ölçümleri bilgi teknoloji ve iletişim kurumu uzmanı bilirkişi tarafından yapılmıştır. Bilirkişi raporuna göre baz istasyonu elektrik alan ölçüm değerinin en fazla E=0,8 V/m olduğunu, bu değerin ICNIRP'nin elektrik alan için izin verdiği değerin %2'ne tekabül ettiğini belirtmiştir. Bilirkişi raporuna göre baz istasyonunun yaydığı elektrik alanının ölçüm değeri insan sağlığına zarar vermesi sınırı ancak %2'si kadardır. Görüldüğü üzere maddi bir zararın varlığından söz edilemez. Baz istasyonu meskun mahal içerisindedir. Bu nedenle yakın markajında bulunan kişilerin psikolojik olarak etkilenmekte oldukları endişe duymalarına neden olduğu hususlarının bulunduğu da kabul edilmelidir. Ancak günümüzde iletişimin insanlık için olmazsa olmaz derecesinde zorunlu ihtiyaçlardan olduğu, insanlığın gelişimi ile birlikte haberleşmenin de geliştiği ve insanlığın yararına sunulduğu bu nimetlerden faydalanmanın beraberinde riski de getirdiği, ancak riskin hangi boyutta olduğunun insan sağlığına zarar verip vermediğinin henüz tam bir aydınlığa kavuşmadığı, ortada muallak bir durumun oluştuğu da kabul edilmelidir. Bu durumda hak ve nesafet ölçüsüne göre baz istasyonunun kaldırılması gerekip gerekmediği tartışılmalıdır. Yüksek Yargıtay bu konuda belirli yıllardan beri tartışmaları halen devam etmektedir. Yargıtay ve Hukuk Daireleri'nin son içtihatları dikkate alındığında baz istasyonunun yasa ve yönetmeliklerde belirtilen limit değerlere uygun olduğu, hatta sağlık için belirlenen sınırın çok altında ancak %2'si kadar bulunduğu dikkate alınarak açılan davanın reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.” Anılan karar, temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/11/2012 tarihli ve E.2012/11680, K.2012/13977 sayılı ilamıyla onanmış; karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 8/3/2013 tarihli ve E.2013/1638, K.2013/3469 sayılı ilamıyla reddedilerek kesinleşmiştir. Ret kararı 1/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup 10/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'nun “Telsiz kurma ve kullanma izni, telsiz ruhsatnamesi ve kullanıma ilişkin esaslar” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin ilgili kanununda belirtilen hükümler saklı kalmak kaydıyla, Kurum düzenlemelerinde belirtilen ve işletilmesi için frekans tahsisine ihtiyaç gösteren telsiz cihaz veya sistemi kullanıcıları, telsiz kurma ile kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesi almak zorundadır. Bu kapsamdaki kullanıcılar telsiz cihaz veya sistemlerini Kurum düzenlemeleri ve telsiz ruhsatnamesinde belirtilen esaslara uygun olarak kurmak ve kullanmak mecburiyetindedirler. (2) Telsiz kurma ve kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesi verilmesi, izin ve telsiz ruhsatnamesinin süresi, yenilenmesi, değişikliği ve iptali ile ilgili usul ve esaslar ile bu çerçevede öngörülen telsiz cihaz veya sistemlerinin kurulması, kullanılması, nakli, işletme tipinin değiştirilmesi, devri ve hizmet dışı bırakılmasında kullanıcıların tabi olacağı hususlar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. Yetkilendirmeye tabi bulunmayan telsiz kurma ve kullanma izinleri en fazla beş yıl için verilir. Süresi içerisinde yenilenmeyen telsiz kurma ve kullanma izni ve telsiz ruhsatnamelerinde belirtilen cihaz ve sistemler için tahsis edilen frekanslar iptal edilir. Kurum tarafından yetkilendirilmiş olmak suretiyle telsiz hizmeti sunan işletmecilerin sistemlerine dahil telsiz cihazı kullanıcıları, telsiz kullanma izni ve telsiz ruhsatnamesinden bu Kanunun 46 ncı maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde muaftırlar. (3) Kurum düzenlemelerinde belirlenen ve işletilmesi için frekans tahsisine ihtiyaç duyulmayan özel amaçlar için tahsis edilmiş frekans bantlarında ve çıkış gücünde çalışan Kurumca onaylı telsiz cihaz ve sistemleri, herhangi bir telsiz kurma ve kullanma iznine ve telsiz ruhsatnamesine ihtiyaç göstermeksizin kullanılabilir. (4) Ulusal ve uluslararası kuruluşların belirlediği standart değerleri dikkate almak suretiyle telsiz cihaz ve sistemlerinin kullanımında uyulacak elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerinin belirlenmesi, kontrol ve denetimleri münhasıran Kurum tarafından yapılır veya yaptırılır. Bu işlemler ile ilgili usul ve esaslar, Sağlık Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığının görüşleri de dikkate alınmak suretiyle Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelik ile belirlenir. Yönetmelik ile belirlenen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun bulunan ilgili tesisler başkaca bir işleme gerek kalmaksızın Kurum tarafından güvenlik sertifikası düzenlenmesini müteakip kurulur ve faaliyete geçirilir.” Yönetmelik’in “Amaç” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bu Yönetmeliğin amacı; a) Elektromanyetik alan oluşturan sabit elektronik haberleşme cihazlarının kuruluş yeri, montajı, denetlenmesi ve Güvenlik Sertifikası düzenlenmesine ilişkin hususları, b) Uluslararası standartlar temelinde elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerini, c) Ölçüm yöntemlerini ve ölçüm yapacak kuruluşları, ç) Ölçüm sonuçlarına göre elektromanyetik alan şiddeti limit değerlerine uygun olmayan sabit elektronik haberleşme cihazlarının limit değerlere uygun hale getirilmesine ve bunlara uyulmaması halinde işleticiler ve işletmecilere uygulanacak Kanunda belirtilen müeyyidelere ilişkin usul ve esasları belirlemektir.” Yönetmelik’in “Güvenlik sertifikası” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) İşletici ve İşletmeci bu Yönetmelik hükümlerine göre sabit elektronik haberleşme cihazı için EK-1’de yer alan Güvenlik Sertifikasını almakla yükümlüdür. (2) Güvenlik Sertifikası alınmaksızın sabit elektronik haberleşme cihazının kurulması halinde 23 üncü maddenin birinci ve üçüncü fıkrası hükümleri uygulanır.” Yönetmelik’in “Montaj esasları” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Bu Yönetmelik kapsamındaki sabit elektronik haberleşme cihazlarının montajının yapılmasında, asgarî olarak 6 ncı maddeye göre hesaplanan güvenlik mesafesi dikkate alınır. Yönlü antenlerde ana huzmeye göre hesaplanan güvenlik mesafesi dikkate alınır. (2) Güvenlik Sertifikası alınmadan, sabit elektronik haberleşme cihazının kuruluş yeri ile ilgili olarak direk, kule, kulübe, konteynır, anten ve dalga kılavuzu gibi altyapı montajına başlanamaz. (3) Bina yüzeylerine kurulacak olan antenlerin, arka yüzlerine gelen duvara, en az anten boyutlarında yansıtıcı levhalar monte edilecektir. (4) Paratoner, yakalama ucu ve benzeri yıldırım koruma donanımları, topraklama tesisatı ve sivil havacılık kurallarına göre gerekli ışıklandırmanın bu konuda yayımlanan standartlara ve ilgili mevzuatlarındaki kurallara göre tesis edilmesi gerekir. (5) Cihazların montajını müteakip; bu Yönetmelikte belirtilen özellikteki ölçüm cihazları ile test ve ölçümler yapılır ve kurulan cihazın elektromanyetik alan şiddet değerinin 16 ncı maddede belirtilen limit değerlerini aşmaması sağlanır. (6) Bu maddede belirtilen montaj esaslarına uyulmadığının tespiti halinde işletmecilere bu durumun tebliğine müteakip gerekli düzeltmeler yapılana kadar sistemin faaliyeti durdurulur. (7) Kamu Güvenliği, acil durum ve afet durumlarında kurulanlar hariç olmak üzere; Güvenlik Sertifikası alan mobil istasyonlar, sistemin faaliyete geçmesini müteakip aynı yerde en fazla 3 ay hizmet verebilir. İşletmeci tarafından aynı yer için süre uzatımının talep edilmesi halinde 3 ay ilave süre verilebilir.” Yönetmelik’in “Limitlerin aşılması hâlinde uygulanacak işlem” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Kurum veya Kurumca yetkilendirilmiş kuruluşlarca yapılan ölçümlerde; sabit elektronik haberleşme cihazının elektromanyetik alan şiddetinin, 16 ncı maddede yer alan; (a) Tek bir cihaz için izin verilen limit değerin üzerinde olduğunun tespit edilmesi halinde işletici ve işletmeye söz konusu limit değerleri sağlaması için tebliğ tarihinden başlamak üzere 10 iş günü süre verilir. Bu sürenin bitiminde yapılacak denetim ve ölçümlerde uygunsuzluğun devam ettiğinin tespit edilmesi halinde ise 23 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkrası hükümleri uygulanır. (b) Ortamın toplam limit değerini tek bir cihazın aşması halinde, düzeltme için herhangi bir süre verilmeksizin limit aşımına neden olan sabit elektronik haberleşme cihazı için 23 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkrası hükümleri uygulanır. Talep edilmesi halinde söz konusu sabit elektronik haberleşme cihazı ile bağlantılı hizmetlerden faydalananların mağdur edilmemesi için, işletici ve işletmecinin aynı mahalde 16 ncı maddede belirtilen limit değerleri aşmayan yeni bir cihaz kurmasına izin verilebilir. (c) Tek bir cihaz için izin verilen limit değerlerine uygun olduğunun tespit edilmesine rağmen ortamın limit değerinin aşılması halinde, Kurum koordinasyonunda işletici ve işletmeciler tarafından aynı mahalde kurulu tüm cihazlar için ortam normal değerlere gelinceye kadar gerekli teknik düzenleme yapılır. Aksi takdirde en son kurulan cihazdan başlamak üzere, 23 üncü madde birinci fıkrası hükümleri uygulanır.” Yönetmelik’in “İdari yaptırımlar” başlıklı maddesi şöyledir: “(1) 5 inci maddenin üçüncü fıkrası, 7 nci maddenin ikinci fıkrası, 8 inci maddenin ikinci ve altıncı fıkraları, 9 uncu maddenin üçüncü fıkrası, 17 nci maddenin yedinci fıkrası ve 19 uncu maddede belirtilen hükümlerin ihlali halinde sabit elektronik haberleşme cihazının faaliyeti uygun şartlar sağlanıncaya kadar Kurum tarafından veya Kurumca yapılan bildirim üzerine mülkî amirler eliyle durdurulur. (2) Bu Yönetmelikle belirlenen hükümlerin; gerekli uyarıların ve kapatmaların yapılmasına rağmen aynı cihaz ve yer için ikinci kez ihlal edilmesi halinde Kanunun 60 ıncı maddesinin beşinci fıkrası gereğince ilgili cihaz için Kanun çerçevesinde belirlenen ekli telsiz ücret tarifesinde belirtilen ruhsatname ücretinin elli katı oranında idarî para cezası uygulanır. Aynı takvim yılı içinde aynı cihaz ve yer için sonraki her ihlalde bir önceki ceza miktarının iki katı idari para cezası uygulanır. (3) Güvenlik sertifikası alınmadan sabit elektronik haberleşme cihazının montajına başlanılması veya izinsiz revizyon yapılması halinde, Kanunun 60 ıncı maddesinin beşinci fıkrası gereğince ilgili işletmeci ve işleticiye ruhsatname ücretinin elli katı idari para cezası her bir cihaz için ayrı ayrı uygulanır. (4) Gerçeğe uygun olmayan bilgi ve belgelerin gönderilmesi halinde söz konusu işletmeci ve işletici hakkında, 5/9/2004 tarihli ve 25574 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından Uygulanacak İdarî Para Cezaları ile Diğer Müeyyide ve Tedbirler Hakkında Yönetmelik hükümleri uygulanır. (5) Gerçeğe aykırı beyan yaptığı tespit edilen Ölçüm Yetki Belgeli kuruluşlar hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulabilir.” 1992 yılında Rio de Janeiro'da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı sonucunda kabul edilen Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio Bildirisi’nin 10 numaralı prensibi şöyledir: “Çevre sorunlarını ele almanın en iyi şekli ve uygun olan çözüm konuyla ilgili her aşamada ilgili bütün vatandaşların kararlara katılımını sağlamaktır. Ulusal düzeyde, her kişi, tehlikeli faaliyet ve maddeler ile ilgili bilgiler dahil olmak üzere, kamu makamlarının sahip olduğu çevre ile ilgili tüm bilgilere ulaşabilmeli ve karar alma sürecine katılma olanağına sahip olmalıdır. Devletler, bu bilgilere halkın ulaşmasını sağlamalı ve ayrıca halkın alınacak kararlara katılımını ve duyarlılığını kolaylaştırmalı ve özendirmelidir. Devletler ayrıca ilgililerin bu konuda yapabilecekleri idari ve yargısal başvuru haklarının kolaylaştırılmasını sağlamalıdır.” Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin çevre ve insan haklarına ilişkin 27/6/2003 tarihli ve 1614 sayılı Tavsiye Kararı'nın ilgili kısmı şöyledir: “Parlamenterler Meclisi, üye Devletlerin hükümetlerine şu hususları tavsiye eder: i) Hükümetler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin , ve maddelerinde ve Sözleşme’nin eki Protokol’ün maddesinde güvence altına alındığı gibi, kişinin yaşam hakkı, sağlık hakkı, özel yaşamı ve aile yaşamı ile vücut ve mal bütünlüğünü, özellikle çevrenin korunması gerekliliğini de gözönüne alarak, etkili biçimde koruyucu tedbirler almalıdır. ii) Hükümetler, tercihen anayasal düzeyde ve fakat en azından yasal düzenlemeler sonucunda çevre hakkının Devlet açısından mutlak olarak korunması gereken nesnel bir insan hakkı olduğunu kabul etmelidirler. iii) Hükümetler, Aarhus Anlaşmasında kabul edildiği üzere, çevre alanında bireylerin bilgi edinme ve alınan kararlara katılım hakları ile kişisel nitelikteki yargısal başvuru haklarını güvence altına almayı kabul etmelidirler.”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2513
Başvuru, konut yakınında bulunan baz istasyonunun sağlığı olumsuz etkilediği iddiasıyla açılan davanın reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, vazife malulü sayılma istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından gereği gibi incelenmeyerek reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 26/12/2013 tarihinde Osmaniye Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler giderilmiş, başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 5/5/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 11/9/2014 tarihli görüş yazısı 24/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 8/10/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Ağustos 1998 celp döneminde Manisa Kırkağaç Jandarma Er Eğitim Alay Komutanlığında jandarma komando sınıfında zorunlu askerlik hizmetine başladığını, üç aylık eğitimin ardından Diyarbakır Kolordu Komutanlığına gönderildiğini, buradan da Diyarbakır Dicle Jandarma Bölük Komutanlığı emrinde komando olarak PKK terör örgütüne yönelik operasyonlara katıldığını ifade etmiştir. Başvurucu; operasyonlar nedeniyle ağır teçhizat ile kilometrelerce yol yürüdüğünü, soğuk kış şartlarına rağmen dağlarda yattığını, yine böyle bir operasyon dönüşü rahatsızlandığını, yapılan muayene sonucunda tüberküloz teşhisi konularak askerliğe elverişsiz olduğuna ve terhisine karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucu, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına başvurarak vazife malulü sayılmasını ve vazife malulü maaşı bağlanmasını talep etmiş ancak başvurusu reddedilmiştir. Başvurucu, bu işleme karşı önce adli yargıda dava açmış; Osmaniye Asliye Hukuk Mahkemesi iş mahkemesi sıfatıyla baktığı davada 12/4/2012 tarihli ve E.2009/603, K.2012/267 sayılı kararıyla yargı yolu görevsizliği nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucunun AYİM’de açtığı davada önce dilekçenin reddine karar verilmiş, dilekçenin yenilenmesi üzerine görülen dava ise AYİM Dairesinin 7/11/2013 tarihli ve E.2013/333, K.2013/1326 sayılı kararıyla esastan reddedilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:“Dava dosyası ve kurum işlem dosyasının incelenmesinde, 21/8/1998 tarihinde Şubeden sevk ile asker edilen davacının askerliğinin yaklaşık 4-5’inci ayından itibaren tüberküloz teşhisi konularak tedavi ve hava değişimi verildiği, Diyarbakır Asker Hastanesinin 18/8/1999 gün ve 4431 sayılı raporu ile “solda tüberküloz florezi sekeli” teşhisi konularak askerliğe elverişli olmadığının belirtilmesi üzerine terhis edildiği, sonradan aylık bağlanması istemiyle yaptığı müracaatın reddedilmesi üzerine vekil aracılığıyla dava açtığı anlaşılmaktadır.…Davacı askerlik hizmetini yerine getirirken görevli olduğu sırada rahatsızlanmış, rahatsızlığı ile ilgili olarak bir müddet hava değişimine gönderilmiş, hava değişimi sonunda hakkında askerliğe elverişli değildir raporu düzenlenmiştir. Davacının akciğer tüberkülozu rahatsızlığının askerlik görevinin sebep ve tesiri ile meydana geldiğine dair soyut iddiası dışında bir bilgi ve belge ortaya konulamadığı gibi, dosya kapsamından da bu yönde bir bilgi de elde edilmemiştir. Davacı taraf askere alma sırasında bu rahatsızlığının olmadığını bunun vazife malulü sayılmak için yeterli olduğunu iddia etmiş ise de; yasal hükümlerin açık tespitlerine nazaran maluliyeti doğuran hadisenin askerlik hizmetinin sebep ve etkisi ile oluşmasının şart olarak koşulması karşısında hadisede görev malullüğünün oluşmadığı kanısına varılmıştır. (Konuyla ilgili birebir örtüşen Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kararları da bu yöndedir. Örn. AYİM E.2011/1759 K.2011/2463, D E. 2005/259, K.2005/273, E.2011/2120, K.2012/2107)” Kararda Başsavcılık, başvurucunun hastalığının görevin neden ve etkisi ile oluşup oluşmadığının anlaşılması için bilirkişi mütalaası tespit ettirilmesi ve alınacak rapora göre karar verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. Karar 3/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu karar düzeltme yoluna gitmeksizin 26/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. AYİM kararında atıf yapılan AYİM Dairesinin 24/2/2005 tarihli ve E.2005/259, K.2005/273 sayılı kararında ise şöyle denilmiştir: “… Davacının hastalığı olan “geçirilmiş akciğer tüberkülozu” ile ilgili GATA Komutanlığının başka bir dava dosyası nedeniyle 2003 tarih ve 9029-753-03/153 sayılı ‘… Ülkemiz koşullarında hemen hemen olguların tamamında tüberküloz basili çocukluk çağında alınmakta ve bağışıklık sisteminin baskılanmasına neden olan hastalıklar açlık, aşırı yorgunluk gibi fiziksel etmenler, yoğun psikolojik stres ve bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların kullanımı gibi pek çok olumsuz faktörlere bağlı olarak hastalık tekrar oluşmakta çoğunlukla beyin, beyin zarları ve akciğerlerde hastalık tablolarına neden olmaktadır. Tüberküloz ülkemizde günümüz koşullarında gittikçe artan oranlarda karşılaşılan bir hastalıktır. Bu açıdan TSK’lerinde görevli herhangi bir personel ile sivil hayatın içinde olan kişiler arasında risk açısından bir fark olmadığı değerlendirilmiştir. Sonuç olarak hastalığın oluşumunda askerlik görevinin neden ve tekisin olamadığı (menfi) kanaatine varılmıştır.’ şeklinde görüş bildirilmiştir. … Yukarıda açıklanan tıbbi mütalaalar karşısında davacının durumu yeterince açıklığa kavuştuğundan yeniden tıbbi görüş istenilmesine veya bilirkişiye başvurulmasına gerek görülmemiştir. …”B. İlgili Hukuk 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere (Malül) denir ve haklarında bu kanunun malüllüğe ait hükümleri uygulanır.” 5434 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “44 üncü maddede yazılı malullük; a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa;b) Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken, bu işlerden doğmuş olursa;c) Kurumların menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (Maksadın ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartıyla);ç) Fabrika, atelye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa; Buna (Vazife malüllüğü) ve bunlara uğrıyanlara da (Vazife malülü) denir.” 5434 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Muvazzaf, yedek ve gönüllü erlerin silah altında bulundukları esnada veya celp ve terhislerinde (Serbest sevkler dahil) sevkleri sırasında, Yedek Subay okulu öğrencilerinin gerek okulda, gerek okuldan evvelki hazırlık kıtasında vazife malulü olmaları halinde, kendilerine, öğrenim durumlarına göre, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesinde tespit edilen giriş derece ve kademe tutarlarının, daha önce Devlet Memuriyetinde bulunmuş olanlardan kazanılmış hak aylıkları veya emekli keseneğine esas aylıkları, sözü edilen giriş derece ve kademe tutarının üzerinde olanlara bu aylıkları emeklilik gösterge tablosunda karşılığı olan derece ve kademe tutarının,% 70'i üzerinden aylık bağlanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9648
Başvuru, vazife malulü sayılma istemiyle açılan davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) tarafından gereği gibi incelenmeyerek reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; mahkûmiyete esas alınan telefon görüşme kayıtların duruşmada okunmaması ve aleyhte ifade veren tanığın sorgulanmasına fırsat verilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine İstanbul Cumhuriyet Bşsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 28/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 21/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İçişleri Bakanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca kimliği mahfuz muhbirin, başvurucunun elinde çok miktarda uyuşturucu madde bulunduğunu ve elinde bulundurduğu uyuşturucu maddeye A.Ç. aracılığıyla müşteri aradığını ihbar etmesi üzerine başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma neticesinde şüphelilerden A.Ç. hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine uyuşturucu madde ticareti yapma ve örgüte üye olma suçlarından kamu davası açılmıştır. Başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkındaki soruşturmaya devam olunmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) E.2005/190 sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılama sonunda suçun örgütlü olarak işlenmediği ve örgütün yasal unsurlarının bulunmadığı kanaatine varılarak sanık A.Ç.nin örgüte üye olma suçundan beraatine, diğer suçtan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Anılan karar temyiz olunmadan kesinleşmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, bu karar üzerine başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkındaki dosyayı Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin2005/190 esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılama sonucunda suçun örgütlü olarak işlenmediği, liderliğini Cezair AKGÜL'ün [başvurucu] yaptığı iddia edilen örgütün yasal unsurlarının bulunmadığı kanaatine varılarak, şüpheli [A. Ç.] hakkında bu suçtan beraat kararı verildiği ve bu kararın 2006 tarihinde kesinleştiği anlaşılmakla, firari ve kimliği meçhul şahıslarla ilgili devam eden soruşturmanın da takibinin örgütlü suçlar kapsamından çıktığı olayda 5237 Sayılı TCK'nun maddesinde düzenlenen örgütlülük hali bulunmadığı değerlendirilmiş olunmakla, Firari şüpheli ve kimliği meçhul şahısların üzerlerine atılı suçun bireysel olarak uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu oluşturduğu ve atılı suça bakma görevinin Cumhuriyet Başsavcılığımızın görevi dahilinde bulunmadığı görülmekle, Cumhuriyet Başsavcılığımızın GÖREVSİZLİĞINE [karar verildi.]" İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2005/190 sayılı dosyası üzerinden yürütülen yargılamanın ilk celsesinde A.Ç., Maltepe .. Kıraathanesinde başvurucu ile tanıştığını, Cezair'in elinde yüklü miktarda uyuşturucu olduğunu söyleyerek bunu yurt dışına göndermek istediğini belirterek yardım istediğini, onu Ayhan adında biri ile tanıştırdığını, Maltepe'deki pastanelerde Ayhan ile Cezair'i buluşturduğunu, kiralık otomobilin Ayhan tarafından getirildiğini, A.T.ye vasıtanın teslim edildiğini beyan etmiştir. Bu arada Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının 17/2/2010 tarihli veE.2010/3080 sayılı iddianamesiyle başvurucu ve başka bir şüpheli (A.T.) hakkında uyuşturucu madde ticareti suçundan kamu davası açılmıştır. Açık kimliği bilinmeyen şüpheli Ayhan hakkındaki dosyanın ise tefrikine karar verilmiştir. Başvurucu, İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesinin 5/9/2013 tarihli ve E.2010/73, K.2013/254 sayılı kararıyla uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûm edilmiş, diğer sanık hakkındaki kamu davasının tefrikine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"... Hükümlü A. Ç. ile sanık Cezair Akgül arasında yapılan telefon görüşme içeriği, konuşmaları doğrulayan fiziki takip tutanakları, muhbir tutanakları, dava dosyası kapsamı ve toplanan delillere göre sanık Cezair Akgül'ün firari sanık A. T. ile birlikte yüklü miktarda uyuşturucu maddeyi satmak için hazırladıkları, bunu yurt dışına naklettirecek kişileri aradıkları bu vesile ile A. Ç.yi ve onun aracılığı ile de Ayhan ismindeki şahsı buldukları, muhtemelen Ayhan isimli kişinin Bayram adına kiralanmış otomobili getirip A. Ç. aracılığı ile A. T. ye teslim ettikleri, uyuşturucu maddenin pazarlaması konusunda sanık Cezair Akgül'ün A. Ç. ile telefon görüşmesi yaptığı, Maltepe ... Kebap Salonu, A... pastanesi, Ş... pastanesi, A... kebap salonu gibi yerlerde buluşup görüştükleri, neticede uyuşturucuları A. T. tarafından Ayhan isimli şahsa teslim edilmek üzere bir kısmının bagaja yerleştirildiği, durumu kontrol altında bulunduran ve takip eden güvenlik görevlilerince vasıtayla içindeki uyuşturucuya el koydukları, A. T. ve Ayhan adındaki şahısların kaçtıkları, sanık Cezair Akgül'ün olaydan sonra firar ettiği bilahare yakalandığı, A. T.'nin henüz yakalanamadığı, bu suretle sanık Cezayir'in hükümlü A. Ç. ve firari sanık A. T. ile birlikte uyuşturucu madde ticareti yaptığı ve pazarladığı anlaşılmakla, sanı[ğın] (...) cezalandırılması gerektiği sonuç ve kanaatine varıl[mıştır]." Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 13/3/2014 tarihli ve E.2013/13199, K.2014/1689 sayılı ilamıyla onanmıştır. Başvurucu 20/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. (Ek cümle: 18/6/2014 – 6545/66 md.) Ancak, uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen veya satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren veya satan kişiye verilecek hapis cezası on beş yıldan az olamaz.(4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.” 4/12/2004 tarihli 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun başvuruyu ilgilendiren hükümlerinin ilgili kısımları şöyledir:"Madde 209 - (1) Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.Madde 210 - (1) Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.Madde 211 - (1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse, b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse, c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa, Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.Madde 215 -(1) Suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur.Madde 216 - (1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.Madde 217 - (1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10634
Başvuru, mahkûmiyete esas alınan telefon görüşme kayıtların duruşmada okunmaması ve aleyhte ifade veren tanığın sorgulanmasına fırsat verilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 12/3/2013 tarihinde gözaltına alınmış, 22/5/2013 tarihinde tutuklanmış, 10/6/2013 tarihinde serbest bırakılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda başvurucunun beraatine karar verilmiş, beraat kararı 14/6/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; haksız olarak bir ay tutuklu kaldığını, gözaltına alınmasından ve tutuklu kalmasından dolayı kendi çevresinde iş arkadaşları ve akrabaları arasında büyük sıkıntı yaşadığını ve beraat edene kadar kendisine hep olumsuz tavır alındığını, kendisine suçlu muamelesi yapıldığını, büyük ruhsal çöküntü içine girdiğini, çevresinde sahip olduğu itibarının ve imajının kötü yönde zedelendiğini, tutuklanmadan önce aylık ortalama 000 TL gelir elde etmekte olduğunu belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde tutuklamanın haksız olduğu iddiasını beraat etmiş olmasına dayandıran başvurucu gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırı olup olmadığıyla ilgili bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 29/1/2018 tarihli kararıyla başvurucuya 000 TL manevi tazminat ile 845 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun çalıştığı işyerinden aldığı ücrette gözaltında ve tutuklu kaldığı süre nedeniyle herhangi bir kesinti yapılmadığını, dolayısıyla herhangi bir gelir kaybının bulunmadığını belirterek maddi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 3/4/2018 tarihinde manevi tazminat miktarını 500 TL olacak şekilde düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. A..A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17172
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun Suriye'de hayatını kaybeden oğlunun cenazesini Türkiye'ye getirmesine izin verilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, din ve vicdan özgürlüğü ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Başvurucunun tedbir talebi 1/10/2015 tarihli ara karar ile reddedilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu A.G., başvurucunun beyanına göre mayın patlaması sonucu 21/9/2015 tarihinde Suriye'de hayatını kaybetmiştir. Başvurucu, oğlunun cenazesini Türkiye'ye getirmek için 22/9/2015 tarihinde Suruç Kaymakamlığına başvurmuştur. Başvurusu ile ilgili yazılı bir cevap alamayan başvurucu 22/9/2015 tarihinde yazılı olarak Suruç Kaymakamlığına bir kez daha başvurmuştur. Başvurucu, Suruç Kaymakamlığı kaynaklarından sözlü olarak talebinin kabul edilmeyeceği bilgisini aldığını belirterek 1/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 20/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari YargılamaUsulKanunu'nun" İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı"kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İdari dava türleri şunlardır:a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları..."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15950
Başvuru, başvurucunun Suriye de hayatını kaybeden oğlunun cenazesini Türkiye ye getirmesine izin verilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının, din ve vicdan özgürlüğü ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı işletmek üzere yaptıkları başvurunun idarece reddedilmesi sonrasında idari işlemin iptali için açtıkları davada mahkemenin usulen inceleme yapması gerekirken işin esasını incelediğini ve davayı reddettiğini, bu nedenle kendi mülklerinden yararlanma haklarının ve adil yargılanma haklarının ihlal ettiğini ileri sürerek ihlalin tespitiyle yargılamanın yenilenmesini veya kendilerine uygun tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvuru, 7/2/2013 tarihinde Sakarya İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 17/7/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/8/2014 tarihli görüş yazısı 1/9/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 15/9/2014 tarihinde ibraz etmişlerdir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi Orhan ÇİFTÇİ, kendisine ait Sakarya ili Merkez Adliye köyü G24C13A1A paftada yer alan 890 m2’lik alanda kum-çakıl ocağı işletmek üzere 19/12/2005 tarihinde Sakarya İl Özel İdaresine (idare) başvurmuştur. İl Özel İdaresi, 12/2/2006 tarihli yazısıyla ilgili kurumlardan mevzuatı gereği ruhsat başvurusuna görüş vermesini talep etmiş, 23/6/2006 tarihinde kurum görevlileri araziyi incelemiş ve müteakiben görüşlerini sunmuşlardır. Diğer kurumlar olumlu görüş verirken Tarım İl Müdürlüğü 7/8/2006 tarihli yazıyla Toprak Koruma Kurulu’nun 2/2 nolu kararı gereği olumsuz görüş bildirmiş ve İl Özel İdaresi de başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucuların murisi 4/10/2006 tarihinde Sakarya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) yönetmelik gereği kurum görüşlerinin 30 gün içinde bildirilmesi gerektiği, görüş bildirilmemesi halinde olumlu görüş olarak değerlendirileceği, Tarım İl Müdürlüğünün üç ay sonra olumsuz görüş bildirmesinin mevzuata aykırı olduğu, uyuşmazlık konusu alanda komşu parsellerde kum-çakıl ocağı işletildiği ve idarenin işleminin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla idari işlemin iptali için dava açmıştır. Mahkeme, 14/12/2007 tarihinde bilirkişi eşliğinde dava konusu taşınmazda keşif yapmıştır. Bilirkişilerce hazırlanan 2/1/2008 ve 4/4/2008 tarihli raporlarla arazinin Sakarya Nehri kıyısındaki alanın alüvyonlu toprak bölümünün tarım açısından elverişli toprak olduğu, bu toprağın alınması halinde kum-çakıl açısından potansiyel rezerv oluşturduğu, aynı ada içinde kum-çakıl ocağı bulunduğu, dava konusu taşınmazlardan 28, 29, 31, 32 numaralı parsellerin koruma bandı dışında kalan kısımları, haritada ocak alanı olarak gösterilen 25, 26, 38, 40, 42, 44, 45 numaralı parseller ile park ve depolama alanı olarak gösterilen 37 numaralı parselin tarım arazisi niteliğinde olduğu, toplam 890 m2 genişliğindeki taşınmazın 000 m2’lik alan dışında kalan büyük kısmının tarım arazisi niteliğinde olduğu, kum-çakıl ocağı işletilmesi halinde tarım arazisi niteliğinin ortadan kalkacağı ve çevresindeki parselleri olumsuz etkileyeceği DSİ koruma bandında yer alan kısımdan kontrollü biçimde malzeme alınması durumunda çevre arazilerin tehdit edilmeyeceği şeklinde görüş verilmiştir. Mahkeme, 5/6/2008 tarih ve E.2006/244, K.2008/476 sayılı kararıyla bilirkişi raporuna atıf yaparak ve arazinin büyük kısmının tarım arazisi niteliğinde olduğu ve ruhsat istenen alan bütün olarak değerlendirildiğinde bu haliyle ruhsat verilmesi durumunda tarım arazilerinin zarar göreceği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Başvurucuların murisi Orhan ÇİFTÇİ 26/3/2009 tarihinde vefat etmiştir. Temyiz edilen kararı inceleyen Danıştay Dairesi 22/3/2012 tarih E.2008/8775, K.2012/1227 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını usul ve yasaya uygun olduğu ve bozulmasını gerektirir bir neden olmadığı gerekçesiyle onamıştır. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 16/11/2012 tarih ve E.2012/5153, K.2012/9524 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşen karar başvuruculara 22/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 7/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nun maddesinin fıkrası şöyledir:“Madencilik faaliyetlerinin yapılması ve ruhsatlandırma işlemlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak yeni verilecek ruhsat alanlarına maden işletme yöntemi, faaliyetin yapıldığı bölge, madenin cinsi, yapılacak yatırımın çevresel etkileri, şehirleşme ve benzeri hususlar dikkate alınarak, temdit talepleri dahil ruhsat verilen alanlarda kazanılmış haklar korunmak kaydıyla, ilgili kurumların görüşleri alınarak Bakanlık tarafından kısıtlama getirilebilir.” 3213 sayılı Kanun’un maddesinin fıkrası şöyledir:“ Grup (a) bendi madenler için alanlar il özel idarelerince ihale edilerek işletme ruhsatı verilir. İhale edilecek alanlar Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınarak belirlenir…” 3/2/2005 tarih ve 25716 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Maden Kanunu’nun I (A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği’nin ruhsat başvurusunun yapıldığı dönemde yürürlükte bulunan maddesinin fıkrası şu şekildedir:“Kendi mülkü içinde I (a) Grubu maden ruhsatı almak isteyen gerçek veya tüzel kişiler,İl Özel İdaresine ilk müracaat harcı ile müracaat ederek ruhsat talebinde bulunur. İl özel idaresince Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınarak bu alanların yerinde tetkiki için ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yetkililerinden oluşan bir heyet oluşturulur. Bu heyet tetkik sonucu yazılı görüşlerini otuz gün içinde il özel idaresine bildirir. Bu süre içinde görüş bildirilmemesi olumlu görüş olarak değerlendirilir. Yapılan incelemelerde uygun görülen alanlara ihale edilmeden ruhsat verilir…” 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun maddesinin fıkrası şöyledir:“Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz…”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1301
Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı işletmek üzere yaptıkları başvurunun idarece reddedilmesi sonrasında idari işlemin iptali için açtıkları davada mahkemenin usulen inceleme yapması gerekirken işin esasını incelediğini ve davayı reddettiğini, bu nedenle kendi mülklerinden yararlanma haklarının ve adil yargılanma haklarının ihlal ettiğini ileri sürerek ihlalin tespitiyle yargılamanın yenilenmesini veya kendilerine uygun tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.
0
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/3824 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/3824 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3824
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemesince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16898
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 27/1/2017 tarihinde iddianame düzenlemiş; iddianamede özetle ByLock kullanıcısı olması neticesinde üzerine atılı suçu işlediğini iddia etmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 10/2/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda -diğerlerinin yanı sıra- İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü KOM Şube Müdürlüğüne müzekkere yazılarak başvurucu hakkında ByLock kaydı bulunup bulunmadığı, ByLock kaydı var ise kişinin bu sistemi kullanarak yaptığı her türlü haberleşme, yazışma ve işlemin çözümlenmiş dökümünü gösteren analiz raporunun istenmesine, Bilgi ve Teknoloji Kurumuna (BTK) müzekkere yazılarak başvurucunun ByLock IP adreslerine erişim sağlayıp sağlamadığının sorulmasına karar verilmiştir. Duruşma on iki celsede bitirilmiştir. Birinci ve dördüncü celseler arasında Mahkemece eksikliklerin giderilmesi amacıyla usule ilişkin işlemler yapılmıştır. Beşinci celsede BTK'ya yazılan müzekkereye cevap verilmiştir. BTK tarafından gönderilen CD içeriğinde başvurucunun ByLock programına ..66 No.lu telefonundan 16/10/2014-30/4/2015 tarihleri arasında toplam 692 kez bağlantı sağlandığı belirtilmiştir. Aynı celsede duruşma salonunda hazır edilen tanık T.A. Mahkemece dinlenilmiştir. Tanık T.A. alınan beyanında, Temmuz 2013'te görev yaptığı Erzincan'dan İstanbul'a kriminal kursuna geldiğini, geldiği tarihten itibaren iki ay kadar İstanbul'da kaldığını, bu iki aylık dönemde dört beş kez sohbete gittiğini, bu gidişlerde genel olarak başvurucuyu da gördüğünü, iki ay sonra tekrar Erzincan'a döndüğünü, Erzincan'a döndükten sonra başvurucuyla bir daha görüşmediğini, 17-25 Aralık sürecinden sonra sohbetlere gitmeyi bıraktığını ifade etmiştir. Mahkemece tanık E.İ.nin istinabe yoluyla dinlenilmesine karar verilmiştir. Altıncı celsede Mahkemece, eksikliklerin giderilmesi amacıyla usule ilişkin işlemler yapılmıştır. Yedinci celsede tanık E.İ.nin bilgi ve görgüsünün tespiti içinyazılan talimata ikmalen cevap verilmiştir. Tanık E.İ.nin istinabe yoluyla alınan beyanında başvurucuyu tanıdığını, 2013-2015 yılları arasında İstanbul'a Kriminalde çalıştığı dönemde sohbetlere katıldığını, başvurucuyu da bu sohbetlerde gördüğünü, sohbetlerde Fethullah Gülen'in kitaplarının okunup videolarının izlettirildiğini ifade etmiştir. Sekizinci, dokuzuncu ve onuncu celselerde eksikliklerin giderilmesi amacıyla Mahkeme, usule ilişkin işlemler yapmıştır. On birinci celsede iddia makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. Mahkeme, başvurucu ve müdafiinin süre talebinin kabulüne ve duruşmanın yeni celsesinin 13/11/2017 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. On ikinci celsede başvurucu; müdafiinin de hazır bulunmasıyla esas hakkında mütalaaya karşı savunmasını yapmıştır. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan alt sınırdan uzaklaşarak 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararda, başvurucunun; FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün en çok önem verdiği emniyet teşkilatında polis olarak çalıştığı, kullanmakta olduğu telefon hattı ile16/10/2014 ile 30/4/2015 tarihleri arasında ByLock sağlayıcısına bağlandığı, teknik olarak toplam 1692 sinyal tespiti yapıldığı, tanık olarak dinlenen T.A. ve E.İ.nin beyanlarına göre 2013-2015 yılları arasında sohbet olarak nitelendirilen örgütsel toplantılara katıldığı belirtilerek silahlı terör örgütü üyesi olma suçunun sübut bulduğu kanaatine ulaşıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu; gerekçeli temyiz dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra beyanları hükme esas alınan tanığın duruşmada dinlenilmediğini, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlantı kurulmadığını, soru sorma hakkının kullandırılmadığını belirtmiştir. Bu hüküm, Yargıtay tarafından "tüm dosya kapsamı gözetilerek, diğer delillerin atılı suçun sübutu için yeterli olduğu görülmekle, sanıkların ByLock kullanıcısı olduğunu bildiren ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının dosyaya gelmesi beklenilmeden karar verilmesi sonuca etkili görülmemiş" şeklinde onanmış ve 10/7/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 28/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 14/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak tanık sorgulama hakkı, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25779
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların başvurucu (sanık) tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, hakkında yürütülen ceza yargılaması nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinde öngörülen azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 27/8/2014 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/12/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Silifke Sulh Ceza Mahkemesinin 15/12/2008 tarih ve 2008/769 Değişik İş sayılı kararı ile tutuklanmıştır. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının, 10/1/2008 tarih ve E.2008/1504 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında kamu davası açılmış ve yargılama sonucunda Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 10/3/2011 tarih ve E.2008/47, K.2011/75 sayılı kararı ile başvurucunun kasten adam öldürme suçundan 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay Ceza Dairesinin 28/2/2012 tarih ve E.2011/8175, K.2012/1198 sayılı kararı ile başvurucu hakkındaki mahkumiyet hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma sonrası yargılama sonucunda Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 15/2/2013 tarih ve E.2012/136, K.2013/28 sayılı kararı ile başvurucunun tekrar kasten adam öldürme suçundan 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Temyiz incelemesi neticesinde Yargıtay Ceza Dairesinin 4/6/2014 tarih ve E.2014/1478, K.2014/3383 sayılı kararı ile başvurucu hakkındaki mahkumiyet hükmünün tekrar bozulmasına karar verilmiştir Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/233 Esas sayılı dosyasında 9/7/2014 tarihinde bozma üzerine tensiben yapılan incelemede başvurucunun “ dosyadaki kanıt durumuna göre kuvvetli suç şüphesinin varlığı, atılı suç niteliği ve uygulanması istenen yasa maddelerinde öngörülen ceza miktarına göre kaçma şüphelerinin varlığı ve CMK.nın 100/3-a maddesinde belirtilen tutuklama nedeninin varlığı ve CMK'nın 102/2 maddede belirtilen sürenin dolmadığı gözetilerek, adli kontrolün yeterli olmayacağı da dikkate alınarak” tutukluluk halinin itiraz yolu açık olmak üzere devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluğun devamına ilişkin itirazı, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 22/7/2014 tarih ve 2014/752 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucuya söz konusu karar 8/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 27/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkında, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 30/9/2014 tarih ve E.2014/233, K.2014/288 sayılı kararı ile başvurucunun kasten adam öldürmek suçundan 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, 1/10/2014 tarihinde hakkında verilen kararı temyiz etmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı Kanun’la değişik , ve maddeleri 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir: (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14310
Başvurucu, hakkında yürütülen ceza yargılaması nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinde öngörülen azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
0
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 31/1/2018 tarihinde öğrendikten sonra 1/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Ali Almas başvurunun devamı sırasında vefat etmiş, mirasçısı Murat Almas başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6880
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru zilyetliğe dayalı olarak tasarrufta bulunulan taşınmazların Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 20/9/2013 tarihinde Hazine aleyhine Silivri Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde, atalarından bu yana hem tapulu malları olan hem de zilyedi oldukları iki taşınmazın murisleri adına tespit edildiği hâlde orman olarak Hazine adına tescil edildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme 30/1/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların geçerli tapularının bulunmadığı, tapu almaya matuf kadastro tespitinin Silivri Kadastro Mahkemesinin 17/7/2006 tarihli kararı ile iptal edilerek taşınmazların orman vasfıyla Hazine adına tesciline karar verildiği ifade edilmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucuların dayandığı tapu kaydının harita ve krokisinin bulunmadığını, hudutları itibarıyla bütün köyü kapsadığını, gitti kaydı itibarıyla silsilesinin düzgün olmadığını, kadastro tespitinin itiraz davasında da davalı tarafın dayanağı olmaktan çıktığını ve orman vasıflı arazi bakımından devletin kusursuz sorumluluğundan söz edilemeyeceğini vurgulamıştır. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesince onanmıştır. Onama kararında; kadastro tespitine itiraz davası ile tapu kaydı oluşmadan kadastro tespitinin iptaline karar verildiği, ayrıca tazminat isteğine dayanak yapılan parselin kadastro tespitine esas alınan Ekim 1944 tarihli ve 41 sıra numaralı tapu kaydının malikinin İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü olduğu belirtilmiştir. Ayrıca tazminat isteğine dayanak yapılan taşınmazlar yönünden başvurucular ya da murisleri adına oluşmuş bir tapu kaydı veya tapu sicili bulunmadığından tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zararın söz konusu olamayacağı vurgulanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri, aynı Dairenin 10/11/2016 tarihli kararıyla değeri 390 TL'den az olan davalara ait hükümlerin onanmasına veya bozulmasına ilişkin Yargıtay kararları bakımından karar düzeltme yoluna gidilemeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir. Yargıtay onama ilamı, başvurucular vekiline 24/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 22/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/73177
Başvuru zilyetliğe dayalı olarak tasarrufta bulunulan taşınmazların Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; özel bir hastanede yapılan tedavi masraflarının devlet tarafından karşılanması istemiyle açılan davanın kısmen reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) emekli sigortalısı olan başvurucu, 16/10/2004 tarihinde göğüs ağrısı ve terleme şikâyeti ile H. Acil Ünitesine başvurmuş, burada yapılan muayene neticesinde akut anterior miyokard infarktüsü (kalp krizi) tanısı ile kroner yoğun bakım ünitesine yatırılmıştır. Yapılan anjiyografide başvurucunun bazı damarlarında darlık olduğu saptanmış, bunun üzerine bu darlıklar önce balon ile genişletilmeye çalışılmış, akabinde ise stent implantasyonu işlemi gerçekleştirilmiştir. Stent seçiminde, çıplak metal stenti yerine ilaç salınımlı stent tercih edilmiştir. Başvurucu 20/10/2004 tarihinde yani hastaneye yatırılmasından dört gün sonra genel durumu iyi bir şekilde taburcu edilmiştir. Başvurucu, tedavi sürecinde yaptığı 000 TL'lik masrafların tarafına ödenmesi istemiyle 27/10/2004 tarihinde SGK'ye müracaat etmiştir. Bu müracaat üzerine SGK, başvurucuya 232,315 TL ödemede bulunmuştur. Başvurucu 24/3/2005 tarihli dilekçe ile özetle tedavi ve ilaç masrafı olarak 000 TL ödeme yaptığını, SGK tarafından kendisine toplam 232,315 TL ödeme yapıldığını, Kurum tarafından yapılan ödemenin özel hastanede yapılan masrafın çok altında kaldığını belirterek 768,00 TL.nin SGK'dan tahsil edilerek tarafına ödenmesi istemiyle İstanbul İş Mahkemesinde dava açmıştır. İstanbul İş Mahkemesi, başvurucunun tedavi giderlerini tespit edebilmek amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Başvuru formuna eklenen belgelerden, bilirkişi raporunda 334 TL'si stent bedeli olmak üzere toplam 014 TL'nin başvurucuya ödenmesi gerektiğinin değerlendirildiği anlaşılmaktadır. İstanbul İş Mahkemesi 10/7/2008 tarihli ve E.2005/214, K.2008/354 sayılı karar ile davanın kısmen kabulüne karar vererek 014 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı SGK'dan alınarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Taraflarca temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/3/2010 tarihli ve E.2009/2314, K.2010/2684 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma gerekçesinde, tedavi giderlerine ilişkin 000 TL'lik faturanın 375 TL'lik kısmının ilaç salınımlı stentin bedeli olduğu, bununla birlikte başvurucuya uygulanan tedavinin ve tedavide kullanılan ilaç salınımlı stentin zorunlu olup olmadığı hususunda yerel Mahkemece yeterli bir araştırma yapılmadan hüküm kurulduğu, bu nedenle kardiyoloji uzmanlarından bilirkişi raporu alınarak başvurucuya uygulanan tedavinin ve tedavide kullanılan stentin zorunlu olup olmadığı hususunun saptanması gerektiği, kullanılan stentin zorunlu olduğunun saptanması hâlinde piyasada bulunan en uygun ilaç salınımlı stent bedelinin araştırılarak sonuca gidilmesi gerektiği, bu hususular dikkate alınmaksızın 334 TL stent bedeli üzerinden hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilmiştir.Bozma kararı sonrası yargılamaya devam eden İstanbul İş Mahkemesi, bozma kararı doğrultusunda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Z.B.den başvurucuya uygulanan tedavinin ve tedavide kullanılan ilaç salınımlı stentin gerekli olup olmadığı hususunda rapor tanzim etmesi talebinde bulunmuştur. Bu talep üzerine hazırlanan 3/3/2011 tarihli bilirkişi raporunun sonuç kısmında tedavide ilaç salınımlı stent kullanılmasının doğru bir tercih olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, tedavi masraflarının hesabı için ayrı bir bilirkişi raporu daha almıştır. Bu kapsamda hazırlanan 29/5/2012 tarihli bilirkişi raporunda özetle tıkalı damarların açılmasında kullanılan stentlerin iki türünün bulunduğu, bunlardan birinin çıplak metal stenti, diğerinin ise ilaç salınımlı stent olduğu, ilaç salınımlı stentlerin fiyatının diğerine oranla 8-10 kat daha fazla olduğu, somut olayda hastanın diyabeti olduğundan ilaç salınımlı stent kullanılmasının doğru bir tercih olduğu, bozma kararından önce alınan bilirkişi raporunda334 TL'si stent bedeli olmak üzere tedavi giderlerinin toplam 014 TL olarak belirlendiği, bozma ilamı sadece stent bedeline ilişkin olduğundan diğer uygulama bedellerinin bozmadan önceki raporda tespit edilen miktarlara göre belirlenebileceği, buna göre stent bedeli düşüldüğünde (014 TL - 334 TL) diğer uygulama bedellerinin toplam 680 TL olduğu, yapılan araştırmalarda ilaç salınımlı stent bedelinin 500 USD olduğunun tespit edildiği, bu bedelin karşılığının dava tarihindeki kur esas alınarak hesanlanması sonucunda (500 USD x 3568 + 680) başvurucunun talep edebileceği masrafların toplam 072 TL olarak belirlendiği, bu bedelden SGK tarafından ödenen miktar düşüldüğünde (072 TL - 232 TL) başvurucunun talep edebileceği miktarın 840 TL olacağı belirtilmiştir. Mahkeme 13/12/2012 tarihli ve E.2010/687, K.2012/1026 sayılı karar ile bilirkişi raporlarını hüküm kurmaya yeterli görerek davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve 840 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı SGK'dan alınarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.Başvurucu tarafından temyiz edilen bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/4/2014 tarihli ve E.2013/4681, K.2014/7107 sayılı ilamıyla onanmıştır.Başvurucu 18/6/2014 tarihinde tebliğ edilen bu karara karşı 19/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kanunu'nun "Sağlanan yardımlar" başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sigortalıya, iş kazalariyle meslek hastalıkları sigortası kapsamı dışında kalan hastalıklara da, aşağıda yazılı yardımlar sağlanır:A) Sağlık yardımı yapılması,B) Protez, araç ve gereçlerinin standartlara uygun olarak sağlanması, takılması, onarılması ve yenilenmesi, (Ağız protezlerine ilişkin yardımlar, Kurumca hazırlanacak yönetmelik esasları dahilinde sağlanır.)Protez, araç ve gereç bedellerinin % 20'sini sigortalı öder. Ancak, ilgiliden alınacak katkı miktarı, ödeme tarihindeki 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 33 üncü maddesine göre sanayi kesiminde çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücretin birbuçuk katından fazla olamaz." 506 sayılı Kanun'un "Sağlık yardımlarının kapsamı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hastalık halinde sigortalıya yapılacak sağlık yardımları, sigortalının:A) Hekime muayene ettirilmesi, hekimin göstereceği lüzum üzerine teşhis için gereken klinik ve laboratuvar muayenelerinin yaptırılması ve tedavisinin sağlanması,B) Teşhis ve tedavi için gerekirse sağlık müessesesine yatırılması,C) Tedavisi süresince gerekli ilaç ve iyileştirme vasıtalarının sağlanması, (Ancak, ayakta yapılan tedavilerde verilen ilaç bedellerinin % 20'sini sigortalı öder.) Hallerini kapsar." 506 sayılı Kanun'un maddesinin son fıkrası şöyledir:"Kurum, sigortalının iyileşmesine yarıyacak, yahut iş göremezliğini az çok gidermesi için gerekli görülecek protez araç ve gereçlerini, yukarıda yazılı sağlık yardımları süreleri ile bağlı olmaksızın sağlamak, onarmak ve tesbit edilen süre ve şartlarla yenilemekle yükümlüdür." 16/1/2004 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 86/25348 sayılı mülga Sosyal Sigortalar Kurumu Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) başvurucunun tedavi gördüğü dönemde yürürlükte olan maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kurum sağlık yardımlarından yararlandırılanların ani ve acil hastalığı dolayısıyla Kurum sağlık tesisleri dışında bir sağlık tesisine yatırılması halinde, bu husus raporla tevsik edilmek ve Kurum tarafından kabul olunmak şartıyla;a)Resmi sağlık tesislerinde yapılan tedavi masrafları aynen,b) Tedavi özel sağlık tesislerinde yapılmış ise, Kurum sağlık kuruluşlarında ayakta veya yatırılarak yapılacak muayene ve tedavilerden alınacak ücret tarifesi üzerinden hesaplanmak suretiyle ödenir."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9932
Başvuru, özel bir hastanede yapılan tedavi masraflarının devlet tarafından karşılanması istemiyle açılan davanın kısmen reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını, derece mahkemelerinin formül gerekçelerle tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını, belediye başkanı seçildikten sonra tutuklu bulundurulmalarının siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik bir müdahale olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesi kararının kendisi hakkında uygulanmadığını, yargılama sırasında tabii hakim ilkesinin gözetilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın , , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvuru, 6/1/2014 tarihinde Batman Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 29/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 12/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 12/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 20/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 20/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 31/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 29/3/2009 tarihinde yapılan yerel seçimlerde, Batman Belediye Başkanı olarak seçilmiştir. 24/12/2009 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2009 tarih ve 2009/73 sorgu sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında, örgütün faaliyetlerini düzenlemek suretiyle örgütü yönetme, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun’a muhalefet ile terör örgütü propagandası yapma suçlarını işlediğinden bahisle kamu davası açılmıştır. Başvurucu Anayasa Mahkemesinin 4/12/2013 tarih ve B. No: 2012/1272 sayılı kararına dayanarak, yargılamasının devam ettiği Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinden 6/12/2013 tarihinde tahliyesini talep etmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun talebini 11/12/2013 tarih ve E.2010/444 sayılı kararıyla reddetmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2013 tarihli ret kararına karşı başvurucu, 20/12/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun itirazını 24/12/2013 tarih ve 2013/701 Değişik İş sayılı kararı ile reddetmiştir. Başvurucu anılan ret kararının 2/1/2014 tarihinde kendisine tebliğ edildiğini bildirmiştir. Başvurucu Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 1/7/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu hakkındaki ceza davası ilk derece mahkemesi önünde derdesttir.B. İlgili Hukuk 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; …  Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (Madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/184
Başvurucu, tutuklanmasını haklı gösterecek somut olay, olgu ve bilgi olmadığı halde tutuklandığını, derece mahkemelerinin formül gerekçelerle tahliye taleplerini reddettiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını, belediye başkanı seçildikten sonra tutuklu bulundurulmalarının siyasi faaliyette bulunma hakkına yönelik bir müdahale olduğunu, emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesi kararının kendisi hakkında uygulanmadığını, yargılama sırasında tabii hakim ilkesinin gözetilmediğini ileri sürerek Anayasa’nın 10. , 19. , 37. ve 67. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiş ve tahliye edilerek tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
1
Başvurucu, 17/10/2006 tarihinde açtığı işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 19/12/2013 tarihinde Batman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede dosyanın Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 21/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, işçi alacaklarının tahsili istemiyle 17/10/2006 tarihinde Batman Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi Sıfatıyla) Tüpraş Genel Müdürlüğü aleyhine alacak davası açmıştır. Batman ilinde müstakil İş Mahkemesi kurulması üzerine Batman Asliye Hukuk Mahkemesince 17/11/2006 tarihinde görevsizlik kararı verilmiş, dava dosyası 30/11/2006 tarihinde Batman İş Mahkemesinin 2006/308 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkeme, 25/9/2012 tarih ve E.2006/308, K.2012/1249 sayılı kararla, davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi, 4/11/2013 tarih ve E.2012/27629, K.2013/23207 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararı başvurucuya 10/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 19/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (Bkz. B.No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9582
Başvurucu, 17/10/2006 tarihinde açtığı işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, imar planında kamu kreş alanı olarak ayrılan taşınmazın plan notunda değişiklik yapılarak özel kreş yapılmasına izin verilmesi yönündeki talebin reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuruculara murisleri S.Ç.'den intikal eden başvuruya konu İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Rumeli Hisarı Mahallesi 396 ada 2 parsel numaralı taşınmaz 20/12/1976 onanlı 1/500 ölçekli mevzii imar planının geçerli olduğu alanda avan proje ile kreş alanında bırakılmıştır. Taşınmaz 1/000 ölçekli uygulama imar planıyla 1993 yılında kreş alanı vasfıyla kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Söz konusu taşınmazın 6/5/1984, 25/1/1994 ve 7/10/1999 tarihli imar durumlarında kreş olarak tahsis edildiği belirtilmiş, taşınmaz imar programlarına dâhil edilmemiştir. Murisin özel kreş yapılmasına izin verilmesine dair 13/4/2001 tarihli talebi Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunca kabul edilerek özel kreş binası izni verilmiş ise de ilgili Belediye tarafından izin verilmemiştir. Belediye, söz konusu taşınmaz üzerinde kreşin ancak kamu eliyle yapılabileceği ve bu alanda özel kreş yapılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle 6/8/2002 tarihinde müracaatı reddetmiştir. Muris, bunun üzerine söz konusu işlemin ve dayanağı plan notunun iptali talebiyle dava açmıştır. Davada, mevcut planda taşınmazın yerinin kreş olarak sosyal kamu hizmeti faaliyetine özgülendiği ancak bu doğrultuda bir faaliyetin gerçekleşmediği, bu durumun mülkiyet haklarının özünü ortadan kaldırdığı iddia edilmiş ve plan notundaki "söz konusu kreş alanı kamu eliyle yapılacaktır, özel kreş olarak yapılamaz" ifadesinin iptalini istemiştir. İstanbul İdare Mahkemesi 30/1/2004 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kreşin imar mevzuatında umumi hizmetlere ayrılan alanlar arasında sayılmış olması nedeniyle plandaki amacına uygun olarak kamu eliyle yapılmasının kamu hizmetinin faydalananlara eşit paylaştırılması sonucunu doğuracağı ifade edilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Altıncı Dairesi (Daire) 8/11/2006 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını bozmuş ise de Daire 10/7/2008 tarihli kararıyla bu defa Belediyenin karar düzeltme talebini kabul ederek mahkeme kararını onamış ve karar kesinleşmiştir. Muris, özel kreş yapılabilmesine imkân sağlanması amacıyla plan notunun değiştirilmesi için yaptığı başvurunun ve bunun üzerine açtığı iptal davasının reddedilmesi ve kararın kesinleşmesi üzerine özel kreş inşa edilememesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden bahisle 24/11/2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuru yapmıştır. Başvuru 58220/08 numarasını almıştır. Muris S.Ç. 27/4/2010 tarihinde vefat etmiştir. Akabinde mirasçı olan başvurucular, söz konusu taşınmazı 4/5/2012 tarihinde satmıştır. AİHM 6/10/2016 tarihinde başvurunun kabul edilemez bulunduğuna karar vermiştir. Kararda, mülkiyet hakkı çerçevesinde 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'la kurulan Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvurulması gerektiği ve diğer şikâyetlerin ise muhtelif gerekçelerle kabul edilemez olduğu belirtilmiştir. AİHM'in kararı doğrultusunda başvurucular 18/11/2016 tarihinde Tazminat Komisyonuna başvurarak -AİHM başvuru formuna atıfla- aynı taleplerinin 6384 sayılı Kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasını ve kendilerine 309,74 TL tazminat ödenmesini istemiştir. Tazminat Komisyonu, 4/8/2017 tarihli kararı ile başvurunun reddine karar vermiştir. Komisyon, somut olayda taşınmazın kullanılamaması nedeniyle mülkiyet sahibinde meydana gelen mağduriyetin giderilmesi amacıyla yapılan başvuruda, tazminata hükmedilebilmesi için mülkiyet bağının başvurunun devamı sırasında da olması gerektiği, fakat taşınmazın satılmış bulunması nedeniyle talebin reddedilmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Tazminat Komisyonu, sonuç olarak açıkça temelden yoksun olduğu sonucuna vardığı başvurunun reddine karar vermiştir. Başvurucular, bu karara karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine (Bölge İdare Mahkemesi) itiraz etmiş ve AİHM’e yaptıkları başvurudaki taleplerini yinelemiştir. Bölge İdare Mahkemesinin 28/6/2018 tarihli kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürdükleri taşınmazı satmak suretiyle taşınmazla mülkiyet bağlarını kopardıkları hususunda bir ihtilafın söz konusu olmadığı, dolayısıyla Tazminat Komisyonunca başvurunun reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 24/7/2018 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal (B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-23). Bireysel Başvuru Kararları Anayasa Mahkemesi Hüseyin Ünal, kararında bir taşınmazın uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmasıyla ilgili şikâyeti incelemiştir. Anılan karara konu olayda imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi talebiyle açılan tam yargı davasının reddi üzerine yapılan bireysel başvuruda ölçülülük yönünden yapılan değerlendirmede uygulama imar planının onaylanmasından itibaren beş yıldan fazla süre geçmesine rağmen imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın kamulaştırılmamasının ve herhangi bir tazminat ödenmemesinin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatine ulaşmıştır. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğunu ve müdahalenin ölçülü olmadığını kabul etmiştir (Hüseyin Ünal, §§ 51-62). Anayasa Mahkemesi benzeri bir şikâyeti İbrahim Sözer ve diğerleri (B. No: 2016/10425, 4/4/2019) kararında da incelemiştir. Anılan karara konu olayda imar planında ilköğretim tesis alanı olarak ayrılan taşınmazın kullanılamamasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasının reddi üzerine yapılan bireysel başvuru mülkiyet hakkı yönünden incelemiştir. Sözü edilen davada idare mahkemesi taşınmazın kamu hizmetine ayrılmasına ilişkin imar planının değiştirilmesi talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptal edildiğine, dolayısıyla taşınmazın kamulaştırılması ihtiyacının ortadan kalktığına vurgu yaparak tazminat istemini reddetmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi; imar planı değişikliği talebinin reddine ilişkin işlem iptal edilmiş olsa bile belediyenin yeni bir plan yapmadığını, bu itibarla kısıtlamaların hâlen devam ettiğini belirtmiş, ayrıca başvurucuların sadece kamulaştırma bedelini değil bugüne kadar taşınmazı kullanamamaktan dolayı uğradıklarını öne sürdüğü zararın da karşılanmasını talep ettiğine vurgu yapmış, müdahalenin ölçülü olabilmesi için başvurucular yönünden anılan kısıtlamaların yol açtığı zararların da tazmin edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi sonuç olarak herhangi bir tazminat ödenmemesinin başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediğine işaret ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir (İbrahim Sözer ve diğerleri, §§ 48-52). Nazan Eryiğit (2) (B. No: 2019/18639, 3/3/2022) başvurusunda ise tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle kamulaştırılan taşınmazın kamulaştırmadan önceki dönemde maruz kaldığı kısıtlamalar için tazminat ödenmesi istemiyle açılan tam yargı davasının reddi üzerine yapılan bireysel başvuru mülkiyet hakkı yönünden incelenmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvuruya konu davanın özellikle, taşınmazın kullanılamaması sebebiyle doğduğu ileri sürülen zararların tazminine yönelik olduğuna dikkat çekmiş ve taşınmazın değeri kamulaştırma bedelinin tespiti davasında belirlendiğinden inşaat yasağından kaynaklanan değer düşüklüğüne yönelik şikâyetlerin ancak anılan kamulaştırmaya dair davada ileri sürülmesinin mümkün olduğunu ve olaydaki taşınmazın niteliği -göl mutlak koruma alanında bulunması- hesaba katıldığında güncel kamulaştırma bedelinin ödenmesinin malikin zararını telafi etmeye yeterli görüleceği ifade edilmiştir. Diğer taraftan Ayşe Bulut (B. No: 2018/28925, 11/3/2021) kararında, taşınmaza komşu parselde bulunan ve manzarayı kapatan ruhsata aykırı yapıyı idarenin yıkmamasından dolayı taşınmazın rayiç bedelinin altında satılması nedeniyle zarara uğranıldığı iddiasını incelenmiştir. Olayda rayiç değerin altında satış nedeniyle uğranılan zararın tazmini talebiyle açılan tam yargı davasının reddi üzerine yapılan başvuruda Anayasa Mahkemesi, başvurucunun mağdur sıfatının olduğunu -zımnen- kabul ederek mülkiyet hakkının ihlali iddiasını esastan incelemiştir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin başvurucunun bir zarara uğrayıp uğramadığını tespit etmek için gerekeni yapmadığından mülkiyet hakkının korunmasında usule ilişkin güvencelerin yerine getirilmediği sonucuna varmıştır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), imar planında taşınmazın kamu hizmetine ayrılmasının ve bu çerçevede kamu makamlarının süre sınırlaması olmaksızın herhangi bir zamanda taşınmazı kamulaştırmaya yetkili olmalarının mülkiyet hakkının kullanımını belirsiz ve kullanılamaz hâle getireceğini vurgulamıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 60; Hakan Arı/Türkiye, B. No: 13331/07, 11/1/2011, § 35). Sporrong ve Lönnroth/İsveç kararına konu olayda başvurucuların taşınmazlarının imar planı çerçevesinde kamulaştırılması öngörülerek taşınmazlar için on iki ve yirmi beş yıl süren inşaat yasakları uygulanmıştır. AİHM, bu taşınmazlar henüz kamulaştırılmadığından mülkten yoksun bırakmanın söz konusu olmadığını belirtmiştir. AİHM, gerçek anlamda bir kamulaştırmanın olmadığı ve dolayısıyla mülkiyetin devredilmediği bu gibi durumlarda görünenin arkasına bakılması ve şikâyet edilen hususta gerçek durumun ne olduğunun araştırılması gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, bu bağlamda getirilen kamulaştırma tedbirlerinin taşınmazlar üzerindeki sınırlandırıcı etkilerinden söz etmiş ve bu tedbirlerin taşınmazların değerinde olumsuz etkiye yol açtığını, başvurucuların taşınmazlarından dilediği gibi yararlanmalarının veya taşınmazları kullanmalarının önemli ölçüde kısıtlandığını vurgulamıştır. AİHM bu gibi kamulaştırma izinlerinin genel kamulaştırma sürecinin ilk aşaması olması nedeniyle kontrol amacı da gütmediğini belirterek müdahaleyi, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiştir. AİHM sonuç olarak kamulaştırma tedbirlerinin uygulandığı sürenin uzunluğu ve bu süre içinde getirilen kısıtlamalar nedeniyle başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varmıştır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 56-75). AİHM kararda, İsveç hukukunda başvurucular için bir tazminat yolunun öngörülmediğine de dikkat çekmiştir (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, §§ 71, 73). Hakan Arı/Türkiye kararına konu olayda, başvurucunun taşınmazı 2002 yılında yapılan uygulama imar planında okul alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucu, taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi istemiyle Mersin Belediyesine başvurmuştur. Belediye; taşınmazın kamu hizmetine ayrıldığını ve kamulaştırılmasına dair karar alındığını, imar durumunun değiştirilmesinin mümkün olmadığını belirterek talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu, bunun üzerine mülkiyet hakkından dilediği gibi yararlanamaması nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini amacıyla 2003 yılında tazminat davası açmıştır. Derece mahkemeleri, taşınmaz okul alanı olarak ayrılmışsa da dava tarihi itibarıyla taşınmaz üzerinde idarenin fiilî müdahalesi bulunmadığından tazminat ödenmesinin hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir (Hakan Arı/Türkiye, §§ 6-24). Söz konusu başvuruda hükümet, başvuranın idari mahkemeler önünde iptal davası açması gerektiğini ileri sürmüş ise de AİHM başvurucunun, uğradığı zararın giderilmesi bakımından iç hukuktaki mahkemelerde açtığı maddi ve manevi tazminat davası ile iç hukuk yollarını tüketmiş sayılacağını belirterek söz konusu itirazı reddetmiştir. AİHM, öncelikle taşınmazın imar planında okul alanı olarak ayrılmış olmasının hem getirdiği inşaat yasağına hem de taşınmazdan dilenildiği gibi yararlanılmasına engel olacak nitelikteki sınırlamalara dikkat çekerek somut olayda mülkiyet hakkına müdahale edilmiş olduğunu kabul etmiştir. AİHM, söz konusu müdahalenin taşınmazın satış imkânını azalttığını, sonucu itibarıyla taşınmazın değerini hatırı sayılır ölçüde düşürdüğünü ve başvurucunun uğradığı kaybın tazminatla giderilmemiş olduğunu vurgulamış ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Hakan Arı/Türkiye, §§ 41-47). Diğer taraftan benzeri şekilde imar planında yeşil alan olarak ayrılan taşınmazı kullanmaması ve taşınmazın kamulaştırılmaması nedeniyle yapılan bireysel başvuruda AİHM başvurucunun idari mahkemeler önünde tam yargı davası yolunu tüketmeden başvuru yaptığı gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Bozkurt/Türkiye, B. No. 38045/05, 2/3/2010). AİHM anılan kararda aynı konuya ilişkin tam yargı davası açılmadan başvuru yapılması nedeniyle kabul edilemez bulduğu Pınar Güngör/Türkiye, (B. No: 46745/99, 6/3/2007) ve Gülizar Öz/Türkiye (B. No: 40687/98, 1/7/2004) kararlarını hatırlatmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30042
Başvuru, imar planında kamu kreş alanı olarak ayrılan taşınmazın plan notunda değişiklik yapılarak özel kreş yapılmasına izin verilmesi yönündeki talebin reddi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, Cumhuriyet savcılığı göreviyle ilgili olarak Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından hazırlanan soruşturma dosyasının disiplin yönünden gereğinin takdiri için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sunulmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada verilen karar ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle Anayasa'nın maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2013 tarihinde Çorlu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 13/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Bakanlığa başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık 27/3/2014 tarihli yazısında benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda sunulan görüşlere atıf yaparak ayrıca görüş sunmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında yürütmekte olduğu Cumhuriyet savcılığı göreviyle ilgili olarak Bakanlık tarafından disiplin soruşturması başlatılmış ve yürütülen soruşturma neticesinde davacıya isnat edilen fiiller için hazırlanan soruşturma dosyası, disiplin yönünden karar verilmek üzere 22/11/2006 tarihli işlemle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna (HSYK) tevdi edilmiştir. HSYK tarafından yapılan değerlendirme sonucu başvurucu, kınama cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, hakkında hazırlanan soruşturma dosyasının disiplin yönünden gereğinin takdiri için HSYK’ya sunulmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle Rize İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkemenin 3/11/2009 tarihli ve E.2008/617, K.2009/630 sayılı kararında idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçe kısmı şöyledir:"Yukarıda yer verilen Anayasa ve Yasa hükümlerinden de anlaşılacağı üzere hâkimler ve savcılar hakkında Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan disiplin soruşturması dosyasının tek başına icrai bir işlem niteliğinde olmadığı, hazırlayıcı ön bir işlem niteliğinde hukuki bir nitelik taşıdığı, hazırlanan disiplin soruşturması raporu üzerine hakim ve savcıların eylem ve işlemlerinden dolayı disiplin cezası vermeye yetkili tek organ olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından bir karar alınıp disiplin cezası verilmediği sürece yapılan soruşturmanın ve hazırlanan soruşturma raporunun hukuki bir geçerliliği ve ilgililer üzerinde bir yaptırımı olamamaktadır. Dolayısıyla hakimler ve savcılar hakkında hazırlanan disiplin soruşturması dosyası ve bunun Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na sevki işlemi ancak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu konuda bir karar verilmesi ile hukuki sonuç doğurabilen işlemlerdir.Bu durumda, davacı tarafından dava konusu edilen hakkında davalı idare tarafından yürütülen soruşturma sonucunda hazırlanan soruşturma dosyasının disiplin yönünden gereğinin takdiri için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na sevkine ilişkin işlem, 2577 sayılı Kanun 'un 14/d maddesi uyarınca idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem niteliğinde olmadığından, aynı Kanun'un anılan 15/b maddesi uyarınca açılan davanın reddi gerekmektedir." Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay Onikinci Dairesinin 27/12/2012 tarihli ve E.2010/987, K.2012/12408 sayılı kararıyla onanmıştır. Karar, başvurucuya 12/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu tarafından karar düzeltme kanun yoluna başvurulmamıştır. Başvurucu 19/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:a) Görev ve yetki,b) İdari merci tecavüzü,Ehliyet,İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,Süre aşımı,Husumet,3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,Yönlerinden sırasıyla incelenir.” 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine karar verilir." 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun maddesi şöyledir:"Hakim ve savcılara; sıfat ve görevleri gereklerine uymayan hal ve hareketlerinin tespit edilmesi üzerine durumun niteliğine ve ağırlık derecesine göre, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca aşağıda yazılı disiplin cezalarından biri verilir:Uyarma,Aylıktan kesme,Kınama,Kademe ilerlemesini durdurma,Derece yükselmesini durdurma,Yer değiştirme,Meslekten çıkarma.(Değişik fıkra: 12/02/1989 - KHK-360/4 md; Aynen Kabul: 24/01/1990 - 3611/4 md.) Adalet Komisyonu başkanları görev yaptıkları yargı çevresi içindeki hakimlerin; ağır ceza Cumhuriyet başsavcıları ise merkezdeki Cumhuriyet savcıları ile bağlı ilçe Cumhuriyet başsavcı ve Cumhuriyet savcılarının; öğrendikleri disiplin cezasını gerektiren eylemlerini Adalet Bakanlığına bildirirler." 2802 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Hâkim ve savcılar hakkında tamamlanan soruşturma evrakı Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilir. Bu Genel Müdürlük tarafından yapılacak inceleme sonunda düzenlenecek düşünce yazısı üzerine kovuşturma yapılmasına veya disiplin cezası uygulanmasına gerek olup olmadığı Bakanlıkça takdir edilerek evrak ilgili mercilere tevdi olunur veya işlemden kaldırılır."
Kapsam dışı haklar
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4554
Başvuru, Cumhuriyet savcılığı göreviyle ilgili olarak Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından hazırlanan soruşturma dosyasının disiplin yönünden gereğinin takdiri için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sunulmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada verilen karar ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, derece ve kademe hesabının daha önceki çalışma süreleri dikkate alınmadan yapılması nedeniyle eşitlik ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, çalışmakta olduğu Ayancık Kereste Fabrikasının özelleştirilmesi üzerine ilgili kanun uyarınca Karayolları Genel Müdürlüğünde işe başlatılmış fakat özlük haklarının hesabında başvurucunun daha önce anılan Fabrikadaki kıdemi dikkate alınmamıştır. Başvurucu daha önce çalıştığı süreler dikkate alınarak intibakının yapılmaması nedeniyle dava açmıştır. Başvurucunun davası Kastamonu İş Mahkemesi tarafından reddedilmiş ve ret kararı Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından 24/12/2018 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Yargıtay onama ilamı başvurucunun avukatına elektronik tebligat (e-tebligat) usulüyle tebliğ edilmiştir. Söz konusu e-tebliğ mazbatasında 15/1/2019 tarihinde ilgili tebligatın alıcı için ayrılmış tebligat hesabına başarılı bir şekilde konduğu ve aynı tarihte tebligatın alıcısı tarafından açıldığı, 20/1/2019 tarihinde ise tebligatın alıcının hesabına iletilmesini müteakip mevzuat gereği belirlenen süre sonunda otomatik olarak okunmuş sayıldığı bilgisi yer almaktadır. Başvuru konusu yargılama dosyasına eklenen,Posta ve Telgraf Teşkilatı (PTT) veri tabanından söz konusu tebligata dair yapılan sorgulama raporunda da tebligatın 15/1/2019 tarihinde alıcısı tarafından açıldığı bilgisi yer almaktadır. Başvurucu bireysel başvuru formunda, başvuru konusu yargılama sürecine ilişkin nihai karar olan Yargıtay onama ilamından 20/1/2019 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 15/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun "Elektronik Tebligat" başlıklı 7/a maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır. ...Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.” 6/12/2018 tarihli ve 30617 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Elektronik Tebligat Yönetmeliği'nin maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Bu Yönetmelikte geçen;...b) Delil kaydı: Tebligatın; tebligat çıkarmaya yetkili makam ve merciden Ulusal Elektronik Tebligat Sistemi (UETS) tarafından teslim alındığına, muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştığına, okunduğuna ve usulen tebliğ edilmiş sayıldığına dair üretilen ve elektronik sertifika ile imzalanmış kayıtları,...ifade eder." Anılan Yönetmelik'in "Elektronik tebligatın hazırlanması ve muhataba ulaştırılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...(4) Gerek UETS içi ve gerekse sistemler arası entegrasyon yoluyla yapılan tebligata ait delil kayıtları, elektronik tebligat mesajının tamamının ulaştığı anda üretilir....(6) Elektronik yolla tebligat, muhatabın elektronik tebligat adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda yapılmış sayılır." Adalet Bakanlığı (Bakanlık) tarafından anılan Yönetmelik uyarınca hazırlanan "Ulusal Elektronik Tebligat Sistemi ile İlgili Teknik Kriterlere İlişkin Usul ve Esaslar" düzenlemesinin "Deliller" başlıklı maddesinin ilgili kısımları şu şekildedir:" (1) UETS süreci işleyişi içerisinde aşağıdaki deliller oluşturulacaktır.a. Tebligat kabul edildi (SubmissionAcceptanceRejection:Acceptance): Gelen iletinin gerekli kontroller sonrası muhatap hesabına teslim edilmek üzere UETS tarafından teslim alındığının delilidir.b. Tebligat kabul edilmedi (SubmissionAcceptanceRejection:Rejection): Gelen tebligatın içinde virüs olması, gönderici tarafından hazırlanan paketteki özet değerinin UETS’ye gelen paketin özet değeri ile tutarsız olması, gönderilebilecek ileti büyüklüğünden daha büyük değerde ileti gönderilmiş olması gibi durumlarda, UETS tarafından gönderinin kabul edilmediğine dair üretilen delildir.c. Tebligat teslim edildi (DeliveryNonDeliveryToRecipient:Rejection): Tebligatın alıcı için ayrılmış tebligat alanına (hesabına)başarılı bir şekilde konulduğuna veya sadece PTT UETS Bilişim sistemi ile hesap sahibinin bilişim sistemi arasındaki entegrasyon ile tebligatlarını alan hesap sahiplerine başarılı bir şekilde aktarıldığına dair oluşturulan delildir.d. Tebligat teslim edilmedi(DeliveryNonDeliveryToRecipient:NonDelivery): Tebligatın alıcı için ayrılmış tebligat alanına (hesabına) konulamadığına veya sadece entegrasyon ile tebligatlarını alan hesap sahiplerine 24 saat içinde başarılı bir şekilde aktarılamamasına dair oluşturulan delildir.e. Tebligat okundu (RetrievalNonRetrievalByRecipient:Retrieval): Tebligatın, alıcısı tarafından açıldığında oluşturulan delildir.f. Tebligat okundu kabul edildi(RetrievalNonRetrievalByRecipient:RetrievalTimeout): Tebligatın, alıcının hesabına iletilmesini müteakip mevzuat gereği belirlenen süre sonunda otomatik oluşturulan delildir."
Ayrımcılık yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6266
Başvuru, derece ve kademe hesabının daha önceki çalışma süreleri dikkate alınmadan yapılması nedeniyle eşitlik ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22905
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Türkiye İş Bankası A.Ş. Şubelerince (başvurucular), çalışanlarına çeşitli menfaatler sağlamak üzere kurulmuş olan Türkiye İş Bankası A.Ş. Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfına (Vakıf) şubeler itibarıyla yapılan katkı payı ödemelerinin vergi müfettişlerince yapılan vergi incelemesi sonucunda ücret olarak değerlendirilmesi dolayısıyla şubeler adına tarh edilen gelir vergisi ve damga vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezalarına karşı açılan davaların reddi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli listede sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun A sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2015/356 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonlarca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/6/2016 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 2/8/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucu şubelerden bir kısmı, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını süresi içinde ibraz etmişlerdir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye İş Bankası (Banka) nezdinde 2007-2011 yılları arası dönem için yapılan vergi incelemesi sonucunda düzenlenen 23/11/2012 tarihli ve 2012-B-585/8 sayılı vergi tekniği raporunda özetle "Munzam Sandık Vakfının 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun geçici maddesine göre kurulmadığı, Bankaya ait geçici maddeye göre kurulan başka bir sandığın bulunduğu, dolayısıyla Munzam Sandığın bu sandığın sağladığı haklara ek haklar sağladığı ve bu sebeple özel sigorta fonksiyonu gördüğü, Munzam Sandığın ana finansman kaynağının çalışanlardan ve Bankadan sağlanan katkı payları olduğu, dolayısıyla Vakıf tarafından çalışanlara sağlanan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, bu yönüyle Banka katkı payının işçilere sağlanan menfaatlere ilişkin işveren payı olarak algılanması gerektiği, Banka katkı payının hesabında çalışanların emekliliğe esas maaş ve ikramiye paylarının dikkate alındığı ve bundaki amacın her bir çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarını belirlemek olduğu, Banka katkı payı ödemelerinden esas yararlananın çalışanlar olduğu Munzam Sandığın sadece buna aracılık ettiği" gerekçeleriyle Bankanın muhtelif şubeleri tarafından yapılan ödemelerin ücret mahiyetinde olduğu ve bu ödemelerin 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinde yazılı şartları taşımaması nedeniyle ücret matrahından indirilemeyeceği sonucuna varılmış; bu ödemeler üzerinden gelir vergisi kesilerek beyan edilip ödenmediği gerekçesiyle cezalı gelir vergisi tarhiyatları ve bu katılım payları ödemelere ilişkin belgelerde gösterilmediğinden damga vergisi matrahının eksik hesaplandığı gerekçesiyle de cezalı damga vergisi tarhiyatları yapılmış ve Bankanın muhtelif şubelerine tebliğ edilmiştir. Banka tarafından muhtelif şubeleri adına bu tarhiyatlara karşı Vakfa ödenen katkı paylarının ücret sayılamayacağı iddiasıyla vergi mahkemelerinde çok sayıda dava açılmıştır. Bu davaların çoğu reddedilmiş, bazı davalar vergi mahkemelerince kabul edilse de bu kararların bir kısmı üst derece mahkemeleri olan bölge idare mahkemelerince bozularak esastan reddedilmiştir. Bir kısmı da üst derece mahkemesi olan Danıştay Üçüncü ve Dördüncü Dairelerince 2013 yılının değişik tarihlerinde verilen kararlarda esastan reddedilmeleri gerektiği gerekçesiyle bozulmuş olup derdesttir. İlk derece aşamasında davaları kabul eden vergi mahkemelerinin kararları ile emsal niteliğindeki Danıştay Dördüncü Dairesinin 14/11/2013 tarihli ve E.2013/5743, K.2013/7966 sayılı oyçokluğu ile verilen kararına katılmayan üyelerin karşıoy yazılarında özetle "…katkı payı ödemesinin kaynağının Vakıf senedi olduğu, Vakfın fonksiyonunun çeşitli sosyal güvenlik yardımlarının sağlanması olduğu, koşulların gerçekleşmesi halinde çalışanlara sağlanan faydanın ücret olarak değerlendirilemeyeceği, katkı payının hesaplanmasında işçi ücretlerinin baz alınmasının bir sigorta primi hesaplama tekniği olup bu şekilde hesaplama yapılmasının katkı payının ücret olarak değerlendirilmesi sonucunu doğurmayacağı, çalışanlara Vakıfça menfaat sağlanmasının tek başına ödemenin ücret olduğunun kabulünü gerektirmeyeceği, sağlanan menfaat üzerinde hukuki ve fiili tasarrufun ne zaman gerçekleştiğinin tespit edilmesi gerektiği oysa menfaatin hangi çalışana ne zaman sağlandığının belli olmadığı, ödemenin yapıldığı tarih itibariyle çalışanın hukuki ve fiili tasarrufunun bulunmadığı, dolayısıyla Banka çalışanlarına doğrudan bir menfaat sağlanmadığı, menfaatin Banka ile çalışan arasındaki iş aktine göre değil, Vakıf ile yararlanan arasındaki hukuki bağa göre sağlandığı, hangi çalışana hangi tutarda menfaat sağlandığı tespit edilemeyeceğinden, menfaatin parayla temsil edilme kabiliyetinin bulunmadığı, Vakfın sağladığı menfaatlerden sadece ücretli olarak çalışanlar değil, Bankanın vakıflarında çalışanlar ve görevinden ayrılanların da yararlandığı, Bankanın katkı payını önce bordroya ekleyip vergi kesmesi sonra da Vakfa ödemesi hususunda yasal bir zorunluluk bulunmadığı, kıyas veya genişletici yorum yoluyla vergi konusunun genişletemeyeceği, aksinin kabulü halinin vergiyi doğuran olayın mahiyetine ve verginin kanuniliği ilkesine aykırı olduğu" gerekçeleriyle davaların kabul edildiği ve aynı gerekçelerle Danıştay incelemesinde bazı üyelerin çoğunluk görüşüne katılmadıkları görülmektedir. Gerek davaların reddine ilişkin vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemeleri kararlarında gerekse emsal niteliğindeki ve kabul yönündeki ilk derece mahkemesi kararlarının bozulmasına ilişkin Danıştay Dördüncü Dairesinin 24/12/2013 tarihli ve E.2013/6879, K.2013/10433 sayılı kararı ile Danıştay Üçüncü Dairesinin 23/12/2013 tarihli ve E.2013/10314, K.2013/6399 sayılı kararında özetle "Kanunun vergiyi doğuran olay olarak nitelendirdiği hukuki durumun özel hukuk işlemi veya tasarrufuyla değiştirilemeyeceği, Banka tarafından Vakfa aktarılan paraların Vakıfta kalmayıp çalışanlara menfaat olarak yansıtıldığı, Vakfın bu işlemde aracılık ettiği, Vakıf tarafından sunulan menfaatlerin bir kısmının Banka tarafından finanse edildiği, Banka katılım payının çalışanların maaş ve ikramiyelerinin belli bir oranı olarak hesaplanması suretiyle her çalışanın elde edeceği menfaatin net tutarının belirlendiği, kayıtların personel bazında tutulduğu ve sağlanan maddi menfaatin bu kişilere münhasır kılındığı, menfaat anlık olarak sunulmasa bile Banka tarafından yapılan ödemelerin kişi bazında izlendiği ve sonuçta koşullar gerçekleştiğinde kişiye ödeme yapıldığı, dolayısıyla ödeme ile kişisel bazda menfaat sağlandığı, Bankanın vakfa ödenen işçi paylarından stopaj yoluyla vergi kestiği bu nedenle tasarruf hakkının bulunduğu, iç ilişkide Bankanın sorumluluğunun çalışana karşı değil de Vakfa karşı olmasının sonucu değiştirmeyeceği, (başvuranlar tarafından aksi yönde Danıştay kararları bulunduğu iddiasına ilişkin olarak) aksi yönde Danıştay kararları bulunsa da, içtihadı birleştirme kararları dışındaki kararların olaya özgü ve tarafları bağlayıcı olduğu, (aksi yönde Maliye Bakanlığı muktezaları bulunduğu iddiasına ilişkin olarak ise) Maliye Bakanlığı muktezalarının mahkemeler açısından bağlayıcılığının bulunmadığı, (Bankanın sosyal güvenlik sistemindeki emeklilik sonrası düzenlemeler dikkate alındığında yapılan stopajın mükerrer vergilemeye sebep olacağı iddiasına ilişkin olarak) farklı dönemlerde farklı vergileme uygulamaları nedeniyle mükerrer vergilemeden söz edilemeyeceği" gerekçeleriyle davaların reddedildiği, vergi mahkemelerinin davaların kabulü yönündeki kararlarının bozulduğu ve Danıştayın bu husustaki içtihadının 2013 yılında verdiği kararlara dayandığı görülmektedir. Ekli tablonun A sütununda numaralarına yer verilen bireysel başvurular, başvurucular tarafından aynı tablonun E sütununda belirtilen mahkemelerde açılan davalara ilişkindir. Tablonun G sütununda başvuru konusu davaların esas numaralarına yer verilmiş olup söz konusu davaların bir kısmı ilk derece yargılamaları aşamasında reddedilmiştir. Diğer bir kısmı ilk derece yargılaması aşamasında kabul edilmiş ise de davalı vergi dairesi başkanlıklarınca yapılan itirazlar üzerine, üst derece mahkemelerince itirazların kabul edilmesiyle bozulmuş ve sonuç olarak söz konusu davaların tümü reddedilmiştir. Davaların reddedildiğine ilişkin nihai kararlar, söz konusu tablonun B sütununda belirtilen tarihlerde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, aynı tablonun C sütununda yer verilen tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk Bkz. Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014;  Türkiye İş Bankası A.Ş. Şubeleri, B. No:2014/6193, 15/10/2015
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/356
Başvuru, Türkiye İş Bankası A.Ş. Şubelerince başvurucular), çalışanlarına çeşitli menfaatler sağlamak üzere kurulmuş olan Türkiye İş Bankası A.Ş. Mensupları Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfına Vakıf) şubeler itibarıyla yapılan katkı payı ödemelerinin vergi müfettişlerince yapılan vergi incelemesi sonucunda ücret olarak değerlendirilmesi dolayısıyla şubeler adına tarh edilen gelir vergisi ve damga vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezalarına karşı açılan davaların reddi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, yeni koronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik tedbirler kapsamında ceza infaz kurumundaki görüşlerin kısıtlanması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/11/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçu kapsamında 10/5/2017 tarihinde tutuklanarak Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) konulmuş ve tahliye olduğu 7/12/2021 tarihine kadar burada tutulmuştur. Türkiye'de ilk kez 11/3/2020 tarihinde görüldüğü açıklanan COVID-19 hastalığının pandemiye dönüşmesi üzerine oluşturulan Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulunun (Bilim Kurulu) tavsiye kararları doğrultusunda Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce (Genel Müdürlük) başsavcılıklara gönderilen 14/3/2020 tarihli yazı ile mahpusların açık ve kapalı görüş haklarının kullanımı ikinci bir yazıya kadar ertelenmiştir. Genel Müdürlükçe 27/3/2020, 11/4/2020, 30/4/2020, 15/5/2020 tarihlerinde başsavcılıklara gönderilen yazılarda da kısıtlamanın aynı şekilde uygulanmasına devam edileceği ifade edilmiştir. Yine Genel Müdürlük tarafından başvurucunun barındırıldığı Ceza İnfaz Kurumuna 16/5/2020 tarihinde gönderilen, mahpusların açık ve kapalı görüş haklarının salgın tedbirleri kapsamında kısıtlanması gerektiğini belirten yazının ilgili kısmı şöyledir:"...Ceza infaz kurumlarının toplu olarak yaşanan yerler olması ve bulaşıcı hastalıklar açısından risk oluşturması nedeniyle 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi, Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün 113 üncü maddesi ve yukarıda belirtilen ilgi yazılar uyarınca ceza infaz kurumlarında özel önlemlerin alınmasına ihtiyaç duyulmuştur. Bu kapsamda ... Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik’in 5 inci maddesi ... uyarınca yaptırılan açık ve kapalı görüşlerin hükümlü ve tutukluların hakları saklı kalmak üzere tüm ceza infaz kurumlarında 2 (iki) hafta süreyle ertelenmesi, zorunluluk arz eden durumlarda Cumhuriyet başsavcılığının yazılı izni ile görüşlerin yaptırılması, yabancı uyruklu olup yurtdışından geldiği anlaşılan kişilerin yapmak istedikleri ziyaretlerin ise süresiz ertelenmesi, bu aşamada avukat görüşlerinin Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulunun tavsiye kararlarında belirtilen (2 metre mesafe, maske takma vb.) sağlık tedbirlerine uyularak yaptırılmasına özen gösterilmesi ..." Genel Müdürlük tarafından gönderilen 29/5/2020 tarihli yazıda açık ve kapalı görüş hakkına yönelik kısıtlamanın mahpusun belirleyeceği bir kişi ile ayda bir kez kapalı görüş yaptırılması şeklinde uygulanacağı ve mahpusların diğer hakları saklı kalmak üzere görüşlerin tüm ceza infaz kurumlarında 15/6/2020 tarihine kadar ertelendiği belirtilmiştir. Genel Müdürlüğün 16/6/2020 ve 30/6/2020 tarihli yazıları ile söz konusu tedbirin aynı şekilde devam edeceği bildirilmiştir. Genel Müdürlüğün 28/8/2020 tarihli yazısı ile kısıtlamanın kapsamı değiştirilmiştir. Söz konusu yazının ilgili kısmı şöyledir:"... Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik’in 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (f) bentleri uyarınca yaptırılan açık ve kapalı görüşlerin 2020 yılı Eylül ayı içerisinde 1-15 Eylül tarihleri arasında 2 yakını ile 1 kez, 16-30 Eylül tarihleri arasında ise 2 yakını ile 1 kez kapalı görüş yaptırılması, hükümlü ve tutukluların hakları saklı kalmak üzere bunun dışındaki diğer ziyaretlerin tüm ceza infaz kurumlarında 1/10/2020 tarihine kadar ertelenmesi, zorunluluk arz eden durumlarda Cumhuriyet başsavcılığının yazılı izni ile görüşlerin yaptırılması, yabancı uyruklu olup yurt dışından geldiği anlaşılan kişilerin yapmak istedikleri ziyaretlerin yaptırılmaması uygulamasına devam edilmesi ..." Başvurucu, kapalı ve açık görüşlerin kısıtlanmasına yönelik alınan kararların yasal dayanağının bulunmadığını ileri sürerek söz konusu uygulamanın kaldırılması talebiyle 14/9/2020 tarihinde infaz hâkimliğine şikâyet dilekçesi sunmuştur. Antalya İnfaz Hâkimliğinin 1/10/2020 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, pandemi nedeniyle Bilim Kurulunun önerisi üzerine getirilen kısıtlamanın 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinde belirtilen ziyaret hakkını ihlal edici nitelikte olmadığı, sağlık açısından zorunlu olduğu, bu nedenlerle kararın usul ve esas bakımından hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun itirazı, Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 6/11/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; ceza infaz kurumunun idari işleyişinin gerektirdiği zorunluluklar kapsamında güvenlik, düzen ve disiplin sağlanması gerekliliklerine uygun ve temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunmayacak şekilde gerçekleştirilen uygulamaya ilişkin olarak İnfaz Hâkimliğince verilen kararın yasaya ve hukuka uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 13/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 30/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi başvurucunun pandemi sürecinde aile fertleriyle yaptığı görüşlerin tarihlerine, türlerine ve sürelerine ilişkin olarak Ceza İnfaz Kurumundan bilgi ve belge talep etmiştir. Gönderilen cevap yazısının ekinde yer alan ziyaret raporuna göre başvurucu, tedbirlerin alınmasından birkaç gün öncesi 11/3/2020 tarihinde anne ve babasıyla görüşmüş, sonraki süreçte 10/6/2020 tarihinde annesiyle, 22/7/2020 tarihinde kardeşiyle, 5/8/2020 tarihinde annesi ve babasıyla, 26/8/2020 tarihinde annesi ve kardeşiyle, 9/9/2020, 23/9/2020 ve 14/10/2020 tarihlerinde annesi ve babasıyla, 28/10/2020 tarihinde annesi ve halasıyla, 11/11/2020 ve 25/11/2020 tarihlerinde eşiyle, 16/12/2020 tarihinde annesi ve babasıyla, 30/12/2020 tarihinde annesi ve kardeşiyle kapalı görüş yapmıştır. Rapora göre başvurucu, 11/3/2020 tarihinden tahliye olduğu 7/12/2021 tarihine kadar bir kez açık görüş yapma hakkından yararlanmış ve bu kapsamda 24/2/2021 tarihinde halasıyla görüşmüştür. A. Ulusal Hukuk 5275 sayılı Kanun'un "Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur ..." 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir... (3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde tutuklular, kurumun bu husustaki genel düzenine uymak suretiyle ziyaretçi kabul edebilirler. Ancak soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkeme, soruşturmanın veya davanın selameti bakımından tutuklunun ziyaretçi kabulünü yasaklayabilir veya bu hususta kısıtlamalar koyabilir." 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları,...ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (c), (d) ve (e) bentleri şöyledir:"(c) Görüşler kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır.d) Kurum idaresinin uygun göreceği bir hafta açık görüş, ayın diğer haftaları kapalı görüş olmak üzere, hükümlü ve tutuklular bu Yönetmelikte belirtilen yakınları ile haftada bir kez olacak şekilde görüşme yapabilir.e) Kurum mevcudu, güvenliği ve düzeni dikkate alınmak suretiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan, hükümlü ve tutuklular için ceza infaz kurumlarındaki açık görüşler idare ve gözlem kurulu kararıyla iki ayda bir yaptırılabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Kapalı görüş" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kapalı görüş, hükümlü ve tutuklular ile ziyaretçilerinin her türlü maddi temasının önlendiği, konuşulanların hazır bulunan görevli tarafından işitilebilecek şekilde izlenebildiği ve ceza infaz kurumu idaresinin bu iş için tahsis ettiği özel bölümde yapılan görüşmelerdir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Açık görüş" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Açık görüş, hükümlü ve tutuklular ile ziyaretçilerinin maddi temasına imkan verecek şekilde, konuşulanların hazır bulunan görevli tarafından işitilebildiği ve izlenebildiği, ceza infaz kurumunun bu iş için tahsis edilmiş özel bölümünde yapılan ziyaret ve görüşmelerdir." 29/3/2020 tarihli ve 31083 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik'in (İnfaz Yönetmeliği) "Bulaşıcı Hastalıklardan Korunma" başlıklı maddesinin ilgili (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kurumda, 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununun 57 nci maddesinde ve 30/5/2007 tarihli ve 26537 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliğinde yer alan hastalık veya durumlardan birisinin çıkması veya çıkma şüphesinin ya da bu türden bir hastalık sebebiyle ölümün meydana geldiği hâllerde durum cezaevi tabibince kurumun en üst amirine bildirilir. Bu bildirimin alınması üzerine kurum en üst amiri durumu gecikmeksizin ilgili mercilere bildirir. ...  (3) Tedaviyi sağlayacak nitelikte özel bölümü bulunmayan kurumlardaki hükümlüler, derhal tedavisinin yapılabileceği sağlık kuruluşuna sevk edilir. Kurum idaresi tarafından, hastalığın yayılmasına engel olmak için gerekli önlemler alınır." 24/4/1930 tarihli ve 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanunu'nun "Memleket dahilinde sari ve salgın hastalıklarla mücadele" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi - paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) - bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak'ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM'e göre suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir hapishane rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması onun Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder ancak kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar, suç ve düzensizliğin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46). AİHM içtihatlarına göre kanunla öngörülme kriteri, kendi içinde üç temel prensibi içermektedir: İlk olarak müdahale teşkil eden eylem, mevzuatta yer alan bir düzenlemeye dayanmalıdır. İkinci olarak bu düzenlemenin mutlaka şeklî anlamda kanunla yapılması zorunlu olmayıp anılan şart, devletin temel hak ve özgürlüklere müdahalesi için kendisine yetki veren bir hukuk kuralının varlığı şeklinde anlaşılmalıdır. Buna göre müdahalenin dayanağını teşkil eden düzenleme, ilgili kişi açısından yeterli derecede ulaşılabilir olmalıdır. Son olarak söz konusu düzenleme, hitap ettiği kişiler bakımından davranışlarını ona göre yönlendirme ve belli şartlar çerçevesinde eylemleri neticesinde meydana gelebilecek sonuçları öngörebilmeye imkân sağlayacak açıklıkta olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 6205/73 ..., 25/3/1983, §§ 86-88). Terheş/Romanya (B. No: 49933/20, 13/4/2021) davasında AİHM, COVID-19 salgınına yönelik tedbirler kapsamında Romanya'da ilan edilen olağanüstü hâl dönemine ilişkin tespit ve değerlendirmelerde bulunmuştur. AİHM; bu kapsamda alınan tedbirlerin sağlık nedeniyle uygulandığını, olağanüstü hâl kararının yerleşik anayasal düzenden farklı şekilde önlemler alınmasına imkân sağlayan özel bir hukuki rejim olduğunu ve devlete bazı temel hakların kullanımının sınırlandırılması yönünde cevaz verdiğini belirtmiştir. AİHM, COVID-19 salgınının yalnızca insanların sağlığı ve yaşamları üzerinde değil ekonomik ve toplumsal anlamda çok ciddi etkilerinin olabileceğini ve bu nedenle öngörülemeyen bir durumun bulunduğunu vurgulamıştır. AİHM, davaya konu olan seyahat yasağını içeren tedbirin ciddi ve acil olduğu kabul edilen sağlık şartları nedeniyle insanların izole edilebilmesi ve salgının önlenmesi amacıyla uygulandığını tespit etmiştir (Terheş/Romanya, §§ 39, 40). Öte yandan Venedik Komisyonunun 8/10/2020 tarihli ve 995/2020 sayılı Avrupa Birliği üyesi devletlerde COVID-19 salgınının sonucu olarak alınan tedbirler ve demokrasi, hukuk devleti ile temel haklara etkileri hakkındaki ara raporunda, üye devletlerin COVID-19 ile mücadele kapsamında uyguladıkları tedbirlerin hukuki çerçevelerine ilişkin açıklamalar yer almaktadır. Söz konusu raporda; üye dokuz ülkenin anayasalarının ilgili hükümlerine istinaden olağanüstü hâl ilan ettiği, beş üye ülkenin dayanağını anayasa yerine kanunlardan alan olağanüstü hâl ilan ettiği, on dört üye ülkenin ise COVID-19 salgını sırasında hukuki olarak olağanüstü hâl ilan etmediği, bu kategorideki birçok ülkenin salgın ile mücadelede olağan mevzuatlarına başvurduğu belirtilmiştir. Ayrıca üye ülkelerin salgınla başa çıkabilmek için anayasal çerçeveleri ülkeden ülkeye farklılık gösteren özel tedbirler aldıkları ifade edilmiştir (Avrupa Birliği ülkelerinde COVID-19 salgını ile mücadelenin hukuki çerçevesi hakkında daha detaylı açıklamalar için bkz. Mustafa Karakuş [GK], B. No: 2020/34781, 17/1/2023, §§ 39-41). Ayrıca Avrupa Parlamentosunun 13/11/2020 tarihli ve 2020/2790 (RSP) sayılı ilke kararında, üye ülkelere COVID-19 ile mücadele tedbirlerini şeffaf bir biçimde almaları ve kamu sağlığına ilişkin olarak vatandaşlarına kapsamlı, güncel, açık ve tarafsız bilgi aktarımını sağlamaları tavsiye edilmiştir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar. ..."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38826
Başvuru, yeni koronavirüs (COVID-19) salgınına yönelik tedbirler kapsamında ceza infaz kurumundaki görüşlerin kısıtlanması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/55676
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ihale yoluyla idareden satın alınan aracın ihtiyati tedbir kararı gerekçe gösterilerek geç tescil edilmesi yüzünden uğranılan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1955 doğumlu olup şehirler arası taşımacılık alanında şoförlük yapmaktadır. 74 BC 072 plakalı kamyon, araç sahibi B.Ç.nin borcu nedeniyle Çerkezköy Vergi Dairesi Müdürlüğünce (Vergi Dairesi) haczedilerek ihale yoluyla satışa çıkarılmıştır. Başvurucu, Vergi Dairesinin 8/7/2008 tarihinde düzenlemiş olduğu açık artırmaya katılarak bu kamyonu satın almıştır. İhalenin kesinleşmesi üzerine başvurucu 21/7/2008 tarihinde Bartın Emniyet Müdürlüğüne aracın trafik siciline tescili için talepte bulunmuştur. Emniyet Müdürlüğü 22/9/2008 tarihli yazı ile aracın tescilinin mümkün olmadığını başvurucuya bildirmiştir. Bu yazıda, Bartın Asliye Hukuk Mahkemesinin 11/4/2008 tarihli kararı uyarınca aracın trafik sicilinde tescil edilmiş bir ihtiyati tedbir şerhinin bulunduğu belirtilmiştir. Ayrıca ihaleyi gerçekleştiren idarenin aracın son takyidat durumu ile ilgili olarak bilgi almadığı ifade edilmiş ve nakil işleminin gerçekleştirilmesi hâlinde araçla ilgili diğer hak sahiplerinin mağdur olabileceği, bunun ise tazminat davalarına ve ilgili memurlar hakkında rücu davalarına neden olacağı açıklanmıştır. Başvurucu, bu idari işleme karşı 11/11/2008 tarihinde Zonguldak İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 4/5/2009 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ihtiyati tedbir kararının rızai alım satımlar için uygulanabileceği, bu tedbir kararının cebri satış suretiyle yapılan ihale sonunda söz konusu aracı tescilden önce edinen başvurucu adına tescil edilmesini engellemediği belirtilmiştir. Karar temyiz edilmemiş, idare bu kararın uygulanması kapsamında 7/9/2009 tarihinde aracı başvurucu adına trafik siciline tescil etmiştir. Başvurucu bu defa satın aldığı aracın yaklaşık bir yıl geç tescil edilmesi nedeniyle uğradığı zararların tazmini için 21/7/2008 tarihinde idareden talepte bulunmuştur. Bu talebe bir cevap verilmemesi üzerine başvurucu 10/9/2009 tarihinde Bartın Valiliği aleyhine aynı Mahkemede tam yargı davası açmıştır. Başvurucu, aracın tamiri için yaptığı masrafın karşılığı olarak 943,52 TL ve idarenin hukuka aykırı işlemi nedeniyle bu aracı bir yıl boyunca kullanamadığı için 000 TL olmak üzere toplam 943,52 TL tutarında maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Mahkeme 28/1/2010 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, idarece yapılan açık artırmada satın alınan aracın tamiri için yapılan harcamanın idarenin hukuka aykırı işleminden kaynaklanmadığı belirtilmiştir. Mahkeme, başvurucunun idarenin hukuka aykırı işlemi nedeniyle aracı bir yıl ticari faaliyette kullanamaması nedeniyle uğradığını belirttiği zarara ilişkin 000 TL tutarındaki maddi tazminat talebini de reddetmiştir. Mahkemeye göre söz konusu aracın bu süre içinde ticari faaliyette kullanılıp kullanılmayacağı, devamlı surette iş bulunup bulunamayacağı ve bu işler için ne miktarda gelir elde edilebileceği kesin olarak belirli olmayıp bu sebeple maddi tazminat talebinin kabulüne imkân bulunmamaktadır. Temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesince 24/4/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 12/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 25/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “Hakim iki taraftan birinin talebiyle davanın ikamesinden evvel veya sonra aşağıda gösterilen hal ve şekillerde ihtiyati tedbirler ittihazına karar verebilir:1 – Menkul ve gayrimenkul malların ayni münazaalı ise bunun haciz veya yeddiadle tevdiine,2 – Münazaalı şeyin muhafazası için lazımgelen her türlü tedbirlerin ittihazına,3 – Kanunu Medeni ile muayyen hallerde nafaka alınmasına,4 – Ayrılık veya boşanma davası üzerine Kanunu Medeni mucibince icap eden muvakkat tedbirlerin ittihazına.” 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"101 ve 102 nci maddelerde gösterilen hallerden başka tehirinde tehlike olan veya mühim bir zarar olacağı anlaşılan hallerde tehlike veya zararı defi için hakim icap eden ihtiyati tedbirlerin icrasına karar verebilir." Bu Kanun'u yürürlükten kaldıran 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"(1) Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir. (2) Birinci fıkra hükmü niteliğine uygun düştüğü ölçüde çekişmesiz yargı işlerinde de uygulanır." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi şöyledir:"İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır." 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Araç sahipleri araçlarını yönetmelikte belirtilen esaslara göre yetkili kuruluşa tescil ettirmek ve tescil belgesi almak zorundadırlar." 2918 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Tescil süreleri, satış ve devirler, noterlerin sorumluluğu ile ilgili esaslar şunlardır:a) Araç sahipleri, (Değişik: 13/2/2011-6111/55 md.) Tescili zorunlu ve ilk tescili yapılacak olan araçların satın alma veya gümrükten çekme tarihinden itibaren üç ay içinde tescili için; bunların hurda durumuna gelmesi hâlinde ise bir ay içinde tescilin silinmesi için ilgili trafik tescil kuruluşuna veya Emniyet Genel Müdürlüğünün belirleyeceği kamu kurum veya kuruluşları ile gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerine başvurmak, (Değişik: 2/4/1998 - 4358/3 md.) Tescilin yapılması veya silinmesi için vergi kimlik numarası ile yönetmelikte belirtilen bilgi ve belgeleri sağlamak,Zorundadırlar....d) (Değişik: 24/12/2009-5942/1 md.) Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi, gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması halinde, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılır. Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersizdir... ...Haciz, müsadere, zapt, buluntu, trafikten men gibi nedenlerle; icra müdürlükleri, vergi dairesi müdürlükleri, milli emlak müdürlükleri ile diğer yetkili kamu kurum ve kuruluşları tarafından satışı yapılan araçların satış tutanağının bir örneği aracın kayıtlı olduğu trafik tescil kuruluşlarına üç işgünü içerisinde gönderilir. Aracı satın alanlar gerekli bilgi ve belgeleri sağlayarak ilgili trafik tescil kuruluşundan bir ay içerisinde adlarına tescil belgesi almak zorundadırlar. Alıcıların tescil belgesi almak için süresinde başvurmamaları halinde bu araçları alıcıları adına re’sen kayıt ve tescil ettirmeye Emniyet Genel Müdürlüğü yetkilidir. Bu bendin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye İçişleri ve Maliye Bakanlıkları yetkilidir......" 2918 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:Tescil edilen araçlar, "Tescil Belgesi" ve "Tescil Plakası" alınmadan karayollarına çıkarılamaz. (Ek cümle: 13/2/2011-6111/56 md.) Ancak, ilk tescili yapılan araçlar için düzenlenen tescile ilişkin geçici belgelerin geçerlilik süresi içinde, tescil belgesi alma zorunluluğu aranmaz."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mal varlığına ihtiyati tedbir uygulanmasını mülkiyet hakkına müdahale olarak değerlendirmiştir. Poiss/Avusturya (B. No: 9816/82, 23/4/1987) kararında, tarım arazilerine ilişkin bir planlama çerçevesinde taşınmazların geçici olarak devri şeklinde bir tedbirin uygulanmasıyla başvurucunun taşınmazını geçici olarak kullanmasının ve taşınmazından tasarruf etmesinin önüne geçildiği belirtilerek başvuru mülkiyetten barışçıl yararlanmaya ilişkin birinci kural çerçevesinde incelenmiştir. AİHM sonuç olarak başvuruya konu tedbirin yirmi dört yıl boyunca devam etmiş olduğuna dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (Poiss/Avusturya, §§ 61-70). Köktepe/Türkiye (B. No: 35785/03, 22/7/2008) kararına konu olayda ise orman idaresince açılan bir davada uyuşmazlık konusu taşınmazın tapu kaydına konulan ihtiyati tedbir şerhinin mülkiyet hakkı bakımından sonuçları tartışılmıştır. AİHM; derece mahkemelerinin anayasal gerekçelerle başvurucunun mülkünün bir bölümüne tahdit getirdiğini, bu mahrumiyetin doğanın ve çevrenin korunması şeklindeki kamu yararına dayalı meşru bir amacının bulunduğunu, dolayısıyla hukuka aykırı ve keyfî hiçbir işlem bulunmadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM, başvurucunun taşınmazı 1993 yılında iyi niyetle edindiğini vurgulamıştır. Mülkiyet hakkına yapılan bu müdahaleye karşın iç hukukta etkin bir tazminat yolunun mevcut olmadığı ise kararda özellikle belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun mülkiyet hakkından yararlanmasının engellendiği hâlde bir tazminat ödenmemiş olması nedeniyle kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunmasının gereklilikleri arasındaki adil dengenin bozulduğu sonucuna varılmıştır. Bu doğrultuda şahsi olarak olağan dışı ve aşırı bir yüke katlanmış olduğu kanaatiyle başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Köktepe/Türkiye, §§ 67-93). Pekárny a cukrárny Klatovy, a.s./Çek Cumhuriyeti (B. No: 12266/.., 12/1/2012) kararında ise başvurucu şirketin genel kurul toplantılarına getirilen yasağa ilişkin geçici tedbirlerin beş buçuk yıl sürmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlaline karar verilmiştir (Pekárny a cukrárny Klatovy, a.s./Çek Cumhuriyeti, §§ 46-55). Sildedzis/Polonya (B. No: 45214/99, 24/5/2005) kararına konu olayda başvurucu, vergi idaresince yapılan açık artırmada bir otomobil satın almıştır. Ancak araçların sicillerini tutmakla görevli belediye, tescil talebini öncelikle bu otomobilin kullanılamayacak (hurda) durumda olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Sonrasında başvurucu, aracın motoru ve şasi parçasını değiştirerek başvurduğunda ise bu defa başvurucunun tescil talebi, şasi numarasının değiştirildiği gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu araç, iki yıl altı aylık bir sürenin sonunda tescil edilebilmiştir. Müdahaleyi mülkiyetin kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde inceleyen AİHM, şikâyet edilen kamu makamlarının işlem ve kararlarının haksız olduğu, ilgili mevzuatın tutarlı olmadığının iç hukukta da kabul edildiği tespitine yer vermiştir. Kararda ayrıca, iç hukukta mevcut benzer sorunların konu hakkında bir kanun değişikliği yapılana kadar çözülemediğine dikkat çekilmiştir. AİHM, bu sebeplerle olay tarihinde yürürlükte olan ilgili kanuni düzenlemelerin başvurucunun mülkiyet hakkına yapılacak keyfî müdahalelere karşı yeterli bir koruma sağlamak için gerekli açıklığı ve hassasiyeti içermediği sonucuna varmıştır. AİHM; başvurucunun iyi niyetli alıcı olduğunu, aracı kamu makamlarından satın aldığını ve aracı satın alırken muhtemel sorunlar hakkında bilgi sahibi olmadığından bu sorunları öngörebilmesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. AİHM sonuç olarak başvurucunun vergi dairesinin düzenlediği bir açık artırmada satın aldığı aracın tescil edilmemesi nedeniyle neredeyse iki yıl bu aracı kullanamadığını belirterek başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiği kanaatiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Sildedzis/Polonya, §§ 44-52).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6999
Başvuru, ihale yoluyla idareden satın alınan aracın ihtiyati tedbir kararı gerekçe gösterilerek geç tescil edilmesi yüzünden uğranılan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/5/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvuru hakkında görüş sunulmamıştır. İkinci Bölüm tarafından 12/7/2016 tarihinde yapılan toplantıda, verilecek kararın Bölümler tarafından önceden verilmiş kararlarla çelişebileceği anlaşıldığından başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülmüş ve başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, muvazzaf astsubay statüsünde İzmir Ana Jet Üs Komutanlığı emrinde görev yapmakta iken TSK'nın itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunduğuna dair hakkında yapılan ihbar üzerine idari tahkikat başlatılmış; bu tahkikat sonucunda sıralı sicil üstleri tarafından başvurucu hakkında ahlaki durumu nedeniyle "Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalması uygun değildir." ortak kanaatini içeren 24/7/2012 tarihli ayırma sicil belgesi düzenlenmiştir. 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği’nin (Sicil Yönetmeliği) maddesi gereğince Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşturulan Komisyonda başvurucunun durumu değerlendirilmiş ve Komisyon 7/8/2012 tarihli kararı ile başvurucu hakkında ayırma işlemi yapılmasına karar vermiştir. Anılan karar 13/8/2012 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından onaylandıktan sonra Genelkurmay Başkanının onayına sunulmuş; Genelkurmay Başkanı tarafından da Hava Kuvvetleri Komutanlığı kararı doğrultusunda işlem yapılmasının uygun görüldüğü belirtilmiştir. Bunun üzerine 6/11/2012 tarihli Millî Savunma Bakanı oluruna dayanılarak başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu, istihbarat birimindeki görevliler tarafından mülakat adı altında çağrılarak 20/6/2012 tarihinde sorguya alındığını, sorgu esnasında cinsel yaşamına ilişkin ayrıntılı sorular sorulduğunu, sonrasında savunması alınmaksızın ve hiçbir gerekçe gösterilmeksizin ilişiğinin kesildiğini, ilişik kesme kararında herhangi bir disiplinsizlik eyleminin gösterilmediğini, yalnızca özel yaşam biçimi nedeniyle ilişiğinin kesildiğinin anlaşıldığını, sorgu yönteminin mevzuata aykırı olarak aldatıcı biçimde ve baskı altında tutularak yapıldığını, hukuka aykırı usuller içeren ve göreviyle ilgisi olmayan tamamen özel yaşantısına ilişkin mahrem sorulardan oluşan sorgu neticesinde elde edilen beyanların delil olarak kullanılamayacağını, ilişik kesmeye dayanak alınan bu sorgu işleminin usulsüz ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, takdirlerle dolu başarılı bir sicile sahip olmasına rağmen bu durumun dikkate alınmadığını, tesis edilen ayırma işleminin ölçülülük yönünden hukuka aykırı olduğu gibi sebep ve amaç unsurları yönünden de hukuka aykırı olduğunu belirterek yürütmenin durdurulması ve ayırma işleminin iptali talebiyle Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde 10/12/2012 tarihinde dava açmıştır. Davalı idare tarafından sunulan savunma dilekçesinde 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesinin “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” başlıklı (b) fıkrası uyarınca başvurucunun ilişiğinin kesildiği, her askerin ahlaki yaşayışının kusursuz ve lekesiz olması gerektiği, ahlak olgusunun yalnızca arzu edilen bir durum değil görevin başarıyla icra edilebilmesi için bir koşul olduğu vurgulanmış; kamu hizmetinin yürütülmesinde zararlı olacak kişilerin idare mekanizmasının dışına çıkarılmasının kaçınılmaz olduğu ve idarenin başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif sınırları içinde kaldığı, dava konusu ayırma işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Davalı idare tarafından ayrıca 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında AYİM'e gizli belge ve bilgiler gönderilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 26/12/2012 tarihli ara kararı ile dava dosyasındaki mevcut bilgi ve belgeler çerçevesinde başvurucu hakkında tesis edilen ayırma işleminin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması talebi reddedilmiştir. AYİM Başsavcılığı tarafından sunulan düşünce yazısında, başvurucunun geçmiş mesleki safahatı itibarıyla yalnızca bir defa disiplin cezası ile cezalandırıldığı, sicil ortalamalarının çok iyi seviyede olduğu, hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı, ayrıca özel hayatının gizliliği kapsamında kalması gereken ve kendi ifadesinden elde edilen bilgilerin ayırma işlemine esas alınamayacağı, bu bağlamda başvurucunun disiplin ve sicil durumu gözetilmeden ve ikaz dahi edilmeden tabi tutulduğu ayırma işleminde ölçülük ilkesinin ihlal edildiği, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiği belirtilmiştir. AYİM Birinci Dairesinin 18/2/2014 tarihli ve E.2012/1562, K.2014/164 sayılı kararı ile dava reddedilmiştir. Kararda, TSK'nın itibarını sarsacak derecede ahlak dışı hareketlerde bulundukları gerekçesiyle İstihbarat Başkanlığınca yürütülen tahkikat kapsamında aralarında başvurucunun da bulunduğu pek çok personelin ifadesine başvurulduğu, 20/6/2012 tarihinde ifadesi alınan başvurucunun yaşadığı cinsel birliktelikleri detaylı şekilde anlattığı ve ikrar ettiği, başvurucu dışında ifadesine başvurulan diğer askerî personelin de anlatımlarında başvurucunun ahlaka aykırı davranışlarına yer verdiği ve başvurucunun cinsel yaşamına ilişkin ayrıntıları aktardığı, geçmiş sicil ve disiplin durumu itibarıyla başarılı bir personel portresi çizmesine karşın başvurucunun iyi ahlak sahibi olmak vasfını taşımadığı, TSK'nın itibarını zedeleyecek tavır ve davranışlar içinde bulunduğunun anlaşıldığı, ayırma işleminde takdir yetkisinin objektif kriterlere göre kullanıldığı ve kamu yararı ile birey yararı dengesinin gözetildiği belirtilmiş; tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararda ayrıca herhangi bir soruşturma veya kovuşturma olmasa dahi kamu personeli hakkında disiplin soruşturması yapılabileceği vurgulanmıştır. Bunun yanında başvurucunun 20/6/2012 tarihli ifadesinin bir suç isnadıyla ceza soruşturması ya da kovuşturması kapsamında değil disiplin hukuku çerçevesinde değerlendirilmek üzere idari tahkikat kapsamında alınmış olduğu ve başvurucunun bu şekilde tespit edilen ifadesi sırasında iradesinin fesada uğratıldığı, yanıltıldığı ya da ifadesinin hukuka aykırı şekilde yasak yöntem ve usullerle alınmış olduğuna dair dosya kapsamında herhangi somut bir bilgi, belge ve kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan karar düzeltme talebi aynı Dairenin 17/6/2014 tarihli ve E.2014/734, K.2014/616 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 21/7/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 18/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu hakkındaki gizlilik dereceli belgelerin incelenmesinden, Hava Kuvvetleri Komutanlığınca istihbarata karşı koyma hassasiyetleri çerçevesinde 20/6/2012 tarihinde başvurucunun ifadesinin alındığı, söz konusu ifade metninde hangi kapsamda başvurucunun ifadesine başvurulduğu hususunun belirtilmemiş olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde söz konusu metnin “ifadeyi alan” kısmı karartılmış olduğundan ifadenin hangi birim tarafından alınmış olduğu anlaşılamamıştır. Anılan ifade metninde başvurucuya şimdiye kadarki görev aşamaları ve kimlerle ikamet ettiği, grup hâlinde cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı, yabancı uyruklu kadınlarla cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı, yaşamış ise kimlerle nerede ve ne zaman bu tür ilişkiler yaşadığı, İnternet vasıtasıyla veya yüz yüze tanıştığı kadınlardan ilişki yaşadıklarının kimler olduğu, ilişki yaşadığı kadınların kendisinden TSK hakkında bilgi almaya yönelik bir girişimde bulunup bulunmadığı hususlarının sorulduğu görülmüştür. Başvurucunun, anılan soruları yanıtladığı ve özellikle birlikte olduğu kadınlara ilişkin olarak cinsel birliktelik içeren geçmişteki ilişkilerini açıkladığı ve ifade metnini imzaladığı anlaşılmıştır. Soruşturma konusu olaylara ilişkin olarak başvurucu dışındaki kişilerin de ifadelerinin alınmış olduğu, bu kişilerden başvurucu hakkında bildiklerini anlatmalarının istendiği görülmüştür.B. İlgili Hukuk 926 sayılı Kanun’un “Çeşitli nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem” kenar başlıklı maddesinin işlem tarihinde yürürlükte olan (b) fıkrası şöyledir:  “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma: Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır. "Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır.” Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma usulleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır: a. Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi, c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olması,... e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde bulunması,...” Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesi düzenlenmesi ve uygulanacak usuller” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma iki şekilde yapılır.a. Ayırma işleminin sıralı sicil üstlerince başlatılması: Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma sicil belgesinin düzenlenmesinde, süre söz konusu olmayıp, her zaman düzenlenebilir. Temel nitelikler hariç olmak üzere, diğer niteliklere işaret konulmaz. Sicil üstleri, sicil belgelerinin temel nitelikler ve son bölümdeki kendilerine ait olan kanaat hanelerine bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesindeki disiplinsizlik ve ahlâkî durumlardan hangisine göre kesin kanaate vardıklarını belirttikten sonra ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ kanaatini yazarak imzalar ve gerekli belgeleri ekleyerek, bekletmeden sıralı sicil üstlerinin tümünün kanaatlerinin yazılmasını sağladıktan sonra, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlığına gönderirler. ... Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarına gelen bu siciller, ilgili şubelerce karargâhta bulunan dosya ve diğer belgelerle karşılaştırılarak incelenir ve bunlar Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargâhında; Kurmay Başkanının başkanlığında personel, istihbarat ve harekât başkanları, personel ve tayin dairesi başkanları ve gerekli gördükleri şube müdürleri ile kıdem, personel yönetim şube müdürleri ve adlî müşavir veya hukuk işleri müdürlerinden oluşan komisyona sevk edilir. Bu komisyon tarafından, düzenlenen sicilin Kanun ve Yönetmeliklere uygunluğu, ekli belgelerin yeterliliği ve geçerliliği yönünden incelendikten sonra bir değerlendirme yapılır. Gerekirse, sicil üstlerinin şifahî veya yazılı görüşleri alınır; bilgi veya belge isteğinde bulunulabilir. Komisyon, yapmış olduğu inceleme ve değerlendirme sonucunda almış olduğu kararı, bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar ve alınacak onaya göre işlem yapılır. Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından emekliliği uygun görülmeyenlerin sicilleri, mazbata edilerek şahsî dosyalarına konur ve bunların görev yerleri değiştirilir. Emekliliği, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından onaylanan personelin dosyaları, Genelkurmay Başkanlığına gönderilir. Genelkurmay Başkanlığına gelen dosyalar, personel başkanlığınca adlî müşavirlikle koordine edilerek, Yüksek Askerî Şûra kararına sunulup sunulmaması yönünden incelenir ve Genelkurmay Başkanının tasvibine sunulur. Genelkurmay Başkanı tarafından, durumları Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesi gerekli görülenler hakkındaki istemler, ilk Yüksek Askerî Şûra toplantısında gündeme alınarak haklarında kesin karara varılır ve işlemleri tamamlanır. Genelkurmay Başkanının, durumlarını Yüksek Askerî Şûrada görüşülmesine gerek görmediği astsubayların dosyaları, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına iade edilir. Bu gibi astsubaylar hakkında, Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının daha önce verdiği karara göre işlem yapılır... Bu Yönetmeliğin 60 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yazılı fiillerden dolayı haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmesi gereken astsubaylar ile mevcut belgelerin ast kademelere intikali sakıncalı görülen astsubaylar hakkında, bu belgelere dayanarak Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından sicil düzenlenebilir. Bu şekilde düzenlenen sicile göre kesin işlem yapılır. b. Ayırma işlemlerinin personel başkanlıklarınca başlatılması: Sıralı sicil üstlerince haklarında ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ sicili düzenlenmemesine rağmen, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarınca bütün rütbelerdeki safahatı kapsayacak şekilde sicil belgeleri, özlük dosyaları ve varsa kişi hakkındaki özel dosyaların incelenmesi sonucu durumları, bu Yönetmeliğin 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasında yazılı fiillerden biri, birden fazlası veya hepsine birden uyan personelin tespiti hâlinde, bunlar, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen komisyona sevk edilirler. Komisyon, inceleme ve değerlendirme sonucunda aldığı kararı bir tutanak ile Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanının onayına sunar... Emekli edilmesi uygun görülenler hakkında Kuvvet Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı ile Genelkurmay Başkanı tarafından ‘Silâhlı Kuvvetlerde Kalması Uygun Değildir’ şeklinde sicil düzenlenir ve bunlar hakkında, bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen şekilde işlem yapılır.” 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun “Disiplin” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir. Askerliğin temeli disiplindir.  Disiplinin muhafazası ve idamesi için hususi kanunlarla cezai ve hususi kanun ve nizamlarla idari tedbirler alınır.” 211 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Silahlı Kuvvetlerde askeri eğitim ile beraber ahlak ve maneviyatın yükseltilmesine ve milli duyguların kuvvetlendirilmesine bilhassa itina olunur.Cumhuriyete sadakat, vatanını sevmek, iyi ahlaklı olmak, üste itaat, hizmetin yapılmasında sebat ve gayret, cesaret ve atılganlık, icabında hayatını hiçe saymak, bütün silah arkadaşları ile iyi geçinmek, birbirlerine yardım, intizam severlik, yapılması men edilen şeylerden kaçınmak, sıhhatini korumak, sır saklamak her askerin esas vazifesidir.”   6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Asker, kendisinden beklenen vazifeleri hakkıyla yapabilmek için yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmalıdır. Her askerde bulunması lâzım gelen ahlakî ve mânevi vasıflar şunlardır: …(h). İyi ahlâk sahibi olmak: Askerin ahlâkı ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker, esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp yıkmaktan ve sair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mâni olurlar, yaşayışı, sıhhati, azim ve cesareti bozar; namusu, lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker…”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13433
Başvuru, ahlaki durum gerekçe gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi ile ilgili işleme karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; ceza infaz kurumunda disiplin cezasına karşı yapılan şikâyetin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, müşteki sıfatıyla yer alınan ve gizli yürütülen soruşturmanın içeriğinin infaz koruma memuru tarafından biliniyor olması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının, infaz koruma memurunun hakaretine maruz kalınması nedeniyle kötü muamele yasağının, sağlık hizmetine erişimin sağlanamaması nedeniyle de maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla 30/3/2018 tarihinde tutuklanmış; açılan kamu davası neticesinde 18/9/2018 tarihinde başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Karar 24/9/2019 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, Kars T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) bulunduğu süre içinde dişlerinden dolayı yaşadığı rahatsızlık nedeniyle sağlık hizmetlerinden faydalanamadığı şikâyetiyle infaz hâkimliğine başvurmuş; Kars İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 30/12/2018 tarihli karar ile talebin kabulüne hükmetmiştir. Karar 8/1/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/1/2019 tarihinde tekrar İnfaz Hâkimliğine başvuru yaparak bir önceki dilekçesine ilişkin herhangi bir işlem yapılmadığını belirtmiş; bu kapsamda Kurumun tedavisini düzenli olarak takip etmediği için iyileşme gösteremediği iddiasıyla Kurum görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, ayrıca 25/1/2019 tarihinde İnfaz Hâkimliğine üçüncü bir dilekçe daha yazmış; tedavisinin kasıtlı olarak yaptırılmadığından, bu kapsamda İnfaz Hâkimliği kararının icra edilmediğinden yakınmıştır. Başvurucunun üçüncü dilekçesi suç duyurusu mahiyetinde olduğu değerlendirmesiyle Kars Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) gönderilmiş, Kurum görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğine yaptığı şikâyet inceleme sürecinde iken 30/1/2019 tarihinde Kars Ağız ve Diş Sağlığı Merkezine sevk edilmiş; İnfaz Hâkimliği de bunun üzerine 18/2/2019 tarihli kararı ile başvurucunun hastaneye sevkinin sağlandığı gerekçesiyle şikâyetinin reddine karar vermiştir. Başvurucu karara karşı itiraz dilekçesinde tedavisinin düzenli bir şekilde takip edilmediğini, randevu günleri hastaneye götürülmediği için her seferinde farklı bir doktora muayene olmak zorunda kaldığını, bunun sonucunda tedavide ilerleyemediklerini, yaklaşık yedi aydır her sevk sırasında farklı bir doktor tarafından röntgen çektirilerek geri gönderildiğini hatta bu konuda Kurum görevlilerinin doktorlar tarafından da uyarıldığını belirtmiş ancak itirazı Kars Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 21/5/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar 24/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Nihai kararda Ceza İnfaz Kurumunun Kars Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Diş Polikliniğine yazdığı yazılar ve cevabi yazılar ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde İnfaz Hâkimliğince verilen kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesine yer verilmiştir. Öte yandan başvurucunun 30/1/2019 tarihli nakil sırasında ve sonrasında Kurum görevlilerine uygunsuz sözler söylediği gerekçesiyle başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucu ise aynı olay nedeniyle kendisinin hakarete maruz kaldığı, kişisel bilgilerinin ifşa edildiği gerekçesiyle hem Ceza İnfaz Kurumuna hem Jandarma Komutanlığına başvurmuş ve ilgili kamu görevlileri hakkında disiplin soruşturması başlatılmasını talep etmiştir. Başvurucu hakkında başlatılan disiplin soruşturması neticesinde Disiplin Kurulu Başkanlığı 8/2/2019 tarihli kararla üç ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma (spor faaliyetleri) cezası vermiş ve cezaya ilişkin karar aynı gün tebliğ edilerek on beş gün içinde karara karşı İnfaz Hâkimliği nezdinde itiraz hakkı olduğu başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu bunun üzerine 25/2/2019 tarihli dilekçe ile karara itiraz etmiş ancak itirazı Kars İnfaz Hâkimliğinin 18/3/2019 tarihli kararı ile on beş günlük süre içinde yapılmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı da Kars Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz etmiş ancak itirazı 22/5/2019 tarihli karar ile İnfaz Hakimliğince verilen kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan soruşturma sonucunda Başsavcılık 14/3/2019 tarihli kararla kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararda başvurucunun 12/6/2018, 13/8/2018, 1/10/2018, 7/11/2018, 30/1/2018 ve 28/2/2019 tarihlerinde Kars Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Diş Polikliniğine sevkinin yapılarak tedavisinin yapıldığı, bu kapsamda başvurucunun iddialarının soyut nitelikte kaldığı belirtilmiştir. Başvurucu, kasıtlı olarak randevu tarihlerinde götürülmediğini ileri sürerek karara itiraz etmiş; itiraz dilekçesinde, 28/2/2019 tarihi haricinde tedaviye yönelik hiçbir şey yapılmadığını, Başsavcılık tarafından sadece anılan tarihlerde sevkinin yapıldığı hususunun tespit edildiğini ancak tedavinin yapılıp yapılmadığı yönünde bir araştırma yapmadığını belirtmiştir. Kars Sulh Ceza Hâkimliği 11/2/2020 tarihli karar ile başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu 18/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/23461
Başvuru, ceza infaz kurumunda disiplin cezasına karşı yapılan şikâyetin süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, müşteki sıfatıyla yer alınan ve gizli yürütülen soruşturmanın içeriğinin infaz koruma memuru tarafından biliniyor olması nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının, infaz koruma memurunun hakaretine maruz kalınması nedeniyle kötü muamele yasağının, sağlık hizmetine erişimin sağlanamaması nedeniyle de maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının olmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31037
Başvurular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlali nedeniyle oluşan zararların tazmini amacıyla 7/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'a istinaden yapılan başvurunun ve anılan başvuruda verilen karar aleyhine açılan davanın olayın kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve kasıtlı ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular 2015/13867 sayılı başvuruyu 7/8/2015 tarihinde, 2016/8676 sayılı başvuruyu ise 21/4/2016 tarihinde yapmışlardır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden irtibatları nedeniyle başvuruların birleştirilmesine ve incelemenin 2015/13867 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların oğlu F.A. askerlik hizmeti yapmakta iken terhis öncesi aldığıizne istinaden 11/10/1995 tarihinde birliğinden ayrılıp başvurucuların yanına dönmüştür. Başvurucu Hasan Akyürek 26/10/1995 tarihinde evden çıkan F.A.dan bir daha haber alamadıklarını ve yaptıkları aramalara rağmen F.A.yı bulamadıklarını belirterek kendisinin hayatta olup olmadığının tespiti için 31/10/1995 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) bir dilekçe vermiştir. Anılan dilekçe aynı gün Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) havale edilmiştir. Kolluk görevlileri 2/11/1995 tarihinde, başvurucu Hasan Akyürek ile oğlu Fe.A.nın ifadelerini almıştır.i. Başvurucu Hasan Akyürek ifadesinde, F.A.yı en son diğer oğlu Fe.A.nın gördüğünü ve F.A.nın herhangi bir kimseyle arasında düşmanlık bulunmadığını söylemiştir.ii. Fe.A. ise 26/10/1995 günü saat 00 sıralarında kardeşi F.A.yı akrabaları R.A. ile bir kıraathanede otururken gördüğünü, bir müddet birlikte oturduktan sonra F.A. ile R.A.nın vaktin geç olduğundan bahisle evlerine gitmek için kıraathaneden ayrıldıklarını beyan etmiştir. K. isimli bir kişi 9/11/1995 günü saat 15 sıralarında Dicle Nehri kıyısında, üzerinde çöpler bulunan bir alanda iki erkek cesedi bulunduğunu Emniyet Müdürlüğüne bildirmiştir. Olay yerine giden kolluk görevlileri, elleri arkadan iple bağlanmış, iki erkek cesediyle karşılaşmışlardır. Daha sonra cesetlerin F.A. ile R.A.ya ait olduğu anlaşılmıştır. Olaydan haberdar edilen Cumhuriyet Başsavcılığı, derhâl konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır.A. Ölüm Olayı Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Cumhuriyet savcısı olay yerinde inceleme yapmıştır. F.A.nın cesedi üzerindeki ölü muayenesi ve otopsi işlemi Diyarbakır Devlet Hastanesinde Cumhuriyet savcısı huzurunda bir hekimce yapılmıştır. Ölü muayenesi ve otopsi işlemine ilişkin tutanakta, F.A.nın iple boğulma sonucu mekanik asfiksiden öldüğü ve ölümün cesedin bulunduğu andan 8-10 saat önce gerçekleştiği belirtilmiştir. Kolluk görevlileri, K.nın ifadesini alıp olay yerinin basit bir krokisini çizmişlerdir. K. ifadesinde, ölüm olayının aydınlatılmasına imkân verecek herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Soruşturma kapsamında başvurucu Hasan Akyürek, Fe.A. ile R.A.nın eşi E.A.nın ifadesi alınmıştır. İfadesi alınanlar birkaç ay öncesinde R.A.nın B. isimli bir kişi tarafından bıçaklandığını söylemişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığının bilgi talebi üzerine Emniyet Müdürlüğü 20/11/1995 tarihli yazıyla ölenlerin siyasi kayıtlarının olmadığını, olayın ideolojik amaçla gerçekleştirildiğine dair herhangi bir bilgi bulunmadığını bildirmiştir. R.A.nın bıçaklanmasıyla ilgili soruşturma evrakını inceleyen Cumhuriyet savcısı, kolluk görevlilerinden B.nin konuyla ilgili olarak ifadesinin alınmasını istemiştir. B. 4/12/1995 tarihinde alınan ifadesinde F.A. ve R.A.yı kendisinin öldürmediğini beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 15/3/1999 ve 3/1/2000 tarihlerinde daimî arama kararı vererek Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğünden şüphelileri yakalama işleminin aralıksız sürdürülmesini ve yapılan işlemler hakkında üç ayda bir haber verilmesini istemiştir. Faillerin yakalanmasına yönelik çalışmaların devam ettiği yönünde, belirsiz aralıklarla düzenlenen tutanaklar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, yirmi yıllık dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle 19/11/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) vermiştir. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla F.A.nın terör amacıyla öldürüldüğünü ve ölüm olayıyla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğini belirtip kovuşturmasızlık kararına itiraz etmişlerdir. Başvurucuların itirazı, Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/2/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar 24/3/2016 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup başvurucular 21/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. 5233 sayılı Kanun'a İstinaden Yapılan Başvuruyla İlgili Süreç Başvurucular, Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına (Zarar Tespit Komisyonu) verdikleri 27/7/2005 tarihli dilekçeyle yakınlarının ölümü nedeniyle uğradıklarını iddia ettikleri zararların tazminini talep etmişlerdir. Zarar Tespit Komisyonu, F.A.nın ölümüne neden olan olayın terör/siyasi amaçla işlendiğine dair herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmadığı, bu nedenle olayın 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar vermiştir. Başvurucular, Zarar Tespit Komisyonunca verilen kararın iptali için Diyarbakır İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmışlardır. İdare Mahkemesi 29/2/2008 tarihinde, Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ceza soruşturması sonucunda F.A.nın öldürülme sebebi ortaya çıkabileceğinden soruşturmanın sonucunun beklenmesi gerektiği gerekçesiyle Zarar Tespit Komisyonunca verilen kararın iptaline karar vermiştir. Diyarbakır Valiliğinin talebi üzerine temyiz incelemesi yapan Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire) 10/9/2012 tarihinde, F.A.nın öldürülmesi olayının terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle meydana geldiği hususunun açıkça ortaya konulamadığı gerekçesiyle İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrası yaptığı yargılama sonunda İdare Mahkemesi, Daire kararında belirtilen gerekçeyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucuların talebi üzerine Dairece yapılan temyiz incelemesi neticesinde onama kararı verilmiş, başvurucuların bu karara yönelik karar düzeltme istemleri de Daire tarafından 21/5/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucular vekiline 9/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 7/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 5233 sayılı Kanun’un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir." 5233 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmışöyledir: “Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar....” 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik "Karşılanacak zararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:...b) ...[Ö]lüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun , ve maddeleri şöyledir:"Madde 1 - (Değişik fıkra: 15/07/2003 - 4928 S.K./ md.) Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.Madde 3 - (Değişik madde : 29/06/2006 - 5532 S.K Mad)26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır.Madde 4 - (Değişik madde : 29/06/2006 - 5532 S.K Mad)Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:a) Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar. b) 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan suçlar.c) 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.ç) 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.d) Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde, olağanüstü halin ilanına neden olan olaylara ilişkin suçlar. e) 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 inci maddesinde tanımlanan suç." Ayrıca konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuka ilişkin bilgiler Anayasa Mahkemesinin Sultani Acar (B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 29-61) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13867
Başvuru, yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlali nedeniyle oluşan zararların tazmini amacıyla 7/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun a istinaden yapılan başvurunun ve anılan başvuruda verilen karar aleyhine açılan davanın olayın kanun kapsamı dışında olduğu gerekçesiyle reddedilmesi ve kasıtlı ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hukuk davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 23/5/2006 tarihinde asli müdahil olarak katıldıkları davanın yargılaması devam etmektedir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32930
Başvuru, hukuk davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gözaltında kötü muameleye maruz kalma ve olumsuz tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon tarafından başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan 20/7/2016 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, askerî makamlarca kolluk birimine teslim edilmiştir. 24/7/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında kamu davası açılmış olup yargılamanın devam ettiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun gözaltında bulunduğu 20/7/2016-23/7/2016 tarihleri arasında Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi tarafından her gün için ayrı olmak üzere düzenlenen toplam dört adli muayene raporunda başvurucunun vücudunda herhangi bir darp veya cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 29/7/2016 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe ile gözaltında kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüş ve şikâyetçi olmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 17/1/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Yaşar YÜCE hakkında Ankara Merkez Komutanlığına yazılı gözaltı talebinin bulunduğu, yakalama ve gözaltına alma tutanağı, yakalama ve üst arama, geçici muhafaza altına alma tutanağı, şahsın polise teslim tutanağının bulunduğu, teslim öncesi Ankara Merkez Komutanlığı Askeri İnzibat Bölge Komutanlığı tarafından Revir Baştabipliğine sevk edildiği, müştekinin burada Merkez Komutanlığında bulunduğu süre içerisinden darp ve cebire maruz kalmadığına dair evrakı imzaladığı, doktor imzasıyla da şahsın aktif yakınmasının olmadığı, anamnez doğal darp ve cebir izine rastlanmadığının belirtildiği, Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinden alınan 20/07/2016 tarihli Genel Adli Muayene Raporunda darp ve cebir izinin bulunmadığı, şikayeti bulunmadığı, şahsın HT nedeniyle ilaç kullandığının belirtildiği, 21/07/2016 tarihli Muayene Raporunda da aynı şekilde darp ve cebir izine rastlanılmadığı ve şikayetinin olmadığının belirtildiği, 22/07/2016 tarihli raporda da son muayenesinden farklı bir bulguya rastlanmadığının belirtildiği, 23/07/2016 tarihli iki ayrı raporda darp ve cebir izinin bulunmadığının belirtildiği, 24/07/2016 ve 25/07/2016 tarihli raporlarda da aynı şekilde darp ve cebir izinin olmadığının belirtildiği,Emniyet Müdürlüğünün cevabi müzekkerelerinde, şahısların tutulduğu Başkent Kapalı Spor Salonunun kamera kayıtlarının bulunmadığının belirtildiği Müştekinin müteaddit müessir fiil, kötü muamele ve işkenceye maruz kaldığına ve hakaret edildiğine dair delil bulunmadığı, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen Darbeye Teşebbüs eylemiyle ilgili olarak şüpheli sayısının çok fazla olması, Darbeye Teşebbüs eyleminin mahiyeti itibariyle Emniyet Birimlerinin hazırlıksız olması nedeniyle fiziki şartların yetersiz kaldığı, yakalanan şahısların açık havada, beton zeminde, spor salonunda ve çadırda gözaltında tutulmalarında herhangi suç kastı bulunmadığı, aksine terör örgütü üyeliği iddia edilen şüphelilerin nezarethane yerine, yaz ayında açık havada, spor salonu ve çadır gibi mahallerde kalmalarının fiziki şartların yetersizliğini gösterdiği, görevli polislerin mevzuat doğrultusunda hareket ettiği..." Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz 28/12/2017 tarihinde reddedilmiştir. İlgili Hukuk için bkz. Yasin Akdeniz (2), B. No: 2017/19108, 8/7/2020, §§ 17-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/7592
Başvuru, gözaltında kötü muameleye maruz kalma ve olumsuz tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hatalı teşhis ve tedavi uygulanması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının; olayda kusuru bulunan kamu personeli aleyhine açılan tazminat davasının reddine dair kararların gerekçesiz olması ve davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği 28/3/2016 tarihinde, bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 19/5/1997 tarihinde geçirdiği trafik kazası üzerine Konya Numune Hastanesine kaldırılmış; anılan Hastanede başvurucuya tıbbi müdahalede bulunulmuştur. Anılan Hastane tarafından verilmiş 19/5/1997 tarihli rapor ve hasta müşahade belgelerinde, başvurucunun genel durumunun orta ve şuurunun açık, fizik muayenesinin normal olduğu, frontal bölge ön kısmında kesi bulunduğu, gözlem amacıyla ve kapalı kafa travması tanısı ile Beyin Cerrahisi Servisine yatırıldığı, radyografileri ile bilgisayarlı beyin tomografisinin (BBT) normal olarak değerlendirildiği, hayati tehlikesi bulunmadığı, tedavi sonrası aynı tarihte hastanın kendi isteği üzerine taburcu edildiği belirtilmiştir. Başvurucu, yakınları tarafından aynı tarihte Ankara B. Tıp Merkezine getirilmiş, burada yapılan muayenede "Glaskov koma skoru 15,4 extremite felç, ellerde tama yakın 4/5 felç, alt extremiteler tam felç, T1 (Trokal 1) omurga seviyesi altında his kaybı mevcut, boyun 6-7 omurlarında kayma, omur yaralanması mevcut" şeklinde değerlendirilerek ameliyata alınmış; cerrahi müdahalelere rağmen felçli kalmıştır. Bireysel başvuru formunda başvurucu tekerlekli sandalyeye mahkûm şekilde hayatını sürdürdüğünü belirtmiştir. Başvurucunun babasının şikâyeti üzerine Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu tarafından başvurucunun ilk tedavisini yapan Doktor B. hakkında inceleme ve soruşturma yapılmış, Konya Selçuk Üniversitesi Nöroşirurji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden, başvurucunun baş ve boyun tomografileri ve diğer radyoloji tetkiklerinin normal olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorulmuştur. Ayrıca olay günü Konya Numune Hastanesinde başvurucuya tedavi uygulayan personelin ifadeleri alınmıştır. Soruşturma sonucunda Sağlık Bakanlığı başmüfettişi tarafından hazırlanan26/8/1997 tarihli raporun ilgili kısımları şöyledir: "...icapçı nöbetçi Nöroşirurji Uzmanı Op.Dr. B.'nin hastaya ait telekardiyografi, lumbosakral film, ...kafa grafisi,...beyin tomografisi ile ilk altı omuru gösteren servikal tomografiyi değerlendirerek normal bulduğu, ancak hasta yakınlarının hastanın boynunun ağrıdığını, ayağının altının tırnakla çizilince tepki göstermediğini, ayaklarında hissizlik ve çekememe şikayetlerinin olduğunu ısrarla belirtmelerine rağmen, hastanın felç yönünden doğru dürüst bir muayeneden geçirilmediği, şayet usulüne uygun nörolojik sistem muayenesi yapılmış olsaydınörolojik muayene normal değerlendirilmeyerek, B. Tıp Merkezinde yapılan muayenede tespit edilen 'Glaskov koma skoru 15,4 extremite felç, ellerde tama yakın 4/5 felç, alt extremiteler tam felç, T1 (Trokal 1) omurga seviyesi altında his kaybı mevcut, 6-7 boyun omurlarında kayma, omur yaralanması mevcut' şeklindeki değerlendirmenin hiç olmazsa birinin yakalanacağı, B'nin boyunla ilgili şikayetler için servikal bölgede tetkikleri yoğunlaştırmak yerine Bilirkişi Raporunda da belirtildiği gibi servikal bölge için radyolojik tetkik yaptırmayarak böylece C 6-7'de bulunan kemik patolojiyi atladığı, yine Bilirkişi Raporunda belirtildiği üzere servikal tomografide ilk altı boyun omurunun tetkik edildiği, ancak altı ve yedinci boyun omurlarına bakılmadığı, hadisenin de zaten ve boyun omurlarında bulunduğundan dolayı bu bölgenin tomografisi de incelenmeyerek bölgedeki kemik patolojinin tomografi ile de tespitine imkan kalmadığı, Op.Dr. B.'nin hastanın teşhisini yanlış koyarak hasta sahiplerine hastanın hiç bir şeyi yok, istediğiniz zaman taburcu olabilirsiniz diyerek, bu yaklaşımıyla hasta sahiplerince inandırıcı bulunmadığından hastayı bir başka yere nakletmeye hasta sahiplerini yönlendirdiği, hastanın bir boyunlukla korunmasını dahi sağlamayarak transportuna neden olduğu, Böylelikle gerekli tetkikleri yapmayarak, yanlış teşhis koyarak, hastaya zamanında gerekli müdahaleyi yapmayarak, korunmasız bir halde transportuna sebebiyet vererek hasta Tolga Demiralp'in ellerini ve ayaklarını kullanamaz, üriner ve anal sistemini kontrol edemez bir halde tekerlekli sandalyeye bağlı kalmasına neden olunduğundan, Konya Numune HastanesiNöroşirurji Uzmanı Op.Dr. B.'nin, incelenen hastane kayıtları, bilirkişi raporu, tanık ve savunma ifadelerine göre kusurlu olduğu anlaşılmıştır." Anılan raporun sonuç bölümünde, B. hakkında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının C bendinin (ı) alt bendi uyarınca 1/8 oranında aylıktan kesme cezası uygulanması teklif edilmiş; ayrıca konu ile ilgili fezleke düzenlendiği belirtilmiştir. Sağlık Bakanlığının 14/11/1997 tarihli işlemiyle B. hakkında 1/8 oranında aylıktan kesme cezası uygulanmıştır. İlgili Doktor Hakkında Açılan Ceza Davasına İlişkin SüreçAdı geçen Doktor B. hakkında kamu davası açılmış; Konya Asliye Ceza Mahkemesince verilen 25/12/2000 tarihli ve E.1999/1974, K.2000/2118 sayılı kararla davanın 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un maddesi uyarınca kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine hükmedilmiştir. Sağlık Bakanlığı Aleyhine Açılan Tazminat Davasına İlişkin Süreç Başvurucu, Sağlık Bakanlığına müracaat etmiş; Konya Numune Hastanesinde kendisine uygulanan işlemler nedeniyle felçli kaldığını, ilk tedavisini yapan Doktor B.nin gerekli tetkikleri yapmadığını, Sağlık Bakanlığı başmüfettişi tarafından hazırlanan 26/8/1997 tarihli raporda Doktor B.nin yanlış teşhis koyduğunun tespit edildiğini ve bu nedenle idarenin hizmet kusuru bulunduğunu belirterek kendisi yönünden 000 TL manevi, 000 TL maddi ve babası Metin Demiralp için 000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Bu talep 17/6/1998 tarihli işlemle reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, 17/9/1998 tarihinde Konya İdare Mahkemesinde Sağlık Bakanlığı aleyhinetazminat davası açmış; kendisi yönünden 000 TL manevi, 000 TL maddi, anne ve babası için ayrı ayrı 500 TL manevi tazminat talep etmiştir. Konya İdare Mahkemesi tarafından alınan 28/2/2000 tarihli raporda derece kalıcı sakatlık hâli nedeniyle başvurucunun çalışma gücündeki azalma oranının %100 olduğu belirtilmiştir. Konya İdare Mahkemesinin 6/7/2000 tarihinde davanın kabulü yönünde verdiği karar, Danıştay Dairesinin 19/3/2002 tarihli kararıyla idarenin hizmet kusurunun tespiti için Adli Tıp Kurumundan rapor alınması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma üzerine yapılan yargılama sonucunda Konya İdare Mahkemesi, ara kararlarına rağmen davalı idarece gerekli tıbbi kayıtların gönderilmemesi nedeniyle Adli Tıp Kurumu tarafından kusur tespitinin yapılamadığını, bu nedenle dava dosyası içeriğindeki mevcut bilgi ve belgelere göre karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme, 28/9/2007 tarihli ve E.2005/353, K.2007/1359 sayılı kararıyla davanın kabulü ile başvurucu lehine 000 TL maddi, 000 TL manevi, babası yönünden 000TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminatın idareye başvuru tarihi olan 18/5/1998 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Bakılan davada, davacıların 19/5/1997 tarihinde trafik kazası geçirdikleri saat 17:30 sıralarında, Tolga Demiralp'in yaralı olarak Konya Numune Hastanesine getirildiği, ilk müdahalenin acil serviste nöbetçi pratisyen doktor ile nöbetçi KBB uzmanı doktor tarafından yapıldığı, röntgen filmlerinin çekildiği ve kan tetkiklerinin yapıldığı, icapçı nöbetçi Nöroşirurji uzmanı doktorun hastaneye çağrıldığı, kendisine daha önce çekilen filmler ile ayrıca beyin tomografisi ve ilk altı omuru gösteren servikal tomoğrafiyi değerlendirerek normal bulduğu, hasta yakınlarının ısrarına rağmen ayak uyuşmasının değerlendirilmeyerek icapçı doktorun hastaneden ayrıldığı, hasta yakınlarının hastayı istedikleri yere istedikleri gibi götürülebileceği söylendiği, anne-baba hastayı saat 23 sıralarında ambulansla Ankara B. Tıp Merkezine götürdükleri, hastaya boyunluk takılmadığı ve söylenmediği, saat 02:00 sıralarında B. Tıp Merkezinde nörolojik muayene yapıldığı ve hastanın kısmen felç olduğununve 6-7 omurlarında kayma tespit edildiği, hastanın tedavisine rehabilitasyon merkezinde devam edildiği, 4/6/1997 tarihli raporda, hastanın felç olduğunun ifade edildiği, günde 5-6 kez değişen sonda ile yaşadığı, bunun üzerine davacılarca Sağlık Bakanlığı'na başvurularak G.Tolga Demiralp için YTL manevi, YTL maddi ve Baba Metin Demiralp için YTL manevi tazminat istendiği anılan talebin 1998 gün ve 09970 sayılı işlemle reddi üzerine, bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Danıştay Dairesi'nin 19/3/2002 gün ve 2000/6040 esas; 2002/776 sayılı kararıyla idarenin hizmet kusurunun tesbiti için Adli Tıp Kurumu aracılığı ile dosya üzerinde yaptırılacak inceleme sonrası bir karar verilmesi gerekçesiyle bozulması üzerine mahkememizce bozma kararına uyularak dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderildiği, 2/11/2005 tarihinde Adli Tıp Kurumu tarafından hasta hakkında düzenlenmiş tüm tıbbi belgelerin aslı yada okunaklı fotokopilerinin ve çekilen tüm film ile grafilerin teminen gönderilmesi istenmiştir. Adli Tıp Kurumunun dosya üzerinde hizmet kusurunun varlığını tesbit edebilmesi amacıyla gerekli belgelerin, film ve grafilerin temini için 23/11/2005 tarihli ara kararımızla davalı idareden ve B. Tıp Merkezi'nden tüm tıbbi belgeler istenilmesine rağmen, B. Tıp Merkezi'nin hasta dosyasının ve grafilerin 16/7/2002 tarihinde Konya Asliye Hukuk Mahkemesine gönderildiğine ilişkin cevap verildiği, davalı idarece istenen belgelerin tamamı sunulmadığından 08/02/2006 tarihli ara kararımızla, davalı Sağlık Bakanlığı'ndan Sağlık Bakanlığı müfettişlerinde olduğu anlaşılan davacı hastaya yapılan Konya Numune Hastanesi'ndeki müdahaleye ilişkin film, grafi ve tomografilerin istenildiği, Konya Asliye Hukuk Mahkemesinden B. Tıp Merkezine ait tüm filmler, tomografiler BBT ve grafilerin istenildiği, Konya Asliye Hukuk Mahkemesi'nce ara karar gereklerinin yerine getirildiği, davalı idare tarafından ise istenilen belgelerin asılları, film, grafi ve tomogrofilerin Sağlık Bakanlığı Başmüfettişlerinden Ü. K. tarafından teslim alındığı, halen teslim edilmediği yönünde cevap verilmiştir. Bunun üzerine 21/03/2006 tarihli ara kararımızla 20 gün süre verilerek davalı Sağlık Bakanlığından, Konya Numune Hastanesinde davacıya yapılan tıbbi müdahaleye ilişkin tüm film, grafi ve tomografilerin ikinci kez istenilmesine, ara kararı gereği yerine getirilmediği takdirde ilgililer hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulacağı bildirilmesine rağmen ara karara cevap verilmemesi üzerine dosyada temin edilebilen tıbbi belgelerle birlikte dosyanın 8/6/2006 tarihinde ikinci kez Adli Tıp Kurumuna gönderildiği, 18/12/2006 tarihinde ise Adli Tıp Kurumu tarafından mevcut grafiler arasında Konya Numune Hastanesi'nde çekilen servikal BT'ler olmadan kusur tespitinin yapılamayacağı gerekçesiyle dosya tekrar mahkememize gönderilmiştir. Davacı hasta için Konya Numune Hastanesi'nde çekilen servikal BT'lerin tamamının mahkememize ibrazı için 06/03/2007 tarihinde davalı Sağlık Bakanlığı'ndan ara kararımızla istendiği, bu karara cevaben istenilen belgelerin 07/06/2007 tarih ve 4626 sayılı yazıları ekinde Mahkememize gönderildiği ifade edilmiş ancak; dosyada yapılan tetkik sonucu 07/06/2006 tarih ve 4626 saylı davalı idare yazısı ekinde Mahkememize sadece Ankara B. Tıp Merkezinde yapılan tıbbi işlemlere ilişkin belgeler ile filmlerin gönderildiği bunlar arasında Konya Numune Hastanesinde çekilen servikal BT'lerin mevcut olmadığının anlaşılması üzerine, 17/05/2007 tarihinde ikinci ve son kez istenilmesine, ara karar gereğinin süresinde yerine getirilmemesi halinde defalarca yapılan ara karara rağmen davalı idarece istenilen belge sunulmadığından dosyadaki bilgi ve belgelere göre karar verileceği hususunda son bir ara karar daha yapılmıştır.Bu ara kararımıza verilen cevapta, 26/06/2007 tarihli Konya Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün yazısında dava ile ilgili olarak Konya Numune Hastanesinin hasta dosyasında servikal tomografilerin olmadığı ve tomografi cihazının da çekilen tomografileri hafızasına kaydetmediği, bahsi geçen tomografilerin 26/06/1997 tarihinde Sağlık Bakanlığı Başmüfettişi Ü. K.'ye teslim edildiği ve halen teslim alınmadığı ifade edilmiştir. Mahkememizce yapılan ara kararlara rağmen davacı hastanın Konya Numune Hastanesindeçekilen Servikal BT'lerin en son Sağlık Bakanlığı Başmüfettişi Ü. K.'ye teslim edildiği ancak ısrarla Mahkememize ibraz edilmediği anlaşıldığından bu haliyle Adli Tıp Kurumunca da hizmet kusurunun tespiti yönünde inceleme yapılmasının mümkün olmadığı dikkate alınarak dava dosyası içereğindeki mevcut bilgi ve belgelere göre karar verilmesi gerekmektedir. Dosyada bulunan belge ve bilgilerin değerlendirilmesinden; G.Tolga Demiralp'in yaralı olarak anılan hastaneye getirilmesini müteakip rutin muayene, müdahaleler yapılarak icapçı nöbetçi Nöroşirurji uzmanının çağrıldığı, anılan doktorun çekilen film ve tahliller yanında beyin tomogrofisi ve ilk altı omuru gösteren servikal tomografi değerlendirerek hastayı normal bulduğu, Sağlık Personeli olan anne ve babanın ayaklardaki his kaybına dikkat çekmesine rağmen felç yönünde muayene yapmaya yanaşmadığı, ilk altı omurla ilgili tomogrofiyi yeterli bulduğu, oysa daha sonra yapılan muayenelerde 6-7 omurlarda kayma tespit edildiği, anılan doktorun tomogrofiyi daha alttan istemesi halinde bunu tespit edebileceği, hasta sahiplerine hastanın hiçbir şeyi olmadığını, istedikleri zaman götürebileceklerini, dosyasında boyunluk notunun bulunmadığının orada bulunan tanıklarca ifade edildiği, sonradan boyunluk notunun dosyaya girdiği, netice olarak anılan doktorun gerek muayene ve teşhisteki özensizliği, gerekse boyunluksuz olarak hasta sevkine izin vermesi sebebiyle hizmet kusuru oluştuğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Nitekim davalı idare başmüfettişince hazırlanan 26/08/1997 gün ve 101/12 sayılı soruşturma raporunda da; anılan doktorun muayene-teşhis ve hasta takibi konusundaki kusuru ortaya konularak, disiplin cezası önerilmiştir. Hizmet kusurunun tespitinden sonra buna dayalı maddi sorumluluğu ele almak gerekir. Davacıların talep ettiği maddi tazminat G.Tolga Demiralp'in iş gücü kaybı sebebiyle uğradığı maddi zarara karşılıktır. Anılan zararın hesabı için öncelikle Konya Adliyesinde görevli Adli Tıp Uzmanı Dr. Ertan Güven'den alınan 28/2/2000 tarihli raporda özetle, "Tolga Demiralp'in çalışma gücündeki azalma oranının %100 olduğu, derece sakatlık olduğu, iyileşmesinin söz konusu olmayacağı" görüşüne yer verilmiş olup, buna göre re'sen seçilen Av. Uğur Şen Aydın'dan G.Tolga Demiralp'in çalışma gücündeki azalma sebebiyle uğradığı maddi zararın hesaplanması istenilmiş olup 6/3/2000 tarihli raporda "Netice olarak, iskontolu kazanç tutarı, 264,YTL olduğu." belirtilmiştir. Anılan rapor taraflara tebliğ edilmiş olup davacı tarafça itiraz edilmemiş davalı idare tarafından sunulan 11/5/2000 havale tarihli dilekçe ile "Sakatlık derecesinin usulsüz tespit edildiği, hastanın çalışma yaşının yanlış alındığı, ücret miktarının fahiş bulunduğu, müterafik kusurun değerlendirilmediği," ileri sürülerek itiraz edilmiştir. Anılan raporun değerlendirilmesi sonucu, gerek çalışma günü kaybı, gerekse çalışma gücü kaybına bağlı maddi zararın hesabı mahkememizce de hukuka ve usulüne uygun bulunup davalı idare itirazına itibar edilmemiştir. Sonuç olarak davacılardan; G.Tolga Demiralp'in 264,YTL maddi zarara uğradığı, ancak mahkemeler taleple bağlı olduğundan, YTL maddi tazminat talebinin kabulü gerektiği kanaatine varılmış olup, anılan miktara idareye başvuru tarihi olan 18/5/1998 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesi gerekmektedir. Manevi tazminat talebine gelince, davacılardan G.Tolga Demiralp'in belden aşağısının felç olup, sonda ile ve tekerlekli sandalyeye mahkum yaşadığı tartışmasızdır. 16 yaşında kolej öğrencisi olan bir kişi için anılan durumun derin bir elem ve ızdırap sebebi, hatta yaşama istek ve hevesini törpüleyen bir durum olduğu kuşkusuzdur. Bu durumun, aynı şekilde sürekli çocuğun sondasını değiştirmek için okula giden ve orada sağlıklı çocuklar yanında kendi çocuğunun durumunu gören, anne-baba için de geçerli olduğunun kabulü gerekir. Bu sebeple davacılar içinde, manevi zararın oluştuğu sabittir. Manevi zararın miktarına gelince, doktrinde uygulamada kabul gören ilkeye göre manevi tazminat elem ve ızdırabı bastırmaya dönük bir tatmin aracı olup, taraflardan birinde zenginleşme diğerinde fakirleşme sebebi olamaz. Bu açıklama ışığında, manevi tazminat taleplerini değerlendirecek olursak; Davacı G.Tolga Demiralp ile Metin Demiralp için davalı idareye yapılan müracaatta her biri için YTL istendiği halde, dava dilekçesinde G.Tolga Demiralp için YTL, Metin Demiralp için YTL istenilmektedir. Davalı idareye başvuru aynı zamanda çıkarılmak istenen uyuşmazlığın somutlaştırılması olup, yargı yerine yapılan başvuruda da, bu miktarla sınırlı talepte bulunmak gerekir. Bu durumda uyuşmazlığın anılan davacıların herbiri için YTL üzerinden görülmesi gerekmektedir. Bu rakam ise yukarıda açıklanan manevi tazminatla ilgili ilkelere aykırı olmayıp G.Tolga Demiralp ve Metin Demiralp'in herbiri için YTL manevi tazminat talebinin kabulü, fazlaya ilişkin taleplerinin reddi gerekmektedir.” Anılan kararın temyizi üzerine her ne kadar Danıştay Dairesi, İlk Derece Mahkemesi kararının maddi tazminata ilişkin kısmı hakkında bozma kararı vermiş ise de başvurucunun karar düzeltme talebi sonucunda Danıştay Dairesi, 15/5/2013 tarihli E.2013/3230, K.2013/3404 sayılı ilamıyla bozma kararını kaldırarak Konya İdare Mahkemesince verilen kararın onanmasına karar vermiştir. Anılan karar 14/9/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu Tarafından İlgili Doktor Aleyhine Hukuk Mahkemesinde Açılan Tazminat Davasına İlişkin Süreç Başvurucu 29/4/2003 tarihinde, felç olması ve bakıma muhtaç kalmasında kusuru bulunduğundan bahisle Doktor B. aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Konya Asliye Hukuk Mahkemesi, Sağlık Bakanlığı aleyhine Konya İdare Mahkemesinin E.2005/353 sayılı dosyasında açılan tam yargı davasının sonucunun beklenmesine karar vermiştir. Konya Asliye Hukuk Mahkemesi, 27/12/2013 tarihli ve E.2003/388, K.2013/923 sayılı kararıyla davanın husumet nedeniyle reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı, davalının çalıştığı Konya Numune Hastanesinde muayene olmuştur. Bu muayenelerde davalının kusurlu olduğu, gerektiği gibi ilk müdahalenin yapılmadığı, davalının kasıtlı davranarak davacının felç olmasına sebebiyet verdiği iddia edilmektedir. Dosyanın incelenmesinde; davalı gerçek kişilerin kusur tazminatı sorumluluğu, davalıların çalıştığı kurumun da kusur sorumluluğuna dayanmaktadır. Kişisel kusur, görevi ihmal nedenlerine dayanarak hizmetin yürütülmesi esnasında ilgililerin zarar görmesi nedeni ile açılan tazminat davaları adli yargıda görülmekte idi. Buna mukabil idare aleyhine açılan davada ise dava idari yargıda görülmekte idi. Ne var ki Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/05/2011 tarih, 2010/6764 esas, 2011/6100 karar sayılı ilamı ile görev hususunda önceden beri yapılan uygulamalar değişmiştir. Bu kararda Yargıtay, kamu görevlilerinin veya bunların kullandığı araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirildiği sırada kişilerin zarar görmesi halinde meydana gelecek kusurun kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturacağını,burada kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmenin kesinlikle mümkün olmayacağını, kamu görevlisinin kusurunun da hizmet kusuru olacağını, bu nedenle kamu görevlilerinin kasti kusurlarından dolayı aleyhine dava açılabileceğini kabul edilmesinin mümkün olamayacağını, ancak kamu idaresi aleyhine dava açılabileceğini, kamu görevlisi hakkında açılan davaların husumet yokluğu nedeni ile reddine karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu durumda davalı B. hakkında açılan davanın husumet nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir..." Başvurucunun anılan kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 15/5/2014 tarihli ve E.2014/6727, K.2014/7964 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/11/2014 tarihli ve E.2014/11224, K.2014/14488 sayılı ilamıyla reddilmiştir. Bu karar, 5/12/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş; başvurucu 29/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Sağlık Bakanlığı Tarafından İlgili Doktor Aleyhine Hukuk Mahkemesinde Açılan Rücu Davasına İlişkin Süreç Sağlık Bakanlığı tarafından 7/11/2001 tarihinde, Konya Asliye Hukuk Mahkemesinde Konya İdare Mahkemesi kararı uyarınca ödenmiş olan miktarların hizmet kusuru bulunduğundan bahisle rücuen doktor B.'den tahsili talebiyle adı geçen doktor aleyhine alacak davası açılmıştır. Konya AsliyeHukuk Mahkemesinin 26/1/2016 tarihli ve E.2001/1033, K.2016/45 sayılı kararıyla, davacı idarenin Ankara İcra Müdürlüğünde başvurucu tarafından başlatılan icra takibi nedeniyle 7/5/2001 tarihinde başvurucuya 104,27 TL tazminat ve faiz, 20/4/2001 tarihinde yargılama gideri olarak 954,19 TL ödediğinin tespit edildiği belirtilmiştir. Anılan kararda, rücu şartlarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulü ile B'nin tespit edilen 104,27 TL'nin 7/5/2001 tarihinden, 954,19 TL'nin 20/4/2001 tarihinden, ıslah ile ek olarak istenen 551,68 TL'nin 28/9/2001 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacı idareye ödemesine hükmedilmiştir. Söz konusu karar10/2/2016 tarihinde B tarafından temyiz edilmiş olup temyize ilişkin yargılama devam etmektedir.B. İlgili Hukuk İlgili Mevzuat Anayasa'nın maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:  “Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır. "Anayasa'nın maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:  “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür." Anayasa'nın maddesinin beşinci fıkrası şöyledir: "Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir." 657 sayılı Kanun’un "Kişilerin uğradıkları zararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:  “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. .. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.” 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) “Müracaat, Şikâyet ve Dava Hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Hastanın ve hasta ile ilgili bulunanların, hasta haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her türlü müracaat, şikayet ve dava hakları vardır.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesi şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.Görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.” Yönetmelik’in “Sağlık Kurum ve Kuruluşlarının Sorumluluğu” kenar başlıklı maddesişöyledir:  “Hasta haklarının ihlali halinde, personeli istihdam eden kurum ve kuruluş aleyhine maddi veya manevi veyahut hem maddi ve hem de manevi tazminat davası açılabilir.Ancak, aleyhine dava açılacak merciin kamu kurum ve kuruluşu olması halinde;a) 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 12 nci maddesine göre; hakkın bir idari işlem dolayısı ile ihlal edilmesi halinde ilgililer, doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine dava açma süresi içerisinde tam yargı davası açabilirler.b) Aynı Kanun'un 13 üncü maddesi uyarınca, zarar verici eylemin öğrenildiği tarihten itibaren en geç bir yıl içinde maddi ve manevi tazminat olarak istenilen tazminat miktarı ayrı ayrı gösterilerek idareye müracaat edilmesi ve talebin açıkça veya zımnen reddi halinde kanuni süresi içinde idari yargı mercilerinde dava açılması gerekir.” Yönetmelik’in “Devlet Memuru veya Diğer Kamu Görevlisi Personelin Sorumluluğu” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Bu Yönetmelik'te gösterilmiş olan hasta haklarının fiilen kullanılmasına mani olan veya bu hakları başka şekilde ihlal eden personelin, cezai, mali ve inzibati sorumluluklarının tamamı veya bunlardan bir kısmı doğabilir.Birinci fıkrada belirtilen sorumluluklar haricinde, ihlalin durumuna göre, personeli istihdam eden kurum ve kuruluş tarafından personel hakkında uygulanacak idari tedbir ve müeyyideler saklıdır.” Yönetmelik’in “Kamu Personelinin Sorumluluğunu Tespit Usulü” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Kamu kurum ve kuruluşlarında görevli personelin, hasta haklarını ihlal eden fiil ve halleri, şikayet halinde veya idarece kendiliğinden tespit edildiğinde, hadisenin takibi, soruşturulması ve gerekir ise müeyyideye bağlanması için doğrudan valiliklerce veyahut Bakanlık veya personelin görevli olduğu kurumlar tarafından müfettiş veya muhakkik görevlendirilir.” Yönetmelik’in “Kamu Personeli Hakkındaki Müeyyideler” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Hasta haklarının Devlet memuru veya diğer kamu görevlisi personel tarafından ve görevleri sırasında herhangi bir şekilde ihlali halinde uygulanacak müeyyideler aşağıda gösterilmiştir:a) Kamu görevlisi olan personelin fiilinin niteliğine göre, soruşturmacı tarafından hakkında disiplin cezası teklif edilmiş ise, mevzuatın öngördüğü disiplin cezaları yetkili amir veya kurullarca usulüne göre takdir edilir.b) Hak ihlali aynı zamanda ceza hukukuna göre suç teşkil ettiği takdirde, memur olan personel hakkında, Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat hükümlerine göre yapılan soruşturma sonucunda lüzum-u muhakeme kararı verilir ise, dosya cumhuriyet başsavcılığı'na gönderilerek ceza davası açılması ve böylece personel hakkında fiiline uygun bulunan cezai müeyyidenin tatbiki sağlanır.c) Anayasa'nın 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrası, 129 uncu maddesinin beşinci fıkrası ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 13 üncü maddesi ve ilgili diğer mevzuat uyarınca, memurların ve diğer kamu görevlilerinin hukuki sorumluluğu doğrudan doğruya memur aleyhine açılacak dava yolu ile gerçekleştirilemez. Dava, 43 üncü maddede gösterilen usule göre, ancak idare aleyhine açılabilir. Bu personelin hukuki sorumluluğunun doğması, idare aleyhine açılacak dava neticesinde tazmin kararı verilmesine bağlıdır.Kamu görevlisi personelin verdiği zarar, mahkeme kararı üzerine idare tarafından tazmin edildikten sonra, müsebbibi olan sorumlu personele rücu edilir.d) Kamu görevlisi personelin mesleklerini resmi görevleri dışında serbest olarak icra etmekte iken işledikleri fiillerden dolayı haklarında 47 nci maddeye göre işlem yapılır.” Yönetmelik’in “Kamu Görevlisi Olmayan Personelin Sorumluluğu” başlıklı maddesi şöyledir:  “Hasta haklarının Devlet memuru veya diğer kamu görevlisi olmayan personel tarafından herhangi bir şekilde ihlali halinde uygulanacak müeyyideler aşağıda gösterilmiştir:a) Kamu görevlisi olmayan personel; hakları ihlal edilen hastanın doğrudan vaki olacak şikayeti üzerine veya bu fiillerin başka şekilde tespiti halinde Bakanlık veya başka kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan bildirim üzerine, bunların özel kanunlara göre kurulmuş olan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları haysiyet divanlarınca disiplin cezaları ile cezalandırılabilir.b) Kamu görevlisi olmayan personelin hasta haklarını ihlallerinden doğan hukuki sorumlulukları, genel hükümlere göre doğrudan doğruya kendilerine veya bunları çalıştıran kurum ve kuruluşlara karşı veya hem kendilerine ve hem de çalıştıranlara karşı birlikte dava açılarak ileri sürülebilir.c) Kamu görevlisi olmayan personel hakkında, ceza hukukuna göre suç teşkil eden fiilleri sebebiyle cezai müeyyideler tatbik edilmesi, genel hükümlere göre doğrudan doğruya cumhuriyet savcılıklarına yapılacak ihbar veya şikâyet yoluyla gerçekleştirilebilir.” İlgili Yargı Kararları 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinde "Her türlü idarî eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddî ve manevî zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır." hükmü düzenlenmiş, anılan hükmün Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenilmiştir. Anayasa Mahkemesi 16/2/2012 tarihli ve E.2011/35, K.2012/23 sayılı kararıyla söz konusu hükmü iptal etmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “Anayasa Mahkemesinin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa'da adlî ve idarî yargı ayrımına gidilmiş ve idarî uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idarî yargı, özel hukuk alanına giren konularda adlî yargı görevli olacaktır. Bu durumda idarî yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idarî yargının denetimine bağlı olması gereken idarî bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde yasakoyucu tarafından adlî yargıya bırakılabilir. Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idarî yargıda bir bölümünün adlî yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir.Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakârlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş olup sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idarî yargı yerlerinde görülmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden olduğu söylenemez.6100 sayılı HMK’nun 'Ölüm veya Vücut Bütünlüğünün Yitirilmesinden Doğan Zararların Tazmini Davalarında Görev' başlıklı maddesinin fıkrasının ilk cümlesi olan 'Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar' cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE; birinci cümlesinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan ikinci ve üçüncü cümlelerinin de 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin 4 numaralı fıkrası gereğince iptaline karar veril[miştir].” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27/3/2015 tarihli ve E.2013/4-1533, K.2015/1099 sayılı kararı şöyledir: “…Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve6217 sayılı Kanunun maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı H.U.K.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava; kamu görevlisi doktorun yetkilerini kullanırken, kusuru sonucu verdiği zarardan kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacılar vekili, müvekkillerinin desteği N. O.'un 28/08/2005 tarihinde aniden rahatsızlandığını ve yakınları tarafından Ortaca Devlet Hastanesi Acil servisine kaldırıldığını, hastanın sürekli baş ağrısı, uyku hali ve mide bulantısı şikayetleri ile Acil Servis doktoru davalıya müracaat edildiğini, davalının dini konulara eğilimi olan “mutaassıp” kişiliğe sahip olduğu, bu nedenle alkollü olduğunu düşündüğü hastaya ön yargılı yaklaştığını, davalıdan ambulansla Muğla’ya sevkinin yapılmasını istemelerine rağmen yapılmadığını, hastayı kendi imkanları ile Muğla merkeze götürdüklerini, ancak davalının kusuru nedeniyle hastanın sevkinin geciktiğini ve ambulans verilmediği için Muğla’da yapılan müdahalelerin sonuçsuz kaldığını bu nedenle hastanın yaklaşık 2 ay boyunca yapılan tedaviye cevap vermeyerek 05/11/2005 tarihinde vefat ettiğini, davacıların murislerinin desteğinden yoksun kaldıklarını, ölüm nedeni ile büyük acı ve ızdırap duyduklarını bildirerek fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile her bir davacı için 000,00 er TL maddi, 000,00 er TL manevi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili; müvekkilinin üzerine düşen tüm görevleri yerine getirdiğini, pratisyen hekim olarak muristeki rahatsızlığı tespit etmesinin mümkün olmadığını, yapılan idari soruşturmada müvekkiline atfedilecek bir kusur bulunmadığı için soruşturmaya yer olmadığına karar verildiğini bildirerek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Mahkemece, Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun raporu ile ölüm olayında davalının kişisel kusuru bulunmadığının tespit edildiği gerekçesi ile davanın reddine dair verilen karar, davacılar vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece, eldeki davanın, doktor olan davalının mutaassıp kişiliği nedeniyle hastaya alkollü olduğunu düşünerek ön yargılı davrandığı ve ambulans tahsis etmediği, bu nedenle desteklerinin öldüğü iddiasıyla açıldığı, davada davalının hizmet kusuruna dayanılmadığıgerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.Direnme kararı, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.Uyuşmazlık; eldeki davanın kamu görevlisinin hizmet kusurundan mı kişisel kusurundan mı kaynaklandığı, burada varılacak sonuca göre; davalıya husumet yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.Öncelikle, kamu görevlisi doktorun eyleminden sorumluluğuna ilişkin yasal düzenleme, kavram ve kurumlar irdelenmelidir:Kamu personelinin mali sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler öncelikle Anayasa olmak üzere ilgili kanunlarında yer almaktadır. 2709 sayılı T.Anayasası’nın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı maddesinin Ek fıkrası (03/10/2001-4709 S.K./ m.); “…Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” hükmünü içermektedir. İdareye karşı yargı yolunu düzenleyen “Yargı Yolu” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.”; son fıkrası da “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” şeklindedir.Kamu görevlilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen maddesinin birinci fıkrasında: 'Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.” Anılan maddenin beşinci fıkrasındaki düzenleme uyarınca; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.'Anayasa’nın bu hükümleri ile amaçlanan, memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerinikullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan devlet gibi bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır.Bu Anayasal hükümlere paralel düzenleme 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun, 1982 tarih ve 2670 sayılı Kanun’un maddesi ile değişik, maddesinde de yer almaktadır. 657 sayılı Kanun’un maddesinin 3657 sayılı Kanun ile değişik birinci fıkrasında; 'Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.' hükmü öngörülmüştür.Görülmektedir ki, Anayasa'nın 40/3, 125/son ve 129/maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş; 'memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak rücu edilmek şartı ile idare aleyhine açılabileceği' açıkça ifade edilmiştir.Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümünde Anayasa’nın 129/maddesinde yer alan 'yetkilerini kullanırken işledikleri kusur' ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır ki, bu noktada “kusur” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Uygulama ve öğretide kabul görmüş tanıma göre; kusur, hukuk düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası; kusur, genel tanımıyla, hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması olup; bu kınama, o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır.Yine, öğreti ve uygulamadaki hakim görüşe göre, sorumluluk hukuku açısından kusurun, kast ve ihmal (taksir) olmak üzere ikiye ayrılacağı kabul edilmektedir. Bu bağlamda, kast hukuka aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi; ihmal ise, hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2003 gün ve 2003/11-756 E., 2003/743 K. sayılı ilamı). İdare hukuku ilkeleri çerçevesinde olaya bakıldığında ise, bir kamu görevlisinin görev sırasında, hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun, kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı ve bu nedenle açılacak davaların ancak idare aleyhine açılabileceği bilinen ilkelerindendir (Danıştay Daire T. 1989 gün ve 1988/1042 E.; 1989/857 K. sayılı ilamı).Yeri gelmişken “yetkilerini kullanırken” ve “bu görevleri yerine getiren personel” kavramlarıyla amaçlananın ne olduğu üzerinde de durulmalıdır: Devletin sorumluluğunun diğer bir şartı da, zararın, memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından “görevini yerine getirirken” ve “görevle ilgili yetkilerini kullanırken” gerçekleştirilmiş olmasıdır. Şu halde “görevin ifası” “yetkinin kullanılması” ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel (görevsel) bir bağ bulunmalı; zarar, kamu görevi (kamu yetkisi) yerine getirilirken, bu görev ve yetki nedeni ile doğmuş olmalıdır. Memur ve diğer resmi görevlileri kamu görevlisi sıfat ve kapasiteleri dışında özel bir kişi olarak, özel hukuk hükümlerine göre özel işlerini yaparken üçüncü kişilere verdikleri zarardan doğrudan doğruya kendileri sorumludur (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, Bası, İstanbul 2010, s. 590 vd.).Öte yandan, kamu görevlisinin, hizmet içinde veya hizmetle ilgili olmak üzere tutum ve davranışının suç oluşturması ya da hizmeti yürütürken ağır kusur işlemesi veya düşmanlık, siyasal kin gibi kötü niyetle bir kişiye zarar vermesi halinde dahi bu durum, aynı zamanda yönetimin gözetim ve iyi eleman seçme yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle hizmet kusuru da sayılmalı ve bu nedenle açılacak dava idareye yöneltilmelidir.Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki, kişilerin uğradığı zararla, zarara sebebiyet veren kamu personelinin yürüttüğü görev arasında herhangi bir ilişki kurulabiliyorsa, ortada görevle ilgili bir durum var demektir ve bu tür davranışlar kasten veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın, kamu personelinin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları olarak ortaya çıkmakta ve bu husus, 657 sayılı Kanun’un 13’üncü maddesindeki “kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlar” ibaresinde ifadesini bulmaktadır.Diğer taraftan, Anayasa’nın 129/maddesinde “kusur” şartından bahsedildiğine göre yetkisini kullanan memurun veya kamu görevlisinin işlediği eylemin kasten mi yoksa ihmalen mi gerçekleştirdiğine bakılmaksızın bu eylemlerinden doğan davaların ancak idare aleyhine açılması gerektiğinin kabulü zorunludur.Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2014 gün ve 2013/4-579 E. 2014/155 K.; 2013 gün ve 2012/4-729 E. 2013/163 K.; 2012 gün ve 2012/4-523 E. 2012/1191 K.; 2012 gün ve 2012/4-441 E. 2012/710 K. ile 2012 gün ve 2011/4-592 E. 2012/25 K., 2014 gün ve 2013/4-1120 E., 2014/922 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacıların doktor olan davalının mutaassıp kişiliği nedeniyle hastaya alkollü olduğundan bahisleön yargılı şekilde yaklaştığı, bu nedenle ambulans tahsis etmediği ve desteğin ölümüne neden olduğu belirterek ve davalı doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açtıkları anlaşılmaktadır.Davacıların bu iddiası, içerikçe davalı doktorun görevi sırasında ve yetkisini kullanırken işlediği bir kusura ve bu kusurun niteliği itibariyle de kamu görevlisinin ihmaline dayanmaktadır. Hal böyle olunca, davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise, dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir. Bu nedenle, yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davalı doktor hakkındaki davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi gerektiği gözetilmeyerek işin esasının incelenmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler, Anayasa’nın 129/maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13/maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabileceği, idare aleyhine böyle bir davanın açılabilmesinin, hizmet kusurundan kaynaklanmış, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlı olduğu, kamu görevlisinin, özellikle haksız eylemlerde, Anayasa ve özel yasalardaki bu güvenceden yararlanma olanağı bulunmadığını, buna göre dava dilekçesinde belirtilen maddi olgulardan davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığının da anlaşılması karşısında mahkeme kararının onanması gerektiği yönünde görüş beyan etmiş iseler de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. ” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarihli ve E.2011/4-592, K.2012/25 sayılı kararı şöyledir:“Dava, desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin adı geçen doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece, dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmışlardır....gerek Anayasa, gerekse Devlet Memurları Kanunu’nda yer alan düzenlemelerin, memur ve kamu görevlisinin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı; daha sonra ilgilisine rücu edilmek üzere ilk etapta devletin sorumluluğuna giderek, mağdura zararını daha iyi bir şekilde giderecek bir muhatap ve tereddütsüz bir yargı yolu sağladığı; bugüne kadar ki uygulamada, kamu personelinin mali sorumluluğunuçözmek için “hizmet kusuru” ve “kişisel kusur” ayrımına gidilmiş olmasının yerinde olmadığı, zira yasada böyle bir unsur bulunmayıp; bunun tamamen idare ile memur arasında görülecek rücu davasının sorunu olduğu; öte yandan, Anayasa’nın 129/5 maddesinde sayılan görevlinin görevini yerine getirirken veya yetkilerini kullanırken kasten islediği eylemin bu koruma altına girip girmeyeceğine ilişkin olarak da, yasanın “kusur” ifadesi kullanması karşısında eylemin kasten veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın idarenin sorumluluğuyla güvence altına alındığı, ceza mahkemesinde yargılanmasının hatta ceza almasının dahi öneminin bulunmadığı, bunun da ancak rücu davasında dikkate alınacağı; sonuçta, memur ve kamu görevlisinin görevi sırasında hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı bu nedenle açılacak davanın idare aleyhine açılması gerektiği; görev yapılan yerde dahi olsa memur ve kamu görevlisinin yaptığı iş ile ilgisi olmayan eylemlerin varlığı halinde ise bu eylemden memurun kişisel olarak sorumlu tutulacağı, bu nedenle açılacak davaların da ancak adli yargıda ve kamu görevlisi veya memur aleyhine açılabileceği, ilke olarak oyçokluğu ile kabul edilmiştir.Davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur.” Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/9/2015 tarihli ve E.2015/8773, K.2015/9479 sayılı kararı şöyledir: “Davacı, ameliyat için yattığı hastanede doktor olan davalının kendisini muayene etmek bahanesi ile odasına götürerek cinsel saldırıda bulunduğunu belirtmiş, bu eylem nedeniyle uğramış olduğu maddi ve manevi zararının giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.Mahkemece, kamu görevlisi doktor olan davalının eyleminin hizmet kusuru niteliğinde olduğu, Anayasam. 129/5’e göre memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği gerekçesiyle davanın husumet yönünden reddine karar verilmiştir.Anayasa’nın 129/ maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13/ maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabilir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanılma alanı ile, eş anlatımla, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde (fiili yol); kamu görevlisinin, Anayasa’nın bu güvencesinden yararlanma olanağı bulunmamaktadır. Somut olayda, davalının cinsel saldırıda bulunduğu şeklinde iddia edilen eylem açıkça kişisel kusur oluşturur ve kamu görevi ile ilişkilendirilemez. Bu iddiaya dayanan davaların, Anayasa m. 129/5 kapsamında değerlendirilmesi de mümkün değildir. Şu durumda, işin esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, mahkemece yazılı gerekçe ile davanın husumet nedeniyle reddedilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/10/2007 tarihli ve E.2007/4-640, K.2007/725 sayılı kararı ise şöyledir:“(…Davacı, davalının yanlış tedavi uygulaması nedeniyle eşinin ölümüne neden olduğunu ileri sürmüş; mahkemece, davanın Sağlık Bakanlığı’na karşı açılması gerektiği; davalıya husumet yöneltilemeyeceği gerekçe gösterilerek yazılı şekilde karar verilmiştir.  ‘Anayasa m. 129/5’de, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak idare aleyhine açılabileceği benimsenmiştir. Ne var ki, bu kural mutlak olmayıp; idari yetkilerin kullanılma alanı ile eş anlatımla, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Özellikle, haksız eylemlerde; kamu görevlisinin, Anayasa’nın bu güvencesinden yararlanma olanağı bulunmamaktadır. Somut olayda, davalının tanı ve tedavide hatalı davrandığı ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur. Şu durumda, açıkça kişisel kusura dayanılmıştır. O nedenle, Anayasa m.129/5 hükmünün göz önünde tutulabilmesi söz konusu değildir. Mahkemece, işin esasının incelenmesi; davalının kişisel kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. Açıklanan nedenlerle, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir’ gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. … Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle,Anayasanın 129/5 maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin davaların idare aleyhine dava açılabilmesinin, eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına; dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında öncelikle bu iddia doğrultusunda delillerin toplanıp değerlendirilerek sonuca varılmasının gerekmesine; Hukuk Genel Kurulu’nun 2000 gün ve 2000/4-1650 E. 2000/1690 K; 2001 gün ve 2001/4-595 E. 2001/643 K.; 2006 gün ve 2006/4-86 E. 2006/111 K.; 2006 gün ve 2006/4-526 E. 2006/562 K. Sayılı ilamlarında da aynı ilkenin vurgulanmış olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 15/10/2015 tarihli ve E.2014/1989, K.2015/3546 sayılı kararı şöyledir:  “Anayasanın maddesinde idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya eksiklik şeklinde tanımlanabilen hizmetkusuru; hizmetin kötüişlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.Ayrıca, kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlenilen ödevin ve yürütülen hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendilerine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklarından yararlanarak, yaptıkları eylem ve işledikleri kusurları, idareden ayrılamamaları nedeniyle görevle ilgili olarak işlenen "görev kusuru" niteliğinde hizmet kusurunu oluşturmaktadır....Davada tazmini istenilen zararı doğuran Defterdar Yardımcısı olan kamu görevlisinin, Hazineye ait taşınmazları belli bedeller karşılığında sahte tapu senedi vermek suretiyle satması olayında, sürecin işleyişi, kullanılan makam, olanak ve araçlar dikkate alındığında, kamu görevlisinin eylemiyle, kamu hizmetinin birbirinden ayrılabildiğinden ve idare ajanının suç niteliğindeki eylemlerinin hizmetle irtibatının kesildiğinden söz etmeye olanak bulunmamaktadır... görev kusuru niteliğinde hizmet kusuru nedeniyle davacının meydana gelen zararlarınındavalı idarece tazminine karar verilmesi gerekir...” Danıştay Dairesinin 29/9/1999 tarihli ve E.1998/3989, K.1999/4364 sayılı kararı şöyledir:“Olaynedeniyleyapılancezayargılamasısonunda,ölümesebepolan jandarmatimkomutanıtamkusurlubulunarak,dikkatsizlikveönlemsizlik nedeniylecezalandırılmıştır.Ancakbudurumun davalı idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı sadece idareye sözkonusu kişiye rücu etme imkanı vereceği açıktır. Zira bir kamu görevlisinin görev sırasında hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlere ilişkin kişisel kusurunsuçniteliğitaşısabile, hizmet kusuru oluşturacağı idare hukukunun bilinen ilkelerindendir. Jandarma tim komutanının idari faaliyetle ilgili bir görev sırasında davacıların yakınlarının ölümüne neden olması hizmetin kusurlu işletildiğini göstermektedir. Davalıidareninaçıklananhizmet kusuru nedeniyle davacıların uğradığı zararı tazmin etmesi gerekmekte(dir).”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20219
Başvuru, hatalı teşhis ve tedavi uygulanması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının; olayda kusuru bulunan kamu personeli aleyhine açılan tazminat davasının reddine dair kararların gerekçesiz olması ve davanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, siyasi parti liderinin parti grup toplantısında Başbakan'a karşı söylediği sözler nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. 2014/1737 sayılı başvurunun konu bakımından aynı nitelikte bulunmaları nedeniyle 2014/1577 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu -olayların geçtiği tarihte ve hâlen- Türkiye'nin en eski partisi olan Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) genel başkanıdır. CHP 2000'li yılların başından günümüze kadar Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) ana muhalefet partisidir. Başvurucu, Partisinin TBMM'deki grup toplantısında belirli periyotlarla gündeme dair görüşlerini açıklamaktadır. Başvuruya konu ifadeler yakın tarihli iki ayrı grup toplantısında irat edilmiştir. Grup toplantılarına genel olarak çok sayıda partili ve vatandaş da dinleyici olarak katılabilmektedir. Başvurucu, başvuruya konu konuşmalarda o tarihte görev yapan Hükûmeti ve başbakanlık görevinde bulunan Recep Tayyip Erdoğan'ı sert bir biçimde eleştirmiştir.A. 31/1/2012 Tarihli Konuşmaya İlişkin Tazminat İşlemleri (B. No: 2014/1737) Konuşmada özet olarak şu konulara değinilmiştir:"- Özel yetkili mahkemeler çağdaş demokrasilerde değil, dikta rejimlerinde olur. Buradan 'bize bir şey olmaz' diyenlere sesleniyorum. Senin suçlu olup olmadığına bakılmaz. İktidar kafaya koyduysa, gece yarısı gelir, evin basılır, alırlar içeriye. Sen derdini anlatıncaya kadar zaten altı ay geçer.- Tortum’da HES’e karşı çıkan, toprağını, ekmeğini ve Türkiye’yi savunan 86 yaşındaki Nafiye anayı karakola götüreceksiniz, sabaha kadar tutacaksınız, darb edeceksiniz, yerlerde sürükleyeceksiniz. Bunun adına da ileri demokrasi denecek. İleri demokrasi değil, postmodern darbedir bu”- Tayyip Bey’in mahkemelerinden biri, grubumuzda misafirimiz olan HES direnişçisi 17 yaşındaki Leyla Yalçınkaya hakkında 'komşularıyla ve akrabalarıyla görüşmeme' kararı vermiş. yüzyılda böyle bir karar izah edilemez.- Buradan bütün insan hakları düşmanlarına, bütün adalet cellatlarına sesleniyorum; 135 milletvekili arkadaşımız Leyla'nın sesi olmak için buradayız. Leyla konuşmayacaksa, CHP de konuşmayacak. Leyla'nın konuşması için mücadele edeceğiz. Gerekirse 135 CHP milletvekili 136 Leyla olacaktır. Ben bu onurlu mücadeleyi veren 17 yaşındaki Leyla'dan 86 yaşındaki Nafiye anneye kadar bütün Erzurumlu kadınların ellerinden öpüyorum. Onlara şükranlarımı, saygılarımı gönderiyorum.- Sayın Başbakan Erzurumlu kadının genlerini bilmiyor. Bilmiyor ki Erzurumlu kadın, Nene Hatun, daha 20 yaşındayken, üç aylık çocuğunu emzirdikten sonra gidiyor, düşmanla mücadele ediyor.- Şu anda Türkiye'de HES'e karşı çıktığı için yargılanan insan sayısı bin 26'dır. Bin 26 kişi hangi demokraside 'ben su istiyorum' diye mahkemelere götürülür. Siz buna demokrasi diyorsunuz. Demokrasi böyle olmaz. Demokrasi hak arama arayışıdır. İnsanlar konuşacaklar, haklarını arayacaklar. 86 yaşındaki Nafiye anayı karakola götürdün de boyun mu uzadı? Hayır. O bir insanlık ayıbıdır. Türk demokrasi tarihinin de kara bir lekesidir. Bunu kimsenin unutmaması gerekir.- Vicdanı olan, dünya görüşü ne olursa olsun, vicdanına göre karar veren, hukukun üstünlüğüne inanan o doğrultuda çaba harcayan bütün yargıçlara sonsuz saygım var. Onlar bu ülkenin güvencesidir. Ama onlara bir sözüm var, korkmayacaksınız. 'Tavla pulu gibi bizi dağıtırlar' denildiği zaman 'Türkiye'nin bütün coğrafyasında adaletle görev yaparız' diyeceksiniz. Beni sürerler diye çekinmeyeceksiniz. - Savcılar hırsızın peşinde, Bakanlar Kurulu da savcıların peşinde. Deniz Feneri denilen yüzyılın yolsuzluğu, yüzyılın hukuk skandalına dönüştü.- Başbakan'ın dava arkadaşlarını, önce savcıların elinden aldılar, bununla da yetinmediler, içleri soğumadı, savcılar hakkında 11 yıla kadar hapis cezasıyla dava açtılar. Bu, hukuk camiasına açıkça gözdağı vermektir. İbreti alem için ayağınızı denk alın diyorlar. O dürüst savcılara, yargıçlara sesleniyorum; ayağınızı denk alın deseler de adalete, hukukun üstünlüğüne inancınızı sarsmayın, sarsmayın ki biz de size sonuna kadar güvenelim.- Bu dava aynı zamanda Sayın Başbakan'ın yakın arkadaşlarının, hırsızlık, yolsuzluk yapma haklarını tescil eden davadır. Ey hırsızlar, yolsuzluk yapanlar, eğer başınıza bir şey gelmesini istemiyorsanız, hırsızlık ve yolsuzluk yapmadan önce Sayın Başbakan ile temasa geçin, irtibat kurun kimse size dokunamaz. Sayın Başbakan'ın iş yükü fazladır, ulaşamayabilirsiniz ikinci adres veriyorum, köstebek bakana ulaşın yine rahat edersiniz. Artık savcı, polis, hakim size dokunamaz, dilediğiniz gibi yolsuzluk, hırsızlık yaparsınız.- Başbakan Erdoğan'ın CHP takıntısı var. CHP'nin katsayı düzenlemesini Danıştaya götürdüğünü söylüyor. Danıştay'a CHP'nin değil de iki kişinin bireysel başvuru yaptığını bilmeyecek kadar cahil olamaz. Bu kadar cehalet bir Başbakana fazla gelir. Göz göre göre CHP başvurdu diyor, yani yalan söylüyor.- Kardeşliğin, sevginin, birliğin dinini, fitne çıkararak, nefret üreterek, bölücülük yaparak kullanmak ancak Başbakan’a yakışır. İnsanları dindar ve dindar olmayanlar diye ayırıyor. Bu nesilden önceki nesil dinsiz miydi? Bir insanı 'dindardır', 'dindar değildir' diye ölçüyü, bu yetkiyi sana kim verdi?- Bir toplumun fay hatları vardır, onun tetiklenmemesi lazım. Tetiklerseniz, toplumda deprem, ayrışma yaratırsınız. Bunun adı bölücülük, ülkeye ihanettir. Nerede mezhep, ırk, tarih fayı var, hemen Başbakan orada. Bu memleketi niye bölüyorsunuz? Bir siyasetçinin görevi, siyasi rant elde etmek değildir. Din üzerinden oy toplanmaz, oy topluyorsan o oyların tamamı haramdır sana.- Şimdi kalkmışsın İslam dünyasında mezhep, ırk çatışması getiren siyasi planın Türkiye'de taşeronluğunu yapıyorsun, ayıptır sana. Yazıktır ülkeye.- Sen bu milletin, fitre, zekat, sadaka, kurban derisi paralarıyla yolsuzluk yapan adamları adaletin elinden alacaksın, sonra 'dindar-dindar olmayan' diye vatandaşları ayıracaksın. Sen önce bu insanların, yoksul insanlara yardım için ödediği paraların hesabını sor. Sen, hesabını soranlara 'niye hesap soruyorsun' diye karşı çıkıyorsun' - Irak'ta 1,5 milyon Müslüman öldürüldü, senin gıkın çıkmadı. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır' ilkesi Hazreti peygambere aittir. Kusura bakma Sayın Başbakan, sen dindar değilsin, din tüccarısın, dindar insanların inançlarını sömürensin. İstismar ettiğin dindar kesimi, senin insafından kurtaracak olan CHP’dir.- Uludere'de öldürülen 34 vatandaşın katilinin kim olduğunun açıklanmasını isteyen Genel Başkan Kılıçdaroğlu, 'Yüreğin varsa çık millete anlat. Sen Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarlarını savunan, en son Başbakansın' dedi.- [Van'daki depreme ve hala çadırlarda devam eden yaşama ilişkin olarak] Çadırların yüzde 99'u yazlık, çocuklar depremde değil, çadırda çıkan yangında öldü. Koskoca Türkiye konteyner yapmaktan aciz mi? Acizlik bu ülkeyi yönetenlerde. Söz verdiler yalan çıktı. Hani herkes konteynerlere yerleştirilmiş olacaktı?" Davacı Recep Tayyip Erdoğan, başvurucunun anılan konuşmasında kendisine hakaret ettiğini iddia ederek başvurucu hakkında manevi tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davada başvurucunun şu sözleri dava konusu edilmiştir: “Bakın değerli arkadaşlarım, bir başbakan düşünün, yüzde yüz haklı olduğunu düşünse; bile bir yakının mahkemesine müdahale etmez. Bir yakını o davada görüşülüyor diye yargıya müdahale etmez. Ahlakın ve insanlığın iflas ettiği bir duruma bakalım, Deniz Feneri davasına bakalım. Ahlak ve insanlık orada iflas etmiştir. Düşünün değerli arkadaşlarım, koskoca bir Türkiye Cumhuriyeti, koskoca bir devlet, bir Bakanlar Kurulu bütün görevini bırakmış savcılarla uğraşıyor. Nedir biliyor musunuz? Savcılar hırsızın peşinde, Bakanlar Kurulu da savcıların peşinde. (Alkışlar) Şimdi bakın, Almanya'da yargılandılar. Adamlar karar verdiler. İfadelerini aldılar, tutanaklar tutuldu, yargılama hukuk içinde yapıldı hakim dedi ki "Bunlar piyon asıl failler Türkiye'de." Şimdi geldiğimiz noktada gördük, asıl falller savcılar. Size ne kardeşim dava açarsınız? Bakın, burada hiçbir şey yoktur diye karar verseydiniz kiminiz ya Adalet Bakanlığına müsteşar olurdu ya da Yargıtaya üye olurdu veya özel kurullarda başkan veya yardımcı olurdu, terfi ederdiniz, size ne, adalet ne! (Alkışlar) Onun için çürüyen bir adaletle, adalet anlayışıyla karşı karşıyayız. Başbakanın dava arkadaşlarını önce savcıların elinden aldılar. Bununla da yetinmediler, içleri soğumadı, tuttular savcılar hakkında 11 yıla kadar hapis cezasıyla dava açtılar. Bu ne demektir biliyor musunuz değerli arkadaşlarım? Hukuk camiasına açıkça gözdağı vermek demektir. Bakın, bize karşı geldiler, ibreti alem için 11 yıl için dava açıyoruz mahkum edeceğiz bunları, ayağınızı denk alın diyorlar. Onun için o dürüst yargıçlara dürüst savcılara sesleniyorum: Ayağınızı denk alın deseler bile adalete ve hukukun üstünlüğüne inancınızı sarsmayın, sarsmayın ki biz de size sonuna kadar güvenmiş olalım (Alkışlar). Bu dava aynı zamanda Sayın Başbakanın yakın arkadaşlarının hırsızlık, yolsuzluk yapma haklarını tescil eden bir davadır, yani artık yapabilirsinizdemektir. Değerli arkadaşlar, asrın, yani yüzyılın yolsuzluğu yüzyılın hukuk skandalına dönüştü. Buradan bütün hırsızlara ve bütün yolsuzluk yapanlara sesleniyorum: Ey hırsızlar, ey yolsuzluk yapanlar, eğer başına bir şey gelmesini istemiyorsanız hırsızlık ve yolsuzluk yapmadan önce Sayın Başbakanla temasa geçin, irtibat kurun, kimse size dokunamaz. Olabilir, Sayın Başbakanın iş yükü fazladır, ulaşamayabilirsiniz size ikinci adres veriyorum, köstebek bir bakan var, ona ulaşın, yine başınıza bir şey gelmez, rahat edersiniz siz. Artık ne savcı, ne polis ne hâkim size dokunamaz, siz dokunulmaz olursunuz; dilediğiniz gibi yolsuzluk yaparsınız, dilediğiniz gibi hırsızlık yaparsınız. Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanın biliyorsunuz klasik bir takıntısı vardır, CHP takıntısı var. Geçen gün yine Grupta bir konuşma yapmış. Diyor ki “İşte, en son katsayı düzenlemesini bir kez daha Danıştaya götürdüler. Siz bu imam hatiplerden neden rahatsız oluyorsunuz? Dindar bir nesil gelmesin diyorsunuz.” Bunu söylüyor Başbakan.Değerli arkadaşlarım; Bir: Danıştaya Cumhuriyet Halk Partisinin değil de 2 kişinin bireysel başvuru yaptığını bilmeyecek kadar cahil olamaz Sayın Başbakan çünkü bu kadar cehalet bir başbakana fazla gelir.İki: Göz göre göre “Cumhuriyet Halk Partisi başvurdu” diyor, yani yalan söylüyor. Bir Başbakana yalan söylemek yakışır mı? Yalan söylemek yakışır mı sana Başbakan? O koltukta oturuyorsun sen, yalan söylüyorsun sen açıkça Yalan söylemek, iftira atmak, bir Cumhuriyet Halk Partili olarak benim onuruma dokunuyor. Sen Başbakansın, danışmanların var, Cumhuriyet Halk Partisi kurumsal olarak böyle bir başvurmadı sen bilmiyor musun bunu? Biliyor, biliyor ama iftira atıyor. Yalan söylüyor. Yalan söylemek ancak sana yakışır zaten. Kardeşliğin, sevginin ve birliğin dinini, fitne çıkararak, nefret üreterek, bölücülük yaparak kullanmak ancak sana yakışır. Bakın, insanları “dindar ve dindar olmayanlar” diye ayırıyor. Şimdi Başbakana bir soru soruyorum: Sayın Başbakan diyorsun ki “Siz dindar olmayan bir nesil gelmesin istiyorsunuz.” Peki, Sayın Başbakan, bu nesilden önceki nesil dinsiz miydi? Bir insanı dindardır, dindar değildir diye ölçüyü sana kim verdi? Bu yetkiyi sana kim verdi? O terazi senin elinde duruyor mu, durmuyor mu? Sen nasıl insanlara bakıp da sen dindarsın, sen dindar değilsin diye ayırabilirsin? Bu şirk değil midir? Allah’tan korkmuyor musun sen? Bu ülkede bölücülük yapıyorsun. Her insanın dini, her insanın inancı, her insanın giysisi kendi bileceği şeydir ve Cumhuriyet Halk Partisinin başının üstünde yeri vardır (Alkışlar). Bunu önce sen bil Başbakan.Sayın Başbakana söylemek isterim. İmam Hatip Okulu Mezunları Derneği beni ziyarete geldi. Onlara 1934 yılında imam hatip mektebinden mezun olan bir öğrencinin diplomasını hediye ettim. 1934 yılında Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda idi, imam hatip okullarını kuran Cumhuriyet Halk Partisidir. Diyanet İşleri Başkanlığını kuran Cumhuriyet Halk Partisidir, ilahiyat fakültelerini kuran Cumhuriyet Halk Partisidir, sen kime iftira atıyorsun. (Alkışlar) Toplumun en fazla birlik ve beraberliğe ihtiyaç olduğu bir dönemde insanları niye ayırıyorsun? Yazık, günah değil mi? Bu ülkede yaşayan herkes kardeş değil mi? Herkes birbirine saygı göstermek durumunda değil mi? Cumhuriyet Halk Partisi imam hatip okullarını açarken niye açtı? İlahiyat fakültelerini açarken niye açtı? Diyanet İşleri Başkanlığını kurarken niye kurdu? Bu insanlar birinci elden, yetkin insanlar aracılığıyla dinlerini öğrensinler diye. Bunu biz yaptık sen değil, sen istismar ediyorsun, sen sömürüyorsun ama biz bugüne kadar çıkıp kimsenin diniyle, inancıyla oynamadık, lafımız olmadı; ayıptır, günahtır. Herkesin inancı kendisine aittir. Allah’a kimin yakın olduğunu kim bilebilir? Senin elinde böyle bir terazi mi var? Dindarlık taslıyorsun sen, senin dindarlıkla da bir ilgin yok. (Alkışlar) Bir toplumun fay hatları vardır, o fay hatlarının tetiklenmemesi lazımdır. Fay hatlarını tetiklerseniz toplumda deprem yaratırsınız, ayrışma yaratırsınız. Bunun adı bölücülüktür, ülkeye ihanettir. Bakın, nerede bir mezhep fayı var hemen Başbakan orada, nerede bir ırk fayı var, Başbakan orada, nerede bir tarihi fay var Başbakan orada. İnsaf ya, bu memleketi niye bölüyorsunuz arkadaşlar? Niye ayrıştırıyorsunuz insanları? İnsanlar birbirlerini seviyorlar, birbirlerine saygı gösteriyorlar. Herkesin inancı, herkesin kimliği bizim başımızın üstüne. Bir siyasetçinin görevi siyasi rant elde etmek değildir, din üzerinden oy toplanmaz, din üzerinden oy topluyorsan o oyların tamamı haramdır. (Alkışlar) Bakın değerli arkadaşlarım, çevremize bir bakın. Çevremizde olup bitenlerin hâlâ farkında değil. Mezhep çatışmasının içine bütün İslam coğrafyası çekilmek isteniyor. Fitili Irak’ta atıldı, Suriye işin beşiğinde. Körfez ülkelerine gidecek. Bu coğrafyada birliği ve beraberliği, kardeşliği tesis etme misyonuna sahip tek ülke var, Mustafa Kemal’in Türkiye’si var. Sen o Türkiye’ye sahip çıkacaksın. (Alkışlar) Şimdi kalkmışsın İslam dünyasında mezhep çatışması, ırk çatışması getiren siyasi planın Türkiye’de taşeronluğunu yapıyorsun. Ayıptır sana. Yazıktır bu millete. Yazıktır bu ülkeye. Nasıl sen ayrımcılık yaparsın. İnsanlar arasında ayrımcılık olur mu? Allah’ın yarattığı en değerli varlık insan değil midir? İnsanı baş tacı etmek durumunda değil miyiz? Değerli arkadaşlarım, işte bunların dindarlığı bu kadardır. Hiç ahlaksızlıkla dindarlık bir arada olur mu arkadaşlar? Ahlaksızlıkla dindarlık bir arada olur mu? (Alkışlar) “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen Yüce Peygamber ahlakı yüceltmiştir. Bir insan hem ahlaksız hem dindar olacak, olmaz. Haram ile helal farkı gözetmeyen insandan dindar olmaz. Kul hakkı gözetmeyen insandan dindar olmaz, yetim hakkı yiyen insandan dindar olmaz, kamu malına, devletin malına el uzatan adamdan hiç dindar olmaz. (Alkışlar) Sen bu milletin fitreyle, zekâtla, sadakayla, kurban derisi, kurban parası verilen paralarla yolsuzluk yapan adamları adaletin elinden çekip alacaksın ve kalkacaksın diyeceksin ki “dindar, dindar olmayan” diye vatandaşları ayıracaksın. Sen önce bu insanların o dini inançları gereği yoksul insanlara yardım için ödediğin paraların hesabını bir sor bakalım. Sen, hesabını soran adamlara “Niye hesap soruyorsun?” diye karşı çıkıyorsun. (Alkışlar) Irak’ta bir buçuk milyon Müslüman öldürüldü, senin gıkın bile çıkmadı, dilsizleştin sen. “Haksızlık karşısında duran şeytandır, dilsiz şeytandır.” İlkesi bizim Peygamberimize aittir. Haksızlık karşısında senin dilin sustu. (Alkışlar) Kaddafi linç edilirken sesin çıkmadı, alkış yaptın burada. Sen kalkmışsın bir de bana ahlak dersi veriyorsun. O Kaddafi ki Kıbrıs Barış Harekâtında sırtıyla yardımları Türkiye’ye gönderen insandır. (Alkışlar) Kusura bakma Sayın Başbakan sen dindar falan değilsin. Sen din tüccarısın. Dindar insanların inançlarını sömüren bir insansın. (Alkışlar) İstismar ettiğin dindar kesimi senin insafından kurtarmak da Cumhuriyet Halk Partisinin boynunun borcudur. (Alkışlar)Değerli arkadaşlarım, karşımıza ipin ucunu kaçırmış bir Başbakan var. Hükümet üyelerinin her birisi ayrı telden çalıyor. Halkın canını yakan sorunlarla hiç kimse ilgilenmiyor ama Başbakan din tüccarlığıyla işi götürmeye çalışıyor. Dış politikaya bakın, ne Irak’ta ne Suriye’de ne Kafkaslarda ne Balkanlarda bir manevra alanımız bile kalmadı. Dışişleri Bakanı Başbakanı boş havuza atıyor, havuza atarken bilmiyor ya, Türkiye’yi de sen havuza atıyorsun. Doğu Akdeniz’de petrol ve doğal gaz haklarımızı verdik. Neymiş? Obama demiş ki “Bizim şirket arıyor.” “Emredersin” dediler, ses yok, gık yok. Hani sen Piri Reisi göndermiştin? Hani orada ararlarsa savaş açacaktın. Obama dedi, gık yok. Davacı; başvurucunun konuşmasında kendisini hırsızlık ve yolsuzluk yapmak, hırsızlık ve yolsuzluk yapanları koruyup kollamak, cahillik, yalancılık, iftira atmak, fitne çıkarmak, bölücülük yapmak, din tüccarlığı yapmak, din üzerinden oy toplamak, dindar değil ahlaksız olmak, haram ile helali gözetmemek, kul hakkı ve yetim hakkı yemek ve kamu malına el uzatmakla itham ettiğini ileri sürmüştür. Davacıya göre başvurucunun sözleri kendisinin şahsi haklarına saldırı niteliğindedir ve eleştiri sınırlarını aşmıştır. Buna karşın başvurucu, bahse konu konuşmada o tarihlerde kamuoyunun gündeminde olan ve Deniz Feneri soruşturması olarak bilinen soruşturmanın savcılarının işten el çektirilmelerine duyduğu tepkiyi dile getirdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, davacının toplumdaki inanç ve etnik kökene mensup insanları rencide eden konuşmalarına ve dış politikada izlenen etnik ve mezhep temelli politikalara dikkat çekmek için davacının birleştirici değil bölücü bir siyaset izlediğini ifade etmiştir. Başvurucu, davacının CHP'ye yönelik olarak "İşte en son katsayı düzenlemesini bir kez daha Danıştay'a götürdüler, siz bu imam hatiplerden neden bu kadar rahatsız oluyorsunuz, dindar bir nesil gelmesin diyorsunuz." sözlerinin doğru olmadığını ve konuşmasında bu sözleri eleştirdiğini ileri sürmüştür. İlk derece mahkemesi davanın kabulüne karar vererek başvurucunun davacıya 000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkeme, konuşmada yer alan "... Ey hırsızlar, ey yolsuzluk yapanlar, eğer başına bir şey gelmesini istemiyorsanız hırsızlık ve yolsuzluk yapmadan önce Sayın Başbakanla temasa geçin, irtibat kurun, kimse size dokunamaz., ... yalan söylüyor..., Yalan söylemek ancak sana yakışır zaten. Kardeşliğin, sevginin ve birliğin dinini, fitne çıkararak, nefret üreterek, bölücülük yaparak kullanmak ancak sana yakışır…, Sayın Başbakan sen dindar falan değilsin. Sen din tüccarısın. Dindar insanların inançlarını sömüren bir insansın.." sözlerin altını çizmiştir. Mahkemeye göre, anılan sözlerde öz ile biçim dengesi bozulmuş; eleştiri sınırı aşılmıştır. Mahkemece, alıntılanan sözlerin davacıya yöneltilecek yorum ve değerlendirmelerde kullanılmasının gerekli olmadığı değerlendirilmiş ve eleştirilerin üslubu uygun bulunmamıştır. Mahkeme, alıntılanan sözlerin hukuka aykırı olduğu ve davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu kanaatine varmıştır. B. 7/2/2012 Tarihli Konuşmaya İlişkin Tazminat İşlemleri (B. No: 2014/1577) Konuşmada özet olarak şu konulara değinilmiştir: "-Sen, 34 kişinin başına bomba yağdırdın, sesin çıkmıyor, gıkın çıkmıyor. Korkuyorsun? Çünkü, sen yabancı istihbarat örgütlerinin oyuncağı oldun. Bu ortaya çıkmasın diye korkuyorsun. -12 yaşındaki çocukları bombalayarak öldüreceksiniz, ondan sonra kalkacaksımz ahkam keseceksiniz... Recep Tayyip Erdoğan, dindar görünümlü bir din tüccarıdır. Erdoğan'ı dindar olarak görmek, bütün dindarlara yapılmış en büyük hakarettir. -Bunların dindarlığı farklı dindarlık. Erdoğan ve yol arkadaşlarını kastediyorum. Deniz Feneri davasını, yolsuzlukları biliyoruz. Bunu da dindarlık adına yaptılar. İnsanları 'kurban parası' diye sömürdüler. Aldılar yediler. Bunun adı vicdansızlıktır, Bunlarda vicdan yok, ahlak da yok. Deniz Feneri'nde bağış, kurban paraları hangi yöntemle toplandıysa, Erdoğan da oyları aynı yöntemle, din tüccarlığı ile toplamak istiyor. - Mavi Marmara konusunda racon kestin, kıyameti kopardın. Hani sen kıyameti koparmıştın? 'Gazze'ye yardım gemisi götüreceğim, buna Türk donanması eşlik edecek' dedin. Ben dedim ki yaparsan alnından öperim. Yaptın mı? Hayır, yapamaz. Niye yapamaz. Çünkü, egemen güçlerden talimat aldı, 'Sakın ha oraya gemi falan gönderme diye.' Ne dedi? 'Başüstüne' Sen misin bu ülkenin başbakanı, sana talimat verenler mi? - Gazze'ye yardım götürecekmiş. Sen onu külahıma anlat benim. Sen sadece seçimlerde oyalmak için o insanların hayatını tehlikeye attın. - Trikopis bile bu kadar İnönü'yle uğraşmadı. Pes yani. - Auster, Irak'ta 1,5 milyon Müslüman katledildiği için Bush'u ve Cheney'i suçluyor. Atatürk'e büyük saygı duyuyor. Büyük ihtimalle Erdoğan ve arkadaşları bundan rahatsızlık duydu. GeIsen ne olur, gelmesen ne olur? Türkiye irtifa mı kaybeder" dedi. Türkiye zaten irtifa kaybetti. Dünyanın her tarafından eleştiriliyor. - Paul Auster gelsin, Türkiye'ye Atatürk filminde oynasın' diyorlar. Aydınları bu kadar seviyesiz eleştiren insanlar ne yazık ki bu ülkede yönetim koltuklarındalar. O hakaretleri o ikisine aynen iade ediyorum." - Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'nin hangi cümlesinden rahatsız oluyorsan, çık milletin önünde söyle bakalım. O sadece Gençliğe Hitabe değildir, bağımsızlık savaşının manifestosudur, bildirgesidir. Bağımsızlık savaşı veren bütün ulusların manifestosudur. - Bu ülkede yaşayan 74 milyon insanın ortak bildirgesidir o. Nasıl siz bundan rahatsızlık duyarsızın? Meydan okuyorum Recep Tayyip Erdoğan, yüreğin varsa çık kaldır bakalım nasıl kaldıracaksın? - Bunlar batının egemen güçlerinin taşeronluğuna soyundular. Bizim gençlerimizi koyun güden gençler olarak yetiştirmek istiyorlar. O gençlik bu ülkenin çimentosudur. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının verdiği ulusal bağımsızlık savaşının en büyük teminatıdır. - Bunlar post modern diktatörlerdir. 'Ben Recep Tayyip Erdoğan hakkında olumsuz bir şey yazarsam başıma bir şey gelir mi?' ve 'Benim telefonlarım dinleniyor mu?' diye iki soru sorun kendinize. Yanıtınız 'Evet' ise bu ülkede demokrasi yoktur. Başbakan, 'Kılıçdaroğlu artık mercek altındasın. Adım adım aldığın nefes bile ülkede takip ediliyor' dedi. Pervasızlığa, densizliğe, ahlaksızlığa bakar mısınız? - Wikileks belgelerinde, Başbakan ile Ergenekon savcılarının periyodik olarak her hafta görüştükleri yazılı. Bunlar, ABD Büyükelçiliğine özel rapor veren polis şeflerinden alınmış. Bağımsız bir ülkenin polis şefleri neden yabancı ülkenin büyükelçisine brifing verir? Erdoğan batının egemen güçlerinin Ortadoğu'daki taşeronudur. Bunu kriptolardan da anlıyoruz. - Milletin kürsüsünde milletin sesi kesilir mi? Demokrasi mücadelesi vereceğiz. Bu ülkede gerçek demokrasi ve özgürlük gelinceye kadar mücadele edeceğiz ve bunun maliyetini şeref ve şanla karşılayacağız." Davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu düşündüğü sözlerin geçtiği konuşmanın ilgili kısımları şöyledir:"Değerli arkadaşlar, daha önce de söyledim, Recep Tayyip Erdoğan'ı dindar olarak görmek bütün dindarlara yapılmış en büyük hakarettir. (Alkışlar) Yine söylüyorum, Recep Tayyip Erdoğan dindar görünümlü bir din tüccarıdır, bunu da herkesin bilmesini isterim. (Alkışlar) Neden söylüyorum bunları? Irak'ta 1,5 milyon Müslüman katledilirken Recep Tayyip Erdoğan'ın sesi çıktı mı? Niye çıkmadı? Yüz binlerce Müslüman kadına tecavüz edilirken Recep Tayyip Erdoğan'ın sesi çıktı mı? Çıkmadı. Şimdi kalkmış dindarlık taslıyor bana. Senin dindarlığını değil, senin din tüccarlığını ben bu millete öğreteceğim. Sen din tüccarısın, ticaretin dindir senin. (Alkışlar) Dindar adam helal ile haram nedir bilir. Dindar adam kul hakkı yemez. Dindar adam ahlaklı olur, yalan söylemez, iftira atmaz, fitnenin peşinde koşmaz dindar adam. Onun için vatan sevgisi vardır dindar adamda, insana saygı vardır dindar adamda, bölücülük olmaz dindar adamda, fitne olmaz dindar adamda. (Alkışlar) Dindar adam insanı sever, insana saygı duyar, onu Allah'ın yarattığı en değerli varlık olarak görür. Sen kırk yıl önce Allah'ın rahmetine kavuşmuş insanlarla oturmuş savaş ediyorsun. Değerli arkadaşlarım, bunların dindarlığı farklı bir dindarlık, yani AKP'lileri kastediyorum, yalnız hepsini değil, Recep Tayyip Erdoğan ve onun yol arkadaşlarını. Hepiniz biliyorsunuz, Deniz Feneri davasını hepimiz biliyoruz. Yolsuzlukları biliyoruz. Ne adına yaptılar bunu? Dindarlık adına yaptılar. O insanların en temiz duygularını sömürdüler, kurban parası diye sömürdüler, bağış diye sömürdüler, yoksullara yardım yapacağız diye sömürdüler. Ne yaptılar? Aldılar, yediler. Bunun adı vicdansızlıktır. Bunlarda vicdan yok, bunlarda ahlak da yok. (Alkışlar) Deniz Fenerinde bağış, kurban paraları hangi yöntemle toplandıysa, din tüccarlığı, Recep Tayyip Erdoğan da şimdi oyları din tüccarlığıyla toplamak istiyor, ikisi de aynı, yolu yöntemi aynı bunların değerli arkadaşlarım...Değerli arkadaşlarım, arkasından, andımızdan rahatsız oldular. Neden rahatsız oluyorsun sen? Andımızın hangi cümlesi, hangi sözcüğü senin psikolojini bozuyor çık söyle bakalım. Arkasından, Atatürk'ün Gençliğe hitabesinden çık milletin önünde söyle bakalım. (Alkışlar) Atatürk'ün Gençliğe Hitabesine kafayı taktılar. Efendim, buna da itiraz etmeme başladılar. Recep Tayyip Erdoğan çık, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesinden hangisinden, hangi kelimeden, hangi cümleden rahatsız oluyorsun çık milletin önünde söyle bakalım. (Alkışlar) Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi sadece gençliğe hitabe değildir o, bir ulusal bağımsızlık savaşının bir manifestosudur o, o bil bildirgedir. Sadece bizim değil, bütün ulusların, bağımsızlık savaşı veren bütün ulusların manifestosudur, sen nasıl bundan rahatsızlık duyarsın. Değerli arkadaşlarım, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesini korumak için sadece Cumhuriyet Halk Partili olmak da yetmez, bu ülkede yaşayan 74 milyon insanın ortak bildirgesidir o. (Alkışlar) O hitabe, bu milletin özüdür, nasıl siz bundan rahatsızlık duyarsınız. Ha, buradan söylüyorum, açıkça da meydan okuyorum, Recep Tayyip Erdoğan yüreğin varsa, becerebiliyorsan çık kaldır bakalım, nasıl kaldıracaksın? (Alkışlar) Dikkat edin, saldırılar bu ülkenin bağımsızlık sembollerine yapılıyor. Bu ülkenin ulusal kurtuluş savaşı sonunda elde ettiği değerlere saldırılar yapılıyor. Çok bilinçli saldırı bunlar. Halkımıza bunları anlatmalıyız, AKP'nin iki yüzünü anlatmalıyız, iki yüzlü politika güdüyorlar bunlar. Değerli arkadaşlar, bunlar Batının egemen güçlerinin taşeronluğuna soyundular. Bizim gençleri, koyun güden gençler şeklinde yetiştirmek istiyorlar. O bağımsızlık mücadelesinden koparıp birilerinin değirmenine su taşıyan gençlik olsun diyorlar. O gençlik, bu ülkenin çimentosudur. O gençlik, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının verdiği ulusal bağımsızlık savaşının en büyük teminatıdır. (Alkışlar) Unutulmaması gereken bir şey var: Cumhuriyetten bu yana çok mesafe aldık demokrasi konusunda, hukukun üstünlüğü konusunda, yargı bağımsızlığı konusunda, medya özgürlüğü konusunda pek çok mesafeler aldık, şimdi o kat ettiğimiz mesafeler tek tek elimizden alınmak isteniyor. Medya bağımsızlığı var mı? Yargı bağımsızlığı var mı? Demokrasi kalitesi var mı? Bunların hiçbirisi yok. Ne zaman yok? AKP iktidarıyla beraber parça parça elimizden alınmaya çalışılıyor. Onun için diyoruz bunlar post modem diktatörlerdir. Söylediğimizin temel nedenleri vardır. Değerli arkadaşlar, dikta rejiminde her şey güllük gülistanlık değil. Bana sorarlar belki, efendim dikta olduğunu nereden çıkarıyorsunuz, post modern dikta olduğunu? Buradan vatandaşlarıma soruyorum. Kendinize iki soru sorun. Sorulardan biri şu olsun: Ben, Recep Tayyip Erdoğan hakkında olumsuz bir şey yazarsam başıma bir şey gelir mi? İki, benim telefonlanm dinleniyor mu? Eğer bunlara hemen hayır diyorsanız sorun yok, hayır diyemiyorsanız bilin ki bu ülkede sağlıklı bir demokrasi yok. İşte temel neden bu, bu iki soru. Diyeceksiniz ki ya, iki soruya ne gerek var, zaten Başbakan geçen gün söyledi. Evet, genişletilmiş il başkanları toplantısında Başbakan şunu söylüyor: "Kılıçdaroğlu artık mercek altındasın, adım adım aldığın nefes bile ülkede takip ediliyor." Pervasızlığa bakar mısınız, densizliğe bakar mısınız, ahlaksızlığa bakar mısınız? (Alkışlar) Ana Muhalefet Partisi liderini izleyeceksin adım adım, takip ettireceksin, dinleyeceksin, bir de utanmadan çıkıp bunu millete ilan edeceksin, arkadan da diyeceksin ki "bu ülkede demokrasi var." Neden diyorum diktatör var? Diktatör yönetimi var, işte bunun için söylüyorum. Kendileri itiraf ettiler. Amaçları ne? Türkiye'ye korku salmak. Buradan söylüyorum: Recep Tayyip Erdoğan benim senden korkum yok, ama sana bir sorum var: Sende ahlak kalitesi kırıntısı var mı, yok mu çık onu söyle bakalım. (Alkışlar)" Davacı Recep Tayyip Erdoğan, başvurucunun anılan konuşmasında kendisine hakaret ettiğini iddia ederek başvurucu hakkında manevi tazminat davası açmıştır. Davacıya göre başvurucu, kendisini "ahlaksızlık, utanmazlık ve erdemsizlikle; iftiracı, yalancı, yabancı istihbarat örgütlerinin oyuncağı olmak, Amerika ve İsrail'in oyuncağı olmak, ahlaktan uzak olmak, haysiyetsiz olmak, bölücülük yapmak ve dindar görünümlü bir din tüccarı olmak"la itham etmiştir. Davacı, başvurucunun söz konusu ifadeleri kullanmadan da eleştiri yapmasının mümkün olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, savunmasında sözlerinin olayların ve konuşmanın bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucuya göre davacı gerginlik yaratmayı, muhataplarını küçük düşürmeyi, husumet çıkarmayı ve aşağılamayı siyaset tarzı olarak benimsemiştir. Başvurucu, davacının daha önce kendisine karşı yönelttiği sert söyleme örnekler vermiştir. Başvurucu; davacının, kendisi hakkında "Sen Alevi olduğun için mi Beşar Esad'ı destekliyorsun?" diyerek değişik mezhepteki kişiler arasında tahrik ve ayrışmaya sebebiyet verdiğini ileri sürmüş; başvuruya konu konuşmadan önce Uludere'de ölenlerin taziyelerine gidenleri "morgun kapısında beklemekle", "ölü sevici olmakla" suçladığını ifade etmiştir. Başvurucu, siyasette sert üslubun terk edilmesi için çağrı yaptığını ancak teklifinin davacı tarafından reddedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; davacının dinî kavramları kullandığını, İslam dinini referans olarak gösterdiğini, dış ilişkilerde dahi dinsel bağın önemini vurguladığını, buna karşın Irak'ta yaşanan insanlık ayıbına karşı sessiz kaldığını düşündüğünü ifade etmiştir. Başvurucu; "Recep Tayyip Erdoğan dindar görünümlü bir din tüccarıdır." cümlesini Hükûmetin Irak politikasını eleştirmek maksatlı sarf ettiğini, bu cümlenin hakaret niteliğinde olmadığını belirtmiştir. Başvurucu, davacının kendisini takip ettirdiği sözleri üzerine söylediği "Ahlaktan bu kadar uzak bir Başbakanı ilk kez görüyorum, densizliğe bakar mısınız, ahlaksızlığa bakar mısınız? Sende ahlak kalitesi, kırıntısı var mı, yok mu çık onu söyle bakalım." şeklindeki sözlerin de ana muhalefet partisi liderinin dahi adım adım izlenmesinin bir ahlaksızlık olduğunu göstermek için söylediğini, hakaret amacının olmadığını ileri sürmüştür. Dava, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/124 Esas sayılı dosyasında görülmüştür. İlk derece mahkemesi davanın kabulüne karar vererek başvurucunun davacıya 000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkeme, konuşmada yer alan "Recep Tayyip Erdoğan dindar görünümlü bir din tüccarıdır, ahlaktan bu kadar uzak bir Başbakanı ilk kez görüyorum, densizliğe bakar mısınız, ahlaksızlığa bakar mısınız? Sende ahlak kalitesi, kırıntısı var mı, yok mu çık onu söyle bakalım." sözlerin altını çizmiştir. Mahkemeye göre, siyasal bir partinin genel başkanı olan başvurucu tarafından TBMM'de söylenen bu sözlerle eleştiri sınırı aşılmıştır. Mahkeme; öz ile biçim dengesinin bozulduğunu, belirtilen sözlerin siyasi iktidara yönelik yorum ve değerlendirmeler sırasında gerekli olduğunun söylenemeyeceğini, eleştirilerin daha uygun üslup ve ifadeler ile yapılmasının olanaklı olduğunu belirtmiştir. Mahkeme, alıntılanan sözlerin hukuka aykırı olup davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu kanaatine varmıştır. Anayasa Mahkemesine Başvuru Süreci İlk derece mahkemesinin kararları, Yargıtay Hukuk Dairesinin aynı günde verdiği 11/12/2013 tarihli iki ayrı kararı ile onanmıştır. Nihai kararlar başvurucuya 8/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Manevi Tazminat Talebinin Kanuni Dayanakları 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "İlke" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” 4721 sayılı Kanun’un "Davalar" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının, maddî ve manevî tazminat...istemde bulunma hakkı saklıdır." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun "Kişilik hakkının zedelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir." Milletvekilinin Yasama Sorumsuzluğuna İlişkin Hukuk Anayasa'nın "Yasama dokunulmazlığı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar." Yargıtay, istikrarlı olarak yasama sorumsuzluğunun bulunduğu şartlarda başkalarının şahsiyet haklarına saldırı oluşturacak tarzda hakaret oluşturan sözler nedeniyle bir milletvekiline karşı manevi tazminat davası açılabileceğine ve bu tür tazminat talepleri nedeniyle yargılama yapılmasına yasama sorumsuzluğunun engel teşkil etmeyeceğine karar vermiştir:"Anayasa’nın maddesine göre TBMM üyeleri meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden ve bunları meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamaz iseler de; bu sorumsuzluk mutlak bir şekilde sınırsız değildir. Anayasa’nın bu ilkesinin kötüye kullanılıp kullanılmadığı değerlendirilirken özellikle (kamu yararı-kişisel yarar dengesinin) iyi kurulması gerekmektedir. Meclis üyesi, sırf kişisel kinini tatmin için bir başkasının kişilik değerlerine saldırı teşkil edecek eylemlerde bulunmuş ise dokunulmazlıktan yararlandırılamaz. Anayasanın maddesinde yer alan düzenlemenin amacı, meclis üyelerinin yasamaya ilişkin olan yetkisini daha özgürce kullanmasını ve bu doğrultudaki çalışmalarını güvence altına almaktır. Madde ile güvence altına alınan ve dokunulmazlığı sağlanan, salt yasama faaliyeti ile sınırlı olan eylemlerdir. Bu faaliyetin sınırı dışına çıkılması durumunda, dokunulmazlığın korunmasına yönelik amaç ortadan kalkar. Bunun sonucu olarak da, dokunulmazlığın varlığına ilişkin savunmaya itibar edilemez. Davalının, davacıya yönelik olarak “satılmış adam” sözünü söylediği ileri sürülmüştür. Şu durumda, iddia olunduğu şekilde bir söz söylenip söylenmediğinin araştırılması ve sonucuna göre uyuşmazlığın esasının çözümlenmesi gerekir. Karar, açıklanan nedenle yerinde bulunmamış ve bozmayı gerektirmiştir." ( HD, E.2008/5670, K.2009/228, KT.12/1/ Milletvekillerinin Meclis çalışmaları sırasında kullandığı sözler nedeniyle aleyhlerine açılan tazminat davalarında ileri sürülen yasama sorumsuzluğu itirazlarının reddedildiği daha yakın tarihli Yargıtay kararları için bkz. HD, E.2014/16729, K.2015/14144, KT.3/12/2015; HD, E.2014/4418, K.2015/748, KT.22/1/2015; HD, E.2014/6283, K.2007/4541, KT.5/4/2007; HD, E.2010/7907, K.2011/7797, KT.4/7/2011).B. Uluslararası Hukuk İfade Özgürlüğünün Demokratik Toplumdaki Önemi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre maddenin paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü, yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976 § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). İfade Özgürlüğü ve İtibarın Korunmasını İsteme Hakkı Arasındaki İlişki AİHM, kamuya mal olmuş kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde maddenin (2) numaralı fıkrasında yer alan "başkalarının... haklarının korunması" ifadesine müracaat etmektedir. AİHM Büyük Dairesi 7/2/2012 tarihinde verdiği iki kararda - Von Hannover/Almanya (2) [BD] ve Axel Springer AG/Almanya [BD] - ifade hürriyeti ve özel hayata saygı hakkının dengelenmesinde kullanılan ilkeleri sistematik olarak açıklamış ve uygulamıştır. Bunlar ifade özgürlüğüne konu açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı (Von Hannover/Almanya (2), § 109),ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, haber veya makalenin konusu (Von Hannover/Almanya (2), § 110; Von Hannover/Almanya, B. No:59320/00, 24/09/2004, §§ 63-66; kamu tarafından tanınan kişiler için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k.), B. No: 14991/02, 14/6/2005), ilgili kişinin daha önceki davranışları (Von Hannover/Almanya (2), § 111), yayının içeriği, şekli ve etkileri (Von Hannover/Almanya (2), § 112), bilgilerin elde edilme koşulları ve gerçekliği (AxelSpringer AG/Almanya, § 93; Von Hannover/Almanya (2), § 113) ve uygulanan yaptırımın niteliği (Axel Springer AG/Almanya, § 95). Siyasetçilerin İfade Özgürlüklerinin ve İtibar Haklarının Korunması Herkes için değerli olan ifade özgürlüğü; seçmenlerini temsil eden, onların kaygılarına işaret eden ve çıkarlarını savunan halk tarafından seçilmiş bir kimse için özellikle değerlidir. Sonuç olarak başvuran gibi muhalefet partisinden bir milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler, AİHM’i daha sıkı bir denetim gerçekleştirmeye sevk etmektedir (Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001, § 36). AİHM, ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin çatışması hâlinde şöhret ve itibarı söz konusu olan kişi bir siyasetçi ise ilke olarak ifade özgürlüğü lehine bir değerlendirme yapmaktadır. AİHM, Lingens/Avusturya (B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 42) kararında politikacıların kendilerine yöneltilen ağır eleştirilere tahammül etmek durumunda olduğunu vurgulamıştır:" ...Basın özgürlüğü, halka siyasal liderlerinin düşünce ve davranışlarını tanıma ve onlar hakkında fikir oluşturma imkanı verir. Daha genel olarak siyasal tartışma özgürlüğü Sözleşme'ye hakim olan demokratik toplum anlayışının tam da merkezinde yer alır.Bir siyasetçiyle ilgili eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahısla ilgili eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar. Siyasetçi kendisine yönelik eleştirilere karşı daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır..." AİHM; mevcut başvuruya benzer özellikleri olan Pakdemirli/Türkiye (B. No: 35839/97, 22/2/2005) kararında, bir siyasetçi olan başvurucunun bir başka siyaset adamını küçük düşürücü ifadeler kullandığı gerekçesiyle fahiş tutarda tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği yönündeki şikâyeti incelemiştir. i. Olayların geçtiği tarihte ana muhalefet partisinin genel başkan yardımcısı olan başvurucu Ekrem Pakdemirli, bir otoyolun hizmete açılması vesilesiyle açık havada düzenlenen bir basın toplantısında konuşma yapmıştır. Başvurucu, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i 1991 yılında ana muhalefet partisi genel başkanı iken Anavatan Partisinden (ANAP) iki bakanın milletvekili dokunulmazlığını kaldırdığı için eleştirmiştir. Başvurucunun konuşmasında bahsettiği tarihlerde otoyolların yapımına ayrılan ödeneği zimmetlerine geçirmekle suçlanan eski bakanlar Yüce Divana çıkarılmış ve haklarında beraat kararı verilmiştir. ii. 21/4/1995 tarihinde Demirel, şahsına ve Cumhurbaşkanlığı makamına karşı iftira ve hakarette bulunulduğu gerekçesiyle başvuran hakkında tazminat davası açmıştır. Davacı; başvuranın nezaketten yoksun, küçültücü, aşağılayıcı, hakaret dolu ve iftira niteliğinde sözler sarf ettiğini iddia etmiştir. Bu sözlere gerek yazılı gerekse görsel basın geniş yer vermiştir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucunun davacıya tazminat ödemesine karar vermiştir. Başvurucu, gecikme faizleri de eklenerek 000 TL (o dönemde yaklaşık 000 euro) tazminat ödemiştir. Söz konusu miktarın itibara yönelik müdahalelerde o tarihe kadar Türkiye'de verilmiş en yüksek miktar olduğu iddia edilmiştir.iii. AİHM, o dönemde iki tarafın konumunun değerlendirilecek unsurlar arasında ilk sırada yer aldığını not etmiştir. Bir yanda milletvekili, eski bir bakan ve olaylardan önce iktidardaki partinin genel başkan yardımcısı olan başvurucu; diğer yanda ise daha önce ana muhalefet partisi lideri olan Cumhurbaşkanı Demirel vardır. İkinci olarak AİHM, davaya ait bütün olayların siyasi bağlamda yer aldığını tespit etmiştir. iv. AİHM, politikacıların kendilerine yöneltilen ağır eleştirilere tahammül etmek durumunda olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır:"AİHM, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında kabul edilebilir eleştiri sınırlarının, halka mal olmuş bir kişi olarak hareket eden siyaset adamları için daha geniş olduğunu bir çok kez hatırlatmıştır. Siyasetçilerin fiil ve davranışları, kaçınılmaz olarak ve bilinçli bir şekilde, gazetecilerin olduğu kadar vatandaşların, hepsinden çok da siyasi rakibinin sıkı bir denetimine tabidir. Bir siyaset adamının, özellikle de kendisi eleştiriye yol açabilecek halka açık konuşmalar yaptığı zaman, daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir. Elbette özel yaşamının dışındaki alanda bile siyaset adamının da itibarını koruma hakkı vardır. Bununla birlikte ifade özgürlüğüne getirilen istisnalar dar bir yorumu zorunlu kılmaktadır ve bu korumanın gerektirdikleri ile siyasi sorunların özgürce tartışılmasının getirdiği yararlar denge içinde olmalıdır (bkz.Lingens/Avusturya, § 42; Oberschlıck/Avusturya (No:2), B. No:20834/92, 1/4/1997, § 29" (§ 45)v. AİHM, başvurucunun kullanmış olduğu "yalancı, iftiracı, Çankaya’nın şişmanı, dar kafalı, lastikleri patlasın, öbür dünyaya gidince Allah affetmez" ifadelerinin siyasi bir eleştiri olmaktan çok bir "hakaret ve beddua tufanı" olduğunu ifade etmiştir. AİHM'e göre, ilgili kişiler ve konuşmanın çerçevesi politik alanda yer alsa ve polemik gibi görünse bile bu sözler belli ölçüde bir kişisel saldırı oluşturmaktadır. AİHM, başvurucunun kullandığı sözlerin siyasi bir tartışma içindeki bir görüş kapsamında çözümlenebilmesinin zor olduğunu ifade etmiştir. vi. AİHM, ilk derece mahkemesi hâkiminin tazminat miktarını belirlerken kullandığı “tarafların sosyo-ekonomik durumu” ölçütünün tarafların birbirlerine karşı durumları arasında bir denge sağlamak için değil mümkün olan en yüksek tazminat tutarını belirlemek için kullandığını tespit etmiştir. İlk derece mahkemesi; başvuranın toplumdaki yerini, eğitim seviyesi ile üniversite profesörü olarak statüsünü ve bir ceza davasında cezalandırılmamış olmasını başvurucunun onun aleyhine işleyen etkenler olarak ele almıştır. AİHM, kararın keyfî bir biçimde verilmiş olduğu görüntüsünü veren bir diğer kaygı verici unsurun da mahkemenin değerlendirmelerinde -davacının şahsiyetine yönelik zararı dikkate almayarak- Cumhurbaşkanı’nın statüsünü aşırı ölçüde koruması olduğunu belirtmiştir. vii. Sonuç olarak AİHM, derece mahkemelerinin tazminatı bir cezalandırma aracına dönüştürdükleri kanaatine ulaşmıştır. AİHM'e göre, verilen tazminat cezasının miktarı bu tür davalarda genellikle verilen tutarlarla ve söz konusu konuşmanın ağırlığıyla karşılaştırıldığında ulusal yasalarla gözetilen amaç ile makul bir orantılılık ilişkisi içinde değildir. AİHM, bu kadar büyük bir miktarda tazminat cezası verilmesinin “demokratik bir toplumda gerekli” olduğunun kabul edilemeyeceğine ve Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, Keller/Macaristan (B. No: 33352/02, 4/4/2006) kabul edilemezlik kararında, bir siyasetçinin başka bir siyasetçiyi ağır sözlerle eleştirmesine ilişkin bir başvuruyu değerlendirmiştir.i. Başvurucu, bir parlamenterdir. Başvurucu, parlamentonun bir oturumunda aşırı sağ gruplarla ilgili bir ulusal güvenlik soruşturmasının başarısızlığa uğraması hakkında bazı iddialarda bulunmuştur. Başvurucuya göre söz konusu başarısızlık, bir bakanın babasının bir zamanlar Naziler ile ilişkili aşırı bir sağ grubun üyesi olmasıyla ilgili olabilir. Başvurucu, bakanın ismini açıklamamıştır. Ertesi gün ulusal günlük bir gazetede yayımlanan makalede bakanın kimliğine ilişkin daha ayrıntılı bilgiler ve isminin baş harfleri (E.) verilmiştir. Bir süre sonra bir televizyon programında yapılan mülakatta başvurucu, parlamentoda ileri sürdüğü iddiaların gerçekten de E. ile ilgili olduğunu doğrulamıştır.ii. Bakan E. kişilik haklarına müdahalede bulunduğu iddiası ile başvurucu hakkında dava açmıştır. İlk derece mahkemesi başvurucunun hiçbir delile dayanmadan yaptığı açıklamalar ile davacının şöhretine ve yaklaşan seçimler ışığında politik itibarına zarar verdiğine karar vermiştir. Başvurucunun 240 avro manevi tazminat ödemesine, masrafları başvurucuya ait olmak üzere kararın günlük bir gazetede ve televizyonda yayımlanmasına karar verilmiştir. Bölge mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını bazı değişikliklerle onamıştır.iii. AİHM, başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğuna, başkalarının şöhret ve haklarının korunması meşru amacı taşıdığına ikna olmuştur. "Demokratik bir toplumda gereklilik" kriteri ile ilgili olarak AİHM, başvurucunun iddialarının değer yargıları değil olgusal ve kanıta duyarlı iddialar olduğunu ve başvurucunun bu iddiaları kanıtlamakta başarısız olduğunu kabul etmiştir. AİHM, başvurucunun görevlerini kişisel sebeplerle kasten yerine getirmediği yönündeki iddialarının üst düzey bir kamu görevlisi olan müştekinin dürüstlüğüne olan kamu güvenine zarar verme kapasitesi olduğunu tespit etmiştir. iv. AİHM; Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörüldüğü şekilde üçüncü kişilerin itibarının korunmasının siyasetçileri de kapsadığını, bir siyasetçinin başka bir siyasetçiyi eleştirdiği durumlarda ve özellikle söz konusu eleştirilerin parlamento gibi ayrıcalıklı bir alanda dile getirildiğinde geçerli olduğunu hatırlatmıştır. AİHM, başvurucunun davacının kim olduğuna ilişkin açıklamalarının televizyon programına yaptığı açıklamalardan sonra iyice belirginlik kazandığını belirtmiştir. Bu gibi üstü kapalı imalar parlamenter müzakerelerin dokunulmazlığından faydalanamaz. v. AİHM, orantılılık konusunda da değerlendirmelerde bulunmuştur. AİHM, başvurucu hakkında ceza mahkemelerinde değil yalnızca hukuk mahkemelerinde dava açıldığını ve basında bir düzeltme yayımlaması ile başvurucunun aldığı brüt maaşın iki katından daha az bir tutarda manevi tazminata hükmedildiğini hatırlatmış; tazminatı müştekinin şöhret ve haklarının korunması meşru amacına ulaşmak için orantısız bulmamıştır. Kamu Görevlilerinin İtibar Hakkının Korunması AİHM yakın tarihli Jalbă / Romanya (B. No: 43912/10, 18/2/2014) kararında bir kamu görevlisinin itibarının yeterince korunmamış olması nedeniyle ihlal kararı vermiştir. i. Başvurucu, Galati Belediye Başkanlığında teknik birimin başkanı olarak görev yapmaktadır. 11/4/2008 tarihinde yerel online bir gazete olan Antidotul’da gazeteci G. “Belediye Başkanlığında iki kurnaz Galati’dekimaxi-taxi mafyasını koruyor” başlıklı bir makale yayımlamıştır. Bu başlık altında başvurucunun fotoğrafına şu ifadelerle birlikte yer verilmiştir: “Enayiler Jalba’ya boşuna şikâyet ediyorlar.” Makale, başvurucunun daha önce Belediyede ulaştırma müdürü olduğu bilgisinin verilmesiyle başlamıştır. Daha sonra gazeteci, gerçek olduğunu iddia ederek bir dizi olay aktarmıştır. Gazeteciye göre başvurucunun halefinin oğlu, bölgede bulunan maxi-taxi ulaşım sağlayıcılarının en büyük şirketlerinden biri olan S. Şirketinde müdür olarak istihdam edilmiştir ve bu tesadüf değildir. Bunun amacı Şirketin yol güvenliğini ve kârlılığını garanti altına almaktır. Ayrıca başvurucunun bu tür sinsi işlerde yer alan eski bir tilki olduğu ve maxi-taxi güzergâhında faaliyet yapan birçok aracın sahibi olduğu belirtilmiştir. Son olarak başvurucunun ulaşım hizmetlerinin gelişimiyle değil banka hesaplarını doldurmakla meşgul olduğu gibi kimi iddialarda bulunulmuştur.ii. Başvurucunun açtığı tazminat davası ilk derece mahkemesince kabul edilmesine rağmen bu karar, gazetede yer alan ifadelerin ifade özgürlüğü kapsamında yer aldığı gerekçesiyle Bölge Mahkemesi tarafından bozulmuştur. Ayrıca başvurucunun iftira dolayısıyla ceza davası açılması gerektiği yönündeki şikâyeti de iftiranın ceza hukuku kapsamında suç olmaktan çıkarıldığı gerekçesiyle yerel savcılık tarafından kabul edilmemiştir.iii. AİHM, olgu isnadı ve değer yargılarının ifade edilmesi arasında ayrım yapılması gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, Galati Bölge Mahkemesinden farklı olarak bu davadaki iddiaları değer yargısı olarak görmemiştir. AİHM, kamu görevlilerinin katlanmaları gereken eleştiri marjının sıradan vatandaşlara göre daha geniş olduğunu ancak bu olayda başvurucuya yönelik yolsuzluk ve hukuksuzluk iddialarının onun performansını etkileyebileceğini belirtmiştir. Yargılamalar esnasında iddiaların doğruluğuna ilişkin bir kanıt sunulmamış, mahkemelerin de bu yönde bir tespiti olmamıştır. AİHM'e göre makaledeki ifadeler kabul edilebilir sınırları aşmıştır. AİHM, gazetecinin ifade özgürlüğünün başvurucunun itibarının korunmasına nazaran ağır basmasıyla ilgili olarak Bölge Mahkemesinin ileri sürdüğü gerekçelerin yetersiz olduğuna ve Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM Büyük Dairesi, Janowski/Polonya (B. No: 25716/94, 21/01/1999) kararında bir gazetecinin hakaret nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal etmediğine karar vermiştir. i. Bir gazeteci olan başvurucu, şehir meydanında satış yapan sokak satıcılarının orayı terk edip başka bir yere gitmelerini isteyen belediye zabıtalarının yüzlerine karşı "aptal" ve "hödük" ifadelerini kullanmıştır. Başvuruyu ifade özgürlüğü çerçevesinde inceleyen AİHM,ilk olarak başvurucunun bu sözlerinin kamuoyunu ilgilendiren konularda yapılan açık bir tartışmanın parçası olmadığını ve basın özgürlüğü ile de bir ilişkisi olmadığını tespit etmiştir. AİHM'e göre olay sırasında başvurucu bir gazeteci değil sıradan bir bireydir. Başvurucu, hakkındaki cezanın resmî otoritelerin sansürü geri getirme denemesi ve gelecekte eleştiri özgürlüğü yönünden cesaret kırıcı olduğunu iddia etmiştir. AİHM, başvurucunun bu argümantasyonunu ikna edici bulmamıştır.ii. AİHM, kamu gücünü kullanan memurlara yönelik kabul edilebilir eleştiri sınırının sıradan bireylere göre daha geniş olduğunu hatırlatmıştır. Ancak bu, memurların -politikacılar kadar geniş bir şekilde- her söz ve davranışını kamu denetimine açtığı anlamına gelmez. Memurlara politikacılarla eşit muamele edilebileceği de söylenemez. Memurların görevlerinde başarılı olmaları kamu güveninden faydalanmaları ile bağlantılıdır ve bu sebeple onların görevlerini yaptıkları sırada sözlü saldırılara karşı korunmalarını gerektirebilir. iii. AİHM, başvurucunun hararetli bir tartışma sırasında vatandaşların faydasına olmayacak kaba bir dile başvurduğuna karar vermiştir. Bu dil ona nasıl cevap verileceğini bilen memurlara yöneltilmiş olmakla birlikte başvurucu, zabıta görevlilerini kamuya açık bir alanda ve birçok kişinin önündeaşağılamıştır. AİHM, zabıta görevlilerinin eylemlerinin saldırgan ve kaba bir dil kullanmayı haklı göstermediğine karar vermiştir. AİHM, başvurucunun sözlerinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1577
Başvuru, siyasi parti liderinin parti grup toplantısında Başbakan a karşı söylediği sözler nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından, iş akdinin geçerli bir sebebe dayanmaksızın tek taraflı olarak feshedildiği belirtilerek 29/9/2016 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde (Mahkeme) işe iade istemli tespit davası açılmıştır. Mahkeme 23/2/2017 tarihinde; davanın kabulüne, işverence yapılan feshin geçersizliğine ve başvurucunun aynı konumda işe iadesine karar vermiştir. Davalı tarafın istinaf istemi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince (Bölge Adliye Mahkemesi), başvurucunun 19/8/2016 tarihinde fesihten haberdar olmasına karşın işe iade davasını yasal süresinde açmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulüne, mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına ve davanın süre aşımı gerekçesiyle reddine 5/4/2018 tarihinde karar verilmiştir. Kararın hüküm kısmında ayrıca, kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde Yargıtaya temyiz yolunun açık olduğu da belirtilmiştir. Başvurucu temyiz talebinde bulunmuş, Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından temyiz talebi 4/9/2018 tarihinde süre aşımından reddedilmiştir. Yargıtay karar gerekçesinde; 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca temyiz süresinin gerekçeli kararın taraflara tebliğinden itibaren sekiz gün olduğunun belirtildiği, 4/6/2018 tarihinde tebliğ edilen Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı sekiz günlük temyiz süresi geçtikten sonra 13/6/2018 tarihinde yapılan temyiz başvurusunun süresinde olmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca karar gerekçesinde; Bölge Adliye Mahkemesi kararında gerekçeli kararın tebliğinden itibaren iki hafta içinde kararın temyiz edilebileceği açıklanmışsa da 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi uyarınca kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında kanundaki süreleri hâkimin artırıp eksiltemeyeceği vurgulanmıştır. Daire kararının 5/10/2018 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucu tarafından 10/10/2018 tarihli dilekçe ile Dairenin 4/9/2018 tarihli kararının maddi hata nedeniyle kaldırılarak karar düzeltme talebinin incelenmesine karar verilmesi talebinde bulunulmuştur. Başvurucunun talebini değerlendiren Mahkeme 15/10/2018 tarihli ek kararıyla, 5521 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca iş mahkemesi kararları ile ilgili Yargıtay kararlarının kesin nitelikte olduğu ve yasal şartları bulunmadığından karar düzeltme dilekçesinin reddine karar vermiş, ayrıca söz konusu kararın tebliğden itibaren bir hafta içinde temyiz yolunun açık olduğunu belirtmiştir. Mahkemenin ek kararına karşı başvurucu temyiz talebinde bulunmuştur. Daire 5/12/2018 tarihli kararında öncelikle başvurucunun 10/10/2018 tarihli dilekçesi ile Dairenin 4/9/2018 tarihli ilamına karşı maddi hataya dayalı düzeltme talebinde bulunduğunu, bu talebin değerlendirilmesinin Dairenin görev ve yetki alanında olduğunu, bu nedenle Mahkemenin 15/10/2018 tarihli karar düzeltme dilekçesinin reddine dair ek kararının kaldırılmasına karar verildiğini belirtmiştir. Söz konusu belirlemeden sonra yapılan inceleme neticesinde ise temyiz incelemesi sonucunda verilen kararda maddi hata saptanamadığı, maddi hataya dayandığı ileri sürülen hususun hukuki takdire ilişkin olduğu ve 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu gereğince iş mahkemelerinin kararları ile ilgili Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme istenemeyeceği ifade edilerek dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Dairenin 5/12/2018 tarihli dilekçenin reddine yönelik kararı 17/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 24/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3016
Başvuru, temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, cinsel istismar ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından yargılandığı davada, mağdureyi suç tarihi itibarıyla görünüm olarak 15 yaşından büyük zannettiğini belirtmesine ve beyanını doğrulayan adli rapor olmasına rağmen mahkûmiyetine karar verilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 8/5/2014 tarihinde Çorum Ağır Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonu üyeleri arasında kabul edilemezlik açısından oy birliği sağlanmaması nedeniyle 25/12/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 13/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm, 25/3/2015 tarihinde yaptığı toplantıda, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesi (2) numaralı fıkrası uyarınca başvuru hakkında ivedilikle karar verilmesini gerekli görerek Bakanlık cevabı beklenilmeden incelenmesine karar vermiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun cinsel istismar ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediği konusunda yeterli şüpheye ulaşan Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı, cezalandırılması talebiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine hitaben 25/6/2009 tarih ve E.2009/8839 sayılı iddianameyi düzenlemiştir. Mahkeme, yetkisizlik kararı ile dosyayı 14/8/2009 tarihinde Sungurlu Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Sungurlu Ağır Ceza Mahkemesi, 27/10/2010 tarih ve E.2009/86, K.2010/103 sayılı kararıyla başvurucuyu, cinsel istismar suçundan 6 yıl 8 ay hapis, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezalarına mahkûm etmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir: " … Her ne kadar mağdure hakkında Çorum Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/189-270 E.K sayılı dosyasında, Çorum Devlet Hastanesi Baştabipliğince düzenlenen 09/07/2009 tarih 2009/2921 nolu sağlık kurulu raporu ile mağdurenin klinik ve radyolojik olarak 17-18 yaş civarında olduğu belirtilmiş ise de, mağdurenin biraz önce belirtildiği üzere Çorum SSK Hastanesinde 26/10/1994 tarihinde dünyaya geldiği, bu hususun rapor ile tespit edildiği ve mevcut nüfus kayıtlarının da resmi hastane kayıtlarına dayanılarak tescilin gerçekleştirildiği sabit olup yerleşik pek çok yargısal kararda da belirtildiği üzere hastanede doğan bir kişinin yaşının tıbben belirli olması karşısında artık düzeltilmesinin olanaksız olması ve söz konusu belge ve kayıtların da aksi ve sahteliğinin iddia edilmemesi karşısında hukuken geçerli bu belgelere itibar edilerek mağdurenin 26/10/1994 doğumlu olduğu, böylece olay tarihi olan 13/06/2009 tarihi itibariyle mağdurenin henüz 15 yaşını ikmal etmediği anlaşıldığından, öncelikle yasal temsilcileri olan davacı anne ve babası tarafından açılan yaş düzeltme davasına ilişkin olarak 5271 sayılı CMK’nun maddesi uyarınca mağdurenin yaşının tespiti ile tekrar hüküm verilmesine yer olmadığına, bununla birlikte mağdurenin suç tarihinde 15 yaşından küçük olması nedeniyle rızasının varlığı eylemi 5237 sayılı TCK'nın 26/ maddesi anlamında hukuka uygun hale getirmeyeceği gözetilerek, sanığın ve mağdurenin tüm aşamalardaki tutarlı anlatımları, alınan doktor raporları ve dosyamızda toplanan tüm deliller karşısında, olay tarihinde ilçemizde rızaen cinsel ilişkiye girdikleri ve böylece sanığın üzerine atılı organ sokmak suretiyle çocuğun nitelikli cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını işlediği sonuç ve vicdani kanaatine varılarak ayrı ayrı cezalandırılmasına ilişkin iddia makamının mütalaasına uygun olarak oy birliğiyle aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Başvurucunun temyizi üzerine anılan hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 20/2/2014 tarih ve E.2012/5001, K.2014/2020 sayılı ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, onama kararından 9/4/2014 tarihinde haberdar olmuştur. Bireysel başvuru, 8/5/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 6/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları ile aynı Kanun’un maddesinin (1), (3) ve (5) numaralı fıkraları. Yargıtay Ceza Dairesinin 19/9/2013 tarih ve E.2013/7082, K.2013/9381 kararı şöyledir:“…Nüfus kaydına göre 1992 doğumlu olup suç tarihinde 15 yaşı içerisinde olan ve bu yaşını tamamlamayan mağdure ile sanığın anlaşarak birlikte kaçtıkları ve cinsel ilişkiye girdikleri, çocuk sahibi oldukları ve daha sonra resmi olarak evlendikleri anlaşılmış olup, sanığı, mağdurenin babası ile barışmaları için bulunduğu yere götüren tanık B. T.’nin mağdurenin görünüm itibarıyla 18 yaşından büyük göründüğünü ve Adli Tıp Kurumunun uygulamalarına göre de bazen kişinin kemik yaşının hormonal gelişimi, beslenme gibi nedenlerle gerçek yaşa göre farklılık gösterebileceğinin bilinmesi karşısında, mağdurenin suç tarihi itibarıyla 15 yaşından büyük gösterip göstermediği, sanığın mağdurenin yaşı konusunda hataya düşmesinin mümkün olup olmadığı mahkemenin dosyadaki tüm verilerle birlikte kendi gözlemini de tespit ederek ve gerekirse bu konuda bilirkişi incelemesi de yaptırılmak suretiyle belirlendikten sonra TCK.nın maddesi gözetilerek sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması,…” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17/6/2014 tarih ve E.2014/14-88, K.2014/334 sayılı kararı şöyledir:“…Suçun maddi unsurlarından birisi de mağdur olup, kanun koyucu 5237 sayılı TCK'nun maddesinde üç grup mağdura yer vermiştir. Birincisi onbeş yaşını tamamlamamış olan çocuklar, ikincisi onbeş yaşını tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklar, üçüncüsü ise onbeş yaşını tamamlayıp onsekiz yaşını tamamlamamış çocuklardır. Birinci ve ikinci grupta yer alan çocuklara karşı cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir neden olmaksızın dahi gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış istismar suçunu oluşturmakta, eylemin bu kişilere karşı cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi ise anılan maddenin dördüncü fıkrası uyarınca cezanın yarı oranında artırılmasını gerektirmektedir. Üçüncü grupta yer alan çocuklar yönüyle eylemin suç oluşturması için gerçekleştirilen cinsel davranışların cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Nitekim cebir, tehdit ve hile olmaksızın onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, anılan kanunun maddesinde düzenlenmiş olan çocukların cinsel istismarı suçundan değil, şikayet üzerine maddede düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan cezalandırılacaktır.Fail, cinsel ilişkide bulunduğu mağdurenin 15 yaşını doldurmadığı halde, 15 yaşını doldurduğu düşüncesiyle mağdure ile rızasıyla cinsel ilişkide bulunur ve şikayetçi olmayan mağdurenin yaşı konusundaki hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail 5237 sayılı TCK'nun maddesinin birinci fıkrası uyarınca suçun maddi unsurlarından olan mağdurun yaşına ilişkin bu hatasından yaralanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve bu suçun taksirle işlenmesi hali kanunda cezalandırılmadığından 5271 sayılı CMK'nun maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir. Suçun maddi unsurlarında hata hali faile ilişkin bir durum olduğundan, bu hususun fail veya müdafii tarafından ileri sürülmesi gerekmekte olup, kural olarak mahkemece suçun maddi unsurlarında hataya düşülüp düşülmediğine ilişkin bir araştırma yapılmayacaktır.  …”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6419
Başvurucu, cinsel istismar ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından yargılandığı davada, mağdureyi suç tarihi itibarıyla görünüm olarak 15 yaşından büyük zannettiğini belirtmesine ve beyanını doğrulayan adli rapor olmasına rağmen mahkûmiyetine karar verilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1
Başvuru; hukuka aykırı delile dayalı mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikte esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, özel yetkili mahkemelerde yargılama yapılması nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, usule ilişkin imkânlar bakımından dezavantajlı duruma düşürülme nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin, yargılamanın makul sürede yapılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması ve verilen mahkûmiyet kararları nedeniyle de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru24/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2016/3960 numaralı başvuru dosyasının hukuki irtibat nedeniyle 2016/3958 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2016/3958 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığınca, A.S.A. liderliğinde suç örgütü kurulduğu iddialarıyla ilgili olarak yapılan soruşturma sırasında anılan suç örgütüne rakip olan S.Y. liderliğinde bir başka suç örgütünün varlığının tespit edilmesi üzerine soruşturma başlatılmıştır. Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığınca görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Adana Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) (CMK madde ile görevli) gönderilmiştir. Başsavcılıkça yapılan soruşturmada başvurucuların da aralarında bulunduğu diğer şüphelilerin S.Y. liderliğindeki örgüt faaliyetleri kapsamında çok sayıda suç işledikleri, yapılan soruşturma kapsamında çok sayıda ve çeşitli silahlar ele geçirildiği, başvurucu Mehmet Yazıcıoğlu'nun örgütün alt grup lideri ve başvurucu Hasan Tüney'in ise örgüt üyesi olduğu değerlendirilmiştir. Müşteki A.G.nin kolluk tarafından alınan 30/10/2007 tarihli beyanının ilgili kısımları şöyledir: "...Üç yıldır [S.Y.] ve adamları Mehmet Yazıcı, [H.A.], Çilli Hasan, [Y.], [] ve ismini bilmediği bir çok şahıs tarafından kendisinden zorla ya da zorda bırakılarak bir çok defa para alındığını, yaklaşık üç yıl önce Tarsus ülkü ocağı başkanı [S.Y.] ile tanıştığını, bu tarihten itibaren önce ülkü ocağı adına yapılan faaliyetler için para talebinde bulunulduğunu, bu taleplerin daha sonraları arttığını, [S.Y.nin] yanında bulunan beş altı adamıyla birlikte işyerine sürekli gelmeye başladığını, kendisinin bunu istemediğini, müşteri ve çalışanlarının bu durumdan rahatsız olduklarını, işyerinden gitmeleri için para verdiğini, sürekli telefonla taciz ettiklerini,... olaydan sonraki Haziran ayı içerisinde restoranda arkadaşı olan [Y.Ö.], [H.İ.] ile yemek yedikleri esnada [S.Y.nin] yanında Mehmet Yazıcıoğlu, Çilli Hasan (Hasan Tüney), [] kırmızı tişörtlü şahsın ile birlikte gelerek kendisini dövdüklerini, korktuğu için şikayetçi olmadığını,... kısa bir süre sonra Mehmet Yazıcıoğlu'nun kendisinin okul arkadaşı olan [S.K.] ile gelerek inşaat malzemesi istediğini, fakat vermediğini, 2007 günü Mehmet Yazıcıoğlu'nun [H.] ve tanımadığı bir şahısla birlikte işyerine gelerek işçisi ile tartıştığını,, 61 YTL olan mutfak evyesini 30 YTL ye istediğini, bu arada içeriye [S.Y.nin] dört beş kişiyle birlikte girdiğini, bataryayı 30 YTL ye vermeyince Mehmet Yazıcıoğlu'nun batarya ile suratına vurduğunu, polis çağırmak için telefon açtığında telefonun kablosunu kopararak yüzüne tekrar vurduğunu ve ayrıldığını, bu olaylarıni korkutup yıldırarak kendisinden para almak amacını güttüğünü, kendisini mağdur eden bu kişilerden davacı ve şikayetçi olduğunu beyan etmiştir..." Başvurucular 27/10/2008 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Başvuruculardan Mehmet Yazıcıoğlu'nun aynı tarihte evinde yapılan aramada bir adet ruhsatsız tabanca, yirmi dokuz adet fişek, A.B. imzalı iki adet şikâyetten vazgeçme dilekçesi, iki adet cep telefonu ve sim kartı; arabasında yapılan aramada da altı adet fişek bulunmuştur. Başvuruculardan Hasan Tüney'in evinde yapılan aramada bir adet tabanca, on yedi adet fişek, bir cep telefonu ve sim kart bulunmuştur. Başvurucular Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan 30/10/2008 tarihli ifadelerinde üzerine atılı suçlamaları kabul etmemişlerdir. Tarsus Sulh Ceza Mahkemesi tarafından aynı tarihte yapılan sorgularında Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadelerini tekrar eden başvurucuların tutuklanmalarına karar verilmiştir. Tanık Y.Ö.nün kollukça alınan 26/11/2008 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:"... 2007 yılında [A.G.] ve [U.G.] ile birlikte Mersin'e yemek yemek için gittiklerini, sahildeki bir kafeye oturduklarını, kendisinin telefon açmak için dışarıya çıktığını, dışardaki [U.G.], [H.İ.] ve [F.B.] yanına giderken Tarsus'tan tanıdığı Mehmet Yazıcıoğlu, Hasan Tüney ve ismini bilmediği bir şahsın yanlarına gelip [A.G.yi] sorduklarını, içerde olduğunu söyleyince Mehmet Yazıcıoğlu'nun yanlarında kaldığını, Hasan Tüney ve tanımadığı şahsın içeriye girdiğini, içerden gürültüler geldiğini, [A.G.nin] ne oluyor, polis çağırın şeklinde bağırarak dışarıya çıktığını, kendilerinin bu duruma şaşırdıklarını, aracı olmak isteyince Mehmet Yazıcıoğlu'nun 'siz bu işlere karışmayın' diye uyardığını, bu sırada sivil polislerin geldiğini, [A.G.] şikayetçi olmak isteyince Hasan Tüney ve Mehmet Yazıcıoğlu'nun 'davacı olursan senin için iyi olmaz' demeleri üzerine [A.nın] şikayetçi olmaktan vazgeçtiğini beyan etmiştir..." Tanık F.B.nin kollukça alınan 26/11/2008 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:"... 2 yıl kadar önce [H.İ.], [Y.Ö.] ve [U.] isimli şahısla Mersin'e gittiklerini, bir süre gezdikten sonra Kafe isimli lokantanın önüne durduklarını, burada [U.] ile konuştuklarını, bu sırada [Y.Ö.nün] kafeden aceleyle çıktığını, bir süre sonra Tarsus ülkü ocaklarından tanıdığı Mehmet Yazıcıoğlu, Hasan Tüney ve tanımadığı bir şahsın geldiğini, Hasan Tüney ve tanımadığı şahsın kafeye girdiğini, içeriden bağrışmalar geldiğini, daha sonra Hasan Tüney ve yanındaki şahsın kafeden dışarıya çıktığını, arkasından da [A.G.nin] saçı başı dağınık vaziyette dışarıya geldiğini, Hasan Tüney'in küfürlü konuşarak dayısı olan [A.G.yi] arabaya bindirmek istediğini, kendilerinin ve olay yerine gelen sivil polislerin müdahalesi üzerine arabaya bindirmekten vazgeçtiklerini, [A.G.] şikayetçi olmak isteyince Hasan Tüney, Mehmet Yazıcıoğlu ve [] isimli şahsın 'davacı olursan seni Tarsus'ta yaşatmayayız' diye tehdit etmesi üzerine şikayet etmekten vazgeçtiğini beyan etmiştir..." Başsavcılık tarafından başvurucuların da aralarında bulunduğu seksen iki şüpheli hakkında suç örgütüne üye olma, yağma ve diğer suçlardan yapılan soruşturma sonucunda 23/2/2009 tarihli iddianame ile Adana Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) (CMK madde ile görevli) kamu davası açılmıştır. Bireysel başvuru konusu olan suçlara ilişkin başvurucular hakkında düzenlenen 23/2/2009 iddianamede olay olarak anlatılan müşteki H.B.ye yönelik yağma suçunun başvuru Hasan Tüney tarafından bir kısım şüpheli ile birlikte gerçekleştirildiği, olay olarak anlatılan olayın ise başvurucuların her ikisi tarafından bir kısım şüpheli ile birlikte gerçekleştirildiği belirtilmiş; başvurucu Mehmet Yazıcıoğlu'nun örgüt liderinin en yakın adamlarından biri olduğu, örgüt içinde liderden hemen sonra geldiği, başvurucu Hasan Tüney'in örgüt içinde üye konumunda olduğu, diğer örgüt üyeleri ile irtibatlı olduğu belirtilmiştir. Başvurucular Mahkemedeki savunmalarında da soruşturma aşamasındaki beyanlarını tekrar ederek atılı suçlamaları reddetmişlerdir. Müşteki A.G. ve tanıklar yargılama sırasında da soruşturma aşamasında verdikleri beyanlara benzer beyanlarda bulunmuşlardır. Mahkeme 22/3/2013 tarihli kararıyla başvurucu Mehmet Yazıcıoğlu hakkında suç örgütü üyesi olma, suç delillerini gizleme, suçluyu kayırma, kasten yaralama, şantaj, yağma, mala zarar verme, genel güvenliği tehlikeye sokma, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından; başvurucu Hasan Tüney hakkında ise suç örgütü üyesi olma, yağma ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından mahkûmiyet kararı vermiştir. Başvuruların hükümle birlikte tahliyesine de karar verilmiştir. Mahkemenin 22/3/2013 tarihli gerekçeli kararının ilgili kısımları şöyledir:"... olay nedeniyle yapılan değerlendirme: Müşteki beyanları, müşteki beyanlarını doğrulayan iletişim tespit tutanakları, sanık savunmaları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; [H.B.nin] Tarsus Belediyesi'nden kiralayarak çalıştırdığı Ş. Mahallesinde bulunan otoparkı, [S.Y.] liderliğindeki suç örgütünün zorla ele geçirerek örgüt üyesi olan Hasan Tüney'in işletmesine vermeyi ve bu işyerinden elde edilecek gelirin bir kısmı ile de örgütün çeşitli ihtiyaçlarını da karşılamayı planladığı, bu amaçla örgüt tarafından [H.B.yi] korkutup sindirmek için taciz etmeye başladıkları, zaman içerisinde örgüt üyelerinden [A.U.] ve Hasan Tüney'in [H.B.ye] 'cezaevinde yatan adamlarımıza vereceğiz' diyerek 100 YTL para aldıkları, örgüt üyeleri [U.K.] ile [A.U.nun] şahsın işyerine Mehmet YAZICIOĞLU’na ait otomobil ile giderek örgüte yardım etmediği bahanesiyle silahla tehdit edip, darp ettikten sonra iş yerini terk etmesini söyledikleri,Müşteki [H.B.nin] beyanlarının da olayın meydana geliş şeklini ortaya koyduğu, böylelikle sanıklar ...Hasan Tüney'in ...mağdur [H.B.ye] karşı örgüt faaliyeti çerçevesinde yağma suçunu işledikleri, olayı ve oluş şeklini ortaya koyan müşteki beyanları ve iletişim tespit tutanakları içerikleri karşısında suçtan kurtulmaya yönelik sanık savunmalarına itibar edilemeyeceği kanaatine varıldığından sanıkların TCK'nın 149/1-c-f-g maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar verilmiştir..... olay nedeniyle yapılan değerlendirme: Müştekinin aşamalarda alınan istikrarlı beyanları, müşteki beyanlarını doğrulayan tanık anlatımları, müşteki ve tanık anlatımları ile uyumlu iletişim tespit tutanakları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde suç örgütü lideri [S.Y.] ve suç örgütü üyeleri Mehmet Yazıcıoğlu, Hasan Tüney, [A.], [Y.A.], [] ve [F.Y.nin] 2006-2007 yılları içerisinde suç örgütünün korkutucu gücünden faydalanarak örgüte gelir temin etmek maksadıyla müşteki [A.G.yi] tehdit etmek, dövmek suretiyle maddi menfaat temin ettikleri, böylece nitelikli yağma suçunu işledikleri, müştekinin olay tarihlerinde suç örgütünden korktuğu için uzun süre şikayetçi olamadığı, bu suretle sanıklar [S.Y.], Mehmet Yazıcıoğlu, H.T., Hasan Tüney, [A.], [Y.A.], [] ve [F.Y.nin] iddianamedeki olay nedeni ile müşteki [A.G.ye] karşı yağma suçunu işledikleri kanaatine varıldığından sanıkların 5237 sayılı TCK'nın 149/1-c-f-g maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar verilmiştir....6136 Sayılı Kanuna muhalefet suçları yönünden: Sanık Hasan Tüney'in Tarsus ilçesi Akşemsettin Mah. 159 Sk. E2 Blk. Kat. 2 No. 8 sayılı adresinde yapılan aramada 1 adet 65 mm. çapında N.O.526732 seri nolu Super Automatic Colt Specıal Ravar.Cal.7,65 marka tabanca, 9 adet 65 mm. çapında, 8 adet 9 mm. çapında fişeğin,...Sanık Mehmet Yazıcıoğlu'nun Tarsus ilçesi Şehitishak Mah. 100 Yıl sitesi Simya Apt. No. 95 Kat. 5/20 sayılı adresinde yapılan aramada 1 adet 9 mm. çapında R 03820 seri nolu Fabrıque Natıonale Belgıque Brownings Patent Depose marka ruhsatsız tabanca, 14 adet 9 mm. çapında, 15 adet 65 mm. çapında MKE yapımı fişek, 06 H 6829 plakalı aracında yapılan aramada 6 adet 9 mm. çapında MKE yapımı fişeğin,...alınan kriminal raporlarından sözkonusu silah ve mermilerin ruhsatsız ve 6136 sayılı yasanın 13/1 maddesi kapsamında kaldıkları anlaşıldığından sanıklar ...Hasan Tüney ...Mehmet Yazıcıoğlu'nun 6136 sayılı Yasanın 13/1 maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar verilmiştir....Örgüt üyelerinin olaylarda çok sayıda silahlı eylem gerçekleştirdikleri, bu olaylara ilişkin yapılan soruşturmalarda değişik çap ve markada çok sayıda ruhsatsız silahlar, mermiler ve bir kısmı taşınması/bulundurulması yasak nitelikte kesici aletlerin ele geçirildiği, örgütün faaliyetlerinde silah kullanılması, bir kısım sanıklardan suç örgütüne ait silahların ele geçirilmesi karşısında, örgütün silahlı olarak kabul edilmesinin gerektiği, atılı suç örgütü üyesi olmak suçunu işledikleri anlaşıldığından 5237 sayılı TCK'nın 220/2, 3 maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar verilmiştir....Örgüt mensubu olan bir kısım sanıkların ev, araç ve üst aramalarında çeşitli silah ve mermilerin ele geçirilmiş olması, müştekilerin beyanlarında silah kullanıldığından söz etmeleri ve iletişimin tespiti tutanaklarından ve gerçekleştirilen eylemlerden de bu hususun açıkça anlaşılması nedeniyle suç örgütünün silahlı olduğu Mahkememizce kabul edilerek sanıklar hakkında örgüt nedeniyle verilen cezalardan 5237 sayılı TCK'nın 220/3 maddesi gereğince artırım yapılmıştır..." Başvurucular hukuka aykırı telefon dinlemelerine dayalı olarak hüküm kurulduğunu, olaylar ve deliller arasında bağ kurulmadan mahkûmiyet kararları verildiğini, uzun süre tutuklu kaldıklarını iddia ederek mahkûmiyet kararlarına karşı temyiz yoluna başvurmuşlardır. Temyiz incelemesi sürerken 6/3/2014 tarihli 6526 Kanun'un maddesiyle CMK madde ile yetkili Adana Ağır Ceza Mahkemesi kapatılmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesine dava dosyasının devri yapılmıştır. Yargıtay Ceza Dairesi 24/12/2015 tarihli kararı ile başvurucu Mehmet Yazıcıoğlu hakkında suç örgütü üyesi olma, iddianamede olay olarak anlatılan müşteki A.G.ye karşı nitelikli yağma, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından verilen mahkûmiyet kararlarının ve başvurucu Hasan Tüney hakkında suç örgütü üyesi olma, iddianamede olay ile olay olarak anlatılan müşteki H.B. ile müşteki A.G.ye karşı nitelikli yağma, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından verilen mahkûmiyet kararlarının onanmasına karar vermiştir. Diğer hükümler hakkında bozma kararı verilmiş olup yargılama devam etmektedir. Başvurucular onama kararını25/1/2016 tarihinde öğrendiklerini bildirmişlerdir. Başvurucular 24/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3958
Başvuru, hukuka aykırı delile dayalı mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikte esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının, özel yetkili mahkemelerde yargılama yapılması nedeniyle kanuni hâkim güvencesinin, usule ilişkin imkânlar bakımından dezavantajlı duruma düşürülme nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin, yargılamanın makul sürede yapılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, tutukluluk hâlinin makul süreyi aşması ve verilen mahkûmiyet kararları nedeniyle de kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların duruşmada sorgulanmaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Yalova Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 5/9/2017 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede özetle başvurucunun Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında FETÖ/PDY içindeki 672 mahrem imamın arasında başvurucunun da adının geçmesi, şüphelinin FETÖ/PDY'nin hiyerarşik yapılanması içinde emniyet mahrem imamı olarak görev alması, Emniyet görevlileriyle örgütün faaliyeti kapsamında görüşerek ideolojik toplantılar düzenlemesi, Mesut kod adını kullanması, kendi beyanına göre örgüt içi haberleşmede kullanılan Eagle ve Tango haberleşme programlarını kullanması, örgütle irtibatlı ve iltisaklı işyerlerinde öğretmen olarak çalışması, Bank Asyada katılım hesabının bulunması ve örgüt liderinin talimatından sonra Bank Asyadaki hesabındaki mevduatını artırması, aynı örgüt kapsamında hakkında işlem yapılan bazı şüphelilere para transferi yapması suretiyle üzerine atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Yalova Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 11/5/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda diğerlerinin yanı sıra sanığın FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle kanun hükmünde kararname (KHK) ile kapatılan dernek ve sendikalarda üyelik ve yöneticilik yapıp yapmadığının sorulması için çeşitli kurumlara müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Duruşma dört celsede bitirilmiştir. Birinci celsede başvurucu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle KHK ile kapatılan dernek ve sendikalarda üyelik ve yöneticilik yapıp yapmadığının tespiti için yazılan müzekkerelere ilişkin gelen evrak Mahkemeye sunulmuştur. İkinci celsede başvurucunun Bank Asya hesap hareketlerine ilişkin bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuştur. Söz konusu rapora göre başvurucunun Bank Asyadaki hesaplarını 5/12/2016 tarihine kadar aktif olarak kullandığı, örgüt elebaşısının çağrısı üzerine Bankanın iflasını önlemek amacıyla talimat doğrultusunda yüklü miktarlarda gelen EFT'ler olduğu (14/1/2014 tarihinde 1 No.lu hesabına Türkiye Katılım Bankası üzerinden 990 TL) tespit edilmiştir. Yine aynı celse Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının FETÖ/PDY'nin mahrem imamlarına yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında ele geçirilen dijital materyaller Mahkemeye sunulmuştur. Başvurucu; müdafiinin hazır bulunduğu aynı celsede alınan savunmasında çalıştığı işyerinden dolayı Bank Asyada hesap açtırdığını, Bankaya talimatla para yatırmadığını, örgütün gizli haberleşme programlarından hiçbirini kullanmadığını, ifadesinin alınması sırasında bunu polislere anlatmaya çalıştığını fakat Eagle ve Tango kullanmış gibi tutanağa yazıldığını, mahrem imamlık yapma ya da sohbet düzenleme gibi bir eylemde kesinlikle bulunmadığını, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının FETÖ/PDY'nin mahrem imamlarına yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında ele geçirilen dijital materyallere ilişkin verileri kabul etmediğini, üzerine atılı suçu işlemediğini savunmuştur. Aynı celsede tanık Y.E.A.nın talimat yoluyla dinlenilmesine karar verilmiştir. Üçüncü celsede tanık Y.E.A.nın bilgi ve görgüsünün tespiti için yazılan talimata ikmalen cevap verilmiştir. Tanık Y.E.A. istinabe yoluyla alınan beyanında; başvurucuyu tanıdığını, 2005-2006 yıllarında üniversiteye hazırlanmak için gittiği, örgüt ile irtibatlı olan Havza Sakarya Dershanesinde başvurucunun matematik öğretmeni olup örgüt içinde öğrenci danışmanı olduğunu, başvurucunun da aralarında olduğu 5-6 kişilik sohbet grubunun sohbetlerini dershanede yaptığını, sohbetlerde Fetullah Gülen videolarının izlettirildiğini, kitaplarının okunduğunu, 2006-2010 yılları arasında Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümünde okuduğunu, üniversiteyi kazandıktan sonra başvurucunun isimli kişiyi Samsun'da Sakarya Dershanesinde tanıştırdığını, nin Trabzon'da kalacağı öğrenci evinin sorumlusu R.G.nin numarasını verdiğini, Trabzon'a gittiğinde R.G.nin kendisini karşıladığını ifade etmiştir. Aynı celsede başvurucu, tanık beyanını kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucu müdafii, soruşturma evresinde müvekkili ile ilgili olarak beyanı gönderilen A.B.nin tanık olarak dinlenilmesini talep etmiştir. Bu talep, dosyadaki mevcut delil durumu, yargılamanın geldiği aşama dikkate alınarak Mahkemece reddedilmiştir. Tanık A.B. duruşmada okunan beyanında, başvurucunun Zile ilçesi FEM dershanesinde görev yapan öğretmenlerin rehber sorumlusu olduğunu, 2014 yılı Mart ayına kadar bu görevi sürdürdüğünü, ortaöğretim seviyesinde öğrenim gören öğrencilerin çetelesini tutup Tokat'taki örgüt yöneticilerine aktaran kişi olduğunu ifade etmiştir. Aynı celsede iddia makamı, esas hakkında mütalaa sunmuştur. Mahkeme, başvurucu ve müdafiinin süre talebinin kabulüne, duruşmanın 23/10/2018 tarihine ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucu; müdafiinin hazır bulunduğu dördüncü celsede, esas hakkında mütalaaya karşı beyanında önceki savunmalarını tekrarlayarak isnat edilen suçu inkâr etmiştir. Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan alt sınırdan uzaklaşarak 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Öğretmen olan sanık Mevlüt YİNANÇ'ın;Haklarında FETÖ/PDY Örgüt üyeliği suçlaması ile ayrı kovuşturma yürütülen kişilerin beyanlarından;Osmaniye CBS'de hakkında soruşturma yürütülen tanık [Y.E.A.nın] talimatla alınan ifadesinde sanıkla ilgili olarak kendisinin de aralarında bulunduğu beş altı kişilik sohbet grubuna sohbet hocalığı yaptığı, dershanede verilen bu sohbetlerde örgüt lideri Fetullah Gülen'e ait videoları izlettiği, kitapları okuttuğu, üniversiteyi kazanmasının ardından kendisini örgüt mensubu soy ismini bilmediği [] isimli şahısla tanıştırdığı, bu şahsın da kendisini kalacağı örgüt evine yerleştirdiği,Tokat CBS'de hakkında soruşturma yürütülen tanık [A.B.nin] sanıkla ilgili alınan beyanlarından, sanığın Zile İlçesi Fem Dershanesinde görev yapan öğretmenlerin rehber sorumlusu olarak görevlendirildiği, ayrıca sanığın orta öğretim seviyesinde öğrenim gören öğrencilerin çetelesini Tokat iline getiren şahıs olduğu anlaşılmıştır. SGK kayıtlarına göre FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı olan; [birçok kurumda] çalışma kayıtlarının bulunduğu tespit edilmiştir.Asya Katılım Bankası kayıtları ve Bilirkişi Raporuna göre;Sanık Mevlüt Yinanç'ın FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı olması nedeniyle KHK ile TMSF ve kamuya devredilen Asya Katılım Bankasında hesaplarının bulunması ve bu hesabı deliller kısmında belirtilmiş olduğu üzere sanığın 05/12/2016 tarihine kadar aktif olarak kullanmış olması, özellikle sanık Mevlüt Yinanç'ın hesap hareketleri incelendiğinde örgüt elebaşısının çağrısı üzerine bankanın iflasını önlemek amacıyla talimat doğrultusunda yüklü miktarlarda gelen EFT'lerin bulunduğu (14/01/2014 tarihinde 1 nolu hesabına Türkiye Katılım Bankası üzerinden 990 TL) tespit edilmiştir.Yalova İl Emniyet Müdürlüğünün 15/05/2017 tarihli Djital Materyal Analiz Raporuna göre;Sanıktan elde edilen dijital materyaller üzerinde yapılan incelemede ByLock ve eagle gibi uygulamalara rastlanılmadığı, ancak arama motorları üzerinden ByLock ile ilgili haberleri okuduğunu ve bununla ilgili telefonunda 4450 adet kaydı bulunduğu ve aynı şekilde eagle ile ilgili 280 adet kayıt olduğu tespit edilmiştir.Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının FETÖ/PDY terör örgütünün mahrem imamlarına yönelik yürütmüş olduğu 2017/3945 sayılı soruşturması kapsamında ele geçirilen dijital materyallerden; sanık Mevlüt Yinanç'ın emniyet mahrem yapılanması içerisinde 'Mesut' kod adıyla yer aldığı, sanığın örgüt mensubu polis memuru emniyet görevlileri ile birebir görüşen, onlarla toplantı düzenleyen, onlardan aldığı bilgileri örgüt yöneticilerine aktaran şahıs olarak görev yaptığı, söz konusu rapor içeriğinden eagle programına ilişkin ID numarasının 128047 olduğu, yurt içerisinde görev yaptığı, görev yaptığı bölgenin Ankara olduğu, biriminin yüksekokul olduğu, vasfının da örgütsel terminolojiye göre C olduğu, yüksekokulun anlamının 'meslekten geçme polis amirleri sorumlusu',C harfinin anlamının ise 'öğretmen' olduğu hususları ve dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;İnkara yönelen savunma içeriklerinin cezadan ve sorumluluktan kurtulmayı amaçladığı kanaatine varılmış, inandırıcı bulunmadığından itibar edilmemiştir. Yaptığı görevler, sahip olduğu bilgi ve tecrübe, tahsil durumu ve örgütteki konumu itibariyle bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda olan sanığın, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimsediğini gösterir şekilde ve örgütün amaçları doğrultusunda yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik arzeden eylem ve faaliyetlerde bulunduğu, örgütle hiyeraşik ve organik açıdan tam bir disiplin içinde bağlı olduğu, Bu haliyle sanığın; 15 Temmuz darbe girişimine kadar olan süreçte sözde meşruiyetini toplum nezdinde inanç değerlerini, kamu otoritesi nezdinde ise hukuksal zemini istismar ederek sağlayagelmiş olan FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılmakla, suçun işleniş şekli, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, sanığın güttügü amaç ve saik, kasta dayalı kusurun ağırlığı, örgütsel faaliyetlerinin niteliği, özellikle örgütün ülkemiz genelinde emniyet yapılanmasında mahrem imam görevi üstlendiği, örgüt kurumları arasında örgütsel tayinle yer değiştirdiği, kurumlarda görev yaparken öğrencilerin örgütle irtibatlarını sağladığı, aynı zamanda kurum içerisinde çalışan diğer şahıslardan sorumlu olduğu hususu ve etkinlik dereceleri gözetilerek, eylemlerine uyan TCK 314/2 maddesi gereğince; suç için yasada öngörülen cezanın alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle mahkumiyetine dair hüküm tesis etmek gerekmiştir." Başvurucu; istinaf ve temyiz dilekçelerinde diğerlerinin yanı sıra tanıklar Y.E.A. ve A.B.nin duruşmada dinlenilmediğini, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlantı kurulmadığını, soru sorma hakkının kullandırılmadığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 4/2/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 2/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 3/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak tanık sorgulama hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22195
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların duruşmada sorgulanmaması nedeniyle tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, merada aşırı otlatma yapılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının; bunu kanıtlamak amacıyla otlatılan hayvan sayısının tespitine yönelik olarak yapılan delil tespiti talebinin reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1948 doğumlu olup Ankara'nın Çankaya ilçesinde ikamet etmektedir.A. Delil Tespiti Dosyası Başvurucu, Ardahan'ın Merkez ilçesine bağlı Tazeköy ve Samanbeyli köyü sınırında bulunan merada otlatma kapasitesinin üzerinde otlatma yapıldığının tespiti istemiyle Ardahan Sulh Hukuk Mahkemesinden 8/7/2014 tarihinde delil tespiti talebinde bulunmuştur. Mahkeme 8/7/2014 tarihinde başvurucunun delil tespiti talebinin usul yönünden reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu tarafından meradan doğrudan yararlanmasına engel olunduğu iddia edilmediğinden başvurucunun talepte bulunma hakkının olmadığı belirtilmiştir. Mahkemeye göre ancak köy muhtarı veya tayin ettirilecek temsilcisi talepte bulunabilir. Mahkeme; köy muhtarı veya muhtarın davalı olduğu hâllerde ise köy derneğince seçilecek kişinin köyü temsil edebileceğini, mera ile ilgili davalarda özel kişilerin talepte bulunmasının mümkün olmadığını vurgulamıştır. Başvurucu 21/7/2014 tarihinde karara itiraz etmiş; itiraz dilekçesinde, merada aşırı otlatma sebebiyle Erzurum İdare Mahkemesinde açılan davada hukuki menfaatinin bulunduğunun tespit edildiğini belirtmiştir. Başvurucu, olayda köy merasının aşırı otlatılarak ekolojik dengenin bozulmasına, erozyon ve çevre kirliliğine sebep olunduğu için İdare Mahkemesince verilen kararın uygulanıp uygulanmadığı tespitinin gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme 21/7/2014 tarihli ek karar ile başvurucunun itirazını reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, meraların korunmasından ve tahsis amacına uygun kullanılmasından muhtar ve belediye başkanlarının sorumlu olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, başvurucunun meradan yararlanmasına engel olunmadığı için talepte bulunamayacağı yönündeki ilk kararındaki gerekçeyi yinelemiştir. Karar, başvurucuya 5/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İdari Yargılama Süreci Başvurucu, Ardahan'ın Merkez ilçesi Tazeköy sınırları içindeki merada otlatma kapasitesine uygun sayıda hayvan otlatılmasına ilişkin olarak -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- Ardahan Valiliğinden (Valilik) talepte bulunmuştur. Valilik tarafından süresinde cevap verilmemesi üzerine başvurucu, Valilik aleyhine Erzurum İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 6/5/2003 tarihinde davanın ehliyet yönünden reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz ettiği karar Danıştay Sekizinci Dairesinin 20/1/2004 tarihli kararı ile onanmıştır. Ancak karar düzeltme istemi üzerine Dairenin 9/3/2005 tarihli ilamıyla onama ilamı kaldırılmış ve temyiz edilen hükmün bozulmasına karar verilmiştir. İlamda, başvurucunun Ankara'da ikamet etse bile belirtilen köyde arazisinin bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Daire, köydeki meranın aşırı otlatma nedeniyle tahrip edilmesinin önlenmesi amacıyla idareye ve yargıya başvurmada başvurucunun kişisel, güncel ve meşru bir menfaatinin bulunduğunu vurgulamıştır. Daireye göre bu sebeple başvurucunun kendisini ilgili görerek iptalini istediği işlemin menfaatini ihlal etmediği gerekçesine dayalı olarak davanın reddine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır. Bozma ilamına uyan Mahkeme 21/9/2005 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme, Tazeköy'ün tüm merasında ortalama kapasitesinin dört katı miktarında aşırı bir otlatmanın var olduğu ve meranın bir kısmının Samanbeyli köyüne tahsisi ile de aşırı otlatmanın artacağının açık olduğunu belirtmiştir. Fazla otlatma ise Mahkemeye göre ekolojik dengenin bozulmasına, veriminin azalmasına, erozyon ve çevre kirliliğine sebebiyet verir. Mahkeme bu gerekçeyle başvurucunun fazla otlatmanın önlenmesi yolundaki talebinin zımmen reddinde hukuka uyarlık görülmediği kanaatine varmıştır. Valilik tarafından temyiz edilen karar Dairenin 26/9/2006 tarihli ilamıyla onanmıştır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Çekişmesiz yargı, hukukun, mahkemelerce, aşağıdaki üç ölçütten birine veya birkaçına göre bu yargıya giren işlere uygulanmasıdır:a) İlgililer arasında uyuşmazlık olmayan hâller.b) İlgililerin, ileri sürülebileceği herhangi bir hakkının bulunmadığı hâller.c) Hâkimin resen harekete geçtiği hâller." 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Taraflardan her biri, görülmekte olan bir davada henüz inceleme sırası gelmemiş yahut ileride açacağı davada ileri süreceği bir vakıanın tespiti amacıyla keşif yapılması, bilirkişi incelemesi yaptırılması ya da tanık ifadelerinin alınması gibi işlemlerin yapılmasını talep edebilir.(2) Delil tespiti istenebilmesi için hukuki yararın varlığı gerekir. Kanunda açıkça öngörülen hâller dışında, delilin hemen tespit edilmemesi hâlinde kaybolacağı yahut ileri sürülmesinin önemli ölçüde zorlaşacağı ihtimal dâhilinde bulunuyorsa hukuki yarar var sayılır." Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/10/2016 tarihli ve E.2016/7824, K.2016/8806 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Kanunda çekişmesiz yargı işlerinin neler olduğu düzenlenmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 382/1 maddesinde ... olmak üzere çekişmesiz yargının genel çerçevesi belirlenerek, mümkün olduğunca çekişmesiz yargı işleri sayılarak belirtilmiştir. Ancak bu sayma sınırlı olmadığından yasa maddesinde sayılmayan fakat çekişmesiz yargı ölçütlerini taşıyan diğer işlerin de çekişmesiz yargı işi olarak kabulü gerekir. Yani, Maddede sayılmamakla beraber çekişmesiz yargının ölçütlerinden birini veya birkaçını taşıyan bir iş de çekişmesiz yargı işi olarak değerlendirilmelidir....Delil tespitine ilişkin talepler, 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun maddesinde belirtilen çekişmesiz yargı işlerinden sayılmalıdır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/5/2014 tarihli ve E.2014/5679, K.2014/8995 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Delil tespiti davaları; temyizi mümkün olmayan, HMK' nın maddesi uyarınca ancak itiraz yolu açık çekişmesiz yargı davalarındandır...." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği öncelikle bir “uyuşmazlığın” varlığına bağlıdır. İkinci olarak söz konusu uyuşmazlık iç hukukta tanındığı, en azından savunulabilir bir biçimde söylenebilecek “hak ve yükümlülüklerle” ilgili olmalıdır. Son olarak bu “hak ve yükümlülükler” -her ne kadar maddenin kendisi bu hak ve yükümlülüklere sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmiyorsa da- Sözleşme anlamında “medeni nitelikte” olmak zorundadır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM kararlarında “uyuşmazlık” sözcüğüne şeklî bir tanımdan çok maddi bir tanım verilmesinin daha uygun olduğu benimsenmiştir (Le Compte, Van Leuven ve De Meyere/Belçika [GK], B. No: 6878/75-7238/75,23/6/1981, § 45). Buna göre görünüşün ve kullanılan dilin ötesine bakılması ve her davanın koşullarına göre durumun gerçeklerine yoğunlaşılması gerekmektedir (Gorou/Yunanistan (No. 2) [BD], B. No: 12686/03, 20/3/2009, § 29). AİHM, maddenin karşıt tarafların ve haklara ilişkin herhangi bir uyuşmazlığın bulunmadığı durumlara ilişkin çekişmesiz ve tek taraflı yargılamalara uygulanamayacağını kabul etmiştir (Alaverdyan/Ermenistan (k.k.), B. No: 4523/04, 24/8/2010, § 35).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14482
Başvuru, merada aşırı otlatma yapılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının; bunu kanıtlamak amacıyla otlatılan hayvan sayısının tespitine yönelik olarak yapılan delil tespiti talebinin reddedilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; bağımsız ve tarafsızlık niteliklerinden yoksun olan bir mahkemede görülen yargılamanın çok uzun sürmesi ve yargılamanın sonucunun adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan verilen mahkûmiyet kararında delil olarak kullanılması nedeniyle örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirleri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; uygulanan adli kontrol tedbiri nedeniyle de seyahat özgürlüğünün ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvuru 21/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Olayların meydana geldiği tarihlerde başvurucular Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonunda (KESK) ve KESK'e bağlı bazı sendikalarda üye ya da yönetici konumunda olan kişilerdir. Başvurucular; PKK terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle gözaltına alınmışlar ve tutuklanmışlardır. Cumhuriyet savcısı 31/7/2009 tarihli iddianamesi ile başvurucuların terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Başvurucular hakkındaki yargılama İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılmıştır. Mahkeme 21/11/2009 tarihinde başvurucuların tahliyesine ve haklarında yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Yargılama sonucunda Mahkeme 28/11/2011 tarihinde, başvurucuların PKK terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetlerine hükmetmiştir. Mahkûmiyet hükmüyle, başvurucular hakkında daha önce verilen yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirinin devamına da karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi, gerekçeli kararına başvurucuların da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmanın hangi sebeplere dayandığına ilişkin genel bir açıklama yaparak başlamıştır. Mahkeme yapmış olduğu genel açıklamadan sonra her bir sanık yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapmıştır. Başvurucu Lami Özgen yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:"Sanık Lami Özgen’in KCK/TM-DEK merkezi konferans delegesi olarak 16-18 Ocak tarihinde Diyarbakır ilinde yapılan merkezi konferansa katılmış ve yapılan seçimlerde MYK üyesi seçilmiştir. Sanıklar Haydar Deniz ile sanık Mehmet Hanefi Kuruş’un Diyarbakır’daki merkezi konferans sonrası yapmış oldukları görüşmede, Haydar Deniz’in 'Mehmet senin dışında kim girdi başka' Mehmet Hanefi Kuruş’un 'bildiğim bu Ankara’daki Lami girdi, Sait girdi' (Tape T 13 KL:4 Dz.320) demiş olup, sanığın MYK üyesi seçildiğine ilişkin olarak benzer görüşmeleri diğer sanıkların da kendi aralarında yapmış oldukları görülmektedir. Sanık Lami Özgen 28 Şubat 2009 tarihinde Ankara ilinde KCK/TM-DEK’in MYK toplantısını organize ettiği, iletişim tespit tutanaklarından anlaşılmaktadır. (Tape AE 1, Tape AE 2, Tape AE 3, Tape AE 4 KL:1 Dz.455-475)Sanık Lami Özgen diğer sanık Mehmet Hanefi Kuruş gibi 4 Nisan 2009 tarihinde Şanlıurfa ili Halfeti ilçesinde düzenlenen sözde doğum günü etkinliklerine katıldığı iletişim tespit tutanakları (Tape AE 7 KL:1 Dz.468) ve baz veri analiz bilgilerinden anlaşılmaktadır.Sanık Lami Özgen terör örgütü KCK/TM-DEK’in merkezi konferansında MYK delegesi olarak seçildiği, seçim sonrası örgütsel faaliyetleri yürüttüğü keza bu doğrultuda başta Mehmet Hanifi Kuruş olmak üzere diğer sanıklarla irtibat kurduğu, ayrıca terör örgütü tarafından Şanlıurfa ili Halfeti ilçesinde düzenlenen hükümlü Abdullah Öcalan’ın sözde doğum günü etkinliklerine katıldığı ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır." Başvurucu Songül Morsümbül yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:"Sanık Songül Morsümbül’ün 16-18 Ocak 2009 tarihinde KCK/TM-DEK’in merkezi konferansına katılıp ve yapılan seçim sonucunda MYK üyesi seçildiği, 2009 tarihinde (Tape H-6 KL:3 Dz.96) sanık Elif Akgül Ateş ile H.B. arasında Elif Akgül Ateş’in 'eskilerden var mı kimse' H.B.’nin 'Hasan ile N. birde S. hoca kaldı gerisi değişti', Elif Akgül Ateş’in 'hı değişti', H.B.’nin 'Songül girdi bizden biliyorsun', 2009 tarihinde de (Tape E 10 KL:3 Dz.186) sanıklar Haydar Deniz ile Aziz Akikol’un arasında, Aziz Akikol’un 'ya seçimleri şey Mehmet Kuruş kazandı' Haydar Deniz’in 'he', Aziz Akikol’un 'he o da gösterildi giremedi o da, ya 12 kişiydi, ikisini kestiler, Sadrettin ile Mustafa’yı kestiler, 10 kişi seçtiler işte öyle yani', Aziz Akikol’un 'bilmiyorum işte ya Hasan vardı aynısı', Haydar Deniz’in 'hı Diyarbakır Amedden', Aziz Akikol’un 'valla bilmiyorum o da Hasan', Haydar Deniz’in 'hı Urfa’dan Hasan', Aziz Akikol’un 'yok yok Urfa’dan değil yani bilmiyorum, tam böyle tanımıyorum ya genç çocuklar işte', Aziz Akikol’un 'Lami Lami vardı, eskiden S. vardı', Haydar Deniz’in 'evet', Aziz Akikol’un 'bilmiyorum artık bayanlardan bir şey vardı, hı Morsümbül var', Haydar Deniz’in 'Hı Songül' şeklinde geçen görüşmelerden anlaşılmaktadır.Sanık Songül Morsümbül ile G. arasında geçen 2009 tarihinde (Tape AG-1 KL:10 Dz.89) G.’nin 'ne geçmiş', Songül Morsümbül’ün 'naptı nasıldı temposu', G.’nin 'iyiydi kadının yaklaşımı, S.’yı çok şey yapıyorlar ama öyle aşırı bir şeyi olmadı yani şeyi, yalnızca bana bir çıkışı oldu, siz dedi ne adına katılıyorsunuz, hani ben ben dedim ki bak ben KESK’li bir kadınım dedim, KESK için örgütlü bir kadınım dedim, biz emek örgütüyüz, bir de dedim DEKAP biliyorsun dedim yani, KESK’in programıyla çok da farklı düşünmüyoruz dedim', Sanık ile Z.B. adlı kişi arasında 2009 tarihinde (Tape AG-3 KL:10 Dz.86’da Songül’ün 'Ankara’ya', Z.’in 'Ankara’ya ben şey soracağım bugün sizin toplantınız MYK veya kadının varmıydı Ankara’da her hangi bir toplantınız', Songül Morsümbül’ün KESK’in mi”, Z.B.’nın ''he KESK’in, DEKAP’ın mı yürütmenin mi ne bileyim', Songül Morsümbül’ün 'yoo', Z.B.’nın 'eminmisin', Songül Morsümbül’ün 'karma karma hı', Z.B.’nın 'karmanın yürütmesi değil mi', sanık Songül Morsümbül ile A.E. adlı kişi arasında 2009 tarihinde (Tape AG-5 KL:10 Dz.82) A.E.’ın 'bir de şöyle bir şey vardı Sevgi eskiden yedekti, eşgüdüm ile yürütüyorduk, dolayısıyla birimizden birisine bir şey olduğunda diğeri geliyordu, şimdi Sevgi’de pozisyonu değişince şimdi diyoruz ki şeyi gönderelim Ayten diye bir arkadaş var burada yürütmede', Songül’ün 'hayır doğru değil', A.E.’ın 'ondan sonra yok deniliyor benim oraya gelmem üç günlük çalışmayı bırakmam demek ve bizzat planlama içinde olan birisiyim ben', Songül’ün 'buda bizim için önemli bir sonuç ben buraya sen buraya', A.E.’ın 'anladım da Songül biz dememiş miydik mart ayında planlama almayalım Nisan’da alalım', Songül’ün 'A. o bizi aşan bir durum niye bunu bu kadar zorlaştırıyorsun, kendine ve bize, bizi aşan bir durum', A.E.’ın 'benim için hava hoş biner gelirim yani ama burada bir çalışma, ama onu anlatamadım planlamışız', Songül’ün 'tamam gelirsin değmez ise eleştirini verirsin bizde sana karşı öz eleştirimizi veririz oldu mu A.', A.E.’ın 'sorun bir birimizi eleştirmek sorun olmaması lazım, hani böyle ben seni eleştirecek bir şey bulayım sende beni eleştir', Songül’ün 'telefon uçlarında bunları yapmak çok doğru bir şey değil gerçekten, bir gerginlik olmazsa herhalde toplantıda alınmaz diye düşünüyorum, gelmen gerekiyor yani, Sevgi’nin gelmeme durumu var 14 Mart’ta Tıp bayramı var' şeklinde yapılan görüşmelerden sanığın KCK/TM-DEK’e bağlı DEKAP içerisinde faaliyet yürüttüğü, toplantıya çağırdığı A.E.’ın gelmeme yönündeki iradesine karşı 'tamam gelirsin, değmez ise eleştirini verirsin, bizde sana karşı öz eleştiriyi veririz' şeklinde örgüt adına tehdit ettiği görülmektedir.Sanık Songül Morsümbül 2009 tarihinde Şanlıurfa ili Halfeti ilçesinde, güvenlik güçlerine karşı taşlı sopalı saldırıya dönüşen ve çıkan olaylar sırasında iki göstericinin ölmesi ile sonuçlanan, hükümlü Abdullah Öcalan’ın sözde doğum günü etkinliklerine katıldığı, 4/4/2009 (Tape AG-17 KL:10 Dz.69) tarihinde diğer sanık H.B. arasında, H.’nin 'Amar’da mısın, Amar’a gittin mi sen?', Songül’ün, 'evet, evet Urfa’dayız', H.’nin 'İki kişiyi kaybetmişiz he', Songül’ün 'Evet iki kişiyi kaybetmişiz, iki kişi yoğun bakımda, çok sayıda yaralımız var, hastanede şu anda morgun önündeyiz, otopsilerini bekliyoruz.' H.’nin 'şerefsizler taradılar mı?', Songül’ün 'Direk nokta atışı yapmışlar, zaten taradılar, tarayacakları kadar da nokta atışları yaptılar.' şeklinde geçen görüşme ve benzer görüşmelerden anlaşılmaktadır. Sanık Songül Morsümbül 2009 tarihinde terör örgütü tarafından tertiplenen alternatif'1 Mayıs' etkinliklerine de katılmıştır. (Tape AG 18 KL: 10, Dz.68)Yukarıda açıklandığı üzere sanık Songül Morsümbül 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır'da düzenlenen KCK/TM-DEK’in merkezi konferansına katılarak MYK üyesi seçildiği, DEK’e bağlı DEKAP içerisinde faaliyet yürütüp toplantılar düzenlediği, merkezi konferansta alınan kararlar doğrultusunda 2009 ve 2009 günü Şanlıurfa’da düzenlenen faaliyetlere katıldığı ve bu şekilde terör örgütü üyesi olduğu anlaşılmıştır." Başvurucu Yüksel Özmen yönünden yapılan değerlendirme şu şekildedir:"Sanık Yüksel Özmen’in KCK/TM-DEK’e merkezi konferansına delege sıfatıyla 16-18 Ocak 2009 tarihinde katılarak oy kullandığı, Pegasus Havayolları yolcu listesi, 2009 tarihinde (Tape B-11 KL:3 Dz.325) A.T. ile yapmış olduğu, 'sen ne yapıyorsun', Yüksel’in 'iyiyiz biz Ankara’dayız hava alanındayız', A.T.'un 'hayırdır', Yüksel’in 'konferans var ya Diyarbakır’dan geldik Ankara’da bekliyoruz aktarmalı geçtik' şeklinde geçen görüşmesi ve diğer iletişim tespit tutanaklarından anlaşılmaktadır.Sanık Yüksel Özmen yukarıda belirtilen konferansta KCK/TM-DEK merkezi disiplin kuruluna seçildiği, diğer sanıklar Mehmet Hanefi Kuruş ile H.G. arasında 2009 tarihinde (Tape T-17 KL:4 Dz.308), Hanefi Kuruş’un 'bir şeye çok dikkat edeceğiz, birey ile hiç uğraşmayacağız, sana bir şey söyleyeyim Yüksel’in il yürütmesindeki görevinin düşmesi gerekir. O disiplin kuruluna tekrar seçildi dikkat edin düşürün' şeklinde yapmış oldukları telefon görüşmelerinden anlaşılmaktadır.Sanık Yüksel Özmen 16-18 Ocak 2009 tarihinde Diyarbakır ilinde yapılan KCK/TM-DEK’in merkezi konferansına delege sıfatıyla katıldığı, burada yapılan seçimde merkez disiplin kuruluna seçildiği, bunun dışında il, ilçe ve diğer illerdeki örgüt toplantılarına katıldığı, il yürütmesindeki görevine bölge sorumlusu seçilen Mehmet Hanefi Kuruş’a muhalif olması nedeniyle tüzük bahane gösterilerek son verildiği, diğer birim toplantılarına katıldığı ve bu şekilde örgüte üye olduğu sonucuna varılmıştır." Temyiz üzerine mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 13/3/2017 tarihinde onanmıştır. Başvurucular, nihai karardan 23/5/2017 tarihinde haberdar olduklarını belirtmişler; 21/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Metin Birdal [GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27552
Başvuru, bağımsız ve tarafsızlık niteliklerinden yoksun olan bir mahkemede görülen yargılamanın çok uzun sürmesi ve yargılamanın sonucunun adil olmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerin terör örgütü üyeliği suçundan verilen mahkûmiyet kararında delil olarak kullanılması nedeniyle örgütlenme özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; uygulanan gözaltı ve tutuklama tedbirleri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; uygulanan adli kontrol tedbiri nedeniyle de seyahat özgürlüğünün ihlal edildiği ileri sürülmüştür.
0
Başvuru, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen ceza soruşturmasında başvurucunun tutukluluğuna karar verilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; başvurucunun evinde ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma, özel hayata saygı ve mülkiyet haklarının; başvurucunun taşınmazları ile aracı hakkında elkoyma tedbirinin uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının; ceza infaz kurumundaki koşullar sebebiyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Bölüm Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucu İle İlgili Süreç Başvurucu, Tokat'ın Niksar ilçesinde hâkim olarak görev yapmakta iken darbe teşebbüsünden sonra hakkında Tokat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından "Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs Etme suçunun beraberinde başka suç işleme" iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmış ve yapılan sorgu neticesinde 17/7/2016 tarihinde Tokat Sulh Ceza Hâkimliğince anılan suçtan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Şüphelinin üzerine atılı Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu işlediği hususunda şüpheli hakkında HSYK Dairesinin Fethullahçı Terör Örgütüne üye olmaktan dolayı 16/07/2016 tarihindeki Hakimlikten açığa alma kararı bulunduğu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarı, 15/07/2016 tarihinde Ankara ve İstanbul illerinde Fethullahçı Terör Örgütüne üye olduğu iddia edilen bir kısım asker, polis ve sivillerin darbe girişiminde bulunduğu, şuanda 116 şehidin bulunduğu binlerce yaralının olduğu, milyonlarca maddi zararın ortaya çıktığı, halen de darbe teşebbüsünün devam ettiği, bu nedenle suçun temadi halinde olduğundan şüphelinin üzerine suçtan somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçun katalog olduğu, suça öngörülen hapis cezası da dikkate alındığında şüphelinin kaçma ihtimalinin bulunması, şüphelinin 2802 Sayılı Hakimler Savcılar Kanununun maddesinin atfıylaCMK’nun 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına ...karar verildi." Başvurucu 18/7/2016 tarihinde ve müdafii de 25/7/2016 tarihinde bu karara itiraz etmiş, Zile Sulh Ceza Hâkimliği 27/7/2016 tarihinde başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu bu arada 16/7/2016 tarihinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) İkinci Dairesi tarafından üç ay süreyle görevinden uzaklaştırılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının talebini kabul eden Tokat Sulh Ceza Hâkimliği 29/7/2016 tarihinde başvurucu ile diğer on dört şüphelinin taşınır ve taşınmaz bütün mal varlıklarına 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (668 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendine göre el konulmasına karar vermiştir. Mahkeme bu çerçevede tapu kayıtlarına şerh ve bütün araçlara satış ve devir yasağı konulmasına ve şüphelilere ait banka hesaplarının bloke edilmesine karar vermiştir. Bu karar doğrultusunda başvurucuya ait 06 EY 4467 plaka sayılı araç ile Ankara'nın Gölbaşı ilçesine bağlı Karaali-İmar Mahallesi'nde bulunan 190 ada 3 parsel sayılı taşınmaz ve yine Ankara'nın Kahramankazan ilçesine bağlı Satıkadın Mahallesi'nde bulunan 220956 ada 18 parsel sayılı taşınmazdaki hissesi üzerine tedbir şerhi konulmuştur. Tutukluluğun gözden geçirilmesi çerçevesinde Tokat Sulh Ceza Hâkimliği 16/8/2016 tarihinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Bu karar 23/8/2016 tarihinde ceza infaz kurumu aracılığıyla başvurucuya tebliğ edilmiştir. HSYK Genel Kurulu 24/8/2016 tarihinde başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz Genel Kurul tarafından 29/11/2016 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu bu kararın iptali talebiyle -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- Danıştay Beşinci Dava Dairesinde iptal davası açmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminden (UYAP) yapılan sorgulama sonucuna göre bu dava henüz sonuçlanmamıştır. Tokat Sulh Ceza Hâkimliği 11/9/2016 ve 12/10/2016 tarihlerinde gözden geçirme çerçevesinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Soruşturma dosyası yetkisizlikle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş, Başsavcılığın talebini kabul eden Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 7/11/2016 tarihinde gözden geçirme çerçevesinde başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Tutuklu şüpheliler ... Osman Berk, ...nın üzerlerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, henüz tahkikatın sonuçlanmamış olması, tutuklanma sebeplerinin devam etmesi, kuvvetli suç şüphesi varlığını gösteren olguların CMK maddesi ve ilgili düzenlemeler ile AİHS madde kapsamında tutuklama nedenlerinin bulunması, verilen tutuklama kararının ölçülü oluşu ve adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gereğince şüpheliler ve müdafiilerinin tahliye taleplerinin reddi ile şüphelilerin ayrı ayrı tutukluluk hallerinin devamına, ...[karar verildi.]" Başvurucu 26/12/2016 tarihinde bu karara itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Ankara Sulh Ceza Hakimliği'nin 07/11/2016 tarih ve 2016/5906 Değ.İş sayılı tutukluluk halinin devamına dair kararının gerekçesinde hukuka aykırı herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı,tutuklama tarihinden sonra şüpheli lehine gelişen bir durumun olmadığı, şüphelinin üzerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu, tahkikatın sonuçlanmamış olması, delillerin karartılması ihtimalinin mevcudiyeti, tutuklama sebeplerinin devam etmesi ve kuvvetli suç şüphesi dikkate alınarak CMK maddesi ve ilgili düzenlemeler ile AİHS madde kapsamında tutuklama nedenlerinin bulunması, verilen tutuklama kararının ölçülü oluşu ve adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmaklave ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü hal de dikkate alınarak itirazın REDDİNE, şüphelilerintutukluluk halinin DEVAMINA, ... [karar verildi.]" Başvurucu, kararın kendisine tebliğ edilmediğini öne sürmüştür. Başvurucu 6/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Soruşturma dosyası yetkisizlik kararıyla Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 30/5/2017 tarihinde düzenlenen iddianameyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talep olunmuştur. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"Şüphelinin meslekten çıkarılma kararına karşı yapmış olduğu yeniden inceleme talebinin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu’nun 29/11/2016 tarihli ve 2016/434 sayılı kararı ile reddedilerek meslekten çıkarılmasının kesinleştiği, 1) Şüpheli hakkındaki beyanlar;a) U.'nin Tokat CBS'nin 2016/5846 soruşturma 31/01/2017 tarihli ifadesinde özetle; FETÖ/PDY yapılanması içerisinde yer aldığını, staj evlerinde kaldığını devamla, staj evlerinde her evde bir sorumlu bulunur, bu sorumlunun çok bir ehemmiyeti yoktur. Bu kişi fatura, kira ve benzeri işlemlerle ilgilenirdi. Asıl bu evlerden sorumlu kişilere grup mesulü denirdi. Grup mesullerinin üzerinde de devre mesulü bulunurdu. Yukarıda ne olarak bahsettiğim üç evin grup mesulü Osman BERK idi. Net olarak kimin kaldığını hatırladığım üç evde bulunan kişilerin grup mesulü Osman BERK idi...b) E.B.'ın Adalet Müfettişliğinde 26/08/2016 tarihli ifadesinde özetle; Mersin'de Yozgat Sarayken ilçesinden komşumuz olan Osman BERK isimli Çağ Üniversitesi sınıf öğrencisi olan Osman BERK'in yanında kaldım. Bu ev cemaat eviydi. Osman BERK benimle aynı evde kalıyordu ve ev abimiz olmasının yanında bölge talebe mesulü olarak görev yapıyordu. c) E.K. 'un Erzurum CBS'nin 2017/2025 soruşturma, 09/02/2017 tarihli ifadesinde ve 27/03/2017 tarihli teşhis tutana ğında özetle; Osman Berk stajda bizim dönemdi kendisiyle hiç bir araya gelmedim. Yalnız dönemimiz içerisinde meşhur birisiydi ve Fetö yapısına mensup olduğunu biliyorum” şeklinde beyanının bulunduğu,2) Şüphelinin TC Kimlik ve bildirmiş olduğu telefon numarasının araştırılmasında bylock uygulamasını telefonuna 12/08/2014 tarihinde kurduğu ve bu şekilde kullandığının tespit edildiği, ...... hareket eden FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapılanması içerisinde bilerek ve isteyerek yer aldığı, bu örgüte ait yazışma programı olan bylock kullandığı, üniversite döneminde bu yapıya ait evde kaldığı, meslekteyken de bağının devam ettiği ve stajer sorumluğu yaptığı, yukarıda açıklandığı üzere çeşitlilik ve süreklilik arz eden eylemleriyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğuna dair deliller mevcut olmakla ..." Kovuşturma, iddianameyi kabul eden Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde yapılmış ve 10/7/2018 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçu işlediği gerekçesiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca 8 yıl 1 ay 6 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Sanığın kendi adına kayıtlı olan .... nolu hattı üzerinden FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmış olduğu bylock programını kullandığının veBTK'dan gelen internet trafik bilgilerine göre 12/08/2014 - 20/12/2014 tarihleri arasında 1256 defa bylock programına erişim sağladığının tespit edildiği, tanık[ların] sanığın paralel yapı mensubu olduğunu bildiğini belirtti[kleri], ,sanığın dijital materyallerinin incelenmesi sonucu gelen siber raporuna göre internet geçmişi kalıntılarında FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün propagandasını yapan ve bu örgütle iltisaklı internet siteleri olan rotahaber.com, aktifhaber.com, twitter.com/emreuslu kalıntılarına rastlandığı, anılan hususlarbir bütün halinde değerlendirildiğinde açıklanan hususlar karşısındasanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek katılıp hiyerarşisine girdiği,eylemlerinin yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik gösterdiği, sanığın bir grup stajyerden sorumlu olduğu ve örgüt adına himmet adı altında para topladığı da anlaşılmakla; sanığın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne üye olma suçunu işlediği sabit görüldüğünden eylemlerindeki yoğunluk, suçun işleniş biçimi ve sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı gözönünde bulundurularak alt sınırdan uzaklaşılmak suretiylecezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.Her ne kadar sanık bylock kullanmadığını savunmuş ise de, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun göndermiş olduğu CD'nin içerisinde yer alan kayıtlara göre sanığın bylock tespit tutanağında bylock un ilk tespit edildiği tarihte hattını kullandığı imei numarasının bylock tespit tutanağında yer alan imei numarası ile uyuşması ve sanığın hattının sanık tarafından kullanıldığının tespit edilmesi, yine internet trafik bilgilerine göre sanığın 1256 defa bylock programına erişim sağladığının tespit edilmesi karşısında sanığın bylock konusundaki savunmalarının suçtan kurtulmaya yönelik ve birbirleri ile çelişen savunmalar olduğu kanaatine varılmış, yine her ne kadar sanık, tanık beyanlarının gerçeği yansıtmadığını iddia etmiş ise de tanıkların sanığa suç atmalarını gerektirecek herhangi haklı bir sebebin olmaması, tanık beyanlarının birbirlerini doğrulaması ve tamamlamasının tanık beyanlarının doğru olduğunu göstermesi karşısında sanığın bu yöndeki savunmalarının da suçtan kurtulmaya yönelik ve birbirleri ile çelişen savunmalar olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır..." Başvurucu karara karşı istinaf yoluna başvurmuş ve satmış olduğu el konulan aracı ile taşınmazları üzerindeki tedbirlerin de kaldırılmasını talep etmiştir. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (Daire) 9/11/2018 tarihinde başvurucunun istinaf talebini esastan reddederek hükmü onamıştır. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar sanığın bylock kullanıcısı olduğuna dair id numarası, kullanıcı adı ve şifresini içerir ayrıntılı bylock tespit ve değerlendirme tutanağı tanzim edilememiş ise de; sanığın kullanımındaki GSM hattına ait HTS kayıtları ile internet trafik kayıtlarının (His Cgnat kayıtlarının) uyuşuyor oluşu nazara alındığında sanığın, ayrıntıları ve sair hukuki mahiyeti Yargıtay CGK.nın 2017 tarih 2017/16 MD-956 eses, 2017/370 karar ve Yargıtay nin 24/04/2017 tarih ve2015/3 esas, 2017/3 (İlk Derece Sıfatıyla) karar sayılı kararında ve yine Yargıtay nin 14/07/2017 tarhi ve 2017/1443-4758 sayılı içtihatlarında açıklandığı üzere; oluşturulması, dahil olunması, kullanılması ve teknik özellikleri itibariyle münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca kullanılan kriptolu iletişim ağıByLock'u kullandığının anlaşılması, tanık beyanlarına göre; sanığın üniversite döneminden beri örgüte ait evlerde kalması, üniversite döneminde örgüt içinde bölge talebe mesulu olarak görev alması, himmet adı altında örgüte para toplaması, örgüte ait evlerin grup sorumlusu olması,sohbet adı altında örgütsel toplantıları organize etmesi ve bu toplantılara katılması dikkate alındığında;Sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan ilk derece mahkemesinceyapılan yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, sanık ile ilgili hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların istinaf denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda bireyselleştirilmek suretiyle uygulandığı, sanığın soruşturma aşamasındaki ifadesinden kovuşturma aşamasında dönmüş olduğu anlaşılmakla; sanık ve sanık müdafinin istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden sanık vesanık müdafinin hükme yönelik istinaf başvurusunun 5271 sayılı CMK'nın 280/1-a maddesi gereğince ayrı ayrı esastan reddine ... [karar verildi.]" Daire el konulan eşya yönünden de şu kararı vermiştir:"Sanık Osman Berk'in, taşınır ve taşınmaz malvarlığı değerleri üzerine konulan tedbirlerin kaldırılmasını talep ettiği anlaşılmakla; dosya kapsamına göre sanığıntaşınır ve taşınmaz malvarlığı değerleri üzerine konulan tedbirlerin bu aşamada devamının gerekmediği sonucuna varıldığından; sanığın tüm taşınır ve taşınmaz malvarlığı değerleri üzerine konulan tedbirlerin kaldırılmasına, (Bu hususta gerekli işlemlerin mahal mahkemesince yerine getirilmesine) [karar verildi.]" Mahkeme 23/11/2018 tarihinde başvurucunun tapu kayıtları üzerindeki tedbirlerin kaldırılması için tapu müdürlüklerine yazı göndermiştir. Başvurucunun sattığı araç üzerindeki tedbir 8/1/2019 tarihinde kaldırılmıştır. Başvurucunun tapu kayıtları üzerindeki şerhler de 30/11/2018, 4/12/2018 ve 6/3/2019 tarihlerinde kaldırılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/12608
Başvuru, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yürütülen ceza soruşturmasında başvurucunun tutukluluğuna karar verilmesi ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; başvurucunun evinde ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma, özel hayata saygı ve mülkiyet haklarının; başvurucunun taşınmazları ile aracı hakkında elkoyma tedbirinin uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının; ceza infaz kurumundaki koşullar sebebiyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davası sonucunda hükmedilen kamulaştırma bedeli miktarı nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin yasallık, öngörülebilirlik ve orantılılık kriterlerini karşılamaması, 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun uygulanması ile ortaya çıkan yargı kararlarının birbirleriyle çelişmesi, dava tarihi ile karar tarihi arasında geçen süre için kamulaştırma bedeline faiz işletilmemesi, kamulaştırma bedelinin bir kısmının yargılama gideri ve vekâlet ücreti olarak ödenmek zorunda kalınması, davanın makul sürede tamamlanmaması ve kamulaştırmadan dolayı mesleki faaliyetlerin gerçekleştirilememesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/1/2014 tarihinde Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık 21/3/2016 tarihinde sunduğu belge ile mevcut başvuru hakkında verilen kabul edilebilirlik kararının Bakanlıklarına gönderilmesi hâlinde 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 49/ ve AnayasaMahkemesiİçtüzüğü'nün maddeleri uyarınca görüş bildirilebileceğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 5/8/2009 tarihinde Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında davacı Karayolları Genel Müdürlüğü (İdare), başvurucuların maliki oldukları Mersin ili Gülnar ilçesi Sipahili köyünde bulunan taşınmazın belirli bir kısmının Silifke-Taşucu-Anamur bölge hududu devlet yolu yapım işi nedeni ile kamu yararı kararı alınarak kamulaştırılmasına karar verildiğini, taşınmazın kamulaştırılacak kısmı için kıymet takdir komisyonu tarafından 301,41 TL kamulaştırma bedeli takdir edildiğini ancak başvurucular ile uzlaşma sağlanamadığını belirterek 2942 sayılı Kanun'un maddesi gereğince kamulaştırma bedelinin tespiti ile taşınmazın kamulaştırılan kısmının idare adına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Yargılama safhasında İlk Derece Mahkemesince uyuşmazlık konusu taşınmazın tapu kaydı, kadastro tutanağı, komşu parselleri gösterir ölçekli krokisi, belediye veya mücavir alan sınırları içinde olup olmadığı, belediye hizmetlerinden yararlanıp yararlanmadığı, emlak vergisi ile ilgili bilgileri incelenmiş; dava tarihi itibarıyla ilçe tarım müdürlüğünden o bölgede tarımsal münavebeye esas alınan ürünlerin dekar başına verim, üretim gideri ve satışfiyatlarını gösterir ürün maliyet cetveli istenmiş; oluşturulan bilirkişi heyeti ile birlikte keşif yapılmış; bilirkişi raporu düzenletilmiş; rapora tarafların itirazları üzerine ek rapor alınmış; tarafların itirazları üzerine yeniden keşif yapılarak ikinci kez bilirkişi raporu düzenletilmiş; iki rapor arasında ortaya fark çıkması ve tarafların talebi üzerine üçüncü kez keşif yapılarak yeni bir bilirkişi raporu daha hazırlatılmıştır. Yargılama sonunda Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesi 4/8/2010 tarihli ve E.2009/76, K.2010/140 sayılı kararı ile uyuşmazlık konusu taşınmazın yol vasfı ile tapudan terkinine, kamulaştırma bedelinin üçüncü bilirkişi raporunda belirtilen doğrultuda 638 TL olarak tespitine ve banka hesabında bloke olarak bekletilen söz konusu bedelin kararın kesinleşmesi beklenmeden başvuruculara ödenmesine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:  "... Tüm dosya kapsamı birlikte ele alınıp değerlendirildiğinde; dosyamızda toplam 3 ayrı heyet ile birliktekeşif icra edildiği, yukarıda bahsi geçen bilirkişi raporunda yer alan tespitler dava konusu taşınmazın konumu, nitelikleri ve yüzölçümü, diğer değer artırıcı ve azaltıcı tüm unsurları içermekte olup gerekçeli ve ayrıntılınitelikte olduğu, bilirkişi raporunda hesaplanan dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin kıymet takdir komisyonu tarafından bedelden farklılığınındenetime elverişli şekilde tartışıldığı, aynı raporda 1 ve bilirkişi heyetlerinden alınanraporların da gerekçeli olarak irdelendiği ve anılan raporlardaki bedellere itibar edilememesinin gerekçeleri ile açıklandığı, bilirkişi raporunun içerdiği gerekçeler ve ulaştığı sonuç ve tespitler itibariyle kamulaştırma bedelinin hakkaniyete ve adalete uygun nitelikte olup tüm dosya kapsamına ve taşınmazın tür ve miktarına da uygun bulunduğuanlaşılmakla;davacının davasının kabulü iledava konusu taşınmazın kısmen kamulaştırılmasına karar verilen kısmının tapusunun iptali ve yararlanması davacı İdare’ye ait olmak üzere yol vasfı ile Hazine adına tapudan terkinine,kısmi kamulaştırma bedelinin 98,638-TL olarak tespiti ile karar kesinleşmeksizin davalılara mirasçılık belgesindeki payları oranındaödenmesine, davalı vekillerinin maddi hatalarının düzeltilmesi ve arta kalan kısmın kamulaştırılması yönündeki istemlerinin ise; İdare’ye kalan kısmın kamulaştırılması ile ilgili olarakbaşvuruları mevcut ise de; bu hususta Mahkememiz dosyasında2942 sayılı Kanunun m. gereğince usulüne uygun şekilde harcı yatırılarak açılmış bir karşı dava bulunmadığı ve arta kalan kısımların nitelikleri yönünden hükme esas alınan bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamında herhangi bir maddi hatanın bulunmadığı ve işe yaramazlığın söz konusu olmadığı hususları birlikte gözetilerek reddineilişkin olarak diğer hususlarda aşağıdaki şekilde karar vermek vehüküm kurmak gerekmiştir.  ..." İlk Derece Mahkemesi aynı kararında yargılama giderlerinin davacı idare üzerinde bırakılmasına, tarafların kendilerini vekille temsil ettirdiklerini dikkate alarak da karşılıklı 000 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararına karşı taraflar temyiz talebinde bulunmuşlardır.Yapılan inceleme sonucu Yargıtay Hukuk Dairesince 25/4/2011 tarihli ve E.2010/12500, K.2011/5564 sayılı ilamı ile bozmaya hükmedilmiş, temyiz peşin harcının istek hâlinde temyiz edenlerden davalı tarafa (başvurucular) iadesine karar verilmiştir. İlamın ilgili kısımları şöyledir:"... Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasal gerektirici nedenlere ve özellikle kanıtların takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre sair temyiz itirazları yerinde değildir.Ancak; dava konusu taşınmazın tamamı 4247 m² olup 882,67 m²'sinin kamulaştırıldığı, kamulaştırmadan artan kesimlerin konumları, yüzölçümleri ve kamulaştırma amacı dikkate alındığında kamulaştırmadan arta kalan 1984,17 m²'lik kesimde % 20, 1366,67 m²'lik kesimde % 30 oranlarını aşmayacak biçimde değer düşüklüğü olduğunun kabulü gerekirken, her iki kesimde de % 10 oranı üzerinden hesaplama yapılarak kamulaştırma bedelinin eksik tespit edilmesi doğru görülmemiştir...." Aynı Daireye davacı idare tarafından yapılan karar düzeltme istemi de Dairenin18/10/2011 tarihli ve E.2011/7975, K.2011/10283 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Bozma ilamı üzerine dava dosyası İlk Derece Mahkemesince tekrar incelemeye alınmış, bu kapsamda bozma ilamında belirtilen hususların karşılanabilmesi için 4/8/2010 tarihli daha önceki hükme esas alınan üçüncü bilirkişi raporuna ek rapor aldırılmış ancak söz konusu ek raporun yeterli içerikte ayrıntılı, açık ve gerekçeli olmadığına kanaat getirilerek bir kez daha keşif yapılmış, bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiştir. Dördüncü kez yapılan keşfin ardından yeni bir bilirkişi heyetince düzenlenen raporun dava dosyasına sunulmasının ardından Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesi 12/9/2012 tarihli ve E.2011/151, K.2012/114 sayılı kararı ile bilirkişi raporu doğrultusunda uyuşmazlık konusu taşınmaz için kamulaştırma bedelinin 850 TL olarak tespitine, kamulaştırma bedelinin 638 TL'sinin Yargıtay bozma ilamı öncesi verilen 4/8/2010 tarihli kararın ardından davalılara ödendiğini gözeterek bakiye 212 TL'ninkarar kesinleşmeksizin başvuruculara payları oranında ödenmesi için ilgili banka şubesine müzekkere yazılmasına hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... Mahkememizce tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde,Yargıtay 18 Hukuk Dairesininbozma ilamı doğrultusunda mahallinde icra edilen keşif neticesi alınan bilirkişi kuruluraporunun, dava konusu taşınmazın konumu, nitelikleri ve yüzölçümü, civardaki emsalleri,muhtarın beyanları, keşif sırasında mahkememizce yapılan ve keşif tutanağına yansıyan mahkeme gözlemi ile uyumlu olduğu, kamulaştırmadan arta kalan kısımlarda meydana gelen değer kaybının sebebinin vedeğer kaybı oranını tespitine temel teşkil eden unsurların gerekçeleriyle birliktetartışıldığı, raporun bilimsel,ayrıntılı, açık olup kamulaştırma bedelinin adalet ve hakkaniyete uygun olduğu bu nedenle bozma sonrası alınan bilirkişi kurulu raporunun hükme esas alınması gerektiği tam vicdani kanısına varılarak 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun maddesi gereği yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek görülmeyerek,davacının davasının kabulüne, kamulaştırma bedelinin 850,00 YTL olarak tespitine ve taşınmazın kamulaştırılan kısmının idare adına tapuya tesciline ilişkin aşağıdaki hükmün kurulması gerekmiştir. ..." Gülnar Asliye Hukuk Mahkemesi aynı kararında yargılama giderlerinin davacı idare üzerinde bırakılmasına, tarafların kendilerini vekille temsil ettirdiklerini dikkate alarak da karşılıklı 200 TL vekâlet ücretine hükmetmiştir. İlk Derece Mahkemesi kararı taraflarca temyiz edilmiştir. Başvurucular temyiz dilekçelerinde uyuşmazlık konusu taşınmaz için İlk Derece Mahkemesince tespit edilen bedelin taşınmazın gerçek değerinin altında kaldığı ayrıca hükmedilen kamulaştırma bedeline dava tarihinden itibaren kamu alacakları için uygulanan en yüksek faiz oranının uygulanması gerektiği hususlarında itirazlarını ortaya koymuşlardır. Temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesinin kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/3/2013 tarihli ve E.2013/1618, K.2013/4674 sayılı ilamı ile onanmış, 24,30 TL tutarındaki onama harcı davalı tarafa (başvurucular) yükletilmiştir. Onama ilamı üzerine başvurucular 50,45 TL harç ödeyerek karar düzeltme talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular 30/4/2013 tarihli karar düzeltme dilekçelerinde, temyiz aşamasında ileri sürdükleri hususları tekrarlamışlardır. Yargıtay Hukuk Dairesince yapılan değerlendirme sonucu 21/10/2013 tarihli ve E.2013/10556, K.2013/13630 sayılı ilam ile talebin reddine, takdiren 219 TL para cezasının başvuruculardan tahsiline hükmedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam, başvuruculara 4/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 3/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, ... asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, ... idare adına tesciline karar verilmesini ister. Mahkeme, idarenin başvuru tarihinden itibaren en geç otuz gün sonrası için belirlediği duruşma gününü, ... taşınmaz malın malikine ... bildirerek duruşmaya katılmaya çağırır. Duruşma günü idareye de tebliğ olunur. ... Mahkemece belirlenen günde yapılacak duruşmada hakim, taşınmaz malın bedeli konusunda tarafları anlaşmaya davet eder. Tarafların bedelde anlaşması halinde hakim, taraflarca anlaşılan bu bedeli kamulaştırma bedeli olarak kabul eder ve ...  Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar. ... Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını onbeş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır. Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hakim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hakim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. . İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına . dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup tarafların bedele ilişkin temyiz hakları saklıdır. (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./ md) Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir. ..." 2942 sayılı Kanun'un "Kamulaştırma bedelinin tespiti esasları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"15 inci madde uyarınca oluşturulacak bilirkişi kurulu, kamulaştırılacak taşınmaz mal veya kaynağın bulunduğu yere mahkeme heyeti ile birlikte giderek, hazır bulunan ilgilileri de dinledikten sonra taşınmaz mal veya kaynağın;a)Cins ve nevini,b) Yüzölçümünü.c) Kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurlarını ve her unsurun ayrı ayrı değerini,d)Varsa vergi beyanını,e)Kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,f) Arazilerde, taşınmaz mal veya kaynağın kamulaştırma tarihindeki mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net gelirini.g) Arsalarda, kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değerini,h) Yapılarda, (.)(2) resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarını ve yıpranma payını,ı) Bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri,Esas tutarak düzenleyecekleri raporda bütün bu unsurların cevaplarını ayrı ayrı belirtmek suretiyle ve ilgililerin beyanını da dikkate alarak gerekçeli bir değerlendirme raporuna dayalı olarak taşınmaz malın değerini tespit ederler.Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz...." 2942 sayılı Kanun'un "Kısmen kamulaştırma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kısmen kamulaştırılan taşınmaz malın değeri;  ... b) Kamulaştırma dışında kalan kısmın kıymetinde, kamulaştırma nedeniyle eksilme meydana geldiği takdirde; bu eksilen değer miktarı tespit edilerek, kamulaştırılan kısmın (a) bendinde belirtilen esaslar dairesinde tayin olunan kamulaştırma bedeline eksilen değerin eklenmesiyle bulunan miktardır. ... (b) ve (c) bentlerinde sözü edilen bedelin düşüş ve artış miktarları, 11 inci maddede belirtilen esaslara göre bedel takdiri suretiyle tespit olunur." 2942 sayılı Kanun 'un "Giderlerin ödenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "10 uncu madde uyarınca mahkeme heyetinin harcırahları, 15 inci madde uyarınca mahkemece oluşturulan bilirkişilerin ve keşifte dinlenilen muhtarın mahkemece takdir edilecek ücretleri ile, tapu harçları ve bu Kanunun gerektirdiği diğer giderler kamulaştırmayı yapan idarece ödenir." 2942 sayılı Kanun'un "Yetkili ve görevli mahkeme ve yargılama usulü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanundan doğan tüm anlaşmazlıkların adli yargıda çözümlenmesi gerekenleri, taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü ile görülür." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/774
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili davası sonucunda hükmedilen kamulaştırma bedeli miktarı nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin yasallık, öngörülebilirlik ve orantılılık kriterlerini karşılamaması, 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu nun uygulanması ile ortaya çıkan yargı kararlarının birbirleriyle çelişmesi, dava tarihi ile karar tarihi arasında geçen süre için kamulaştırma bedeline faiz işletilmemesi, kamulaştırma bedelinin bir kısmının yargılama gideri ve vekâlet ücreti olarak ödenmek zorunda kalınması, davanın makul sürede tamamlanmaması ve kamulaştırmadan dolayı mesleki faaliyetlerin gerçekleştirilememesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının, özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, hukuki güvenlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; sahte fatura kullanma fiili sebebiyle yapılan vergi ziyaı cezalı tarhiyata karşı açılan davada hukuk kurallarının hatalı yorumlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların murisi H.K.nın 2008 yılı defter ve belgelerinin incelenmesi neticesinde 5/8/2013 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiş ve buna istinaden ihtilaflı dönemlerde yasal kayıtlara intikal ettirilerek indirim konusu yaptığı bir kısım alış faturalarının sahte olduğu tespiti yapılmıştır. Söz konusu tespite istinaden tanzim edilen faturalar muhteviyatı katma değer vergilerinin indirimden reddi suretiyle yeniden oluşturulan beyan tablolarına göre 2008/, , , , , , ve dönemleri ile 2009/ dönemleri için resen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarh edilmiştir. Yapılan cezalı tarhiyatlara karşı başvurucuların murisi tarafından İstanbul Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) açılan dava 30/4/2014 tarihinde reddedilmiştir. Mahkeme gerekçesinde; başvurucular murisinin fatura temin ettiği K.Metal, T.A., E., Çelik Limited Şirketlerinin gerçekte herhangi bir ticari faaliyette bulunmaksızın sahte fatura ticareti ile iştigal ettiği ve dolayısıyla ilgili yılda başvurucuların murisine verdikleri faturaların gerçek bir mal alım ve hizmet ifasına dayanmayan sahte faturalar olduğunu belirtmiştir. Mahkeme buna göre bu şahıs ve şirketler tarafından tanzim edilen faturalar muhteviyatı katma değer vergilerinin indirimden reddi suretiyle yeniden oluşturulan beyan tablolarına istinaden yapılan 2008 ve 2009 dönemlerine ilişkin dava konusu cezalı tarhiyatlarda hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Başvurucuların murisi tarafından 27/6/2014 tarihinde bu karar temyiz edilmiştir. Danıştay aşamasında temyiz incelemesi devam ederken başvurucular murisi H.K. 10/5/2017 tarihinde vefat etmiştir. Danıştay Dairesi yaptığı temyiz incelemesinde 20/12/2018 tarihinde Mahkeme kararını onamıştır. Başvurucular 13/5/2019 tarihinde karar düzeltme talep etmiş ve dilekçelerinde esasa yönelik iddialarına ek olarak murisleri H.K.nın vefat ettiğini belirterek vergi cezalarının kaldırılması gerektiğini ileri sürmüştür. Danıştay Dairesi 17/12/2019 tarihli kararı ile karar düzeltme isteminin reddine hükmetmiştir. Nihai karar başvuruculara 10/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 6/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/21941
Başvuru, sahte fatura kullanma fiili sebebiyle yapılan vergi ziyaı cezalı tarhiyata karşı açılan davada hukuk kurallarının hatalı yorumlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, 19/10/2004 tarihinde aleyhine açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 3/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine, sigorta şirketi tarafından, 19/10/2004 tarihinde Gaziantep Ticaret Mahkemesinde tazminat davası açılmış, anılan Mahkeme, 22/6/2005 tarihinde yetkisizliği nedeniyle dosyanın yasal süre içinde müracaat edildiği takdirde Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Yetkisizlik kararı üzerine yargılamaya Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesinde devam olunmuş, anılan Mahkeme 12/2/2008 tarihinde davacı taraf mazeretsiz olarak duruşmaya gelmediğinden ve bir vekil ile de kendisini temsil ettirmediğinden davanın yenileninceye kadar işlemden kaldırılmasına karar vermiş, 21/5/2008 tarihli ve E.2006/370, K.2008/424 sayılı kararı ile de üç ay içinde yenilenmeyen davanın açılmamış sayılmasına hükmetmiştir. Davacı tarafın İlk Derece Mahkemesinin kararını temyiz etmesi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiş, Daire 31/1/2013 tarihli kararı ile inceleme görevinin Yargıtay Hukuk Dairesine ait olduğunu belirterek dosyayı ilgili Daireye göndermiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay Hukuk Dairesi 13/1/2014 tarihli ve E.2013/18731, K.2014/665 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Başvurucu bozma ilâmı sonrası 3/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Kızıltepe Asliye Hukuk Mahkemesince bozma ilâmına uyularak yargılamaya Mahkemenin E.2014/427 sayılı dosyasında devam edilmektedir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4632
Başvurucu, 19/10/2004 tarihinde aleyhine açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, tapu iptal tescil talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular murisi 22/9/2005 tarihinde dava açmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi 1/4/2019 tarihinde hükmü onamıştır. Tarafların karar düzeltme talebinde bulunmamaları üzerine hüküm kesinleşmiştir. Başvurucular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 20/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17610
Başvuru, tapu iptal tescil talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; bedelsiz yola terk edilen taşınmaz nedeniyle tazminat ve sınırında bulunan taşınmaza imar izni verilmesi nedeniyle taşınmazda meydana gelen değer kaybının ödenmesi talebiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 17/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 21/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/28464
Başvuru, bedelsiz yola terk edilen taşınmaz nedeniyle tazminat ve sınırında bulunan taşınmaza imar izni verilmesi nedeniyle taşınmazda meydana gelen değer kaybının ödenmesi talebiyle açılan davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 4/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı etme işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 27/3/2015 tarihinde İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili Kurumlardan temin edilen bilgilere göre olay ve olgular özetle şöyledir: Başvurucu 1988 doğumlu olup İran İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucu, idari makamlara verdiği beyana göre 2002 yılında, yargılama aşamasında verdiği beyana göre ise 2005 yılında PKK terör örgütüne katılmak amacıyla İran'dan ayrılarak Irak'a geçmiştir. Başvurucu -mahkeme aşamasındaki beyanına göre- 2005 yılında iki terör örgütü üyesi tarafından Irak'ta bulunan örgüt kamplarına götürülmüş; yaklaşık iki ay silah eğitimi almış ve sonrasında 2008 yılı Ağustos ayına kadar bazen Irak bazen de İran kırsalında PKK terör örgütü üyesi sıfatıyla bulunmuştur. Başvurucu -idari makamlara verdiği beyana göre- 27/6/2008 tarihinde yasa dışı yollardan bir grup terör örgütü üyesiyle birlikte Türkiye'ye giriş yapmış; 27/8/2008 tarihinde ise örgütten kaçarak önce Eruh'a, burada silahlarını bırakıp kıyafetlerini değiştirdikten sonra da Diyarbakır'a gitmiştir. Aynı tarihlerde bir teröristin eylem yapacağı ihbarını değerlendiren Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü yetkilileri 30/8/2008 günü başvurucuyu şehir merkezinde bir kafeteryada başka bir örgüt üyesiyle buluşmak üzere beklerken yakalamışlardır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2008/1172 sayılı iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 14/5/2009 tarihli kararıyla başvurucunun PKK silahlı terör örgütü üyesi olduğu sabit görülerek 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar 11/2/2010 tarihinde Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, cezasının infazının altıncı yılında koşullu salıverilmesine yaklaşık dört ay kala, bulunduğu ceza infaz kurumu aracılığıyla Trabzon Valiliğine ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine (BMMYK) başvuruda bulunarak uluslararası koruma talep etmiştir. İçerik olarak benzer mahiyette olduğu görülen dilekçelerde başvurucu özetle Türkiye'de PKK üyesi olduğu gerekçesiyle cezalandırıldığını, cezasının infazının ardından İran'a geri gönderilmesi hâlinde örgüt üyeliğinden hüküm giymiş bir kişinin nelere maruz bırakılacağını tahmin etmenin zor olmadığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca ceza infaz kurumunda kaldığı dönemde İran devletinin Adalet Bakanlığı aracılığıyla periyodik olarak hakkında bilgi talep ettiğini, İran'da en küçük bir muhalif söylem ya da pratiğe bile ağır yaptırımlar uygulandığını ifade etmiştir. 28/2/2016 tarihinde başvurucunun cezasının infazı tamamlanarak tahliye edilmesine ve Trabzon Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğü (Göç İdaresi) tarafından idari gözetim altına alınarak Erzurum Geri Gönderme Merkezine (GGM) yerleştirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, 6/3/2015 tarihinde, tercüman eşliğinde doldurularak Göç İdaresine sunulan uluslararası koruma başvuru kayıt belgesi ve mülakat formunda özetle, İran'da PJAK örgütünün (PKK terör örgütü İran'da bu şekilde adlandırılmaktadır) üyesi ve basın propagandaları sorumlusu olduğunu, Irak'a geçtikten sonra da aynı faaliyetlerini sürdürdüğünü, İran'da bulunduğu dönemde kötü muameleye maruz kalmadığını ifade etmiştir. Başvurucu anılan mülakat formunda İran polisinin iki yıl boyunca kendisini takip ettiğini, 2002 yılında siyasi görüşleri nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kaldığını dile getirmiştir. Başvurucu 5/3/2015 tarihinde kendi el yazısıyla Farsça olarak Göç İdaresine hitaben yazdığı deklarasyonda Türkiye'ye Van'da ikamet eden ablasını ziyaret etmek ve gözündeki sağlık sorunlarını tedavi ettirmek amacıyla geldiğini beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca, ailesinin hâlen İran'ın Batı Azerbaycan Eyaletine bağlı Urumiye şehrinde yaşadığını belirterek bu kişilerin adres ve telefon bilgilerini paylaşmıştır. Başvuru formunda ise başvurucunun İran devleti tarafından PJAK örgütü üyesi olarak değerlendirildiği, sınır dışı edilmesi hâlinde ölüm cezası ya da kötü muameleye maruz kalacağı belirtilmiştir. Trabzon Göç İdaresi tarafından, başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olmaktan kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunması ve kamu güvenliği bakımından tehdit oluşturması nedeniyle 11/1/2016 tarihinde sınır dışı edilme kararı verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan kararın iptali için açılan dava, Trabzon İdare Mahkemesinin 25/2/2016 tarihli kararıyla kamu düzeni açısından tehlike oluşturan bir suçtan kesin hüküm giyen yabancıların sınır dışı edilmesinde idarenin takdir yetkisi bulunduğu belirtilerek reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 4/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup aynı tarihte bireysel başvuruda bulunulmuştur. BMMYK tarafından başvurucunun talebine ilişkin henüz bir değerlendirme yapılmamıştır. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Bu Kanun, yabancılarla ilgili iş ve işlemleri; sınırlarda, sınır kapılarında ya da Türkiye içinde yabancıların münferit koruma talepleri üzerine sağlanacak uluslararası korumayı, ayrılmaya zorlandıkları ülkeye geri dönemeyen ve kitlesel olarak Türkiye’ye gelen yabancılara acil olarak sağlanacak geçici korumayı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını kapsar.(2) Bu Kanunun uygulanmasında, Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası anlaşmalar ile özel kanunlardaki hükümler saklıdır." 6458 sayılı Kanun’un "Geri gönderme yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez." 6458 sayılı Kanun’un 29/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır.(2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde ‘54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç’ (676 sayılı KHK’nın 35/ maddesiyle eklenen cümle) yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” 6458 sayılı Kanun’un 676 sayılı KHK’nın maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı alınacaklar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenlerb) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlarc) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlarç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlard) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlare) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenlerf) İkamet izinleri iptal edilenlerg) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden fazla ihlal edenlerğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenlerh) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlarj) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlark) Uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından tanımlanan terör örgütleriyle ilişkili olduğu değerlendirilenler(2) Bu maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri kapsamında oldukları değerlendirilen uluslararası koruma başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında uluslararası koruma işlemlerinin her aşamasında sınır dışı etme kararı alınabilir. ” 6458 sayılı Kanun'un "Sınır dışı etme kararı alınmayacaklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) 54 üncü madde kapsamında olsalar dahi, aşağıdaki yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınmaz:a) Sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunanlar" 6458 sayılı Kanun'un "Sınır dışı etmek üzere idari gözetim ve süresi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) 54 üncü madde kapsamındaki yabancılar, kolluk tarafından yakalanmaları hâlinde, haklarında karar verilmek üzere derhâl valiliğe bildirilir. Bu kişilerden, sınır dışı etme kararı alınması gerektiği değerlendirilenler hakkında, sınır dışı etme kararı valilik tarafından alınır. Değerlendirme ve karar süresi kırk sekiz saati geçemez.(2) Hakkında sınır dışı etme kararı alınanlardan; kaçma ve kaybolma riski bulunan, Türkiye’ye giriş veya çıkış kurallarını ihlal eden, sahte ya da asılsız belge kullanan, kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın Türkiye’den çıkmaları için tanınan sürede çıkmayan, kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar hakkında valilik tarafından idari gözetim kararı alınır. Hakkında idari gözetim kararı alınan yabancılar, yakalamayı yapan kolluk birimince geri gönderme merkezlerine kırk sekiz saat içinde götürülür.(3) Geri gönderme merkezlerindeki idari gözetim süresi altı ayı geçemez. Ancak bu süre, sınır dışı etme işlemlerinin yabancının iş birliği yapmaması veya ülkesiyle ilgili doğru bilgi ya da belgeleri vermemesi nedeniyle tamamlanamaması hâlinde, en fazla altı ay daha uzatılabilir.(4) İdari gözetimin devamında zaruret olup olmadığı, valilik tarafından her ay düzenli olarak değerlendirilir. Gerek görüldüğünde, otuz günlük süre beklenilmez. İdari gözetimin devamında zaruret görülmeyen yabancılar için idari gözetim derhâl sonlandırılır. Bu yabancılara, belli bir adreste ikamet etme, belirlenecek şekil ve sürelerde bildirimde bulunma gibi idari yükümlülükler getirilebilir.(5) İdari gözetim kararı, idari gözetim süresinin uzatılması ve her ay düzenli olarak yapılan değerlendirmelerin sonuçları, gerekçesiyle birlikte yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Aynı zamanda, idari gözetim altına alınan kişi bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa, kendisi veya yasal temsilcisi kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.(6) İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim kararına karşı sulh ceza hâkimine başvurabilir. Başvuru idari gözetimi durdurmaz. Dilekçenin idareye verilmesi hâlinde, dilekçe yetkili sulh ceza hâkimine derhâl ulaştırılır. Sulh ceza hâkimi incelemeyi beş gün içinde sonuçlandırır. Sulh ceza hâkiminin kararı kesindir. İdari gözetim altına alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı, idari gözetim şartlarının ortadan kalktığı veya değiştiği iddiasıyla yeniden sulh ceza hâkimine başvurabilir.(7) İdari gözetim işlemine karşı yargı yoluna başvuranlardan, avukatlık ücretlerini karşılama imkânı bulunmayanlara, talepleri hâlinde 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu hükümlerine göre avukatlık hizmeti sağlanır." 22/10/2014 tarihli ve 29153 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Geçici Koruma Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir:"(1) Bu Yönetmelik kapsamında hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez.(2) Genel Müdürlük, ilgili mevzuata göre ülkemizden gönderilmesi gerektiği halde, birinci fıkra kapsamında ülkemizden gönderilemeyecekler hakkında idari tedbirler alabilir."  B. Uluslararası Hukuk  Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" başlıklı maddesi şöyledir: " Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması" Sözleşme'nin "İşkence yasağı" başlıklı maddesi şöyledir: "Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair 28/7/1951 tarihli Sözleşme'nin (Cenevre Sözleşmesi) maddesi şöyledir (29/8/1961 tarihli ve 359 sayılı Kanun'la onaylanmış, 5/9/1961 tarihli ve 10898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir):“ Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade ("refouler") etmeyecektir. Bununla beraber, bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayılması yolunda ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adi suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkum olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike oluşturmaya devam eden bir mülteci, işbu hükümden yararlanmayı talep edemez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) sınır dışı kararının uygulanması hâlinde yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edileceğine ilişkin şikâyetlerle ilgili ilkesel yaklaşımı özetle şöyledir (referans alınan AİHM kararları için bkz. Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989; Saadi/İtalya [BD], B. No: 37201/06, 28/2/2008; S.S./Belçika ve Yunanistan [BD], B. No: 30696/09, 21/1/2011; J.K. ve diğerleri/İsveç [BD], B. No: 59166/12, 23/8/2016; Ghorbanov ve diğerleri/Türkiye, B. No: 28127/09, 3/12/2013; Mamatkulov ve Aksarov/Türkiye [BD], B. No: 46827/99, 4/2/2005; Babajanov/Türkiye, B. No: 49867/08, 10/5/2016):AİHM'e göre yabancıların ülkeye girişleri, ülkede ikamet edişleri ve ülkeden çıkarılmalarına ilişkin konular doğrudan o ülkenin ulusal egemenlik yetkisine ilişkin olup Sözleşme'nin maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bir başka deyişle bu tür konularda alınan kararların medeni hak ve yükümlülüklerle ilgisi bulunmamaktadır.Bununla birlikte bir yabancının sınır dışı edilmesi hâlinde kötü muameleye maruz kalacağına dair ciddi emareler bulunması durumunda taraf devletin Sözleşme kapsamında sorumluluğu ortaya çıkmaktadır. Sözleşme, kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etmeme yükümlülüğünü içermektedir.AİHM, Sözleşme'nin (yaşam hakkı) ve maddelerinin (kötü muamele yasağı) birlikte ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerde kural olarak kötü muamelenin mutlak şekilde yasaklandığı gerçeğinden hareketle başvuruları maddeyle sınırlı olarak incelemektedir. Bu kural geri gönderilen ülkede idam cezası uygulanacağı gibi doğrudan yaşam hakkının konusunu oluşturan şikâyetler bakımından geçerli değildir. AİHM, kötü muamele riski bulunan ülkeye sınır dışı etmeme yükümlülüğünün kamu düzeni veya kamu güvenliği bakımından risk oluşturanlar bakımından da geçerli olduğununun ve hatta uluslararası terörizm tehlikesinin bulunduğu hâllerde bile bu yükümlülüğe bir istisna getirilemeyeceğinin altını çizmektedir. AİHM, geri gönderilen ülkede kötü muamele riskinin varlığını haklı gösteren önemli gerekçelerin bulunması hâlinde bu iddiaların kapsamlı ve titiz (etkili) bir şekilde incelenmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. AİHM, söz konusu incelemenin etkililiğinden bahsedebilmek için sınır dışı kararı uygulanmadan önce ilgili kişiye bağımsız bir mercie başvuruda bulunma imkânı sunulması ve inceleme sonuçlanıncaya kadar sınır dışı kararının uygulamasının kendiliğinden (otomatik) olarak durdurulmasının önemine vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin ihlaline karar verilebilmesi için kötü muamele iddiasının bir olasılığın ötesinde gerçek bir risk düzeyine ulaşması gerekmektedir. Söz konusu riskin ciddiliği incelenirken geri gönderilecek ülkeyle ilgili koşullar taraf devletçe resen araştırılmalıdır. Bu araştırma yapılırken bağımsız insan hakları örgütlerinin ve hükûmetlerin hazırladığı ülke raporlarından yararlanılması mümkündür.AİHM'e göre başvurucuların kişisel durumlarına ve geri gönderilecekleri ülkede karşılaşacakları risklere ilişkin iddialarını ayrıntılı şekilde açıklama ve (varsa) iddialarını destekleyen belgeleri sunma yükümlülükleri bulunmaktadır. Bir başka deyişle başvurucuların kişisel durumlarına ilişkin iddialarını ispat külfeti kendilerine aittir. İran'ın Genel Güvenlik Durumuna İlişkin Bilgiler Uluslararası Af Örgütünün 2015/2016 İran raporunun genel değerlendirme kısmı özetle aşağıdaki şekildedir (anılan raporun tamamına söz konusu kuruluşun internet sitesi üzerinden erişim imkânı bulunmaktadır): İran'da gazeteciler, insan hakları savunucuları, sendikacılar ve muhalif söylemde bulunan diğer kişiler aşırı derecede geniş suçlamalarla tutuklanmakta ve mahkûm edilmektedirler. Tutuklulara yönelik kötü muamele eylemleri yaygın olarak devam etmekte olup bu eylemleri gerçekleştirenler cezai yaptırımlardan muaf tutulmaktadır. Cezaevi koşulları çok ağırdır. Haksız yargılamalar devam etmektedir ve bazı durumlarda ölüm cezası verilmektedir. Kadınlar ile etnik ve dinsel azınlıklar hukuken ve pratikte yaygın ayrımcılıkla karşılaşmaktadırlar. İnsan Hakları İzleme Örgütünün 2016 yılında açıkladığı Dünya Raporu'nun İran'la ilgili genel değerlendirme kısmı özetle aşağıdaki şekildedir (anılan raporun tamamına söz konusu kuruluşun internet sitesi üzerinden erişim imkânı bulunmaktadır): Güvenlik ve istihbarat güçleri ile yargı içindeki baskıcı unsurlar, geniş yetkilerini korumaya ve hak ihlallerinin ana faili olmaya devam etmektedirler. İdam cezalarında, özellikle uyuşturucuya bağlı suçlarda, önceki yıllara göre ciddi bir artış kaydedildi. Gazeteciler, blog yazarları ve sosyal medya eylemcileri güvenlik ve istihbarat güçleritarafından tutuklandılar ve mahkemelerce ağır cezalara mahkûm edildiler.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/4405
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kasten öldürme suçunu işlediği şüphesiyle 6/8/2013 tarihinde gözaltına alınmış; 7/8/2013 tarihinde ise tutuklanmıştır. Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığının 6/1/2014 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında tasarlayarak ve çocuğa karşı kasten öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılama sonucunda Mahkemenin 20/1/2015 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçtan 16 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiş ve hükümle birlikte tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 1/3/2018 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Başvurucu tutukluluk süresinin makul süreyi aştığı gerekçesiyle 9/8/2018 tarihinde tutukluluğa itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince 17/8/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu 17/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığı ile erişilen bilgi ve belgelere göre bozma kararına uyularak devam edilen yargılama sonucunda Mahkemenin 10/1/2019 tarihli kararı ile çocuğu kasten öldürme suçundan başvurucunun 20 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiş, Yargıtay Ceza Dairesinin 18/11/2020 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29792
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, haksız ve uzun tutukluluk nedeniyle hükmedilen tazminatın yetersiz olması dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçundan 30/1/2013 tarihinde tutuklanmış; 13/2/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Yapılan yargılama sonunda Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi 24/4/2014 tarihinde uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçu yönünden başvurucunun beraatine karar vermiştir. Bu karar 29/4/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu 16/6/2014 havale tarihli dilekçesiyle 13 ay haksız yere tutuklu kaldığından bahisle 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın haksız tutuklama tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dilekçesinde başvurucu; tutuklanması nedeniyle iş ve aile hayatının önemli ölçüde etkilendiğini, haksız yere tutuklu kaldığı süre boyunca çalışamadığını ve gelir kayıpları yaşadığını, uyuşturucu satıcısı damgası yediğini, uzun süren tutukluluk nedeniyle psikolojisinin bozulduğunu, topluma uyum sağlamakta zorlandığını ileri sürmüştür. Tazminat talebini inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi başvurucuya 130,40 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın tutuklama tarihi olan 30/1/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucu 000 TL manevi tazminatın aşırı derecede düşük olduğunu belirterek kararı temyiz etmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi 26/3/2018 tarihli ilamıyla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Nesnel bir ölçüt olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklanmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre ve benzeri hususlar ile tazminat davasının kesinleşeceği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer dikkate alınarak, hak ve nesafet ilkelerine uygun miktarda manevi tazminata hükmolunmasında herhangi bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, davacı vekilinin tazminat miktarına, davalı vekilinin tazminat miktarına ve sair nedenlere ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün, isteme aykırı olarak onanmasına... [karar verildi.]" Nihai karar başvurucuya 13/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 3/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21201
Başvuru, haksız ve uzun tutukluluk nedeniyle hükmedilen tazminatın yetersiz olması dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, 2006 yılında bir köyde gerçekleşen silahlı saldırı sonucu iki kişinin öldürülmesiyle ilgili ceza soruşturması ve kamu davasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla 7/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 17/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 21/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 19/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 26/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanını 6/2/2015 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP)aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 7/10/2006 tarihinde Bingöl ili Sancak beldesi Küçükbaşlar köyü Kozan mevkii denilen yerde iki çocuk yol üzerinde kan lekeleri görmeleri üzerine durumu köy muhtarına haber vermişlerdir. Köy muhtarının kolluk görevlilerine durumu bildirmesi üzerine, Cumhuriyet savcısı nezaretinde kolluk görevlileri olay yerine intikal etmiştir. Anılan görevliler tarafından yapılan gözlem ve incelemede, köyün doğu çıkışındaki kan lekelerinin yolun sağındaki boş araziden doğu istikametine doğru sürerek etrafı bir metre yüksekliğindeki taşlarla çevrili "köm" diye tabir edilen alana dek ulaştığı, kan lekelerinin bulunduğu alanda sürüklenme izlerinin de bulunduğu görülmüştür. Sürüklenme izleri takip edildiğinde köstekli bir saat zeminde parçalanmış halde ele geçirilmiş, taşların altında sadece ayak kısmı gözüken bir kişi bulunmuştur. Görevliler tarafından taşlar kaldırıldığında, yerde yüzü koyun yatan baş kısmı gövdesine doğru sıkışmış, ayakları şal ile bağlanmış, sol eli ceketinin cebinde ve sol elinde tespih bulunan elbiseli bir erkek cesedinin olduğu, cesedin sağ ayağında bir ayakkabı bulunduğu, sol ayağındaki ayakkabının ise olmadığı, cesedin elbiselerinin sürüklenmeye bağlı olarak yırtıldığı ve elbiseler üzerinde toz ve kan lekelerinin bulunduğu, cesedin sırt ve boyun bölgesinde ateşli silah yaralarının bulunduğu ve cesedin Küçükbaş köyünde ikamet eden başvurucunun babası Zülfü Çintosun’a ait olduğu belirlenmiştir. Maktul Zülfü Çintosun’un eşi Cemile Çintosun’un olaya ilişkin bilgisi ve görgüsünün bulunabileceği değerlendirilerek Cemile Çintosun’a ulaşılmaya çalışılmış ancak kendisine ulaşılamamış; bunun üzerine maktul Zülfü Çintosun’un evine gidilmiş, evin giriş kapısının dıştan asma kilitle kilitli olduğunun görülmesi ve Cemile Çintosun’a ulaşılamaması nedeniyle ev içerisinde incelemelerin yapılabilmesi için asma kilit üzerinde gerekli incelemeler yapıldıktan sonra kırılarak içeriye girilmiştir. Eve girildiğinde Cemile Çintosun, giriş kapısına yaklaşık 2 metre mesafede yerdeki döşek üzerinde sol yanı üzerine yatar halde bulunmuş; üzerinin battaniye ile örtülü olduğu, ağız ve burnundan kan geldiği görülmüştür. Üzerindeki battaniye kaldırıldığında sırt bölgesinden de kan geldiği ve Cemile Çintosun’un da öldürülmüş olduğu anlaşılmıştır. Olay Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan 2006/2057 sayılı soruşturma kapsamında, Cumhuriyet savcısı nezaretinde aynı gün olay yerlerinde olay yeri inceleme birimince incelemeler yapılmış, maktule Cemile Çintosun’un evinde bulunan çay bardakları, kap kacak, takvim ve kapı kilidi, Zülfü Çintosun ve Cemile Çintosun'a ait çeşitli giysiler incelenmek üzere alınmıştır. Olay yeri incelemesi tamamlanınca cesetler üzerinde ölü muayene işlemi yapılmıştır. Maktullere ait cesetler otopsi için Malatya Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığına (Adli Tıp Kurumu) sevk edilmiştir. Anılan kurum tarafından yapılan otopsi sonucu tanzim edilen 8/10/2006 tarihli raporda; maktul Zülfü Çintosun’un sırt, ense, sol alt çeneve sol skapula bölgelerine 9 adet av tüfeği iri saçma tanesinin (şevrotin)isabet ettiği, maktulun av tüfeği iri saçma taneleri yaralanmalarına bağlı beyin kanaması, iç organ harabiyetine bağlı iç ve dış kanama sonucu öldüğü; maktule Cemile Çintosun’un ise sağ lomber bölgesinde 4x3cm.lik, etrafında atış artığı tefrik edilemeyen av tüfeği iri saçma taneleritoplu giriş deliğinin bulunduğu ve maktulün vücuduna 9 adet şevrotin isabet ettiği ayrıca bir adet plastik tapanın maktulün batın kısmında kalmış olduğu maktulün av tüfeği iri saçma tanelerine bağlı iç organ harabiyeti ve iç kanama sonucu öldüğü belirlenmiştir. Van Kriminal Jandarma Laboratuvarı Amirliğince düzenlenen 2/11/2006 tarihli ekspertiz raporunda maktule Cemile Cintosun'un ölü bulunduğu evde el konulan materyaller üzerinde parmak izi incelemesi yapılmış, çay bardakları üzerinde iki adet parmak izi tespit edilmiş ancak parmak izlerinin karakteristik özelliklerinin yeterli olmaması nedeniyle mukayeseye elverişli olmadıkları, bu nedenle kime ait olduğunun tespit edilemediği, maktul Zülfü Çintosun'un üzerinde ele geçirilen iki adet nakil kartı üzerinde bulunan parmak izlerinin araştırılması neticesinde parmak izlerinin karakteristik özelliklerinin yeterli olmaması sebebiyle mukayeseye elverişli olmadıkları ifade edilmiştir. Ankara Kriminal Polis Labarotuvarının10/11/2006 tarihli ekspertiz raporuna göre; yapılan swap analizi ve atış mesafesi tayini sonucu, Zülfü Çintosun'un uzak atış mesafesinden, Cemile Çintosun'un ise yakın atış mesafesinden yapılan atışlar sonucu öldükleri tespit edilmiştir. Başvurucu, ölü muayene işlemi sırasında verdiği ifadesinde, anne ve babası olan maktullerle aynı köyde oturan Şevket Ç. ve ailesi arasında su meselesi nedeniyle husumet bulunduğunu, yaklaşık 2 ay önce babasının telefonda kendisine "Şevket Ç. bana su kanalını kullandırmıyor, bu yüzden Şevket Ç. ile tartıştık, Şevket Ç. 'Bırakın öldüreyim' diyerek üzerime geldi." dediğini belirterek Şevket Ç. ve ailesinden şikâyetçi olması üzerine, olayın ortaya çıktığı gün Şevket Ç., Seyithan-Gülçin Ç. ve Şehmus Ç.nin evlerinde arama yapılmıştır. Arama sonucunda; i. Şevket Ç.nin evinde ... on iki kalibre otomatik av tüfeği ile bu tüfeğe ait yetmiş adet 12 kalibre dolu av fişeği ele geçirilmiş, tüfek üzerinde yapılan incelemede tüfeğin tetik muhafazasının ucunun kırık olduğu ancak tüfeğin çalışır vaziyette bulunduğu; iğnesi,tetik tertibatı ve emniyet mandalının sağlam ve çalışır halde olduğu, tüfeğin namlusunda barut artıklarının bulunduğu, namludan barut kokusunun geldiği, tüfek üzerinde mukayeseye elverişli parmak izinin bulunmadığı, ii. Şehmus Ç.nin evinde ... 12 kalibre, ... otomatik av tüfeği ile bu tüfeğe ait plastik seyyar dipçik ve doksan yedi adet 12 kalibre dolu av fişeği ele geçirilmiş, tüfek üzerinde yapılan incelemede tüfeğin çalışır vaziyette bulunduğu; iğnesinin, tetik tertibatının ve emniyet mandalının sağlam ve çalışır hâlde olduğu, tüfek üzerinde mukayeseye elverişli parmak izinin bulunmadığı,iii. Seyithan-Gülçin Ç.nin evinde, oturma odasında koltuk üzerinde ... otomatik av tüfeği ile tüfeğin içinde dört adet av fişeği, gardırop içinde yirmi dokuz adet dolu 12 kalibre av fişeği ele geçirilmiş, tüfek üzerinde yapılan incelemede, tüfeğin çalışır vaziyette bulunduğu; iğnesi, tetik tertibatı ve emniyet mandalının sağlam ve çalışır halde olduğu, tüfeğin namlusunda barut artıklarının bulunduğu ve namlusundan yeni barut kokusunun geldiği, tüfek üzerinde mukayeseye elverişli parmak izinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Söz konusu tüfek ve fişeklere incelenmek üzere el konulmuş ve Ankara Kriminal Polis Labarotuvarının21/12/2006 tarihli ekspertiz raporuna göre tüfeklerin atışlarına mani herhangi bir arızalarının bulunmadığı, laboratuvarca yapılan tatbiki atışlarda çaplarına uygun av fişeklerini patlattıklarının görüldüğü, "G.Ç.nin evinin 25 metre ilerisinde bulunan bir adet 12 numaralı kartuşun G.Ç.ye ait tüfek ile atıldığı" 16 numaralı üç adet kartuşun ise inceleme konusu silahlar ile aralarında çap farklarının bulunması nedeniyle bu silahlar ile atılmalarının mümkün olmadığı tespit edilmiştir. Soruşturma aşamasında delil elde edebilmek için Şeymus Ç., Özhan Ç., Seyithan Ç., Ali T., Erkan B., Gülçin Ç. ve Şevket Ç.ye ait cep ve ev telefonları, Bingöl Sulh Ceza Mahkemesinin 10/10/2006 tarihli ve2006/1076 Değişik İş sayılıkararı ile üç ay süre ile teknik takip altına alınmıştır. Teknik takipler neticesinde 22/10/2006 tarihinde saat 53'te Şevket Ç.nin oğlu Seyithan Ç. amcası Hasan ile yaptığı görüşmede eşi olan Gülçin'e güvendiğini, eşinin kendisinden habersiz herhangi bir şey yapmayacağını, her yaptığı işten kendisine haber verdiğini belirtmiş yine 22/10/2006 tarihinde sanık Seyithan ile amcasının oğlu Rıfat arasında yapılan telefon görüşmesinde Rıfat'ın Seyithan'a tanık Ali Ç.nin beyanlarında geçen hususları aktardığı, sanık Seyithan'ın ise bunu söyleyenin kim olduğunu öğrenmek istediği ve "Allahından bulsun." şeklinde sözler sarfettiği, Rıfat'ın ise Seyithan'a Gülçin'in gizliden Jandarmaya giderek sanık İbrahim'i maktule Cemile'nin yanında gördüğünü söylemesini istediği anlaşılmış, 22/10/2006 tarihli sanık Seyithan ile Latif Y. İsimli kişi arasında yapılan telefon görüşmesinde sanık Seyithan'ın "Her şey boynumuza kalmış sakız olup yapışmış." dediği tespit edilmiştir. 24/10/2006 tarihinde Bingöl Emniyet Müdürlüğünde çalışan görevli bir polis memuru, sanık Seyithan'ı arayarak Bingöl'e geldiğinde kendi yanına uğramasını istemiştir. İlk Derece Mahkemesinin kararından (bkz. § 49) anlaşıldığı üzere bu telefondan sonra sanık Seyithan'ın yaptığı tüm telefon görüşmelerinde olayı kendi üzerlerine atılmış bir komplo olarak göstermeye çalışmıştır. 31/10/2006 tarihinde tanık olarak Jandarmaya ifade veren Ali Ç. iki ay kadar Balıkesir ilinde bir firmada kendi köyünden on beş kişi ile birlikte çalıştığını, bu köyden olan Fetullah Ç., Halim Ç. ve Murat Ç.nin kendi aralarında konuşurken Seyithan Ç.'den bahsettiklerini ve Seyithan'ın maktullerden bahsederek "Bunlar artık çok olmaya başladı, bunlardan sıkıldık, başımıza bela oldular, bunları vurmak lazım." şeklinde sözler söylediğini birbirlerine aktardıklarını duyduğunu beyan etmiş ancak bu tanığın beyanlarında isimleri geçen şahıslar tanığın beyanlarını doğrulamamışlardır. Soruşturma aşamasında (Şevket Ç.nin torununun kocası olan) sanık Erkan tarafından kolluk güçleri aranarak olayın faillerinin Mehmet U., Resul ve Sait Y. İsimli kişilerin olduğunun söylenmesi üzerine bu kişilerin evlerinde yapılan aramalarda Mehmet U.nun evinde bir adet P16 numaralı tüfek ele geçirilmiş ancak inceleme konusu üç adet kartuşun (bkz. § 19) bu tüfek ile de atılmadığı aynı rapor ile belirlenmiştir. Sait Y., Mehmet U. ve Resul hakkında soruşturmanın sonraki aşamalarında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Maktullere ait evde olay sonrası maktullerin oğulları tarafından yapılan incelemede maktullere ait ziynet eşyalarının bulunduğu ancak maktul Zülfü'ye ait av tüfeğinin bulunamadığı anlaşılmıştır. Sözü edilen ve muhtemelen maktullerin ölümünde kullanılan suç aleti olduğu değerlendirilen B... marka ... av tüfeği, olayın üzerinden beş ay geçtikten sonra 19/3/2007 tarihinde Jandarma görevlileri tarafından olay yerine 500 metre mesafede Küçükbaş köyü Bostan mevkii üstü Küptaşı mevkiinde bulunmuştur. Tüfeğin metal kısmında paslanma ve oksitlenmenin olduğu, hava şartları itibarıyla tüfeğin en az bir aylık bir süredir burada bulunduğu ve üzerinde herhangi bir parmak izinin bulunmadığı yapılan inceleme sonrasında tespit edilmiştir. Maktule ait tüfeğin bulunmasından yaklaşık iki ay sonra 8/5/2007 tarihinde Küçükbaş köyü Koyun Yatağı mevkiinde otuz adet fişek koyulacak gözü olan bir av fişeği kütüklüğü ile iki adet 16 kalibre boş kartuş bulunmuştur. Diyarbakır Kriminal Polis Labarotubarının31/8/2007 tarihli ekspertiz raporuna göre tetkik için gönderilen av tüfeği ve iki adet av fişeği kartuşunun incelenmesi neticesinde 16 numara iki adet av fişeği kartuşunun inceleme konusu av tüfeği ile atıldıkları tespit edilmiştir. Olay sonrası bulunan av tüfeği kütüklüğü ile boş kartuşların bulunduğu yerin maktul Zülfü'nün ölü olarak bulunduğu yere 000 metre mesafede olduğu dosya kapsamında bulunan kroki ile tespit edilmiştir. 8/5/2007 tarihli Parmak İzi İnceleme Raporu'na göre inceleme konusu kütüklük üzerinde tozlama yöntemi ile yapılan parmak izi araştırması neticesinde herhangi bir parmak izine rastlanılmamıştır. Soruşturma sırasında maktul Zülfü'nün olaydan sonra kaybolan cep telefonunun görüşme kayıtları Telekomünikasyon İletişim Kurumu Başkanlığından istenmiş, gelen bilgiye göre olayın meydana gelmesinden sonra saat 24'te maktulün kullandığı telefon hattından İbrahim Ç. adlı şüphelinin kullandığı hatta yetmiş kontör transferi yapıldığı tespit edilmiştir. Bu bilgi doğrultusunda İbrahim Ç.nin cep telefonu hattı teknik takibe alınmış ancak dinleme sonucunda herhangi bir delil elde edilememiştir. 19/12/2007 tarihinde bu şüpheli hakkında yakalama kararı çıkartılmış, 25/1/2008 tarihinde şüpheli tutuklanmıştır. Başvurucunun, soruşturma sürecinde 20/3/2007, 16/7/2007, 12/5/2008 ve 23/6/2008 tarihlerinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesinin alındığı soruşturma dosyasından anlaşılmaktadır. Başvurucu bu ifadelerinde eylemin asıl faillerinin genel olarak "Ç." ailesi üyeleri ve özellikle de Gülçin Ç. ve İbrahim Ç. olduğunu düşündüğünü, ayrıca Selahattin Ç.ın, babasına ait kayıp tüfeğin bulunması konusunda bilgisinin bulunduğunu ifade etmiştir. 21/5/2007 tarihinde başvurucunun belirttiği Selahattin Ç.nin da ifadesi Cumhuriyet Savcısı tarafından alınmış ve yine başvurucunun değindiği tüfeğin bulunma sürecine ilişkin sorular yöneltilerek cevapları alınmıştır.Başvurucunun soruşturma sırasında alınan ifadeleri mahkeme kararında (bkz. § 49) şöyle özetlenmiştir:"Anne ve babası olan maktullerle şüpheli Şevket Ç. ve ailesi arasında su meselesi yüzünden yıllardan beri gelen husumet bulunduğunu, yaklaşık 2 ay önce babasının telefonda kendisine “Şevket Ç. bana su kanalını kullandırmıyor, bu yüzden Şevket Ç. ile tartıştık, Şevket Ç., bırakın öldüreyim diyerek üzerime geldi, kızı Telli Ç. araya girerek beni kurtardı” dediğini, ölüm olayından bir süre önce Gülçin Ç.’ın başörtüsü ile annesinin boğazını sıkarak öldürmeye çalıştığını, Lütfiye Ç.’ın araya girmesiyle olayın önlendiğini, bu durumu köyde herkesin bildiğini, Gülçin Ç.’ın olaydan önce annesi tarafından başka kişilerle uygunsuz şekilde görülmesi nedeniyle, bu durumun fazlaca duyulmaması için annesini bizzat öldürdüğünü veya öldürttüğünü, ölüm olayından sonra babasına ait tüfek, tüfek fişekliği ve cep telefonunun kayıp olduğunu, kayıp tüfek ve fişekliğin olaydan bir süre sonra görevlilerce bulunduğunu, ancak babasına ait cep telefonunun bulunamadığını, 87 yaşında yaşlı bir insan olan babasının cep telefonunu sadece açmayı ve görüşmeyi bildiğini, onun dışında telefon kullanmayı bilmediğini, babasına ait cep telefonundaki kontörleri transfer eden kişinin babasının öldürülmesi olayındaki asli faillerden olduğunu, İbrahim Ç.’ın, anne ve babası olan maktullere ait eve rahatlıkla girip çıkabilen birisi olduğunu, olayda İbrahim Ç.’ın kullanıldığını düşündüğünü, olay günü İbrahim Ç.’ın akşam saatlerinde anne ve babasının evinin etrafında görüldüğünü, bunu bir çok kişinin bildiğini, İbrahim Ç.’ın hırsızlık olaylarına karıştığını duyduğunu, bu nedenle tekin bir kişi olmadığını, İbrahim Ç.’ın, babasına ait elmaları toplamada babasına yardımcı olduğuna da inanmadığını, çünkü babasına ait evin etrafında başkalarının yardımıyla toplanacak kadar bir elma ağacının bulunmadığını, 3-4 elma ağacının olduğunu bunlarında boylarının yüksek olmadığını, anne ve babasının bu elmaları rahatlıkla toplayabildiğini, yardım isteyecek olsalar kendisinden yardım istemeleri gerektiğini, babasına ait kayıp ayakkabının olaydan sonra İbrahim Ç.’ın babası tarafından, kayıp av tüfeği kütüklüğünün de İbrahim Ç.’ın amcası olan Hacı Ş.’in oğlu ve torunları tarafından bulunarak görevlilere teslim edilmesinin tesadüf olmadığını, İbrahim Ç.’ın olaydan kısa bir süre sonra güya ailesinin ziynet eşyalarını çaldığı bahanesiyle İstanbul iline gönderildiğini, su meselesi ve annesi tarafından, Gülçin Ç.’ın bir başkasıyla uygunsuz durumda görülmesi yüzünden Şevket Ç. ve ailesiyle aralarında yoğun husumet bulunduğunu, Şevket Ç. ve Gülçin Ç.’ın evlerinin anne ve babasına ait evin bitişiğinde bulunduğunu, bu kişilerin olaydan haberdar olmamalarının, tüfek sesi duymamalarının mümkün olmadığını, Selahattin Ç. ile görüştükleri sırada, kendisine anneni Gülçin Ç., babanı da İbrahim Ç. tüfekle vurarak öldürdü dediğinibelirterek şikâyetçi olduğu" şeklinde beyanda bulunmuştur." Olaya İlişkin Ceza Davası Süreci Soruşturma sonunda Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığının 23/6/2008 tarihli ve E.2008/847 sayılı iddianamesi ile şüpheliler Şevket Ç., Seyithan Ç., Gülçin Ç., Ali T. ile İbrahim Ç. hakkında kasten iki kişiyi öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. Anılan iddianamenin değerlendirme kısmı şöyledir:"Dosya kapsamındaki tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, maktuller Cemile Çintosun ve Zülfü Çintosun ile Şevket Ç. ve ailesi arasında, yıllardan beri süre gelen ve sürekli tartışmaya ve kavgaya sebep olan su anlaşmazlığı yüzünden yoğun husumet bulunduğu, olaydan önceki yakın bir tarihte çıkan su anlaşmazlığı sonrası şüpheli Şevket Ç.’ın, oğullarına, “gidin bunları öldürün, kan paralarını ben öderim, cezaevinde de ben yatarım” dediği, yine şüpheli Şevket Ç.’ın, Fahrettin Ç.’ın kızının nişanına gittiği sırada, maktul Zülfü için “bu adamı öldürseler kanının parasını ben vereceğim” dediği, hakkında ek takipsizlik kararı verilen Berfiye Ç.’ın ifadesine göre, olay günü de maktul Zülfü Çintosun’un, şüpheli Şevket Ç.’ın evinin önündeki kanaldaki suyu kestiği, şüpheli Seyithan Ç.’ın Balıkesir ilinde çalıştığı sırada, maktuller için, “bunlar artık çok olmaya başladı, bunlardan sıkıldık, artık başımıza bela oldular, bunları vurmak gerek” şeklinde sözler söylediği, yine SeyithanÇ.’ın olaydan önceki günlerde köye telefon açarak “onları neye mal olursa olsun, vurun, öldürün” şeklide konuşma yaptığı, ayrıca maktul Cemile Çintosun’un şüpheli Gülçin Ç. ile şüpheli Ali T. arasındaki gayri meşru ilişkiye tanık olması ve bunu dillendirmesi nedeniyle şüpheli Gülçin Ç. ve Ali T. ile maktuller arasında husumet oluştuğu, şüpheli Gülçin Ç.’ın bu nedenle olaydan bir ay kadar önce maktul Cemile Çintosun’u maktule ait evin çatısında boğarak öldürmeye kalkıştığı, Lütfiye Ç.’ın araya girmesi nedeniyle şüphelinin eylemini tamamlayamadığı, bu olaydan bir hafta kadar sonra şüpheli Ali T.’ın maktul Cemile Çintosun’u “Gülçin’le aramızda ilişki olduğunu bir daha söylersen seni öldürürüm, doğduğuna pişman ederim, siz benim kim olduğumu biliyor musunuz” şeklinde sözler söyleyerek tehdit ettiği, maktuller Zülfü ve Cemile Çintosun’un olaydan sonra köy muhtarı olan şüpheli Cindi Ç.’a giderek, şüpheli Gülçin Ç.’ın maktul Cemile Çintosun’u öldürmeye kalkıştığını bildirdikleri, köy muhtarı olan şüpheli Cindi Ç.’ın görevi sebebiyle öğrendiği kamu adına kovuşturma ve soruşturma gerektiren bu suçu yetkili makamlara bildirmediği, 2006 günü maktuller Zülfü ve Cemile Çintosun’un, iftar saati ile saat 21:24:11 arasındaki bir zaman aralığında öldürüldükleri, maktul Cemile Çintosun’un ev içerisinde maktul Zülfü Çintosun’un ise tanık Sait Ç.’ın evinden geldiği sıradabağ yolu üzerinde av tüfeği ile öldürüldüğü, olaydan sonra şüpheliler Şevket Ç. ve Gülçin Ç.’ın evinde yapılan aramada ele geçirilen tüfekler incelendiğinde, tüfeklerin namlularında barut artıklarının bulunduğunun ve namlularından taze barut kokusunun geldiğinin belirlendiği, 2006 günü iftar saatlerinde şüpheli İbrahim Ç.’ınmaktullerin evinin önünde görüldüğü, maktullerin evinde bulunan çay tepsisi içerisindeki bardaklardan iki adedinin kullanılmış, bir adedinin ise henüz kullanılmamış olmasının, maktul Zülfü Çintosun’un olay günü tanık Sait Ç.’ın evinde bulunduğunu ve maktulün iftar sonrası eve dönmesi düşünüldüğü için bir bardağın maktul için boş bırakıldığını gösterdiği, diğer iki bardaktaki çayların muhtemelen maktul Cemile Çintosun ile şüpheli İbrahim Ç. tarafından içilmiş olduğunun değerlendirildiği, maktul Zülfü Çintosun’a ait kayıp cep telefonundaki kontörlerin şüpheli İbrahim Ç.’a ait cep telefonuna transfer edilmesi işleminin maktullerin ölümünden sonra gerçekleştirildiği ve maktule ait cep telefonu ile yapılan son işlemin bu olduğu, şüpheli Erkan Bayri’nin eşi nedeniyle sihri hısımları olan Şevket Ç., Şehmus Ç., Özhan Ç., Gülçin Ç.’ı korumak ve bu kişilerin tutuklanmasını engellemek amacıyla, 2007 günü, saat 22:00 sıralarında şahsına ait 0537 211 77 37 nolu telefon ile 156 Jandarma İmdat telefonunu arayarak telefonu açan Bingöl İl Jandarma Harekat Merkezinde işlem elemanı olarak görev yapan tanık İbrahim Ö.’a “Sancak Beldesinde öldürülen kişileri, şuan nezarette tutulan kişiler değil, Resul , Mehmet U. ve Seyithan Y. öldürdü” diyerek, Mehmet U., Resul ve Sait Y.’ın, atılı suçu işlemediklerini bildiği halde bu kişiler hakkında soruşturma başlatılmasını sağlamak için asılsız ihbarda bulunarak bu kişilere iftira atıp, ev ve eklentileri ile araçlarında arama yapılmasına, Sait Y.’ın bir gün süre ile gözaltında tutulmasına neden olduğu, maktullerin öldürülmesi eyleminde tetiği kimin çektiğinin belirlenemediği ancak, izahı yapılan delillere göre, eyleme şüpheliler Şevket Ç., Gülçin Ç., Seyithan Ç., Ali T. ve İbrahim Ç.’ın aslen iştirak ettiklerinin değerlendirildiği ve şüpheliler hakkında kamu davası açılması için yeterli ve kuvvetli suç şüphesinin oluştuğu yukarıda yazılı olan delillerden anlaşılmakla;Şüphelilerin atılı suçlardan yargılamalarının yapılarak, eylemlerinin sabit görülmesi halinde yukarıda yazılı olan sevk maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılmalarına, şüpheli İbrahim Ç.’ın tutukluluk halinin devamına karar verilmesi kamu adına iddia ve talep olunur." Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) E.2008/192 sayılı dosya kapsamındaki yargılamada ilk duruşma 1/8/2008 tarihinde yapılmıştır. Duruşmada hazır olan tutuklu sanık ve diğer sanıklarla birlikte tanıkların dinlenmesine başlanılmış, dinlenemeyen tanıklar için talimat yazılmasına ve davetiye çıkartılmasına, tutuklu sanığın tutukluluk hâlinin devamına, duruşmanın 12/9/2008 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin 10/10/2008 tarihli duruşmasında, "Bingöl İl Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılarak Bingöl ilinde faaliyet gösteren T... iletişim Hizmetleri AŞ müşteri hizmetlerinden sorulmak sureti ile suç tarihi olan 2006 tarihi itibari ile T... Sim kartlardan diğer T... kontorlü hatlara yapılacak kontor transferlerinin hangi usulde yapıldığı, kontor transferi yapmak isteyen göndericinin kendi telefonundan ne gibi işlemler yapması gerektiği, kendisine kontor transferi yapılan alıcı konumundaki t... hat sahibine gelen kontorden haberi olması için herhangi bir mesaj gelip gelmediği, geliyor ise alıcının bu kontorleri kullanması için muhakak suretle ilgili kontor transfer edildiğine dair alıcıya ulaşan mesajı okumasının zorunlu olup olmadığı, kontor transfer işleminin gerçekleşmesi için alıcının herhangi bir işlem yapmasının gerekli olup olmadığı böylece suç tarihi itibari ile kendisine kontor transferi yapılmak istenen kişinin kontor transferini engeleme imkanının bulunup bulunmadığı hususlarının sorularak buna dair düzenlenecek tutanağın mahkememize gönderilmesinin istenilmesine" karar verilmiştir. Mahkemece bu konuda aynı gün Emniyet Müdürlüğüne müzekkere gönderilmiştir. 27/11/2008 tarihli duruşma tutanağında "Bingöl İl Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkeremize ikmalen cevap verildiği ve T... müşteri hizmetlerinde çalışan bir personelin kontör transferi ile ilgili beyanının tespit edildiği görüldü okundu." bilgisi yer almaktadır. Duruşma tutanağında değinilen beyanın içeriğine ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Duruşma tutanağından başvurucunun da duruşmada hazır bulunduğu anlaşılmaktadır. Mahkemenin 12/11/2008 tarihli duruşmasında, "mahkememizin 2008 tarihli celse 7 nolu ara kararında belirtildiği şekilde ve bu ara kararda istenilen hususları aydınlatacak şekilde bilgi verilmesi için T... GSM opetaratörüne müzekkere yazılmasına," karar verilmiştir. 22/1/2009 tarihli duruşma tutanağında, iletişim şirketine yazılan müzekkereye ikmalen cevap verildiğinin kayda geçildiği ve kayıtların başvurucunun huzurunda okunduğu anlaşılmaktadır. Duruşma tutanağına göre beyanı sorulan başvurucu, önceki beyanlarını tekrar ettiğini ifade etmiştir. 27/11/2008 tarihinde yapılan Duruşmada tutuklu sanık İbrahim Ç.nin, "üzerine atılı suçun niteliği, olay yerinde keşif yapılıp rapor alınmış olması, delilerin büyük oranda toplanmış ve ilgili GSM operatöründen de kontör transferine ilişkin bilginin mahkememize ulaşması, sanığın yaşı, tutuklu kaldığı süre, tutuklamanın bir tedbir olması dikkate alınarak" gerekçesiyle 500 TL güvence miktarını yatırması durumunda tahliyesine karar verilmiştir. 16/4/2010 tarihli duruşma tutanağında olaya ilişkin şu yönde yeni bir bilgi kayda geçirilmiştir:"Celse arasında katılan vekilinin 2010 tarihli dilekçesine ekli olarak ... TV de yayınlanan vicdanın sesi programının kaydının bulunduğu iki adet CD yi dosyaya ibraz ettiği, mahkememiz heyetince duruşma gününden evvel 2 adet CD nin incelendiği, bu CD lerin kayıt süresinin ortalama 5 saati bulduğu, CD lerdeki görüntülerin ... TV de yayınlanan vicdanın sesi programının 28 ve 29 Ocak 2010 tarihli görüntülerinin yer aldığı, katılan Zabıt Çintosunun programa katıldığı, programa telefon ile dosyamız sanıkları Seyithan Ç., İbrahim Ç., Ali T. ve Cindi Ç.'ın katıldıkları, ayrıca ismini vermeyen ve kimlik bilgileri olmayan bir kişinin de telefon ile programa katıldığı, yine sanık İbrahim in ağabeyi olan ve dosyamız kapsamında tanık olarak dinlenen Fettulah Ç.'ın da programa canlı olarak katıldığı, yine Rüştü B. isimli bir kişinin de programa telefon ile katıldığı ve bu kişilerin çeşitli beyanlarda bulundukları görüldü.Katılan Zab(i)t den soruldu; dosyaya ibraz edilen programa ben katıldım bu programa telefon ile katılan ve kimliğini açıklamak istemeyen bir kişi olay günü sanık İbrahimi kanlı elbiseleri ile halasının evine gidip üstünü değiştirdiğini beyan etmiştir, ancak bu kişiyiben araştırmalarıma rağmen sesinden tespit edemedim, ayrıca sanık İbrahimin anne ve babamı öldüren kişilerin içinde 1 numaralı sanık olduğunu düşünüyorum, olay yeri inceleme görüntü ve delilerinin tarafıma verilmesini istiyorum dedi," 16/9/2010 tarihli duruşma tutanağında olaya ilişkin şu yönde yeni bir bilgi kayda geçirilmiştir:"Bingöl İl Merkez Jandarma Komutanlığına yazılan müzekkeremize ikmalen cevap verildiği, mahkememizce gönderilen CD içeriğindeki sesin kime ait olduğu hususunun bu şekilde tespit edilmesinin mümkün olmadığı, ancak mukayesele elverişli ses kayıtları gönderilmesi halinde televizyonda konuşan kişinin sesinden kimlik tespitinin yapılabileceğinin bildirildiği,Bingöl Merkez İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından mahkememize gönderilen 2010 ve 2010 tarihli tutanaklar üzerine tanık Hüseyin B.un beyanlarının ikamet ettiği adres belirtilmeksizin cep telefonundan aranmak sureti i(l)e alınması için Turgutlu Asliye Ceza Mahkemesine yazılan talimatımıza bila ikmal cevap verildiği, tanığın açılan telefonlara rağmen telefonlarına cevap vermediğinin bildirildiği görüldü." 23/12/2010 tarihli duruşma tutanağında Rüştü B. isimli kişinin tanık sıfatıyla alınan beyanında "Ben(im) maktullerin ölümüne ilişkin herhangi bir bilgim ve görgüm yoktur; sanık İbrahim Ç. benim kayınçomun oğludur yani benim eşim onun halası olur, olay tarihinde ve sonrasında ben sanık İbrahimi görmedim, sanık İbrahim bizim evimize gelmedi. ...kesinlikle olay dan sonra sanık İbrahimin bizim evimize gelerek kanlı elbiselerini evimde değiştirme durumu söz konusu olmamıştır, ... TV de yayınlanan vicdanın sesi programındaki kimliğini gizleyen kişinin buna dair beyanları doğru değildir, o programa ben de telefonla katılmıştım, olayın olduğu gece ben Kığı ilçesinde idim, evde değildim, yeğenlerimin evinde kalmıştım, eşim Sakine de benimle birlikte Kığı da idi." dediği, Sakine B. isimli kişinin tanık sıfatıyla alınan beyanında "Olay tarihinde ben eşim ile birlikte Nacarlı köyünde yeğenim Enver in evinde idik, bizim Büyükbaş köyündeki evimizde kimse yoktu, bu sebeple yeğenim İbrahimin olaydan sonra benim evime gelip üzerini değiştirmesi hususu iftiradır, böyle bir şey olmamıştır, ayrıca benim 3 tane çocuğum vardır onlarda olay gecesi Büyükbaş köyündeki nenesinin evine gitmişlerdi." dediği kayda geçirilmiştir. Mahkemece, suça konu maktullerin evinin bulunduğu konum ile sanık Gülçin Ç.nin evinin bulunduğu konumun tespiti, maktullerin öldürüldükleri ve cesetlerinin bulunduğu yerlerin tespiti ve bu yerlerin birbirine olan mesafe ve konumlarının tespiti amacıyla olay yerinde 31/10/2008 tarihinde keşif yapılmıştır. Yargılama esnasında mahkemece, maktule Cemile Çintosun'un vücudundan çıkan bir adet plastik tapa incelenmesi için Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmiş, alınan 14/1/2009 tarihli raporda plastik tapa üzerinde atıldığı silaha ait karakteristik nitelikte izler oluşmaması nedeniyle teşhis niteliğinin bulunmadığı ve bu nedenle hangi silahtan çıktığının tespitinin mümkün olmadığı bildirilmiştir. Başvurucunun kovuşturma sırasında alınan ifadesi Mahkeme kararında şöyle özetlenmiştir:"Ben bu konuda daha önce ifade vermiştim ifadelerimi tekrar ediyorum, sanıklardan şikâyetçiyim, annem ve babamın öldürülmesi olayı basit bir su meselesi değildir çünkü aynı köyde uzun yıllardır yaşamaktadırlar su meselesi olsa idi daha önceki zamanlarda aynı şey olabilir di ancak su meselesinden kaynaklanmamıştır davaya katılmak istiyorum tüm sanıkların cezalandırılmasını istiyorum(.)Muhtar sanık Cindi nin olayı öğrenmesine rağmen benim cep telefonumun numarası muhtarda olmasına karşılık ben olayı 2006 günü akşam 00 a doğru oğlumun Bingölden araması üzerine öğrendim muhtar Cindiyi aradım ben sadece önce babamın ölümünü oğlumdan öğrendim daha sonra muhtar bana annemin de öldürüldüğünü telefonla bildirdi, bu nedenle muhtardan da şikâyetçiyim, müdahil olmak istiyorum müdahiliğime karar verilsin " şeklinde beyanda bulunmuştur." İlk Derece Mahkemesine göre "Ç." ailesi soruşturmanın kendi üzerlerinden yürütüldüğünü bilmeleri sebebiyle suçlamaları kendi üzerlerinden atmak için ilk etapta aralarında kız kaçırma meselesi sebebiyle husumet olan Sait Y., Mustafa Y. ve Burhan ile Orhan U.nun üzerine suçu atmaya çalışmışlardır. Tanıklar Ramazan Ç., Lütfiye Ç., Meryem Ç. ve Şevket Ç. Jandarmaya verdikleri beyanlarında kardeşleri Telli Ç.'ın Mustafa Y.nin oğlu Mehmet Latif Y. tarafından kaçırılması sebebiyle bu şahısların kendilerini iki kez ev telefonundan arayarak "Sen benim oğlumun, gelinimin, kızımın, çocuklarının yuvasını yıktın, ben de senin ve çocuklarının yuvasını dağıtacağım, nasıl Cemile ve Zülfi Çintosun'u öldürüp senin üstüne attıysak, seni de öldürüp Zülfi Çintosun'un çocuklarının üzerine atacağız." demek suretiyle tehdit ettiklerini beyan etmişlerdir. Mahkemeye göre bu aşamadan sonra sanık Gülçin Ç. jandarma ve savcılık beyanlarında geçmediği hâlde sonraki aşamalarda verdiği beyanlarında olay günü sanık İbrahim Ç.yi maktule Cemile ile birlikte gördüğünü beyan ettiği anlaşılmış, sanık Gülçin'in kayınvalidesi olan Lütfiye Ç.nin da yargılama boyunca aşamalarda alınan hiç bir beyanında bu hususa değinmediği hâlde Mahkemeye verdiği 28/4/2010 tarihli dilekçesi ile olay günü sanık İbrahim'i maktule Cemile'nin evinin önünde su arkının başında gördüğünü beyan etmiş, dolayısıyla "Ç." ailesinin bu sefer de suçlamaları kendi üzerlerinden atmak için sanık İbrahim'e yönelmiş oldukları değerlendirilmiştir. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi, yapılan tüm bu tespitler sonrasında nihai kararında olayın meydana geliş şekli ve olası sanıklara ilişkin kabulünü şu şekilde özetlemiştir:" 2009 günü maktül Zülfi Çintosun'un tanık Hacı S.'in evine iftara gittiği, maktül Cemile'nin ise evde kaldığı, maktül Cemile'nin evdeyken yakın atış mesafesinden av tüfeği ile vurulurak öldürüldüğü ve yatağa yatırılarak üzerine battaniye örtüldüğü ve evde bulunan maktül Zülfi'ye ait av tüfeği ile kütüklüğün alınarak evin kapısının dışarıdan asma kilitle kilitlendiği, maktül Zülfi'nin ise Hacı S.'in evinden dönüşte stabilize yol üzerinde yürürken uzak atış mesafesinden vurulduğu ve yaklaşık 100 metre sürüklenerek eski bir kömün olduğu yere getirildiği ve burada bulunan büyük taşların maktülün üzerine atılması ile cesedinin gizlendiği, olayın ertesi gün saat 16:00 sıralarında iki çocuğun yol üzerinde bulunan kan izlerini görmesi neticesinde ortaya çıktığı, ilk etapta maktül Zülfi'nin cesedinin bulunduğu sonrasında ise bilgisi olabileceği değerlendirilerek eşi olan Cemile ile konuşmak için evine gidildiği ancak evin kapısının kilitli olması sebebiyle bu kilidin kırıldığı ve maktül Cemile'nin cesedine ulaşıldığı anlaşılmıştır.Maddi oluş şekli kısaca bu şekilde meydana gelen somut olayda, olay tarihinde Balıkesir ilinde çalışmakta olan sanık Seyihtan, eşi olan sanık Gülçin ve Gülçin ile aralarında aşk dedikoduları olduğu söylenen sanık Ali, sanık Seyihtan'ın babası sanık Şevket ve olay sonrası maktülün cep telefonundan kendi telefonuna 70 kontör tranfer edilen sanık İbrahim hakkında maktüller Zülfi ve Cemile'yi iştirak halinde öldürdükleri iddiası ile mahkememizde kamu davası açılmıştır." Mahkemenin 27/2/2012 tarihli duruşmasında, iddia makamının, esas hakkında alınan mütaalasında, sanıkların "üzerine atılı suçu işlediğine dair mahkumiyetine yetecek her türlü şüpheden uzak, yeterli kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden CMK'nın 223/2-e maddesi gereğince beraatine," karar verilmesi yönünde görüş sunduğu, mahkemenin sanık ve katılan müdafilerine ek süre verilmesine karar verdiği anlaşılmıştır. 15/3/2012 tarihinde yapılan ve son duruşmada, sanıkların müsnet suçları işlediklerine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı yeterli delil elde edilemediğinden, suçların sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeni ile sanıkların ayrı ayrı beraatlerine, kasten öldürülme olayının gerçek faillerinin bulunması için gereğinin takdir ve ifası yapılmak üzere Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinin 15/3/2012 tarihli ve E.2008/192, K.2012/52 sayılı (iddia ve savunmaya ilişkin beyanlar, çok sayıda tanık beyanı dâhil tüm deliller, delillerin değerlendirilmesi ve mahkemenin kabulü ve hüküm bölümlerine ayrıntılı olarak yer verilen 49 sayfalık)gerekçeli kararının sanıklara ilişkin değerlendirmeler yapılarak ulaşılan nihai kanaati gösterir kısmı şöyledir:"... sanık Seyithan'ın telefonlarının dinlendiğinden polis memuru vasıtasıyla haberi olduğu ancak 2006 tarihinden önce yaptığı telefon görüşmelerinde bu durumdan haberi olup olmadığının tespit edilemediği dolayısıyla 2006 tarihinden önce yaptığı telefon görüşmelerinde telefonunun dinlenildiğini bilmediğinin kabulünün gerekeceği bu telefon görüşmelerinin ise sanık aleyhine hususlar içermedikleri anlaşılmış olup, sanığın aleyhine beyanda bulunan tanık Ali Ç.'nın beyanlarının da yargılama aşamasında dinlenilen tanıklar Fetullah Ç., Halim Ç. ve Murat Ç. tarafından doğrulanmamış sebebiyle bu sanığın üzerine atılı suçu işlediği yönünde mahkememizde ciddi şüphe oluşmuştur.Yine sanık Gülçin hakkında maktüle Cemile'nin kendisini sanık Ali T. ile uygunsuz vaziyette gördüğü ve bunun dedikodusunu yaptığından bahisle öldürdüğü iddiası ile kamu davası açılmışsa da, mahkememiz tarafından 2008 günü olay mahalinde yapılan keşifte sanık Gülçin Ç.'ın evinden silah sesinin gelip gelmediğinin tespiti amacıyla mahkeme heyetince sanık Gülçin Ç.'ın evinde beklenilerek maktül Cemile Çintosun'un ölü olarak bulunduğu oda içerisinden tüfekle 4 el atış yaptırılmış, bu atışlardan iki adedinin odanın kapısı açık iken diğer ikisinin ise kapısı kapalı iken yaptırılması neticesinde, kapı kapalı iken yapılan 2 adet atışta sanık Gülçin Ç.'ın evinde herhangi bir av tüfeği sesinin duyulmadığının, üçüncü ve dördüncü atışlarda ise ancak çok dikkatli dinleme neticesinde bir patlama sesinin duyulduğunun ancak bu sesin tüfekle patlama sesi olup olmadığının ayırt edilemediğinin, netice olarak sanık Gülçin Ç.'ın evinde iken maktül Cemile'nin ölü olarak bulunduğu odadan kapı açık iken av tüfeği ile yapılan atış sesinin duyulmasının pek olanaklı olmadığının kanaatine varıldığı anlaşılmıştır. Her ne kadar sanık Gülçin hakkında mahkememizde bu nedene dayalı olarak kasten iki kişiyi öldürme suçundan kamu davası açılmışsa da, yargılama sürecinde toplanan tüm delillerden hiç birinin bu sanığın atılı suçu işlediğine dair delil ve emare teşkil etmemesi, ayrıca maktül Cemile öldürüldüğünde bu sanığın silah sesini duymamış olduğuna ilişkin savunmasının mahkememizce yapılan keşif sonucunda da anlaşıldığı ve bu nedenle savunmalarının aksinin kanıtlanamadığı, Ç. ailesinin bütün yargılama süreci boyunca suçu başkalarının üzerine atma çabalarının ise tek başına bu suçu Ç. ailesinden olan sanıklar Gülçin, Şevket ve Seyihtan tarafından işlendiğine dair delil teşkil etmeyeceği kaldı ki bu yönde gösterilen çabanın, hakkında kasten iki kişiyi öldürme suçlaması bulunan herkes tarafından da yapılabileceğinin hayatın olağan akışına uygun düştüğü hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu sanığın savunmalarının aksine delil bulunamaması sebebiyle üzerine atılı suçu işlediği yönünde mahkememizde ciddi anlamda şüphe oluşmuştur.Yine sanık Gülçin hakkında mahkememizde olaydan bir ay kadar önce maktul Cemile Çintosun’u maktule ait evin çatısında boğarak öldürmeye kalkıştığı, Lütfiye Ç.’ın araya girmesi nedeniyle sanığın eylemini tamamlayamadığı bu nedenle kasten adam öldürmeye teşebbüs ettiği iddiası ile cezalandırılması için mahkememizde kamu davası açılmışsa da; sözü edilen olayın tek görgü tanığı olan Lütfiye'nin bu olayı doğrulamaması ayrıca sanık Gülçin'in de bu hususu kabul etmemesi sanık aleyhindeki delillerin maktüllerin ölmeden önce başkalarına bu olay ile ilgili yaptıkları söylemler ile evin çatısında bulunan direkten alınan maktüle Cemile'ye ait kan örneği olduğu, dinlenilen tanıkların beyanlarının duyuma dayalı olduğu doğru söyleyip söylemediklerinin tespit edilemediği, ayrıca sözü edilen olay sebebiyle maktüle Cemile'nin ölmeden önce sanık hakkında şikâyetçi olmadığı tüm bu hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde salt duyuma dayalı ve doğru olup olmadıkları bilinemeyen tanık beyanlarına dayanarak sanık Gülçin hakkında kasten öldürme suçundan ceza tayin etmenin hukuka ve hakkaniye aykırı olacağı sonucuna varılmış, direkten alınan maktüle Cemile'ye ait kan örneğinin ise bu olay sebebiyle mi yoksa başka bir olay sebebi ile mi meydana geldiği şüphe de kalmıştır. Dolayısıyla sanık hakkındaki atılı bu suç dolayısıyla mahkememizde oluşan şüphenin 'şüpheden sanık yararlanır' ilkesi uyarınca sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.Her ne kadar aynı iddia ile sanık Ali T. hakkında da mahkememizde kamu davası açılmışsa da mahkememiz tarafından yargılama esnasında alınan bilirkişi raporunda olay tarihinde sanık Ali T.'ın kullandığı 05364590917 numaralı telefona ait HTS raporlarının incelenmesi neticesinde; Ali T.'ın telefonunun olay tarihinde Dicle Hani Köy Dicle Diyarbakır bazında sinyal aldığı tespit edilmiş olup, bu sanığın olayın meydana geldiği akşam Bingöl Sancak Beldesi Küçükbaş Köyünde bulunmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca bu sanığın olay akşamı Diyarbakır Dicle Arı köyünde bulunan kendi evinde olduğu dinlenilen tanık beyanları ile de sabit olmuştur. Dolayısıyla bu sanığın da üzerine atılı suçu işlediği yönünde mahkememizde ciddi şüpheler oluşmuştur.Sanık Şevket Ç. hakkında da, bu sanığın maktülleri aralarında yıllardır süregelen su uyuşmazlıklarından kaynaklanan husumet sebebiyle öldürdüğü iddiası ile kamu davası açılmışsa da, yapılan yargılama neticesinde bu sanığın savunmalarının aksine bu suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı somut delil elde edilememiş bu sanığın da üzerine atılı suçu işlediği yönünde mahkememizde ciddi şüpheler oluşmuştur.Yukarıda bahsi geçen Telekomünikasyon İletişim Kurumu Başkanlığının 2007 yazısına dayanılarak olay gecesi maktul Zülfü Çintosun’a ait olan ve olaydan sonra kaybolan içinde 0538 213 70 45 numaralı simkart bulunan cep telefonundan 0538 470 31 47 numaralı cep telefonuna 70 kontör transfer edildiği bu numaranın ise olayın meydana geldiği tarihte 15 yaşında olan sanık İbrahim Ç. tarafından kullanıldığı ayrıca sanık Gülçin Ç.'ın olay günü sanık İbrahim'i maktül Cemile ile birlikte maktülün evinin yan tarafındaki çeşmede konuşurlarken gördüğünü beyan etmesi üzerine sanık İbrahim hakkında iki kişiyi kasten öldürme suçundan mahkememizde kamu davası açılmıştır. Sanık İbrahim aşamalarda alınan savunmalarında üzerine atılı suçlamaları kabul etmemiş, maktülün cep telefonundan kendi cep telefonuna nasıl kontör geldiğini bilmediğini, gelen kontörü de fark etmediğini, olayın meydana geldiği günden 4 gün sonra başlık parası biriktirmek için çalışmak amacıyla İstanbul'a gittiğini beyan etmiştir. Mahkememizin 2008 tarihli duruşmasında maktül Zülfi Çintosun'a ait cep telefonu hattından sanık İbrahim Ç.'ın kullandığı cep telefonu hattına kontör transferi ile ilgili olarak teknik bilirkişi Cemal A. tanık olarak dinlenilmiş ve tanık beyanında kontör transferinin nasıl yapıldığına ilişkin detaylı bilgi vererek alıcıya göndericinin numarası ve kontör miktarı bilgisinin mesaj yoluyla geldiği, alıcının hattına bu transferin gerçekleşmesi için alıcının onaylamasının gerekli olmadığını beyan etmiştir. Her ne kadar bu tanık beyanında alıcının bunu bilmemesinin ve görmemesinin mümkün olmadığını söylemişse de, bunun tamamıyla tahmine dayalı bir yorum olduğu, tanığın kendi düşüncesinden ibaret bu yorumuna dayanılarak sanık İbrahim'in gelen kontörden haberi olduğunu hatta bu kontörü kendisinin transfer ettiğini söylemek mümkün olmayacaktır. Zira iki kişiyi öldürmüş olan bir kişinin şüpheleri kendi üzerine çekecek şekilde ölenin cep telefonundan kendi cep telefonuna kontör transfer etmesi hayatın olağan akışına ters düşmekte olup suçu işleyen gerçek failler tarafından da, suçun suç tarihinde 15 yaşında olan sanığın üzerinde kalması için yapılan bir komplo olabileceği ihtimalinin mevcut olduğunun da gözetilmesi gerekir. Dolayısıyla böylesine nitelikli bir cinayeti tek başına işlemesi mümkün olmayan sanığın tüm dosya kapsamında savunmalarının aksine cezalandırılmasına yeterli delil bulunamamıştır.Sanık Gülçin Ç.'ın sanık İbrahim aleyhine verdiği beyanlarının bir değerlendirmesi yapıldığında ise, sanık Gülçin'in jandarma ve savcılık beyanlarında olay günü sanık İbrahim'i maktülün yanında gördüğünü beyan etmemiş oluşu ancak sanığın cep telefonuna maktülün cep telefonundan kontör transferi yapıldığının anlaşılmasından sonra sanık Gülçin'in bu hususa kendi beyanlarında değinmesi ayrıca yine sanık Gülçin'in kayınvalidesi olan Lütfiye Ç.'ın da yargılama boyunca aşamalarda alınan hiç bir beyanın da bu hususa değinmediği halde mahkememize verdiği 2010 tarihli dilekçesi ile olay günü sanık İbrahim'i maktül Cemile'nin evinin önünde su arkının başında gördüğünü beyan etmesi hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu kişilerin bu beyanlarının kendilerini suçtan kurtarmaya yönelik çabalarından kaynaklandığı hatta bu durum teknik takip esnasında sanık Gülçin'in eşi Seyithan ile Rıfat arasındaki telefon konuşmalarına da yansıdığı dolayısıyla olay günü sanık İbrahim'in maktül Cemile'nin yanında olduğunun şüphede kaldığı anlaşılmış olup bir an için sanık İbrahim'in maktülün olay günü yanında olduğu kabul edilecek dahi olsa bu hususun tek başına sanığı atılı suçlardan cezalandırmaya yetmeyeceği sonuç ve kanaatine varılmıştır.Yargılama esnasında çok sayıda kişinin tanık olarak ifadelerine başvurulmuştur. Tanık yargılamanın tarafı olmayan ve beş duyusuyla elde ettiği bilgileri mahkemenin evrelerinde anlatan kişidir. Tanığın açıklamaları bir ispat aracıdır. Bu açıklamalar sunulmuş olduğu sübut konusunda karar vermeye yetkili makam tarafından, o safha için gerekli olan ölçüde, maddi gerçeği gösterdiğine kanaat getirilirse artık 'delil' niteliğini kazanacaktır. Bir tanığın anlatımının değerlendirilmesinde davanın tarafı ile olan hısımlığı, dayanışma duygusu, bulunduğu ortam, kültür yapısı, mesleği, yaşı, akli durumu gibi doğal ve ruhsal etkenlerin, ayrıca tanığın karakteri, ahlaki, geçmiş halleri, fikir yapısı, tutku ve heyecanları, eğilimlerinin gözetilmesi gerekir. Tanık sanığa karşı duyduğu kin ve nefret ya da merhamet ve sempati ile gerçeği saptırabileceği gibi şüpheli veya sanığın veya yakınlarının kendisine karşı kötü bir davranışta bulunacağı korkusuyla gerçekleri saklama yolunu seçebilir. Özellikle küçük yerleşim birimlerinde köylerde tanıklar her an bir arada bulunduklarından birbirlerini telkin altında bırakabilirler. (Ali Parlar, Muzaffer Hatipoğlu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu Yorumu, Cilt, sf.269 vd.) Bu açıklamalar ışığında dosya kapsamında bulunan tüm tanık beyanları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bu tanıkların hiç birinin beyanının atılı suç yönünden görgüye dayalı beyan olmadığı ve dinlenilen tanıkların davanın tarafları ile aralarında bulunan hısımlık sebebiyle bir nevi dayanışma duygusu içinde taraflı olarak beyanda bulunmuş oldukları, olayın gerçekleştiği yerin küçük bir köy olduğu da gözetilerek tanıkların birbirlerini telkin altında bıraktıkları gibi davanın taraflarınca da baskı altında kalmış oldukları anlaşılmış olup, mahkememizce somut olayda maddi gerçeği gösterememeleri sebebiyle bu beyanlara delil olarak itibar edilememiştir. Tüm bu açıklamalardan sonra her ne kadar sanıklar Gülçin, Ali, Seyithan, Şevket ve İbrahim hakkında maktüller Zülfi ve Cemile Çintosun'u iştirak halinde öldürdükleri iddiası ile kamu davası açılmışsa da; bu sanıkların atılı eylemleri gerçekleştirip gerçekleşmedikleri yönünde mahkememizde ciddi anlamda şüphe uyanmış olup; Ceza Yargılamasında sanık hakkında mahkumiyet kararı verilebilmesi için sanığın üzerine atılı suçu işlediğinin sabit olması gerektiği, bu durumun ceza yargılamasının temel prensibi olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin tabii bir sonucu olduğu, bu ilkenin kabul edilmesinin sebebinin bir suçlunun cezasız kalmasının, bir suçsuzun mahkum olmasına tercih edilmesi olduğu, temel amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olan Ceza Yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkumiyet kararı verilemeyeceği anlaşılmakla sanıkların üzerlerine atılı suçlarıişlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı somut başkaca bir delilede ulaşılamadığından sanıklar hakkında mahkememizde açılan kamu davalarında CMK.nun 223/2-e maddesi gereğince ayrı ayrı beraat kararı vermek gerekmiştir.Her ne kadar sanık Cindi Ç. hakkında sanık Gülçin'in maktüle Cemile'nin boğazını sıkmasından sonra maktüller Zülfi ve Cemile'nin köy muhtarı olan sanığa giderek, durumu bildirdikleri sanığın ise görevi sebebiyle öğrendiği bu suçu yetkili makamlara bildirmediği bu nedenle atılı suçtan cezalandırılması için mahkememizde kamu davası açılmışsa da; sanık Gülçin'in maktüle Cemile'nin boğazını sıkıp sıkmadığının tüm dosya kapsamından sabit olmadığı, bu nedenle gerçekleşip gerçekleşmediği şüphe de kalan bir olay sebebiyle sanığın üzerine atılı suçu işlediğini kabul etmenin mahkememiz kararında kendi içinde çelişkiye sebebiyet vereceği kaldı ki sanığın aşamalarda alınan savunmalarında üzerine atılı suçu kabul etmediği anlaşılmış olup, sanık hakkında üzerine atılı bu suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı somut başkaca bir delile de ulaşılamaması sebebiyle CMK.nun 223/2-e maddesi gereğince beraat kararı verilmiştir.Sanık Erkan B. ise soruşturma aşamasında Jandarmayı arayarak kimliğini açıklamadan maktüller Zülfi ve Cemile'yi Resul , Sait Y. ve Mehmet U.'un öldürdüklerini beyan etmiş, yapılan soruşturma neticesinde Sait Y. 1 gün gözaltında kalmış ve sonrasında Genç Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheliler hakkında takipsizlik kararı verilmiştir. Sanık hakkında mahkememizde yürütülen iftira suçundan yapılan kamu davasında müştekiler Resul , Sait Y. ve Mehmet U.'un beyanlarının alınmamış olduğu anlaşılmış olup bu eksikliğin tamamlanılmasının beklenilmesinin yargılamayı uzatacağı, kaldı ki bu suç ile diğer sanıkların işledikleri suçlar arasında birlikte görülmelerinin ve birlikte karara bağlanmalarını gerektirir hukuki ve fiili bir bağlantının bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmış ve sanık Erkan hakkında kamu davasının CMK'nun maddesi gereğince bu dava dosyamızdan ayrılarak mahkememizin başka bir esasına kaydına karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur." Yapılan yargılama sonunda sanıkların beraat etmesi nedeniyle Mahkemece maktullerin öldürülmeleri olayının gerçek faillelerinin bulunması için Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığına 16/3/2012 tarihinde suç duyurusunda bulunulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı, Mahkemenin E.2008/192 sayılı dosyasının kesinleşmediğinden bahisle kovuşturmaya yer olmadığına (KYO) karar vermiştir. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinin 15/3/2012 tarihli ve E.2008/192, K.2012/52 sayılı kararı başvurucu vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 26/9/2013 tarihli ve E.2013/2640, K.2013/5259 sayılı ilamıyla "...elde edilen delillerin hükümlülüğe yeter nitelik ve derecede bulunmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin sübuta ve delillerin hatalı takdir edildiğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle..." gerekçesine dayanarak kararın onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, onama kararından 13/1/2014 tarihinde haberi olduğunu beyan ederek 7/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP üzerinden Derece Mahkemesinin dosyasının incelenmesinden, Mahkeme tarafından 27/11/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına E.2008/192 sayılı dosyanın kesinleştiğinden bahisle yeniden suç duyurusunda bulunulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında yürütülmekte olan herhangi bir soruşturma olup olmadığı konusunda bilgi bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi Bölümler Başraportörlüğünün 30/5/2016 tarihli ve 2014/1741 sayılı yazısı ile suç duyurusuna konu olay hakkında, suç duyurusu üzerine ya da resen Cumhuriyet Başsavcılığınca açılmış bulunan bir soruşturma varsa bu soruşturmaya ilişkin bilgi ve belgelerin onaylı suretlerinin gönderilmesi talep edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının cevabi yazısı ve eki belgelerden, suç duyurusu sonrasında olay hakkında yeni bir soruşturma dosyası açıldığı ve soruşturma kapsamında 17/12/2013 tarihli ve 2013/4630 sayılı "daimî arama kararı" verildiği anlaşılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür.(2) Beraat kararı; a) Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması,b) Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması,c) Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması,d)Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması,e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,Hallerinde verilir." Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun soruşturma usul ve esaslarına ilişkin 18/10/2011 tarihli Genelge'sinin ilgili bölümü şöyledir:“… Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,...g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1741
Başvuru, 2006 yılında bir köyde gerçekleşen silahlı saldırı sonucu iki kişinin öldürülmesiyle ilgili ceza soruşturması ve kamu davasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucular, "geceleyin konut dokunulmazlığını bozma" suçundan yargılandıkları davada, hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını, mahkeme kararının hukuka aykırı ve gerekçesiz olduğunu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, yargılamanın yenilenmesi veya maddi ve manevi zararlarının karşılanması talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 14/3/2013 tarihinde Balıkesir Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 29/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 1/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında, Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığının 24/3/2007 tarihli ve E.2007/1191 sayılı iddianamesi ile "geceleyin konut dokunulmazlığını bozma, hakaret ve tehdit" suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Balıkesir Asliye Ceza Mahkemesince 20/1/2009 tarihli ve E.2007/332, K.2009/4 sayılı karar ile başvurucuların, "geceleyin konut dokunulmazlığını bozma" suçundan 2 yıl 1 ay hapis ve "hakaret" suçundan 3 ay 26 gün hapis cezası ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına, başvurucu Özer Yılmaz’ın "tehdit" suçundan 1 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin, 6/11/2012 tarihli ve E.2011/5120, K.2012/45242 sayılı ilâmı ile başvurucular hakkında, “hakaret ve tehdit” suçlarından verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararların, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (12) numaralı fıkrası uyarınca itiraza tabi olduğu ve bu kararların temyizi mümkün olmadığı gerekçesiyle başvurucuların dilekçesi itiraz niteliğinde kabul edilerek itirazın merciince incelenmesi için dosyanın incelenmeksizin iadesine, "geceleyin konut dokunulmazlığını bozma" suçundan verilen hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama sonunda Mahkemece, 21/12/2012 tarihli ve E.2012/924, K.2012/1010 sayılı karar ile başvurucular hakkında, "hakaret ve tehdit" suçlarından açılan kamu davasının, mağdurun şikayetinden vazgeçmiş olması sebebiyle düşürülmesine hükmedilmiş, başvurucuların "geceleyin konut dokunulmazlığını bozma" suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların itirazı, Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesinin 24/1/2013 tarihli ve 2013/83 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar 21/2/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 14/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları. 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (5), (6), (8), (10) ve (12) numaralı fıkraları şöyledir:“(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.(7) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez. (8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine, b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına, c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur. … (10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. …(12) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir. …” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda sanığın edimini def’aten yerine getirmesi halinde, davanın düşmesine karar verir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi halinde; sanık hakkında, 231 inci maddedeki şartlar aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir. Geri bırakma süresince zamanaşımı işlemez. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, mahkeme tarafından, 231 inci maddenin onbirinci fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2146
Başvurucular, "geceleyin konut dokunulmazlığını bozma" suçundan yargılandıkları davada, hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını, mahkeme kararının hukuka aykırı ve gerekçesiz olduğunu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, yargılamanın yenilenmesi veya maddi ve manevi zararlarının karşılanması talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvuru "resmî evrakta sahtecilik" suçundan açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. BirinciBölüm tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin(2) numaralı fıkrası uyarınca başvurununiçtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenilmeden incelenmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun "resmî evrakta sahtecilik" suçundan hakkında yürütülen soruşturma kapsamında 8/12/1992 tarihinde ifadesi alınmıştır. Başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 30/12/1992 tarihli iddianamesi ile "resmî evrakta sahtecilik" suçundan kamu davası açılmıştır. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 28/10/1993 tarihli ve E.1993/6, K.1993/284 sayılı kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 21/9/1994 tarihli ve E.1994/6800, K1994/8143 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesinin kararı bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada İlk Derece Mahkemesi 31/5/1999 tarihli ve E.1994/399, K.1999/134 sayılı kararıylabaşvurucunun yeniden mahkûmiyetine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi26/9/2001 tarihli ve E.2001/9356,K.11303 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Mahkûmiyet kararının kesinleşmesinden sonra başvurucu, yeni delillerin varlığı gerekçesiyle 7/12/2004 tarihli dilekçeyle yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi talebi yerinde görerek 18/4/2005 tarihli kararıyla yargılamanın yenilenmesine ve infazın durdurulmasına karar vermiştir. Yeniden yargılama sonucunda İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 6/6/2005 tarihli ek kararıyla başvurucunun beraatine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi18/9/2007 tarihli ve E.2006/4204,K.2007/5530 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada İlk Derece Mahkemesi 3/11/2008 tarihli ve E.2007/322, K.2008/353 sayılı kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi26/12/2011 tarihli ve E.2011/11321K.2011/24084 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararını bozmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada İlk Derece Mahkemesi23/11/2015 tarihli ve E.2012/86, K.2015/295 sayılı kararıyla başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir. Karar temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7394
Başvuru resmî evrakta sahtecilik suçundan açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle adil yargılama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamulaştırmasız el atma davasında taşınmaz üzerinde uzun süredir tedbir uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru konusu Kayseri'nin Melikgazi ilçesine bağlı Keykubat Mahallesi'nde kâin 54 ada 1166 parsel (ifrazen Selimiye Mah. 10004 ada 5 parsel) sayılı taşınmazın hissedarıdır. Başvuru konusu taşınmazda hissesi olan diğer bir malik 14/12/2012 tarihinde Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesinde Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Melikgazi Belediye Başkanlığı (İdareler) aleyhine kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açmıştır. Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesince 11/4/2013 tarihli duruşmada davacıların hissesi üzerine davalıdır şerhi konulması için Melikgazi Tapu Sicil Müdürlüğüne müzekkere yazılması yönünde ara kararı verilmiştir. Aynı mahkeme tarafından yazılan 16/3/2022 tarihli müzekkere ile de davalıdır şerhinin kaldırılması talep edilmiştir. Tapu kaydı incelendiğinde Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/138 esas sayılı dosyasında yazılan 2/5/2013 tarihli müzekkere neticesince söz konusu taşınmazın tapu kaydına 23/5/2013 tarihinde ihtiyati tedbir şerhi işlendiği ve bu şerhin 20/12/2021 tarihinde terkin edildiği görülmüştür. İhtiyati tedbir kararı verilen Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/138 esas sayılı dosyası incelendiğinde davanın başvuru konusu taşınmazın kamulaştırma bedeli ve tespitine ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Söz konusu davada 2/5/2013 tarihli Tensip Tutanağı'nda başvuru konusu taşınmazdaki davalıların hisselerinin başkasına devir, ferağ ve temlikini önleyici nitelikte şerh konulmasına karar verilmiştir. Başvurucunun 17/12/2012 tarihinde aynı taleple Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı 2012/758 esas sayılı dava, diğer bir hissedarın Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı asıl dava ile 2/10/2013 tarihinde birleştirilmiştir. Mahkemece 3/5/2016 tarihinde davaların kısmen kabulüne karar verilerek başvurucu ve diğer hissedar lehine tazminata hükmedilmiştir. Taraflarca temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 11/2/2019 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır. Davalı Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığının talebi üzerine aynı Daire tarafından 22/10/2019 tarihinde maddi hatanın düzeltilmesine karar verilmiştir. Nihai karar -düzelterek onama kararı- 12/3/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12163
Başvuru, kamulaştırmasız el atma davasında taşınmaz üzerinde uzun süredir tedbir uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, nasıpları onaylanmamış subay adaylarının statüye geçiş işlemlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi üzerine açılan davanın Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna gönderilmesi yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde görev yaparken girdiği sınavı kazanarak subay olmak amacıyla kurs almıştır. 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendiyle 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca astsubaylıktan subaylığa, 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu'nun maddesi uyarınca uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçiş aşamasında olan ancak nasıpları onaylanmamış adayların statüye geçiş işlemleri iptal edilmiştir. Bu kapsamda başvurucunun subaylığa nasbı yapılmamıştır. Başvurucu 675 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi gereğince subaylığa nasbedilmeyeceğini öğrenmesi üzerine bu işlemin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal hakların tazmini talebiyle dava açmıştır. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) davanın incelenmeksizin reddine karar vermiştir. Kararda, nasbedilmeme durumunun doğrudan ve kanun niteliğini taşıyan bir hukuki düzenleme olan 675 sayılı KHK ile varlık kazandığı, bu konuda idareye herhangi bir değerlendirme yapma ya da başka yönde işlem kurma imkânının tanınmaması sebebiyle idari davaya konu olabilecek bir işlemin varlığından söz edilmesine imkân bulunmadığı ifade edilmiştir. Karar kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucunun gelişen süreç içerisinde farklı sebeplerle subaylık statüsünü elde edemediği anlaşılmaktadır. Nihai karar başvurucuya 23/1/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6613
Başvuru, nasıpları onaylanmamış subay adaylarının statüye geçiş işlemlerinin olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesiyle iptal edilmesi üzerine açılan davanın Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna gönderilmesi yerine incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, pasaport verilmemesinden kaynaklanan manevi zararların tazmin edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun umumi pasaportu 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) (5) numaralı maddesi kapsamında iptal edilmiştir. Başvurucu, pasaport verilmemesine ilişkin işlemin iptali ve bu işlemden kaynaklı manevi zararların tazminine karar verilmesi talebiyle İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu manevi tazminat talebi ile ilgili olarak olağanüstü hâl (OHAL) ortamında pasaportunun iptal edilmesinin ve bunun sebebinin hukuken denetlenebilir şekilde tarafına bildirilmemesinin kendisi ve ailesi üzerinde psikolojik baskı oluşturduğunu vurgulamıştır. Yargılama safahatında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) 2016/98375 sayılı soruşturma dosyası kapsamında başvurucunun T.A. Derneğine üye olduğu ve hakkında 8/1/2016 tarihinde "FETÖ/PDY şüphelisi- İstanbul" şeklinde kayıt girildiği belirtilmiştir. Bununla birlikte yargılama devam ederken Başsavcılığın 15/2/2018 tarihli yazısıyla başvurucu hakkında anılan dosya kapsamında herhangi bir soruşturmanın bulunmadığının bildirilmesi üzerine başvurucunun pasaportunun iadesine karar verilmiştir. İdare Mahkemesi başvurucunun pasaportunun iade edilmiş olması nedeniyle 31/10/2018 tarihinde işlemin iptali istemi yönünden konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına, manevi tazminat talebi yönünden de davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; manevi tazminat talebi yönünden başvurucunun pasaportunun iptaline ilişkin olarak tesis edilen işlemde hukuka aykırılık görülmemekle birlikte, olayda idarenin kusursuz sorumluluğunu gerektirecek sorumluluk hâllerinin de bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca İdare Mahkemesince, 667 sayılı KHK'da yer alan Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile iltisakı ve irtibatı bulunan kişilerin eşlerinin pasaportlarının iptal edileceğine ilişkin hüküm altı çizili şekilde vurgulanarak aktarılmıştır. Başvurucu bu karara yönelik istinaf başvurusunda, T.A. Derneğine hiçbir zaman üye olmadığını, bu durumun Başsavcılığın yazısıyla da sabit olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte İdare Mahkemesinin ilgisiz mevzuatı vurgulu bir şekilde yazarak eşini de zan altında bıraktığını, pasaportunun iptal edilmesi nedeniyle tutuklanma tedirginliği yaşadığını ve psikolojik baskı altında kaldığını ifade etmiştir. Başvurucunun istinaf talebi reddedilmiştir. Nihai hükmü 27/3/2019 tarihinde öğrenen başvurucu 26/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14878
Başvuru, pasaport verilmemesinden kaynaklanan manevi zararların tazmin edilmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, suçta kullanıldığı tespit edilemeyen cep telefonunun müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetler yönünden kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiş, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ise kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1995 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekiplerince bir ihbar üzerine yürütülen soruşturma kapsamında 27/4/2018 tarihinde yapılan çalışmada muhbire uyuşturucu teslim ettiği sırada B. gözaltına alınmıştır. Bunun üzerine arama yapılması için B.nin evine gidildiğinde B.B. ve başvurucu evdedir. Arama sırasında masanın üzerindeki cam kavanozlarda ve ağzı açık poşetler içinde çeşitli miktarlarda uyuşturucu madde ile evdeki diğer bir masa üzerinde hassas terazi, uyuşturucu madde paketlemesinde kullanılan poşetler ve 750 TL para ele geçirilmiştir. Başvurucunun üzerinde yapılan aramada altın renkli bir adet Iphone marka cep telefonu ile bu telefona takılı bir adet SIM kart ele geçirilerek zabıt altına alınmıştır. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 28/4/2018 tarihinde elkoyma işleminin onaylanması, cep telefonu ve SIM kart üzerinde inceleme izni verilmesi için İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğine (Sulh Ceza Hâkimliği) talepte bulunmuştur. Sulh Ceza Hâkimliği 28/4/2018 tarihli kararıyla talebi kabul ederek elkoyma işlemini onaylamış ve cep telefonu ile SIM kart üzerinde inceleme yapılmasına izin vermiştir. Başvurucuya ait cep telefonu üzerinde inceleme yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa sonucunun ne olduğuyla ilgili olarak bireysel başvuru dosyasında bir bilgi bulunmamaktadır. Başsavcılık 5/6/2018 tarihli iddianameyle B., B.B. ve başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapma ve sağlama suçundan cezalandırılmalarını, ayrıca uyuşturucu maddeler ile suç eşyalarının 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmesini talep etmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 13/12/2018 tarihli kararla B.nin uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan neticeten 8 yıl 4 ay hapis cezası ve 833 gün karşılığı adli para cezasıyla cezalandırılmasına, B.B. ve başvurucunun kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan neticeten (her birinin) 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiştir. Mahkeme, B.B. ve başvurucu hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Mahkeme ayrıca İstanbul Anadolu Emanet Memurluğunun 2018/8844 sırasında kayıtlı bulunan ve suçta kullanılan eşyaların 5237 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasına göre müsadere edilmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun suç işlediğine kanaat getirilirken uyuşturucu maddeyi bulunduran sanık B.nin evinde olduğuna ve uyuşturucu maddenin açık bir şekilde ortada durmasına dayanıldığı belirtilmiştir. Kararda başvurucunun fiilinin uyuşturucu ticareti suçu kapsamında değerlendirilebilmesi için yeterince delil bulunmadığı, bu sebeple kullanmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurma suçuna vücut verdiğinin değerlendirildiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte başvurucuya ait cep telefonu ve SIM kartın müsaderesine ilişkin hüküm fıkrasıyla ilgili olarak kararda herhangi bir gerekçe açıklanmamıştır. Başvurucunun bu karara karşı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yaptığı itiraz başvurusu, tarih içermeyen kararla reddedilmiştir. Nihai karar 15/1/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(1) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;...h) Diğer mal varlığı değerlerine,Elkonulabilir. ..." 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar verilir..." 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. (Ek cümle: 24/11/2016-6763/11 md.) Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması hâlinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir. (2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir. (3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir. (4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir. (5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir. (6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/5735
Başvuru, suçta kullanıldığı tespit edilemeyen cep telefonunun müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, polis amirliğinde kamu görevlileri tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen darp, tehdit ve hakaret olayına ilişkin soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Başvurucu, yanında bulunan kardeşi U.S. ile 11/4/2016 tarihinde kendi idaresindeki araçla Ankara Ostim Mahallesi'nde seyahat ettiği sırada yanına yaklaşan motosikletli iki polis tarafından durdurulmuştur. Polis memurları başvurucudan şüphelenmiş, bu nedenle araçta arama ve kimlik kontrolü yapmak istemişlerdir. Başvurucu ile polis memuru arasında bu sırada tartışma çıkmış, başvurucunun beyanına göre tartışma sırasında darp ve hakarete uğramış, ayrıca cep telefonu zarar görmüştür. Yaşanan olay sonrasında başvurucu ve kardeşi polis memurları tarafından Motorize Ekipler Amirliğine götürülmüşlerdir. Başvurucunun kardeşi U.S. hakkında idari işlem yapıldıktan sonra başvurucu, hakkında adli muayene raporu alınmak üzere Ulus Devlet Hastanesine, daha sonra Solmaz Kılıçtepe Polis Merkezi Amirliğine götürülmüştür. Başvurucu 12/4/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) müracaat ederek olayla ilgili şikâyetçi olmuştur.B. Başvurucunun Şikâyetine İlişkin Soruşturma Başvurucu, Savcılığa sunduğu şikâyet dilekçesinde 11/4/2016 tarihinde aracından indikten sonra polis memuru tarafından darp ve hakaret edildiğini, yüzüne biber gazı sıkıldığını, yere yatırılarak kelepçelendiğini, cep telefonunun kırıldığını, daha sonra polisler tarafından kardeşiyle birlikte araçlarına kelepçeli şekilde bindirildiklerini, aracı kendisini darbeden nin sürdüğünü ve Motorize Ekipler Amirliğine götürüldüklerini belirtmiştir. Başvurucu dilekçesinin devamında getirildiği Polis Amirliğinde sürekli hakarete uğradığını, yere yatırıldığını, yüzüne su döküldüğünü, yerde sürüklenip darbedildiğini, tehdit edildiğini, daha sonra tiyatro salonu gibi bir yere götürülerek burada kendisiyle alay edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu üç saat boyunca Polis Amirliğinde tutulduğunu ileri sürmüştür. Başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan soruşturmada başvurucu hakkında sağlık raporu aldırılmıştır. Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğü (ATK) tarafından muayene sonrasında hazırlanan 12/4/2016 tarihli raporda şu bulgulara yer verilmiştir:"...Fizik muayenede: sol zigomatik bölgede 2x1 cmlik alanda ödem ve 0,5 cmlik lineer hiperimi, kafa üst solda hassasiyet, sol bilek bölgesinde hiperemi, sol el bileği iç yüzde 3x3 cmlik alanda ekimoz ve ödem, sağ el bileğinde kelepçeyle husulü mümkün lineer hiperemik alanlar, sol el sırtında 1 cmlik yüzeyel sıyrık, boyun bölgesinde ağrı, sağ diz kapağında 2x2 cmlik sol diz bölgesinde 1x1 cmlik hiperemik sıyrık alanları tespit edilmiş olup..." Soruşturma kapsamında Savcılıkça başvurucu dışında polis memuru ve ekip arkadaşı E. şüpheli sıfatıyla, başvurucunun kardeşi U.S. ve olayı gören K.Ö. ise tanık sıfatıyla dinlenilmiştir. Şüpheli sıfatıyla dinlenen polisler suçlamaları kabul etmemiştir. ATK tarafından hazırlanan 25/4/2016 tarihli kesin raporda başvurucuda meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu değerlendirilmiştir. Yapılan soruşturma sonunda 1/11/2016 tarihinde hazırlanan iddianameyle nin kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarından cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede olay şu şekilde aktarılmıştır:"Müşteki Mustafa SUNAR'ın, suç tarihinde sevk ve idaresinde bulunan 06 ... plakalı aracıyla, Ostim 1246 Sok. Uzayçağı Caddesi çıkışında seyir halindeyken Ankara Emniyet Müdürlüğü, Yunus Motorize Ekibinde görevli polis memurları tarafından durdurulduğu, müşteki ve yanında bulunan kardeşi [U.S.nin] araçtan inmelerinin istendiği, bu sırada müşteki ve polis memurları arasında tartışma yaşandığı, şüpheli polis memuru [nin] müştekiyi darp ettiği ve elinde bulunan cep telefonunu alarak yere atmak suretiyle zarar verdiği..." Savcılık ayrıca başvurucunun Motorize Ekipler Amirliğine getirilmeden önce hakarete uğradığı, getirildikten sonra tehdit edildiği iddiaları hakkında 31/10/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Başvurucu 25/11/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiş, Motorize Ekipler Amirliğine götürülmelerine ilişkin sürecin dikkate alınmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu, itirazın sonucuna ilişkin bir beyanda bulunmadığı gibi UYAP aracılığıyla yapılan sorgulamada da buna ilişkin bir karar görülmemiştir. hakkında hazırlanan 1/11/2016 tarihli iddianame Ankara Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiş ve yargılama başlamıştır. 9/2/2017 tarihli ilk duruşmada tarafları dinleyen Mahkeme, başvurucunun tanıklarca desteklenen anlatımına göre eylemin işkence suçunu oluşturacağı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Sanık olarak yargılanan görevsizlik kararına itiraz etmiş, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi itirazı yerinde görerek görevsizlik kararını kaldırmıştır. Söz konusu kararda; Mahkemenin iddianamede yer alan fiil ve faille bağlı olduğu ancak bu konuda yargılama yapılabileceği, görevsizlik kararına dayanak oluşturan eylemlerin iddianamede gösterilmediği belirtilmiştir. İtirazın kabulü üzerine Ankara Asliye Ceza Mahkemesinde 12/7/2017 tarihinde yeniden duruşma başlamıştır. Bu duruşmaya başvurucu ve avukatı da katılmıştır. Başvurucu; görevsizlik kararının yerinde olduğunu, iddianamede yer almayan eylemler nedeniyle ek iddianame düzenlenmesi için Savcılığa bildirimde bulunulmasını istemiştir. Başvurucunun talebi aynı duruşmada reddedilmiştir. Başvurucu duruşma sonrasında yazılı olarak aynı talebini yinelemiş fakat yargılama yapan Mahkeme 29/11/2017 tarihli duruşmada bir kez daha talebi reddetmiş ve aynı duruşmada hükmünü açıklamıştır. Buna göre kasten yaralama ve mala zarar verme suçlarından adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Verilen karar kesindir. Başvurucu 28/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/40338
Başvuru, polis amirliğinde kamu görevlileri tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen darp, tehdit ve hakaret olayına ilişkin soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tapu iptali ve tescil davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/3/2023 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 11/5/2023 tarihinde yapılan toplantıda niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 14/12/2016 tarihinde Van Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Gevaş Belediye Başkanlığı ve Gevaş Mal Müdürlüğü aleyhine Gevaş Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada; kadastro çalışmaları sırasında tespit harici yol olarak bırakılan taşınmazın eski tapu kaydına göre adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Yargılama sırasında B. asli müdahale dilekçesi vererek taşınmazın adına tescilini istemiştir. Mahkeme 12/12/2017 tarihinde başvurucunun açtığı davanın kabulüne, tapu kaydının iptali ile taşınmazın davacı adına tapuya kayıt ve tesciline, asli müdahilin açtığı davanın reddine karar vermiştir. Davalıların istinaf talebi üzerine Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince karar kaldırılarak dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Yargılamaya yeniden başlayan Gevaş Asliye Hukuk Mahkemesi 1/11/2022 tarihinde davanın kabulüne, tapu kaydının iptali ile taşınmazın davacı adına tapuya kayıt ve tesciline, asli müdahilin açtığı davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Kararın tebliğ işlemleri devam etmektedir. Başvurucu 14/3/2023 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. A. Ulusal Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "(1) Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir." 6384 sayılı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bu Kanun;a) Ceza hukuku kapsamındaki soruşturma ve kovuşturmalar ile özel hukuk ve idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,b) Mahkeme kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği, iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar. (2) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda Ülkemiz aleyhine verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle, (…) diğer ihlal alanları bakımından da Cumhurbaşkanı kararıyla bu Kanun hükümleri uygulanabilir. (3) İdari nitelikteki soruşturmalardan kaynaklanan başvurular hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz." 6384 sayılı Kanun'un "Anayasa Mahkemesinde bulunan bazı bireysel başvurular hakkında Komisyona müracaat" kenar başlıklı geçici maddesi şöyledir: GEÇİCİ MADDE 2- (Ek:25/7/2018-7145/20 md., Ek:28/3/2023-7445/40 md.) "(l) Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri kapsamında olup, münhasıran 9/3/2023 tarihi itibarıyla Anayasa Mahkemesinde derdest olan bireysel başvurular, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Komisyon tarafından incelenir.(2) Komisyona müracaat, müracaat edenin kimlik bilgileri ile Anayasa Mahkemesine başvuru tarihi ve numarasını içeren imzalı bir dilekçeyle yapılır. Dilekçeye, Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruya ilişkin form, kabul edilemezlik kararı ve bu kararın tebliğine dair belge ile ihlal iddiasına ilişkin diğer bilgi ve belgeler eklenir.  (3) Müracaat evrakındaki eksikliğin giderilmesi için müracaat edene otuz günü geçmemek üzere süre verilir. Bu süre içinde, geçerli bir mazeret olmaksızın eksikliğin tamamlanmaması hâlinde müracaat reddedilir.  (4) Bu madde uyarınca Komisyona gelen müracaatlar bakımından 7 nci maddenin birinci fıkrasındaki dokuz aylık süre, on altı ay olarak uygulanır."B. Uluslararası Hukuk İlgili Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. ..." Sözleşme'nin "Etkili başvuru hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir." Sözleşme'nin "Kayıttan düşürme" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Yargılamanın her aşamasında, Mahkeme aşağıdaki koşulların oluştuğu kanısına varırsa bir başvurunun kayıttan düşürülmesine karar verebilir:a) başvuru sahibi davasını takip etme niyetinde değilse, veyab) ihtilaf çözümlenmişse, veyac) Mahkeme’nin saptadığı herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmezse.Ancak, bu Sözleşme ve protokolleri ile güvence altına alınan insan haklarına saygının gerekli kıldığı hallerde, Mahkeme başvuruyu incelemeye devam eder. Mahkeme, koşulların bunu haklı kıldığı kanısına varırsa, bir başvurunun yeniden kayda alınmasını kararlaştırabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarıa. Türkiye Aleyhine Yapılan Başvurular Üzerine Verilen Kararlar Yargılamaların uzun sürdüğü ve makul sürede sonuçlanmadığı gerekçesiyle Sözleşme'nin ve maddelerinin ihlali iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) çok sayıda başvuru yapılmıştır. AİHM; ceza ve hukuk davaları ile idari davalarda yargılamaların uzun sürdüğünü ve makul sürede sonuçlanmadığını belirterek Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM ayrıca Türk hukukunun başvurucuların yargılamanın uzunluğuna itiraz edebileceği bir hukuk yolu sunmadığı sonucuna varmış ve Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Bahçeyaka/Türkiye, B. No: 74463/01, 13/7/2006; Tamar/Türkiye, B. No: 15614/02, 18/7/2006; Daneshpayeh/Türkiye, B. No: 21086/04, 16/7/2009; Sebahattin Evcimen/Türkiye, B. No: 31792/06, 23/2/2010). AİHM, çok sayıda verdiği ihlal kararlarından sonra Ümmühan Kaplan/Türkiye (B. No: 24240/07, 20/3/2012) kararında ise makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına yönelik etkili bir başvuru yolu olmamasının Sözleşme'nin maddesini ihlal ettiğini belirtmiş ve yapısal bir sorun olduğunu ifade ederek pilot karar usulünü uygulamıştır. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasına ilişkin ihlallerin Türkiye’de uzun yıllardır devam ettiğini, iç hukuk düzeninde yapısal ve sistematik bir problem oluşturduğunu, bu durumun Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası ile maddesine aykırılık teşkil ettiğini değerlendirmiştir. AİHM tüm bu hususları gözönüne alarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası ve maddesi anlamında, kararın kesinleştiği tarihten başlamak üzere en geç bir yıl içinde, Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun yürürlüğe girdiği tarihten önce AİHM'e yapılan derdest başvurularla ilgili olarak iç hukuk düzeninde uygun ve yeterli bir düzeltme sağlamaya imkân verecek etkili bir hukuk yolu düzenlenmesi gerektiği sonucuna varmıştır. AİHM Müdür Turgut ve diğerleri/Türkiye (B. No: 4860/09, 26/3/2013) kararında, 6384 sayılı Kanun ile kurulan iç hukuk yolunun Ümmühan Kaplan/Türkiye kararında belirttiği ilkelere uygun olup olmadığını incelemiştir. AİHM yaptığı değerlendirmede, 6384 sayılı Kanun ile oluşturulan iç hukuk yolunun makul süre şikâyetleri ile ilgili tekrar eden başvuruların incelenmesi amacıyla uygulanan pilot karar usulünün doğrudan ve somut bir sonucu olduğunu ifade etmiştir. AİHM, bu konudaki içtihadından çıkan ilkelere ve pilot kararda Sözleşme’nin maddesi bağlamında varılan sonuçlara uygun olarak Türkiye’nin bir iç hukuk yolu oluşturduğunu belirtmiştir. Türkiye’nin böylece Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin tavsiyelerine uygun olarak ve ilgili kişilerin Sözleşme'de yer alan hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlayarak bir taraftan Sözleşme’nin maddesinin emrettiği şekilde daha hızlı tatmin yolu sağladığı gibi, diğer taraftan da benzer önemli sayıda başvuruyu incelemek zorunda kalacak olan AİHM’in iş yükünün azalmasına katkı sağladığını, böylece bu çeşit sorunları ulusal düzeyde çözerek Sözleşme sisteminde kendisine düşen görevi yerine getirdiğini not etmiştir. AİHM, 6384 sayılı Kanun ile kurulan Komisyonun başvuruculara Sözleşme’nin maddesi anlamında Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasına dayanarak ileri sürdükleri yargılama süresinin uzunluğu ile ilgili şikâyetlerini sunabilecekleri ve tüketmeleri gereken bir başvuru yolu oluşturduğunu belirtmiştir.b. Burmych ve Diğerleri/Ukrayna Kararı Bir pilot kararın gereğinin yerine getirilmemesi üzerine AİHM, Burmych ve diğerleri/Ukrayna ([BD] B. No: 46852/13, 12/10/2017) kararında yeni bir çözüm yöntemi benimsemiştir. Bu karara konu olayda başvurucular, lehlerine verilen mahkeme kararlarının gereğinin yerine getirilmediğini belirterek Sözleşme'nin maddesi, Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesi ve Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. AİHM daha önce Ukrayna'da mahkeme kararlarının uzun süreler boyunca uygulanmaması ve bu konuda çok sayıda başvuru yapılması üzerine Yuriy Nikolayevich Ivanov/Ukrayna (B. No: 40450/04, 15/10/2009) kararında bu konuda yapısal bir sorun olduğunu tespit ederek pilot karar usulünü uygulamıştır. Bu kararda, 2004 yılından beri Ukrayna ile ilgili 300'den fazla başvurunun incelendiğine ve hâlen de Ukrayna aleyhine bu konuda yapılan yaklaşık 400 daha başvuru bulunduğuna dikkati çekmiştir. Anılan pilot kararda AİHM, mahkeme kararlarının uzun süre uygulanmadığı ve bu konudaki yapısal soruna ilişkin olarak etkili bir başvuru yolunun olmadığı tespitini yaparak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası ile Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesi yanında Sözleşme'nin maddesinin de ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM devletin mahkeme kararlarının uygulanmaması hâlinde yeterli tazmin sağlayabilecek bir yol oluşturması gerektiğini belirtmiş ve bu tedbirlerin alınmasına kadar diğer başvuruların bir yıl süreyle ertelenmesine karar vermiştir (Yuriy Nikolayevich Ivanov/Ukrayna, §§ 78-101). Pilot karardan sonra Ukrayna devleti hukuki bir düzenleme yapmasına rağmen bu yol etkisiz olduğu için 2013 yılı sonundan itibaren İvanov kararına benzer davaların sayısı hızla artmaya devam etmiştir. 2/9/2014 tarihinde AİHM, artan başvuru sayısı nedeniyle Ivanov benzeri davaların görülmesini bir yıl daha ertelemiştir. AİHM'e 1999 yılından beri toplamda İvanov kararına benzer yaklaşık 000 başvuru yapılmış, 2016 yılı başından itibaren başvuru sayısı artmış, ayda yapılan başvuru sayısı 200' e ulaşmıştır (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, §§ 37-44). Burmych ve diğerleri/Ukrayna kararında AİHM pilot kararındaki tespitleri yinelemiştir. Bu çerçevede pilot karardan bu yana Ukrayna Hükûmetinin Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin rehberliğine rağmen 1999’dan beri toplamda 000 kadar başvuruya konu olmuş sistematik sorunları gidermek için iç hukukta etkili hukuki çareler öngöremediği açıklanmıştır. AİHM'e göre Ukrayna’nın bu konudaki süregiden başarısızlığı, kesinleşen mahkeme kararlarının icra edilmemesi şeklindeki sistematik sorunu çözümsüz bırakmış ve sürekli artan sayıda başvuruların önünü açmıştır. Kararda bu durumun -sadece Ivanov benzeri davaların değil ciddi insan hakları ihlali iddialarını içeren pek çok başvurunun beklediği düşünülürse- AİHM'in Sözleşme'nin maddesi ile belirlenen görevini gereği gibi yerine getirmesini oldukça zorlaştırdığı ifade edilmiştir (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, §§ 144-146). Artan başvurular karşısında AİHM, sadece ihlal olduğu tespitiyle zararların tazminine karar verdiği yineleyen ihlal kararlarının soruna bir çözüm teşkil etmediğini -Ivanov kararından beri sayıları katlanarak artan aynı yönde başvurular gözetildiğinde- açıklamıştır. Nitekim Komitenin de AİHM'in aynı yönde vereceği kararların bir çözüm olmadığını, sorunun kökenine yönelik bir yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini ifade ettiği belirtilmiştir (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, § 147). AİHM açıkça başarılı olamayan bir pilot karardan sonra başvuruya konu nitelikteki olaylar bakımından yeni bir yaklaşım benimsemesi gerektiğini belirtmiştir. AİHM'e göre şu ana kadar bu hususta yaptığı şey, tazminat vermekten öteye geçmemiş ve sorun ortadan kaldırılamamıştır. AİHM İvanov benzeri davaların Sözleşme'ye ve AİHM'in etkinliğine zarar verdiğini ve soruna bir çözüm sunmadığını ifade etmiştir (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, §§ 167-170). AİHM'e göre bütün bu hususlar, aynı sistematik ihlalden kaynaklı müteakip davalara yönelik yaklaşım şeklini değiştirmeyi gerektirmektedir. AİHM yapılması gerekenin başvurulara tek tek cevap verilmesi değil sorunun kökenindeki nedenlere yönelik kati bir yaklaşımın benimsenerek kararların icrasına ilişkin sorunlara bir çözüm bulunması olduğunu açıklamıştır. Bu yaklaşımın aynı zamanda AİHM'in, Komitenin ve davalı ülkenin Sözleşme sistemindeki rollerine de uygun düştüğünü ifade eden AİHM'e göre son 16 yıldır yaptığı gibi Ivanov benzeri davalarda devamlı aynı kararı vermesi ne bir işe yarayacak ne de adaletin gerçekleşmesine hizmet edecektir. Tam aksine böyle bir tavır, Sözleşme kapsamında insan haklarının korunması gereğine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Bu gerekçelerle AİHM, Ivanov benzeri davaların görülmeye devam edilmesinin meşru olup olmadığını, meşru bir gerekçe bulunamazsa Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca davayı kayıttan düşürüp düşürmeyeceğini değerlendirmelidir (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, §§ 172-175). Kararda; bu bağlamda pilot karar usulünün amacına uygun şekilde bir devletin sistematik ihlalleri giderici önlemleri almasını sağlayamıyorsa aynı içerikteki tüm davalar için ayrı ayrı tazminata hükmedilmesinin faydasız olduğu gibi AİHM'in Sözleşme’nin etkili olarak uygulanmasın yönündeki esas görevine de uygun olmadığı belirtilmiştir (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, § 177). AİHM'e göre bu noktada asıl sorumluluk taraf devletlere ait olup kararların uygulandığını izleme konusundaki görev ise Komiteye düşmektedir. Komite ve taraf devletten hem sorunun kökten çözümüne yönelik genel tedbirlerin alınması, hem de bireylerin hukuken tatmin edilmesi için uygun çarelerin öngörülmesi noktasında gerekeni yapması beklenir (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, §§ 184-195). AİHM, yapısal sorunları ve bunların Sözleşme'yi ihlal ettiğini tespit edip Sözleşme'nin maddesi çerçevesinde alınması gereken genel tedbirler konusunda yol göstererek pilot kararın nasıl icra edileceği hususunda üzerine düşeni yaptığını, rolünün ikincil olması ilkesi karşısında taraf devletçe ihlal kararlarının gereğinin yerine getirilmesi gerektiğini vurgulamıştır (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, §§ 197, 198). Tüm bu gerekçelerle AİHM, Sözleşme'nin ve maddeleri çerçevesinde önündeki bu davalarla o ana değin yaptığı şekilde ilgilenmesinde herhangi bir yarar görmediğini açıklamıştır. AİHM'e göre Ivanov benzeri davalara bakılmaya devam edilmesinde Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi çerçevesinde meşru bir yan kalmamış olup anılan hükme dayanılarak başvuruların kayıttan düşürülmesine karar verilmesi gerekir (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, §§ 199, 200). AİHM ayrıca Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki “insan haklarına saygının gerekli kıldığı hallerin” de bu davalar bakımından bir istisna teşkil etmediğini vurgulamıştır. Sonuç olarak AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasındaki yetkisine halel gelmemek kaydıyla maddenin (1) numaralı fıkrasının (c) bendine dayanarak başvuruların kayıttan düşürülmesine karar vermiştir (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, §§ 199-208). Bu çerçevede AİHM'e göre bu konuda bekleyen başvurular da işbu davaya dâhil edilmeli, karara ekli listelerdeki tüm başvurular AİHM'in dava listesinden çıkarılmalıdır. AİHM, gelecekte yapılacak başvuruları da -kabul edilemez bulunanlar hariç- doğrudan listeden çıkararak Komiteye yönlendirebileceğini belirtmiştir. Ancak müteakip Ivanov davalarının listeden çıkarılmasının koşullar gerektirirse Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bu davaların tekrar listeye alınmasına engel olmadığını ifade etmiştir. Bu sebeple AİHM, bu kararın verilmesinden itibaren iki yıllık bir süreçte durumu tekrar değerlendireceğini ifade etmiştir (Burmych ve diğerleri/Ukrayna, § 223).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2023/18536
Başvuru, tapu iptali ve tescil davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir Başvuru 11/3/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tunceli'nin Ovacık ilçesi Cevizlidere köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiş; 3/8/2004 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 19/4/2011 tarihli kararıyla başvurucuya 571,95 TL ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, Komisyon kararının iptali istemiyle dava açmıştır. Elazığ İdare Mahkemesi (Mahkeme) 26/9/2012 tarihli kararıyla özetle davalı idarenin sunulan bilgi ve belgeleri dikkate alarak yeniden karar vermesi gerektiği gerekçesiyle işlemi iptal etmiştir. Bununla birlikte Mahkeme, davacının uğradığını iddia ettiği hayvan ve ot, saman, odun gibi sair zararlarına ilişkin iddialarına bakıldığında davacıya ait menkul malların bulunup bulunmadığı, köyü terk ederken bunları beraberinde götürüp götürmediği, satıp satmadığı, özetle menkul zararının oluşup oluşmadığı hususlarında ispat yükünün davacıya ait olduğu ve davacı zararını ispat edemediğinden bu yöndeki iddialarının soyut ve afaki olduğu da belirtilmiştir. Mahkeme, 5233 sayılı Kanun'da manevi zararların karşılanacağına yönelik hüküm bulunmadığını da gerekçesinde belirtmiştir. Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiş ise de Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından 19/12/2013 tarihinde onanmış ve karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 12/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai kararın 19/2/2015 tarihinde tebliğinin ardından başvurucu 11/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İptal kararı üzerine anılan Komisyon tarafından yeniden yapılan inceleme ve değerlendirme sonucu başvurucuya miras hissesi dikkate alınarak ev ve ağaçları için toplam 760,99 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucu bu tutarı da kabul etmeyerek Komisyon kararının iptali istemiyle yeniden dava açmıştır. Elazığ İdare Mahkemesi 12/11/2014 tarihli kararıyla özetle mülkiyet durumunun netleştirilmesi, tüm eksikliklerin giderilerek davacının mal varlığıyla ilgili olarak çelişki içermeyen, detaylı araştırma yapılması ve sonucuna göre işlem tesis edilmesi gerektiği gerekçesiyle işlemi yeniden iptal etmiştir. Karar temyiz edilmiş olup Danıştay tarafından temyiz incelemesinin henüz sonuçlandırılmadığı anlaşılmaktadır. 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:  “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararı şöyledir:"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır....Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangibir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak “Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine yer verilmiştir.Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/4584
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir I
0
Başvuru; kısa vadeli sigorta kolları priminin yanlış tarife üzerinden hesaplanarak tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, hatalı olarak fazladan tahsil edilen primlerin iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hava taşımacılığı işiyle iştigal eden bir anonim şirkettir. A. Olayın Arka Planı 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun mülga ve devamı maddeleri uyarınca işverenler, iş kazaları ile meslek hastalıklarının gerektirdiği her türlü yardım ve ödemelerle her çeşit yönetim giderlerini karşılamak üzere prim ödemekle yükümlü kılınmıştır. 506 sayılı Kanun'un mülga maddesinde; iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortası priminin, yapılan işin iş kazası ve meslek hastalığı bakımından gösterdiği tehlikenin ağırlığına göre tespit edileceği belirtilmiş; iş kollarının, tehlikenin ağırlığına göre sınıflara, bu sınıflar da özel iş şartlarına ve tehlikeyi önlemek için alınmış olan tedbirlere göre derecelere ayrılacağı hükme bağlanmış; hangi iş kollarının hangi tehlike sınıfına girdiğinin, tehlike sınıf ve derecelerine ait prim oranlarının ve tehlike derecelerinin belli edilmesinde uygulanacak esasların, ilgili bakanlıkların düşünceleri sorulduktan sonra Çalışma Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konacak bir tarife ile tespit olunacağı düzenlenmiştir. Bakanlar Kurulunun 18/3/1981 tarihli ve 8/2569 sayılı kararıyla kabul edilen ve 31/3/1981 tarihli ve 17296 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan İş Kazaları ile Meslek Hastalıkları Sigortaları Primi Tarifesi'nde (Eski Tarife) "Hava Nakliyat" işleri için "Hava alanları bakımı ve uçuşa hazırlık işleri, hava alanlarında yer hizmetleri ve bakım işleri" kodu ile "Uçaklarda yapılan bütün işler (Havacılık kulüpleri dahil)" kodu belirlenmiştir. Başvurucunun işyerinin tehlike sınıf ve derecesi, 1/10/2005 tarihli işyeri bildirgesine istinaden "Uçaklarda yapılan bütün işler (Havacılık kulüpleri dahil)" olarak tescil edilmiştir. Maddelerinin büyük çoğunluğu 1/10/2008 tarihinde yürürlüğe giren 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun ve devamı maddelerinde de işverenlere yönelik benzer prim ödeme yükümlülüğü getirilmiştir. 5510 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâlinde işverene, yapılan işin iş kazası ve meslek hastalığı bakımından gösterdiği tehlikenin ağırlığına göre %1 ile %6,5 oranları arasında olmak üzere maddeye göre belirlenen oranlarda kısa vadeli sigorta kolları primi ödeme mecburiyeti yüklenmiştir. Anılan Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga maddesinin birinci fıkrasında ise kısa vadeli sigorta kolları priminin yapılan işin iş kazası ve meslek hastalığı bakımından gösterdiği tehlikenin ağırlığına göre tespit edileceği, iş kollarının tehlikenin ağırlığına göre sınıflara, bu sınıflar da özel iş şartlarına ve tehlikeyi önlemek için alınmış olan tedbirlere göre derecelere ayrılacağı, hangi iş kollarının hangi tehlike sınıfına girdiğinin, tehlike sınıf ve derecesine ait prim oranlarının ve tehlike derecelerinin belirlenmesinde uygulanacak esasların ilgili bakanlıkların görüşleri de alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulacak bir tarife ile tespit edileceği belirtilmiştir. Bakanlar Kurulunun 22/9/2008 tarihli ve 2008/14173 sayılı kararıyla kabul edilen ve 29/9/2008 tarihli ve 27012 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kısa Vadeli Sigorta Kolları Prim Tarifesi'nde (Yeni Tarife) "Havayolu ile yolcu taşımacılığı" işi "Uçaklarda yapılan bütün işler (Havacılık kulüpleri dahil)" işinden ayrı olarak kodlanmış, birincisi için %2 prim oranı belirlenmişken ikincisinin prim oranı ise %6,5 olarak tespit edilmiştir. 5510 sayılı Kanun'un ve bu Kanun'un mülga maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak çıkarılan Yeni Tarife'nin yürürlüğe girmesinden sonra da başvurucunun işyerinin tehlike sınıf ve derecesine ilişkin olarak daha önce belirlenen "Uçaklarda yapılan bütün işler (Havacılık kulüpleri dahil)" iş kolunda herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir. Buna bağlı olarak başvurucunun ödemesi gereken kısa vadeli sigorta kolları primi de bu iş koluna ilişkin tarife üzerinden -%6,5 olarak- tahsil edilmeye devam edilmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından 21/4/2010 tarihinde ilgili birimlere gönderilen "İşkolu Kodu Uyumsuzluklarını Düzeltme Rehberi" başlıklı yazıda, yeni prim tarifesine göre iş kolu değişen işverenlerin tescil kaydı dönüşüm işlemlerinin bilgisayar sistemi tarafından hatalı yapıldığı, hatalı tescil kayıtlarının 17/5/2010 tarihine kadar düzeltilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu tarafından 4/9/2012 tarihinde SGK İstanbul İl Müdürlüğüne müracaat edilerek işyeri tehlike sınıf ve derecesine ilişkin tescil kaydının "havayolu ile yolcu taşımacılığı" şeklinde düzeltilmesi talebinde bulunulmuştur. Başvurucunun talebi kabul edilmiş ve ödemesi gereken kısa vadeli sigorta kolları priminin oranı 1/1/2013 tarihinden itibaren %2 olarak belirlenmiştir.B. Fazladan Ödenen Primlerin İadesi İstemine İlişkin Süreç Başvurucu 4/10/2012 tarihinde idareye yaptığı başvuruyla 1/10/2008 tarihinden beri fazladan ödediği primlerin iadesini talep etmiştir. Başvurucunun talebi İş Kolu Kodu Komisyonunca 12/3/2014 tarihli kararla reddedilmiştir. Başvurucu anılan işlemin iptali ile fazladan ödenen primlerin iadesine karar verilmesi istemiyle 25/3/2014 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesinde (İş Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde 1/10/2008 tarihinden sonraki dönüşüm işleminin hatalı olarak yapıldığı ve idarenin hatasından dolayı başvurucunun fazla prim ödemek zorunda kaldığı belirtilmiş, bu nedenle İş Kolu Kodu Komisyonunun kararının hukuka aykırı olduğu savunulmuştur. Dava dilekçesinde, idarenin dönüşüm işleminden sonra tespit ettiği yeni iş kolu kodunu tebliğ etmesi kanuni bir zorunluluk olduğu hâlde bu yükümlülüğünü ifa etmediği ifade edilmiştir. Hatanın bütünüyle idarenin kusurundan kaynaklandığının ileri sürüldüğü dava dilekçesinde, idarenin kendi hatasının külfetini başvurucuya yüklemesinin hukuka uygun olmadığı ileri sürülmüştür. Davalı SGK tarafından İş Mahkemesine sunulan cevap dilekçesinde; idarenin kendiliğinden iş kolu kodu değişikliği yapmasının mümkün olmadığı, bunun başvurucu tarafından talep edilmesi gerektiği iddia edilmiştir. Cevap dilekçesinde, başvurucunun 4/9/2012 tarihli değişiklik talebi üzerine iş kolu kodunun düzeltildiği belirtilmiş; kanun gereği bu değişikliğin 1/1/2013 tarihinden itibaren yürürlüğe girdiği ifade edilmiştir. Cevap dilekçesinde ayrıca tebligat zorunluluğunun ancak yeni tescil edilen işyerleri için söz konusu olduğu ileri sürülmüş, geçmişe yönelik primlerin iadesinin kanunen mümkün bulunmadığı değerlendirilmiştir. İş Mahkemesince bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişi heyeti tarafından düzenlenen 9/2/2016 havale tarihli bilirkişi raporunda, başvurucunun iade talebinde bulunmasının mümkün olmadığı görüşü açıklanmakla birlikte mahkemenin aksi kanaate varması ihtimaline istinaden başvurucudan fazladan tahsil edilen tutarın 477,41 TL olarak hesaplandığı belirtilmiştir. İş Mahkemesi 2/5/2016 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. 22/9/2008 tarihli Bakanlar Kurulu kararının geçici maddesinin (2) numaralı fıkrasında, 506 sayılı Kanun'a göre tescil edilen işyerlerinin mevcut iş kolu kodlarının işverenlerin elektronik ortamda veya kâğıt ortamında yapacakları beyana istinaden SGK tarafından gerek görülen hâller hariç olmak üzere ayrıca tebligat yapılmaksızın bu tarifedeki uygun iş kolu kodlarına dönüştürüleceği hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla iş kolu kodları konusunda işverenlerin elektronik ortamda veya kâğıt ortamında beyanda bulunmaları zorunluluğu getirilmiştir. Başvurucunun beyanda bulunduğuna ilişkin bir belge dosyada mevcut değildir. Anılan fıkranın sonunda davalı kurum tarafından iş kolu kodları konusunda herhangi bir tebligat yapılmayacağı düzenlenmiştir. ii. Öte yandan başvurucu, prim oranı %2 olarak belirlenen tarifenin uygulanması için 4/9/2012 tarihine kadar herhangi bir başvuru yapmamıştır. Bakanlar Kurulu kararına göre SGK'nın tebligat yapma yükümlülüğünün bulunmadığı ve başvurucunun Yeni Tarife'ye göre beyanda bulunma yükümlülüğünü yerine getirmediği gözetildiğinde fazla prim ödenmesinde idarenin bir kusurunun bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucunun fazladan ödediği primlerin iadesi mümkün değildir. Temyiz istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/3/2019 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiş ve İş Mahkemesi kararı onanmıştır. Karara muhalif karar Daire Başkanı, SGK tarafından fazladan tahsil edilen primlerin yersiz olduğunu ve iadesi gerektiğini belirtmiştir. Nihai karar 11/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 506 sayılı Kanun'un mülga maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "İş kazalariyle meslek hastalıkları, hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının gerektirdiği her türlü yardım ve ödemelerle her çeşit yönetim giderlerini karşılamak üzere, Kurumca bu kanun hükümlerine göre prim alınır." 506 sayılı Kanun'un mülga maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "A) Tarifesine göre tespit edilecek iş kazaları ile meslek hastalıkları sigortası priminin tamamı işverenler tarafından verilir. Bu primin nispeti % 1,5'ten az, % 7'den fazla olamaz." 506 sayılı Kanun'un mülga maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "İş kazalariyle meslek hastalıkları sigortası primi, yapılan işin iş kazası ve meslek hastalığı bakımından gösterdiği tehlikenin ağırlığına göre tesbit edilir.İş kolları, tehlikenin ağırlığına göre sınıflara, bu sınıflar da özel iş şartlarına ve tehlikeyi önlemek için alınmış olan tedbirlere göre derecelere ayrılır.Hangi iş kollarının hangi tehlike sınıfına girdiği, tehlike sınıf ve derecelerine ait prim oranlarının ve tehlike derecelerinin belli edilmesinde uygulanacak esaslar, ilgili bakanlıkların düşünceleri sorulduktan sonra Çalışma Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu karariyle yürürlüğe konacak bir tarife ile tesbit olunur." 506 sayılı Kanun'un mülga maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Yapılan işin 74 üncü maddede belirtilen tarifeye göre hangi tehlike sınıf ve derecesine girdiği ve ödenecek iş kazalariyle meslek hastalıkları sigortası primi oranı Kurumca belli edilerek işverene yazı ile bildirilir.İş kazalarını ve meslek hastalıklarını önliyecek tedbirler hakkındaki mevzuat hükümlerine uygun bulunmadığı tesbit edilen işler, Kurumca daha yüksek primli derecelere konulabilir.Kurum, tesbit edilmiş bulunan tehlike sınıf ve derecesini, yaptıracağı incelemelere dayanarak kendiliğinden veya işverenin isteği üzerine değiştirebilir.Kurumca yapılacak değişikliklere ilişkin kararın takvim yılından en az bir ay önce işverene ve işveren tarafından değişiklik isteğinin de takvim yılından en az iki ay önce Kuruma bildirilmesi şarttır.Böylece, karara bağlanacak değişiklikler, yukarıdaki fıkrada yazılı karar veya istekten sonraki takvim yılı başında yürürlüğe girer.İşveren, tehlike sınıf ve derecesiyle prim oranı hakkında Kurumca yapılacak yazılı bildiriyi aldıktan sonra bir ay içinde Çalışma Bakanlığına itirazda bulunabilir. Bakanlık bu itirazı inceliyerek 3 ay içinde vereceği kararı ilgiliye bildirir...." 5510 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kısa ve uzun vadeli sigortalar ile genel sağlık sigortası için, bu Kanunda öngörülen her türlü ödemeler ile yönetim giderlerini karşılamak üzere Kurum prim almak, ilgililer de prim ödemek zorundadır." 5510 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâli şöyledir: "Kısa vadeli sigorta kolları prim oranı, yapılan işin iş kazası ve meslek hastalığı bakımından gösterdiği tehlikenin ağırlığına göre %1 ilâ %6,5 oranları arasında olmak üzere, 83 üncü maddeye göre Kurumca belirlenir. Bu primin tamamını işveren öder." 5510 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte bulunan mülga maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Kısa vadeli sigorta kolları primi, yapılan işin iş kazası ve meslek hastalığı bakımından gösterdiği tehlikenin ağırlığına göre tespit edilir. İş kolları tehlikenin ağırlığına göre sınıflara, bu sınıflar da özel iş şartlarına ve tehlikeyi önlemek için alınmış olan tedbirlere göre derecelere ayrılır. Hangi iş kollarının hangi tehlike sınıfına girdiği, tehlike sınıf ve derecesine ait prim oranlarının ve tehlike derecelerinin belirlenmesinde uygulanacak esaslar, ilgili bakanlıkların görüşleri de alınarak Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulacak bir tarife ile tespit edilir. Prim tarifesi gerekli görülürse aynı usûlle değiştirilebilir. Yapılan işin birinci fıkrada belirtilen tarifeye göre hangi tehlike sınıf ve derecesine girdiği ve ödenecek kısa vadeli sigorta kolları primi oranı Kurumca belirlenerek işverene ve 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendine göre sigortalı sayılanlara tebliğ edilir. İş kazasını ve meslek hastalığını önleyecek tedbirler hakkındaki mevzuat hükümlerine uygun bulunmadığı tespit edilen işler, Kurumca daha yüksek primli derecelere konulabilir. Kurum, işyerinin tespit edilmiş bulunan tehlike sınıf ve derecesini yaptıracağı incelemelere dayanarak kendiliğinden veya işverenin ya da 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendine göre sigortalı sayılanların isteği üzerine değiştirebilir. Kurumca yapılacak değişikliklere ilişkin kararın takvim yılından en az bir ay önce işverene, işveren tarafından değişiklik isteğinin de takvim yılından en az iki ay önce Kuruma bildirilmesi şarttır. Böylece karara bağlanacak değişiklikler, karar veya istekten sonraki takvim yılı başında yürürlüğe girer. ..." Yeni Tarife'nin geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "506 sayılı Kanuna göre tescil edilen işyerlerinin mevcut işkolu kodları, işverenlerin elektronik veya kâğıt ortamında yapacakları beyana istinaden, Kurumca gerek görülen haller hariç olmak üzere, ayrıca tebligat yapılmaksızın bu tarifedeki uygun işkolu kodlarına dönüştürülür."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/16415
Başvuru, kısa vadeli sigorta kolları priminin yanlış tarife üzerinden hesaplanarak tahsil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, hatalı olarak fazladan tahsil edilen primlerin iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Sinanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2004/181 sayılı dava dosyasındaki davacıların vekilliğini üstlenen başvurucu; anılan davada adalet hizmetinin işleyişinde ağır hizmet kusuru olduğunu belirterek 6/8/2010 tarihinde Adalet Bakanlığına başvurmuş, manevi zararının giderilmesi talebinde bulunmuş, dosyanın havale edildiği ve hizmetin aksamasına yol açtığını ileri sürdüğü hâkim hakkında şikâyette bulunmuştur. Adalet Bakanlığının 15/9/2010 tarihli cevap yazısı üzerine başvurucu, davanın sonuçlanmamasında idarenin hizmet kusuru bulunduğunu belirterek uğradığını ileri sürdüğü manevi zararının giderimi istemiyle 25/11/2010 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 29/11/2010 tarihli ve E.2010/2230, K.2010/1483 sayılı kararıyla davanın yetki yönünden reddine karar verilmiş, dosya Afyonkarahisar İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Afyonkarahisar İdare Mahkemesinin 17/8/2011 tarihli ve E.2011/35, K.2011/947 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Dava; Sinanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi'nin E:2004/181 sayılı dava dosyasında davacılar vekili olarak görevli davacı tarafından 000,-TL manevi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.T. Anayasası'nın 125 inci maddesinin fıkrasında; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu, aynı maddenin son fıkrasında da; idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralı yer almaktadır.İdarenin, kamu hizmetinin kurulması veya yürütülmesinden doğan zararlardan sorumlu tutulmasını gerektiren ilkelerden biri "hizmet kusuru" ilkesidir. Genel olarak hizmet kusuru ,bir kamu hizmetinin kuruluş ve işleyişindeki aksaklık ve bozukluğu ifade etmektedir.İdarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için, ortada bir zararın bulunmasının yanında, bunun idareye yüklenebilecek bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının kurulabilmesi gerekir. Zararla idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunmaması, zararın idari faaliyetten doğmadığını gösterir. Öte yandan, manevi tazminata hükmedilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi ve idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekir.Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, Sinanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi'nin E:2004/181 sayılı dava dosyasında davacılar vekili olarak görev yaptığı, ilgili dava dosyasının bugüne kadar bitirilememesinin, davalı idarenin önleyici ve düzenleyici gerekli tedbirleri almamasından ve adalet hizmetinin Sinanpaşa Adliyesinde ve ülke genelinde gereği gibi yürütülmemesinden kaynaklandığı, bu nedenle, müvekkilleri nezdinde beceriksiz bir avukat izlenimi uyanarak manevi yönden aşırı derecede üzüntü duyduğu iddialarıyla 000,-TL manevi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Bakılan davada, dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, davacının davacılar vekilliğini yürüttüğü Sinanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesi'nin E:2004/181 sayılı davasının 2004 tarihinde açıldığı, konusunun ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminata ilişkin olduğu, adres yetersizliği ve taraf çokluğu gibi sebeplerle celsede ilanen tebliğ yoluyla taraf teşkilinin sağlandığı, celsede nöbetçi Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi kanalı ile dosyada bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, Sinanpaşa Adliyesinde görevli mübaşirlerden birinin dosyayı evinde saklaması ve bu nedenle yargılanması hususlarının celsede ortaya çıktığı, celsede tekrar bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, bilirkişi raporlarının celsede taraflara tebliğinin sağlandığı, dosyanın bu aşamadan sonra 4 celse beklediği, davacının toplam 14 celse mazeret bildirerek duruşmalara katılmadığı, davayı takip etmemesinden dolayı 2009 tarihindeki celsede dosyanın işlemden kaldırıldığı ve 4 ay sonra yenilendiği, dava sürecinde davalı vekilinin de 4 celse duruşmaya katılmadığı, Sinanpaşa Adliyesinde yazı işleri müdürünün bulunmadığı, 7 olan zabıt katibi normunda 5 zabıt katibinin, 2 olan mübaşir normunda ise 2 mübaşirin görev yaptığı anlaşılmıştır.Uyuşmazlığa konusu olayda, Sinanpaşa Adliyesinde görevli mübaşirlerden birisinin bilirkişi incelemesi kararı verilen dava dosyasını evinde saklaması ve bu nedenle adli yargıda yargılanması nedeniyle ilgili dava dosyasının yürütümünde 10 celselik gecikme yaşandığı ve bu hususta davalı idarenin istihdam ettiği personelden kaynaklı hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varılabilir ise de, davacının da 14 celse mazeret bildirerek duruşmalara katılmadığı, davayı takip etmemesinden dolayı dosyanın işlemden kaldırılarak 4 ay sonra yenilendiği, davalı vekilinin de 4 celse duruşmaya katılmadığı birlikte gözetildiğinde, dosyadaki yargılamanın uzamasında, davacının da kusuru ve sorumluluğu bulunmuştur.Bu durumda, davacının oluştuğunu iddia ettiği zarar doğrudan ve tek başına davalı idarenin faaliyetlerinden kaynaklanmadığından idarenin hukuki sorumluğundan söz edilemeyecektir.Kaldı ki, manevi tazminata hükmedebilmek için kişinin fiziki yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi, bunun sonucunda da ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetin rencide edilmesi gerekmekte olup, uyuşmazlıkta davacı tarafından ileri sürülen acı ve üzüntünün manevi açıdan tazminat sorumluluğunu gerektirmediği de açıktır..." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onuncu Dairesinin 16/2/2015 tarihli ve E.2011/10994, 2015/450 sayılı sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği gerekçesi ile onanma kararı verilmiştir. Başvurucu 1/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18814
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye uğrama riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle bazı Anayasal güvencelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu hakkında 9/1/2021 tarihinde ilgili göç idaresi müdürlüğü tarafından sınır dışı kararı verilmiştir. Başvurucu, bu kararın iptali için idare mahkemesinde iptal davası açmış ve açılan bu davanın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 22/6/2021 tarihinde öğrenmesinin ardından 9/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 9/7/2021 tarihli kararıyla sınır dışı işleminin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru dosyasına sunmuş olduğu 31/5/2023 tarihli dilekçesiyle; bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve hakkında verilen tedbir kararının kaldırılması isteminde bulunduğunu belirtmiştir. İlgili göç idaresi müdürlüğü tarafından bireysel başvuru dosyasına sunulan 19/6/2023 tarihli yazıda; başvurucunun kendi rızasıyla 5/6/2023 tarihinde Şırnak Habur Kara Hudut Kapısı'ndan çıktığı bildirilmiş ve buna ilişkin belgelerin yazıya eklendiği görülmüştür.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/29800
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye uğrama riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle bazı Anayasal güvencelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, işe iade davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, B.İ. A.Ş.de personel ve özlük işleri müdürü olarak görev yapmaktayken ücretlerinin ödenmemesi ve mobbinge maruz kalması üzerine haklı nedene dayalı olarak 16/9/2013 tarihi itibarıyla iş sözleşmesini feshettiğini ileri sürmüş; kıdem ve ihbar tazminatları ile diğer işçilik alacaklarının tahsilini 23/9/2013 tarihinde talep ve dava etmiştir. Ankara İş Mahkemesi (Mahkeme) 14/9/2015 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Söz konusu kararda, başvurucunun iş akdini alacaklarının ödenmemesi nedeniyle haklı bir sebebe dayalı olarak feshettiği vurgulanmış; kıdem tazminatı ile bir kısım işçilik alacağını hak ettiği belirtilmiştir. Diğer taraftan başvurucunun ihbar tazminatına yönelik talebi ile fazlaya ilişkin taleplerinin reddine karar verilmiştir. Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 20/9/2018 tarihinde hükmü onamış ve karar kesinleşmiştir. Davalı 15/10/2018 tarihinde, Yargıtaydan maddi hatanın düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. Daire 19/11/2018 tarihli kararıyla ''dosyanın etraflıca yeniden değerlendirilmesi neticesinde, feshe ilişkin olarak sunulan belgelerin göz ardı edildiği, bu nedenle Dairenin kararının maddi hataya dayandığı"ndan bahisle onama kararının kaldırılmasına karar vererek Mahkemenin kararını bozmuştur. Daireye göre başvurucunun 16/9/2013-19/9/2013 tarihlerinde mazeretsiz ve izinsiz olarak devamsızlık yapması, doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlar sergilemesi ve otuz günlük ücretiyle ödeyemeyeceği bir şekilde işvereni zarara uğratması sebepleri ile 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 25/II- ı, e, g madde ve bentleri uyarınca iş sözleşmesi feshedilmiştir. Kararda; başvurucu, her ne kadar kendisinden savunma istenmesinden önce iş sözleşmesini feshettiğini iddia etmekte ise de PTT'de düzenlenen belgenin bu iddiasını doğrulamadığı ve yazılı savunma istemi ile kendi feshi arasında geçen zamanda doğan yeni bir fesih sebebini başvurucunun ileri sürmediği, dolayısıyla feshinin haklı nedene dayanmadığı, ayrıca dürüstlük kuralıyla da örtüşmediği belirtilerek kıdem tazminatı talebinin reddedilmesi gerektiği sonuca ulaşılmıştır. Mahkeme 2/4/2019 tarihli kararıyla bozma ilamına uymak suretiyle yaptığı yargılama sonucunda dosya kapsamı ve Yargıtay ilamındaki gerekçelere dayanarak kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı talebinin reddine, diğer işçilik alacaklarının kısmen kabulüne karar vermiştir. Hüküm taraflar tarafından temyiz edilmiştir. Daire 13/6/2019 tarihinde mahkeme kararını onamıştır. Başvurucu nihai hükmü 22/8/2019 tarihinde öğrendikten sonra 13/9/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32042
Başvuru, işe iade davasında Yargıtay onamasıyla kesinleşen lehe kararın maddi hata düzeltim yoluyla ortadan kaldırılarak uyuşmazlığın esasının yeniden ele alınması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçundan verilen beraat kararının temyiz talebinin suçtan zarar görülmediğinden bahisle reddedilmesinin kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün korunması, özel hayata saygı gösterilmesi haklarını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/6/2014 tarihinde İzmir Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Avukat olan başvurucu 6/5/2006 tarihinde İzmir Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde "Kürt Nüfus Artışı Durdurulsun" pankartı altında imza toplayan ve bildiri dağıtan Toplumcu, Buduncu Düşünce Derneği yöneticileri hakkında ayrımcılık içeren söylemleri nedeniyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Suç duyurularında Toplumcu, Buduncu Düşünce Derneğinin yürütmekte olduğu "Kürt nüfus artışı durdurulsun" konulu imza kampanyası ve propoganda çalışmalarının soykırım suçuna kışkırtma, toplumsal huzura ve barışa, insani değerlere saldırı niteliğinde olduğu iddia edilmiştir. Anılan Dernek tarafından dağıtılan bildirinin üzerindeki yazı şöyledir:"Ey Türk kadını ve erkeği ! Türçülük için bir çocuk daha yap, Çünkü sen azalıyorsun, hainler, kapkaççılar,uyuşturucu satıcıları çoğalıyor. Biz Arap ve Batı kültürü arasında sıkışan Türk insanına kendisini yeniden sevmeyi öğretecek tek yolun ta kendisiyiz. Biz kürt ve çingene çetelerine ve yobazlara hak ettiği cevabı verecek Türkçü Toplumcu Buduncularız ..." Aynı olay nedeniyle başvurucu dışında bazı sivil toplum kuruluşları ve birçok kişinin de şikâyette bulunması üzerine soruşturma dosyaları, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/40857 Soruşturma sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 27/11/2007 tarihli ve 2007/38707 Esas sayılı iddianamesi ile halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme ve 4/11/2004 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu'na muhalefet suçlarından dernek başkanı hakkında İzmir Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Derneğe üye diğer şüpheliler hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. İzmir Asliye Ceza Mahkemesi, 13/12/2012 tarihli ve E.2007/668, K.2012/1298 sayılı kararla Dernek yöneticisi sanık hakkında halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etme suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Öte yandan sanık hakkında 5253 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan neticeten 10 ay hapis ve 416 TL adli para cezasına hükmedilmiştir. Ancak müdahiller tarafından zarara ilişkin belge ibraz edilmediği ve sanığın sabıkasız oluşu da gözetilerek verilen kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaya ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Yapılan yargılamaya toplanan delillere, iddianamede atılı suçlara ve sevk maddelerine ve müdahil tarafların beyanlarına, yeminli tanık anlatımlarına, bilirkişi raporuna, sanık tarafından kurulmuş olduğu belirtilen derneğin kendiliğinden genel kurul kararı ile feshedilmiş olmasına nazaran tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, sanık hakkında dernek başkanı sıfatı ile her ne kadar 5237 sayılı TCK nın 216/1 maddesinde yazılı olan Halkı Kin ve Düşmanlığı Tahrik suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de sanığın ... adresinde faaliyet gösteren derneğin başkanı olarak suç tarihi olan 06/05/2006 gününde yine ... önündeki alana olay nedeniyle herhangi bir tutanak tutulmadığından yanında kim oldukları ve dernek üyesi veya yönetim kurulu üyesi olup olmadıkları belli olmayanşahıslarla birlikte iddianamede belirtilen ve müdahiller tarafından dosyaya sunulan belgelerde belirtildiği üzere kürt nüfus artışı durdurulsun,Ey Türk kadını ve erkeği Türklük için bir çocuk daha yap çünkü sen azalıyorsun ,hainler kapkaççılar , uyuşturucu satıcıları çoğalıyor. Biz arap ve Batı Kültürü arasında sıkışan Türk insanına kendisini yeniden sevmeyi öğretecek tek yolun ta kendisiyiz, biz kürt ve çingene çetelerine ve yobazlara hak ettiği cevabı verecek Türkçü Toplumcu Buduncularız gibipankart ve broşürler hazırlayarak oradan gelen geçen vatandaşlara dağıtarak sözlü açıklamada bulundukları, budağıtılan broşör ve pankartlarının dinlenen tanık beyanlarına göre takriben 15-20 kişilikşahıslar tarafından alındığı büyükçe bir kalabalık grubun oluşmadığı sanık ve yanındaki kişilerin bu şekilde broşür dağıttıklarının bir kısım müdahiller tarafından öğrenilmesi üzerine olay mahalline geldikleri, standın bulunduğu yere vatandaşların toplandığı, ancak müdahillerden ve tanıklarından bir kısmının anlatımına göre bu eylem sırasında herhangi bir taşkınlığın saldırının olmadığı herhangi bir güç kullanılmadığı, kamu düzenini bozucu faaliyette bulunulmadığı, karşıt düşünce tarafları ile herhangi bir tartışma veya çatışmanın bulunmadığı ve olay yerine gelen güvenlik kuvvetlerinin sözlü uyarısı üzerine sanık ve yanındaki şahıslarınstandı kaldırarak olaysız olarak oradan ayrıldıkları anlaşılmıştır..Sanığın bu uygulama sırasında dağıttığı broşürler ve pankartlarda yazılı olan söz ve deyimlere karşı duyarlı olan müştekilerin bir kısmının olaydan sonra basında çıkan haberler üzerine haberdar olarak kendiduyarlılıklarını dile getirmek üzere şikayetçi oldukları ve bu şekilde sanık hakkında kamu davasının açıldığı, bilahere müştekilerin yargılama sırasında müdahale taleplerinin kabulüne karar verilerek yargılamaya devam olunmuştur. Yargılama sırasında müdahiller ve vekilleri her ne kadar sanık tarafından kullanılan sözlerin ve yapılan uygulamanın kürtlere, romanlara (çingenelere) karşı aşağılayıcı nitelikte davranışlar olduğunu ve kürt nüfusunun çoğalmasının durdurulmasına ilişkin pankart ve beyanların soykırım niteliğinde olduğunu beyan etmiş ve ididada bulunmuşlar ise desoykırım suçu yönünden iddianameye bağlı olarak ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olup verilen bu karara karşı herhangi bir itirazın bulunmadığı vebaşka dava da açılmadığı anlaşıldığından müdahil tarafın bu talepleri nazara alınmamış iddianamede atılı suç yönünden yargılamaya devam olunmuştur. Mevcut delil durumu itibariyle sanığın ve yanındakilerin eyleminin olaysız geçen halka açıklama niteliğinde olduğu, sanığın düzenlenen pankartlarda belirtilen ve açıklamalarda bulunduğu sözlerin aslında bireysel olarak veya tümü itibariyle kürt ve roman veya diğer halkların tümüne yönelik bir açıklama olmadığı, sadece adli açıdan suç işleme eğiliminin yüksek olduğu kişi ve gruplar yönünden değerlendirme yapıldığı, ayrıca sadece bu gruplara yönelik olmayıp çetelere ve yabozlara karşı açıklama yapılmış olması nedeniyle eylemin tümü itibariyle yasa dışı faaliyette bulunan kesimlere ve yönetime karşı bir eleştiri mahiyetinde olduğu, TCK nın 216/1 maddesinde belirtilen halkın bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığına alenen tahrikniteliğinde olmadığı, yapılan davranışın kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin çıkmasını yaratmadığı böylece atılı suçun unsurlarının oluşmadığı gibi Avrupa İnsan HaklarıMahkemesince verilen (Handyside - Birleşik Krallık 1976 De Haes ve Gijels Belçika 1997) sayılı kararda belirtildiği üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10/1 fıkrası kapsamına giren bilgi ve fikirlerintanımlanmasında Maddenin sadece bilgi veya fikrin içeriğini korumakla kalmayıp ifade edildikleri biçimi de koruduğu bundan dolayı basılı belgeler radyo yayınları filmler ve elektronik bilgi sistemlerinin de bu maddenin koruması altında olduğunu buna göre bilgi ve fikirlerin üretim ve iletinin aktarılması ve dağıtımı için kullanılan araçların da 10 madde kapsamında olduğunun belirtildiği bu anlamda bilgi ve fikirlerin sadece olumlu karşılanan ya da kimseye saldırgan gelmeyen ya da insanların kayıtsız kalabildiği bilgi ve fikirler değil, saldırgan gelen, sarsıcı nitelik taşıyan ya da rahatsız eden fikirler de demokratik toplumun vazgeçilmez özellikleri olan çoğulculuğun hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğu belirtilmiştir. Buna göre sanığın eyleminde herhangi bir zorlama, cebir ve yasa maddesinde belirtilen şekli ile eylemden dolayıkamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin doğmadığı, buna dair herhangi bir tutanağın bulunmadığı, sadece müdahillerin kendi duyarlılıkları nedeniyle sanık hakkında şikayette bulundukları, böylece sanığın üzerine atılı bu suçun yasal unsurlarının oluşmadığı kanaatine varıldığından beraatine karar vermek gerektiği, Katılan Helsinki Yurttaşlar Derneği, Avrupa Roman Hakları Merkezi vekili Av. Hilal Küey tarafından her ne kadar 5651 sayılı yasa gereğince internet ortamında faaliyette bulunan sitelerin yayınlarının durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiş ise de bu konuda açılmış herhangi bir dava bulunmadığındantalebin reddine karar verilmesi gerektiği, Diğer yönden sanığın 5253 sayılı Dernekler Yasasına aykırı davrandığı ve Dernek başkanı sıfatı ile sorumlu olduğu, bu nedenlemüdahil beyanları, sanık savunması ve gerek dernekler denetçisinin raporu ve gerekse mahkememizce alınan bilirkişi raporuna göre sanığın eyleminin sabit olduğu kanaatine varılmış vesanık hakkında her ne kadar 5253 sayılı Dernekler Yasasının 32/e, 32/f maddeleri gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de aynı iddianamedeaynı yasanın 30/b, 33/2 maddesi ile cezalandırılması istenmiş olduğundan, 5237 sayılı TCK nın 44 maddesi delaletiyle sanığın eylemine uyan 5253 sayılı Dernekler Yasasının 32/p maddesi gereğince cezalandırılması ve sanık hakkında takdiren belirlenen temel cezadan sanığın duruşmadaki hal ve tavrı lehine takdiri indirim sebebi kabul edildiğinden TCK 62 maddesi gereğince indirim yapılması, TCK 53 maddesinde belirtilen ve kısa kararda yazılı güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına, müdahiller tarafından zarara ilişkin belge ibraz edilmediğinden şartları oluştuğundan verilen cezaya ilişkin hükmün açıklanmasının takdiren geri bırakılmasına, ... her ne kadardernek tüzel kişiliğinin feshine karar verilmesi talep edilmiş ise de 07/07/2007 tarihi itibariyle derneğin genel kurul kararı ile feshine karar verilmiş ve bu husus Valilikçe onanmış olduğundan bu konuda fesih kararı verilmesine yer olmadığına, ... hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yönelik karar yönünden İzmir Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine itirazı kabil, beraat kararı yönünden Yargıtay a temyizi kabil olmak üzere karar vermek gerektiği kanaatine varılmakla ... hüküm kurulmuştur." Beraat kararının başvurucu ve diğer müdahiller tarafından temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 10/4/2014 tarihli ve E.2013/1629, K.2014/9196 sayılı ilam ile "... TCK.nda "Kamu Barışına Karşı Suçlar" bölümünde düzenlenen sanığa yüklenen suçtan, suçun niteliği itibariyle doğrudan zarar görmeyen şikayetçilerin bu davaya katılmasına yasal olarak imkan bulunmadığı gibi mahkemece katılma kararı verilmiş olması da hükmü temyize hak vermeyeceğinden..." anılan suçtan kurulan hükme yönelik temyiz isteminin reddine karar vermiştir. Yargıtay ilamının kendisine tebliğ edilmediğini belirten başvurucu, söz konusu ilamı 18/6/2014 tarihinde öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu 24/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5253 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Dernekler; a) Tüzüklerinde gösterilen amaç ve bu amacı gerçekleştirmek üzere sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları dışında faaliyette bulunamazlar. b) Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla kurulamaz. c) Askerliğe, millî savunma ve genel kolluk hizmetlerine hazırlayıcı öğretim ve eğitim faaliyetlerinde bulunamaz, bu amaçları gerçekleştirmek üzere kamp veya eğitim yerleri açamazlar. Üyeleri için özel kıyafet veya üniforma kullanamazlar." 5253 sayılı Kanun'un maddenin (p) bendi şöyledir: “p) 30 uncu maddenin (b) bendinde belirtilen kurulması yasak dernekleri kuranlar ile bu bende aykırı harekette bulunan dernek yöneticileri fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde bir yıldan üç yıla kadar hapis ve elli günden az olmamak üzere adlî para cezası ile cezalandırılır ve derneğin feshine de karar verilir” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir: “(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.  (2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (5), (6), (8), (10), (11) ve (12) numaralı fıkraları şöyledir:"(5) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;  a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,  c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez....(8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur....Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.(10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.(11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. .(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10777
Başvuru, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçundan verilen beraat kararının temyiz talebinin suçtan zarar görülmediğinden bahisle reddedilmesinin kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün korunması, özel hayata saygı gösterilmesi haklarını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/12/2009 tarihinde gözaltına alınmış, 11/12/2009 tarihinde ise tutuklanmıştır. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 18/12/2009 tarihli iddianamesi ileçocuğun nitelikli cinsel istismarı suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 18/12/2013 tarihli kararı ile başvurucunun 20 yıl 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına kararverilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 16/6/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10711
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itirazın etkin olarak kullanılamaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, faaliyetin katma değer vergisinden istisna tutulmasına rağmen tarhiyat yapılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin belirgin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Halide Edip Adıvar Ortaokulu Okul Aile Birliği (Birlik) ile yapmış olduğu sözleşme uyarınca okulda bulunan kantinin işletmecisidir. Başvurucu ve Birlik arasında yapılan sözleşmenin maddesinde toplam kira bedelinin hangi oranlarda Mal Müdürlüğü, İl ve İlçe Millî Eğitim Müdürlükleri ile Birlik hesabına yatırılacağı açıkça düzenlenmiştir. Ankara Vergi Dairesinin talebi üzerine başvurucu 2017/2 dönemi için 3/3/2017 tarihinde katma değer vergisi (KDV) beyannamesini vermiştir. Başvurucu 16/3/2017 tarihinde ihtirazi kaydını içeren düzeltme beyannamesini sunmuştur. Ankara Vergi Dairesi, 2017 yılı Şubat ayı dönemi için sunmuş olduğu beyanname uyarınca 3/3/2017 tarihinde başvurucuya toplam 222,70 TL KDV tahakkukunda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucu 25/3/2017 tarihinde yapılan tahakkuk işleminin iptali için Ankara Vergi Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, sürdürmüş olduğu faaliyetin KDV istisnalarından birini oluşturduğunu, idarenin yapmış olduğu işlemin kanuni bir dayanağının bulunmadığını ve bu hususun yargı kararlarıyla birçok kez ortaya konulduğunu iddia etmiştir. Mahkeme 29/6/2017 tarihinde, istinaf yolu kapalı olmak üzere davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde; başvurucunun 3/3/2017 tarihli beyannameyi ihtirazi kayıt koymaksızın verdiği, KDV'nin bu beyanname uyarınca tarh edildiği, pişmanlık hükümlerine göre ihtirazi kayıt konulmak amacıyla pişmanlık beyannamesi düzenlenmeyeceği ve mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları hususlarına yer verilmiştir. Nihai karar 27/7/2017 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33011
Başvuru, faaliyetin katma değer vergisinden istisna tutulmasına rağmen tarhiyat yapılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutukluluk incelemesi sonucu verilen kararın geç tebliğ edilerek fiilen itiraz hakkının kullanılamaması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Selam Tevhid terör örgütü soruşturması kapsamında çok sayıda siyasetçi, bürokrat, akademisyen, gazeteci-yazar, iş adamı, devletin üst kurumlarında çalışan görevli, danışman, vakıf başkanı vb. hakkında dinleme yapıldığının anlaşılması üzerine söz konusu soruşturmayı yürüten İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi eski müdür yardımcısı olan başvurucunun da aralarında bulunduğu görevliler hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından "Siyasal ve Askeri Casusluk, TCK 328/1 fıkrasını ihlal, suç uydurma, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, kişisel verileri hukuka aykırı olarak kaydetme" suçlamasıyla 2014/41637 sayılı soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu daha sonra kamuoyunda bilinen ismiyle 17-25 Aralık soruşturmaları sürecindeki (anılan soruşturmalara ilişkin bilgiler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 30) bazı eylemleri dolayısıyla meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 22/7/2014 tarihinde gözaltına alınmış; 26/7/2014 tarihinde tutuklanması talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/7/2014 tarihli kararı ile devletin gizli kalması gereken bilgilerinin siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundantutuklanmıştır. Başvurucunun bu karara itirazı üzerine İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 7/8/2014 tarihinde söz konusu itirazın reddinekarar vermiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 21/11/2014 tarihinde, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yolu ile yapılan tutukluluk incelemesi sonunda ifadesinin alınmasının ardından başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Başvurucu 17/12/2014 tarihli dilekçe ile İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin bu kararının kendisine tebliğ edilmesini istemiştir. Bu talep üzerine 5/1/2015 tarihinde ceza infaz kurumu idaresi tarafından başvurucuya söz konusu karar tebliğ edilmiştir. Başvurucunun bu talebi tutukluluğa itiraz olarak değerlendirilip incelenmek üzere İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmiştir. Anılan Hâkimliğin 29/12/2014 tarihli kararı ile başvurucunun itirazının reddi ile tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 30/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucuya ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/1/2015 tarihlibirtakım belgeleri 9/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2353
Başvuru, tutukluluk incelemesi sonucu verilen kararın geç tebliğ edilerek fiilen itiraz hakkının kullanılamaması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 11/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Bakanlık görüşünü 3/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 12/3/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 23/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, astsubay statüsünde görev yapmakta iken disiplinsizliği nedeniyle 4/12/1998 tarihli Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiği kesilmiştir. 6191 sayılı Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde, 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici maddesinden yararlandırılması talebiyle yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 5/7/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. İşlem gerekçesi şöyledir:“… hakkınızda tesis edilen idari işlemin dayanağı fiillerin vasıf ve mahiyeti dikkate alınarak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde yargı yolu açık olmak üzere başvurunuzun REDDİNE …” Başvurucu 9/8/2011 tarihinde, ayırma işleminin açık, anlaşılır ve imzalı suretlerinin, ayırma işlemine ait belgelerin, sicil notlarının, takdir belgelerinin, savunma ve cezalarının birer suretinin kendisine verilmesini talep etmesi üzerine, ayırma işleminin uzun bir süre zarfında sıralı sicil amirlerinin gözlem, inceleme ve değerlendirmeleri, yetkili personelin dosya üzerinden yapmış olduğu ve tüm belge, bilgi, izlenim, kanaat ve raporları göz önünde bulundurularak tesis edildiği yönünde bilgi verilmiş, bunun yanında ayırma işleminin gerekçelerinin belirtildiği 1/12/1998 tarihli Genelkurmay Başkanlığı yazısı, ayırma işlemine ilişkin Yüksek Askeri Şura Genel Sekreterliğinin 4/12/1998 tarihli yazısı, disiplinsizlik sicili düzenlendiğinden ayırma işlemine tabi tutulduğunun uygun görüldüğüne ilişkin Milli Savunma Bakanlığına sunulan 4/12/1998 tarihli Kara Kuvvetleri Komutanlığı yazısı başvurucuya gönderilmiştir. Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmış, davaya ilişkin dilekçede ayırma işlemine tabi tutulmasına ilişkin ifade ve gerekçelerin soyut olduğu ve sicillerinin olumlu olduğu hususları da ileri sürülmüştür. AYİM Birinci Dairesi 10/7/2012 tarih ve E.2012/362, K.2012/815 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir“Görüldüğü üzere, 12 Mart 1971 tarihinden 2011 tarihine kadar yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlerin, yani kişi olarak kapsama girenlerin başvurularını kabul veya reddetmek konusunda Milli Savunma Bakanına (sebep unsuru yönünden) geniş bir takdir yetkisi tanınmıştır. Kuşku yok ki, diğer bütün kamusal yetkilerde olduğu gibi idarenin takdir yetkisi de kamu yararı amacı ve hizmet gerekleriyle sınırlı bulunmaktadır.Bu çerçevede, yapılan değerlendirmede; Silahlı Kuvvetler İstihbarata Karşı Koyma, Koruyucu Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi uyarınca sakıncalı/bölücü personel kategorisine alınmış olan davacının, PKK terör örgütünün fikirlerini benimsediğinin, PKK terör örgütü tarafından potansiyel olarak değerlendirildiğinin, yıkıcı akımlara mehilli olduğunun saptanması üzerine ve bu nedenle TSK’dan ilişiğinin kesildiği nazara alındığında 926 sayılı Kanunun 32’nci maddesinden yararlandırılması işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 27/12/2012 tarih ve E.2012/1571, K.2012/1577 sayılı kararı ile reddedilmiş, karar, başvurucuya 14/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 11/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Teminat” başlıklı maddesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler.” 1602 sayılı Kanun’un , ve maddeleri şöyledir:“Üyelerin seçimi: Madde 8 – Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir.” “Atanma: Madde 9 – Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır. Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.” “Görev süresi: Madde 10 – Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.” 1602 sayılı Kanun’un “Dosya dışında inceleme” başlıklı maddesi şöyledir:“Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.Taraflardan biri ara kararının icaplarını yerine getirmediği takdirde bunun verilecek karar üzerindeki etkisi, görevli daire veya kurulca önceden takdir edilir, ara kararında bu husus ayrıca belirtilir. Ancak, istenen bilgi ve belgeler Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğine ve yüksek menfaatlerine veya Türkiye Cumhuriyetinin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan, Genelkurmay Başkanı veya ilgili Bakan gerekçesini bildirmek suretiyle, söz konusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir. Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir.  Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.” 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.… Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1200
Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, ruhsatsız olan binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Ankara'nın Altındağ ilçesi Yenidoğan Mahallesi'nde bulunan 6869 ada, 5 parsel sayılı taşınmazın müşterek sahipleridirler. Bu taşınmaz başvuruculara murislerinden miras yoluyla intikal etmiştir. Altındağ Belediyesi (Belediye) tarafından imar uygulaması sonucunda başvuruculara ait taşınmaz üzerinde bulunan ve konut olarak kullanıldığı belirtilen yapının imar uygulaması sonucunda toplu konut alanında kaldığı gerekçesiyle yıkımına karar verilmiştir. Bu karar gereğince bina Belediye tarafından yıkılmıştır. Binanın yıkım tarihi belirtilmemekle birlikte derece mahkemesine sunulan bilirkişi raporundan binanın 2007 yılında yıkıldığı anlaşılmaktadır. Başvuru formu ve eklerinde binanın hangi tarihte yapıldığına ilişkin açık bir bilgi yer almamaktadır. Ancak başvurucular murisleri tarafından bu binaya ilişkin imar affı müracaatı olduğu belirtilmektedirler. Başvuru formu ekinde buna ilişkin olarak başvurucuların murisi H.Ö. tarafından 15/4/1983 tarihinde Belediyeye yapılan imar affı müracaatına ilişkin başvuru formu ve bu başvuruya istinaden muris tarafından 000 TL ödendiğine ilişkin 25/4/1983 tarihli makbuz yer almaktadır. Başvurucular, imar uygulaması kapsamında yıkım nedeniyle oluşan zararının tazmin edilmemesi nedeniyle Belediye aleyhine tazminat davası açmışlardır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 9/12/2010 tarihinde davanın idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar vermiştir. Başvurucular görevsizlik kararı üzerine 30/12/2010 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) yıkım nedeniyle oluşan zararının tazmini istemiyle tam yargı davası açmışlardır. Mahkeme 13/12/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, başvuruculara ait taşınmazın imar uygulaması sonucunda toplu konut projesi içinde kaldığı ve binanın ruhsatsız olarak inşa edildiğine değinilmiştir. Kararda ayrıca Belediye Encümeni tarafından ruhsatsız ve kaçak yapılar için enkaz bedeli ödenmesi yolunda karar alındığı ancak başvurucuların yapı bedelinin tamamının ödenmesini talep ettikleri ifade edilmiştir. Mahkemeye göre 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun maddesi, kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların boşaltılması ve yıkılmasına olanak tanımaktadır. Diğer taraftan 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu'nun maddesi gereğince de ruhsatsız olan yapının yıkımı nedeniyle başvuruculara yapı bedeli ödenmemesine yönelik idari işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Danıştay Ondördüncü Dairesi 3/6/2015 tarihinde kararı onamıştır. Karar düzeltme isteminin de aynı Dairenin 3/12/2015 tarihli kararıyla reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 21/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 18/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Durali Gümüşbaş, B. No: 2015/6427, 10/10/2018, §§ 19- Diğer taraftan yıkıma ilişkin ihlal kararları yönünden ihlalin sonuçlarının nasıl giderileceği hususu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) çeşitli kararlarında tartışılmıştır. Binanın yıkımı suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılan Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararında, maddi tazminat yönünden kamulaştırma tazminatı ile ilgili içtihada atıfta bulunularak belirlenen miktara değer kaybına uğrayan tutar eklenip başvuruculara ödenen tutarlar da mahsup edildikten sonra tazminatın belirlenmesi gerektiği açıklanmıştır (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, § 79). Nitekim Öneryıldız/Türkiye ([BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004) kararında da başvurucunun edindiği gecekondu yönünden ekonomik değerin maddi tazminatın hesabında dikkate alınacağı belirtilmiş, bu miktarın da başvurucunun gecekondusunun piyasa değerine göre hesaplanacağı açıklanmıştır. Ancak somut olay bağlamında başvurucunun bu gecekonduyu satış vaadi sözleşmesiyle satarak bedelini aldığı dikkate alınarak yalnızca zarar gören ev eşyaları yönünden tazminat ödenmesine karar verilmiştir (Öneryıldız/Türkiye, § 169).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3193
Başvuru, ruhsatsız olan binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, açık ceza infaz kurumuna nakil talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne ve adil yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1/2/1995 tarihinde (kapatılan) Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından başvurucunun devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışma suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Hükümlü olarak cezası infaz edilmek üzere Tekirdağ 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulundurulan başvurucu hakkında Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 15/10/2014 tarihinde düzenlenen müddetnamede, koşullu salıverilme tarihinin 12/4/2022, hak ederek tahliye tarihinin ise 10/4/2028 olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 12/11/2019 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna sunmuş olduğu dilekçe ile koşullu salıverilme tarihine üç yıldan az süre kaldığı gerekçesiyle açık ceza infaz kurumuna sevk talebinde bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu, başvurucunun terör örgütünden ayrıldığına dair samimiyet tasdik kararı bulunmadığı gerekçesiyle sevk talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, bu karara itiraz etmiştir. Tekirdağ İnfaz Hâkimliği 20/11/2019 tarihli kararı ile başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucunun İnfaz Hâkimliğinin kararına itirazını inceleyen Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesi ise 5/12/2019 tarihinde İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğunu değerlendirerek itirazın reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucuya 18/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Takyan [GK], B. No: 2020/27974, 15/12/2021, §§ 21-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/507
Başvuru, açık ceza infaz kurumuna nakil talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, ilgili idare tarafından gerçekleştirilecek olan evlenme akdi sonrasında evlilik öncesi soyadını kullanması yönündeki talebinin idare tarafından reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle sonuçlarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 15/8/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri kapsamında tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından Üsküdar Belediyesi Evlendirme Şefliği’ne hitaben verilen 30/5/2014 tarihli dilekçede, 22/6/2014 tarihinde belirtilen Belediye nezdinde gerçekleşecek olan evlenme akdi sonrasında soyadı hanesine, eşinin soyadı kullanılmaksızın, evlilik öncesi soyadı olan “Sezgin” soyadının tescilinin sağlanması talep edilmiştir. Üsküdar Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğünce başvurucuya gönderilen 18/7/2014 tarihli cevabi yazıya, İstanbul Valiliği İl Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Müdürlüğünün 24/6/2014 tarihli yazısı eklenmiş olup, ilgili yazı içeriğinde, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi hükmüne yer verilerek ve Anayasa Mahkemesinin 10/3/2011 tarih ve E.2009/85, K.2011/49 sayılı kararına atıf yapılarak, başvurucunun talep ettiği şekilde bir tescilin mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Bireysel başvuru, 15/8/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Kadının soyadı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13367
Başvurucu, ilgili idare tarafından gerçekleştirilecek olan evlenme akdi sonrasında evlilik öncesi soyadını kullanması yönündeki talebinin idare tarafından reddedilmesi nedeniyle Anayasa’nın 10. ve 17. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle sonuçlarının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
0
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 6/4/2009 tarihinde açtığı alacak davasının yargılaması 20/6/2018 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27196
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale sırasında; orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/6/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 11/12/1990 doğumlu olup olay tarihinde Ankara'da üniversite öğrencisidir. 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı'nda gerçekleştirilen protesto eylemine katılan başvurucu, eylem sırasında kolluk görevlisi tarafından kullanılan göz yaşartıcı gaz tüfeğinden atılan bir kapsül ile baş bölgesinden yaralanmış ve aynı tarihte Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) tedavi edilerek hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda " ...sağ temporal lob medial [sağ kulak üstü alanın ortası] kesimde 16x12 mm boyutlarında düzgün sınırlı kistik[içeriği sıvı formda olan kesecik] lezyon..." şeklinde bir tespit bulunmakta olup bunun dışında herhangi bir yaralanma tespiti yapılmamıştır. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) yaptığı suç duyurusunda ilgili kolluk görevlilerinin ve kolluk amirlerinin yanı sıra Çevik Kuvvet biriminden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı ile İl Emniyet Müdürü ve Vali'den de şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, katılmış olduğu protesto gösterisinde kolluk görevlilerine veya başka bir kimseye karşı herhangi bir suç işlemediği, barışçıl bir tutum içinde hareket ettiği hâlde bir polis memurunun elindeki gaz tüfeği ile üzerine nişan alarak kasıtlı biçimde atış yapması sonucu baş bölgesinden yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca kolluk görevlileri tarafından kullanılan yoğun göz yaşartıcı gaza maruz kalmasından da yakınmaktadır. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde, meydana gelen yaralanma nedeniyle ilgili kolluk görevlileri ve amirlerinden şikâyetçi olduğunu detaylı şekilde açıklarken İl Emniyet Müdürü ve Vali'den neden şikâyetçi olduğuna dair özel bir gerekçe belirtmemiştir. Başvurucu açılacak adli soruşturmada, İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinden şikâyetçi olduğundan soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığının temini için adli kolluk olarak polis yerine jandarma görevlilerinin kullanılmasını da talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmış, kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun iddiaları kapsamında toplumsal bir olaya müdahale edilip edilmediği, edildiyse gerekli uyarıların yapılıp yapılmadığına ilişkin bilgi istenmiştir. Yazılan müzekkerede ayrıca olay anına ilişkin varsa kolluğa ait kamera kaydı temini ile olay yerini gören kamu ya da özel kişilere ait kamera kaydı araştırması yapılması istenmiştir. Bunun dışında başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu kapsamında adli/idari bir işlem yapılıp yapılmadığı da kolluktan sorulmuştur. Ayrıca başvurucunun yaralanmasına neden olduğu iddia edilen polis memurunun kimlik bilgilerinin tespiti, bu mümkün değilse olay yerinde gaz mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk personelinin kimlik bilgilerinin tespiti ve gönderilmesi istenmiştir. Kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta, önceden haber vermeksizin 2/6/2013 tarihinde gerçekleştirilen protesto eyleminde sayıları gittikçe artan bir gösterici grubun Kızılay Meydanı'na çıkan ana yolları araç ve yaya trafiğine kapattığı, göstericilerden bazılarının yüzlerini bezle kapattığı ve yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmadığı belirtilmiştir. Göstericilerden bazılarının kolluk görevlileri ile kolluk araçlarına, çevrede bulunan kamu ve şahıs mallarına taş, sopa, soda şişesi vb. gibi cisimlerle saldırıda bulunup zarar verdikleri, bazı kolluk görevlilerinin bu saldırılarda yaralandığı da verilen bilgiler arasındadır. Cevap yazısında kamu düzeninin tesisi amacıyla bu göstericilere karşı orantılı şekilde tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu, birçok göstericinin yakalanarak hakkında adli işlem yapıldığı, ancak başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin olarak kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan kamera kayıtlarını temin ederek veri hazırlama ve kontrol işletmeni olan bir bilirkişi marifeti ile kayıtlar üzerinde inceleme yaptırmıştır. Bilirkişi raporunda, kolluk tarafından kayda alınan ve biri fotoğraf, yedisi görüntü kaydı içeren toplam sekiz DVD üzerinde inceleme yapıldığı görülmektedir. Raporda, DVD'lerin tamamının kolluk tarafından 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı ve çevresinde kayda alınan görüntü ve fotoğraflardan oluştuğu, görüntülerin muhtelif sürelerde ve sürekli olmadığı, başvurucunun iddiasına konu olayı doğrulayan bir görüntü ya da fotoğrafa dair tespitin yapılamadığı belirtilmiştir. Ayrıca her DVD içeriğine ilişkin görüntülerden çeşitli kesitler barındıran fotoğraflara da raporda yer verilmiştir. Bu fotoğraflarda yüzleri maskeli ve taş atan bazı göstericilerin olduğu, yollara çeşitli barikatların kurulduğu, ateş yakıldığı, kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gaz kullanarak göstericilere müdahale ettiği görülmektedir. Olay yerini gösterebilecek trafik kamera kaydına (MOBESE) ilişkin olarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen 30/7/2013 tarihli tutanakta; söz konusu kaydın otuz gün süre ile saklandığı, bu nedenle olay tarihine ilişkin görüntüye ulaşılamadığı bilgisine yer verilmiştir. Bir özel işletmenin güvenlik kamera sisteminin ise yirmi iki günlük kayıt tuttuğu, bu sebeple olay tarihine ilişkin görüntülere ulaşılamadığı aynı kolluk birimi tarafından düzenlenen 19/8/2013 tarihli başka bir tutanakta ifade edilmiştir. Kent Güvenliği Yönetim Sistemi (KGYS) kapsamında yapılan araştırmada ise sisteme ait ilgili kameraya 2/6/2013 tarihinde göstericiler tarafından zarar verildiğinden istenen görüntülere erişilemediği belirtilmiştir. Başvurucunun yaralandığı olayda gaz mühimmatı kullanan personelin tespit edilemediği kolluk tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Bunun nedeni ise olay tarihinde -daha hassas korunması gerektiği ifade edilen Başbakanlık binasının da bulunduğu- Kızılay Meydanı'nda yoğun protesto eylemlerinin düzenlenmesi ve bu gösterilerde il dışından takviye kolluk personelinin görevlendirilmesi olarak gösterilmiştir. Bu nedenle gaz mühimmatı kullanmakla görevli personelin muhtelif zaman ve yerlerde, değişen şekillerde görev aldığı, dolayısıyla başvurucunun şikâyetine konu yer ve zaman diliminde tam olarak hangi personelin görev yaptığının tespit edilemediği belirtilmiştir. Bu kapsamda olay tarihinde ve yerinde görev alan tüm kolluk görevlilerinin listesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bu bilgi sonrası Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli kimlik tespitine yönelik başkaca bir girişimde bulunulduğu yönünde bir bilgi ya da belgeye dosya kapsamından erişilememiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun muayenesinin yapıldığı tıbbi kayıtlar Hastaneye yazılan müzekkere ile temin edilmiş ve bu doğrultuda Adli Tıp Kurumunca (ATK) düzenlenen kati adli rapor da dosya arasına alınmıştır. ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:"...Darp nedeniyle geldiği;sağ saçlı deri içinde sağ tempora pariatelde[kulak üstü kafatası çeperi] 2 cm'lik deriden hafif kabarıklık gösteren, deriden koyu renkli nedbe tespit edildiğine, raporunda; sağ pariatelde 2 cm'lik kesi sütüre [dikiş] edildiği, sistem muayenelerinin doğal olduğu, BT'sinde [Bilgisayarlı Tomografi] acil patoloji saptanmadığı, hayati tehlikesinin bulunmadığı, beyin cerrahi konsültasyon raporunda; acil beyin cerrahi patoloji düşünülmediği kayıtlı olup, ek patoloji bildirilmediğine göre;Yaralanmasının;1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,Bildirir rapordur." Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/3/2014 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde protesto amacıyla Kızılay Meydanı'nda bulunduğunu, ortamın çok kalabalık ve kargaşa içinde olduğunu, bir üst geçidin camlarının birden kırıldığını, burada üniformalı ve kasklı iki polisin belirdiğini, polislerden birinin kalabalık içindeki göstericileri hedef olarak gösterdiğini, diğerinin ise gaz tüfeği ile bu kişilere doğru atış yaptığını iddia etmiştir. Kendisinin de bu şekilde hedef alınmak suretiyle atılan bir gaz mühimmatı ile başından yaralandığını ileri süren başvurucu, yaralanmasına neden olan kolluk görevlilerinden ve tüm sorumlulardan şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/3/2016 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararda şüpheli olarak sadece "Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri" ibaresine yer verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 8/6/2015 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müşteki Eren Şahin'in [Başvurucu] kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğünün Ekim 2013 tarih ve 58604142-62399- 12508/2013 sayılı cevabi yazısında '2013 Pazar günü çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde “İstanbul Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi, Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve İlimizin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmak suretiyle, içlerinden bazı şahıslar da tanınmamak için de yüzlerini bez parçaları ile gizledikten ve kendilerine sıkılan tazyikli su ile gazdan etkilenmemek için yüzlerini deniz gözlüğü ile inşaatlarda kullanılan baretler ile kapattıktan sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensuplan ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir. bununlabirilkte Eren Şahin isimli şahıs hakkında olay tarihinde şubemizce herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır.' şeklinde bilgi verilmiştir. Başsavcılığımızca Müşteki Eren Şahin'in iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Potesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve jopla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 md.sinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 2013 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına kovuşturma yer olmadığına... [karar verildi.]" Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş, karar gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğunu belirten Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 11/5/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret kararı 26/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir...." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi"kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin ve maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddelerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli(aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin [Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115] ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/11928
Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale sırasında; orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; birçok kişinin ölümüne, pek çok kişinin de yaralanmasına yol açan bir maden kazası hakkında yürütülen ceza yargılamasının makul bir süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, aralarında konu bakımından irtibat bulunduğu gerekçesiyle bazı başvuru dosyalarının işbu başvuru dosyasıyla birleştirilmesine ve başvuru dosyalarının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm incelemesi aşamasında bulunan bazı başvuru dosyalarının da işbu başvuru dosyası ile konu bakımından irtibatlı olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle sözü edilen başvuru dosyaları da işbu başvuru dosyası ile birleştirilmiştir. Birleştirilen dosyaların ikisinde (2021/44570 ve 2021/44677) dosyanın Bölüme sevkinden önce Komisyon; başvurucular Hülya Pazarcıklı, Muhammet Kilit, Nahide Kilit, Bayram Burak Şevik, Berat Şevik, Birgül Şevik, Elif Köse, Fatma Sert, Güllizar Şevik ve Nuh Şevik’in adli yardım talebini kabul etmiş ancak kamu çalışanı olması nedeniyle başvurucu Adem Kilit’in adli yardım talebini 24/11/2021 tarihinde reddetmiştir. Ayrıca Komisyon başvuru harcını yatırmak üzere başvurucu Adem Kilit’e on beş günlük kesin süre verilmesine ve harcın verilen sürede yatırılmaması hâlinde başvurusunun reddedileceğinin başvurucuya ihtarına karar vermiştir. Bu karar başvurucu Adem Kilit’in vekiline 30/11/2021 tarihinde tebliğ edilmiş ama bireysel başvuru harcının yatırıldığına ilişkin makbuz Anayasa Mahkemesine sunulmamıştır. Birleştirilen başvuru dosyaları, başvuru tarihlerini de içerecek şekilde ekli 2 sayılı listede belirtilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri (2) (B. No: 2016/13649, 29/1/2020) kararına ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar başvuruyu ilgilendirdiği ölçüde özetle şöyledir: Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) adına ruhsatlı olup S... A.Ş. (yüklenici Şirket) tarafından işletilen Manisa’nın Soma ilçesi Eynez Mahallesi Karanlıkdere mevkiindeki yer altı maden ocağında 13/5/2014 tarihinde saat 00 sıralarında meydana gelen faciada aralarında başvurucuların yakınlarının da olduğu 301 kişi ölmüş, çok sayıda kişi dumandan doğrudan etkilenerek yaralanmıştır (son 50 yılda meydana gelen maden kazalarına bakıldığında dünyanın en büyük ikinci ölümcül faciası olan bu kaza, dünya tarihindeki en ölümcül kaza olup bkz. https://tr.euronews.com/2020/05/13/soma-dunyada-son-50-yilin-en-olumcul-2-maden-kazasi; erişim tarihi: 25/10/2022). Başvurucular ile ölen yakınları arasındaki bağ ekli 3 sayılı listede belirtilmiştir. Yüklenici Şirketin bir önceki yönetim kurulu başkanı olan A.G. olaydan birkaç gün sonra yüklenici Şirketin Soma Maden İşletmeleri Genel Müdürü R., Eynez İşletme Müdürü A.Ç. ve Soma İnsan Kaynakları Müdürü ile birlikte konuyla ilgili bir basın açıklaması yapmıştır. Bu açıklama hakkındaki bazı haberlerde A.G.nin yüklenici Şirketin yönetim kurulu başkanı ve/veya maden sahibi olduğu ifade edilmiştir ((https://www.trthaber.com/haber/gundem/maden-isletmesi-sahibi-alp-gurkan-aciklama-yapti-html. Erişim tarihi:25/10/2022;https://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/948753-yasam-odasi-kapatilmisti-yenisi-yapiliyordu;yapiliyordu; erişim tarihi: 25/10/2022). Olaydan haberdar olması sonrasında Soma Cumhuriyet Başsavcılığı (Soma Başsavcılığı) aynı gün konuyla ilgili bir ceza soruşturması başlatmıştır. Bazı siyasetçiler ile kamu görevlilerinin de olayda sorumluluğu olduğu iddiasıyla sonradan kimi gerçek kişilerle tüzel kişilerin yaptığı suç duyuruları üzerine başlatılan soruşturmalar mevcut soruşturma ile birleştirilmiştir. Sonraki bir tarihte, haklarında şikâyette bulunulan siyasetçilerle ilgili soruşturmayı tefrik eden Soma Başsavcılığı; Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanlığı (Enerji Bakanlığı) ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB/Çalışma Bakanlığı) müfettişlerinin ve Çalışma Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü K.Ö.nün kamu görevlisi olması ve haklarında soruşturma yapılabilmesi için 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca yetkili mercilerce soruşturma izni verilmesi gerektiği gerekçesiyle bu kişilerle ilgili soruşturmayı da mevcut soruşturmadan ayırmıştır.A. Genel Soruşturma Hükümlerine Göre Yürütülen Soruşturma ile İlgili Süreç Soma Savcılığınca Fezleke Düzenlenmesine Kadar Olan Süreç Soma Başsavcılığı ile çevredeki bazı Cumhuriyet başsavcılıkları vefat edenlerin cesetleri üzerinde ölü muayenesi ve/veya otopsi işlemleri (Otopsi yapılan cesetlerin sayısı on yedidir.) yapılması için gerekli adımları atmıştır. Kimliği tespit edilemeyen bazı müteveffalardan ve bunların yakını olduğu düşülen kişilerden alınan biyolojik örnekler üzerinde moleküler genetik incelemeler yapılarak ölülerin kimliği saptanmıştır. Otopsi raporları ile üzerinde sadece ölü muayenesi yapılan cesetlerin tamamına yakınından alınan kan örneklerinde rastlanan karboksihemeglobin oranlarına göre ölümlerin sebebi CO (karbonmonoksit) zehirlenmesidir. Olayı çevreleyen koşulların ve olayın meydana gelmesinden sorumlu olanların tespiti için Soma Başsavcılığı, profesör unvanlı iki maden ve bir elektrik mühendisi ile A sınıfı bir iş güvenliği uzmanından bilirkişi heyeti oluşturmuştur. Bu heyet ile olaydan bir gün sonra olayın meydana geldiği yer altı maden ocağı incelenmek istenmiş ancak arama ve kurtarma çalışmalarının devam etmesi nedeniyle inceleme yapılamamıştır. 16/5/2014 tarihinde maden ocağına tekrar gidilmiştir. Bu kez kurtarma faaliyetlerini sürdüren maden ocağı yetkililerinden ve tahlisiye ekiplerinden bilgi alınmış, ocak gazlarının ölçüm kayıtlarının tutulduğu bilgisayar verilerine ulaşılmış, yer altı ocağına ait kroki ve haritalar elde edilmiştir. Tahlisiye ekipleri tarafından gerekli şartların sağlanması neticesinde soruşturmada görevli Cumhuriyet savcıları ile bilirkişi heyeti, kurtarma çalışmalarına katılmış bir maden mühendisi eşliğinde ocağın kulikar malzeme girişi olarak tabir edilen ocak ağzından maden ocağına girip ilk incelemeyi yapmıştır. Yapılan incelemede şu hususlar saptanmıştır:- Ocak girişinden sonraki 000 metrelik bölümdeki ana galeri yolunun jeolojik yapısı taştır. 000 metrede U2 olarak tabir edilen elektrik trafosu bulunmaktadır.000 metreden sonra ocak içinde yangının ilk belirtisi olan kömür nakil bandı tamamen yanmıştır. Taşlarda yanmaya bağlı islenme mevcuttur. Tahta tahkimatların yanması üzerine taşlar yer yer tabana düşmüştür. Tabanda soğutma çalışmalarının belirtisi olarak su bulunmaktadır. Tabandaki su, bazı yerlerde 30-40 cm derinliğinde küçük göletler oluşturmuştur. Elektrik kablolarının yüzeyleri, içindeki bakır kablo görünecek şekilde yanmıştır. Ocakta ilerlendikçe sıcaklık artmaktadır. Biraz daha ilerlendiğinde kısmı göçükler görülmüştür. Bu göçüklerden ancak eğilerek geçilebilmiştir. Ana galeride yol üzerinde kullanılan tahta tahkimatlar yanıktır ve kısmen yenilenmiştir. Olayın meydana geldiği yer olduğu düşünülen ve ada olarak tabir edilen yerde soğutma çalışmaları devam etmektedir. Burada sıcaklık, çelik bağlar arasındaki tahta tahkimatlar soğumadığından iyice artmıştır. 400 metrede revire giden kısım tamamıyla göçmüştür. A ve H panolarına giden yol ise açıktır. Maden ocağı içinde devam etmek artık mümkün değildir. 17/5/2014 tarihli bilirkişi ön raporuna göre ilk aşamada olayın meydana gelmesinde kusurlu olanlar şunlardır: - Teknik nezaretçi- İşletme müdürü- Saha sahibi- Şirketin iş güvenliği başmühendisi- Şirketin yönetim kurulu başkanı- Vardiya amirleri Sulh ceza mahkemesinden alınan kararlara istinaden Soma’da bulunan, yüklenici Şirkete ait olan bina ile eklentilerinde arama yapılmış; bazı defterler ile birtakım yazılı ve dijital belgelere el konulmuştur. Başka defterler yanında gaz ölçüm, patlayıcı madde sarfiyat ve cihaz bakım defterleri bir Cumhuriyet savcısınca incelenmiştir. İncelemeye göre gaz ölçüm defterindeki bazı ölçüm sonuçları birbirine yakındır, bazı ölçüm sonuçları ise birbirini tekrar etmektedir. Patlayıcı madde sarfiyat defterinin bazı yerlerindeki imzayla ilgili kısımlar boş bırakılmıştır. Cihaz bakım defterindeki cihazların sıfırlanmasına, ölçümlenmesine ve takip edilmesine ilişkin kayıtlar özellikle 2014 yılı Mart ayından itibaren imzasızdır. Ayrıca 340 ana nefeslik hava çıkışına yerleştirilen 428 kodlu sıcaklık sensörüne ait verilere göre 1/2/2014-28/2/2014 tarihleri arasında 20,82 °C - 21,15 °C arasında değişen sıcaklık 6/5/2014 tarihinden itibaren 32 °C’yi aşmış, 12/5/2014 tarihinde 45 °C’nin biraz üzerine çıkmış, olay günü saat 15’te 46,23 °C’ye, saat 10’da ise 46,58 °C’ye ulaşmıştır. Bilirkişi heyetinde görevli profesör unvanına sahip bir maden mühendisinin soruşturmada görevli bir Cumhuriyet savcısına verdiği bilgiye bakılırsa yer altındaki kömürün oksidasyonunun (kendiliğinden yanma) en önemli göstergesi CO konsantrasyonunun ve sıcaklığın artmasıdır. Bu nedenle maden işletmelerinde havanın nem değerine bağlı olarak kuru sıcaklık 30 °C’yi, yaş sıcaklık ise 25 °C’yi geçmemelidir. Olaydan yaralı olarak kurtulanların tespiti için çevredeki kamu ve özel sağlık kuruluşlarıyla yazışmalar yapılmış, bir kısım yaralı hakkında düzenlenen genel adli muayene raporları temin edilmiştir. Bazı yaralılar yönünden kesin adli rapor alınmıştır. Elde edilen güvenlik kameralarına ait kayıtlar Ankara Kriminal Polis Laboratuvarına inceletilmiştir. Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından olay tarihinden önceki iki yıl içinde olayın meydana geldiği madende yapılan denetimlere ait tüm bilgi ve belgeler istenmiştir. Maden ocağının gaz izleme odasında bulunan gaz sensörlerinin kayıtların tutulduğu bilgisayarlar ile madenin personel servisinde bulunan ve madende çalışan personelin giriş-çıkış kayıtlarını tutan bilgisayarın imajları alınmıştır. Kurtarma ve tahlisiye çalışmalarının tamamlanmasından sonra olayın meydana geldiği maden, hava girişinin engellenmesi ve devam eden ocak yangınının durdurulabilmesi amacıyla her üç girişinden barajlanarak kapatılmıştır. Baraj arkasında bırakılan numune alma borularından düzenli aralıklarla ocak içi gaz ölçümleri alınmış, yangının devam edip etmediği takip edilmiştir. 23/6/2014 tarihinde Cumhuriyet savcıları ve bilirkişi heyeti, yüklenici Şirketin yetkilileri ve TKİ yetkilileri ile bir toplantı yapıp ocağa giriş şartlarını değerlendirmiştir. Aynı gün yapılan keşifte mevcut yer altı üretimi nedeniyle yeryüzünde oluşan çökme ve kayma bölgeleri incelenip fotoğraflanmış, inceleme yapılan sahaların GPS ile koordinatları elde edilmiştir. Gaz oranlarının uygun değerlere ulaştığı değerlendirilince 16/7/2014 tarihinde, kapalı olan ocak giriş barajları tahlisiye ekipleri denetiminde yıkılmış ve havalandırma fanları çalıştırılarak kısmi hava akışı sağlanmıştır. Ocağa giren tahlisiye ekipleri gaz ölçümü yapmış ve yangının yeraltında devam ettiğini ancak ocağın bazı bölümlerine girilebileceğini tespit etmiştir. Temiz havanın olay yerine ulaşması sonucunda yangının artarak devam etme olasılığının yüksek olmasına, metan içeriğinde kontrol dışı artışlar yaşanabilecek olmasına, bu nedenle grizu patlama tehlikesinin artarak devam etmesine rağmen soruşturmada görevli bir Cumhuriyet savcısı ile bilirkişi heyeti, iş sağlığı ve güvenliği için gerekli takımı temin ederek soruşturma kapsamında alınan ifadelerde olayın çıkış noktası olarak beyan edilen ve göçük olduğu tahlisiye ekiplerince belirlenen bölgedeki durumu incelemek için ocağa girmiştir. 100 metrelik derinliğe kadar olan bölümde olayın sebebine ilişkin delil ve emareye rastlanmamıştır. 500 metre derinlikte 4 No.lu insan nakil bandı ile 5 No.lu insan nakil bandını bağlayan nefesliğe (146,8 kodlu) girilmiştir. Bu bölgede alt kodda bulunan 3 numaralı kömür nakil bandının bulunduğu galeriye (144,0 kodlu) doğru göçüğün meydana geldiği görülmüştür. Jeolojik yapı olarak kömüre değil metamorfik kayaç olan marna rastlanmıştır. Elektrik kablolarının sağlam olduğu, tahkimata destek olarak kullanılan ahşap kamaların sadece üzerinde is, göçük alanı içinde ise domuz damlarının bulunduğu, bu damların yanmadığı tespit edilmiştir. S panolarına giden temiz hava yolunda U3 trafosunun durduğu yol üzerinde yoğun bir duman olduğu gözlenmiş, seyyar gaz ölçüm cihazlarıyla yapılan ölçümlerde CO oranı 518 PPM, metan (CH4)oranı %0,26, oksijen oranı ise %18,25 olarak ölçülmüştür. Ayrıca 340 nefeslik ana yol üzerinde tahkimatlar arasına konulan ahşap kamaların tamamen yandığı, A ve H panolarının bulunduğu bölge tarafından yoğun şekilde dumanın geldiği görülmüştür. Böylece kazanın başlangıç yeri olarak tahmin edilen bölgenin halen yandığı, burada CO değerlerinin çok yüksek olduğu, yoğun duman nedeniyle ocakta daha fazla ilerlemenin mümkün olmadığı saptanmıştır. Gerekli örnekler alındıktan sonra keşif sonlandırılmıştır (bilirkişi heyetince gerek bu keşifte gerek daha önce yapılan keşiflerde tespit edilen diğer hususlar, bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesiyle ilgili kısmında yer almakta olup bkz. § 25). Sıcaklık ölçüm cihazı ile seyyar gaz ölçüm cihazları, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Ulusal Metroloji Enstitüsü Gaz Metrolojisi Laboratuvarına (Gaz Laboratuvarı), CO maskeleri ise TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezine incelettirilmiştir. Seyyar gaz ölçüm cihazları ile gaz maskeleri yönünden yapılan incelemeler nedeniyle düzenlenen raporlara göre; i. .. S.. marka on iki seyyar gaz ölçüm cihazından ancak dokuzundan veri alınabilmiştir. Bu cihazların 10-15 Mayıs 2014 tarihleri arasında kaydettiği veriler incelenmiş ve CO miktarının yasal limitleri aştığı toplam otuz bir ölçüm aralığı tespit edilmiştir. Aşımların bazıları kısa, bazıları saatlerce sürmüştür. Bazı aşımların yasal limitlerin çok üzerine çıktığı saptanmıştır. Cihazların kalibrasyon ölçümleri yapılmış, 11033FH-049 seri numaralı cihazın oksijen sensörünün hata verdiği, bazı cihazların kuru hava ile kalibrasyonu sırasında sıfır göstermesi gereken CO, H2S (hidrojen sülfür) ve CH4 (metan) değerlerinin sıfırdan daha küçük gösterdiği belirlenmiştir. On iki cihazın tümünün O2 ölçümlerinin kalibrasyon gaz değerinin sınırları içinde olduğu görülmüştür. Üç cihazın CO ölçüm sonuçları, yedi cihazın ise H2S ölçüm sonuçları kalibrasyon gaz değeri sınırlarının üstündedir. Altı cihaz ise kalibrasyon gaz değeri sınırlarının altında ölçüm yapmaktadır. Cihazların kalibrasyon gaz değeri sınırlarının üzerinde ölçüm yapması saha uygulamasında bir tehlike arz etmemektedir zira cihazlar ölçüm sonuçları yasal limitlere ulaşmadan alarm vermektedir. Öte yandan CH4 için kalibrasyon gaz değeri sınırlarının altında ölçüm yapan cihazlar, ortamdaki gaz miktarı yasal limitleri aşmasına rağmen alarm veremez. İlgili mevzuata göre maden ocaklarında CO değeri azami 50 PPM, sekiz saatlik çalışma için müsaade edilen azami H2S değeri 20 PPM, oksijen değeri asgari %19, CH4 değeri ise azami %2’dir. İncelenen seyyar gaz ölçüm cihazlarından bazıları 10/5/2013-14/5/2013 tarihleri arasında 50 PPM’nin oldukça üzerine çıkan CO değerleri ölçmüştür. ii. CO maskelerine gelince;- F... firmasının ürettiği gaz maskelerinin koruyucu ambalajlarındaki (kullanılmış ve kullanılmamış) üretim tarihi ve üretici firma bilgisi kolay anlaşılabilir değildir. Bu firmanın ürettiği, kullanılmış on iki gaz maskesinin tümünün filtre kısımları paslanmıştır. Ayrıca on iki gaz maskesinin üçü raf ömrünü tamamlamıştır. Aynı firmanın ürettiği, kullanılmamış olduğu bildirilen 116 gaz maskesinin on sekizinin raf ömrü sona ermiştir.- .. firmasının ürettiği gaz maskelerinin teknik özellikleri ile ilgili bilgilere ulaşılamamıştır. - Çin Halk Cumhuriyeti menşeli maskelerin tamamı 16-20 yıl önce üretilmiştir ve maskelerin kullanım ömrü bitmiştir. - Kullanılmış bazı gaz maskelerinde seri numarası ya yoktur ya da silinmiştir. - İncelenen gaz maskelerinin kalite kontrollerinin en son ne zaman yapıldığı bilgisine ulaşılamamıştır. - Kaza anında ve hemen sonrasında, madende çalışan işçilerin maruz kaldığı ortamdaki oksijen oranı, karbonmonoksit oranı ve karbondioksit oranı ile ilgili ölçüm sonuçları gönderilmediğinden F... firmasının ürettiği gaz maskelerinin olay anındaki koşullara uygun olup olmadığı ile ilgili değerlendirme yapmak mümkün değildir. Soruşturmada dumandan doğrudan etkilenen 161 işçi mağdur, yangından etkilenmeyen 425 işçi ise tanık olarak dinlenmiştir. Ayrıca olayda vefat edenlerin çok sayıdaki yakınının beyanı alınmıştır. Bilirkişi heyeti, kazayla ilgili raporunu 5/9/2014 tarihinde tamamlamıştır. Sözü edilen raporda maden ocağındaki havalandırma, sensör ölçümleri, elektrik dağıtım hatları ve trafolar ile ilgili değerlendirmelerde bulunularak maden kazasının pek çok ihmal ve kusurun bir araya gelmesi sonucu meydana geldiği ve kazanın önlenebilir olduğu sonucuna varılmıştır. Rapora göre olayda vefat eden kişilerin ölüm sebebine ve bu boyutta bir CO zehirlenmesi meydana gelmesine neden olacak CO konsantrasyonuna -yer altı ocağının boyutları gözönüne alındığında- tek başına bant, ahşap tahkimat ve PVC boru yangınının neden olması mümkün değildir. Olayda U3 trafosu etrafında topuk olarak bırakılan kömürün kontrolsüz bir şekilde kendiliğinden yanması sonucu oluşan karbonmonoksit, temiz hava girişine ulaşmıştır. Temiz hava ile temas ederek kendiliğinden yanan kömür tam yanmaya dönüşmüştür. Bu yangın 4 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yola sirayet ederek bu bölümdeki ve 3 No.lu kömür nakil bandının bulunduğu yoldaki bant, ahşap tahkimat, PVC borular ve elektrik kablolarını tutuşturmuştur. Su ile soğutma çalışmaları sonucu zehirleyici ve boğucu gazlar açığa çıkmıştır. Nitekim olay sonrası diğer yangınlar söndürüldükten sonra kurtarma faaliyetleri esnasında kömür yangınının devam ettiği 16/5/2014 tarihinde maden ocağına yapılan ilk keşifte saptanmıştır. 16/7/2014 tarihinde yapılan keşifte de madenin uzun bir süre kapalı kalmasına rağmen kömürün olayın meydana geldiği bölgede yanmaya devam ettiği tespit edilmiştir. Bilirkişi heyeti 2006 yılında kömür üretme ve teslim işini üstlenen şirketin 7/10/2009 tarihinde TKİ’ye yaptığı sözleşme devri ile ilgili başvurusunda üretim çalışmaları sırasında oluşan yangınlardan dolayı üretim yapılamamasını ve yüksek su gelirini gerekçe gösterip ileride telafisi mümkün olmayacak problemlerle karşılaşılacağına değinerek işi devretmek istediğini dikkate almış, maden sahasının yüksek yangın riski taşıdığının TKİ ve kömür üretim işini devralan yüklenici Şirket tarafından bilindiği kanaatine varmış, bu doğrultuda olayın meydana gelmesinden sorumlu olanları belirlemiştir. Bilirkişi raporunun kusur değerlendirmesine ilişkin kısmı şöyledir: “ Olayın meydana gelişinden önceki tarihlerde, ocak havasının denetimi için kurulan gaz izleme sensörleri, olayın başlangıcını haber vermiş, ancak bu durum şirket yetkilileri tarafından dikkate alınmamıştır. Ocak içi yangınının başladığını gösteren CO, sıcaklık yükselmesi ve ocak çıkış havasındaki oksijen seviyesinin düşmesi, yangının başladığının en önemli kanıtıdır. Oksijen seviyesi, madenlerde izin verilen değerlerin altında, CO ve sıcaklık değerleri, izin verilen sınır değerlerin üzerinde seyretmiştir. Sensörlerden gelen bilgiler, ocakta meydana gelen kazanın olacağını önceden bildirmesine rağmen, bilgilerin dikkate alınmaması ve çalışmaların durdurulmaması çok önemli bir ihmali göstermektedir. Bu durumu izlemek ve gerekli önlemleri almakla yükümlü olan; a- İşveren (Yönetim Kurulu Başkanı); b- İşveren Vekilleri (Genel Müdür, İşletme Müdürü, İşletme Müdür Yrd.); c- Ocak Daimi Nezaretçisi; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya Amirleri; f- İş Güvenliği Uzmanları; g- Ocak Havalandırma Mühendisi;h- Sensör kayıtlarından sorumlu olan teknik personel, asli kusurlu, Kontrol yetkisi olan, aylık hak ediş dosyalarında iş güvenliği ile ilgili raporları denetleme ve inceleme yetkisine sahip olan ruhsat sahibi TKİ-ELİ’de [Ege Linyit İşletmesi Müdürlüğü, ELİ] görevli; i- TKİ-ELİ Kontrol Baş Mühendisi; j- TKİ-ELİ[Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Havalandırma şekli ve yöntemi, yangın tehlikesi olan bir yer altı ocağı için uygun değildir. Ocağın bazı bölümlerinde seri havalandırma yöntemi uygulanmaktadır. Yani, ocaktaki kirli havanın en kısa yoldan dışarı atılmasını sağlayacak paralel yol bağlantıları kurulmamıştır. A ve H panoları ile K ve S panoları bağımsız kirli hava çıkışına sahiptir. Ancak 140 panosunda kirlenen hava temiz havaya karıştırılarak bu panolara iletilmekte, K panosunda yeniden kirlenen hava S panosuna gönderilmekte, S panosunda 3 ayak seri olarak (bir ayakta kirlenen hava diğer ayağın temiz havası olarak kullanılıyor) havalandırılmaktadır. Aynı durum H panosunun 2 ayağı ve çok sayıda baca üretiminde de görülmektedir. Yangın çıkması durumunda, mevcut CO maskelerinin kullanım süreleri de düşünüldüğünde, temiz havaya çıkış yapılabilecek bir mesafe söz konusu değildir. Bu durum, ölümlerin yüksek olmasının nedenlerinden birisidir. Maden ocaklarında işletme projelerini inceleyerek çalışma izni veren ve her yıl üretim faaliyet raporlarını denetleyen bir kurum olarak, havalandırma planını bu hali ile kabul etmesi ve üretime izin vermesi nedeni ile; a- Maden İşleri Genel Müdürü; b- 2010 yılından olay tarihine kadar [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM [Maden İşleri Genel Müdürlüğü] kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, İş sağlığı ve güvenliği açısından havalandırma planlarının uygulanmasını ve hava ölçümlerini kontrol etme, denetleme ve olumsuz durumlarda ocak faaliyetlerini durdurma yetkisinde sahip; c- Olay tarihinden önceki son iki yıl içerisinde [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftis Kurulu Iş Müfettişleri, asli kusurlu, Ocak havalandırma planını hazırlayan, onaylayan ve kontrol eden işletmeci ve ruhsat sahibi; d- İşveren;e- İşveren Vekilleri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ-ELİ [Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur.Konuya ilişkin olarak gerekli uyarı ve müdahalelerde bulunmayan; h- Emniyet Başmühendisi; i- Teknik Nezaretçi; j- Daimi Nezaretçi;k- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur. Soma Kömür işletmeleri tarafından hazırlanan ve TKİ Genel Müdürlüğünce onaylanan Revize Projesinin sayfasında 18 başlığı altında verilen değerlendirmede, metan sorunu ile uğraşılan bu tür ocaklarda çalışanların en kısa ve en kolay yolla yerüstüne naklinin çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bunun sağlanması için yeni bir planlama ile yeryüzüne bağlantılı galerilerin sürülmesi kararlaştırılmış, bu konuda 2010 tarihinde 7231 muhaberat no ile TKİ Müessese Müdürlüğünden izin istendiği belirtilmiştir. 2010 tarihli TKİ Müessese Müdürlüğü oluru ile birisi acil çıkış galerisi olmak üzere iki ayrı galeri en temiz hava girecek olup, yeni sürülecek galeri ile de hava çıkışı sağlanacağı belirtilmiştir. Ancak Revize projesi Plan 2’de gösterilen bu galeri, üretim sınırlarında yapılan değişiklik neticesinde üretim rezervi içerisinde kalarak rezervzayiatının engellenmesi amacıyla oluşturulmamıştır. Olay esnasında kaçışı sağlayacak böyle bir yolun, iş güvenliği göz ardı edilerek ve sadece kömür rezervi düşünülerek iptal edilmesi nedeni ile; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli sorumludur. Revize projesinde, sözleşmede belirlenen 000 ton/yıl üretimin gerçekleştirilebilmesi için, yer altı ve yerüstü çalışanların sayısı 2226 kişi olarak verilmiştir. Bu kapasitenin sağlanması için birisi yedek olmak üzere 2 adet 2500 m3/dakika kapasiteli vantilatör kullanıldığı beyan edilmiştir. 2012 yılında gerçekleştirilen kömür üretimi 015 ton, 2013 yılında ise bu rakam 457 ton’dur ve 2014 yılındaki havalandırma ölçümlerinin yapıldığı defterlerde, ocak çıkış havası debisinin 1980 m3/dakika civarında olduğu saptanmıştır. Bazı ayaklarda ölçülen hava hızlarının, sınır değer olan 5 m/sn’ nin altında olduğu saptanmıştır. 2014 yılının Mart ayında, hak ediş dosyasından alınan sigortalı olarak prim yatırılan toplam işçi sayısı 3367 olarak belirlenmiştir. Üretimin iki katından fazlasına çıkarılmış, çalışan sayısının artırılmış olmasına rağmen, havalandırma sisteminin aynen korunmuş olması iş sağlığı ve güvenliği yönünden çok büyük bir ihmali ortaya koymaktadır. Havalandırma ile ilgili yukarıda belirtilen uygunsuz durumu göz ardı ederek çalışmalarını sürdüren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur.Revize projeyi onaylayan, ancak üretim ve havalandırma uygulamasını kontrol etmeyen,e- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı;f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi, asli kusurludur. 2010 yılından olayın meydana güne kadar uygulamayı denetlemede gerekli özeni göstermeyen; h- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, i- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Yangın tehlikesi bulunan yer altı kömür işletmelerinde, yanmaya karşı gerekli önlemlerin alınması, kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesi gerekmektedir. Grizulu ocak olarak sınıflandırılan Eynez yer altı işletmesinin tüm elektrikli ekipmanlarının anti-grizu veya alev sızdırmaz (EX-proff) olarak seçilmesi gerekmektedir. Gerçekleştirilen keşiflerde, yardımcı tahkimat malzemesi olan ahşap kamaların, PVC boruların ve bantların yangına karşı dayanıklı olmadığı, bant motorlarından bazılarının ve elektrik kablolarının bağlantı uç ekipmanlarının alev sızdırmaz olarak seçilmediği tespit edilmiştir. Yangına meyilli olan böyle bir işletmede, yangın riskine karşı gerekli altyapıyı oluşturmayan; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; asli kusurludur, Gerekli uyarıları yapmayan ve müdahalelerde bulunmayan; c- Teknik Nezaretçi; d- İş Güvenliği Uzmanları, tali kusurludur. Denetleme ve işi durdurma yetkisine sahip; e- 2010 yılından olay tarihine kadar,[Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludurlar.f- 2010 yılından olay tarihine kadar [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanların kullanımına verilen ve yangın esnasında işçilerin güvenli bölgeye kaçışlarına yardımcı olacak CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarının düzenli tutulmadığı ve rutin kontrollerin düzenli olarak yapılıp yapılmadığı anlaşılamamıştır. Tanık ifadelerinden, olay esnasında bazı CO maskelerinin işlevini yerine getirmediği, çalışanların zimmetinde bulunan maskelerin kontrollerinin uzun süre yapılmadığı anlaşılmıştır. CO gaz maskelerinin kontrol kayıtlarını denetlemekle görevli olan ve yaptırım gücünü uygulamayan; a- 2010 yılından olay tarihine kadar [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur.b- İşveren;c- İşveren Vekilleri; d- Teknik Nezaretçi; e- İş Güvenliği Uzmanları, asli kusurludur. Teknik nezaretçi defterinin düzenli tutulmadığı, son 4 kaydın nüshalarının defterde kaldığı, tehlike sınırlarının aşılmış olmasına rağmen, tehlikeli gaz değerleri için defterde herhangi bir ibareye rastlanılmadığı yapılan incelemelerden anlaşılmıştır. Gaz ölçüm defterinden elde edilen veriler ile sensörlerden elde edilen verilerin birbirlerini tutmaması nedeniyle kayıtların rastgele tutulduğu tespit edilmiştir. Ölçüm anomalilerinin gözlenmeye başladığı 2014 yılı başından itibaren defterlerin tutulmasından, ölçümlerin yapılması ve kayıt altına alınmasından sorumlu; a- İşveren:b- işveren Vekilleri;c- Teknik Nezaretçi;d- İş Güvenliği Uzmanları;e- Ocak Havalandırma Mühendisi;f- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler; g- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri, asli kusurludur. Ocak havalandırmasının karmaşık yapısı nedeniyle daha fazla sensör ile kontrol edilmesi gerekirken, yeterli sayıda gaz ve sıcaklık sensörü bulunmamaktadır. Ocak sıcaklığı, sadece ocak hava çıkışında bulunan bir adet sensör ile kontrol edilmektedir. Vardiyalarda, ocak içi havasının sıcaklık ve gaz içeriği farklı bölümlerinde kontrol edilip kayıt altına alınması gerekmektedir. CO için ölçüm yapan sensörlerden 9 adeti düzgün veri üretmemesine rağmen bu durum göz ardı edilmiş, gereken tedbirler alınmamıştır. Sensörlerin kontrolünü yapma zorunluluğu bulunan, elde edilen verileri değerlendirmekle görevli olan, ancak bunları ihmal eden; a- Teknik Nezaretçi; b- iş Güvenliği Uzmanları;c- Ocak Havalandırma Mühendisi; d- Gaz Ölçümlerinden Sorumlu Mühendisler;e- İş Güvenliğinden Sorumlu Vardiya AmirIeri;f- TKİ- ELİ Kontrol Baş Mühendisi; g- TKİ- ELİ [Yüklenici Şirketin] Eynez ocağı kontrol mühendisleri, asli kusurludur. Soma Kömürleri işletmesi, Eynez yer altı kömür sahasının bazı bölümlerinde, tek bir bacadan üretim yapılması nedeniyle tehlikeli olduğu için kullanımı sakıncalı olan Kara Tumba yöntemiyle üretim yapıldığı, imalat planlarında ve hak edişlerde verilen planlarda görülmektedir. Yeraltında çalışan sayısının artmasına ve risk faktörünün yükselmesine neden olan bu yöntemin, daha fazla kömür kazanılması için kullanılmasına izin veren ve bunları denetleme ve güvenli olmadığı için durdurma yetkisine sahip olmasına rağmen gerekli müdahaleyi yapmayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen. denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;e- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; f- TKİ İşletme Dairesi Başkanı;g- Teknik Nezaretçi, asli kusurludur. ... 2013 ve 2014 yılları Termin Takip kayıtları incelendiğinde, aylar ve yıllar bazında programlanan üretimden 2-2,5 kat fazla üretim yapıldığı anlaşılmaktadır (2013 yılı için programlanan üretim 000 Ton, gerçekleşen üretim 456 Ton). Bu sonuçlar, işletmede ‘Üretim Zorlaması’ olduğunu ve işçilerin ifadelerinde de belirttiği gibi fazla çalışmaya zorlandıkları savını doğrulamaktadır. Üretim zorlaması beraberinde alınması gereken tedbirlerin alınmamasına ve tehlikeli çalışma koşullarının oluşmasına yol açmıştır. Üretim zorlamasını gerçekleştirmesi nedeni ile; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; d- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurlu, Üretim artışını karşılayacak gerekli proje değişikliklerini talep etmeyen ve buna bağlı yıllık üretim faaliyet raporlarını denetlemeyen; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur, Denetimlerinde işletme projesi, program ve üretim farklılıklarını göz önüne alarak kapsamlı denetleme yapmayan; f- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez işletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. ... [Y]önetmelikte belirtilen, ‘vantilatör ve aspiratörlerin, gerektiğinde, hava akımını ters yöne çevirebilecek tipte düzenlenmiş olmalıdır’ koşulu ocakta yerine getirilmemiştir. Bu durum kurtarma faaliyetlerinde olumsuz etki yaratmıştır. Ocağın girişinde bulunan ana havalandırma fanının bu teknolojik özelliğe sahip olmadığı tespit edilmiştir. Olayın başlamasından sonra hava akışının yönünü ters çevirmek için verilen karar sonucunda ocağa gönderilen hava miktarının önemli ölçüde azaldığı tanık ifadelerinden anlaşılmıştır.Bu teknik zorunluluğu yerine getirmeyen; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. Eynez yer altı ocağı tek hat şeması üzerinden elektrik projesi incelendiğinde trafo, SF6 gazlı kesicilerin ve enerji taşıma kablolarının, bazı hatlarda uygun olmadığı sonucuna varılmıştır. İşletmenin elektrik sistemi, madenin çalıştırılması için güvenilir değildir. İşletme projesi içerisinde, elektrik projelerinin MİGEM’e sunulması ve onay alınması gerekmektedir. Ancak bu işlemin yerine getirilmediği belirlenmiştir. Bu nedenle; a- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Prolelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları;b- İşveren; c- İşveren Vekilleri, tali kusurludur. Maden ocağında kullanılan gaz sensörlerinin akredite bir kurum veya kuruluş tarafından kalibrasyonlarının yapılmadığı anlaşılmıştır. Şebeke enerjisi kesildiğinde yedek elektriksel güç (akü ve kesintisiz güç kaynağı) kaynakları ile sensörler beslenmelidir. Bu faciada sensörlerin yedek güç kaynaklarının yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun 24/08/2010 tarihli ‘Merkezi Gaz izleme Sistemi (MGİS) Yönergesi’ esas alındığında; Alt yapının kurulup çalıştırılmasından sorumlu; a- İşveren:b- İşveren Vekilleri; c- Merkezi Gaz İzleme Sisteminde görevli yetkili personel, asli kusurlu, Kontrol ve denetim yetkisi olan; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, tali kusurludur. Kaza esnasında, olay yerindeki haberleşme cihazlarının çalışmadığı ifadelerden anlaşılmaktadır. Haberleşme cihazlarının ve aksesuarlarının yer altı standartlarına uygun olmadığı belirlenmiştir. Elektrik panolarında kablo eklerinin standart dışı bakırların birbirine sarılması ile yapıldığı, plastik bantlarla sarıldığı tespit edilmiştir. Olay yerinin boşaltılması için haberleşme en önemli unsurdur. Haberleşme cihazlarının çalışmaması ve merkezi alarm sisteminin bulunmaması, tahliyenin gecikerek olayın büyümesi hususundaki en önemli unsurlardan birisidir. Bu nedenle gerekli tedbirleri almamış olan; a- İşveren; b- İşveren Vekilleri asli kusurludur, Projeleri kontrol etmeyen ve gerekli denetimleri yapmayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri; d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Çalışılan kömür damarlarının yangına müsait oluşu dikkate alınarak özellikle terk edilen eski üretim alanlarının kontrolünün yapılarak kömür yangınlarına karşı gerekli önlemler alınmamıştır. Uygulanan üretim yöntemi, göçük içerisinde çok fazla yanmaya müsait kömür bırakmaya meyilli olması nedeniyle, yangına elverişli kömür ocakları için uygun değildir. Bu yöntem ile üretime karar veren ve bunu onaylayarak üretimin devam etmesini sağlayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- TKİ İşletme Dairesi Başkanı; asli kusurludur, İşletme projesine onay veren, d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları; asli kusurludur,Takibini yapan ve iş güvenliği açısından denetleme ve işi durdurma yetkisi olan; e- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, tali kusurludur. Çok Tehlikeli İş sınıfı kapsamına giren yer altı maden işletmelerinde yapılması gereken Risk Değerlendirmelerinin içerisinde ocak yangınlarına karşı kapsamlı bir Risk Değerlendirmesi ve alınacak önlemlere ilişkin bir bölüm mevcut değildir. Bu durum büyük bir eksiklik yaratmaktadır. Risk değerlendirmesini gerçekleştirecek eleman ve denetleyecek kurum olan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri; c- İş Güvenliği Uzmanları;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri, asli kusurludur. Çalışanlara işe başlamadan önce verilmesi gereken en az 32 saatlik mesleki eğitim, işe başlamadan önce verilmesi ve her yarı tekrarlanması zorunlu 16 saatlik iş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimleri tam olarak verilmemiştir. Yine tanık ifadelerinden, söz konusu eğitimlerin gerçek anlamda yaptırılmadan belgelendirildiği, tekrarlama eğitimlerinin ise yaptırılmadığı kanaatine varılmıştır. Bu durumda; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. İşverenin, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca, en az biri A sınıfı uzman olmak üzere 3 adet iş Güvenliği Uzmanı ataması ve çalışan sayısının 3000 civarında olması nedeniyle bu kişilere iş Güvenliği dışında herhangi bir iş vermemesi gerekirdi. Bu yasal gerekliliği, yeterli bilgi ve deneyimi olmayan iş güvenliği uzmanlarına görev vererek yerine getiren ve ek farklı işlerle görevlendiren; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. İşyerinde tahliye amaçlı bir planlama söz konusu değildir. Çalışanların işyerlerini terk edebilecekleri kısa ve alternatif yollar yapılmamış, herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanları uyarabilecek bir alarm sistemi, haberleşme sistemi ve yönlendirme levhaları kurulmamıştır. Bu nedenle, ilgili mevzuatı dikkate almayan; a- İşveren;b- İşveren Vekilleri, asli kusurludur. Gerekli denetimler neticesinde tehlikeli durumu belirleyip gerekli önlemlerin alınmasını sağlamayan; c- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletmesinde denetim yapan ÇSGB İş Teftiş Kurulu İş Müfettişleri;d- 2010 yılından olay tarihine kadar, [Yüklenici Şirketin] Eynez İşletme Projelerini inceleyen, denetleyen ve onay veren yetkili MİGEM kontrol ve denetleme elemanları, asli kusurludur. Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından, önce P... A.Ş.’ne daha sonra [Yüklenici Şirkete] ‘Hizmet Alım Sözleşmesi ile Verilen ihale Konusu 000 Ton Kömür Üretim işi’ 4857 sayılı iş Kanunu hükümleri açısından muvazaalı (hileli) olarak görülmektedir. Konuya ilişkin olarak hem Sayıştay KİT raporlarında, hem de TKİ tarafından yayımlanmış olan 2013 yılı Faaliyet Raporunda bu duruma dikkat çekilmiştir. Asli görevi kömür işletmeciliği olan, gerekli bilgi birikimi ve teknik personel desteğine sahip Türkiye Kömür işletmeleri’nin, asıl işi olan yer altı kömür üretimini, hizmet alım sözleşmesi ile iş güvenliğini göz ardı ederek, maliyet kaygısıyla alt işverene devretmesi nedeniyle; a- TKİ Yönetim Kurulu Başkanı; b- TKİ İşletme Dairesi Başkanı, asli kusurludur.” Faciada yakınlarını kaybedenlerin bazıları Soma Başsavcılığına verdiği dilekçelerde olayın meydana gelmesinde TKİ Yönetim Kurulu başkanı ile üyelerinin, TKİ işletme dairesi başkanının, TKİ iş sağlığı ve güvenliği genel müdürünün, ELİ müessese müdürü ile yardımcılarının, yer altı kontrol şube müdürü ile müdür yardımcısının, ELİ kontrol baş mühendisleri ile kontrol mühendislerinin, maden işleri genel müdürü ile bu kurumun denetim ve kontrol elemanlarının, Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanı ile 2010 yılından itibaren olay yerinde denetim yapan iş müfettişlerinin, Enerji Bakanlığına bağlı enerji kalitesi kıstasları denetimini yapan yetkililerin, yüklenici Şirketin maden ocağını işletmeye başladığı tarihten sonraki yönetim kurulu başkanları ve üyeleri ile hissedarlarının, yüklenici Şirketin genel müdürü ile işletme müdür ve müdür yardımcılarının, iş güvenliğinden sorumlu başmühendis ile mühendislerin, iş güvenliği uzmanlarının, ocak daimî nezaretçisinin, teknik nezaretçilerin, ocak havalandırma mühendisinin, sensör kayıtlarından sorumlu teknik personelin, gaz ölçümünden sorumlu mühendislerin, teknikerlerin ve vardiya amirlerinin de kusurları olduğunu iddia etmiştir. Yürüttüğü soruşturma sonunda ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ve yüklenici Şirketin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. ile yüklenici Şirketin hissedarı, yöneticisi ya da çalışanı olan 42 kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) veren Soma Başsavcılığı, aralarında ELİ’de görevli bazı kontrol başmühendisleri ile mühendislerinin de bulunduğu 45 kişi hakkında -ki ELİ Müdürlüğü çalışanları dışındakiler yüklenici Şirketin hissedarı, yöneticisi veya çalışanıdır- olası kastla öldürme ve netice sebebiyle ağırlaşmış yaralama veya bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma ya da taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçlarını işledikleri iddiasıyla Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açılması için fezleke düzenleyip soruşturma evrakını Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığına (Akhisar Başsavcılığı) göndermiştir. Fezlekede olayın bilirkişi raporunda belirtilen şekilde meydana geldiği iddia edilmiş ve bilirkişi raporundaki değerlendirmeler çerçevesinde şüphelilere suç isnadında bulunulmuştur. Kovuşturmasızlık kararına göre şüpheliler S.Y., E., K.K. ve H. meydana gelen faciada vefat etmiştir; haklarında kamu davası açılmayan diğer şüphelilere ise bilirkişiler kusur atfetmemiştir. Faciada yakınlarını kaybeden bazı kişiler başka hususlar yanında ELİ Müdür Yardımcısı A.U. ve yüklenici Şirketin bir önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G. de dâhil olmak üzere olaydan sorumlu olan bazı kişiler hakkında kamu davası açılması gerektiğini ve ELİ Müessese Müdürü Ha. de dâhil olayda sorumluluğu bulunabilecek bazı kişiler hakkında soruşturma yürütülmediğini belirterek Soma Başsavcılığınca verilen karara itiraz etmiştir. Yapılan itirazlar Akhisar Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Bunun üzerine olayda vefat eden bazı kişilerin yakınları bireysel başvuru (Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2015/1894, 16/1/2020) yapmıştır. Söz konusu başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, Soma Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporundaki tespitleri gözeterek yaşam hakkının devlete yüklediği etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğün somut olayda ceza soruşturması gerektirdiğini tespit etmiş ancak bazı şüpheliler hakkındaki yargısal sürecin devam ettiğine işaret edip, bu süreçte yapılacak araştırma sonucunda olayda sorumlulukları tespit edilecek kişiler haklarında kamu davası açılmasının mümkün olduğunu belirterek başvuruyu başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur. Fezlekenin Düzenlenmesinden Sonraki Süreç Akhisar Başsavcılığı, Soma Başsavcılığınca hazırlanan fezlekedeki hukuki nitelendirme çerçevesinde 45 şüpheli hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. İddianamede -fezlekeyle uyumlu şekilde- olay esnasında yer altı maden ocağında bulunan mağdurların tamamının yaşamları tehlikeye girecek şekilde yaralandığı belirtilmiştir. İddianamenin düzenlendiği tarihte Gaz Laboratuvarı henüz sabit gaz ölçüm cihazlarıyla ilgili raporunu göndermemiştir. Ceza Mahkemesi, bazı eksikler içerdiği gerekçesiyle Akhisar Başsavcılığınca düzenlenen iddianamenin iadesine karar vermiştir. Ceza Mahkemesine göre iddianamede bulunan eksikler kısaca şunlardır:i. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarına yer verilmemiştir.ii. Şüphelilerin görev ve hukuki sorumlulukları ile şüphelilere isnat edilen eylemler delilleriyle birlikte açıklanmamıştır. Ayrıca şüphelilerin sorumluluk durumunu belirleyen bilirkişi raporunda eksiklik söz konusudur.iii. İddianamede olay esnasında yer altı maden ocağında bulunan işçilerin tamamının yaşamları tehlikeye girecek şekilde yaralandığı açıklansa da bu kabulün gerekçesi belirtilmemiş, bu durum herhangi bir delille de irtibatlandırılmamıştır.iv. Şüphelilerin kusur durumlarına etki edebilecek durumda olduğu değerlendirilen sabit gaz ölçüm cihazlarına ilişkin rapor beklenmemiştir. Oysa söz konusu rapor esaslı bir delildir. Akhisar Başsavcılığı, Ceza Mahkemesince verilen karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Manisa Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) sabit gaz ölçüm cihazlarına ilişkin verilerin bilirkişilerce bilgisayar üzerinden incelenerek bununla ilgili kusur durumunun bilirkişi raporunda belirtildiği, bilirkişiler tarafından şirkete ait gaz ölçüm günlük rapor ve kayıt defterinin incelendiği, sabit gaz ölçüm cihazıyla ilgili Gaz Laboratuvarı raporunun iddianamenin iadesine itirazdan sonra geldiği (Anılan rapora göre karbondioksit gaz ölçüm cihazı çalışmamaktadır. Diğer gazlar yönünde sabit gaz ölçüm cihazları ya hatalı çalışmakta ya da kalibrasyon değerinden daha yüksek değer okumaktadır. Bu durum karbonmonoksit ve metan gazları için uygulamada tehlike teşkil etmemektedir. Gerekli bilgilerin temin edilememesi nedeniyle sıcaklık ölçüm cihazlarının kalibrasyonu yapılamamıştır.), şüphelerin üzerine atılı suçların işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturması nedeniyle iddianamenin düzenlendiği ve soruşturma aşamasında alınan bilirkişi raporunun yeterli görülmemesi hâlinde kovuşturma aşamasında yeniden bilirkişi raporu alınabileceği gerekçesiyle iddianamenin iadesine ilişkin bir kısım nedeni yerinde bulmamıştır. Bununla birlikte olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarına iddianamede yer verilmediğine ve mağdurların yaralarının niteliği ile ilgili kabulün delillendirilmediğine ilişkin iade nedenlerini yerinde bulmuştur. Ağır Ceza Mahkemesinin kararına göre 65 mağdurla ilgili herhangi bir rapor, 85 mağdur yönünde ise kesin adli rapor aldırılmamıştır. Akhisar Başsavcılığı mağdurların adli raporlarını almak için gerekli adımları atmış, 5/9/2014 tarihli raporu düzenleyen bilirkişi heyetinden topçu defteri ve Gaz Laboratuvarının gaz ölçüm cihazlarıyla ilgili raporları yönünden ek rapor almıştır. Ek rapora göre;- Seyyar gaz ölçüm cihazlarının kaydettiği en yüksek sıcaklık değeri 33 °C’dir. Olay esnasında çıkış havasına yerleştirilmiş 428 No.lu sabit gaz ölçüm cihazından ölçülen 46,58 °C’ye seyyar gaz ölçüm cihazlarında rastlanmamıştır ancak seyyar gaz ölçüm cihazlarının çıkış havasından veri alıp almadığı belirlenememiştir. Seyyar gaz ölçüm cihazlarının hiçbirinde CH4 ile ilgili sınır aşılmamıştır.- İlgili mevzuata göre bir üretim biriminde oksidasyon başladığında üst taban yolunda umumi havada bulunan CO konsantrasyonu 50 PPM’ye ulaştığında pano yangın bekleme barajlarından kapatılır. 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazının 5/5/2014 tarihinde saat 39’dan itibaren 3 saat 16 dakika süreyle yaptığı CO ölçümlerinin ortalaması 123,20 PPM’dir. 39-32 saatleri arasında ölçülen hiçbir değer 50 PPM’nin altında değildir. Ayrıca 10/5/2014 tarihinde 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 2 saat 32 dakika, 11/5/214 tarihinde 470 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 12 saat 31 dakika, 12/5/2014-13/5/2014 tarihlerinde 416 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 4 saat 3 dakika, 13/5/2014 tarihinde 416 No.lu sabit gaz ölçüm cihazında 5 saat 19 dakika boyunca 50 PPM’nin üzerinde CO değeri ölçülmüştür. 415 No.lu sabit gaz ölçüm cihazının 7/5/2014-8/5/2014 tarihlerinde, vardiya değişim saatlerinde kaydettiği CO değerleri de 50 PPM’nin üzerindedir. Bazı seyyar gaz ölçüm cihazları 1/5/2014 tarihinde izin verilen sınırın altında oksijen değerleri ölçmüştür. Yüksek CO ve düşük oksijen değerlerinin hiçbiri gaz ölçüm kayıt defterine kaydedilmemiştir.- Top atımından sonra CO değerlerinin yükselmesi normaldir ve içeriye verilen temiz hava ile CO seyreltilir. Havanın temizlenmesi on dakikadan fazla sürmez. Pek çok gaz ölçüm cihazında top atımı ile izah edilemeyecek zaman dilimlerinde yüksek CO değerleri ölçülmüştür. Akhisar Başsavcılığı 23/2/2015 tarihli iddianame ile 45 şüpheli hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası (ana dava) açmıştır. İddianameye göre haklarında kamu davası açılan kişiler, bu kişilerin yaptığı görevler ve bu kişilere isnat edilen suçlar ekli 4 sayılı listede yer almaktadır. Olayın şüphelilerinden E.E., müdafii aracılığıyla Akhisar Başsavcılığına gönderdiği bir dilekçede aralarında S.nin de bulunduğu altı daimî nezaretçinin maden ocağında görev yaptığını, bu kişilerden birinin olay esnasında vefat ettiğini iddia etmiştir. Akhisar Başsavcılığı, bilirkişi raporunda daimî nezaretçilere de kusur atfedilmesine rağmen soruşturmada daimî nezaretçilerin tespit edilmediğini belirterek söz konusu dilekçeyi Soma Başsavcılığına iletmiştir. Sonraki bir tarihte Ceza Mahkemesi, sanıklardan Hi.K. ve H.A.nın daimî nezaretçi olduğunu ancak iddianamede bu husustan söz edilmediğini Soma Başsavcılığının dikkatine sunmuştur. E.E.nin dilekçesi ve Ceza Mahkemesinin bildirimi üzerine harekete geçen Soma Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonunda daimî nezaretçi olarak görev yapmadığı gerekçesiyle S. hakkında kovuşturmasızlık kararı verilmiş ancak daimî nezaretçi olmaları nedeniyle olaydan sorumlu olduğu iddia edilen E., H.A. ve Hi.K. hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan kamu davası açılması için düzenlenen fezlekeler Akhisar Başsavcılığına gönderilmiştir. Akhisar Başsavcılığı sözü edilen fezlekelere istinaden E., H.A. ve Hi.K. hakkında Ceza Mahkemesi nezdinde davalar açmıştır. Ceza Mahkemesi, açılan davaları ana dava ile birleştirmiştir. Bu arada Soma Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararına yönelik itiraz reddedilmiştir. Bazı katılanların yüklenici Şirketin önceki Yönetim Kurulu Başkanı A.G.nin de olaydan sorumlu olduğu iddiasıyla verdiği dilekçeyi Ceza Mahkemesi Soma Başsavcılığına iletmiştir. Anılan dilekçe üzerine Soma Başsavcılığı konuyla ilgili bir soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturmanın akıbeti ile ilgili bilgiler aşağıda yer almaktadır. Kovuşturmanın başlamasından keşfin yapıldığı 5/2/2016 tarihine kadar olan süreçte Ceza Mahkemesi -doğrudan ya da istinabe yoluyla- sanıkların sorgularını yapıp olaydan yaralı olarak kurtarılan mağdurların, tanıkların ve olayda vefat eden kişilerin çok sayıda yakınının beyanını almış; TKİ, MİGEM ve yüklenici Şirketten çok sayıda bilgi ve belge temin etmiş, keşif işlemine konu edilecek maden ocağının keşif için güvenli hâle getirilmesi için gerekli yazışmaları yapıp bu konuda yapılacak çalışmalarda gözlemci olmaları, çalışmaları gerektiğinde sesli veya görüntü kayda alıp raporlamaları ve delil olabilecek unsurların muhafazasını sağlamaları için bilirkişiler görevlendirmiştir. Ayrıca aynı dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi Soma Faciasını Araştırma Komisyonunca(Araştırma Komisyonu) hazırlanan rapor, bazı devlet kurumları ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca olay hakkında düzenlenen raporlar, çeşitli uzman görüşleri ve aynı olay nedeniyle farklı iş mahkemelerinde açılan bazı tazminat davalarında alınan bilirkişi raporları ya Ceza Mahkemesince getirtilmiş ya da bazı katılan vekillerince dosyaya sunulmuştur. Keşif; hepsi akademik unvana sahip maden, jeoloji, iş güvenliği, iş hukuku veya ceza hukuku alanında uzman olan kişiler ile bir elektrik mühendisinden oluşan bilirkişi heyeti refakatinde yapılmıştır. Bilirkişi heyetine mensup iki kişinin 6/2/2016-12/2/2016 tarihler arasında yaptığı jeolojik etütler sırasında tespit ettiği yerlerde yapılan sondajların karotlarından alınan örnekler Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğüne (MTA) incelettirilmiştir. Bilirkişi heyeti, raporunu (ana rapor) 15/8/2016 tarihinde Ceza Mahkemesine sunmuştur. Söz konusu rapora göre; i. Eski imalattan sızan/üflenen gazlar (başta karbonmonoksit ve metan) ile yanıcı gazların tutuşmasına bağlı olarak bant üzerinde taşınan kömürlerin, lastik konveyör (bir malzemenin bir noktadan başka bir noktaya aktarılmasını sağlayan düzenek) bandının, ortamdaki kömür tozlarının, elektrik kablolarının, ağaç tahkimatın, plastik boruların ve mazot, yağ gibi malzemenin yanması sonucunda oluşan gaz ve duman ocak havasına katılarak mevcut ocak açıklıklarına yoğun bir şekilde karıştığı için olay meydana gelmiştir. Eski imalattan sızan gazlar içindeki metanın yanmasına yol açarak ocakta yangın başlatan neden ise göçükler, kaymalar ve posta akmaları sırasında darbe alan kablonun/kabloların yarattığı ark veya kısa devredir. ii. Ocağın bir bölmesinde meydana gelen ve mücadelesi zor olsa da lokal kalabilecek olay; ani gelişmesi, olumsuz ocak yapısı ve mevzuata aykırı bazı uygulamalar nedeniyle facia boyutuna ulaşmıştır. Bilirkişilere göre olayla birinci derecede ilgili olan eksiklikler şunlardır:- Panolar ve galeriler arasında bırakılan topuk genişlikleri uygun değildir.- Barajlar, sızdırmazlıkları tam olarak sağlanacak şekilde kurulmamaktadır.- U3 bölgesi gibi yüksek yük gerilimi altında kalan galeriler hem duraylılık (herhangi bir cismin yerini ve konumunu koruyabilmesi koşulu) hem de sızdırmazlık açısından keson beton ile tahkim edilmemiştir.- Eski imalat boşlukları ve barajlanarak kapatılan bölümler (baraj arkaları) izlenmemekte ve kontrol altında tutulmamaktadır.- Acil durumlarda çalışanların yeryüzüne tahliyesiyle ilgili tatbikat yaptırılmamıştır.- Acil eylem planlarında ocakta oluşabilecek bir yangın öngörülmemiştir. - Kullanım ömrünü tamamlamış ferdî kurtarıcılar kullanılmakta, akredite edilmeden bu maskelerin kullanım süreleri uzatılmaktadır.- Bazı panolarda kara tumba üretim yapılmaktadır.- 4 No.lu nakil bandının olduğu galeride hava miktarının 0-40 m3/dk gibi düşük değerlerde olması ve bu bölgede çok sayıda eski imalat galerisi olmasına rağmen bölgede emniyet açısından gerekli merkezî izleme sensörleri bulundurulmamaktadır. - S panoların hava dönüşlerinin ayrı bir bağlantı ile yeryüzüne bağlanmasını içeren revize plan uygulanmamıştır. iii. Madenlerde iş güvenliği ile ilgili mevzuat; acil durumlarda kaçış yolları, bant konveyör lastiklerinin niteliği, gaz ölçüm cihazlarının (sensör) tipleri, sayıları ve konulacağı yerler, oksijen ferdi kurtarıcısı (maske) kullanımı, damar gazlılığının, kendiliğinden yanmaya yatkınlığın bilimsel olarak ölçülmesi gibi konularda ya eksiktir ya yetersiz. iv. Olayda işveren sıfatı sadece yüklenici Şirkete aittir. TKİ’nin yüklenici Şirket tarafından kömür üretilen sahada üretim yapması ve işçi çalıştırması söz konusu değildir. Bu bakımdan TKİ ile yüklenici Şirket arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi veya işçi kiralama ilişki yoktur ve TKİ’nin müteselsil sorumluluğu bulunmamaktadır. v. Olayda kişilerin iradesinden bağımsız bir zorlayıcı neden veya başkaca bir kaçınılmazlık durumu etkili olmamıştır.vi. Olayın meydana geldiği maden ocağı yüksek risk içermektedir ve ocağın yeterli alt yapısı yoktur. Ocakta yeterli havalandırma olanağının olmaması, riskli havalandırma sistemiyle üretime devam edilmesi, revize planlarda öngörülen ek/yeni nefeslik ve havalandırma sisteminin uygulamaya geçirilememesi, kaçış yollarının işin niteliğine ve gereklere uygun olmaması, çalışma ortamının kaçışa uygunluğu ortadan kaldıracak sayıda kişi barındırması kazanın en önemli nedenleri olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar anlık değil yapısal nedenlerdir. Tamamen bir yatırım sorunu olarak ortaya çıkan bu nedenlerin madende bulunan teknik elemanlarca giderilmesi beklenemez. Bu nedenle yüklenici Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı G. ile haklarında kamu davası açılmayan Yönetim Kurulu Üyesi Y. ve uzun yıllarca yönetim kurulu başkanlığı yapıp olaydan bir süre önce görevini bırakan ancak olaydan sonra asıl yetkilinin kendisi olduğu yönünde beyanlarda bulunan, yüklenici Şirkettin hâkim ortağı olan şirkette yönetim kurulu başkanlığını yapmış A.G. olayın meydana gelmesinden sorumludur. Ayrıca; - Yüklenici Şirketin Genel Müdürü R., Eynez İşletme Müdürü A.Ç. ve Eynez İşletme Müdür Yardımcısı ve Teknik Müdür İ.A. ile hakkında dava açılmayan Genel Müdür Teknik Yardımcısı Ha.K. işveren vekili olarak,- Görevi kapsamında tespit etmesi gereken eksiklikleri bildirip önerilerde bulunmamaları nedeniyle teknik nezaretçiler E.E., E., H.A. ve Hi.K.,- Olay sırasında yer üstünde ocağa hâkim bir yetkilinin kalmaması ve bu yönde talimatlar üretilememesi, haberleşme/alarm sistemlerinin yetersizliği şeklinde kendini gösteren kriz yönetimindeki başarısızlığı nedeniyle hakkında dava açılmayan acil durum yöneticisi olarak gözüken Işıklar İşletme Müdürü Ha.E., - Vardiya amirliğine dayanan işveren vekili sıfatıyla tüm vardiyalarda iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin sürecin izlenmesinden, eksikliklerin giderilmesinden ve uyarılmasından sorumlu olan İş Güvenliği Üç Vardiya Amiri A.G.Ç.,- Teknik müdürün üç vardiya ocak üretim çalışmalarından sorumlu yardımcısı olarak Klasik Ayak Üç Vardiya Amiri H.S.,- İlgili mevzuat çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirmeyen patlatma mühendisi S.K., Vardiya Amiri Y.K., Vardiya Amiri H.K., havalandırma mühendisi F.Ü.A., U. (İddianameye göre mekanize ayak vardiya mühendisidir.), E.Y. (İddianameye göre iş güvenliğinden sorumlu vardiya mühendisidir.) ve hakkında dava açılmayan eğitim mühendisi Mu.B. olayda kusurludur. Yetki ve statüleri dikkate alındığında yüklenici Şirketle bağlantılı başka bir kimsenin ihmali söz konusu değildir. vii. Ocaktaki riskten haberdar olan TKİ, ruhsat sahibi sıfatıyla ilgili kanun ve hizmet işleri şartnamesine göre ocağı denetlemekle yükümlüdür. ELİ tarafından görevlendirilen Kontrol Başmühendisleri E.K. ve A.O. revize plan/projelerdeki havalandırmayı düzenleyecek ek yeni açıklıklar (ikinci yol) oluşturulması beklenmeden S panosunda riskli havalandırmayla yoğun üretim faaliyetlerine izin vermeleri, üretim miktarının kısa bir zaman içinde ciddi bir yatırım yapılmadan önemli miktarda artmasıyla ilgilenmemeleri, işletme projesinde yer almayan işletme yöntemlerinin (tumba bacaları) uygulanmasına izin vermeleri, iş güvenliğiyle ilgili eksikliklerin (Bu eksiklikler havalandırma, gaz izleme sistemi, yangınla mücadele ve tahlisiye gibi konulara ilişkindir.) tamamlanması ve hatalı uygulamaların düzeltilmesi için girişimde bulunmamaları, kullanılan makine ve donanımların bir bölümünün alev sızdırmaz olmamasına göz yummaları nedeniyle kusurludur. ELİ’de görevli kontrol mühendislerinin olayın meydana gelmesine etki eden ihmalleri bulunmamaktadır. Sorumluluğun kontrol ve denetimle görevli üst düzey görevliler bakımından da araştırılması gerekir. Bu konuda dava dosyasında yeterli bilgi yoktur. viii. İş güvenliğiyle ilgili görev ve yetkilerini kullanmadaki ihmalleri nedeniyle MİGEM kontrol ve denetim elemanları ile Çalışma Bakanlığının ocağı denetlemekle görevlendirdiği müfettişler de olayın meyanda gelmesinden sorumludur. Bilirkişi raporunun bir örneğini alan Soma Başsavcılığı A.G. hakkındaki soruşturmayı (bkz. § 35) bilirkişi raporunda kusur atfedilen Y., Ha.K., Mu.B. ve Ha.E.yi de içerek şekilde genişletmiş; A.G., Ha.K. ve Ha.E. hakkında daha önce verilen kovuşturmasızlık kararının sulh ceza hâkimliğince kaldırılması üzerine söz konusu kişiler hakkında da Ceza Mahkemesinde kamu davası açılması için soruşturma evrakını Akhisar Başsavcılığına göndermiştir. Akhisar Başsavcılığı bahsi geçen şüphelilerin bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçunu işledikleri iddiasıyla Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Sanıkların sorgularının istinabe yoluyla alınmasının ardından dava, ana dava ile birleştirilmiştir. Bazı katılan vekilleri ile sanık müdafilerinin çeşitli itirazları nedeniyle ana raporu hazırlayan bilirkişi heyetinden ek rapor alınmıştır. Ek rapora göre ana raporda ortaya konan değerlendirmelerin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir bilgi ve belge ortaya konulmamıştır, sabotaj iddiası ortaya atılsa da buna dair hiçbir ciddi delil ve ifade bulunmamaktadır. Bununla birlikte ek raporda olayda sorumlu olanların tespit edilen eksikliklerden asli olarak mı yoksa kısmi olarak mı sorumlu oldukları konusunda tablo oluşturulmuştur. Bu tabloya göre eksikliklere göre sorumlular değişse de genel olarak G., A.G., Y., R., Ha.K., A.Ç., İ.A., E.E., A.G.Ç., E.K. ve A.O. asli olarak, ana raporda kusurlu oldukları belirtilen diğer kişiler ise kısmi olarak tespit edilen eksikliklerden sorumludur. 26/1/2017 tarihinde yapılan celsede Cumhuriyet Savcısı Ş.A., davanın esası hakkındaki mütalaalarının hazır olduğunu ve bunu sunabileceğini söylemiş ancak bu beyandan sonra verilen kısa bir aranın ardından mütalaanın derleyip toparlamak için süre talep etmiştir. Ceza Mahkemesi, verdiği başka kararlar yanında esasa dair mütalaasını hazırlamak üzere Cumhuriyet savcısına süre verilmesine -kararda sürenin miktarından bahsedilmemiştir- ve G.nin olayın bir sabotaj olduğu iddiası nedeniyle yaptığı suç duyurusu üzerine başlatılan ceza soruşturması hakkında bilgi vermesi için Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Bilirkişi heyeti Ceza Mahkemesinin talebi doğrultusunda “Güvenli Kömür Madenciliği ve Metan Gazı Patlaması Etkilerinin Araştırılması” ve “... Soma Eynez-Karanlıkdere Yeraltı Kömür İşletmesinde 2009-2014 Yıllarında Gerçekleştirilen Altyapı Yatırımlarının Güvenli Çalışma İlkeleri Açısından Yeterliliğinin Araştırılması” başlıklı raporlar hakkında hazırladıkları ek raporları 11/2/2017 tarihinde Ceza Mahkemesine sunmuştur. Ek raporlara göre ana raporda ortaya konan değerlendirmelerin değiştirilmesini gerektirecek yeni bir bilgi ve belge ortaya konulmamıştır. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmanın devam ettiği, soruşturma dosyasında gizlilik kararı bulunması sebebiyle gizliliğin ihlal edilmemesi için soruşturmanın sonuçlanmasından sonra karar örneği ile soruşturma dosyasında bulunan belgelerin gönderileceği konusunda Ceza Mahkemesini bilgilendirmiştir. 20/2/2017 tarihinde yapılan celsede 11/2/2017 tarihinde teslim edilen ek raporlar da dâhil olmak üzere dosyaya gelen bazı belgeler okunup duruşmada hazır olan ilgililerden bu belgelere karşı beyanları alınmıştır. Celse sonunda özetle çeşitli nedenlerle süre talep eden katılan vekilleri ile sanık müdafilerine bir sonraki celseye kadar, Cumhuriyet Savcısı Ş.A.ya ise esas hakkındaki mütalaasını açıklaması için herhangi bir zaman diliminden söz edilmeden süre verilmiştir. 18/4/2017 tarihli celsede Cumhuriyet Savcısı Ş.A. soruşturmanın gizliliği nedeniyle sabotaj iddiasıyla ilgili soruşturmada bu iddiayı doğrulayan bir delil elde edilip edilemediğinin bilinmediğini belirterek esas hakkındaki mütalaayı ilerleyen aşamada sunacağını bildirmiştir. Celse sonunda başka bir ara karar oluşturulmadan duruşmaya bir sonraki gün devam edilmesine karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi celsede, sabotaj iddiası hakkındaki soruşturmanın bekletici mesele yapılmasına yönelik talepleri reddedip esas hakkındaki mütalaasını sunması için Cumhuriyet savcısına bir sonraki celseye kadar süre verilmesine karar vermiştir. Bu arada Hâkimler ve Savcılar Kurulu Birinci Dairesi (Atama Dairesi) 9/5/2017 tarihli kararnameyle Cumhuriyet Savcısı Ş.A.yı Aydın Cumhuriyet savcılığına atamıştır. Ayrıca Atama Dairesinin 3/7/2017 tarihli kararnamesiyle ilk celseden itibaren Ceza Mahkemesi başkanlığı görevini yürüten A.B. İzmir hâkimliğine, Ceza Mahkemesi üyelerinden hâkim E. Aydın hâkimliğine, Elbistan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı S.P. ise Ceza Mahkemesi başkanlığına atanmıştır. Katılan vekillerinin bir kısmı Ceza Mahkemesine verdiği dilekçede bu durumun dosyadaki başka unsurlarla birlikte bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkı ile makul sürede yargılanma hakkını ve kanuni hâkim ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir. A.B., 19/6/2011 tarihli kararname ile Akhisar hâkimliğine,15/1/2015 tarihli kararname ile de Ceza Mahkemesinin başkanlığına atanmıştır. E. ise 30/4/2013 tarihli kararname ile atandığı Horasan hâkimliğinden Akhisar hâkimliğine 12/6/2015 tarihli kararnameyle atanmıştır. 3/7/2017 tarihli kararnamede dikkate alınacak prensipler Hâkimler ve Savcılar Kurulunca 13/6/2017 tarihinde ilan edilmiştir. Söz konusu prensiplere göre son görev yeri iki ve üçüncü bölge olan hâkimler, bulunduğu yerde bir yılını tamamlayıp meslekte dört yılını doldurmuş ise kararname kapsamına alınarak sicil durumlarının uygun olması hâlinde birinci bölgeye atanacaktır (bkz. https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/files/EK-1%20Bölge%20Adliye%20ve%20Adlî%20Yargı%20İlk%20Derece%20Mahkemeleri%202017%20Yılı%20Kararname%20Prensipleri.pdf; erişim tarihi: 11/11/2022). Akhisar o tarihte ve hâlâ adli yargıda ikinci bölge statüsündedir. 11/7/2017 tarihinde yapılan celsede Ceza Mahkemesi heyetinde A.B. ve E. de hazır bulunmuştur. Duruşmaya ilk kez katılan ve 9/5/2017 tarihli kararnameyle Akhisar savcılığına atanan Cumhuriyet Savcısı S.T. yaklaşık 300 klasörden ve 3 terabaytlık haricî hard diski kaplayan dava dosyanın devam eden incelemesinin bitirilebilmesi için süre talep etmiştir. Talep doğrultusunda Cumhuriyet savcısına bir sonraki celse olan 17/10/2017 tarihine kadar süre verilmiştir. 17/10/2017 tarihli celsede -verilen başka ara kararları yanında- bir kısım katılan vekilinin iddianamenin mütalaa olarak kabul edilerek yargılamaya devam olunmasına yönelik talepleri reddedilmiş; bazı katılan vekiline davanın esası hakkında beyan ve sunumda bulunmak üzere bir sonraki celse olan 10/1/2018 tarihine kadar süre verilmesine, sabotaj iddiasıyla ilgili soruşturmanın akıbetinin sorulmasına ve tutuklu sanık A.G.Ç.nin tahliyesine karar verilmiştir. Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen cevaba göre soruşturma henüz sona ermemiştir. Celse arasında bir kısım katılan, Ceza Mahkemesi üyelerinin reddini istemiştir. Bu talep, Manisa Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir: “...[M]evzuatımıza göre, mahkemece yargılama aşamasında verilen bir kısım ara kararlarının itiraz yasa yoluna tabi olduğu, itiraza tabi olmayan bir kısım kararların ise hükümle birlikte temyiz/istinaf yasa yoluna tabi olduğu aşikar olup, bunun dışında yargılamanın seyri devam ederken yeni gelişen durumlara, elde edilen bilgi ve delillere göre önceden vazgeçtiği, ya da reddettiği bir konu ile ilgili olarak mevcut oluşan yeni duruma göre yargılamanın hukuka uygun, yargılamaya konu kişilerden uzak olarak, tarafsız ve sağlıklı yapabilmesi, nihayetinde en doğru sonuca ulaşması için her türlü kararı almaya takdir yetkisi yargılamayı yapan hakimlere ait olduğundan, mahkeme heyetinin takdirine dayalı olarak yapılan ve sonunda üst yargı denetimine açık olan Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinin ... Sayılı dosyasındaki reddi hakim talebine konu işlemlerin [Ceza Muhakemesi Kanunu’nun] ilgili maddelerinde düzenlenen hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden sayılamayacağı sonuç ve kanaaliyle, bir kısım katılan vekillerinin, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi heyetine yönelik reddi hakim taleplerinin ayrı ayrı reddine karar ver[ilmiştir]...” 10/1/2018-11/7/2018 tarihleri arasında yapılan celselerde özetle o celselerde hazır bulunan katılanların, katılanlar vekillerinin, sanıkların ve müdafilerin beyanları saptanmış; Cumhuriyet savcısının davanın esasına ilişkin mütalaası alınmış ve bu mütalaaya karşı beyanda bulunmaya hakkı olan kişilerden sözü edilen celselerde hazır bulunanların beyanları tespit edilmiştir. Ceza Mahkemesi davayla ilgili kararını 11/7/2018 tarihinde açıklamıştır. Verilen karara göre fazlaca elektrik akımı çeken bant olay gününden önce, yönetim kurulu başkanının üretim artışı odaklı yaklaşımı ve buna dair talimatları sebebiyle yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu durum bandın bollaşmasına ve olay günü bantta elektrik arızası yaşanmasına neden olmuştur. Arıza sebebiyle bant patinaj yapmaya başlamış ve ortam sıcaklığı artmıştır. Eski imalat sahalarında bırakılan kömürün zaman içinde oluşan tansmanlardan sızan oksijen ve nem ile temas etmesi ile oluşan karbonmonoksit ve kömürden açığa çıkan metan gazı ocak içine sızmıştır. Kaymalar ve posta akmaları sırasında darbe alan, ezilen, sıyrılan bir enerji kablosunun ya da kablolarının yarattığı ark veya kısa devre bahsi geçen gazları tutuşturmuştur. Çıkan alev sonrasında bant üzerinde taşınan kömür, ortamdaki kömür tozu, lastik konveyör bandı, elektrik kabloları, ağaç tahkimat, plastik borular ve mazot, yağ gibi malzeme yanmaya başlamıştır. Olay, bandın yanması sonucunda ortaya çıkan gaz ve dumanın ocak havasına katılarak mevcut ocağın açıklıklarına yoğun biçimde karışması neticesinde meydana gelmiştir. Eski imalatlardan gelen gazlar ocağa ani, öngörülemez ve baskın bir şekilde girmiştir. O hâlde sanıklara isnat edilen temel kusur, ölümcül karbonmonoksit gazının ocaktan tahliye edilememesi ve işçilerin de bu gazdan korunamayarak ocaktan tahliye edilememesidir. Olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili bu kabul; dava dosyasında bulunan Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapora, yedi kişilik bilirkişi heyetince hazırlanan 8/10/2015 tarihli rapora, iki bilirkişi tarafından hazırlanan 12/10/2015 tarihli ayrık görüş ifade eden rapora ve 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporuna dayanmaktadır. Olayın meydana geliş şekline göre olayla birinci derecede ilgili olduğu tespit edilen ve dava dosyasında raporları bulunan tüm bilirkişiler tarafından da ittifakla ortaya konulan kusurlu hareketler özetle şunlardır:- Panolar ve galeriler arasında bırakılan topuk genişlikleri uygun değildir.- Barajlar sızdırmazlıkları tam olarak sağlanacak şekilde kurulmamıştır. - U3 bölgesi gibi yüksek yük gerilimi altında kalan galeriler hem duraylılık hem de sızdırmazlık açısından keson beton ile tahkim edilmemiştir.- Eski imalat boşlukları ve barajlanarak kapatılan bölümler (baraj arkaları) izlenmemekte ve kontrol altında tutulmamaktadır.- Acil durumlarda çalışanların yeryüzüne tahliyesiyle ilgili tatbikat yaptırılmamıştır.- Acil eylem planlarında ocakta oluşabilecek bir yangın öngörülmemiştir.- Kullanım ömrünü tamamlamış ferdî kurtarıcılar kullanılmakta, akredite edilmeden bu maskelerin kullanım süreleri uzatılmaktadır.- Bazı panolarda kara tumba üretim yapılmaktadır.- 4 No.lu nakil bandının olduğu galeride hava miktarının 30-40 m3/dk gibi düşük değerlerde olması ve bu bölgede çok sayıda eski imalat galerisi olmasına rağmen bu bölgede emniyet açısından gerekli merkezî izleme sensörleri bulundurulmamaktadır.- S panolarının hava dönüşlerinin bir yol ile paralel havalandırma yapılmasını içeren Haziran 2011 Ek Uygulama Revize Projesi uygulanmamıştır. Ceza Mahkemesine göre olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili kabul dikkate alındığında; - Gaz ölçüm cihazlarının azlığı, cihazların bakım ve kontrolünün yeterli ölçüde yapılmaması, cihazların kalibrasyonunun yeterli ölçüde yapılmaması ve düzgün veri vermeyen cihazlarla ilgili durumun göz ardı edilerek gerekli tedbirlerin alınmaması ile olay arasında nedensellik bağı bulunmamaktadır. Cihazların yedek enerji kaynağının bulunmaması da olayın meydana gelmesine tek başına ve doğrudan etki eden bir husus değildir.- Yangının alev sızdırmaz ekipmanlardan kaynaklandığına dair delil bulunmamakla birlikte yangının başlangıç noktasında alev sızdırmaz ağaç kama ve PVC boru gibi malzeme bulunmaktadır. Ayrıca yangın sırasında alev sızdırmazlığı sertifikalar ile tespit edilen kablolar ve taşıyıcı bandın üst kısmı da yanmıştır. Onun için ocakta kullanılan makine ve ekipmanların yanmaz veya zor tutuşur malzemelerden seçilmesine ilişkin gerekliliğe ilişkin eksiklikler ile netice arasında nedensellik bağı bulunmamaktadır. - Haricî bir etken yoksa ocak içinde kullanılan elektrik ekipmanlarından, transformatörlerden ve kablolardan yangın çıkma olasılığı bulunmamaktadır. Posta akmalarının neden olduğu kıvılcım ise tamamen öngörülemez ve beklenemez niteliktedir. Bu nedenle bahse konu hususlarla netice arasında nedensellik bağı yoktur. - Ocağı denetleyen müfettişleri aldatmak için yapılan eylemler ile netice arasında da nedensellik bağı bulunmamaktadır. Ceza Mahkemesi 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan;- Olayın nasıl meydana geldiği ile ilgili tespite, kovuşturma aşamasında yapılan sondajlar neticesinde yangın bölgesinde herhangi bir topuk yangını olmadığının tespit edilmesi nedeniyle,- Sensör verileriyle ilgili tespite; sensörlerdeki yükselmelerin anlık, saatlik bazda olup takip eden aşamada tekrar düşüşe geçmesi, bu durumun da ocak içerisinde yapılan top atımlarına bağlı olarak yükselen gaz değerleri şeklinde sensör verilerine yansıması nedeniyle, - Sensör verileri topuk yangınına dayanak yapılarak sözü edilen verilerden hareketle işveren ve işveren vekillerince olayın önceden bilindiğine ilişkin tespite, topuk yangını bulunmadığı için sensör verilerinin topuk yangınına sebep olması gibi bir durum olmaması nedeniyle itibar etmemiştir. Ceza Mahkemesince verilen ve dosyadaki her bir raporun ayrı ayrı değerlendirildiği kararın neden yeni bir bilirkişi raporu alınmadığı ile ilgili kısmı şöyledir:  “...Somut olayın, Cumhuriyet tarihinde gerçekleşen en büyük maden kazası olması nedeniyle tüm yurt genelinde çeşitli makale, araştırma, tez, panel, sempozyum ve bilimsel yazı ve mecmualara konu olmuş; ayrıca söz konusu olay nedeni ile, iş bu davaya konu ceza yargılaması haricinde pek çok tazminat ve hukuk davaları ile idari yargıda da birçok dava açılmış; bununla birlikte TBMM, SGK, Çalışma Bakanlığı, TBMM gibi pek çok kurum ve kuruluş tarafından da araştırma raporları hazırlanmış; tüm bu çalışmalar kapsamında konusunda uzman olan birçok Öğretim Üyesi ve Mühendis, olaya dair fikir ve bakış açılarını ortaya koymuştur....Buna göre, ... meydana gelen olayda ölümlere neden olan karbonmonoksit gazının kaynağını, içten içe süregelen kömür yangını olarak ele alan ... raporlar ile; ölümlere neden olan karbonmonoksit gazının, MTA ve Bilirkişi Kurulu tarafından incelenmesi akabinde hazırlanmış olan ... raporların, birbirlerinden temel olarak iki farklı yaklaşımı savundukları ve bu açıdan bakıldığında, çok dar bir bakış açısı ile prensip olarak aralarında çelişki bulunduğunun söylenebileceği açıktır. Ancak; hukuk pratiği ve ceza muhakemesi özelinde, bilirkişi raporları arasındaki bir çelişkiden bahsedebilmek için, kural olarak hakim ve mahkemelerin uzmanlık alanları dışındaki bir konuyu ilgilendiren bir olaya ve somut bir vakıaya ilişkin, aynı veriler ve aynı deliller üzerinden hazırlanmış olan, buna rağmen iki farklı görüşü ve iki farklı kabulü içeren raporlar bulunmasının gerektiği; ancak somut olayda, kömür yangını yaklaşımını içeren ve bunu temel neden kabul eden raporların, sahada kömür yangının varlığını ispatlayacak yegane veri olan jeolojik etüt ve sondajlar yapılmaksızın, jeolojik etüt verilerinin bilimsel olarak ele alınıp incelenmeksizin tanzim edilen, bu hali ile sadece top atım verileri akabinde ortaya çıkan yüksek sıcaklık ve karbonmonoksit değerlerini, içten yangının varlığına dair veri kabul edip bu hali ile yoruma dayanan raporlar ve yaklaşım oldukları; ancak, kovuşturma aşamasında sahada yapılan jeolojik etütler neticesinde elde edilen veriler ve olay öncesine karbonmonoksit verilerinin salt top atımları akabindeki verilerin değil, bu verilerin top atımlarının akabinde, bir müddet sonra normal seviyeye indiğine dair yapılan veri tetkikleri neticesinde 13/05/2014 tarihli somut olay öncesinde, ocak içerisinde ve sahada kömür yangını olmadığı hususu tartışma ve ihtimal olma dışında kalmıştır. Nitekim, toplanan deliller akabide delillerin tartışılması safahatında hiçbir suje tarafından da bu yönde bir iddia ortaya atılmamış, böylelikle somut olayda kömür yangını olduğu yaklaşımı, ortaya konulan bilimsel veriler doğrultusunda tamamen olasılık dışı kalmıştır.Bu nedenle farklı veriler üzerinden tanzim edilmiş olan iki temel yaklaşım ve iki temel grup raporlar arasında, aynı verilerin ve delillerin baz alınmamış olması, ilk yaklaşım olan kömür yangını yaklaşımının, jeolojik sondaj verileriyle tamamen olasılık dışı kalmış olması nedeniyle, ilkesel olarak bir çelişki bulunduğundan bahsedilemeyeceği, ortada bilimsel verilerle desteklenmiş, somut olayda, sahada yapılan jeolojik sondajlar neticesinde elde edilen bu verilen MTA ve Bilirkişi Kurulu tarafından incelenmesi akabinde hazırlanmış olan ve ölümlere neden olan karbonmokosit gazının ortaya çıkış şekline dair, özetle maden içerisinde bulunan gazların enerji kablosu, tahrik motoru veya nakil bantından kaynaklı bir etkene dayalı olarak bir ateşleyici ile tutuşması sonucu ortaya çıkan alevli yangının, ortamda bulunan yanıcı maddeleri de tutuşturması neticesinde meydana gelen ve büyüyerek ocak içerisini kısa sürede ölümlere neden olan karbonmonoksit gazı ile dolduran yangın olduğuna dair yaklaşımı içeren raporların kaldığı değerlendirilmiş ve bu nedenle sanık vekilleri tarafından ısrarla ileri sürülen, raporlar arasındaki çelişki bulunduğu şeklindeki iddialarına açıklanan nedenler ile itibar [edilmemiştir.]...” Ceza Mahkemesinin olayın meydana gelmesine etki eden hususlar ve sanıkların cezai sorumlulukları ile ilgili değerlendirmeleri özetle şöyledir: i. Yangın nedeni ile açığa çıkan yoğun karbonmonoksit gazından kaçış yolundaki eğim, işçilerin harcadıkları eforun artmasına ve işçilerin daha sık nefes almasına yol açmıştır. Bu nedenle gaz maskelerinin kullanım süreleri 45 dakikadan yaklaşık 20 dakikaya inmiştir. Yaşamlarını yitiren işçilerin önemli bölümünün cansız bedenleri söz konusu eğimli çıkış yolu üzerinde bulunmuştur. Oksijenli tip ferdî kurtarıcılar tipinin tercih edilmemesi ve işçilere maskelerin kullanımı konusunda gerekli uygulamalı eğitimin verilmemesi nedeniyle işveren vekilleri ve iş güvenliği amirleri kusurludur. İşveren vekillerinin kusuru asli, bu hususta denetim görevi bulunan sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. ii. S panosunun tümü, ocak içinde dolaşımda olan ve bu hâli ile geriden kirlenmiş olarak gelen hava ile havalandırılmıştır. Bu havalandırma sistemi özellikle S panoları açısından risklidir ve bu durum yüklenici Şirket tarafından da öngörülmüştür. Nitekim 2011 yılına ait ek revize projede, önce S panolarından geçmekte olan galeriye, sonrasında +340 ana nefesliğe paralel şekilde ilerleyerek yer üstüne bağlanması gereken galerinin yapılması planlanmıştır ancak proje hayata geçirilmemiş ve üretim 2-2,5 kat arttırılmıştır. Neticede madende çalışanlardan 269 kişi S panosunda vefat etmiştir. Ek revize proje hayata geçse idi olay anında emici sistem nedeni ile S panolarına doğru gitmekte olan karbonmonoksit gazı ile duman ayak içlerine girmeden ve işçilere temas etmeden ocak içinden başarılı bir şekilde tahliye edilebilecek, çalışanların vücut bütünlüğüne bir zarar gelmeyecektir. Bu nedenle madencilik alanına dair hiçbir bilgi birikimi olmayan G. ile işveren vekilleri, projenin faaliyete geçmesi ve uygulanması noktasında asli denetim görevi bulunan teknik nezaretçiler ve havalandırma mühendisleri olaydan sorumludur. Hızlı üretim artışına dair karar alma ve icrai yetkisi bulunan sanıklar ileyetkileri itibarıyla üretim ve ocağı durdurarak neticenin önüne geçebilecek sanıkların kusuru asli, denetim ve kontrol görevi bulunan sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. iii. Teknik nezaretçiler, ek revize uygulama projesi hayata geçmeden bazı panolarda üretime başlanması havalandırmayı riskli hâle getirmesine rağmen projenin uygulanmasını takip etmemiştir. Uygulama sahası ve koordinatları içinde kalmasına rağmen eski imalatın iyi izole edilememesine, topukların hava ile temas eden kısımlarının kesonlanmamasına, topukları güçlendirmek için beton vb. malzeme kullanılmamasına ve eski imalat sahalarının baraj arkalarına gaz ölçüm cihazları konularak devamlı surette denetlemeyi amaçlayan bir mekanizma kurulmamasına rağmen teknik denetçiler sözü edilen hususlarda hiçbir tespitte bulunmamıştır. Şartnamede yer almayan üretim metodu ocakta uygulanmıştır. Teknik nezaretçiler projeye açık aykırılık olmasına rağmen üretimi durdurma yetkilerini kullanmamıştır. Bu nedenle teknik nezaretçiler asli derecede, işveren vekilleri ise teknik nezaretçi ataması, seçimi ve denetimindeki ihmalleri nedeniyle tali derecede kusurludur. iv. Hızla artan üretim miktarına rağmen esaslı bir iyileştirme yapılmayan havalandırma ile çalışılmaya devam edilmiş, üretim zorlamasıyla ilgili karar uygulanmış, bu doğrultuda çalışan sayısı arttırılmış verisk faktörünün yükselmesine neden olan kara tumba yönteminin kullanılmasına izin verilmiştir. İşi durdurma yetkisine sahip olanlar da bu yetkilerini kullanmamıştır. Bu nedenle G. ile işveren vekilleri, iş güvenliğinden sorumlu kişiler ve üretim sahalarının emniyetinin alınmasında görevli olan daimî nezaretçiler olaydan sorumludur. G.nin kusuru asli, bu konuda sorumluluğu bulunan diğer sanıkların kusuru ise tali niteliktedir. v. Olası tehlikelere karşı ocağın tümünü kapsar nitelikle herhangi bir tatbikat yapılmamış, tahliye amaçlı planlama yapılmamıştır. Diyafon ya da bas konuş olarak tabir edilen haberleşme sistemi kaldırılmış ancak madende çalışanların tamamını uyarabilecek bir alarm ve acil durum haberleşme sistemi kurulmamıştır. Madenin büyük bölümünde kullanılan ev tipi telefonlar olay günü yanmıştır. Elektrik de kesilince birçok pano ile haberleşme sağlanamamıştır. Bu durum madendeki işçilerin tahliyesinde gecikme yaşanmasına neden olmuştur. Bu nedenle işveren vekilleri ve iş güvenliğinden sorumlu personel asli kusurludur.vi. Terk edilen eski üretim alanlarının baraj önü ve arkaları sabit gaz ölçüm cihazlarıyla kontrol edilmemiştir. Bu nedenle karar alma, icrai harekette bulunma ve ocağı kapatarak üretime son verme yetkileri olan işveren vekilleri ile iş güvenliğinden sorumlu sanıklar asli kusurludur. Projeye dâhil olan eski imalat sahalarını kontrol yetkileri bulunan teknik nezaretçiler tali derecede kusurludur. vii. İşçiler olası bir tehlikede nasıl hareket edeceklerine, nereye gideceklerine, hangi maskeleri nasıl ve ne zaman kullanacaklarına, ocağın nasıl tahliye edileceğine dair herhangi bir eğitim almamıştır. Ocağın genelini kapsar nitelikte herhangi bir tatbikat da yapılmamıştır. S panosuyla ilgili riskler bilinmesine rağmen iş güvenliğiyle ilgili tedbirler alınmamıştır. Çok tehlikeli iş sınıfı kapsamında kalan maden ocağında gerekli risk değerlendirmeleri yapılmamıştır. Bu sebeple işveren vekilleri ile iş güvenliğinden sorumlu sanıklar asli kusurludur.viii. Ha.E.nin sorumluluğu acil durum yönetiminde yaşanan eksikliklere dayanmaktadır. ix. ELİ’de görevli sanıkların görevi üretilen kömürün kalite ve standartlara uygunluğunu kontrol etmek, üretim miktarını saptamak ve verilen koordinatlar içerisinde üretim yapılıp yapılmadığını tespit etmektir. Bu sanıkların olaya sebebiyet veren eksiklikler yönünden denetim yapma yetkileri bulunmamaktadır. x. Yönetim kurulu başkanı veya üyesi olmak, cezai sorumluluğun doğması için yeterli değildir. Aksi düşünce ceza sorumluluğunun şahsiliği prensibi ile bağdaşmaz. Sanık Y. yönetim kurulu üyesi olmakla birlikte G. gibi şirket işleyişine doğrudan yahut dolaylı herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Bu sebeple Y., G.nin kusurlu hareketlerinden sorumlu tutulamaz. A.G. yüklenici Şirketin önceki yönetim kurulu başkanıdır ancak olaydan yaklaşık altı ay önce görevi bırakmıştır. Yönetim kurulu başkanlığı görevinde kalmaya devam etmesi durumunda A.G.nin neticeyi engelleyici tedbirleri alıp almayacağı bilinmemektedir. Bu sebeple A.G.nin görevden ayrılmasıyla birlikte A.G.nin yönetim kurulu başkanlığı dönemindeki faaliyetler ile olay arasındaki illiyet bağının kesildiği kabul edilmiştir.xi. Genel Müdür Teknik Yardımcısı Ha.K. plan ve proje danışmanı sıfatı ile ek revize uygulama projesini planlayıp projelendirmiştir ancak bu kişinin projenin hayata geçmesi noktasında icrai bir yetkisi yoktur. xii. 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporunda kusurlu oldukları belirtilen E.Y., S.K., H.S. ve U.nun olayın temel nedenleri olarak belirlenen yapısal ve işletmesel eksiklikler konusunda neticeyi engelleyebilecek kararları alma yahut tedbiren ocağı kapatarak üretimi durdurma yetkileri bulunmamaktadır. xiii. Karbonmonoksit gazının ortaya çıkmasına neden olan yangının meydana çıkmasında kast söz konusu değildir. Neticeyi engellemek için gerekli tedbirleri almaya yetkileri olmasına rağmen üretimin devam etmesi yönünde karar alan sanıklar R., A.Ç., İ.A. ve E.E.nin eylemleri bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçunu oluşturmaktadır. Ek revize uygulama projesinden haberdar olduğuna ve buna rağmen projenin uygulanmasının önüne geçtiğine dair delil (toplantı tutanakları, kurum içi yazışmalar, kurum içi mailler ve söz konusu projede imzası bulunan sanık ve tanıklarının beyanları gibi) bulunmayan sanık G. ile kusurlu oldukları kabul edilen A.G.Ç., Y.K., H.K., Hi.K., H.A., E., Ha.E., F.Ü.A. ve Mu.B. ise taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sorumludur. Geriye kalan sanıkların kusuru bulunmamaktadır. Ceza Mahkemesinin sanıkların ceza sorumlulukları ile ilgili tespitleri uyarınca;- G. doğrudan 15 yıl hapis cezasına, - R. ve İ.A. sonuç olarak 22 yıl 6 ay hapis cezasına, - A.Ç. ve E.E. sonuç olarak 18 yıl 9 ay hapis cezasına, - A.G.Ç. sonuç olarak 11 yıl 8 ay hapis cezasına, - Y.K. ve H.K. sonuç olarak 10 yıl 10 ay hapis cezasına, - Hi. K., H.A. ve E. sonuç olarak 10 yıl hapis cezasına, - Ha. E. ve F.Ü.A. sonuç olarak 8 yıl 4 ay hapis cezasına, - Mu. B. ise sonuç olarak 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. İlk derece mahkemesi Cumhuriyet savcıları ve bazı katılanlar/müştekiler veya katılan vekilleri ile mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri tarafından yapılan istinaf başvurularını 18/4/2019 tarihinde inceleyen İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (İstinaf Dairesi) bazı sanıklar hakkında kurulan hükümlerde bulunan güvenlik tedbirleriyle ilgili bölümleri çıkarıp istinaf başvurusuna konu karardaki bazı ifadelerle yazım hatalarını da düzelterek istinaf başvurularını esastan oyçokluğuyla reddetmiştir. İstinaf Dairesinde görevli bir üye; A.G., G., Y., R. , Ha.K., A.Ç., İ.A., E.E., A.G.Ç., Y.K., H.K., Hi.K., H.A., E., Ha.E. , F.Ü.A. ve Mu.B.nin olası kastla öldürme ve yaralama suçlarından cezalandırılması gerektiği gerekçesiyle karara muhalif kalmıştır. İstinaf Dairesince verilen karar İzmir Bölge Adliyesi Cumhuriyet savcısı, mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklar ve/veya sanık müdafileri ve bir kısım katılan vekillerince temyiz edilmiştir. Temyiz istemlerini 30/9/2020 tarihinde karara bağlayan Yargıtay Ceza Dairesi (Temyiz Dairesi) oybirliğiyle G., R., A.Ç., İ.A., A.O., E.K. ve Ha.E. yönünden kurulan hükümlerin bozulmasına, diğer sanıklar hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz istemlerinin ise reddine karar vermiştir. Temyiz Dairesine göre;i. 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporu ile dava dosyasında mevcut olan bazı raporlarda olayda ölümlere yol açan karbonmonoksit gazının ocakta içten içe yanmakta olan kömürden kaynaklandığı yani olay tarihinden önce ocakta kömür kızışmasının bulunduğu kabul edilse de Gaz Laboratuvarınca hazırlanan raporda sabit sensörler ile test edilen on beş seyyar gaz ölçerin (H2S, CH4, O2 ve CO) kalibrasyon sonuçlarının düzgün olduğu, seyyar sensörlerin sıcaklık ölçümü yaptığı ve hafızalarında kayıt altına aldığı belirtilmiştir. Bir öğretim üyesince düzenlenen 13/5/2014 tarihi öncesinde ölçülen gaz sensörü verilerinin patlatmalar açısından değerlendirilmesini kapsayan Eylül 2014 tarihli teknik raporda da ocaktaki üretim panolarında kömürün kendiliğinden yanıp yanmadığının tespiti ve dinamit atımları sırasında oluşan yüksek CO emisyonlarının belirlenmesi amacıyla ocaktaki tüm CO sensörlerine ait verilerin olay öncesi ve sonrası olarak geniş bir zaman aralığında ele alınıp değerlendirildiği, CO değerlerindeki ani artışların genellikle ayaklardaki dinamit atımlarından kaynaklandığı, sürekli olmadığı ve ölçülen çok yüksek değerlerin de zaman içinde düştüğü belirtilmiştir. Ocakta bulunan sabit sensörlerde zaman zaman 2, 3, 4 ve hatta 12 saati bulan CO değerlerinin ortalamasının yasal seviye olan 50 PPM’nin üzerinde seyretmesine rağmen sürekli bir şekilde yükselişini sürdürmemesi veya yasal değerin üzerinde belli bir seviyede sürekli seyrini sürdürmemesi, daha sonra 50 PPM’lik yasal sınırın çok altına düşmesi, kovuşturma aşamasındaki keşif sırasında yapılan jeolojik etütler ve sondajlar sonucunda alınan raporlar, Araştırma Komisyonunca hazırlanan rapor ve 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporu ile bu raporu hazırlayan bilirkişilerden alınan ek raporlar dikkate alındığında olaydan önce maden ocağında herhangi bir kömür yangının bulunmadığı ve olayın U3 bölgesindeki elektrik yada bant arızasından kaynaklı arkın ısınmış ortama eski imalat bölgelerinden basınçla üflenen gazlar ile kaza mahallindeki maddeleri tutuşturmasından kaynaklandığı konusunda tereddüt kalmamıştır.ii. Ha.E.nin anılan ocak içinde hangi görevi yaptığı, yetki ve sorumluluklarının neler olduğu şüpheye yer vermeyecek şekilde tespit edilememiştir. Bu sanığın acil durum yöneticisi olduğuna dair somut bir delil bulunmamaktadır.iii. TKİ ve yüklenici Şirket arasında sözleşmeye, bu sözleşmenin ekindeki şartnamelere ve Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Ege Linyitleri İşletmesi Müessese Müdürlüğü Görev, Yetki ve Sorumluluk Yönetmeliği’nin başmühendislerin görev ve yetkiyle ilgili hükümlerine göre A.O. ve E.K.nın sorumlulukları sadece üretime ve teslime ilişkin değildir. Aksine söz konusu sanıklar, yüklenici Şirketin ocaktaki kömür çıkartma faaliyetlerini yakından takip edip sözleşmeye ve projelere uygun olup olmadığını denetlemekle yükümlüdür. Bu nedenle sahadaki çalışmaların projeye ve ilgili mevzuata göre yapılıp yapılmadığı konusundaki denetim yükümlülüklerini yerine getirmeyen A.O. ve E.K. olayın meydana gelmesinde bilinçli taksir derecesinde kusurludur. Bununla birlikte ELİ’de görevli olup A.O. ile E.K.nın alt biriminde görev yapan kontrol mühendisleri, kazanın yaşandığı maden ocağında denetim yapma konusunda öncelikli olarak görevli değildir.iv.G., R., A.Ç. ve İ.A. iş kolundaki çalışma usul ve şartlarına aykırı şekilde gerçekleştirilen hızlı ve sürekli kömür çıkarma faaliyetlerinin işçilerin iş sağlığı ve güvenliği açısından yüksek risk oluşturduğunu ve dönülmez sonuçlara yol açabileceğini bildikleri hâlde muhtemel tehlikeli neticeleri göze alıp kabullenmiştir. Zira sanıklar yüklenici Şirketin karar alma süreci içinde yer almakta ve pozisyonları gereği ocak içindeki yüksek riskleri bilmektedir. Bu nedenle “Olursa olsun.” düşüncesi ile hareket ederek yüksek risk içeren faaliyetlerine uzun süre devam eden sanıklar G., R., A.Ç. ve İ.A. olası kastla öldürme suçundan 301 kez, olası kastla yaralama suçundan 162 kez mahkûm edilmelidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (Yargıtay Başsavcılığı) 8/1/2021 tarihinde, somut olayda olası kast koşulları oluşmadığı gerekçesiyle Temyiz Dairesince verilen karara itiraz etmiştir. Bu arada Temyiz Dairesinde görevli beş yüksek hâkimden üçü değişmiştir. Yeni gelen üyeler öncesinde Bakanlık ve/veya Hâkimler ve Savcılar Kurulunda görev yapmıştır. Temyiz Dairesi 18/1/2021 tarihinde oyçokluğu ile Yargıtay Başsavcılığının itirazını kabul edip sanıklar G., R., A.Ç. ve İ.A. hakkında verilen bozma kararını kaldırmış; yeniden yaptığı incelemede İstinaf Dairesinin R., A.Ç. ve İ.A. ile ilgili hükümlerine yönelik temyiz taleplerini reddetmiş ancak G.nin eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiği gerekçesiyle İstinaf Dairesinin G. hakkında verdiği hükmü bozmuştur. Temyiz Dairesine göre G. devraldığı ocaktaki yangın riskinin yüksek olduğunu bilmesine rağmen ocaktaki üretim miktarına odaklanarak üretilen kömür miktarının 2,5 katına çıkarılmasını sağlamış, iş güvenliği önlemleri ile ocağın alt yapısının iyileştirilmesine ilişkin herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Bilinçli taksir uygulamasına konu edilen S panosunda ikinci hava galerisinin yapılması hususu, öngörülebilir neticeyi engelleyici tedbirlerden yalnızca biridir. Temyiz Dairesinin 30/9/2020 tarihli kararının isabetli olduğu gerekçesiyle 18/1/2021 tarihli karara muhalif olan iki üye 30/9/2020 tarihli kararda imzası bulunan üyelerdendir. Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyan Ceza Mahkemesi 16/6/2021 tarihinde, G.nin bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sonuç olarak 20 yıl hapis cezasıyla, A.O. ile E.K.nın aynı suçtan neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına ve Ha.E.nin beraatine karar vermiştir. Bazı katılanlar, vekilleri aracılığıyla Temyiz Dairesine gönderdikleri bir dilekçe ile 30/9/2020 tarihli karardan sonra Temyiz Dairesinde üye olarak görevlendirilen üç yüksek hâkimin reddini istemiştir. İddialarına göre sözü edilen yüksek hâkimler yargıya yapılmış en açık siyasi müdahalelerden birinin başaktörleridir. Hâkimin reddi talebi Temyiz Dairesinin 31/3/2022 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Temyiz Dairesi 4/4/2022 tarihinde oyçokluğuyla G. ve Ha.E. hakkında kurulan hükümleri doğrudan, A.O. ve E.K. hakkında kurulan hükümleri ise güvenlik tedbirleriyle ilgili kısımları düzelterek onamıştır. Karara muhalif kalan üyeler 18/1/2021 tarihli karara da muhalif olan üyelerdir. Mahkûmiyetlerine karar verilen sanıklardan G. 19/5/2014-18/4/2019, A.G.Ç. 19/5/2014-17/10/2017, Y.K. 18/5/2014-25/12/2015, H.K. 19/5/2014-25/12/2015 tarihleri arasında, E.E. ise 18/5/2014-30/9/2020 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Kovuşturma süresince tutuklu yargılanan sanıklardan A.Ç. 18/5/2014, R. 19/5/2014, A.Ç. ise 2/6/2014 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucular Hülya Pazarcıklı, Muhammet Kilit, Nahide Kilit, Bayram Burak Şevik, Berat Şevik, Fatma Sert, Güllizar Şevik, Nuh Şevik, Sultan Akbulut, Şefika Akbulut ve Zeynep Akbulut’un ceza yargılamasında katılan olarak yer alıp yer almadıkları tespit edilememiştir. Bununla birlikte Ceza Mahkemesince verilen karara göre başvurucu Adem Kilit; başvurucular Hülya Pazarcıklı, Muhammet Kilit ve Nahide Kilit ile ortak yakınlarının ölümü nedeniyle; başvurucular Bayram Şevik, Birgül Şevik ve Elif Köse ise başvurucular Bayram Burak Şevik, Berat Şevik, Fatma Sert, Güllizar Şevik ve Nuh Şevik ile müşterek yakınlarının ölümü nedeniyle ceza yargılamasına katılmıştır. Ayrıca başvurucular Sultan Akbulut, Şefika Akbulut ve Zeynep Akbulut lehine Ceza Mahkemesince vekâlet ücretine hükmedilmiş, başvurucuların temyiz talepleri de Temyiz Dairesince reddedilmemiştir.B. Haklarında Soruşturma İzni İstenen Kişilerle İlgili Soruşturmaya İlişkin Süreç Soma Başsavcılığı 27/5/2014 tarihinde, görevlerini ihmal ettikleri yönünde şüphe oluştuğu gerekçesiyle maden ocağının denetimini yapan görevliler ile Çalışma Bakanlığı iş sağlığı ve güvenliği genel müdürü hakkında Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir. Çalışma Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç 26/8/2014 tarihinde Çalışma Bakanı; 15/8/2014 tarihli ön inceleme raporuna dayanarak haklarında ön inceleme yürütülen iş sağlığı ve güvenliği genel müdürü ile iş başmüfettişi, iş müfettişi veya iş müfettiş yardımcısı olan on iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı ve olayda vefat eden bazı kişilerin bir kısım yakını bu karara Danıştay Birinci Dairesi (Birinci Daire) nezdinde itiraz etmiştir. Haklarında soruşturma izni istenenlerden biri 3/12/2014 tarihinde vefat etmiştir. Birinci Daire 4/12/2014 tarihinde, 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda yer alan iş müfettişleriyle ilgili tespitlere işaret ederek eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığında (Teftiş Kurulu) görevli bir başmüfettiş, iki müfettiş ve üç müfettiş yardımcısınca hazırlanan 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunda; ön inceleme için öngörülen yasal süre içinde yeni bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmadığı ancak soruşturma aşamasında alınan 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporundaki kusur tespitlerinin genel ve hukuki yönden mesnetsiz olduğu belirtilerek teknik değerlendirmeler yanında hukuki değerlendirmeler de yapabilecek uzman kişilerden oluşan yeni bir bilirkişi heyetinin maden kazasını incelemek üzere görevlendirilmesinin uygun olacağı ifade edilmiştir. Ayrıca ön inceleme raporunda, kazanın asıl oluş nedeni ve bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu bulunanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığından soruşturma izni verilmemesi gerektiği açıklanmıştır. Çalışma Bakanı 7/9/2015 tarihinde, 28/7/2015 tarihli ön inceleme raporunu esas alarak soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Soma Başsavcılığı ile olayda vefat eden bazı kişilerin bir kısım yakını itiraz etmiştir. Ön incelemedeki tespitlerden hareket eden Birinci Daire; maden ocağının denetlendiği, iş sağlığı ile güvenliği yönünden herhangi bir eksiklik tespit edilmediği ve haklarında ön inceleme yapılanların eylemleri ile maden kazasının meydana gelmesi arasında doğrudan illiyet bağının kurulamadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara yönelik itirazları 10/12/2015 ve 14/4/2016 tarihlerinde reddetmiştir. Olayda vefat eden bazı kişilerin yakınlarınca yapılan Abdülkadir Yılmaz ve diğerleri (2) başvurusunda kamu görevlilerinin bilirkişi raporları ile tespit edilen ihmallerinin ceza hukuku sorumluluğu doğurup doğurmadığı, doğurmakta ise bu ihmaller ile ortaya çıkan netice arasında ceza hukuku anlamında bir illiyet bağı bulunup bulunmadığı konusundaki değerlendirmelerin soruşturma makamlarınca yapılması gerektiği ve adli sürecin sona erdirilmesinin etkili soruşturma ilkeleriyle bağdaşmadığı değerlendirilerek yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Enerji Bakanlığı Görevlileriyle İlgili Süreç Soma Başsavcılığı 30/9/2014 tarihinde, 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporuna istinaden olay tarihinden geriye doğru son iki yıl içinde denetlemede görev almış olup da daha önce haklarında soruşturma izni verilen kişiler dışında kalan ancak 2010 yılından sonra ilgili maden ocağına ilişkin işletme projelerini inceleyen, denetleyen veya onay veren görevliler ile maden işleri genel müdürü, TKİ yönetim kurulu başkanı ve TKİ İşletme Dairesi başkanı hakkında Enerji Bakanlığından soruşturma izni istemiştir. Anılan yazıdan söz konusu soruşturma izni verilmesine ilişkin kararın içeriği tespit edilememiştir. Enerji Bakanı 25/11/2014 tarihinde, haklarında ön inceleme yürütülen maden işleri genel müdürü, maden işleri genel müdür yardımcısı, iki daire başkanı, iki müdür, üç mühendis, on beş maden tetkik heyeti üyesi ve TKİ yönetim kurulu başkanı ile TKİ’de işletme daire başkanlığı görevini yürüten iki kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Bu karara Soma Başsavcılığı itiraz etmiştir. Birinci Daire 19/3/2015 tarihinde, meydana gelen maden kazasının birden fazla bakanlığı ve kamu kurumunu ilgilendirmesi nedeniyle şikâyet konusunun Teftiş Kurulunca incelenmesi gerektiğini belirtip maden kazasının meydana gelmesinde sorumluluğu bulunan tüm kamu kurumları ve bakanlıklar ile illiyet bağı olan kamu görevlilerinin belirlenmesi, illiyet bağı belirlenen kamu görevlilerinin ifadelerinin alınması, bu kişilerin olayın meydana gelmesindeki sorumluluk ve kusurlarının ortaya konulması lüzumuna işaret ederek soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Söz konusu kararda ayrıca 4/12/2014 tarihli karar (bkz. § 70) uyarınca Çalışma Bakanlığı görevlileri hakkında yürütülecek ön incelemenin de Teftiş Kurulunca yapılması gerektiği belirtilmiştir. Yukarıda anılan Teftiş Kurulu raporuna (bkz. § 71) istinaden Enerji Bakanı, 18/8/2015 tarihinde 5/9/2014 tarihli bilirkişi raporunda eksiklikler bulunması ve kırk beşgünlük ön inceleme süresinde yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olmaması sebebiyle kazanın asıl oluş nedeni ile bu nedenin ortaya çıkmasında sorumluluğu bulunanlar hakkında yeterli delil ve emareye ulaşılamadığı gerekçesiyle Çalışma Bakanlığı çalışanları da dâhil haklarında ön inceleme yapılan tüm kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı bu karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 10/12/2015 tarihinde; i. Çalışma Bakanlığı çalışanları hakkında verilen kararın yetkisizlik nedeniyle kaldırılmasına, ii. TKİ İşletme Dairesi başkanları hakkında verilen kararın anılan görevlilerin genel soruşturma hükümlerine tabi olmaları sebebiyle kaldırılmasına, iii. Eyleminin ocağın işletilmesiyle ilgili ihale süreciyle sınırlı olması ve ocakta kaza ve ölüm olayları meydana gelmesiyle eylemi arasında doğrudan illiyet bağının bulunmaması nedeniyle TKİ yönetim kurulu başkanı yönünden soruşturma izni verilmemesine dair karara yapılan itirazın reddine, iv. Enerji Bakanlığının diğer çalışanları hakkında verilen kararın ise eksik inceleme nedeniyle kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine Enerji Bakanlığı ön inceleme yapılması için dosyayı Teftiş Kuruluna göndermiştir. Teftiş Kurulu, Birinci Dairenin 10/12/2015 tarihli kararıyla ilgili gerekliliklerin Enerji Bakanlığınca yerine getirilmesi gerektiği gerekçesiyle ön inceleme dosyasını iade etmiştir. 28/12/2016 tarihinde Enerji Bakanı, Birinci Daire kararıyla kaldırılan 25/11/2014 tarihli soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın dayanağı olan ön inceleme raporundaki tespitleri gözönünde bulundurarak haklarında ön inceleme yürütülen maden işleri genel müdürü, maden işleri genel müdür yardımcısı, iki daire başkanı, iki şube müdürü, üç mühendis ve on dört maden tetkik heyeti üyesi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Soma Başsavcılığı, Ceza Mahkemesince alınan 15/8/2016 tarihli bilirkişi raporundaki tespitlere de değinerek anılan karara itiraz etmiştir. Birinci Daire 15/6/2017 tarihinde, Soma Başsavcılığının itirazını kabul ederek 28/12/2016 tarihli soruşturma izni verilmemesine dair kararın kaldırılmasına karar vermiştir. Anılan karar üzerine yürütülen ön incelemede bir maden yüksek mühendisi, bir elektrik yüksek mühendisi ve bir maden mühendisinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Enerji Bakanı 22/8/2019 tarihinde, haklarında ön inceleme yürütülen TKİ ya da MİGEM’de görev yapan otuz kişi hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Sözü edilen kararda öz itibarıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan bilirkişi raporunun olayın meydana geldiği ocağın genel mevzuat açısından eksiklikleri hakkında düzenlendiği, olayın nasıl meydana geldiği, nedeni ve seyri konusunda bilimsel ve birbiriyle çelişmeyen herhangi bir tespit içermediği, MİGEM’in yılda bir kez kendi mevzuatı açısından eksikliklerin tespiti ve giderilmesi yönünden denetim yaptığı, sürekli hareket hâlinde dinamik bir yapısı olan yer altı ocağında iş sağlığı ve güvenliği için ocak verilerinin güncel ve daha sık periyotlarla değerlendirilmesi, yüklenici Şirketin istihdam ettiği teknik personelin ocağın zehirli gazlardan etkilenebilmesi hususunu gözeterek öncelikle üretime ara verip ocak çalışanlarını tahliye etmesi, daha sonra da yangının havayla temasının kesilmesi için müdahalede bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara Soma Başsavcılığınca yapılan itirazı 11/12/2019 tarihinde inceleyen Birinci Dairece şu sonuçlara ulaşmıştır: i. Maden işleri genel müdürünün, genel müdür yardımcısının, daire başkanlarının, üç mühendisin ve TKİ yönetim kurulu üyelerinin eylemleri ile olay arasında illiyet bağı bulunmamaktadır. Ayrıca TKİ yönetim kurulu üyelerinin eylemleri ocağın işletilmesiyle ilgili ihale süreciyle sınırlıdır. Bu nedenle itiraz sözü edilen kişiler yönünden reddedilmelidir. ii. TKİ yönetim kurulu başkanı hakkında aynı eylemler yönünden yapılan ön inceleme sonunda soruşturma izni verilmemesine ilişkin karar verilmiş ve bu karara Soma Başsavcılığınca yapılan itiraz 10/12/2015 tarihinde reddedilmiştir. Dolayısıyla bu kişi yönünden yapılan itiraz hakkında karar verilmesine gerek bulunmamaktadır.iii. Maden tetkik heyeti üyelerinden 2010 yılı ile olay tarihi arasında sahada denetim yapan kişilere isnat edilen eylemler, bu kişiler hakkında soruşturma yapılmasını gerektirecek niteliktedir. Bu sebeple anılan kişiler yönünden soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın kaldırılması gerekir. Madenlerin aranması, işletilmesi, üzerinde hak sahibi olunması ve terk edilmesi ile ilgili esas ve usuller 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’nda düzenlenmiştir. 3213 sayılı Kanun’un “Beyan usulü” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“Madencilik faaliyetlerinin bu Kanun hükümlerine göre devamı süresince teknik ve mali konularda yapılan yazılı beyanlar ile yetkili kişilerce tanzim edilen raporlar doğru kabul edilir.Teknik elemanlar sadece ihtisas sahibi oldukları konularda beyanda bulunabilirler ve beyanları ile sorumludurlar. Ruhsat sahipleri ise teknik konular dışındaki tüm beyanlardan sorumludurlar....(Ek fıkra: 10/6/2010-5995/5 md.) Teknik nezaretçinin [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında nezaretçi, işletmelerin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yapan sorumlu ve yetkili maden mühendisini ifade etmektedir.] atandığı ruhsat sahasındaki faaliyetleri düzenli bir şekilde denetleyerek tespit ve önerilerini teknik nezaretçi defterine kaydetmesi zorunludur. ...” 3213 sayılı Kanun’un “Faaliyetlerin denetimi” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir: “[Enerji Bakanlığı], maden hakları ile ilgili bütün faaliyetlerin yürütülmesini ve vecibelerin yerine getirilmesini kontrol ve denetimini yapmak ve yönlendirmek için teknik ve mali konuları yerinde incelemek maksadıyla ihtisaslaşmış diğer Devlet kuruluşlarından da yararlanarak inceleme raporu hazırlatır.” 3213 sayılı Kanun’un “İşletme faaliyeti” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “İşletme faaliyeti, projesine [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında proje, yer altı kaynaklarının değerlendirilmesi amacına dönük belirli girdileri seçilmiş bir teknoloji kullanarak mevcut ve potansiyel talebi karşılamak üzere mal ve cevher üretmek için çalışmaları düzenleyen beyan niteliğinde raporu ifade etmekteydi.]ve Kanunun ilgili hükümlerine göre yürütülür. İşletme projesine aykırı faaliyette bulunulması ve faaliyetlerin can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluşturduğunun tespit edilmesi halinde maden üretimine yönelik faaliyetler durdurulur.İşletme projeleri ve değişiklikleri uygulamaya konulmadan önce [MİGEM] onayının alınması zorunludur. Aksi takdirde faaliyet durdurulur.İşletme açısından tehlikeli durumların tespiti halinde, bu halleri gidermek için ruhsat sahibine altı aya kadar süre verilir, mücbir sebepler dışında bu süre uzatılmaz. Bu süre sonunda projeye uygun faaliyette bulunulmaması veya tehlikeli durumun ortadan kaldırılmaması halinde teminat irad kaydedilerek işletme faaliyeti durdurulur.Ruhsat sahibi, her yıl nisan ayı sonuna kadar bir önceki yıl içinde gerçekleştirdiği işletme faaliyeti ile ilgili teknik belgeleri, satış bilgi formunu [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında satış bilgi formu; şekli ilgili yönetmelikte gösterildiği gibi hazırlanan, yıllık üretim miktarı, satış tutarı, toplam gelir ve tahakkuk eden devlet hakkı gibi malî durumu gösteren belgeyi ifade etmektedir.] faaliyet bilgi formunu [3213 sayılı Kanun’un uygulanmasında faaliyet bilgi formu, yıllık işletme faaliyetine ilişkin üretim, satış, stok ve bunun gibi bilgileri içeren, şekli ve muhtevası yönetmelikle gösterilecek olan belgeyi ifade etmektedir.] ve işletme sahasında arama yapmış ise arama ile ilgili bilgileri [MİGEM’e] vermekle yükümlüdür. ...” 3213 sayılı Kanun’un maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“Maden işletme faaliyetleri, maden mühendisi nezaretinde yapılır. Yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler ile en az onbeş işçi çalıştıran açık işletmeler asgari bir maden mühendisini daimi olarak istihdam etmek zorundadır. Teknik ve daimi nezaretçinin görev, yetki, sorumlulukları, atanma usul ve esasları, vardiyalı çalışan işletmelerde işletmenin büyüklüğü ve niteliği esas alınarak her vardiyada zorunlu olarak istihdam edilecek maden mühendisi ile ruhsat sahasında görevlendirilecek teknik elemanların çalışma usul ve esasları [Enerji Bakanlığınca] çıkarılacak yönetmelikle belirlenir. ...” 3213 sayılı Kanun’un ek maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir: “Maden ruhsat sahiplerinin, ruhsat sahalarının bir kısmında veya tamamında üçüncü kişilerle yapmış oldukları rödövans sözleşmelerinde, bu alanlarda yapılacak madencilik faaliyetlerinden doğacak İş Kanunu, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili idari, mali ve hukuki sorumluluklar rödövansçıya aittir. Ancak bu durum ruhsat sahibinin Maden Kanunundan doğan sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.” 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Tanımlar” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“...İşveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir. İşveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı işlem ve yükümlülüklerinden doğrudan işveren sorumludur.Bu Kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır... .Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur. ...” İş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülükleri, 20/6/2012 tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda düzenlenmiştir. Öncesinde iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili hususlar, 4857 sayılı Kanun’un 77 ila maddeleri arasında yer almaktaydı. 6331 sayılı Kanun’un “İşverenin genel yükümlülüğü” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede;a) Mesleki risklerin [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında risk, tehlikeden kaynaklanacak kayıp, yaralanma ya da başka zararlı sonuç meydana gelme ihtimalini ifade etmektedir.] önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.b) İşyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.c) Risk değerlendirmesi [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında risk değerlendirmesi; iş yerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek tehlikelerin belirlenmesi, bu tehlikelerin riske dönüşmesine yol açan faktörler ile tehlikelerden kaynaklanan risklerin analiz edilerek derecelendirilmesi ve kontrol tedbirlerinin kararlaştırılması amacıyla yapılması gerekli çalışmaları ifade etmektedir.] yapar veya yaptırır.ç) Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu göz önüne alır.d) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike [6331 sayılı Kanun’un uygulanmasında tehlike, iş yerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek, çalışanı veya işyerini etkileyebilecek zarar veya hasar verme potansiyelini ifade etmektedir.] bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.(2) İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.(3) Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluklarını etkilemez.(4) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini çalışanlara yansıtamaz.” 6331 sayılı Kanun’un “Risklerden korunma ilkeleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler göz önünde bulundurulur:a) Risklerden kaçınmak.b) Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek.c) Risklerle kaynağında mücadele etmek.ç) İşin kişilere uygun hale getirilmesi için işyerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı, çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek.d) Teknik gelişmelere uyum sağlamak.e) Tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek.f) Teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek.g) Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek.ğ) Çalışanlara uygun talimatlar vermek.” 6331 sayılı Kanun’un maddesinde belirtilen yükümlülükler sonraki maddelerde detaylandırılmıştır. Buna göre bahse konu yükümlülükler; acil durumların olumsuz etkilerinden korunmak üzere gerekli ölçüm ve değerlendirmelerin yapılmasını, acil durum planlarının hazırlanmasını, ciddi, yakın ve önlenemeyen tehlikenin meydana gelmesi durumunda çalışanların işi bırakarak derhâl çalışma yerlerinden ayrılıp güvenli bir yere gidebilmeleri için önceden gerekli düzenlemelerin yapılmasını, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve sürdürülebilmesi amacıyla çalışanlar ile çalışan temsilcilerinin işyerinin özellikleri dikkate alınarak iş yerinde karşılaşılabilecek sağlık ve güvenlik riskleri, koruyucu ve önleyici tedbirler, ilk yardım, olağan dışı durumlar, afetler, yangınla mücadele ve tahliye işleri konusunda görevlendirilen kişiler, ciddi ve yakın tehlikelerden doğan risklere karşı alınmış ve alınacak tedbirler hakkında bilgilendirilmelerini de kapsar (bkz. 6331 sayılı Kanun’un , ve maddeleri). 6331 sayılı Kanun’un maddesine göre iş yeri tehlike sınıfları 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun maddesine göre belirlenen kısa vadeli sigorta kolları prim tarifesi de dikkate alınarak iş sağlığı ve güvenliği genel müdürünün başkanlığında ilgili taraflarca oluşturulan komisyonun görüşleri doğrultusunda Çalışma Bakanlığınca çıkarılacak tebliğ ile tespit edilir. 6331 sayılı Kanun’un “Teftiş, inceleme, araştırma, müfettişin yetki, yükümlülük ve sorumluluğu” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“1) Bu Kanun hükümlerinin uygulanmasının izlenmesi ve teftişi, iş sağlığı ve güvenliği yönünden teftiş yapmaya yetkili [Çalışma Bakanlığı] iş müfettişlerince yapılır...(2) [Çalışma Bakanlığı], işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği konularında ölçüm, inceleme ve araştırma yapmaya, bu amaçla numune almaya ve eğitim kurumları ile ortak sağlık ve güvenlik birimlerinde kontrol ve denetim yapmaya yetkilidir. ...” 6331 sayılı Kanun’un “İşin durdurulması” kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) İşyerindeki bina ve eklentilerde, çalışma yöntem ve şekillerinde veya iş ekipmanlarında çalışanlar için hayati tehlike oluşturan bir husus tespit edildiğinde; bu tehlike giderilinceye kadar, hayati tehlikenin niteliği ve bu tehlikeden doğabilecek riskin etkileyebileceği alan ile çalışanlar dikkate alınarak, işyerinin bir bölümünde veya tamamında iş durdurulur. Ayrıca çok tehlikeli sınıfta yer alan maden, metal ve yapı işleri ile tehlikeli kimyasallarla çalışılan işlerin yapıldığı veya büyük endüstriyel kazaların olabileceği işyerlerinde, risk değerlendirmesi yapılmamış olması durumunda iş durdurulur.(2) İş sağlığı ve güvenliği bakımından teftişe yetkili üç iş müfettişinden oluşan heyet, iş sağlığı ve güvenliği bakımından teftişe yetkili iş müfettişinin tespiti üzerine gerekli incelemeleri yaparak, tespit tarihinden itibaren iki gün içerisinde işin durdurulmasına karar verebilir. Ancak tespit edilen hususun acil müdahaleyi gerektirmesi hâlinde; tespiti yapan iş müfettişi, heyet tarafından karar alınıncaya kadar geçerli olmak kaydıyla işi durdurur.(3) İşin durdurulması kararı, ilgili mülki idare amirine ve işyeri dosyasının bulunduğu Çalışma ve İş Kurumu il müdürlüğüne bir gün içinde gönderilir. İşin durdurulması kararı, mülki idare amiri tarafından yirmidört saat içinde yerine getirilir. Ancak, tespit edilen hususun acil müdahaleyi gerektirmesi nedeniyle verilen işin durdurulması kararı, mülki idare amiri tarafından aynı gün yerine getirilir.(4) İşveren, yerine getirildiği tarihten itibaren altı iş günü içinde, yetkili iş mahkemesinde işin durdurulması kararına itiraz edebilir. İtiraz, işin durdurulması kararının uygulanmasını etkilemez. Mahkeme itirazı öncelikle görüşür ve altı iş günü içinde karara bağlar. Mahkeme kararı kesindir.5) İşverenin işin durdurulmasını gerektiren hususların giderildiğini [Çalışma Bakanlığına] yazılı olarak bildirmesi hâlinde, en geç yedi gün içinde işyerinde inceleme yapılarak işverenin talebi sonuçlandırılır. ...” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , , , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:“KastMadde 21(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.TaksirMadde 22(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir....Kasten öldürmeMadde 81(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.Taksirle öldürmeMadde 85...(2) [Taksirle öldürme fiili], birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.Kasten yaralamaMadde 86(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.)Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur......Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaMadde 87(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;...d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,...Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan ... az olamaz.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz. (2) (Ek: 2/7/2012-6352/99 md.) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir. (3) (Ek: 2/7/2012-6352/99 md.) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir.” Sondajla maden çıkarılan işlerin yapıldığı işyerleri ile yeraltı ve yerüstü maden işlerinin yapıldığı işyerlerinde çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunması için uyulması gerekli asgari şartlar, 19/9/2013 tarihli ve 28770 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Maden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği’nde (İş Güvenliği Yönetmeliği) belirtilmiştir. İş Güvenliği Yönetmeliği’nin , , ve maddeleri şöyledir: “İşverenin genel yükümlülükleriMadde 5 (1) İşveren aşağıdaki hususları yerine getirmekle yükümlüdür:a) Çalışanların sağlık ve güvenliklerini sağlamak amacıyla;1) İşyerleri, çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye atmayacak şekilde tasarlanır, inşa edilir, teçhiz edilir, hizmete alınır, işletilir ve bakımı yapılır.2) İşyerinde yapılacak her türlü çalışma, yetkili kişinin nezaretinde ve sorumluluğu altında yapılır.3) Özel riski bulunan işler yalnızca bu işlerle ilgili özel eğitim alan ehil kişiler tarafından ve talimatlara uygun olarak yapılır.4) Tüm güvenlik talimatları çalışanların anlayacağı şekilde hazırlanır.5) 18/6/2013 tarihli ve 28681 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşyerlerinde Acil Durumlar Hakkında Yönetmeliğe uygun olarak yeterli ilk yardım donanımı sağlanır ve en geç 6 aydabir [olay tarihinde yürürlükte olan hâline göre yılda en az bir defa] olmak üzere düzenli olarak gerekli tatbikatlar yapılır. ... (4) Bir işyerinde birden çok işverene ait çalışanların bulunması durumunda, her işveren kendi kontrolü altındaki işlerden sorumludur. Ancak işyerinin tamamından sorumlu olan işveren, çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunması ile ilgili tedbirlerin uygulanmasını koordine eder. Kendisine ait sağlık ve güvenlik dokümanında koordinasyonun amacını ve bu koordinasyonu sağlamak için alınacak tedbirler ile uygulanacak yöntemleri belirler. Bu koordinasyon her bir işverenin Kanunda [6331 sayılı Kanun] belirtilen sorumluluğunu etkilemez.Patlama, yangın ve zararlı ortam havasından korunmaMadde 7 (1) İşveren, patlama ve yangın çıkmasını ve bunların olumsuz etkilerini önlemek üzere, patlayıcı ve sağlığa zararlı ortam havasının oluşmasını önlemek, yapılan işlemlerin doğası gereği patlayıcı ortam oluşmasının önlenmesi mümkün değilse patlayıcı ortamın tutuşmasını önlemek, patlama ve yangın başlangıçlarını tespit etmek, yayılmasını önlemek ve mücadele etmek için yapılan işe uygun tedbirler alır.Kaçış ve kurtarma araçlarıMadde 8 (1) İşveren, bir tehlike anında çalışanların çalışma yerlerini en kısa zamanda ve güvenli bir şekilde terk edebilmeleri için uygun kaçış ve kurtarma araçlarını sağlar ve kullanıma hazır bulundurur.İletişim, uyarı ve alarm sistemleriMadde 9  (1) İşveren, işyerinin bütününde gerekli haberleşme ve iletişim sistemini kurar. (2) İşveren, ihtiyaç halinde yardım, kaçış ve kurtarma işlemlerinin derhal uygulamaya konulabilmesi için gerekli uyarı ve diğer iletişim sistemlerini hazır bulundurur.” İş Güvenliği Yönetmeliği’nin maddesinde çalışanların hangi konularda bilgilendirilmesi gerektiği açıklanmıştır. Bu düzenlemeye göre bilgiler, çalışanlar tarafından erişilebilir ve anlaşılır şekilde olur. İş Güvenliği Yönetmeliği ekinde “Sondajla Maden Çıkarılan İşlerin Yapıldığı İşyerleri İle Yeraltı ve Yerüstü Maden İşlerinin Yapıldığı İşyerlerinde Uygulanacak Asgari Genel Hükümler” ve “Yeraltı Maden İşlerinin Yapıldığı İşyerlerinde Uygulanacak Asgari Özel Hükümler”e de yer verilmiştir. Bu hükümler organizasyon ve yönetim, mekanik ve elektrikli ekipman ve tesisatlar, bakım ve onarım, patlama riski, yangın tehlikesi ve zararlı ortam havasına karşı korunma, ulaşım yolları, kaçış yolları ve imdat çıkışları, arama, kurtarma ve tahliye ile havalandırma gibi konuları kapsamaktadır. Anılan hükümlerin olay tarihinde yürürlükte olan hâline göre;- İşyerleri tehlikelere karşı yeterli koruma sağlanacak şekilde organize edilir. Çalışanların sağlık ve güvenliğini tehlikeye atmamak için işyerindeki tehlikeli veya atık maddeler uzaklaştırılır veya kontrol altında tutularak işyerinin her zaman düzenli bir durumda olması sağlanır.- İşyerinin varsa ocağını da kapsayacak şekilde gerekli haberleşme ve iletişim uygun yollarla sağlanır.- Çalışma yapılan bütün yer altı işletmelerinde uygun havalandırma sağlanır. Üretime başlamadan önce her ocakta uygun bir havalandırma sistemi kurulur. Ocaklarda sağlığa uygun solunabilir hava sağlanması, ortamdaki patlama riskinin ve solunabilir toz konsantrasyonunun kontrol altında tutulması, kullanılan çalışma yöntemi ve çalışanların fiziki faaliyetleri dikkate alınarak çalışma şartlarına uygun hava özelliklerinin sağlanması ve bu durumun sürdürülebilmesi için sürekli havalandırma yapılması zorunludur. Bu şartların doğal havalandırma ile sağlanamadığı yerlerde havalandırma bir veya daha fazla mekanik sistemle sağlanır. Havalandırmanın sürekliliğini ve kararlılığını sağlayacak tedbirler alınır. Mekanik havalandırma sistemi kullanılan ocaklarda hava akımı mümkünse doğal hava akımı doğrultusunda yönlendirilir. Havalandırma sistemlerinin devre dışı kalmaması için bu sistemler devamlı surette izlenir ve istenmeyen devre dışı kalmaları bildirecek otomatik alarm sistemi bulunur.- Havalandırma ile ilgili değerler periyodik olarak ölçülür ve ölçüm sonuçları kaydedilir. Havalandırma sisteminin detaylarını kapsayan bir havalandırma planı hazırlanır, periyodik olarak güncellenir ve işyerinde hazır bulundurulur.- İnsan ve malzeme taşımasında kullanılan kuyularda, lağımlarda, ana nefeslik yollarında, eğimli ve düz yollarda, hava hızı, saniyede 8 metreyi geçmez.- Havasında %19’dan az oksijen, %2’den çok metan, % 5’den çok karbondioksit, 50 PPM (%005) den çok karbonmonoksit ve diğer tehlikeli gazlar bulunan yerlerde çalışılmaz. Oksijen miktarı azalan veya yanıcı, parlayıcı ve zararlı diğer gazların karışmasıyla bozulan yahut çok ısınan hava akımları, diğer çalışma yerlerinden geçmesine meydan verilmeden derhâl ve en kısa yoldan ocak dışına atılır. Hava özelliklerinin bozulmasından, ısınmasından ve oksijen azalmasından kaynaklanan olumsuz etkilerinden çalışanları korumak için çalışmanın zorunlu olduğu durumlarda çalışma alanı ve zamanı sınırlandırılır.- Havalandırma sistemi kapı ve perdelerle havayı yönlendirecek şekilde düzenlenir. Kapı ve perdeler nakliyat esnasında havalandırma sistemini olumsuz etkilemeyecek şekilde ayarlanır. - Ana hava giriş ve çıkış yolları arasında bulunan barajlar, hava köprüleri ve kapılar, bir patlama veya yangın hâlinde kolayca yıkılmayacak sağlamlıkta ve dayanımda yapılır. - Ana vantilatör ve aspiratörler birbirinden bağımsız iki ayrı enerji kaynağına bağlanır. Bu enerji kaynaklarından birinin durması halinde diğer kaynağın ocak havalandırmasını aksatmayacak en kısa zamanda devreye girmesi sağlanır.- Ocağın çeşitli kısımlarında, sıcaklık ve nem oranı düzenli olarak ölçülür. Nem oranı gözönünde bulundurularak hava sıcaklığının sağlığa zararlı düzeye yükselmemesi için gerekli tedbirler alınır. Bu düzeye yaklaşıldığında ölçme işlemi her gün gerekli görülecek aralıklarla yapılır ve ölçme sonuçları havalandırma defterine yazılır. Söz konusu şartların sağlık için tehlikeli olması hâlinde çalışma geçici olarak durdurulur.- Yapılan tüm çalışmalarda çalışanların sağlık ve güvenliğinin korunmasının sağlanması için işverence atanan, yeterli beceri ve uzmanlığı olan kişiler tarafından gerekli gözetim ve denetim yapılır. Sağlık ve güvenlik dokümanında gerekli görülmesi hâlinde çalışılan yerler gözetim yapan kişi tarafından her vardiyada en az bir defa kontrol edilir. Yeterli beceri ve uzmanlığa sahip olmak şartıyla yukarıda belirtilen gözetim görevini işverenin kendisi üstlenebilir.- Çalışanlara sağlık ve güvenliklerini sağlayabilmeleri için yeterli bilgi, talimat ve eğitim verilir; bu eğitimler tekrarlanır. İşveren, çalışanlara verilen talimatların kendilerinin ve diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye atmalarını önleyecek şekilde kolay anlaşılır olmasını sağlar.- Her işyeri için çalışanların sağlık ve güvenliklerinin korunması, patlayıcı maddelerin taşınması, depo edilmesi ve iş ekipmanlarının güvenli bir şekilde kullanılması için gerekli kuralları belirleyen yazılı talimatlar hazırlanır. Bu talimatlar, acil durum ekipmanlarının kullanımına, işyerinde veya işyeri yakınındaki herhangi bir acil durumda nasıl hareket edileceğine ilişkin bilgileri de kapsar.- Her işyerinde ya da her işte güvenli çalışma yöntemleri uygulanır. Tesis, tahkim ve onarım işleri yapacak olanlar için gerekli güvenlik tedbirleri alınır.- İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönetim sistemi dâhil olmak üzere çalışanların sağlığını ve güvenliğini korumak için alınan tedbirleri düzenli aralıklarla gözden geçirir.- Herhangi bir tehlike durumunda tüm çalışanların işyerini derhâl ve güvenli bir şekilde terk edebilmeleri için gerekli tedbirler alınır.- Acil çıkış yolları doğrudan dışarıya veya güvenli bir alana veya toplanma noktasına veya tahliye noktasına açılır, çıkışı önleyecek hiçbir engel bulunmaz.- Acil çıkış yollarının ve kapılarının sayısı, boyutları ve yerleri yapılan işin niteliğine, işyerinin büyüklüğüne ve çalışanların sayısına uygun olması sağlanır.-Acil çıkış kapıları dışarıya doğru açılır. Acil çıkış kapıları acil durumlarda çalışanların hemen ve kolayca açabilecekleri şekilde olur.- Çalışanlar herhangi bir acil durumda nasıl davranmaları gerektiği konusunda eğitilir. Arama, kurtarma ve tahliye konusunda yeterli sayıda destek elemanı görevlendirilir.- Kaçışın zor olduğu, zaman aldığı veya sağlığa zararlı havanın solunabileceği veya oluşabileceği yerlerde temiz hava sağlayan taşınabilir solunum cihazları bulundurulur. Bu cihazlar en kısa sürede ve kolaylıkla ulaşılabilir ve kullanıma hazır şekilde muhafaza edilir.- Çalışanlara gerektiğinde güvenli bir şekilde dışarı çıkabilmeleri için her zaman kolay ulaşabilecekleri yerlerde bulunacak kişisel solunum koruma cihazları verilir. Çalışanlar bu cihazların kullanımı ile ilgili olarak eğitilir. Bu cihazların her zaman çalışır durumda bulunmaları için düzenli kontrolleri yapılır ve işyerinde muhafaza edilir.- Yer altı ve yer üstü maden işyerlerinde arama, kurtarma ve tahliye ekiplerinin hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilmesi için uygun bir kurtarma istasyonu kurulur. Ancak yarıçapı en çok 50 kilometre olan alan içinde bulunan maden işyerleri merkezî bir yerde, ortaklaşa bir kurtarma istasyonu kurabilir. Bu hüküm, aynı işyerinin çeşitli ocakları için de geçerlidir. İşyerleri, bu istasyonun kuruluş ve yönetim giderlerini, çalıştırdıkları çalışanların sayısına göre aralarında paylaşır. - İş yerlerinde güvenlik tatbikatları yapılır ve düzenli aralıklarla tekrar edilir. Bu tatbikatların amacı, acil durum ekipmanının kullanılması veya işletilmesi dâhil acil durumlarda özel görevi bulunan çalışanların eğitim ve becerilerinin kontrol edilmesidir. Görevli çalışanlara, uygun yerlerde bu ekipmanların doğru bir şekilde kullanılması veya işletilmesi hususunda da tatbikat yaptırılır. Tatbikatta kullanılan bütün acil durum ekipmanı test edilir, temizlenir, yeniden dolumu yapılır veya yenilenir. Kullanılan bütün taşınabilir ekipmanlar muhafaza edildikleri yerlerine geri konulur.- Her ocakta arama, kurtarma ve tahliye ile görevli destek elemanlarının yararlanması için belli başlı kapıları, barajları, hava köprülerini, hava akımını ayarlayan düzeni ve telefon istasyonları gibi ihtiyaç duyulacak hususların yerlerini gösteren bir plan bulundurulur. Tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işlerde çalışanların mesleki eğitimlerinin usul ve esasları, 13/7/2013 tarihli ve 28706 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Tehlikeli ve Çok Tehlikeli Sınıfta Yer Alan İşlerde Çalıştırılacakların Mesleki Eğitimlerine Dair Yönetmeliği’nde (Eğitim Yönetmeliği) düzenlenmiştir. 6/11/2010 tarihli ve 27751 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve olay tarihinde yürürlükte olan mülga Madencilik Faaliyetleri Uygulama Yönetmeliği’nin (Uygulama Yönetmeliği) maddesine göre Uygulama Yönetmeliği’nde geçen daimî nezaretçi ifadesi, işletmede daimî olarak istihdam edilen maden mühendisini, teknik nezaretçi ifadesi işletmelerdeki faaliyetlerin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yapan, faaliyet bilgi formunun hazırlanmasından sorumlu ve yetkili olan maden mühendisini, teknik eleman kanun kapsamında MİGEM’e verdiği dilekçe ve eklerindeki evrakları imzalayarak beyanda bulunan maden, jeoloji ve jeofizik mühendislerini, rödövans sözleşmesi ifadesi ruhsat sahalarındaki madenlerin üretilerek değerlendirilmesi amacıyla üçüncü kişilere veya kuruluşlara tasarruf hakkı sağlamak üzere ruhsat sahasının tamamı ya da bir kısmı için ruhsat sahiplerinin bu kişilerle yaptığı sözleşmeleri ifade etmektedir. Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “Projeye uygun faaliyette bulunulması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “(1) İşletme izinlerinin alınmasını takiben üretim faaliyetleri, projesine uygun olarak yürütülür. Birlikte işletilmesi zorunlu olan madenler bir proje kapsamında işletilir. Madencilik faaliyetleri sürdürülürken ve/veya tamamlandıktan sonra çevre ile uyum planı uygulanır. (2) Açık işletme ya da yeraltı işletmesine geçişler ile üretim yöntemi ile ilgili değişikliklerin, uygulanmadan önce [MİGEM’e] bildirilmesi zorunludur. Aksi takdirde, sahadaki can ve mal güvenliği ile ilgili çalışmalar dışındaki üretim ile ilgili faaliyetler, değişikliklere ilişkin verilmesi gereken revize projenin onaylanmasına kadar durdurulur.... (4) İşletmelerde hazırlık ya da üretim çalışmaları sürdürülürken şev [İş Güvenliği Yönetmeliği’ne göre şev; kademe (açık işletmelerde belirli aralık, kot ve eğimlerle meydana getirilen basamak şeklindeki çalışma yerler), alın ve yüzlerindeki eğimi ifade etmektedir.] açısı, basamak yüksekliği, basamak genişliği, heyelan, göçük, tahkimat, alt yapı gibi nedenlerle can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluştuğunun tespiti halinde, gerekli önlemlerin alınması ve çalışmaların yapılabilmesi için ruhsat sahibine altı aya kadar süre verilir. Mücbir sebepler dışında bu süre uzatılmaz. Bu süre sonunda projeye uygun faaliyette bulunulmaması veya tehlikeli durumun ortadan kaldırılmaması halinde teminat irat kaydedilerek can ve mal güvenliği ile faaliyetlerin projeye uygun hale getirilmesi yönündeki hazırlık faaliyetleri dışındaki işletme faaliyetleri durdurulur. (5) Yeraltı işletmelerinde üretim çalışmaları sürdürülürken işletme projesine aykırı olarak; yeraltındaki üretim faaliyetlerinin sürdürüldüğü alanların yerüstüne veya diğer kotlara iki ayrı yolla bağlanmadığı, panolarda havalandırmanın birbirinden bağımsız olarak gerçekleştirilmediği, yanıcı veya patlayıcı gaz geliri olabilecek ocaklarda yeterli cebri havalandırmanın yapılmadığı, havalandırmanın projeye uygun tesis edilmediğinin tespit edilmesi halinde can ve mal güvenliği ile faaliyetlerin projeye uygun hale getirilmesi yönündeki faaliyetler dışındaki üretim faaliyetleri durdurulur. (6) Üretim faaliyetleri durdurulan sahalarda faaliyet durdurma nedenine yönelik gerekli tedbirlerin alındığının ruhsat sahibince [MİGEM’e] bildirilmesini müteakip teknik heyet raporu ile gerekli tedbirlerin alındığının tespit edilmesi halinde üretime yönelik faaliyetlere izin verilir.” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “İnceleme ve denetim” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Kanun gereğince ruhsat veya sertifika sahibince düzenlenmiş mali ve teknik belgelerin, ruhsat veya sertifika alanındaki madencilik faaliyetlerinin, ihbar ve şikayetlerin inceleme ve denetimi [MİGEM] tarafından görevlendirilen personelce yerinde yapılır.(2) [MİGEM], diğer kamu kurum ve kuruluşları ile üniversitelerden inceleme ve denetimin gerektirdiği mesleki tecrübeye sahip olan personelleri de görevlendirebilir.(3) Yapılacak inceleme ve denetimlerde oluşturulacak heyet; maden mühendisi, jeoloji mühendisi ile yapılacak inceleme ve denetimlerin özelliğine göre jeofizik mühendisi, haritacı, mali uzman, hukukçu veya diğer meslek mensuplarından en az üç kişiden oluşur.(4) İnceleme ve denetimlerde ruhsat sahibi [MİGEM’e] verdiği teknik ve mali belgelerin hazırlanmasına esas olan bütün belgelerin asıllarını, yapılmış hesapları talep halinde heyet üyelerine göstermek zorundadır.(5) Madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak yapılan ihbar ve şikâyetlerin değerlendirilebilmesi için, dilekçe ekinde şikayetçinin T. Kimlik Numarası beyanının yer alması gerekir.” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin “İnceleme ve denetimin yapılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“1) İnceleme ve denetim sırasında teknik ve mali belgeler ile bu belgelerin hazırlanmasına esas teşkil eden işletme projesinin uygulanması ile ilgili hususlar, üretim yöntemi, üretim miktarı, üretilen madenin kullanım alanı, sevk fişleri, faturalar, satış belgeleri gibi Kanun ve mevzuat gereği diğer belgeler incelenir. Her türlü denetimde çevre ile uyum planına uygun çalışılıp, çalışılmadığı kontrol edilir.(2) İnceleme ve denetim sonunda düzenlenen ve mevcut durumu belirten tutanak iki nüsha hazırlanarak heyet üyeleri, ruhsat sahibi veya vekili veya sahanın teknik nezaretçisi tarafından imzalanır. Ruhsat sahibi, vekili veya teknik nezaretçi, tutanakta katılmadığı hususlara şerh düşebilir. Ancak imzadan imtina edilmesi halinde bu durum tutanakta belirtilir. Tutanağın bir nüshası ilgiliye verilir. Bu tutanakta belirtilen hususlar ruhsat sahibine tebliğ edilmiş sayılır.(3) Ruhsat sahasında yapılan tetkiklere ait detay bilgileri içeren rapor hazırlanır. Ruhsat sahibinin talep etmesi durumunda bir örneği verilir.” Mülga Uygulama Yönetmeliği’nin , , , , ve maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:“Teknik nezaretçinin görevleriMadde 130(1) Teknik nezaretçi, maden işletmelerinin teknik ve emniyet yönünden nezaretini yaparak Kanun ve ilgili yönetmeliklerde yer alan görevleri yerine getirmekle sorumlu ve yükümlüdür. Teknik nezaretçilerin yetki ve sorumluluklarıMadde 134(1) Teknik nezaretçisi olmayan ruhsat sahalarında üretim yapılamaz.(2) Teknik nezaretçinin görev, yetki ve sorumlulukları şunlardır:a) Teknik nezaretçi, sorumluluk alanı [MİGEM tarafından] onaylanmış ruhsat sahasının her yerinde görevi ile ilgili inceleme yapmak ve gerekli her türlü bilgiyi alma ve Kanun kapsamında gerekli önlemlerin aldırılması yetkisine sahiptir. Bu yetkinin kullandırılmamasından ruhsat sahibi sorumludur.b) Teknik nezaretçi, nezaret görevini Kanun hükümleri kapsamında yürütür. Teknik nezaretçi, atandığı ve sorumlu olduğu ruhsat sahasının faaliyetlerini ve üretimlerini on beş günde en az bir defa denetlemek, tespitlerini ve önerilerini teknik nezaretçi defterine not etmek zorundadır... ...ç) Teknik nezaretçi, görev aldığı işyerindeki faaliyetler ile ilgili eksiklik ve aksaklıkları, öneri ve önlemleri belirler. Ruhsat sahibi/vekili tarafından, bu öneri ve önlemler işyerinde çalışanların görebileceği şekilde ilan edilir ya da panoya asılır. Aynı zamanda içeriği [MİGEM] tarafından belirlenmiş ve noter onaylı ’Teknik Nezaretçi Defteri’ne rapor ederek ruhsat sahibine bildirir. Eksiklik ve aksaklıkların, öneri ve önlemlerin rapor edilmemesinden teknik nezaretçi, bunların yerine getirilmemesinden ruhsat sahibi sorumludur.d) Teknik nezaretçi, işyerinde yaptığı inceleme ve gözlemlerde işletme projesine aykırı faaliyette bulunulduğunu ve faaliyetlerin can ve mal güvenliği açısından tehlikeli bir durum oluşturduğunu tespit etmesi halinde maden üretimine yönelik faaliyetleri durdurur ve durumu ilgili kurum veya kuruluşlara bildirir....f) Galeri sürülmesi ve/veya üretime hazırlık çalışmalarında teknik nezaretçi atanması zorunludur.Daimi nezaretçinin görevleriMadde 138(1) Daimi nezaretçi, nezaret görevini Kanun hükümleri kapsamında yürütür.(2) Daimi nezaretçi üretim yerindeki günlük faaliyetleri planlar ve yürütülmesini sağlar, can ve mal emniyeti yönünden tehlikeli bir durumun varlığı söz konusu olduğu zaman gerekli tedbirlerin alınmasına nezaret eder, hemen tedbir almanın mümkün olmadığının belirlenmesi halinde üretim faaliyetlerini önlemlerin alınmasına kadar durdurur.(3) Daimi nezaretçi, görev aldığı işyerindeki faaliyetleri ile ilgili eksiklik ve aksaklıkları gidermek amacıyla önlemleri belirleyerek ruhsat sahibine/rödövansçıya bildirir. Tedbirlerin alınmasına nezaret eder.(4) Eksiklik ve aksaklıkların giderilmesini doğrudan ilgilendiren malzeme ve teçhizatın temin edilmesinden ruhsat sahibi/rödövansçı sorumludur.Zorunlu olarak daimi nezaretçinin çalıştırılacağı ruhsat sahalarıMadde 141(1) Maden mühendisinin daimi nezaretçi olarak istihdam edileceği durumlar şunlardır:a) Ruhsat sahasındaki tesislerde çalışanlar hariç maden işletme faaliyetleri için en az on beş işçi çalıştıran açık işletmeler,b) Ruhsat sahasında yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler.(2) Teknik nezaretçi ataması yapılmış sahalarda, daimi nezaretçi olarak maden mühendisinin istihdam şartının oluştuğu ancak daimi nezaretçi görevlendirilmediğinin tespiti halinde ruhsat sahibi uyarılır ve on beş gün süre verilir. Verilen süre sonunda daimi nezaretçi görevlendirilmez ise teminat irat kaydedilir ve faaliyetler durdurulur.(3) Daimi nezaret görevi üstlenmiş olan mühendisler, teknik nezaretçi olarak atanamaz.Teknik elemanın görevleriMadde 143(1) Teknik eleman, Kanun ve yönetmeliklerinde yer alan hükümler gereği görevlerini yerine getirmekle yükümlüdür.Zorunlu olarak teknik eleman çalıştırılacak ruhsat sahalarıMadde 146(1) Teknik eleman istihdam edileceği durumlar şunlardır:a) Tesislerde çalışanlar hariç madencilik faaliyeti kapsamında en az 15 işçi çalıştıran işletmeler,b) Yeraltı üretim yöntemiyle çalışan işletmeler,c) Vardiyalı olarak çalışan işletmelerde her vardiyada teknik eleman istihdam edilmesi zorunludur.(2) Yeraltı işletmelerinde işletmede birden fazla işletmeci var ise ve üretim farklı işletmeciler tarafından gerçekleştiriliyorsa her işletme için ayrı ayrı teknik eleman görevlendirilir.(3) Teknik eleman istihdam edilmesi şartının oluştuğu işletmelerde şartların oluşması durumunda her vardiya için çalışan işçi sayısına göre vardiya başına en az bir teknik eleman görevlendirilir.(4) Teknik eleman istihdam şartının oluştuğu ancak teknik eleman istihdam edilmediğinin tespiti halinde ruhsat sahası için teknik eleman istihdamı için on beş gün süre verilir. Bu sürede teknik eleman istihdamı yapılmayan sahalarda üretim faaliyetleri durdurulur.(5) Açık işletmelerde, teknik eleman istihdam şartının oluştuğu durumlarda ve bir ruhsat sahasında birden fazla işletmeci olması halinde sadece bir işletmeye ait alanda istihdam edilebilir. Aynı kişi, diğer işletme veya işletmelerde istihdam edilemez.(6) Zorunlu olarak istihdam edilen teknik eleman şartları sağlaması durumunda daimi nezaretçilik görevi de üstlenebilir.” İşyerlerinin iş sağlığı ve güvenliği açısından yer aldığı tehlike sınıfları 26/12/2012 tarihli ve 28509 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin İşyeri Tehlike Sınıfları Tebliği’nin (Tehlike Sınıfları Tebliği) ekinde belirtilmiştir. Sözü edilen listeye göre taş kömürü ve linyit madenciliği de dâhil madencilik alanında faaliyet gösteren çoğu işyeri, çok tehlikeli sınıfta yer almaktadır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/44561
Başvuru, birçok kişinin ölümüne, pek çok kişinin de yaralanmasına yol açan bir maden kazası hakkında yürütülen ceza yargılamasının makul bir süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18418
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, "uyuşturucu madde ticareti yapmak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 30/4/2014 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 11/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 21/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 8/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 8/11/2006 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK. maddesi ile görevli) 12/11/2006 tarih ve 2006/74 Sorgu sayılı kararı ile başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 23/11/2006 tarih ve E.2006/661 sayılı iddianamesi ile "örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2006/297 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK. maddesi ile görevli), 9/5/2007 tarih ve E.2006/335, K.2007/102; E.2006/369, K.2007/103; E.2006/373, K.2007/104 sayılı kararlar ile E.2006/335, E.2006/369, E.2006/373 sayılı dava dosyalarının, aynı Mahkemenin E.2006/297 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2006/297 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda, 18/6/2008 tarih ve E.2006/297, K.2008/170 sayılı karar ile toplam dokuz sanık hakkında hüküm kurulmuş, başvurucunun, "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak" suçundan 10 ay hapis, "örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan 6 yıl 3 ay hapis ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, ayrıca tahliyesine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 10/12/2013 tarih ve E.2009/1620, K.2013/11229 sayılı ilâmı ile bozulmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) kapatılması üzerine dava dosyası, Mahkemenin 12/3/2014 tarih ve E.2014/51, K.2014/216 sayılı kararı ile görevli ve yetkili İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda, 26/6/2014 tarih ve E.2014/140, K.2014/267 sayılı karar ile başvurucunun, "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak" suçundan beraatine, "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan 5 yıl hapis ve 000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar başvurucu tarafından 27/6/2014 tarihinde temyiz edilmiş olup, dava dosyası temyiz incelemesi için henüz Yargıtaya gönderilmemiştir. Başvurucu, 30/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) numaralı fıkrası; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5888
Başvurucu, "uyuşturucu madde ticareti yapmak, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak" suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, tazminat talebiyle açılan davada uğranılan zararın askerî görev koşulları sebebiyle oluştuğu ileri sürülmesine karşın bu iddiaya ilişkin olarak yeterli inceleme yapılmadan hüküm kurulması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2002 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) emrinde uzman erbaş olarak göreve başlamış; 2013 yılı içinde Komanda Tugayı Siirt Merkez Komutanlığında uzman erbaş olarak görev yaptığı sırada işitme yetisi yönünden rahatsızlanmıştır. Özel bir sağlık kurumunda test yaptıran başvurucunun kulaklarında işitme kaybı bulunduğu tespit edilmiştir. Siirt Asker Hastanesi Baştabipliğinin düzenlediği 2/5/2013 tarihli rapor ile bilateral sensörinöral işitme kaybı tanısı konulan ve hakkında TSK bünyesine görev yapamaz kararı alınan başvurucunun sözleşmesi 15/5/2013 tarihli işlemle feshedilmiştir. Başvurucu; işitme kaybının askerî hizmet koşulları nedeniyle oluştuğunu, sağlıklı başladığı meslek hayatında engelli konumuna geldiğini belirtmek suretiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini için Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tazminat davası açmıştır. AYİM Başsavcılığı tarafından uyuşmazlığa ilişkin olarak bildirilen 24/12/2014 tarihli görüşte özetle başvurucunun işitme kaybının askerlik hizmetinin tesiri ile ortaya çıkıp çıkmadığı konusunda yaptırılacak tıbbi incelemenin sonucuna ve illiyet bağını kesecek başka bir olgunun bulunup bulunmadığı hususuna ilişkin yapılacak hukuki değerlendirmeye göre karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 14/10/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde öncelikle başvurucunun rahatsızlığının görevin etkisi ile meydana geldiğini kabule yeterli somut dayanak bulunmadığını vurgulamıştır. Başvurucunun rahatsızlığı sonucu uğradığı zarar ile illiyet bağı kurulabilecek herhangi bir idari işlem ya da eylemin ve kusursuz sorumluluk gerektirecek bir hâlin bulunmadığını ifade eden Mahkeme dosya içeriğine göre karar verilebileceğini, bilirkişi incelemesine gerek olmadığını ifade etmiştir. Mahkeme sonuç olarak tazminat davasının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu belirterek ret gerekçesini oluşturmuştur. Başvurucu nihai kararı 27/11/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 15/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini oluşturmaktadır. İdarenin kamu hukukundan kaynaklanan mali sorumluluğunun Anayasa'nın maddesinin son fıkrası haricinde bir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Özel hukuktan farklı olarak -somut bazı konuları düzenleyen birkaç istisna dışında- idarenin idari nitelikteki işlem ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin mali sorumluluğunu düzenleyen genel bir kanun hükmü yoktur. İdarenin kamu hukuku alanından kaynaklanan mali sorumluluğunun çerçevesi ile hüküm ve esasları, Anayasa'nın anılan hükmünden yola çıkılmak suretiyle Danıştay içtihatlarıyla belirlenmiştir. Danıştay içtihatlarına göre idarenin mali sorumluluğu, kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk şeklinde ikiye ayrılmakta; kusursuz sorumluluk da dayandığı sebebe göre tehlikeli faaliyetler, mesleki risk, sosyal risk ve fedakârlığın denkleştirilmesi biçiminde tasnif edilmektedir. Kusur sorumluluğunda idarenin kusurlu bulunması (hizmet kusuru) sorumluluğun temel şartı iken kusursuz sorumluluk hâllerinde idarenin kusuru bulunmasa dahi idarenin mali sorumluluğu söz konusu olabilmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§28, 29, 30). 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Daireler veya Daireler Kurulu, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapabilecekleri gibi, tayin edecekleri süre içinde, lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir. Haklı sebeplerin bulunması halinde bu süre, bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir.'' 1602 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ...bilirkişi, keşif, delillerin tespitine... ilişkin hükümleri uygulanır.'' 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Danıştay ile idare ve vergi mahkemeleri, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yaparlar. Mahkemeler belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilirler. Bu husustaki kararların, ilgililerce, süresi içinde yerine getirilmesi mecburidir.''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19159
Başvuru, tazminat talebiyle açılan davada uğranılan zararın askerî görev koşulları sebebiyle oluştuğu ileri sürülmesine karşın bu iddiaya ilişkin olarak yeterli inceleme yapılmadan hüküm kurulması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, geri gönderme merkezinde meydana gelen intihara bağlı ölüm vakasında gerekli koruma önlemlerinin alınmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. G.H.nin İntiharına İlişkin Süreç Başvurucu Azad Ahmadpoori'nin karısı, Ebrahım Hassan Nezhad'ın ve Khatoun Mınesour'ın müşterek çocukları olan, İran vatandaşı G.H. 17/4/2017 tarihinde, Fransa'nın Bordeaux şehrine gitmek üzere Atatürk Havalimanı'nda bulunduğu esnada pasaport görevlileri tarafından şüphe üzerine evrak kontrolüne tabi tutulmuş ve vizenin sahte olduğu tespit edilmiştir. Bu tespit üzerine tercüman eşliğinde havalimanı kolluk görevlilerinin resmî belgede sahtecilik suçu isnadıyla aldığı ifadesinde G.H., vizeyi ülkesindeki bir şahıstan belirli bir ücret karşılığında aldığını ifade etmiştir. Ayrıca G.H. neden gözaltına alındığı, haklarının neler olduğu konusunda kendisine bilgi verildiğini gösteren şüpheli bilgilendirme formunu imzalamamıştır. G.H., kolluk görevlileri tarafından gözaltına alınarak sağlık kontrolünden geçirilmiştir. Lepra Deri ve Zührevi Hastalıkları Hastanesi nezdinde yapılan tetkik sonucu G.H. de zührevi hastalık bulgusuna rastlanmamıştır. Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yapılan sağlık kontrolüne ilişkin 18/4/2017 tarihli raporda, tıbbi inceleme esnasında tercüman bulunmadığından sözel iletişim kurulamadığı ifade edilmekle beraber G.H.nin vücudunda travma bulgusuna rastlanmadığı, genel durumunun iyi, bilincinin açık olduğu, solunum/dolaşım ve sistem fonksiyonlarının yerinde olduğu, psikopatolojik tetkike gerek görülmediği belirtilmiştir. G.H.nin Türkiye'den yasal çıkış hükümlerini ihlal ettiği gerekçesiyle 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin ilk fıkrasının (d) ve (h) bentleri uyarınca 19/4/2017 tarihli İstanbul Valiliği işlemi ile gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. G.H. bu karara istinaden Silivri'deki geri gönderme merkezine (GGM) götürülmüştür. GGM'de G.H.ye tercüman eşliğinde, alınan sınır dışı ve idari gözetim kararı, bu karara karşı hukuki başvuru yolları, adli yardım, kurumda uyulması gereken kurallar ve sağlanan hizmetler, gönüllü geri dönüş prosedürü hakkında bilgi verildiği, İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi görevlilerinin ve tercümanın imzasını taşıyan 19/4/2017 tarihli tutanaktan anlaşılmıştır. Ayrıca tutanakta G.H.nin imza atmak istemediği, bu nedenle tutanağa şerh koyduğu da ifade edilmiştir. G.H.nin imzadan imtina ettiği kendi dilinde hazırlanmış tutanağa da işlenmiştir. G.H. -resmî tutanaklarda aktarıldığı şekliyle- 28/4/2017 tarihinde, bulunduğu odadaki diğer şahıslar akşam yemeği için odadan ayrıldığında kendisine ait şal ile oda camının dikey korkuluklarına kendini asmak suretiyle intihar etmiştir. G.H., odasındaki kişilerin ve personelin durumu fark etmesi üzerine sağlık kurumuna ambulans ile nakledilmiş ancak sağlık kurumunda yapılan müdahaleye rağmen aynı gün hayatını kaybetmiştir.B. Ceza Soruşturması Süreci İntihar vakasının hemen akabinde kolluk görevlileri tarafından olay mahallinde gerekli incelemenin yapıldığı, olay yeri krokisinin çizildiği, olay yerinin görüntülerinin alındığı anlaşılmıştır. Olay yeri inceleme raporunda, odada ikişer yataktan oluşan toplam dört ranza ve sekiz yatağın bulunduğu, oda kapısının karşısında dış kısmı demir parmaklıklı, alüminyum doğrama pencerenin açık olduğu belirtilmiş; devamında müteveffanın kendisini demir parmaklığın ikinci paralel sırasına şal ile astığı, asma noktasının yerden yüksekliğinin 1,96 cm olduğu ifade edilmiştir. Silivri Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talebi üzerine G.H.nin bedeni üzerinde yapılan otopsi işlemi sonucu Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi tarafından düzenlenen 23/8/2017 tarihli raporda, vücudunda herhangi bir patoloji/yabancı madde tespit edilmeyen G.H.nin ölümünün ası sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. Başsavcılık, GGM müdürünün ve GGM'de bulunan bazı şahısların -tercüman eşliğinde- ifadesini almıştır. GGM'de kalmakta olan F.K. ölen şahsı tanımadığını, şahısla iletişimin olmadığını, S.G.R., İran Konsolosluğuna birlikte aynı araçta götürülmeleri nedeniyle G.H.yi tanıdığını, intihar sonrası kurum yetkilileri ile hastaneye gittiğini, R. ise intiharı ilk görenlerden olduğunu, kurum çalışanlarının gelerek müdahale ettiğini beyan etmiştir. Kurum Müdürü S.B. ifadesinde, intihar olayı olduğunu öğrenmesi üzerine ilgili kata çıktığını ve başı açık vaziyette kendini asmış kadını gördüğünü, adli makamları bilgilendirdiğini beyan etmiştir. Başsavcılık 29/10/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...Maktulün ölümüne sebebiyet veren asının bütünüyle kendi kusurundan kaynaklandığı, olayın meydana gelmesinde başka bir kimsenin kast veya kusurunun bulunmadığı, ortada suç ve suçlu olmadığı, bu nedenle kovuşturma imkanı kalmadığı tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmıştır..." Kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara karşı yapılan itiraz, Silivri Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/2/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İdari Soruşturma Süreci İçişleri Bakanlığı, olayla ilgili bir inceleme yapmak üzere mülkiye müfettişi görevlendirmiştir. İnceleme kapsamında GGM Müdürü S.B.nin ifadesi alınmıştır. S.B. ifadesinde özetle G.H.nin olay günü İran Başkonsolosluğuna sınır dışı işlemlerinin tamamlanması amacıyla seyahat belgesi almak için götürüldüğünü, belgenin temin edilmesinin ardından aynı gün kuruma dönüldüğünü, G.H.nin olay öncesi kurum bünyesinde bulunduğu dönemde intihara yönelik eyleminin ya da söyleminin bulunmadığını beyan etmiştir. S.B. beyanında devamla 28/4/2017 tarihinde G.H.nin Vardiya Amiri A.A.ya akşam yemeği yemek istemediğini bildirerek katta kaldığını, intihar ettiğinin anlaşılması üzerine de kısa sürede olay yerine gelen ambulansla sağlık kurumuna nakledildiğini ifade etmiştir. S.B. ayrıca G.H. ile aynı odada kalan Türkmenistan uyruklu R.nin beyanından G.H.nin eşinin İngiltere'de yaşadığı, telefon görüşmelerinde eşinin İngiltere'ye yanına gelmesini istediği, eğer gelmezse başka kadınla evleneceğini söylediği bilgisine ulaşıldığını ifade etmiştir. İl Göç Uzman Yardımcısı S.K. ifadesinde; olay günü saat 00 civarında G.H.nin yanında 3-4 kadınla gelerek telefon görüşmesi yapmak istediğini, yemek saatine kadar ankesörlü telefonla görüşme yapma izni verdiğini, daha sonra G.H.yi görmediğini, intihar vakasının ardından Türkmenistan uyruklu R.nin, eşinin yanına gelmediği takdirde başka kadınla evleneceğini söylemesi nedeniyle G.H.nin çok üzgün olduğu bilgisini verdiğini beyan etmiştir. Kurumda görevli diğer personel ve güvenlik görevlisi ile jandarma personeli de olayın oluş sürecine ilişkin olarak yukarıda aktarılanlara benzer ifadeler vermiştir. Soruşturma sürecinde Türkmenistan uyruklu R.nin 8/5/2017 tarihinde sınır dışı edilmek üzere salıverilmesi nedeniyle ifadesi alınamamıştır. Bununla beraber idari soruşturma sonucu düzenlenen rapordan İstanbul Göç İdaresinin R.nin ifadesini aldığı anlaşılmıştır. Buna göre R., G.H.nin yemeğe inmediğini, eşiyle konuştuğunu, eşinin yanına gelmezse evleneceğini söylediğini, üzgün olduğunu ancak intihardan bahsetmediğini beyan etmiştir. İdari soruşturma süreci sonunda tanzim edilen 21/6/2017 tarihli raporun sonuç kısmında, yapılan işlemlerde mevzuata aykırılık veya suç unsuru bulunmadığı, disiplin soruşturması yahut ön inceleme yapılmasına gerek olmadığı ifade edilmiştir. İçişleri Bakanlığı 14/11/2017 tarihli olur ile araştırma dosyasını işlemden kaldırmıştır. Tam Yargı Davası Süreci Başvurucular 3/8/2018 tarihinde, G.H.nin intihar suretiyle vefat etmesinde idarenin hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde özetle gerek gözaltına alınma gerekse kurum bünyesinde tutulma sürecinde idarenin gereken bilgilendirmeleri yapmadığını, gözetim ve denetim fonksiyonunu yerine getirmediğini ileri sürmüştür. Mahkeme, verdiği 31/12/2018 ve 15/1/2019 tarihli ara kararları ile idareden sürece ilişkin bilgi ve belgeleri temin etmiş; 19/2/2019 tarihli hükmüyle davayı esastan reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ...idarelerin meydana gelen bir zarardan dolayı sorumlu tutulabilmeleri ve tazmin borcuyla yükümlü sayılabilmeleri için öncelikle ortada bir zararın bulunması, bu zararın meşru ve güncel olması, keza uğranıldığı öne sürülen zararın idarenin haksız ve hukuka aykırı bir işlem ve eyleminden kaynaklanması, ayrıca zararı doğuran olay ile idare arasında illiyet bağının kurulabilmesi gerekmektedir. Ortada bir zarar bulunmakla birlikte eğer bu zarar idareye isnat edilemiyorsa, idarenin tazmin borcundan sorumlu tutulması mümkün değildir.Öte yandan bilimsel ve yargısal içtihatlarla idarenin sorumluluğu sadece kusurlu sorumluluk esasına dayanmadığı aynı zamanda idarenin kusuru olmaksızın meydana gelen bazı zararlardan da sorumlu olacağı kabul edilmektedir. Yani idarenin hizmet açısından kusuru olmasa da bireylerin gördüğü zararların kusursuz sorumluluk ilkesine göre tazmini kabul edilmektedir. Buna göre idare kusursuz olsa dahi, tehlikelilik esası, sosyal risk ilkesi ve kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi gereğince bireylerin zararlarını tazmin ile mükelleftir. İdarenin kusursuz sorumluluğu; tehlike-hasar ilkesi, kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi gibi ilkelere dayandırılır. Risk ilkesi olarak da adlandırılan tehlike ilkesinde, zarar idarenin tehlikeli bir faaliyetinden ya da araç gereçlerinden kaynaklanabileceği gibi, kamu görevlilerinin uğradığı zarar görevinin niteliği gereğince o görevin ifası sırasında gerçekleşmiş olabilir bu halde mesleki risk ilkesine dayanılır. Yine tehlike ilkesi kapsamında değerlendirilen sosyal risk ise vatandaşların sadece bir devletin vatandaşı olmak sebebiyle uğradığı ve diğer sorumluluk halleriyle ilişkilendirilmeyen fakat tazmini gereken zararlar için uygulanır. Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesinde ise hizmetten yararlanan bazı kişilerin diğer hizmetten yararlananlara göre olağan dışı ve özel nitelikte zarara uğraması halinde idarenin tazmin yükümlülüğü ortaya çıkmaktadır.Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.......hakkında idari gözetim ve sınırdışı kararı bulunan müteveffanın idari gözetim altında iken 2017 tarihinde intihar etmek suretiyle vefatı nedeniyle davacıların maddi manevi tazminat talebine ilişkin olayda davalı idareye atfedilebilecek kusurun bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Öte yandan her ne kadar davacılar tarafından davalı idarenin beklenmeyen haller sebebiyle ortaya çıkan zararlardan kusursuz sorumluluğu bulunduğu ileri sürülmüşse de idarenin kusursuz sorumluluğunun tehlike-hasar ilkesi, kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi gibi ilkelere dayandığı, müteveffanın idari gözetim altında iken intiharına ilişkin olayın kusursuz sorumluluk hallerine girmediği anlaşıldığından idarenin kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır... " Ret hükmüne yönelik itiraz, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından 27/6/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular itirazın reddine dair kararı 3/7/2019 tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 1/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6458 sayılı Kanun'un "Geri gönderme merkezleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) İdari gözetime alınan yabancılar, geri gönderme merkezlerinde tutulurlar. (2) Geri gönderme merkezleri Bakanlık tarafından işletilir. Bakanlık, kamu kurum ve kuruluşları, Türkiye Kızılay Derneği veya kamu yararına çalışan derneklerden göç alanında uzmanlığı bulunanlarla protokol yaparak bu merkezleri işlettirebilir. (3) Geri gönderme merkezlerinin kurulması, yönetimi, işletilmesi, devri, denetimi ve sınır dışı edilmek amacıyla idari gözetimde bulunan yabancıların geri gönderme merkezlerine nakil işlemleriyle ilgili usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir." 6458 sayılı Kanun'un "Geri gönderme merkezlerinde sağlanacak hizmetler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Geri gönderme merkezlerinde;a) Yabancı tarafından bedeli karşılanamayan acil ve temel sağlık hizmetleri ücretsiz verilir,b) Yabancıya; yakınlarına, notere, yasal temsilciye ve avukata erişme ve bunlarla görüşme yapabilme, ayrıca telefon hizmetlerine erişme imkânı sağlanır.c) Yabancıya; ziyaretçileri, vatandaşı olduğu ülke konsolosluk yetkilisi, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği görevlisiyle görüşebilme imkânı sağlanır.ç) Çocukların yüksek yararları gözetilir, aileler ayrı yerlerde barındırılır. d) Çocukların eğitim ve öğretimden yararlandırılmaları hususunda, Millî Eğitim Bakanlığınca gerekli tedbirler alınır.(2) Göç alanında uzmanlığı bulunan ilgili sivil toplum kuruluşu temsilcileri, Genel Müdürlüğün izniyle geri gönderme merkezlerini ziyaret edebilirler." 22/4/2014 tarihli ve 28980 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kabul ve Barınma Merkezleri ile Geri Gönderme Merkezlerinin Kurulması, Yönetimi, İşletilmesi, İşlettirilmesi ve Denetimi Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) "Amaç ve kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Yönetmeliğin amacı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne bağlı kabul ve barınma merkezleri ile geri gönderme merkezlerinin kurulması, yönetimi, işletilmesi, işlettirilmesi, işlettirilmeye ilişkin protokol esaslarının belirlenmesi, bu merkezlerde verilecek hizmetlerin çeşit ve niteliği, denetimi, kurumlar arası işbirliği ile çalışanların görev ve sorumluluklarıyla, mali konulara ilişkin usul ve esasları belirlemektir." Yönetmelik'in "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Yönetmeliğin uygulanmasında;a) Bakanlık: İçişleri Bakanlığını,...c) Genel Müdürlük: Göç İdaresi Genel Müdürlüğünü,ç) Geri gönderme merkezi: İdari gözetim altına alınan yabancıların barındırılmaları ve kontrol altında tutulmaları amacıyla kurulan ve doğrudan işletilen veya kamu kurum ve kuruluşlarıyla, Türkiye Kızılay Derneği veya kamu yararına çalışan derneklerden göç alanında uzmanlığı bulunanlarla protokol yapılarak işlettirilen merkezleri,...i) Merkez: Kabul ve barınma ile geri gönderme merkezlerini,j) Müdür: Kabul ve barınma ile geri gönderme merkezlerinin yönetiminden sorumlu kişiyi,...ifade eder." Yönetmelik'in "Merkezlerin çalışma esasları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Merkezlerin kurulması, işletilmesi ve işlettirilmesinde ve bu Yönetmelik kapsamında verilecek hizmetlerin yerine getirilmesinde aşağıdaki usul ve esaslara göre hareket edilir:a) Yaşam hakkının korunması.b) İnsan odaklı yaklaşım.c) Refakatsiz çocuğun yüksek yararının gözetilmesi.ç) Özel ihtiyaç sahiplerine öncelik tanınması.d) Kişisel bilgilerin gizli tutulması.e) Yapılacak işlemlerde ilgililerin bilgilendirilmesi.f) Barınanların sosyal ve psikolojik açıdan güçlendirilmesi.g) Barınanların inanç ve ibadet özgürlüklerine saygı gösterilmesi.ğ) Barınanlara dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep vebenzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin hizmet verilmesi." Yönetmelik'in "Merkezlerin yönetimi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Merkezlerin bizzat işletilmesine veya işlettirilmesine bakılmaksızın yönetim, gözetim, denetim ve koordinasyonu yetkisi; merkez müdürü ve ona bağlı yönetim birimi tarafından yerine getirilecek olup devredilmeyecektir. (2) Merkez müdürü yönetim, denetim, gözetim ve koordinasyon görevini doğrudan ve yönetim birimi aracılığıyla yerine getirir." Yönetmelik'in "Merkez müdürü ve görevleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Merkez müdürü, merkezin en üst amiri olup, görevlerinden dolayı merkezin bulunduğu yerin il müdürüne karşı sorumludur. (2) Merkez müdürünün görev ve yetkileri şunlardır:a) İlgili mevzuat çerçevesinde merkezi yönetmek.b) Kurum personeli üzerinde mevzuatın öngördüğü şekilde yönetim, gözetim, denetim ve koordinasyon yetkisini kullanmak.c) Merkez hizmetlerinin yürütülmesi için gerekli plan ve programları hazırlamak, personel ve birimler arasında işbirliği ve eşgüdümü sağlamak. ç) Merkezin ihtiyaçlarıyla ilgili konularda il müdürlüğüne talepte bulunmak.d) Merkezin iç ve dış güvenliğiyle ilgili tedbirleri almak, bu tedbirleri ilgili kolluk birimleriyle paylaşmak ve gerekli düzenlemelerin yapılmasını sağlamak.e) Merkezde sağlık koşullarına uygun ortamın sağlanması için gerekli tedbirleri almak.f) İhtiyaç duyulan alanlarda kamu kurum ve kuruluşlarıyla etkin işbirliği yapmak.g) Merkezin acil durum plânlarını yapmak ve bu plânın uygulanmasını takip etmek. çalışanları ve merkezde kalanları plân hakkında bilgilendirmek.ğ) Mevzuat kapsamında yapısal ve idari her türlü tedbiri almak.h) Protokolle işlettirilen merkezlerde, protokole uygunluk denetim ve gözetimi yapmak. ı) Kayıtların ve biyometrik verilerin mevzuata uygun şekilde alınmasını, saklanmasını ve kullanmasını sağlamak. i) İdari gözetim altında tutulan yabancıların kaçmalarını önlemek için gerekli tedbirleri almak.j) Genel Müdürlük veya il müdürü tarafından verilen diğer görevleri yapmak." Yönetmelik'in "Merkez müdürlüğünün görevleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"1) Merkez müdürlüğünün görevleri şunlardır:a) Merkeze kabul işlemlerinin yapılması.b) Uluslararası koruma başvurusu yapan yabancıların taleplerinin il müdürlüğüne iletilmesi.c) Merkeze yerleştirilenlerin mevzuat çerçevesinde kayıtlarının ve biyometrik verilerinin alınması. ç) İstatistiki verilerin oluşturulması.d) Tercümanlık ve rehberlik hizmetlerinin sağlanması. e) Merkezlerde barınanların merkez içerisindeki genel yerleşim planlarının yapılması ve düzenlenmesi.f) Protokol yapılarak işlettirilen merkezlerde, protokol hükümlerinin uygulanmasının takip edilmesi ve aksaklıkların derhal il müdürüne iletilmesi.g) Merkezlerin işleyişine ilişkin Genel Müdürlük tarafından belirlenecek usul ve esaslar ile hizmet standartlarının yerine getirilmesiyle ilgili iş ve işlemlerin takip edilmesi.ğ) Merkezler arasındaki nakillerde veya sınır dışı edilmek üzere sınır kapılarına intikallerin sağlanmasında sorumlu kolluk birimleriyle koordinasyonun sağlanması.h) Merkezlerde barınanların, yakınlarına, notere, yasal temsilciye, avukata, ziyaretçilerine, vatandaşı olduğu ülke konsolosluk yetkilisine, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği görevlisine erişebilmeleri ve bunlarla görüşme yapabilmelerinin koordine edilmesi. ı) Merkezde çalışan personelin özlük iş ve işlemlerinin yürütülmesi. i) Gerekli olduğunda, İl müdürlüğü kanalıyla diplomatik temsilcilikler veya konsolosluklarla temasa geçilmesi, buna ilişkin iş ve işlemlerin yürütülmesi. j) Kolluk birimleri ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla koordinasyonun sağlanması.k) İl müdürlüğü tarafından verilen diğer iş ve işlemlerin yapılması." Yönetmelik'in "Merkezlerin güvenliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Bizzat işletilen merkezlerde, iç ve dış güvenlik hizmeti; genel kolluk birimlerince sunulabileceği gibi, özel güvenlik hizmeti sağlayan kurumlardan hizmet satın alma yoluyla da sağlanabilir. (2) Protokolle işlettirilen merkezlerin iç ve dış güvenliğinden, protokolün tarafı olan ve hizmetleri yerine getiren kurum sorumludur. Protokolle işlettirilen merkezlerin iç ve dış güvenliğinin ne şekilde sağlanacağı hususu protokolde belirlenir. (3) Genel Müdürlük, merkezlerin güvenliğinin hangi usulle sağlanacağı hususunu valiliklerle koordineli şekilde belirler." Yönetmelik'in "Merkezlerde verilecek hizmetler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Merkezlerde verilecek hizmetler şunlardır:a) Barınma ve beslenme.b) İç ve dış güvenlik.c) Yabancı tarafından bedeli karşılanamayan acil ve temel sağlık hizmetleri.ç) Psikolojik ve sosyal destek faaliyetleri.d) Özel ihtiyaç sahiplerine uygun alanların tahsis edilmesi.e) Barınanların kıymetli eşyalarının emanete alınması.f) Merkezler arası nakil ve sınır dışı nakil işlemleri.g) Genel Müdürlükçe uygun görülen diğer hizmetler. (2) Birinci fıkrada belirtilen hizmetlerin sağlanması ile buna ilişkin standartlar Genel Müdürlük tarafından belirlenir." Yönetmelik'in "Merkezlerin denetimi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Merkezler bağlı oldukları il müdürlüğü tarafından sürekli, Genel Müdürlükçe her yıl, Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca üç yılda bir denetlenir. Valilikler her zaman Bakanlıktan denetim yapılması talebinde bulunabilir. (2) Genel Müdürlükte, merkezlerin denetimiyle ilgili olarak bir komisyon oluşturulur. Komisyonun çalışma usul ve esasları Genel Müdürlük tarafından ayrıca belirlenir. (3) İl ve ilçe insan hakları komisyonlarının düzenleyecekleri raporlar denetimlerde öncelikle dikkate alınır. Raporlarda dile getirilen hususlarla ilgili yapılanlar ilgili komisyonlara ve Genel Müdürlüğe bildirilir. (4) Protokolle işlettirilen merkezlerin denetiminde, genel hükümler yanında protokol hükümlerine uyulup uyulmadığı da denetlenir. (5) İl müdürlüğü ve Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından düzenlenen denetim raporlarının bir örneği Genel Müdürlüğe gönderilir. (6) Denetim raporlarında tespit edilen eksiklik ve aksaklıkların giderilmesinden il müdürü ve merkez müdürü sorumludur."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27008
Başvuru, geri gönderme merkezinde meydana gelen intihara bağlı ölüm vakasında gerekli koruma önlemlerinin alınmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/11775 başvuru numaralı dosyanın 2018/5675 başvuru numaralı dosya ile kişi ve konu yönünden aynı olduğu ve 2018/11775 başvuru numaralı dosyanın mükerrer kayıt nedeniyle oluşturulduğu anlaşılmıştır. Buna göre 2018/11775 başvuru numaralı dosyanın 2018/5675 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2020
Başvuru, ilgili mevzuat uyarınca hak sahibi olarak tespit edilen depremzedelere kalıcı konut tahsis edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, hukuka uygun olmayan delillere dayanılarak tutuklandığını, tutukluluk halinin kuvvetli suç şüphesine dayanmadığını, Mahkemece tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararların gerekçelerinin yeterli olmadığını, duruşma sırasında kendisine söz verilmeksizin tutukluluğun devamına karar verildiğini, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yargılamayı yapmakta olan mahkemenin bağımsız olmadığını ve doğal hakim güvencesine aykırı olarak teşekkül ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 5/12/2012 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/6/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 26/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 6/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 4/10/2013 ve 6/11/2013 tarihlerinde iki ayrı dilekçe ekinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru Dilekçesinde İfade Edildiği Şekliyle Başvurucu hakkında “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, silahlı terör örgütü kurmak veya yönetmek, silahlı terör örgütüne üye olmak, açıklanması yasaklanan gizli belgeleri temin etmek, Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etmek, Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri tahrip etmek, amacı dışında kullanmak, hile ile almak-çalmak, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın almak veya taşımak veya bulundurmak, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, kayda alınan konuşmaların basın yoluyla yayınlanması, özel hayata ilişkin görüntü ve sesleri ifşa etmek, kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek” suçlarından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 13/04/2010 tarih, 2008/1756 soruşturma, E.2010/373, K.2010/264 sayılı iddianame düzenlenmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame üzerine, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 29/04/2010 tarih ve E.2010/106 sayılı tensip tutanağı ile başvurucu hakkında yakalama kararı çıkarılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 29/4/2010 tarihli yakalama kararına aynı tarihte itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı “… mevcut delil durumu, sanığa atılı silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının vasıf ve mahiyeti, dosya içeriği, muhtelif kriminal raporlar ve tanık beyanları dikkate alındığında sanığa isnat edilen suçları işlediğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin olması, delilleri gizleme veya değiştirme hususlarında da kuvvetli şüphenin bulunması, adli kontrol uygulamasının yeterli olmayacağı, atılı suçların CMK.100/3’de yazılı tutuklamayı gerektirebilecek suçlardan olması” gerekçesiyle 30/4/2010 tarihinde reddedilmiştir. Hakkında yürütülen kovuşturma kapsamında 30/4/2010 tarihli birinci celsede “… mevcut delil durumu, sanığa atılı silahlı terör örgütüne üye olma, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarının vasıf ve mahiyeti, dosya içeriği, muhtelif kriminal raporlar ve tanık beyanları dikkate alındığında, sanığa isnat edilen suçları işlediğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin olması, delilleri gizleme veya değiştirme hususlarında da kuvvetli şüphenin bulunması, adli kontrol uygulamasının yeterli olmayacağı, atılı suçların CMK’nın100/3 maddesinde sayılan tutuklamayı gerektirebilecek suçlardan olması” gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, kendisine izafe edilen eylemlerin, asker kişi olması nedeniyle askeri mahal olan Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı içinde işlendiği ileri sürüldüğünden, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi uyarınca davanın askeri mahkemede görülmesini 25/5/2010 tarihinde talep etmiş, ancak söz konusu talepten bir sonuç elde edememiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 25/6/2010 tarih ve 2010/421 Değişik İş sayılı kararı ile “2010/106 Esas sayılı dosyası İle Erzurum 2010/108 esas sayılı dosyası arasında hukuki ve fiili İrtibat bulunması nedeniyle 2010/106 esas sayılı dosyası üzerinde birleştirilmesine, Mahkememiz ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla 2010/1 Esas sayılı dava dosyasını yürütmekte olan Yargıtay Ceza Dairesi arasında dolaylı olarak olumlu birleştirme konusunda uyuşmazlık oluştuğundan bu uyuşmazlığın giderilmesi için CMK.16/3 maddesi uyarınca yukarıda belirtilen gerekçeler dikkate alınarak, birleştirilen her iki dosya ile ilgili olarak merci tayini için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına dosyanın gönderilmesine, Yargıtay Ceza Dairesine verilen kararla ilgili olarak bilgi verilmesine dair sanık ve sanık vekillerinin yokluğunda” savunma ve iddianın hiçbir talebi olmadığı halde ve savunmanın beyanı alınmaksızın başvurucu hakkındaki davaların birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvurucu 23/1/2012 tarihinde, hakkındaki her iki davanın suç tarihi ve suç iddialarının bire bir aynı olması gerekçesiyle 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca “aynı suç tarihlerini kapsayacak şekilde ve aynı suç iddiaları ile duruşma salonları arasında sadece 100 metre olan hukukken eşit statüdeki iki ayrı mahkemede dava açılması ve kovuşturma yapılması”na itiraz etmiş ve birbiriyle bağlantılı iki davanın birleştirilmesini talep etmiş ancak talebi reddedilmiştir. Başvurucu, Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından hazırlanan iddianame kapsamında, 20/7/2010 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinde yapılan duruşma sırasında, hakkında askeri mahkemede dava açılmasını talep etmiş ancak talebi reddedilmiştir. Başvurucunun, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı tarafından hazırlanan iddianame üzerine Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinde açılan ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde 29/04/2010 tarihinde kabul edilen iddialarla aynı eylemleri içeren her iki davanın Uyuşmazlık Mahkemesine taşınması yönündeki talebi de sonuçsuz kalmıştır. Son olarak “Tutuklu sanıkların üzerlerine atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uygulamalarında tutukluluk için makul suç şüphesinin dahi yeterli görüldüğünün Mahkeme içtihatlarında da belirtildiği, bu nedenlerle atılı suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan tutuklu sanıklar hakkında daha hafif koruma tedbiri olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının yetersiz kalacağı” gerekçesiyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli kararı ile başvurucunun tahliye taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 18/9/2012 tarihli kararına başvurucu tarafından 24/9/2012 tarihinde itiraz edilmiş, ancak itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2/10/2012 tarih ve 2012/738 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2/10/2012 tarihli kararına itiraz etmiş, itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2012 tarih ve 2012/1266 Değişik İş sayılı kararıyla“Dosya kapsamı incelendiğinde, atılı olan suçların işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların bulunduğu, bu suçların CMK.100/3 Maddesinde sayılması sebebiyle tutuklama nedenlerinin bulunduğu kabul edildiğinden, suçların niteliği ve yüklenen suçlar için öngörülen ceza miktarlarına göre adli kontrol uygulamalarının sanık açısından yetersiz kalacağı ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin sanık hakkında verilen tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu” gerekçesiyle reddetmiştir. Karar aynı tarihte başvurucuya tebliğ edilmiştir. Adalet Bakanlığının Görüşünde İfade Edildiği Şekliyle a. Ergenekon Soruşturma Süreci 12/6/007 tarihinde, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı’na telefonla yapılan bir ihbar üzerine, İstanbul’un Ümraniye ilçesinde bir gecekonduda polis tarafından arama yapılmıştır. Bu arama esnasında, askeri bir sandık içerisinde toplam 27 adet el bombası bulunmuştur. Söz konusu gecekonduda kiracı olarak yaşayan A.Y. ve A.Y.’nin babasının ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler ifadelerinde, 27 el bombasının bulunduğu sandığı eve getiren kişinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekli olmuş bir astsubay olan O.Y. olduğunu belirtmişlerdir. Bu ifadeler üzerine O.Y’nin işyeri ve evinde 13/6/2007 tarihinde arama yapılmıştır. Bu aramalarda bir adet tabanca, şarjör ve mermiler ile bir bıçak ve bilgisayar belleği ile bir adet flaş belleğe el konulmuştur. Flaş bellekte yapılan incelemede “Lobi, Çok Gizli-Aralık 1999/İstanbul” isimli bir belgeye rastlanmıştır. Bu belgenin “Giriş” bölümünde, “… Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren ‘Ergenekon’a bağlı olarak ‘Sivil Unsurların’ örgütlenmesi zorunluluğu kaçınılmaz bir gerçektir” ifadelerinin bulunduğu tespit edilmiştir. O.Y’de ele geçirilen söz konusu belge, içeriği ve el bombalarının ciddiyeti dikkate alınarak soruşturma genişletilmiştir. Bu çerçevede, Ergenekon adı verilen davada yargılanan birçok kişinin ev ve işyerlerinde aramalar yapılmış, bu kişiler gözaltına alınmış ve bazıları da yetkili mahkemelerce tutuklanmıştır. Yapılan aramalarda ve ilgililerin bilgisayarlarında çok sayıda örgütsel doküman ve örgütün yapısını gösteren belgeler ele geçirilmiştir. Soruşturmaya konu bir başka şahsın evinde yapılan aramada 12 adet el bombası, çok sayıda silah, TNT kalıpları ve diğer patlayıcı maddeler ile değişik gizli askeri belgeler bulunmuştur. Yine bir kısım yerlerde yapılan aramalarda suç oluşturan birçok delil elde edilmiştir. Bu deliller arasında, kamu görevlilerine ve üst düzey bürokratlara yönelik fişlemeler, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde illegal örgütlenmeye yönelik belgeler ile Yargıtay binasını ayrıntılı olarak gösteren ve kaçış yollarının belirtildiği bir kroki bulunmuştur. Soruşturma kapsamında bir kısım belgelerin farklı şüphelilerde ele geçirildiği iddianamelerde belirtilmiştir. “Ergenekon Soruşturması”nın başlangıç evresinde elde edilen delillerden yola çıkılarak soruşturma Cumhuriyet Başsavcılığınca genişletilmiş ve bu süreçte özellikle bazı emekli veya muvazzaf general ve subaylar soruşturmaya dâhil edilmiştir. Bu kişilerin ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda örgütün hiyerarşik yapısını gösterdiği iddia edilen deliller ile Hükümeti zorla yıkmak için yapıldığı iddia edilen bazı planlar ele geçirilmiştir. Ortaya çıkarılan planlar arasında “Sarıkız”,“Yakamoz”, “Eldiven”, “Ayışığı”, “Kafes” ve “İrtica ile Mücadele” isimli eylem planları bulunmaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamelerde Sarıkız, Kafes ve İrtica ile Mücadele Eylem Planı isimli eylem planlarının askeri darbeden önceki sürece ilişkin oldukları ve bu planlardaki temel amacın yapılacak askeri darbeye zemin hazırlamak olduğu; Yakamoz isimli eylem planının askeri darbenin uygulanmasına ilişkin olduğu; Eldiven isimli eylem planının ise askeri darbeden sonraki süreçte devletin ve siyasi kurumların yeniden yapılandırılmasına ilişkin planları içerdiği belirtilmiştir. Dönemin kuvvet komutanları olan A.Y., Ö.Ö. ve İ.F. ile Jandarma Genel Komutanı Ş.E. tarafından hazırlandığı iddia edilen “Sarıkız” isimli eylem planı, Hükümete karşı halkta genel bir hoşnutsuzluk olduğu inancını yaymak için yapılacak faaliyetleri ve bu çerçevede basını yönlendirmeyi amaçlamıştır. Bu plan, özellikle öğrencilerin, sivil toplum mensuplarının ve sendika üyelerinin, Hükümete karşı protesto gösterileri düzenlemeleri konusunda yönlendirmesini ve ulusal seviyede gösteriler yapılmasını da öngörmektedir. Kafes Eylem Planı’nda, Türkiye’deki gayrimüslimlere yönelik yapılacak çalışmalar “operasyon” olarak nitelendirilerek, bu operasyonun değişik aşamalardan oluştuğu ifade edilmiştir. Hazırlık aşamasında, Türkiye’deki gayrimüslimlerin isim, adres ve toplandıkları yer ve günlerin tespiti için çalışmalar yapılacağı belirtilmiştir. Korku oluşturma safhasında, tespit edilen AGOS Gazetesi abone listesinin internet üzerinden yayınlanacağı, abonelere tehdit telefonlarının açılacağı, İstanbul Adalar bölgesinde duvarlara tehdit içerikli mesajlarının yazılacağı ifade edilmiştir. Kamuoyu oluşturma safhasında, ulusal basın ve web siteleri kullanılarak bu eylemlerin sorumlusunun Ak Parti iktidarı olduğu ve bu partinin azınlıklar konusunda vurdumduymaz davrandığı inancının oluşturulacağı belirtilmiştir. Eylem safhasında ise, İstanbul’da özellikle gayrimüslimlerin yaşadığı bölgelerde bomba patlatılması, AGOS Gazetesi’nin bulunduğu yer ile benzeri yerlerde ses bombası patlatılması, gayrimüslim mezarlıklarına yönelik saldırılar düzenlenmesi ve onların ev, işyeri ve araçlarının kundaklanmasının planlandığı ifade edilmiştir. İrtica ile Mücadele Eylem Planı, yine kitle iletişim araçları (medya organları) kullanılarak, halkın iktidardaki AK Parti’ye olan desteğini ortadan kaldırmak için yanıltıcı haberler yapılmasını içermektedir. Bu planla, Ergenekon soruşturmasında tutuklanan askerlerin masum olduğu yönünde propaganda yapılarak, kara propaganda yoluyla halkın iktidar partisine olan desteğinin yok edilmesi amaçlanmıştır. Ayışığı isimli eylem planı ise, öncelikle, her türlü anti demokratik eyleme karşı olmakla tanınan dönemin Genelkurmay Başkanı H.Ö.’nün etkisiz hale getirilmesini veya görevinden ayrılmaya zorlanmasını hedeflemiştir. Bu plan, AK Parti üyesi bir kısım milletvekillerinin bu partiyi terk etmesini sağlamayı da amaçlamıştır. Ayrıca, hükümet aleyhine yapılacak bir askeri darbe için Cumhurbaşkanı’nın desteğini almayı veya onun tarafından gelecek muhalefeti etkisiz kılmayı da hedeflemiştir. Yakamoz isimli eylem planına gelince, bu plan özellikle yapılacak askeri darbenin uygulanmasına ve hükümetin devrilmesinden sonra kurulacak hükümete ilişkin planları içermektedir. Eldiven eylem planı, planlanan askeri darbenin gerçekleştirilmesinden sonra alınacak özel önlemlere ilişkindir. Bu eylem planında, medyanın ve siyasi oluşumların yeniden yapılandırılması, silahlı kuvvetlerin yeniden organize edilmesi, yeni bir Cumhurbaşkanının seçilmesi, bazı kamu kurumlarının yeniden düzenlenmesi ve dış politikanın yeniden belirlenmesi konularında planlara yer verilmiştir. “Ergenekon Soruşturması” olarak adlandırılan soruşturma sürecinde, bazı suikast planları ele geçirilmiştir. Bazı şüpheliler, gerçekleştirilen birkaç suikast olay veya planının faili oldukları gerekçesiyle, elde edilen delillere de dayanılarak, savcılıkça bu soruşturmaya dâhil edilmiştir. Soruşturmada elde edilen delillere dayanılarak, Cumhuriyet Gazetesi merkez binasına yapılan saldırı olayı ile Danıştay olayına ilişkin dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde yürütülen ve Ergenekon ismi verilen dava ile birleştirilmiştir. İlgili sanıklar, halen Ergenekon davası çerçevesinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde yargılanmaya devam etmektedir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8/3/2009 tarihli İddianamesinde (s. 78) soruşturma kapsamında elde edilen delillerden Ergenekon isimli davada yargılanan bazı sanıkların özellikle PKK, DHKP-C ve Hizbullah isimli terör örgütleriyle ilişkilerinin olduğunun saptandığı, hatta bu örgütlerin, söz konusu davanın sanıkları tarafından kontrol altına alındığı ve yönlendirildiği iddia edilmiştir Bazı sanıklarda ele geçirilen “Ergenekon-Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi” isimli belgede, medyanın işlevi ve toplum üzerindeki etkileri incelenerek, örgütün kendi medya kuruluşlarını oluşturması ve mevcut medya kuruluşlarını da kontrol altına alması gerektiği ifade edilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 26/8/2011 tarihli iddianamesinde (s. 5) bazı sanıkların ev ve/veya işyerlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen “Ulusal Medya 2001” isimli belgenin, yukarıda ifade edilen amacın gerçekleştirilmesi için hazırlandığı iddia edilmiştir.b. Başvurucunun Gözaltına Alınması, Hakkında Yürütülen Soruşturma ve Açılan Davanın Seyri Başvurucu hakkında, 30/6/2009 ve 11/11/2009 tarihlerinde ifadesini alan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 13/4/2010 tarihli iddianamesiyle iddia edilen Ergenekon Terör Örgütüne üye olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan ve toplam yedi şüphelinin yer aldığı 13/4/2010 tarihli iddianame ile Savcılık, başvurucuyu iddia edilen Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün üyesi olmakla ve örgütün amaç ve stratejisi doğrultusunda “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi hazırlayıp bir suretini bir örgüt üyesine teslim etmekle itham etmiştir. Savcılığa göre; söz konusu belgede yer verilen planlar ülke genelinde uygulamaya konulmuş ve bu kapsamda, Erzincan ilinde bazı kamu kurumlarında görev yapan örgüt üyelerinin belgede yer alan eylem planlarının bir kısmını gerçekleştirmek amacıyla çalışmalar başlattıkları iddia edilmiştir. Örgütün talimatı ile başvurucunun hazırladığı ve sonrasında uygulamaya konulan bu planlar ile ülkede kaos ortamı oluşturmaya, böylece cebir ve şiddet yöntemleri ile hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs edilmiştir. Bu cümleden olarak; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda öğrenim gören öğrencilerin ibadet görüntülerinin ve bazı parti mensuplarının lüks yaşam tarzları medyaya taşınarak kara propaganda yoluyla iktidardaki AKP Hükümetinin yıpratılması, halkta yürütme organına karşı infial uyandırılması ve yürütme organının güçsüz ve etkisiz duruma düşürülerek çalışamaz hale getirilmesi planlanmıştır. Öte yandan; kamuoyunda Fethullah Gülen Cemaati olarak adlandırılan topluluğa ait ev ve yurtlara silah yerleştirilmesi ve ardından yapılacak aramalarla söz konusu grubun hukuken silahlı terör örgütü olarak tescilinin sağlanması ve kara propaganda ile kamuoyunda grubun PKK terör örgütü ile irtibatı varmış kanaatinin uyandırılması hedeflenmiştir. Bu iddiaları desteklemek için Savcılık, Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurucunun imzasını taşıdığına ilişkin Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Dairesi Başkanlığı ve Jandarma Kriminal Laboratuvarı’nın raporları bulunan “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı belgeyi, bilirkişi raporlarını, tanık beyanlarını, ihbar mektuplarını, arama ve inceleme tutanaklarını, DVD ve bilgisayar kayıtlarını delil unsurları olarak sunmuştur. Başvurucu hakkındaki iddianameyi 29/4/2010 tarihinde kabul ederek başvurucunun yargılamasına başlayan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin aynı tarihli yakalama kararına istinaden başvurucu 30/4/2010 tarihinde yakalanmıştır. Aynı gün İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi heyeti huzuruna çıkarılan başvurucu sorgusunun yapılıp savunmasının alınmasının ardından tutuklanmıştır. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkındaki iddianamenin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 29/4/2010 tarihinde kabul edilmesinin ardından söz konusu dava dosyasının, “Ergenekon” ana dosyası ile aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunması nedeniyle 30/3/2012 tarihinde birleştirilmesine karar verilerek başvurucunun yargılanmasına devam edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2008/191 Esas sayılı “Ergenekon” ana dosyası ile aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunan 22 ayrı iddianameyle açılan davalar ile hali hazırda yürüyen bir kısım diğer dava dosyaları birleştirilmiştir. Başvurucunun yargılamasının devam ettiği dava dosyasının 5/8/2013 tarihli celsesinde mahkeme, başvurucuyu “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçundan mahkûm ederek başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. 30/4/2010 tarihinde gözaltına alınmış olan başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin hakkında mahkûmiyet kararı verdiği 5/8/2013 tarihine kadar tutuklu kalmıştır. 5/8/2013 Tarihinde Tefhim Edilen Kısa Karar Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru tarihi itibariyle ilk derece mahkemesi önünde derdest olan davada, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 5/8/2013 tarihili kararı ile başvurucunun isnat olunan suçlardan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği öğrenilmiştir. UYAP vasıtasıyla elde edilen 5/8/2013 tefhim tarihli kısa kararda başvurucunun;“a. Hakkında 5237 sayılı TCK 314/2, ve 312/1 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de, sanığın eylemlerinin bir bütün halinde 5237 sayılı TCK 312/1 maddesindeki suçu oluşturduğu anlaşıldığından sanığın eylemine uyan “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” suçunu işlemiş olduğu sabit olduğundan TCK 312/1 maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına, b. Verilen cezanın miktarı dikkate alınarak, TMK maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, c. Yargılama sürecindeki olumsuz tutum ve davranışları nedeniyle TCK maddesi gereğince takdiri indirim yapılmasına takdiren yer olmadığına, d. Başkaca artırım ve indirim yapılmasına takdiren yer olmadığına, e. Sanığın kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı mahkum olduğu hapis cezasının sonucu olarak TCK maddesinin , , fıkralarının uygulanmasına, f. TCK 58/9 maddesi gereğince cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre ve infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına, g. TCK Maddesi gereğince hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsi hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün haller nedeniyle geçirilmiş sürelerin hükmolunan hapis cezasından mahsubuna” karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki davanın temyiz aşamasında olduğu anlaşılmaktadır.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.…” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) (Değişik: 2/7/2012-6352/96 md.) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (1)(2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re’sen karar verir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1108
Başvurucu, hukuka uygun olmayan delillere dayanılarak tutuklandığını, tutukluluk halinin kuvvetli suç şüphesine dayanmadığını, Mahkemece tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararların gerekçelerinin yeterli olmadığını, duruşma sırasında kendisine söz verilmeksizin tutukluluğun devamına karar verildiğini, hakkında yürütülen yargılamanın adil olmadığını, yargılamayı yapmakta olan mahkemenin bağımsız olmadığını ve doğal hakim güvencesine aykırı olarak teşekkül ettiğini ileri sürerek Anayasa’nın 19. , 36. , 37. , 38. , 138. ve 139. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.
1
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların sanık tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının, dijital verilerin duruşmada kendisine okunmaması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 30/1/2018 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede özetle başvurucunun tanık ifadelerine göre mahrem yapılanma içinde görev yapması ve kod adı kullanması suretiyle üzerine atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Tekirdağ Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Mahkemece yetkisizlik kararı verilerek dosya yetkili ve görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Dava yetkisizlik kararı üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 9/5/2018 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda diğerlerinin yanı sıra Bank Asya hesap hareketlerinin istenmesine, tanık H.nin istinabe yoluyla dinlenilmesine karar verilmiştir. Duruşma, üç celsede bitirilmiştir. Birinci celsede Bank Asyaya yazılan müzekkereye cevap verilmiştir. Söz konusu cevap yazısında, 2013 yılının Aralık ayında bakiyesi 0 TL iken 2014 yılının Ocak ayında 704,87 TL, Mart ayında 390,03 TL, Temmuz ayında 145,71 TL, Ağustos ayında 968,84 TL, Eylül ayında 218 TL, Ekim ayında 082,17 TL, 2015 yılının Ocak ayında 09,82 TL, Şubat ayında 62 TL, Mart ayında 362,25 TL, Nisan ayında 688,89 TL, Mayıs ayında 522,2 TL,bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) tamamen devredildiği tarih olan haziran ayında 0 TL olduğu belirtilmiştir. Bank Asya nezdindeki bankacılık işlemleri ile ilgili bilirkişi raporu alınmamıştır. Yine başvurucuya ait olan ve el konulan dijital materyallerin incelenmesi sonucu düzenlenen rapor ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturması kapsamında ele geçen SD karttaki bilgiler duruşmada okunmuştur. Söz konusu rapora göre ByLock uygulamasına ait yükleme dosyası ve örgütle ilişkili pek çok fotoğraf, video ve uygulamanın bulunduğu, SD kartta yer alan bilgilere göre başvurucunun mahrem yapılanma içinde yer aldığı tespit edilmiştir. Samanyolu yayın grubunun Digitürk platformundan çıkarılmasından sonra aboneliğinin sonlandırmasına ilişkin olarak müşteri hizmetleriyle yaptığı görüşmeye dair ses kaydı başvurucuya duruşmada dinlettirilmiştir. Yine aynı celsede başvurucu; alınan savunmasında üzerine atılı suçu kabul etmediğini, Bank Asyadaki hesabını daha önceki işyerleri nedeniyle açtığını, örgüt liderinin talimatı üzerine hesabına para yatırmadığını, soruşturma aşamasında elde edilen SD karttaki hususları delil olarak kabul etmediğini, ByLock ve EAGLE isimli programları kullanmadığını, Digitürk platformundan örgütsel amaçla çıkmadığını, örgüt üyesi olmadığını savunmuştur. Mahkeme, tanık H.nin istinabe yoluyla dinlenmesi için yazılan talimatın dönüşünün beklenmesine, gizli tanık Bayrak'ın istinabe yoluyla dinlenilmesine karar vermiştir. İkincicelsede, tanık H.nin bilgi ve görgüsünün tespiti için yazılan talimata ikmalen cevap verilmiştir. Anılan tanık, istinabe yoluyla alınan beyanında başvurucuyu tanıdığını, başvurucunun Tarık kod ismini kullandığını, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin mahrem yapılar polis okulları sorumlusu olduğunu, 2014 veya 2015 yıllarında Diyarbakır Emniyet mahrem yapısında müdür olarak görevlendirildiğini ifade etmiştir. Yine aynı celsede iddia makamının talebi üzerine Mahkeme; gizli tanık Bayrak'ın istinabe yoluyla dinlenilmesine ilişkin ara kararından vazgeçilmesine, daha önceden alınan beyanının okunmasına karar vermiştir. Tanık, duruşmada okunan beyanında başvurucuyutanıdığını, başvurucunun Vedat kod adını kullandığını, 2013-2014 yıllarında Diyarbakır Polis Okulu sorumlusu ve genel müdür olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, bu celsede önceki savunmalarını tekrar etmiş; tanık beyanlarında aleyhine olan hususları kabul etmediğini belirtmiştir. İddia makamı, esas hakkında mütalaa sunmuştur. Mahkeme; başvurucu ve müdafiinin süre talebinin kabulüne, duruşmaya ara verilmesine, sonraki celsenin 23/11/2018 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Üçüncü celsede Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"[S]anığın, örgütün Emniyet teşkilatı içerisinde faaliyet gösteren mahrem yapılanma içinde öğretmen ve müdür olarak görev yaptığı, farklı illerde örgüt içi tayin kapsamında örgütle iltisaklı kurumlarda çalıştığı, kod ismi kullandığı, himmet verdiği, Bank Asya isimli bankaya çağrı dönemlerinde para yatırıp, banka TMSF'ye devredildikten sonra örgütsel davranış olarak parasını tamamen çektiği, dijital materyalleri incelendiğinde ByLock uygulaması ve örgütle ilişkili pek çok fotoğraf, video ve uygulamanın bulunduğu, EAGLE isimli örgütün haberleşmede kullandığı uygulamayı kullandığı, örgütle iltisaklı olan yayın kuruluşlarının yayından kaldırılması sebebiyle örgütsel bir davranış içerisinde platform üyeliğini iptal ettirdiği, hiyerarşik yapısına dahil olarak terör örgütü içerisinde faaliyet yürüttüğünün kabulü ile sanığın bu şekilde tespit edilen eylemininsilahlı terör örgütü üyesi suçunu... [oluşturduğu anlaşılmıştır.]" Başvurucu; istinaf ve temyiz dilekçelerinde diğerlerinin yanı sıra tanık H.nin ve gizli tanık Bayrak'ın mahkeme huzurunda dinlenilmediğini, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlantı kurulmadığını, soru sorma hakkının kullandırılmadığını ileri sürmüştür. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 17/12/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 18/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 30/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne, hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak tanık sorgulama hakkı, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22865
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların sanık tarafından duruşmada sorgulanmasına imkân verilmemesi nedeniyle tanık sorgulama hakkının, dijital verilerin duruşmada kendisine okunmaması nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, alan adında başka bir ticaret şirketinin markasının kullanıldığı gerekçesiyle bir internet sitesine erişimin engellenmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Barosuna kayıtlı bir avukat olan başvurucu, Türkiye’de kargo sektöründe uzun yıllardır faaliyet gösteren büyük firmalardan biri olan Y. Kargo Servisi A.Ş. (Şirket) ile iş ilişkisi çerçevesinde uyuşmazlık yaşayan bazı kişilere avukatlık hizmeti sunmaktadır. Başvurucu ayrıca müvekkilleri tarafından kurulduğunu belirttiği www….kargomagdurlari.com internet sitesine (internet sitesi) haber ve yazı yüklenirken bunların hukuki denetimini yaptığını belirtmektedir. Şirket, başvurucuya karşı anılan internet sitesini kendi adına tescil ettirerek Y. Kargo markasını kullanması nedeniyle ticari itibarının zarar gördüğü iddiasıyla dava açmıştır. Şirket, bu davada internet sitesinde yapılan yayın içerikleri silindikten sonra siteye erişimin engellenmesini ve 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Davayı gören İstanbul Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 2/7/2013 tarihinde aşağıdaki gerekçelerle internet sitesine erişimin engellenmesine ve tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar vermiştir:“…Dava konusu… internet sitesi üzerinde yaptırılan teknik inceleme sonucunda ibraz edilen 6/11/2012 havale tarihli bilirkişi raporunda web sitesi sorumlusunun davalı Naif Şaşma olduğu, adres iletişim bilgilerinin adı geçen davalıya ilişkin bulunduğu, forum alanında AVUKAT takma adıyla yazılar yayınlayan bu kullanıcının Naif Şaşma olduğu görüşü açıklanmıştır. …. internet sitesi alan adında geçen …kargomagdurlari ibaresi, davacı yönünden toplumda negatif bir çağrışım meydana getirmektedir. Böyle bir alan adı kullanımının davacıyı küçük düşüreceği, ticari itibarını zedeleyeceği açıktır. Bu alan adı, Türk Ticaret Kanunu’ nun 55/1-a-1 maddesi anlamında ‘başkalarını ve başkalarının faaliyetlerini gereksiz yere incitici açıklamalarla kötülemek’ biçiminde bir haksız rekabet meydana getirmektedir. Böylece davalının eyleminin Türk Ticaret Kanunu’ nun anılan maddesi gereğince haksız rekabet teşkil ettiği, bu internet alan adı tescili ve kullanımının, Avukatlık görevi kapsamında olmadığı, dolayısıyla davalının bu internet alan adı tescil ve yönetiminden dolayı sorumlu olduğu, internet site içeriğinin ve internet alan adının ticari amaç taşımaması ve ticari herhangi bir fonksiyon görmemesine, ticari etki doğurmamasına ve bu şekildeki kullanımın markasal bir kullanım olmamasından dolayı … davalının bu eyleminin, yukarıda açıklandığı üzere Türk Ticaret Kanunu’ nun 55/1-a-1 maddesi anlamında bir haksız rekabet teşkil ettiği, … Türk Ticaret Kanunu’ nun Maddesi gereğince davacının durdurma ve önleme talep edebileceği, ayrıca haksız rekabetin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılmasını isteyebileceği, internet sitesi alan adından dolayı haksız rekabet hususu söz konusu olduğundan bu sitenin alan adının kullanılmasının önlenmesi için siteye erişimin durdurulmasının zorunlu olduğu dikkate alınmış ve bu yönde karar oluşturulmuştur.…davacının maddi ve manevi zarara uğradığı açık olduğundan ve iddia olunan maddi zararın tam olarak belirlenmesinin mümkün bulunmadığından, … haksız rekabet eyleminin internet üzerinden gerçekleştirilmiş oluşu da dikkate alınarak ve taleple bağlı kalınmak suretiyle 000 TL maddi tazminata hükmolunmuş, tarafların dosyaya yansıyan ekonomik ve sosyal konumları, ihlal eyleminin niteliği, davalının baroya kayıtlı bir avukat davacının ise uluslararası taşımacılık yapan bir kargo şirketi oluşu dikkate alınarak 000 TL manevi tazminata hükmolunmuş, fazlaya dair manevi tazminat talebinin reddi gerekmiştir…” Başvurucunun bu karara karşı temyiz başvurusu 17/3/2014 tarihinde, karar düzeltme başvurusu ise 21/11/2014 tarihinde Yargıtay Hukuk Dairesince reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 19/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “Dürüstlük kuralına aykırı davranışlar, ticari uygulamalar” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “(1) Aşağıda sayılan hâller haksız rekabet hâllerinin başlıcalarıdır:B)    Dürüstlük kuralına aykırı reklamlar ve satış yöntemleri ile diğer hukuka aykırıdavranışlar ve özellikle;B.     Başkalarını veya onların mallarını, iş ürünlerini, fiyatlarını, faaliyetlerini veya ticariişlerini yanlış, yanıltıcı veya gereksiz yere incitici açıklamalarla kötülemek…”
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3782
Başvuru, alan adında başka bir ticaret şirketinin markasının kullanıldığı gerekçesiyle bir internet sitesine erişimin engellenmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2021/34045 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2021/34045 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Olayın Arka Planına ve Asya Katılım Bankası Anonim Şirketine İlişkin Genel Açıklamalar Olayın arka planına ve Asya Katılım Bankası Anonim Şirketine (Bank Asya/Banka) ilişkin genel açıklamalar için bkz. Gürcan Balık, B. No: 2020/16435, 17/11/2022, §§ 7-13; Raziye Akçay, B. No: 2019/1665, 28/6/2022, §§ 5-B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Başvurucuların Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) bilerek ve isteyerek yardım etme suçlarını işlediği sonucuna varılarak mahkûmiyetlerine karar verilmiştir. Gerekçeli kararlarda mahkûmiyete temel olarak -tek veya belirleyici delil şeklinde- Bank Asya verilerine dayanılmıştır. Başvurucuların bankacılık işlemlerindeki amaçları yönünden ulaşılan sonuçta dernek ve sendika üyelikleri de değerlendirmeye alınmıştır. Kararların gerekçelerinde başvurucuların örgütün talimatı sonrasında hesap açtırdığı, yeni açılan ya da önceden mevcut olan hesaplara para yatırdığı, altın, döviz alım satım işlemleri yaptığı, kredi kartları ve harcamaları olduğu hususlarına yer verilmiştir. Başvurucular hakkındaki hükümler, istinaf ve temyiz kanun yollarından geçerek kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Gürcan Balık, §§ 34-B. Yargıtay Kararları Yargıtay kararları için bkz. Serkan Gölge, B. No: 2019/22453, 13/9/2022, §§ 30-39; Raziye Akçay, §§ 24, 27; Gürcan Balık, § Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/4/2022 tarihli ve E.2021/16-243, K.2022/259 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"BDDK’nın 2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen ve 22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanununun maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası AŞ'de gerçekleştirilen mutad hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etme kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilip örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün amacına hizmet eden ve bankanın yararına yapılan ödeme ve sair işlemlerin başlı başına örgüte yardım etme olarak kabul edilebileceği nazara alınarak; sanığın hesap açtığı tarihten itibaren Bankasya hesap dökümlerinin tamamının uzman bilirkişi marifeti ile incelenip örgüt liderinin talimatı doğrultusunda bankaya para yatırılıp yatırılmadığı ve ayrı hesap açıp açılmadığı hususları saptanıp düzenlenecek rapor sanığa okunup savunması da alındıktan sonra hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik incelemeyle, karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.Bu kapsamda sanık ... hakkında kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik Özel Dairece verilen onama kararı eksik inceleme nedeniyle isabetli görülmediğinden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir." Yargıtay Ceza Dairesinin 15/11/2022 tarihli ve E.2021/1496, K.2022/8183 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "[S]anığın Bank Asya hesap hareketlerine ilişkin dökümün ayrıntı içermemesi, mahkemece alınan bilirkişi raporunda inceleme konusu hesap hareketlerinin Ocak 2014 tarihi ve sonrası baz alınarak yapıldığı ve ilgili raporun yeteri kadar açıklayıcı olmadığı da dikkate alınarak, örgüt talimatı doğrultusunda, örgüte yarar sağlamak amacıyla hesap açma işlemlerinin yapıldığının ortaya konulması gerekliliği karşısında, sanığın Asya Katılım Bankası A.Ş de hesap açılış tarihinden itibaren gerçekleştirdiği ayrıntılı banka hesap kayıtlarının yeniden temin edilmesi, bu kapsamda talimat tarihleri ve sonrasında para yatırma ya da sair bankacılık hizmetlerinin yapılıp yapılmadığının tespiti amacıyla, sanık müdafinin temyiz dilekçesinde belirttiği hususlar da dikkate alınıp konusunda uzman bilirkişiye tevdii ile mutad hesap hareketleri dışında örgüt liderinin talimatları doğrultusunda, talimat tarihleri ve sonrasında para yatırma ya da sair bankacılık hizmetlerinin yapılıp yapılmadığının tespit edilerek tüm delillerin bir arada değerlendirilmesi suretiyle bir karar verilmesi gerektiği... [anlaşılmıştır.]" (Yargıtay Ceza Dairesinin 21/12/2022 tarihli ve E.2021/12488, K.2022/9850 sayılı; 28/12/2022 tarihli ve E.2021/17524, K.2022/10131 sayılı; 21/12/2022 tarihli ve E.2021/13178, K.2022/9723 sayılı; 20/12/2022 tarihli ve E.2022/8328, K.2022/9618 sayılı; 29/11/2022 tarihli ve E.2022/17899, K.2022/8580 sayılı; 16/11/2022 tarihli ve E.2022/36855, K.2022/8047 sayılı; 26/9/2022 tarihli ve E.2022/1613, K.2022/5268 sayılı kararları da aynı yöndedir.) Yargıtay Ceza Dairesinin 5/12/2022 tarihli ve E.2021/13799, K.2022/8830 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Bank Asya'daki hesap kayıtları ve bilirkişi raporu üzerinde yapılan incelemeye göre, her ne kadar talimat dönemine uygun düşen mevduat hesabı açma ve para yatırma işlemleri olduğu görülmüşse de; sanığın hesabındaki para yatırma, çekme işlemlerinin Banka'nın TMSF'ye devrinden sonra da devam ettiği, diğer talimat dönemleri ile uyumlu işlemlerinin bulunmadığı, Bank Asya nezdindeki işlemlerinin rutin bankacılık işlemleri dışında değerlendirilemeyeceği, sanığın örgüt liderinin talimatı doğrultusunda, örgüte yardım kastıyla hareket ettiği tespit edilemediğinden örgüte yardım suçundan mahkumiyetini gerektirir her türlü şüpheden uzak delil bulunmayan sanığın atılı suçtan beraati yerine delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi... [bozmayı gerektirmiştir.]" (Yargıtay Ceza Dairesinin 30/6/2022 tarihli ve E.2021/13117, K.2022/4203 sayılı; 27/6/2022 tarihli ve E.2021/13159, K.2022/4070 sayılı kararları da aynı yöndedir.) Yargıtay Ceza Dairesinin 24/11/2022 tarihli ve E.2022/20882, K.2022/8420 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "[B]ilirkişi raporunda sanığın Bank Asya ile 1999 yılından beri çalıştığının, 17/25 Aralık sürecinden sonra ticari faaliyetlerini azaltarak devam ettirdiğinin belirtilmesi, sanık müdafinin mahkemenin kabulüne esas para yatırmaları ile ilgili olarak farklı tarihlerde yatan paraların aynı gün hesaptan çekildiğine ve Bank Asyaya para yatırılan tarihlerde farklı banka hesaplarında da para bulunduğuna yönelik temyizi de dikkate alındığında, sanığın aynı tarihlerde başka bankalarda hesaplarının bulunup bulunmadığının var ise hesap hareketlerinin, Bank Asya'ya yatırılan paraların hesapta kalma süresinin araştırılması, 2014 yılı öncesi dahil olmak üzere tüm hesap hareketleri üzerinde belirtilen şekilde bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra örgüte yardım kastıyla hareket edip etmediği, karar yerinde tartışılıp değerlendirildikten sonra hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken yetersiz belgelere dayanılarak eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması...[bozmayı gerektirmiştir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 7/6/2022 tarihli ve E.2021/12369, K.2022/3343 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Sanık hakkında tanzim edilen 2017 tarihli bilirkişi raporuna göre, Bank Asya'da örgüt liderinin talimatından önceki dönemde 4 farklı hesap açılışının olduğu talimattan sonra ise 2014 tarihinde 45,79 gram hurda altın alım satım işlemi için vadesiz mevduat hesabı açtığı bu hesabın halen açık olduğu ve 2014tarihinde 000,00 USD döviz cinsi vadeli katılım hesabı açtırdığı katılım hesabı ile ilgili hesap vade sonlarında vadesinin yenilendiği 2016 tarihinde hesabın kapatıldığı anlaşılmakla; sanığın banka yönetiminin TMSF'ye geçtiği 2015 Mayıs ayından sonra da Banka Asya ile ilişiğini kesmeden söz konusu banka ile çalışmaya devam ettiğinin anlaşılması karşısında Bank Asya'daki hesap hareketlerinin örgüt liderinin talimatı ile olmayıp, rutin bankacılık işlemleri şeklinde olduğu, sendika üyeliğine dair eyleminin ise konum ve kişisel özellikleri nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan ve örgüte yardım etme kastıyla hareket ettiğini ispat eden faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, örgüte yardım suçundan mahkumiyetini gerektirir her türlü şüpheden uzak delil bulunmayan sanığın atılı suçtan beraati yerine delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi... [bozmayı gerektirmiştir.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 30/6/2022 tarihli ve E.2021/13507, K.2022/4206 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: " Oluş ve dosya kapsamı, 2017 tarihli bilirkişi raporu ve Bank Asya hesap dökümlerine göre sanığın 2006 yılında söz konusu bankada ilk kez hesap açtırdığı, her ne kadar talimat tarihiyle uyumlu olarak 2014 ve 2015 tarihlerinde katılım hesabı açtığı anlaşılmışsa da, talimat dönemi öncesinde de söz konusu bankada katılım hesapları açtığı Bank Asya'nın TMSF'ye devrinden sonra da söz konusu bankaya EFT şeklinde para girişi gerçekleştirdiği, kredi kartını kullanmaya devam ettiği anlaşılmakla; hesap hareketlerinin örgüt liderinin talimatı ile olmayıp, rutin bankacılık işlemi sonucu gerçekleştiği, sanığın dernek ve sendika üyeliğine dair eylemlerinin ise sanığın konum ve kişisel özellikleri nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan ve örgüte yardım etme kastıyla hareket ettiğini ispat eden faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, örgüte yardım kastıyla hareket ettiğine dair her türlü şüpheden uzak delil bulunmayan sanığın atılı suçtan beraati yerine delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi... [bozmayı gerektirmiştir.]"  (Dernek ve sendika üyeliği ile birlikte banka verilerinin değerlendirilmesine ilişkin Yargıtay Ceza Dairesinin 29/9/2022 tarihli ve E.2021/21414, K.2022/5210 sayılı; 8/6/2022 tarihli ve E.2021/14247, K.2022/3363 sayılı kararları da aynı yöndedir.) Yargıtay sanıkların FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı dernek, sendika ve diğer sivil toplum örgütlerine üyeliklerini, örgütün nihai amacını bildiğini, örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dâhil olduğunu tek başına göstermediğini kabul etmiştir (diğerleri arasından bkz. Yargıtay Ceza Dairesinin 20/4/2021 tarihli ve E.2020/5713, K.2021/2837; 22/3/2021 tarihli ve E.2020/1864, K.2021/2227; 9/10/2019 tarihli ve E.2019/1326, K.2019/5918; 19/10/2020 tarihli ve E.2019/5604, K.2020/5065 sayılı kararları). Yargıtay sanıkların sadece FETÖ ile irtibatlı ve iltisaklı derneklerde üyelik kayıtlarının bulunmasının silahlı terör örgütüne yardım suçunu oluşturmayacağına (Yargıtay Ceza Dairesinin 7/4/2021 tarihli ve E.2020/6785, K.2021/2588 sayılı kararı), sendika ve dernek üyeliğine dair eylemlerinin sempati ve iltisak boyutunu aşmadığına, örgüt hiyerarşisine dâhil oldukları anlamına gelmediğine (Yargıtay Ceza Dairesinin 17/6/2021 tarihli ve E.2019/9574, K.2021/4104; 17/3/2021 tarihli ve E.2019/8868, K.2021/2169 sayılı kararları), terör örgütüne müzahir derneğin organlarında yer almalarının tek başına örgüt hiyerarşisinde olduklarını göstermediğine (Yargıtay Ceza Dairesinin 16/3/2021 tarihli ve E.2020/5437, K.2021/2637 sayılı kararı) karar vermiştir. Yargıtay, örgüte müzahir sendika üyesi olan, bu sendikada bir süre işyeri temsilciliği yapan ve hakkında FETÖ/PDY elebaşına ilgisini gösteren dijital deliller bulunan sanığın (Yargıtay Ceza Dairesinin 26/3/2019 tarihli ve E.2018/4678, K.2019/2059 sayılı kararı), 2013 yılı öncesi dinî sohbetlere katılan ve örgütle iltisaklı derneğin yönetim kurulunda yer alan sanığın eylemlerinin örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceğine (Yargıtay Ceza Dairesinin 30/10/2018 tarihli ve E.2017/3689, K.2018/3718 sayılı kararı) karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 12/12/2022 tarihli ve E.2022/33507, K.2022/9486 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "[S]anık savunması, sanığın örgüt ile iltisaklı dernek üyeliğinin yükümlülüklerini yerine getirmemesi sebebiyle düşürülmüş olması ile banka hesap hareketlerine ilişkin kayıtlar ve bilirkişi raporuna göre; sanığın örgüt talimatı öncesi ve sonrasında hesap hareketleri ve bakiyesinin bulunması, talimat öncesinde katılım hesapları bulunması gözetildiğinde süregelen, mutad hareketlerin dışında örgütsel talimat doğrultusunda işlem yapıldığına dair kesin ve inandırıcı delil veya tespite rastlanmadığı halde, sanığın ispat edilemeyen müsnet suçtan beraati yerine delil ve olguların hatalı değerlendirilmesi neticesinde ve yerinde olmayan gerekçe ile yazılı şekilde mahkumiyet hükmü tesisi...[bozmayı gerektirmiştir.]"
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34045
Başvuru, karar sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucular, kamuoyunda İstanbul Askeri Casusluk Davası olarak adlandırılan soruşturma kapsamında Deniz Kuvvetleri içerisinde fuhuş, şantaj, tehdit ve casusluk faaliyetlerini yürüten suç örgütüne üye olmak suçlarından yargılandıkları davada mahkumiyet kararı verildiğini belirterek, Anayasa’nın , , , , , ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru dilekçeleri ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyonlara sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonlarca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. 8/1/2014 tarihli ve 2014/253 numaralı ilk başvuruya ilişkin olarak Birinci Bölüm, 31/10/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. 2014/1052 numaralı başvuruya ilişkin olarak İkinci Bölüm, 17/9/2014 tarihinde, 2014/2184 numaralı başvuruya ilişkin olarak 12/9/2014 tarihinde, 2014/2188 numaralı başvuruya ilişkin olarak ise, 18/9/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. 2014/253, 2014/1052, 2014/2184 ve 2014/2188 numaralı başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 31/10/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. 30/12/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvuruların görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Yapılan incelemede; 2014/11112, 2014/5645, 2014/3778, 2014/2981, 2014/2722, 2014/2253, 2014/1968, 2014/1956, 2014/1710, 2014/1709, 2014/1707, 2014/1697, 2014/1727, 2014/2179, 2014/2178, 2014/1760, 2014/864, 2014/566, 2014/519, 2014/454, 2014/1052, 2014/2184, 2014/2188, 2014/10897 ve 2014/305 sayılı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte bulunmaları nedeniyle 2014/253 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formlarında ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkındaki soruşturma, 24/4/2010 tarihinde emniyet birimlerine yapılan bir e-posta ihbarıyla başlamıştır. Söz konusu postada; “Vika, Dilara ve Gül isimli şahıslar liderliğinde bir fuhuş çetesinin yurt dışından bayan getirerek zorla fuhuş yaptırdığı, bu çete içerisinde 18 yaşından küçük bayanların da bulunduğu ve fuhuş yaptırılan bayanların uyuşturucu bağımlısı yapılarak kullanıldığı” iddia edilmiştir. Bu ihbar üzerine İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca, “suç örgütüne yönelik yapılan soruşturma kapsamında dinleme ve tespit sonrasında örgütle irtibatı belirlenen İ.S. ve Z.’nin TSK mensubu olduğu, İ.S.’nin bu fuhuş çetesinden sık sık fuhuş amaçlı bayan temin ettiği ve Kadıköy’de bulunan ikametini fuhuş amaçlı kullandırdığı, Z.’nin de başka bir fuhuş örgütü ile irtibatlı olduğu ve fuhuş yaptırılan bayanları Z.’ye tedavi ettirdikleri ve hamile kalanların kürtaj yaptırıldığı” şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. 2/8/2010 ve 4/8/2010 tarihlerinde 155 polis hattına gelen bir ihbarda; “TSK içerisinde bir fuhuş çetesi olduğu, bu çetenin özel olarak kiraladığı evlerde temin ettiği kadınlarla, üst düzey komutanların, subayların ve öğrencilerin fuhuş yapmasını sağladıkları” iddia edilmiştir. 2/8/2010 ve 4/8/2010 tarihlerinde yapılan bu ihbarlar üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuların ev ve işyerlerinde arama yapılmış ve arama sonucu çok sayıda dijital (CD, DVD, flash bellek, hard disk gibi) veriler bulunmuş ve bunlara el konulmuştur. Başvurucular hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 28/11/2011 tarih, 2010/1003 Soruşturma ve E.2011/123 sayılı iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. İddianamede özetle, dijital delillerden elde edilen bilgilere göre başvuruculardan bir kısmının fuhuş, şantaj ve tehdit amaçlı suç örgütü yöneticiliği yaptığı, diğer başvurucuların ise bu örgütün üyesi oldukları, birçok Türk Silahlı Kuvvetleri personeli hakkında kişisel verileri hukuka aykırı bir şekilde kaydettikleri ve örgüte teslim ettikleri, devletin güvenliğine ait gizli nitelikte belgeleri temin ederek örgüt arşivine ulaştırdıkları, casusluk faaliyetinde bulundukları, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek, haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişilerin sesini gizlice kayda almak suçlarını işledikleri iddiasıyla başvurucuların cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede; “bu suç örgütünün TSK, TÜBİTAK, HAVELSAN ve GES Komutanlığı gibi Devletin en stratejik kurumlarında örgütlenerek ayrı bir hücre yapılanmasına gittiği, örgütün arşivini saklayan İ.S.’ye her türlü bilgi, belge ve materyalin gönderildiği, özellikle TÜBİTAK tarafından TSK için yürütülen ülke yararına gerçekleştirilen projeleri durdurmaya, yavaşlatmaya, engellemeye çalıştıkları, casusluk faaliyeti kapsamında elde ettikleri bazı belge ve projeleri yabancı ülkeye pazarlamayı planladıkları” iddia edilmiştir. Başvurucular, 10/11/2010 tarihli dilekçe ile tutuklanmalarına neden olan soruşturma kapsamında TÜBİTAK ve Genelkurmay Başkanlığı gibi kurumların gönderdiği ve kolluk tarafından dijital delillere ilişkin olarak düzenlenen tüm bilirkişi inceleme tutanağı örneklerinin verilmesi için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına talepte bulunmuşlardır. Savcılığın ret cevabı üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine 22/11/2010 tarihinde yapılan itiraz üzerine, Cumhuriyet Savcılığı mütalaasında; “Genelkurmay Başkanlığı ile diğer kurumlardan gelen raporlar ile emniyet tarafından hazırlanan inceleme tutanakları bilirkişi raporu niteliğinde olmadığından ve özellikle ilgili kurumlardan gelen raporların şüpheli müdafilerine verilmesi halinde ‘Devletin güvenliğine ilişkin belgelerin’ inceleme yetkisi olmayan kişilerin eline geçmesi ihtimali bulunduğundan şüpheli müdafilerin taleplerinin CMK. maddesi kapsamında görülmediğinden reddine karar verilmesi” talep edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Nöbetçi Hâkimi, 28/11/2010 tarih ve 2010/1332 Değişik İş sayılı kararla bu mütalaa doğrultusunda talebin reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde yer alan ifade ise şöyledir:“İstenen raporlar CMK kapsamında bilirkişi raporu niteliğinde olmadığından bu konudaki taleplerin reddine…” Bir kısım başvurucuların bu karara itirazı üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi heyet halinde, 27/12/2010 tarih ve 2010/1378 Değişik İş sayılı kararla talebin kesin olarak reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde yer alan ifadeler ise şöyledir:“Şüpheliler müdafilerin taleplerinin CMK.153 maddesi kapsamında olmadığı dikkate alınarak, Mahkeme Nöbetçi Hâkimliğinin vermiş olduğu kararda usul ve yasaya bir aykırılık bulunmadığından şüpheliler müdafilerinin itirazlarının reddine…” Başvurucular bu kez kovuşturma evresinde, kamu davası açılmasına neden olan TÜBİTAK, Genelkurmay Başkanlığı ve diğer kurumların gönderdiği ve kolluk tarafından düzenlenen tüm bilirkişi inceleme tutanağı örneklerinin kendilerine verilmesini, CD, flaş bellek, DVD ve hard diskler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasını ve bunların imajlarının verilmesini talep etmiş, başvurucuların bu talepleriyle ilgili olarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin, 20/4/2011 tarihli celsesinde “…adli emanette bulunan dijital materyaller ve diğer belgelerle ilgili iddianamede bu belgelerin devlet sırrı kapsamında kaldığı ve yine askeri belgelerle ilgili soruşturma aşamasında T. Genel Kurmay Başkanlığından gelen yazı cevabında da bu belgelerin devlet sırrı niteliğinde gizli belgeler olduğu belirtildiği buna karşılık bu belgelerin on binlerle ifade edilen sayıda olduğu göz önüne alınarak, sanıklarda ele geçirilen ve adli emanette bulunan dijital verilerin imajlarının ve diğer tüm belgelerin yukarıdaki kapsamda devlet sırrı niteliğinde ve aleniyet kazanmaması gereken gizli belgeler olup olmadığı hususunda değerlendirme yapıldıktan sonra sanık ve müdafilerine verilip verilmemesi hususunun karara bağlanmasına, bu aşamada bu yöndeki tüm taleplerin REDDİNE” karar verilmiştir. Başvurucuların, dijital verilerin imajlarının verilmesine ilişkin talebi, yine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 1/7/2011 tarihli celsesinde, “sanıklarda ele geçen dijital verilerle ilgili bilirkişi incelemesi yaptırılacağı” gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucuların, dijital materyallerin verilmesi hususundaki talepleri, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 16/12/2011 tarihli celsesinde de benzer gerekçe ile reddedilmiştir. 16/12/2011 tarihli duruşmada başvuruculardan bir kısmı, suçlamaların dayanağı olan dijital verilerle ilgili uzman kişi sıfatıyla T.’nin dinlenmesi talebinde bulunmuşlar ve Mahkemece bu talebin kabulü üzerine T., uzman kişi sıfatıyla verdiği görüşünde; “… üst veri bilgileri (dosyanın adı, kimin oluşturduğu, ne zaman oluşturduğu ve son tarihte ne zaman değiştirildiği gibi bilgiler) tek başına bir güvenlik bilgisi içermediği için güvenilir bir bilgi değildir. … Bu veriler bilgisayarı kullanan herkes tarafından değiştirilebilir…” şeklinde beyanda bulunmuştur (gerekçeli karar s.308 v.d). Başvurucuların, dijital verilerle ilgili inceleme raporları hazırlayan görevli polislerin huzurda dinlenilmesi talepleri ile diğer talepleri konusunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 29/6/2012 tarihli celsede; “…Bir kısım talepler bakımından daha önce verilen ara kararlar doğrultusunda reddolunup bu aşamada yeniden değerlendirme yapılmasını gerektirmediğinden, Bir kısım talepler bakımından da dijital belgelerin subuta ilişkin değerlendirilmesi hususunun mahkemenin takdirinde bulunduğu, tanık dinlenilmesi hususunun dijital belge bakımından esasa etkili bir katkısının bulunmayacağı nedeniyle, Yine bir kısım taleplerin yerine getirilmesinin ise dosyaya yenilik katmayacağı anlaşıldığından,Daha önceki ara kararlarda belirtilen sair nedenlerde nazara alınarak REDDİNE,” ….“….yürürlükteki mevzuat bakımından devlete ait belgelere ilişkin sır kabul edilme, gizli, çok gizli, hizmete özel gibi değerlendirmelerin Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği'nce mahkememizin yazısı üzerine verilen 28 Mayıs 2012 tarihli yazı cevabı ekinde sunulan mevzuat içeriklerinden de anlaşıldığı üzere belgenin sahibi olan ilgili kuruma ait olduğu, bunun dışında ilgili belgenin sözü edilen tasnif değerlendirmesini yapacak başka bir kurulun bulunmadığı, sanık müdafilerinin talepleri kabul edilip bilirkişi heyeti oluşturulacak olursa bu bilirkişi heyetinin serbest kişilerden oluşturulması halinde belgelerin özelliğinden kaynaklı güvenlik zafiyeti ortaya çıkabileceği, diğer ihtimal değerlendirilip ilgili belge sahibi kurumlardan birer temsilci alınmak suretiyle bilirkişi heyeti oluşturulması halinde de şimdiki uygulamadan farklı bir uygulamanın benimsenmiş olmayacağı, böylelikle dosya içinde mevcut değerlendirme raporları dikkate alınarak karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmakla, bu yöndeki taleplerin REDDİNE,” şeklinde karar verilmiştir. Başvurucuların suçlanmasına ve hakkında mahkûmiyete neden olan dijital kayıtlar üzerinde usulüne uygun olarak bilirkişi incelemesi yaptırılması talebi İlk Derece Mahkemesince;“Dijital delillerin sanıkların ev veya iş yerlerinde usulüne uygun yapılan ve kamera görüntüleri ile desteklenen aramalar sonucunda ele geçirilmiş olması nazara alındığında delillere sonradan ilave yapıldığı ya da olay yerine daha önceden konulduğu ile ilgili iddiaları destekleyen bir bulgu bulunmadığından bu savların dayanaksız olduğu sonucuna varılmıştır. Ceza yargılamasında hâkim (mahkeme) önüne gelen delilleri serbestçe takdir eder. Ceza Muhakemesi Kanunu anlamında da bilirkişi kesin delil olarak sayılmamıştır. Bu nedenle CMK. maddesi anlamında Adli Kolluk sayılan Emniyet Müdürlüğü mensubu olan polislerin soruşturma safhasında Bilişim Şubesi aracılığıyla elde edilen dijital delillere ilişkin yukarıda yine dijital delillere ilişkin teorik anlatımda sözü edilen yazılımları kullanarak el konulan dijital delillerin çözümlemesini ve raporlamasını yapmış olmaları karşısında ulaşılan sonuç mahkememizce diğer dosya kapsamındaki deliller bir bütün olarak değerlendirilip dijital delil zinciri göz önünde bulundurularak, ayrıca Yargıtay Ceza Dairesi'nin 2012/1750 esas sayılı 20/06/2012 tarihli onama kararına konu İzmir Ağır Ceza Mahkemesi'nin TCK. maddesinden mahkumiyete ilişkin örgüt mensubu sanıklardan elde edilen dijital verilerle ilgili benzeri kapsamdaki değerlendirmesi de dikkate alınarak yeterli kabul edilmiş, bu sebeple bir kısım sanıklar müdafisinin 16/12/2011 tarihli celsede beraberlerinde hazır bulundurdukları ve bilirkişi olarak dinlenmesini istedikleri T.’nin duruşma sırasındaki beyanında genel olarak bilgisayarlarda oluşturulan word belgelerinin üst ve alt veri yollarına rahatlıkla müdahale edilebildiğini, bunu önlemenin yolunun bilgisayarların bulunduğu mekanların uygun kontrol araçları ile takibi olduğunu ifade etmiş olması karşısında mahkememizin yukarıda sözü edilen delillerin serbestçe takdire dayalı olduğuna yönelik genel ceza hukuku kabulü dışında bir yenilik getirmediğinden hükme etkili sayılmamış ve yine aynı nedenlerle yeniden bilirkişi incelemesine başvurmaya gerek duyulmamıştır” gerekçeleriyle reddedilmiştir (bkz. gerekçeli karar s.396). İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin, 2/8/2012 tarih ve E.2011/37, K.2012/166 sayılı kararı ile başvurucuların, örgüt üyeliği, kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme, Devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme gibi suçlardan cezalandırılmalarına, “örgüt kurmak ve yönetmek”, “siyasal veya askeri casusluk yapma” ve “fuhşa teşvik veya aracılık etme” suçlarından ise beraatlerine karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucuların TCK'nun maddesinde düzenlenen “Suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma” suçunu işlediğine gerekçe olarak “dosya kapsamında ele geçirilen dijital belgelerde kendileri tarafından oluşturulduğu anlaşılan kısımlarında örgütle irtibatlarını gösterecek şekilde TCK 334/1, 327/1, 326/1 maddeleri kapsamında olduğu tespit edilen belgeler” gösterilmiştir (gerekçeli karar s.412-421). Mahkeme, yine başvurucuların TCK’nun maddesinde düzenlenen “ verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme”, TCK'nun maddesinde düzenlenen “ özel hayatın gizliliğini ihlal”, TCK'nun maddesinde düzenlenen “ yasaklanan bilgileri temin etme”, TCK'nun maddesinde düzenlenen “ Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme” suçlarını işlediklerine gerekçe olarak; sanık İ. S.’de ve sanıkların evlerinde ele geçirilen CD, flash bellek, DVD, ve hard disk içerisindeki bilgi ve belgeler gösterilmiştir (gerekçeli karar s.427 v.d). Başvurucular, temyiz dilekçesinde, İlk Derece Mahkemesinde ileri sürdükleri hususları aynen tekrar etmiş; Yargıtay Ceza Dairesi, İlk Derece Mahkemesinin bilirkişi incelemesi yaptırılması talebini reddetmesine ilişkin temyiz itirazlarını, “Askeri Yargıtay Dairesinin 2007 gün ve 2007/1-1 sayılı kararında da işaret edildiği gibi, sanıklarda ele geçen ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile Türkiye Bilimsel Teknik Araştırma Kurumuna ait bilgilerin TCK’nın 326 ve devamı maddeleri bakımından niteliğini tespit eden bu kurumlarca görevlendirilmiş kişilerin verdikleri mütalaaların, anılan maddelerde aranan evraka, bilgiye ve gizliliğe ilişkin koşullar ile bunlar arasındaki ayrıma ilişkin ölçütlere ve dosya kapsamına uygun biçimde hazırlandığı ve yine sanıklarda ele geçen bilgilerin sayısı, içeriği ve dosya kapsamına göre belirlenen ele geçiriliş amacı dikkate alındığında; niteliklerinin belirlenmesi bakımından özel veya teknik bilgi gerekmediği, nitekim Askeri Yargıtay Dairesince de aynı suç tipine ilişkin bir inceleme sonucunda 2008 gün ve 2008/1890-1886 sayılı kararı ile aynı sonuca varıldığı anlaşıldığından, dava konusu bir kısım bilgilerin niteliğine ilişkin belirlemenin bilirkişilere yaptırılması gerektiğine dair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir” gerekçesiyle reddetmiş, başvurucular hakkında verilen mahkumiyet kararını ise, 5/12/2013 tarih ve E.2013/8851, K.2013/14876 sayılı kararı ile onamıştır. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Kanun'un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” 5237 sayılı Kanun'un “Kişisel verilerin kaydedilmesi” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Kişilerin siyasî, felsefî veya dinî görüşlerine, ırkî kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlâkî eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydeden kimse, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un “Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un “Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir.” 5237 sayılı Kanun'un “Yasaklanan bilgileri temin etme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Yetkili makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/253
Başvurucular, kamuoyunda İstanbul Askeri Casusluk Davası olarak adlandırılan soruşturma kapsamında Deniz Kuvvetleri içerisinde fuhuş, şantaj, tehdit ve casusluk faaliyetlerini yürüten suç örgütüne üye olmak suçlarından yargılandıkları davada mahkumiyet kararı verildiğini belirterek, Anayasa’nın 36. , 37. , 38. , 138. , 139. , 140. ve 14 maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuşlardır.
1
Başvuru, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu üyesinin görevine altı yıllık kanuni görev süresi dolmadan son veren kanun hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine açılan tam yargı davasının kısmen reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3198
Başvuru, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu üyesinin görevine altı yıllık kanuni görev süresi dolmadan son veren kanun hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine açılan tam yargı davasının kısmen reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; idari para cezasına ilişkin belediye encümeni kararının iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesi ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 1/4/2019 ve 8/4/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle 2019/12877 ve 2019/11249 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2019/11213 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. İstanbul İdare Mahkemesinin E. 2013/1399 ve E. 2013/1444 Sayılı Dosyalarına İlişkin Süreç Başvurucular; tapu kayıtlarına göre İstanbul ili Maltepe ilçesi Girne Mahallesi Narlıdere Caddesi sınırlarında bulunan 7132 ada, 12 parsel sayılı gayrimenkulün hisseli malikidir. Söz konusu gayrimenkulde 5 adet ruhsatsız yapı bulunmaktadır. Maltepe Belediyesi Belediye Encümeninin (Belediye Encümeni) 16/4/2013 tarihli kararıyla başvurucuların hisseleri oranında aleyhlerine 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca toplam 636,11 TL para cezası uygulanmıştır. Başvurucular, söz konusu cezanın iptaline karar verilmesi istemiyle 17/6/2013 ve 24/6/2013 tarihlerinde İdare Mahkemesinde dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesinin E.2013/1399 sayılı dosyasında Belediye Encümeni kararının 146,34 TL'lik kısmının iptaline, 489,77 TL'lik kısmının reddine, İstanbul İdare Mahkemesinin E.2013/1444 sayılı dosyasında da Belediye Encümeni kararının 188,87 TL'lik kısmının iptaline, 447,24 TL'lik kısmının reddine karar verilmiştir. İdare Mahkemesi gerekçelerinde, 17/12/2009 tarihli ve 5940 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 3194 sayılı Kanun'un maddesine göre yapılan tespit ve değerlendirme uyarınca Kanun'un yayımı tarihinden itibaren hâlen varlığını sürdüren tüm kaçak yapılar için belirlenen ölçüler için de para cezası verilebileceği konusunda tereddüt bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca başvurucuların hisse sahibi olduklarını ve taşınmazın hisseli maliki olmaları nedeniyle taşınmaz üzerinde kimin yaptığının ve kullandığının önemi olmaksızın kaçak imar faaliyetinden hisseleri oranında sorumlu olacakları vurgulanarak, İstanbul İdare Mahkemesinin E.2013/1399 sayılı dosyasında cezanıntoplam757/2400'lük (parsel üzerinde Ayşe Ülkü Akülger'in 87/2400, Rifat Akülger'in 87/2400, Hatice Yenice'nin 87/2400, İlhami Akülger'in 87/2400, Ömer Ali Akülger'in 87/2400 ve Hıdır Ercan'ın 322/2400 oranında hisse sahibi oldukları) kısmından sorumlu oldukları, İstanbul İdare Mahkemesinin E.2013/1444 sayılı dosyasında ise cezanın ise toplam 977/2400'lük (parsel üzerinde Yüksel Karayel'in 284/2400, Ali Tuğfan'ın 421/2400 ve İsmail Kaplan'ın 272/2400 oranında hisse sahibi oldukları) kısmından sorumlu oldukları belirtilmiştir. Başvurucular kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçelerinde; para cezasının hatalı hesaplandığını, para cezası verilmesine dayanak alınan 3194 sayılı Kanun'un maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edildiğini ve yürürlüğe yeni giren 5940 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 3194 sayılı Kanun'un maddesinden önce iptal edilen Kanun maddesi yürürlükte iken yapıların inşa edildiği gerekçesi ile artık bu fiillerinin cezalandırılamayacağını, 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca da soruşturma zamanaşımı süresi dolduğundan eylemden dolayı ceza verilemeyeceğini belirterek kaçak yapıların 2004 yılından önce yapıldığını ve soruşturma zamanaşımı süresinin dolmasından dolayı idari para cezası verilemeyeceğini ileri sürmüştür. Danıştay Ondördüncü Dairesinin 18/9/2018 tarihli ilamlarıyla kararlar onanmış, karar düzeltme istemleri de aynı Dairenin 13/2/2019 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvuruculara 28/2/2019 ve 4/3/2019 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 1/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvurucu Abidin Meşe'ye Ait İstanbul İdare Mahkemesinin E.2016/30 Sayılı Dosyasına İlişkin Süreç Başvurucu, İstanbul İdare Mahkemesine (Mahkeme) 17/6/2013 tarihinde açtığı davada İstanbul ili Maltepe ilçesi Girne Mahallesi 7135 ada 30 parsel sayılı taşınmaz üzerinde ruhsatsız yapı inşa edildiğinden bahisle Belediye Encümeninin 16/4/2013 tarihli ve 337 sayılı kararıyla verilen 583,74 TL tutarındaki para cezasının iptalini talep etmiştir. Dava dilekçesinde; ruhsatsız yapıldığı iddia edilen inşaatın para cezasının dayanağı olan 5940 sayılı Kanun ile değişik 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesinin yürürlüğe girdiği 17/12/2009 tarihinden önce yapıldığını dolayısıyla bu Kanun maddesine dayalı olarak para cezası verilmesinin mümkün olmadığını iddia etmiştir. Mahkemece dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinde; 5326 sayılı Kanun'un maddesinde elli bin Türk lirasından az idari para cezasını gerektiren kabahatlerde zamanaşımı süresinin 3 yıl olduğunun hükme bağlandığı, para cezasının dayanağı 11/1/2013 tarihli yapı tatil tutanağında yapının 2004 yılından önce yapılmış olduğunun tespit edildiği anlaşıldığından, soruşturma zamanaşımı süresi dolduktan sonra 5940 sayılı Kanun ile değiştirilen 3194 sayılı Kanun'un maddesi hükümleri geçmişe yürütülmek suretiyle verilen para cezasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verildiğini belirtmiştir. Karar, idare vekili tarafından temyiz edilmiştir. Danıştay Ondördüncü Dairesi 1/10/2014 tarihli kararıyla ruhsata aykırı yapı yapılması fiilinin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen imar kirliliğine neden olma suçunu oluşturduğu, 5236 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca kabahati oluşturan fiilin aynı zamanda suç oluşturması hâlinde suça ilişkin dava zamanaşımı hükümlerinin uygulanması gerektiği, bu nedenle ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak yapı yapılması hâlinde 5236 sayılı Kanun'un zamanaşımına ilişkin hükümlerinin uygulanma olanağı bulunmadığı, 5237 sayılı Kanun'un maddesinin (6) numaralı fıkrasında dava zamanaşımının tamamlanmış suçlarda suçun işlendiği günden, kesintisiz suçlarda ise kesintinin gerçekleştiği günden itibaren işlemeye başlayacağı vurgulanmıştır. Gerekçede; 3194 sayılı Kanun'un maddesinde "imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hallerin tespit edildiği tarihten itibaren maddede yer alan idari müeyyidelerin uygulanacağı" şeklinde bir düzenlemeye yer verilerek, imar mevzuatına aykırılıkların süregelen niteliği gözetilerek idari müeyyidelerin uygulama süreci, imar mevzuatına aykırılık teşkil eden fiil ve hâllerin tespit edildiği tarihten itibaren başlayan bir süreç olarak kabul edilmek suretiyle, sürece ilişkin usul ve esasların belirlendiği, bu nedenle imar mevzuatına aykırılıkların süregelen niteliği dikkate alındığında imar kirliliğine neden olma suçunun kesintisiz suç niteliği taşıdığı, idarenin tespiti ile kesinti gerçekleştiğinden imara aykırılık hâllerinde idarece tespit yapılmadan zamanaşımı hükümlerinin uygulanmasına olanak bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından ileri sürülen ruhsatsız yapı inşa edildiğinin 11/1/2013 tarihli Yapı Tatil Tutanağı ile tespit edilmesi üzerine 16/4/2013 tarihli 337 sayılı Belediye Encümeni kararıyla verilen para cezasında, 5237 sayılı Kanun'da öngörülen sekiz yıllık zamanaşımı süresinin dolduğuna ilişkin iddianın kabulüne hukuken olanak bulunmadığı ifade edilerek temyize konu karar bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak 1/9/2016 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinde, dava konusu taşınmaz üzerinde ruhsatsız ve kaçak olarak üç katlı bina yapıldığı ve anılan bina için tesis edilen para cezasının mevzuata uygun olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 2/7/2018 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 13/2/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 7/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11213
Başvuru, idari para cezasına ilişkin belediye encümeni kararının iptali istemiyle açılan davada hakkaniyete aykırı gerekçesiz karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, masumiyet karinesi ile suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin karar veren yargı mercilerinin tarafsız ve bağımsız olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, avukat ile yapılan görüşmelerin teknik araçlarla kayda alınması dolayısıyla tutukluluğa etkili şekilde itiraz edilememesi, bağımsız ve tarafsız olmayan mahkemelerce yargılama yapılmasından dolayı mahkûmiyete bağlı tutmanın da hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 1/6/2017 ve 1/6/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan incelemede 2018/17511 numaralı başvurunun -konu ve kişi bakımından aralarında irtibat olması nedeniyle- 2017/26769 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş, çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan başlatılan soruşturma kapsamında 26/4/2017 tarihinde gözaltına alınmış ve iki gün gözaltında kaldıktan sonra 28/4/2017 tarihinde Başsavcılığa sevk edilmiştir. Başsavcılık aynı gün başvurucunun ifadesini almıştır. İfade tutanağında belirtildiğine göre isnat edilen FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara yönelik olay ve olgular ifade alma işlemi öncesinde başvurucuya açıklanmıştır. Ayrıca başvurucunun ifade alma işlemi sırasında Balıkesir Barosunca görevlendirilen müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu Başsavcılıktaki ifadesinde; 2009-2010 yıllarında Malatya'da bulunan Anafen Dershanesinde staj yaptığını, üniversite eğitimi sırasında tanıştığı T. isimli kişinin tavsiyesi üzerine Gaziantep'te öğretmen olarak görev yaptığını, 2015 yılında dershanelerin kapatılması olayı gündeme gelince iş aradığını ve TürkNet isimli firmada internet saha satış elemanı olarak işe başladığını, 3-4 ay burada çalıştıktan sonra Gaziantep'te açılan etüt merkezlerinde 6-7 ay çalıştığını, çalıştığı yerlerin örgüt ile ilgisinin olmadığını, 2016 yılında Balıkesir'e taşındığını ve birkaç ay sonra ZeplinKar isimli oto kiralama şirketinde işe başladığını ve hâlen burada çalıştığını ifade etmiştir. Başvurucu, kod adının olmadığını ve herkesin kendisini ismi ile tanıdığını, 2001 yılında Balıkesir'de bulunan örgüt ile bağlantılı olduğu anlaşılan Zağnos isimli dershaneye bir yıl üniversite sınavına hazırlık kursu için gittiğini, FETÖ/PDY ile şu anda bir bağlantısının olmadığını, öğretmenlik haricinde bu yapı adına herhangi bir faaliyette bulunmadığını ve örgütün toplantılarına katılmadığını, örgüt için bağış ve himmet vermediğini veya toplamadığını, polislerin ya da farklı bir grubun sohbet hocalığını yapmadığını, hocalık yapacak kadar dinî bilgiye sahip olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca Bank Asyada maaş hesabının olduğunu, 2013 yılı ve sonrasında bir defada en fazla 000 TL olmak üzere maaşından artırdığı değişik miktarlarda parayı birikim amacıyla söz konusu hesaba yatırdığını, Bank Asyaya talimat üzerine para yatırmasının söz konusu olmadığını, örgütle bağlantılı dershanede çalıştığı dönemlerde işini kaybetmemek için Zaman Gazetesine abone olduğunu ve 2008 yılından 2015 yılına kadar aboneliğinin devam ettiğini, çalıştığı dershanelerde zaman zaman Fetullah Gülen'in videolarının izletildiğini ve kitaplarının okunduğunu, bu programları müdür yardımcılarının organize ettiğini, sosyal medya hesabından örgütü öven herhangi bir paylaşım yapmadığını ifade ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Başsavcılık 28/4/2017 tarihinde başvurucuyu terör örgütü yöneticisi olma suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:"... Şüphelilerin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2017 tarih ve 2017/68532sayılı yazısı ile Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ve Balıkesir Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazdığı talimat ve eklerine göre şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün deşifre edilen mahrem imamlar yapılanması içerisinde kod adları ile yer alan ve polis mensupları içerisindeki yapı ile ilgili faaliyetlerde bulunan sohbet hocası-sorumlusu kişiler olduklarına dair tespitler şüphelilerden [Ç.] ve [S.A.da] bylock haberleşme sisteminin tespit edilmiş olması tüm şüphelilerde örgüt talimatı ile örtüşen tarih aralığında Bank Asya hesap hareketliliğinin bulunması, dosya kapsamına göre ve kolluk ifadelerindeki anlatımlara göre FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne ait olan eğitim kurumlarında ve dershanelerde öğretmen ve/veya öğrenci olarak bulunmuş olmaları, yine aynı örgüte ait basın yayın organlarının belli dönemlerde abonesi olduklarına dair beyanları ile diğer dosya kapsamına göre şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu, bir kısım soruşturma işlemlerinin devam ettiği ve delilleri tam olarak toplanamamış olması hususları anlaşılmakla; Şüphelilerin üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca TUTUKLANMALARINA, Karar verilmesi kamu adına talep olunur." Balıkesir Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun sorgusunu yapmıştır. Sorgu tutanağına göre başvurucuya isnat edilen suçlar anlatılmış ve sorgu esnasında başvurucunun Balıkesir Barosunca görevlendirilen müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki savunmasında Başsavcılıktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunmuş ve suçlamaları kabul etmemiştir. Balıkesir Sulh Ceza Hâkimliği 28/4/2017 tarihinde başvurucunun terör örgütü yöneticisi olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "... Şüphelilerin üzerilerine yüklenen suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu itibari ile kuvvetli suç şüphesinin varlığı, suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırı itibari ile kaçma şüphesi, şüphelilerin üzerine yüklenen suçun CMK'nın 100/maddesinde öngörülen suçlardan olması ve adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacak olması hususları da dikkate alınarak CMK’nun 100 ve devamı maddeleri gereğince ... tutuklanmalarına, ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Balıkesir Sulh Ceza Hâkimliği 4/5/2017 tarihinde tutuklama kararındaki gerekçelere atfen itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu söz konusu kararın 10/5/2017 tarihinde tebliğ edildiğini bildirmiştir. Başvurucu 1/6/2017 tarihinde (2017/26769 sayılı dosya yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 10/11/2017 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında terör örgütü yöneticisi olma suçundan aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgiler verilmiş, özellikle emniyet yapılanması anlatılmış, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilerek başvurucunun örgüt içinde emniyet sorumlularından olduğu ileri sürülerek terör örgütü yöneticisi olduğu iddia edilmiştir. Bu bağlamda iddianamede yer verilen olay ve olgular özetle şöyledir:i. FETÖ/PDY'nin emniyet mahrem yapılanmasının "Ankara, Ege, Erzurum, Gaziantep, İrfan Bey, Marmara ve Okul" olmak üzere yedi büyük bölge şeklinde yapılandığı, her büyük bölgenin küçük bölgeler şeklinde alt yapılanmalarının olduğu, küçük bölgelerin altında ise il ve ilçe yapılanmalarının bulunduğu, ayrıca örgüte mensup üst konumda bulunan "Mahrem Sorumluların" "temsilciler, genel müdürler, müdürler, müdür yardımcıları/zümre başkanları, rehberlik araştırma merkezi/rehber, danışmalar, personel/sekreterler, bilişim, izdivaç, hukuk ve öğretmenler" olarak ayrıldığı, bu kişiler arasında örgütsel bir hiyerarşinin bulunduğu belirtilerek Balıkesir İl Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen 5/5/2017 tarihli raporda başvurucuya ilişkin olarak "Büyük Bölge: Gaziantep, Küçük Bölge: Gaziantep, İl: Gaziantep, İlçe: Merkez, Kod Ad: Hakan, Birimi: Lise, Görevi: Öğretmen, Konumu: Öğretmen" şeklinde tespitlerin bulunduğu belirtilerek başvurucunun FETÖ/PDY'nin emniyet sorumlularından olduğu ileri sürülmüştür.ii. Balıkesir İl Millî Eğitim Müdürlüğünün 27/4/2017 tarihli ve Sosyal Güvenlik Kurumu Balıkesir İl Müdürlüğünün 28/4/2017 tarihli yazılarına göre başvurucunun 2010-2016 yılları arasında FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu belirtilen özel eğitim kurumlarında çalıştığı belirtilmiştir.iii. Başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı Bank Asya'da bulunan hesabının incelenmesinde; hesabın 2007 yılında açıldığı, hesapta 2013 yılı Haziran ayından 2013 yılı Ağustos ayına kadar 30 TL bulunduğu, 2013 yılı Eylül ve Ekim aylarında para bulunmadığı, 2013 yılı Kasım ve Aralık aylarında 4 TL olduğu, 2014 yılı Ocak ayında ise 721,96 TL bulunduğu, 2013 yılı Ocak ayından 2015 yılı Aralık ayına kadar artış ve azalışlar olduğu, 2015 yılı Aralık ayında 139,23 TL, 2016 yılı Temmuz ayında ise 655,98 TL olduğu, hesabın hâlen aktif olduğu ve kredi kartı kullanımının olduğu belirtilmiştir.iv. Başvurucunun Emniyet tarafından düzenlenen 27/4/2017 tarihli tutanakla tespit edilen sosyal medyada paylaştığı mesajlarına yer verilmiştir. Bu mesajlar şöyledir:"İçerideki gazeteciler için: 'Onlar gazetecilikten değil, başka suçlardan, örgüt suçundan tutuklu' diyorlar. Peki 50 yıldır tefsir üzerine çalışan ve öğrenci yetiştiren Suat yıldırım hoca da mı örgüt suçlusu? O zaman yetiştirdiği binlerce ilahiyatlı da örgüt elemanı demektir. Bu duruma sessiz kalan müslüman kardeşime diyorum ki: El insaaf ve azıcık basiret!...""Alın size istikrar, Türkiyenin doğusu bağıra bağıra gidiyor Erdoğan başkanlık peşinde iyi uykular hepimize DEVLET DOĞU'DA TERÖRİSTLERİ TASFİYE EDEMEYİNCE ÖĞRETMENLERİ TASFİYE ETMEYE BAŞLADI. ALIN SİZE İSTİKRAR""Cüppeli'ye yazık oldu. Bir haftadır çıkıp 'bunların arkasında İsrail var' diye hizmete iftira attı. Akp ise bugün 'İsrail dostumuzdur' dedi.""Akpliler haydi ! Cümleten amin diyoruz : 'Kim İsrail şer şebekesinin dostuysa Allah bin belasını versin' AK Parti Sözcüsü Çelik: 'İsrail Devleti ve halkı Türkiye'nin dostudur' İddianame Balıkesir Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 17/11/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/505 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme aynı tarihte yaptığı tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanık Hüseyin Talaz hakkında iddia, savunma, banka kaydı, arama, araştırma ve el koyma tutanakları gibi belge ve bulgulara göre kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olgular bulunduğundan, tutuklama sebeplerinin devam ettiği anlaşıldığından, atılı suç CMK’nın 100/ maddesi kapsamında kalan ve kaçma şüphesinin kanunun hükmüne göre kabul edildiği suçlardan olduğundan, mahkemece henüz savunma tespit edilmediğinden, adli kontrolün uygulanması bu aşamada yeterli görülmediğinden sanığın tutukluluk halinin devamına ... karar verildi." Mahkeme 6/2/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucunun savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"Ben iddianamede belirtildiği şekilde dersanede de çalıştım. Ailemin geçimini sağlamak için çalıştım. Dersanede çalıştığım gibi başka yerlerde de çalıştım. Defalarca KPSS sınavına girdiğim halde kazanamadığım için Milli Eğitim'e atanamadım. Formasyon eğitimim de yoktu. Bu nedenle dersanede çalışmak durumunda kaldım. Bank Asya'da ise 2007 yılında kredi kartı almak için hesap açmıştım. Dersanede çalıştığım dönemde de maaşım yatmıştı. Zaten cüzzi paralar yatıyordu. Bankayı destekleyecek şekilde kimsenin talimatıyla yüksek miktarda para yatırmış değilim. Bu yöndeki iddiayı da kabul etmiyorum. Facebook paylaşımları kendi yazdığım şeyler değildir, başkasının yazılarını paylaşmışımdır. Paylaşımlarımda suç unsuru olmadığını düşündüğümden paylaştım. Ben emniyet mahrem imam yapılanmasını tutuklandığımda öğrendim. Hakkımda bir tanık beyanı yoktur. Bylock kullanmamışım. Ne şekilde mahrem imam olduğumu anlamış değilim, kesinlikle kabul etmiyorum....Raporda bulunan 0507 644 37 66 nolu hat bana aittir. 0 507 644 37 95 nolu hat eşim [N.T.ye] aittir. Ben Malatya'da stajer öğretmen olarak kısa bir süre bulunmuştum. Gaziantep'e 2010 yılında gelmiştim, Anafen Bahattin bey şubesinde çalıştım. Bu yöndeki bilgiler bana aittir. Bu bilgilere ulaşmak zor değildir. Hakan kod ismini kullanmadım, tespiti ve raporu kabul etmiyorum....2014 Ocak ayında altın aldığım doğrudur, yine Eylül 2014 tarihinde kredi kartı borcu nedeniyle parayı eşimin hesabına yatırmış olabilirim." Mahkeme duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanık Hüseyin Talaz hakkında iddia, savunma, banka kaydı, arama, araştırma ve el koyma tutanakları gibi belge ve bulgulara göre kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olgular bulunduğundan, tutuklama sebeplerinin devam ettiği anlaşıldığından, atılı suç CMK’nın 100/ maddesi kapsamında kalan ve kaçma şüphesinin kanunun hükmüne göre kabul edildiği suçlardan olduğundan, adli kontrolün uygulanması bu aşamada yeterli görülmediğinden sanığın tutukluluk halinin devamına ... karar verildi." Mahkeme 20/2/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkeme kararında öncelikle FETÖ/PDY'nin yapılanmasına ve gerçekleştirdiği eylemlere ayrıntılı şekilde yer verdikten sonra somut olaya ilişkin değerlendirme yaparak mahkûmiyet gerekçesini açıklamıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... sanığın eylemleri değerlendirildiğinde; sanık Hüseyin Talaz'ın Balıkesir İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün 27/04/2017 tarihli yazısına göre; örgüte müzahir eğitim kurumlarında öğretmen olarak görev yaptığı,FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Emniyet Mahrem Yapılanmasının Ankara, Ege, Erzurum, Gaziantep, İrfan Bey, Marmara ve Okul olmak üzere 7 Büyük Bölge şeklinde yapılandığı, her Büyük Bölgenin Küçük Bölgeler şeklinde alt yapılanmalarının olduğu, Küçük Bölgelerin altında ise İl ve İlçe Yapılanmalarının bulunduğu, ayrıca yapıya mensup üst konumda bulunan 'Mahrem Sorumluların' Temsilciler, Genel Müdürler, Müdürler, Müdür Yardımcıları/Zümre Başkanları, Rehberlik Araştırma Merkezi (RAM)/Rehber, Danışmalar, Personel/Sekreterler, Bilişim, İzdivaç, Hukuk ve Öğretmenler olarak ayrıldığı ve bu şekilde tanımlandığı, bu kişiler arasında da örgütsel bir hiyerarşinin bulunduğu, buna ilişkin olarak Balıkesir İl Emniyet Müdürlüğü K.O. Şube Müdürlüğünce düzenlenen 05/05/2017 tarihli raporun incelenmesinde sanığın; Büyük Bölge : Gaziantep, Küçük Bölge : Gaziantep, İl : Gaziantep, İlçe : Merkez, Kod Ad : Hakan, Birimi : Lise, Görevi : Öğretmen, Konumu : Öğretmen olduğu, örgütün mahrem imam yapılanmasında polis memurlarından oluşan grubun sorumlusu olduğu, bu mahrem yapılanma içinde Hakan kod adını kullanarak örgütsel faaliyetlerini gizlilik esasına göre yürüttüğünün tespit edildiği,Bank Asya hesap hareketlerini incelenmesine ilişkin CD'nin incelenmesinde; Sanık Hüseyin Talaz'ın adına açılmış 21/11/2007 tarihli bir hesabın olduğu, hesapta 2013 aralık ayı itibariyle 4 TL para bulunduğu, bu tarihe kadar kredi kartı işlemleri için hesabın kullanıldığının anlaşıldığı, 23/01/2014 tarihinde altın hesabı açılmak suretiyle 3721 TL hesapta para bulundurulduğu, bu hesaptaki paranın daha sonra parça parça çekilerek Eylül 2014 tarihinde 47 TL para kaldığı, sanığın eşi [N.T.] adına 01/09/2005 tarihinde açılmış bir hesap olduğu Eylül 2014 tarihine kadar hesapta para bulunmazken Eylül 2014 tarihinde 2363 TL para bulunduğu, Kasım 2014 tarihinde de bu paranın çekilmiş olduğu bu şekilde örgütü maddeten destekleyen eylemleri hep birikte değerlendirildiğinde he ne kadar sanık hakkında 314/1 gereğince silahlı terör örgütü yöneticisi olmak suçundan kamu davası açılmış ise de tüm dosya kapsamı ve Balıkesir KOM Şube Müdürlüğü'nün 05/05/2017 tarihli raporuna göre ;sanığın örgütün eylemleri kapsamında söz sahibi olduğuna hiyerarşik açıdan da diğer üyelere oranla üstünlüğüne dair dosyada yeterli delil bulunmadığı anlaşılmış, sanığın örgüte aidiyeti bulunan Bank Asya'da örgüt liderinin talimatı doğrultusunda altın hesabı açtırıp örgütü maddeten desteklediği, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne müzahir yayın kuruluşu olan Zaman gazetesi aboneliğinin devam ettiği, sosyal medya hesabında örgütü destekler paylaşımları olduğu, sanığın ayrıca mahrem imam yapılanmasında polis memurlarından oluşan grubun sorumlusu olduğu, bu mahrem yapılanma içinde 'Hakan' kod adını kullanarak örgütsel faaliyetlerini gizlilik esasına göre yürüttüğünün tespit edildiği, bu yapılanma içerisinde bir grubun diğer gruptaki kişileri bilmemesi grup sorumlusu olan öğretmenlerin diğer kişileri bilmemesi hususunun örgütün hücre tipi veye kripto yapılanmasını ortaya çıkardığı, örgütte gizliliğin esas olduğu bu nedenle sanığın inkara dayalı savunmalarının suçtan kurtulmaya yönelik olduğu sonucuna varılarak sanığın savunmalarına itibar edilmemiş, toplanan delillere göre sanığın çeşitlilik, yoğunluk arzeden eylemlerinden sanığın örgüt hiyerarşisi içinde bilerek ve isteyerekyer aldığı ve bu hiyerarşik yapı içinde kendisine verilen görevi yerine getirdiği, bu suretle silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunu işlediği ... [sabit olduğundan mahkumiyetine karar verilmiştir.]"..."Sanık Hüseyin Talaz'ın aleyhindeki mevcut delil durumu, sanık hakkında hükmolunan cezanın nevi ve süresi kaçma kuşkusu doğurduğundan 5271 sayılı CMK'nın 101, 104/2 maddeleri uyarınca sanığın tutukluluk halinin hükmen devamına ... karar verildi." Başvurucu anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dosyanın tevzi edildiği Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 10/4/2018 tarihinde başvurucunun istinaf talebinin esastan reddine ve tutukluluk hâlinin devamın karar vermiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi tarafından 3/5/2018 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu kararı hangi tarihte öğrendiğini bildirmemiştir. Başvurucu 1/6/2018 tarihinde (2018/17511 sayılı dosya yönünden) bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Bölge Adliye Mahkemesinin kararını temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi temyiz incelemesi sonunda 21/1/2019 tarihinde hükmü onamış ve başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Mustafa Özterzi [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48; Emre Soncan, B. No: 2016/73490, 11/3/2020, §§ 32-38; Hasan Akboğa [GK], B. No: 2016/10380, 27/3/2019, §§ 19-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/26769
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğa ilişkin karar veren yargı mercilerinin tarafsız ve bağımsız olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, avukat ile yapılan görüşmelerin teknik araçlarla kayda alınması dolayısıyla tutukluluğa etkili şekilde itiraz edilememesi, bağımsız ve tarafsız olmayan mahkemelerce yargılama yapılmasından dolayı mahkûmiyete bağlı tutmanın da hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yayımlanan bir kitapta geçen ifadelerin kişilik haklarını zedelediği iddiasıyla açılan tazminat davasının reddedilmesinin şeref ve itibar hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 2011 yılında, araştırmacı yazar E.P.nin "Kalpazan" isimli kitabı yayımlanmıştır. Bir iş adamı olan başvurucu, söz konusu kitapta kendisi hakkında "uyuşturucu kaçakçısı", "katil", "çeteci", "sahtekâr", "din tüccarı", "mafya yapılanması", "yeraltı dünyasının adamı" ve "çenesi düşük" ifadelerinin kullanıldığını belirtmiştir. Başvurucu, söz konusu kitapta kendisi hakkında sarf edilen söz konusu ifadelerin kişilik haklarını zedelediği iddiasıyla tazminat davası açmıştır.Üsküdar Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 15/11/2012 tarihinde davayı reddetmiştir. Mahkeme gerekçesinde, başvuru konusu kitabın "Bir Liderin Doğuşu" adlı diğer bir kitabın hicvedilmesi ve anılan kitapta aktarılan olayların farklı bir bakış açısıyla sunularak kamuoyunun aydınlatılması amacını taşıdığını belirtmiştir. Mahkeme, başvurucunun "Bir Liderin Doğuşu" isimli kitapta yer alan olayları aktaran şahıslardan biri olması nedeniyle başvuru konusu kitapta hedef alındığını, bununla birlikte kitabın bir bütün olarak okunması hâlinde yazılanların başvurucuya hakaret etme amacı taşımadığının anlaşıldığını ifade etmiştir. Mahkeme ayrıca kitapta başvurucu hakkında aktarılan ve hakaret içerdiği iddia edilen ifadelerin sanal ortamda haber olarak uzun zamandır yayımlanmakta olduğunu ve kitaba bunların alıntı şeklinde aktarıldığını belirtmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, başvuru konusu kitapta şikâyet edilen ifadelerin toplumsal ilgi ve güncellik unsurlarını içerdiğine ve ağır eleştiri sınırları kapsamında kaldığına karar vermiştir. Başvurucu, ret kararını temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 31/3/2014 tarihinde Mahkemenin ret kararını onamıştır. Başvurucu, onama kararına karşı karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Daire 13/11/2014 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 20/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "İlke" kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”B. Uluslararası Hukuk İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi ile ifade ve basın özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı arasındaki ilişkiyle ilgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Haci Boğatekin (B. No: 2014/18101, 26/10/2017, §§ 16-20).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2653
Başvuru, yayımlanan bir kitapta geçen ifadelerin kişilik haklarını zedelediği iddiasıyla açılan tazminat davasının reddedilmesinin şeref ve itibar hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş; makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38654
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından kaynaklı olarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1/1/1996 tarihinden itibaren Tosya Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı bir şekilde büro görevlisi olarak çalışmaktadır. Başvurucu, çalıştığı kurumun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne bağlı kamu kurumu niteliğinde ve Danıştay içtihatlarında belirtildiği üzere kendisinin de kamu personeli olduğunu ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla çalıştığı kuruma başvuruda bulunmuştur. İlave tediye alacağı isteğinin Vakıf tarafından reddedilmesi üzerine başvurucu 1/4/2016 tarihli dilekçesiyle fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulması kaydıyla 000 TL talebiyle Vakıf aleyhine dava açmıştır. Başvurucu, yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda talebini toplam 843,45 TL olarak ıslah etmiştir. Tosya Asliye Hukuk Mahkemesi -iş mahkemesi sıfatıyla- yapmış olduğu yargılama sonunda 17/11/2016 tarihli kararla davanın kabulü ile 843,45 TL'nin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme, gerekçeli kararında davalı Vakfın kamu kuruluşu niteliğinde olup bu kurumda çalışan başvurucunun kanun ile tanınan ilave tediye alacağından yararlanma hakkı bulunduğunu belirtmiş ve Yargıtay Hukuk Dairesinin benzeri bir uyuşmazlıkta vermiş olduğu karardaki tespitlere de yer vermiştir. Davalı Vakıf, hükme karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi (BAM) Hukuk Dairesi 31/5/2017 tarihli kararla ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Anılan kararda davalı Vakfın 6772 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında kamu tüzel kişiliğinin bulunup bulunmadığı ve bunun sonucu olarak bu kurumda çalışan başvurucuya ilave tediye yapılıp yapılamayacağı değerlendirilmiştir. BAM, davalı Vakfın kuruluşunu düzenleyen 29/5/1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına kamu tüzel kişiliği statüsü verilmediğini ve dolayısıyla bu vakıflarda çalışanların da kamu işçisi sıfatına sahip bulunmaması nedeniyle ilave tediye alacağına hak kazanmayacakları gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Nihai karar 9/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 6/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 3294 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  “Bu Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulur....Vakıflar, 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleridir.” 6772 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:Umumi, mülhak ve hususi bütçeli dairelerle mütedavil sermayeli müesseseler, sermayesinin yarısından fazlası Devlete ait olan şirket ve kurumlarla belediyeler ve bunlara bağlı teşekküller, 3460 ve 3659 sayılı kanunların şümulüne giren İktisadi Devlet Teşekkülleri ve diğer bilcümle kurum, banka, ortaklık ve müesseselerinde müstahdem olanlardan İş Kanununun şümulüne giren veya girmiyen yerlerde çalışmakta olan ve İş Kanununun muaddel birinci maddesindeki tarife göre işçi vasfında olan kimselere, ücret sistemleri ne olursa olsun, her yıl için birer aylık istihkakları tutarında ilave tediye yapılır.'' 6772 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:Birinci ve ikinci maddelerde yazılı olan işçilere mezkür maddeler gereğince yapılan tediyelerden ayrı olarak her yıl için bir aylık istihkakları tutarını geçmemek üzere Cumhurbaşkanı karariyle aynı nispette bir ilave tediye daha yapılabilir.'' Yargıtay Kararları Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 9/6/2017 tarihli ve E.2016/3, K.2017/4 sayılı içtihadı birleştirme kararının (İBK) ilgili kısımları şöyledir:''İçtihadı birleştirmenin konusu; il ve ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının her birinin ayrı işyeri ve bağımsız işveren olup olmadığının ya da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı işverenine bağlı işletme kapsamında sayılıp sayılmayacağı; 4857 sayılı İş Kanunun 18 inci maddesi uyarınca iş güvencesi hükümlerinden yararlanmak bağlamında her bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfında 30 işçi çalışıp çalışmadığının araştırılmasının gerekip gerekmediği hususundadır.Öncelikle üzerinde durulması gereken Fon Kurulunun ve sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının yukarıda belirtilen nitelikleri itibariyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının idari ve hiyerarşik yapılanmasındaki yeri ile hukuki statüsünün tespitidir....Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün görevlerine ilişkin 633 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 11 inci maddesinin (h) bendinde yer alan, Genel Müdürlük ve sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının 'işbirliği' yapmasına dair açık ifade de, anılan vakıfların tüzel kişiliğe haiz ve bağımsız işveren sıfatına sahip olduğunu aralarında idari yönden hiyerarşik bir ilişki bulunmadığını ortaya koymaktadır.Bu çerçevede 3294sayılı Kanun ile il ve ilçelerde kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olup ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları, Bakanlığın denetim yetkisi nedeniyle işveren sıfatının Bakanlığa ait olduğunun ileri sürülemeyeceği; anılan vakıfların ayrı tüzel kişiliğe sahip olması nedeniyle toplu iş sözleşmesinin iş yeri düzeyinde bağıtlanabileceği, işletme düzeyinde bağıtlanmasının mümkün olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/9/2010 tarihli ve E.2008/24485, K.2010/25589 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:''Dosya içeriğine göre davalı vakıf, sosyal adaleti pekiştirici tedbirlerin alınması, gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesinin sağlanması , sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı teşvik etmesi için 3294 sayılı yasanın maddesi uyarınca kurulmuştur. Mülki idare amiri vakfın başkanı olup, diğer kamu görevlileri de vakfın mütevelli heyetini oluşturmaktadır. Vakfın gelirlerinin bir kısmının Başbakanlığa bağlı fondan ve bütçeye konulacak ödeneklerden karşılanacağı yasada belirtilmiştir. Yasa vakfın birtakım vergi muafiyetlerinden yaralandırılmasını da düzenlemiştir. Vakfın harcamalarının, iş ve işlemlerinin incelenmesi, izlenmesi ve denetlenmesi 5263 sayılı yasa ile kurulan ve Başbakanlığa bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilecektir. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, genel bütçe kapsamındaki bir kamu idaresidir. Davalı vakfın yasadan alınan yetki ile kurulduğu, devlete bağlı olduğu, kamusal yetki ve ayrıcalıklardan yararlandığı anlaşılmaktadır. Davalı vakıf bu niteliği itibariyle6772 sayılı yasa kapsamında sayılan devlete bağlı bir kuruluştur. Bu yerde çalışan işçinin de 6772 sayılı yasada belirtilen ilave tediye alacağından yararlanması gerekir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/4/2016 tarihli ve E.2016/12810, K.2016/10708 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dairemizin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın 6772 sayılı Kanun’un maddesinde sayılan ve ilave tediye ödemesi gereken kurumlardan olduğu, benzer nitelikteki davalarda davacılara ilave tediye ödenmesi gerektiği yönündeki kararların Dairemizce onandığı (Dairemiz 2013 Tarih, 2011/25327 E.-2013/22503 K. sayılı kararı) gerekçesi ile verdiği bozma kararı usul ve yasaya uygun olup direnmenin yerinde olmadığı anlaşıldığından, temyiz incelemesinin yapılmak üzere dosyanın 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun geçici ek ikinci maddesi uyarınca yetkili ve görevli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na GÖNDERİLMESİNE, [karar verildi].'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/1981, K.2018/9157 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sonuç olarak il ve ilçelerde 3294 sayılı yasa uyarınca kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının devlet bağlı, 6772 sayılı kanun kapsamında sayılan işyerlerinden olduğu ve 2017 gün ve 30130 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2017 gün ve 2016/3 E. 217/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının ilave tediye alacağına ilişkin olarak olumsuz bir etkisinin olmadığının anlaşılmasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde değil ise de;İlk Derece Mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre davacının davalı işyerinde çalışmaya başladığı tarihten dava tarihine kadar ilave tediye ücretinin hesaplandığı anlaşılmaktadır. Oysa ki; Fon kurulu tarafından 2012 yılından itibaren ilave tediye niteliğinde iki maaş tutarında ikramiye ödenmesine karar verilmiştir. Bu nedenlerle Mahkemece, davacının çalıştığı süreye ilişkin sözleşme ve işyeri kayıtları getirtilerek, ödenen ikramiye miktarları yıllara göre tespit edilmeli, ikramiye ödemesi yapılan yıllar için ilave tediyenin ödendiği kabul edilmelidir. Mahkemece bu hususta herhangi bir inceleme yapılmadan, ikramiyenin dolayısıyla ilave tediyenin bu tarihten sonra ödenip ödenmediği belirlenmeden karar verilmesi hatalıdır.'' (Kapatılan) Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/5/2016 tarihli ve E.2016/2419, K.2016/10640 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: İlave tediye alacağı, ödeme tarihinde işçinin işinden ayrılmış olup olmadığına bakılmaksızın, hak edilen yıl içinde o yerde veya aynı idare, teşekkül ve müesseseye ait muhtelif yerlerde geçmiş olan hizmetlerinin toplamı oranında ve son çalıştığı yerde ödenir. İşçi tam yıl çalışmamış ise, ilave tediye o yıl için kıstelyevm esasına göre hesaplanıp ödenecektir.İşçinin ilave tediye alacağına, esas olacak çalışma süresinin hesaplanmasında iş sözleşmesinin devamı müddetine rastlayan yasal ve idari izinler, hastalık izinleri, hafta tatili ile ulusal, bayram ve genel tatil günleri, çalışılmış gibi hesaba katılır.Somut olayda davacının ilave tediye ücreti hesaplanırken; hesaplamaya esas ücret olarak ödeme tarihleri itibarıyla davacının SGK hizmet cetvelinde gösterilen ücretleri esas alınmıştır. Oysa yukarıdaki ilke kararında detaylı şekilde açıklandığı üzere ilave tediye ücreti Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen dönemlerde işçiye ödenen çıplak ücret tutarında ödenmelidir. Yani hesaplamaya esas alınan ücret Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen ödeme tarihlerinde işçinin almış olduğu fazla mesai, evlilik, çocuk zamları veya primleri, ayni yardımlar, hafta ve genel tatil ücretleri gibi esas ücrete dahil olan ödemeler dikkate alınmaksızın belirlenen çıplak ücrettir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda hesaplamaya esas alınan SGK hizmet cetvelinde belirtilen ücretler çıplak ücretler olmayıp prime esas kazançların tümünü kapsamaktadır. Yapılacak iş; dosya yeniden uzman bir bilirkişiye tevdi edilerek davacının ilave tediye ücreti davalı tarafından dosyaya sunulan bordrolarda belirtilen çıplak ücret miktarı esas alınarak yukarıdaki ilkeler çerçevesinde tekrar hesaplanmalı ve çıkacak sonuca göre karar verilmelidir. Mahkemece bu husus gözetilmeksizin hatalı bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle karar verilmiş olması isabetli olmayıp bozma nedenidir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/10/2013 tarihli ve E.2012/26823, K.2013/21090 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:''3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümlerine istinaden Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları kurulmuştur. 3294 sayılı Kanun'un 5263 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik maddesinin fıkrasında, '...Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları kurulacağı,' fıkrasında ise 'Vakıf senetlerinin mahallin en büyük mülki amiri tarafından Medeni Kanun hükümlerine göre tescil ettirileceği' belirtilmiştir. 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun maddesine göre de 'Vakıflar özel hukuk tüzel kişiliğine sahiptir.' Anayasa'nın maddesinin fıkrasında 'Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur.' hükmü mevcuttur. Görüldüğü üzere, kanun koyucunun Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına bilinçli olarak 'kamu tüzel kişiliği' vermediği, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulmasını ve özel hukuk hükümlerine göre faaliyet göstermesini istediği açıktır.Öte yandan, 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun maddesinde vakfın gelirleri belirtilmiş olup, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu'ndan ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının gelirlerinin, sadece fondan aktarılan paydan oluşmadığı, bunun yanında, her nevi fitre, zekat ve benzeri yardımlardan, işletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerden ve diğer gelirlerden oluştuğu anlaşılmaktadır.Bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının özel hukuk tüzel kişisi olduğu, kuruluş amacı ve mali yapısı itibariyle kamu kurumlarından farklı nitelikte olduğu ve bu bağlamda 6772 sayılı Kanun'un maddesi kapsamına girmeyeceği açıktır. Şu halde, mahkemece, davalı vakfın ilave tediye alacağından sorumlu olmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulü yönünde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/04/2018 tarihli ve E.2018/5389, K.2018/9411 sayılı kararının gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir: "İzah edilen sebeplerle, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı birer özel hukuk tüzel kişisi olan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının izah edilen hukuki statüleri nazara alınarak personelleri hakkında 6772 sayılı Kanunun uygulanması mümkün görünmemektedir.Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının oluşumuna bakılacak olursa Mütevelli Heyet üyelerinin neredeyse yarısı sivil üyelerden oluşmaktadır. 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun maddesinde; İlçe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Mütevelli Heyetinde 1 adet belediye başkanı, 1 adet köy muhtarı, 1 adet mahalle muhtarı, 1 adet sivil toplum kuruluşu yöneticisi, 2 adet hayırsever vatandaşın görev alacağı belirtilmektedir.Mütevelli Heyet tarafından oyçokluğu ile karar alan ve uygulayan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının 12 üyesinden 6'sının seçilerek gelen kişiler olduğu nazara alındığında, bu Vakıfların kamu kurumu olarak telakki edilmesi düşünülemez.Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının Vakıf statüsü, mevcut hukuki yapısı, gelirleri ve konuya ilişkin yargı kararlarıyla birlikte değerlendirildiğinde, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı bir özel hukuk tüzel kişiliğine sahip, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının kamu kurumu vasfında olmadığı, Vakıf çalışanlarının da fon personeli olarak telakki edilemeyeceği cihetle, 6772 sayılı Kanun kapsamındaki kamu kurumlarından olmadığı açıktır.Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu'nun 2017 gün ve 2016/3 esas sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında vurgulandığı üzere herbir vakfın özel hukuk tüzel kişiliğini haiz, ayrı ve bağımsız işveren olduğu belirlendiğinden, kamu tüzel kişiliği bulunmadığından ilave tediye isteminin reddedilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.'' B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin ön sözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve bireylerin meşru beklentilerinin korunması, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94, ...34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008). AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM'in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50). AİHM, iki ihtilafa farklı muamele yapılmasının incelenen gerçek olayların farklılığından kaynaklanmış olması hâlinde çelişkili içtihatlardan bahsedilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir (Ucar/ Türkiye (k.k.) B. No: 12960/05, 29/9/2009). AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi içinde Sözleşme'ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto /Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandı ise ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53). AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki bu ilkelerin AİHM'in incelemek durumunda kaldığı çelişen yorumların bir yüksek mahkemenin birleştirici yetkisini uygulayabileceği yasal hükümlerle bağlantılı olarak yargı sisteminin aynı dalında meydana gelen davalar için öngörüldüğü belirtilmelidir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55, 80).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29896
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığından kaynaklı olarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 5/5/2008 tarihinde Salihli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) açtığı kooperatif genel kurul kararının iptali davasının reddedildiğini, yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin giderilmesini talep etmiştir. Başvuru, 27/5/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 23/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 14/1/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı, 3/3/2014 tarihli yazısı ile makul sürede yargılama yapılmadığına yönelik olarak görüş sunulmasına gerek olmadığını, diğer ihlal iddialarının dayanaktan yoksun nitelikte olduğunu bildirmiş, başvurucu vekili 31/3/2014 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı diyeceklerini sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 5/5/2008 tarihinde S.S. Yeşil Palmiye Konut Yapı Kooperatifi aleyhine Salihli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Ticaret Mahkemesi sıfatıyla) açtığı davada, 30/3/2008 tarihinde yapılan kooperatif genel kurul toplantı çağrısının usulüne uygun olmadığını, gündemin usulüne uygun ilan ve tebliğ edilmediğini, Yönetim Kurulu Başkanının yakınlarının katılımıyla yapılan genel kurulda alınan ibra kararının, geçersiz denetçi raporuna dayandığını ileri sürerek, 30/3/2008 tarihli genel kurul kararının iptalini talep etmiştir. Başvurucu vekilinin 9/3/2009 tarihli duruşmaya mazeret bildirdiği, Mahkemece başvurucu vekilinin mazeretinin kabulüne, İstanbul Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesine talimat yazılarak bilirkişi raporu alınmasına, masrafların başvurucu tarafından karşılanmasına, duruşmanın 22/4/2009 tarihine ertelenmesine karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucu tarafından masraf verilmediği için bilirkişiden rapor alınması amacıyla talimat yazılamadığı, Mahkemece 22/4/2009 tarihli duruşmada yeniden bilirkişi raporu alınması için talimat yazılmasına ve masrafın başvurucudan alınmasına karar verildiği belirlenmiştir. Başvurucu, 4/5/2009 tarihli dilekçesi ile bilirkişi incelemesine gerek olmadığını, meselenin hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgi ile çözümlenebilecek bir husus olduğunu ileri sürmüş, ancak bilirkişi ücretini yatırması üzerine, bilirkişiden rapor alınması için İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine talimat yazılmıştır. Bilirkişi 30/7/2009 tarihli raporunda, toplantı ve karar nisabının oluştuğunu, başvurucunun çağrıya rağmen genel kurula katılmaması sebebiyle iptal davası açamayacağını, ayrıca toplantıya katılsa dahi bir tane ret oyunun kararların sıhhatine tesir etmeyeceğini dolayısıyla iptal talebinde haklı olmadığını bildirmiştir. Başvurucu vekilinin 28/9/2009 tarihli duruşmaya mazeret verdiği ve Mahkemece başvurucu vekilinin mazereti kabul edilerek duruşmanın 18/11/2009 tarihine ertelendiği anlaşılmıştır. Mahkemece, 18/11/2009 tarih ve E.2008/265, K.2009/693 sayılı kararla; davalı Kooperatif merkezi Salihli'de olduğundan davanın yetkili Mahkemede açıldığı, bu nedenle başvurucunun yargılama sırasındaki yetki itirazının yerinde olmadığı, başvurucunun 25/2/2008 tarihinde usulünce genel kurula çağrıldığı, çağrıya rağmen toplantıya katılmayan başvurucunun iptal davası açamayacağı, dava açma hakkı bulunsa dahi 13 ortaklı kooperatifin iptali istenen genel kurulunun 7 ortağın katılımı ile yapıldığı, tüm kararların oybirliği ile alındığı, başvurucunun toplantıya katılıp ret oyu kullanması halinde dahi alınan kararlara etkisinin olmayacağı, alınan kararların yasaya, ana sözleşmeye ve iyi niyet kurallarına aykırı olduğunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun 11/3/2010 tarihinde hükmü temyiz ettiği, ancak dosyanın Yargıtaya gidiş-dönüş ve tebliğ giderini yatırmaması nedeniyle 15/3/2010 tarihli yazıyla başvurucuya anılan masrafları yatırması için Mahkemece muhtıra gönderildiği, başvurucunun masrafları tamamlaması üzerine 29/4/2010 tarihinde dosyanın Yargıtay Hukuk Dairesine gönderildiği anlaşılmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesince 29/7/2011 tarih ve E.2010/6410, K.2011/3098 sayılı kararla davanın Dairenin görevine girmediği gerekçesiyle dosyanın Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, 5/3/2012 tarihinde, dava dosyasına ek dilekçelerini Yargıtaya göndermiştir. Başvurucunun duruşmalı temyiz istemi sonucu, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/5/2012 tarih ve E.2012/969, K.2012/3464 sayılı kararıyla; dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi üzerine dosya, 6/8/2012 tarihinde Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/11/2012 tarih ve E.2012/4510, K.2012/6989 sayılı ilamıyla; dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, HUMK'un maddesinde sayılan hallerden hiçbirisine uymayan karar düzeltme istemi reddedilmiştir. Karar, 26/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 27/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez.” 24/4/1969 tarih ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Bu kanunda aksine açıklama olmayan hususlarda Türk Ticaret Kanunundaki Anonim şirketlere ait hükümler uygulanır.” 1163 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu kanunda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları, tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın ticari dava sayılır.Bu davalarda basit muhakeme usulü uygulanır.” 29/6/1956 tarih ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Aşağıda yazılı kimseler, kanun veya esas mukavele hükümlerine ve bilhassa afaki iyi niyet esaslarına aykırı olan umumi heyet kararları aleyhine, tarihlerinden itibaren üç ay içinde şirket merkezinin bulunduğu yerdeki mahkemeye müracaatla iptal davası açabilirler:…”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3613
Başvurucu, 5/5/2008 tarihinde Salihli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) açtığı kooperatif genel kurul kararının iptali davasının reddedildiğini, yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin giderilmesini talep etmiştir.
0
Başvuru, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru neticesinde yeterli tazminat verilmemesi, açılan davanın reddedilmesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/10/2014 tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 30/1/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından görüş sunulmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, murislerinin Diyarbakır ili Lice ilçesinde 18/7/1994 tarihinde meydana gelen terör örgütü üyeleri ve güvenlik güçleri arasındaki çatışmada öldüğünü, güvenlik nedeniyle göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular 22/12/2004 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararının karşılanması talebiyle Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. 14/7/2006 tarihli ve 2006/4-448 sayılı Komisyon kararında, terör olayları sonucu oluşan zararın karşılanması talebiyle yapılan başvuruda başvuruculara toplam 666,67 TL ödenmesine karar verilmiştir. Başvurucular tarafından sulhname imzlanmayarak tazminat miktarının yeterli olmadığı gerekçesiyle belirtilen işlem aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 17/4/2008 tarihli ve E.2006/1861, K.2008/550 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“…Dava dosyasının incelenmesinden; 1999 günü saat 30 sıralarında PKK Terör Örgütü mensuplarınca Lice İlçe Merkezinde bulunan Jandarma Komando Bölük Komutanlığı hizmet binasına, çevre nöbetçilerine ve nizamiye nöbetçilerine kimlikleri ve sayıları tespit edilemeyen örgüt elemanlarınca roket ve uzun namlulu silahlarla ateş açıldığı, güvenlik güçleri tarafından karşılık verildiği, meydana gelen çatışma esnasında olay yeri yakınında bulunan evlerin, mermi ve sıcaklığın etkisiyle alev alarak yandığı, murisin olay sırasında evde bulunduğu evinin çatışmadan dolayı ateş alması nedeniyle yanarak öldüğü,5233 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi üzerine ölümden kaynaklanan zararların karşılanması için 2004 günlü ve 5567 sayılı başvuru dosyası ile davacılar tarafından komisyona başvurulduğu, Komisyonca 2006 gün ve 2006/4-6271 sayılı karar ile toplam 666,67-YTL ödenmesine karar verildiği, 2006 gün ve 448 sayılı sulhnameye davet yazısının davacıya gönderildiği bilahare 2006 tarihinde ise uyuşmazlık tutanağı düzenlendiği, bakılan davada ise 2006 gün ve 448 sayılı sulhnameye davet yazısının dava konusu edildiği anlaşılmaktadır. Yukarıda anılan kanun hükmü uyarınca; ölüm hallerinde 7000 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunan miktarın, elli katı tutarında ilgililere nakdi ödeme yapılacağı hususu açıktır. Davacı sulhnameye davet yazısının iptalini istediğine göre, aylık katsayı esas alınırken sulhnameye davet yazısının düzenlendiği tarihteki (işlem tarihi) memur aylık katsayısının esas alınması gerekmektedir.Buna göre; davacıların maddi tazminat istemlerine ilişkin olarak; 7000 gösterge rakamının işlem tarihinde (2006 yılı Bütçe Kanununa göre 2006-2006 tarihleri arasında ) geçerli olan memur aylık katsayısı olan 0,04373 ile çarpımının elli katı olarak hesaplanan 305,50-YTL miktarın davacılara önerilmesi gerekirken, komisyon tarafından düşük katsayı esas alınarak bulunan 666,67-YTL' nin davacılara teklif edildiği görülmektedir. Bu durumda, yanlış katsayı uygulanarak bulunan miktara ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Davacıların manevi tazminat istemine gelince; 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun ve Yönetmelikte manevi zarara uğrayan ilgililerin manevi tazminatlarının karşılanacağına ilişkin bir hüküm yer almadığından davacıların manevi tazminat talebinin karşılanmasına hukuken imkan bulunmamaktadır.Davacılara ödeme yapılırken 5233 sayılı Kanunun maddesinde yer alan; "Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdi ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır" hükmü gereğince, hükmedilen tazminatın, her bir davacıya miras hissesi nispetinde ödenmesi gerektiği de kuşkusuzdur...” Kararın idarece temyiz edilmesi üzerine, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 2/4/2015 tarihli ve E.2011/9599, K.2015/1881 sayılı kararı ile kısmen onama kısmen bozma kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir;"...Davacıların maddi tazminat istemlerine ilişkin olarak; yanlış katsayı uygulanarak komisyon tarafından düşük katsayı esas alınarak bulunan 666,67-TL' nin davacılara teklif edilen miktara karşılık Mahkeme tarafından 7000 gösterge rakamının işlem tarihinde (2006 yılı Bütçe Kanununa göre 2006-2006 tarihleri arasında ) geçerli olan memur aylık katsayısı olan 0,04373 ile çarpımının elli katı olarak hesaplanan 305,50-TL miktarın davacılara ödenmesi yolunda verilen kararda hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Temyize konu Mahkeme kararının, yasal faize ilişkin kısmına gelince;Terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucunda salt toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının sosyal risk ilkesi gereğince sulhen karşılanması amacıyla çıkarılan 5233 sayılı Kanun, kapsamında bulunan maddi zararların sulhen karşılanması için 2577 sayılı Kanunun maddesinden ayrı, özel bir usul öngörmektedir. Bu prosedüre göre, Kanunda belirtilen süreler içinde ilgili valiliklere yapılan başvurular, valilikler nezdinde oluşturulan komisyonlarca değerlendirmeye tâbi tutulmakta ve başvuranın zarara uğradığı sonucuna varılması halinde, saptanan zararının ödenmesine karar verilerek, bu miktar üzerinden düzenlenen sulhname tasarısı davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilmektedir. Hak sahibinin, sulhname tasarısını 30 gün içinde imzalaması halinde uyuşmazlık sulhen çözümlenmiş olmakta; sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ise ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklı bulunmaktadır. Bu çerçevede 5233 sayılı Kanunun maddesinde, zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin, zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde ve herhalde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları halinde gerekli işlemlere başlanacağı, Zarar Tespit Komisyonunun her başvuru ile ilgili çalışmasını, başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde tamamlamak zorunda olduğu, zorunlu hallerde bu sürenin vali tarafından üç ay daha uzatılabileceği kurala bağlanmıştır.5233 sayılı Kanun uyarınca yapılan başvuruların sonuçlandırılması için yasa koyucu tarafından belirli süreler öngörülmüştür.Bu nedenle, belirli bir miktarın ödenmesini içeren zarar tespit komisyonu kararlarının iptali ve uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan davalarda, idare mahkemesince belirli bir zararın tazminine hükmedilmesi durumunda, kural olarak zarar tespit komisyonu karar tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesi gerekmektedir.Buna göre, davacıların da talebi olduğu için hükmedilen tazminata komisyonun karar tarihi olan 2006 tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına hükmedilmesi gerekirken, ,tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine karar verilmesinde mevzuata ve hukuka uyarlık görülmemiştir.Temyize konu Mahkeme kararının, manevi tazminat talebinin reddine ilişkin kısmına gelince;Görüldüğü üzere; 5233 sayılı Kanun, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen "sosyal risk" ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu nedenle, "sosyal risk ilkesi" uyarınca tazmini gereken uyuşmazlıklarda adı geçen Kanunun uygulanması zorunlu bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle; 5233 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra açılan davalarda, zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının bulunmadığı, fakat kişilerin salt toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar gördükleri ve bu nedenle ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması gerektiği hallerde, idari yargı yerince 5233 sayılı Kanunun uygulanması suretiyle bir karar verilmesi gerekmektedir.Yukarıda açıklandığı üzere, 5233 sayılı Kanunun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu uğranılan maddi zararların tazminini öngörmesi, diğer bir deyişle, manevi zararların tazminini kapsamaması karşısında; 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenmesi gereken uyuşmazlıkta, davacının manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi yolunda verilen kararda hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kısmen kabulü ile,Diyarbakır İdare Mahkemesi'nin 17/04/2008 tarih ve E:2006/1861; K:2008/550 sayılı kararının dava konusu işlemin iptali ve maddi tazminat isteminin kısmen kabul kısmen reddine ilişkin kısımlarının oybirliği ile, manevi tazminat talebinin reddine dair kısmının ise oyçokluğuyla ONANMASINA, kararın faize ilişkin kısmının ise oybirliği ile BOZULMASINA..." Başvurucular tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuş; aynı Dairenin 14/4/2016 tarihli ve E.2016/235, K.2016/2598 sayılı kararı ile karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiştir. Bozma kararı üzerine Diyarbakır İdare Mahkemesinin 18/5/2016 tarihli ve E.2016/615, K.2016/534 sayılı kararı ile bozmaya uyma kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Bu nedenle, belirli bir miktarın ödenmesini içeren zarar tespit komisyonu kararlarının iptali ve uğranıldığı ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan davalarda, idare mahkemesince belirli bir zararın tazminine hükmedilmesi durumunda, kural olarak zarar tespit komisyonu karar tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmesi gerekmektedir.Buna göre, davacıların da talebi olduğu için hükmedilen tazminata komisyonun karar tarihi olan 2006 tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına hükmedilmesi gerekmektedir.Açıklanan nedenlerle; 1 - Mahkememizin 17/04/2008 tarih ve E:2006/1861, K:2008/550 sayılı kararı ile davalı idare tarafından davacıya ödenmesine hükmedilen305,50-TL tazminata komisyon karar tarihi olan 15/07/2006 tarihinden işleyecek olan yasal faizin davalı idare tarafından davacılara ödenmesine, 2 - Mahkememizin 17/04/2008 tarih ve E:2006/1861, K:2008/550 sayılı kararının esasa ilişkin hükümleri yönünden kesinleşmiş olması nedeniyle söz konusu karar ile hüküm altına alınan yargılama giderleri yönünden yeniden hüküm kurulmamasına, 3 - Davacı tarafından yapılan 261,80-TL temyiz ve KD yargılama giderinin davanın sonucunda oluşan haklılık durumuna göre 1/3'ü olan 87,25-TL'nın davacıların üzerinde bırakılmasına, geri kalan 174,55-TL yargılama giderinin davalı idare tarafından davacılara ödenmesine..." Başvurucular tarafından kararın temyiz edilmesi üzerine, dosya Danıştayda karar verilmek üzere beklemektedir.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17108
Başvuru, terör olayı nedeniyle köyü terk etmeye mecbur kalınması sonucu 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuru neticesinde yeterli tazminat verilmemesi, açılan davanın reddedilmesi ve makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru; 24/2/1994 tarihinde terör örgütü tarafından köye baskın yapılması neticesinde murislerin kaçırıldığı ve daha sonra ölü bulunduğu belirtilerek 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruda ve açılan davada yeterli tazminata hükmedilmediği, yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçeleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/5/2014 tarihinde Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 25/10/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/12/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 24/2/1994 tarihinde terör örgütü tarafından köylerine baskın yapılması neticesinde murisleri Ş.B.nin kaçırılması ve daha sonra ölü bulunmasına dair özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular 2/5/2005 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Bitlis Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. 24/8/2005 tarihli ve 2005/114 sayılı Komisyon kararında, başvurucuların murisi Ş.B.nin ölümünden dolayı 560 TL tazminata hükmedilmiştir. Başvurucular tarafından belirtilen tazminat miktarı yeterli görülmeyerek 31/10/2005 tarihinde uyuşmazlık tutanağı imzalanmıştır. Komisyon kararına karşı Van İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Van İdare Mahkemesinin 28/11/2007 tarihli ve E.2006/3260, K.2007/2740 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir; "...Olayda, davacılar murisinin 1994 yılında teröristlerce öldürülmesi nedeniyle uğranılan zararın 5233 sayılı Kanun'a göre tazmininin istenildiği, bu Kanuna göre hesaplanacak tazminat miktarının hesaplanma şeklinin mevzuatta açıkça gösterildiği, idarenin tazminat miktarını hesaplarken bu usule uymak zorunda olduğu, tazminatın genel hükümlere göre hesaplanmasına olanak bulunmadığı açık olup, söz konusu ölüm olayı nedeniyle ölenin mirasçılarına ödenecek tazminat miktarının komisyon karar tarihi itibariyle (7000x50x0,0416=560,00) ilgili komisyonca mevzuatta belirtilen esas ve usule uygun olarak hesaplandığı, davacılara 5233 sayılı Kanun'a göre 560 TL üzerinde maddi tazminat ödenmesine hukuken olanak bulunmadığından, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Öte yandan, 5233 sayılı Yasa kapsamında yalnızca maddi zararlar bulunmakta olup, manevi zararlar kapsam dışında olduğundan manevi tazminat isteminin reddi gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/2/2013 tarihli ve E.2011/9338, K.2013/1424 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 24/1/2014 tarihli ve E.2013/12267, K.2014/151 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddi kararının 21/4/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edildiği ve 9/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu kararı eki kararın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6420
Başvuru, 24/2/1994 tarihinde terör örgütü tarafından köye baskın yapılması neticesinde murislerin kaçırıldığı ve daha sonra ölü bulunduğu belirtilerek 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruda ve açılan davada yeterli tazminata hükmedilmediği, yargılama işlemlerinin makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçeleriyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1998 yılında Irak devletine gerçekte ihraç edilmeyen ihraç eşyası için gerçeğe aykırı belge düzenlemek, 7/1/1932 tarihli ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun'a muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Mardin Ağır Ceza Mahkemesince 10/10/2002 tarihinde yetkisizlik kararı verilmiş, bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin 30/1/2003 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mardin Ağır Ceza Mahkemesince 15/2/2007 tarihinde, başvurucunun yargılandığı suçta zamanaşımı süresinin dolmasısebebiyle düşme kararı verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 7/7/2011 tarihinde zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle kararı bozmuştur. Yargılamaya devam eden Mardin Ağır Ceza Mahkemesince 28/11/2013 tarihinde, kamu davasının dava zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine başvurucunun yokluğunda karar verilmiştir. Karar, başvurucuya 2/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili gerekçeli kararı 10/9/2014 tarihinde tebliğ almıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15367
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8956
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza mahkemesi kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Komisyonca adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkında Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığının 15/3/2019 tarihli iddianamesi ile şikâyetçi K.K.ya yönelik kasten yaralama suçundan cezalandırılması istemiyle Ankara Batı Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. 11/4/2019 tarihli tek celsede tamamlanan yargılama sırasında şikâyetçi K.K.nın davaya katılan olarak kabulüne ve başvurucuya atılı suçun kasten öldürme suçuna teşebbüsü oluşturabileceği değerlendirilerek bu suç yönünden ağır ceza mahkemesince yargılama yapılmak üzere görevsizlik kararı verilmiştir. Anılan karar üzerine Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin 22/8/2019 tarihli kararıyla başvurucunun kasten öldürme suçuna teşebbüsten 8 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve katılanın istinaf talepleri üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Daire) duruşma açarak yaptığı inceleme sonucunda 28/2/2019 tarihinde Mahkeme kararının kaldırılmasına, başvurucu hakkında atılı suçtan verilen temel cezadan suçun teşebbüs aşamasında kalması nedeniyle yapılan indirim oranı farklı belirlenerek ve suçun haksız tahrik altında işlendiği kabul edilerek cezadan haksız tahrik nedeniyle de indirim yapılmak suretiyle 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar duruşmada hazır bulunan başvurucu ve katılan ile vekillerine tefhim edilmiştir. Daire kararının başvurucunun ve katılanın vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 7/7/2020 tarihinde başvurucu vekilinin temyiz isteminin süre yönünden reddine karar vermiş, katılan vekilinin temyiz istemiyle sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda temyiz itirazını esastan reddetmiştir. Ret gerekçesi şu şekildedir:"Sanık hakkında Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 29/11/2019 gün ve 2019/2863 E. 2019/2425 K. sayılı kararıyla yapılan inceleme neticesinde verilen karar karşı sanık müdafiinin süresinde süre tutum dilekçesi verdiği, sanık müdafiinin süresinde süre tutum dilekçesi vermesine rağmen gerekçeli kararın kendisine e-tebligat yoluyla 2019 tarihinde gönderildiği, tebligatın 2019 tarihinde okunmak suretiyle tebliğ edildiği, tebliğinden itibaren başlayan 7 günlük yasal süre geçtikten sonra gerekçeli temyiz dilekçesi verdiği, süre tutum dilekçesinin 5271 sayılı CMK’nin 294/1 ve 295/1 maddeleri uyarınca temyiz sebepleri içermediğinden 5271 sayılı CMK'nin maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir." Başvurucu 6/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 9/9/2020 tarihli ve 2020/73018 sayılı yazı ile başvurucu yönünden Yargıtay Ceza Dairesince verilen temyiz isteminin reddi kararına karşı başvurucu vekilinin temyiz isteminin süresinde kabul edilerek ret kararının kaldırılmasına ve başvurucu vekilinin temyiz itirazları doğrultusunda da temyiz incelemesi yapılmasına ilişkin lehe itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay Ceza Dairesi, itirazı yerinde görmeyerek dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna (Kurul) göndermiştir. Kurul 11/11/2021 tarihinde, başvurucu vekilinin temyiz dilekçesinin süresinde olduğu gerekçesiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne, Yargıtay Ceza Dairesinin başvurucu vekilinin temyiz isteminin süre yönünden; katılan vekilinin temyiz itirazlarının esastan reddine ilişkin kararının kaldırılmasına ve başvurucu vekilinin temyiz dilekçesi de gözönünde bulundurularak yeniden temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın Yargıtay Ceza Dairesine gönderilmesine karar vermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 12/4/2022 tarihinde, başvurucu vekilinin temyiz itirazlarını da dikkate alarak yaptığı inceleme sonucunda katılan ve başvurucu vekillerinin temyiz itirazlarının esastan reddiyle hükmün onanmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22227
Başvuru, ceza mahkemesi kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, mal varlığına ilişkin olarak işlenen bir suçun etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/10/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, emekli ve 1960 doğumlu olup Mersin'in Mezitli ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu 8/12/2014 tarihinde saat 30 sıralarında Mersin'in Merkez ilçesi Akkent Mahallesi Gazi Mustafa Kemal Bulvarı Cadde kavşağında bulunan Posta ve Telgraf Teşkilatı (PTT) Eğitim Şubesine ait "PTTmatik" para çekme ve yatırma makinesinde (ATM cihazı) bir başka kişiye havale edilmek üzere 200 TL para yatırmıştır. Başvurucu, havale yaparken ATM cihazının klavye sehpasına koyduğu cüzdanını burada unutmuştur. Başvurucunun beyanına göre cüzdanın içinde dört adet çeyrek Millî Piyango bileti, 050 TL, 550 Amerikan doları ve 65 euro para ile nüfus cüzdanı, B sınıfı sürücü belgesi ve emekli kartı bulunmaktadır. Cüzdanını unuttuğunu fark eden başvurucu, kısa bir süre sonra PTT Şubesine geri dönerek güvenlik görevlisine ve diğer ilgililere durumu anlatmış; aynı gün saat 00'de de Polis Merkezî Amirliğine müracaat etmiştir. Kolluk görevlilerince saat 20'de düzenlenen "Görgü Tespit ve Araştırma Tutanağı"nın ilgili kısmı şöyledir:"...aynı gün saat 11:10 sıralarında şahısla birlikte bahse konu yere gidilip bakıldığında herhangi bir suç ve suç unsuruna rastlanılmamış, bankamatik ve PTT şubesinin kamera sisteminin mevcut olduğu görülmüş[tür]..." Aynı gün saat 23'te düzenlenen Görüşme Tutanağı'na göre Cumhuriyet savcısı kolluk görevlilerine şikâyetçinin ifadesinin alınması, kayıp eşya hakkında çalışma yapılması ve hazırlanan tahkikat evrakının ikmalen gönderilmesi talimatını vermiştir. Kolluk görevlilerince 8/12/2014 tarihinde alınarak tutanağa bağlanan ifadesinde başvurucu, olayı anlatarak cüzdanını alıp kendisine teslim etmeyen kişiden şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Cumhuriyet savcısı 12/12/2014 tarihli yazı ile Yenişenir İlçe Emniyet Müdürlüğünden şu hususların araştırılmasını istemiştir: i. Başvurucunun şikâyeti ve delillerinin tespiti ii. Tanıkların şikâyetçiden sorularak veya resen araştırılarak olaya dair bilgi ve görgülerinin tespitiiii. Şüpheli veya şüphelilerin beyanlarının alınmasıiv. Olay yerini görüntüleyen kamera kayıtlarının temini ile bunların çözümünün yapılmasıv. Şikâyetçinin aynı konuda daha önce başka bir şikâyeti varsa müracaatların birleştirilmesi Başvurucu, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 12/12/2014 tarihli dilekçede şikâyetçi olduğunu yinelemiştir. Dilekçede; olay sırasında özel güvenlik görevlisini andıran bir kişiyi fark ettiğini, olay yerini gören kameralar vasıtasıyla cüzdanını kimin aldığının tespit edilebileceğini belirtmiştir. Emniyet Müdürlüğü 15/12/2014 tarihli bir yazı ile PTT Yenişehir Şubesi Müdürlüğünden 8/12/2014 tarihinde saat 20-45 arasında olay yerini gösterir kamera görüntülerinin gönderilmesini talep etmiştir. 18/12/2014 tarihli cevap yazısında, olay tarihinde ATM cihazını gösterir kameranın arızalı olması nedeniyle görüntü kaydı yapmadığı bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/12/2014 tarihinde olay yerini gören kamera kaydı ve görüntü olup olmadığının tespiti hususunda Emniyet Müdürlüğüne talimat vermiştir. Şikâyetçi 29/12/2014 tarihinde bu defa Mersin Valiliğine konu ile ilgili olarak bir dilekçe daha vermiştir. Başvurucu, kamera kayıtlarının arızalı olduğunu öğrendiğinden dolayı delillerin gizlendiği veya yok edildiği endişesine kapıldığını hâlbuki PTT kamera kayıtlarının iki ay boyunca saklanabildiğini belirterek kamera kayıtlarının incelenmesini talep etmiştir. Kolluk görevlilerince 8/1/2015 tarihinde düzenlenen tutanakta; olayı gören görgü tanığının bulunamadığı, olay yerini görür herhangi bir güvenlik kamerası görüntüsünün de bulunmadığı belirtilmiştir. Emniyet Müdürlüğünün 13/1/2015 tarihli fezleke yazısında, PTT ile yapılan yazışma sonucu kamera görüntüsünün bulunamadığı ve yapılan araştırma sonucu olayı gerçekleştiren şüpheli şahıs veya şahısların yakalanmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/1/2015 tarihinde Emniyet Müdürlüğünden Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu (MOBESE) kamerası kayıtlarının olup olmadığının, PTT Eğitim Şubesi Müdürlüğünden de olayın gerçekleştiği ATM cihazını gören haricî kameralardan kayıt alınıp alınmadığının tespit edilmesini ve başvurucudan sonra işlem yapan kişinin açık kimlik bilgilerini istemiştir. Emniyet Müdürlüğünün 9/2/2015 tarihli cevap yazısında; olay yerinde bulunan MOBESE kamerasının bağlı olduğu kayıt cihazının yirmi dokuz günde bir kayıtları sildiği, bu sebeple görüntü kayıtlarının gönderilmesinin mümkün olamadığı bildirilmiştir. Mersin PTT Başmüdürlüğü; Eğitim Şubesinde kurulu kapalı devre kamera sistemi incelendiğinde ATM cihazını gören kameranın 8/12/2014 tarihinde saat 41'e kadar kayıt yaptığını, bu saatten sonra ise arızaya geçtiğini 9/1/2015 tarihinde başvurucuya bildirmiştir. Ayrıca PTT Denetim Hizmetleri Başkanlığının 15/1/2015 tarihli yazısıyla Şubede görevli personel hakkında kamera arızasının zamanında giderilmesine yönelik bir işlem yapmaması ve kamerada arıza bulunmadığı yönünde yanıltıcı bilgi vermesi nedeniyle gerekli disiplin ve idari işlemin yapılması talimatı verildiği başvurucuya bildirilmiştir. PTT'den alınan bilgiler doğrultusunda başvurucudan sonra işlem yaptığı tespit edilen Ş.nin şüpheli olarak ifadesi alınmıştır. Şüpheli 16/3/2015 tarihli ifadesinde; şikâyetçiyi tanımadığını, PTT İşleme Merkezinde güvenlik görevlisi olarak çalıştığını, olay günü işlem yapmaya gittiğinde ATM cihazı üzerinde ve çevresinde herhangi bir eşya görmediğini belirtmiştir. Şüpheli atılı suçlamayı kabul etmemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 24/4/2015 tarihinde, kaybolmuş veya hata sonucu ele geçmiş eşya üzerinde tasarruf suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucudan sonra işlemi yapan şüpheli Ş.nin atılı suçu işlediğine dair yeterli bir delilin bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca olayın başvurucunun dikkatsiz ve özensiz davranması sonucu meydana geldiği, kaybolduğu iddia edilen eşyanın başka kişi veya kişiler tarafından kullanıldığına dair herhangi bir kaydın da söz konusu olmadığı açıklanmıştır. Kararda sonuç olarak atılı suçun unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmiştir. Başvurucunun karara karşı yaptığı itiraz, Mersin Sulh Ceza Hâkimliğince 15/6/2015 tarihinde itiraza konu kararda usul veya kanuna aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucuya 22/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: "Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "Kaybedilmiş olması nedeniyle malikinin zilyedliğinden çıkmış olan ya da hata sonucu ele geçirilen eşya üzerinde, iade etmeksizin veya yetkili mercileri durumdan haberdar etmeksizin, malik gibi tasarrufta bulunan kişi, şikayet üzerine, bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının da bazı pozitif yükümlülükler içerdiğini kabul etmektedir. AİHM'e göre mülkiyet hakkının gerçekten etkili bir biçimde korunabilmesi, devletin müdahale etmeme görevi yanında ayrıca bazı pozitif tedbirler almasını da gerektirmektedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 143). AİHM; Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinin devletin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı, özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar yönünden de -belirli durumlarda- mülkiyet hakkının korunması için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü içerdiğini kabul etmektedir. Buna göre devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde -özel kişiler arası mülkiyet ilişkileri bakımından olsa bile- kişilerin mülkiyet haklarına yapılacak keyfî müdahalelere karşı hukuksal bir koruma sağlaması gerekmektedir. Bu bağlamda devlet, özellikle tarafların mülkiyet hakkına ilişkin uyuşmazlıklar yönünden gerekli usule ilişkin güvenceleri sunan etkin bir yargısal mekanizma oluşturma yükümlülüğü altındadır. Bu çerçevede oluşturulan yargı yollarında ulusal mahkemeler de iç hukukta düzenlenecek kanunlar yoluyla makul ve adil bir biçimde mülkiyet uyuşmazlıklarını çözmek durumundadır. AİHM, bu gerekliliğin sağlanıp sağlanmadığını değerlendirirken uygulanan usulün bütününü incelemektedir (Sovtransavto Holding/Ukrayna, B. No: 48553/99, 25/7/2002 § 96; Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, §§ 90, 91; Kotov/Rusya [BD], B. No: 54522/00, 3/4/2012, § 112; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, §§ 82-87; Capital Bank AD/Bulgaristan, B. No: 49429/99, 24/11/2005, § 134). Mülkiyet hakkına ilişkin olarak devletin etkili ceza soruşturması yükümlülüğüBlumberga/Letonya (B. No: 70930/01, 14/10/2008, §§ 63-73) kararında tartışılmıştır. Başvuruya konu olayda başvurucu tutukluyken iki ayrı şehirde bulunan evlerinden parası ve eşyasının çalınması sebebiyle şikâyetçi olmuştur. AİHM; olayda mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin mevcut olduğunu ancak bu müdahalenin devlet tarafından değil özel kişilerden geldiğini, devletin özel kişilerin bu eylemleri nedeniyle doğrudan bir sorumluluğunun ise bulunmadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM, mülkiyet hakkına özel kişiler tarafından yapılan bir müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda devletlerin mülkiyet hakkını etkili bir şekilde koruyan hukuki düzenlemeler yapma ve bu çerçevede mağdurların zararlarının giderilmesini talep etme imkânının da tanındığını, haklarını arayabilecekleri tedbirler alma gibi pozitif yükümlülüklerinin mevcut olduğunu belirtmiştir. AİHM'e göre suç işlenmesi yoluyla bir müdahale söz konusu ise bu yükümlülük etkili bir ceza soruşturması ve gerektiğinde kovuşturma yapılmasını da içermektedir (Blumberga/Letonya, §§ 66-67). AİHM bununla birlikte Sözleşme'nin ve maddeleri kapsamında yaşam hakkı ya da kötü muamele iddialarıyla ilgili etkili soruşturma yürütülmesi yükümlülüğünde olduğu gibi bunun bir sonuç yükümlülüğü olmayıp usul yükümlülüğü olduğunu belirtmiştir. AİHM, kamu otoritelerinin makul çabalarına rağmen birçok suçun çözülemediği ve cezasız kaldığı gerçeği de gözönünde bulundurulduğunda mülkiyet hakkı çerçevesinde var olan etkili bir ceza soruşturması ve kovuşturması yapma yükümlülüğünün mutlak olmadığını vurgulamıştır. AİHM, bu yükümlülüğün daha ziyade uygun ve yeterli bir ceza soruşturması yürütülmesini ve soruşturmayı yürüten makamların liyakate uygun ve etkili bir şekilde hareket etmelerini temin etmekle sınırlı olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca AİHM, kamu makamlarının suçu soruştururken karşılaşabilecekleri uygulamaya ilişkin zorluklar ile operasyonel tercihlerde bulunma ve en ciddi suçları önceleme ihtiyacına değinmiştir. AİHM'e göre soruşturma yükümlüğünün zorunluluk derecesi, mülkiyete karşı işlenenlerde olduğu gibi daha hafif nitelikteki suçlarda Sözleşme'nin maddesinin uygulama alanına giren suçlar gibi- şiddet kullanılan ağır nitelik taşıyan suçlara nazaran daha düşüktür. Bu sebeple daha hafif nitelik taşıyan suçlarda devletin pozitif yükümlülüklerinin ihlali sonucuna ulaşılabilmesi ancak soruşturma ve kovuşturmada açık ve ciddi eksikliklerin tespit edilmesi koşuluna bağlı görülmüştür (Blumberga/Letonya, § 67). AİHM, ceza soruşturması başarılı bir şekilde sonuçlanmasa bile makul bir başarı potansiyeline sahip olması koşuluyla suçu işleyen kişiye karşı hukuk davası açılabilmesi imkânının getirilmesinin haklarının korunmasının güvence altına alınması bakımından mağdura elverişli bir alternatif oluşturabileceğini vurgulamıştır. Ayrıca ceza yargılamasının sonuçlarının hukuk yargılamasının başarı şansı üzerinde önemli ve belirleyici etkilerinin olabileceğinin açık olduğu belirtilmiş, bununla birlikte sırf ceza soruşturmasının mahkûmiyetle sonuçlanmamış olması nedeniyle -ister ceza davasına ek olarak açılsın ister ayrı bir dava biçiminde yürütülsün- hukuk davasının başarı şansının azalmasından devletin sorumlu tutulmasının söz konusu olamayacağı kabul edilmiştir. AİHM'e göre Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesiyle devlete yüklenen pozitif yükümlülüklerin ihlalinden söz edilebilmesi için hukuk yargılamasındaki başarı potansiyeli eksikliğinin aynı nedenden dolayı yürütülen ceza yargılamasındaki istisnai nitelik taşıyan açık ve ciddi eksikliklerin doğrudan bir sonucu olması gerekmektedir (Blumberga/Letonya, § 68). AİHM sonuç olarak başvurucunun ceza soruşturmasında birtakım eksikliklerin olduğu kabul edilse de bunların devletin mülkiyet hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin ifasında başarısız olduğu sonucuna ulaşmayı gerektirecek derecede olmadığı kanaatine varmıştır (Blumberga/Letonya, §§ 71-73). Dzugayeva/Rusya (B. No: 44971/04, 12/2/2013) kararına konu olayda ise yeniden kullanılabilir cam şişe ticaretiyle uğraşan başvurucunun evinin yanında içi şişe dolu bir vaziyette park hâlinde bulunan kamyonunun belediye yetkilileri ile polis tarafından park izninin olmadığı gerekçesiyle güvenli olmayan bir alana çekilmesi sonucu kamyonun içinde bulunan cam şişeler çalınmıştır. Başvurucu tarafından ilgili idare aleyhine açılan davada sulh hukuk mahkemesi başvurucu lehine tazminata hükmetmiş ise de bu karar istinaf mahkemesince, şişelerin gerçek sayısının davacı tarafından ispatlanamadığı ve aracın çekilmesine ilişkin kararın hukuka uygun olduğu gerekçeleriyle bozulmuştur (Dzugayeva/Rusya, § 5-13). AİHM, park izni bulunmadığı için kamyonu çektiren otoritenin zarar ve hasarlara karşı aracı koruma yükümlülüğünün bulunduğu ve yerel otoritenin bu ödevin ifasında başarısız olduğu kanaatine varmıştır (Dzugayeva/Rusya, § 27). AİHM, sonuç olarak yetkililerin Sözleşme'ye ek (1) No.lu Protokol'ün maddesinin gerektirdiği pozitif yükümlülükleri yerine getirmemiş olduğu sonucuna ulaşmıştır (Dzugayeva/Rusya, § 29).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/16840
Başvuru, mal varlığına ilişkin olarak işlenen bir suçun etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklama kararına istinaden çıkarılan yakalama emri doğrultusunda ceza infaz kurumuna konulduğunu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti olmadığı halde 25/9/2012 tarihinden beri tutuklu olması nedeniyle Anayasa’nın maddesinde düzenlenen özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 3/12/2012 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun da aralarında bulunduğu 143 kişi hakkında 11/11/2011 tarihli iddianame ile dava açmıştır. İddianamede başvurucunun, “Sakal” ve “Çarşaf” eylem planları hazırlanmadan önce uygun hedef belirlemek amacı ile görevlendirilen gruplar içerisinde görev aldığı, görevi nedeni ile gözlem ve keşif çalışmaları icra ettiği, rapor tanzim ettiği, bu şekilde “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmeye teşebbüs” ettiği iddiası ile cezalandırılması talep edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 21/9/2012 tarihli kararıyla başvurucunun 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri gereğince 16 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında yakalama emri çıkartılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında çıkarılan yakalama emri doğrultusunda 25/9/2012 tarihinde tutuklanarak ceza infaz kurumuna konulmuştur. Başvurucu bu karara 26/9/2012 tarihinde itiraz etmiş, ancak itirazı Ağır Ceza Mahkemesi 23/10/2012 tarihinde reddetmiştir. Karar başvurucuya 28/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Redde ilişkin gerekçede, başvurucunun sabit görülen eylemi sebebiyle verilen cezanın miktarı, mahkûm olunan suçun tutuklama nedeni var kabul edilen katalog suçlardan olması, bir kısım sanıkların yargılama aşamasında olduğu gibi karar sonrasında kaçmaya yönelik eylemlerde bulunması nedeniyle tutukluluk halinin devamını gerektiren şartların geçerliliğini sürdürdüğü ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı vurgulanmıştır. Başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 9/10/2013 tarih ve E.2013/9110, K.2013/12351 sayılı ilamıyla onanmıştır.B. İlgili Hukuk İsnat olunan suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı Mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur …” Aynı Kanun’un maddesi, işlendiği zamanda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektiren suçun teşebbüs aşamasında kalması halinde failin on beş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; (1)… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.(2) Asliye ceza mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, mahkemenin yargı çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinde bulunan Cumhuriyet savcıları, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresindeki asliye ve sulh ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesinde bulunan Cumhuriyet savcıları, bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilirler.(3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/958
Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutuklama kararına istinaden çıkarılan yakalama emri doğrultusunda ceza infaz kurumuna konulduğunu, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti olmadığı halde 25/9/2012 tarihinden beri tutuklu olması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, soyadı değişikliği talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/2/2015 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1994 yılında İsviçre vatandaşı K. Schmid ile evlenmiştir. Türk ve İsviçre vatandaşı olan başvurucu, İsviçre'de yaşamaktadır. Başvurucu, Eskikanbur olan soyadının Schmid şeklinde değiştirilmesi talebiyle Kahramanmaraş Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 9/4/2013 tarihinde dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, yurt dışında uzun yıllardır Schmid soyadını kullandığını, İsviçre resmî makamları tarafından adına düzenlenen kimlik kartında soyadının Schmid olarak geçtiğini, Türk nüfus kaydında soyadının Eskikanbur olması nedeniyle resmî işlemlerde ve iş yaşamında karışıklıklar ortaya çıktığını, güçlükler yaşadığını belirtmiştir. Başvurucu, demirci anlamına gelen Schmid kelimesinin incitici, kamu düzenini bozan ya da ahlak kurallarına aykırılık oluşturan bir anlamının olmadığını, ayrıca yabancı harf içermediğini ileri sürmüştür. Mahkemenin 25/10/2013 tarihli kararıyla davanın kabulü ile başvurucunun Eskikanbur olan soyadının Schmid olarak tashihine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; İsviçre makamları tarafından başvurucuya verilen resmî kimlik kartında soyadının Schmid olduğu, başvurucunun yurt dışında bu soyadı ile tanınıp bilindiği, talepte bulunduğu şekilde soyadının değiştirilmesinde yasal bir engelin olmadığı ve davanın haklı nedenlere dayandığı belirtilmiştir. Söz konusu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/2/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde 21/6/1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu'nun maddesi gereğince yabancı ırk ve millet isimlerinin soyadı olarak kullanılamayacağı belirtilmiştir. Ayrıca anılan Kanun kapsamında çıkarılan 24/12/1934 tarihli ve 2891 sayılı Soyadı Nizamnamesi'nin (Soyadı Nizamnamesi) maddesinde de benzer bir düzenlemenin bulunduğu, yine Soyadı Nizamnamesi'nin maddesinde takılan soyadlarının Türk dilinden alınacağının hükme bağlandığı ifade edilmiştir. Kararda, başvurucunun Eskikanbur olan soyadının Schmid olarak değiştirilmesine karar verilmesinin anılan mevzuatın sözü edilen hükümlerine aykırı olduğu belirtilmiştir. Bozma kararında yer verilen gerekçeler doğrultusunda yapılan yargılama neticesinde Mahkemenin 18/7/2014 tarihli kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Söz konusu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/12/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai karar 16/1/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2525 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmıyan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz." Soyadı Nizamnamesi'nin maddesi şöyledir: "Yeni takılan soyadları Türk dilinden alınır." Soyadı Nizamnamesi'nin maddesi şöyledir:"Yabancı ırk ve millet isimleri soyadı olarak kullanılamaz."B. Uluslararası Hukuk Milletlerarası Ahvali Şahsiye Komisyonunca imzaya açılan, Türkiye açısından 21/5/1975 tarihinde onaylanan ve 16/2/1977 tarihinde yürürlüğe giren 13/9/1973 tarihli ve 15226 sayılı Ad ve Soyadlarının Nüfus Kütüklerine Yazılış Şekline İlişkin Sözleşme’nin (14 No.lu Sözleşme) maddesi şöyledir: "Âkit Taraflar makamlarınca nüfus kütüğüne düşürülen iki veya daha fazla kayıtta, aynı kimsenin, değişik ad veya soyadlarla gösterilmesi halinde, her Âkit Tarafın yetkili makamları, gerektiğinde farklılıkların giderilmesi için tedbirler alacaktır.Âkit Devlet makamları, bu amaçla aralarında doğrudan doğruya yazışabilirler." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Özel hayata saygı hakkı alt kategorisinde geçen özel hayat kavramı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da oldukça geniş yorumlanmakta ve bu kavrama ilişkin tüketici bir tanım yapılmaktan özellikle kaçınılmaktadır (Koch/Almanya, B. No: 497/09, 19/7/2012, § 51). Bununla birlikte AİHS’in denetim organlarının içtihatlarında bireyin kişiliğini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi kavramının özel hayata saygı hakkının kapsamının belirlenmesinde temel alındığı anlaşılmaktadır. Özel hayatın korunması hakkının sadece mahremiyet hakkına indirgenemeyeceği gerçeği karşısında kişiliğin serbestçe geliştirilmesiyle uyumlu birçok hukuksal çıkar, bu hakkın kapsamına dâhil edilmiştir. Bu kapsamda dış dünya ile ilişki kurma noktasında son derece önemli olan isim hakkı da AİHS denetim organları tarafından ön ve soy ismi kapsayacak şekilde maddenin güvence alanı içinde yorumlanmıştır. AİHM, AİHS’in maddesinin isim ve soyadı konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle beraber kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç olması nedeniyle belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki kurmayı da içeren özel hayata ve aile hayatına saygı hakkıyla ilgili olduğunu, bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve devletin isimlerin düzenlenmesi konusuyla ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir (Burghartz/İsviçre, B. No: 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya, B. No: 18131/91, 25/11/1994, § 37). Bu kapsamda isimleri üzerinde değişiklik yapılması hususunda ciddi nedenlere sahip olan kişilerin belirli şartlar altında bu imkâna sahip olması, AİHS’in maddesinin koruma alanına girmektedir. Ancak AİHM'e göre nüfus bilgilerinin eksiksiz olarak kaydedilmesi, kimliğin belirlenmesi veya belli isimdeki kişilerin belli bir aile ile bağlantılarının kurulabilmesi gibi kamu yararının gerektirdiği durumlarda isim değiştirme imkânına yasal birtakım sınırlamalar getirilmesi mümkündür (Stjerna/Finlandiya, § 39; Kemal Taşkın ve diğerleri/Türkiye, B. No: 30206/04…, 2/2/2010, § 48).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2944
Başvuru, soyadı değişikliği talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak suçundan hükümlü olarak Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunan B. isimli kişiye 23/1/2018 tarihinde bir mektup göndermek istemiştir. On üç sayfadan oluşan söz konusu mektupta başvurucu; genel bir giriş yaptıktan sonra okuduğu kitapları temel alarak teorik bazı paylaşımlarda bulunmak istediğini belirtmiş ve Marksizme, sınıf çatışmalarına, devrimcilik anlayışına, sosyalizme, kapitalizme ilişkin görüşlerine yer vermiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu), 26/1/2018 tarihli kararıyla sakıncalı olduğu gerekçesiyle mektubun alıcısına gönderilmemesine karar vermiştir. Anılan kararda, ilgili mevzuat hükümleri hatırlatılmış ve mektupta örgütsel propaganda içeren, terör ve terörizmi övücü ve hatta teşvik edici ifadelere yer verildiği belirtilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara karşı Edirne İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) sunduğu şikâyet dilekçesinde; mektupta herhangi bir suç unsurunun bulunmadığını, ülkesinde ve dünyada yaşanan gelişmelere yönelik düşüncelerini bir başkasıyla paylaşma gayesiyle kaleme aldığını ifade etmiştir. İnfaz Hâkimliği, 21/3/2018 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Disiplin Kurulunun takdirinin ve ortaya koyduğu gerekçenin yerinde olduğu belirtilmiştir. Anılan karara karşı yapılan itiraz, Edirne Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 3/5/2018 tarihli kararıyla İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Nihai karar 11/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. (Ahmet Temiz B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Tayfur Tunç, B. No: 2017/36327,10/3/2020, §§ 15-28; Rıdvan Türan, B. No: 2017/20669, 10/3/2020, §§ 15-28; Ahmet Kağanarslan ve Diğerleri, B. No: 2017/16227, 10/3/2020, §§ 18-31).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17119
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun göndermek istediği mektuba el konulması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1