text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvurucu, 18/5/2004 tarih ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun maddesinin beşinci fıkrasında ve maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan, üst üste iki dönem meclis başkanlığı ve yönetim kurulu başkanlığı yapmış olanların, aradan iki seçim dönemi geçmedikçe aynı göreve yeniden seçilemeyeceklerini öngören hükümler nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 21/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Doğubayazıt Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanlığına iki dönem üst üste seçilen başvurucu temsilcisi ikinci kez seçildiği 31/1/2009 tarihinden itibaren bu görevini yürütmektedir. 5174 sayılı Kanun’un maddesine istinaden yürürlüğe konulan 4/6/2012 tarih ve 2012/3237 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca 2013 yılının Şubat ayında başlayıp Mart ayında tamamlanması gereken oda ve borsaların organlarının seçimleri, Bakanlar Kurulunun 28/1/2013 tarih ve 2013/4244 sayılı kararı ile 2013 yılının Mayıs ayında başlayıp Haziran ayında tamamlanacaktır.B. İlgili Hukuk 5174 sayılı Kanun’un maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:“Üst üste iki dönem meclis başkanlığı yapmış olanlar, aradan iki seçim dönemi geçmedikçe aynı göreve yeniden seçilemezler.” 5174 sayılı Kanun’un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Üst üste iki dönem yönetim kurulu başkanlığı yapmış olanlar, aradan iki seçim dönemi geçmedikçe aynı göreve yeniden seçilemezler.” | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/743 | Başvurucu, 18/5/2004 tarih ve 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nun 16. maddesinin beşinci fıkrasında ve 18. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan, üst üste iki dönem meclis başkanlığı ve yönetim kurulu başkanlığı yapmış olanların, aradan iki seçim dönemi geçmedikçe aynı göreve yeniden seçilemeyeceklerini öngören hükümler nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, zilyetliğe dayalı olarak tasarrufta bulunulan taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm İkinci Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvurucuların Dayandıkları Tapu Kayıtları İstanbul'un Silivri ilçesi Çeltik köyünde bulunan 401 hektar 189 metrekare büyüklüğündeki Maa Koru Büyük ve Küçük Çeltik Çiftliği Ekim 1944 tarihli ve 41 sıra numaralı tapu kaydına göre İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü adına kayıtlıdır.B. Kadastro Çalışmaları ve Yargılama Süreci Çeltik köyünde 1999 yılında kadastro çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasında yukarıda belirtilen tapu kaydı kapsamındaki yerlerden 817 metrekarelik bir kısım 3167 parsel numarası altında sınırlandırılarak 27/8/1999 tarihinde başvurucuların murisi Osman oğlu Mahmut Köseoğlu adına tespit edilmiştir. Kadastro Tutanağı'nda 30/1/1942 tarihli ve 4183 sayılı Çeltikçi Çiftliğinin Satılmasına ve İlk Satış Bedellerinden Kalan Alacağın Terkinine Dair Kanun ile 84 aile reisine 000 TL (eski TL ile) bedeli karşılığında satıldığı ve yapılan ifraz sonucu anılan taşınmazın başvurucuların murisine isabet ettiği belirtilmiştir. Sonuç olarak adı geçen kişinin çekişmesiz ve aralıksız olarak malik sıfatıyla zilyetliğini devam ettirdiği, taşınmazın da orman olmadığı gerekçesiyle tespitin yapıldığı açıklanmıştır. Mahmut Köseoğlu mirasçıları aleyhine 26/10/1999 tarihinde Hazine tarafından Silivri Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açılmıştır. Silivri Kadastro Mahkemesince 17/6/2002 tarihli karar ile Çeltik köyü 3167 parsel sayılı taşınmazın 1999 yılındaki kadastro tespitinde Mahmut Köseoğlu adına tespit edildiği belirtilmiştir. Çeltik köyünde 1975 yılında yapılan kadastro tespitinde tescil dışı bırakılan taşınmazın 1999 yılında yapılan ikinci kadastro sırasında başvurucuların murisi adına tespitinin yapıldığı, 3167 parselin bir yönden ormana bitişik olduğu, 8/2/1937 tarihli ve 3116 sayılı Orman Kanunu'na göre düzenlenen 954 tarihli 11 numaralı orman tapusunun içinde kaldığı ifade edilmiştir. Anılan kararın gerekçesinde ayrıca Çeltik köyüne ait 1944 tarihli ve 41 numaralı tapunun taşınmazı da kapsadığı belirtilerek tespit yapılmış ise de bu tapunun 1975 yılında tespit edilen köylülere ait tüm taşınmazları kapsamış olduğu, o tarihte köylülerin Vakıflar İdaresinden köyün ve arazilerinin bulunduğu yeri satın almış olduğu, dava konusu taşınmazın ise orman tapusunun içinde kaldığı vurgulanmıştır. Sonuç olarak kadastro tespitinin iptali ile taşınmazın Hazine adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Kesinleşen karar gereği 3167 parsel sayılı taşınmaz 9/7/2004 tarihinde orman vasfıyla Hazine adına tescil edilmiştir. Tazminat Davası Süreci Başvurucular 20/9/2013 tarihinde Hazine aleyhine Silivri Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmışlardır. Dava dilekçesinde Ekim 1944 tarihli ve 41 numaralı tapu kaydının 3167 parsel sayılı taşınmazı kapsadığını ve atalarından bu yana hem tapulu malları olan hem de zilyedi bulundukları taşınmazın murisleri adına tespit görmüş olduğu hâlde orman olarak Hazine adına tescil edildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme 13/3/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuların geçerli tapularının bulunmadığı, tapu almaya matuf kadastro tespitinin Silivri Kadastro Mahkemesinin 17/6/2002 tarihli kararı ile iptal edilerek taşınmazın orman vasfıyla Hazine adına tesciline karar verildiği ifade edilmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucuların dayandığı tapu kaydının harita ve krokisinin bulunmadığını, hudutları itibarıyla bütün köyü kapsadığını, gitti kaydı itibarıyla silsilesinin düzgün olmadığını, kadastro tespitini itiraz davasında da davalı tarafın dayanağı olmaktan çıktığını ve orman vasıflı arazi bakımından devletin kusursuz sorumluluğundan söz edilemeyeceğini vurgulamıştır. Temyiz edilen karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/6/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararında kadastro tespitine itiraz davası ile tapu kaydı oluşmadan kadastro tespitinin iptaline karar verildiği, ayrıca tazminat isteğine dayanak yapılan parselin kadastro tespitine esas alınan Ekim 1944 tarihli ve 41 sıra numaralı tapu kaydının malikinin İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü olduğu belirtilmiştir. Ayrıca tazminat isteğine dayanak yapılan taşınmaz yönünden başvurucular ya da murisleri adına oluşmuş bir tapu kaydı veya tapu sicili bulunmadığından tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zararın söz konusu olamayacağı vurgulanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talepleri aynı Dairenin 3/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 23/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 22/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4183 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Vakıflar Umum Müdürlüğünce göçmenlere taksitle satılmış ve birinci taksit olan on bin liradan bakiye kalan borç için icraca bilmüzayede Umum Müdürlüğe ihale edilmiş olan Silivri'deki Çeltikçi çiftliğinin ilk taksit ve ihale bedellerinin mahsubundan sonra geri kalan alcak ile bütün faiz ve masraflarının kaydı terkin edilmiştir." 4183 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Yukarıdaki maddede yazılı çiftliği ikinci fıkrada gösterilen tediye usul ile kırk bin lira bedel mukabilinde ve diğer tesbit edilen şartlar dairesinde arttırmaya konulmaksızın yapılan mukavele mucibince içindeki köylülere satmağa Vakıflar Umum Müdürlüğü mezundur.Bu bedele mahsuben alınan beş bin lira birinci taksit sayılarak kalan otuz beş bin lira ilk taksiti 1 ikinciteşrin 1942 tarihinde başlamak üzere on dört senede ve on dört müsavi taksitte alınır." 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Bu yerler dışında orman sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz. " 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır." 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder. Devletin sorumluluğuna ilişkin davalar, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görülür. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mülkiyet hakkına ilişkin olarak Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 32; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD] (k.k.),B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması, hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008). Kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağına dair Türk hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentilerinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/73175 | Başvuru, zilyetliğe dayalı olarak tasarrufta bulunulan taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmeden karar verilmesi, mahkeme kararının gerekçesiz olması, haksız yere mahkûmiyete hükmedilmesi ve yargılamanın sekiz yıldan fazla sürmesi nedenleriyleadil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 2001 doğumlu H., Bursa ili Kestel ilçesinde Belediyeye ait Ç... Parkı alanında oyun oynarken aydınlatma direğinin gövde bölümünde açıkta bırakılmış elektrik kablosuna dokunmak suretiyle 3/8/2005 tarihinde yaralanmıştır. Başvurucu, olayın gerçekleştiği tarihte Belediye Fen İşleri Müdürlüğünde görevlidir. Bu arada Belediye görevlileri olan başvurucu ve A.A. hakkında 18/10/2005 tarihinde soruşturma izni talep edilmiş, alınan soruşturma izni üzerine Kestel Cumhuriyet Başsavcılığının 6/3/2006 tarihli iddianamesi ile taksirle yaralama suçundan Kestel Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Kestel Sulh Ceza Mahkemesinin 27/2/2008 tarihli kararı ile başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Kararın katılanlar tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 28/11/2011 tarihli kararıyla başvurucu ve diğer sanık A.A.nın olaydaki konum ve sorumlulukları da nazara alınarak kusurları bulunup bulunmadığının belirlenmesi için iş güvenliği uzmanından oluşacak bilirkişi heyetinden rapor alınmadığı gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Yargıtay incelemesi sırasında Kestel Adliyesinin kapatılması nedeniyle (kapatılan) Bursa Sulh Ceza Mahkemesinin E.2012/550 numarası üzerinden kovuşturmaya devam edilmiştir. Mahkemece bozmaya uyularak üç farklı bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Bozma sonrası bilirkişi heyetlerinden alınan raporların tamamında başvurucununkusurlu olduğu mütalaa edilmiştir. (Kapatılan) Bursa Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda, sanık savunmaları, müşteki beyanı, yapılan keşif, bilirkişi raporları, tanıkların yeminli anlatımları ve tüm dosya kapsamına dayanarak taksirle yaralama suçundan başvurucunun 500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak 20/5/2014 tarihinde karar verilmiştir. Hüküm başvurucunun yüzüne karşı verilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Yapılan yargılama sonunda:iddia, sanıkların savunmaları, müşteki beyanı, keşif, bilirkişi raporu, tanıklar[ın]...yeminli anlatımları, nüfus-sabıka kayıtları, doktor raporu ve tüm dosya kapsamına göre sanık Nihal Gökten'in suç tarihinde Kestel Belediyesi fen işleri müdürü olarak görev yaptığı, keza sanık A. A.nın aynı belediye bünyesinde hizmetli olarak görev yaptığı, Kestel belediyesine ait"Ç... Parkı'' olarak bilinen alanda mağdur H. ninoynadığı sırada açıkta bırakılan elektrik kablolarına dokunması ile birlikte yaralandığı, Kestelbelediye başkanlığından gönderilen resmi yazıda park ve bahçelerin içerisinde bulanan aydınlatma direklerinin tamirinde ve takibinde belediyenin Fen İşleri Müdürlüğünün sorumlu olduğunun beyan edildiği, tarafların kusur durumunun tespiti açısından aldırılanraporlarda meydana gelen kazada suç tarihinde belediye fen işleri müdürü olarak görev yapan sanık Nihal'in tali kusurlu, sanık A.nın ise kusursuz olduğunun müteala edildiği, sanık Nihal müdafi tarafından bilirkişi raporlarına itiraz edilmesi üzerine heyet halinde oluşan bilirkişiler kurulundan yeniden rapor temin edildiği, bilirkişiler kurulu tarafından da düzenlenip ibraz edilen 13/11/2013 tarihli raporda da sanık Nihal'in tali kusurlu olduğu, sanık A.nın kusursuz olduğunun müteala edildiği rapor içeriğinin dosyaya ve olayın oluşuna uygun düşmesi nedeni ile hüküm tesisinde bu rapora itibar etmek gerektiği, bu cümleden olmak üzere meydana gelen kazada kusurlu bulanan sanık Nihal'in cezalandırılmasına ... karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır." Bireysel başvuru 18/6/2014 tarihinde yapılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10290 | Başvuru, bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmeden karar verilmesi, mahkeme kararının gerekçesiz olması, haksız yere mahkûmiyete hükmedilmesi ve yargılamanın sekiz yıldan fazla sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturmaları kapsamında 16/1/2017 tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararında; hakkında terör örgütü kurma ve yönetme suçundan işlem yapılan ve hâlen kaçak durumda bulunan, örgütün insan kaynakları sorumlusu olduğu değerlendirilen, S. kod adlı N.nin adresinde ele geçirilen ve örgüte yakın kişilerin kişisel verileri ile örgütçe yapılan değerlendirmelerin bulunduğu dijital belgeye ve başvurucunun haklarında aynı nitelikte soruşturma yürütülen bazı şüphelilerle iletişiminin olduğunu gösteren HTS kayıtlarına atıf yapılarak kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu sonucuna varılmıştır. Söz konusu dijital belgede, başvurucuya ait bilgilerin yer aldığı, bu kapsamda başvurucuya en yüksek bağlılık notunun verildiği belirtilmiştir. Hâkimlik; başvurucunun aramada ele geçirilen dijital materyallerin çözülmesi sonrasında yakalandığını, 15 Temmuz 2016 tarihinden itibaren yaşanan süreç dikkate alındığında yakın ve mevcut tehlikenin devam ettiğini, atılı suçun katalog suç olduğunu, bu nedenle kaçma şüphesinin varlığının kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Hâkimlik, soruşturmanın henüz tamamlanmadığını, elde edilen dijital materyaller üzerindeki incelemelerin sonuçlanmadığını dikkate alarak delillerin karartılması şüphesinin de var olduğu sonucuna varmıştır. Hâkimlik son olarak atılı suç açısından yargılama sonucunda hükmolunacak ceza ile tutuklama koruma tedbiri arasında orantılılık bulunduğunu, suçun niteliği ve özel ağırlığı ile toplum nezdinde yarattığı etki dikkate alındığında soruşturmanın sağlıklı yürütülmesi ve sonuçlandırılması açısından adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağını belirtmiştir. Başvurucu hakkında 10/5/2017 tarihinde kamu davası açılmıştır. İddianamede tutuklama kararında atıf yapılan delillere yer verilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava devam ederken başvurucu hakkında 18/10/2017 tarihinde yeni bir kamu davası açılmıştır. Bu iddianamede, FETÖ/PDY ile irtibatının olduğuna ilişkin etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak isteyen bir şüphelinin beyanlarına yer verilmiştir. Söz konusu şüpheli; beyanında, başvurucuyla Tuzla Piyade Okulundaki eğitimleri sırasında birlikte ev tuttuklarını ve kendilerinden Ahmet kod adlı bir kişinin sorumlu olduğunu belirtmiştir. Başvurucu hakkındaki iki dava daha sonra birleştirilmiştir Başvurucu 28/2/2017 tarihinde verilen tutukluluğun devamı kararına yaptığı itirazın 2/4/2018 tarihinde reddedilmesi üzerine 10/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 27/4/2018 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12094 | Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm tarafından 8/5/2018 tarihli ara kararla başvurucunun sınır dışı edilmesi hâlinde maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlikeyle karşılaşabileceği gerekçesiyle sınır dışı edilmesine dair işlemin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 17/9/1990 tarihinde doğan başvurucu, Kazakistan Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucuya 17/1/2017 tarihinden geçerli olmak üzere Türkiye'de kısa dönem ikamet izni belgesi verilmiştir. 23/8/2017 tarihinde İstanbul'da bulunan Z. Restoran'da yapılan denetimde başvurucunun izinsiz çalıştığına yönelik tutanak tutulmuştur. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 25/8/2017 tarihinde, başvurucunun 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (ğ) bendi uyarınca çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edildiğinden bahisle sınır dışı edilmesine ve otuz gün içinde Türkiye'yi terke davet edilerek kendisine çıkış izin belgesi düzenlenmesine karar verilmiştir. Başvurucu, işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; bir Türk vatandaşı ile nişanlı olduğunu, evlenmek amacıyla ülkesinden evlenme ehliyet belgesi aldığını beyan ederek kamu düzeni ve kamu güvenliğini ihlal eden ve kamu sağlığını bozan herhangi bir davranışta bulunmadığını belirtmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi 28/12/2017 tarihinde davanın kesin olarak reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun kollukta alınan ifadesinde yer alan Z. Restoran'a eğlenmeye gittiğine ilişkin beyanına itibar edilmediği vurgulanarak anılan işyerinin mesul müdürünün başvurucunun çalışan olduğunu beyan etmesi ve çalışma belgelerini sunamaması nedeniyle başvurucunun izinsiz çalıştığı hususunun sabit olduğu belirtilmiştir. Nihai karar 13/3/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Öte yandan başvurucu hakkında Kazakistan Cumhuriyeti Almatı Adliye Komitesi tarafından 16/6/2017 tarihli, apostil onaylı evlenme ehliyet belgesi düzenlenmiştir. Bununla birlikte başvurucunun Türk vatandaşı E.Ü. ile olan evlilik dışı birlikteliğinden 13/3/2018 tarihinde bir bebek dünyaya gelmiştir. Doğumun gerçekleştiği Özel G. Hastanesince düzenlenen aşı kartında bebeğin baba adı olarak Türk vatandaşı E.Ü.nün ismi, irtibat numarası olarak da E.Ü.nün taraf olduğu kira kontratında yer alan cep telefonu numarası yer almaktadır. Bununla birlikte 13/3/2018 tarihinde dünyaya gelen ....14 kimlik numaralı bebeğin Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartında baba adı olarak E.Ü.nün ismi bulunmaktadır. 6458 sayılı Kanun’un "Sınır dışı etme kararı alınacaklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:... ğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenler...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) aile hayatının var olup olmadığını değerlendirirken biyolojik, sosyal ve duygusal bağları dikkate alarak bir kanaate varmayı tercih etmektedir. Bu bakımından AİHM tarafından yakın kişisel bağın varlığı, aile hayatının varlığı için bir ölçüt olarak gözönüne alınmaktadır. AİHM, evlilik dışı doğan bir çocuk ile öz babası arasındaki potansiyel ilişkiyi veya aile hayatı henüz tam olarak kurulmamış olsa bile gerçek bir evlilikten doğan ilişkiyi aile hayatı kapsamında görmektedir (örnek bir değerlendirme için bkz. Paradiso and Campanelli/ İtalya, B. No: 25358/12, 24/1/2017, §§ 140, 141). Ayrıca ilgili hukuk için bkz. Peri Kırık, B. No: 2015/19795, 9/1/2019, §§ 18- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10055 | Başvuru, sınır dışı edilme kararı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hükme esas alınan bir tanığın karakol ifadesi ile yetinildiğini, Baro tarafından atanan zorunlu müdafiden haberdar olmadığını ve bu kişinin yaptığı usul işlemlerinin geçerli olmadığını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesinin kendisine tebliğ edilmediğini iddia etmiştir. Başvurucu Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebi ile yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvuru, 30/7/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm başkanı, 31/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 2/4/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 30/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 17/6/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 18/6/2014 tarihinde sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, çocuğun cinsel istismarı suçundan dolayı yapılan soruşturma sonucunda Kars Cumhuriyet Başsavcılığının 24/4/2007 tarihli iddianamesiyle kamu davası açılmıştır. Kars Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/70 Esas sırasına kaydedilen davanın ilk celsesi 17/7/2007 tarihinde yapılmış ve başvurucunun avukat tutacak ekonomik gücü olmadığını beyan etmesi üzerine Baro tarafından görevlendirilen Av. E.K.’nın müdafi olarak kabulüne karar verilmiştir. Ancak ilk celse müdafi duruşmaya gelmemiştir. 18/10/2007 tarihinde yapılan duruşmada başvurucu baro tarafından atanan müdafii ile birlikte savunmasını yapacağını beyan etmiş ve devamında başvurucunun savunması müdafisi huzurunda alınmıştır. Cumhuriyet Savcısının talebi üzerine tanık S.O.’nun dinlenilmesine karar verilmiştir. 29/1/2008 tarihli duruşmada başvurucu ve müdafiii hazır bulunmamışlar, sanık müdafisi mazeret dilekçesi sunmuştur. Aynı celse tanık S.O.’nun adresinin araştırılmasına karar verilmiştir. 27/3/2008 tarihli duruşmada başvurucu ve müdafii duruşmada hazır bulunmamış; zorunlu müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi nedeniyle yeni bir müdafi görevlendirmek için Baroya yazı yazılmasına; adresi tespit edilemeyen tanık S.O.’nun dinlenilmesinden vazgeçilmesine karar verilmiştir. 8/5/2008 tarihli duruşmada başvurucu hazır bulunmamış; Baro tarafından tayin edilen Av. A.’nın müdafi olarak duruşmalara kabul edilmesine karar verilmiştir. 19/6/2008 tarihli duruşmada başvurucu hazır bulunmamış, Cumhuriyet Savcısı esas hakkındaki mütalaasını sunmuş; esas hakkında mütalaaya karşı başvurucunun yeni müdafii kısa bir savunma yapmış ve başvurucunun çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediği gerekçesiyle 5 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kars Ağır Ceza Mahkemesi kararı başvurucu müdafiinin yüzüne karşı okuması nedeniyle başvurucuya tebliğ etmemiştir. Başvurucu müdafiinin temyizi üzerine karar Yargıtay Ceza Dairesinin 5/11/2012 tarihli kararı ile onanmış ve kesinleşmiştir. Başvurucu, onama kararını 22/7/2013 tarihinde söz konusu cezanın infazı için yakalandığı tarihte öğrenmiştir. Bireysel başvuru 30/7/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1), (2), (4) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden; a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır. (2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.…(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. …(6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.” 4/12/2014 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kararların açıklanması ve tebliği” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları,(…) hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.” 5271 sayılı Kanun’un “Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.(2) Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir.(3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir.(2) Eğer yeni müdafi savunmasını hazırlamak için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenir.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafi ile görüşme” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Şüpheli veya sanık, vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tâbi tutulamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı maddesi şöyledir:“(1) 150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,Baro tarafından görevlendirilir. (2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir.(3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer”. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (YCGK) 31/1/2012 tarih ve E.2011/6-249, K.2012/1 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “Anayasanın maddesine göre; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, “adil yargılanma hakkını” düzenleyen maddesinin fıkrasının b ve c bentlerinde ise; “Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir: a)….; b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek…..” Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama hürriyetinin bir gereği olduğu ve avukat tutma hakkının da savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir. Bu durumda, mevzuatımızda zorunlu müdafilik sistemini öngören yasanın amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek muhtemel hak kayıplarının önlenmesi, dolayısıyla da savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanması suretiyle, adil yargılanmanın gerçekleştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak, parası olan sanık nasıl ki vekâletname verdiği avukatı serbestçe tayin edebiliyor, parası olmayan sanığın da aynı şekilde avukatını serbestçe belirleyebilmesi, en azından kendisine tayin edilen avukatı beğenmediğinde değiştirme hakkının bulunması, daha da ötesi, görülmeye başlayacak davada kendisine bir avukat atanacağının sanığa bildirilmesi gereklidir. Kendisine avukat atandığını dahi bilmeyen ya da kendisine avukat atanmakla birlikte beğenmediği takdirde bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip bulunmayan bir sanığın, atandığını dahi bilmediği veya beğenmediği halde muhatap olduğu bu avukatın tüm tasarruflarından sorumlu tutulması gerektiğini veya bu avukatın yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek nasıl mümkün değilse, böyle bir durumda savunma hakkının tam anlamıyla kullanılabileceğini düşünmek de olası değildir.…Bunun ötesinde; kendisine zorunlu müdafi atanacağının sanığa bildirilmiş ve sanığın da buna ses çıkarmamış olduğu durumlarda; zorunlu müdafie yapılan tefhim veya tebliğ işlemlerinin aynen vekâletnameli müdafiide olduğu gibi geçerli olacağı ve gerek tefhime, gerekse tebliğe bağlı olan sürelerin işlemeye başlayacağı hususunda duraksama yaşanmamaktadır. Dolayısıyla, böyle durumlarda Tebligat Yasasının maddesi uyarınca işlem yapılması gerekeceğinden, tebligat asile değil vekile (müdafie) yapılmalıdır. Aksi halde, zorunlu müdafiliğe yasanın arzu etmediği anlamda simgesel bir anlam yüklenmiş olur ki, bu kabul birçok kargaşayı da birlikte getirecektir.Konuya bu açıklamalar ışığında bakıldığında şu sonuçlara varılmaktadır:(…)1-Zorunlu müdafii atamasının yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan Usul hükümlerine göre tayin edilmiş zorunlu müdafie yapılan tefhim ve tebliğ, aynen vekaletnameli müdafie yapıldığında olduğu gibi hukuki sonuçlarını doğurur. Ancak; bunun ön şartı, kendisine bir zorunlu müdafii atandığından sanığın haberdar edilmiş olmasıdır.2-Sanığın zorunlu müdafii azletme ve değiştirilmesini isteme hakkı bulunmaktadır.3-Kendisine zorunlu müdafii atandığından haberdar olan sanık buna ses çıkarmazsa, zorunlu müdafiin yapmış olduğu ve kendisinin açıkça karşı çıkmadığı tüm tasarrufların sonuçlarına katlanmak zorundadır.4-Kendisine zorunlu müdafii atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda ise; zorunlu müdafie yapılmış bulunan tefhim ve tebliğ kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmaz. Bu durumda, velev ki zorunlu müdafii sanığın lehine gibi görünen bazı işlemleri yapmış olsa -örneğin temyiz dilekçesi vermiş olsa- dahi, hükmün sanığın kendisine de tebliğ edilmesi ve kendisine yapılan tebliğ üzerine sanık tarafından temyiz dilekçesi verilmesi halinde, temyiz davasının kabul edilmesi gerekir.Somut olayda; zorunlu müdafiinin yüzüne karşı yapılmış olan tefhim, kendisine zorunlu müdafi atandığından haberdar edilmeyen sanık A. açısından hukuki sonuç doğurmayacağından, temyiz süresini de başlatmaz. Bu nedenle, temyiz davasının sanık müdafiinin temyiz isteminin süresinden sonra olduğundan bahisle reddi yerine, gerekçeli kararın sanığın kendisine de tebliği gerekmektedir. (…) Buna karşılık, kararın kendisine tebliğ edilmesine rağmen sanık tarafından süresi içinde temyiz dilekçesi verilmemesi halinde ise sanık müdafiinin süresinden sonra vaki temyiz isteminin reddine karar verilmeli ve Genel Kurulca duraksamasız olarak kabul edildiği gibi Özel Dairenin yaptığının aksine, iadeden önceki temyiz dilekçesine dayalı olarak ta temyiz davası açılmamalıdır.” 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’nun “Temyiz dilekçe ve layihasının tebliği ve cevabı” kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğname, hükmü temyiz etmeleri veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde sanık veya müdafii ile müdahil, şahsi davacı veya vekillerine dairesince tebliğ olunur. İlgili taraf tebliğden itibaren yedi gün içinde yazılı olarak cevap verebilir.” YCGK’nun 2/3/2010 tarih ve E.2010/1-19, K.2010/41 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümü gereken uyuşmazlık; sanığın kendisine yeni bir müdafi seçmesi nedeniyle görevi sona eren zorunlu müdafie yapılan tebliğnamenin tebliği işleminin geçerli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.İncelenen dosya içeriğine göre;5271 sayılı CYY’nın maddesi uyarınca, istem üzerine Çanakkale Barosu tarafından 2006 tarihinde Av. Ş.Ç.’ın müdafii olarak görevlendirildiği, bu müdafiin hükmü 2008 tarihinde süre tutum dilekçesi ile temyiz ettiği, dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtay'a gönderilmesinden sonra sanığın 2008 tarihinde Ankara Noterinin 07544 yevmiye nolu vekaletnamesi ile kendisine müdafii olarak Av. Ö.’ü seçtiği, Av. Ö.'ün sanık N.T. müdafii olduğuna ilişkin dilekçesini 2008 tarihinde dosya içerisine sunduğu, 2008 havale tarihli dilekçesi ile de yeni adresini bildirdiği, Yargıtay Başsavcılığınca 2008 tarihinde düzenlenen tebliğnamenin 2009 tarihinde baroca görevlendirilen müdafii Av.Ş.Ç.'a tebliğ edildiği, dosya içerisinde tebliğnamenin sanık N.T.'a ya da vekaletnameli müdafii Av. Ö.'e tebliğ edildiğine veya tebliğnameden haberdar olup cevap verdiklerine ilişkin bilgi ya da belgenin bulunmadığı anlaşılmaktadır.Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yerleşmiş kararlarında da vurgulandığı üzere; hükmü temyiz etmeleri halinde veya aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi halinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin, sanık veya müdafii ile katılan veya vekiline tebliğ olunacağı, 5320 sayılı Yasanın maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 1412 sayılı CYUY’nın maddesinin fıkrasında düzenlenmiş, 5271 sayılı CYY’nın maddesinde de aynı hükme yer verilmiştir. Adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı ile ilgili bulunan bu hüküm buyurucu nitelikte olup, uyulması zorunludur.5271 sayılı CYY’nın “Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde müdafiin görevlendirme yöntemi gösterildikten sonra, maddenin fıkrasında: “Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafii seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer” şeklinde düzenleme ile görevlen¬dirilen müdafiin görevinin hangi halde sona ereceği hükme bağlanmıştır. Aynı Yasanın 150/ maddesine dayanılarak çıkarılan ve 2007 gün ve 26450 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafii ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik” in “Görevin sona ermesi” başlıklı 7/1-ç. maddesinde de; “ Kişinin kendisine bir müdafii veya vekil seçmesi, hâllerinde sona erer” denilmektedir.Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Yargılama aşamasında istem üzerine baro tarafından CYY’nın maddesi uyarınca görevlendirilen müdafiin görevi, sanığın kendisine vekâletname ile bir müdafii seçmesi nedeniyle sona ermiş bulunmaktadır. Bu tarihten sonra sanığın savunmasını vekâletname ile görevlendirdiği Av. Ö. yapacağından Yargıtay BaşsavcılığıTebliğnamesinin de bu müdafie tebliği gerekir. Bu nedenle, tebliğnamenin sanığın görevlendirdiği müdafii yerine, baro tarafından atanan ve görevi sona ermiş bulunan müdafie tebliğ edilerek temyiz incelemesinin yapılması savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir.Bu itibarla, itirazının kabulü ile Özel Daire kararının kaldırılmasına ve Yargıtay Başsavcılığı tebliğnamesinin, sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafii Av. Ö.’e tebliğ edildikten sonra, temyiz incelemesi yapılması için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5957 | Başvurucu, hükme esas alınan bir tanığın karakol ifadesi ile yetinildiğini, Baro tarafından atanan zorunlu müdafiden haberdar olmadığını ve bu kişinin yaptığı usul işlemlerinin geçerli olmadığını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesinin kendisine tebliğ edilmediğini iddia etmiştir. Başvurucu Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınmış olan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebi ile yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, kamuya ait tesisin özelleştirilmesinden sonraki süreçte iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacakların Mahkeme kararına rağmen tahsil edilememesi, idarenin kusuruna dayalı olarak açılan davanın da süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun çalıştığı kamuya ait Türkiye Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş. Genel Müdürlüğü (TESTAŞ), Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleştirilerek bu kurum tarafından işletilmeye başlanmıştır. TESTAŞ, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirme yoluyla 31/12/1995 tarihinde T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’ye satılmış, başvurucu özelleştirilen bu şirkette çalışmaya devam etmiştir.A. Aydın İdare Mahkemesinin E.1995/2342 Sıra Sayısına Kayden Görülen Dava Süreci S.K. isimli şahıs tarafından Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine 1995 yılında Aydın İdare Mahkemesinde açılan davada, güvenoyu almamış Başbakan’ın Özelleştirme Yüksek Kuruluna atama yapamayacağı, dolayısıyla Özelleştirme Yüksek Kurulunun teşekkül etmediği ve özelleştirme de yapamayacağı iddiasıyla TESTAŞ’a ait Aydın tesislerinin özelleştirme işleminin iptali talep edilmiştir. Aydın İdare Mahkemesi, 16/2/1999 tarihli kararla dava konusu işlemin iptaline karar vermiş, temyiz üzerine, Danıştay Onuncu Dairesinin 24/9/2001 tarihli ilamıyla hüküm onanmış, karar düzeltme istemi aynı Dairenin 31/1/2005 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. B. Ankara İş Mahkemesinde Görülen Dava Süreci Başvurucunun iş akdi T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. tarafından 26/4/1998 tarihinde feshedilmiş, bunun üzerine başvurucu, TESTAŞ Genel Müdürlüğü, Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine, Ankara İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasında, işçi olarak çalıştığı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün, tüm aktif ve pasifiyle Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğüne devredildiğini, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca özelleştirilerek T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’ye satıldığını, iş akdinin işveren tarafından feshedildiğini, ancak işçilik alacakları ve tazminatlarının ödenmediğini, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının özelleştirme işlemi sırasında hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek işçilik tazminatları ve alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Ankara İş Mahkemesince, 12/11/2001 tarihinde verilen kararla, davalı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün dava tarihinden önce Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleşerek tüzel kişiliğinin sona erdiği, davalı Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünün, işyerinin özelleştirildiği 31/12/1995 tarihine kadar olan tazminat ve alacaklardan sorumlu olduğu, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine hizmet kusuruna dayalı açılan davada görevli yargı yerinin idare mahkemeleri olduğu belirtilerek davanın kısmen kabulüne, kıdem tazminatının, belirli kısmının davalı Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünden faizi ile birlikte, kalan kısmının davalılar Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş.’den müştereken ve müteselsilen tahsiline, davalı TESTAŞ Genel Müdürlüğünün, Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ile birleşmesi sonucu tüzel kişiliği sona erdiği için anılan davalı hakkında hüküm kurulmasına yer olmadığına, davalı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bakımından bu konuda idari yargı yeri görevli olduğu için davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/9/2002 tarihli ilamıyla hüküm onanmıştır. Manisa İcra Dairesinde Yürütülen İcra Takip Süreci Başvurucu, 2/4/2002 tarihinde Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü ve T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine, Manisa İcra Müdürlüğünün E.2002/1355 sayılı icra takip dosyasında, Ankara İş Mahkemesinin 12/11/2001 tarihli kararına dayalı olarak icra takibi başlatmıştır. Her iki borçlu aleyhine ayrı ayrı icra emri gönderilerek söz konusu borçların faizleri ile birlikte ödenmesi istenmiştir. Borçlu Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü 22/4/2002 tarihinde icra takibine konu borcunu ödemiştir. Borçlu T. F. Elektronik San. ve Tic. A.Ş. aleyhine yapılan icra takibi hâlen devam etmekte olup borçluya ait gayrimenkuller üzerinde haciz işlemi yapıldığı anlaşılmıştır. Aydın İdare Mahkemesinin E.2007/795 Sıra Sayısına Kayden Görülen Dava Süreci Başvurucu, 17/4/2007 tarihinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığına başvurarak Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğünden tahsil ettiği tazminat dışında kalan miktarın ödenmesini istemiştir. Özelleştirme İdaresi Başkanlığının talebi reddetmesi üzerine başvurucu, 3/7/2007 tarihinde Aydın İdare Mahkemesinde Özelleştirme İdaresi Başkanlığı aleyhine açtığı davada, davalının hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürerek Türkiye Et ve Balık Kurumu A.Ş. Genel Müdürlüğü dışında diğer borçludan tahsil edemediği tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Aydın İdare Mahkemesinin 26/2/2009 tarihli kararında, başvurucunun Ankara İş Mahkemesinde açtığı davanın Özelleştirme İdaresi Başkanlığına ilişkin kısmının görevsizlik nedeniyle reddedildiği ve bu kararın kesinleştiği tespiti yapıldıktan sonra "görevsiz yargı yerine açılan davada, idari yargı mercilerinin görevli olduğundan bahisle verilen kararın kesinleşmesinden itibaren 30 günlük dava açma süresi içinde görevli idari yargı mercilerinde dava açılması gerekirken, Ankara İş Mahkemesince verilen kararın kesinleşmesinden yaklaşık 5 sene sonra yapılan başvurunun, zamanaşımına uğramış dava açma süresini ihya etmeyeceğinin açık olduğu" gerekçesiyle süre aşımı yönünden dava reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, Ankara İş Mahkemesinin anılan kararının onanmasına ilişkin Yargıtay kararının taraflara tebliğ edilmediği ve bu kararı öğrenme tarihinden itibaren süresinde dava açtığı iddiasıyla temyiz edilen bu karar, Danıştay Onikinci Dairesinin, 6/6/2012 tarihli ilamı ile "Tazminat talebini oluşturan davacının kıdem tazminatı ve sair alacaklarının TESTAŞ Aydın Tesislerinin özelleştirilmesi sırasında idarenin kusurlu hareket ettiği savına dayalı olarak talep edildiği, bu durumda, davanın özelleştirmeye ilişkin işlemle doğduğu ve davacının zararının doğduğunu öğrendiği tarih olan iş akdinin feshinden sonra 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen dava açma süresinde dava açmadığı anlaşıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmamaktadır" farklı gerekçesine dayanılarak onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 26/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiş, ilam başvurucuya 15/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2459 | Başvuru, kamuya ait tesisin özelleştirilmesinden sonraki süreçte iş akdinin feshedilmesinden kaynaklanan alacakların Mahkeme kararına rağmen tahsil edilememesi, idarenin kusuruna dayalı olarak açılan davanın da süre aşımından reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2014/17987,2014/17990 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/17982 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2014/17987, 2014/17990 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına, incelemenin 2014/17982 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden kabul edilebilirlik hususu karara bağlanmadan dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular tarafından 25/9/2006 tarihinde İstanbul İş Mahkemesinde açılan murislerinin vefat etmesi sonucuna yol açan iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında İlk Derece Mahkemesinin 11/7/2013 tarihli hükmü ile davanın kabulüne karar verilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesince 3/6/2014 tarihinde onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17982 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, 2017/20987 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince, uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20987 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada kesin mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamalarına dayanılarak gerekçeli kararda suçluluğu ima eden bazı ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, jandarma uzman erbaş alımı sınavında başarılı olmuş ve Kastamonu Jandarma Eğitim Alay Komutanlığı bünyesinde uzman erbaş sıfatıyla kursiyer olarak görev yapmaya başlamıştır. Hakkında yapılan güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması üzerine başvurucunun sözleşmesi 1/11/2017 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu, sözleşmesinin feshine dair işlemin iptali istemiyle idari yargıda dava açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, işlemin hukuka aykırı olduğunu, sözleşmenin feshine ilişkin somut gerekçelerin kendisine bildirilmediğini ve mağdur olduğunu ileri sürmüştür. Kastamonu İdare Mahkemesi (Mahkeme) 8/6/2018 tarihinde dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararda; başvurucu hakkında tehdit ve kasten yaralama suçlarından yürütülen yargılamalarda hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı verildiği, mala zarar verme suçundan adli para cezasına hükmedildiği, başvurucunun dosyasında anılan suçlardan yargılandığı ve fillerin sübuta ermesi neticesinde ceza aldığı, HAGB kararı verildiği şeklinde menfi not bulunduğu ve bu nedenle güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı belirtilmiştir. Mahkeme, anılan suçların dava tarihinde yürürlükte olan Uzman Erbaş Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin (ı) bendinde sayılan katalog suçlar arasında yer almadığı, yargılamalara konu fiillerin oluş şekli ve niteliği gözönünde bulundurulduğunda başvurucunun kriminal bir kişiliğe sahip olduğunun ya da suç işleme hususunda ısrarcı olduğunun söylenemeyeceği, kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan başvurucunun göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye girdiği gerekçesiyle dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varmıştır. Jandarma Genel Komutanlığı (İdare) tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi Dava Dairesi (Daire) 12/12/2018 tarihinde istinaf başvurusunu kabul ederek kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Daire kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosyanın incelenmesinden, Kastamonu Eğitim Alay Komutanlığı'nda Uzman Erbaş kursiyeri olarak görev yapan davacı hakkında yaptırılan güvenlik soruşturmasının, 'Şebinkarahisar Asliye Ceza Mahkemesi'nin E:2017/21 K:2017/72 sayılı dosyasında tehdit suçundan, E:2013/26 sayılı dosyasında basit yaralama, mala zarar verme suçundan yargılandığı ve fiillerin sübuta ermesi neticesinde ceza aldığı, HAGB kararı verildiği' şeklinde olumsuz not bulunması nedeniyle olumsuz sonuçlandırılarak, sözleşmesinin feshedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Olayda, davacının 2012 yılında işlediği iddia edilen 'tehdit' suçuna ilişkin Şebinkarahisar Asliye Ceza Mahkemesi'nin E:2017/21K:2017/72 sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda, alkollü araç kullandığı tespit edilen davacının ihbar edildiğini düşünmesi üzerine ihbar ettiğinden şüphelendiği H.E isimli şahsa yönelik 'sizin soyunuzu ve sopunuzu kurutacağım, ş........., adiler, meydana gel seninle görüşeceğiz' şeklinde cümleler sarfederek 'tehdit' suçunu işlediğinin her türlü şüpheden uzak, kesin inandırıcı kanaate varıldığı gerekçesiyle 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının 5 yıl süre ile geri bırakılmasına karar verildiği, Şebinkarahisar Asliye Ceza Mahkemesi'nin E:2013/26 K:2015/124 sayılı dosyasında, birden fazla kişinin karıştığı kavga neticesinde davacı ile diğer katılan sanıkların yaralandığı ve araçlarında maddi hasarın meydana geldiği, davacı hakkında isnat edilen fiillerin sübuta erdiği ve 2 kişiye yönelik gerçekleştirilen 'kasten yaralama' suçundan 1500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, 'mala zarar verme' suçundan ise 1500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği görülmektedir....Olayda, Ceza Mahkemesince tehdit ve kasten yaralama suçlarından dolayı davacının durumunun Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında değerlendirilerek ve maddede aranılan koşulların gerçekleşmiş olduğu sonucuna ulaşılarak hükmün açıklamasının geri bırakılmasına hükmedildiği, anılan maddede ise hükmün açıklamasının geri bırakılması halinde hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmayacağı, bir başka ifade ile davacı hakkında verilmiş mahkumiyetten söz edilemeyeceği, öte yandan davacıya isnat edilen ve sübuta eren, tehdit, kasten yaralama ve mala zarar suçlarının, Uzman Erbaş Yönetmeliği'nin maddesinin (ı) bendinde yer alan katalog suçlar arasında sayılmadığı açık ise de, davacının işlediği ve ceza almasına sebep olan suçların vasfı, mahiyeti ve birden fazla olması hususları ile yerine getirmesi gereken kamu görevinin önemi ve gerektirdiği nitelikleri dikkate alındığında, davacının Uzman Erbaş Yönetmeliği'nin maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi kapsamında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz bulunduğu sonucuna ulaşıldığından sözleşmesinin feshine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık, bu işlemin iptaline dair İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir." Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Onikinci Dairesi tarafından kararın usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 28/5/2019 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “… (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder. (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.… (10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir....”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin iki unsuru bulunduğunu kabul etmekte; ilk unsurun kişiye ceza gerektiren bir suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci kapsadığını, ikinci unsurun ise ceza yargılaması mahkûmiyetten başka bir şekilde sonuçlandığı zaman devreye girdiğini ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını gerektirdiğini ifade etmektedir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43). AİHM, masumiyet karinesinin ikinci yönü bağlamındaki amacın ceza yargılaması mahkûmiyetten başka bir şekilde sonuçlanan kişilerin, kamu görevlileri veya makamları tarafından kendilerine isnat edilen suçtan dolayı gerçekten suçluymuş gibi muamele görmelerinin engellenmesi olduğunu vurgulamıştır (U.Y./Türkiye, B. No: 58073/17, 10/10/2023, § 31). Bu bağlamda masumiyet karinesinin idari yargılamalar için de uygulanabilir olduğunu kabul eden AİHM, hakkında nihai bir ceza hükmü olmamasına rağmen idare mahkemesi tarafından verilen bir kararda davacıya cezai sorumluluk yükleyen bir ifadenin yer almasının Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında bir soruna yol açabileceğini belirtmektedir (Çelik Bozkurt/Türkiye, B. No: 34388/05, 12/4/2011, §§ 31, 32; Seven/Türkiye, § 51). AİHM, U.Y./Türkiye başvurusunda, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanan ceza soruşturmasına konu fiiller dolayısıyla devlet memuru olan başvurucunun görevinin değiştirilmesine ilişkin idari işlemin konu edildiği idare mahkemesi kararını incelemiş ve masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (U.Y./Türkiye, § 44; Seven/Türkiye, § 54). Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında yeni tanıştığı bir kimse ile aralarında yaşanan arbede sonrasında cinsel taciz suçundan soruşturma başlatılmış, delil yetersizliği nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun arbede yaşadığı şahıs hakkında darp ve yaralama suçundan yürütülen kovuşturmada ise başvurucunun sanığın cinsel organını tutarak cinsel ilişki teklif ettiği şeklindeki savunma makul bulunmuş ve hafifletici sebep sayılmıştır (U.Y./Türkiye, §§ 5-11). AİHM, başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması ile müteakip idari süreç arasında zaman bakımından örtüşme bulunmaması nedeniyle somut olayda masumiyet karinesinin ikinci yönünün baskın olduğunu belirtmiştir. İdare mahkemesinin başvurucunun karıştığı olaya ilişkin adli süreci ve idari soruşturmayı inceleyerek gerekçelerini bu dosyalardaki unsurlara dayandırdığına dikkat çeken AİHM, masumiyet karinesinin söz konusu idari yargılamaya genişletilmesini haklı kılmak için gereken yakın bağlantının bulunduğu ve Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrasının somut davaya uygulanabilir olduğu tespitinde bulunmuştur (U.Y./Türkiye, § 33). AİHM, idare mahkemesinin kararında başvurucunun "cinsel tacizde" bulunduğunun "açık" olduğu şeklinde bir ifadeye yer vererek adli ve idari soruşturma sürecindeki karar gerekçelerinin ötesine geçtiğini ve iptali istenen idari işlemin hukuka uygunluğunu inceleme görevini aştığını kaydetmiştir. Anılan ifadelerin başvurucunun cinsel taciz suçunu işlediğini açıkça kabul etmek anlamına geldiğini vurgulayan AİHM, idari davada kullanılan dilin masumiyet karinesinin ikinci yönünün gerekleriyle bağdaşmadığı sonucuna varmıştır (U.Y./Türkiye, §§ 47-53). AİHM Nadir Yıldırım/Türkiye (B. No: 39712/16, 28/11/2023) kararında da benzer biçimde masumiyet karinesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Söz konusu başvuru bir ceza davasında ağır ceza mahkemesi başkanının dokunulmazlığının kaldırılmasına yönelik hazırlanan fezlekede isnat edilen suçu işlediği yönünde bir dil kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. AİHM konuya ilişkin önceki içtihadını hatırlatarak ağır ceza mahkemesi başkanınca dava sırasında kullanılan “başvurucunun kendisine isnat edilen suçları işlediği anlaşılsa da milletvekili seçildiği” ve “başvurucunun kendisine isnat edilen suçları işlediği anlaşılmaktadır” şeklindeki ifadeler sebebiyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Nadir Yıldırım/Türkiye, §§ 66-76). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/27554 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada kesin mahkûmiyet hükmü ile sonuçlanmayan ceza yargılamalarına dayanılarak gerekçeli kararda suçluluğu ima eden bazı ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, sosyal güvenlik aylığı ödemesinin iptal edilmesinden sonra geriye dönük olarak borçlandırılma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) iştirakçisi olan başvurucunun talebi üzerine Kurum, yaşlılık aylığı tahsisi için gerekli olan asgari 600 günlük hizmet süresini doldurduğundan 1/9/1997 tarihinde başvurucuya aylık bağlamıştır. SGK 1/12/2014 tarihli kararla, sigortalılara ait hizmet sürelerinin sayısal ortama aktarılması sırasında aynı ad ve soyada sahip başka bir sigortalıya ait 120 günlük hizmetin yanlışlıkla başvurucuya aktarıldığı ve belirtilen bu hizmet süresi çıkarıldıktan sonra kalan hizmet süresinin 600 günün altında olduğu gerekçesiyle aylık ödemesini durdurmuştur. SGK yaşlılık aylığı ödemesinin durdurulmasından sonra 1/12/2014 tarihinden geriye doğru beş yıllık süre içinde ödemiş olduğu 369,22 TL yaşlılık aylığı ve 091,30 TL sağlık giderini borç olarak kaydetmiştir. SGK borç olarak çıkardığı toplam 442,52 TL alacağı ödemesi için 9/12/2015 tarihinde başvurucu hakkında icra takibi başlatmıştır. Söz konusu icra takibi kapsamında çıkarılan ödeme emrinde 442,52 TL asıl alacağa icra takip tarihinden itibaren yasal faiz ödenmesi talep edilmiştir.B. Menfi Tespit Davası Süreci Başvurucu, toplam 442,52 TL alacağın borç olarak kaydedilmesi üzerine 14/1/2015 tarihinde borçlu olmadığının tespiti talebiyle dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde 600 günlük hizmet süresini tamamlaması üzerine Kuruma başvurarak yaşlılık aylığı bağlanması talebinde bulunduğunu, Kurumun kendi belgeleri üzerinde inceleme yaparak talebi kabul ettiğini bildirmiştir. Başvurucu; yaşlılık aylığı bağlanmasında kendisinin bir hatasının bulunmadığını, SGK'nın hatalı işlem yapmayıp başvuru anında kendisine eksik günlerinin bulunduğu yönünde bir bildirimde bulunması hâlinde eksik günlere ilişkin hizmet borçlanmasını o tarihte yapabileceğini ileri sürmüştür. Amasya İş Mahkemesi 14/10/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında SGK'nın hatalı işlemleri nedeniyle yapılan ödemelerin bu işlemin tespit tarihinden itibaren geriye doğru beş yıllık süre içinde iadesinin istenebileceğine işaret etmiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 17/11/2016 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar 6/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 29/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/76356 | Başvuru, sosyal güvenlik aylığı ödemesinin iptal edilmesinden sonra geriye dönük olarak borçlandırılma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, başvurucu tarafından posta yolu ile gönderilmek istenen ve içeriğinde başvurucuya göre geçmişte yaşanan bir olayın anlatıldığı mektubun ceza infaz kurumu tarafından alıkonulması nedeniyle haberleşme ve ifade özgürlüğünün, ayrımcılık yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirtilen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 17/6/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabul edilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 17/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü tanınan ek süre içerisinde 14/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 24/8/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 8/9/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 14/12/1999 yılında verilen kararla başvurucu otuz altı yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun posta yolu ile bir kişiye göndermek istediği mektup, Disiplin Kurulu Başkanlığının kararıyla alıkonulmuştur. Anayasa Mahkemesi Komisyonlar Başraportörlüğünce 2/6/2015 tarihinde Cezaevi idaresinden sözkonusu mektubun onaylı suretleri talep edilmiş 5/6/2015 tarihinde mektubun onaylı suretleri gönderilmiştir. Mektupta yer alan birkaç kelime dışında mektup Türkçe yazılmıştır ve üç sayfadan oluşmaktadır. Anlatılan olayların 1991 yılına ait olduğu anlaşılmaktadır. Diyarbakır ilinde bir kişinin cenazesi sırasında başvurucuya göre yaşanılan olaylar betimlenmiştir. Başvurucunun geçmişte yaşadığını iddia ettiği olaya ilişkin bu yazı, başvurucunun diliyle doğrudan anlatılmaya başlanmıştır. Söz konusu yazının bazı kısımları şöyledir:"AMED SERHILDANI1991 yılının 10 Temmuz sabahında yüz binden fazla insan Amed İstasyon Meydanında toplanmıştık... Bir cenaze töreniydi, fakat bu yas havasını aşan halk devrimci bir coşkuyla davul zurna eşliğinde dilan tutuyor, slogan atıyor, devrim şarkıları söylüyordu. Evet, Temmuz dört duvar arasındaki hücrelerde bir direniş geleneği başlatmıştı: ama bu topraklara özgü direniş ruhu Şeyh Said'ten bu yana bir sel gibi meydanlara ilk defa akıyordu....Ben o vakit on beş yaşındaydım....Vedat Aydın'ın cenazesi buradan araçtan indirilip camide yıkandı...Cenaze yıkandıktan sonra kitle tekrar harekete geçti. Başı sonu gözükmeyen bu mahşeri kalabalığın ön sıralarında yeşil-sarı-kırmızı bayraklar, posterler, pankartlar ve sloganlar eşliğinde Urfa Kapı'ya doğru yürümeye başladık. Güzergah boyunca bütün cadde başları özel timler ve sivil polisler tarafından tutulmuştu. Urfa Kapı'ya yaklaştığımızda surların üstüne mevzilenmiş kar maskeli özel timler taşlarla saldırmaya başladı. Birden yükselen sloganlar ve atılan taşlardan sonra görünmez oldular. Urfa Kapısından geçiş surların aza altındaki caddeden Mardin Kapı'ya doğru ilerledik. Yolun sağ tarafındaki surları silahlı siviller ve özel timler tutmuştu;...Mardin Kapıya elli metre kala kitle durduruldu. Bütün grup cenaze arabasının etrafını sarmıştı... Bu kısa süreli bekleyiş anında polisler kitlenin önündeki grupla pazarlık yapıyordu. Bir anda nasıl olduğunu anlayamadık. Silahlar patladı. Herkes kendini yere attı. Sağımıza solumuza vızır vızır mermi düşüyor, asfalt parçaları etrafa saçılıyordu. İçinde milletvekillerinin olduğu parti otobüsünden megafonla bir ses "Ateş etmeyin! Ateşi kesin!" diye sesleniyordu. Ateş kesilmedi, aksine taramalar daha bir arttı. Etrafımdaki birçok insan yaralanmıştı. Biraz sürünüp sonra yuvarlanarak kendimi kaldırım taşlarının kenarına ulaştırdım. Burası mermi tutmuyordu....Daha kendime gelememiş, ilk şaşkınlığı üzerimden atamamışken yüzlerce polis üzerimize saldırdı. Polisleri durdurmak için taş atmaya başladık, biraz geri çekildiler. Bu ilk saldırıda amaçlanan şey, mezarlığa bütün kitlenin değil sadece küçük bir grubun girmesiydi....Mardin Kapı yokuşunu sessizce tırmandığımız sırada panzerler önümüzü kesti. Hepimiz durup asfalta oturduk....... Hemen ardından yavaş yavaş yürüyüp tam da yokuşta Mardin Kapıyı zorlamışken üzerimize ateş açıldı....Kurşun yağmuruna tutulan kitlenin yokuş aşağı geri çekilmesi izdihama neden olmuştu.İnsanlar yaralı ya da ölü uçurumun dibinde üst üste yığılıp kalıyordu....Karartı halinde gördüğüm özel timler hareket edene ateş açıyordu.......Az ötede bir evin önünden geçerken bir kadın bana sıcak tandır ekmeği, yeşil soğan ve iki tane zeytin verdi. Elimdekileri ayak üstü yiyip daracık sokaklardan Ben ü Sen'e doğru yürürken aklımda sadece dağa çıkmak vardı." Mektup Okuma Komisyonuna 26/9/2013 tarihinde gelen mektup, aynı gün Disiplin Kurulu Başkanlığına sevk edilmiştir. Disiplin Kurulunun 26/9/2013 tarihli ve 2013/886-135 sayılı kararında 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrasına yer verilmiş ve şu sebeplerle mektup alıkonulmuştur: "Mektubun içeriğinde 'terör örgütü mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmeleri, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan - yanlış beyan içermesi nedeniyle' alıkonulmasına karar verilmiştir." Başvurucu bu karara karşı Bolu İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 22/10/2013 tarihli ve E.2013/1793, K.2013/1836 sayılı kararlabaşvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Şikâyetin reddedilme gerekçesi şöyle belirtilmiştir:"5275 Sayılı Kanunun 68/3 maddesinde kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütü mensuplarının haberleşmesini sağlayan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflarhükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez ibaresi yer aldığından;İtiraza konu mektubun incelenmesinde, dosya kapsamıda hep birlikte değerlendirildiğinde Ceza İnfaz Kurumu Kararı usul ve yasaya uygun olduğundan itirazın reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Bolu Ağır Ceza Mahkemesi 11/11/2013 tarihli ve 2013/1269 Değişik İş sayılı kararıyla İnfaz Hâkimliğinin kararındaki gerekçeye atıf yaparak kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu 9/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5275 sayılıKanun'un maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir.(2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir." 5275 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak çıkarılan 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez." Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesi şöyledir:"(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir." Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesi şöyledir:"(1) Mektup okuma komisyonunca, mahalline gönderilmesi veya hükümlüye verilmesi sakıncalı görülen mektuplar, en geç yirmidört saat içinde disiplin kuruluna verilir. Mektubun disiplin kurulu tarafından kısmen veya tamamen sakıncalı görülmesi hâlinde, mektup aslı çizilmeden veya yok edilmeden şikâyet ve itiraz süresinin sonuna kadar muhafaza edilir. Mektubun kısmen sakıncalı görülmesi hâlinde, aslı idarede tutularak fotokopisinde sakıncalı görülen kısımlar okunmayacak şekilde çizilerek disiplin kurulu kararı ile birlikte ilgilisine tebliğ edilir. Mektubun tamamının sakıncalı görülmesi hâlinde, sadece disiplin kurulu kararı tebliğ edilir. Tebliğ tarihinden itibaren infaz hâkimliğine başvuru için gereken süre beklenir. Bu süre içinde infaz hâkimliğine başvurulmamış ise, disiplin kurulu kararı yerine getirilir. İnfaz hâkimliğine başvurulmuş ise, infaz hâkimliği kararının tebliğinden itibaren itiraz süresi beklenir. İnfaz hâkimliği kararına itiraz edilmemiş ise bu karara göre, itiraz edilmiş ise mahkemenin kararına göre işlem yapılır.(2) Hükümlüye yapılacak tebligatta, tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde infaz hâkimliğine şikâyet hakkının kullanılmaması veya infaz hâkimliği kararına karşı tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde ağır ceza mahkemesine itiraz edilmemesi hâlinde, disiplin kurulu kararının kesinleşerek mektubun sakıncalı görülen kısımlarının okunmayacak şekilde çizilerek verileceği veya tamamı sakıncalı görülen mektubun verilmeyeceği bildirilir.(3) Kısmen veya tamamen sakıncalı görülen mektuplar, iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarına başvuru yapılması durumunda kullanılmak üzere idarece saklanır. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9133 | Başvuru, başvurucu tarafından posta yolu ile gönderilmek istenen ve içeriğinde başvurucuya göre geçmişte yaşanan bir olayın anlatıldığı mektubun ceza infaz kurumu tarafından alıkonulması nedeniyle haberleşme ve ifade özgürlüğünün, ayrımcılık yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan bir haberde kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/1/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Bakanlığın görüş yazısı 9/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; adli yargıda hâkimlik, adalet müfettişliği, adalet başmüfettişliği, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliği yapmış olup hâlen Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktadır. Ulusal düzeyde yayın yapan Yeni Şafak gazetesinin 10/6/2010 tarihli nüshasında, o tarihte HSYK üyesi olan başvurucu hakkında “Bağımsız yargıda Seyfi Dede üçgeni” başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Gazetenin birinci sayfasında başvurucunun ve haberde adı geçen diğer iki kişinin fotoğrafına yer verilerek “HSYK’da Seyfi Dede Üçgeni” başlığı kullanılmış ve altında, "Ergenekon soruşturmasını yürüten hâkim ve savcılara baskı kurarak yargıyı etkilemekle suçlanan eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın, HSYK Başkanvekili Kadir Özbek’in yanı sıra, üye Ali Suat Ertosun’la da temasta olduğu belirlendi…” şeklinde başvurucu hakkında bazı iddialara yer verilmiştir. Haberin devamı ile başvurucunun ve haberde adı geçen diğer iki kişinin fotoğrafına gazetenin on birinci sayfasında yer verilmiş ve sayfanın başında büyük puntolarla "Bağımsız yargıda Seyfi Dede üçgeni" başlığı tercih edilmiştir. Başlığın altındaki haber şu şekildedir:“Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yaz kararnamesine alternatif liste sunarak, "Ergenekon, KCK ve fail-i meçhul" davalarını yürüten hâkim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilmesini isteyen üye Ali Suat Ertosun'un adı, derin yapılanmanın yargı ayağını ortaya çıkaran soruşturmaya karıştı. Yüksek yargıdaki dava dosyaları ve kritik noktalara yapılacak atamalara müdahale eden şüphelilerin mahkeme kararıyla dinlenen telefon görüşmelerinde, Ertosun'un adı sık sık anıldı. Bir hâkimin, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi'ne başkan olabilmesi için devreye giren tutuklu sanık Ali Hadi Emre teknik takibe takılan görüşmesinde, ricacı olduğu HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'in “Ertosun'a da bir görün” dediğini anlattı. MAHKEME BAŞKANI YAPALIMYargıtay ve Danıştay'daki davalara ve kritik yerlere yapılacak atamalara müdahale eden ve Ergenekon'la bağlantılı hareket ettiği ileri sürülen yapılanmanın, İstanbul Adliyesi'nde görevli hâkim Yavuz Öztürk'ü, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığına getirme gayretleri teknik takibe takıldı. HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'un adının da karıştığı bu girişim, tutuklu sanık Ali Hadi Emre'nin mahkeme kararıyla dinlenen telefon görüşmelerine yansıdı. Şüpheli Emre'nin, hâkim Öztürk'le yaptığı 26 Ekim 2009 tarihli görüşmeye göre; tayin konusu ilk olarak gözaltına alınan Adalet Eski Bakanı Seyfi Oktay aracılığıyla HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'e iletildi. Emre, tayin için ricacı oldukları HSYK Başkanvekili Özbek'in talep üzerine kendilerine “Ertosun'a da bir görün” dediğini Yavuz'a aktardı.'MERAK ETME, GARANTİ' DEDİAli Hadi Emre, hâkim Yavuz'a sanık Kudbettin Kaya ile birlikte görüştükleri Seyfi Oktay'ın tayin için garanti verdiğini söyledi. Emre, “Bizim avukat Kutbettin'i tanıyorsun. Gene bir ara yemek yedik, Seyfi abi vardı. Ondan sonra; yani seninle ilgili yine konuştuk, yani o çok garanti konuştu ya, ben de sana söylemedim, yani dedim hani ne olur ne olmaz, belli olsun, ondan sonra” dedi. İkili arasındaki görüşmeden tayin konusunda beklenen sonucun çıkmadığı anlaşılırken, bu konuda yeni bir girişimde bulunma gayretleri de kayıtlara geçti. ERTOSUN'A DA BİR GÖRÜNTutuklu sanık Ali Hadi Emre, telefon görüşmesi yaptığı hâkime tayin meselesi için HSYK Başkanvekili Kadir Özbek ile de konuştuğunu aktardı. Sanık Emre, tayin için gereken adresi şu sözlerle gösterdi: “Kadir beye bir şey söylediğiniz zaman diyor ki, daha başka talepler de vardı. Şeye de söyleyin; Ertosun'a. Onu da bir görün falan diyordu.” Bu sözler üzerine hâkim Yavuz, tayin için garanti veren eski bakan Mehmet Seyfi Oktay'a şikâyetinin iletilmemesini istedikten sonra şunları söyledi: “Mehmet bey dedi, sen bu sefer olmadın; ama bir dahaki sefere kesin. Hiç merak etme. Ben canı gönülden çalışacağım demişti.”'BAŞKA YERE ATAYIN' RANDEVUSUBüyük bir kente tayin isteyen Giresun Savcısı Nihat Nuri Akar'ın, önce tutuklu sanık Ali Hadi Emre ile irtibata geçtiği de telefon dinlemelerine takıldı. Emre'nin de talebi Adalet Eski Bakanı Seyfi Oktay'a aktardığı tespit edildi. Savcı Akar ile Ali Hadi Emre arasında 14 Aralık 2009 tarihli telefon görüşmesinde ise tayin işinin Seyfi Oktay ve HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'le yemekli bir toplantıda görüşüldüğü belirlendi. Giresun Savcısı Akar'ın, Emre, Oktay ve Özbek'in yanı sıra tayini yaptırmak için HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'la görüşmek amacıyla yakınlarıyla temasa geçtiği ve randevu ayarlamaya çalıştığı da tespit edildi. Soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla yapılan telefon dinlemelerinde tutuklanan şüphelilerin 'Dede' diye hitap ettiği Adalet Eski Bakanı Seyfi Oktay'ın başını çektiği ileri sürülen yapılanmanın, yüksek yargıya atama ve tayin işlerinde HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, HSYK üyesi Ali Suat Ertosun'u kullanmaya çalışması ise dikkat çekti. Özbek'e isimleri toptan verinYargıyı kıskaca alan yapının, 2007 yılında çeteyle irtibatlı olduğu için meslekten atılan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nde görevli eski hâkim A K'nın geri dönebilmesi için ciddi çalışmalar yürüttüğü de iletişim tespit tutanaklarına geçti. K'nın görevine dönebilmesi için şüpheli Oktay'ın HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'le randevu ayarlamaya çalıştığı belirlendi. Eski hakimin, tutuklu sanık Ali Hadi Emre'nin araya girmesiyle Danıştay Daire Başkanı Sıddık Yıldız'la görüştüğü belirlendi. Yıldız'ın da eski hâkim K'yı Danıştay kökenli HSYK üyeleriyle görüştürmeye çalıştığı saptandı. Tutanaklara giren 8 Haziran 2009 tarihli görüşmede; Oktay tayin işlemlerin olacağını belirterek, “Sen bu adamların hepsini not edersin, ben de ederim, şöyle üç mü beş mi yedi mi on mu var. Bir gün başkanı çağırırım, şunların üzerinde durmanı istiyorum” karşılığını verdi.CHP'li vekilin işini de görmüşErgenekon soruşturması kapsamında görüşmeleri teknik takibe alınan şüpheli Seyfi Oktay'ın, CHP İzmir Milletvekili Abdürrezzak Erten'in tayin ricası için de devreye girdiği ortaya çıktı. CHP'li vekil Erten'in tayin isteğini alan Adalet eski Bakanı Oktay'ın, Şanlıurfa Cumhuriyet Savcısı Serdar Gür'ün kişisel bilgilerini HSYK Başkanvekili Kadir Özbek'e ilettiği kayıtlarda yer aldı. 10 Aralık 2009'da Oktay'ı arayan CHP'li Erten, “Saygılar sunuyorum bakanım. Şimdi dün beni aradılar. Bu Urfa Cumhuriyet Savcısı Serdar Gür. Beni, ya ne olur, sayın bakanımı acaba şey yapabilir misiniz diye. Çünkü geçen sefer çıkacaktı yaz kararnamesinde. İstiyordu” dedi. Bu sözlerin ardından Oktay ise olayı HSYK Başykanvekili Özbek'e aktardığını belirtti. Tayin işleminin gerçekleşeceğinden emin konuşan Oktay, “Ben söyledim şeye Kadir beye. İnşallah bir yaramazlık olmaz” şeklinde konuştu. Mübaşir için bile devreye girmişlerYargıya müdahaleleri teknik takibe takılan sanıkların, mübaşir tayinleri için bile seferber oldukları ortaya çıktı. İstanbul Adliyesi'nde görevli Mustafa Oğuz adlı bir mübaşirin Bakırköy Adliyesi'ne tayinini çıkarılması için yürütülen çalışmaları tutuklu sanık Ali Hadi Emre'nin, Bakırköy Adelet Komisyonu Başkanı Ferit Arslankurt'la yaptığı telefon görüşmelerinden tespit edildi. Tutuklu sanık Emre, 8 Ekim 2009 tarihli görüşmede Başkan Arslankurt'a “Bizim burada, DGM'de bir mübaşir vardı. Mustafa size gelmiş galiba” dedi. Arslankurt'un “Bize gelen hakim mi” sorusu üzerine Emre, “Yok yok mübaşir, mübaşir Mustafa. Şimdi size uğrayacak. Bu bizim böyle sevdiğimiz bir çocuk. Buna biraz…” karşılığını verdi. Başkan Arslankurt, son operasyonda tutuklanan Emre'nin ricası üzerine “tamam” dedi.” Başvurucu, söz konusu haber nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek 9/6/2011 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgililer aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 17/5/2012 tarihli kararla davayı reddetmiştir. Mahkemenin gerekçesi şöyledir:“Basın özgürlüğü, Anayasa’nın maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasası’nın ve maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.Davaya konu yayında; İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekilliğince yürütülen, kamuoyuna yansıyan daha sonra düzenlenen iddianamesi Mahkemece kabul edilen Adalet Eski Bakanı Seyfi Oktay'ın içinde yer aldığı bazı kişilere karşı yapılan soruşturmanın haberinin yer aldığı, verilen haberde soruşturmaya konu kişilerin soruşturmaları yürüten hâkim ve savcılara baskı kurarak yargıyı etkilemek amacıyla HSYK üyeleri ile temas kurduklarından bahsedildiği, davacının resminin haber içerisinde yer aldığı, haberin tamamının incelenmesinde davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bir yayının olmadığı, iddianameye yansıyan ve yasal delil olan, davasının açıldığı tarihte tüm kamuoyunca öğrenilen kişilerin telefon görüşmelerine dayalı olarak haber yapıldığı, haber konusu olayın güncel olduğu, kamuoyunun haber konusunu takip ettiği, halen yargılamaları süren bazı kişilerin yargıyı etkilemek için faaliyetlerinin bulunduğunun yadsınamaz gerçek olduğu, davacının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki önemli ve kritik görevi nedeniyle eleştiri niteliğindeki bu yayına katlanması gerektiği, haberin başlığı ve içeriği birlikte değerlendirildiğinde davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı, bu sebeple davanın reddi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.” Başvurucunun temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/6/2013 tarihli ilamıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Anılan karar 2/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 28/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1416 | Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan bir haberde kullanılan ifadelerin başvurucunun kişilik haklarını zedelediği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, gizlilik kararı nedeniyle hakkındaki belgeleri inceleyememesi ve tutukluluk incelemelerinde alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasındaki bazı işlemler ve ceza infaz kurumundaki uygulamalar sonucu savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu 24/2/2011 tarihinde Hâkimler ve Savcılar Kurulunca (HSK) Yargıtay üyeliğine seçilmiş, ve Ceza Dairelerinde görevlendirilmiştir. Soruşturma sürecinde ise başvurucunun meslekten çıkarılmasına karar verilmiştir. Darbe teşebbüsü sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının 16/7/2016 tarihli yazılı talimatıyla "Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu" gerekçesiyle başvurucunun tutuklanmasının sağlanması amacıyla yakalanmasına, gözaltına alınmasına, konutu, aracı ve işyerinde arama yapılmasına karar verilmiştir. Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerce başvurucunun konutu, işyeri ve aracında arama yapılmış; suç delili olabileceği değerlendirilen bazı dijital materyallere (laptop, haricî hard disk, disket, flash disk, CD ve bilgisayar kasası) el konulmuş; başvurucu 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya FETÖ/PDY ile bağlantısı olup olmadığını aydınlatmaya yönelik sorular yöneltilmiştir. Bu kapsamda FETÖ/PDY'ye ait evlerde, yurtlarda kalıp kalmadığı, himmet verip vermediği, Bank Asya'ya para yatırıp yatırmadığı, yurt dışı gezilerine katılıp katılmadığı, Adalet Akademisi sınav komisyonlarında ve soru hazırlayan komisyonlarda görev alıp almadığı, darbe girişimi sonrasında görev alıp almadığı sorulmuştur. Başvurucu suçlamaları kabul etmeyerek FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu müdafii de başvurucunun atılı suçları işlediğine dair dosyada delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucuyu 20/7/2016 tarihinde, tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:"15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suç[ların]dan mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "atılı suçların CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıkları tespit edilmiş olup [başvurucunun da aralarında olduğu] mevcutlu şüphelilerin de kaçma şüphesinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip delilleri değiştirme ihtimallerinin olması, AİHM'nin [Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi] birden çok vermiş olduğu kararlarında belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmeleri halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin veya başka suçlar işleme tehlikesinin bulunması nedenlerine göre... [tutuklanmasına karar verilmesi talep olunur.]" Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı gün yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde özetle soruşturmanın Yargıtay Kanunu'na göre yürütülmesi gerektiğini, ortada suçüstü hâli ve suç bulunmadığını, silahlı terör örgütüne üyelik suçlamasını kabul etmediğini belirtmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli(nin) ...üzerine yüklenen silahlı terör örgütüne üye olmak suçunun vasıf ve mahiyeti, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren deliller, yakın ve somut bir tehdidin halen devam ediyor olması, ...Yargıtay Başkanlık Kurulu'nun 17/7/2016 tarih 244/A sayılı kararı, şüphelilerin saklanma ve kaçma şüphesini uyandıran somut olguların varlığı (aynı suç kapsamında soruşturulan aynı statüdeki bir kısım şüphelilerin kaçmış olması), fiilin kanunda karşılığı olan cezanın miktarı, suçun CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinde yer alan tutuklamaya ilişkin şartların gerçekleştiği dikkate alınarak adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla şüphelilerin CMK.nun 100 vd. maddeleri uyarınca tutuklanmasına... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 9/8/2016 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, atılı suçun katalog suçlardan olması olması sebebiyle CMK 100/3 maddesi gereğince şüphelilerin kaçma, saklanma, delilleri karartma ihtimalinin bulunduğu, atılı suçun ceza miktarı nazara alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı ...itirazın reddine... [karar verildi]." Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 3/2/2017 tarihinde bir kısım şüphelinin ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine yaptığı inceleme sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir."...Şüpheliler hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunması, üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak CMK maddesi uyarınca tutukluluk hallerinin devamına... [karar verildi.]" Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 6/3/2017 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "...Şüpheliler hakkında yapılan sorgu üzerine verilen tutuklama kararının kaldırılmasını gerektirecek dosya içerisine yeni bir delil ibraz edilmediği, Ankara Sulh Ceza Hakimliğinin 2017/791 İş sayılı şüphelilerin tutukluluk halinin devamına ilişkin verilen kararda belirtilen gerekçelerin usul ve yasaya uygun olduğu, kararda herhangi bir isabetsizlik görülmediği anlaşılmakla ...itirazın reddine... [karar verildi.]" Başvurucuya nihai karar 10/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun silahlı terör örgütünü yönetme ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarını işlediğinden bahisle hakkında kamu davasının açılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Anılan fezlekede 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğu belirtilmiş; bu yapılanmaya mensup oldukları, yapılanmanın emir ve talimatları doğrultusunda hareket ettikleri değerlendirilen yargı mensupları hakkında adli soruşturma yapıldığına değinilmiştir. Savcılık, darbe tehlikesinin tam olarak bertaraf edilemediğine dikkat çekerek ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü hâlinin mevcut olduğu sonucuna varmıştır. Fezlekede, bu durum dikkate alınarak başvurucu hakkında genel hükümlere istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 16/7/2016 tarihinde soruşturma başlatıldığı ifade edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 18/12/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Yargıtay Ceza Dairesinde (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) kamu davası açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün yargıdaki yapılanmasına ilişkin genel bilgilerin yer aldığı iddianamede başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair temel olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının fezlekesindeki olgulara dayanılmıştır. İddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY'nin yargıdaki yapılanmasında bilerek ve isteyerek yer aldığına ilişkin olgulara dayanılmıştır. İddianamede genel hükümlere göre soruşturma başlatıldığı, başvurucuya isnat edilen suçun mütemadi suç olması nedeniyle yakalanma tarihi itibarıyla suçüstü halinin oluştuğu belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen suçlamanın dayandığı olgular özetle şöyledir:i. Başvurucunun FETÖ/PDY tarafından örgütsel ve kriptolu haberleşme maksadıyla tasarlanan ByLock uygulamasını kullandığı belirtilmiştir.ii. Tanıklar B.E., A.Ş., K., A.H., Ö.K., K.Ö., İ., İ.O. ve G.A. verdikleri beyanlarda başvurucuyu bu yapıya mensup olanlar arasında saymıştır. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"...Şüpheli [Ö.'nün] staj döneminden itibaren örgütün düzenlediği organizasyonlara katıldığı, HSYK seçimlerinde örgütün hareket tarzını belirleyen heyetin içinde yer aldığı, terör örgütü mensuplarının 2010 yılında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda çoğunluğu ele geçirmelerine müteakiben, örgüt liderinin talimatı ile Yargıtay üyeliğine seçilmesine karar verilen isimlerin belirlendiği toplantılarda HSYK üyesi olmamasına karşın seçici ve belirleyici olarak bulunduğu ve bu toplantılarda Yargıtay üyeliğine seçilmesine karar verilen isimlerden olduğu, Yargıtay Başkanlık Divan'ın da bulunan örgüt mensuplarına talimatlar vererek Yargıtay'daki iş bölümünü belirleyen kişiler arasında yer aldığı, münhasıran örgütün kullandığı ByLock isimli programı yüklediği, Yargıtay üyesi seçildikten sonra da örgüt ile irtibatını sürdürdüğü, şüphelinin örgüt adına süreklilik ve çeşitlilik arz edecek şekilde faaliyetlerde bulunduğu tanık beyanları, ByLock, HTS kayıtları ve tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır. " Yargıtay Ceza Dairesi (Mahkeme) iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/112 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme 8/1/2018 tarihinde yaptığı tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sırasında-duruşma yapmaksızın- başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş ve ilk duruşmanın dosya sayısı ve iş yoğunluğunu da dikkate alarak 19/3/2018 tarihinde yapılmasını kararlaştırmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...silahlı terör örgütüne üye olma suçuna ilişkin sanığın örgütün gizli haberleşme ağı olan Bylock isimli uygulamayı kullandığı, tanık beyanları, dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna göre; sanığın atılı suçu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunduğu, örgütün yöneticilik ve üyeliği suçunun faili pek çok kimsenin halen kaçak olduğu, işlenen suçlara dair delillerin toplanmaya devam edilmekte olduğu hususları dikkate alındığında sanığın kaçma, saklanma ve delilleri karartma şüphesi bulunduğu, müsnet suçun CMK'nın 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu, suçun vasıf ve mahiyeti ile kanunda gösterilen ceza miktarları dikkate alındığında verilen tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı olduğu, bu aşamada hükmedilecek adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı, tutuklanmasından sonra sanığın hukuki durumunda herhangi bir değişiklik de bulunmadığı ... [anlaşılmakla tutukluluk halinin devamına karar verildi.]" Mahkemece 19/3/2018 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucu avukatıyla yeterince görüşemediğini belirterek gerekli belgeleri temin ederek avukatıyla görüşmek ve savunmasını hazırlamak üzere süre talep etmiştir. Mahkeme anılan duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...üzerine atılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçunu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve yüklenen eylemin CMK'nın 100/ maddesinde belirtilen suçlardan olması, suçun vasıf ve mahiyeti ile kanunda gösterilen ceza miktarları dikkate alındığında verilen tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı olduğu, bu aşamada hükmedilecek adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı kanaatine varılması nedenleriyle tahliyeye ilişkin taleplerin reddi tutukluluk halinin devamına ... [karar verildi.]" Mahkeme 12/7/2018 tarihinde yaptığı ikinci duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle özel soruşturma ve kovuşturma usullerine uyulmadığını belirterek kendisine yöneltilen terör örgütü kurma ve yönetme suçunun oluşmadığını, suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. Mahkeme duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Sanığın üzerine atılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçunu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması veyüklenen eylemin CMK'nın 100/ maddesinde belirtilen suçlardan olması, suçun vasıf ve mahiyeti ile kanunda gösterilen ceza miktarları dikkate alındığında verilen tutuklama tedbirinin ölçülü ve orantılı olduğu, bu aşamada hükmedilecek adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı kanaatine varılması nedenleriyle tahliyeye ilişkin taleplerin reddi ile tutukluluk halinin devamına ... [karar verildi.]" Mahkemece 21/11/2018 tarihinde yapılan duruşmada bir kısım tanık dinlenilmiş, bir kısım yazı cevabı okunmuş ve eksik hususların ikmaline karar verilmiştir. Mahkeme duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Sanığın üzerine atılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçunu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve yüklenen eylemin CMK'nın 100/ maddesinde belirtilen suçlardan olması, suçun vasıf ve mahiyeti ile kanunda gösterilen ceza miktarları dikkate alındığında verilen tutuklama tedbirinin CMK hükümleri ve AİHS madde uyarınca ölçülü ve orantılı olduğu, bu aşamada hükmedilecek adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı kanaatine varılması nedeniyle tahliyeye ilişkin taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına... [karar verildi.]" Mahkeme 7/2/2019 ve 17/4/2019 tarihlerinde yaptığı duruşmalarda da bir kısım tanık dinlenilmiş, sair eksik hususların ikmali için gereğinin yapılmasına ve duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Sanığın üzerine atılı FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yöneticisi olma suçunu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve yüklenen eylemin CMK'nın 100/ maddesinde belirtilen suçlardan olması, suçun vasıf ve mahiyeti ile kanunda gösterilen ceza miktarları dikkate alındığında verilen tutuklama tedbirinin CMK hükümleri ve AİHS madde uyarınca ölçülü ve orantılı olduğu, bu aşamada hükmedilecek adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı kanaatine varılması nedeniyle tahliyeye ilişkin taleplerinin reddi ile tutukluluk halinin devamına... [karar verildi.]" Başvurucu; daha önce arama ve elkoyma işleminin usulüne uygun olarak yapılmadığı, dosyadaki gizlilik kararı nedeniyle hakkındaki hiçbir belgeyi inceleyemediği, gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğu, gözaltında kötü muameleye maruz bırakıldığı, mal varlığına haksız yere el konulduğu, mesleği nedeniyle hakkında öngörülen özel soruşturma usulünün uygulanmadığı, savunma hakkının kısıtlandığı, masumiyet karinesinin ihlal edildiği, soruşturma işlemlerinin yetkili ve görevli olmayan savcılık ve sulh ceza hâkimliklerince yürütüldüğü, soruşturma/kovuşturma sırasındaki bazı işlemler nedeniyle özel ve aile hayatına müdahale edildiği, sulh ceza hâkimliklerinin hem tutuklama kararı veren hem de bu karara itirazı değerlendiren makam olmalarının hukuka aykırı olduğu, tutuklama tedbiri için mevzuatta öngörülen koşulların gerçekleşmediği, tutukluluğun gözden geçirilmesi kararlarının gerekçesiz olarak verildiği iddiaları nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği, adil yargılanma hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, mülkiyet hakkı ile özel hayata ve aile hayatına saygı haklarının ihlal edildiğini belirterek Anayasa Mahkemesine 8/9/2016 tarihinde bireysel başvuruda (Ö., B. No: 2016/15687, 23/5/2018) bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi; bu başvuru üzerine 23/5/2018 tarihinde Birinci Bölüm İkinci Komisyonca yapılan inceleme sonucunda tutuklamanın hukuki olmadığı, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlandığı ve sulh ceza hâkimliklerinin yapısı ile özel soruşturma usulü uygulanmamasına ilişkin iddialar yönünden açıkça dayanaktan yoksun olması, gözaltı kararının hukuka aykırı olduğu, gözaltında kötü muameleye maruz kalındığı ve diğer hak ihlali iddiaları yönünden ise başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (B. No: 2016/15687). Dava ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay Ceza Dairesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk hâli devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez, B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33- kararı. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20197 | Başvuru, darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, gizlilik kararı nedeniyle hakkındaki belgeleri inceleyememesi ve tutukluluk incelemelerinde alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; soruşturma aşamasındaki bazı işlemler ve ceza infaz kurumundaki uygulamalar sonucu savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması ve adli kontrol tedbirine karar verilirken duruşma yapılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Olaylara İlişkin Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Olağanüstü hâl döneminde alınan tedbirlerden biri de "terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca [MGK] karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu" değerlendirilen kişilerin Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmasıdır. Bu kapsamda darbe teşebbüsünün arkasındaki yapılanma olan FETÖ/PDY'nin yanı sıra diğer terör örgütleri ile ilgisi nedeniyle de çok sayıda kamu görevlisinin ihraç edildiği bilinmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-60). Öğretmen olarak görev yapmakta olan S.Ö. 29/10/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca (MGK) karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Akademisyen olan N.G. hakkında ise 3/10/2016 tarihinde görevden uzaklaştırma tedbiri uygulanmış, sonrasında 6/1/2017 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile aynı gerekçeyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Bu süreçte N.G. 9/11/2016 tarihinde Ankara'da Yüksel Caddesi üzerinde bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde oturma eylemi yapmaya başlamıştır. S.Ö. de 23/11/2016 tarihinden itibaren bu oturma eylemine katılmıştır. Bu kişiler 11/3/2017 tarihinde görevlerine iade edilmeleri amacıyla açlık grevi başlattıklarını açıklamışlardır. N.G. ve S.Ö. tarafından başlatılan İnsan Hakları Anıtı önünde oturma eylemi ve sonrasındaki açlık greviyle ilgili olarak kamuoyunda yoğun tartışmalar olmuş ve konu uzun süre boyunca güncelliğini korumuştur. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma sonucunda düzenlenen 2/5/2017 tarihli iddianameyle S.Ö. ve N.G.nin de aralarında olduğu üç şüphelinin silahlı terör örgütü üyesi (DHKP/C) olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 23/5/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/137 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Diğer taraftan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir diğer soruşturma kapsamında S.Ö. ve N.G. 23/5/2017 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma ve 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarından tutuklanmaları istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiş; Hâkimlik aynı tarihte bu kişilerin tutuklanmasına karar vermiştir. Başsavcılık tarafından düzenlenen 24/5/2017 tarihli iddianameyle S.Ö. ve N.G.nin silahlı terör örgütü üyesi (DHKP/C) olma, terör örgütünün propagandasını yapma ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde yeni bir kamu davası açılmıştır. Mahkeme 5/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/161 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme ayrıca aynı tarihte davanın E.2017/137 sayılı dosya ile birleştirilmesine ve yargılamaya bu dosya üzerinden devam olunmasına da karar vermiştir.B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu öğretmen olarak görev yapmakta iken 7/2/20107 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 686 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK ile terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK'ca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılmıştır. Diğer taraftan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca söz konusu oturma ve/veya açlık grevleri ile DHKP/C terör örgütünün bağlantısının bulunduğu değerlendirilerek -aralarında başvurucunun da olduğu- bazı kişiler hakkında yürütülen bir diğer soruşturma kapsamında başvurucu 6/7/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/7/2017 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinin alınmasının ardından silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunda Savcılıktaki ifadesini tekrar ettiğini, atılı suçları kabul etmediğini belirtmiş; ev hapsi şeklindeki adli kontrol talebinin reddini talep etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/7/2017 tarihinde, konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol tedbiri talebinin reddine ve başvurucunun haftanın belirli günleri karakola gelip imza atması şeklinde adli kontrol yükümlülüğüne tabi tutulmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Her ne kadar şüpheliler hakkında CMK109/3-j maddesi gereğince konutu terk etmemek adli kontrol tedbirine hükmedilmesi talep edilmiş ise de, mevcut delil durumu dikkate alınarak CMK 109/3-j maddesindeki konutu terk etmemek adli kontrol tedbirinin bu aşamada ölçülü olmayacağı kanaatine varıldığından Başsavcılığının bu yöndeki talebinin reddine, şüphelilerin üzerilerine atılı suçun niteliği, mevcut delil durumu dikkate alınarak CMK 109/3-b ve devamı maddesindeki adli kontrol hükmünün bu aşamada ölçülü olacağı anlaşılmakla şüpheliler hakkında ayrı ayrı adli kontrol uygulanmasına,Adli kontrol olarak şüphelilerin, haftanın her Pazartesi ve Cuma günü gün içerisinde saat:08:00-22:00 arasında ikametgahının bağlı bulunduğu karakola müracaat ederek ilde bulunduğunu belirterek beyanının tutanakla tespitine, ilgili karakol amirliğine bu konuda Cumhuriyet Başsavcılığınca bilgi verilmesine, Adli kontrolün soruşturma sonuna kadar devam etmesine, şüpheliler Adli kontrole uymadıkları taktirde CMK 112/1 maddesince tutuklama kararı verilebileceğinin ihtarına ... [karar verildi]." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 10/7/2017 tarihinde atılı suçun vasıf ve mahiyeti ile kaçma şüphesinin varlığına atıf yaparak imza atma şeklindeki adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağını belirtmiş ve bu nedenle başvurucunun konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar verilmesi için karara itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/7/2017 tarihinde, dosya üzerinden yaptığı inceleme sonucunda Başsavcılığın itirazının kabulü ile başvurucunun terör örgütü üyesi olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir. Başvurucu, bireysel başvuru dilekçesinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği kararının itiraza tabi olmadığını ve bu kararı 16/7/2017 tarihinde öğrendiğini belirterek14/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri kararı başvurucunun nüfusa kayıtlı olduğu Malatya'daki adresine 21/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Malatya Denetimli Serbestlik Müdürlüğü tarafından 23/7/2017 tarihinde yapılan denetimde başvurucunun konutunda bulunmadığı tespit edilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı adli kontrol kararını ihlal ettiği gerekçesiyle 27/7/2017 tarihinde Sulh Ceza Hakimliğinden başvurucunun tutuklanmasını talep etmiştir. Başvurucu sorgusunda "Benim Ankara ilinde bildirdiğim adrese bu tebligat yapılmadı. Sadece önceki adresime ev hapsi kararının gönderildiğini duydum ancak sonrasında bir bilgim olmadı. Benim yukarıda bildirmiş olduğum adresim doğrudur ve bu adresten bana ulaşılabilir." şeklinde beyanda bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 27/7/2017 tarihinde başvurucunun tutuklanması talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Şüphelinin Ankara Sulh Ceza Hakimliği'nin 9/7/2017 tarihli 2017/287 sorgu sayılı kararı ile hakkında adli kontrol kararı verildiği, bu adli kararında şüphelinin "... Altındağ/ANKARA" adresini ikamet olarak beyan ettiği, soruşturma dosyası kapsamında da denetimli serbestlik hizmetleri yönetmeliğinin 57/1-fıkraları uyarınca bu adrese yapılan tebligatın bulunmadığı, bu hususun savunma ve müdafiilerce de ayrıca dile getirildiği anlaşılmakla yasal şartlar oluşmadığından şüpheli hakkındaki tutuklama talebinin reddine ... [karar verildi.]" Ankara Denetimli Serbestlik Müdürlüğü ekiplerince 28/7/2017 tarihinde başvurucuya elektronik kelepçe takmak üzere başvurucunun belirttiği adrese gidilmiş ancak başvurucu konutta bulunamamıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı adli kontrol kararını ihlal ettiği gerekçesiyle 6/8/2017 tarihinde başvurucuyu tutuklanması istemiyle tekrar Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgusunda "Bildirdiğim gibi adresim ... Altındağ/Ankara'dır. Sorgularımda adresimi belirtmeme rağmen bana herhangi bir elektronik kelepçe verilmedi. Adli kontrolle ilgili bana herhangi bir tebligat yapılmadı. Ben bildirdiğim Ankara adresinde adli kontrol tedbirinin infaz edilmesini talep ediyorum. Hakkımda verilen adli kontrol tedbirinin kaldırılmasını talep ediyorum. Halen devam ettiğim haftada 2 gün imza atma şeklinde adli kontrol yükümlülüğüm bulunmaktadır. Düzenli şekilde imzalarımı atıyorum. Eğer hakimlik aksi kanaatte ise ev hapsine ilişkin adli kontrol yükümlülüğünün Ankara ilinde devam etmesini talep ediyorum" şeklinde beyanda bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 6/8/2017 tarihinde başvurucunun tutuklanması talebinin reddine ve konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrolün aynen devamına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Hakimliğimizin 9/7/2017 tarihli ve 2017/287 sorgu sayılı kararı ile şüpheli hakkında CMK'nın 109/3-b maddesi uyarınca haftada 2 gün imza atma yönünde adli kontrol kararı verildiği, sorgu esnasında şüphelinin ... Altındağ/Ankara adresini ikametgah adresi olarak bildirdiği, Hakimliğimiz kararına yapılan itiraz üzerine Ankara Sulh Ceza Hakimliği'nin 10/07/2017 tarih ve 2017/724 sorgu sayılı kararı ile adli kontrol kararımızın kaldırılarak şüpheli hakkında CMK'nın 109/3-j maddesi uyarınca konutu terketmeme yönünde adli kontrol kararı verildiği, şüphelinin 27/7/2017 tarihinde adli kontrol yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle tutuklanma talebiyle Ankara Sulh Ceza Hakimliğine sevkedildiği ve 27/7/2017 tarih ve 2017/818 sorgu sayılı Ankara Sulh Ceza Hakimliği kararı ile tutuklama talebinin reddine ve daha önce verilen CMK'nın 109/3-j maddesi uyarınca konutu terketmeme suretiyle adli kontrol tedbirinin devamına karar verildiği, şüphelinin alınan MERNİS kaydında ikametgah adresinin ... Altındağ/Ankara olduğunun anlaşıldığı, şüphelinin Hakimliğimize ve Ankara Sulh Ceza Hakimliğine bildirmiş olduğu MERNİS adresine yapılan herhangi bir tebligatın bulunmadığı anlaşıldığından şüpheli savunması dikkate alınarak yasal şartlar oluşmadığından şüpheli hakkındaki tutuklama talebinin reddine ... [karar verildi]." Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 7/8/2017 tarihinde başvurucunun ikamet adresi ve MERNİS'te (Merkezi Nüfus İdare Sistemi) kayıtlı adresine adli kontrol tedbirinin uygulanmasına yönelik tebliğ yapıldığını belirterek bu karara itiraz etmiş ve başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince itiraz yerinde görülerek 7/8/2017 tarihinde başvurucu hakkında yakalama emri çıkarılmıştır. Savcılık yakalanan başvurucuyu tutuklanması istemiyle 9/8/2017 tarihinde sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgusunda "Ben evde beklemem gerektiğini bilmiyordum, evde beklemem yönünde bana herhangi bir tebligat yapılmadı, telefonuma 27/7/2017 tarihinde el konulduğu için evde bulunan arkadaşım A.K. bana haber verememiş olabilir, evde bulunmam gerektiğini bilseydim evde beklerdim, bu nedenle tutuklama talebinin reddini talep ediyorum, aynı zamanda ev hapsi bizi sosyal yaşamımızdan koparıyor, benliğimizden almak istiyor, hiçbir insana sunulacak bir tedbir değildir, günde iki kez imzamı atıyorum ve Yüksel Caddesinde sürekli olarak bulunuyorum, kaçma gibi bir niyetim yoktur, serbest bırakılmayı talep ediyorum" şeklinde beyanda bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 9/8/2017 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli Nazife Onay'ın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst haddi, şüphelinin 27/07/2017 tarihinde adli kontrol yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle tutuklanma talebiyle Ankara Sulh Ceza Hakimliğine sevk edildiği, Ankara Sulh Ceza Hakimliği'nin 27/7/2017 tarih ve 2017/818 sorgu sayılı kararı ile tutuklama talebinin reddine ve daha önce verilen CMK'nın 109/3-j maddesi uyarınca konutu terketmeme suretiyle adli kontrol tedbirinin devamına karar verilmesine ve kararın yüzüne karşı okunmasına rağmen 28/7/2017 tarihli Ankara Denetimli Serbestlik Müdürlüğü yazısından anlaşıldığı üzere şüphelinin ısrarla adli kontrol yükümlülüğünü yerine getirmeyerek konutunu terk ettiği anlaşıldığından, CMK'nın maddesi uyarınca ısrarla adli kontrol yükümlülüğüne uymaması nedeniyle kaçma şüphesinin bulunması dikkate alınarak, bu aşamada açıklanan nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı kanaatiyle şüphelinin üzerine atılı suçun CMK 100/2-11 maddesi hükmündeki suçlardan olması da değerlendirilerek CMK’nın maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelinin CMK'nın 101 maddeleri uyarınca tutuklanmasına... [karar verildi.]" Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 24/8/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütünün propagandasını yapma suçlarından cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 8/9/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/287 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 19/10/2017 tarihli duruşmada başvurucunun tahliyesine, yurt dışına çıkış yasağı ve her hafta cumartesi günü ikametgâhına en yakın karakola imza vermek suretiyle adli kontrol altına alınmasına karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Esra Özkan Özakça, [GK] B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 36- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/33436 | Başvuru, konutu terk etmeme adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması ve adli kontrol tedbirine karar verilirken duruşma yapılmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, murisi aleyhine 1/12/1961 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 7/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 14/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 2/5/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı, 21/5/2014 tarihli yazı ile görüş sunulmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Kızıltepe ilçesi Elbeyli köyünde yapılan kadastro çalışmaları sırasında 23, 25 ve 26 parsel numaralı taşınmazlar başvurucunun murisi ve diğer hissedarlar adlarına tespit edilmiştir. A.T. ve arkadaşları, 1/12/1961 tarihinde, Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde başvurucunun murisi ve arkadaşları aleyhine açtıkları kadastro tespitine itiraz davasında, kadastro tespitinin iptali ile taşınmazların kısmen adlarına tescilini talep etmişlerdir. Mahkemece, 20/11/1973 tarih ve E.1961/111, K.1973 sayılı kararla davanın kabulüne, taşınmazların kadastro tespitlerinin iptali ile davacılar adlarına tapuya tesciline karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/10/1975 tarih ve E.1974/5851, K.1975/5168 sayılı ilamıyla; eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 15/5/1985 tarih ve E.1976/4, K.1985/4 sayılı kararla davanın kabulüne, taşınmazların davacılar adlarına tapuya tescillerine karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesince, 13/3/1986 tarih ve E.1985/18960, K.1986/2568 sayılı ilamla, eksik incelemeye dayalı karar verildiği gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak, E.1986/2 sayılı dava dosyasında yargılamaya devam edilmiştir. Başvurucunun murisi Mehmet Emin Coşkun’un vefatı üzerine, başvurucu davaya devam etmiştir. Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılması nedeniyle yargılamaya Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/89 sayılı dava dosyasında devam edilmektedir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1586 | Başvurucu, murisi aleyhine 1/12/1961 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, bir siyasi partinin ilçe başkanının basında yer alan gerçeğe aykırı beyanları nedeniyle şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/2/2014 tarihinde Antalya Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bursa ili İznik ilçesi İznik Devlet Hastanesi Başhekimliği görevini yürütmekte iken Bursa Valililiğinin 26/5/2008 tarihli işlemiyle Bursa Şevket Yılmaz Devlet Hastanesinde hekim olarak görevlendirilmiştir. Başvurucunun, anılan görevlendirme işlemi üzerine yaptığı birtakım açıklamalar basında yer almıştır. Bu açıklamalar şöyledir:"Başhekim Akyağcı'yı Valilik görevden aldı." başlıklı haberden (11/6/2008/Bursa Gündem) "...Kaymakam ve Ak Parti İlçe Başkanı tarafından gönderildim. Ayrıca iktidar partisine yakın kişileri işe aldırmaya kalktılar, bunları engelledim. Hakkımı Bölge İdare Mahkemesinde arayacağım.""ŞOK SUÇLAMA'" başlıklı haberden (15/6/2008 /Bursa Gündem) "İznik Devlet Hastanesinin Bursa Valiliği tarafından gönderilen Başhekimi Op. Dr. Serpil Bilgin Akyağcı, gönderilmesinin tek sorumlusunun AKP İlçe Teşkilatı ve Kaymakam olduğunu öne sürmüş ve ihalelere de dahil olmak üzere her işine AKP'nin karıştığını iddia etmişti.""Başhekime politik oyun" başlıklı haberden (11/6/2008 /Hürriyet Bursa) "...Akyağcı olayla ilgili olarak 'Hastane ihaleleri dahil her işime karışıldı. Engellemek isteyince Kaymakam ve AK Parti İlçe Başkanı tarafından gönderildim. Hakkımı Bölge İdare Mahkemesinde arayacağım.' dedi.""Kanıt isteyen suçlamalar" başlıklı haberden (15/6/2008 /Hürriyet Bursa)"İznik Devlet Hastanesinin Bursa Valiliği tarafından gönderilen Başhekimi Op. Dr. Serpil Bilgin Akyağcı, bu işin tek sorumlusunun AKP İlçe Teşkilatı ve Kaymakam olduğunu öne sürmüştü."Başvurucunun görevlendirme işlemi nedeniyle İznik'teki görevinden ayrılmasının ardından İznik Ak Parti İlçe Başkanı A.Ö.nün başvurucu hakkındaki birtakım beyanları 2008 yılı Haziran ayı içinde yerel ve ulusal basında yer almış; bu beyanlar bazı köşe yazılarına da konu olmuştur. Bahsi geçen beyanlar basında şu şekilde yer almıştır:"Başhekime politik oyun" başlıklı haberden (11/6/2008 /Hürriyet Bursa) "... Açıklama yapan AK Parti İlçe Başkanı A.Ö. ise, 'Hakkında aşırı derece şikâyet vardı. İmzalar toplandı. Onu biz gönderdik. Hastane onun değil, vatandaşın.' dedi.""Bu ne saçmalık" başlıklı köşe yazısından (12/6/2008/ Bursa Meydan gazetesi) "...İktidar partisi ilçe başkanı herkesi yok sayıp 'biz gönderdik. Hakkında çok şikayet vardı' gibi bir açıklama yapıyor.""Kanıt isteyen suçlamalar" başlıklı haberden (15/6/2008 /Hürriyet Bursa) "...Akyağcı'nın bu iddialarına şoke eden bir karşılık AKP İlçe Başkanı Ö.'den geldi. Kanıt gerektirecek iddiaları şaşırtan Ö. şunları söyledi: 'Keyfine göre vatandaşa ameliyat yapan ve bir bebeğin ölümüne sebep olan başhekimi işte bu sebeplerden dolayı gönderdik. Vatandaşlara 'Bugün moralim bozuk poliklinik servisini açmıyorum.' diyor. Biz burada AK Parti iktidarına yakışır bir şekilde görev yapmaya çalışıyoruz.""ŞOK SUÇLAMA" başlıklı haberden (15/6/2008 /Bursa Gündem) "AKP İznik İlçe Başkanı A.Ö. '... Başhekim konusunda bize gelen şikâyetler had safhaya ulaşmıştı. Başhekimin ihmali yüzünden 5 ay önce yaklaşık 1,5 aylık bebek ölmüştür. Hastanede vatandaşları ameliyat için yatıran Başhekim daha sonra ameliyat yapmadan vatandaşları gönderiyor. Vatandaşlara 'Bugün moralim bozuk poliklinik servisini açmıyorum' diyen başhekim hakkında yaklaşık 1200 imza toplanarak partimize ve kaymakamlığa gönderilmiştir. AK Partili yöneticiler olarak bu durum karşısında sessiz kalamazdık.""Başhekim Akyağcı görevinden alındı" başlıklı haberden (16/6/2008/ Olay) "AK Parti İlçe Başkanı A.Ö. İse, başhekim hakkında yoğun şikâyet olduğunu iddia ederek, 'Hakkında imzalar toplandı. Onu biz gönderdik. Hastane onun değil, vatandaşındır.' dedi." "Bürokratlar nerede?" başlıklı köşe yazısından (16/6/2008/ Bursa Hakimiyet gazetesi) "AKP İznik İlçe Başkanı, görev değişikliğinin kendisi tarafından yapıldığını saklamayarak, 'Onu biz gönderdik.' ifadesini kullandı." Başvurucu, söz konusu beyanlar nedeniyle basın yoluyla hakkında asılsız ithamlarda bulunulduğunu ve buna bağlı olarak psikolojisinin ve mesleki performansının olumsuz etkilendiğini ileri sürerek oluşan maddi ve manevi zararının tahsili talebiyle A.Ö. aleyhine 7/7/2008 tarihinde İznik Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Diğer yandan başvurucunun Bursa iline hekim olarak görevlendirilmesine ilişkin işlem Bursa İdare Mahkemesinin 10/10/2008 tarihli ve E.2008/457, K.2008/752 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve başvurucu İznik'teki görevine geri dönmüştür. İznik Asliye Hukuk Mahkemesi 26/11/2010 tarihli ve E.2008/139, K.2010/408 sayılı kararı ile maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçe kısmı şöyledir: "Bazı telefon mesajları polis bilirkişi tarafından rapor halinde dökümü yapılmış, tarafların gösterdikleri tanıklar dinlenmiş, yine davacı hakkında adliyemizde yapılan soruşturma ve kovuşturmalar dosyaya celbedilmiştir. Tanık İ.H.Ç.'nin beyanı incelendiğinde davacının görev yeri değişikliğinin sebebinin siyasi parti ile ilgili olmadığını, yapılan şikâyetlerin yoğunluğu ve davacının da isteği ile Valilikçe gerçekleştirildiğini beyan etmiştir. Dolayısıyla davacının İznik'ten alınıp geçici olarak Bursa'ya atanması Valiliğin tasarrufu olup davalının bunu sağladığına dair delil yoktur. Davacı bu durumdan dolayı döner sermayede zarar görse bile davacının eylemiyle bu zarar arasında illiyet bağı yoktur. Tüm tanıkların beyanları birlikte değerlendirildiğinde davacının hekimliğinden ziyade idare işlemlerinden dolayı bazı kişilerle davalık olduğu tanık beyanlarından ve dosyaya gelen soruşturma ve kovuşturma evraklarından anlaşılmaktadır. Davalının basına verdiği demeçte ise davacının doktorluğuna ilişkin bir beyanat vardır. Davalı davacıyı bebeğin ölümünden sorumlu tutarak hakaret ettiği bunu basın yoluyla yaptığı gazetede yazılı ise de haberi yapan tanık B. davalının bu şekilde konuşmadığını, 'bebeğin babasının beyanına göre sorumlu başhekimdir, gerekli yerlere başvurduk.' dediğini beyan etmiştir. Bu olay nedeniyle davacı hakkında soruşturma izni verilmemiştir. Her ne kadar B. İsimli tanık beyanlarında, haber yaptığı beyanların doğru olmadığını beyan etmiş ise de hem yerel hem de ulusal gazetelerde çıkan bu haberi davalının tekzip etmemesive tüm dosya kapsamı ele alındığında davalını habere konu sözleri söylediği kanaati hasıl olmuştur. 'Bebeğin ölümüne neden oldu.' şeklindeki sözler davacını şahsına yönelik hukuka aykırı sözlerdir. Dosyada bulunan ve davacı ile ilgili diğer soruşturma dosyalarının bu olayla ilgisi yoktur. Hatta davacı doktor hakkında bu konuda açılmış bir dava da yoktur. Dolayısıyla davalının basın yoluyla davacıya alenen hakaret ettiği açıktır. Tarafların kusuru, mali sosyal durumları, davacını çektiği acı ve manevi ızdırap göz önüne alınarak manevi tazminatın kısmen kabulüne karar verilmiştir." Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesi'nin 12/4/2012 tarihli ve E.2011/4132, K.2012/6333 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Kararın gerekçe kısmı şöyledir: "...haberi yapan muhabir B. Mahkemece tanık olarak dinlenmiş, beyanında 'N. isimli vatandaşın telefonla aradığını, çocuğunun hasta olduğunu, hastaneye gittiğini, kendisi ile ilgilenilmediğini, Başhekimle tartışması nedeniyle iğnenin o anda vurulamadığını, iğnenin geç vurulması nedeniyle çocuğunun hastalandığını, 15 gün sonra da vefat ettiğini söylediğini, kendisinin de bunu haber yaptığını, bu olaydan sonra N.'yi alıp AKP ilçe başkanı A.Ö.'nün yanına gittiğini, N.'nin orada da olanları başkana anlattığını, başkan iktidar partisinin başkanı olduğu için ve ellerinde imzalar da olduğu için ona gittiklerini, hastane hakkında yoğun şekilde şikâyetler olduğunu' beyan etmiştir. Yine N. tanık olarak dinlenmiş, bebeğin ölümü ile ilgili gazetecilerle görüştüğünü, onlara olay nedeniyle hastanede tartışma yaşandığını, bu tartışma sonucunda çocuğunun iğnesinin yapıldığını söylediğini beyan etmiştir. Yine dosya kapsamında dinlenen tanık A.T. de N.'nin davalının yanına gelerek başhekimi şikayet ettiğini beyan etmiştir. Bu kapsamda, davalının bir siyasi parti ilçe başkanı olarak kendisine yapılan şikayetleri dile getirdiği, bu beyanların davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı dosya kapsamı ile sabittir. Davanın tümden reddedilmesi gerekirken yazılı şekilde manevi tazminat yönünden kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir." Anılan karar üzerine karar düzeltme yoluna yapılan başvuru, aynı Dairenin 26/12/2012 tarihli ve E.2012/16327, K.2012/20050 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararı sonrası yapılan yeni yargılamada İznik Asliye Hukuk Mahkemesi 11/4/2013 tarihli ve E.2013/32, K.2013/59 sayılı kararı ile bozma kararı doğrultusunda davanın reddine karar vermiştir. Bu karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2013/11096, K.2013/15451 sayılı kararı ile onanmış; karar düzeltme yoluna yapılan başvuru, aynı Dairenin 13/2/2014 tarihli ve E.2014/681, K.2014/2386 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucu vekiline 25/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5679 | Başvuru, bir siyasi partinin ilçe başkanının basında yer alan gerçeğe aykırı beyanları nedeniyle şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tazminat talebiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 6/3/2008 tarihinde idare mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 3/5/2019 tarihinde tamamlanmıştır. Başvurucuların murisleri uçak kazasında 9/1/2007 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucuların söz konusu uçağın sigorta kontrollerinin yapılmaması ve uçağa kalkış izni verilmesinden dolayı ölüm olayında idarenin kusurunun bulunduğundan bahisle açtıkları maddi ve manevi tazminat davası Adana İdare Mahkemesinin 11/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Temyiz incelemesinde Danıştay Onuncu Dairesi 5/10/2017 tarihli kararıyla esas yönünden kararı onamış, başvurucular aleyhine nispi vekâlet ücreti hükmedilmesinin hatalı olduğunu belirterek hükmün bu kısmını bozmuştur. Karar Düzeltme talebi aynı dairenin 21/1/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Adana İdare Mahkemesi bozmaya uyarak 19/3/2019 tarihli kararıyla başvurucular aleyhine maktu vekâlet ücretine hükmetmiştir. Karar taraflarca temyiz edilmeden 3/5/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11395 | Başvuru, tazminat talebiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, (A) grubu polis amiri olarak atamasının yapılmaması işlemi ile komiser ve başkomiserliğe terfi tarihlerine ilişkin işlemlerin iptali istemiyle açtığı davalarda Anayasa’nın maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ve maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 16/4/2013 tarihinde Sakarya İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde başvurunun karara bağlanması için Bölüm kararı alınması gerekli görüldüğünden, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 12/1/1996 tarihinde asaleti tasdik olunarak polis memuru rütbesinde Sakarya ilinde göreve başlamış, 24/10/2001 tarihinde komiser yardımcılığı kursunu tamamlayarak (B) grubu amir sınıfına atanarak komiser yardımcısı rütbesine terfî ettirilmiştir. Başvurucunun, (A) grubu polis amiri olarak değerlendirilmesi istemiyle yaptığı başvuru İçişleri Bakanlığının 25/3/2004 tarih ve 64824 sayılı işlemi ile reddedilmiş, bu işlemin iptali ile 24/4/2004 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere komiser rütbesinin tarafına verilmesi istemiyle Sakarya İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Sakarya İdare Mahkemesi 13/1/2005 tarih ve E.2004/251, K.2005/39 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline, başvurucuya komiserlik rütbesi verilmesi talebinin ise reddine karar vermiştir. Başvurucu bu karar gereğince (A) grubu polis amirliğine atanmış, ardından Mahkeme kararı uyarınca 24/10/2001 tarihinden geçerli olmak üzere A grubu polis amiri statüsüne alındığı ve askerlik hizmet süresinin (1 Yıl 6 Ay) rütbe kıdeminden değerlendirildiği ve komiser yardımcılığı rütbesindeki 4 yıl olan zorunlu en az bekleme süresini tamamladığı gerekçesiyle ilk kez komiser rütbesine terfî durumunun 24/4/2004 tarihi itibarıyla görüşülmek üzere 2005 yılı Merkez Değerlendirme Kurulu gündemine alınmış, yapılan değerlendirme sonucunda hakkında "Terfi Etmez" kararı verilmiştir. Diğer yandan Mahkeme kararı, yürütmenin durdurulması talebiyle temyiz edilmiş ve Danıştay Onikinci Dairesi 17/6/2005 tarih ve E.2005/1634 sayılı kararı ile ilk derece Mahkemesi kararının yürütmesini durdurmuştur. Bu karar uyarınca başvurucu yeniden (B) grubu polis amirliğine atanmış ve (B) grubu polis amiri olarak komiser yardımcılığı rütbesindeki 6 yıl olan zorunlu en az bekleme süresini tamamlaması nedeniyle ikinci kez komiser rütbesine terfî durumunun 24/4/2006 tarihi itibarıyla değerlendirilmek üzere 2006 yılı Merkez Değerlendirme Kurulu gündemine alınmış, yapılan değerlendirme sonucunda hakkında "Terfî Etmez" kararı verilmiştir. Başvurucu tarafından 2006 yılı Merkez Değerlendirme Kurulunun komiser rütbesine terfî ettirilmemesine dair kararının iptali istemiyle Sakarya İdare Mahkemesinde dava açılmış, Mahkemenin 8/3/2007 tarih ve E.2006/1817 K.2007/224 sayılı kararı ile 2006 yılı terfî etmez kararının iptaline karar verilmiş, anılan iptal kararı gereği 29/3/2007 tarihli onay ile başvurucu 24/4/2006 tarihinden geçerli olmak üzere komiser rütbesine terfî ettirilmiştir. Anılan Sakarya İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan temyiz başvurusu Danıştay Onikinci Dairesinin 11/6/2008 tarih ve E.2007/1611, K.2008/3525 sayılı kararı ile reddedilerek karar onanmış ve bu karara karşı karar düzeltme başvurusu yapılmamıştır. Diğer yandan, 4/6/1937 tarih ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu'nun, 6/4/2001 tarih ve 4638 sayılı Kanun ile eklenen geçici maddesinde yer alan "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, dört yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun olarak komiser yardımcılığı kursunu bitirenler ile..." ibaresinin Anayasa'nın ve maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruda, Anayasa Mahkemesi 7/2/2008 tarih ve E.2005/38, K.2008/53 sayılı kararı ile iptali istenen kuralda yer alan "dört yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun olarak komiser yardımcılığı kursunu bitirenler ile" ibaresinin iptaline, bu kararın Resmi Gazete’de yayımlandıktan bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Kanun koyucu tarafından anılan karar üzerine maddede herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Maddenin güncel hali şöyledir:“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, (B) grubundan (A) grubuna geçen polis amirleri, (A) grubunda değerlendirilir” Sakarya İdare Mahkemesinin, başvurucunun (A) grubu polis amiri olarak değerlendirilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin İçişleri Bakanlığının 25/3/2004 tarih ve 64824 sayılı işlemin iptali istemiyle açtığı davada verdiği 2005 tarih ve E.2004/251, K.2005/39 sayılı iptal kararı Danıştay Onikinci Dairesinin 22/10/2007 tarih ve E.2005/1634, K.2007/4517 sayılı kararı ile bozulmuş, bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltme başvurusu da aynı Dairenin 18/6/2008 tarih ve E.2008/807, K.2008/3821 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar üzerine Sakarya İdare Mahkemesi 28/11/2008 tarih ve E/2008/737, K.2008/1000 sayılı kararı ile bozma kararına uyarak, başvurucunun (A) grubu polis amiri olarak değerlendirilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin İçişleri Bakanlığının 25/3/2004 tarih ve 64824 sayılı işleminin iptali istemiyle açılan davayı reddetmiştir. Bu karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş, Danıştay Onikinci Dairesi bu kez 20/1/2010 tarih ve E.2009/2187, K.2010/158 sayılı kararı ile başvurucunun temyiz istemini kabul ederek ilk derece Mahkemesi kararının yeniden bozulmasına karar vermiş, bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusunu da 7/7/2010 tarih ve E.2010/3975, K. 2010/3857 sayılı kararı ile reddetmiştir. Danıştayın bozma kararı uyarınca başvurucu yeniden (A) grubu polis amirliğine atanmış ve 24/10/2001 tarihi itibarıyla A grubu polis amiri statüsüne alınmış, komiser rütbesine terfî tarihinin ise 2005 yılı Merkez Değerlendirme Kurulunca 24/4/2004 tarihi itibarıyla "Terfi Etmez" kararı da dikkate alınarak 30/6/2005 tarihi olarak belirlenmiş, 2010 yılı Merkez Değerlendirme Kurulunca 30/6/2005 tarihinden geçerli olmak üzere komiser rütbesine ve bu rütbedeki A grubu polis amirleri için 4 yıl olan zorunlu en az bekleme süresini tamamlaması nedeniyle de 30/6/2009 tarihinden geçerli olmak üzere başkomiser rütbesine terfî ettirilmesine yönelik işlem tesis edilmiştir. Sakarya İdare Mahkemesi bu kez, Danıştay Onikinci Dairesinin 20/1/2010 tarih ve E.2009/2187, K.2010/158 sayılı bozma kararına uymak suretiyle 30/9/2010 tarih ve E.2010/740, K.2010/740 sayılı kararı ile başvurucunun (A) grubu polis amiri olarak değerlendirilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin İçişleri Bakanlığının 25/3/2004 tarih ve 64824 sayılı işleminin iptaline karar vermiş, bu karara yapılan temyiz başvurusu Danıştay Onikinci Dairesinin 22/3/2011 tarih ve E.2010/9239, K.2011/1260 sayılı kararı ile karar düzeltme başvurusu da aynı Dairenin 8/2/2012 tarih ve E.2011/5742, K.2012/883 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Sakarya İdare Mahkemesinin 2004/251 esasına kayden açılan ve başvurucunun A grubu polis amiri olarak değerlendirilmesi talebinin reddine ilişkin işlemin iptaline konu olan uyuşmazlık, Danıştay Onikinci Dairesinin 8/2/2012 tarih ve E.2011/5742, K.2012/883 sayılı kararı ile başvurucu lehine sonuçlanmıştır. Başvurucu, 2010 yılı Merkez Değerlendirme Kurulunca 30/6/2005 tarihinden geçerli olmak üzere komiser rütbesine ve bu rütbedeki A grubu polis amirleri için 4 yıl olan zorunlu en az bekleme süresini tamamlaması nedeniyle de 30/6/2009 tarihinden geçerli olmak üzere Başkomiser rütbesine terfî ettirilmesine yönelik işlemlerin; komiser rütbesine terfi tarihinin 24/4/2004 ve başkomiser rütbesine terfi tarihinin 24/4/2008 olması gerektiğini ileri sürerek iptali istemiyle Sakarya İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkeme 30/12/2010 tarih ve E. 2010/701, K.2010/1056 sayılı karar ile “davacının komiserliğe rütbe terfi tarihinin 2005 ve başkomiserliğe terfi tarihinin ise 2009 olarak belirlenmesi gerekirken 2005 ve 2009 tarihleri olarak belirlenmesine ilişkin davalı idare işlemlerinin kısmen iptaline, dava konusu işlemin komiser rütbesine terfi tarihinin 2004 ve başkomiser rütbesine terfi tarihinin 2008 olması yönündeki davacının talebinin hukuka aykırı olduğundan işlemin bu kısmı yönünden davanın reddine" şeklindeki hüküm fıkrası ile işlemlerin kısmen iptaline kısmen de reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesi ise şöyledir:“Uyuşmazlıkta, bakılan dava davacının rütbeye terfi ettirilip ettirilmemesi ile ilgili olmayıp sadece rütbe terfi tarihlerinin ne olması gerektiği ile ilgili olduğundan rütbe geçerlilik tarihleri yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda, davacının Mahkememizin 2005 gün ve E:2004/251, K:2005/39 sayılı iptal kararı üzerine A grubu Komiser Yardımcısı olarak değerlendirilerek 2005 yılı Merkez Değerlendirme Kurul gündemine alındığı, bu kurul tarafından yapılan değerlendirmede de kendisi hakkında terfi etmez kararı verildiği dikkate alındığında ve davacı tarafından da bu karara karşı herhangi bir dava yoluna başvurulmadığı anlaşıldığından davacının başkomiserliğe terfi tarihinin bir yıl geri bırakılmasına yönelik davalı idare işleminin bu kısmında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Öte yandan, 2004 tarihinde komiser yardımcılığı rütbesinde zorunlu bekleme süresini dolduran, bunun yanında hakkında 1 yıl terfi etmez kararı verilen davacının terfi tarihi yönünden yapılacak değerlendirmesinde; yukarıda yer alan mevzuat hükümleri uyarınca polis amirlerinin rütbe terfi ve atamalarının 30 Haziran tarihinde topluca yapılması yönündeki düzenlemede dikkate alınarak yapılması, yani değerlendirmeye tabi tutulanların terfilerinin bekleme sürelerinin dolduğu tarih itibariyle yapılması ve haklarının o tarih itibariyle tanınması gerektiği açık olduğundan davacının komiser rütbesine terfi tarihinin 2005 olması ve buna bağlı olarak başkomiserliğe terfi tarihinin ise 2009 olması gerekirken 2005 ve 2009 tarihleri olarak belirlenmesine ilişkin davalı idare işlemlerinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” İçişleri Bakanlığı ve başvurucu tarafından karar temyiz edilmiş, Danıştay Onikinci Dairesi 4/7/2011 tarih ve E.2011/1447, K.2011/3664 sayılı kararı ile temyiz istemlerini reddederek kararı onamış ve bu karara karşı tarafların yaptığı karar düzeltme başvurularını da 18/2/2013 tarih ve E.2011/8786, K.2013/597 sayılı kararı ile reddetmiştir. Karar, başvurucuya 26/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/6/1937 tarih ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Polis Amirleri, rütbe sırası ile Komiser Yardımcısı, Komiser, Başkomiser, Emniyet Amiri, 4 üncü Sınıf Emniyet Müdürü, 3 üncü Sınıf Emniyet Müdürü, 2 nci Sınıf Emniyet Müdürü, 1 inci Sınıf Emniyet Müdürü ve Sınıf Üstü Emniyet Müdürüdür.Bu rütbelere terfiler, bu maddede öngörülen sınav ve eğitim şartı saklı kalmak üzere, kıdem ve liyakata göre yapılır.Kıdem sırasının tespitinde, bulunulan rütbeye terfi tarihi esas alınır. Aynı tarihte terfi edenlerden performans değerlendirme puanı yüksek, performans değerlendirme puanlarının eşitliği halinde ödül ve takdirnamesi fazla, ödül ve takdirnamelerin sayıca eşitliği halinde ise sicil numarası daha küçük olanlar diğerlerine göre kıdemli sayılırlar. Kıdem sırası, Emniyet Genel Müdürlüğünce her yıl Mart ayında topluca Teşkilâta duyurulur.Terfiler ve atamalar, kanuni zorunluluk halleri dışında her yıl Haziran ayında topluca yapılır.Üst rütbeye yükselmek için, kıdem şartlarını yerine getirmiş Komiser Yardımcısı, Komiser ve Başkomiserlerin liyakat koşullarını belirlemek, üst rütbedeki boş kadro miktarına göre sıralayarak terfilerini önermek üzere Genel Müdürlük Merkez Değerlendirme Kurulu oluşturulur. Bu Kurul, Emniyet Genel Müdürlüğü personel işlerinden sorumlu Genel Müdür Yardımcısının başkanlığında, Personel Dairesi Başkanı, 1 inci Hukuk Müşaviri ve Genel Müdürün uygun göreceği iki Daire Başkanı ile Teftiş Kurulu Başkan Yardımcılarının birinden teşekkül eder.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2712 | Başvurucu, (A) grubu polis amiri olarak atamasının yapılmaması işlemi ile komiser ve başkomiserliğe terfi tarihlerine ilişkin işlemlerin iptali istemiyle açtığı davalarda Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ve 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kamu görevlilerinin açıklamaları nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1/1/2017 tarihinde Twitter isimli sosyal medya platformunda yer verilen "teröristler Okmeydanı'nda insanları iç savaşa davet ediyor" başlıklı videoda, soruşturma makamlarınca başvurucu, H., H.Ç. ve E.nin birlikte gittikleri iddia olunan kahvehanedeki kişilere E.nin şöyle bir açıklamada bulunduğu görülmektedir: "Katliamları ile hayatımıza zulüm etmeye çalışan insanlardır. Biz diyoruz ki artık yeter, artık buraya kadar, bundan sonra mahallelerimizde ne işidçiye ne de herhangi bir gerici cihatçı çeteciye geçit vermeyeceğiz. Gericilik karşısında yükseltilmesi gereken bir bayrak vardır. Bu bayrağın adı da laiklik bayrağıdır. Laiklik demek özgürlük demektir. Kardeşlik demektir. İnsanca bir yaşam mücadelesi demektir. Bizler herkesi bu mücadelenin birer neferi olmaya çağırıyoruz. Gericilerden, faşistlerden, başkanlık sevdalılarından hesap sormaya çağırıyoruz. Dinlediğiniz için çok teşekkür ediyoruz." Başvurucu, anılan sosyal medya paylaşımına ilişkin olarak başlatılan bir soruşturma kapsamında halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme suçundan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/1/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 3/1/2017 tarihinde kolluk biriminde ve Savcılıkta müdafii huzurunda verdiği benzer nitelikteki ifadelerinde, elli bir yıldır ikamet ettiği aynı bölge içinde bulunan söz konusu kahvehaneye sürekli gittiğini, olay tarihinde tesadüfen kahvehanede bulunduğunu, suça konu açıklamaları yapan kişiyi tanımadığını ve suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucu, halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklamaya sevk yazısında, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu sorgudaki ifadesinde özetle önceki savunmalarını tekrar ederek suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/1/2017 tarihli kararıyla, halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararında, video içeriğine ve başvurucunun olay yerinde bulunduğuna ilişkin dolaylı ikrarına dayanılmıştır. Söz konusu kararda, suçun niteliği ve suç için kanunda öngörülen cezanın ağırlığı nedeniyle adli kontrol hükümlerinin başvurucunun ceza yargılamasına katılmasını sağlamak için yetersiz kalacağı belirtilmiştir. Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 16/1/2017 tarihinde benzer gerekçelerle itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 16/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 29/3/2017 tarihli iddianameyle, halkı kin ve düşmanlığa alanen tahrik etme suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. İddianamede; başvurucuya yöneltilen eylemlerin delili olarak gösterilen söz konusu video içeriğindeki açıklamalarda sosyal demokrat yapıya sahip insanların muhafazakâr ve milliyetçi görüşe sahip insanlara karşı kışkırtıldığı ileri sürülmüştür. Bu bağlamda iddianamede özetle;i. Soruşturmaya dayanak teşkil eden video kaydındaki konuşmanın şüpheli E.Ç. tarafından yapıldığı ve E.Ç.nin yanında başvurucu ile birlikte diğer şüphelilerin de bulunduğu belirtilmiştir.ii. Başvurucu ve diğer şüphelilerin terör örgütlerinden herhangi biriyle bağlantılarının bulunduğuna dair bilgiye ulaşılamadığı belirtilmiştir.iii. Irk ve bölge farklılığına dayanarak halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunun oluşabilmesi için kışkırtmanın farklı halk topluluklarını birbirine karşı düşmanlığa sevk etmesi ve kamu güvenliği için somut ve yakın bir tehlike oluşturması gerektiği belirtilerek suça konu açıklamaların içinde yer alan "Gericilerden, faşistlerden, başkanlık sevdalılarından hesap sormaya çağırıyoruz." şeklindeki söylemlerin sosyal demokrat yapıya sahip insanları muhafazakâr ve milliyetçi görüşe sahip insanlara karşı kışkırttığı ve bu açıklamaların sosyal paylaşım sitelerinde farklı halk kitleleri arasında gerilime ve ciddi tartışmalara sebebiyet verdiği değerlendirilerek yargılama konusu suçun yasal unsurlarının oluştuğu iddia edilmiştir. Mahkeme 31/3/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/156 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır.Başvurucu 25/4/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada tahliye edilmiştir. Mahkeme 16/6/2018 tarihinde suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle başvurucunun beraatine karar vermiştir.Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Dosya kapsamından ve sanık savunmalarından sanıkların terör örgütü olan İşid'in eylemlerini eleştirmek ve tepkilerini ortaya koymak amacı ile ayrıca Anayasanın değişmez maddelerinden olan Laikliğin önemini vurgulamak amacı ile orada bulunan vatandaşları duyarlı olmaya çağırdıkları, TCK 216 maddede sayılan toplumun belli bir kesimine yönelik diğer kesimini tahrik ettiklerine ilişkin hiçbir delilin bulunmadığı, Yargıtay Ceza Dairesinin 2016/1077 esas, 3583 K nolu ilamında da belirtildiği üzere 'TCK 216 maddede belirlenen suçun oluşabilmesi için halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesiminin diğer bir kesim aleyhine kin veya düşmanlığa tahrik edilmesi gerekmekte olup, siyasi görüş ya da belli bir olay karşısındaki düşünce farklılıklarının sayılan özellikler arasında sayılmaması' nedeni ile siyasi görüş farklılıklarından bu suçun oluşmayacağı, ayrıca iddianamede bahsedilen sosyal demokrat yapıya sahip olan insanları muhafazakar ve milliyetçi görüşe sahip insanlara karşı kışkırttıkları iddiasının da yerinde olmadığı, ülkemizde seçimlerin gizli oy açık sayım şeklinde yapıldığı, bu nedenle hangi görüşteki insanların başkanlık karşıtı veya taraftarı olduğunu tespit etmenin mümkün olmadığı, olay nedeni ile kamu güvenliği açısından açık, yakın ve ciddi bir tehlikenin ortaya çıkmadığı, bu hali ile de yasada öngörülen tehlike şartı da oluşmadığından unsurları oluşmayan müsnet suçtan sanıkların ayrı ayrı beraatlerine..." Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Cumhuriyet savcısının istinaf talebi nedeniyle İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde derdesttir. Öte yandan başvurucu, söz konusu videoya ilişkin olarak İçişleri Bakanlığının 1/1/2017 tarihinde "Konu terörle mücadele ekiplerine iletildi. Lütfen gördüğünüz yerde ihbar ediniz." şeklinde tweet paylaşması nedeniyle suçlu ilan edildiğini ve bu suretle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. İlgili hukuk için bkz. İlker Deniz Yücel (B. No: 2017/16589, 28/5/2019, §§ 30-48) başvurusu hakkında verilen karar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15224 | Başvuru, tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kamu görevlilerinin açıklamaları nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun kardeşinin cenaze törenine katılması ve taziyeleri kabul etmesi için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, terör örgütüne üye olma suçundan Türkoğlu (Kahramanmaraş) 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümözlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu 21/9/2021 tarihinde kardeşinin vefatı nedeniyle cenaze törenine katılma ve taziyeleri kabul etme izin talebiyle Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvurmuştur. Başsavcılık 22/9/2021 tarihinde başvurucunun talebini, COVID-19 salgınının yayılma tehlikesinin bulunduğu, ceza infaz kurumlarının toplu olarak yaşanan yerler olması ve bulaşıcı hastalıklar açısından kapalı ortamların çok daha fazla risk oluşturması nedeniyle salgın hastalık ve can güvenliği yönünden sevk ve nakiller ile ziyaretler gibi konularda kurumda alınan geçici tedbirler kapsamında uygun görülmediğini ifade ederek reddetmiştir. Başvurucu 27/9/2021 tarihinde karara itiraz etmiştir. Kahramanmaraş İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 6/10/2021 tarihinde itirazın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme kararında mevzuat gereğince başvurucuya kardeşinin cenaze törenine katılması için izin verilebileceği, başvurucunun mazeret izninin bitimiyle ceza infaz kurumuna girişinden sonra alınan tedbirler kapsamında doğrudan bulunduğu koğuşa gönderilmeyeceği, karantina koğuşunda kalacağı ve dolayısıyla başvurucunun talebinin Ceza İnfaz Kurumu bakımından tehlike oluşturmayacağı belirtilmiştir. Başsavcılık karara itiraz etmiş, itirazı inceleyen Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesi 7/10/2021 tarihinde itirazın kabulüne ve İnfaz Hâkimliği kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkeme kararında COVID-19 salgınının henüz tam olarak bitmediği, hâlen yayılma tehlikesinin olduğu, ceza infaz kurumlarının toplu yaşanan yerler olduğu ve bulaşıcı hastalıklar açısından kapalı ortamların çok daha fazla risk oluşturduğu, Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) bir istihbarat örgütü olduğu ve etkin pişmanlıkta bulunan kişilere ulaşıp bu yöndeki ifadelerinden döndürmeye çalıştığı, bir kısım örgüt üyesinin hâlen kaçmaya çalıştığı dikkate alındığında başvurucunun kaçmasının da söz konusu olabileceği vurgulanmıştır. Başvurucunun cenaze törenine katılma ve taziye kabulünde bulunmasında güvenlik yönünden sakınca olup olmadığına ilişkin tutanağın başvurucunun kardeşleri ile mahalle muhtarı azası ile yapılan görüşme neticesi tanzim edildiği, güvenlik hususundaki araştırmanın etraflıca ve tarafsız kişilerden sorularak yapılmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun can güvenliğinin tehlike için baz alındığı ancak başvurucunun işlemiş olduğu suç dikkate alındığında toplum için bir tehlike oluşturup oluşturmadığına dair somut tespitlerin yapılmadığı bu nedenle eksik araştırma ile karar verildiği ifade edilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 8/10/2021 tarihinde tebliğ ettikten sonra 19/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiş, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/52445 | Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun kardeşinin cenaze törenine katılması ve taziyeleri kabul etmesi için izin verilmemesi nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, istinaf itirazının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/7/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca yapılan inceleme neticesinde, bireysel başvuru formunun 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nde öngörülen usul ve esaslara uygun biçimde doldurulmadığı belirtilerek yeniden tanzim edilecek başvuru formunun sunulması için 24/12/2018 tarihinde bir eksikliğin giderilmesi bildirimi hazırlanmıştır. Söz konusu bildirim, başvurucular vekiline 31/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili 15/1/2019 tarihinde söz konusu bildirime istinaden tamamıyla yeni bir başvuru formu düzenleyerek Anayasa Mahkemesine göndermiştir. Başvurucular vekili, yeni sunduğu başvuru formunda ilk başvuru formunda göstermediği iki başvurucuya (Osman Gürcan ve Özkan Gürcan) daha yer vermiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların da aralarında bulunduğu davacılar 20/9/2012 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı (Belediye) aleyhine kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, murislere ait İzmir'in Güzelbahçe ilçesi 1438 parselde kayıtlı tarla vasıflı 425 metrekare yüz ölçümündeki taşınmazın tamamına kamulaştırma yapılmadan yol ve kaldırım geçirmek suretiyle davalı idare tarafından el atıldığı ileri sürülmüş ve 000 TL tazminat talep edilmiştir. Başvurucu Zişan Sıcakyüz 21/11/2016 tarihinde açılan davadan vazgeçtiğine dair dilekçe sunmuştur. Başvurucular vekili 24/5/2017 tarihinde bilirkişi raporunda tespit edilen değer doğrultusunda dava konusu miktarı ıslah ederek 270 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 8/9/2017 tarihinde başvurucular Fatma Alabey, Hatice Öncü ve Zişan Sıcakyüz'ün içinde bulunduğu bir kısım davacılar yönünden davayı reddetmiş; diğer davacılar yönünden ise davayı kabul ederek toplam 270 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında; imar planında yol ve otopark alanı olarak ayrılan taşınmazın tamamına yol ve kaldırım yapılarak el atılmış olduğunu ve alınan bilirkişi raporu doğrultusunda da tazminat miktarının belirlendiğini açıklamıştır. Mahkeme, davaları reddedilen bir kısım davacılar içerisinde bulunan başvurucu Zişan Sıcakyüz'ün davasından vazgeçtiğini, başvurucular Fatma Alabey ve Hatice Öncü'nün ise taşınmaz maliklerinin mirasçısı olmadıklarını belirtmiştir. Mahkeme, davalı idare lehine 806 TL vekâlet ücretinin davaları reddedilen bir kısım davacıdan tahsiline karar vermiştir. Davalı Belediye 16/10/2017 tarihinde istinaf başvurusunda bulunmuştur. Belediye istinaf dilekçesinde; aleyhe maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiğini, fiilî el atma tarihinin araştırılmadığını ve taşınmazın değerinin hatalı hesaplandığını ileri sürmüştür. Başvurucular vekili de 16/10/2017 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde; hakkında ret kararı verilen başvurucular yönünden nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Başvurucular vekilinden istinaf karar harcı, istinaf kanun yoluna başvurma harcı ve gider avansı tahsil edilmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (İstinaf Mahkemesi) 31/5/2018 tarihinde davalı idarenin istinaf başvurusunu esastan kesin olmak üzere reddetmiştir. İstinaf Mahkemesi gerekçeli kararında; davalı tarafından istinaf başvurusunda bulunulduğunu belirterek taşınmazın değerinin belirlenmesinde kanuna aykırılık bulunmadığını açıklamıştır. İstinaf Mahkemesi kararında başvurucular vekilinin istinaf başvurusuna ilişkin herhangi bir değerlendirmeye yer verilmemiştir. Mahkemece hükmedilen tazminat bedeli için İzmir İcra Dairesinde başlatılan takip sonucunda idare 18/6/2018 tarihinde davaları kabul edilen içinde davalı kabul edilen bir kısım başvurucuların da bulunduğu davacılara toplam 305 TL ödeme yapılmıştır. İstinaf Mahkemesi kararı 25/6/2018 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili 24/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Karar aşağıdaki hususları içerir:...c) Tarafların iddia ve savunmalarının özeti....d) İleri sürülen istinaf sebepleri.e) Taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara ilişkin delillerin tartışması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep.f) Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi.... (2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. (3) (Ek:22/7/2020-7251/38 md.) Bölge adliye mahkemesi, başvurunun esastan reddi kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerini özetlemek ve ret sebeplerini açıklamak kaydıyla, kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermekle yetinebilir."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Ali Şimşek ve diğerleri, B. No: 2014/2073, 6/7/2017, §§ 23-33; Bob Ross İncorporated, B. No: 2015/14347, 3/7/2019, §§ 16- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/22894 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, istinaf itirazının incelenmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, gizlilik kararı nedeniyle hakkındaki belgeleri inceleyememesi ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kararların basına sızdırılarak başvurucunun suçlu gibi gösterilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin; gözaltı sürecinde ve ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı olarak verilen kararlarla meslekten çıkarılması ve mal varlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; soruşturma aşamasındaki hukuksuz işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/11/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde yeniden uzatılmayarak son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (Genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitler Selçuk Özdemir kararında geniş olarak açıklanmıştır (Selçuk Özdemir, § 22).B. Başvurucuya İlişkin Süreç Hâkim olarak görev yapmakta olan başvurucu, Yalova Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 21/7/2016 tarihinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alınmıştır. Başvurucu aynı tarihte Yalova Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiş;ifade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu müdafii, atılı suçları işlediğine dair dosyada delil bulunmaması nedeniyle müvekkilinin serbest bırakılmasını talep etmiştir. Yalova Cumhuriyet Başsavcılığı 21/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle başvurucuyu Yalova Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "atılı suçların CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/3-a-11 maddesinde tutuklama nedeni olarak gösterilmesi, FETÖ örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıklarının tespit edilmiş olması, şüphelinin de kaçma şüphesinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmayışı, şüphelilerin delillere tesir edip delilleri değiştirme ihtimallerinin olması" nedenleriyle tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun sorgusu Yalova Sulh Ceza Hâkimliğinde 21/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesi şöyledir:"Ben savcılıkta ve karakolda ifade vermiştim aynen tekrar ederim, ben öncelikle hakkımdaki yakalama kararıyla ilgili bir hususu açıklığa kavuşturmak istiyorum, uzun zamandan beri boyun fıtığı sorunum vardır, 15/7/2016 tarihinde Yalova Devlet Hastanesinde muayene olduğum doktor Ç.S.nin acele ameliyat olmam gerektiği yönünde bilgi vermesi üzerine ayın gün Marmara Üniversitesi Pendik Devlet Hastanesine sevk üzerine gittim, orada Doç. Dr. A. muayene etti, ortopedi ve fizik tedavi bölümü gördükten sonra ameliyat ile ilgili nihai kararı vereceğini söyledi, ben bu süreçte hakkımda yakalama kararı olduğunu bilmiyordum, sadece ev araması ve açığa alınmış olduğumu biliyordum, ben kendi rızamla ve raporumun bitiş tarihi olan 20/7/2016 tarihinde Yalova'ya dönmeye karar verdim, annemle vedalaşmak üzere evine gitmiştim, tam oradan ayrılırken polisler tarafından göz altına alındım, benim pasaportum ve param olmadığı için zaten herhangi bir yere kaçma ihtimalim yoktur, ayrıca 4 tane çocuğum olduğu için kaçmayı aklımın ucundan bile geçirmem mümkün değildir, benim sormuş olduğunuz FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle hiçbir bağım yoktur, bu örgütle ilgisi olan kişilerle öncesinden bilmeden herhangi bir diyaloglum dahi olmuş ise de bunun kesinlikle bilerek yada örgüt ilişkisi ile ilgisi olması mümkün değildir, ben meslek hatayım boyunca bu örgütten hiçbir yarar sağlamadım, yurt dışına çıkmanın ünvanlı herhangi bir görevim olmadı, benim atamalarımda hiçbir olumlu katkıları olmadı, bilakis tetkik hâkimliğimden sonra Sincan Adliyesinde görev yapmak için talepte bulunmuştum, fakat Gölbaşı'na tayin edildim, Gölbaşı'ndan Sincan'a tayin talebinde bulundum, ancak son anda Yalova'ya tayin edildiğimi öğrendim, sebebini sordum Gölbaşı eski Başsavcısı ve Yargıtay Ceza Dairesi üyesi S.T.nin bana söylediğine göre cemaatçilerin beni Sincan'da istemediğini, bu nedenle de tayinimin Yalova'ya çıktığını öğrendim, HSYK seçim sürecinde FETÖ yada herhangi bir grubun seçim çalışmasına katılmadım, oyumu kullanırken 9 yıl Ankara'da çalışmış olmam nedeniyle komşuluk, büyük bir okul arkadaşları, servis arkadaşlığı gibi kişilerle oy kullandım, bunun dışında da FETÖ ile hiçbir ilişkim ve bağım olmamıştır, bu hususta Yargıtay üyeleri R.H., B.K., Hukuk Dairesi Başkanı B.den bilgi alınabilir, benim Yargıtay Tetkik Hâkimliğine seçilmemde 2004 yılında HSYK üyesi olan A.G. ile Hukuk Dairesi üyesi T.B.nin referansları etkin olmuştur, bu kişilerde benimle ilgili sorular sorulabilir, benim FÖTE'ye herhangi bir kurban ve benzeri bir bağışım olmamıştır, Yalova'da hâkim arkadaşlar ile birlikte ortak kurban kesmekteyim, darbe olayı ile ilgili hiçbir bilgim ve ilgim yoktur, hiçbir kişi ile tanışıklığım yoktur, olayı öğrendiğimde anneme gitmek üzere yoldaydım, eve gittiğimde olayı öğrendim, bu olayı kesinlikle lanetliyorum kendi insanına ateş edecek kadar canileşmiş ruhsuz insanları lanetliyorum, bu tip olaylarla dolaylıda olsa ilişkilendirmekten büyük üzüntü duyuyorum, milletimize karşı yapılan bu cani eylemin en ağır şekilde kınıyorum, ülkemizin seçilmiş hükümetinin sonuna kadar yanındayım, bu nedenlerle üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum, ben 4 tane kız çocuğum vardır, büyük kızım bu yıl üniversiteye kayıt yaptıracak diğeri ise seneye üniversite sınavına girecektir, diğer kızlarım ise 11 ve 3 yaşındadır, yaşlı ve hasta annemden başka onlarla ilgilenebilecek hiçbir yakınım yoktur, ayrıca anneminde bakım ve yardıma ihtiyacı vardır, kendisiyle bu hususlarda ilgilenmekteyim, bu nedenlerle çok büyük mağduriyetlere sebebiyet vereceğinden dolayı özellikle şeker, kollestarol, troit ve tansiyon hastası olmam ve günde 12 tane ilaç kullanmam nedenleriyle boyun fıtığı ve dizimdeki menüsküs yüzünden fizik tedavisi görmem gerektiğinden tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmayı talep ederim, aksi halde ev hapsi de dahil olmak üzere adli kontrol hükümlerinin uygulanmasını talep ediyorum." Sorgu sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"...yürütülen soruşturma kapsamında elde edilen deliller gereğince şüpheli hakkında kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu, üzerlerine atılı suçun CMK'nın 100 maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu, soruşturma konusuüzerine atılı olan eyleme göre dosya içinde bulunan unsurlar itibariyle soruşturmanın aşaması gözetildiğinde şüphelinin delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme girişiminde bulunabileceği kanaatiyle CMK'nın 100/ maddesindeki tutuklamanedeninin bulunduğu, 15/07/2016 tarihinde adı geçen silahlı terör örgütü tarafından yapılan silahlı kalkışma esnasında teşebbüs sahiplerine direnen TSK ve Emniyet mensuplarıyla birlikte çok sayıda sivil halktan şehit bulunması, bu anlamda kalkışmanın geldiği aşamanın demokratik düzen üzerinde oluşturduğu tahribat, yargılamanın neticesinde verilecek olan ceza miktarı, üzerlerine atılı eylem itibariyle bu aşamada toplanan delillere göresuç vasfına ve eylemin haksızlık-hukuka aykırılık boyutu nazara alındığında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yüklenen suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve kişinin adaletin işleyişine müdahale etme riski olan hallerde tutukluluk tedbirinin uygulanabileceğine ilişkin yerleşik karar ve gerekçelerine göre de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin belirttiği tutuklama tedbirine ilişkin kriter ve ölçütlerin mevcut olduğu, bu itibarla soruşturma konusu suçun niteliği ve kamu davası açılması halinde şüphelinin maruz kalacağı ceza tehdidinin büyüklüğü dikkate alındığında tutuklama tedbirine nazaran CMK-109/3 maddesinde sayılan tedbirlerin hiçbirinin soruşturmanın selametini sağlamak, delil karartılmasını engellemek ve kaçma şüphesini ortadan kaldırmak için yeterli olamayacağı ve tutuklama tedbirinin bu aşamada ölçülü olması nedeniyle CMK 100 maddeleri gereğince TUTUKLANMASINA ... [karar verildi.]" Başvurucu 21/7/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiş, Bursa Sulh Ceza Hâkimliğince 5/8/2016 tarihinde "...Şüphelinin kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, ... terör örgütüne üye olma suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklamanın genel ilkelerini belirleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5-6 maddeleri, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19 maddesi ve Anayasa Mahkemesi'nin 2/7/2013 tarihli 2012/1137 sayılı kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin süreklilik arz eden yerleşik içtihatları birlikte değerlendirildiğinde, CMK 100 ve devamı maddelerindeki tutuklama koşullarının oluştuğu, tutuklamanın şüphelilere isnat olunan suçun kanunda öngörülmüş cezasının miktarına ve niteliğine göre tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, şüphelilerin salıverilmesi halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesinin varlığı (bkz. Wemhoff - Almanya, 27 Haziran 1968 tarihli karar, prg. 14), başka suçlar işleme tehlikesinin varlığı (bkz. Matznetter - Avusturya, 10 Kasım 1969 tarihli karar, prg. 9) ya da kamu düzeninin bozulması tehlikesinin varlığı (bkz. Letellier - Fransa, 26 Haziran 1991 tarihli karar), hususunda oluşan kanaate göre şüphelinin "Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma" suçundan CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklama gerekçelerinin yerinde olduğu ve kararda bir isabetsizlik bulunmadığı ..." gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Yalova Cumhuriyet Başsavcılığı 23/8/2016 tarihli kararıyla başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Başvurucu, tutukluluk hâline yaptığı itirazlara cevap verilmediğini ve tutukluluğunun devamı kararlarının tebliğ edilmediğini beyan etmiş ve 1/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 10/1/2017 tarihli kararıyla başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 15/2/2017 tarihli kararıyla başvurucu hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vererek dosyayı Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 17/7/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve ByLock programına ilişkin genel açıklamaların yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kuruluşuna ve tarihçesine, hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına ve hangi tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna değinilmiştir. Başvurucu hakkında yapılan değerlendirme şöyledir:"...FETÖ/PDY silahlı terör örgütü yönetici ve mensuplarının büyük bir gizlilik içinde kullandığı şifreli haberleşme sistemi olan Bylock isimli kriptolu haberleşme programını cep telefonu hattı üzerinden kullandığının sabit olduğu, şüphelinin Uyap cep telefonu hat sorgulama kayıtlarında tespit edilen üzerine kayıtlı cep telefon numarası ile Bylock kullanım raporunda yazılı telefon numarasının aynı olduğu, şüphelininmilli güvenliğe tehdit oluşturduğu ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olduğu gerekçesiyle 23/7/2016 günlü resmi gazetede yayımlanan 667 sayılı OHAL KHK'sı ile kapatılan YARSAV derneğine üyeliğinin tespit edildiği, ifadesinde Üniversiteye hazırlık döneminde FETÖ/PDY bağlantılı Fem dersanesine gittiğini, üniversite yıllarında aynı cemaata ait yurtta kaldığını, son HSYK seçimlerinde örgütün sözde bağımsız adayı olan, hakkında terör örgütü üyeliğinden soruşturma bulunan ve meslekten ihracına karar verilen Y.S.nin evine geldiğini belirttiği, örgüt lehine seçim sandık başında beklediği, örgütün finans kaynağı olan Bank Asya da hesabının bulunduğu, bu suretle şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu..." Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi 27/7/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/217 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamış, aynı gün yapılan tensip incelemesi ile yetkisizlik kararı vererek dosyanın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan tensip incelemesi ile birlikte 9/10/2017 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Bursa Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine ve başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Bursa Ağır Ceza Mahkemesince yapılan tensip incelemesi ile birlikte 14/11/2017 tarihinde karşı yetkisizlik kararı verilerek dosyanın yetkili ve görevli mahkemenin belirlenmesi için Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 30/1/2018 tarihli kararıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/2017 tarihli yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Yargılamaya İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2018/68 sayılı dosya üzerinden devam edilmiştir. Başvurucunun 26/2/2018 tarihli tensip incelemesinde "silahlı terör örgütüne üye olma" suçunun vasıf ve mahiyeti, dosya içerisindeki ByLock sorgulama tutanağına göre sanığın ByLock kullandığına yönelik yapılan tespit, arama-elkoyma tutanakları, araştırma tutanakları ile sanık savunmaları göz önüne alındığında sanık Ramazan ÖZCAN'ın üzerine yüklenen suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması, tutuklu kalınan süre, öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, sanığın üzerine yüklenen suçun CMK'nın 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması ve ölçülülük ilkesi dikkate alındığında sanık hakkında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı" gerekçesiyle tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde 24/5/2018 tarihinde ilk duruşması yapılmış, tutuklu olarak devam eden yargılama sonucunda Mahkemenin 22/11/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tahliyesine karar verilmiştir. Kararın ilgi kısmı şöyledir:"... sanığın kendisini suçtan kurtarmaya yönelik savunmalarına mahkememizce itibar edilmemiş, ayrıntıları yukarıda belirtildiği üzere, hakkındaki tanık beyanları ve de ByLock'u kullandığının Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığının mahkememize gönderdiği kayıtlardan açık bir şekilde anlaşılması karşısında, global bir uygulama görüntüsü altında münhasıran FETÖ silahlı terör örgütü için oluşturulan ve mensuplarınca kullanılan ByLock'u örgütün hiyeyarşik yapısı kapsamındaki haberleşmesinde gizliliği temin etmek için dosya kapsamında tespit edilen tarihlerde kullandığı anlaşılan sanığın; anılan iletişim sisteminin niteliği ile hakkındaki diğer tespitler göz önüne alındığında, sübutu kabul edilen diğer eylem ve faaliyetlerine göre "FETÖ silahlı terör örgütüne üye olma" suçunu işlediği mahkememizce kabul edilmekle ..." Başvurucu, hakkında verilen hükmü istinaf etmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla İstanbul Bölge Adliye (İstinaf) Mahkemesinde derdesttir. Öte yandan Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu 24/8/2016 tarihinde söz konusu yapı ile meslekte kalmasıyla bağdaşmayacak nitelikte bağının olduğunu değerlendirdiği başvurucunun meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına oybirliğiyle karar vermiştir. İlgili ulusal hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/70311 | Başvuru, hâkim olarak görev yapan başvurucu hakkında darbe teşebbüsüyle bağlantılı olarak yürütülen soruşturmada uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, gizlilik kararı nedeniyle hakkındaki belgeleri inceleyememesi ve tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; kararların basına sızdırılarak başvurucunun suçlu gibi gösterilmesi nedeniyle masumiyet karinesinin; gözaltı sürecinde ve ceza infaz kurumundaki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; hukuka aykırı olarak verilen kararlarla meslekten çıkarılması ve mal varlığına el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; soruşturma aşamasındaki hukuksuz işlemler nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutuklu olarak farklı ceza infaz kurumlarında bulunan eşlerin birbirleriyle telefonla haberleşme imkânından yararlandırılmamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında silahlı terör örgütüne [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)] üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçları kapsamında yürütülen soruşturma sürecinde Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Başvurucu 10/10/2016 tarihinde Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucunun eşi de Adana Sulh Ceza Hâkimliğince 14/10/2016 tarihinde FETÖ/PDY'ye üye olma suçlamasıyla tutuklanmış ve Tarsus Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuştur. Başvurucu 23/1/2017 tarihli dilekçe ile Ceza İnfaz Kurumuna başvurmuş ve başka bir infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan eşi G. ile telefon vasıtasıyla görüşme talebinde bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulunun (Kurul) 23/1/2017 tarihli kararıyla başvurucunun talebi reddedilmiştir. Kararda; Ceza İnfaz Kurumu içinde bulunan hükümlü ve tutukluların kullanabilecekleri ankesörlü telefonların güvenlik sebebiyle tutuklu ve hükümlülere verilmediği, bu nedenle fiziki olarak bir başka ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlü ile telefon görüşmesi yapılmasının mümkün olmadığı ve başvurucunun mektup yolu ile haberleşme imkânının bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu; eşiyle telefonla görüşme hakkına ilişkin olarak mevzuatta açık bir yasağın bulunmadığını, infaz kurumlarında bulunan ankesörlü telefonlarla görüşmenin mümkün olduğunu, aksi durumda ise gerekli düzenlemeler yapılarak görüşmenin sağlanabileceğini, ayrıca mektup yoluyla haberleşme imkânının bulunmasının tek başına telefonla görüşme hakkını kısıtlayamayacağını vurgulayarak 31/1/2017 tarihinde Osmaniye İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğinin 31/3/2017 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan bir kişinin diğer bir infaz kurumunda tutuklu bulunan kişi ile görüşmesine dair ilgili mevzuatta açık bir düzenleme bulunmadığından Ceza İnfaz Kurumu kararının usul ve yasaya uygun olduğu açıklanmıştır. Başvurucunun anılan karara itirazı Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 20/4/2017 tarihli kararlarıyla reddedilmiştir. Kararda; ceza infaz kurumlarında bulunan ankesörlü telefonların dışarıdan gelen aramalara kapalı olduğu, yalnızca dışarıya doğru aramalara açık olduğu vurgulanarak İnfaz Hâkimliğinin kararının usul ve yasaya uygun bulunduğu belirtilmiştir. Nihai karar 2/5/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvuru dilekçesinde adli yardım talebinde bulunulmuş ancak10/5/2017 tarihinde bireysel başvuru harcının yatırıldığı görülmüştür. Anayasa Mahkemesi tarafından Ceza İnfaz Kurumuna 20/11/2019 tarihinde yazılan yazıyla başvurucunun tutuklu kaldığı süre boyunca kendisi gibi tutuklu olan eşi ile telefon görüşmesi yapıp yapmadığı, mektup yoluyla haberleşme sağlayıp sağlamadığı hususlarında eldeki bilgi ve belgelerin gönderilmesi talep edilmiştir. 22/11/2019 tarihli cevap yazısında; tutuklu kaldıkları dönemde başvurucu ile eşinin telefonla görüşme hakkından yararlandırılmadıkları, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (Genel Müdürlük) 27/9/2018 tarihli görüş yazısıyla -birbirleri ile telefonla görüşme hakkı olup farklı ceza infaz kurumlarında kalmakta olan hükümlü ve tutukluların telefonla görüştürülmeleri ile ilgili gerekli kolaylığın sağlanması ve güvenlik tedbirlerinin alınması yönünde- tüm ceza infaz kurumlarının bilgilendirilmesi sonrasında ise talepleri doğrultusunda telefonla görüşme hakkından (karşılıklı olarak yirmi bir defa) yararlandırıldıkları belirtilmiştir. Diğer yandan başvurucu ve eşinin 26/10/2016 tarihinden itibaren mektup yoluyla iletişim kurdukları ifade edilmiştir. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden; başvurucu ve eşi hakkında açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 6/6/2018 tarihli kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetlerine ve hükmen tutukluluk hâllerinin devamına karar verildiği, davanın derdest olup kanun yolu (istinaf/temyiz) aşamasında bulunduğu anlaşılmaktadır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un ''Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:... b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.d) İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir.e) Cezanın infazında adalet esaslarına uygun hareket edilir. Bu maksatla ceza infaz kurumları kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenir.f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.g) Hükümlünün infazın amacına uygun olarak kanun, tüzük ve yönetmeliklerin belirttiği hükümlere uyması zorunludur. ..." 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün telefonla haberleşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir. " 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "(1) Bu Kanunun; ... hükümlüler ile yakınları ve ilgililerin bilgilendirilmesi, ... şikâyet ve itiraz, ... telefonla haberleşme hakkı, ... mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, ... ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, ... ... düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...e) Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler." 667 sayılı KHK, 29/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun ile onaylanmıştır. KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası 6749 sayılı Kanun'un maddesinde aynen kabul edilmiştir. 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "Telefonla görüşme hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kapalı kurumda bulunan hükümlüler, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir. (2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır,...e) Hükümlüler, telefon görüşmesi hakkına sahip oldukları konusunda bilgilendirilir,...k) Hükümlü bu maddede belirtilen telefonla görüşme hakkını kullanabilmek için "Telefon Görüşme Formu" doldurur. Bu formda; telefon görüşmesi yapmak istediği kişiler ve bunlarla olan yakınlık derecesini, görüşme yapmak istediği sabit, cep telefon numaraları ile yurtdışı telefon numarasını, telefon görüşmesi yapacağı yakınlarının açık adreslerini belirtir ve gerekli belgeler eklendikten sonra idareye verir. İdare gerekli gördüğü takdirde gideri hükümlüden alınmak koşuluyla formdaki bilgilerin doğruluğunu araştırabilir. Telefon görüşme formunda yer alan bilgilerde değişiklik olması halinde hükümlü yeni bir form düzenleyerek idareye bildirir. Hükümlü tarafından formda gösterilmemiş olan kişilerle telefon görüşmesi yaptırılmaz,...f) Hükümlülerin telefonla görüşme gün ve saatleri, kurumda bulunan telefon adedi, başvuru sırası, kurumun asayiş ve güvenliği dikkate alınarak idare tarafından belirlenir. Hükümlüler görüşebilecekleri yakınlarından bir veya birden fazla kişi ile haftada bir kez ve bir telefon numarasıyla bağlantı kurarak kesintisiz görüşme yapabilir. Herhangi bir nedenle görüşme gerçekleşememişse daha önceden bildirilen numaralardan bir diğeriyle görüşebilir. Konuşma süresi görüşme başladığı andan itibaren on dakikayı geçemez. Ancak tehlikeli hükümlü oldukları idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen hükümlüler onbeş günde bir kez olmak ve on dakikayı geçmemek üzere sadece eşi, çocukları, annesi ve babası ile görüşebilir,...o) Hükümlülere dışarıdan telefon açılmak suretiyle görüşme yaptırılmaz,..." Tüzük'ün "Tutuklulara uygulanacak hükümler ve yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Tüzüğün; 1, 4, 6, 9 ilâ 14, 22, 24 ilâ 27, 29 ilâ 31, 40 ilâ 46, 67 ilâ 73, 75 ilâ 96, 99 ilâ 108, 110 ilâ 117, 119 ilâ 132, 143 ilâ 171, 174, 176 ilâ 179, 185, 188, 189 uncu maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." İlgili Yargı Kararı Bakanlığın kanun yararına bozma talebiyle yaptığı bir başvuru üzerine Yargıtay Ceza Dairesi tarafından verilen 27/11/2017 tarihli ve E.2017/1368, K.2017/4262 sayılı kararın ilgili kısımları şöyledir:"5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun maddesinde hükümlülerin telefonla haberleşme hakkı düzenlenmiş olup, ... Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzüğün maddesinin fıkrasına göre; ... aynı maddenin fıkrasında telefonla görüşmenin hangi esaslara göre yapılacağı düzenlenmiştir. ...Hükümlülerin telefonla haberleşme hakkı ile ilgili bu düzenlemelerin dışında tutukluların telefonla haberleşme hakkı ile ilgili ayrı bir düzenlemenin bulunduğu buna göre; ... 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesinin fıkrasının (e) bendine göre; Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun maddesinin fıkrasına göre; Tutukluların yazılı haberleşmeleri ile telefonla görüşmeleri, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabilir. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun maddesine göre; tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefon görüşmelerinin kısıtlanması tedbirinin uygulanabileceği öngörülmüştür.667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesinin fıkrasının (e.) bendi, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin fıkrası ve aynı kanunun maddesi birlikte değerlendirildiğinde, telefonla haberleşme hakkı ve bunun kısıtlanması ile ilgili tutuklular ile ilgili ayrı bir düzenlemenin bulunduğu, bu düzenlemelere göre tutukluların telefonla haberleşme hakkının soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince kısıtlanabileceği, idarenin bu konuda takdir yetkisinin bulunmadığı;Somut olayda ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan [H.E.nin] başka bir ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan eşi ile telefonla haberleşme hakkının bulunduğu, tutuklunun telefonla haberleşme hakkının Cumhuriyet savcısı ya da mahkemesince kısıtlandığına dair bir kararın da dosyada bulunmadığı anlaşılmakla;Tutuklu [H.E.nin], başka bir ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan eşi ile telefonla görüşme talebinin reddine dair ... Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının ... kararına karşı yaptığı şikayetin reddine ilişkin ... İnfaz Hakimliğinin ... kararının kaldırılmasına dair itiraz merci olan ... Ağır Ceza Mahkemesinin ... kararında isabetsizlik görülmediğinden, bu karara yönelik Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün kanun yararına bozma talebinin CMK'nun maddesi gereğince reddine, dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine ... oybirliğiyle karar verildi."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayata saygı hakkı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar, suç ve düzensizliğin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı tavsiye kararlarının hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısımları şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir. 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir. Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir, Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar ..." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/23048 | Başvuru, tutuklu olarak farklı ceza infaz kurumlarında bulunan eşlerin birbirleriyle telefonla haberleşme imkânından yararlandırılmamaları nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade istemli olarak açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu vekili, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde -29/6/2020 tarihinde- beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Hava Yolları nezdinde pilot olarak çalışmaktayken güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş akdi 29/6/2017 tarihinde feshedilmiştir. İşe iade istemli açılan tespit davasında Bakırköy İş Mahkemesi 6/10/2017 tarihinde davayı esastan reddetmiştir. Başvurucu vekili, gerekçeli kararın tefhim edilmediğini belirterek11/10/2017 tarihinde süre tutum dilekçesi yoluyla istinaf isteminde bulunmuştur. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, gerekçeli istinaf başvurusunun yasal süresi içinde yapılmadığını ve kamu düzenine ilişkin kanun yolunda resen gözetilmesi gereken bir hususun bulunmadığını belirterek istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu vekilinin temyiz istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi 22/10/2018 tarihinde Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına dair karar vermiştir. Nihai kararın 22/11/2018 tarihinde öğrenildiği belirtilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucunun 27/11/2020 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37926 | Başvuru, işe iade istemli olarak açılan davanın reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda müşahede odasında tutma sırasındaki koşullar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adana F Tipi Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmakta iken başka bir hükümlü ile kavga ettiği gerekçesiyle hakkında 11 gün hücreye koyma cezası verilmiştir. Aldığı disiplin cezası kapsamında 6/12/2013 tarihinde müşahede odasına konulan başvurucu 9/12/2013 tarihine kadar bu odada tutulmuştur. Başvurucunun annesi B.A., Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne dilekçe göndererek oğlunun Ceza İnfaz Kurumunda darbedildiğini ve kötü muameleye maruz kaldığını bildirmiştir. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü tarafından evrak Adana Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca mağdur olarak beyanı alınan başvurucu; kavgaya karışmış olması nedeniyle hakkında disiplin cezası verildiğini, disiplin cezası kapsamında müşahede odasına konulduğunu, kronik anal fissür rahatsızlığı bulunması nedeniyle müşahede odasına konulmasının uygun olmadığını, bu odada tutulduğu sürede kendisine diyetine uygun yemek ile ilaçlarının ve temizlik için gerekli malzemelerin verilmediğini, hastalığına rağmen yeterli iç çamaşırı temin edilmediğini, bu nedenle anal bölgesindeki rahatsızlığın arttığını belirtmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca Ceza İnfaz Kurumunda görevli personel hakkında görevi kötüye kullanma suçundan yürütülen soruşturmada 25/11/2014 tarihinde, başvurucunun müşahede odasında tutulmasında hukuka aykırılık bulunmadığı, Ceza İnfaz Kurumundan verilen cevap yazısından bu sürede diyetine uygun yemek ve ilaçlarının kendisine verildiğinin anlaşıldığı, şüpheli personel hakkında görevlerini kötüye kullandıklarına dair kamu davasının açılmasını gerektirir delil bulunmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine dosyayı inceleyen Adana Sulh Ceza Hâkimliği 22/12/2014 tarihinde, Ceza İnfaz Kurumu idaresi tarafından başvurucuya diyetine uygun yemek ve reçeteli ilacının verildiği belirtilmekte ise de diyet yemek olarak ne verildiği, ilaç olarak hangi ilaçların verildiği konusunda bir açıklamanın olmadığı, ayrıca müştekinin imzasının da bu tutanaklarda yer almadığı, bu hâliyle sonradan düzenlendiği intibaını uyandırdığı, bu sebeple tutanak altında imzaları bulunan görevlilerin dinlenmesi, Ceza İnfaz Kurumu dosyalarının getirtilerek diyet yemeği, ilaç ve malzeme verilmesi ile ilgili olarak belgelerin bulunup bulunmadığının araştırılması, başvurucunun diyet yemeği yememesi ve reçeteye bağlanan ilaç ile malzemeleri kullanmamasından kaynaklanan ne tür sorunlar yaşadığı konusunda rapor alınması gerektiği belirtilerek takipsizlik kararının kaldırılmasına karar vermiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yeniden yapılan soruşturmada, Ceza İnfaz Kurumu personelinin beyanları ve sağlık raporu alınmıştır. Buna göre Ceza İnfaz Kurumu personelinin özetle müşahede odasında tabak, çatal verilmesinin yasak olması nedeniyle başvurucunun her zamanki diyet yemeğinin tabak yerine kepekli ekmek içine konularak verildiğini, ilaçlarının ve gerekli malzemenin temin edildiğini ancak bunlara yönelik başvurucudan imza alma gibi bir usulün bulunmadığını, herhangi kasıtlı bir davranışlarının olmadığını beyan ettikleri anlaşılmaktadır. Başvurucu hakkında alınan 17/2/2015 tarihli sağlık raporunda, başvurucunun lifli ve posalı gıdalar almasının uygun olduğu, hastanın kabızlık şikâyetinin tamamen diyetle ilişkilendirilmediği, anal kanalda hafif darlık olduğunun düşünüldüğünün belirtildiği anlaşılmaktadır. Yapılan araştırma sonucunda Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca 25/2/2015 tarihinde, başvurucuya diyet yemeği ve ilaç veren personelin ifadesinin alındığı, kurumda bulunan hükümlü ve tutuklulara verilen ilaç ve yemeklerin imza karşılığı kendilerine verileceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığı, kurum tarafından düzenlenen bilgi notu ile ilaç ve yemeğe ilişkin tutanak örneklerinin dosyaya alındığı, başvurucu hakkında alınan sağlık raporunda hastanın şikâyetlerinin tamamen diyetle ilişkilendirilmediğinin belirtildiği, şüpheli personel hakkında kamu davasının açılmasını gerektirir delil bulunmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı, Adana Sulh Ceza Hâkimliğinin 8/4/2015 tarihli kararıyla, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu, kararda belirtilen gerekçelerin yerinde olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 21/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 13/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı ve "İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü" kenar başlıklı maddeleri şöyledir:" MADDE – İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır : Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlülerin cezalarının infazı, müşahedeye tâbi tutulmaları, açık cezaevlerine ayrılmaları, izin, sevk, nakil ve tahliyeleri; tutukluların sevk ve tahliyeleri gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak. Ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurullarının kendi yetki alanlarına giren ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki tespitleri ile ilgili olarak düzenleyip intikal ettirdikleri raporları inceleyerek, varsa şikâyet niteliğindeki konular hakkında karar vermek. Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.Kanunlarda başka bir yargı merciine bırakılan konulara ilişkin hükümler saklıdır.MADDE – Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun, tüzük ve yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, her halde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir.Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hâkimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hâkimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geçüç gün içinde infaz hâkimliğine gönderilir. Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir.Şikâyet yoluna, kendisi ile ilgili olmak kaydıyla hükümlü veya tutuklu ya da eşi, anası, babası, ayırt etme gücüne sahip çocuğu veya kardeşi, müdafii, kanunî temsilcisi veya ceza infaz kurumu ve tutukevi izleme kurulu başvurabilir.Şikâyet yoluna başvurulması, yapılan işlem veya faaliyetin yerine getirilmesini durdurmaz. Ancak, infaz hâkimi giderilmesi güç veya imkansız sonuçların doğması ve işlem veya faaliyetin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda işlem veya faaliyetin ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7985 | Başvuru, ceza infaz kurumunda müşahede odasında tutma sırasındaki koşullar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ihmal sonucu bir hükümlünün yaşamını yitirmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgeler ile Bakanlık görüş yazısının ekindeki belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Mahkûm olduğu 6 yıl 8 aylık hapis cezası Bolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz edilmekte olan başvuruculardan Fatma Güler'in eşi, diğer başvurucuların ise babası olan A.G., Düzce Devlet Hastanesinin 2014 yılında verdiği rapora görehipertansiyon, kalp kapak hastalığı, koroner arter hastalığı, diabetes mellitus, geçirilmiş serebrovasküler hastalığa bağlı sağ hemipleji, sağ ayak 2, 3, parmak MTF hizasından ampute ve işitme kaybı nedenleriyle %91 oranında engellidir. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla infazın sağlık nedenleriyle ertelenmesi talebinde bulunmuşlardır. Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Uzmanlar Kurulundan alınan raporda ''şahsın HT, DM, KAH, SVO, ve CABG öyküsü olduğu, sağ ayak D2-D3 MTF eklem seviyesinden ampute olduğu, kol[t]uk değneği ve benzeri yardımcı araçlar ile kendi başına günlük ihtiyaçlarını karşılayabileceği, mevcut hastalıkların şahsın yaşamını tek başına devam ettirmesine engel teşkil etmediği, mevcut hastalıkları nedeni ile şahsın resmi sağlık kuruluşlarının mahkumlara ayrılan bölümlerinde cezasının uygun olduğu, infazın geri bırakılmasının gerekli olmadığına'' karar verilmesi nedeniyle infazın ertelenmesi talebi reddedilmiştir. Bu rapor doğrultusunda Adli Tıp Kurumu Düzce Şubesinden alınan raporda, A.G.nin mevcut hastalıkları nedeniyle resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümünde cezasının infazının uygun olduğu bildirilmiştir. A.G.nin, alınan bu rapor doğrultusunda Bolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu sırada başvurucular, vekilleri aracılığı ile yeniden infazın ertelenmesi talebinde bulunmuşlardır. Bu taleple ilgili olarak A.G. önce Bolu İzzet Baysal Devlet Hastanesine, bu Kurumun görüşü doğrultusunda da Abant İzzet Baysal Üniversitesi Hastanesi Sağlık Kurulu Başkanlığına sevk edilmiştir. Sağlık Kurulunun anılan raporların Ankara Numune Hastanesinden alınmasının faydalı olacağı şeklindeki görüşü doğrultusunda A.G. sağlık nedeniyle infazının ertelenmesi taleplerinin değerlendirilmesi ve tedavi amacıyla Ankara 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna 26/11/2014 tarihinde nakledilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu, Ankara Numune Hastanesinden sağlık kurulu raporu alınması için işlemlere başlamıştır. A.G.nin tedavisine ve rapor alınmasına yönelik işlemlerin devam ettiği bu süre içinde başvurucular, A.G. hakkında denetimli serbestlik hükümlerinin sağlık nedeniyle uygulanması talebi için Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine 28/4/2015 tarihinde başvuruda bulunmuşlardır. İnfaz Hâkimliği 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 105/A maddesinin fıkrasının (b) bendi kapsamında hükümlünün salıverilme tarihinin üç yılın altında olması nedeniyle Adli Tıp Kurumundan da rapor aldırılmasına karar vermiştir. A.G., hakkında anılan raporların aldırılması için işlemlere başlandığı ve tedavilerinin yapıldığı bu dönemde kaldırıldığı Ceza İnfaz Kurumları Kampüs Devlet Hastanesinde 21/5/2015 tarihinde ölmüştür. Hükümlü dosyasına göre A.G. adli tıp raporunun alınması sürecinde hasta tutuklu ve hükümlülerin kaldığı C-9 koğuşunda ve Ankara Numune Hastanesinin mahkûm koğuşunda barındırılmıştır. Kurum Hekimliğinin yazısına göre A.G.nin bu Ceza İnfaz Kurumuna gelmesinden itibaren kendisinde var olan rahatsızlıklarla ilgili olarak Kurum Hekimliği ile Numune Hastanesinin ilgili polikliniklerinde tedavisine devam edilmiş hatta bu kapsamda 19/1/2015-26/1/2015 tarihleri ve 10/3/2015-30/3/2015 tarihleri arasında bu Hastanenin ilgili servislerine yatırılmıştır. A.G.nin ölümü nedeniyle Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı derhâl soruşturma başlatmıştır. Yapılan ölü muayenesinde A.G.nin diyabet, kalp ve tansiyon rahatsızlıklarının bulunsa da kesin ölüm sebebinin belirlenebilmesi için klasik otopsi yaptırılmasına karar verilmiştir. Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı tarafından yapılan otopsi sonrasında 6/11/2015 tarihinde düzenlenen ayrıntılı otopsi raporunda; maktulün kesin ölüm nedeninin diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi, koroner arter hastalığı ve kalp yetmezliği rahatsızlıklarından dolayı kendisinde mevcut iskemik ve aterosklerotik kalp damar hastalığı olduğunun, maktulün vücudundan alınan örnekler üzerinde yapılan incelemede şüpheli bir maddeye rastlanmadığı şeklinde görüş bildirilmiştir. Başsavcılık tarafından yazılan talimat ile başvuruculardan Fatma Güler ve Emin Güler'in ifadelerine başvurulmuştur. Başvurucular; A.G.nin cezasının infazının ertelenmemesi, kalp krizi geçirdiğinin kendilerine haber verilmemesi ve rahatsızlıkları bulunmasına rağmen ceza infaz kurumunda kalabileceğine dair rapor düzenlenmesi nedenleriyle sorumlulardan şikâyetçi olmuştur. Hükümlü dosyasından yapılan incelemede başvurucuların olay nedeniyle tazminat davası açtıkları tespit edilmiş ise de başvurucular bu davanın sonuçlanıp sonuçlanmadığı hususunda herhangi bir bilgi vermemiştir. A.G.nin mevcut rahatsızlıklarına bağlı olarak Ceza İnfaz Kurumları Kampüs Devlet Hastanesinde tedavi gördüğü sırada 21/5/2015 tarihinde öldüğü, maktulün ölümünde şüpheli bir durumun mevcut olmadığının anlaşılması nedeniyle Başsavcılık tarafındankovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucular A.G.nin ceza infaz kurumunda kalmasına engel teşkil edecek derecede rahatsızlıkları olmasına rağmen bu olgunun aksi şekilde rapor verilmesi, raporda A.G.nin resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde cezasının infazının uygun olacağı bildirilmesine rağmen kapalı ceza infaz kurumuna geri gönderilmesi ve infazına devam olunması, ayrıca Numune Hastanesindeki tedavi sürecinde uygun şartların sağlanması gerektiği şeklinde görüş bildirilmesine rağmen bu şartların sağlanmaması ve yapılan soruşturmada eksiklikler bulunması nedenleriyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmişlerdir. İtiraz üzerine Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği 11/12/2015 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu kararın başvurucular vekiline 22/12/2015 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 15/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk Konuyla ilgili ulusal hukuk, Anayasa Mahkemesinin Murat Karabulut (B. No: 2013/2754, 18/2/2016, §§ 27-30, 33, 44, 65, 66) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.B. Uluslararası Hukuk Konuyla ilgili uluslararası hukuk, Anayasa Mahkemesinin Temur Eskibağ ve Mehmet Rıza Eskibağ (B. No: 2014/5098, 20/12/2017) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1748 | Başvuru, ihmal sonucu bir hükümlünün yaşamını yitirmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/3/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9114 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun birtakım anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, çeşitli alt işverenler (şirket) nezdinde ve Cumhuriyet Üniversitesi (Kurum) bünyesinde temizlik işçisi olarak çalışmakta iken 4/11/2016 tarihinde iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu, haksız şekilde işten çıkarıldığı gerekçesiyle işe iade talepli tespit davası açmıştır. Sivas İş Mahkemesi (Mahkeme) 27/12/2019 tarihli kararıyla davanın kabulüne, başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Davalı Kurum ve başvurucu, karara karşı istinaf yoluna başvurmuş; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 17/6/2020 tarihli kararıyla başvurucunun istinaf talebinin esastan reddine, davalı Kurumun istinaf talebinin kabulüne, kararın kaldırılmasına, davanın reddine -kesin olmak üzere- hükmetmiştir. Başvurucu nihai kararın 14/7/2020 tarihinde tebliğ edildiğini belirtmiştir. Başvurucu 12/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/25310 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi feshedilen başvurucunun birtakım anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 23/11/2016 tarihinde tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 21/12/2016 tarihinde başvurudan feragat edilmiştir. Bölüm tarafından 3/1/2017 tarihinde, başvurudan feragat nedeniyle tedbirin sonlandırılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1990 doğumlu olup Suriye vatandaşıdır. Başvurucu 17/8/2014 tarihinde yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmış ve Şanlıurfa ilinde ikamet etmeye başlamıştır. Şanlıurfa Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğünün 10/10/2016 tarihli kararıyla başvurucunun kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, İdare Mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için açılacak davanın kararın uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek 23/11/2016 tarihindebireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 21/12/2016 tarihli dilekçesiyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirterek başvurunun düşürülmesine karar verilmesini talep etmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/26503 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazların tapusunun bir bölümünün mükerrer kadastro gerekçesine dayanılarak iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1949 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. Başvurucu Ankara ili Sincan ilçesi Ücret Mahallesi'nde (eskiden Polatlı'ya bağlı bir köydür) kâin 1624 ve 1625 parsel numaralı taşınmazların malikidir.A. Başvurucuya Ait Taşınmazların Mülkiyet Durumuna İlişkin Arka Plan 1624 parsel numaralı taşınmaz 11/6/1945 tarihli ve 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu uyarınca yapılan toprak dağıtımı sonucu 13/1/1959 tarihinde Hü. K. adına tapuya tescil edilmiştir. Söz konusu taşınmaz 19/1/1967 tarihinde düzenlenen tapulama tutanağıyla 100 m² yüz ölçümüyle Hü.K. adına tespit edilmiştir. Başvurucu 24/10/1995 tarihinde 1624 numaralı parseli Hü.K.dan satın almıştır. 1625 parsel numaralı taşınmaz 19/1/1967 tarihli tapulama tutanağıyla 850 m² yüz ölçümüyle zilyetlik hükümlerine istinaden Ha. K.nın mirasçıları sıfatıyla başvurucu (1/6), S.K. (3/6), K. (1/6) ve Ht.K. (1/6) adına tespit edilerek 25/5/1972 tarihinde tapuya tescil edilmiştir. Söz konusu taşınmaz 24/10/1995 tarihinde yapılan taksim sonucu tamamıyla başvurucu adına tescil edilmiştir.B. Hazine Adına Tespit ve Tescil Edilen Taşınmaz Ankara ili Gölbaşı ilçesi Kötek köyünde kâin 1182 parsel numaralı taşınmaz 20/5/1956 tarihli tapulama tutanağında 600 m² yüz ölçümüyle Hazine adına tespit edilerek 13/12/1962 tarihinde tapuya tescil edilmiştir. Başvurucuya Ait Tapuların Kısmen İptal Edilmesi Altındağ Kadastro Müdürlüğüne bağlı teknik personel tarafından düzenlenen 20/12/2004 tarihli raporda; 1624 parsel numaralı taşınmazın 638 m²lik bölümünün, 1625 parsel numaralı taşınmazın ise 069 m²lik bölümünün 1956 yılında yapılan kadastro çalışması sonucu Hazine adına tespit ve tescil edilen Ankara ili Gölbaşı ilçesi Kötek köyünde kâin 1182 parsel numaralı taşınmaz ile çakıştığı ve mükerrer kadastro nedeniyle bu bölüme isabet eden tapu kaydının düzeltilmesi gerektiği belirtilmiştir. Polatlı Tapu Sicil Müdürlüğünce; bu rapora istinaden 16/5/2006 tarihli işlem ile 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun maddesi uyarınca 1624 parsel numaralı taşınmazın 638 m²lik bölümünün, 1625 parsel numaralı taşınmazın ise 069 m²lik bölümünün tapusunun iptal edildiği başvurucuya bildirilmiştir. Tapuların Kısmen İptal Edilmesine İlişkin İşleme Karşı Açılan Dava Başvurucu tarafından 16/4/2009 tarihinde Sincan Asliye Hukuk Mahkemesinde tapunun kısmen iptaline ilişkin işleme karşı dava açılmıştır. Mahkemece keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Bilirkişiler tarafından düzenlenen raporda 1624 parsel numaralı taşınmazın 638 m²lik bölümünün, 1625 parsel numaralı taşınmazın ise 069 m²lik bölümünün Ankara ili Gölbaşı ilçesi Kötek köyünde kâin 1182 parsel numaralı taşınmaz ile çakıştığı tespit edilmiştir. Mahkemece 19/11/2009 tarihli kararla davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme 3402 sayılı Kanun'nun maddesinin birinci fıkrasında yer alan ikinci defa yapılan kadastronun bütün sonuçlarıyla hükümsüz olduğu yolundaki kurala dayanmıştır. Mahkeme, ikinci kadastro sonucu yapılan kaydın iptalinin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/5/2011 tarihli kararıyla onanmıştır. E. Tapuların Kısmen İptal Edilmesi Nedeniyle Açılan Tazminat Davası Başvurucu 6/9/2011 tarihinde Gölbaşı Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) taşınmazların tapusunun kısmen iptal edilmesi nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; iyi niyetle edindiği taşınmazların tapusunun terkin edilen bölümünün yeniden adına tesciline karar verilmesi, bunun mümkün olmaması durumunda tapuların kısmen iptal edilmesi nedeniyle uğradığı zararın 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi uyarınca tazmini isteminde bulunmuştur. Mahkeme 14/11/2012 tarihli kararla tescil talebine ilişkin istem yönünden davanın 3402 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen on yıllık hak düşürücü süre içinde açılmadığı gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Mahkeme, tazminat talebini ise 4721 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca devletin sorumluluğunu gerektiren herhangi bir zararın söz konusu olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 6/5/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 29/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 12/12/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 3402 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “ Evvelce tespit, tescil veya sınırlandırma suretiyle kadastro veya tapulaması yapılmış olan yerlerin yeniden kadastrosu yapılamaz. Bu gibi yerler ikinci defa kadastroya tâbi tutulmuşsa, ikinci kadastro bütün sonuçlarıyla hükümsüz sayılır ve Türk Medenî Kanununun 1026 ncı maddesine göre işlem yapılır. Süresinde dava açılmadığı takdirde, ikinci defa yapılan kadastro, tapu sicil müdürlüğünce re’sen iptal edilir.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder.” 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bir aynî hakkın sona ermesiyle tescil her türlü hukukî değerini kaybettiği takdirde, yüklü taşınmaz maliki, terkini isteyebilir.Tapu memuru bu istemi yerine getirirse, her ilgili, bu işlemin kendisine tebliği tarihinden başlayarak otuz gün içinde terkine karşı dava açabilir.” Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/11/2015 tarihli ve E.2015/2184, K.2015/11402 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir: “Dava, mükerrer kadastro gerekçesiyle iptal edilen tapu nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir. Mülkiyet hakkı, Anayasanın maddesi ve bu maddeye uygun olarak çıkarılan kanunlarla korunduğu gibi,5170 sayılı Kanun ile değişik Anayasanın maddesi ile kanun hükmünde olduğu kabul edilen,Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Numaralı Protokolün maddesiyle degüvence altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), Turgut Ve Diğerleri-Türkiye davasıkararında, Devlet tarafından tazminat ödenmeksizin taşınmazın geri alınmasının, orantısız bir müdahale olduğunu ve söz konusu davada tazminat ödememeyi gerektirecek istisnai şartların bulunmadığına işaret ederek, kamu yararı ile bireysel haklar arasındaki adil dengenin kurulamamasını ihlal nedeni olarak saymış, Köktepe-Türkiye davasında ise, başvuranlara uygulanan mülkiyetten yoksun bırakma işlemine gerekçe olarak, gösterilen tabiatın ve ormanların korunması amacının 1 noluEkProtokol’ün maddesi anlamında kamuyararı kapsamına girdiğine dikkat çekmekle birlikte, mülkiyetten yoksun bırakma halinde, ihtilaf konusu tedbirin arzu edilen dengeye riayet edip etmediğinin ve bilhassa da başvuranlara orantısız bir yük yükleyip yüklemediğinin belirlenmesi için, iç hukukta öngörülen telafi yöntemlerinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatarak, mülkün değerine karşılık gelen makul bir meblağın ödenmeden, mülkten mahrum bırakmanın aşırı bir müdahale teşkil edeceğiniifade etmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2009 gün ve 2009/4 - 383 E. - 2009/517 K.; 2010 gün ve 2010/4 - 349 E. 2010/318 Ksayılı kararlarında davurgulandığı gibi; tapu işlemleri kadastro tesbit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK m. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu, kusursuz sorumluluktur. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler, Türk Medenî Kanununun maddesi gereğince, zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilirler.Türk Medenî Kanununun maddesi uyarınca kabul edilen Devletin sorumluluğu, tapu sicilinin önemi ve kişilerin bu sicile olan güven duygularını sağlamak bakımından, aynî hakkının saptanması, herkese açık tutulmasında tekel hakkı sağlayan bir sicil olması esasına dayanmaktadır. Bu sorumluluk, asıl ve nesnel (objektif) bir sorumluluk olduğundan zarara uğrayan, zararının ödetilmesini doğrudan Devletten isteyebilir. Anılan madde uyarınca Devletin sorumluluğunun kapsamı, tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini izleyen işlemler olup tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bukayıtlarda oluşan hataları da kapsamaktadır. Bir başka deyişle, kadastro işlemleri, tapu kütüğünün oluşumuna dayanak oluşturduğundan, bu işlemler nedeniyle tapu kütüğünde oluşacak yanlışlıklar nedeniyle doğacak zararlar da TMK'nın maddesi kapsamındadır. Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluk niteliğinde olup, tapu siciline bağlı çıkarların ve mal varlığına ilişkin (aynî) hakların, yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi ya da yitirilmesi, bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen Devlet, sicillerdeki yanlış kayıtlardan doğan zararları ödemeyi de üstlenmektedir. Dayanaksız ya da hukuki duruma uymayan kayıtlar düzenlemek, taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmüştür.4721 sayılı Türk Medenî Kanununun maddesi gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından Devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı,zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2003 gün ve 2003/19-152 E., 2003/125 K.; 2010 gün ve 2010/14-386 E.,2010/427 K.; 2010 gün ve 2010/13-618 E., 2010/668 K. sayılı kararı). Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir. Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusuiptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir. Bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, ... Tapu Müdürlüğünün 2012 tarihli işlemi ve bu işleme karşı ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan ... Esas - ... Karar sayılı dosyada davanın reddine karar verilmesi ile davacıların hissedarı olduğu 6625 m2 yüzölçümlü ... ada ... parsel sayılı taşınmazın 985,26 m2'lik kısmına ait tapunun mükerrer kadastro işlemi nedeniyle iptal edildiği, her ne kadar mükerrer yapılan kadastro yok hükmünde bulunsa da, genel arazi kadastrosu sırasında taşınmazlar hakkında kadastro tesbiti düzenlenerek gerçek kişiler adına tapu kütüğünün oluşturulduğu, bu şekilde tapu sicilinin hatalı olarak tutulduğu, TMK'nın maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacıların gerçek zararının tespit edilerek tazminine karar verilmesi gerekirken, mahkemece, davacıların herhangi bir zarara uğramadığı gerekçesiyle davanın reddi yönünde hüküm kurulması doğru değildir. Bu nedenle mahkemece, zararınmeydanageldiğitarihe göre, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmeli, taşınmazın niteliği arazi ise, net gelir metodu yöntemi ile, arsa ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmeli ve tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse o miktarda tazminatın davacılara ödenmesine karar verilmelidir.” Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/9/2013 tarihli ve E.2013/9108, K.2013/13601 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir: “Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; davacının 2008 tarihinde 29200 m2 yüzölçümlü olarak satın aldığı Topaklı ... Köyü 690 parsel sayılı taşınmazın, ... Kadastro Müdürlüğü tarafından 3402 sayılı Yasanın maddesi uyarınca uygulamaya tabi tutularak, taşınmazın 079,02 m2'lik kısmının İkizce Köyü 1 nolu parsele binmeli (mükerrer) olması nedeni ile yüzölçümü ve sınırları düzeltilerek, 7120,98 m2 olarak yeniden davacı adına tescil edildiği, yapılan bu işlemin ilan edilerek kesinleşmesi üzerine, davacının tazminat istemli iş bu davayı açtığı anlaşılmıştır.4721 sayılı TMK.nun sorumluluk kenar başlığını taşıyan maddesinde "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder." hükmü yer almakta olup, tapu işlemleri, kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden sıralı işlemler olup, tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan da TMK.nun maddesi anlamında Devlet sorumludur. (HGK.nun 2010 gün ve 2010/4-349/318 sayılı kararı) Hal böyle olunca; 1950 yılında yapılan tapulama çalışmalarında 29200 m2 olarak tespit ve tescile tabi tutulan taşınmazın, sonradan yüzölçümü ve sınırlarının Kadastro Kanununun 22/a maddesi uyarınca, başka bir parsele binmeli olması nedeniyle düzeltilmesi sırasında oluşan zararın da kadastro işlemlerinden kaynaklandığı ve TMK.nun maddesi anlamında tazmini gerektiği muhakkak olup, işin esasına girilerek, taşınmazın niteliği tespit edilip, arazi ise gelir metodu esas alınarak; arsa ise emsal incelemesi yapılarak davacının zararının kapsamı belirlenerek talebin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yasal olmayan gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi,Doğru görülmemiştir." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme/AİHS) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); bir başvurucunun tazminat ödenmeksizin taşınmazının elinden alınması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Kasım 2009 tarihinde daha önceki içtihadında değişikliğe gittiğini, AİHM'in bu konudaki içtihatlarına dayanarak tapu kayıtlarındaki yanlış kayıtlardan kaynaklanan ayni hak veya menfaatleri kaybolmuş ya da kısıtlanmış olanların tapu kayıtlarındaki düzensizliklerden dolayı devleti sorumlu tutabileceğine hükmettiğini, tazminat miktarının söz konusu arazinin kullanılma şekli, niteliği ve değeri temelinde muhtemel getirisi ve emsal değerlerin dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerektiğine dikkat çektiğini, bu başvuru yolunun düzenli olarak kullanılmakta olduğunu, ulusal mahkemelerin AİHM'in içtihatlarını ve AİHS'e ek 1 No.lu Protokol'ün maddesine dayanarak ilgili mevzuat hükümlerini uyguladıklarını, başvurucunun tapu belgesinin iptali yönündeki kararın kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde tazminat talebinde bulunabileceğini belirterek iç hukuk yolları tüketilmediği gerekçesiyle başvurunun kabul edilemez olduğuna hükmetmiştir (Altunay/Türkiye (k.k.), B. No: 42936/07, 17/4/2012, §§ 36-38). AİHM'in Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye (B. No: 40896/05,7/7/2015, §§ 5-22) kararına konu olayda, başvurucu Şirket tapu kayıtlarına göre 200 m² büyüklüğünde olan taşınmazın bir kısım hissesini üçüncü kişiden satın almıştır. Kadastro Bölge Müdürlüğü, 1955 yılında yapılan kadastro çalışması sırasında taşınmazın büyüklüğünün aslında 000 m² olarak ölçüldüğü hâlde bir sonraki satırda yer alan taşınmazın yüz ölçümü olan 200 m² şeklindeki ölçümün hatalı olarak tapuya tescil edildiğini ve taşınmazın yüz ölçümünün 000 m² olarak düzeltildiğini başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu Şirketin, devletin tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan sorumluluğuna ilişkin hükümler uyarınca açtığı davada ilk derece mahkemesince başvurucu lehine tazminata hükmedilmiş ise de Yargıtay tarafından bu karar bozulmuştur. Yargıtay, kadastro çalışması sonucu taşınmazın sınırlarının doğru bir biçimde tespit edildiğini ve taşınmazın haritasında bir yanlışlığın bulunmadığını belirtikten sonra yüz ölçümünün maddi yazım hatası sonucu yanlış yazıldığını vurgulamıştır. Yargıtay, başvurucu tarafından satın alınan taşınmazın haritadaki yüz ölçümünden bir buçuk kat daha büyük gösterilmesinin yüzeysel olarak bakıldığında fark edilebilecek bir hata olduğunun altını çizmiş ve bu nedenle devletin sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. İlk derece mahkemesi tarafından Yargıtay kararına uyularak dava reddedilmiştir. AİHM, başvurucunun gerçekte 000 m² olan bir taşınmaz için 200 m²ye karşılık gelen bir fiyat ödediğine işaret etmiş ve bu nedenle zarara uğradığının tartışmasız olduğunu ifade etmiştir (Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye, § 46). Başvuruyu pozitif yükümlülükler kapsamında inceleyen AİHM; 4721 sayılı Kanun'un maddesinde devletin tapu sicilinin tutulmasına ilişkin hatalarından doğan zararın tazminine imkân tanındığı hâlde somut olayda, taşınmazın herhangi bir hata içermeyen haritasının başvurucuyu sicilde yazılı olan yüz ölçümünün hatalı olduğunu tespit etmeye muktedir kıldığı gerekçesiyle başvurucunun tazminat talebinin reddedildiğini vurgulamıştır (Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye, §§ 56-58). AİHM, özellikle emlak işiyle iştigal eden alıcıdan belli ölçüde özenli davranmasının beklenmesinin kabul edilebilir olduğunu belirtmekle birlikte somut olaydaki taşınmazın doğal bir bağlantı içinde bulunduğu daha geniş bir alanın parçası olduğuna ve bitişik parsellerden ihtilaflı parseli ayırt etmeye imkân veren herhangi bir fiziki sınırın bulunmadığına dikkat çekmiştir. AİHM; bu koşullarda ulusal mahkemenin alıcının bütünüyle tapu siciline dayanmaması ve harita ile sicil arasında çelişki bulunup bulunmadığının tespiti bakımından ayrıca danışman görüşüne de başvurması gerektiği yönündeki yaklaşımının idare tarafından yapılan hatanın sonuçlarına başvurucunun katlanmasına neden olmak suretiyle başvurucuya ölçüsüz bir külfet yüklediği kanaatine varmıştır (Gürtaş Yapı Ticaret ve Pazarlama A.Ş./Türkiye, § 59). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19791 | Başvuru, taşınmazların tapusunun bir bölümünün mükerrer kadastro gerekçesine dayanılarak iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tapu iptali ve tescil davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/6/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 56 yaşında olup Eskişehir'in Mahmudiye ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucunun iddiasına göre babası İ.G.nin 11/12/1982 tarihinde vefatıyla tüm mirasçılar 22/3/1985 tarihli rızai taksim sözleşmesi (sözleşme) düzenleyerek muristen intikal eden taşınmazları paylaşmışlardır. Başvurucu 20/12/2001 tarihinde Mahmudiye Asliye Hukuk Mahkemesine açtığı davada, sözleşmeyle taşınmazların mirasçılar arasında paylaştırıldığını ancak taksimin tapuya yansıtılmadığını belirterek sözleşme hükümlerine göre taşınmazların tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Mahmudiye Asliye Hukuk Mahkemesi 5/3/2009 tarihli kararında davaya dayanak teşkil eden belgenin mahiyeti ve itibar edilebilir nitelikte olup olmadığı hususunun öncelikle halledilmesi gerektiğini, bahsi geçen belgenin Mahmudiye Asliye Ceza Mahkemesinin E.1996/61, K.1998/51 sayılı dava dosyasına konu olduğunu, bu dosyada davacı Nadir Gündoğan'ın özel evrakta sahtecilik suçu nedeniyle sanık olarak yargılandığını, davalılardan N.G.nin ceza davasına müdahil olarak katıldığını, yargılamada rızai taksim senedinin Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik/Grafoloji İhtisas Dairesince incelendiğini, Adli Tıp Kurumu raporunda 22/3/1985 tarihli senette pulların üzerine gelecek şekilde atılan imzaların ve parmak izi mürekkebinin pulların üzerine ve dışına yoğun bir şekilde dağıldığını, pulların yapıştırılmasında kullanılan yapıştırıcı nedeniyle oluşan kayganlık sonucunda sağlıklı bir şekilde inceleme yapılamadığını, dolayısıyla bunların hangi şahısların eli ürünü olduğu hususunun tespit edilemediği görüşüne yer verildiğini, Mahmudiye Asliye Ceza Mahkemesince bu rapora itibar edilerek delil yetersizliğinden N.G.nin beraatine karar verildiğini, davacının taksimin varlığını, taksime bütün paydaşların veya yetkili temsilcilerinin katıldığını, haricî taksimin hiç bozulmadığını kanıtlayamadığını, taksim sözleşmesinin Mahmudiye Asliye Ceza Mahkemesinin E.1996/61, K.998/51 sayılı dosyasında bulunan Adli Tıp Kurumu Fizik Grafoloji İhtisas Dairesinin 1/6/1998 tarihli raporuna göre taraflara ait olup olmadığının tespitinin mümkün olamayacağının kesinlik kazandığını, bu açıdan bu senede dayanılarak iptal, tescil talebini kabul etmenin mümkün olamayacağını belirterek davayı reddetmiştir. Bu arada Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun 15/6/2012 tarihli kararı ile Mahmudiye Adliyesi kapatılmış, dosyaÇifteler Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) devredilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 24/9/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi Dairenin 10/4/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı 13/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucu 11/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9337 | Başvuru, tapu iptali ve tescil davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz koruma memurları tarafından darbedilme ve bu olaya ilişkin olarak ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İddiasına göre başvurucu, hükümlü olarak tek kişilik odada tutulduğu Düzce T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) 30/4/2019 tarihinde saat 00 sıralarında tutulduğu odanın havalandırma alanına çıkarılmıştır. Burada yürüyüş yaparken aynı havalandırma alanına pencereleri bakan ve süngerli oda olarak tabir edilen odaya alınan, kim olduğunu bilmediği birkaç kadın mahkûmun bağırışını duyan başvurucu, merakla kadınlara kim olduklarını ve neden buraya konulduklarını sormuş ancak bağırışlar devam ettiği için sesini duyuramamıştır. Bir süre sonra süngerli odaya alınan kadın mahkûmlar başvurucuya kim olduğunu ve saatin kaç olduğunu sormuş, başvurucu yanıt verdikten sonra yürümeye devam etmiştir. Saat 30 sıralarında havalandırma alanına beş altı infaz koruma memuru gelmiş, herhangi bir direnç göstermemesine rağmen kendisini uyarmadan kollarını arkasına doğru ters çevirmiş, tekme ve yumruk atıp hakaret ederek kendisini havalandırma alanından içeri almıştır. Talebi üzerine saat 00 gibi revire götürülmüş, revirde yedi ila on kadar infaz koruma memuru olduğunu görünce bu duruma itiraz etmiş, infaz koruma memurları hakaret etmiş, birkaç infaz koruma memuru kolunu ve boğazını sıkmıştır. Olayların kayda geçirilmesi talebi karşısında ise doktor ve revir odasındaki sağlık memuru sessiz kalmıştır. Dört infaz koruma görevlisi başvuruya konu olay hakkında aynı gün bir tutanak tutmuştur. Bu tutanağa göre "..saat 35 sularında havalandırmada olan Süleyman Benzer, plastik odanın havalandırma tarafına bakan pencere demirlerine tırmanmış şekilde plastik odada bulunan A.Ç. P.B., H.A. ve N.A.'a yaptıkları eylemlerinde yanlarında olduğunu, eylemlerine devam etmelerini, kendilerine destek olacağını ve plastik odada kalanlarla birlikte slogan atarken görevli infaz koruma memurları tarafından fark edilerek havalandırması bitirilip koğuşuna götürülmek istendiğinde aktif direniş gösterip zorluk çıkartmıştır. Orantılı güç kullanılarak koğuşuna götürürken bu devlet bunun hesabını verecek, hepiniz şerefsizsiniz, sonuna kadar eylemlere destek vermeye devam edeceğini beyan etmiştir. Hükümlü Süleyman Benzer koğuşa alındıktan sonra da koğuş penceresinden aynı eylemlerine devam etmiştir." Olay nedeniyle Ceza İnfaz Kurumunun başlattığı soruşturmada Disiplin Kurulu 7/5/2019 tarihli kararla "...Kurum görevlilerine karşı uygunsuz söz sarf etmek veya davranışta bulunma..." gerekçesiyle başvurucunun ücret karşılığı çalışılan işten 3 ay yoksun bırakma disiplin cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiş, başvurucunun bu cezaya itirazı etmesi üzerine Düzce İnfaz Hâkimliği eylemin sabit olmadığı gerekçesiyle disiplin cezasının kaldırılmasına karar vermiştir. İnfaz Hâkimliğindeki beyanında başvurucu; sloganlara katılmadığını, sadece infaz koruma memurlarının havalandırma alanına gelip kendisine saldırdığında "Kahrolsun işkence" şeklinde slogan attığını belirtmiştir. Başvurucunun olay nedeniyle hakkında verilen disiplin cezasına itirazını inceleyen Düzce İnfaz Hâkimliğine gönderilen ve Ceza İnfaz Kurumunca yazılan 15/5/2019 tarihli müzekkere cevabından olayın asıl yaşandığı yer olan tekli koğuşların havalandırma bahçesinde kamera sistemi olmadığı, dolayısıyla olaylara ilişkin kamera görüntüsü bulunmadığı anlaşılmıştır. Ceza İnfaz Kurumu hekimi tarafından başvuru hakkında düzenlenen 30/4/2019 tarih ve 13 saatli genel adli muayene raporunda "muayene edenin şikayeti: her iki ayakta ağrı tarifliyor lezyon yok sol yanakta ağrı tarifliyor lezyon yok" notuna ve "muayene bulguları: boyun sağ kenarında kızarıklık mevcut 5x1 cm ön kolda abrazyon mevut darp cebir izine rastlanmamıştır basit tıbbi müdahale ile giderilebilir katii hekim raporudur." tespitine yer verilmiştir. Raporda başvurucunun da imzası mevcuttur. Başvurucunun Düzce Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) verdiği şikâyet dilekçesi üzerine olay hakkında başlatılan soruşturma kapsamında Başsavcılık, kamera görüntülerini temin etmiştir. Bu görüntülere ilişkin alınan 16/7/2019 tarihli kamera çözüm raporunda görüntülerde sadece Ceza İnfaz Kurumunun koridorlarının olduğu, başvurucuya karşı uygulanan fiziki şiddete ya da başvurucunun direnç gösterdiğine dair bir tespitte bulunulmadığı belirtilmiştir. Rapora göre; - Saat 02'de koğuşundan çıkarılan başvurucunun üzeri aranmış ve bir personel nezaretinde alt kata indirilerek saat 03'te havalandırmaya çıkarılmıştır.- Saat 35'te iki personel nezaretinde üç personel havalandırma alanının kapısını açarak içeri girmiş ve başvurucuyu havalandırma alanından almıştır.- İki personelin koluna girmesi suretiyle üst kata çıkardığı başvurucu saat 36'da koğuşuna yerleştirilmiştir.- Koğuşundan çıkarılan başvurucu saat 01'de kendisine eşlik eden iki personelle birlikte muayene odasına girmiştir. - Saat 02'de bir diğer personel muayene odasına girmiştir. Saat 03'te muayene odasının kapısı kapatılmıştır.- Saat 13'te başvurucu, iki personel nezaretinde muayene odasından çıkarılarak koğuşuna yerleştirilmiştir. Başsavcılık, yürüttüğü soruşturma neticesinde "Olay anına ilişkin kamera kayıtlarının yapılan incelemesi neticesinde düzenlenen kamera çözüm raporunda hükümlü Süleyman Benzer'e memurlarca kötü muamele, darp veya cebirde bulunulduğuna dair herhangi bir görüntü bulunmadığı,...tekli odada kalmakta olan ve havalandırma saati sırasında, havalandırma duvarına ve odasının penceresine tırmanmaya çalışan müşteki Süleyman Benzer'in aynı saatte ceza infaz kurumundaki süngerli odada bulunan ve slogan atan DHKPC'li kadın mahkumların eylemlerine destek vermeye çalıştığı, bu nedenle memurlarca kendisine müdahale edildiği, müştekinin vücudundaki lezyonların boyunda kızarıklık ve sol kolunda abrazyon şeklinde basit yaralanma olduğu, bu durumun da memurlarca müştekiye müdahale edilirken meydana geldiği ve memurlarca zor kullanma yetkisinin aşıldığı anlamına gelmeyeceği, bu nedenle müştekiye işkence yapıldığına dair, doktor raporu ve kamera kayıtlarıyla desteklenmeyen soyut iddialar dışında ilgili memurlar hakkında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği anlaşılmış olmakla..." gerekçesiyle 2/12/2019 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, Başsavcılık kararına 23/1/2020 tarihli dilekçe ile itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu; alınan doktor raporunun infaz koruma memurlarının kendisine fiziksel şiddet uyguladığını ispat ettiğini ve infaz koruma memurlarına direndiğinin kabul edilmesinin hatalı olduğunu, kamera görüntüleri izlenirse memurlara direnmediğinin görüleceğini ileri sürmüştür. Başvurucunun itirazını Düzce Sulh Ceza Hâkimliği 21/2/2020 tarihli kararıyla, ileri sürülen sebeplerin kararın kaldırılmasını gerektirir nitelikte olmadığını, verilen kararın usul ve kanuna uygun olduğunu değerlendirerek reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 21/6/2020 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 21/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/23395 | Başvuru, ceza infaz kurumunda infaz koruma memurları tarafından darbedilme ve bu olaya ilişkin olarak ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 8/9/2008 tarihinde Gönen Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak ve tazminat davasının reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvuru, 25/12/2013 tarihinde Gönen Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 31/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 25/2/2014 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı, 21/3/2014 tarihli yazısı ile başvuruya ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, 7/11/1994 ilâ 22/8/2008 tarihleri arasında işçi olarak çalıştığı sırada iş akdi, işveren tarafından feshedilmiştir. Başvurucu, 8/9/2008 tarihinde Gönen Kaplıcaları İşletmesi A.Ş. aleyhine Gönen Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı davada, iş akdinin hukuka aykırı olarak feshedildiğini, kıdem ve ihbar tazminatlarının ödenmediğini, işyerine alkollü olarak geldiğinin davalı tarafından ispatlanmadığını ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatının ödenmesini talep etmiştir. Mahkemece, 25/3/2011 tarih ve E.2008/416, K.2011/173 sayılı kararla; başvurucunun, davalı işyerinde resepsiyon görevlisi olarak çalıştığı, gece nöbetine geldiği sırada işyerindeki başka bir çalışana küfürler ettiği, bu sırada alkollü olduğu, davalı tanıkları ile başvurucu arasında husumet olduğu iddialarına yönelik delil bulunmadığı, tanıkların beyanlarının yalan olduğuna dair herhangi bir soruşturmanın da olmadığı, dolayısıyla davalı tanıklarının beyanlarının doğru olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/10/2013 tarih ve E.2011/30781, K.2013/25810 sayılı ilamıyla; “Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına” karar verilmiştir. Karar başvurucuya, 25/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 25/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 5521 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” 5521 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.” 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:…II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:… d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması veya 84 üncü maddeye aykırı hareket etmesi.…İşçi feshin yukarıdaki bentlerde öngörülen sebeplere uygun olmadığı iddiası ile 18, 20 ve 21 inci madde hükümleri çerçevesinde yargı yoluna başvurabilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/114 | Başvurucu, 8/9/2008 tarihinde Gönen Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı alacak ve tazminat davasının reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru; tutuklu kalınan sürenin koşullu salıverme tarihinden hak ederek tahliye tarihine kadar olan kısmının bir başka suçtan alınan cezadan mahsup edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan İstanbul (kapatılan) Ağır Ceza Mahkemesinin 14/11/2006 tarihli kararı ile 6 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm edilmiş ve hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 11/6/2007 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Anılan kararın infazı yönünden koşullu salıverme tarihi 27/2/2001, hak ederek tahliye tarihi ise 20/9/2002 olarak tespit edilmiştir. Başvurucu İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 8/6/2010 tarihli kararı ile (geriye dönük olarak) 27/2/2001 tarihi itibarıyla koşullu olarak salıverilmiştir. Başvurucu, anılan dosyada 2/2/1996-26/12/2002 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Başvurucunun tutuklulukta geçirdiği süreden 2/2/1996-3/8/2000 ve 23/12/2000-27/2/2001 tarihleri arasındaki kısımları, tutuklu kaldığı dosyadaki mahkûmiyet ilamının infazı kapsamında cezasından mahsup edilmiş; 3/8/2000-23/12/2000 tarihleri arasında ise bir başka mahkeme tarafından verilen 10 ay hapis cezası infaz edilmiştir. Başvurucu, 5/1/2000 tarihinde işlemiş olduğu hükümlü ve tutukluların ayaklanması suçundan Bandırma Asliye Ceza Mahkemesinin 15/12/2011 tarihli kararı ile 6 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edilmiş ve hüküm Yargıtay Ceza Dairesinin 24/12/2013 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, 4/4/2014 tarihinde Bandırma Asliye Ceza Mahkemesine müracaat ederek İstanbul (kapatılan) Ağır Ceza Mahkemesince mahkûmiyetine karar verilen davada fazladan cezaevinde kaldığı 379 günlük sürenin cezasından mahsubuna karar verilmesini talep etmiştir. Bandırma Asliye Ceza Mahkemesi 5/6/2014 tarihinde, başvurucunun İstanbul Ağır Ceza Mahkemesindeki davada tutuklulukta geçirdiği 20/9/2002-26/12/2002 tarihleri arasındaki (2 ay 27 günlük) sürenin, 15/12/2011 tarihli kararla verilen 6 yıl 8 ay hapis cezasından mahsubuna karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; hukuk sistemimizde mahsubun mecburiliğinin kabul edildiği, buna göre tutuklu kalınan sürenin mahkûmiyetten mahsup edilmesi için tutukluluğun mahsup yapılacak suça konu mahkûmiyete ait olmasının gerekmediği, tutuklu kalınan suça ilişkin verilen hükmün kesinleşmesinden önce işlenilen diğer bir suç nedeniyle de mahsubun mümkün olduğu değerlendirmelerine yer verilmiştir. Başvurucu 10/6/2014 tarihinde karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazında koşullu salıvermenin takdire bağlı olmadığını, bu nedenle koşullu salıvermeden sonraki tutukluluk süresinin de cezasından mahsup edilmesi gerektiğini ileri sürdüğü görülmektedir. Bandırma Ağır Ceza Mahkemesinin 17/6/2014 tarihli kararı ile itiraz kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir."... şartlı tahliye durumunun hükümlü hakkında mutlak uygulanması gereken bir hak olmadığı, hükümlünün bihakkın tahliye tarihinden sonrayı kapsayan tutukluluk süresinin mahsubuna karar verildiği, (muhtemel) şartla tahliye tarihi ile bihakkın tahliye tarihi arasında tutuklu kaldığı sürenin cezasının infazından sayılması gerektiği bu nedenlerle mahsubun yasal şartlarının oluşmadığı, bu haliylede Bandırma Asliye Ceza Mahkemesinin 5/6/2014 tarih[li] ... ek karar ile mahsup talebinin reddine dair verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanaatine varıl[mıştır.]" Başvurucu anılan kararı 8/7/2014 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 11/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Metinleri 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Mahsup" kenar başlıklı maddesinin birinci cümlesi şöyledir:"Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsi hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün haller nedeniyle geçirilmiş süreler, hükmolunan hapis cezasından indirilir." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Koşullu salıverilme" başlıklı maddesinin (1) ve (11) numaralı fıkraları şöyledir:(1) Koşullu salıverilmeden yararlanabilmek için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi hâlli olarak geçirmesi gerekir....(11) Bir hükümlünün koşullu salıverilmesi hakkında ceza infaz kurumu idaresi tarafından hazırlanan gerekçeli rapor, hükmü veren mahkemeye; hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa o yerde bulunan aynı derecedeki mahkemeye verilir. Mahkeme, bu raporu uygun bulursa hükümlünün koşullu salıverilmesine dosya üzerinden karar verir. Mahkeme, raporu uygun bulmadığı takdirde gerekçesini kararında gösterir. Bu kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir." Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31/1/2006 tarihli ve E.2006/1-4, K.2006/7 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"...Tutuklama, ceza yargılamasının güvenli yürümesini ve amacına erişmesini sağlamaya yönelik ve yargılama hukuku açısından zorunlu hallerde hakimin verdiği karara dayanan bir önlemdir. Yargılamadaki amaca göre önleyici bir koruma önlemi olduğu kadar kişi özgürlüğü ve güvenliğini kısıtlayan bir içerik de taşımaktadır. Bu nedenle mukayeseli hukukta, sistemler ve sistemlerin dayandığı prensipler farklı olmakla birlikte, kendisine ceza verilmiş olan şahsın, bu cezasından daha önce sınırlandırılmış özgürlük sürelerinin hükmedilen cezasından indirilmesi kabul edilmiştir. Mevkufiyetin (tutukluluğun) mahsubu olarak adlandırılan bu kurumdan amaç, kendisine ceza verilmiş mahkûmun bu cezasından daha evvel çekilmiş, özgürlüğü sınırlayıcı önlemler nedeniyle özgürlüğünden yoksun kaldığı sürelerin tamamen veya kısmen indirilmesinden ibarettir.Mahsup konusunda, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Ceza Yasamızın maddesinin Fıkrasındaki ... ve 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasanın Maddesindeki ... hükümler ile, her iki yasada da mahsubun mecburiliği (hukukî) sistemi kabul edilmiş, benzer düzenlemelere 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasının 177 ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Yasasının 251/1 maddelerinde de yer verilmiştir. Bu sisteme göre, mahkûm kusuru ile tutuklu kalmış olsa dahi, tutukluluk süresinin verilen cezadan indirilmesi zorunludur. Bu sistemde yargıcın görevi, indirim yapılması için gerekli yasal koşulların doğup doğmadığını kontrol, doğmuş ise yapılan indirimin hesabında hata yapılıp, yapılmadığını denetlemekten ibarettir. Mahsubun hukuki esası hakkında, bu kurumun cezanın hafifletilmesi nedenlerinden biri olduğu, evvelce çekilmiş bir ceza olduğu, hususi af olduğu konusunda çeşitli görüşler bulunmakta ise de, mahsup, suçlu olduğu henüz kesin olarak bilinmeyen kişilerin özgürlüklerinden yoksun bırakılması dolayısıyla ortaya çıkan haksızlıkları gidermek için başvurulan ve kişisel özgürlükleri anayasal düzeyde güvence altına alan, önleyici amaçlarla yoksun bırakılan özgürlüğün iadesi için kabul edilen hukuki bir kurumdur ... ...Görüldüğü gibi, 765 sayılı Yasanın 40 ve benzer düzenlemeleri içeren 5237 sayılı Yasanın maddeleri uyarınca, mahkûmiyet hükmü kesinleşmeden önce gerçekleşen tutukluluk veya özgürlüğün kısıtlanması sonucunu doğurantüm süreler ceza mahkûmiyetinden indirilecektir.Tutuklu kalınan sürenin mahkûmiyetten mahsup edilebilmesi için, tutukluluğun mahsup yapılacak suça konu mahkûmiyete ait olması gerekmeyip, sanığın tutuklu kaldığı suçtan dolayı verilecek hükmün kesinleşmesinden önce, işlemiş olduğu diğer bir suç nedeniyle de tutuklu kalınan sürenin mahsubu olanaklıdır. Burada önemli olan husus, mahsuba konu mahkûmiyete ait suçun, tutuklu kalınan suçtan verilen hükmün kesinleşmesinden önce işlenmesidir...." Yargıtay Ceza Dairesinin 28/7/2008 tarihli ve E.2008/10163, K.2008/9423 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"...Hükümlü fazla tutuklu kaldığı sürenin ... cezasından mahsubunu talep etmiş, bu talep Gürpınar Asliye Ceza Mahkemesinin ... kararı ile 'Şartla tahliye bir hak değildir, tutuklulukta geçen süre bihakkın tahliye ... tarihini de aşmamıştır.' gerekçesi ile reddedilmiş[tir].765 sayılı TCK.nun ve 5237 sayılı TCK.nun maddelerinin ... hükmü karşısında, mahsup işleminin yapılabilmesi için tutuklu kalınan suçtan verilen kararın kesinleşme tarihinden önce bir başka suçun yada suçların işlenmesinin yeterli olacağı, kaldı ki aynı suç tarihinde işlenen suçlardan birinde fazla tutuklu kalınan günlerin diğer suçtan verilen hükümden mahsubunun gerekeceği gözetilmeden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı[dır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 20/9/2010 tarihli ve E.2008/9433, K.2010/18844 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"...Somut olayda uyuşmazlık, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nce yerine getirilmesine karar verilen 9 yıl hapis cezası ile ilgili olarak 647 sayılı Kanun’a göre hak edilen koşullu salıverilme süresinden fazla yattığı sürenin, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 10 yıl 6 ay hapis cezası nedeniyle koşullu salıverilinceye kadar cezaevinde yatacağı süreden mahsup edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.... hükümlünün Türkiye’ye nakledildiği tarihte, infazı gereken İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2006 tarihli hükmü ile verilen 10 yıl 6 ay hapis cezası da bulunduğundan, her iki hapis cezasının toplanmasından sonra koşullu salıverilme süresinin hesap edilmesi ve buna göre müddetname düzenlenmesi gerekirken, hükümlü hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesince verilen yerine getirme kararında belirtilen 9 yıl hapis cezasından şartla tahliye kararı verildikten sonra, daha önce hükme bağlanan hapis cezasının infazına başlanması doğru değildir. Ancak, hükümlünün, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 9 yıl hapis cezası ile ilgili olarak koşullu salıverilmesine karar verilmiş olduğundan, gelinen aşamada, bu ceza yönünden artık infazın fiilen devamı olanaklı olmadığından, 647 sayılı Kanun’a göre hesap edilen koşullu salıverilme süresinden fazla yattığı sürenin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 10 yıl 6 ay hapis cezası nedeniyle hesap edilen koşullu salıverme tarihine kadar cezaevinde yatması gereken süreden mahsup edilmesi gerekmektedir...." Yargıtay Ceza Dairesinin 17/12/2012 tarihli ve E.2012/20277, K.2012/27572 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"...Davacı; haksız yere cezaevinde kaldığı 940 gün için maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiş, mahkemece davacının cezaevinde kaldığı 4 yıl 1 ay 9 günden, yargılama sonucu toplamda aldığı 2 yıl 22 ay 7 gün hapis cezasıdüşüldükten sonraki 3 ay 2 günlük tutukluluk süresi esas alınarak buna göre bulunan 92 gün üzerinden davacıya tazminat verilmesine karar verilmiştir.Davacı ... 17/11/2003 tarihinde tutuklanmış ve 26/12/2007 tarihinde tahliye edilmiştir. Davacının tahliyesinden sonra da yargılamaya devam edilmiş ve 02/06/2010 tarihinde davacı hakkında üzerine atılı suçlardan toplam 2 yıl 22 ay 7 gün hapis cezasına hükmedilmiş olup, davacının cezaevinde kaldığı toplam süre 4 yıl 1 ay 9 gün (1499 gün) olarak tespit edilmiştir.Bu sonuçlara göre, davacı hakkında hükmedilen ceza ve tutuklu kaldığı süreye bakıldığında, davacının cezaevinde kaldığı fazla süre 3 ay 2 gündür. Ancak; davacının yargılanması kısa sürede sonuçlanmış olsaydı veya daha az tutuklu kalmış olsaydı 2 yıl 22 ay 7 gün hapis cezasından sanığın suç tarihi itibariyle 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun maddesine göre hükümlü sayılması nedeniyle ve iyi halli olmak koşuluyla cezaevinde kalması gereken toplam süre 559 gün olacaktı. Buna karşılık tutuklu olduğu ve hükümlü statüsüne geçememesi nedeniyle 940 gün fazladan cezaevinde kalmış, yani cezası kesinleşip hükümlü statüsünü almadığından kanunun infazda öngördüğü indirimden yararlanamamıştır.Somut olayda çözümlenmesi gereken sorun; davacının yargılandığı suçlardan uzun süre tutuklu kalmasa veya ceza davası daha önce sonuçlanmış olsaydı, cezaevinde kalması gereken sürenin daha az olacak olduğunu ileri sürerek tazminat isteyip isteyemeyeceğidir. ...... davacının koruma tedbirine konu mahkum olduğu ceza davasında tutuklu kaldığı 4 yıl 1 ay 9 günlük tutukluluk süresinin sonuçta aldığı cezalar nazara alındığında haddinden fazla uzun olduğu ve adı geçen Sözleşmenin 5/ maddesine aykırılık oluşturduğu gözetilip, tazminat miktarının buna görebelirlenmesi gerekirken, sonuçta aldığı cezadan fazla tutuklu kaldığı 92 gün esas alınıp, bu süre üzerinden eksik maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi Kanuna aykırı[dır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 5/6/2013 tarihli ve E.2013/8445, K.2013/15368 sayılı ilamının ilgili bölümü şöyledir:"...Tazminat davasının dayanağını teşkil eden Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin ... ilamı ile davacının Uyuşturucu Madde Ticareti Yapma suçundan 2008 tarihinde tutuklandığı ve 2010 tarihine kadar 1 yıl 10 ay 8 gün süre ile tutuklu kaldığı, yargılama sonucunda eyleminin uyuşturucu madde kullanma suçuna dönüştüğü belirlenerek TCK'nın 191/2, Maddeleri uygulanmak suretiyle 1 yıl 5 ay 5 gün hapis cezasına hükmedildiği ve anılan ilamın temyiz edilmeksizin 2010 tarihinde kesinleştiği, ceza dava dosyası içersindeki müddetnameye göre davacının anılan suçtan koşullu salıverilme tarihinin 2009 olduğu ve butarihte tahliye edildiği, 2010 tarihi arasındatoplam 320 gün fazladan tutuklu kalınan sürenin tazminat istemine konu kabul edilmesi gerektiği ..."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:a) Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulması;..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kanun gereği yetkilendirilmiş, yürütme organı ve taraflardan bağımsız ve yeterli güvencelere sahip yargısal organ olarak Mahkemece verilen ve özgürlükten mahrumiyete yol açan her türlü "mahkûmiyet" kararı, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamına girmektedir (Engel ve diğerleri/Hollanda, B. No: 5100/71, 5101/71, 5102/71, 5354/72, 5370/72, 8/6/1976, § 68). Anılan bentte belirtilen "sonra" ifadesi, tutmanın sadece zaman bakımından mahkûmiyetin ardından gelmesi anlamına gelmemektedir. Aynı zamanda tutma, mahkûmiyetin bir sonucu olmalı, mahkûmiyetin ardından ve mahkûmiyete bağlı olarak veya mahkûmiyet sebebiyle gerçekleşmelidir (Weeks/Birleşik Krallık, B. No: 9787/82, 2/3/1987, § 42). AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin, bir mahkûmun af yasasından ya da erkenden şartlı tahliye veya kesin tahliye durumlarından yararlanmasını güvence altına almadığını belirtmektedir (Alican Demir/Türkiye, B. No: 41444/09, 25/2/2014, § 89). Ancak, yetkili makamların bu tür bir tedbirden faydalanmak için kanunda belirtilen koşulları yerine getiren herkese, herhangi bir takdir yetkileri bulunmadan, bu tedbiri uygulamakla yükümlü olmaları hâlinde durum farklı olacaktır (Del Rio Prada / İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 126). AİHM; hapis cezasının hatalı bir şekilde hesaplanması dolayısıyla kişinin fazla hapis yatmasını (Pezone/İtalya, B. No: 42098/98, 18/12/2003, §§ 31-38), kişinin ulusal hukuk sisteminin öngördüğünden daha uzun bir süre hapsedilmesini (Grava/İtalya, B. No: 43522/98, 10//7/2003, §§ 31-46; Şahin Karataş/Türkiye, B. No: 16110/03, 17/6/2008) Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlali olarak kabul edilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11651 | Başvuru, tutuklu kalınan sürenin koşullu salıverme tarihinden hak ederek tahliye tarihine kadar olan kısmının bir başka suçtan alınan cezadan mahsup edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 31/5/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvuru, 27/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, 10/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 20/5/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Savur ilçesi Şenocak köyünde yapılan kadastro çalışması sırasında 32 parsel numaralı taşınmaz kısmen Maliye Hazinesi adına tespit edilmiştir. Başvurucu, 31/5/1990 tarihinde Maliye Hazinesi aleyhine Savur Kadastro Mahkemesinin E.1990/36 sayılı dosyasında açtığı davada, 32 parsel numaralı taşınmazın kısmen Hazine adına tespit edildiğini ileri sürerek tespitin iptali ile söz konusu taşınmazın adına tescilini talep etmiştir. Yargılama, Savur Kadastro Mahkemesinin E.1990/36 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. Başvurucu, 27/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir. Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir: “Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7277 | Başvurucu, 31/5/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat ödenmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, kırma-eleme tesisi ve kireç fabrikası kapasite artırımı projesine ilgili idarece verilen çevresel etki değerlendirmesi raporu ve çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararının iptali istemiyle açılan davanın süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muğla'nın Merkez ilçesi, Orhaniye Mahallesi, Karabağlar Yolu mevkii civarında kırma-eleme tesisi kapasite artırımı projesi hakkında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (İdare) tarafından 13/3/2012 tarihinde çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) raporu ve ÇED olumlu kararı verilmiştir. Karar, Muğla Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü (İl Müdürlüğü) ilan panosunda 9/4/2012-24/4/2012 tarihleri arasında ilan edilmiştir. Başvurucular karardan 25/4/2017 tarihinde haberdar olduklarını ileri sürmüşler ve anılan kararın iptali talebiyle Muğla İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 15/5/2017 tarihinde dava açmışlardır. Mahkeme 22/9/2017 tarihli kararıyla davaya konu işlemin iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde, aynı konuda açılan bir başka davada Mahkemenin 16/12/2016 tarihli kararı ile 26/1/1939 tarihli ve 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Araştırılması Hakkında Kanun uyarınca zeytinlik sahalarına 3 km'den daha kısa mesafede kurulması mümkün olmayan tesislerden olan kireç sanayi ve kırma-eleme tesisi için kapasite artırımı projesine yönelik verilen dava konusu ÇED olumlu kararında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptal kararı verildiği, dolayısıyla öncesinde hukuka aykırılığı tespit edilen dava konusu ÇED raporu ve ÇED olumlu kararının iptali gerektiği sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Davalı İdarenin temyiz istemi sonucunda Danıştay Ondördüncü Dairesi (Daire) 19/2/2018 tarihli kararıyla Mahkeme kararının bozulmasına, davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle reddine kesin olmak üzere karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, dava açma süresinin başlangıcı olarak dava konusu ÇED olumlu kararının ilan edildiği tarihin esas alınması gerektiği vurgulanmıştır. Dava konusu işlemin Muğla Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünce 9/4/2012-24/4/2012 tarihleri arasında ilan edildiği, 24/4/2012 tarihinden itibaren altmış gün içinde en geç 23/6/2012 tarihinde dava açılması gerekirken 15/5/2017 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının inceleme olanağı bulunmadığı ifade edilmiştir. Nihai karar başvuruculara 30/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 19/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Demirdöven Köyü Tüzel Kişiliği ve diğerleri, B. No: 2014/14359, 25/12/2018, §§ 20-24, 28- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21003 | Başvuru, kırma-eleme tesisi ve kireç fabrikası kapasite artırımı projesine ilgili idarece verilen çevresel etki değerlendirmesi raporu ve çevresel etki değerlendirmesi olumlu kararının iptali istemiyle açılan davanın süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, boşanma sonucunda nafaka ödemeye karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 5/12/2006 tarihinde F.İ. ile evlenmiş ancak geçimsizlik nedeniyle 2/5/2008 tarihinde boşanma davası açmıştır. Tarafların müşterek çocukları bulunmamaktadır. Antalya Aile Mahkemesinin 7/7/2009 tarihli kararıyla evliliğin çekilmez hâle gelmesinde tarafların birlikte kusurlu oldukları belirtilmek suretiyle boşanmalarına hükmedilmiştir. Ayrıca başvurucunun boşandığı eşine ayda 225 TL yoksulluk nafakası ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu karar, Yargıtay denetiminden geçerek 3/3/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 2/4/2013 tarihinde nafakanın kaldırılması talebiyle Antalya Aile Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde boşandığı eşinin mali durumunun iyi olduğunu ileri sürmüştür. Mahkemenin 3/7/2013 tarihli kararıyla dava usulden reddedilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/2/2014 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Bozma sonrasında yapılan yargılamada Mahkeme, işin esasına girmiş ve tarafların ekonomik durumlarını araştırmıştır. Buna göre başvurucunun 111 TL emekli maaşı aldığı, Antalya'da adına kayıtlı bir evi ve ayrıca bir arsasının olduğu, bir adet aracının bulunduğu tespit edilmiştir. Davalının ise bir ilköğretim okulunda güvenlik görevlisi olarak çalıştığı, aylık 860 TL maaş aldığı, taşınır ve taşınmaz malının bulunmadığı, 200 TL kira ödediği, daha önceki evliliğinden olma çocuğuna bakmakla yükümlü olduğu saptanmıştır. Mahkeme 22/12/2014 tarihinde davalının asgari ücret düzeyinde gelir elde etmesinin yoksulluk nafakasının tamamen kaldırılmasını gerektirmeyeceğini belirterek ülkenin ekonomik koşulları, paranın satın alma gücü, yeme, giyme, barınma, ulaşım vb. ihtiyaçları ile davalının çalıştığı da dikkate alındığında daha önce takdir olunan 225 TL nafakanın aylık 125 TL'ye indirilmesine karar vermiştir. Kararda ayrıca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde temyiz edilebileceği, Yargıtay yolunun açık olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun temyiz istemi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/5/2015 tarihli kararıyla hükmün davanın miktarı itibarıyla kesin olduğu belirtilerek reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 30/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Yoksulluk nafakası" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz." 4721 sayılı Kanun'un "Tazminat ve nafakanın ödenme biçimi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"... yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir....İrat biçiminde ödenmesine karar verilen ... nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.Tarafların malî durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hâllerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.Hâkim, istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen ... nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasında yer alan "süresiz olarak" ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla yapılan itiraz başvurusu, Anayasa Mahkemesinin 17/5/2012 tarihli ve E.2011/136, K.2012/72 sayılı kararıyla düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir: “İtiraz konusu 'süresiz olarak' ibaresi, nafaka alacaklısının her zaman ölünceye kadar yoksulluk nafakası alacağı anlamına gelmemektedir. Kanun koyucunun 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun maddesinde'süresiz olarak'ibaresine yer vermesinin amacı, boşanmadan dolayı yoksulluğa düşecek olan eşin diğer eş tarafından, şartları bulunduğu sürece ekonomik yönden desteklenmesi ve asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanmasıdır.Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğinde olan yoksulluk nafakasının özünde, ahlâki değerler ve sosyal dayanışma düşüncesi yer almaktadır. Yoksulluk nafakasının amacı nafaka alacaklısını zenginleştirmek değildir. Yoksulluk nafakasıyla, boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması düşünülmüştür. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için nafaka talep eden eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmasının yanı sıra, nafaka talep edilen eşin de nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması gerekmektedir.İtiraz konusu kuralda, boşanma sebebiyle yoksulluğa düşen eşi korumak için diğer eşin, koşulları bulunduğu sürece, herhangi bir süre sınırı olmaksızın yoksulluk nafakası vermesi düzenlenmiş olup bu yükümlülüğün sosyal hukuk devleti ilkesinin gereği olarak getirildiği kuşkusuzdur.Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.” 4721 sayılı Kanun'un maddesinin dördüncü fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla yapılan itiraz başvurusu, Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2005/56, K.2009/94 sayılı kararıyla düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Söz konusu kararın ilgili kısmı şöyledir: “4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun maddesinde kanunun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu maddeye göre, hâkim önündeki sorunu yasa hükmünün sözüyle yani yazılış biçimiyle tam olarak çözemiyorsa, bu takdirde yasanın özüne yani o hükmün konuluş amacına bakarak karar verecektir. Bu bakımdan Türk Medenî Kanunu'nun maddesi, hâkime önündeki sorunu adil bir şekilde çözmek için çok önemli bir hareket serbestliği tanımaktadır.Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün, evlilik birliğinin sona ermesinden sonra da kısmen devamı niteliğinde olan yoksulluk nafakasının özünde, sosyal ve ahlâki düşünceler yer almaktadır. Nafaka talep edilen eşin kusursuz da olsa nafaka ödemekle yükümlü kılınması, yoksulluk nafakasının tazminat ya da cezadan farklı bir nitelik taşıdığını göstermektedir. Yoksulluk nafakasının amacı hiçbir zaman nafaka alacaklısını zenginleştirmek değildir. Yoksulluk nafakasıyla, boşanma sonucunda yoksulluk içine düşen eşin asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması düşünülmüştür. Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için nafaka talep eden eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmasının yanı sıra, nafaka talep edilen eşin de nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması, diğer bir ifadeyle kendi kusurundan kaynaklanmamak koşuluyla yoksul olmaması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yoksulluk nafakasının sosyal ve ahlâki düşüncelere dayanması özelliği, sadece nafaka talep eden tarafa nafaka verilmesinde değil, aynı zamanda nafaka talep edilen tarafın nafaka ödeyebilecek ekonomik gücünün bulunması koşulunda da kendisini göstermektedir. Bu nedenle, nafaka borçlusunun kendi kusuru bulunmaksızın yoksulluğa düşmesi halinde, hâkim Yasa metninde açıkça belirtilmese dahi Türk Medenî Kanunu'nun maddesine göre yoksulluk nafakasının koşulları ve kabul ediliş amacını göz önünde bulundurarak, nafakanın 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun maddesinin dördüncü fıkrası gereğince tamamen kaldırılmasına da karar verebilecektir....Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.” Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14/11/2019 tarihli ve E.2017/3-1013, K.2019/1180 sayılı kararında, tespit edilen yoksulluk nafakasının tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına göre artırılmasına veya azaltılmasına, nafaka yükümlüsünün yeterli maligüce sahip olmaması hâlinde ise kaldırılmasına 4721 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca hâkim tarafından karar verilebileceği belirtilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “TMK'nın maddesi hakime önüne gelen uyuşmazlığı adil bir şekilde çözmesi için oldukça önemli bir hareket serbestisi tanımaktadır. Hakim önündeki sorunu kanun hükmünün sözüyle tam olarak çözemiyorsa o zaman kanunun özüne yani konuluş amacına giderek karar verecektir. Yoksulluk nafakasını düzenleyen TMK'nın maddesinin sözünde de özünde de nafaka borçlusunun mali gücünün varlığı yatmaktadır. Bu nedenle sadece tazminat ve nafakanın ödenme biçimini düzenleyen TMK'nın maddesi değerlendirilerek sonuca ulaşmak kanunun sözünden ve özünden çıkan anlamla bağdaşmamaktadır.…Tarafların eldeki davada tespit edilen mali durumlarından davacının [nafaka borçlusu] gündelik işlerde çalışıp aylık gelirinin 500,00-750,00TL arasında değiştiği, davalının [nafaka alacaklısı] ise sigortalı bir işte çalıştığı ve aylık 000,00 TL gelirinin bulunduğu görülmektedir. Bu durumda da, nafakanın kaldırılması hakkaniyete, yoksulluk nafakasının temelinde yatan sosyal ve ahlaki fikre uygun düşecektir.” | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11677 | Başvuru, boşanma sonucunda nafaka ödemeye karar verilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tek doz zorunlu kızamık aşısı uygulandıktan sonra "Subakut Sklerozan Panensefalit (SSPE)" tanısı konulması üzerine idari yargıda açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 1997 doğumlu müşterek çocuğu E.ye Sağlık Bakanlığına bağlı gezici aşı ekipleri tarafından dokuz aylıkken tek doz kızamık aşısı yapılmıştır.Yaşadığı rahatsızlıklar üzerine sağlık kurumlarına sevk edilen E.ye 2002 yılının Ağustos ayında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığı ve Dr. Sami Ulus Çocuk Hastalıkları Hastanesi Nöroloji Kliniği uzman hekimleri tarafından kızamık mikrobunun yol açtığı bir beyin hastalığı olan SSPE tanısı konulmuştur. Başvurucular, ulusal yayın yapan bir gazetenin 4/5/2004 tarihli sayısında 1987-1998 yılları arasında kızamık aşısının tek doz olarak uygulandığına ve tek doz aşının yetersiz kalması nedeniyle SSPE hastalığının oluştuğuna ilişkin bir haber okuduklarını, daha öncesinde hastalığın nedenleri konusunda yeterince bilgilendirilmediklerini, bu konuda idarenin kusurlu olduğunu belirterek 12/1/2005 tarihinde Sağlık Bakanlığına başvurmuşlardır. Sağlık Bakanlığı, 24/2/2005 tarihli cevabı ile hastalığın eksik dozda aşı uygulanmasından veya yanlış aşılamadan ortaya çıkmasının söz konusu olmadığını, aşıların Dünya Sağlık Örgütü tarafından onaylanmış üreticilerden alındığını belirtmiştir. Başvurucular, 14/8/2005 tarihinde Sağlık Bakanlığına yeniden başvurmuşlar ve oluşan zararlarının giderilmesi amacıyla maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular söz konusu talebin reddedilmesi üzerine Diyarbakır İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır. Mahkeme, maddi ve manevi tazminat talepleri yönünden ayrı ayrı değerlendirme yaparak 20/3/2008 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararda, maddi tazminat yönünden idareye atfedilecek bir kusurun bulunmadığı; manevi tazminat yönünden ise zararın 2002 yılında öğrenilmesine rağmen davanın 2005 yılında açıldığı, bu nedenle manevi tazminat talebi yönünden süre aşımının bulunduğu belirtilmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine inceleme yapan Danıştay Onuncu Dairesi, 15/10/2012 tarihli kararıyla zararın 2002 yılında öğrenildiğini, buna rağmen 2005 yılında dava açıldığını, manevi tazminat talebinin yanısıra maddi tazminat talebi yönünden de süre aşımı bulunduğunu belirterek kararı gerekçeli şekilde onamıştır. Karar düzeltme talebi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 5/2/2014 tarihli kararıyla reddedilmiş ve süre aşımı yönünden davanın reddine ilişkin söz konusu karar kesinleşmiştir.Nihai karar 24/4/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.Başvurucular 20/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."İlgili Yargı Kararları Danıştay Onuncu Dairesinin 16/5/1996 tarihli ve E.1995/3318, K.1996/2713 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: " .. idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların bu eylemi öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl içinde idareye başvurmaları zorunlu olup, kanunun amaçladığı idareye başvuru olduğundan, bu başvuruya ilişkin dilekçenin postaya veriliş tarihinin idareye yapılmış başvuru tarihi olarak kabul etmeye yasal açıdan olanak bulunmamaktadır. Dava ve temyiz dosyasının incelenmesinden; davacılar tarafından 1992 tarihinde öğrenildiği belirtilen eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle davalı idareyeyasada öngörülen bir yıllık süre geçirildikten sonra 1993 tarihinde başvurulduğu anlaşılmaktadır. Tazminat ödenmesi istemiyle açılan davanın, 2577 sayılı Yasa'nın maddesinde öngörülen bir yıllık süre geçirildikten sonra idareye başvurulduğu gerekçesiylesüre aşımı yönünden reddine ilişkin olarak verilen temyize konu .. Mahkeme kararının onanmasına .. karar verildi." Danıştay Sekizinci Dairesinin 22/3/2001 tarihli ve E.2001/498, K.2011/1130 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... 2577 sayılı Yasa'nın maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların, idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretteöğrendikleri tarihten itibaren bir yılı ve herhalde eylem tarihten itibaren beş yıl içinde ilgiliidareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerekli olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği taktirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabileceği kuralına yer verilmiştir. .. Yukarıda anılan hüküm uyarınca, idari eylemden zarar gördüğünü öne süren davacıtarafından öğrenme tarihinden itibaren bir yıl içeresinde idareye başvuruda bulunulup olumsuz yanıt üzerine 60 günlük dava açma süresi içerisinde dava açılması gerekirken, davanın esastan incelenerek karar verilmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. .."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları kapsamında tam yargı davalarında, dava açma süresinin yalnızca işlem ve eylem tarihinden itibaren başlatılmasının hakkaniyete uygun düşmeyeceği, bu nedenle işlem veya eylemin bütün sonuçlarıyla birlikte öğrenildiği tarihten itibaren sürenin hesaplanması gerektiği genel kabul görmektedir. Bu konuda AİHM, şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğine hükmetmiştir (Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 25). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7264 | Başvuru, tek doz zorunlu kızamık aşısı uygulandıktan sonra Subakut Sklerozan Panensefalit SSPE) tanısı konulması üzerine idari yargıda açılan tam yargı davasının süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesinin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru 15/1/2004 tarihinde Ankara Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit ve alacak davası ile aynı tarihte açılan ve ilk davayla birleşen maddi ve manevi tazminat istemli davada makul sürede yargılama yapılmadığı, davaların bilirkişi ücretinin verilen kesin süre içinde yatırılmaması nedeniyle reddedildiği, tanık ve yemin delillerinin kullanılması hakkı verilmediği, delillerin değerlendirilmesinde keyfî davranılarak yerleşik içtihatlara ve kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olarak karar tesis edilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 16/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 8/1/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15/1/2004 tarihinde Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı menfi tespit ve alacak davasında, davalı taraf ile 23/5/2002 tarihinde akdettikleri eser sözleşmesinden doğan sorumlulukların davalı tarafça yerine getirilmemesi nedeniyle uğradığı zararların giderilmesini talep etmiş; dava, Mahkemenin E.2004/77 sayısına kaydedilmiştir. Başvurucu açtığı davaya ilişkin Mahkemeye sunduğu dava dilekçesinde iddialarına dayanak olarak hukuki deliller başlığı altında “TTK,BK,HUMK ve ilgili mevzuat” ifadelerine ve maddi deliller başlığı altında ise “İcra dosyaları, dava dosyaları, sözleşme, ihtarnameler, tarafların ticari defterleri, faturalar, Teknik üniversiteden alınan raporlar, şahit, bilirkişi incelemesi ve her türlü yasal deliller.” ifadelerine yer vermiştir. Başvurucu, bu dava ile birlikte aynı tarihte Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde bir kısım başka davalılar aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmış; diğer davadaki iddialarını tekrar edip ilaveten kendisi aleyhine anlaşmalı alacaklılar vasıtasıyla icra takibi yapıldığını, bunun sonucunda banka hesaplarına haciz konulduğunu oysa yapılan icra takiplerinin haksız ve temelsiz olduğunu ileri sürmüş; lehine tazminata hükmedilmesini talep etmiş; dava, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2004/50 sayısına kaydedilmiştir. Yargılamanın ilerleyen aşamalarında Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde görülmekte olan E.2004/50 sayılı dava dosyası, Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2004/77 sayılı dava dosyası ile birleştirilmiş; böylece yargılamaya devam olunmuştur. Yargılama sürerken başvurucu 5/7/2004 havale tarihli dilekçesi ile Ankara Asliye Ticaret Mahkemesine (Mahkeme) on iki başlıktan oluşan bir delil listesi sunmuştur. Listenin on birinci maddesinin başlığı “11-Tanık –İsim ve adresleri bilahare bildirilecektir.” şeklindedir. Davanın ilerleyen aşamalarında alınan bilirkişi raporu ve ek rapor, bankalar ile yapılan yazışmalar ve başvurucunun sunduğu belgeler üzerine iddia ve cevapların değerlendirilmesi amacıyla Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi 6/10/2010 tarihli ara kararı ile yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiş, bilirkişi heyetinin kimlerden oluşacağını ve ücretlerini belirlemiş, bilirkişi ücretlerinin yatırılması için başvurucuya on günlük süre vermiştir. Bir sonraki 26/1/2011 tarihli oturumda başvurucunun bilirkişi ücretini yatırmamış olması nedeniyle dosyanın bilirkişiye tevdi edilemediği görülmüş, Mahkemece başvurucuya bilirkişi ücretinin yatırılması amacıyla otuz gün kesin süre verilmiş, bu süre içinde ücret yatırılmadığı takdirde bilirkişi incelemesi yaptırmaktan vazgeçmiş sayılacağı hususu kendisine hatırlatılmıştır. Ancak başvurucu, bilirkişi ücretini verilen kesin süre geçtikten sonra 7/3/2011 tarihinde yatırmış; bu gecikmeden dolayı dosya, Mahkemece bilirkişiye tevdi edilmemiştir. Yargılama sonunda Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi 23/3/2011 tarihli ve E.2004/77, K.2011/164 sayılı kararında “… Mahkemece yapılan inceleme ve tüm dosya kapsamına göre … taraflar arasında ödemeler konusunda çekişme bulunduğu, davalı yüklenici tarafça yapılan işin miktarı, davacı iş sahibi tarafından da yapılan ödemelerin miktarı kanıtlandıktan sonra tarafların borç ve alacak durumlarının değerlendirilebileceği, alınan ilk raporda da bu durumun belirtildiği, ilk rapordan sonra çekler ile ilgili yapılan yazışmalar sonrasında iddianın kanıtlanması ve yazışma yanıtları ve belgelerin değerlendirilmesi için yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği, bu hususta ara kararı oluşturulduğu, verilen kesin süre içerisinde bilirkişi ücreti yatırılmadığından kanıtlanamayan asıl davanın reddine,…” gerekçesiyle birleşen davalardan asıl dava olan menfi tespit ve alacak davasını reddetmiştir. Temyiz incelemesi sonucu İlk Derece Mahkemesinin kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/5/2012 tarihli ve E.2011/6017, K.2012/3679 sayılı ilamı ile onanmış; aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi de 17/4/2013 tarihli ve E.2012/6232, K.2013/2685 sayılı ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam, başvurucuya 7/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür." 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Kanunun tayin ettiği müddetler katidir. Bu müddetlerde yapılması lazım olan muamele yapılmazsa o hak sakıt olur. Hakim tayin ettiği müddetin kati olduğuna da karar verebilir. Aksi takdirde tayin olunan müddeti geçirmiş olan taraf yenisini istiyebilir. Bu suretle verilecek müddet katidir. Bir daha verilemez.” 6100 sayılı Kanun’un “Kesin süre” kenar başlıklı maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(2) Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Aksi hâlde, belirlenen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir. Bu şekilde verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden süre verilemez. (3) Kesin süre içinde yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı ortadan kalkar.” 1086 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “İki taraftan her biri istimaını talep eylediği şahit ve ehlihibrenin veya talebine mebni icra kılınacak keşif ve sair muamelenin masrafını tediyeye ve buna kifayet edecek meblağı mahkeme veznesine tevdie mecburdur. Hakim tarafından tayin olunan müddet içinde masrafı vermeyen taraf talebinden sarfınazar etmiş addolunur.” 6100 sayılı Kanun’un “Delil ikamesi için avans” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. (2) Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır.” 1086 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur: … Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ve delillerinin nelerden ibaret olduğu, …” 6100 sayılı Kanun’un “Dava dilekçesinin içeriği” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur: … f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5019 | Başvuru 15/1/2004 tarihinde Ankara 8. Ticaret Mahkemesinde açılan menfi tespit ve alacak davası ile aynı tarihte açılan ve ilk davayla birleşen maddi ve manevi tazminat istemli davada makul sürede yargılama yapılmadığı, davaların bilirkişi ücretinin verilen kesin süre içinde yatırılmaması nedeniyle reddedildiği, tanık ve yemin delillerinin kullanılması hakkı verilmediği, delillerin değerlendirilmesinde keyfî davranılarak yerleşik içtihatlara ve kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olarak karar tesis edilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1964 doğumlu olup Ordu'da ikamet etmektedir. Başvurucu, Erzurum ili Uzundere ilçesi Çağlayanlı köyü Civil mevkiinde kâin 145 ada 15 parsel sayılı taşınmazın malikidir. Tarım arazisi niteliğinde olan taşınmazın üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis edilmeksizin 1956 yılından önce enerji nakil hattı geçirilmiştir. Başvurucu 22/2/2012 tarihinde Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketine (TEİAŞ) başvurarak taşınmazının kamulaştırılmasını ve bedelinin ödenmesini talep etmiştir. Talep, enerji nakil hattının 1956 yılından önce inşa edilmiş olması sebebiyle istemin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu 28/5/2012 tarihinde Tortum Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) TEİAŞ'a karşı kamulaştırmasız el atma sebebiyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, taşınmazının üzerinden haksız olarak enerji nakil hattı geçirildiğini ve bu durumun taşınmazının kullanımını engellediğini ileri sürmüştür. Dava dilekçesinde ayrıca zamanaşımının söz konusu olmadığını belirtmiş, fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak üzere 000 TL tazminatın el atma tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi talibinde bulunmuştur. TEİAŞ'ın sunduğu cevap dilekçesinde, Erzurum-Tortum enerji iletim hattının yapımına 1952 yılında başlanıp 1956 yılından önce bitirildiği belirtilmiştir. Cevap dilekçesinde 5/1/1961 tarihli ve 221 sayılı Amme Hükmi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca, taşınmazın elektrik direklerinin geçtiği kısmının kamulaştırılmış sayıldığı, tazminat hakkının da anılan Kanun'un yürürlüğe girmesinin üzerinden iki yıl geçmekle zamanaşımına uğradığı ifade edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 1/11/2012 tarihinde davayı hak düşürücü sürenin aşıldığı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi Anayasa Mahkemesinin 10/4/2003 tarihli ve E.2002/112, K.2003/33 sayılı kararıyla iptal edilmiş ise de iptal kararının verildiği tarihte başvurucunun dava hakkının sona erdiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararının geçmişe yürümeyeceğinin vurgulandığı kararda, düşmüş olan dava hakkının iptal kararıyla canlanmayacağı ifade edilmiş; hak düşürücü sürenin dolmuş olması nedeniyle davanın reddi gerektiği açıklanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 3/6/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında, enerji nakil hattının 1960 yılında işletmeye açıldığı ve davacı adına olan tapu kaydının da 6/12/2008 tarihinde yapıldığı belirtilerek başvurucunun mülkiyet hakkının bu tarihte doğduğu, buna göre işin esasına girilerek 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesi doğrultusunda hareket edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi, bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi Kurulu tarafından hazırlanan 15/5/2014 havale tarihli raporda başvurucuya ödenmesi gereken tutar; irtifak alanında kalan ağaçların bedeli 479,14 TL, taşınmazda oluşan değer azalışı ise 738,15 TL olmak üzere toplam 217,29 TL olarak hesaplanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 25/7/2014 tarihinde davayı kabul etmiş ve bilirkişi raporunda belirlenen 217,29 TL'nin başvurucuya tazminat olarak ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, kamulaştırma yapılmadan taşınmaza el atıldığı olgusu kabul edilmiş; bilirkişi raporunun da hükme esas alınmaya elverişli olduğu ifade edilmiştir. Daire 11/2/2015 tarihinde bu kararı da bozmuştur. Bozma gerekçesinde, ağaçların enerji nakil hattından sonra dikildiği gözetildiğinde bunlar için bedel belirlenemeyeceği ifade edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi bozma kararına uyararak yeniden tahkikata başlamıştır. Davalı vekili 5/5/2016 tarihli duruşmada enerji nakil hattının söküldüğünü bildirmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 18/1/2018 tarihinde konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; enerji nakil hattının dava tarihinden sonra kaldırılmış olduğu, bu sebeple davanın konusuz kaldığı belirtilmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde; el atmanın devam ettiği yaklaşık elli yıllık süre boyunca taşınmazından tam olarak yararlanamadığını, bu dönemde taşınmazını kullanamamasından kaynaklanan tazminatın hesaplanarak ödenmesi gerektiğini belirtmiştir. Daire, usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek 14/3/2019 tarihinde kararı onamıştır. Nihai karar 29/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Yel ve diğerleri/Türkiye (B. No: 28241/18, 13/7/2021) kararında, bir kimsenin taşınmazı kamulaştırmaya konu olduğunda ilke olarak kamulaştırılan taşınmazın değeriyle orantılı tazminat ödenmesi, tazminat hakkına sahip maliklerin tespit edilmesi ve kamulaştırmayla ilgili diğer meseleler dâhil olmak üzere kamulaştırmanın tüm sonuçlarının değerlendirilmesini temin eden ve iddia sahibinin yeni bir dava açmasına gerek bırakmayacak bir yargısal sürecin bulunması gerektiğini ifade etmiştir (Yel ve diğerleri/Türkiye, § 72). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18178 | Başvuru, taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, kendisine isnat edilen suçlamalar nedeniyle kanunun öngördüğü azami süreyi aşacak şekilde gözaltında tutulduğunu, bu sürede ciddi hastalıkları olduğu halde, yetkililerce sağlık durumu dikkate alınmaksızın hastane yerine emniyetteki nezarethanede kötü şartlar altında alıkonulduğunu, savcılık ve mahkemedeki ifade ve sorgusunun hastalığına rağmen alınarak ardından tutuklandığını, soyut ve genel gerekçelerle tutukluluğun devamına ilişkin kararlar verildiğini, görevli ve yetkili olmayan mahkemece yargılamasının yapıldığını, iletişimin tespitinin hukuka aykırı olarak alındığını ve mahkumiyetin tek delili olarak kullanıldığını, gıyapta alınan ara karar ile resen açılan duruşmada savunmaya yer verilmeksizin bazı tanıkların dinlendiğini, olaylarla ilgisi olduğu iddia edilen futbolcu ve spor kulübü yöneticilerinin tanık olarak dinlenmediğini, dosyadaki bir kısım rapor ve yazıların dikkate alınmayarak kanıtların tam olarak değerlendirilmediğini, tevsii tahkikat taleplerinin reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın , , , , ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 14/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, 25/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 25/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Talep üzerine Bakanlığa tanınan süre 29/5/2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 30 gün uzatılmıştır. Adalet Bakanlığı, görüşünü 27/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 30/6/2014 tarihinde bildirilmiş olup, başvurucu, karşı görüşlerini 15/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihi itibarıyla Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanıdır. 2009 yılı içerisinde Almanya adli makamlarınca yürütülen şike ve bahis soruşturmasının Türkiye’de oynanan müsabakaları da içine alacak şekilde genişlemesi sonucunda Türkiye Futbol Federasyonu'nun (TFF) da şikâyeti ile Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığınca konu hakkında başlatılan soruşturma kapsamında, birçok futbolcu, teknik direktör, kulüp yöneticisi hakkında adli işlem yapılması ve bir kısmının tutuklanması üzerine emniyet birimlerince olaylara ilişkin inceleme başlatılmıştır. Yapılan incelemelerde, çevresindeki birçok kişi ile birlikte çeşitli cebir ve tehdit içerikli eylemlerde yer aldıkları iddia edilen O. P.’nin futbol camiası içerisinde son derece etkin konumda bulunduğu, futbolcu transferlerinde söz sahibi olduğu, özellikle Giresunspor Kulübünün yönetimini ele geçirmeye çalıştığı şüphesiyle, bu kişiler hakkında iletişimin tespiti ve kayda alınması işlemleri yapılmıştır. Emniyet birimlerince; Giresunspor yönetimini, Ö. Ü. vasıtası ile elinde bulunduran O. P.’nin, Giresunspor’un TFF nezdinde yaşadığı sorunları da çözmeye çalıştığı, Giresunspor’a yönelik transfer yasağının kaldırılması amacıyla TFF Başkanı Ö. nezdinde girişimlerde bulunduğunun değerlendirilmesi üzerine 4/2/2011 tarihinde Ö. hakkında iletişiminin tespitine başlanmıştır. Ö.’ye yönelik iletişim tespitlerinde, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı olan başvurucunun; şüphe çeken bazı görüşmelerinin olduğu, aracılar üzerinden görüşüp buluştukları, başvurucunun, Fenerbahçe futbol takımının oynayacağı müsabakalarda görev alacak hakemlerin Fenerbahçe aleyhine karar vermemesi için girişimlerde bulunduğu, bazı müsabakalar için hakem ayarlaması yapmaya çalıştığı, Ö.’nün, karşılığında futbol camiası içerisinde etkin konumda bulunan başvurucunun desteğini almayı hedeflediği ve bu maksatla başvurucudan gelen her türlü talebe olumlu cevap vermeye çalıştığı değerlendirilerek, başvurucu hakkında da örgütsel ilişkilerinin tespiti ve ortaya çıkarılması için 17/2/2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma açılmıştır. Başvurucu, hakkında yapılan teknik takip yanında, fiziki takip, tanık beyanları ve sair delil toplama çalışmaları sonucunda; 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası; “Nitelikli dolandırıcılık” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi; 31/3/2011 tarih ve 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un “Şike ve teşvik primi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası, (4) numaralı fıkranın (b) ve (c) bentleri ile (5) numaralı fıkrasında düzenlenen suçları işlediği şüphesi ile 3/7/2011 tarihinde gözaltına alınmış, 6/7/2011 tarihinde hakkında yakalama kararı çıkartılmış, 10/7/2011 tarihinde tutuklanmış ve 2/7/2012 tarihinde de tahliye edilmiştir. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 20/5/2014 tarihli yazısına göre; başvurucu 4/7/2011 tarihinde rahatsızlandığını beyan ettiğinden hastaneye sevk edilerek gerekli tedavisi yapılmıştır. Başvurucu aynı gün tekrar rahatsızlandığını beyan ettiğinden başka bir hastaneye sevk edilmiş ve yatışı yapılmış, burada 7/7/2011 tarihine kadar tedavi görmüştür. Başvurucunun, 7/7/2011 tarihinde Emniyet Müdürlüğü tarafından ifadesi alınmıştır. 7/7/2011 tarihinde yeniden gözaltına alınan başvurucu 8/7/2011 tarihinde gözaltından çıkarılmıştır. 8/7/2011 tarihinde sorgulanmak üzere Mahkeme huzuruna çıkan başvurucu rahatsızlandığını ifade ettiğinden hastaneye sevk edilmiştir. 9/7/2011 günü saat 30’da sağlık elemanlarının gözetiminde tekrar Mahkeme huzuruna çıkan başvurucunun sorgusuna başlanmıştır. Başvurucu saat 40’ta ilaçlarını almak istediğini beyan ettiğinden sorgusuna ara verilmiş ve 10/7/2011 günü saat 01 itibariyle ifadesinin alınmasına devam edilmiştir. Saat 45’te rahatsızlandığını beyan eden başvurucunun sorgusuna tekrar ara verilmiş ve tıbbi kontrolü yaptırılmış, sonrasında ise başvurucunun sağlık durumundaki değişim sebebiyle sorguya o gün itibarıyla son verilmiştir. 10/7/2011 günü saat 55 itibarıyla başvurucunun sorgusuna devam edilmiş ve başvurucunun “örgüt faaliyeti kapsamında birden fazla kez şike eyleminde bulunmak ve bu eylemleri organize etmek” suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu gerekçesiyle tutuklanmasına karar verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, 2/11/2011 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam 93 şüphelinin yer aldığı iddianame ile yukarıda belirtilen suçlar (§ 13) kapsamında başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK maddesi ile görevli) 2/7/2012 tarih ve E.2011/63, K.2012/71 sayılı kararı ile; “spor müsabakalarının sonucunu etkilemek amacıyla Türkiye Profesyonel Süper Ligi’nde şike ve teşvik primi suçlarını işlemek suretiyle suç örgütü kurup yönetmek” suçundan 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası ile maddesi uyarınca 2 yıl 6 ay hapis; “Türkiye Profesyonel Süper Ligi’nde; 1/5/2011 günü oynanan Fenerbahçe-İBB Spor, 8/5/2011 günü oynanan Karabük–Fenerbahçe, 15/5/2011 günü oynanan Fenerbahçe-Ankaragücü, 22/5/2011 günü oynanan Sivasspor-Fenerbahçe müsabakalarının sonucunu etkilemek amacıyla şike; 17/4/2011 günü oynanan Trabzonspor-Bursaspor, 22/4/2011 günü oynanan Eskişehirspor-Trabzonspor ve 15/5/2011 günü oynanan Trabzonspor-İBB Spor müsabakalarının sonucunu etkilemek amacıyla teşvik pirimi” suçundan 6222 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası, (4) numaralı fıkranın (b) ve (c) bentleri ile (10) numaralı fıkrası ve 5237 sayılı Kanun’un ve maddeleri gereğince 3 yıl 9 ay hapis ve 500 TL Adli Para Cezası ile cezalandırılmış; ayrıca 6222 sayılı Kanun’un maddesinin (11) numaralı fıkrası uyarınca spor kulüplerinin, federasyonların, bünyesinde sportif faaliyet icra edilen tüzel kişilerin yönetim ve denetim organlarında görev yapmaktan yasaklanmıştır. Bu yaptırımların yanında anılan Mahkemece başvurucunun bazı eylemleri için de beraat kararı verilmiştir. Mahkemenin beraat gerekçesi ise şöyledir: “Her ne kadar başvurucu hakkında; Türkiye Profesyonel Süper Ligi’nde; 21/2/2011 günü oynanan Manisaspor-Trabzonspor, 26/2/2011 günü oynanan Fenerbahçe-Kasımpaşa, 6/3/2011 günü oynanan Bursaspor-İBB Spor, 7/3/2011 günü oynanan Gençlerbirliği-Fenerbahçe, 20/3/2011 günü oynanan Gençlerbirliği-Trabzonspor ve 9/4/2011 günü oynanan Eskişehirspor-Fenerbahçe müsabakalarında şike yaptığı ve teşvik primi verdiğinden bahisle dolandırıcılık suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de, 6222 sayılı Kanun öncesinde şike ve teşvik primi fiilleri suç olarak tanımlanmadığı gibi ceza kanunlarında da bu fiiller özel olarak düzenlenmediğinden ve özetle yüklenen fiil kanunda suç olarak tanımlanmamış olduğundan CMK'nın 223/2-a maddesi uyarınca beraatına…” Başvurucunun kararı temyiz etmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/1/2014 tarih ve E.2013/16791, K.2014/516 sayılı kararı ile, Mahkeme kararı onanarak kesinleşmiştir. Yargıtay Kararının gerekçesinin özellikle iletişimin tespiti ile ilgili kısımlarında (Yargıtay Kararı, s. 11-16) şu hususlara yer verilmiştir:“İç hukukumuz açısından iletişimin tespiti ve kayda alınması koruma tedbirine CMK'nın , teknik araçlarla izleme tedbirine ise aynı Yasanın maddelerinde düzenlenen suçlar yönüyle gidilebileceği, bir başka anlatımla katalog olarak belirtilen suçların dışında bu yola müracaat edilemeyeceği, ancak katalog suçtan dolayı alınan iletişimin tespiti kararının icrası sırasında dinlenen kişi hakkında soruşturmaya konu suç dışında ve fakat katalogda belirtilen bir başka suç isnadının bulunması durumunda, tespitin devamına karar verilmesi gerektiğinin bir kısım öğretide kabul görmüş bir düşünce olduğu,AİHM'in teknik takip sırasında suç vasfının değişmesi durumunda yapılan teknik takibin her zaman Sözleşme’nin maddesine aykırılık oluşturmayacağı yönünde kararlarının da bulunduğu, burada yetkililerin teknik araçlarla izleme tedbirinde iyi niyetli olup olmadıkları ve yasa ile belirtilen sınırlar içerisinde hareket edip etmediklerinin büyük önem taşıdığı, nitekim Aydoğdu, Duran ve diğerleri ile Kaya ve Türkiye kararlarının bu yönde olduğu, söz konusu kararlarda özetle, teknik takip kararının hâkim tarafından verilmiş olması ve savcı gözetiminde icra edilmesinin Yasada belirtilen katalog suçlardan birisi için alınan kararın bir diğer katalog suç için de geçerli olabileceği gibi suç vasfı değişikliği nedeniyle birbirine kolayca dönüşebilen suçlar yönüyle elde edilen verilerin delil olarak kullanılmasında ulusal makamların baştan itibaren iyi niyetli oldukları sonucuna varıldığı,AİHM kararlarına göre, bu yollarla elde edilen delillerin ceza yargılamasında kullanılabilmesi için, sanık huzurunda ve kamuya açık bir yargılama sırasında tartışma olanağının sağlanması gerektiği, bir başka anlatımla, sanığa elde edilen delillere itiraz etmesi için yeterli ve gerekli imkânların tanınması ve bu bağlamda savunma hakkının çiğnenmemiş olmasının gerektiği…,Davaya konu somut olayda, AİHS'nin maddesi anlamında koruma tedbiri kararlarının verildiği tarih itibariyle ulaşılabilirlik ve öngörülebilirlik kriterlerinin karşılandığının son derece açık olduğu, bu kararların CMK'nın maddesi kapsamında yetkili ve görevli mahkemelerden alındığı, kamuya açık olarak yapılan yargılamalar sırasında tartışılıp, taraflara iletişimin tespiti ve kayda alınması kararları ve iletişim tutanakları ile teknik araçlarla izleme tutanakları hakkında itirazlarını bildirme imkanının sağlandığı hususlarında bir kuşkunun bulunmadığı…,Sanıklar haklarındaki tüm iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik araçlarla izleme kararlarının suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan dolayı alındığı,14/4/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'dan önce, Türk Ceza Yasasında ve ceza hükmü içeren özel yasalarda şike ve teşvik primi fiillerinin bu adla suç olarak tanımlanmadığı, 6222 sayılı Kanun’un 23/ madde ve fıkra hükmündeki ‘Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesi hükümleri, 11 inci maddede tanımlanan suç bakımından da uygulanır.’ düzenlemesi uyarınca, şike ve teşvik primi fiillerinin söz konusu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren CMK'nın maddesindeki katalog suç kapsamına alındığının anlaşıldığı,Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme ve üye olma suçlarının temadi eden suçlardan olduğu, bu suçun oluşması bakımından amaçlanan suçların işlenmesinin gerekmediği, yani örgüt faaliyeti kapsamında amaçlanan herhangi bir suç işlenmese dahi bu suçun oluşabileceği, dolayısıyla şike ve teşvik primi suçlarının işlenmesi amacıyla örgüt kurulmasına yasal bir engel bulunmadığı, bu fiillerin bu ad altında kanunda suç olarak tanımlanmadığı 14/4/2011 tarihi öncesinde, bu fiilleri gerçekleştirmek için örgüt kurulamayacağından (TCK'nın 220/ maddesindeki ‘Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla...’ ibaresi nedeniyle) bahsedilebilirse de…, şike anlaşması yapılmak suretiyle müsabaka sonucuna ilişkin olarak hileli yöntemlerle elde edilen ön bilgiye dayanılarak oynanan bahiste sonuçlar tutturulmak suretiyle yüksek kazançlar elde edilmesi ve diğer yasal şartların varlığı halinde, dolandırıcılık suçunun işlenebileceği, esasen 14/4/2011 tarihi öncesinde mevcut olan yapı içerisinde yer alan kişilerin hukuka uygun, geçerli ve muteber bir amaç için bir araya gelmedikleri, 14/4/2011 öncesi ve sonrası eylemlerinin amaç ve işleniş biçimi itibariyle benzerlik ve birlik gösterdiği, faillerin eylemlerini bu tarih itibariyle sonlandırmak yerine aynı şekilde sürdürmelerinin de amaçlanan suçlara yönelik hareketler olduğu, örgüt suçunun amaç suç açısından bir araç suç olması ve bu suçların hazırlık hareketi oluşu ile bu hareketlerin oluşturduğu toplumsal düzen ve barışa yönelik somut tehlike hali cezalandırıldığından, temadi eden örgüt suçunun 14/4/2011 öncesinde işlenmeye başlandığı hususunun kabulünde bir tereddüt bulunmadığı,Esasen, bu tarih öncesindeki şike ve teşvik primi eylemleri için Cumhuriyet Savcısının bir kısım sanıklar haklarında TCK'nın maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçundan kamu davası açtığı, yukarıda da izah edildiği üzere koruma tedbirlerinin haklı olup olmadığının ancak yargılama sonunda belli olacağı, somut olayda da CMK'nın 135 ve maddeleri kapsamında görünüşte haklılık koşulunun bulunduğu, yapılan yargılama neticesinde bir kısım sanıklar haklarında 14/4/2011 tarihi öncesi şike ve teşvik primi fiilleriyle ilgili olarak beraat kararları verildiği, dosyada dolandırıcılık suçunun işlendiği yolunda kesin ve inandırıcı delillerin bulunmadığı, yine TCK'nın 220/ madde ve fıkrasında düzenlenen örgüt üyeliği suçunun katalog suç kapsamında bulunmadığı sanık savunmanları tarafından ileri sürülmüş ise de; yukarıda ifade edildiği üzere koruma tedbirlerinin ön koşullarının somut olayda mevcut olduğu, örgüt kurmak suçundan hakkında dinleme ya da gizli izleme kararı alınan şüpheli/lerin örgüt faaliyetindeki rolünün/rollerinin ancak yargılama sonunda anlaşılabileceği, bu düşünce biçiminin Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 10/12/2013 gün, 2013/483 Esas ve 2013/599 sayılı Kararının müzakeresi sırasında da benimsendiği, bu itibarla bu yöndeki itirazların da yerinde olmadığı,Açıklanan nedenler ve örgüt suçunun niteliği gereği temadi eden suçlardan olması karşısında 14/4/2011 tarihinden önce iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile fiziki takip suretiyle elde edilen delillerin hukuka uygun olarak elde edilmiş deliller olduğunda şüphe bulunmadığı, Suç işlemek için örgüt kurma suçu ile bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçların birlikte soruşturulup kovuşturulduğu, esasen suç işlemek için örgüt kurma suçunu bu örgütlerin işlediği suçlardan bağımsız düşünmenin doğru ve sağlıklı bir yaklaşım olmadığı, katalog kapsamında yer almayan bu suçlar bakımından delil elde edilirken ek bir tedbir uygulanması ve kişinin özel hayatı ile iletişimin gizliliğine yönelik ilave bir müdahalenin de söz konusu olmadığı… Haklarında düzenlenen iletişimin tespiti tutanakları kendilerine okunan sanıkların bu kayıtların içeriklerine yönelik bir itirazda bulunmayıp, bu konuşmaların içeriklerini doğrular tarzda ve sadece yorumlanma biçimine karşı savunmada bulunduklarının görüldüğü,Bu itibarla, Aziz Yıldırım liderliğindeki suç örgütünün faaliyeti kapsamında işlenen şike ve teşvik primi fiillerine ilişkin olarak Mahkemeden usulüne uygun olarak alınan iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik araçlarla izleme kararları üzerine elde edilen TAPE kayıtları ile fiziki takip tutanaklarının usul ve yasaya uygun olarak elde edilmiş deliller olduğu, sanık Aziz Yıldırım'ın 23/2/2012 günlü oturumda hakkında düzenlenen iletişimin tespiti tutanakları kendisine okunduğunda ‘Aleyhime olanları kabul etmiyorum, görüşmeleri ben yaptım bana aittir...’ şeklindeki beyanları da nazara alındığında, mahkemece hükme esas alınmalarında bir isabetsizlik bulunmadığı…” Bu karar başvurucu tarafından aynı tarihte öğrenilmiş olup, başvurucu, 14/2/2014 tarihli dilekçesi ile süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayrıca, Yargıtay Ceza Dairesinin onama kararına karşı yapılan itiraz, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 14/4/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru tarihinden sonra, 18/4/2014 ve 8/5/2014 tarihlerinde yargılamanın yenilenmesi talebiyle Mahkemeye başvurmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/5 sayılı dosyasında, 23/6/2014 tarih ve 2014/236 Değişik İş sayılı karar ile, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince yargılamanın yenilenmesi talebi kabul edilmiş ve infazın geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin yargılamanın yenilenmesi gerekçesi şöyledir:“TCK’nın maddesinde yer alan suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu 6526 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik sonrası CMK’nın maddesinde düzenlenen iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile CMK’nın maddesinde yer alan teknik araçlarla izlemeye ilişkin katalog suçlar arasından çıkartılmıştır.Mahkememize tevzi edilen dosyada Yargıtay tarafından onanan bir kısım eylemler, onama tarihinden sonra yapılan Kanun ile iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ve teknik araçlarla izlemeye ilişkin katalog suçlar arasından çıkartılan TCK’nın maddesine ilişkindir.Aynı dosyada aynı olaydan yargılaması devam eden sanıklarla haklarındaki hüküm onanmış sanıklar arasında farklı yargısal sonuçlara ulaşmanın adalete güven duygusunu önleyebileceği ihtimal dâhilindedir.Bu açıklamalar dikkate alındığında, Mahkememize tevzi edilen dosyada Yargıtay Ceza Dairesince onama kararı verilmesinden sonra 6526 sayılı Yasa ile iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik araçlarla izlemeye ilişkin usul yasasında yapılan değişikliklerin CMK’nın 311/1-e maddesi kapsamında hükümlüler lehine değerlendirme yapılmasını gerektiren yeni olay niteliğinde olması nedeniyle yargılamanın yenilenmesi istemi, talepte bulunan hükümlü Aziz Yıldırım (…) açısından mahkumiyet kararı verilerek Yargıtay Ceza Dairesince onanarak kesinleşen eylemlere yönelik CMK’nın 318/ maddesi uyarınca kabule değer nitelik taşımakta olduğuna oy birliği ile … infazın geri bırakılmasına oy çokluğu ile karar vermek gerekmiştir…Görevsizlik ve yetkisizlik kararları verilmesine ilişkin taleplerin; Sanıklara kumpas kurulduğuna ilişkin iddialar sebebiyle yargılamanın yenilenmesi taleplerinin; Duruşma tutanaklarında sahtecilik yapıldığına ilişkin iddialar sebebiyle yargılamanın yenilenmesi taleplerinin oy birliği ile reddine…”B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” 5271 sayılı Kanun’un, olay tarihinde yürürlükte olan “İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir ve kayda alınabilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. (2) Şüphelinin tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (4) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, kullanmakta olduğu mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, kullanılan mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok üç ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.(5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur. (6) Bu Madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),…. (7) Bu Maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin 21/2/2014 tarih ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile değişiklik halinin ilgili bölümleri şöyledir:“(1) (Değişik fıkra: 21/02/2014-6526 S.K./ md) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, ağır ceza mahkemesi veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl mahkemenin onayına sunar ve mahkeme, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya mahkeme tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. Bu fıkra uyarınca alınacak tedbire ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle karar verilir. İtiraz üzerine bu tedbire karar verilebilmesi için de oy birliği aranır.(2) (Ek fıkra: 21/02/2014-6526 S.K./ md) Talepte bulunulurken hakkında bu madde uyarınca tedbir kararı verilecek hattın veya iletişim aracının sahibini ve biliniyorsa kullanıcısını gösterir belge veya rapor eklenir.(3) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.(4) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok iki ay için verilebilir; bu süre, bir ay daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, mahkeme yukarıdaki sürelere ek olarak her defasında bir aydan fazla olmamak ve toplam üç ayı geçmemek üzere uzatılmasına karar verebilir.(5) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, ... mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, ... mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok iki ay için yapılabilir; bu süre, bir ay daha uzatılabilir.(6) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur. (7) Bu Madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan; … (Mülga alt bent: 21/02/2014-6526 S.K./ md) …(8) Bu Maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” 6222 sayılı Kanun’un “Şike ve teşvik primi” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası, (4) numaralı fıkranın (b) ve (c) bentleri ile (10) ve (11) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Belirli bir spor müsabakasının sonucunu etkilemek amacıyla bir başkasına kazanç veya sair menfaat temin eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Kendisine menfaat temin edilen kişi de bu suçtan dolayı müşterek fail olarak cezalandırılır. Kazanç veya sair menfaat temini hususunda anlaşmaya varılmış olması halinde dahi, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur. …(4) Suçun;… b) (Değişik bent: 10/12/2011 - 6259 S.K./ md.) Federasyon veya spor kulüpleri ile spor alanında faaliyet gösteren tüzel kişilerin, genel kurul ve yönetim kurulu başkan veya üyeleri, teknik veya idari yöneticiler ile kulüplerin ve sporcuların menajerleri veya temsilciliğini yapan kişiler tarafından,c) Suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde,…işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.… (10) (Ek fıkra: 10/12/2011 - 6259 S.K./ md.) Bu maddede tanımlanan suçların bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi halinde, bunlardan en ağır cezayı gerektiren fiilden dolayı verilecek ceza dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılarak tek cezaya hükmolunur.(11) (Ek fıkra: 10/12/2011 - 6259 S.K./ md.) Bu maddede tanımlanan suçlardan dolayı cezaya mahkûmiyet halinde, kişi hakkında ayrıca Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesi hükümlerine göre, spor kulüplerinin, federasyonların, bünyesinde sportif faaliyetler icra edilen tüzel kişilerin yönetim ve denetim organlarında görev yapmaktan yasaklanmasına hükmolunur.” 6222 sayılı Kanun’un “Yargılama ve usul hükümleri” başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesi hükümleri, 11 inci maddede tanımlanan suç bakımından da uygulanır.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1957 | Başvurucu, kendisine isnat edilen suçlamalar nedeniyle kanunun öngördüğü azami süreyi aşacak şekilde gözaltında tutulduğunu, bu sürede ciddi hastalıkları olduğu halde, yetkililerce sağlık durumu dikkate alınmaksızın hastane yerine emniyetteki nezarethanede kötü şartlar altında alıkonulduğunu, savcılık ve mahkemedeki ifade ve sorgusunun hastalığına rağmen alınarak ardından tutuklandığını, soyut ve genel gerekçelerle tutukluluğun devamına ilişkin kararlar verildiğini, görevli ve yetkili olmayan mahkemece yargılamasının yapıldığını, iletişimin tespitinin hukuka aykırı olarak alındığını ve mahkumiyetin tek delili olarak kullanıldığını, gıyapta alınan ara karar ile resen açılan duruşmada savunmaya yer verilmeksizin bazı tanıkların dinlendiğini, olaylarla ilgisi olduğu iddia edilen futbolcu ve spor kulübü yöneticilerinin tanık olarak dinlenmediğini, dosyadaki bir kısım rapor ve yazıların dikkate alınmayarak kanıtların tam olarak değerlendirilmediğini, tevsii tahkikat taleplerinin reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 17. , 20. , 36. , 37. , 38. ve 14 maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, bazı haber sitelerinin internet arşivinde erişilebilir durumda olan haber ve yayınlar ile ilgili içeriğin yayından kaldırılması yönündeki talebin reddedilmesinin şeref ve itibarın korunması hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1978 yılında Muş'un Varto ilçesinde doğan başvurucu, inşaat sektöründe çalıştığını ve İzmir'de ikamet ettiğini belirtmektedir. Başvurucu, Muş'un Varto ilçesinde yeniden yapımına başlanan Orta Camii inşaatı için bir miktar bağışta bulunmuştur. Yerel ve ulusal düzeyde haberler yapan bazı sitelerde başvurucunun yaptığı söz konusu bağışı konu edinen haberler yayımlanmıştır. Bu haberler söz konusu internet sitelerinin haber arşivinde erişilebilir durumdadır. Başvurucu; söz konusu parasal yardımının haberleştirilmesinin karakterine ve mensubu olduğu dinin gereklerine aykırı olması sebebi ile kendisinde üzüntü yarattığını, ilgili haberlerde yalnızca bağışta bulunduğu gerekçesiyle kendisinden "hayırsever iş adamı" olarak bahsedilmesinin kişilik haklarını ihlal ettiğini belirterek ilgili haberlerin söz konusu haber sitelerinin arşivinden kaldırılması için internet içeriklerine erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. İzmir Sulh Ceza Hâkimliği 21/11/2016 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde yazı içeriklerinin haber değeri taşıdığı, başvurucunun kişilik haklarının ihlaline yönelik herhangi bir ifadeye yer verilmediği belirtilmiştir. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz İzmir Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/12/2016 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Karar başvurucuya 19/12/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Somut başvurunun çözümlenmesinde dayanak alınan tüm ulusal ve uluslararası kaynaklar için bkz. K. [GK], B. No: 2014/19685, 15/3/2018, §§ 16, 17 ve Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, §§ 22- | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15421 | Başvuru, bazı haber sitelerinin internet arşivinde erişilebilir durumda olan haber ve yayınlar ile ilgili içeriğin yayından kaldırılması yönündeki talebin reddedilmesinin şeref ve itibarın korunması hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen faksın sakıncalı bulunup muhatabına gönderilmeyerek imha edilmesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hükümlü olarak Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu,gönderilen yazının altında kendi ismi de dâhil olmak üzere üç kişinin ismi bulunan ve çatışma sırasında öldüğü anlaşılan terör örgütü mensubunun ailesine hitaben yazılan faksı, ölenin babası K.A. isimli kişiye göndermek istemiştir.Bir sayfadan ibaret söz konusu faksın okunabilen kısımları aşağıdaki şekildedir:"Değerli AkpolatAilesi !Öncelikle her anlamda iyi olmanızı, dileyerek selam, sevgi ve saygılarımızı belirtiyoruz.Değerli oğlunuz Serhat Akpolat’ın (Devran Zîlan) Gever’de şehit düştüğünü büyük bir üzüntü ile öğrendik. Ne kadar üzüldüğümüzü tahmin edersiniz. Sizler oğlunuzu bizler de çok değerli bir yoldaşımızı kaybettik. En başta sizlerin halkımızın ve hepimizin başı sağolsun diyoruz. Allah şehidimizin mekanını cennet eylesin. Şu anda ne kadar üzüldüğünüzü diğer taraftan … olduğunuzu tahmin edebiliyoruz. … böyle … … … … bir dönemde keşke fiziki olarak yanınızda olup yaşadığınız zorlukları paylaşabilseydik. Ama ne yazık ki cezaevi koşulları böyle bir paylaşıma yol ve imkân vermiyor. Biz de bu fakslaacınızı ve üzüntünüzü paylaşalım dedik. Tekrardan başınız sağolsun ! / Mehmet - Şükrü - Resul" Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) tarafından 16/5/2016 tarihinde verilen sakıncalı mektup değerlendirme kararıyla söz konusu faksın muhatabına gönderilmeyerek imhasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, faksta, terör örgütünü öven, terör eylemlerini destekleyen, terörist eylemlere teşvik eden ifadelerin bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararına karşı Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itiraz 25/5/2016 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; faksın tamamında, örgütsel haberleşme (...Şehit düştüğünü büyük üzüntü ile öğrendik...), terör örgütünü öven, terörist eylemlere teşvik eden (Bizler çok değerli yoldaşımızı kaybettik... Mekanı cennet olsun...) ifadeler olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 1/7/2016 tarihli kararla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde İnfaz Hâkimliği tarafından verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 14/7/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14536 | Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen faksın sakıncalı bulunup muhatabına gönderilmeyerek imha edilmesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yıkım kararı ve imar para cezasının iptali istemiyle açılan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/8/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, Bursa'nın Osmangazi ilçesi sınırları içinde bulunan taşınmazı üzerinde yapı inşa etmiştir. Osmangazi Belediyesi tarafından 3/5/2011 tarihli işlemle ruhsatsız inşaat yapıldığından bahisle başvurucuya imar para cezası verilmiş ve yapının yıkılması yönünde karar alınmıştır. Başvurucu söz konusu işlemin iptali istemiyle Bursa İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. Mahkeme 9/2/2012 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Ret hükmü Danıştay Ondördüncü Dairesi tarafından 24/3/2014 tarihli kararla bozulmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme 2/10/2014 tarihli kararıyla kısmen iptal kısmen ret yönünde hüküm kurmuştur. Başvurucu hükme karşı temyiz isteminde bulunmuş ise de istem hakkında bir karar verilmemesi üzerine 8/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/31576 | Başvuru, yıkım kararı ve imar para cezasının iptali istemiyle açılan davada yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kanuni tutukluluk süresinin aşılması ve yargılamada haksız tahrik hükmünün uygulanmaması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği hakkındadır. Başvuru, 17/12/2013 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.Birinci Bölüm tarafından 21/5/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.Başvuru konusu olay ve olgular 5/6/2015 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, daha önceki görüşlerine atfen, görüş sunulmasına gerek bulunmadığını belirtmiştir. A. OlaylarBaşvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:Başvurucu, Kadıköy Sulh Ceza Mahkemesinin 10/11/2006 tarihli ve 2006/445 sorgu sayılı kararı ile suç işlemek için örgüt kurma, kasten insan öldürme, öldürmeye teşebbüs ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’a muhalefet suçlarından tutuklanmıştır.Başvurucu hakkında, Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının 16/11/2006 tarihli ve E.2006/432 sayılı iddianamesiyle suç işlemek için örgüt kurma, kasten insan öldürme ve öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından açılan kamu davası Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/111 sırasına kaydedilmiştir. Açılan davanın Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2005/519 sayılı dosyası ile birleştirilmesi sonrasında Mahkemenin 6/11/2007 tarihli kararla görevsizlik kararı vermesi üzerine dava dosyası İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/31 sırasına kaydedilmiş, yapılan yargılama sonucunda 17/5/2010 tarihli kararla başvurucunun mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 13/3/2012 tarihli ilamla hükmün bozulmasına karar vermiştir.Bozma üzerine, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 13/11/2013 tarihli ve E.2012/56, K.2013/124 sayılı kararıyla başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve suç örgütüne yardım etmek suçlarından beraatına, adam öldürmek ve adam öldürmeye teşebbüs suçu ile 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından toplam 36 yıl 18 ay hapis ve 375 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.Başvurucu, derece mahkemesinin tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararına itiraz etmiş, itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2013 tarihli ve 2013/328 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.Başvurucu, 17/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.Temyiz üzerine, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 13/11/2013 tarihli kararı, Yargıtay Ceza Dairesinin 10/6/2014 tarihli ve E.2014/2439, K.2014/3474 sayılı ilamıyla onanmıştır.B. İlgili Hukuk26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”6136 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez."5237 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;…d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,…Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”Aynı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9352 | Başvuru, kanuni tutukluluk süresinin aşılması ve yargılamada haksız tahrik hükmünün uygulanmaması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği hakkındadır. | 0 |
Başvurucu, 13/6/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi zararının tazminini talep etmiştir. Başvuru, 27/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 29/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 12/12/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/1/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 30/1/2014 tarihli beyan dilekçesi ibraz edilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Mardin ili Savur ilçesi Şenocak köyü 434 parsel numaralı taşınmaz 1984 yılında yapılan kadastro çalışması sonunda Maliye Hazinesi adına tespit edilmiştir. Başvurucu, anılan taşınmazın kendisine ait olduğu iddiasıyla Maliye Hazinesi aleyhine, 13/6/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz davası açmıştır. Yargılama Savur Kadastro Mahkemesinin E.1990/41 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir. ” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:“Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:“Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7275 | Başvurucu, 13/6/1990 tarihinde Savur Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasının halen devam ettiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi zararının tazminini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, ceza davasında sanığın duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/4/2021 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; adli yardım talebinin kabulüne ve duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu ,İzmir Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) bozma kararı sonrası görülen yargılama neticesinde silahlı terör örgütü yönetmek suçundan hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Söz konusu karara karşı başvurucu müdafii tarafından temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. Yargıtay Ceza Dairesince yapılan temyiz incelemesi sonucunda hükmün onanmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/19809 | Başvuru, ceza davasında sanığın duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 7/12/2009 tarihinde gözaltına alınmasını müteakip Batman Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/12/2010 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Aynı gün Batman (kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesinin kararıyla başvurucu tutuklanmıştır. Başvurucuyla birlikte dokuz kişi hakkında 2/2/2011 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Başvurucu, ilk duruşma sonunda Batman Ağır Ceza Mahkemesinin 16/3/2011 tarihli kararıyla serbest bırakılmıştır. Yerel mahkemenin 28/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı dolandırıcılık suçundan beraat ettiği, diğer suçlardan ise hakkında mahkûmiyet kararı verildiği anlaşılmıştır. Yargıtay Ceza Dairesi 19/12/2017 tarihinde hükmü bozmuştur. Bozma sonrası Batman Ağır Ceza Mahkemesi; başvurucunun üzerine atılı dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarından beraatine, görevi kötüye kullanma suçu kapsamında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar vermiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına başvurucu tarafından yapılan itirazın Batman Ağır Ceza Mahkemesince 25/4/2019 tarihinde reddedildiği anlaşılmıştır. Beraat kararına karşı katılan kurum vekili tarafından 7/3/2019 tarihinde temyiz isteminden vazgeçilmesine dair dilekçe verilmesi üzerine hükmün kesinleştiği anlaşılmıştır. Başvurucu 29/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11368 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Hazine tarafından açılan tazminat davasının kanun ve usule aykırı değerlendirme yapılarak kabulüne karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; Mahkeme ve Yargıtay kararlarında davanın sonucunu etkileyecek esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/2/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 25/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 24/10/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 24/11/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:Türkiye çapında faaliyet gösteren A.K. Derneğinin (Dernek) Genel Yönetim Kurulu üyesi ve çeşitli şubelerinde başkanlık yapan başvurucular aleyhine eşya piyangosunda toplanan yardım paralarının bir kısmını usulsüz bir şekilde A.K. Vakfına (Vakıf) aktardıkları iddiasıyla Hazine tarafından tazminat davası açılmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, 31/10/2006 tarihli ve E.2004/483, K.2006/357 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının iddiası, davalının savunması ve tekmil dosya kapsamı karşısında; dava dosyası bilirkişi kuruluna tevdi edilmiştir. Hukukçu Kırıkkale Üniversitesi Ticaret Bölümü Öğretim Görevlisi F.O. ve Emekli Sayıştay Baş Deneticisi Yeminli Mali Müşavir G. tarafından; 24/5/2005, 22/9/2005, 6/4/2006 ve 10/10/2006 tarihli raporlar düzenlenmiştir. Düzenlenen raporlarda; “…2860 sayılı Kanunun maddesinde öngörülen % 40 sınırının aşılmadığı, Vakfa devir edilen 000 TL'nin protokol hükümlerine göre, satış bedelinin % 40 ı olduğu, Vakıf tarafından toplam 500 TL'lik bilet satışının yapıldığı, Vakfa verilecek bedelin 000 TL olduğu, bu meblağın, hizmet karşılığı ödenen miktar olduğu, Vakıf tarafından 81000 adet bilet satıldığı, bunun ise satılan 744 adet biletin % 52,35 i olduğu, 000 TL'nin hizmet bedeli karışlığında aktarıldığı, protokol hükümlerine uygun bulunduğu, Dernek zararının söz konusu olmadığı, Kamu zararından söz edilemeyeceği…” tespit edilmiştir. Usul ve Yasaya uygun, Yargıtay denetimine elverişli, hüküm oluşturmaya uygun bu bilirkişi raporu, Mahkememizce kabul edilmiştir. Bu olgular karşısında; Dava dışı A.K. Derneği tarafında, dava dışı A.K. Vakfına piyango bilete satışından dolayı hizmet karşılığı 000 TL ödenmiştir. Yapılan ödeme, protokol hükümlerine göre yapılmıştır. Dava dışı A.K. Vakfı tarafından 81000 adet bilet satılmıştır. Vakıf tarafından, satılan biletlerin bedel toplamı 500 TL'dir. Protokol hükmü gereğince, satış bedelinin % 40 ı, satışı yapan davaA.K. Vakfına ödenmesi gerekmektedir. 500 TL'nin % 40 ı, 000 TL'dir Yapılan ödeme, hizmet karşılığı yapılmıştır. Gerek Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin 8/5/2003 tarihli ve E.2003/33, K.2003/478 sayılı kararı ve gerekse Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 12/4/2005 tarihli ve E.2002/66, K.2005/125 sayılı emsal kararı, Yargıtay Yüksek Hukuk Dairesinin 25/9/2006 tarihli ve E.2005/10946, K.2006/9694 sayılı bu kararın onanmasına ilişkin emsal ilamı, mahkememizce kabul edilen bilirkişi raporu, Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin eski E.2002/1195 ve yeni E.2005/176 sayılı dava dosyasında düzenlenen bilirkişi raporları, mütalaa raporları karşısında; davacının istemi yerinde görülmemiştir. Dernek zararı ve kurum zararı yoktur. Yapılan ödeme, 2860 sayılı Kanunun maddesine ve protokol hükümlerine uygundur. Davacının davasının reddine karar verilmesi gerekmektedir. ..."Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/2/2008 tarihli ve E.2007/742, K.2008/1146 sayılı ilamı bozulmuştur. İlamın ilgili kısmı şöyledir:"...Dava, tazminat istemine ilişkindir. Davacı bakanlık tarafından 2860 sayılı Yardım Toplama Yasası gereğince A.K. Derneği'ne eşya piyangosu için izin verildiği, davalıların dernek sorumlu kurulu ve yardım toplama yetki belgesi verilen kişiler oldukları, A.K. Vakfına piyango gelirinden aktarılan ve yasa gereği devlet malı sayılan 000 TL’nin dava konusu edildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece dernek zararı bulunmadığı, vakfa yapılan ödemenin yasal olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Konu ile ilgili olarak 2860 sayılı Yasaya muhalefet eylemi nedeniyle valilik tarafından davalılara 17/2/2004 tarihli kararla idari para cezası verildiği, Dernekler Yasasına muhalefet yönünden açılan kamu davasında ise, ceza mahkemesince oniki davalı hakkında mahkumiyet kararı altı davalı hakkında ise beraat kararı verildiği, kararın temyiz incelemesinde olduğu anlaşılmaktadır. Karar gerekçesinde piyango masraflarının ciddiyetten uzak ve denetime elverişsiz olduğu, yasadaki masraf oranının son damlasına kadar kullanıldığı belirtilerek derneğin zarara uğratıldığı kabul edilmiş, altı davalının ise başka illerde şube yöneticisi olmaları nedeniyle Dernekler Yasasına aykırılıktan beraatlerine karar verilmiş, Yardım Toplama Yasasına aykırılık eylemleri hakkında ise tefrik kararı bulunduğu açıklanmıştır.B.K’nun maddesine göre hukuk mahkemesi, ceza mahkemesinin maddi olguya ilişkin belirlemeleri ile bağlıdır. Bu yasal düzenleme ile somut olayın özellikleri değerlendirildiğinde Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin E.2005/176, K.2006/941 sayılı dosyasının kesin hükme bağlanmasının beklenmesi gerekmektedir. Başka illerde şube yöneticisiolandavalılaryönündeniseanılancezadosyasındaki delillerde incelenip irdelenerek ve beraat kararının Yardım Toplama Yasasına aykırılıktan olmadığı ve bağlayıcı bulunmadığı gözetilerek sorumlulukları bulunup bulunmadığı konusunda bilirkişi raporu alınarak ve varılacak uygun sonuç çevresinde bir karar verilmelidir.Mahkemece ceza dosyasının kesin hükme bağlanması beklenmeden, ceza dosyası içindeki deliller incelenmeden ve valilik tarafından verilen idari para cezaları tartışılmadan eksik inceleme ile davanın reddedilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir...."Bozma üzerine dosya, Mahkemenin E.2008/307 sırasına kaydedilmiş; bozma ilamına uyan Mahkeme 4/12/2012 tarihli ve K.2012/515 sayılı kararı ile davalı başvurucular açısından davanın kabulüne, bir kısım davalı açısından da reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...A.K. Derneği 1/6/2002 tarihinde Eşya Piyangosu Organizasyonu düzenlemiştir. Alınan izinde eşya piyangosununun davalılarFermani Kurtel, Turhan İçli, Eyüp Doğan, Yücel Yılkıran ve Mehmet Ali Bakici'nin gözetim ve denetiminde yapılması, öngörülmüştür.Eşya piyangosuna aitbiletlerin Türkiye genelinde satışının sağlanması içinde,önceden görevlendirilen davalılara ek olarakdiğer davalılar Süha Sağlam, Muharrem Kalıpçı, Abdülhamit Akarca, Ufuk Gürbüz, Celal Polat, RamazanOral, K., A.A., A.Ç., H.A., İ.T., Ü. ve Y.T. görevlendirilmiştir.İçişleri Bakanlığının 28/3/2002 tarihli ve 72069 sayılıyazıları ileiş bu davalılarayardım toplama yetki belgesi verilmiştir. Mahkememizce kabul edilen bilirkişi raporuna göre; A.K. Derneği tarafından düzenlenen eşya piyangosu organizasyonu için toplam; 154744 adet bilet satılmıştır. Toplanan bedel 860 TL'dir. Toplam satılan 154744 adet biletin,17973 adediİş Bankası tarafından satılmıştır. 41146 adedi Ziraat Bankası tarafından satılmıştır. 21881 adet biletteA.K. Derneği tarafından satılmıştır.Buna göre;organizasyonu düzenleyenler tarafındansatılanbilet sayısı 73744'dür.Buna rağmen, 154744 adet biletintamamıorganizasyonu düzenleyen 17 kişi tarafındansatıldığı gösterilerek satışta görevlendirilen bu kişilere emek ve masraf kaşılığı adı altında, 372,25 TLödeme yapılmıştır. Diğer taraftan, 154744 adet bilet A.K. Hizmet Vakfıtarafından satıldığı gösterilerek,A.K. Hizmet Vakfına 000 TL bedel aktarılmıştır. Diğer taraftan kaldıki; Ziraat Bankası ve İş Bankası aracılığıyla satılan toplam;59119 adet biletten dolayıA.K. Derneği tarafındaniş bu bankalarahiç bir masraf ödenmemiştir.Buna rağmen A.K. Derneği tarafından mükerrer ödemelerve fazla ödemeler yapılmıştır.Banka tarafından masrafsız olarak satılan biletler içinde hem organizasyonda görev yapanlara hemde vakfa ödemeler yapılmıştır.A.K. Derneği tarafından A.K. Hizmet Vakfına aktarılan 000 TLbedel2908 sayılı kanunun85/2 maddesine aykırılık teşkil etmektedir. 2860 sayılı Kanunun maddesi gereğince; iş bu bedel, kamu zararını oluşturmakdadır. İş bu kamu zararından iş bu davalılar sorumludur.Davacı idarenin davalılardan talep edebileceği bedel 000 TL'dir.İş bu bedele kamu zararının meydana geldiği 25/6/2002 tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmalıdır. Her nekadarA.K. Hizmet Vakfı23/11/2011 tarihindeA.K. Derneğine 231,43 TL ödemişisede; iş bu bedel000 TL bedelden düşülmemiştir. Zira;A.K. Hizmet Vakfıiş bu bedeli A.K. Derneğinebağışlamıştır. Yapılan ödemegeri ödeme olmayıp bağış olduğundan mahkememizce dikkate alınmamıştır. Davalıların bu yöndeki itirazlarına mahkememizce itibar edilmemiştir. Bu olgular karşısında; davacınıniş bu davalılara yönelik davasında davacının davasının kabulüne karar vermek gerekmiştir. ..." Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/5/2013 tarihli ve E.2013/3020, K.2013/8229 sayılı ilamıyla yargılama gideri ile ilgili kısım düzeltilmek suretiyle hüküm onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 23/12/2013 tarihli ve E.2013/16231, K.2013/20342 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.Ret kararı 29/1/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, 27/2/2014 tarihinde başvurucular tarafından bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bu arada başvurucular Zafer Dok, Deniz Oral ve Huriye Dok'un murisi K. Dok ile diğer başvurucular hakkında Derneği zarara uğratmak suçundan Ankara Asliye Ceza Mahkemesinin E.2005/176 sayılı dosyasında dava açılmış; Mahkeme 14/11/2006 tarihli ve K.2006/941 sayılı kararı ile sanıkların 6/10/1983 tarihli ve 2908 sayılı mülga Dernekler Kanunu'nun maddesinin ikinci fıkrası gereği cezalandırılmalarına ve cezanın ertelenmesine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkememizin kanaatine göre; Her iki olayda dernek zarara uğratılmıştır. Piyango Gelirinin Dağıtılması:Dernekler kanunu ve medeni kanunun ilgili hükümlerin birlikte değerlendirildiğinde açıkça görüleceği gibi, dernekler kazanç paylaşma dışında kanunlarla yasaklanmayan belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmek üzere bir araya gelen gerçek kişilerin oluşturdukları tüzel kişiliklerdir. Dernek organlarında görev alarak daha aktif çalışma konusunda istekli üyelerin bu organlarda görev alarak çalıştıkları, bu kişilerin çalışmalarında iktisadi bir amaçlarının da olamayacağı muhakkaktır, yani gerçek kişiler üyesi oldukları derneklerin amaçlarını gerçekleştirirlerken gönüllü olarak bu etkinliklere katılır ve karşılık veya kar amacı gütmezler, derneklerin organlarında görev yapan üyelerine ücret veya hakkı huzur adı altında ödeme yapılamaz, oysa satılan biletler kaşılığı olarak yapılan ödemelerin tamamı kişilerin kendi beyanları doğrultusunda keyfi olarak yapılmış, harcamalar karşılığında herhangi bir belge ibraz edilememiştir.Ayrıca sanki biletlerin tamamı görevli kişilerce satılmışçasına herkesin sattığı biletle orantılı olarak görevlilere (ki bunların çoğunluğu dernek yönetim kurulu üyesi yada şube görevlisidir.) Yüksek miktarda paralar ödenmiştir.Bununla kalınmamış sanki 81000 adet bilet vakıfça satılmış gibi gösterilerek Vakfa da 000 TL aktarılmıştır.Dernek genel yönetimi tarafından 20/4/2002 tarihinde alınan 406 sayılı karar gereği, yardım toplama faaliyetinin başarısızlığa uğramaması amacıyla vakıftan piyango biletlerinin satışı konusunda yardım istenmiştir, bu karar gereğince dernek yöneticileri Eyyüp Doğan, Mehmet Ali Bakıcı ile vakıf yöneticileri Mustafa Kemal Dok ve Necati Ünver arasında 22/4/2002 tarihinde imzalanan protokolde derneğin sattığı biletlerin toplam bedelinin % 40 ını satış organizasyonu karşılığında çekilişten sonraki bir tarihte bağış makbuzu mukabilinde vakfa aktaracağı belirlenmiş, sonra dernek tarafından vakfa tanesi 5 TL den 000 adet satılan bilet karşılığı 000TL ödenmiştir.1 Haziran 2002 tarihinde çekilişi yapılan eşya piyangosunun ardından Milli Piyango Genel Müdürlüğünce bastırılan 000 adet biletten 256 adet biletin satılmadığı, 744 adet biletin ise satıldığı belirlenmiştir.Resmi kayıtlara göre satılan biletlerden 054 tanesi şubeler tarafından, 8699 tanesi merkez tarafından, 000 tanesi de vakıf tarafından satıldığı belirlenmiş ancak bilet satışı karşılığı para ödenmesi ile ilgili dökümde para ödenen kişilerin toplam 195 adet bilet sattıkları belirtilmiştir.Oysa bankalardan gelen cevabi yazılarda Z. Bankası tarafından 41146 adet T.İ. Bankası tarafından 17973 adet bilet satılmış olduğu, böylece biletlerin 59119 tanesinin yani yüzde 38'inin bankalar tarafından satıldığı belirlenmiştir.2860 sayılı yardım toplama kanunun yardım toplama faaliyetinin giderleri ile ilgili maddesinde, …eşya piyangosu düzenleyerek, kültürel gösteriler tertipleyerek, sergiler açarak, spor gösterileri, gezi ve eğlenceler düzenleyerek yardım toplama hallerinde ise giderler brüt gelirin yüzde kırkını geçemeyeceğine dair düzenleme getirilmiştir.Burada amaçlanan özellikle eşya piyangosu düzenlenmesinde esas olarak dağıtılacak hediye yada paranın bedeli ve belgelendirilecek zorunlu giderlerdir. Bu maddeden çoğunluğu dernek yöneticilerinden oluşan eşya piyangosu kuruluna emek ve masraf karşılığı bir para ödenmesine imkan veren yorum çıkarılamaz.Yukarıda belirtildiği gibi 59119 adet banka şubelerince ve hiçbir masraf talep edilmeden satılmıştır. Oysa kayıtlarda bu durum görünmemektedir. Bazı savunmalarda bu rakam vakfın sattığı 81000 bilet içinde bazı savunmalarda da emek ve masraf karşılığı para ödenen kişilerce satılan bilet için değerlendirilmektedir.Bu durumda göstermektedir ki masraflar ciddiyetten uzak denetime olanak vermeyecek şekilde düzenlenmiş ve o şekilde 2860 sayılı kanunun maddesindeki düzenleme son damlasına kadar kullanılarak brüt gelirin yüzde kırkı bu şekilde dağıtılıp, Yardım toplama kanunun maddesi kötüye kullanılmıştır.Bu nedenle, bu konuda sorumlulukları bulunan sanıklar Fermani Kurtel, Turhan İçli, Eyüp Doğan, Yücel Yılkıran, Mehmet Ali Bakıcı, Muharrem Kalıpçı, Süha Sağlam, Celal Polat, Abdülhamit Akarca ve Ufuk Gürbüzün bu eyleme katılarak suç işledikleri kanaatine varılmıştır."Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 23/12/2010 tarihli ve E.2009/2085, K.2010/13183 sayılı ilamıyla sanıklar hakkında açılan davaların zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar vermiştir. İlamın ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya incelenerek gereği düşünüldü:Koşulları oluşmadığından bir kısım sanıklar ile bir kısım sanıklar müdafiinin duruşma isteminin CMUK'nın maddesi uyarınca reddine 1- AnkaraValiliği'nin olay nedeniyle suçtan doğrudan zarar görmesi söz konusu olmadığından, davaya katılmasına karar verilmesi hukuken geçersiz ve yok hükmünde olup, hükmü temyize yetki vermeyeceğinden katılan idare vekilinin temyiz talebinin CMUK'nın maddesi gereğince REDDİNE, 2- Sanıklar MuharremKalıpcı ve Eyyüp Doğan müdafii ile sanıklar Turhan İçli, Suha Sağlam, Fermani Kurtel, Mehmet Ali Bakici, Ramazan Oral, Ufuk Gürbüz, Yücel Yılkıran, Abdulhamit Akarca, Celal Polat'ın temyiz istemlerine ilişkin incelemede:Sanıklara atılı 2908 sayılı Kanuna muhalefet etme suçu için anılan Kanunun 85/ maddesinde öngörülen cezanın süresi itibariyle, suç tarihindeyürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın 102/4 ve 104/ maddelerinde belirlenen zamanaşımının, suç tarihi ile inceleme tarihi arasında gerçekleştiği anlaşıldığından, hükmün BOZULMASINA, CMUK'nın maddesine istinaden davanın zamanaşımı nedeniyle DÜŞMESİNE, 23/12/2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi." Yine başvurucular ve bir kısım başvurucunun murisi hakkında 23/6/1983 tarihli ve 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu'na muhalefet suçundan Ankara Sulh Ceza Mahkemesinin E.2003/33 sayılı dosyasında dava açılmış; Mahkeme 8/5/2003 tarihli ve K.2003/478 sayılı kararı ile sanıkların delil yetersizliğinden beraatlerine karar vermiştir. Temyiz nedeniyle dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında iken 24/4/2003 tarihli ve 4854 sayılı Bazı Kanunlardaki Cezaların İdari Para Cezasına Dönüştürülmesine Dair Kanun gereği Mahkemeye iade edilmiş; Mahkeme 25/9/2003 tarihli ve E.2003/1081, K.2003/935 sayılı kararı ile sanıkların üzerlerine atılı suçun müeyyidesinin idari para cezasına dönüştürülmesi nedeniyle görevsizlik kararı vermiştir.B. İlgili Hukuk 2908 sayılı mülga Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:"Her ne suretle olursa olsun kendisine tevdi olunan derneğe ait para veya para hükmündeki evrak, senet veya sair malları kendisinin veya başkasının menfaatine olarak sarf veya istihlak veya rehneden veya satan, gizleyen, imha,inkar, tahrif veya tağyir eden yönetim kurulu başkanı ve üyeleri veya denetçi-ler ile derneğin sair hizmetlileri fiilleri daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde, altı aydan iki yıla kadar hapis ve onbin liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası ile cezalandırılır." 2860 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Yardım toplama faaliyetinden elde edilen mal ve paraları zimmetine geçiren kişi, kamu görevlisi olup olmadığına bakılmaksızın, Türk Ceza Kanununun zimmet suçuna ilişkin hükümlerine göre cezalandırılır." 2860 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Makbuzla, belirli yerlere kutu koymak veya bilgileri otomatik ya da elektronik olarak işleme tâbi tutmuş sistemler kullanmak suretiyle, bankalarda hesap açtırarak, yardım pulu çıkararak yardım toplama şekillerinde giderler, brüt gelirin yüzde onunu; eşya piyangosu düzenleyerek, kültürel gösteriler tertipleyerek, sergiler açarak, spor gösterileri, gezi ve eğlenceler düzenleyerek yardım toplama hallerinde ise giderler, brüt gelirin yüzde kırkını geçemez." 4/11/2004 tarihli ve 5253 sayılıDernekler Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi şöyledir:"Bu Kanun hükümlerine aykırı davrananlara uygulanacak cezalar aşağıdaki şekildedir:f) Her ne suretle olursa olsun kendisine tevdi olunan derneğe ait para veya para hükmündeki evrak, senet veya sair malları kendisinin veya başkasının menfaatine olarak sarf veya istihlâk veya rehneden veya satan, gizleyen, imha, inkâr, tahrif veya tağyir eden yönetim kurulu başkanı ve üyeleri veya denetçiler ile derneğin diğer personeli Türk Ceza Kanununun güveni kötüye kullanma suçuna ilişkin hükümlerine göre cezalandırılır. Ayrıca, mahkeme yargılama sırasında sanıkların, organlardaki görevlerinden geçici olarak uzaklaştırılmasına da karar verebilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2679 | Başvuru, Hazine tarafından açılan tazminat davasının kanun ve usule aykırı değerlendirme yapılarak kabulüne karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; Mahkeme ve Yargıtay kararlarında davanın sonucunu etkileyecek esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütüyle irtibatlı olduğu gerekçesiyle hukuki varlığına son verilen anonim şirketin kanun hükmünde kararname gereğince Hazineye devredilen taşınmazına ilişkin olarak üçüncü kişi tarafından dile getirilen mülkiyet iddiasının incelenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, adil yargılanma hakkının ve din özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1951 doğumlu olup Isparta'da ikamet etmektedir. Başvurucunun hissedarı olduğu ve Isparta ili Çünür Mahallesi'nde kâin 391 ada 8 parsel numaralı taşınmaz 2/7/2009 tarihinde 000 TL bedelle Çamdağı Turizm Eğitim ve Ticaret Anonim Şirketine (Şirket) satılmıştır. Şirketin tüm mal varlığı 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi gereğince Hazineye devredilmiştir. Başvurucu 30/6/2016 tarihinde Isparta Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) Şirket aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde, taşınmazın cami ve Kur'an kursu olarak kullanılmak şartıyla bağışlandığı oysa Şirketin bağış işlemini satış gibi göstermek suretiyle tapuda işlem yaptığı belirtilmiştir. Dilekçede, satış işleminin hileye dayalı olması sebebiyle iptali ile taşınmaz hissesinin başvurucu adına tesciline karar verilmesi talep edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi 7/4/2017 tarihli kararıyla davayı dava şartı yokluğundan reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (675 sayılı KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının yaptığı yollama uyarınca 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (670 sayılı KHK) maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince öncelikle idareye başvurulması ve talebin reddi hâlinde ise idari yargıda dava açılması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Asliye Hukuk Mahkemesi kararının tebliğinden itibaren 675 sayılı KHK'nın maddesinin (4) numaralı fıkrasında belirtilen otuz günlük hak düşürücü süre içinde -14/4/2017 tarihinde- Isparta Millî Emlak Müdürlüğüne (İdare) taşınmazın iadesi istemiyle başvurmuştur. İdare 26/4/2017 tarihli işlemle talebi reddetmiştir. İşlemin gerekçesinde, 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrasına atıfta bulunularak Şirket adına kayıtlı bulunan taşınmazların tamamının Hazine adına tescil edildiği ve başvurucunun talebiyle ilgili olarak yapılacak bir işlemin bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu ret işleminin iptali istemiyle 20/6/2017 tarihinde Isparta İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesini bireysel başvuru formuna eklememiştir. Bununla birlikte başvuru formuna eklenen İdare Mahkemesi kararından başvurucunun taşınmazı bağışladığı hâlde satış gibi gösterildiğini televizyondan öğrendiğini, dinî duyguları sömürülerek hileyle elinden alınan taşınmazının iadesi gerektiğini ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. İdare Mahkemesi 24/10/2017 tarihli kararıyla davayı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, 670 sayılı KHK'nın maddesinin (3) numaralı fıkrası hükmü hatırlatılarak kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin varlıklarının Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayıldığı belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun taşınmazdaki hissesini 2009 yılında Şirkete satmakla mülkiyet hakkının sona erdiği vurgulanarak İdarenin 670 sayılı KHK hükmü gereğince bağlı yetki içinde tesis ettiği işlemde hukuka aykırılığın bulunmadığı ifade edilmiştir. Kararda ayrıca İdare Mahkemesinin taşınmaz hissesinin satışının hata, hile ve ikrah gibi iradeyi sakatlayan durumlara dayanıp dayanmadığını araştırma yetkisinin bulunmadığı kabul edilmiştir. Kararda son olarak olayda şartlı bağışın mevcut olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 8/11/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu tarafından bireysel başvuru formuna eklenen Isparta Cumhuriyet Başsavcılığının 12/1/2017 tarihli iddianamesinden Şirketin yöneticileri B.Ç. ve A.K.Y. hakkında terör örgütü üyeliğinden başlatılan soruşturmaya başvurucunun da şikâyetçi olarak dâhil olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun taşınmazın hileyle kendisinden alınması sebebiyle şikâyetçi olduğu görülmektedir. İddianamede, şüphelilere yöneltilen suçlamalar arasında dindar vatandaşlardan arsa bağışı talep edilerek tapuda satış gibi gösterilmesinin ve bu suretle örgüte finansal destek sağlanmasının da yer aldığı anlaşılmaktadır. 667 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;...b) Ekli (II) sayılı listede yer alan özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları,...kapatılmıştır. (2) ... Kapatılan vakıf yükseköğretim kurumlarının sağlık uygulama ve araştırma merkezleri ve kapatılan diğer kurum ve kuruluşlara ait olan taşınırlar ile her türlü mal varlığı, alacak ve haklar, belge ve evrak Hazineye bedelsiz olarak devredilmiş sayılır, bunlara ait taşınmazlar tapuda resen Hazine adına, her türlü kısıtlama ve taşınmaz yükünden ari olarak tescil edilir. Birinci fıkrada sayılanların her türlü borçlarından dolayı hiçbir şekilde Hazineden bir hak ve talepte bulunulamaz. Devire ilişkin işlemler ilgili tüm kurumlardan gerekli yardımı almak suretiyle ilgisine göre Maliye Bakanlığı ... tarafından yerine getirilir. (3) Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği veya iltisakı ya da bunlarla irtibatı belirlenen ve ekli listelerde yer almayan özel ve vakıf sağlık kurum ve kuruluşları, özel öğretim kurum ve kuruluşları ile özel öğrenci yurtları ve pansiyonları, vakıflar, dernekler, vakıf yükseköğretim kurumları, sendikalar, federasyonlar ve konfederasyonlar, ilgili bakanlıklarda bakan tarafından oluşturulacak komisyonun teklifi üzerine bakan onayı ile kapatılır. Bu fıkra kapsamında kapatılan kurum ve kuruluşlar hakkında da ikinci fıkra hükümleri uygulanır...." 670 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık);her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya,gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.... (3) Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır ... (4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar...." 675 sayılı KHK'nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.... (4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37751 | Başvuru, terör örgütüyle irtibatlı olduğu gerekçesiyle hukuki varlığına son verilen anonim şirketin kanun hükmünde kararname gereğince Hazineye devredilen taşınmazına ilişkin olarak üçüncü kişi tarafından dile getirilen mülkiyet iddiasının incelenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, adil yargılanma hakkının ve din özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kesinleşmiş menfi tespit kararına rağmen para cezasının kaldırılmaması, yargılamanın yenilenmesi isteğinin haksız olarak reddedilmesi, yargılamanın uzun sürmesi ve lehe verilen hükmün bekletici mesele yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/8/2004 tarihli ipotek sözleşmesiyle 18 numaralı bağımsız bölüm üzerinde alacaklı N.G. lehine 500 TL bedelli ipotek tesis etmiştir.A. İpoteğin Kaldırılmasına (Fekki) İlişkin Yargılama Süreci Başvurucu 13/10/2005 tarihli dava dilekçesiyle maliki olduğu taşınmaz üzerinde alacaklı N.G. lehine ipotek tesis edilmişse de borcun ödenmesi nedeniyle ipoteğin fekkine ve tapudan terkinine karar verilmesini istemiştir. Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi 26/2/2008 tarihli kararla başvurucunun dayanmış olduğu 5/8/2004 tarihli anlaşma başlıklı belgede alacaklıya atfen atılmış bulunan imzaların alacaklının eli ürünü olmaması nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Hüküm başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 30/9/2009 tarihli kararla ipotek akdinin çerçevesini tayin eden resmî akit tablosunun içeriğinden ipoteğin teminat ipoteği niteliğinde olduğu ve akit tablosunda zikredilen senetlerin ödenmiş olması hâlinde bu niteliğini yitireceğine ve senetlerin başvurucunun elinde bulunması durumunda bu hususun borcun ödendiğine karine teşkil edeceğine işaret ederek bu hususun değerlendirilmesi amacıyla ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi bozmaya uymuş ve 9/3/2010 tarihli kararla zikredilen senetlerin başvurucunun elinde bulunması borcun ödendiğine dair karine teşkil ettiğinden ipoteğin fekkiyle tapudan terkinine karar vermiştir. Davalı N.G. tarafından temyiz edilen hüküm Yargıtay denetiminden geçerek 17/1/2011 tarihinde karar düzeltme isteğinin reddi sonucunda kesinleşmiştir.B. İhalenin Feshine İlişkin Yargılama Süreci Alacaklı N.G. 6/8/2004 tarihli ipotek sözleşmesine dayalı olarak başvurucu hakkında 1/11/2005 tarihinde ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi başlatmıştır. Takibin kesinleşmesi üzerine 22/5/2008 tarihinde taşınmazın ihalesi yapılmıştır. Başvurucu anılan ihalenin feshi talebinde bulunmuş ve Bakırköy İcra Hukuk Mahkemesinin 12/11/2008 tarihli kararıyla ihale feshedilmiştir. İlk ihalenin feshinden sonra taşınmaz ikinci kez ihaleye çıkarılmış ve alacağa mahsuben ipotek alacaklısı N.G.ye satılmıştır. Başvurucu ihaleye hazırlık aşamasındaki ve ihale sırasındaki usulsüzlükler nedeniyle ihalenin feshi talebinde bulunmuştur. Bakırköy İcra Mahkemesi 15/6/2010 tarihli kararla ihaleye fesat karıştırıldığına dair delil bulunmadığından davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, başvurucunun ipoteğin fekki yönündeki Mahkeme kararının kesinleşmesinin beklenmesi yönünde bir talebi bulunuyorsa da bu husus 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun maddesinde düzenlenen ihalenin feshi nedenleri arasında bulunmadığından bekletici mesele yapılmasına yer bulunmadığını belirtmiş ve başvurucunun ihale bedelinin %10 oranında para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/3/2011 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. İhaleye konu 18 numaralı bağımsız bölüm hâlen başvurucu adına kayıtlı olup üzerindeki ipotek şerhi kaldırılmıştır. Öte yandan Bakırköy İcra Müdürlüğünün 14/5/2012 tarihli kararıyla takibin ve ipoteğin kesinleşen Mahkeme kararıyla iptali nedeniyle ihalenin feshi dosyası işlemden kaldırılmıştır. Menfi Tespit İsteğine İlişkin Yargılama Süreci Başvurucu 14/3/2008 tarihli dilekçeyle N.G.den almış olduğu 500 TL'lik maldan kaynaklanan borcunu ödemesine rağmen taşınmaz üzerindeki ipotek kaldırılmadığı gibi alacaklı tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatıldığını belirterek borçlu olmadığının tespitine ve ipoteğin fekkine karar verilmesini istemiştir. Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi 7/2/2012 tarihinde ipoteğin fekkine ilişkin mahkeme kararı daha önceden kesinleştiğinden bu hususta yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına ve yine aynı Mahkeme kararında başvurucunun borçlu olmadığı yönünde tespit bulunduğundan ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takip nedeni ile davalıya borçlu bulunmadığının tespitine karar vermiştir. Hüküm temyiz edilmeden 11/4/2012 tarihinde kesinleşmiştir. İhalenin Feshi Davası Sonucunda Verilen Para Cezasına İlişkin Yargılama Süreci Ayvalık Vergi Dairesi Müdürlüğü Bakırköy İcra Hukuk Mahkemesinin 15/6/2010 tarihli kararının kesinleşmesi üzerine başvurucuya ilgili kararda öngörülen para cezasının tahsili amacıyla ödeme emri göndermiştir. Başvurucu, ihalenin feshi davasının aleyhe sonuçlanmasından sonra icra takibinin dayanağını oluşturan ipoteğin Mahkeme kararıyla kaldırıldığını ve bu karar üzerine icra müdürlüğünün ihaleyi feshettiğini belirterek yasal dayanağı kalmayan para cezasına ilişkin ödeme emrinin iptaline karar verilmesini istemiştir. Balıkesir İdare Mahkemesi 25/2/2014 tarihli kararla icra hukuk mahkemesi kararının kesinleşmesiyle başvurucuya para cezası tahakkuk ettirildiği ve kamu alacağı niteliğindeki para cezasının ödenmemesi nedeniyle düzenlenen ödeme emrinin iptali için ileri sürülen nedenlerin kanunda belirtilen nedenler arasında sayılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu hükme itiraz etmiş, Bursa Bölge İdare Mahkemesi 12/6/2014 tarihli kararla itirazı reddetmiştir.E. Yargılamanın Yenilenmesine Talebine İlişkin Yargı Süreci Başvurucu, 5/11/2012 tarihli dilekçesiyle ipoteğin fekkine ve borçlu olmadığının tespitine ilişkin mahkeme kararları uyarınca takip dosyasındaki satış işlemi kaldırılarak eski hâle getirildiğinden icra takibi sırasında yapılan ihalenin feshi isteğinin reddi üzerine hükmedilen para cezasının hukuki dayanağının kalmadığını belirterek yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Bakırköy İcra Hukuk Mahkemesi 16/5/2013 tarihli kararla başvurucu tarafından yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak ileri sürülen hususlar daha önceden temyiz sebebi olarak ileri sürüldüğünden isteğin reddine karar vermiştir.Başvurucu hükmü temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 30/4/2014 tarihli onama ve 13/11/2014 tarihli karar düzeltme isteğinin reddine dair kararlarıyla hüküm kesinleşmiştir. Nihai karar 15/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 14/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/879 | Başvuru, kesinleşmiş menfi tespit kararına rağmen para cezasının kaldırılmaması, yargılamanın yenilenmesi isteğinin haksız olarak reddedilmesi, yargılamanın uzun sürmesi ve lehe verilen hükmün bekletici mesele yapılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranındaki para cezasının Hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 17/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 12/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36049 | Başvuru, icra müdürlüğünce yapılan ihalenin feshi için açılan dava sonunda ihale bedelinin %10'u oranındaki para cezasının Hazineye irat kaydına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 25/1/2010 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü aleyhine açılan işçi ve işveren ilişkisinden kaynaklanan alacak davasında 21/10/2010 tarihli karar ile 487,94 TL alacağın 500 TL'lik kısmının dava tarihinden, kalan kısmının ıslah tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmedilmiş; karar Yargıtay Hukuk Dairesince 23/12/2010 tarihinde onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. İlgili idare tarafından 19/1/2017 tarihinde, başvurucu tarafından ise 23/1/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan beyanlar ile söz konusu alacağa ilişkin henüz herhangi bir ödeme yapılmadığı ifade edilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11958 | Başvuru, kamu kurum ve kuruluşları aleyhine verilmiş, ekonomik değere ilişkin ve icra edilebilir bir yargı kararının uzun süre icra edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öğrencilik statüsünün kazanılmamış olduğundan bahisle yükseköğretim kurumu ile ilişiğin kesilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu veeklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 9/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık tarafından herhangi bir görüş bildirilmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, özel yetenek sınavı ile öğrenci alan Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulunun (BESYO) 2011-2012 eğitim-öğretim yılı için açmış olduğu öğrenci alımı sınavına girmiştir. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yayımlanan "2011 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu"nda söz konusu Üniversitenin Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği Programı için yirmisi bayan, otuzu erkek toplam elli kontenjan bulunduğu ilan edilmiştir. Başvurucu, sınav sonucunda erkek adaylar arasında sırada yer alarak asıl listeye girememiştir. Üniversitenin resmî İnternet sayfasında 2011-2012 eğitim-öğretim yılı kesin kayıt işlemleri ve kayıt tarihlerine ilişkin duyuruda asıl kayıt tarihinin 12/9/2011, yedek kayıt tarihinin ise 13/9/2011 olduğu açıklanmış; asıl ve yedek öğrencilerin kayıtlarının yapılmasından sonra boş kontenjan olması durumunda 21/9/2011 tarihinde internetten boş kontenjanların ilan edileceği ve kayıtların 23/9/2011 tarihinde yapılacağı belirtilmiştir. Ege Üniversitesi BESYO Müdürlüğü tarafından sınavı asıl olarak kazananların yer aldığı elli kişilik öğrenci listesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığına gönderilmiştir. Anılan Bölümün Öğrenci İşlerince asıl listede sınavı kazanan on bir bayan ve on beş erkek adayın son kayıt tarihi olan 12/9/2011 tarihi itibarıyla kayıt yaptırmadığının tespit edilmesi üzerine başarı sıralamasına göre hazırlanan yedek liste, Üniversitenin resmî İnternet sitesinden ilan edilmiş ve listede yer alan adaylardan başvuranların kaydı 13/9/2011 tarihinde yapılmıştır. Aynı gün kayıt işlemlerinin kontrolü sırasında asıl listede olan on kız ile on iki erkek öğrencinin kaydını yaptırdığı hâlde belgelerinin personel hatası nedeniyle dikkate alınmadığı fark edilmiş ve aslındaasıl listeden sadece bir kız ve üç erkek öğrencinin kayıt yaptırmadığı anlaşılmıştır. Hatanın fark edilmesi üzerine yedek listelerden kaydı yapılan on sekiz öğrenci için 14/9/2011 tarihli ve 6122 sayılı yazı ile Yükseköğretim Kurulundan (YÖK) 2011-2012 eğitim-öğretim yılına mahsus olmak üzere kontenjan sayısının altmış sekize çıkarılması talebinde bulunulmuştur. Öte yandan 21/9/2011 tarihli duyuru ile ikinci yedek liste ilan edilerek üç erkek ve bir kız öğrenci için daha kontenjan açıldığı duyurulmuştur. Anılan duyuru üzerine başvurucu, aynı zamanda Celal Bayar Üniversitesinde aynı bölümü asıl olarak kazanmış olmasına rağmen bu programdaki kaydını sildirerek 23/9/2011 tarihinde Ege Üniversitesi BESYO'ya kayıt yaptırmıştır. Bu arada kontenjan artırım talebinin YÖK tarafından 22/9/2011 tarihli karar ile reddedildiği 27/9/2011 tarihinde idareye tebliğ edilmiştir. Bu gelişme üzerine Ege Üniversitesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığının 19/10/2011 tarihli ve 7894 sayılı işlemiyle YÖK'ün kontenjan artırımı talebini reddettiğinden bahisle yedek liste üzerinden kayıt olan yirmi iki öğrencinin Üniversite ile ilişikleri kesilmiştir. Başvurucu, ilişiğinin kesildiğini 26/10/2011 tarihinde Üniversiteye geldiğinde öğrenmiş ve bunun üzerine dava açma süresi içinde İzmir İdare Mahkemesinde anılan işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle dava açmıştır. İzmir İdare Mahkemesi 14/12/2011 tarihli ve E.2011/2173 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulması istemini reddetmiş, anılan karara itiraz edilmesi üzerine İzmir Bölge İdare Mahkemesi tarafından 17/1/2012 tarihli ve Y. İtiraz No: 2012/104 sayılı karar ile itirazın kabulüne ve İdare Mahkemesince yürütmenin durdurulması isteminin reddi yolunda verilen kararın kaldırılmasına oyçokluğu ile karar verilmiştir. Anılan karar üzerine başvurucu, söz konusu okulda öğrenci olarak eğitim almaya devam etmiştir. İzmir İdare Mahkemesi 8/5/2012 tarihli ve E.2011/2173, K.2012/914 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"..., davacının idarenin personelinin açık hataya düşerek yaptığı işlemler nedeniyle hukuka aykırı biçimde kontenjan fazlası olarak 23/9/2011 tarihinde yapılan kaydının, idari istikrar süreleri geçirilmeksizin dava konusu 19/10/2011 tarihli işlemle geri alınarak, okuluyla ilişiğinin kesilmesine ilişkin işlemde, yasal ve hukuksal aykırılık bulunmamaktadır.Diğer yandan... yönetim hukuku alanında daha çok kamu görevlilerinin hukuka aykırı olarak idarece yapılan terfi ve yükselmelerinin ya da parasal hakları yönünden yapılmış ödemelerinin geri alınmasına ilişkin işlemlere yönelik uyuşmazlıklara ilişkin olarak Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararları ile oluşturulan ilkelerin, yönetsel yargı yerlerince başkaca uyuşmazlıklarda özgülenerek uygulanageldiği bilinmektedir. Bu ilkeler çerçevesinde, kural olarak bireyin hilesi ya da yanıltması olmadan idarece hukuka aykırı olarak tesis edilen ve birey yönünden belli bir süre uygulanarak öznel kazanımlar oluşturan işlemler ancak 'dava açma' süreleri içinde idarelerce geri alınabilecektir. Ancak aykırılık, açık hata ya da işlemin 'yok' sayılmasını gerektirecek derecede hukuksal sakatlıktan kaynaklanıyor veya işlem bireyin kolayca anlayabileceği kadar açık aykırılıklar taşıyor ise idarece her zaman geri alınabilecektir. Bu anlamda, 'mevzuat hükmünün yoruma ihtiyaç göstermeyecek kadar açık olduğu, idare edenlerin kasıt ya da ihmal içinde olmadıkları sürece, hükmü uygularken hataya düşmelerinin beklenemeyeceği hallerde, maddi olaya ve mevzuatın açık hükmüne aykırı davranılmış ve bu durum da işlemi yok denilecek kadar sakatlamış ise idarenin açık hatasından söz edilebilir.' (Bu niteleme için Danıştay Dairesinin 18/5/2005 gün, 2003/4745 E., 2005/2591 K. sayılı kararına bakılabilir.) Diğer yandan, hukuka aykırı işlemlere dayanılarak elde edilen kazanımların korunmasında önemli koşullardan biri de kazanımların salt öznel nitelikte olması ve kamu yararı ile çelişmemesi koşulu olmaktadır.Olayda, her ne kadar davacının kontenjan fazlası olarak öğrencilik kaydının yapıldığı süreçte idarece hukuka aykırı olarak tesis edildiği görülen işlemlerin tarafı olmadığı ve bu nedenle işlemlerin tesis edilmesinde kişisel olarak idareyi yanıltması olanağı bulunmadığı görülmekte ise de, Mahkememizce anayasal düzeyde koruma gören eğitim hakkının kullanılmasında, ülkemizin olanaklarının kısıtlılığı nedeniyle fırsat eşitliğini de sağlamak üzere getirilmiş olan kuralların getirdiği sınırlamalar karşısında; bu kurallara aykırı olarak idarece 'açık hata'ya düşülerek yapıldığı görülen öğrenci kaydının iptal edilmesinde hukuk güvenliği ve idari istikrar ilkelerine aykırılık bulunmamaktadır.Diğer yandan, davacının hata ya da hilesi bulunmadan salt davalı idarenin açık hatasına dayanılarak elde edilen öğrencilik hakkının korunmasının tek yolunun, davalı Üniversitedeki öğrencilik hakkının fiilen sürdürülmesi ya da fiili durumun hukuksallaştırılması olmamalıdır. Hukuk sistemimizde, dava konusu işlem nedeniyle davacıların özellikle başka alan ve üniversitelerde eğitim hakkının kullanılmasının engellenmiş olması bakımından, varsa idarenin işlemlerinden kaynaklanan hukuksal sorumlulukları nedeni ile kullanılabilecek başkaca hukuksal yolların bulunduğu da açıktır...." Kararın gereğini yerine getirmek üzere Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulunun 17/7/2012 tarihli ve 16/8 sayılı Yönetim Kurulu kararı ile başvurucunun kaydı 30/7/2012 tarihi itibarıyla silinmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 29/1/2013 tarihli ve E.2012/7362, K.2013/431 sayılı kararıyla onanmış; başvurucunun karar düzeltme talebi yine aynı Dairenin 19/12/2013 tarihli ve E.2013/6787, K.2013/10513 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 28/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 2880 sayılı Kanun’un maddesi ile değişik "Yükseköğretim Kurulunun görevleri" kenar başlıklı maddesinin (h) bendi şöyledir: ."Üniversitelerin her eğitim - öğretim programına kabul edeceği öğrenci sayısı önerilerini inceleyerek kapasitelerini tespit etmek; insangücü planlaması, kurumların kapasiteleri ve öğrencilerin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda ortaöğretimdeki yönlendirme esaslarını da dikkate alarak öğrencilerin seçilmesi ve kabul edilmesi ile ilgili esasları tespit etmek" Aynı Kanun'un "Yükseköğretime giriş ve yerleştirme" kenar başlıklı ve 30/3/2012 tarihli ve 6287 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik maddesinin (a) bendi şöyledir: "Yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme işlemleri imkân ve fırsat eşitliğini sağlayacak tedbirleri almak kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılır." Danıştay Sekizinci Dairesinin 17/10/2014 tarihli ve E.2013/4561, K.2014/7192 sayılı kararı şöyledir: "Dava, davacıların çocuğunun 2009 tarihinde girmiş olduğu ÖSS cevap anahtarının kaybolmuş olması nedeniyle uğradıklarını öne sürdükleri toplam 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi zararın sınav tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince; baba tarafından çocuğun eğitim ve öğretim giderleri için harcamalar yapılacağı açık olduğundan; son yıl eğitim masrafı olan 000,00 TL ile yiyecek, giyecek, ulaşım vb. masraflar için talep edilen ve koşullara uygun olduğu kanaat getirilen 600,00 TL zararın davacılara ödenmesi gerektiği, manevi tazminata ilişkin olarak da tazminat isteminin kısmen kabulü ile takdir olunan toplam 500,00 TL'nin ödenmesine karar verilmiştir. İdare ve vergi mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenip bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin fıkrasında yazılı nedenlerin bulunmasına bağlıdır.İdare Mahkemesince maddi tazminat isteminin kısmen kabulü, kısmen de reddi yönünde verilen karar vedayandığı gerekçe usul ve yasaya uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından,kararın bu kısımlarının onanması gerekmektedir. Davacıların, İdare Mahkemesi kararının manevi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmı yönünden temyiz istemine gelince;Manevi tazminat, mal varlığında (patrimuanda) meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, manevi tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın yaşanan manevi acı ile orantılı olması gerekmektedir.Ayrıca manevi zararın tazminine hükmedilirken ilgililerin sosyal ve ekonomik durumu dikkate alınarak olay nedeniyle duyduğu elem ve ızdırabın kısmen giderilmesini ifade edecek, idarenin hukuka aykırılığını ortaya koyacak ve hukuka aykırılığı özendirmeyecek bir miktarın belirlenmesi gerekmektedir.Dava konusu olayda olduğu gibi, özellikle üniversitelere giriş sınavlarının gelecek kaygısıyla gerek çocuk üzerinde gerekse de veliler üzerinde çok ciddi bir stres ve endişe kaynağı olduğu tartışmasızdır. Bu yönüyle kamu hizmeti gören idarelerin azami dikkatli davranmaları önem arz etmektedir. Buna göre çocuğun en azından bir yıl üniversiteye geç girmesine neden olan idarenin kusuru, olayın oluş şekli ve zararın niteliği dikkate alındığında, mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının, duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa giderecek düzeyde olmadığı görülmektedir.Bu durumda, anne-baba ve öğrenci için mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan, manevi tazminatın amaç ve niteliği dikkate alınarak yukarıda belirtilen ölçütlere göre Mahkemece yeniden belirlenmesigerekmektedir.Açıklanan nedenlerle, Ankara İdare Mahkemesi kararının; maddi tazminata ilişkin kısmının onanmasına, manevi tazminata ilişkin kısmının ise bozulmasına, bozulan kısım hakkında yeniden karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,... karar verildi" Yine Danıştayın anılan Dairesinin 18/7/2005 tarihli ve E.2005/410, K.2005/3559 sayılı karar düzeltme talebinin reddine ilişkin kararı da şöyledir: "Davacının mezun olduğu alanın ÖSYM'ye yanlış bildirilmesi nedeniyle ÖSS puanının düşük hesaplanması sonucu uğradığını öne sürdüğü 972 lira maddi, 000 lira manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan davada; davacının mezun olduğu alanın okul idaresince ÖSYM'ye yanlış bildirilmesi nedeniyle puanın düşük olarak hesaplandığı ve bu sebeple İstanbul Bilgi Üniversitesinde okumak zorunda kaldığının anlaşıldığı, hukuka aykırılığı mahkeme kararı ile tespit edilen işlemler nedeniyle davacının İstanbul Bilgi Üniversitesine yatırdığı döviz karşılığı Türk lirasının tazmini gerekeceği, olayda ÖSYM' nin herhangi bir kusuru bulunmadığı, kusur okul idaresinden kaynaklandığından bu paranın Milli Eğitim Bakanlığınca maddi tazminat olarak davacıya ödenmesi gerektiği, davacının manevi tazminat istemine gelince; idarenin açık hatası sonucu davacının yanlış olarak yerleştirildiği okulda 1 yıl okumak zorunda kaldığı ve öğrenim hayatının gereksiz yere bir yıl uzadığı için olaydan duyulan elem ve ızdırabını kısmen de olsa hafifletmek amacıyla -lira manevi tazminatın olayda kusuru bulunan Milli Eğitim Bakanlığınca davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle maddi tazminat isteminin kısmen kabulü ile toplam 062 lira maddi tazminatın olayda kusuru bulunan Milli Eğitim Bakanlığınca Ankara İdare Mahkemesindeki iptal davasının açılma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat isteminin reddine, ÖSYM'nin dava konusu olayda hizmet kusuru bulunmaması nedeniyle anılan idare yönünden davacının maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminatın kısmen kabulü ile 000 lira manevi tazminatın davalı Milli Eğitim Bakanlığınca davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine, manevi tazminata yasal faiz yürütülmemesine karar veren Ankara İdare Mahkemesinin 2003 gün ve E:2002/1060, K:2003/1204 sayılı kararını temyizen inceleyerek; maddi tazminat isteminin kısmen kabulü ile toplam 062 lira maddi tazminatın olayda kusuru bulunan Milli Eğitim Bakanlığınca Ankara İdare Mahkemesindeki iptal davasının açılma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminatistemininreddine,ÖSYM' nindava konusuolaydahizmetkusurubulunmaması nedeniyle anılan idare yönünden davacının maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminatın kısmen kabulü ile 000 lira manevi tazminatın davalı Milli EğitimBakanlığınca davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine ilişkinkısmının onanmasına, manevi tazminata yasal faiz uygulanması isteminin reddine ilişkin kısmının bozulmasına karar veren Dairemizin 2004 gün ve E:2004/1068, K:2004/3367 sayılı kararının; 2577 sayılı Yasanın maddesi uyarınca düzeltilmesi istemi,...İstemde bulunanlar tarafından öne sürülen düzeltme nedenleri ise sözü edilen maddede belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymadığından, yasal dayanağı olmayan düzeltme istemlerinin reddine,... karar verildi." | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2753 | Başvuru, öğrencilik statüsünün kazanılmamış olduğundan bahisle yükseköğretim kurumu ile ilişiğin kesilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir tutukluluğun devam ettiği gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 29/7/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/10/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 4/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği ile ekleri 6/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiş, Adalet Bakanlığı, görüşünü 4/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 5/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı beyanlarını 10/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan soruşturma kapsamında 21/3/2008 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 24/3/2008 tarihli ve 2008/44 sayılı kararıyla tutuklanmıştır. Soruşturma sonucunda başvurucunun, kamuoyunda "Ergenekon Davası" olarak bilinen ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 2008/209 E. sayılı dava kapsamında cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Bu dava aynı mahkemenin 2009/191 E. sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Son olarak 12/7/2013 tarihinde tutukluluk halini inceleyen Mahkeme başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli ve 2013/493 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 26/7/2013 tarihinde başvurucu müdafiine tebliğ edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 5/8/2013 tarihli kararıyla başvurucunun üzerine atılı suçlardan mahkumiyetine ve hükümle birlikte tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, 29/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:“Mahkemece iptaline karar verilen kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya bunların belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Mahkeme gerekli gördüğü hâllerde, Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabilir.” 3713 sayılı Kanun’un maddesinin beşinci fıkrası şöyledir:“Türk Ceza Kanununun 305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeleri hariç olmak üzere, İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” 5237 sayılı Kanun’un maddenin (5) numaralı fıkrası şöyledir:“Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5885 | Başvuru, tutukluluğun yasal dayanağının olmadığı ve makul olmayan bir süredir tutukluluğun devam ettiği gerekçesiyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 0 |
Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/11288 | Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından meskenine saldırı yapıldığı dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ile mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 1/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 22/10/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlığın 22/10/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; Batman ili Sason ilçesi Sarıyayla köyünde ikamet etmekte iken 15/6/1994 tarihinde meskenine PKK tarafından baskın yapıldığını, bu özel durumdan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 26/1/2006 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. 7/1/2011 tarihli ve 2011/1-202 sayılı Komisyon kararında; dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca köy boşaltılmadığından, kişiye yönelik tehdit ve saldırı olmadığından bahisle talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/880, K.2011/1290 sayılı kararı ile “... 1987-2000 yılları arasında Sarıyayla Köyü’nde GKK ve GÖKK görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 25 hanenin ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 1178, 1997 yılında 605, 2000 yılında 777 kişi olduğu, ... 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği, ... Sarıyayla Köyü İlköğretim Okulu'nun eğitim ve öğretime açık olduğu, ... Sarıyayla Köyü, Karayün Mezrası Köyü hâlkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı...” gerekçesine dayanılarak davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 31/1/2013 tarihli ve E.2012/4055, K.2013/611 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Onama kararının 4/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edildiği ve 20/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4270 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından meskenine saldırı yapıldığı dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ile mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 24/1/1994 tarihinde açtığı kadastro tespitine itiraz davası yerel Mahkemenin 25/9/2014 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18677 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucuların yakınlarına karşı işlenen kasten öldürme suçuna ilişkin yürütülen soruşturma ve açılan kamu davasının dokuz yılı aşkın bir süredir devam etmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların kardeşi ve babası olan Halil Aslan 9/3/2007 tarihinde öldürülmüş ve Siverek Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda 2/8/2007 tarihli iddianameyle şüpheliler A., R.A ve A hakkında Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/135 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Siverek Cumhuriyet Başsavcılığının 3/8/2008 tarihli iddianamesiyle ise şüpheli İ.A. hakkında Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/136 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır. Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 8/8/2007 tarihli kararıyla aralarında hukuki ve fiilî bağlantı olduğu gerekçesiyle davaların birleştirilmesine ve yargılamanın 2007/135 sayılı dava dosyasında yürütülmesine karar verilmiştir. Sonrasında 22/1/2008 tarihli iddianameyle kasten insan öldürme, kasten yaralama, taksirle yangına sebebiyet verme, ruhsatsız silah bulundurma suçlarını işlediği iddiasıyla şüpheli A. hakkında kamu davası açılmış; Mahkemenin 22/1/2008 tarihli kararıyla bu dava Mahkemenin E.2007/135 sayılı dava dosyasında birleştirilmiştir. Siverek Cumhuriyet Başsavcılığının 9/11/2009 tarihli ek iddianamesiyle şüpheli A. hakkında tehdit suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Mahkemenin 19/11/2009 tarihli kararında, meydana gelen olay şöyle özetlenmiştir:"Sanık R.A.'nın bakkal dükkanında hırsızlık olayı gerçekleşmesi üzerine, bu şahısların hırsızlık olayını kimin gerçekleştirdiği hususunda yaptıkları araştırma sonucunda, şüphelendikleri müşteki A.'nın kardeşi A.'nın bu hırsızlık olayını gerçekleştirebileceğini düşündüklerini, 9/3/2007 günü saat 19:00 sıralarında sanık A.'nın ve kardeşi İ.A.'nın müşteki A. ile yolda karşılaştıkları ve konuşmak için hırsızlık olayının meydana geldiği dükkana geldikleri, dükkanda hırsızlık olayı ile ilgili olarak müşteki A. ile sanıklar A., R.A., ve İ.A.'nın konuştukları, müşteki A.nın hırsızlık olayını kendisinin gerçekleştirmediğini, ancak R.İ.'nın yapmış olabileceğini ifade ettiği, bunun üzerine İ.A.'nın A. ile R.İ.'yi yüzleştirmek için dükkana getirdikleri, bu kişilerin tartıştıkları, bu sırada olay yerine sanık A.'nın geldiği, sanık A.'nın A..yı içeri çektiği, dükkan içinde sanıkların A.'yı tekme tokat ve ele geçirilemeyen soplarla vurdukları, bu sırada A.'nın müşteki A.'nın “silah almaya gidiyorum, seni öldüreceğim” demek suretiyle dükkandan ayrıldığı, bu sırada müşteki A.'nın babası Veysi Aslan’ı arayarak olayı anlattığı, Veysi Aslan’ın da Siverekte olan kardeşi Halil Aslan’ı arayarak olay yerine gitmesini istediği, maktul Halil Aslan’ın yanında tanık S.K. olduğu halde saat 20:00 sıralarında olayın geçtiği dükkana geldiği, maktulün dükkana geldiği sırada sanık A.'nın da dükkana dönmüş olduğu, maktul ile sanıkların müşteki A.'nın hırsızlık yapıp yapmadığı hususunda tartışmaya başladıkları, bir müddet sonra tartışmanın kavgaya dönüştüğü, sanıklardan R.A, A., A ve İ.A.nın maktul Halil Aslan'ı dövmeye başladıkları, kavga sırasında maktul Halil Aslan’ın A.'ya tokat attığı, bunu gören R.A.'nın maktulü kastederek vurun öldürün gibi sözler söylediği, R.A.'nın sözünden etkilenen sanık A.nın dükkanın kapısının yanına çekilerek dükkandan ayrıldığı sırada getirdiği ruhsatsız tabanca ile Halil Aslan’ı hedef gözeterek ateş ederek öldürdürdüğü, maktül Halil Aslan’ın vurulmasından sonra bu sanıkların hep birlikte maktulü sürükleyerek dükkan dışına çıkardıkları, olay muhalinden uzaklaşmak istedikleri, dükkanın darabalarını indirerek uzaklaştıkları sırada elektriğe bağlı olarak çalışan sobanın bu sanıkların telaşı sonucu devrildiği, ve dükkan içerisinde dışarısı ve çevre için tehlike arz etmeyecek şekilde bir kısım dükkan eşyasının yanmasına sebebiyet verdiği, bu yangının gelen itfaiye görevlilerince söndürüldüğü, olaydan sonra kaçan ve yakalama emirlerine rağmen A., R.A. ve İ.A.'nın yakalanıp savunmalarının alınamadığı, olay yerinde ele geçirilen kovan ve merminin A.'nın teslim ettiği tabancadan atıldığının tespit edildiği, her ne kadar sanık A.'nın maktulü kendisinin ateş ederek öldürdüğünü beyan etmiş ise de, bu beyanı kardeşini adama öldürme suçundan cezalandırmadan kurtarmaya yönelik olduğunu iddia ettiği anlaşılmıştır." Mahkemenin 19/11/2009 tarihli kararıyla sanıklar A., R.A ve İ.A hakkında kasten insan öldürme, kasten yaralama, taksirle yangına sebebiyet verme, tehdit, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçları yönünden açılan kamu davalarının ayrılmasına karar verilmiştir. Sanık A.nın Halil Aslan'ı öldürdüğü, müşteki A.ya karşı kasten yaralama suçunu işlediği kabul edilerek yaklaşık 26 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına; taksirle yangına sebep olma suçundan beraatine karar verilmiştir. Diğer sanık A.nın ise Halil Aslan'ın kasten öldürülmesine yardımcı olduğu, müşteki A.ya karşı kasten yaralama suçunu işlediği, suç üstlenme suçunu işlediği gerekçesiyle yaklaşık on bir yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına; taksirle yangına sebep olma suçundan ise beraatine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 17/2/2011 tarihli kararıyla aynı müteveffa ve mağdura yönelik öldürme ve yaralama suçunun failleri olarak yargılanan ve aralarında menfaat çatışması bulunan sanıklar A. ve A.nın ayrı ayrı müdafiler tarafından temsil edilmeleri gerekirken aynı müdafi tarafından temsil edilmeleri suretiyle 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesi ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesine aykırı karar verildiği, genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması suçu yönünden verilen beraat kararının da bu nedenle irtibatlı olduğu belirtilerek hüküm bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 20/6/2013 tarihli kararıyla İ.A hakkında kasten insan öldürme, kasten yaralama, taksirle yangına sebebiyet verme, tehdit, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçları yönünden açılan kamu davalarının ayrılmasına, sanık A.nın beraatine, sanık R.A. hakkında açılan davanın ölüm nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Sanık A.nın, Halil Aslan'ı öldürdüğü, müşteki A.ya karşı tehdit ve kasten yaralama suçlarını işlediği, ruhsatsız silah bulundurma suçunu işlediği kabul edilerek yaklaşık 26 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Diğer sanık A.nın ise, Halil Aslan'ın kasten öldürülmesine yardımcı olduğu, müşteki A.ya karşı kasten yaralama suçunu işlediği, ayrıca suç üstlenme suçunu işlediği gerekçesiyle yaklaşık on bir yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 14/10/2014 tarihli kararıyla sanık A. yönünden onanmıştır. Diğer sanık A.nın kasten öldürmeye yardım etmek suçunu işlediği yönünde her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, müstakil olarak kasten yaralama suçunun işlendiği, genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması suçundan hüküm kurulmadığı, bu suçla ilgili dava zamanaşımı süresi içinde karar verilebileceği belirtilerek hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozmaya uyularak yürütülen yargılamada 29/1/2015 tarihli kararla sanıkların genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması suçundan beraatine karar verilmiştir. A. ise kasten yaralama suçundan 3 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. Öte yandan ayırma kararı sonrasında Mahkemenin 14/2/2014 tarihli kararıyla İ.A.nın beraatine karar verilmiş, temyiz edilmeyen karar kesinleşmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten öldürme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. " 5237 sayılı Kanun’un “Kasten yaralama” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17696 | Başvuru, başvurucuların yakınlarına karşı işlenen kasten öldürme suçuna ilişkin yürütülen soruşturma ve açılan kamu davasının dokuz yılı aşkın bir süredir devam etmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; birinci başvurucunun Deniz Harp Okulu öğrencisi olduğu dönemde mobbinge (psikolojik taciz) maruz kalması nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda bırakılmasının maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, oda hapsi cezalarına hükmedilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, ifade alma işlemi sırasında savunma hakkının gözetilmemesi, bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılamanın yapılmaması, açılan tazminat davasının reddedilmesi ve aleyhe avukatlık ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin İdari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 18/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 15/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/4/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 5/5/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 4/9/2009 tarihinde Deniz Harp Okulunda öğrenime başlayan birinci başvurucu yaz tatili nedeniyle ailesinin yaşadığı Antalya’da bulunmakta iken İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/1003 Soruşturma sayılı dosyasından elde edilen birtakım belgelerde isminin geçtiği gerekçesiyle ifadesi alınmak üzere 12/8/2010 tarihinde telefonla aranarak İstanbul Emniyet Müdürlüğüne ve öğrenim gördüğü Deniz Harp Okuluna davet edilmiştir. Çağrı üzerine birinci başvurucu; anne, babası olan ikinci ve üçüncü başvurucular ile 13/8/2010 tarihinde İstanbul’da bulunan Deniz Harp Okuluna gitmiş, aynı gün İstanbul Merkez Komutanlığına götürülmüş ve burada iki subay tarafından "bilgi veren" sıfatıyla başvurucunun ifadesi alınmıştır. 13/8/2010 tarihli ifade tutanağına göre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yukarıda numarası anılan soruşturma dosyasında şüpheli olan emekli bir albayın ikametgâhında yapılan aramada el konulan dijital malzemeler ile çeşitli dokümanlarda birinci başvurucunun da isminin geçtiği ve kendisiyle ilgili birtakım bilgilerin bulunduğu açıklandıktan sonra kendisine, şüpheli emekli albayı ve el konulan belgelerde isimleri bulunan bazı subaylar ile bazı askerî bayan öğrencileri tanıyıp tanımadığı, bu kişilerle bir bağlantı ve ilişki içinde olup olmadığı, fiziksel özellikleriyle ilgili kendisi hakkında tutulan nottan bilgi sahibi olup olmadığı, bazı komutanlarının isimleri zikredilip kendileriyle cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığı, komutanlarından herhangi bir menfaat temin edip etmediği, kendisine tehdit ve şantajda veya telkin ve vaatte bulunulup bulunulmadığı şeklinde sorular sorulmuştur. Birinci başvurucu, kendisine sorulan hususlarda herhangi bir bilgisinin olmadığını ve kendisiyle ilgili olarak notlarda belirtilen fiziksel özelliklerin dışındaki bilgilerin kendisiyle bir ilgisinin olmadığını, özel hayatıyla ilgili asılsız bilgileri toplayan ve ele geçiren kişilerden şikâyetçi olduğunu dile getirmiş ve bu hususlar ifade tutanağına aktarılmıştır. Söz konusu ifade işleminden sonra Deniz Harp Okulundaki öğrenimine ikinci sınıf öğrencisi olarak 23/11/2010 tarihine kadar devam eden birinci başvurucu hakkında bu süreçte verilen disiplin cezaları şöyledir: i. 25/8/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik” ile cezalandırılan “Uygun olmayan kıyafet ile okul içerisinde müsaade edilmeyen yerlere gitmek” eylemi, ii. 27/8/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “Oda Hapsi” ile cezalandırılan “Üstünü mükerreren selamlamamak” eylemi, iii. 1/9/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “Oda Hapsi” ile cezalandırılan “Yatakhane düzeni bozuk olmak” eylemi, iv. 13/9/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik” ile cezalandırılan “Tabura geç gelmek” eylemi, v. 13/10/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik” ile cezalandırılan “Konferansta gürültü etmek” eylemi, vi. 27/10/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “Oda Hapsi” ile cezalandırılan “Disiplin odasının iç düzenini bozmak” eylemi, vii. 27/10/2010 tarihinde tebliğ edilen ve “İzinsizlik” ile cezalandırılan “Tabura geç gelmek” eylemi. Birinci başvurucu; okul arkadaşlarının ve idarecilerin kendisine olan bakış açılarının değişmesi, yaşananların basına yansıması ve kendisine fahişelik yakıştırmasında bulunulması, en küçük olayda dahi soruşturma açılıp savunmasının istenmesi ve disiplin cezasıyla cezalandırılması, içinde bulunduğu psikolojik durum gereğince kendisini koruması ve destek vermesi gereken denetim ve gözetim yükümlülüğü altındaki idarenin bu sorumluluğunu yerine getirmemesi, aksine üzerine gelip kendisini cezalandırma yolunu seçmesi ve kendisine karşı rencide edici asılsız suçlamalarda bulunulması gibi nedenleri gerekçe göstererek 23/11/2010 tarihinde kendi isteğiyle Deniz Harp Okulundan ayrılmıştır. 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun maddesi gereğince istifa hakkını kullanarak Deniz Harp Okulundan ilişiği kesilen birinci başvurucu aleyhine yasal faiziyle birlikte 009 TL tazminat borcu hesaplanmıştır. Başvurucular, psikolojik olarak zor günler geçiren birinci başvurucuya karşı idareciler tarafından sorumlulukların yerine getirilmediği ve aksine disiplin cezaları ile birinci başvurucunun yıldırılarak askerlik mesleğinden ayrılmak zorunda bırakıldığı, kızlarını büyük bir umut ve beklenti ile Türk Silahlı Kuvvetlerine teslim eden ailenin de tüm bu süreçlerden olumsuz olarak etkilendiği gerekçeleriyle idareden tazminat talebinde bulunmuşlar, yasal süre içinde taleplerine cevap verilmeyerek taleplerinin zımnen reddedilmesi üzerine 5/7/2011 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmışlardır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinin 7/11/2012 tarihli ve E.2011/1387, K.2012/1090 sayılı kararı gereğince dava reddedilmiş ve 2/11/2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesi gereğince, reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları dikkate alınarak başvurucular aleyhine 450 TL avukatlık ücretine hükmedilmiştir. AYİM’in ret gerekçesi şöyledir: “.. Davacı Aynur Özdemir’in İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı doğrultusunda İstanbul Merkez K.lığınca ifadesinin alınması ve bu kapsamda kendisine çeşitli sorular sorulmasının idari bir işlem olmadığı ve tamamen adli makamların talimatları doğrultusunda gerçekleştirilen bu ifade alma işlemi nedeniyle idarenin hukuki sorumluluğunun ileri sürülemeyeceği, zira AYİM’de (ve genel idari yargıda) tam yargı davası açılabilmesinin temel koşulu olan “idari işlem veya eylemden dolayı zarar görme” koşulunun oluşmadığı, keza yazılı ve görsel basında davacıyla ilgili asılsız ve abartılı haberler yapılmasında da idarenin herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığı, zira bu haber ve yayınların da idari işlem veya eylem mahiyetinde olmadıkları, dolayısıyla bu iki noktaya temas eden tazminat taleplerinin hukuki dayanağının bulunmadığı ve tam yargı davasına konu edilemeyeceği, bu halde; “Yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle psikolojik bir yıkım sürecinde olan davacı Aynur Özdemir’e idarece gerekli destek ve yardımın yapılmadığı, amirlerince rencide edildiği, okulla ilişiğinin kesilmesini temin amacıyla ve asılsız suçlamalarla disiplin cezaları verildiği” yönündeki iddiaların ayrıca incelenmesinde yarar bulunduğu, dosyaya yansıyan bilgilere göre; davacının Merkez Komutanlığında ifadesinin alınmasından sonra davalı idarece iki kez psikolojik destek sağlandığı, bu amaçla uzman psikologla görüştürüldüğü ve son görüşme neticesinde psikolog tarafından davacının “davacının ruhsal açıdan aşırı hassasiyet gösteren bir durumu yoktur” şeklinde rapor düzenlendiği, keza süreç içinde idarece davacının her türlü disipline aykırı eyleminin cezalandırılması cihetine gidilmeyip, onun kazanılmasına çalışıldığı, verilen cezaların ise üst sınırdan verilmediği, 2009 yılında da okuldan kendiliğinden ayrılmak için girişimde bulunan ve ancak amirlerinin telkinleriyle bu girişimden dönen davacının, 2010 yılında yaşanan bu olumsuz gelişmeler üzerine okuldan ayrılma yönündeki talebini tekrarladığı ve kendi isteği doğrultusunda ilişiğinin kesildiği, okuldan ayrılmasına kadar geçen süre içinde verilen disiplin cezalarının davacının ilişiğinin kesilmesini temin amacıyla verildiği yönündeki iddiaları ve davacı vekilinin dilekçesinde geçen sair soyut iddiaları kanıtlayacak somut herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı, dolayısıyla davacının ifadesine başvurulmasından okuldan ilişiğinin kesilmesine kadar devam eden süreçte davalı idareye yüklenebilecek herhangi bir hizmet kusuru bulunmadığı, gibi olayda kusursuz sorumluluk kuramına göre idarenin sorumluluğunu gerektirecek bir durum da olmadığı, bu nedenle hukuki dayanaktan yoksun davanın reddinin gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.” Başvurucuların karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 6/3/2013 tarihli ve E.2013/327, K.2013/275 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar 18/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 12/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 926 sayılı Kanun’un “Askerî Öğrencilerin İstifa Hakları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “a) Türk Silahlı Kuvvetleri eğitim-öğretim kurumları ile yurt içi ve yurt dışı fakülte ve yüksek okullarda öğrenim gören askerî öğrenciler; 1) Lisans seviyesinde 4 üncü sınıfın, 2) Ön lisans seviyesinde 2 nci sınıfın, 3) Ortaöğretimde son sınıfın, Temmuz ayının son gününe kadar okul masraflarını, ... ödemek suretiyle istifa edebilirler. Yapılan hesaplamada personel ve amortisman giderleri hariç, masraflar, sarf tarihinden tahsil tarihine kadar geçen süre için kanuni faizi ile birlikte hesaplanır. İntibak eğitimi sırasında yapılan masraflar ödemeye dahil edilmez. Ayrıca, intibak eğitimi sırasında yapılan tedavi masrafları ile vefat edenlerin cenaze masrafları, Devlet tarafından karşılanır.” 16/2/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun "Disiplin cezalarının nevileri" kenar başlıklı mülga maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "Askeri şahıslar hakkında verilebilecek disiplin cezaları şunlardır: ... B) Askeri öğrenciler hakkında: Uyarı. İzinsizlik: Altı haftaya kadar. Oda Hapsi: Dört haftaya kadar. ..." 6413 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 1632 sayılı Kanun'un "Disiplin cezası vermeğe salahiyetli amirler" kenar başlıklı mülga maddesi şöyledir:"1- Her amir emri altındaki şahıslara disiplin cezaları vermeğe salahiyetlidir.2- Disiplini bozan hareketten sonra fail merbut bulunduğu takım ve kıta ve saireyi değiştirmiş ise, disiplin amiri, yeni amirdir." 6413 sayılı Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi ile yürürlükten kaldırılan 1632 sayılı Kanun'un "Disiplin âmirlerinin ceza salâhiyeti" kenar başlıklı mülga maddesi şöyledir: "Disiplin amirlerinin ceza vermek salâhiyetleri merbut cetvelde gösterilmiştir." 659 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir." Anayasa'nın "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay ğınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir. Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır. Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir." 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun "Teminat" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler." 1602 sayılı Kanun'un , ve maddeleri şöyledir: "Üyelerin seçimi: Madde 8 - Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir." "Atanma: Madde 9 - Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır. Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askerî hakim sınıfından olması şarttır." "Görev süresi: Madde 10 - Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2453 | Başvuru, birinci başvurucunun Deniz Harp Okulu öğrencisi olduğu dönemde mobbinge psikolojik taciz) maruz kalması nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda bırakılmasının maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, oda hapsi cezalarına hükmedilmesi nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, ifade alma işlemi sırasında savunma hakkının gözetilmemesi, bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılamanın yapılmaması, açılan tazminat davasının reddedilmesi ve aleyhe avukatlık ücretine hükmedilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade davasında delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda adil olmayan bir karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/4/2014 tarihinde Malatya İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin görüş bildirmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, belirsiz süreli hizmet akdiyle çalıştığı şirkete ait araçla alkollü vaziyette trafik kazası yaptığı ve şirketi zarara uğrattığı gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesi üzerine 26/1/2011 tarihinde Malatya İş Mahkemesinde (Mahkeme) işe iade davası açmıştır. Mahkeme, başvurucunun bildirdiği tanıkları dinleyip olayla ilgili ceza soruşturma dosyasını inceledikten sonra bilirkişi heyetinden raporalmış; 17/2/2012 tarihli ve E.2011/93, K.2012/171 sayılı kararı ile “başvurucunun, işverenine ait araç ile alkollü vaziyette ve birinci derecede kusurlu hareketi sonucu kaza yaptığı ve 30 günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede iş yerinin zararına neden olduğu” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/10/2012 tarihli ve E.2012/15122, K.2012/32245 sayılı ilamıyla “başvurucunun kaza anında alkollü olup olmadığının tereddütsüz şekilde belirlenerek sonucuna göre feshin haklı nedenlere dayanıp dayanmadığı ya da geçerli fesih olup olmadığının irdelenmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur. Bu arada 26/1/2013 tarihli ve 28540 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 21/1/2013 tarihli ve 2013/1 sayılı kararı ile davaya bakan Mahkemenin de aralarında bulunduğu bazı illerdeki mahkemelerce 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’ndan kaynaklanan davalar hakkında verilen hüküm ve kararların temyiz incelemesi görevi Yargıtay Hukuk Dairesine verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin bozma ilamı doğrultusunda araştırma yapan Mahkeme, 12/4/2013 tarihli ve E.2012/843, K.2013/334 sayılı kararı ile davanın kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:“Tüm dosya kapsamının birlikte değerlendirilmesi sonucunda, davanın işe iade istemi ile açıldığı, davacının iş verene ait araç ile trafik kazası yaptığı, yeterli gerekçeyi içerir, denetime elverişli mahkememizce benimsenen uzman bilirkişi heyet raporuna göre davacının kazanın meydana gelmesinde birinci derecede kusurlu olduğu, alkol raporunda<10 mg etanol olarak alkoldurumu belirtilmiş ise de, bu miktarın altının ölçülememesi nedeniyle bu şekilde belirtildiği ve Adli Tıp Uzmanı bilirkişi raporuna göre kaza anında alkol olup olmadığının ve varsa miktarının tespitinin mümkün olmadığı, bu durumda davacının alkolsüz olarak veya alkollü olsa [b]ile alkol düzeyinin kazaya sebebiyet verecek düzeyde olmadığının kabulü gerektiği, buna göre meydana gelen zarar miktarı davacının 30 günlük ücretinden fazla olsa bile hasarın sigorta kapsamında karşılanmasının mümkün olduğu, böylecemeydana gelen hasarın davacı için haklı fesih nedeni teşkil etmeyeceği, davacı tarafından işe iade istemi ile süresi içinde dava açıldığı, davanın yasal koşulları taşıdığı, davacının iş güvencesi hükümlerinden yararlanabileceği kanaati ile davanın kabulüne, davacının çalışma süresi ve fesih nedenine göre işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücreti belirlenmesine karar [verilmiştir].” Davalının temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 5/11/2013 tarihli ve E.2013/28891, K.2013/23421 sayılı ilamıyla söz konusu kararın bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Anılan Yargıtay kararının gerekçesi şöyledir:“Somut olayda, bozma ilamı doğrultusunda, mahkemece, yapılan araştırma sonucunda adli tıp uzmanından alınan raporla, davacının kaza sırasında alkollü olmadığının kabulü gerektiği anlaşılmıştır. Buna göre alkollü araç kullanma iddiası ispatlanmamış olup, zararın sigortaca karşılanamayacağına dair görüşün dayanağı kalmamış ise de, zararın sigorta kapsamında giderilebilecek olması fesih için geçerli nedeni ortadan kaldırmaz. Somut olayda davacının, tek taraflı olarak gerçekleşen trafik kazası ile şirket aracını zarara uğrattığı sabit olup, asli kusurlu olarak trafik kazasına sebebiyet vermek, işveren açısından geçerli fesih sebebi oluşturur. Bu anlamda, mahkemece, feshin geçerli sebebe dayandığı kabul edilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulü yönünde hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.Belirtilen nedenlerle 4857 sayılı Kanun’un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ... gerekmiştir.” Başvurucu, nihai kararı 7/4/2014 tarihinde haricen öğrenmiş; 10/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4857 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır...” 4857 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (İptal ibare: Anayasa Mah.nin 19/10/2005 tarihli ve E. 2003/66, K. 2005/72 sayılı Kararı ile.) ... taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.” 4857 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:...II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:...ı) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması.…” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4986 | Başvuru, işe iade davasında delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda adil olmayan bir karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, iş yeri olarak kiraya verilen taşınmazın bulunduğu sokak yaya ve araç trafiğine kapatıldığı için kira gelirinin azalmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının; Mahkeme ve Danıştay kararlarında kusursuz sorumluluk ilkesinin tartışılmamış olması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. 2014/1546 numaralı dosyaya ilişkin başvuru 6/2/2014, 2014/1609 numaralı dosyaya ilişkin başvuru ise 7/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Her iki başvuru arasında hukuki irtibat bulunması nedeniyle başvuruların birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Recep Tarhan ve Afife Tarhan sırasıyla 1935 ve 1936 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedirler.A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planına İlişkin Vakıalar Başvurucuların müşterek maliki bulundukları taşınmazın kâin olduğu Ankara ili Çankaya ilçesi Mahatma Gandi Caddesi Kahraman Kadın Sokak, İsrail Büyükelçiliğinin güvenliğinin sağlanması amacıyla Ankara Ulaşım Koordinasyon Merkezinin (UKOME) 15/3/2001 tarihli kararıyla araç ve yaya trafiğine kapatılmıştır. UKOME 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun maddesi uyarınca büyükşehir içindeki kara, deniz, su, göl ve demiryolu üzerindeki her türlü taşımacılık hizmetlerinin koordinasyon içinde yürütülmesi amacıyla büyükşehir belediyeleri bünyesinde kurulan bir idari birimdir. UKOME'nin temel görevi, anılan Kanun'la büyükşehir belediyesine verilen trafik hizmetlerini planlama, koordinasyon ve güzergâh belirlemesi, taksi, dolmuş ve servis araçlarının durak ve araç park yerleri ile sayısının tespit edilmesidir. Bölge sakinlerinin başvurusu üzerine UKOME Genel Kurulu 17/6/2005 tarihli kararla başvurucuların taşınmazının bulunduğu Kahraman Kadın Sokak'taki engel ve bariyerlerin kaldırılmasının uygun olacağına karar vermiştir. Ancak bu karar uygulanmamıştır. Başvurucular ve diğer iki bölge sakini, Ankara Valiliğine verdikleri dilekçeler ile UKOME'nin anılan kararının uygulanması için gereken işlemlerin yapılmasını talep etmişlerdir. Valilikçe bu talebe cevap verilmeyerek istemin zımnen reddedilmesi üzerine başvurucular tarafından talebin zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. Mahkemece davanın reddi yolunda verilen 23/2/2007 tarihli karar, Danıştay Sekizinci Dairesince 21/10/2009 tarihinde onanmış; karar düzeltme istemi ise 20/1/2010 tarihinde reddedilmiştir. Bu arada UKOME Genel Kurulunun 30/12/2005 tarihli toplantısında, İsrail Büyükelçiliğinin bulunduğu alanda güvenlik sorunu olup olmadığının Ankara Valiliğinden sorulması kararlaştırmıştır. Ankara Valiliğinin, engel ve bariyerlerin kaldırılmasının güvenlik açısından zaafiyet yaratacağı yolunda görüş bildirmesi üzerine UKOME Genel Kurulunca 26/5/2006 tarihinde, daha önce kaldırılması kararlaştırılan engel ve bariyerlerin mevcut yerinde bırakılmasına karar verilmiştir. Başvuru dilekçesindeki anlatımlara göre anılan bölgede bulunan taşınmazlarını daha önce 000 TL aylık kira bedeli karşılığında kiraya veren başvurucular 1/12/2003 tarihinde sokağın bariyerlerle kapatılması üzerine kiracıyla uzlaşabilmek amacıyla kira bedelini 000 TL'ye indirmek zorunda kalmışlardır. Başvurucular 49 ay boyunca 000 TL olarak tahsil ettikleri kira bedelini 1/1/2008 tarihinden itibaren tekrar 000 TL olarak belirlemiş iseler de kiracının iş yapamaması nedeniyle 31/12/2008 tarihinde kira akdi sona erdirilerek taşınmaz, fiilen tahliye edilmiştir. Başvurucular tarafından sunulan banka hesap dökümlerine göre başvurucuların anılan taşınmazın kiraya verilmesi karşılığında 2003 yılının Ocak-Kasım aylarında aylık 000 TL, 2003 yılının Aralık ayından sonra ve 2007 yılının sonuna kadar aylık 000 TL, 2008 yılının Ocak-Aralık döneminde tekrar aylık 000 TL kira geliri elde ettikleri görülmektedir.B. İptal Davasına İlişkin Yargısal Süreç Başvurucular UKOME'nin 26/5/2006 tarihli işlemi ve bu işlemin dayanağını oluşturan Valilik kararının iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. Mahkeme 31/3/2010 tarihli kararıyla işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf bulunduğu 1961 tarihli Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi'nin maddesinin ikinci fıkrası uyarınca devletin yabancı misyon şeflerinin binalarının güvenliğini sağlama ve bu konuda gereken her türlü tedbiri alma yükümlülüğünün bulunduğu belirtildikten sonra somut olayda bölge sakinlerinin ulaşım gibi doğal bir gereksiniminin sürekli bir biçimde kısıtlanması sonucunu doğuracak olan sokağın bariyerle kapatılması tedbirinin, idarece detaylı bir araştırma ve inceleme yapılmadan ve kısıtlamayı haklı kılacak somut tespitlere dayanmadan salt potansiyel tehlikenin varlığından hareketle uygulanmasının hukuka aykırı olduğu vurgulanmıştır. Davalı idarece temyiz edilen söz konusu karar, Danıştay Sekizinci Dairesinin 6/5/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Daire, gerekçesinde İsrail Büyükelçiliğinin güvenliğinin sağlanması amacıyla alındığında tereddüt bulunmayan söz konusu tedbirlerin gerekliliğini ortaya koyacak ciddi birtakım olayların gerçekleşmesinin ve somut belirlemelerin yapılmasının hayatın olağan akışına ve diplomatik ilişkilerin doğasına aykırı düşeceğini ifade etmiştir. İlk Derece Mahkemesince Daire kararına uyularak 2/10/2012 tarihli kararla ve aynı gerekçeyle davanın reddi yolunda hüküm tesis edilmiştir. Söz konusu karara karşı yapılan temyiz istemi 4/6/2013 tarihinde, karar düzeltme istemi de 6/11/2013 tarihinde reddedilmiş ve hüküm bu şekilde kesinleşmiştir. Kararın düzeltilmesi isteminin reddine ilişkin karar 9/1/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 7/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Tam Yargı Davasına İlişkin Yargısal Süreç Başvurucular 12/10/2010 tarihinde Ankara Valiliği ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine 000 TL maddi, 000 TL de manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle Ankara İdare Mahkemesi nezdinde tam yargı davası açmışlardır. Başvurucular dava dilekçesinde, taşınmazı kiraya verdikleri 2001 yılında emsal kira bedeli 000 TL olduğu hâlde UKOME kararı nedeniyle taşınmazlarını 000 TL'ye kiraya vermek zorunda kaldıklarını, 1/12/2003 tarihinden itibaren ise kirayı 000 TL'ye düşürdüklerini, kırk dokuz ay boyunca bu miktar üzerinden tahsil ettikleri kira bedeli 1/1/2008 tarihinden itibaren tekrar 000 TL olarak belirlenmiş ise de kiracının iş yapamaması nedeniyle 31/12/2008 tarihinde taşınmazın tahliye edildiğini belirtmiş ve 2010 yılı Ağustos ayına kadar taşınmazın boş kalması nedeniyle uğradıkları kayıpların da hesaba katılması suretiyle toplamda 000 TL maddi zararlarının bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. İlk Derece Mahkemesi 15/6/2011 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararda idarenin kusura dayalı sorumluluğu tartışılmıştır. Kararın gerekçesinde, idarenin kusur sorumluluğundan söz edilebilmesi için hukuka aykırı işlem veya eyleminin bulunması gerektiği saptaması yapıldıktan sonra somut olayda zarara neden olduğu ileri sürülen idari işlemin Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi'nin maddesinin ikinci fıkrası uyarınca devlete yüklenen yabancı misyon şeflerinin binalarının güvenliğini sağlama ve bu konuda gereken her türlü tedbiri alma ödevi kapsamında tesis edilmiş olması nedeniyle hukuka aykırılık koşulunun oluşmadığı belirtilerek tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme, kusursuz sorumluluk ilkelerinin olayda uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin herhangi bir tartışma yapmamıştır. Başvurucular bu karara karşı Mahkemeye sundukları temyiz dilekçesinde, idarenin hukuki sorumluluğunun sadece kusur sorumluluğu sebebine dayanmadığı, idarenin kusursuz sorumluluk hâllerinin de bulunduğu, idarenin işlemi hukuka uygun olsa bile hakkaniyetin gerektirmesi durumunda kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi gereğince idarenin hukuki sorumluluğunun söz konusu olduğu belirtilmiş ve bu konuda örnek Danıştay içtihatlarına yer verilmiştir. Temyiz talebini inceleyen Danıştay Sekizinci Dairesi 1/11/2012 tarihli kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararının dayandığı gerekçenin usul ve yasaya uygun olduğu, bozulmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı yolundaki gerekçelerle temyiz istemini reddederek kararı onamıştır. Başvurucuların aynı iddialarının öne sürüldüğü kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 6/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın düzeltilmesi isteminin reddine ilişkin Daire kararı 7/1/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 6/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Anayasa'nın maddesinin son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini oluşturmaktadır. İdarenin kamu hukukundan kaynaklanan mali sorumluluğunun, Anayasa'nın maddesinin son fıkrası haricinde bir yasal dayanağı bulunmamaktadır. Özel hukuktan farklı olarak -somut bazı konuları düzenleyen birkaç istisna dışında- idarenin idari nitelikteki işlem ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin mali sorumluluğunu düzenleyen genel bir kanun hükmü yoktur. İdarenin kamu hukuku alanından kaynaklanan mali sorumluluğunun çerçevesi ile hüküm ve esasları Anayasa'nın anılan hükmünden yola çıkılmak suretiyle Danıştay içtihatlarıyla belirlenmiştir. Danıştay içtihatlarına göre idarenin mali sorumluluğu, kusur sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk şeklinde ikiye ayrılmakta; kusursuz sorumluluk da dayandığı sebebe göre tehlikeli faaliyetler, mesleki risk, sosyal risk ve fedakârlığın denkleştirilmesi biçiminde tasnif edilmektedir. Kusur sorumluluğunda idarenin kusurlu bulunması (hizmet kusuru) sorumluluğun temel şartı iken kusursuz sorumluluk hâllerinde idarenin kusuru bulunmasa dahi -diğer koşulların gerçekleşmesi şartıyla- idarenin mali sorumluluğu söz konusu olabilmektedir. Öte yandan kusursuz sorumluluk hâllerinden olan tehlikeli faaliyetler, mesleki risk ve sosyal risk ilkelerinde idari işlem veya eylemin hukuka aykırı olması, idarenin mali yönden sorumlu tutulabilmesi için zorunlu bir unsur olarak görülmekte iken yine bir kusursuz sorumluluk sebebi olan fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesinde ise idarenin sorumluluğuna gidilebilmesi için işlemin hukuka aykırı olması gerekmemektedir. Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi olarak da adlandırılan fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi, hakkaniyet ve nesafet düşüncesinden neşet etmektedir. İdarenin kamu yararının gerçekleştirilmesi amacıyla hukuka uygun şekilde tesis ettiği işlem veya gerçekleştirdiği eylemlerden toplumun bir kesimi veya tamamı yarar görürken bunlardan kaynaklanan külfetin sadece bir kesime yüklenmesinin adalet ve hakkaniyetle bağdaşmayacağı kabul edilmektedir. Adalet ve hakkaniyet, idarenin kamuya yararlı işlem ve eylemlerinden doğan nimet ve külfetlerin topluma eşit bir şekilde pay edilmesini gerektirmektedir. Nimetlerinden tüm kamunun veya belli bir toplumsal kesimin yararlandığı kamusal faaliyetlerin külfetlerine sadece belli kişilerin katlanmasını beklemek sosyal adalet ve ölçülülük ilkelerini de zedeler. Bu düşünceler temelinde haklılaştırılan fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi, Danıştay kararlarında idarenin hukuka uygun ancak bazı kişi veya kişilere aşırı külfet yükleyen işlem ve eylemlerinden doğan zararlara ilişkin tazminat taleplerinde sıklıkla başvurulan bir sorumluluk ilkesidir. Danıştay Sekizinci Dairesinin 8/2/2012 tarihli ve E.2010/4187, K.2012/429 sayılı kararında fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesine ilişkin şu tespitlerde bulunulmuştur: "...fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi veya kamu külfetleri karşısında vatandaşların eşitliği ilkesi; idarenin, nimetleri tüm toplum tarafından paylaşılan hukuka uygun eylem ve işlemlerin külfetlerinin belli kişi veya kişilerin üzerine kalmamasını, uğranılan zararın idarenin bir kusuru olmasa bile tazmin edilmesini öngörmektedir. Kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince idarenin hukuka uygun eylemlerinden doğan zararı da tazmin etme yükümlülüğü bulunmaktadır." Danıştay Sekizinci Dairesinin 8/2/2012 tarihli kararına konu olayda, davacıya ait taşınmaz üzerinde kurulu bulunan tesisin davalı idarece yürütülen yol yapım çalışmaları nedeniyle zarar gördüğünden bahisle dava açılmıştır. İlk Derece Mahkemesi, idarenin kara yollarındaki güvenlik ve konforu artıran çalışmaları nedeniyle oluşan zararlardan idarenin sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Daire şu gerekçesiyle kararı bozmuştur:"... olayda da idare, kamu yararını gerçekleştirmek, toplumsal bir ihtiyacı karşılamak için hizmet yürütmüş ve bir faaliyette bulunmuştur. İdarenin, bu hizmetinden tüm toplum yararlanacak olmasına karşın davacılar bir külfet altına sokulmuş ve kamu yararı lehine özel bir fedakarlığa katlanmak zorunda bırakılmıştır. Bu şekilde bozulan kamu külfetlerinin dağılımındaki dengenin bir denkleştirilme ile yeniden kurulması gerekir. Bu denkleştirme ise kamu yararını gerçekleştirmek için girişilen bu hizmet nedeniyle zarara uğramış olan davacıların zararlarının idarece tazmin edilmesi suretiyle gerçekleşecektir." Danıştay Sekizinci Dairesinin 10/6/2015 tarihli ve E.2014/8596, K.2015/5879 sayılı kararına konu olayda, davacının maliki olduğu taşınmaz üzerinde bulunan kuyuya Malatya Belediyesi çöp toplama sahasından atık su sızması nedeniyle kayısı bahçesinde ve kuyuda meydana gelen zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır. İdare Mahkemesince zararın davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Daire, temyiz aşamasında kararı onamış ise de karar düzeltme safhasında 8/2/2012 tarihli kararında belirtiği ilkelere aynen yer verdikten sonra şu gerekçeyle kararı bozmuştur:"Olayda, davalı Belediye, kamu yararını gerçekleştirmek, toplumsal bir ihtiyacı karşılamak için hizmet yürütmüş ve bir faaliyette bulunmuştur. İdarenin bu hizmetinden toplumun geneli yararlandığı halde, hizmetin külfeti davacı üzerinde bırakılmış ve davacı kamu lehine özel bir fedakarlığa katlanmak zorunda bırakılmıştır. Bu şekilde bozulan kamu külfetlerinin dağılımındaki dengenin bir denkleştirilme ile yeniden kurulması gerekir. Bu denkleştirme ise kamu yararını gerçekleştirmek için girişilen bu hizmet nedeniyle zarara uğramış olan davacının zararının idarece tazmin edilmesi suretiyle gerçekleşecektir." Danıştay Sekizinci Dairesinin 4/6/2008 tarihli ve E.2008/2870, K.2008/4124 sayılı kararında, davacıya ait taşınmaz üzerinde bulunan binaların önünden geçen yolun yükseltilmesi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davada davalı idare tarafından kamu yararına yönelik olarak yapılan yol düzenleme çalışmasından tüm toplumun yararlanması nedeniyle davacının uğramış olduğu zararın fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi çerçevesinde davalı idarece tazmininin gerektiği gerekçesiyle tazminata hükmeden İlk Derece Mahkemesi kararı onanmıştır. Danıştay Onuncu Dairesi 27/4/2012 tarihli ve E.2009/15474, K.2012/1884 sayılı kararında, hayvancılıkla uğraşan davacının avlanması yasaklanan üç ayının saldırması sonucu bir büyükbaş hayvanının telef olması, üçünün yaralanması nedeniyle uğradığı zararın tazmini istemiyle açılan davayı, idarenin bir hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle reddeden İlk Derece Mahkemesi kararını şu gerekçeyle bozmuştur:"İdare Mahkemesince, davalı Bakanlığın yaban hayvanlarının fiillerinden sorumlu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, yukarıda aktarılan idarenin sorumluluğunun temel prensipleri uyarınca, davalı Bakanlığın, yaban hayvanlarını koruma görevi kapsamında boz ayıları mutlak koruma altına alması, diğer bir deyişle, insanların kendilerini ya da başka canlılar ile mallarını koruması bakımından herhangi bir istisna öngörmemesi halinde, kişilerin uğradıkları zararı kusursuz sorumluluk (fedakarlığın denkleştirilmesi) ilkesi uyarınca tazmin yükümlülüğü doğacaktır. Zira böyle bir durumda, çevrenin ve toplumun genel menfaatine yönelik idari faaliyetten doğan külfetin tek kişi üzerinde bırakılmaması, bu kişinin özel zararının topluma pay edilmesi gerekmektedir. Bu itibarla, İdare Mahkemesinin söz konusu gerekçesi yerinde görülmemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) kararlarında da fedakârlığın denkleştirilmesi ilkesi bir sorumluluk sebebi olarak işlenmiştir. İDDK 19/2/2015 tarihli ve E.2013/509, K.2015/454 sayılı kararında, davacıya ait taşınmazların davalı idarece yaptırılan bölünmüş yol inşaatı sırasında su kanalının yıkılması nedeniyle sulanamaması sonucu uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davayı, idarenin eyleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddeden İlk Derece Mahkemesi kararını, idarenin kusurunun bulunup bulunmadığı hususu yeterince araştırılmadığı gibi ayrıca kusuru bulunmasa bile "kamu külfetleri karşısında eşitlik" ve "fedakârlığın denkleştirilmesi" ilkeleri çerçevesinde olayda idarenin kusursuz sorumluluğunun bulunup bulunmadığının da araştırılmadığı gerekçesiyle bozmuştur. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir: "Anayasanın maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış[tır]; ......İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir....İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.Kusursuz sorumluluk ise, kamu hizmetinin görülmesi sırasında kişilerin uğradıkları özel ve olağan dışı zararların idarece tazmini esasına dayanmakta olup; kusur sorumluluğuna oranla ikincil derecede bir sorumluluk türüdür. Başka bir anlatımla idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, idari faaliyet ile nedensellik bağı kurulabilen, özel ve olağan dışı zararları kusursuz sorumluluk ilkesi gereği tazminle yükümlüdür. Kusursuz sorumluluk sebeplerinden olan “kamu külfetleri karşısında eşitlik” ya da diğer adıyla “fedakârlığın denkleştirilmesi” ilkesi, nimetlerinden tüm toplum tarafından yararlanılan idarenin eylem ve işlemlerinden doğan külfetlerin, sadece belli kişi veya kişilerin üstünde kalması durumunda, bu kişi veya kişilerin uğradığı zararların, kusuru olmasa dahi idarece, tazminini öngörmektedir. Risk sorumluluğundan farklı olarak burada, kazalardan kaynaklanmayan, diğer bir deyişle, arızi nitelikte olmayan, önceden öngörülebilen zararların tazmini söz konusudur. İdari faaliyetin doğal sonucu olan bu zarar, etki alanı bakımından sınırlı, özel ve olağan dışı nitelik arz etmektedir." İDDK 29/4/2010 tarihli ve E.2009/901, K.2010/903 sayılı kararında devletin yasama faaliyetlerinden doğan zararların dahi kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerektiği içtihadında bulunmuştur. Anılan karara konu olayda, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu üyesi ve ikinci başkanı olarak görev yapan davacının kanunla görevine son verilmiştir. Söz konusu Kanun'un Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi üzerine davacı, görevine iadesi istemiyle idareye başvurmuştur. Talebin reddi üzerine iptal ve tam yargı davası açılmıştır. İDDK, davacının zamanında dava açmamış olması karşısında söz konusu Anayasa Mahkemesi kararının davacının eski görevine atanması sonucunu doğurmayacağı gerekçesiyle idari işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşmakla birlikte tazminat isteminin kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi uyarınca kabulü gerektiğine hükmetmiştir. Anılan kararının gerekçesinin ilgili bölümü şu şekildedir:"İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkesi gereği tazmin edilmektedir.İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.Devletin yasama faaliyetinden dolayı sorumsuzluğu esas olmakla birlikte; bazı durumlarda devletin yasama faaliyetinden dolayı sorumluluğu kabul edilmelidir. Nitekim, süt mahsullerinin himayesi hakkında 29 Haziran 1934 günlü kanunun, yapay süt mahsullerinin imalini ve alım satımını yasaklaması dolayısıyla yapay krema üretimi ile uğraşan firmaların açtığı tazminat davasını inceleyen Fransız Danıştayı 14 Ocak 1938 günlü kararında, (R. Sarıca, İdari Kaza, 1949 ) kamu yararı gözetilerek yürürlüğe konulan yasa nedeniyle ortaya çıkan zararın Hazine tarafından karşılanması gerektiğine karar vermek suretiyle kusursuz sorumluluk ilkesinden bahisle yasama faaliyeti sonucu oluşan zararın idarece tazmini gerektiğine hükmetmiştir.Görüldüğü üzere, kamu yararı taşıdığı kabul edilen bir yasanın uygulanmasından dolayı kişilerin uğradıkları özel ve olağan dışı ağırlıktaki zararlarınyasada kural olmasa bile kamu külfetleri karşısında eşitlik kuralı uyarınca tazminine Fransız Danıştayı'nca daha 1938 yılında karar verilmiş bulunmaktadır." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1546 | Başvuru, iş yeri olarak kiraya verilen taşınmazın bulunduğu sokak yaya ve araç trafiğine kapatıldığı için kira gelirinin azalmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının; Mahkeme ve Danıştay kararlarında kusursuz sorumluluk ilkesinin tartışılmamış olması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında taşınmazın kamulaştırma dışında bırakılan kısmının da idare adına tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Karayolları Genel Müdürlüğü (idare) tarafından Mersin ili Tarsus ilçesi Köselerli Mahallesi ifrazen 832 parsel sayılı taşınmazın 643,80 m²lik kısmı hakkında kamulaştırma kararı alınmıştır. Kamulaştırma sürecinde idarece kamulaştırılacak kısmın 813,08 m²ye düşürülmesine ve 830,72 m²lik kısmın kamulaştırma dışında bırakılmasına karar verilmiştir. İdare tarafından açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında ise ilk derece mahkemesince sonradan belirlenen 813,08 m²lik kısım bakımından değerlendirme yapılmasına karşın gerekçeli kararın hüküm bölümünde dava konusu taşınmazın tamamının idare adına tesciline karar verilmiştir. Hükmün istinaf edilmesi üzerine istinaf mercii tarafından ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılmış, bununla birlikte dava konusu taşınmazın tamamının idare adına tesciline dair yeniden hüküm kurulmuştur. Bu hüküm temyiz incelemesinde onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Öte yandan kararın kesinleşmesine karşın ilgili tapu müdürlüğü, çelişki nedeniyle kararı icra etmemiş ve durumu idareye bildirmiştir. Bunun üzerine idare vekilince ilk derece mahkemesinden tavzih kararı talep edilmiş, ilk derece mahkemesi de talebi kabul ederek 18/10/2022 tarihli kararı ile hükmün "Dava konusu, Mersin İli, Tarsus İlçesi, Köselerli Mahallesi/Köyü, 1832 parsel sayılı taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının İPTALİ ile davacı Karayolları Genel Müdürlüğü adına tescili ile tapuda yol olarak terkinine" şeklindeki kısmını "Dava konusu, Mersin İli, Tarsus İlçesi, Köselerli Mahallesi/Köyü, 1832 parsel sayılı taşınmazın 813,08 m2'lik kısmının davalı adına olan tapu kaydının İPTALİ ile davacı Karayolları Genel Müdürlüğü adına tescili ile tapuda yol olarak terkinine" şeklinde düzelterek hükmü tavzih etmiştir. Tavzih kararı, temyizi kabil olmak üzere verilmiş olup henüz kesinleşmemiştir. Başvurucu; hükmün temyiz incelemesinde onanmasının ardından ve tavzih kararından önce süresinde bireysel başvuru yoluna müracaat ederek kamulaştırma bedelinin taşınmazın 813,08 m²lik kısmı için belirlendiğini ancakyargılama sonucunda taşınmazın tamamının kamulaştırılmasına karar verildiğini, bu nedenle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38209 | Başvuru, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında taşınmazın kamulaştırma dışında bırakılan kısmının da idare adına tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hizmet tespiti talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru18/6/2019tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 15/3/2005 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/5/2019 tarihli onama kararı ile son bulmuştur. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla Anayasa Mahkemesine 18/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21353 | Başvuru, hizmet tespiti talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kadastro tespitine itiraz talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruculara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi 16/4/1971 tarihinde dava açmıştır. Murisin 1992 yılında vefat etmesi üzerine mirasçıları Bayram Akpolat ve İzzet Akpolat yargılamaya devam etmiştir. İzzet Akpolat'ın vefatı üzerine başvurucu mirasçıları yargılamaya devam etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 6/11/2018 tarihinde karar düzeltme talebini reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. Başvurucular, davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 11/1/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2183 | Başvuru, kadastro tespitine itiraz talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, lehe nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Dağıtım tarifeleri içinde yer alan, teknik olan ve teknik olmayan kayıp maliyeti şeklinde ifade edilen kayıp kaçak elektrik; dağıtım sistemine giren toplam enerji ile tüketicilere fatura edilen enerji arasındaki farkı oluşturan elektrik enerjisidir. Bu kayıp, elektriğin dağıtımı sırasındaki teknik sorunlardan meydana gelebileceği gibi elektriğin mevzuata aykırı kullanılmasından da kaynaklanabilmektedir (AYM, E.2016/150, K.2017/179, 28/12/2017). Dağıtım faaliyetinin yürütülmesi sırasında kaçınılmaz olarak ortaya çıkan bu kayıp kaçak elektrik maliyetinin tüketicilere yansıtılmasından oluşan bedel de kayıp kaçak bedeli olarak adlandırılmaktadır. Yargıtay, kayıp kaçak bedeli ile bu bedel üzerinden tahsil edilen bedellerin kurallara uygun davranan abonelerden tahsilinin hukuk devleti ile bağdaşmayacağını kabul etmekte iken Danıştay, söz konusu bedelin tahsilinin dayanağı olan idari işlemin iptaline dair açılan davaları anılan bedelin elektrik piyasası faaliyetlerinin düzgün yürütülmesi, kaliteli ve sürekli bir elektrik hizmeti sağlanmasının teminini amaçladığı gerekçesiyle reddetmektedir. Başvurucu ticari faaliyeti kapsamında 8/6/2005 tarihinde elektrik abonesi olmuştur. Başvurucunun kullandığı elektriğe ilişkin olarak adına düzenlenen faturalara normal kullanımının dışında elektrik enerjisinin nakli sırasında meydana gelen kayıp ile başka kişilerin kaçak kullanımından kaynaklanan kayba ilişkin bedel de yansıtılmıştır. Başvurucu 8/6/2015 tarihinde Aksaray Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) abonelik tarihinden itibaren kendisinden tahsil edilen kayıp kaçak bedeli ve bu bedel üzerinden çeşitli adlar altında yapılan tahsilatlar nedeniyle tazminat davası açmıştır. Başvurucu fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 000 TL'nin yasal faizi ile tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) tarafından da benimsenen 21/5/2014 tarihli kararına dayanmıştır. Başvurucu 29/3/2016 tarihli dilekçesiyle dava değerini 564 TL artırarak toplam 564 TL olarak bildirmiş ve gerekli olan harçları yatırmıştır. Mahkeme 29/3/2016 tarihli kararla 237 TL kayıp kaçak bedeli, kayıp kaçak bedeli üzerinden alınan 484,74 TL TRT payı, kayıp kaçak bedeli üzerinden alınan enerji 242,37 TL fon bedeli, 643,05 TL PSH, 127,89 TL sayaç okuma bedeli, 286,88 TL iletim bedeli, 542,07 TL dağıtım bedeli olmak üzere toplam 564 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle ve kabul edilen alacak miktarı üzerinden hesaplanan 782,04 TL vekâlet ücretinin davalı şirketten alınarak başvurucuya verilmesine karar vermiştir. Mahkeme, gerekçeli kararında başvurucudan tahsil edilen kayıp kaçak bedeli ile bu bedele bağlı olarak çeşitli adlarla yapılan diğer tahsilatların elektrik abonesi olan başvurucunun kusurundan kaynaklanan bir sebepten alınmadığını ve Yargıtay içtihatları uyarınca kaçak elektrik kullanmayan abonelerden kayıp kaçak bedeli altında ücret alınmasının hukuk devleti ve adalet düşünceleriyle bağdaşmayacağını belirtmiştir. Hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 12/12/2016 tarihli kararla Yargıtay içtihatlarında kayıp kaçak bedeli adı altında ve bu bedele bağlı olarak başka adlarla bedel tahsilinin mümkün olmadığını belirtmişse de daha önceden açılan ve görülmekte olan davalarda uygulanması hükmünü de içeren 4/6/2016 tarihli ve 6719 sayılı Kanun'un maddesi ile yapılan değişiklikler karşısında hukuki durumun yeniden değerlendirilmesi gerektiğinden ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Mahkeme, bozma ilamına uyarak yapmış olduğu yargılama sonunda 14/4/2017 tarihli kararla başvurucunun davanın açıldığı tarihteki içtihatlara göre davayı açmakta haklı olmakla birlikte dava tarihinden sonra yürürlüğe giren 6719 sayılı Kanun ile 14/3/2013 tarihli ve 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen geçici madde uyarınca Türkiye Cumhuriyeti Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından onaylanan tarifelerin uygulanmasının zorunlu olduğu ve mahkemelerin denetim yetkisinin bedelin Kurumun düzenleyici işlemlerine uygunluğu ile sınırlı olduğu gerekçesiyle davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına ve başvurucu lehine 980 TL vekâlet ücretine karar vermiştir. Hüküm, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 6/9/2017 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Nihai karar 29/9/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 31/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 6446 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) (Değişik: 4/6/2016-6719/21 md.) Bu Kanun kapsamında düzenlenen ve bir sonraki dönem uygulanması önerilen tarifeler, ilgili tüzel kişi tarafından Kurulca belirlenen usul ve esaslara göre, tarife konusu faaliyete ilişkin tüm maliyet ve hizmet bedellerini içerecek şekilde hazırlanır ve onaylanmak üzere Kuruma sunulur. Kurul, mevzuat çerçevesinde uygun bulmadığı tarife tekliflerinin revize edilmesini ister veya gerekmesi hâlinde resen revize ederek onaylar. İlgili tüzel kişiler Kurul tarafından onaylanan tarifeleri uygulamakla yükümlüdür. 6719 sayılı Kanun'un maddesi ile 6446 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir:"(1) Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır.'' 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: "(1) Yargılama giderleri şunlardır:...ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti....'' 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.'' 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hâllerde, hâkim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder.'' 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Avukatlı ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder....'' Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin (tarife) maddesi şöyledir: "Anlaşmazlık, davanın konusuz kalması, feragat, kabul, sulh veya herhangi bir nedenle; ön inceleme tutanağı imzalanıncaya kadar giderilirse, Tarife hükümleriyle belirlenen ücretlerin yarısına, ön inceleme tutanağı imzalandıktan sonra giderilirse tamamına hükmolunur. Bu madde yargı mercileri tarafından hesaplanan akdi avukatlık ücreti sözleşmelerinde uygulanmaz.'' Yargısal İçtihatlarıa. Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 28/12/2017 tarihli ve E.2016/150, K.2017/179 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: " Dava konusu kuralda Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 6446 sayılı Kanun’un madde hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Hukuk devletinin korumakla yükümlü olduğu evrensel ilkelerden biri hukuk güvenliği ilkesidir. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılan ortak değerdir. Kural olarak hukuk güvenliği kanunların geriye yürütülmemesini zorunlu kılar. Daha önce tesis edilmiş bulunan işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması, hukuk güvenliği ilkesine aykırılık oluşturur. “Kanunların geriye yürümezliği ilkesi” uyarınca kanunlar, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirmesi, kazanılmış hakların korunması, mali hakların iyileştirilmesi gibi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır. Yürürlüğe giren kanunların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması, hukukun genel ilkelerindendir. Ancak kanun koyucunun kişilerin lehine haklar sağlayan kanuni düzenlemeleri geçmişe etkili olarak yapma konusunda takdir yetkisine sahip olduğuna kuşku yoktur. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında, kanunların geriye yürümezliği ilkesi ile ilgili olarak gerçek geriye yürüme ve gerçek olmayan geriye yürüme ayrımı yapılmaktadır. Gerçek geriye yürüme, yeni getirilen kuralın eski kural döneminde tamamlanmış ve hukuki sonuçlarını doğurmuş hukuksal durum, ilişki ve olaylara uygulanmasıdır. Gerçek olmayan geriye yürüme ise yeni getirilen kuralın eski kural yürürlükte iken başlamakla beraber henüz sonuçlanmamış hukuksal durum, ilişki ve olaylara uygulanması anlamına gelmektedir. Kazanılmış haklara saygı ilkesi, hukukun genel ilkelerinden biri olup hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur. Kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın yeni kanundan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen haklar ise bu nitelikte değildir. Kanunlarda yapılan değişiklikler kazanılmış hakları etkilemediği ve hukuk güvenliğini zedelemediği sürece bu değişikliklerin hukuk devleti ilkesine aykırı oldukları ileri sürülemez. 4628 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca EPDK, piyasa ihtiyaçlarını dikkate alarak serbest olmayan tüketicilere yapılan elektrik satışında uygulanacak fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten ve bu fiyatlarda enflasyon nedeniyle ihtiyaç duyulacak ayarlamalara ilişkin formülleri uygulamaktan, bunların denetlenmesinden ve piyasada 4628 sayılı Kanun’a uygun şekilde davranılmasını sağlamaktan sorumludur. Bunun yanında tüketicilere güvenilir, kaliteli, kesintisiz ve düşük maliyetli elektrik enerjisi hizmeti verilmesini teminen gerekli düzenlemeleri yapma görevi 4628 sayılı Kanun’un maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendi gereğince EPDK’ya verilmiş; 4628 sayılı Kanun’un maddesinin yedinci fıkrasının (e) ve (f) bentleri gereğince de Kurul toptan satış fiyat tarifesini, iletim tarifesini, dağıtım tarifeleri ile perakende satış tarifelerini incelemek ve onaylamak, iletim, dağıtım, toptan satış ve perakende satış için yapılacak fiyatlandırmaların ana esaslarını tespit etmek ve gerektiğinde ilgili lisans hükümleri doğrultusunda revize etmekle yetkilendirilmiştir. Kayıp-kaçak bedeli ile diğer bedeller, 4628 sayılı Kanun’un vermiş olduğu yetki kapsamında EPDK tarafından onaylanan tarifeler içinde birer maliyet kalemi kabul edilerek tüketicilerden tahsil edilmektedir. Kayıp-kaçak bedelinin tüketicilerden tahsil edilip edilemeyeceği noktasında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ile Danıştay Dairesinin farklı kararlar vermesi üzerine Kanun’un farklı yorumlanmasından kaynaklanan ihtilafları gidermek için kanun koyucu tarafından Kanun’un maddesinde kayıp-kaçak bedeli ile diğer bedellerin ilgili tarifeler kapsamında birer maliyet kalemi kabul edilerek bu bedellerin tüketicilerden tahsil edilmesine yönelik düzenleme yapıldığı görülmektedir. Elektrik enerjisinin kaliteli, sürekli, kesintisiz bir şekilde tüketicilerin kullanımına sunulabilmesi için elektriğin üretiminden tüketicilere sunulması aşamasına kadar oluşan maliyetlerin karşılanması gerekmektedir. Bu bağlamda kayıp-kaçak bedeli ile diğer bedellerin tarifeler kapsamında birer maliyet kalemi kabul edilerek tüketicilerden tahsil edilmesinde kamu yararı bulunmaktadır. Dolayısıyla kanun koyucu tarafından mevcut kanun hükmünün farklı yorumlanmasından kaynaklanan ihtilafları gidermek amacıyla yapılan düzenlemenin söz konusu ihtilaf nedeniyle açılmış ve düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla henüz sonuçlanmamış dava ve başvurular hakkında da uygulanmasını öngören ve hak arama özgürlüğüne bir sınırlama getirmeyen kuralın Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır." b. Yargıtay Kararları Yargıtay HGK'nın 21/5/2014 tarihli ve E.2013/7-2454, K.2014/679 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Kayıp-kaçak miktarı, dağıtım sistemine giren enerji ile dağıtım sisteminde tüketicilere tahakkuk ettirilen enerji miktarı arasındaki farkı göstermektedir. Yani kayıp-kaçak bedeli elektrik sisteminde ortaya çıkan teknik ve teknik olmayan kaybın maliyetinin kayıp-kaçak bedeli oranları ölçüsünde karşılanabilmesi amacıyla belirlenen bir bedeldir.Davacı Kurum tarafından elektrik enerjisinin üretiminden, tüketicilere ulaştırılıncaya kadar oluşan elektrik eksikliği kayıp bedeli olarak; enerji nakil hatlarından çeşitli sebeplerle sayaçtan geçirilmeksizin, herhangi bir bedel ödemeden kullanılan elektrik bedeli de kaçak bedeli olarak diğer kullanıcı abonelere yansıtılmaktadır.4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun maddesinin fıkrasında, bu Kanun ile verilen görevleri yerine getirmek üzere EPDK’nın kurulduğunu belirtmiş, aynı maddenin fıkrasında ise; 'kurum, tüzel kişilerin yetkili oldukları faaliyetleri ve bu faaliyetlerden kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini tanımlayan Kurul onaylı lisansların verilmesinden, işletme hakkı devri kapsamındaki mevcut sözleşmelerin bu Kanun hükümlerine göre düzenlenmesinden, piyasa performansının izlenmesinden, performans standartlarının ve dağıtım ve müşteri hizmetleri yönetmeliklerinin oluşturulmasından, tadilinden ve uygulattırılmasından, denetlenmesinden, bu Kanunda yer alan fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten, piyasa ihtiyaçlarını dikkate alarak serbest olmayan tüketicilere yapılan elektrik satışında uygulanacak fiyatlandırma esaslarını tespit etmekten ve bu fiyatlarda enflasyon nedeniyle ihtiyaç duyulacak ayarlamalara ilişkin formülleri uygulamaktan ve bunların denetlenmesinden ve piyasada bu Kanuna uygun şekilde davranılmasını sağlamaktan sorumludur…' hükmüne yer verilmiştir.Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, EPDK’ya tüketicilere yapılacak elektrik satışlarında uygulanacak fiyatlandırmaya esas unsurları tespit etme görevi verilmiştir.Bu maddede de anlatılmak istenilen hususun 1 kw elektrik enerjisinin tüketicilere ulaşıncaya kadarki maliyet ve kar payı olup, yoksa EPDK’ya sınırsız bir fiyatlandırma unsuru belirleme yetkisi ve görevi vermediği açıktır.EPDK bu maddeye dayanarak 2002 gün ve 24843 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Perakende Satış Hizmet Geliri ile Perakende Enerji Satış Fiyatlarının Düzenlenmesi Hakkında Tebliğ”i yayımlamış ve lisans sahibi şirketlerde bu tebliğe uygun olarak tüketiciden kayıp-kaçak bedeli adı altında bedel tahsil etmişlerdir.Ancak yukarıda açıklandığı üzere tebliğin dayanağı olan 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun maddesinde, EPDK'ya sınırsız bir fiyat belirleme hak ve yetkisi verilmemiştir.Elektrik enerjisinin nakli esnasında meydana gelen kayıp ile başka kişiler tarafından hırsızlanmak suretiyle kullanılan elektrik bedellerinin, kurallara uyan abonelerden tahsili yoluna gitmek hukuk devleti ve adalet düşünceleri ile bağdaşmamaktadır.Hem bu hal, parasını her halükarda tahsil eden davacı Kurum’un çağın teknik gelişmelerine ayak uydurmasına engel olur, yani davacı kendi teknik alt ve üst yapısını yenileme ihtiyacı duymayacağı gibi; elektriği hırsızlamak suretiyle kullanan kişilere karşı önlem alma ve takip etmek için gerekli girişimlerde de bulunmasını engeller. Oysa ki, elektrik kaybını önleme ve hırsızlıkları engelleme veya hırsızı takip edip, bedeli ondan tahsil etme görevi de bizzat enerjinin sahibi bulunan davacıya aittir.Bununla birlikte, tüketici olan vatandaşın faturalara yansıtılan kayıp-kaçak bedelinin hangi miktarda olduğunun apaçık denetlenebilmesi ve hangi hizmetin karşılığında ne bedel ödediğini bilmesi, yani şeffaflık hukuk devletinin vazgeçilmez unsurlarındandır.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/1/2016 tarihli veE.2015/1604, K.2016/713 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dairemizce de, anılan Genel Kurul kararındaki ilkeler benimsenerek, kayıp-kaçak bedeli yanında, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin de dağıtım şirketleri tarafından elektrik abonelerinden alınamayacağına karar vermiştir. (Hukuk Dairesi Dairesi'nin 20/10/2014 tarih, 2014/7090 Esas- 2014/13588 Karar ile03/11/2014 tarih ve 2014/7083 Esas- 2014/14256 Karar sayılı kararları).Elektrik dağıtım şirketlerinin EPDK kurul kararları ve tebliğleri çerçevesinde, elektrik kullanan abonelerin faturalarına yansıtarak aldıkları, kayıp-kaçak, perakende satış hizmeti, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin elektrik enerjisi kullananlara (sanayi, ticarî ve mesken abonelerine) aktif tüketim bedeli dışında ek bir mâli yük ve külfet getirmektedir. Anayasamızın maddesi gereğince; vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı düzenlenmiştir. Nitekim, elektrik faturalarına yansıtılan %2 TRT payının da kanunla getirildiği ve kanunun verdiği açık ve şeffaf yetkiye dayanarak tahsil edilmektedir. Elektrik Piyasası Kanunun temel ilkeleri çerçevesinde amaçlanan hususun; 1 kw elektrik enerjisinin kullanıcılara ulaşıncaya kadar ki maliyet ve kâr payı olup; aksine, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumuna sınırsız bir fiyatlandırma ve tarife unsuru belirleme yetkisi ve görevi verilmemiştir. EPDK kurul kararları ve tebliğleri gereğince alınan; kayıp-kaçak, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim sistemi kullanım ve dağıtım bedellerinin; vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı, ayrıca Elektrik Piyasası Kanunun düşük maliyetli enerji temini ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasası oluşturulması ilkelerine uygun düşmemektedir.Hâl böyle olunca; mahkemece, öncelikle davacı tarafa, kayıp kaçak bedellerine ilişin talebinin hangi faturalara (hangi döneme )ilişkin olduğu açıklattırıldıktan sonra, yukarıda açıklanan ilkeler gereğince kayıp-kaçak, bedelinin davalı taraftan tahsil edilemeyeceği kabul edilip, bu hususta itiraz edildiği de göz önüne alınarak davacının alacağının hesaplanması amacıyla borç dökümü ve faturalar incelenerek Yargıtay denetimine açık ve bilimsel verilere uygun şekilde, bilirkişiden alınacak rapor doğrultusunda karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde istemin reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/3/2018 tarihli ve E.201610358, K.2018/3038 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ne var ki, uyuşmazlığın temyiz yolu ile Dairemize geldiği aşamada 2016 tarih ve 29745 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6719 sayılı kanunun maddesi ile 6446 Sayılı kanunun maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ile altıncı fıkrasının (a), (ç), (d) ve (f) bentleri değiştirilmiş ve dava konusu bedellerin alınmasında esas olan ilgili tarifelerin düzenlenmesinde EPDK'nun Kanundaki yetkileri genişletilerek, yukarıda sözü edilen bedeller maliyet unsuru kapsamına dahil edilmiştir.Yine, 6719 sayılı kanunun maddesi ile 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'na eklenen; Geçici madde 19; "Bu maddeyi ihdas eden Kanunla öngörülen düzenlemeler yürürlüğe konuluncaya kadar, Kurul tarafından yürürlüğe konulan mevcut yönetmelik, tebliğ ve Kurul kararlarının bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur." hükmünü, Geçici madde 20; "Kurul kararlarına uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve başvurular hakkında 17 nci madde hükümleri uygulanır." hükmünü içermektedir.Hal böyle olunca, karar tarihinden sonra yürürlüğe girmiş bulunan bu yasa değişikliklerinin, yürürlük tarihi öncesi dönemde geçerli olan EPDK kararlarına dayanılarak alınmış olan ve dava konusu yapılankayıp-kaçak, dağıtım, perakende satış hizmet, sayaç okuma ve iletim bedelleri ile ilgili olarak açılan ve halen devam eden davalarda da geçmişe etkili olacak şekilde uygulanması gereken hükümler içerdiğinden, 6446 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun , geçici ile maddelerinin, somut olaya etkisinin bulunup bulunmadığının yerel mahkemece tartışılıp değerlendirildikten sonra sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekmektedir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/2/2018 tarihli veE.2015/5988, K.2018/958 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 331/ maddesine göre 'Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hallerde, hakim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder.' şeklindeki düzenlemenin esastan sonuçlanmayan davada yargılama giderinin ne şekilde hükmedileceğine açıkça yer verdiği görülmektedir. Öte yandan, vekalet ücreti yargılama giderleri arasında sayılmıştır (6100 sayılı HMK'nın 323/1-ğ maddesi).Hal böyle olunca, yargılamada kendisini vekille temsil ettiren asli müdahil yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin maddesi gözetilerek mahkemece keşfen belirlenen ve harcı tamamlanan değer üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, maktu vekalet ücreti tayini doğru değildir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/5/2017 tarihli ve E.2015/42938, K.2017/6357 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Mahkemece, davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş; hüküm, vekalet ücreti yönünden davacı tarafından temyiz edilmiştir.Mahkemece, yargılama sırasında ipoteğin davalı tarafından fek edilmesinden dolayı davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına ve davacının dava açmakta haklı olması nedeniyle kendisini vekil ile temsil ettiren davacı yararına karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 13/ hükmü dikkate alınarak ipotek bedeli olan 000,00-TL üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, 350,00-TL vekalet ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden kararın düzeltilerek onanması HUMK’un 438/7 maddesi hükmü gereğidir.'' Yargıtay HGK'nın 20/12/2013 tarihli ve E.2013/23-131, K.2013/1681 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlığın doğduğu tarihte yürürlükte olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesi'nce verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesi'nce de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur.Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 1959 gün ve 1957/13-1960/5; 1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulu’nun 2004 gün ve E:2004/10-44, K:2004/19 sayılı ilamı).Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki, Kuru:Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 5, İstanbul 2001, Sahife:4738 vd).Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 27/2/2018 tarihli ve E.2018/964, K.2018/1767 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; davacı, davanın açıldığı andaki mevzuata ve içtihat durumuna göre dava açmakta haklıdır. Eş söyleyişle, davaya konu bedelleri tahsil eden davalı, davanın açılmasına sebebiyet vermiştir. Davacı tarafından, davalıdan kayıp-kaçak, dağıtım, iletim, perakende satış hizmeti ve sayaç okuma bedellerinin tahsilinin talep edildiği davada, “konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına” dair karar verilmesi, yargılama sırasında yürürlüğe giren yasa değişikliğinin bir sonucudur. Bu itibarla, dava açıldığı tarihte, yapılan yasa değişikliği henüz ortada bulunmadığından, dava tarihi itibariyle davacının dava açmakta haklı olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.O halde; mahkemece, dava açıldıktan sonra hasıl olan yasa değişikliği nedeniyle, davacının dava açmasında haksız sayılamayacağı cihetle; konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar verildikten sonra davacı yararına maktu vekalet ücreti takdirine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde nispi vekalet ücretine karar verilmesi doğru görülmemiştir. Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün düzeltilerek onanması HUMK'nun 438/7 maddesi hükmü gereğidir."c. Danıştay Kararları Danıştay Onüçüncü Dairesinin 31/3/2015 tarihli ve E.2011/692, K.2015/1263 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:" 2010 tarih ve 2999 sayılı Kurul kararı incelendiğinde; 2006 tarih ve 875 sayılı Kurul kararı esas alınarak tesis edilen 2009 tarihli ve 2363 sayılı Kurul kararı ile 2010 tarihinden itibaren uygulanmak üzere onaylanan tarife tablolarının; 4628 sayılı Kanun'un Geçici maddesi, Yüksek Planlama Kurulu'nun 14/2/2008 tarihli ve 2008/T-5 sayılı kararı ile kabul edilen Enerji KİT'lerinin Uygulayacağı Maliyet Bazlı Fiyatlandırma Mekanizması Usul ve Esasları, ilgili mevzuat ile elektrik dağıtım şirketlerinin talepleri çerçevesinde güncellenmesine ve tarife tablolarının onaylanmasına ilişkin olduğu ve anılan karar ile belirlenen tarife bileşenlerinin, net enerji bedeli (tek zamanlı veya çok zamanlı), kayıp enerji bedeli, dağıtım bedeli, sayaç okumaya ilişkin perakende satış hizmet bedeli, sayaç okuma dışındaki perakende satış hizmet bedeli ve iletim bedelinden oluştuğu ve perakende satış hizmet bedeli yönünden ikili bir düzenleme yapılarak sayaç okumaya ilişkin perakende satış hizmet bedelinin sabit bir maliyet, sayaç okuma dışındaki perakende satış hizmet bedelinin ise, perakende satış hizmeti fiyatının perakende satış hizmeti maliyetini yansıtan bir fiyat olduğundan hareketle faturalama ve tahsilat giderleri, tanıtım ve pazarlama giderleri, müşteri hizmetlerine ilişkin giderler, perakende satış ve hizmete ilişkin diğer işletme giderleri değişken olduğundan değişken maliyet unsurlarını içeren ayrı bir tarife bileşeni olarak dikkate alındığı görülmektedir....Geçiş döneminde öngörülen "Fiyat Eşitleme Mekanizması"nın temel amacının; toplumsal nitelikli olan aşırı yüksek kayıp-kaçakların toplumun bütünü tarafından "eşit olarak" bölüşülmek suretiyle ödenmesi, geçiş dönemi sonuna kadar abone grupları arasındaki çapraz sübvansiyonun tedrici olarak azaltılması ve geçiş dönemi sonunda her dağıtım bölgesinin ve abone grubunun kendi maliyetlerine katlanmaya başlaması olduğu dikkate alındığında, bu sistemin verimli dağıtım şirketlerinin faaliyette bulunduğu istikrarlı ve doğal tekel niteliğini haiz faaliyetler dışında kalan faaliyetlerin serbest rekabet koşullarında yürütüldüğü bir piyasa yapısını hedeflediği gözetildiğinde, fiyat eşitleme mekanizması ile öngörülen sistemin eşitlik, hakkaniyet ve nesafet ilkeleriyle bağdaşmadığından söz etmek mümkün değildir.Tüketicilere elektrik sağlamaya yönelik hizmet sunumu sırasında teknik ve teknik olmayan nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan ve tamamen engellenmesi ve yok edilmesine imkan bulunmayan kayıp-kaçağın belli bir hedef doğrultusunda, giderek azaltılması için gerekli tedbirlerin alınmasına yönelik özendirici ve teşvik edici uygulamalarla; kaliteli ve sürekli elektrik hizmetini temin için gerekli önlemleri almakla görevli bulunan davalı idarece elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tedarikinde ortaya çıkan ve maliyetin bir parçası olan kayıp-kaçak bedelinin elektrik piyasası faaliyetlerinin düzgün yürütülmesini temin için tüketicilere eşit yansıtılmasına yönelik olarak ve üstün kamu yararı gözetilerek, anılan Kanun ile verilen yetki ve görev sınırları içerisinde olmak üzere tesis edilen dava konusu düzenlemelerde ve davalı idare kararlarında anılan kamu hizmetinin gereklerine ve hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Danıştay Onüçüncü Dairesinin 17/5/2016 tarihli ve E.2012/2166, K.2016/1757 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşmazlık, kayıp-kaçak bedelinin tüketiciden alınıp alınmayacağı noktasında toplanmaktadır. Kayıp-kaçak miktarı, dağıtım sistemine giren enerji ile dağıtım sisteminde tüketicilere tahakkuk ettirilen enerji miktarı arasındaki farkı göstermektedir. Dağıtım sistemine giren enerji ile tahakkuk ettirilen enerji arasında oluşan bu fark, elektriğin dağıtımı için gerekli olan hat, trafo ile sayaçlarda meydana gelen teknik kayıp miktarı ve yasal olmayan bir şekilde elektriğin kaçak kullanılması sonucunda oluşan miktarın toplamından oluşmaktadır. Kaçak elektrik tüketiminin tamamen ortadan kaldırıldığı bir durumda dahi teknik kayıp söz konusu olacaktır. Teknik ve teknik olmayan kayıplar elektrik maliyetinin bir unsurudur. Elektriğin kesintisiz bir şekilde sağlanması için teknik ve teknik olmayan kayıpların karşılanması gerekir. Kayıpsız bir elektrik üretimi söz konusu olamayacağından, tüketicilere sunulan elektriğin kesintisiz sağlanabilmesi için her bir dağıtım bölgesinin kayıp-kaçak oranları dikkate alınarak elektriğin üretilmesi gerekmektedir. Üretilen elektriğin maliyetinin tüketicilere yansıtılması, faaliyetin doğal bir sonucudur.Davalı idare, tüketicilere elektrik sağlamaya yönelik hizmet sunumu sırasında teknik ve teknik olmayan nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan ve tamamen engellenmesi ve yok edilmesine imkan bulunmayan kayıp-kaçağın belli bir hedef doğrultusunda giderek azaltılması için gerekli tedbirlerin alınmasına yönelik özendirici ve teşvik edici uygulamalarla, kaliteli ve sürekli elektrik hizmetini temin için gerekli önlemleri almakla görevlidir.Davaya konu olan kayıp-kaçak bedeli, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu'nun Geçici maddesinde ulusal tarife adı altında Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu tarafından belirlenerek uygulanmaktadır. Ulusal tarife uygulaması ile, kayıp-kaçağın yüksek olduğu dağıtım bölgelerinin maliyetleri, geçici bir süre için, kayıp-kaçağın düşük olduğu dağıtım bölgelerindeki kullanıcılardan karşılanmaktadır. Bu uygulama, 4628 ve 6446 sayılı Kanunlarla belirlenen bir geçiş dönemiyle sınırlı olarak “fiyat eşitleme mekanizması” adı verilen ulusal tarife düzenlemesinden kaynaklanmaktadır. Fiyat eşitleme mekanizması, tek bir satış fiyatı olması için, dağıtım bölgeleri arasındaki maliyet farklılıklarını ortalama birim fiyatta eşitleme ve dağıtım bölgeleri arasında çapraz sübvansiyon yapma yetkisi vermektedir.Geçiş döneminde öngörülen "fiyat eşitleme mekanizması"nın temel amacının; toplumsal nitelikli olan aşırı yüksek kayıp-kaçakların toplumun bütünü tarafından eşit olarak bölüşülmek suretiyle ödenmesi, geçiş dönemi sonuna kadar abone grupları arasındaki çapraz sübvansiyonun tedrici olarak azaltılması ve geçiş dönemi sonunda her dağıtım bölgesinin ve abone grubunun kendi maliyetlerine katlanmaya başlaması olduğu dikkate alındığında ve bu sistemin verimli dağıtım şirketlerinin faaliyette bulunduğu istikrarlı ve doğal tekel niteliğini haiz faaliyetler dışında kalan faaliyetlerin serbest rekabet koşullarında yürütüldüğü bir piyasa yapısını hedeflediği gözetildiğinde, fiyat eşitleme mekanizması ile öngörülen sistemin eşitlik, hakkaniyet ve nesafet ilkeleriyle bağdaşmadığından söz etmek mümkün değildir.Bu itibarla, elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tedarikinde oluşan ve maliyetin bir parçası olan kayıp-kaçak bedelinin, elektrik piyasası faaliyetlerinin düzgün yürütülmesi, kaliteli ve sürekli bir elektrik hizmeti sağlanmasının temini için Kurum tarafından belirlenen hedef kayıp-kaçak oranları ölçüsünde tüketicilere yansıtılmasında ve buna yönelik olarak alınan dava konusu Kurul kararlarında hukuka aykırılık bulunmamaktadır''B. Uluslararası Hukuk Mülkiyet Hakkı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Broniowski/Polonya ([BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004) kararında Polonya Anayasa Mahkemesince hukuk devleti ilkesine ve mülkiyet hakkına ilişkin anayasal güvencelere aykırı olduğu tespit edilen bir kanuna dayanılarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalede kanunilik ilkesi yönünden herhangi bir ihlal görmemiştir. AİHM, Polonya Anayasa Mahkemesi kararından sonra oluşan durumun ve özellikle kamu otoritelerinin uygulamalarının kabul edilemez olduğu, hukuk devleti ilkesine aykırılık taşıdığı ve tam kanunsuzluk hâlini oluşturduğunun mahkemeler ve Anayasa Mahkemesi tarafından ifade edildiğini tespit etmesine rağmen bu meselenin Polonya kamu makamlarınca uygulanan tedbirlerin adil dengeyi bozup bozmadığına yönelik incelemede dikkate alınabileceği kanaatini açıklamıştır (Broniowski/Polonya, § 154). AİHM, Polonya Anayasa Mahkemesince hukuk devletine aykırı görülen kanuna dayanan uygulamayı ölçülülük başlığı altında incelemiştir (Broniowski/Polonya, § 185). AİHM, keyfîliğe imkân vermeyecek şekilde bir kanuni dayanağı olsa ve meşru bir amaç taşısa bile mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde toplumun genel menfaatlerinin beklentileri ile bireyin temel haklarının korunmasının gerekleri arasında adil bir denge kurulması gerekliliğine işaret etmektedir. AİHM'e göre uygulanan araç ile müdahaleyle hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmalıdır (R. Sz./Macaristan, B. No: 41838/11, 2/7/2013, § 49). AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin -özünde- mülkiyet hakkını güvence altına aldığını kabul etmektedir. AİHM'e göre bu madde üç belirgin kural içermektedir. Bu kurallardan ilki, maddenin birinci paragrafının birinci cümlesinde yer alan mülkiyetin barışçıl yararlanmaya (mülkiyetin dokunulmazlığına saygı) ilişkin genel nitelikli kuraldır. İkinci kuralın bulunduğu birinci paragrafın ikinci cümlesi ise mülkiyetten yoksun bırakmayı içerir ve bunu bazı koşullara bağlar. İkinci paragrafta yer alan üçüncü kural ise taraf devletlere mülkiyetin kamu yararına kullanılmasını kontrolünü veya vergilerin ya da diğer katkıların veya cezaların yerine getirilmesini sağlama yetkisi tanımaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç [GK], B. No: 7151/75-7152/75, 23/9/1982, § 61). Ancak bu üç kural birbiriyle bağlantısız olmayıp ikinci ve üçüncü kuralların genel nitelikli birinci kuralın ışığında incelenmesi gerektiği AİHM tarafından ifade edilmiştir (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79 21/2/1986, § 37; Lithgow ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9006/80 ... 8/7/1986, § 106). AİHM; belediye tarafından eğlence vergisi alınmasının şikâyet edildiği bir başvuruda, vergi alınmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiş ancak hukuka dayalı olduğu tespit edilen müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacı olduğunu ve başvurucu şirketin ise olayda vergilendirmenin aşırı bir yük getirdiğini kanıtlayamadığını belirterek müdahalenin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar vermiştir (Wolfhard Koop-Automaten Goldene 7 GmbH & Co. KG/Almanya (k.k.), B. No: 38070/97, 30/3/1999). Yine vergi benzeri bir katkı payının söz konusu olduğu bir başvuruda da noterin elde ettiği gelirlerin %30'unu Noterler Birliğine yatırmasının zorunlu kılınması yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahale, hukuka dayalı olduğu ve meşru bir amacının bulunduğu kabul edildikten sonra aşırı bir yük getirmediği tespit edilerek ölçülü bulunmuştur (George Drosopoulos/Yunanistan (k.k.), B. No: 40442/98, 7/12/2000). Adil Yargılanma Hakkı Yönünden AİHM'e göre devam eden davalara belli bir sonucu garanti etmek adına kanun ile yapılan kamu müdahaleleri Sözleşme’nin maddesinde güvenceye kavuşturulan adil yargılanma hakkını ihlal eder. AİHM, özellikle yargılama sırasında yürürlüğe giren kanunla yapılan müdahalenin zamanlaması ve şeklini dikkate almış; karar verme aşamasına yakın bir zamanda yargılamanın sonucuna etki edecek şekilde yapılmış olan müdahalelerin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir (Stran Greek Refineries ve Stratis Andreadis/Yunanistan, B. No: 13427/87, 9/12/1994, §§ 49-50). AİHM'in Stankiewicz/Polonya (B. No: 46917/99, 6/4/2006) kararına konu olayda kamu hazinesi adına hareket eden savcı, kamunun açtığı ihaleye girerek taşınmaz satın alan kişi aleyhine sebepsiz zenginleşme nedeniyle tazminat davası açmıştır. Söz konusu davada başvurucu, hukuki yardım almış ve bu hukuki yardım karşılığında bir miktar ücret ödemiştir. İlk derece mahkemesi davayı reddetmiş ve başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin hazine tarafından başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir. Savcılık istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf mahkemesi yargılama giderleri yönünden ilk derece mahkemesi hükmünü değiştirmiş ve başvurucu tarafından yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına karar vermiştir. İstinaf mahkemesi Polonya Medeni Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine dayanmıştır. Polonya yargı mercilerinin yorumuna göre anılan hüküm, savcının katıldığı davalarda -genel hükümlerden farklı olarak- savcı davayı kaybetse bile savcılık aleyhine yargılama giderine hükmedileyeceğini öngörmektedir (Stankiewicz/Polonya, §§ 8-26). Başvurucu, yaptığı yargılama giderlerinin iade edilmemesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini öne sürerek AİHM'e başvurmuştur (Stankiewicz/Polonya, § 46). AİHM hukuk davalarında taraflara yüklenen yargılama giderlerinin başvurucuların Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyen bir kısıtlama oluşturduğunu ifade etmiştir. AİHM kişinin mahkemeye erişim hakkından yararlanıp yararlanamadığının değerlendirilmesinde yargılama giderlerinin miktarını, başvurucuların ödeme gücü ile yükümlülüğün öngörüldüğü safhayı dikkate alacağını belirtmiştir (Stankiewicz/Polonya, § 59). AİHM somut davanın ne yargılama giderlerine ne de mahkemeye erişim hakkına ilişkin olduğunun farkında olduğunun altını çizmiştir. Ancak AİHM -bazı özel koşullarda- bir bütün olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının gerekliliklerine uyulup uyulmadığının değerlendirilmesinde yargılama giderlerinin belirlenmesiyle bağlantılı meselelerin de dikkate alınabileceğini vurgulamıştır (Stankiewicz/Polonya, § 60). AİHM, savcının yargılama giderleri hususunda ayrıcalıklı bir konumda bulunduğunu not etmiştir. AİHM bu şekildeki bir ayrıcalığın kamu düzeni bakımından haklı bir temelinin bulunabileceğini kabul etmekle birlikte bunun hukuk davasının taraflarından birini savcılık makamına karşı yersiz bir biçimde dezavantajlı bir konuma koyacak şekilde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Stankiewicz/Polonya, § 69). Davanın Polonya'daki sistematik bir problemle ilgili olduğunu, karmaşık bulunduğunu ve önemli miktarda bir parayı konu edindiğini belirten AİHM, başvurucunun hukuki yardım almasının temelsiz olmadığının altını çizmiştir (Stankiewicz/Polonya, §§ 70-74). AİHM başvurucunun ödediği hukuki yardım bedelinin aşırı olduğunun ve emsallerine nazaran yüksek olduğunun hükûmet tarafından gösterilemediğine işaret etmiş ve somut davada profesyonel hukuki yardımın haksız bir temele sahip olmadığına dikkat çekmiştir (Stankiewicz/Polonya, § 75). AİHM sonuç olarak davanın tüm koşulları bir bütün olarak gözetildiğinde Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Stankiewicz/Polonya, § 76). AİHM'in bu başvuruda mahkemeye erişim hakkının değil genel olarak Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının ihlal edildiği tespitini yaptığına vurgu yapmak gerekir. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin beraat eden kişilere ceza davasında yapılan yargılama masraflarını isteme hakkını içermediğini, adil yargılanma hakkının bu şekilde bir güvence sağlamadığını kabul etmektedir (Masson ve Van Zon/Hollanda, B. No: 15346/89, 15379/89, 28/9/1995, § 49; Yassar Hussain/Birleşik Krallık, B. No:8866/04, 7/3/2006, § 20). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/36736 | Başvuru, yargılama aşamasında yürürlüğe giren kanun hükmünün aleyhe sonuç doğuracak şekilde uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının, lehe nispi vekâlet ücreti yerine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşi ve hısımları öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 6/11/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 6/11/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 11/4/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu;kardeşinin 1/8/1994 tarihinde terör örgütü mensuplarıyla girilen çatışmada örgüt tarafından öldürüldüğünü, bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 5/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 28/1/2011 tarihli ve 2011/1-940 sayılı kararında terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyada yer alan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu Sason ilçesi Taşyuva köyü boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden aileler bulunduğundan, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde ciddi bir nüfus yaşadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Belirtilen ret işlemi aleyhine başvurucu tarafından Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 15/2/2012 tarihli ve E.2011/4589, K.2012/963 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “... Batman İli Sason İlçesi Taşyuva Köyü'ne aitdava dosyasında ve Mahkememizde yer alan bu köye ait E.2011/937 dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelere göre, Taşyuva Köyü'nün; Zornik, Hopir, Gortil, Hazuzenk mezralarından oluştuğu, Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 0490-18647-11/Ter.Suç.Ks sayılı Batman Valiliği'ne hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısından; Taşyuva köy merkezinin ve Zornik, Hopir, Gortil, Hazuzenk mezralarının1992-1999 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 01/10/2009 tarih ve 3700-63966-09/GKK/Ks. sayılı ve eki 2009 tarihli tutanağa göre, 1987-2000 yılları arasında Taşyuva Köyü'ndeGKK veGÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde -47- hanenin ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 1996, 1997 yılında 409, 2000 yılında, 631 kişi olduğu, Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 2009 tarih ve 185 sayılı yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği, 2000 yılı sonrasında da seçimlerin düzenli olarak yapıldığı, Sason İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 2006 tarihli yazısından, Taşyuva Köyü İlköğretim Okulu'nuneğitim ve öğretime açık olduğunun ifade edildiğigörülmektedir.Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Taşyuva Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemektedir...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 25/12/2012 tarihli ve E.2012/5045, K.2012/14846 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 18/9/2013 tarihli ve E.2013/9850, K.2013/5928 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 24/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/274 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşi ve hısımları öldürüldüğü dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan kurumlardan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğunun aksi ispat edilemez kanuni karine hâline getirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20513 | Başvuru, kanun hükmünde kararnameyle kapatılan kurumlardan yapılan taşınmaz alış işleminin muvazaalı olduğunun aksi ispat edilemez kanuni karine hâline getirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yakalama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 21/1/2014 ve 21/11/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/18327 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu ve kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/1081 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2014/18327 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2014/1081 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 15/9/2013 tarihinde kasten öldürme suçundan Antalya Sulh Ceza Mahkemesince adli kontrol altına alınmıştır. Başvurucu hakkında verilen adli kontrol kararının kaldırılması ve yakalama emri düzenlenmesi amacıyla 16/9/2013 tarihindeBaşsavcılık tarafından Antalya Sulh Ceza Mahkemesine itirazda bulunulmuştur. Antalya Sulh Ceza Mahkemesince 18/9/2013 tarihinde4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gereğince başvurucu hakkında yakalama emri düzenlenmesine karar verilmiştir. Başvurucubu karara Antalya Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itirazda bulunmuş, itiraz mercince 23/9/2013 tarihinde itirazın reddine kesin olarakkarar verilmiştir. Başsavcılık tarafından hazırlanan iddianame ile kasten öldürme suçundan başvurucu hakkındakamu davası açılmıştır. Başvurucu hakkındaki dava Antalya Ağır Ceza Mahkemesine tevzi edilmiş,11/11/2013 tarihinde iddianamenin kabulüne karar verilmiş ve kovuşturma aşaması başlamıştır. Aynı tarihte tensiben yapılan inceleme sonucunda Mahkeme; başvurucu hakkında, soruşturma aşamasında verilen yakalama kararlarının kaldırılmasına ve tutuklanmak üzere yeniden yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Başvurucununitirazı üzerine Antalya Ceza Mahkemesinin 9/11/2013 tarihli kararıyla söz konusu itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 9/10/2014 tarihli duruşmasında da yakalama kararının kaldırılmasını talep etmiş ve mahkemece bu talep reddedilmiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 16/10/2014 tarihli kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. Ret kararları 23/12/2013 ve 23/10/2014 tarihinde başvurucuyatebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/11/2014 ve 21/1/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 9/12/2016 tarihinde kendisi bizzat Antalya Ağır Ceza Mahkemesine gelerek ifade vereceğini beyan etmesi üzerine Mahkemece resen duruşma açılmasınave savunmasının alınmasına karar verilmiştir. Mahkemece "kasten öldürme suçunu işlediğine ilişkin kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin bulunması, müsnet suçun CMK.nun 100/maddesinde yer alan katalog suçlardan olması, müsnet suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı,sanığın tutuklu kalmadığı dikkate alındığında, tutuklama tedbirinin bu aşamada ölçülü olması, sanığın uzun süre yargılamayakatılmayarak, yakalama emrinin infazına engel olarak kaçması nedeniyle bu aşamada adli kontrol tedbirinin yetersiz kalacağı" gerekçeleriyle başvurucu hakkında tutuklama kararı verilmiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesinin 23/2/2017 tarihli kararıyla başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Yargılama sonucunda 16/5/2017 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Yakalanan kişinin mahkemeye götürülmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:(1) Hâkim veya mahkeme tarafından verilen yakalama emri üzerine soruşturma veya kovuşturma evresinde yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılır.(2) Yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılamıyorsa, aynı süre içinde yakalandığı yer adliyesinde, mevcut değil ise en yakın adliyede kurulu sesli ve görüntülü iletişim sisteminin kullanılması suretiyle yetkili hâkim veya mahkeme tarafından bu kişinin sorgusu yapılır veya ifadesi alınır. 5271 sayılı Kanun'un "Yakalama emri ve nedenleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir. Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir.(2) Yakalanmış iken kolluk görevlisinin elinden kaçan şüpheli veya sanık ya da tutukevi veya ceza infaz kurumundan kaçan tutuklu veya hükümlü hakkında Cumhuriyet savcıları ve kolluk kuvvetleri de yakalama emri düzenleyebilirler.(3) Kovuşturma evresinde kaçak sanık hakkında yakalama emri re'sen veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim veya mahkeme tarafından düzenlenir.(4) Yakalama emrinde, kişinin açık eşkâli, bilindiğinde kimliği ve yüklenen suç ile yakalandığında nereye gönderileceği gösterilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1081 | Başvuru, yakalama kararı nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. DHKP/C silahlı terör örgütüne yönelik bir operasyon kapsamında -"İdil Kültür Merkezi" olarak isimlendirilen bir binada yapılan aramada- ele geçirilen materyaldeki bilgilere istinaden Hatay'da öğretmen olarak görev yapan başvurucunun anılan örgütün hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 28/10/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu tutuklamaya sevk edilmiştir. Tutuklama sevk yazısında; binada yapılan aramada ele geçirilen materyalde örgütün planlamalarına ilişkin şifreli kayıtların yer aldığı, bu kayıtlarda Hatay'daki sendikal bağlantıların örgütün lehine kullanılması için ismi "PLN" olarak kısaltılmış kişinin görevlendirildiğinin görüldüğü, başvurucunun da Hatay'da yaşadığı, bir sendikanın yönetiminde bulunduğu ve dolayısıyla adı kısaltılan örgüt üyesinin başvurucu olduğu ileri sürülmüştür. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 2/11/2020 tarihli kararıyla tutuklama talebini reddetmiş, başvurucuyu konutu terk etmeme ve yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirleri altına alarak serbest bırakmıştır. Başvurucu, anılan karara 8/11/2020 tarihinde itiraz etmiş; itiraz hakkında karar verilmemesi üzerine başvurucu 5/1/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 11/11/2020 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Hatay Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) göndermiştir. Başvurucu hakkındaki konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri 19/1/2021 tarihinde kaldırılmış, yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbirinin ise devamına karar verilmiştir. Başsavcılık 31/8/2021 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun DHKP/C'nin sendikalardaki yapılanmasıyla bağlantılı olduğu ve bu yönde faaliyette bulunduğu iddia edilmiştir. İddianamede suçlamalara esas alınan temel olgular ile değerlendirmeler özetle şöyledir:i. DHKP/C silahlı terör örgütüne yönelik başka bir soruşturma kapsamında -"İdil Kültür Merkezi" olarak isimlendirilen- bir binada yapılan aramada ele geçirilen dijital materyalde şifrelenmiş dokümanların bulunduğu, şifresi çözülen bu doküman içeriklerinden örgütün faaliyet alanlarının “İşçiler, Memurlar, Üniversiteler, Liseler, Mahalleler, Tutsak Aileleri, Anadolu, Mühendis Mimarlar, Sanatçılar, Avukatlar, Sağlık, Dergi” şeklinde sınıflandırıldığının ve sayılan alanlardan sorumlu olan örgüt üyelerinin örgütün üst yönetimine rapor verdiğinin görüldüğü vurgulanmıştır. Bahsi geçen kayıtlardan Hatay'daki sendikal bağlantılarını örgüt lehine kullanması için "PLN" olarak ismi kısaltılmış bir kişinin görevlendirildiği, ayrıca bu kişinin ve ismi "ÜNL" şeklinde kısaltılmış örgüt mensubunun 1/7/2020-2/7/2020 tarihlerinde İstanbul'a gelerek örgüt komite toplantısına katılacakları tespit edilmiştir. Başsavcılık, Hatay'da yaşayan ve bir sendikanın yönetiminde yer alan başvurucunun 1/7/2020-2/7/2020 tarihlerinde İstanbul'da olacağını belgeleyen hava yolu uçuş kayıtlarının bulunduğu, anılan tarihlerde Ünal K. adlı şüphelinin de başka bir ilden İstanbul'a geldiği, başvurucuyla mobil telefon görüşmeleri ve mesajlaşmalarının tespit edildiğini belirterek ismi "PLN" şeklinde kısaltılan örgüt üyesinin başvurucu olduğunu iddia etmiştir.ii. Başvurucunun kendisine ait sosyal medya hesabından yaptığı (Twitter) paylaşımlarının örgüt üyelerine destek amaçlı olduğu ileri sürülmüştür. Başvurucunun sosyal medya paylaşımlarının bir kısmı ve Başsavcılığın değerlendirmeleri şöyledir:- 2/5/2020 tarihinde üst kısmına "talepleri karşıla İbrahim yaşasın" yazmak suretiyle "Grup Yorum ve İbrahim Gökçek'in talepleri: konser yasakları kaldırılsın, İdil Kültür Merkezine yapılan baskınlara son verilsin, grup yorum üyeleri hakkında açılan davalar düşürülsün, grup yorum üyeleri arananlar listesinden çıkarılsın, tutuklu müzisyenler serbest bırakılsın" şeklinde ifadelerin bulunduğu bir görseli paylaşmıştır.- 8/5/2020 tarihli paylaşımında başvurucunun bir bahçede çiçek diktiği anların bulunduğu videoya yer verdiği ve “İbrahim, Helin ve Mustafa için 3 çiçek diktim. Onlar bahçemizde yaşayacak” cümlesini yazdığı, bahsi geçen kişilerin DHKP/C silahlı terör örgütü üyesi oldukları iddiasıyla tutuklu bulundukları ceza infaz kurumunda ölüm orucu eylemi sonucu ölen kişiler olduğu ifade edilmiştir.- 31/5/2020 tarihli görüntülü paylaşımında başvurucunun “Halkın avukatları adil yargılanmak içinölüm orucundalar. Halkın avukatlarının taleplerinin karşılanmasını istiyorum. Bir günlük destek açlık grevindeyim. Savunmaya özgürlük” şeklinde konuşma yaptığı, bahsi geçen kişilerin DHKP/C silahlı terör örgütü üyesi oldukları iddiasıyla tutuklu bulunan ve ceza infaz kurumunda ölüm orucu eylemi gerçekleştiren E.T. ve A.Ü. olduğu ifade edilmiştir. Hatay Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul etmiş ve E.2021/262 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşamasına başlamıştır. Mahkeme 20/1/2022 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütü propagandası yapma suçundan 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu ve Başsavcılık bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla yargılama istinaf aşamasında derdesttir. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3178 | Başvuru, konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yetersiz olduğunu belirterek Anayasa’nın maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 25/2/2013 tarihinde Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 17/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölüm tarafından 29/01/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 28/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 15/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, süresi içerisinde Bakanlık görüşüne cevap vermiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşü ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 10/2/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 14/2//2011 tarihinde tutuklanmıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 25/12/2012 tarih ve E.2011/172, K.2012/303 sayılı kararıyla başvurucunun terör örgütü üyeliği ve tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma suçlarından toplam 16 yıl 6 ay hapis ve 3000 TL. adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, bu karara karşı 28/12/2012 tarihli dilekçe ile itirazda bulunmuş, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 14/1/2013 tarih ve 2013/26 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar verilmiştir. Ret kararı başvurucuya 7/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesi kararının temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 17/1/2014 ve E.2013/10169, K.2014/537 sayılı kararla hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucu 25/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , maddeleri ve 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun , ve maddeleri. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1913 | Başvurucu, tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçelerinin yetersiz olduğunu belirterek Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, haksız şekilde idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/4/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Irak uyruklu başvurucu hakkında DEAŞ silahlı terör örgütüyle geçmişte bağlantısının bulunduğu ve o dönemde kod ismi kullandığı gerekçesiyle Ankara İl Emniyet Müdürlüğü tarafından tahkikat başlatılmış ve başvurucunun 30/12/2019 tarihinde bilgisine başvurulmuştur. Ankara Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünce 2/1/2020 tarihinde başvurucu hakkında kamu düzeni açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle sınır dışı etme ve altı ay süreyle idari gözetim kararı alınmıştır. Sınır dışı etme kararının gerekçesi olarak Ankara İl Emniyet Müdürlüğünün başvurucunun DEAŞ silahlı terör örgütüyle geçmişte bağlantısının bulunduğuna ve yabancı terörist savaşçı olduğuna ilişkin tespitleri gösterilmiştir. Göç idaresince verilen sınır dışı etme ve idari gözetim kararlarında 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) ve (d) bentleri ile maddesinin (2) numaralı fıkrasına dayanılmıştır. Sınır dışı kararında, başvurucunun vatandaşı olduğu ülkeye veya transit gidebileceği bir ülkeye yahut güvenli üçüncü bir ülkeye sınır dışı edileceği belirtilmiştir. Başvurucu 2/1/2020 tarihinde Kırklareli Pehlivanköy Geri Gönderme Merkezine teslim edilmiştir.A. Sınır Dışı Kararına Karşı Açılan İptal Davası Süreci Başvurucu, sınır dışı işlemine karşı 19/2/2020 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Davalı idare ile başvurucu, savunma ve cevap dilekçelerini Mahkemeye sunmuş olup inceleme tarihi itibarıyla dava derdesttir.B. İdari Gözetim Kararına İtiraz Süreci Başvurucu 4/3/2020 tarihinde idari gözetim kararına itiraz etmiştir. Başvurucu; itiraz dilekçesinde, idari gözetim kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu, içinde bulunduğu durum nedeniyle sınır dışı edilemeyecekler arasında bulunduğunu, bu nedenle hakkındaki idari gözetimin sona erdirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Kırklareli Sulh Ceza Hâkimliği 13/3/2020 tarihinde başvurucunun itirazının reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Dosya kapsamının incelenmesinde; başvuran Abdulcelil Elkallo hakkında Ankara Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü'nce 2/1/2020 tarihinde 6458 sayılı Yasanın 54/b, d bentleri uyarınca sınırdışı etme, 57/ maddesi uyarınca 'kamu düzeni-kamu güvenliği açısından tehdit oluşturanlar, kaçma-kaybolma riski bulunanlar' gerekçesine dayalı idari gözetim kararı verildiği, dosya kapsamı itibarı ile; iltisaklı birim ile yapılan koordineli çalışmalarda itiraz edenin DEAŞ terör örgütü içerisinde 5 ay kadar kaldığı ve Hacı kod ismini kullandığı, Muhallebiye girişinde nöbet tuttuğu şeklinde bilgiler edinildiği ve YTS olduğu değerlendirilen şahsın işlem yapılmak üzere teslim alındığı 30/12/2019 tarihli kolluk tutanağı içeriğinden anlaşıldığı, adı geçen yabancının bu hali ile ülke kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu, kaçma ve kaybolma riskinin olduğu anlaşılmış olup, bu açıklamalar kapsamında somut olayda idari gözetim nedeni bulunduğu, başvuranın şahsi durumuna ve idari gözetimde geçirilen sürelere göre idari gözetimimin zaruret arz ettiği, bu aşamada yabancı şahsın idari gözetiminin sonlandırılarak salıverilmesinin kamu güvenliği açısından risk oluşturabileceği, başvuran hakkında alınan idari gözetim kararının usul ve yasaya uygun olduğunun kabulü ile başvurunun reddine ... [karar verilmiştir.]" Anılan karar başvurucuya 26/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Şekip Karkur, B. No: 2020/7458, 2/6/2020, §§ 18- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12454 | Başvuru, haksız şekilde idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ceza infaz kurumu koşullarının insani olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının; ceza infaz kurumunda kültür, sanat ve eğitim faaliyetleri ile dinî hizmetlerden faydalandırılmaması ve açık görüş hakkının sınırlandırılması nedenleriyle özel hayat ve aile hayatına saygı hakkının; telefonla görüşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ve el koyma kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan 2016/4930 sayılı soruşturma kapsamında 29/9/2016 tarihinde Ankara'da gözaltına alınan başvurucu bir gün gözaltında tutulduktan sonra Yozgat'a getirilmiştir. 1/10/2016 tarihinde Yozgat Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde, 3/10/2016 tarihinde de Başsavcılıkta ifadesi alınan başvurucu Cumhuriyet savcısı tarafından adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmesi talebiyle Yozgat Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiş ve Hâkimlik tarafından başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar verilmiştir. Başsavcılık başvurucuyu 19/10/2016 tarihinde tekrar ifadeye çağırmış, bir gün gözaltında kalan başvurucunun ifadesi Cumhuriyet savcısı tarafından 20/10/2016 tarihinde alınmıştır. Başvurucunun Başsavcılıktaki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:"... Dosyada Bylock adlı programla ilgili hazırlanan raporda bilgi sahibi oldum ... numaralı cep telefonu hattı adıma kayıtlıdır. Bu hattı yaklaşık 9 yıldır bizzat ben kullandım ancak ben bu cep telefonu ile FETÖ tarafından kullanılan kriptolu mesajlaşma programı olan Bylock adlı programı kesinlikle kullanmadım. Hakkımda Bylock programını yoğun görüşme şeklinde kullandığıma ilişkin tespiti kabul etmiyorum ..." Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınan başvurucu aynı tarihte silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Yozgat Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili kısmı şöyledir."...Yozgat İl Emniyet Müdürlüğünün 15/10/2016 tarihli yazısı ve ekinde bulunan FETÖ tarafından kullanıldığı tespit edilenBylock programına ilişkin elde edilen bilgi ve belgeler kapsamında hazırlanan rapor ile şüphelinin ... numaralı adına kayıtlı cep telefonu hattı ile Bylock programını yoğun bir şekilde kullandığına ilişkin tespit nedeni ile şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; Şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı olan cezanın üst haddi, atılı suçun CMK'nın 100/3a- maddesi uyarınca katalog suçlardan olması dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... [karar verilmesi talep olunur.]" Yozgat Sulh Ceza Hâkimliği 20/10/2016 tarihli kararıyla tutuklama talebinin reddine ve adli kontrol tedbirinin devam etmesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Hakkında terör örgütü üyeliğine yönelik soruşturma yürüten şüphelinin 03/10/2016 tarihli sorgusu yapılırken dosyasında yer alan bylock kaydında kullanıcı kodu kullanım yoğunluğu kimlik bilgileri ve telefon numarası da dahil olmak üzere tüm bilgilerin yer aldığı aleyhine tanık beyanlarının fetö örgütü ile iltisatlı olduğu gerekçesi ile işten çıkarıldığına ilişkin beyanının olduğu ancak bu deliller karşısında savcılık tarafından adli kontrol talebi ile sorguya sevk edildiği ve aynı tarihli hakimliğimizin kararı ile talep doğrultusunda karar verilerek şüphelinin serbest bırakıldığı, sonrasında şüphelinin by lock kullandığına ilişkin önceki tutanaktan hiç bir farkı olmayan yeni bir tutanak tutularak ve yeni delil kabul edilerek yakalanarak tutuklanma istemi ile hakimliğimize sevk edildiği görülmüştür....Şüpheli ... daha önce aynı deliller doğrultusunda yakalanmış, adli kontrol talebi ile sevkedilmiş ve talep doğrultusunda karar verilmiş olması ile 5271 sayılı CMK'nın 91/ maddesinin 'yakalanmaya neden olan fiil ile ilgili yeni ve yeterli delil elde edilmedikçe ve savcısının kararı olmadıkça bir daha aynı nedenden yakalama işlemi uygulanmaz.' hükmü gözönüne alındığında [şüphelinin] bylock kullandığına ilişkin hiç bir değişiklik içermeyen aynı tut[anağın] yeniden tutulması ve şüphelinin kullandığına ilişkin herhangi bir bilgi içermeyen bylock programının işleyişine ilişkin araştırma tutanağının CMK'nın 91/ [maddesi] kapsamında yeni ve yeterli delil kabul edilemeyeceği bu kapsamda yakalanma işlemi dahi uygulanamayacak şüphelinin tutuklamaya sevkinin ve aynı deliller ile tutuklanmasının mümkün olmayacağı anlaşılmış olmaklaCMK'nın 91/, ve devamı maddeleri uyarınca usulune uygun olmayan tutuklama isteminin reddine,Şüpheli hakkında daha önce adli kontrol kararı verildiğinden verilen kararın aynen devamına ... [karar verildi.]" Başsavcılık 21/10/2016 tarihinde Yozgat Sulh Ceza Hâkimliğinin kararına itiraz etmiştir. İtiraz yazısının ilgili kısmı şöyledir:"...Aşağıda açık kimlik bilgileri yazılı şüphelinin tutuklanması istemiyle sevkedildiği, ilgi kararla tutuklama talebinin reddedildiği anlaşılmakla;Şüpheli Özcan Güney hakkında atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun 5271 sayılı CMK'nın 100/3-a- maddesi uyarınca katalog suçlardan olması ve bu nedenle bir tutuklama nedeninin varsayılması, Yozgat İl Emniyet Müdürlüğünün 15/10/2016 tarihli yazısı ve ekinde bulunan FETÖ tarafından kullanıldığı tespit edilen Bylock programına ilişkin elde edilen bilgi ve belgeler kapsamında hazırlanan rapor ile şüphelinin ... numaralı adına kayıtlı cep telefonu hattı ile Bylock programını yoğun bir şekilde kullandığına ilişkin tespitleri birlikte değerlendirildiğinde şüpheli hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu görülmekle, şüpheliye atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak ilgi kararın kaldırılmasına ve şüpheli hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar verilmesi, iş bu itirazın kabul edilmemesi durumunda itirazın incelemeye yetkili olan merciine gönderilmesine karar verilmesi [talep olunur.]" Yozgat Sulh Ceza Hâkimliği 21/10/2016 tarihli kararı ile itirazı reddetmiş ve incelenmek üzere dosyayı itiraz mercii olan Sungurlu Sulh Ceza Hâkimliğine göndermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Savcılığın tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine ilişkin talebi incelendiğinde; Yozgatil Emniyet Müdürlüğünün 15/10/2016tarihli yazısı ve ekinde bulunan FETÖ/PDY tarafından kullanıldığı tespit edilen bylock programına ilişkin elde edilen bilgi ve belgeler kapsamında hazırlanan raporun yeni delil olma iddiası ile karara itiraz edildiği görülmüştür. Rapor incelendiğinde ise; bylock programının ne olduğu ve nasıl çalıştığına ilişkin bilgiler içeren daha önce Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından soruşturma yürüten kurumlaragönderilen bilgi yazısı olduğu, söz konusu bilgi yazısının başına araştırma tutanağı yazılarak son cümlesine de şüphelinin bylock kullandığına ilişkin tespitin yazıldığı ve iki polis memuru tarafından imzalandığı bu haliyle şüpheliyle ilişkilendirilmeyen genel bir bilgi yazısı olduğu daha öncesinde aynı yazının kurumlara da dağıtılmış olduğu anlaşılmıştır. Bir bütün olarak soruşturma dosyasına ait bilgi ve belgeler ile Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığı'nın itiraz yazısı incelendiğinde; şüphelinin yoğun kategoride bylock kullandığının tespit edildiği ve bu doğrultuda işlem yapıldığı, tespit edilen telefon numarasını şüphelinin 2007 yılından beri kullandığını beyan ettiği, bu kapsamda aynı tutanağın yeniden tutulmasının ve şüphelinin zaten kendisinin kullandığını kabul ettiği bir telefon numarasının onun üzerine kayıtlı olduğuna ilişkin resmi belgenin dosyaya sunulmasının yeni bir delil olamayacağı, 5271 sayılı CMK'nun 91/ maddesinin emredici hükmü ile kişilerin keyfi uygulamalarla mağdur edilmesinin engellenmesi amaçlandığı, bu kapsamda rapor olarak dosyaya sunulan bilgi yazısının ve dosyada zaten var olan tutanakların yeniden düzenlenmesinin yeni ve yeterli bir delil olamayacağı, açıkça yukarıda zikredilen kanun hükmüne aykırı olacağı kanaatine varılmış olmakla ... [itirazın reddine ve dosyanın itiraz mercii olan Sungurlu Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar verildi.]"İtirazı inceleyen Sungurlu Sulh Ceza Hâkimliği ise 26/10/2016 tarihli kararı ile başvurucu hakkında tutuklanmak üzere yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Silahlı terör örgütüne üye olma' suçundan ... tutuklanması istemi ile Yozgat Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilen şüpheli Özcan Güney'in Yozgat Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/10/2016 tarih ve 2016/565 sorgu sayılı kararı ile tutuklanması talebinin reddi yönünde karar verildiği, Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığının 21/10/2016 tarih ve 2016/4930 soruşturma sayılı yazı ile Yozgat Sulh Ceza Hakimliğinin ... kararına itirazda bulunduğu [ve] şüpheli hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri düzenlenmesine karar verilmesini talep ettiği,Yozgat Sulh Ceza Hakimliğinin 21/10/2016 tarih ve 2016/1641 değişik iş sayılı kararı ile usul ve esasa uygun bulunan kararlarında bir düzeltme yapılmasını gerektirir neden bulunmadığından bahisle itiraz konusunda karar vermek üzere talep yazısının ve soruşturma dosyasının Hakimliğimize gönderdiği anlaşıldı. Bir bütün olarak UYAP ortamından gönderilen soruşturma dosyasına ait bilgi ve belgeler ile Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz talep yazısı hep birlikte ele alınıp Hakimliğimizce yapılan değerlendirmede; Her ne kadar şüphelinin tutuklamaya sevkinin ardından Hâkimlikçe dosyaya yeni delil sunulmamasından dolayı tutuklama talebinin reddine ve daha önce verilen adli kontrol kararının aynen devamına karar verilmiş ise de; şüphelinin adli kontrole sevk talebine dayanak olan 29/9/2016 tarihli raporda; şüphelinin 'kırmızı yoğun görüşme' şeklinde bylock kullanım kaydının bulunduğunun bildirildiği, 20/10/2016 tarihinde şüphelinin tutuklanması istemine dayanak olan 15/10/2016 tarihli araştırma tutanağında ise; ilk raporda belirtilen tespitten farklı olarak şüphelinin kullanmış olduğutelefonun ... numarasının da tespit edildiği ve telefon üzerinden bylock programının kullanıldığı, bu şekilde bylock listesindeki telefon numarası ile şüphelinin kullanımında olan telefon numarasının karşılaştırılma imkanının doğduğu, ilk raporda şüphelinin telefon numarasının tespit edilemediği, ayrıca 15/10/2016 tarihli araştırma tutanağı içerisinde; FETÖ/PDY terör örgütünün faaliyetlerinin deşifre edilmesine yönelik yapılan istihbari çalışmalara ve araştırmalara değinildiği, bu haliyle 15/10/2016 tarihli araştırma tutanağının içeriğinin ilk rapordaki belirtilen hususlardan daha kapsamlı olduğu, bu haliyle dosyaya sonradan dahil edilen 15/10/2016 tarihli araştırma tutanağının yeni delil niteliğinde olduğunun kabulünün gerektiği, şüphelinin FETÖ/PDY terör örgütü mensuplarınca kullanıldığı tespit edilen bylock isimli programı ilgili tutanakta belirtildiği üzere ... numaralı GSM hattından ve User Id ... bilgileri ile kullandığı,bu programı kullanan şahısların FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları noktasında kuvvetli delil teşkil ettiği, araştırma tutanağında belirtilen GSM numarası ile şüphelinin sorguda vermiş olduğu aktif olarak kullandığını bildirdiği GSM numarasının aynı olduğu, 17/10/2016 tarihli değerlendirme raporunda; şüphelinin Telekominükasyon İletişim Başkanlığı abone sorgulamasında; mevcut numaranın ismi yazılı şahıs adına 13/9/2007 tarihinde abone olunduğu, çeşitli tarihlerde defalarca belirtilen hattın dondurulduğu, 28/1/2016 tarihinden itibaren ise; bu numaranın aktif şekilde kullanıldığının tespit edildiği, UYAP ortamından gönderilen soruşturma dosyasına ait tüm bilgi ve belgeler karşısında; şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçun 5271 sayılı CMK'nın 100/ maddesinde yer alan katalog suçlardan olduğu, atılı suçun sabit olması halinde verilmesi muhtemel ceza miktarı ve cezayı düzenleyen yasa normu aracılığıyla korunan hukuki değer ile şüphelinin özgürlük hakkı arasındaki ağırlık derecesi ve hukuki değerin önemi gözetildiğinde bu aşamada adli kontrol hükümlerinin hukuken ve fiilen yetersiz kalacak olması nedeniyle tutuklamanın ölçülü ve orantılı olması nedeniyle Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığının itirazen talebinin kabulüne karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde karar tesis edilmiştir....1-Yozgat Cumhuriyet Başsavcılığının Yozgat Sulh Ceza Hakimliğinin 20/10/2016 tarih ve 2016/565 sorgu sayılı kararına karşı yaptığı itirazın yukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda Kabulü ile;Şüpheli Özcan Güney'in üzerine atılı 'silahlı terör örgütüne üye olma' suçundan hakkında CMK'nın 98/ maddesi[nin] cümlesi... yollamasıyla ve devamı maddeleri uyarıncahakkında yakalama emri çıkarılmasına, ...4-Şüpheli hakkında daha önce verilen adli kontrol kararının yakalama emrinin infazına kadar aynen devamına ... [karar verildi.]" Anılan yakalama kararı üzerine 9/11/2016 tarihinde Ankara'daki konutunda yakalanan başvurucu, aynı gün Yozgat'a getirilmiş; bir gün gözaltında tutulduktan sonra Sungurlu Sulh Ceza Hâkimliğince sorgusu yapılmak üzere 10/10/2016 tarihinde Yozgat Adliyesinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) odasında hazır edilmiştir. Başvurucunun sorgusu Sungurlu Sulh Ceza Hâkimliğince SEGBİS aracılığıyla yapılmış, sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucunun Hâkimlikteki savunması şöyledir:"... Ben üzerime atılı suçlamaları kesinlikle kabul etmiyorum, herhangi bir yere kaçma ihtimalim de bulunmamaktadır, ben gazeteci idim, Anadolu Ajansının taşeron şirketinde gazeteci olarak çalışmakta idim ... numaralı GSM hattı bana ait olmakla birlikte, telefonumda neden bylock çıktığını da bilmiyorum, ben bylock programını da televizyonlardan öğrendim, 10 aylık çocuğum var, işimi kaybettim, bu nedenle de mağdur durumdayım, hakkımda daha önceden verilmiş olan adli kontrol hükümlerinin aynen devamını istiyorum, ... numaralı GSM hattını sürekli ben kullanmakta idim, bir başkasına da telefonumu vermedim, telefonumda neden bylock çıktığı hususunu bilemiyorum, benim bilgim dışında çıkmaktadır, adli kontrol tedbirlerine uymaktayım, adli kontrol tedbirlerinin aynen devamına karar verilmesini talep ederim ..." Hâkimlik 10/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...... her ne kadar şüpheli[nin] tutuklamaya sevkinin ardından Hâkimlikçe dosyaya yeni delil sunulmamasından dolayı tutuklama talebinin reddine ve daha önce verilen adli kontrol kararının aynen devamına karar verilmiş ise de; şüphelinin adli kontrole sevk talebine dayanak olan 29/9/2016 tarihli Raporda; şüphelinin 'kırmızı yoğun görüşme' şeklinde bylock kullanım kaydının bulunduğunun bildirildiği, 20/10/2016 tarihinde şüphelinin tutuklanması istemine dayanak olan 15/10/2016 tarihli araştırma tutanağında ise; ilk raporda belirtilen tespitten farklı olarak şüphelinin kullanmış olduğutelefonun GSM numarasının da tespit edildiği ve telefon üzerinden bylock programının kullanıldığı, bu şekilde bylock listesindeki telefon numarası ile şüphelinin kullanımında olan telefon numarasının karşılaştırılma imkanının doğduğu, ilk raporda şüphelinin telefon numarasının tespit edilemediği, ayrıca 15/10/2016 tarihli araştırma tutanağı içerisinde; FETÖ/PDY terör örgütünün faaliyetlerinin deşifre edilmesine yönelik yapılan istihbari çalışmalara ve araştırmalara değinildiği, bu haliyle 15/10/2016 tarihli araştırma tutanağının içeriğinin ilk rapordaki belirtilen hususlardan daha kapsamlı olduğu, bu haliyle dosyaya sonradan dahil edilen 15/10/2016 tarihli Araştırma Tutanağının yeni delil niteliğinde olduğunun kabulünün gerektiği, şüphelinin FETÖ/PDY Terör Örgütü mensuplarınca kullanıldığı tespit edilen bylock isimli programı ilgili tutanakta belirtildiği üzere ... numaralı GSM hattından ve User Id ... bilgileri ile kullandığı,bu programı kullanan şahısların FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları noktasında kuvvetli delil teşkil ettiği, araştırma tutanağında belirtilen GSM numarası ile şüphelinin sorguda vermiş olduğu aktif olarak kullandığını bildirdiği GSM numarasının aynı olduğu, 17/10/2016 tarihli değerlendirme raporunda; şüphelinin Telekominükasyon İletişim Başkanlığı Abone sorgulamasında; mevcut numaranın ismi yazılı şahıs adına 13/9/2007 tarihinde abone olunduğu, çeşitli tarihlerde defalarca belirtilen hattın dondurulduğu, 28/1/2016 tarihinden itibaren ise; bu numaranın aktif şekilde kullanıldığının tespit edildiği, UYAP ortamından gönderilen soruşturma dosyasına ait tüm bilgi ve belgeler karşısında; şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği hususunda somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçun 5271 sayılı CMK'nın 100/ maddesinde yer alan katalog suçlardan olduğu, atılı suçun sabit olması halinde verilmesi muhtemel ceza miktarı ve cezayı düzenleyen yasa normu aracılığıyla korunan hukuki değer ile şüphelinin özgürlük hakkı arasındaki ağırlık derecesi ve hukuki değerin önemi gözetildiğinde bu aşamada adli kontrol hükümlerinin hukuken ve fiilen yetersiz kalacak olması, tutuklamanın ölçülü ve orantılı olması nedeniyle; şüpheli Özcan Güney'in üzerine atılı 'silahlı terör örgütüne üye olma (Türk Ceza Kanunu 314/ [maddesinde düzenlenen])' suçundan 5271 sayılı CMK'nın ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu tutuklama kararına itiraz etmiş, itirazı değerlendiren Çorum Sulh Ceza Hâkimliği 18/11/2016 tarihli kararı ile itirazı kesin olarak reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...... Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Sungurlu Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/11/2016 tarih ve 2016/617 değişik iş sayılı kararı ile tutuklanan şüpheli Özcan Güney'in üzerine atılı suçu işlediği konusunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin var olduğu, şüphelinin davranışlarının delilleri yok etme, değiştirme ve karartma girişiminde bulunacağı hususunda şüphenin bulunması, işin önemi, verilmesi beklenen ceza ile tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, bu aşama adli kontrol hükümlerinin suçun vasıf ve mahiyeti karşısındayetersiz kalacağı anlaşıldığından usul ve yasaya uygun olarak verilen tutuklama kararına karşı yapılan itirazın reddine ... [karar verildi.]" Başsavcılığın talebi üzerine Yozgat Sulh Ceza Hâkimliği dosya üzerinden yaptığı inceleme sonunda 3/3/2017 tarihli kararı ile başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiş, başvurucunun bu karara yaptığı itiraz ise Sungurlu Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/3/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu 10/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 19/6/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkındaki bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede, başvurucunun FETÖ/PDY'nin şifreli haberleşme programı olan Bylock programını kullandığı belirtilmiş; ayrıca Başsavcılık tarafından yürütülen bir soruşturmada ifadesi alınan O.K.nın başvurucunun 2013 yılında örgüte ait bir evde kaldığı ve örgütün etkinliklerine katıldığı yönündeki beyanlarına yer verilmiştir. Yozgat Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 30/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/358 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece 4/10/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada savunması alınan başvurucu özetle iddianamede adı geçen ve aleyhine beyanda bulunan O.K.yı tanımadığını ve beyanlarını kabul etmediğini, Bylock kullandığı belirtilen telefon numarasının kendisine ait olduğunu ancak kesinlikle Bylock programını kullanmadığını, ayrıca Medya-İş Sendikasının çalıştığı ajanstaki çoğu kişinin üye olduğu bir sendika olduğunu, kendisinin de bu Sendikaya üye olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, FETÖ/PDY ile bir bağlantısının olmadığını belirterek suçlamaları kabul etmemiştir. Mahkeme 25/9/2018 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 12 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun hükmen tutukluluk durumu devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.""(5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20709 | Başvuru, uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; ceza infaz kurumu koşullarının insani olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının; ceza infaz kurumunda kültür, sanat ve eğitim faaliyetleri ile dinî hizmetlerden faydalandırılmaması ve açık görüş hakkının sınırlandırılması nedenleriyle özel hayat ve aile hayatına saygı hakkının; telefonla görüşme hakkının sınırlandırılması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ve el koyma kararı nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yanlış teşhis ve tedavi sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve buna sebep olan doktor hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların 25/8/2010 tarihinde dünyaya gelen kızları E.A., doğumdan hemen sonra birtakım sağlık sorunları yaşamaya başlamıştır. E.A. bu kapsamda 26/8/2010 ile 1/9/2010 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Kayseri Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalında kabızlık tanısı ile tedavi görmüştür. İlerleyen dönemde de kabızlık ve kusma şikâyeti devam eden E.A., anılan Hastanede birkaç defa daha muayene olmuştur. Bu muayeneler neticesinde -başvurucuların beyanına göre- E.A.nin makatında darlık olduğu anlaşılmış ve bu darlığın giderilmesi için bazı işlemler uygulanmıştır. Kayseri'deki tedaviden olumlu sonuç alamayan başvurucular, E.A.yi Ankara'ya götürmüşlerdir. Başvurucular; Ankara'da önce Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine, ardından da Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine gitmişlerdir. Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine 23/2/2011 tarihinde götürülen E.A.nin burada vücudunun bazı gölgelerinin röntgeni çekilmiş, tüm karın bölgesi ultrasonla incelenmiştir. Bu ve diğer bazı tetkikler sonucunda Dr. E.Ş., anal stenoz (makatta darlık) tanısıyla E.A.yi 25/2/2011 tarihinde ameliyata almıştır. E.A.nin sağlık sorunları bu ameliyattan sonra da artarak devam etmiştir. Başvurucular, Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesindeki tedaviden memnun kalmamaları üzerine kızları E.A.yi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine götürmüşlerdir. Bu Hastanede 21/4/2011 tarihinde E.A.nin omuriliği MR ile görüntülenmiştir. MR sonucuna göre presakral alanda (makat ile kuyruk sokumu arasındaki bölge) kitle (tümör) tespit edilmiştir. Bu tespit üzerine E.A., uzun süren tedavi sürecinde bir dizi ameliyat geçirmiş ancak kurtarılamayarak 30/12/2014 tarihinde yaşamını yitirmiştir. Başvurucular 30/3/2015 tarihli bir dilekçeyle diğer bazı doktorların yanı sıra Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yapan Dr. E.Ş. hakkında da suç duyurusunda bulunmuşlardır. Başvurucuların bu dilekçesi üzerine -başvuru formuna eklenen belgelerden anlaşıldığı kadarıyla- Dr. E.Ş. hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca bir ön inceleme başlatılmış ve bu ön inceleme kapsamında olayla ilgili olarak 23/6/2015 tarihli bir bilirkişi raporu hazırlanmıştır. Ankara Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü, ön inceleme kapsamında elde edilen verileri dikkate alarak Dr. E.Ş. tarafından yapılan muayene, tetkik ve müdahalelerde herhangi bir eksikliğin veya kusurlu davranışın tespit edilemediği, hastanın yakınmalarının kitleye bağlı olmadığı, Dr. E.Ş.nin kitle tanısında gecikmeye yol açmadığı sonucuna ulaşmış ve Dr. E.Ş. hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Kurulunun 27/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar 25/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 25/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Nafia Sevin Ergün Sefada ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14844, 1/12/2016, §§ 34-36; Nimet Bacaklılar [GK], B. No: 2014/19349, 15/3/2018, §§45- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19970 | Başvuru, yanlış teşhis ve tedavi sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve buna sebep olan doktor hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 21/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/35057 numaralı başvuru dosyasının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle 2018/34851 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/34851 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Saray Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine ayrı ayrı dava açmışlardır. Saray (Van) Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme), iş mahkemesi sıfatıyla yapmış olduğu yargılama sonunda 29/11/2017 tarihli kararlarla başvurucuların davalarının reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararlarda, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun (Yargıtay İBK) 9/6/2017 tarihli kararına göre Vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığı ve bu nedenle de başvurucuların ilave tediye alacağı hakkı bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucular istinaf yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi (Erzurum BAM) Hukuk Dairesi 26/4/2018 tarihinde vermiş olduğu kararlarla başvurucuların istinaf talebini reddetmiştir. Başvurucular, Erzurum BAM kararlarına karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 13/9/2018 tarihinde vermiş olduğu kararlar ile başvurucuların temyiz talebini reddederek Erzurum BAM kararlarını onamıştır.14 Başvurucular 21/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34851 | Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 21/9/1999 tarihinde Tekirdağ iline metal işleri öğretmeni olarak atandığını; bu tarihte askerlik hizmetini yerine getirmekte olduğundan göreve başlayamadığını ve atama kararının iptal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, Millî Eğitim Bakanlığının 30/3/2010 tarihli ve 17676 sayılı Genelgesi kapsamında öğretmenlik kadrosuna tekrar atanmak için başvuruda bulunmuş; başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucu tarafından belirtilen işlem aleyhine 10/12/2010 tarihinde iptal ve tam yargısı davası açılmıştır. Ankara İdare Mahkemesinin 2/2/2010 tarihli ve E.2010/2423, K.2011/147 sayılı kararı ile süre aşımı nedeniyle davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 25/1/2012 tarihli ve E.2011/3113, K.2012/448 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararı uyularak yapılan yeniden incelemede Ankara İdare Mahkemesinin 10/10/2012 tarihli ve E.2012/924, K.2012/2615 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 29/4/2015 tarihli ve E.2013/615, K.2015/2663 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairede E.2015/3698 sayısı ile derdesttir. Başvurucu 7/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/237 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, murisin faili meçhul kişilerce öldürülmesi nedeniyle yaşam hakkının; uğranılan manevi zararın tazmin edilmemesi ve bu kapsamda başvurulan idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların anlatımına göre miras bırakan İsmail Baliç 3/3/1994 tarihinde kardeşi R.B. ile birlikte Cizre ilçesindeki evlerinin önünde öldürülmüştür. Başvurucular, Cizre Başsavcılığı tarafından olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma dosyasındaki herhangi bir bilgi ve belgeyi bireysel başvuru formu ile eklerine eklemedikleri gibi bu dosyanın akıbeti hakkında bir açıklamada da bulunmamışlardır. Başvurucular 2005 yılında 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması istemiyle Şırnak Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuş ve 000 TL ödenmesini talep etmişlerdir. Komisyon 22/12/2006 tarihli kararıyla; söz konusu olayın terör olayı olmadığı, suçun kişisel amaçlarla işlendiği, suçu işleyen kişilerin belli olduğu, tazminatın bu kişilerden talep edilebileceği gerekçesiyle başvuruyu reddetmiştir. Başvurucular, anılan işlemin iptali ile 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesi istemiyle İçişleri Bakanlığına izafeten Şırnak Valiliği aleyhine dava açmışlardır. Mardin İdare Mahkemesi 19/3/2008 tarihli kararıyla işlemin iptaline ve 5233 sayılı Kanun'a göre hesaplanan 305,50 TL maddi tazminatın başvuruculara ödenmesine, manevi tazminat isteminin ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma dosyası ile Komisyon işlem dosyasının incelenmesinden olayın terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği kanaatine varıldığı, dolayısıyla olayın 5233 sayılı Kanun kapsamına girdiği belirtilerek anılan Kanun'un maddesine göre hesaplanan tazminatın miras hisseleri oranında başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir. Gerekçede, anılan Kanun'un sadece maddi zararların karşılanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlediği, manevi zararların ise kanun kapsamında yer almadığı belirtilmiştir. Tarafların temyizi üzerine söz konusu karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/2/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 30/10/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 31/12/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 30/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Özeyir Kocakaya, B. No: 2014/1457, 14/11/2018, §§ 26-32; Ali Şaşkın ve diğerleri, B. No: 2013/6819, 21/4/2016, §§ 17-20; Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15- 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, ...” 2577 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararı şöyledir:"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır.İdare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları kusur sorumluluğu ilkesi uyarınca tazminle yükümlüdür. Ancak bazen idare, kusur koşulu ve nedensellik bağı aranmadan da meydana gelen bazı zararlardan sorumlu olabilmektedir. Bunlar, idarenin kendi faaliyet alanıyla ilgili önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği zararlardır. 5233 sayılı Yasa'da yer alan sorumluluğun dayanağını da kusursuz sorumluluğun bir türü olan ve bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen 'sosyal risk ilkesi' oluşturmaktadır.Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangibir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/1/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2434 | Başvuru, murisin faili meçhul kişilerce öldürülmesi nedeniyle yaşam hakkının; uğranılan manevi zararın tazmin edilmemesi ve bu kapsamda başvurulan idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, belediye tarafından kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili talebiyle açılan davada kamulaştırmasız el atmaya ilişkin iddialarının karşılanmadığını belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 4/12/2012 tarihinde Samsun Aliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından 6/1/2011 tarihinde Samsun Asliye Hukuk Mahkemesinde başvurucu aleyhine açılan davada, başvurucuya ait taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tapu kaydının iptali ile yola terkini talep edilmiştir. Başvurucu yargılama sırasında, kamulaştırma bedelinin düşük olduğunu ve cebri icra yoluyla tahsil edilmesi gerektiğini savunmasına rağmen Samsun Büyükşehir Belediyesi aleyhine karşılık dava açmamıştır. Samsun Asliye Hukuk Mahkemesinin 6/9/2011 tarih ve E.2011/4, K.2011/349 sayılı kararıyla, Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırma bedelinin depo edilmediği gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın başvurucu tarafından, Samsun Büyükşehir Belediyesince taşınmaza fiilen el konulduğu ve kamulaştırma bedelinin cebri icra yoluyla tahsil edilmesi gerektiği iddiasıyla temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/4/2012 tarih ve E.2011/19222, K.2012/7362 sayılı ilamıyla davalının el koymanın önlenmesi davası veya taşınmazın değerinin tahsili davası açabileceği, davacı tarafından bedelin yatırılmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesinin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle hüküm onanmış, karar düzeltme istemi Yargıtay Hukuk Dairesinin 9/10/2012 tarih ve E.2012/12443, K.2012/18851 sayılı kararıyla reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk Olay tarihinde yürürlükte olan mülga 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.” 2942 sayılı Kanun’un “Dava hakkı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından … kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/946 | Başvurucu, belediye tarafından kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tescili talebiyle açılan davada kamulaştırmasız el atmaya ilişkin iddialarının karşılanmadığını belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, muhtelif kurumlara gönderilmek üzere ceza infaz kurumu idaresine teslim edilen dilekçeler için evrak kayıt numarası verilmemesine yönelik uygulamayla ilgili olarak infaz hâkimliğine yapılan itirazın kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddialar karşılanmadan reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 22/6/2017 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, hükümözlü olarak İzmir 2 No.lu T Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunduğu sırada İzmir Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ile İzmir Adliyesi İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığına ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesine hitaben yazdığı 1/7/2019 tarihli üç ayrı dilekçeyi anılan Kurumlara iletilmek üzere Ceza İnfaz Kurumuna sunmuştur. 2/7/2019 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna müracaat eden başvurucu söz konusu dilekçelerinin akıbetini takip edebilmesi için evrak kayıt numaralarının ve ilgili kurumlara gönderilme tarihlerinin tarafına bildirilmesini talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu aynı nitelikteki daha önceki taleplerle ilgili olarak Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı (İdare ve Gözlem Kurulu) tarafından verilen 28/6/2019 tarihli kararı 3/7/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ etmiştir. İdare ve Gözlem Kurulunun söz konusu kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Kurulumuzca yapılan incelemelerde, kurumumuzda bulunan hükümlü/tutukluların kurum birimlerine günlük çok fazla miktarda talep ve şikayet dilekçesi yazdıkları, kurum birimlerimizce günlük ortalama 300-350 dilekçenin incelemeye alındığı ilgili mevzuatlara uygun olan dilekçelerin incelenerek ilgili makamlara gönderildiği tespit edilmiştir. Halen kurumumuz hükümlü/tutuklu mevcudunun bu gün itibariyle 1320 civarında olduğu, kurum kapasitesinin üzerinde hükümlü/tutuklu barındırıldığı, bu nedenle kapalı-açık görüş, avukat, noter görüşü, duruşma, hastane sevk işlemleri , sağlık işlemleri , sportif faaliyetler, kurslar, günlü açık ceza infaz kurumlarına ayırma ve nakil işlemleri vb. iş yoğunluğunun daha da arttığı, bu dilekçe ve iş yoğunluğu içerisinde işlem gören ve çıkışı yapılan dilekçelerin tekrar çıkış numarası verilmesi ve fotokopilerinin çekilerek tekrar hükümlü ve tutuklu odalarına dağıtılmasının mevcut iş yükünü daha da artırdığı, bu hususun ise günlük işleyişi olumsuz yönde etkilediği, personel yetersizliği ve iş yükünün fazlalığından günlük mahkemelere ve çeşitli kurum ve kuruluşlara yazılan ve aynı gün gönderilmesi gereken süreli dilekçelerin ve diğer başvuruların gönderilmesinde aksaklıklar yaşandığıve bu itibarla zaman zaman hükümlü ve tutuklular tarafından dilekçelerinin geç işleme alınması nedeniyle şikayet ve serzenişlere sebebiyet verdiği, ayrıca asli görevleri kurumun asayiş, güvenlik ve gözetimini sağlamakolan İnfaz ve Koruma Memurlarınıniş yoğunluğu nedeniyle İnfaz Biriminde görevlendirilmesisonucu kurumumuzun güvenlik, asayiş ve disiplinin sağlanmasında zafiyet yaşanacağı değerlendirilerek çıkış numarası ve evrak fotokopisi işlemlerinin hükümlü ve tutukluların avukatları, vasileri veya yasal temsilcileri tarafından ilgili kurum ve kuruluşlardan takibinin yapılabileceği, bu sebeple kurumda barındırılan hükümlü ve tutukluların çeşitli kurum ve kuruluşlara gönderdikleri dilekçe ve yazışmaların fotokopisinin çekilmesive dilekçe çıkış numaralarının kendilerine verilmesi taleplerinin reddine...karar verilmiştir." Başvurucu, İdare ve Gözlem Kurulunun söz konusu kararına karşı 8/7/2019 tarihinde Karşıyaka İnfaz Hâkimliğinde (İnfaz Hâkimliği) şikâyet kanun yoluna başvurmuştur. İnfaz Hâkimliği 29/7/2019 tarihli kararıyla İdare ve Gözlem Kurulu kararının usul ve kanuna uygun olduğunu belirterek itirazı reddetmiştir. İtirazın reddine dair İnfaz Hâkimliği kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:'' ...Ceza infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlü mevcudunun fazlalığı karşısında kurumların personel yetersizliğinin bulunduğu ve Ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu/hükümlülerin günlük çok miktarda talep ve şikayet dilekçesi yazdığının bilindiği, her ne kadar dilekçe hakkının kullanılması Anayasal bir hak ise de; bu hakkı kullanırken hakkın kötüye kullanılmaması gerektiği, dilekçe ilgili ceza infaz kurumuna sunulduktan sonra akıbetini sormak maksadıyla bile olsa vermiş olduğu dilekçenin fotokopisinin istenmesinin dilekçe hakkının kullanılmasıyla bir ilgisinin olmadığı, ceza infaz kurumlarında tutuklu ve/veya hükümlüler tarafından verilen dilekçelerin görevli memur tarafından kayda alınarak ilgili yere sağlıklı bir şekilde gönderilmesini sağlama gibi bir vazifesinin bulunduğu, verilen dilekçelerin kayda alınmaması, ilgili yere gönderilmemesi veya kaybolması gibi durumlarında görevli memur hakkında adli ve idari tahkikatın her zaman açılabileceği hususunun göz önüne alınması gerektiği, kaldı ki asli görevleri kurumun asayiş, güvenlik ve gözetimini sağlamak olan infaz koruma memurlarının dilekçe hakkı kullanıldıktan sonra bir de fotokopi çekmekle uğraşması sonucunda kurumda güvenlik, asayiş ve disiplinin sağlanmasında zafiyet yaşanabileceği anlaşıldığından, İzmir 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 28/06/2019 tarih 2019/2834 sayılı kararı usul ve yasaya uygun olduğu vicdani kanaati ile, hüküm özlünün itirazının reddine ...karar verildi. '' Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin anılan kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde Ceza İnfaz Kurumundan dilekçelerin fotokopisini istemediğine, verdiği dilekçelerin sadece çıkış numaraları ile gönderi tarihlerini talep ettiğine dikkat çeken başvurucu, buna rağmen Hâkimlikçe asıl talebinin incelenmeyerek evrakın fotokopisini talep etmiş gibi değerlendirme yapıldığını belirtmiş; asıl talebi hakkında karar verilmesini istemiştir. İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 30/9/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Mahkememizce yapılan inceleme sonucu; hükümlünün her dilekçesine çıkış numarası verilip bunun da hükümlüye bildirilmesi, hükümlü/tutuklu sayısı dikkate alındığında ve kurumlarda personel yetersizliği nedeniyle bu iş için bir ya daiki infaz koruma memurunun görevlendirilmesi gerekeceği, bunun da güvenlik zaafiyetine neden olacağı anlaşıldığından, itirazın reddine karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, nihai kararı 11/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 1/11/2019 tarihinde adli yardım talepli olarak bireysel başvuruda bulunmuştur. Diğer yandan bireysel başvurunun yapıldığı tarihten sonraki süreçte, İdare ve Gözlem Kurulunun 28/6/2019 tarihli söz konusu kararı ile ilgili olarak muhtelif tarihlerde başka tutuklu ve hükümlüler tarafından yapılmış itirazlardan biri hakkında İnfaz Hâkimliğince verilen itirazın kabulüne dair kararın kesinleşmesi üzerine tutuklu veya hükümlülere Ceza İnfaz Kurumu idaresine teslim ettikleri dilekçeler için evrak kayıt numarasının verilmemesi yönündeki uygulamaya 5/9/2019 tarihi itibarıyla son verildiği anlaşılmıştır. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: " (1)Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36647 | Başvuru, muhtelif kurumlara gönderilmek üzere ceza infaz kurumu idaresine teslim edilen dilekçeler için evrak kayıt numarası verilmemesine yönelik uygulamayla ilgili olarak infaz hâkimliğine yapılan itirazın kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddialar karşılanmadan reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucuların adli yardım talepleri kabul edilerek başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/16018 sayılı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/16015 sayılı dosya üzerinde birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular aleyhine 23/3/2007 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davası, yerel Mahkemenin 22/1/2015 tarihinde verdiği kararla sona ermiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16015 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; delillerin değerlendirilmesi ve takdirinde hataya düşülmesi, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Başkale Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Kanun'a muhalefet suçundan yürütülen soruşturma kapsamında 22/2/2007 tarihinde tutuklanmış; 24/4/2007 tarihinde ise tahliye edilmiştir. Başkale Asliye Ceza Mahkemesinin 15/11/2012 tarihli kararı ile başvurucunun hapis ve adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 13/1/2014 tarihliilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararı onanmıştır. Karar, aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucu, Yargıtay kararını 10/7/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13230 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; delillerin değerlendirilmesi ve takdirinde hataya düşülmesi, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, komiser yardımcılığı kursu yazılı sınavında başarısız sayılma işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurucunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/5/2009 tarihinde yapılan Komiser Yardımcılığı Kursu Yazılı Sınavı'na katılmış ve başarılı olmuştur. Komiser yardımcılığı kursuna başlayan başvurucu, kurs bitiminde komiser yardımcısı olarak atanmıştır. Sınav sonucunun açıklanmasından sonra sınavda yöneltilen sorulardan bir kısmının mahkeme kararlarıyla iptal edilmesi üzerine yeniden yapılan değerlendirmede başvurucu başarısız sayılmış ve komiser yardımcılığından alınarak polis memuru olarak atanmıştır. Başvurucu, polis memurluğuna atanmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi (Mahkeme) 6/3/2015 tarihinde işlemin iptaline karar vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucudan kaynaklanmayan bir sebep dolayısıyla tenzili rütbe yapılarak polis memurluğuna başvurucunun atanmasının idarenin istikrar ilkesi ve kazanılmış hakları koruma ilkesi ile bağdaşmadığı, hizmet kusurundan kaynaklanan menfi sonuçların başvurucuya yansıtılmaması gerektiği belirtilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğünün temyiz talebi üzerine Danıştay Onaltıncı Dairesi 11/11/2015 tarihli kararla Mahkemenin kararını bozmuştur. Karar gerekçesinde açık hataya düşülmek suretiyle tesis edilen işlemlerin idare tarafından her zaman geri alınabileceğinin Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu ve Anayasa Mahkemesi kararlarında kabul edildiği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun komiser yardımcısı olarak atanmasında idarenin açık hatası olduğu ve başvurucunun hukuka aykırı işlem dolayısıyla elde ettiği komiser yardımcılığı statüsünün kazanılmış hak kapsamında değerlendirilmeyeceği sonucuna varıldığı ifade edilmiştir. Mahkeme 18/3/2016 tarihinde bozma kararında belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Beşinci Dairesi tarafından 24/4/2017 tarihinde, karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 26/9/2018 tarihinde reddedilmiştir. Karar başvurucuya 12/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. İsmail Hadidi, B. No: 2013/2126, 16/9/2015; Selim Salihoğlu, B. No: 2013/6285, 7/7/ | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36616 | Başvuru, komiser yardımcılığı kursu yazılı sınavında başarısız sayılma işlemine karşı açılan davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itiraz incelemesinde savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasınakarar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yasa dışı silahlı örgüte (KCK) üye olma suçlamasıyla Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 9/3/2012 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonunda başvurucu hakkında anılan suçlamaya ilişkin açılan dava, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/219 sayılı esasına kaydedilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 26/12/2013 tarihli duruşmada başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiş, bu karara yapılan itiraz Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 6/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 20/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 13/2/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 17/3/2014 tarihinde görevsizlik kararı vermesi üzerine dosya Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/2017 sayılı esasına kaydedilmiştir. Dava, ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/823 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması ve tutukluluğa itiraz incelemesinde savcılık görüşünün bildirilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yaşamı korumak için gerekli önlemlerin alınmaması sonucu meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Bozova Emniyet Amirliği emrinde polis memuru olarak görev yapan N.K. 5/8/2007 tarihini 6/8/2007 tarihine bağlayan gece 00-00 saatleri arasında dört polis memuru ile birlikte beş işte görevlendirilmiştir. 00-00 saatleri arasında çevre koruma nöbetini tuttuktan sonra 15 dakikalık istirahat süresi için evine gidip resmî üniformasını çıkaran N.K. yaşadığı tartışma sonunda eşini bıçaklamıştır. Daha sonra Amirliğe ait lokale giden N.K., beylik tabancasıyla başvurucunun eşi K.S.ye ateş etmiştir. Vücuduna 42 mermi isabet eden K.S. olay yerinde vefat etmiştir. N.K.nın beylik tabancasından çıkan mermilerden bir tanesi yerden sekip lokalde bulunan bir kişiyi, etkisi basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde yaralamıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı, vefat yardımı olarak başvurucuya 12/9/2007 tarihinde 000 TL ödemiştir.A. Olay Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci K.S.nin ölümü üzerine derhâl soruşturma başlatan Bozova Cumhuriyet Başsavcılığı, ölüm olayını çevreleyen koşulların tespiti için yaptığı birçok soruşturma işleminin ardından N.K. hakkında K.S.ye yönelik eylemi nedeniyle tasarlayarak öldürme suçundan kamu davası açılması için fezleke düzenleyerek soruşturma evrakını Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan fezlekeye istinaden N.K. hakkında Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır. N.K. Ceza Mahkemesine gönderdiği 24/10/2008 tarihli dilekçesinde daha önce Adana'daki bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde kırk gün tedavi gördüğünü ve bu tedaviden olumlu sonuç elde ettiğini öne sürerek aynı hastaneye sevk edilmesini talep etmiştir. Anılan dilekçesinde daha önce gördüğünü ileri sürdüğü tedaviye ilişkin ayrıntılı bilgi vermeyen N.K., bu konuda herhangi tıbbi bir belge de ibraz etmemiştir. Yaptığı yargılama sonunda Ceza Mahkemesi, K.S.ye karşı tasarlayarak öldürme suçunu işlediği gerekçesiyle N.K.nın neticeten müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. N.K.nın müdafii aracılığıyla yaptığı temyiz istemini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) N.K.nın olaydan önce de psikolojisinin bozuk olduğunu ancak işinden olma korkusu ile psikolojik tedaviye gitmediğini belirttiğine ve yargılama sırasında N.K.nın tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumundan psikolojik tedavi amacı ile Adana'ya hastaneye gönderildiğine işaret edip N.K.nın dava dosyası ile birlikte Adli Tıp Kurumuna gönderilerek Gözlem İhtisas Dairesinde (Gözlem Dairesi) müşahedeye tabi tutulması, ardından akli durumu ve cezai ehliyeti konusunda Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulundan (İhtisas Kurulu) rapor aldırılması gerektiği gerekçesiyle Ceza Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrasında yapılan yargılama kapsamında Gözlem Dairesince düzenlenen 15/4/2011 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:“...MUAYENE VE MÜŞAHADESİ: Yattığı süre içerisinde; Doktor, psikolog ve hemşire tarafından yapılan günlük vizitler ile hemşire ve personelin günlük değerlendirme formundan alınan bilgilere göre; Sanığın düzenli uyuduğu ve beslendiği, çevresiyle uyumlu olduğu davranış bozukluğu göstermediği gözlendi....PSİKİYATRİK MUAYENESİ: Kişinin yapılan psikiyatrik muayenesinde bilinci açık, koopere, yöneliminin tam olduğu, öz bakımının orta, yaşında gösteren, psiko-motor aktivitesi olağan olarak tespit edildiği, duygulanımı ötimik, düşünce içeriğiyle uygun, çağrışımları düzgün, amaca yönelik olan kişide düşünce ve algı bozukluğu saptanmamıştır, dikkati, hesaplaması, muhakemesi, soyutlaması gibi bilişsel işlevleri olağan bulunmuştur.PSİKOGRAM: Yapılan klinik görüşmede vakanın kendisi ile ilgili değerlendirme yapılmasına izin vermeyen defansif, güvensiz ve negativist bir tutum içinde olduğu gözlenmiş, psikometrik inceleme yapılamamıştır. SONUÇ VE KARAR: Sanık [N.K.nın] 2011 giriş ve 15/04/2011 çıkış tarihleri arasında yapılan muayenesi, müşahadesi, tetkikleri ve adli dosyanın incelenmesi neticesinde; kendisinde ceza ehliyetini etkileyecek veya ortadan kaldıracak mahiyet ve derecede herhangi bir akıl hastalığı veya akıl zayıflığı tespit edilme[miştir]. Dava dosyasının tetkikinden de suç tarihinde suçunu takip eden günlerde de herhangi bir akli arıza içinde olduğuna delalet edecek tıbbi bulgu ve belgeye rastlanma[mıştır]. Bu duruma göre ... [N.K.nın] 05/08/2007 tarihinde sanığı bulunduğu nitelikli kasten öldürme, nitelikli kasten öldürmeye teşebbüs, kasten yaralama suçuna karşı ceza ehliyetinin TAM OLDUĞU kanaat ve mütalaamızı bildirir gözlem raporudur.” İhtisas Dairesince düzenlenen 23/5/2011 tarihli raporda; N.K.nın cezai sorumluluğuna etki eden, kişide şuur ve harekât serbestisini ortadan kaldıracak veya azaltacak mahiyet ve derecede herhangi bir akıl hastalığı ve zekâ geriliği saptanmadığı, adli dosya tetkikinde sanığın mezkûr suçu işlediği sırada fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fiil ile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıracak boyutta bir akli arızanın içinde olduğuna delalet edecek herhangi bir tıbbi bulguya da rastlanmadığı belirtilmiştir. İhtisas Kurulu raporunda N.K.nın psikolojik/psikiyatrik tedavi gördüğüne ilişkin herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Ceza Mahkemesi, cezai sorumluluğunun tam olduğunu belirterek K.S.ye yönelik eylemi nedeniyle N.K.nın müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucunun müdafii aracılığıyla yaptığı temyiz istemini inceleyen Ceza Dairesi, olayda tasarlamanın şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle Ceza Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir. 28/11/2013 tarihinde Ceza Mahkemesi, kasten öldürme suçunu işlediği gerekçesiyle N.K.nın 25 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Ceza Mahkemesine göre olay şöyle meydana gelmiştir: N.K., K.S. ve bir başka kişiyle birlikte aldığı kredi borcunun kendisine düşen kısmını ödeyememiştir. Bu nedenle Polis Sandığından kredi çekmek isteyen N.K., K.S.den kendisine kefil olmasını istemiştir. K.S.nin kefil olmak istememesi nedeniyle K.S. ve N.K. arasında kırgınlık oluşmuştur. Olaydan bir hafta kadar önce eşinin K.S., başvurucu, G.G. ve S.K. ile birlikte bankta oturmasına kızan N.K. eşini dövmüştür. Yaşadığı ekonomik bunalım nedeniyle K.S.ye kırgın olan ve olayı kafasında büyüten N.K., olay günü saat 00 sıralarında nöbetten çıkıp evine gitmiş ve eşini bıçaklamıştır. Daha sonra “Daha öldüreceğim sevmediğim biri daha var. Onu da vuracağım.” diyerek evden çıkıp lokale giden N.K., maç seyretmekte olan K.S.ye seslenmiş ve belinden çıkardığı beylik tabancasıyla 1-1,5 metre mesafeden çok sayıda ateş etmiştir. Polis memuru E.K. N.K.ya engel olmak istemiş ancak N.K. “Üzerime gelme. Seni de vururum!” demiştir. Etrafta bulunan polis memurlarına “Kimse karışmasın, vururum!” şeklinde seslenen N.K., önceden anahtarını aldığı polis memuru Y.ye ait araca binerek hızla olay yerinden uzaklaşmıştır. Başvurucu sanığın eylemini tasarlayarak gerçekleştirdiği ve akli dengesinin bozuk olduğu yönünde mahkemeyi aldatmaya çalıştığı gerekçesiyle, N.K. ve müdafii ise hükmedilen cezanın fazla olduğu ve olayda haksız tahrik bulunduğu gerekçesiyle Ceza Mahkemesince verilen kararı temyiz etmiştir. Başvurucunun ve N.K. ile müdafiinin temyiz istemlerini reddeden Ceza Dairesi, 21/10/2015 tarihinde Ceza Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.B. Başvurucu Tarafından Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Başvurucu; Kilis Noterliği aracılığıyla İçişleri Bakanlığına gönderdiği ihtarnamede eşinin görevde olan bir polis tarafından öldürüldüğünü, bu olay hakkındaki ceza yargılamasının devam ettiğini belirterek kendisi ve ölen eşiyle müşterek çocukları için manevi tazminat talep etmiştir. Anılan ihtarnameden sonuç alamadığı anlaşılan başvurucu, ihtarnamede açıkladığı hususları tekrar ederek İçişleri Bakanlığı aleyhine Şanlıurfa İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi, N.K.nın kişisel kusur ile başvurucunun eşini öldürdüğü ve olayda hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle 28/1/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Bahsi geçen kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “......[O]layla ilgili sanık [N.K.] ve tanık ifadeleri incelendiğinde; sanık [N.K.nın] 2007 günü Polis Merkezi Koruma nöbeti görevinin sona erdiği saat 00 sıralarında istirahat amacı ile Emniyet Lojmanında bulunan evine gittiği, eşi [F.K.nın] davacıların murisi [K.S.] hakkında kendisine cinsel istismarda bulunduğu yönünde iddialarda bulunması ve aralarında tartışma çıkması sonucu eşini bıçakla yaraladıktan sonra Emniyet Lokaline giderek doktor raporu ile istirahatli bulunan ve lokalde vakit geçiren davacıların murisi [K.S.yi] silahla vurarak hayatına son verdiği, sanık [N.K.nın] söz konusu fiili, eşi ile aralarında geçen tartışma ve eşinin söylediği sözler nedeni ile davacıların murisi [K.S.ye] duyduğu öfkenin tesiri ile işlediği, sanık [N.K.nın] her hangi bir psikolojik rahatsızlığı bulunduğu yönünde dava dosyasında bilgi ve belgenin bulunmadığı anlaşılmıştır.Budurumda, sanık [N.K.nın] nöbet görevinin bitiminde sivil olarak istirahate ayrıldığı bir sırada, görevi dışında salt kişisel kusur ile anılan fiili işlediği, söz konusu fiilin görevinden tamamen ayrı olduğu, bu nedenle davalı idareye atfı kabil bir hizmet kusuru bulunmadığı, işlenen fiilin salt Emniyet Lokalinde gerçekleşmiş olmasının durumu değiştirmeyeceği, zira gerek [s]anık [N.K.nın] gerekse davacıların murisi [K.S.nin] anılan lokale polis memuru olmaları nedeniyle serbestçe silahlı olarak girebildikleri, davacıların murisi [K.S.nin] olay günü Emniyet Lokalinde değilde başka bir yerde bulunuyor olsa idi söz konusu fiili işlemeye kararlı adı geçen sanığın bu fiili her hangi bir yerde de işleyebileceğinin açık olduğu anlaşılmakla, davacıların anılan olaydan duydukları elem ve üzüntü nedeniyle talep ettikleri manevi tazminat isteminin olayda davalı idareye atfı mümkün hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna varıldığından reddi gerekmektedir.” Başvurucu, eşini Amirliğin lokalinde öldüren N.K.nın olay sırasında idarenin verdiği beylik tabancasını kullandığını, olay hakkında yürütülen ceza yargılamasında dinlenen tanık S.K.nın “N.K.nın kendi kafasından bir takım şeyler ürettiğine” ilişkin beyanı ile N.K.nin müdafiinin “N.K.nın akli dengesinin yerinde olmadığına ve meslekten atılmamak için tedavi olmadığına” ilişkin savunması dikkate alındığında N.K.nın psikolojik sorunlarının bulunduğu yönünde ciddi belirtiler bulunduğunu, nitekim otopsi raporuna göre eşinin vücudundaki 42 mermi giriş yarasından 37'sinin ölümcül olduğunu, ceza yargılaması kapsamında N.K.nın temyiz kudretinin bulunup bulunmadığı veya psikolojik sorunlarının olup olmadığı tespit edilmeden davanın reddedildiğini, idarenin personelinin fizyolojik ve psikolojik takibini yaparak hizmetin gereği gibi yürütülmesini sağlamak zorunda olduğunu, N.K.nın 5/8/2007 günü 00 ile ertesi gün 00 saatleri arasında görevli olduğunu ve görev süresinin başka polis memurlarıyla paylaşılmış olmasının sonucu değiştirmediğini, ayrıca idarenin faaliyet alanıyla ilgili önlemekle yükümlü olduğu hâlde önleyemediği birtakım zararları da nedensellik bağı aramadan sosyal risk ilkesi gereğince ödemek zorunda olduğunu belirterek İdare Mahkemesince verilen kararı temyiz etmiştir. Danıştay Onuncu Dava Dairesi (Onuncu Daire) başvurucunun temyiz talebini reddederek İdare Mahkemesince verilen kararı 25/2/2014 tarihinde onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Onuncu Daire tarafından 17/12/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 9/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvuru 30/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'un ek maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:“...Emniyet Genel Müdürlüğünce temin edilen tabanca ve mermiler, emniyet hizmetleri sınıfı personeli ile Emniyet Genel Müdürlüğünün merkez ve taşra ünitelerinde istihdam edilen çarşı ve mahalle bekçilerine, görevlerinde kullanmak üzere bedeli mukabili zati demirbaş silah olarak satılır. Satılan silahların ayrılma, ihraç ve benzeri sebeplerle geri alınma usul ve esasları ile satılma şekil ve şartları, zayi, hasar, onarım, kadro standardı dışı bırakılması, eğitim ve görevde kullanılan mermilerin bedelli veya bedelsiz temini ve diğer hususlar çıkarılan yönetmeliklerle belirlenir.” 17/3/1989 tarihli ve 20111 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Emniyet Hizmetleri Sınıfı Personeline Görevlerinde Kullanılmak Üzere Bedeli Mukabili Zati Demirbaş Tabanca Satışına Dair Yönetmelik'in ve maddeleri şöyledir: “Madde 11 - Meslekten çıkarılan veya memuriyetten ihraç edilen personel ile asaleti tasdik olmadan herhangi bir nedenle meslekten veya memuriyetten ayrılan personelden satışı yapılan zati demirbaş tabanca geri alınır.İhraç hali hariç, 20 hizmet yılını tamamladıktan sonra görevden veya memuriyetten ayrılanlardan, görev esnasında veya görevden doğan sakatlanma halleri ile sağlık açısından emniyet hizmetleri sınıfı veya çarşı ve mahalle bekçisi vasfını kaybettiği için memuriyetten ayrılan veya kadrosu başka hizmet sınıflarına aktarılanlardan silahı geri alınmaz.10 hizmet yılını tamamladıktan sonra meslekten veya memuriyetten ayrılanlar, ayrılış tarihindeki tabanca satış bedelinin % 50’sini defaten ödedikleri takdirde satışı yapılan tabanca geri alınmaz.Asaleti tasdik olduktan sonra Emniyet Hizmetleri Sınıfından başka hizmet sınıflarına aktarılanlardan, ayrılış tarihindeki tabanca satış bedelinin % 100 ünü daha peşin olarak ödedikleri takdirde, silahı geri alınmaz.Madde 12 - Açığa alınma, görevden uzaklaştırma, işten el çektirme, tutuklanma, gözaltına alınma ve benzeri haller ile akli dengesizlik gösteren personelin tabancası birimince geçici olarak alınıp muhafaza edilir. Ancak bu haller meslekten ihracı gerektirdiğinde tabanca geri verilmez. Akli dengesizlik gösterenlerin sağlık kurulu raporuna binaen silahlı görev yapamayacağının belirlenmesi halinde, 1 yıl içerisinde müracaat etmeleri ve 6136 sayılı Kanun uyarınca silah bulundurma ve taşımaya mani hallerinin olmadığını belgelendirmeleri halinde silah, personelin var ise eş veya çocuklarına, yok ise anne veya babasına verilir. (Ek fıkra: RG-20/07/2007-26588) Görevden uzaklaştırılan personelden, genel güvenlik politikası açısından önem arz eden adlî, idarî, siyasî ve istihbarî birimlerde çalışan ve can güvenliklerinin tehlikeye düşebileceği hususunda açık veya zımni emareler bulunanların, gerek görülmesi hâlinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 138 inci maddesinde belirtilen görevden uzaklaştırmaya yetkili amirlerin uygun görüşü üzerine tabancası geri alınmayabilir veya alınmış ise iade edilebilir.” 4/8/2003 tarihli ve 25189 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliği'nin , , ve maddelerinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir. “Personelin Sağlık Durumlarının DeğerlendirilmesiMadde 15 - İllerde, okullarda ve diğer birimlerde koruyucu hekimlik hizmetleri başhekimliklerce verilir. Personelin sağlık durumları başhekimliklerce takip edilir.Personelin hastalık, kaza, yaralanma, "Askerliğe Elverişli Değildir" kararlı raporları ve diğer nedenlerden dolayı aldıkları raporların incelemesi başhekimliklerce yapılır. Emniyet Hizmetleri Sınıfında, Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki C, D, E dilimi sağlık şartlarını ... taşıdığı kanaati oluşan personele idarece sağlık kurulu raporu aldırılır. Personelin rahatsızlığı nedeniyle müracaatı veya idarenin lüzum görmesi halinde de idarece sağlık kurulu raporu aldırılır. İdarece aldırılan sağlık kurulu raporları Personel Dairesi Başkanlığı aracılığı ile Daire Başkanlığına gönderilir.Hasta personelin öncelikle 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 105 inci maddesinde belirtilen azami sıhhi izin süreleri içinde tedavileri yapılır. Tedavi bitiminde sağlık kurulu raporu aldırılır ve Personel Daire Başkanlığı aracılığı ile Daire Başkanlığına gönderilir.Daire Başkanlığı rapordaki teşhisin önemine göre veya gerekli gördüğü hallerde Yönetmeliğin 19 uncu madde [Bu madde danışman hastane ile ilgilidir.] hükümlerince sağlık kurulu raporu aldırabilir. Sağlık kurulu raporuna göre personelin hangi sağlık dilimine girdiğine karar verilir.Emniyet Hizmetleri Sınıfında bulunan personel hakkında, Yönetmeliğin 16 ncı madde hükümleri uygulanır....Emniyet Hizmetleri Sınıfında Sağlık Şartlarına Göre ÇalışmaMadde 16 - Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki C dilimi sağlık şartlarını taşıyanlar birimlerin faal hizmetleri dışında kalan diğer hizmetlerinde çalıştırılabilir.Emniyet Hizmetleri Sınıfında çalışan polis amirleri dışındaki personelden; sağlık kurulu raporuna göre Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki C dilimi sağlık şartlarını kaybettikleri ve Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki D dilimi sağlık şartlarını taşıdıklarına karar verilenlerin sağlık kurulu raporları, Daire Başkanlığının görüşü ile birlikte öncelikle hizmet sınıfı değişikliği gerekirse maluliyet yönünde işlemler yapılmak üzere Personel Daire Başkanlığına gönderilir. Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki D dilimi sağlık şartlarını kaybeden personelin sağlık kurulu raporları ise Daire Başkanlığının görüşü ile birlikte maluliyet yönünde işlemler yapılmak üzere Personel Daire Başkanlığına gönderilir....Vazife Malullüğü ve İdari PolislikMadde 17 - Emniyet Teşkilatında; bütün hizmet sınıflarında görev yapan personelden görevleri sırasında veya görevlerinden dolayı uğradıkları kaza veya saldırı sebebiyle ya da görevin sebep ve tesiriyle yaralanan veya sakat kalanlar ile bir meslek hastalığına yakalananlar ve Emniyet Teşkilatında bütün hizmet sınıflarında görev yapmakta iken fiili askerlik görevini ifa etmek üzere aylıksız izne ayrılanlardan askerlik hizmetini ifa ederken görevin sebep ve tesiri ile yaralanan veya sakat kalan personelin tedavileri 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun 105 inci maddesi hükümlerine göre sağlanır.Tedavi bitiminde son durumunu bildirir sağlık kurulu raporu aldırılır. Daire Başkanlığınca sağlık kurulu raporları incelenerek tüm hizmet sınıfları için kişinin hastalığının hangi sağlık dilimine girdiği kararlaştırılır.a) Emniyet Hizmetleri Sınıfında bulunan personel için, psikiyatrik hastalıklarda Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki B veya C ... dilimi sağlık şartlarına sahip olanların idari polisliği, Psikiyatrik hastalıklarda D ... dilimi sağlık şartlarına sahip olanların ise görevlerini yapamayacağı,...şeklinde görüş belirtilir ve gerekli işlemler yapılmak üzere Personel Daire Başkanlığına gönderilir.Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünce hakkında vazife malullüğü kararı verilenlerden;a) Emniyet Hizmetleri Sınıfında bulunan personelden:1) Vazife malullüğü ile birlikte idari polislik görevi yapabileceğine karar verilen personelin talebi halinde Genel Müdür onayı ile idari polis görevine aktarılırlar. (Psikiyatrik hastalıklarda Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki D dilimi sağlık şartlarını taşıyanlar idari polislik görevine aktarılmazlar.)İdari polisliğe aktarılan personelin bağlı olduğu birimin ilgili Daire Başkanlığının uygun görmesi halinde çalıştığı birimde, diğer hallerde Personel Daire Başkanlığınca genel hizmet statüsünde çalıştırılırlar.İdari polisler, büro görevlerinde ve sivil olarak çalıştırılır ve kendi istekleri olmadan ikinci bölge (şark) hizmetlerine atanamazlar.İdari polis olarak görev yapanlar emeklilik talepleri halinde vazife malulü olarak emeklilikle ilgili işlemleri yapılır.2) Vazife malullüğüne karar verilenlerden;...- Psikiyatrik hastalıklarda Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki D dilimi sağlık şartlarını taşıyanlar,- İdari polislik görevini talep etmeyenler, hakkında vazife malulü olarak emeklilikle ilgili işlemleri yapılır....Geçici Silah MuhafazasıMadde 23 - Hastalığı nedeniyle silah taşıma ehliyetini kaybeden personelin silahı, hastalığı düzelip silah taşıma ehliyetini kazanana kadar birimlerince geçici olarak alınıp muhafaza edilir. Bu durumda olan personel, hakkında yapılacak işlemler sonuçlanıncaya kadar faal hizmetlerde çalıştırılmazlar. Ayrıca, varsa diğer ruhsatlı silahlarının da muhafazası için ilgili birimlere konu bildirilir.” Mülga Yönetmelik'in ekindeki hastalık branşlarının sınıflandırılmasına ilişkin çizelgenin olay tarihindeki hâlinin ilgili kısmı şöyledir:“...VIII- RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI A) Ruhsal yönden tam ve sağlam olacaktır. Geçmişinde ve halen hiçbir ruhsal hastalık, intihar girişimi ve kişilik bozukluğu olmayacaktır. B)1) Nevrotik kişilikler (obsessif kompulsif, historik bağımlı ve benzeri kişilik bozuklukları)2) Geçirilmiş nevrotik bozukluklar. (anksiyete, somatoform, dissosiatif, depresif bozukluklar, bunların alt tipleri ve nevrotik adaptasyon bozuklukları)3) Hafif ve orta derecede konuşma bozuklukları.4) Geçirilmiş psikosomatik hastalıklar.Açıklama: Bu maddelere girecek olanların iş ortamlarına uyumlarının bozulmamış olması, çalışma güç ve verimlerinin azalmamış olması gereklidir.C) Not: Öğrenci adayları ve öğrenciler için bu dilimdeki hastalıklar D diliminde kabul edilir.1) Kronik nitelik kazanmış, kişinin çalışma güç ve verimini etkilemiş nevrotik bozukluklar. (anksiyete, somatoform, dissosiatif, depresif bozukluklar, bunların alt tipleri ve nevrotik adaptasyon bozuklukları)2) Kronik nitelik kazanmış, kişinin çalışma güç ve verimini etkilemiş psikosomatik hastalıklar.3) Organik nedenlere bağlı hafif derecede kişilik bozuklukları, geçirilmiş akut organik ruhsal reaksiyonlar.4) Geçirilmiş ve tam iyileşmiş madde ve alkol bağımlılığı.D)1) Antisosyal, paranoid, borderline, şizotipal, şizoid kişilik bozuklukları.2) Nevrotik bozukluklar, psikosomatik hastalıklar, ileri derecede konuşma bozukluğu.Açıklama: Bu maddeye girenlerin ruhsal bozukluklarının çeşitli tedavilere rağmen iyileşmemiş olması, kronik ve devamlı bir nitelik kazananması gerekmektedir.3) Şizofreni ve diğer bozukluklar. (Şizofreni, şizoaffektif bozukluk, sanrısal bozukluk, kısa psikotik bozukluk, başka türlü adlandırılamayan psikotik bozukluk, (BTA) bipolar bozukluklar, psikotik özellikli depresif bozukluklar, siklotimik bozukluk, başka türlü adlandırılamayan bipolar bozukluklar)4) Kronik nitelik kazanmış madde ve alkol bağımlılığı,5) Psikoseksüel bozukluklar. (homoseksüalite, transeksüalite, tarnsvestitizm)Açıklama: Bu maddeye gireceklerin seksüel davranış bozukluklarının belirgin olması, bu durumlarının iş ortamında bilinerek sakıncalara yol açması gereklidir.6) Organik nedenlere bağlı ileri derecede kişilik bozuklukları, kronik organik, ruhsal bozukluklar.7) Herhangi bir ruhsal bozukluk nedeniyle hiçbir hizmet sınıfında çalışamayacak duruma gelenler. ...” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6275 | Başvuru, yaşamı korumak için gerekli önlemlerin alınmaması sonucu meydana gelen ölüm nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mayına basılması sonucu yaralanma nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle yaşam ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/7/2013 tarihinde Silopi Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için 18/2/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 22/4/1992 tarihinde Şırnak ili Silopi ilçesi Kapılı köyü Hezil Çayı yakınlarında odun topladığı sırada mayına basması sonucu sağ ayağını diz altından kaybederek yaralanmıştır. Başvurucu 1/4/2005 tarihinde, yaralanması nedeniyle uğradığı zararın karşılanması için 5233 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılması istemiyle Şırnak Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 27/3/2006 tarihli 2006/400 sayılı kararı ile başvurunun reddine karar vermiştir.İlgili gerekçe şöyledir:"... Silopi Cumhuriyet Başsavcılığının 1992/622 Hazırlık ve 1992/650 nolu Takipsizlik yazılarında "Bölgenin mayınlı olduğu Jandarmaca köylerine ilan edildiği ayrıca tarlada çalıştıkları esnada nöbetçi askerler tarafından mayınlı bölgenin gösterilerek oraya girmemeleri gerektiği uyarısına rağmen mayınlı bölgede odun toplamaya çalışırken mayına basmaları neticesinde yaralandığı" belirtilmekte olduğundan Komisyonca Ayşe BALIN'ın mayına basması sonucu yaralanarak sakatlanmasının kendi kusur ve ihmalinden olduğu..." Başvurucu, yaralanma olayının 5233 sayılı Kanun kapsamına girdiğini ve bu Kanun kapsamında zararlarının karşılanması gerektiğini belirterek yapılan başvurunun reddine ilişkin Komisyonun 27/3/2006 tarihli ve 2006/400 sayılı kararının iptali ile maddi ve manevi tazminat istemiyle Şırnak Valiliği aleyhine 23/5/2006 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesi 27/9/2006 tarihli ve E.2006/1314, K.2006/2098 sayılı kararıyla davanın yetki yönünden reddine, dosyanın yetkili Mardin İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Mardin İdare Mahkemesinin 1/4/2008 tarihli ve E.2007/649, K.2008/570 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. İlgili gerekçe şöyledir:"...olayın 1992 günü ...Kapılı Köyü Kasrik Mevkiinde 33-34 nolu sınır taşları arasında meydana geldiğinin olay yeri krokisi ve tutanak ile tespit edildiği, davacının olay yerine köy halkı ile birlikte odun toplamaya gittiğini, yolda askerlerce gittikleri yerin mayınlı olduğu konusunda uyarıldıklarını, buna rağmen gittikleri söz konusu mevkiide mayına basması sonucu ayağını diz altından kaybettiğini ifade ettiği, Türkiye ve Irak arasındaki sınırda yer alan nöbet kulübesindeki askerler tarafından, köylülerin bölgenin mayınlı olduğu, tarladan çıkmamaları gerektiği konusunda uyarıldıkları, Habur Jandarma Sınır Bölük Komutanlığınca, sınır bölgesine ve sel sularıyla gelen mayınların bulunması nedeniyle nehir kenarına inilmemesi hususu bütün tarla sahiplerine ve köyde ikamet eden vatandaşlara bildirildiği, Silopi İlçe Jandarma Komutanlığı'nın 1992 tarihli yazısından, patlayan mayının menşeinin ve Türkiye veya Irak Devletlerinden hangisi tarafından sınıra döşendiğinin bilinmediğinin rapor edildiği, olay nedeniyle Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 1992/622 Hazırlık ve 1992/650 nolu kararıyla, bölgenin mayınlı olduğunun Jandarmaca köylerinde ilan edildiği, ayrıca tarlada çalıştıkları esnada nöbetçi asker tarafından mayınlı bölgenin gösterilerek oraya gitmemeleri gerektiği uyarısına rağmen mayınlı bölgede odun toplamaya çalışırken mayına basmaları neticesinde meydana gelen olayda kimseye atfı kabil kusur bulunmadığından ve mağdurelerin de şikayetinin bulunmadığından bahisle takipsizlik kararı verildiği anlaşılmıştır.Yukarıda belirtilen hususlar birlikte değerlendirildiğinde, davacının yaralanmasına sebebiyet veren olayın Türkiye ile Irak sınırı arasında yer alan ve terörü engellemek amacıyla değil sınır güvenliği amacıyla komşu Devletlerden herhangi biri tarafından döşendiği anlaşılan mayının patlaması sonucu meydana geldiği, diğer bir ifadeyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren bir eylem veya terörle mücadele kapsamında yürütülen bir faaliyet nedeniyle meydana gelmediği anlaşıldığından..." Temyiz üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 28/2/2013 tarihli ve E.2011/9580, K.2013/1589 sayılı ilamıyla hüküm onanmasına karar verilmiştir. Karar, başvurucuya 13/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar'ın maddesi (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-24). 5233 sayılı Kanun'un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun'un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: "Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. ... Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5464 | Başvuru, mayına basılması sonucu yaralanma nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle yaşam ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, adli yargı tarafından verilen görevsizlik kararı üzerine davaya bakan idare mahkemesinin davalı Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinin Türk İdari Teşkilatında yer almadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun makul süreye ilişkin kısmı ayrılarak başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilmezlik kararı verilmiş, başvurudaki diğer hak ihlali iddialarının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye ve Kırgızistan arasında 30/9/1995 tarihinde İzmir’de Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Kırgızistan'ın Başkenti Bişkek Şehrinde Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Kurulmasına Dair Anlaşma imzalanmıştır. Anlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20/6/1996 tarihli ve 4144 sayılı Kanunu ile onaylanmış; 23/6/1996 tarihli ve 22675 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anlaşma kapsamında Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi (Üniversite) yönetiminin Türkiye ve Kırgızistan devletleri tarafından müşterek işlemlerle oluşturulacağı belirtilmiştir. Anlaşma gereğince Üniversitenin statüsü 23/9/1996 tarihli ve 22766 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Tüzüğü (Tüzük) ile belirlenmiştir. Söz konusu Tüzük 19/3/2013 tarihli ve 28592 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan Türkiye Cumhuriyeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Tüzüğü Hakkında Mutabakat zaptına ek tüzük ile yürürlükten kaldırılmıştır. Tüzük'ün "Akademik ve İdari Personel" başlıklı maddesinde öğretim elemanlarının üniversitede görevli profesör, doçent, yardımcı doçent, öğretim görevlisi, okutman, uzman ve araştırma görevlisi unvanına sahip kişilerden oluşacağı ve sözleşmeli olarak çalışacakları belirtilmiştir. Tüzük'e göre öğretim elemanları, haricen yapılacak bir sözleşmeyle veya Türkiye'den 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesine göre yapılacak görevlendirmeyle çalıştırılabilecektir.B. Somut Başvuruya İlişkin Olgular Başvurucu 15/10/2007 tarihinde Üniversite ile Akademik Personel Hizmet Sözleşmesi imzalayarak Üniversitenin Uluslararası İlişkiler Bölümünde yardımcı doçent statüsünde göreve başlamıştır. Başvurucunun Üniversitede göreve başlamasından 28 gün sonra Üniversite Yönetim Kurulunun 13/11/2007 tarihli kararı ile başvurucunun Üniversite Akademik Personel Disiplin Yönetmeliği'nin maddesine aykırı davrandığı gerekçe gösterilerek görevine son verilmiştir. Başvurucu bunun üzerine 8/9/2008 tarihinde Üniversiteye karşı alacaklarının tahsili ve tazminat talepli dava açmış, Ankara İş Mahkemesi 6/2/2012 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir. Başvurucunun ve davalı Üniversitenin temyiz kanun yoluna başvurması üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 28/10/2013 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Yargıtay gerekçesinde; taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu, davada görevsizlik kararı verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bunun üzerine Ankara İş Mahkemesi 1/7/2014 tarihli kararı ile Yargıtayın bozma ilamına uyarak görevsizlik kararı vermiş, davanın usulden reddine hükmetmiştir. Başvurucu, İş Mahkemesinin görevsizlik kararı üzerine idari yargıda dava açmış; Ankara İdare Mahkemesi 9/12/2015 tarihli kararı ile Üniversitenin Türk İdari Teşkilatı içinde yer almaması sebebiyle açılan davanın esasının incelenme olanağı bulunmadığını ifade ederek davanın incelenmeksizin reddine hükmetmiştir. Başvurucu İdare Mahkemesinin kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurmuş, Danıştay Sekizinci Dairesi 9/11/2016 tarihli kararı ile ilk derece mahkemesi hükmünü onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi üzerine Danıştay Sekizinci Dairesi 13/2/2018 tarihli kararıyla karar düzeltme talebini reddetmiş ve karar kesinleşmiştir. Başvurucu ilgili kararı 16/3/2018 tarihinde tebliğ almıştır. Başvurucu 13/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Mahmut Durmaz ve Ayhan Çelikbay, B. No: 2017/25250, 29/9/2020, §§ 19- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/3202 | Başvuru, adli yargı tarafından verilen görevsizlik kararı üzerine davaya bakan idare mahkemesinin davalı Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinin Türk İdari Teşkilatında yer almadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar vermesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/1910 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1910 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Başvurucu, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık), FETÖ/PDY'nin Antalya'daki basın yapılanmasına yönelik olarak yapılan soruşturma kapsamında 23/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 23/7/2016 tarihinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle başvurucu müdafiinin soruşturma dosyasını inceleme ve belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucunun ifadesi 26/7/2016 tarihinde Antalya Emniyet Müdürlüğünde kolluk tarafından alınmıştır. Emniyetteki ifade alma işlemi sırasında, Antalya Barosunca görevlendirilen başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre başvurucuya ifade alma işlemi öncesinde, isnat edilen FETÖ/PDY üyeliğine ilişkin suçlamalar açıklanmıştır. Başvurucu savunmasında özetle;i. Süleyman Demirel Üniversitesi Radyo Televizyon Yayıncılığı Bölümünden mezun olduğunu, 2009 yılında Akdeniz TV'de çalışmakta iken işten çıkarıldığını, sonrasında ise sırayla iki yıl -kameraman ve muhabir olarak- Cihan Haber Ajansında (CHA), 2016 yılı Şubat ayına kadar Zaman gazetesinde ve 2016 Nisan ayına kadar tekrar CHA'da çalıştığını, CHA'ya kayyım atanması nedeniyle işten çıkarıldığını ifade etmiştir.ii. CHA'da ve Zaman gazetesinde çalışan kişilerle işi gereği irtibatının olduğunu, bağış/himmet veya benzeri bir yardım toplandığını görmediğini, ancak basın yayın organlarından ve çevresinden bu tür bağışların toplandığını duyduğunu ifade etmiştir.iii. FETÖ/PDY'nin gerçekleştirdiği darbe girişiminin içinde yer almadığını, FETÖ/PDY'nin kuruluşu ve kuruluşunda kimlerin yer aldığı konusunda herhangi bir bilgisinin olmadığını, örgütün amacı ve stratejisi hakkında herhangi bir şey bilmediğini, örgüt yapılanması içinde kesinlikle yer almadığını, bir kod isminin olmadığını, örgüt içinde bir görevinin ve sorumluluğunun bulunmadığını, örgüt içinde kullanılan abi, imam ve benzeri kavramları basından duyduğunu, Antalya ve ilçelerinde örgüt içinden kimseyi tanımadığını ifade etmiştir.iv. Antalya'da CHA'da işe başladıktan sonra 2009 yılı içinde Zaman gazetesine abone olduğunu, 2016 yılı Ocak/Şubat ayında abonelikten ayrıldığını, başka bir yayın organına aboneliğinin olmadığını, Zaman gazetesinin abonelik kayıtları ile ilgili bir görevinin olmadığını, gazeteye aboneliğiyle ilgili olarak farklı isim ve adres ile kayıt yapmadığını ve böyle bir yetkisinin de olmadığını, abonelik işlemlerinin genel olarak Cihan Medya Dağıtım Anonim Şirketi tarafından yapıldığını ifade etmiştir.v. Zaman gazetesinin finansman kaynağının reklam ve satış geliri olduğunu, FETÖ/PDY'ye bağlı basın ve yayın kuruluşlarının Zaman gazetesi, Bugün TV, CHA, Samanyolu TV, Aksiyon dergisi, Sızıntı dergisi, Yarına Bakış, Yeni Hayat ve Meydan gazetesi olduğunu ifade etmiştir.vi. CHA'ya kayyım atanmasıyla ilgili olarak sosyal medyada yaptığı paylaşımın eleştirel bir paylaşım olduğunu, tahrik amaçlı olmadığını, Zaman gazetesine ve CHA'ya kayyım atandıktan sonra işten çıkarıldığını ve işsiz kalmasından kaynaklanan kızgınlıkla suçlamaya konu paylaşım ve yorumları yaptığını, bu nedenle pişman olduğunu, anılan kurum ve kuruluşlarla işten ayrıldıktan sonra herhangi bir irtibatının kalmadığını ifade etmiştir.vii. Suçlamaya konu Körfez Dershanesi haberini kendisinin yazmadığını, ancak güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonun -kameraman ve muhabir olması nedeniyle- haber amaçlı görüntüsünü çektiğini, olay yerinde çekim yaptığı için haberin üst kısmında adının kullanıldığını, K.B., Ö. ve CHA'da çalışan diğer kişilerin yapılan operasyonu haber yapmak için olay yerinde bulunduklarını, O.Y., K.B. ve Ö. ile aynı işyerinde çalışması nedeniyle irtibatının bulunduğunu, söz konusu haberin adı geçen dershaneye destek verecek şekilde yapılmasını onaylamadığını ifade etmiştir.viii. PAK-MEDYA İş isimli sendikaya 2016 yılı Nisan ayında işten çıkmadan önce üye olduğunu ve işten çıktıktan sonra üyeliğini iptal ettiğini ifade ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Başsavcılık 26/7/2016 tarihinde başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Antalya Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında öncelikle FETÖ/PDY ile ilgili genel bilgilere ve örgütün gerçekleştirdiği 15 Temmuz darbe teşebbüsüne dair bilgilere yer verildikten sonra soruşturma konusu suçlamalara -örgütün Antalya'daki basın yapılanmasına dair bilgilere- yer verilmiştir. Tutuklama talep yazısının ilgili bölümü şöyledir:"...Terör örgütünün yayın organı olan Cihan Haber Ajansı çalışanlarının Feza Gazetecilik A.Ş. bünyesinde ilimizde çalışmalar yaptığı,FETÖ/PDY terör örgütüne müzahir Cihan Haber Ajansı ilimiz muhabirinin Cihat Ünal ... isimli şahıs olduğu, [bu kişinin] Tekin Akdeniz Radyo Televizyon ve Tanıtım Hizmetleri A.Ş. İlke gazetesi, Feza Gazetecilik A.Ş. isimli kuruluşlarda SGK kaydının olduğu, PDY yapılanmasına yönelik soruşturma ve kovuşturmalarla ilgili sosyal medya ve internet haber siteleri üzerinde propaganda çalışmaları yaparak halk arasında devlete ve yargıya olan güvenin azalması amacıyla algı oluşturmaya çalıştığı, internet sosyal paylaşım ağları üzerinden terör örgütlerine yönelik yürütülen polis operasyonları, soruşturmalar ve kovuşturmalar hakkında yorumlar yayımlayarak halkın yürütme ve yargıya olan inancını zayıflatmaya çalıştığı, FETÖ/PDY terör örgütüne yönelik operasyonlar sonrasında Cihat Ünal isimli şahsın terör örgütüne müzahir Zaman gazetesi abonelerini yönlendirerek abone kayıtlarını farklı isimde ve farklı adreslerde kayıt yaptırdığı, Cihat Ünal isimli şahsın FETÖ/PDY terör örgütüne müzahir Aktif Eğitimciler Sendikası Başkanı E.P. isimli şahısla bağlantılı olduğu, Cihat Ünal isimli şahsın 2016 yılı Şubat ayı içerisinde terör örgütü adına İstanbul ilinde faaliyet yürütmeye başladığı şeklinde bilgiler elde edildiği,Sosyal paylaşım sitesi Facebook'ta; FETÖ/PDY terör örgütü güdümünde faaliyet gösteren Zaman gazetesinin reklam tabelası önünde resim çektirdiği ve şahsın paylaşım yorumlar kısmında 'Direnecek gücümüz kalmadı. Devlet gazeteye çöktü …' şeklinde örgüt gazetesini sahiplenici tarzda yorumlar yaptığı,Şüpheliler Cihat Ünal, O.Y., K.B. ve Ö. tarafından, FETÖ/PDY terör örgütüne yönelik güvenlik kuvvetlerinin yürütmüş olduğu operasyonları sekteye uğratmak ve kitleleri etkileyerek kamuoyu oluşturmak için yaptıkları değerlendirilen 'Antalya polisi, öğrencilere eğitim hizmeti veren dershanelere baskın düzenledi.' şeklinde başlayan bir haber yaptıkları,...Şüpheli[nin] üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; Şüpheli[nin] üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK'nın vd. maddeleri uyarınca tutuklanma[sına karar verilmesi talep edilmiştir.]" Anılan talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde Antalya Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki savunmasında emniyetteki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir. Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 26/7/2016 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir: "...Şüpheli Cihat Ünal'ın FETÖ/PDY terör örgütüne müzahir basın yayın organlarında muhabir olarak çalışmış olması, delillerinin toplanmakta olması, karartılma ihtimalinin bulunması, şüphelilerin üzerlerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, kanunda ön görülen cezalarının üst sınırı dikkate alındığında kaçma şüphelerinin bulunması, şüphelilerden elde edilen bazı dijital veriler (cep telefonu, bilgisayar) üzerindeki incelemelerin devam ediyor olması ve tüm dosya kapsamı, yüklenen suçların CMK'nın 100/a maddesinde belirtilen suçlardan olması, suçun vasfı, kanuni cezası göz önüne alındığında adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı, tutuklamanın ölçülü olacağı kanaatiyle, CMK'nın maddesi uyarınca şüphelilerin ayrı ayrı tutuklanmalarına, ... [karar verildi]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 2/8/2016 tarihinde, dosya kapsamı ve tutuklama gerekçelerini nazara alarak itirazın reddine karar vermiştir. Antalya Sulh Ceza Hâkimliği 17/10/2016 tarihinde tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Karar başvurucuya 9/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 21/3/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle hakkında aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkında genel bilgilere, daha sonra ise başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Bu bağlamda iddianamede başvurucunun isnad edilen suça ve örgüt bağlantısına ilişkin olarak;i. CHA çalışanlarının Feza Gazetecilik A.Ş. bünyesinde Antalya'da çalışmalar yaptığı, başvurucunun da CHA Antalya muhabiri olduğu ve Feza Gazetecilik A.Ş.de SGK kaydının bulunduğu ifade edilmiştir.ii. FETÖ/PDY'ye yönelik operasyonlar sonrasında başvurucunun abone kayıtlarını farklı isim ve adreslere yapmaları konusunda Zaman gazetesi abonelerini yönlendirdiği belirtilmiştir.iii. FETÖ/PDY ile irtibatlı Aktif Eğitimciler Sendikası Başkanı olan ve aynı soruşturma kapsamında tutuklu bulunan E.P. ile bağlantılı olduğu ileri sürülmüştür.iv. Başvurucunun 2016 yılı Şubat ayı içinde terör örgütü adına İstanbul'da faaliyet yürütmeye başladığı iddia edilmiştir.v. Başvurucunun Zaman gazetesi reklam tabelası önünde çektirdiği fotoğrafın altına "Direnecek gücümüz kalmadı. Devlet gazeteye çöktü ..." şeklinde örgüt gazetesini sahiplenici tarzda yorumlar yaparak sosyal medyada paylaştığı belirtilmiştir.vi. Başvurucunun FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatlı Körfez Dershanesine yönelik yapılan operasyonla ilgili "Şok Polis Ders Saatinde Bastı" başlıklı haberi paylaştığı ve bu paylaşımda başvurucuyla birlikte aynı soruşturma kapsamında tutuklu K.B., O.Y. ve Ö.nin de isimlerinin yer aldığı tespitine yer verilmiştir. Başsavcılığın başvurucuya yüklenen suçla alakalı hukuki değerlendirmesinin ilgili bölümü ise şöyledir:"...15/7/2017 tarihinde gerçekleşen silahlı darbe girişimiyle ilgili icra hareketlerinden herhangi birisine iştirak ettikleri belirlenemeyen ancak TCK'nın 314/ [maddesinde] belirtilen nitelikleri taşıyan FETÖ/PDY ... silahlı terör örgütüne katıldıkları, bağlandıkları, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girdikleri belirlenen şüphelilerin eylemleri TCK'nın 314/ maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütüne üye olma suçunu oluşturmaktadır." 21/3/2017 tarihli iddianame Antalya Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) 29/3/2017 tarihinde kabul edilerek E.2017/57 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 29/3/2017 tarihinde tensiple birlikte başvurucunun tahliyesineve yurt dışına çıkış yasağı konularak adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"... Mevcut delil durumu, tutuklu kaldıkları süre gözetilerek bu aşamada adli kontrol tedbirinin ölçülü ve yeterli olacağı değerlendirilerek sanı[ğın tahliyesine karar verildi]." Mahkemece 11/4/2017 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunması alınmıştır. Başvurucu, savunmasında; kolluktaki ve sorgudaki ifadelerine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir. Mahkeme 24/4/2018 tarihinde yaptığı duruşmada bir kısım sanıkların mahkûmiyetine ve başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım sanıklar hakkındaki davaların tefrik edilerek yargılamaya E.2018/216 sayılı dosya üzerinden devam olunmasına karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdestttir. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315), 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme Metinleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özgürlük ve güvenlik hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir. Aşağıda belirtilen haller dışında ve yasanın öngördüğü usule uygun olmadan hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz:...c) Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması;... (4) Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir...." Sözleşme'nin "İfade özgürlüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkına İlişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi uyarınca yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde kişinin suç işlediğine dair şüphenin bulunması hâlinde yetkili adli makamın huzuruna çıkarılması amacıyla tutuklanabileceği yönündeki içtihadını (Jecius/Litvanya, B. No: 34578/97, 31/7/2000, § 50; Wloch/Polonya, B. No: 27785/95, 19/10/2000, § 108) yakın dönemde verdiği Buzadji/Moldova ([BD], B. No: 23755/07, 5/7/2016, §§ 92-102) kararında geliştirmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya konması gerekir. AİHM'e göre ilk tutuklama için yeterli görülen makul şüphenin varlığı; elde edilen deliller ve somut olayın kendine özgü koşulları da dikkate alındığında olaylara dışarıdan bakan, tamamen objektif bir gözlemciyi ikna edecek yeterlilikte olmalıdır. Toplanan deliller, objektif bir gözlemciye sunulduğunda şüpheli ya da sanığın atılı suçu işlemiş olabileceği yönünde gözlemcide kanaat oluşturmaya yeterli ise somut olayda makul şüphe vardır. Diğer bir ifade ile inandırıcı neden ya da makul şüphe, suçlanan kişinin üzerine atılı suçu işlemiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye yeterli olay, olgu veya bilginin varlığını gerektirmektedir (Fox, Campbell ve Hartley/Birleşik Krallık, B. No: 12244/86 ...,30/8/1990, § 32; O'Hara/Birleşik Krallık, B. No: 37555/97, 16/10/2001, § 34). AİHM, tutukluluğu meşru kılan makul dört temel neden belirlemiştir. Bunlar sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi (Stögmüller/Avusturya, B. No: 1602/62, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 15), sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda önlemler alabilecek olma tehlikesi (delilleri yok etme) (Wemhoff/Almanya, B. No: 2122/64, 27/6/1968, hukuki gerekçe bölümü § 14), tekrar suç işleme tehlikesi (Matznetter/Avusturya, B. No: 2178/64, 10/11/1969, hukuki gerekçe bölümü § 7) ve kamu düzenini bozma tehlikesidir (Letellier/Fransa, B. No: 12369/86, 26/6/1991, § 51). b. İfade ve Basın Özgürlüklerine İlişkin AİHM'e göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil etmektedir. Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü, sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, maddede güvence altına alınan bu özgürlüğün bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bunun sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık [GK], B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya ( No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM, Stojanović/Hırvatistan (B. No: 23160/09, 19/9/2013, §§ 39, 62) kararında ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken başvurucunun sorumluluğunun kapsamının kendi sözlerinin ötesine taşıp taşmadığının belirlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, derece mahkemelerince başvurucunun sorumluluğunun -bunu haklı gösterecek ilgili ve yeterli gerekçeler gösterilmeksizin- onun sözlerinin ötesinde genişletilmesi suretiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, Sürek/Türkiye (No. 1) ([BD], B. No: 26682/95, 8/7/1999) kararında ise haftalık bir dergide "Silahlar Özgürlüğü Engelleyemez" ve "Suç Bizim" başlıklı iki okuyucu makalesinin yayımlanması üzerine dergi sahibi ile editörünün (adli) para cezasıyla cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediği meselesini incelemiştir. Anılan kararda, basının şiddet tehdidi karşısında millî güvenlik veya ülke bütünlüğünün korunması, asayişsizlik veya suçun engellenmesi amacıyla konmuş olan sınırlamaları aşmaması kaydıyla bölücü olanlar da dâhil olmak üzere görüş ve siyasi hususlarda bilgi vermesinin demokratik toplumlar açısından bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir. AİHM'e göre ifade edilen sözlerin bireylere, kamu görevlilerine veya toplumun belli bir kesimine karşı şiddeti teşvik ettiği durumlarda devlet otoriteleri ifade özgürlüğüne ilişkin müdahale gereğinin incelenmesinde daha geniş bir takdir yetkisine sahiptir. AİHM, dergide yayımlanan mektuplarda kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin yayımlandığı bağlam üzerinde özellikle durmuştur. AİHM söz konusu kelimelerin şiddeti açıkça teşvik niteliğinde olduğunu belirterek şunları söylemiştir: "Mahkeme ilk olarak, 'katliam', 'zulüm' ve 'cinayet' gibi göndermelerin yanı sıra, 'Faşist Türk ordusu', 'TC cinayet çetesi' ve 'emperyalizmin kiralık katilleri' gibi etiketlerin kullanılması ile diğer tarafa kara bir leke vurulmasına ilişkin açık bir kasıt olduğunu kabul etmektedir. Mahkeme kanaatine göre söz konusu mektuplar, temel duyguların kışkırtılması ve halen ölümcül şiddet şeklinde kendini göstermiş olan bileşik önyargıların katılaştırılması ile kanlı bir intikama çağrı şeklinde değerlendirilebilecektir. Ayrıca, mektupların 1985’ten bu yana çok ciddi can kayıpları ve bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hal tedbirinin uygulanmasına sebebiyet verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında ciddi çatışmaların devam etmekte olduğu Güneydoğu Türkiye’deki güvenlik durumu bağlamında yayınlanmış olması da dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, mektupların içeriği iddia edilen zulümlerin sorumlusu olarak gösterilenlere karşı köklü ve mantık dışı bir nefret uyandırarak bölgede daha fazla şiddete sebebiyet verebilecek şekilde değerlendirilmelidir. Gerçekten de, okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur." AİHM, bu açıdan derginin sahibi olarak başvurucuya uygulanmış olan cezanın bir zorunlu sosyal ihtiyacı karşılamak olarak kabul edilebileceği ve başvuranın mahkûmiyeti için yetkililer tarafından gösterilen gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu sonucuna varmıştır (aynı kararda bkz. § 62; benzer yöndeki kararlar için bkz. Sürek/Türkiye (No. 3) [BD], B. No: 24735/94, 8/7/1999, § 40; Hocaoğulları/Türkiye, B. No: 77109/01, 7/3/2006, § 42; Halis Doğan/Türkiye (No. 3), B. No: 4119/02, 10/10/2006, § 37). Hocaoğulları/Türkiye kararında AİHM, bir dergide yayımlanan "Hangi Barış?" ve "Gençlik İsyan Demektir" başlıklı iki makale nedeniyle başvurucunun terör örgütü lehine propaganda suçundan mahkûmiyetini incelemiştir. AİHM; başvuruyu makalelerdeki ibareleri, yayımlandıkları bağlamı (yazının bütünlüğünü), özellikle terörle mücadeleye bağlı güçlükleri de dikkate alarak değerlendirmiştir. AİHM, "Gençlik İsyan Demektir" başlıklı makale ile alakalı şu değerlendirmeleri yapmıştır: "Gençlere seslenen ve hiçbir devrimin insan zayiatı olmadan gerçekleşemeyeceği görüşünü savunan yazarın dili barışa ve siyasi sorunların çözümüne çağrı olarak kabul edilemez… Diyarbakır zindanlarında işkenceci faşistlere sır verip ser vermeyerek ve Kızıldere'de düşmanları, biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik, diye selamlayarak dönenlere kavgalarının gelip geçici olmadığını bildirirler. Hem de canları pahasına. Evet, belki yenildiler. Ama direndiler. Çünkü gerçek zaferin böyle küçük ama kararlı direnişlerle kazanılacağını biliyorlardı" gibi ifadelerinin kullanımıyla net bir biçimde mücadelenin geçici olmadığı düşüncesinin vurgulandığını hatırlatmaktadır. Bunun yanı sıra, bütünü itibarıyla şiddet kullanımını, silahlı direnişi veya başkaldırıyı tahrik eder bir makale olarak değerlendirilebilir; AİHM nezdinde göz önünde bulundurulması gereken temel unsur budur." AİHM’e göre şiddeti kışkırtan ve yücelten bu ibareler, Sözleşme’nin giriş kısmında açıklanan barış ve adalet gibi temel değerler ile bağdaşmaz. Sürek ve Özdemir/Türkiye ([BD], B. No: 23927/94 ve 24277/94, 8/7/1999) kararında, başvurucuların sahibi ve yazı işleri müdürü oldukları dergi vasıtasıyla terörist örgütlerin bildirilerini yayımlamak ve bölücü propaganda yapmak suçlarından ulusal hukukta mahkûm edilmeleri söz konusudur. AİHM, özellikle kin ve düşmanlığa tahrik bağlamında söylemleri değerlendirmiş ancak metinleri bir bütün olarak ele aldığında kin ve düşmanlığa tahrik ettiğinin söylenemeyeceğini belirtmiştir. AİHM, bu kararda bilhassa medya açısından ifade hürriyetinin kullanılmasındaki görev ve sorumlulukların çatışma ve gerginlik zamanlarında özel önem taşıdığını vurgulamaktadır. AİHM'e göre "Bu yüzden de Devlete karşı şiddet kullanma yoluna giden örgüt temsilcilerinin görüşleri yayımlanırken medya şiddeti tahrik eden ve kin güden konuşmaların yapıldığı bir araç olarak görülmesin diye, daha fazla özen gösterilmelidir." Çünkü kin ve nefret söylemi ile şiddete teşvik arasında ince bir çizgi olduğu ya da anılan söylemin şiddete dönüşmesi riskinin kuvvetle muhtemel olduğu dikkate alınmalıdır. Halis Doğan/Türkiye (No. 3), (B. No: 4119/02, 10/10/2006) kararında sahibi olduğu gazetenin "Analiz" başlıklı sütundaki "Komplo’nun Yeni Aşaması" ve "Doğum" başlıklı iki makalenin yayımlanmasından dolayı başvurucu hakkında bölücülük propagandası yapma suçundan bir miktar para cezasına hükmolunmuş ve ayrıca gazetenin yayını altı gün süreyle durdurulmuştur. Verilen bu ceza Yargıtay tarafından onanmıştır. AİHM’e göre her iki makalede de PKK terör örgütünün mücadele yöntemlerine yer verilmektedir. Makalelerde kullanılan kimi sözler, ne Kürt probleminin barış yoluyla çözümüne çağrı konuşması ne de sosyal, kültürel ve tarihi olaylar hakkındaki saptamalar olarak görülebilir. AİHM "Aksine (şimdi) ulusal seferberlik zamanıdır. Eğer bütün güçler, yetenekler ve olanaklar faaliyete geçmezse, ne zaman faaliyete geçecekler? Kürtlerin hatıralarında ve kültürlerinde 'onur günü' kavramı vardır. İşte bugün onur gününden daha farklı bir gün söz konusudur. Ve hatta durum böyle iken, bizim tek garantimiz, tam bir özgürlük kazanmak için her türlü fedakârlığı yapmaya ve yüzyılın esaret zincirlerini kırmaya hazır olan halkımızın isteğidir. Bu bizim özgürlük mücadelemizi parlayan bir aşamaya taşıyacak öncü politikamızdır. Gerçek fedakârlığı gösteren şahinlerimiz." şeklindeki ifadelerin şiddeti tahrike elverişli ifadeler olduğunu not etmiştir. AİHM’e göre makalelerin genel içeriği şiddete, silahlı mücadeleye ya da ayaklanmaya teşvik edici mahiyettedir ve bu ifadeler, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra bir gazetede yayımlanan iki makaleden alınmıştır; içerik olarak Kürtlerin davasını savunanları şiddete teşvik etmektedir. Böyle bir bağlamda makalelerin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde zaten mevcut olan şiddet eylemlerine katalizör etkisi yapabilecek bir nitelikte olduğunu tespit etmek yanlış olmaz. Bu bakımdan AİHM, başvuranın mahkûm edilme gerekçelerinin başvuranın ifade özgürlüğüne müdahaleyi haklı göstermek için yeterli ve yerinde olduğuna hükmetmektedir. AİHM, sadece bilgi ya da fikirlerin çatışmasının, şaşırtmasının ya da endişeye yol açmasının benzeri bir müdahaleyi haklı göstermeye yetmeyeceğini hatırlatmaktadır (aynı kararda bkz. §§ 32-39). Sürek/Türkiye (No. 3) kararına konu olan olayda başvurucu "Haberde Yorumda Gerçek" isimli derginin sahibidir. Bu dergide 9/1/1993 tarihli sayıda "Botan'da Fakir Köylüler Toprak Ağalarını İstimlak Ediyor" başlıklı bir makale yayımlanmıştır. Bu makalede devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda yapıldığı gerekçesi ile dergi toplatılmış ve başvurucu, adli para cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla AİHM’e başvurmuştur. Konuyu inceleyen AİHM, makalelerde kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin yayımlanmış olduğu bağlam üzerinde özellikle duracağını belirtmiştir. Dava konusu makalede ülkenin bir bölgesindeki mücadelenin güvenlik kuvvetlerine karşı yürütülen bir savaş olarak nitelendirilmesinin ve "Özgürlük mücadelesini sonuna kadar sürdüreceğiz." ifadesinin kullanılmasının makalenin yazarının kendisini terör yoluyla mücadeleyi sürdüren örgütle özdeşleştirmiş olduğu ve silah kullanılması için çağrıda bulunduğu anlamına geleceğini vurgulamıştır. AİHM ayrıca makalelerin 1985’ten bu yana çok ciddi can kayıpları yaşanan ve bölgenin büyük bir kısmında olağanüstü hâl ilan edilmesine sebebiyet verecek şekilde güvenlik kuvvetleri ile PKK arasında ciddi çatışmaların devam etmekte olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki güvenlik durumu bağlamında yayımlanmış olmasının da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda makalenin içeriği bölgede daha fazla şiddeti teşvik edebilecek niteliktedir ve bu makaleyle okuyucuya iletilen mesaj, saldırgan ülke karşısında şiddete başvurmanın gerekli ve haklı bir önlem olduğudur. Bu açıdan AİHM, muhatap devlet tarafından başvuranın mahkûmiyetine ilişkin olarak öne sürülen nedenlerin başvuranın ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale için ilgili ve yeterli dayanak teşkil ettiği sonucuna varmıştır. AİHM'e göre başvurucu bu makalelerde yer alan görüşlerle -şahsen bağlantılı olmamasına rağmen- makalelerin yazarlarına şiddet ve nefretin körüklenmesi için bir araç temin etmiştir. Dergi ile sadece ticari açıdan bağlı olduğu ve yazı işleri müdürü sorumluluğu taşımadığı gerekçesi ile makalelerin içeriğine ilişkin her türlü cezai sorumluluktan muaf tutulması gerektiğine dair başvurucu tarafından ileri sürülen iddia AİHM tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, derginin sahibidir. Bu konumu itibarıyla derginin yazı işleri yönetimini şekillendirme hakkına sahiptir. Bu nedenle halk için bilgi toplanması ve dağıtılması konusunda derginin yazı işleri ve muhabir personelinin görev ve sorumlulukları açısından vekâleten sorumlu olup bu da çatışma ve gerginlik durumlarında daha büyük önem taşımaktadır. AİHM açıklanan gerekçelerle başvurucuya verilen cezanın zorunlu bir sosyal ihtiyaca karşılık geldiğini ve verilen ceza ile elde edilmek istenen amaç arasında orantısızlık olmadığını belirterek ifade özgürlüğünün ihlalinin söz konusu olmadığı sonucuna varmıştır. Öte yandan AİHM'in Ceylan/Türkiye ([BD], B. No: 23556/94, 8/7/1999) kararına konu olan olayda bir sendikanın başkanı olan başvurucu, İstanbul'da basılan haftalık bir gazetede yazdığı makalede kullandığı sözler nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis ve adli para cezasına mahkûm edilmiştir. AİHM, bu olaya ilişkin başvuruyu değerlendirirken söz konusu yazının birkaç yıl önce Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde şiddetin yeniden canlanması hakkında -Marksist deyimler kullanılarak- yapılan bir açıklama niteliğinde olduğunu belirtmiştir. AİHM'e göre başvurucunun makalesi özü itibarıyla Kürt hareketinin işçi sınıfı ile bu sınıfın ekonomik ve demokratik kuruluşları tarafından özgürlük ve demokrasi için verilen genel bir mücadelenin parçası olduğuna veya en azından bir parçası olması gerektiğine ilişkindir. AİHM, makalede kullanılan "devlet terörü ve katliam" gibi kelimeler nedeniyle Türk yetkililerinin ülkenin bu bölgelerindeki fiillerine yönelik eleştirinin sert olduğunu ve yazıda keskin bir dil kullanıldığını kabul etmiştir. Bununla birlikte AİHM'e göre siyasi söylem veya kamu çıkarı ile ilgili konularda ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamanın dar olması gerekir. Bu bağlamda hükûmet ile ilgili olarak yapılmasına müsaade edilen eleştirinin sınırı bireyler veya siyasetçiler hakkında yapılan eleştiriye oranla daha geniştir. AİHM, hükûmetin güçlü konumu dolayısıyla kendisine yönelik eleştirilere ve haksız saldırılara başka yöntemlerle karşılık vermesinin mümkün olduğu hâllerde ceza davası başlatma konusunda çekimser davranması gerektiği görüşündedir. Buna karşılık AİHM, kamu düzeninin güvencesi olan devlet yetkililerinin bu tür durumlarda aşırıya gitmeden ve uygun bir şekilde tepki vermeyi amaçlayan tedbirleri -ceza hukuku bağlamında bile olsa- benimsemesinin mümkün olduğunu belirterek bir bireye, kamu personeline ya da nüfusun bir kesimine karşı şiddet kullanmanın tahrik edildiği hâllerde ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekli olup olmadığı incelenirken devlet yetkililerinin daha kapsamlı bir takdir sınırından faydalanacakları değerlendirmesinde bulunmuştur. AİHM, bu çerçevede değerlendirdiği olayda Türk yetkililerin uzun yıllardır süregelmekte olan ciddi kargaşanın bu tür görüşlerin yayılması ile şiddetlenebileceği hususundaki endişelerini, makalenin Körfez Savaşı'ndan kısa bir süre sonra çok sayıda Kürt kökenli insanın Irak'taki baskıdan kaçıp Türk sınırlarına sığındığı sırada yayımlandığını ve yazıda kullanılan dilin sert olduğunu dikkate aldığını belirtmişse de kişilerin şiddete veya silahlı ayaklanmaya teşvik edilmesinin söz konusu olmadığına ve yaptırımın ağırlığına dikkat çekerek başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 33-38; benzer yöndeki kararlar için bkz. Incal/Türkiye [BD], B. No: 22678/93, 9/6/1998, §§ 55-60; Gerger/Türkiye [BD], B. No: 24919/94, 8/7/1999, §§ 47-52; İbrahim Aksoy/Türkiye, B. No: 28635/95-30171/96-34535/97, 10/10/2000, §§ 60-66, 69-73, 78-80). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/77795 | Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve basın hürriyeti kapsamındaki eylemlere ilişkin olması nedeniyle de ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ruhsatsız olan binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Samsun ili İlkadım ilçesi Çatalarmut Mahallesi 309 parsel sayılı taşınmazın müşterek maliklerindendir. Taşınmaz, tapuda ev ve tarla niteliğiyle kayıtlıdır. Bu taşınmaz üzerinde başvuruculara ait bodrum, zemin ve birinci kattan oluşan üç katlı bir bina bulunmaktadır. Başvurucuların beyanına göre binanın ilk iki katı 1999 yılında yapılmış, üçüncü katı ise 2009 yılında tamamlanmıştır. İlkadım Belediyesi (Belediye) tarafından yapılan denetimde taşınmaz üzerinde yer alan yapının kaçak olarak inşa edildiği tespit edilmiştir. Belediye Encümeninin 26/2/1999 tarihli kararıyla para cezasına ve kaçak yapının yıkımına karar verilmiştir. Belediye tarafından 2009 yılında yapılan yeni bir denetimde; taşınmaz üzerinde bodrum ve zemin kattan oluşan binanın var olduğu, ilaveten birinci katın inşasına da başlandığı tespit edilmiş ve bina kaçak olarak yapıldığından inşaat durdurularak mühürlenmiştir. Belediye Encümeninin 17/3/2009 tarihli kararıyla; 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun maddesi gereğince kaçak olarak yapıldığı tespit edilen ve heyelan bölgesinde olması nedeniyle ruhsata bağlanması da hukuken mümkün olmayan yapının yıkımına, aynı Kanun'un maddesi kapsamında başvurucu Halim Alper hakkında 000 TL idari para cezası uygulanmasına karar verilmiştir. Samsun Büyükşehir Belediye Meclisinin 15/5/2009 tarihli kararıyla başvurucuların taşınmazının da içinde bulunduğu alanda yol genişletme çalışması kararı alınmıştır. Büyükşehir Belediye Encümeninin 26/2/2010 tarihli kararıyla bu alanda bulunan taşınmazların kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Büyükşehir Belediyesince taşınmaz üzerindeki yapının kaçak olmasına rağmen yıkım kararının Belediye tarafından yerine getirilmediği tespit edilerek 24/1/2011 tarihli yazıyla başvuruculara binayı 14/2/2011 tarihine kadar yıkmaları ihtar edilmiştir. 21/2/2011 tarihinde de yıkım işlemi Büyükşehir Belediyesince gerçekleştirilmiştir. Başvurucuların sunmuş oldukları belgeler incelendiğinde, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi alınmadan kullanılan bu yapının elektrik ve su aboneliklerinin yapılmış olduğu, başvurucu Halim Alper adına düzenlenen elektrik ve su faturalarının bulunduğu görülmüştür. Belediye tarafından bu binaya ilişkin emlak vergisi bildirimlerinin düzenlendiği anlaşılmıştır. Başvurucular, Büyükşehir Belediyesi aleyhine ilk olarak adli yargıda tazminat davası açmışlardır. Samsun Asliye Hukuk Mahkemesince davanın idari yargıda görülmesi gerektiği gerekçesiyle 13/9/2013 tarihinde dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmiştir. Kararın kesinleşmesi üzerine açılan tam yargı davasında Samsun İdare Mahkemesi (Mahkeme) 15/7/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, kaçak olarak inşa edilen yapının yıkımının 3194 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında idare açısından bir hak ve sorumluluk olduğu vurgulanmıştır. Sonuç olarak 23/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun maddesi kapsamında verilen yetki çerçevesinde başvuruculara bildirim yapılarak binanın yıkılmasının hizmet kusuru olarak değerlendirilemeyeceği, yapının yıkımı nedeniyle oluşan zararın idare tarafından tazmin edilmesinin hukuken mümkün olmadığı belirtilip davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucuların itirazı Samsun Bölge İdare Mahkemesinin 16/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucuların karar düzeltme istemlerinin de aynı Bölge İdare Mahkemesinin 17/3/2015 tarihli kararıyla reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 31/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 29/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 3194 sayılı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışında kalan yerlerde yapılacak planlar ile inşa edilecek resmi ve özel bütün yapılar bu Kanun hükümlerine tabidir." 3194 sayılı Kanun’un "Yapı ruhsatiyesi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.” 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsat alma şartları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik bürolarına yapı sahipleri veya kanuni vekillerince dilekçe ile müracaat edilir. Dilekçeye sadece tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimari proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı kroki eklenmesi gereklidir.Belediyeler veya valiliklerce ruhsat ve ekleri incelenerek eksik ve yanlış bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile bildirilir. Eksik ve yanlışlar giderildikten sonra yapılacak müracaattan itibaren en geç onbeş gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir.” 3194 sayılı Kanun’un "Yapı kullanma izni" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik bürolarından; 27 nci maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması mecburidir. Mal sahibinin müracaatı üzerine, yapının ruhsat ve eklerine uygun olduğu ve kullanılmasında fen bakımından mahzur görülmediğinin tespiti gerekir.Belediyeler, valilikler mal sahiplerinin müracaatlarını en geç otuz gün içinde neticelendirmek mecburiyetindedir. Aksi halde bu müddetin sonunda yapının tamamının veya biten kısmının kullanılmasına izin verilmiş sayılır.Bu maddeye göre verilen izin yapı sahibini kanuna, ruhsat ve eklerine riayetsizlikten doğacak mesuliyetten kurtarmayacağı gibi her türlü vergi, resim ve harç ödeme mükellefiyetinden de kurtarmaz.” 3194 sayılı Kanun’un "Kullanma izni alınmamış yapılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İnşaatın bitme günü, kullanma izninin verildiği tarihtir. Kullanma izni verilmeyen ve alınmayan yapılarda izin alınıncaya kadar elektrik, su ve kanalizasyon hizmetlerinden ve tesislerinden faydalandırılmazlar. Ancak, kullanma izni alan bağımsız bölümler bu hizmetlerden istifade ettirilir.” 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.” 5216 sayılı Kanun’un "Büyükşehir belediyesinin imar denetim yetkisi" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Büyükşehir belediyesi tarafından belirlenen ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapılar, gerekli işlem yapılmak üzere ilgili belediyeye bildirilir. Belirlenen imara aykırı uygulama, ilgili belediye tarafından üç ay içinde giderilmediği takdirde, büyükşehir belediyesi 1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununun 32 ve 42 nci maddelerinde belirtilen yetkilerini kullanma hakkını haizdir...”B. Uluslararası Hukuk Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay, başvuruculara ait 1997 yılında yaptırılan konutun bir okul inşaatı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerini reddetmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından, özellikle ruhsatsız olarak yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek tapuya tescil edilen konut yönünden başvurucuların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM; başvuruyu genel ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55), müdahalenin kanuni dayanağının çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68, 69). Ancak AİHM'e göre somut olayın koşullarında oluşan maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi, başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı arasındaki adil dengeyi bozmuş; başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yükletilmesine yol açmıştır. AİHM, bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70, 71). Benzer şekilde Tiryakioğlu/Türkiye (k.k., B. No: 24404/02, 13/5/2008) kararında da AİHM, başvurucunun askerî güvenlik bölgesi içinde ruhsatsız olarak yapılan binanın yıkımına ilişkin şikâyetini incelemiştir. AİHM özellikle bu alanda bina yapılamayacağına dair düzenlemenin öngörülebilir olduğuna ve nitekim binanın yapımından kısa bir süre sonra da yıkım ile ilgili idare tarafından işlemler yapıldığına vurgu yapmıştır. AİHM, bu alanda kamu makamlarına tanınan geniş takdir yetkisi de dikkate alındığında başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklenmediğini belirterek müdahaleyi ölçülü bulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7448 | Başvuru, ruhsatsız olan binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamu görevlilerinin ihmali sonucu gerçekleştiği ileri sürülen ölüm olayına ilişkin yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmadığı gerekçesiyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun annesi kamuya ait huzurevinde kalmakta iken 1/7/2015 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucu Avustralya'da ikamet etmekte olup annesinin cenaze işlemleri için 3/7/2015 tarihinde Türkiye'ye gelmiştir. Başvurucu; annesinin ölümünde huzur evindeki görevlilerin ihmali olduğunu düşündüğünü, zamanında doktora götürülmemiş ya da annesine ilaçlarının zamanında verilmemiş olabileceğini belirterek kamu görevlileri hakkında şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun beyanları şöyledir:"... 01/07/2015 tarihinde huzur evinde kalan annem E. 'nin vefat ettiğini Avustralya ülkesindeyken duydum. Hacıbektaş İlçesine 03/07/2015 tarihinde geldim. Bu zamana kadar annemin cenazesi hastane morgunda bekliyordu. Benim geldiğim gün annemin cenazesini alarak Hacıbektaş İlçesine Çilehane Mezarlığında defnettik. Ben annem defnedildikten sonra annemin neden öldüğünü huzur evi yetkililerinden dilekçe ile sordum. Huzur evi yetkilileri bana yazılı olarak cevap verdiler. Annem vefat etmeden önce annemde kalp ritim bozukluğu, sağ dizinde eklem ağrıları ve kısıtlılığı yine bazı kronik hastalıkları vardı. Çeşitli ilaçlar kullanıyordu. Annem yanlış hatırlamıyorsam bildiğim kadarıyla 1938 doğumluydu yani 77 yaşlarında idi. Huzur evi görevlilerinin annemin ölümünde ihmali olduğunu düşünüyorum. Zamanında doktora götürülmemiş olabilir. Şüphelendiğim herhangi bir kimse yoktur. Zaten kimsenin kasıtla böyle bir şeyi yapacağını tahmin etmiyorum. Annemin ölümünde ihmal olup olmadığını tam olarak bilmiyorum ancak ihmal varsa araştırılıp sorumluların cezalandırılmasını istiyorum. Annem son dönem rahatsızlığı sırasında yakınlarına haber verilmemiştir. Ayrıca annem en son ölmeden önce Nevşehir Devlet Hastanesinden kayıtlara göre 05:07 saatinde çıkış yaparak huzur evine gelmiş. Bir gün sonra gece saat 02:00 sıralarında huzur evinde vefat etmiş. Ayrıca annemin kullandığı ilaçların zamanında verilip verilmediğinin araştırılmasını istiyorum. Bu hususların araştırılmasını istiyorum." Hacıbektaş Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında ölenin vefat etmeden önce tedavi gördüğü Nevşehir ve Hacıbektaş Devlet Hastanelerindeki tedavilerine ilişkin tedavi evrakları ve ölüm belgesi, ilaç ve tedavi kayıt formları getirtilmiş; ölenin bakım ve gözetiminden sorumlu personelin kimlikleri tespit edilerek şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmış; huzurevi müdürünün tanık sıfatıyla ve başvurucunun annesi ile aynı huzurevinde birlikte kalmakta olduğu başvurucunun babası, müteveffanın eşi İ.nin müşteki sıfatıyla beyanları alınmıştır. İ., vefat etmeden önce eşi ile huzurevinde birlikte kaldıklarını, oğlunun evlerini satması nedeniyle evsiz kaldıkları için huzurevine yerleşmek zorunda kaldıklarını, eşinin tansiyon ve kalp gibi rahatsızlıkları olduğunu, bu nedenlerle ara sıra hastaneye götürüldüğünü, eşinin ilaçlarının görevlilerce zamanında verildiğini, kendisine ve eşine bu görevlilerin çok iyi davrandığını, eşinin ölümünde kimsenin bir ihmali olmadığını, oğlunun kendisiyle arasının iyi olmadığını, kendilerini ziyarete gelmediğini ve kendilerine nasıl bakıldığını da bilmediğini, tazminat alabilmek için kötü niyetli olarak şikâyette bulunduğunu düşündüğünü belirtmiştir. Hacıbektaş Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/8/2015 tarihinde, ilaç ve tedavi kayıt formları incelendiğinde müteveffaya ilaçlarının zamanında verildiğinin anlaşıldığı, ölüm belgesinde ölümün şeklinin doğal ölüm olduğunun belirtildiği, müteveffanın ölmeden önce 84 yaşında olduğunun anlaşıldığı, ölüme şüphelilerin ihmal sonucu neden olduklarına ilişkin herhangi bir şüphe bulunmadığı, başvurucunun iddialarının soyut nitelikte olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun itirazı, Nevşehir Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/9/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 26/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 11/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17203 | Başvuru, kamu görevlilerinin ihmali sonucu gerçekleştiği ileri sürülen ölüm olayına ilişkin yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmadığı gerekçesiyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, çalışma izninin iptal edilmesi ve yeniden çalışma izni düzenlenmesinin yasaklanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Özel bir eğitim kurumunda öğretmen olarak çalışan başvurucunun çalışma izni, çalıştığı okulun 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılması üzerine Valilikçe iptal edilmiştir. Çalışma izninin geri verilmesi amacıyla başvurucu tarafından yapılan başvuru, Valilik bünyesinde oluşturulan ilgili komisyonca reddedilmiştir. Başvurucunun söz konusu kararın iptalini talep ettiği davayı Aydın İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) süre yönünden reddetmiştir. Başvurucunun bu kararı istinaf etmesi üzerine İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi istinaf başvurusunu kabul etmiş ve ilk derece mahkemesinin kararını kaldırmıştır. Dosya tekrar önüne gelen İdare Mahkemesi bu kez davayı esastan reddetmiştir. 1/10/2019 tarihinde başvurucunun istinaf talebinin reddine kesin olarak karar verilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 15/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 28/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39887 | Başvuru, çalışma izninin iptal edilmesi ve yeniden çalışma izni düzenlenmesinin yasaklanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun makul sürede yargılanma hakkı yönünden kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 18/10/2004 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde iş akdinin haksız olarak feshedildiği iddiasıyla alacak davası açılmış, İlk Derece Mahkemesinde davanın kısmen kabulü yönünde verilen hükmün Yargıtay Hukuk Dairesince bozulması üzerine yargılamaya devam edilmiş, bozma ilamı doğrultusunda yapılan yargılama sonucunda 30/1/2012 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/4/2014 tarihli ilamı ile düzeltilerek onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10337 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; bir sinema filminin kaydı ve tescili talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Mehmet Ali Gündoğdu "Adressiz Sorgular" isimli eserin prodüktörlüğünü, yönetmenliğini, senaryo ve diyalog yazarlığını, eserdeki müziklerin bestesini yapmıştır; eseri meydana getiren kişidir. Diğer başvurucu Mustafa Demirsoy ise birinci başvurucunun iş ortağı olarak bağlantılı hak sahibidir. Başvuruya konu eser 127 dakikalık bir sinema filmidir. Filmde başka bazı mesajların yanında yönetmenin Kürt sorunu olarak nitelendirdiği bir dizi siyasal ve toplumsal konu ele alınmaktadır. Senaryoda Türkiye'nin güneydoğusunda bir köyde, bir baba ile onun erkek çocuklarının etrafında gelişen olaylar konu edilmiştir. Film özetle şöyledir:i. Filmin ilk sahnelerinde; olayların geçtiği köyde yaşayan gençlerin Kürt-Türk savaşının ne zaman biteceği, barışın ne zaman geleceği, bunun imkânsız olup olmadığı hakkındaki diyaloglara yer verilmektedir. ii. Filmin başlangıcında; köyün gençlerinden -biri kız diğeri erkek- iki kişi konuşurken bir kişinin askerlerden kaçmakta olduğunu görürler. Bu gençler kaçan kişiyi saklayarak askerlerin bulmasına engel olurlar. Askerlerden kaçan kişi, tanıdığı bir köylünün evine sığınmaktadır. Ev sahibi askerlerden kaçmanın doğru olmadığını, teslim olması gerektiğini söylemekte ancak daha sonra aynı köyden bir başka kişinin ihbar etmesi üzerine askerler eve gelip kaçağı yakalamaktadır. Askerler ev sahibine de yardım ve yataklık yaptığı gerekçesiyle silah doğrultmaktadır. Bunun üzerine evin sahibi kaçağın terörist olduğunu bilmediğini, Tanrı misafiri olduğu için evine kabul ettiğini söylemekte ve olaylar bu hikâye çerçevesinde gelişmektedir.iii. Hikâyeye göre askerler o an için ev sahibinin sözlerini doğru kabul etmiş gibi görünseler de bu aileye kafayı takmaktadırlar. Evin babasının Sidar, Diyar ve Cemo isminde üç erkek çocuğu vardır ve onları terör olaylarına karışmamaları konusunda sürekli olarak uyarmakta; akıllarının çelinmesine müsaade etmemelerini istemektedir. Üniversitede okuyan oğlu Diyar'a sadece derslerine çalışmasını, okuyup adam olmasını öğütlemektedir. iv. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Sidar'ın düğün günü, askerler "Hakkında ihbar var." diyerek nedensiz bir şekilde Sidar'ı götürür. Ertesi gün Sidar'ın sokakta cesedi bulunur. Filmde, askerler ya da polisler kimi götürseler götürdükleri kişinin boş bir arazide ya da sokak ortasında cesedi bulunmaktadır. Bu olaydan sonra evin babası aklını kaybeder ve delirmiş bir şekilde sokaklarda gezer. Bu sahnelerin yanı sıra oğlu askerde şehit olan bir annenin de delirdiği ve kendini sokaklara vurduğu sahnelere defalarca yer verilmektedir.v. Diyar'ı ise sivil polisler sürekli takip etmektedir. Polisler bir gün Diyar'ı yakalar ve gözaltında türlü işkencelere maruz bırakarak terörist olduğunu itiraf etmesini ister. Bu kısımlarda işkence sahnelerine geniş yer verilmekte, polislerin acımasız bir tavır sergiledikleri gösterilmektedir. Sonrasında Diyar'ın yaşadıklarının etkisinde kalarak Kürt kökenli insanların normal bir şekilde yaşama şansı kalmadığına inandığı, kendisinin gerillalar ve özgürlük savaşçıları olarak nitelendirdiği kişilerle iletişime geçtiği görülmektedir. Diyar kendi etrafına topladığı kişilere Kürtlerin dilleri ve kültürleri için özgürlük savaşı vermek zorunda olduklarını, bunun için de silahlanarak dağa çıkmaları gerektiğini söyler. Bunun akabinde yaklaşık on kişilik bir grupla silahlanıp dağa çıkar.vi. Filmin sonunda Diyar'ın içinde bulunduğu terörist grup ile askerler karşı karşıya gelmekte ve birbirlerine silah doğrultmaktadır. Diyar bu sahnede dilleri ve kültürleri için savaştıklarını söylemekte, komutan duygulanmakta, iki taraf da silahlarını yere atıp birbirleriyle kucaklaşmaktadır. Bu sırada fonda barış müziği çalmakta ve film bu şekilde sona ermektedir. Başvurucular 22/3/2007 tarihinde adı geçen eserin sinema filmi olarak kaydı ve tescili talebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü İstanbul Telif Hakları ve Sinema Müdürlüğüne (Müdürlük) başvurmuşlardır. Müdürlüğün 175/2007 tarihli kararıyla başvuru reddedilmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Sinema sanatına özgür dil ve yöntemler ile meydana getirilmeyen, kamu düzeni ve Anayasa'daki diğer ilkelere uymayan ve insan onuru ile bağdaşmayan sinema eserinin Yönetmeliğin maddesi gereğince ticari dolaşıma ve gösterime sunulması oybirliği ile uygun bulunmamıştır." Başvurucular; Müdürlüğün ilgili kararının iptali, eserin sinema filmi olarak kaydı ve tescili talebiyle dava açmışlardır. Ankara İdare Mahkemesindeki yargılama sırasında biri sosyoloji bölümü öğretim üyesi, biri ceza hukuku öğretim üyesi, biri radyo-sinema-televizyon bölümü öğretim üyesi olmak üzere üç öğretim üyesi (Bilirkişi Heyeti) bilirkişi raporu hazırlamıştır. 28/4/2009 tarihli Bilirkişi Heyeti raporunun ilgili kısımları şöyledir:"...Filmin başında olayların hiçbir gerçek kişi ve kurumlarla ilişkisinin olmadığına ve eserin konusunun hayal ürünü olduğuna vurguyapılmaktadır. Ancak inceleme konusu eserde ele alınan konunun ülkemizin bir bölgesinde yaşanmış ve halen devam eden terör olayları devletin müdahale biçimi, faili meçhul ölümler, terör amaçlı dağa çıkan insanların haklı mücadele içinde bulunduklarına ilişkin olduğu açıktır. Bu nedenle filmde, bilinen bölücü terör örgütünün propagandası esas alındığı anlaşıldığından matufiyet gerçekleşmiştir. Yani anlatılan konu hayal ürünü olmayıp Türkiye'de yaşanmakta olan gerçeklikle örtüşmektedir.Esere biçimsel değerlendirme açısından bakıldığında inceleme konusu sinema eserinin,... Estetik unsurunun zayıf olduğu, senaryonun kötü olduğu, kötü oyunculuk ve kötü dublaj içeren bir eser olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte filmin kötü olması, ticari özelliklerden yoksun bulunması sinema eseri olma özelliğini ortadan kaldırmamaktadır. ... Filmin sinema eseri olarak kalitesini belirlemek de görevimiz dışındadır. Kuşkusuz ki, kamuoyuna sunulma özelliklerine ve niteliklerine sahip olduktan sonra sinema izleyicisi tutumları ile film hakkındaki yargısını ortaya koyacaktır. Bilirkişi heyetimize verilen görev inceleme konusu eser bakımından anılan Yönetmeliğin . Maddesinde öngörülen koşullara uygun olup olmadığıdır.Gerçekten filmin bütünü ile vermek istediği mesaja bakıldığında, ilk bakışta 'Kürt' sorunu ele alınmakla, bazı faili meçhul öldürmelere ve bazı işkence sahnelerine yer verilmekle birlikte, filmde esas itibariyle ülkemizin bir bölgesinde yaşanan terör olayları temel alınarak bölücü terör örgütünün bakış açısı ve propaganda yöntem ve araçları kullanılarak dağa çıkıp devlet güçlerine karşı silahlı mücadeleye katılma meşrulaştırılmakta ve böyle bir yolun haklı olduğu işlenmeye çalışılmaktadır. Filmde geçen barış ve kardeşlik kavramlarına terör örgütünün anladığı anlamda vurgu yapılmaktadır. Belirtelim ki, bir sinema eserinde ülkemizin geri kalmışlığı, feodal ilişkinlerin toplumda yarattığı olumsuz sonuçların, bir yörenin kültürel, sosyal ve ekonomik sorunlarının ele alınması, faili meçhul öldürmelerin irdelenmesi tek başına kamu düzeninin ihlali ve dolayısıyla anayasada ifadesini bulan Türkiye Devletinin ülkesi ve devletiyle bölünmez bütün olduğu ilkesine, ulus devlet ilkesine ve kanun önünde eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz. Ancak anlatılan konu bilinen terör örgütünün silahlı mücadelesinin propagandası sonucuna ulaşır ve o yöre insanlarının silahlı mücadele için dağ çıkmasının haklılığı üzerine inşa edilirse kamu düzenini ihlal edeceği açıktır. ...Devletin ve güvenlik güçlerinin sadece 'Kürt' kökenli Türk vatandaşlarına yönelik işkence olayları, faili meçhul öldürmelerle, anadilini kullanmayı yasaklaması ile değerlendirme yaklaşımı, kitle iletişim özgürlüğü ve dolayısıyla sinema özgürlüğü içinde mütalaa edilemez....'İnceleme konusu filmin sinema sanatına özgü dil ve yöntemler ile meydana getirilmeyen, kamu düzeni ve Anayasadaki diğer ilkelere uymayan ve insan onuru ile bağdaşmayan sinema eserinin Yönetmeliğin Maddesi gereğince ticari dolaşıma ve gösterime sunulmasının uygun bulunmadığı' şeklindeki idari işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna oy çokluğuyla ulaşılmıştır." Bilirkişi incelemesine konu olan filmin bölücü terör örgütünün ve ayrılıkçı mücadele biçiminin propagandası yapıldığından, etnik ırkçılık ve ayrımcılık unsurlarına yer verildiğinden, o bölgede gerçekleşen faili meçhul ölümlerin Devletin eseri olduğu yaklaşımı sergilendiğinden ve sonuçta terör örgütünün mücadelesini meşrulaştıran Devletin hep hukuka aykırı tutum ve davranış içerisinde gösterdiğinden, Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin Değerlendirme ve Sınıflandırma Esaslarının maddesinde hükme bağlanan 'Bakanlık bünyesinde oluşturulan Kurullar sinema filmlerini gösterim ve iletim biçimlerini de dikkate almak suretiyle kamu düzeni, genel ahlak, küçüklerin ve gençlerin ruh ve beden sağlığının korunması, insan onuruna uygunluk ve Anayasada öngörülen diğer ilkeler doğrultusunda değerlendirir' hükmü uyarınca inceleme konusu filmin sinema sanatına özgü dil ve yöntemler ile meydana getirilmeyen, kamu düzeni ve Anayasadaki diğer ilkelere uymayan ve insan onuru ile bağdaşmayan sinema eserinin Yönetmeliğin maddesi gereğince ticari dolaşıma ve gösterime sunulmasının uygun bulunmadığı sonucuna oy çokluğuyla ulaşılmıştır " Muhalif kalan radyo-sinema-televizyon bölümü öğretim üyesinin muhalefet şerhinin ilgili kısımları şöyledir:"...Söz konusu eserin müsamere düzeyinde, yapay kötü senaryo, kötü oyunculuklar ve kötü bir dublajla konuşan karikatürize karakterlerden oluştuğunu düşünmekle birlikte, bu eserin bir sinema filmi olduğu gerçeğini reddedemem. Filmin başarılı ya da iyi olup olmadığını değerlendirecek olan ne Sinema ve Video Eserlerini Değerlendirme ve Sınıflandırma Kuruludur, ne de bilirkişilerdir. Bunu değerlendirebilecek olanlar sanatsever, sinemasever, kısaca izleyici kitlesini oluşturan kamuoyudur; bu bağlamda eğer filmi değerli bulup dağıtımını yaparsa bir dağıtımcı, dağıtıldığı takdirde izlemek isteyen izleyici, festivallerde yarışmalara katılabilirse jüriler değerlendirebilir. Kişisel değerlendirmemin (Filmi kötü bulmamın) bu konu bağlamında bir değeri yoktur....Eserin başında olayların ve kişilerin gerçek olmadığı, hiçbir kurumla ilişkisinin olmadığı yazılmıştır. Ancak eser, Türkiye'nin doğusunda yaşanan olaylara gönderme yapmaktadır. Doğuda halkla askerler (ya da değişik biçimlerde ifade edildiği şekliyle 'kontrgerilla' ya da 'mafya' arasındaki ilişkiyi, faili meçhul cinayetleri, şiddeti konu almaktadır. Halka kötü davranılması (işkence sahneleri) nedeniyle 'özgürlük mücadelesinden' söz edilmekte, 'kendi dillerini ve kültürlerini korumak için mücadele etmekten' söz edilmekte, fakat filmin sonunda askerle savaşan insanlar barışmakta ve eser, 'savaş bitsin' diyen bir şarkıyla bitmektedir. Eserin içinde savaşı sevdiğini söyleyen karakterler de bulunmaktadır, savaşın ne zaman biteceğini barışın ne zaman geleceğini soran karakterlere de yer verilmiştir. Hiç olaylara karışmayan karakterlerin de bu ortamdan zarar gördüğünden söz edilmektedir. Bugün ülkemizde, söz konusu bu içerik ve bakış açısı, çoğu zaman pek çok gazetede ya da televizyonda açıkça yer almakta ve pek çok muhalif görüş özgürce tartışabilmektedir. Bir filme ticari gösterim izninin verilmesi demek, hemen o filmin gösterileceği anlamına gelmez. ...Bir dağıtımcının filmi beğenip dağıtmayı kabul etmesi gerekir ki, bu kolay bir süreç değildir. İzin verilen film, dağıtım hakkı alamayabilir, bu yüzden gösterim izni alsa bile pek çok film de gösterilmemektedir. ... Farz edelim sinemasal biçim ve politik içerik açısından estetik dışı, kötü bir filmin dağıtımı yapılsa bile o filme izleyicini gideceğinin garantisi yoktur. Değerlendirme Sınıflandırma Kurulu'nun çocukları ve gençleri düşünerek filme yaş sınırı koyması en mantıklısıdır.....Politik açıdan tartışmalı olan ve soruna Kürtler açısından bakan çok sayıda önemli filme 1990'lardan bugüne kadar gösterim izni verilmiştir. Doğru olan da budur (bunun en son örneği de Fırtına adlı filmdir). Kamu düzeni ve genel ahlak gibi soyut ve bireyden bireye değişecek konularda somut bir tehlike arz etmediği sürece denetleme ve sınıflandırma kurulu kolay etkilenebilecek gençleri ve çocukları korumakla yükümlüdür ve bu açıdan filmleri sınıflandırmalıdır. Artık Türkiye'de sinema alanında sansürü çağrıştıracak bir uygulamanın hukuksal temeli bulunmadığı gibi eğer hala mevcutsa böyle bir anlayışın da terk edilmesi gerektiği kanaatindeyim. ... Ayrıca yetişkin bir bireyin seçme hakkını (istediği filmi izleyebilme hakkını) ve sinema sektörünün kendi kendini denetleme olanağını da (nitekim çok kötü bir filmi hiçbir şirket dağıtmaz, hiçbir şirket onun DVD'sini üretmez, üretse bile insanlar izlemeyi tercih etmezler) göz ardı etmemek gerekir. ...İnceleme konu olan olayın sinema diliyle anlatımı ilk defa olmamıştır. Ülkemizde yaşanan ve yaşanmaya devam eden, siyasi ve sosyal içeriği bulunan bir olayın sadece toplumda egemen bir anlayış çerçevesinde ele alınması ve değerlendirilmesi düşünülemez. Farklı bakış açıları olduğu kabul edilmelidir ve olayın taraflarından beğenmediğimiz/onaylamadığımız tarafın da olayın kendilerine göre anlatma hakkı vardır. Bu ne kadar hoşumuza gitmese ve doğru olmasa da durum budur. ... Bu filmdeki anlatım biçimine ve konusunun değerlendirilme şekline katılmamakla birlikte, sinema özgürlüğünün kullanılmasına haklı ve hukuki bir neden olmaksızın sınır getirilmesinin uygun olmayacağı kanaatindeyim. Sinema tarihine bakıldığında anlatım dili, sanatsal değeri, sinemasal içerik ve biçimi çok kötü olan birçok filmin kamuoyu tarafından zaten bu şekilde değerlendirildiği ve mahkum edildiği görülecektir. Kaldı ki bu filme izin verilse dahi, hiçbir şirketin bu derece kötü bir filmi dağıtmayacağını, bu ticari riske girmeyeceğini düşünmekteyim. Ayrıca biçimsel olarak kayda değer bir eser olmadığı için içerik açısından da ciddiye alınabilecek düzeyde, tehdit edici veya tehlikeli bulunmadığını düşünmekteyim. ... Bu bağlamda örneğin 18 yaş üstü izlenebilirlik sınırlaması getirilebileceği ya da filmin içinde şiddet içeren sahnelerin de olduğu göz önünde bulundurularak çocukları ve gençleri korumak amacıyla söz konusu Kurul'un en yüksek düzeyde sınıflandırma yapması gerektiğini düşünmekteyim. Nitekim Batı'da olduğu gibi işaretler ve sınıflandırma sistemi bu nedenle yaratılmıştır. Sonuç olarak filme ticari dolaşım izni verilmemesine yönelik idari işlemin uygun olmadığı görüşündeyim." Ankara İdare Mahkemesi 30/12/2009 tarihli ve E.2007/713, K.2009/2005 sayılı kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Olayda; konunun teknik bilgiyi gerektirmesi nedeniyle Mahkememizin 2008 tarihli ara kararı ile dava konusu film üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış olup, düzenlenen 2009 tarihli bilirkişi raporunda özetle; '... Bilirkişi incelemesine konu olan filmin bölücü terör örgütünün ve ayrılıkçı mücadele biçiminin propagandası yapıldığından, etnik ırkçılık ve ayrımcılık unsurlarına yer verildiğinden, o bölgede gerçekleşen faili meçhul ölümlerin Devletin eseri olduğu yaklaşımı sergilendiğinden ve sonuçta terör örgütünün mücadelesini meşrulaştıran Devletin hep hukuka aykırı tutum ve davranış içerisinde gösterdiğinden, Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin Değerlendirme ve Sınıflandırma Esaslarının maddesinde hükme bağlanan “Bakanlık bünyesinde oluşturulan Kurullar sinema filmlerini gösterim ve iletim biçimlerini de dikkate almak suretiyle kamu düzeni, genel ahlak, küçüklerin ve gençlerin ruh ve beden sağlığının korunması, insan onuruna uygunluk ve Anayasada öngörülen diğer ilkeler doğrultusunda değerlendirir' hükmü uyarınca inceleme konusu filmin sinema sanatına özgü dil ve yöntemler ile meydana getirilmeyen, kamu düzeni ve Anayasadaki diğer ilkelere uyman ve insan onuru ile bağdaşmayan sinema eserinin Yönetmeliğin maddesi gereğince ticari dolaşıma ve gösterime sunulmasının uygun bulunmadığı sonucuna oy çokluğuyla ulaşılmıştır' şeklinde görüş bildirilmiş olup, bilirkişi raporu hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur. Bu durumda; anılan Yönetmelik hükmünde öngörülen koşullara aykırı olduğu bilirkişi raporu ile tespit edilen dava konusu filmin sinema eseri olarak kaydı ve tescili isteminin, ticari dolaşıma ve gösterime sunulmasının uygun bulunmadığı gerekçesiyle reddi yolunda tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır..." Temyiz üzerine karar Danıştay Onuncu Dairesinin 29/1/2015 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar başvuruculara 7/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 7/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk Ulusal Mevzuat 13/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Fikir ve sanat eserleri üzerinde sahiplerinin mali ve manevi menfaatleri bu kanun dairesinde himaye görür.Eser sahibine tanınan hak ve salahiyetler eserin bütününe ve parçalarına şamildir.Filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren film yapımcıları ile seslerin ilk tespitini gerçekleştiren fonogram yapımcıları, hak ihdas etmek amacı taşımaksızın, sahip oldukları hakların ihlâl edilmemesi, hak sahipliklerinin belirlenmesinde ispat kolaylığı sağlanması ve malî haklara ilişkin yararlanma yetkilerinin takip edilmesi maksadıyla, sinema ve müzik eserlerini içeren yapımlarının kayıt ve tescilini yaptırırlar. Aynı maksatla, eser sahiplerinin talebi üzerine, bu Kanun kapsamında korunan tüm eserlerin kayıt ve tescili yapılabilir, malî haklara ilişkin yararlanma yetkileri de kayıt altına alınabilir..." 14/7/2004 tarihli ve 5224 sayılı Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun’un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Sinema filmi: Sinema sanatına özgü dil ve yöntemler ile meydana getirilen belgesel, kurgu, animasyon ve benzeri türlerde; konulu veya konusuz, uzun veya kısa metrajlı, tespit edildiği materyale bakılmaksızın elektronik, mekanik veya benzeri araçlarla gösterilebilen, sesli veya sessiz, birbiriyle ilişkili hareketli görüntüler dizisinden ibaret filmleri, Değerlendirme ve sınıflandırma: Ülke içinde üretilen veya ithal edilen sinema filmlerinin ticarî dolaşıma ve gösterime sunulmadan önce, gösterim ve iletim biçimleri dikkate alınarak kayıt ve tescile de esas olacak şekilde kamu düzeni, genel ahlâk ile küçüklerin ve gençlerin ruh sağlığının korunması, insan onuruna uygunluk ve Anayasada öngörülen diğer ilkeler doğrultusunda denetlenmesi, değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasını ifade eder." 18/2/2005 tarihli ve 25731 sayılı Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in (Yönetmelik) maddesi şu şekildedir:"Bakanlık bünyesinde oluşturulan Kurullar sinema filmlerini gösterim ve iletim biçimlerini de dikkate almak suretiyle kamu düzeni, genel ahlak, küçüklerin ve gençlerin ruh ve beden sağlığının korunması, insan onuruna uygunluk ve Anayasada öngörülen diğer ilkeler doğrultusunda değerlendirir.Kurullar bu değerlendirmeye bağlı olarak; cinsellik, korku veya şiddet unsurlarının ağırlıklı olup olmadığı gibi hususları da dikkate almak suretiyle, genel izleyici kitlesi tarafından izlenebilirlik ve yaş bakımından sinema filmlerini sınıflandırır.Kurullar ayrıca cinsellik, korku veya şiddet unsurlarının ağırlığını dikkate alarak bazı filmlerin aile eşliğinde izlenmesinin uygun olacağına karar verebilir.Yaş bakımından sınıflandırılan sinema filmlerinin, radyo-televizyon gibi araçlarla veya dijital iletim de dahil olmak üzere işaret, ses, ve/veya görüntü nakline yarayan araçlarla yayın ve/veya iletiminin günün hangi saatlerinde yapılamayacağı Kurullar tarafından karara bağlanır.Birinci fıkrada bahsi geçen ilkelere aykırı bulunan filmler ticari dolaşıma ve gösterime sunulamaz. Ayrıca, filmin içeriği itibarıyla gerekli görülmesi halinde, yapılacak değerlendirme ve sınıflandırmada dikkate alınmak üzere konuya ilişkin uzman kamu kurum ve kuruluşlarının görüşü istenebilir." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 28/6/2000 tarihli ve E.1998/6871, K.2000/4435 sayılı içtihadının ilgili kısımları şöyledir:" ...Dava dosyasının incelenmesinden, davacı şirketin davalı idareye başvurarak 'Memleket Hikayeleri' adlı oyunun gösterime sunulmasına izin verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun davalı idarece; anılan oyunun güvenlik kuvvetlerine, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Adliye'ye hakaret içermesi, Atatürkçü düşünce ile bağdaşan bir yönünün bulunmaması, yasadışı terör örgütlerinin görüşlerini aksettirir mahiyette olması nedeniyle reddi üzerine bu işlemin iptali ve işlemden dolayı uğranıldığı öne sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır....Uyuşmazlığa konu oyun metninde, yazarın siyasi ve resmi çevrelerin, halkın, medyanın gündemindeki güncel sorunlarım izahi bir uslupla eleştirip, insan haklarını, anayasal hak ve özgürlükleri, cumhuriyetin temel ilkelerini savunduğu ve yargı bağımsızlığını dile getirdiği anlaşıldığından oyunun bu haliyle dava konusu işlemde belirtilen hususları ve nitelikleri içermemesi nedeniyle gösterimine izin verilmemesine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır..."B. Uluslararası Hukuk 3/1/1976 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, ... yaratıcı faaliyetler için zorunlu olan özgürlüğe saygı göstermeyi taahhüt ederler." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:" Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar... Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda (...) ahlakın (...) korunması (...) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören veya zararsız ya da ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, Sözleşme'nin maddesinde güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Handyside/Birleşik Krallık [GK], B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08, 60641/08, 7/2/2012, § 101). AİHM, maddenin -özellikle bilgi ve fikir edinme ve yayma özgürlüğü kapsamında- sanatsal ifade özgürlüğünü de içerdiğine ve bu durumun her tür kültürel, siyasi ve sosyal bilgi ve fikrin değiş-tokuşuna katılma fırsatı yarattığına dikkat çekmektedir. AİHM sanat eserleri yaratan, dağıtan veya sergileyen kişilerin fikir ve görüşlerin yayılmasına katkıda bulunduklarını, bunun da demokratik bir toplum için büyük önem taşıdığını vurgulamıştır. Bu nedenle devletin ifade özgürlüğüne gereksiz müdahalelerde bulunmama yükümlülüğü bulunduğunu belirtmiştir (Alınak/Türkiye, B. No: 40287/98, 29/3/2005, § 42). Bunun yanı sıra AİHM, maddenin sadece ifade edilen fikir ve bilgilerin özünü değil aynı zamanda ifade ediliş şekillerini de koruma altına aldığı ifade etmiştir. Nitekim Karataş/Türkiye (B. No: 23168/94, 8/7/1999) kararında başvuruya konu şiir kitabındaki şiirlerin bazı bölümlerinin agresif olmasına ve şiddet kullanmaya davet etmesine rağmen, doğası açısından şiirlerin sanatsal olmasının ve sınırlı bir etkiye sahip olmanın bir ayaklanmaya davetten ziyade zor siyasi konum itibarıyla derin bir üzüntü ifadesini içerdiğini belirlemiştir (Karataş/Türkiye, §§ 49-52). AİHM, Arslan/Türkiye (B. No: 23462/94, 8/7/1999) kararında, "Türklerin Türkistandan gelerek, anadoluda yaşayan yerleşik kavimleri (Rum, Kürt, Ermeni, Laz vs.) egemenliği altına alarak yurtlarını istila ettiği, Türklerin genelde barbar bir ırk olduğu, bu barbarlıklarını da hala devam ettirdikleri, özellikle doğudaki Kürt halkına baskı ve zulüm uyguladıkları, bu sayede onları mevcut sistem içinden tarihinden ve kimliklerinden koparılmış bir millet olarak yaşamaya zorladıkları" gibi iddiaları içeren kitabı düşüncelerin sanat yoluyla ifadesi olarak kabul etmiştir (Arslan/Türkiye, §§ 45-48). Bunların yanı sıra ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirilmemiş olmakla birlikte ırkçılık, nefret söylemi, savaş propagandası, şiddete teşvik ve tahrik, ayaklanmaya çağrı veya terör eylemlerini haklı göstermek gibi bu özgürlüklerin sınır bölgeleri olan alanlarda ise devlet otoriteleri, müdahalelerinde daha geniş bir takdir yetkisine sahiptir (Gözel ve Özer/Türkiye, B. No: 43453/04, 31098/05, 6/7/2010, § 55; Gündüz/Türkiye, B. No: 35071/97, 4/12/2003, § 40). Federal Alman Anayasa Mahkemesi İçtihadı Federal Alman Anayasa Mahkemesi verdiği bir kararda "Horror Film" isimli eserin yapımcısı olan başvurucu, yetkili denetleme kuruluna başvurarak esere +18 yaş işareti konulmasını talep etmiştir. İlgili kurul, filmdeki sahnelerin insanlık onuruna aykırı olduğu gerekçesiyle filme el konulması için savcılığa bildirimde bulunmuş ve filme el konulmuştur. Federal Alman Anayasa Mahkemesi, başvurucunun eserle ilgili olarak sinema filmi olarak kayıt ve tescil talebinde bulunmadığını, bunun bir test kaydı olabileceğini ve +18 yaş sınırı konulduktan sonra sinemada yayımlatıp yayımlatmamaya karar verebileceğini belirtmiştir. Başvurucunun böyle bir talebi olmamasına karşın geleneksel kültür mirası özelliği taşıyan bir korku filmine uygulanan ön sansürün sanatsal ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir (Federal Alman Anayasa Mahkemesi, 1 BvR 698/89, 20/10/1992). | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8147 | Başvuru, bir sinema filminin kaydı ve tescili talebinin reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvuruya tebliğ edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihinde uluslararası yayın yapan Samanyolu Televizyonunun da (STV) bünyesinde bulunduğu Samanyolu Yayın Grubunun grup başkanlığı görevini yürütmektedir. Adı geçen televizyon kanalı ve yayın grubuna bağlı diğer kanallar Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasının (PDY) amacı doğrultusunda yayınlar yaptığı ve kamuoyu oluşturmaya çalıştığı gerekçesiyle 27/7/2016 tarihli ve 29783 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (668 sayılı KHK) ile kapatılmıştır. Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda FETÖ/PDY olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında Fetullah Gülen tarafından kurulan ve yürütülen FETÖ/PDY ile bağlantılı olaraksiyasi ve askeri casusluk, dinî duyguları istismar ederek dolandırıcılık, kamu kuruluşlarına karşı dolandırıcılık, sahtecilik, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, iftira, yağma, işkence, tehdit, hırsızlık, irtikap, suç uydurma, suç delilini gizleme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçlarından soruşturma (Soruşturma No: 2014/37666) başlatılmıştır. Daha önce İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/12/2014 tarihli kararı ile silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklu bulunan başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 25/1/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmiş ve kendisinin ifadesine başvurulmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak kısıtlama kararı verilmesi talebiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuştur. Anılan Hâkimlik 3/7/2015 tarihinde "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu 26/1/2016 tarihinde kısıtlılık kararının kaldırılması için Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine başvuruda bulunmuş, anılan Hâkimlikçe 8/3/2016 tarihinde "kısıtlama kararının yerinde olduğu" gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuyu tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Savcılığın tutuklamatalebinin gerekçeleri şöyledir:"Fetullah Gülen tarafından kurulup yönetilen örgütlenmenin dini cemaat olmadığı, kamu kurumlarında sınav sorularını çalarak kadrolaştığı, kadrolaşmanın Emniyet, Adalet, Mülkiye, TSK gibi birimlere yayıldığı, Devletin kritik kurumlarında kamu hiyerarşisi dışında ayrı hiyerarşiye bağlı bir örgütlenme oluşturulduğu, bu örgütlenmenin kişilerin haberleşmesinin gizliliğini ihlal ettiği, konuşmaları dinlediği, kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal ettiği, kişisel verilerin kaydedilip depolandığı, örgütlenmenin siyasi ve askeri casusluk, dini duyguları istismar ederek dolandırıcıhk, kamu kuruluşuna karşı dolandırıcılık, resmi evrakta sahtecilik, yağma, ihmalle öldürme, işkence, tehdit, kişi hürriyetini kısıtlamak, nitelikli hırsızlık, irtikap, iftira, suç uydurma, suç delilini gizleme gibi suçları işlediği, bu suçların örgüt faaliyeti kapsaminda işlenen suçlar olduğu, örgütün televizyon, radyo, medya kuruluşlarından sorumlu yöneticisi şüphelinin de bu suçlardan da ayrıca sorumlu olduğu, Örgütlenmenin hükümeti ortadan kaldırmaya, görevini kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek suçunu (TCK 312/1), Anayasa'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek suçunu (TCK 309/1), silahlı terör örgütü kurup yönetmek suçunu (TCK 314/1) işlediğine dair tanık ifadesi, Masak araştırmaları, Masak değerlendirme raporu, arama, el koyma tutanakları, şüphelinin içinde yer aldığı faaliyetlerle ilgili bilgi notu gibi kuvvetli deliller bulunduğu,Örgütlenmenin, örgüt liderinin emri ile yöneticileri yurt dışına kaçırdığı, Türkiye'deki işleri idare edebilecek. az sayıda yönetici bıraktığı, sevk edilen şüphelilerin bu kişilerden bazıları olduğu, örgütlenmenin genelolarak suç işleyen kişiler hakkında soruşturma açıldıktan sonra adli soruşturmaları boşa çıkarmak için yurt dışına kaçırdığı, sevk edilen şüphelinin de yurt dışına kaçacağına dair somut olgu bulunduğu, Şüpheliye isnat edilen suçun tutuklamayı gerektiren vahim nitelikteki suçlardan olduğu, adli kontrol uygulamasının bu suçlar yönünden yeterli olmayacağı anlaşıldığından; Şüphelinin sorgusunun yapılarak kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların, kaçma, delilleri yok etme, tanık, mağdur ve başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunması hususlarında kuvvetli şüphenin oluşması, eylemlerinin CMK 103/a l1 maddesindeki suçlardan oluşu dikkate alınarak tutuklanmasınakarar verilmesi ..." Anılan Hâkimlik 26/1/2016 tarihinde başvurucunun zimmet, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, dinî inanç ve duygularının istismarı suretiyle dolandırıcılık, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etmek, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçlarından tutuklanması talebinin reddine buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Mahkemenin tutuklama kararının gerekçesi şöyledir: “.... suçların niteliği, mevcut delil durumu, kaçma ve delilleri karartma ihtimali, dosya kapsamındaki tanık ifadeleri, MASAK [Mali Suçları Araştırma Kururlu] araştırmaları, arama ve el koyma tutanakları ile Uzerine yüklenen suçları işlediği konusunda somut delillerin olması, atılı suçların CMK 100/ Maddesinde düzenlenen katalog suçlardan olması da dikkate alınarak, tutuklamanın ölçülü olduğu, suçların niteliği ve kanunda öngörülen ceza miktarları dikkate alınarak adli kontrol tedbirinin yeterli görülmemesi kanaatine varılması nedeniyle CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince şüphelinin TUTUKLANMASINA" Başvurucu 2/2/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 10/2/2016 tarihinde "Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin ... tutuklama kararının gerekçesinde hukuka aykırı bir isabetsizlik bulunmayıp tutuklama tarihinden bu yana şüpheli lehine herhangi bir değişiklik olmadığı ... " gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Anılan karar 8/3/2016 tarihinde başvurucu tarafından öğrenilmiştir. Başvurucu 8/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/6/2016 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, silahlı terör örgütüne üye olma, iftira ve resmî belgede sahtecilik suçlarını işlediklerinden bahisle cezalandırılmaları istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2016/238 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 8/6/2018 tarihli kararıyla başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama suçundan 10 yıl 8 ay hapis ve 000 TL adli para; dinî inanç ve duyguları istismar etmek suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçundan 6 yıl 8 ay hapis ve 000 TL adli para cezasıyla mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinafta derdesttir. Başvurucu, eldeki başvurudan önce Anayasa Mahkemesine 6/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda (B. No: 2015/144) bulunmuştur. Söz konusu başvuruda başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/12/2014 tarihli kararı ile silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklanması nedeniyle bu tutuklama kapsamında bazı temel insan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. İhlal edildiği ileri sürülen bu iddialar şunlardır:i. Savcılık makamı tarafından ifadesi alınırken sözünün kesilmesi ve yanıltıcıbeyanlarla soru sorulması nedeniyle adil yargılanma hakkıii. Kamu görevlilerinin yakalama ve gözaltı işlemleri sırasındaki eylemleri nedeniyle kötü muamele yasağıiii. Tabii hâkim ilkesine aykırı, tarafsız ve bağımsız olmayan bir mahkeme tarafından tutuklanması, tutuklama kararının şartlarının oluşmaması, tutuklama kararı gerekçesinin ilgili ve yeterli olmaması, gözaltına alma koşullarının oluşmaması ve makul şüphenin bulunmaması, hukuka aykırı delilin kuvvetli suç şüphesi sayılarak tutuklama kararı verilmesi, soruşturma dosyasına erişiminin kısıtlanması, gözaltı süresinin aşılması, sorgu sürecinde geçen sürenin uzun olması ve gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkıiv. Mesleki faaliyetleri nedeniyle hakkında soruşturma yapılması ve bu kapsamda tutuklanması nedeniyle ifade özgürlüğü Anayasa Mahkemesi 14/7/2015 tarihinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden "başvuru yollarının tüketilmemiş olması", kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden "başvuru yollarının tüketilmemiş olması", gözaltı süresinin aşıldığı iddiası yönünden "başvuru yollarının tüketilmemiş olması", doğal hâkim, tarafsız ve bağımsız hâkim ilkelerinin ihlal edildiği iddiası yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması", tutuklamanın hukuki olmadığı iddiası yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması", tutuklanma dolayısıyla ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması" ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması yönünden "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedenleriyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Hidayet Karaca, [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015). Başvurucu, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/12/2014 tarihli kararı ile silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan tutuklandığı dosya kapsamında yürütülen kovuşturma sonunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 3/11/2017 tarihli kararıyla terör örgütü kurma ve yönetme suçundan 18 yıl, iftira suçundan 4 yıl veresmî belgede sahtecilik suçundan 9 yıl hapis cezasıyla mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Bu dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinafta derdesttir. Başvurucunun ilk önce 18/12/2014 ve sonrasında 26/1/2016 tarihinde iki ayrı suçtan tutuklanmış olması nedeniyle hangi tutuklama kararının işleme konulduğu Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünden sorulmuştur. Ceza İnfaz Kurumundan verilen bilgide öncelikli olarak İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/12/2014 tarihli kararı ile silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçundan verilen kararının işleme konulduğu ve bu tutuklama müzekkeresine göre infaz işleminin devam ettiği, akabinde bu tutuklama kararına konu olan soruşturma konusu olaylar nedeniyle İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince hakkında mahkumiyet kararı verildiği, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 26/1/2016 tarihli kararıyla Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından verilen tutuklama kararının ise infaza konulmadığı ifade edilmiştir. 12/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: (2) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar ile süresine bakılmaksızın, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu örgütün faaliyeti çerçevesinde, Türk Ceza Kanununda yer alan;a) İnsanlığa karşı suçlardan (madde 77, 78),b) Kasten öldürme suçlarından (madde 81, 82),c) Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan (madde 188),d) Devletin güvenliğine karşı suçlardan (madde 302, 303, 304, 307, 308),e) Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),Mahkûm olanların cezaları, bu kurumlarda infaz edilir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/6966 | Başvuru, uygulanan tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince davanın reddine karar verilmiştir. Kararda, başvuruya konu taşınmazın kadastro tespitine karşı itiraz davası açıldığı, başvurucuların işbu davanın sonucunda verilen kararın 16/2/2012 tarihinde kesinleşmesiyle davacıların mülkiyet sahibi oldukları vurgulanmıştır. Buna göre 16/2/2012 tarihi itibarıyla malik olan başvurucular açısından kısıtlılık hâlinden kaynaklanan ve tazminatı gerektirir mağduriyetinin ve mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanması durumunun gerçekleşmediği belirtilmiştir. Karar kanun yolundan geçerek kesinleşmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19773 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; tapu tahsis belgesi verilmesi başvurusuna konu olan gecekondu için tapu verilmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, bu işleme karşı açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular 4/5/2011 tarihinde ölen K.nın mirasçılarıdır. K., İzmir ili Narlıdere ilçesi Yeni Kale Mahallesi'nde kâin 13 ada 21 parsel numaralı ve Hazine adına tapuda kayıtlı olan taşınmazın üzerine inşa edilmiş bulunan iki katlı, dört daireli yapı için tapu tahsis belgesi verilmesi amacıyla 31/3/1983 tarihinde Narlıdere Belediyesine başvurmuştur. K., 000 TL müracaat masrafını da yatırmıştır. K. 18/5/1987 tarihli ve 3366 sayılı Kanun'la 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'da yapılan değişikliklerden sonra 16/7/1987 tarihinde Belediyeye bir kez daha müracaat etmiş ve taşınmazın 336 m²lik kısmı için tapu tahsis belgesi verilmesini istemiştir. Ancak K.nın başvurusu neticelendirilmemiştir. K.nın Hazineye ait olan taşınmazı haksız yere işgal ettiği gerekçesiyle K. adına 2000 yılında düzenlenen ecrimisil ihbarnamesi İzmir İdare Mahkemesinin (İdare Mahkemesi) 25/9/2001 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. İptal kararında, Narlıdere Belediyesince gönderilen yazıya dayanılarak taşınmazın 2981 sayılı Kanun'dan yararlandığı belirtilmiş; bu sebeple K. adına ecrimisil tahakkuk ettirilemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucular sözü edilen taşınmazın 336 m²lik kısmı için tapu verilmesi istemiyle 2/6/2011 tarihinde İzmir Valiliğine (Valilik) başvurmuştur. Valilik 3/6/2011 tarihli işlemle, 31/3/1983 tarihinde yapılan müracaata ait formda K.nın, eşinin veya çocuklarının herhangi bir belediye sınırları içinde evinin bulunduğunun belirtilmiş olduğu ve K.ya verilmiş bir tapu tahsis belgesinin de bulunmadığı gerekçeleriyle başvuruyu reddetmiştir. Başvurucular ret işleminin iptali istemiyle 26/8/2011 tarihinde İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular, tapu tahsis belgesi verilmesi için gerekli olan tüm belgelerin teslim edildiğini, müracaat için gereken ödemenin de yapıldığını belirtmiş; tapu tahsis belgesi verilmesi için gereken tüm koşulların sağlandığını savunmuştur. Davalı Valiliğin savunma yazısında; 1983 yılında 2981 sayılı Kanun uyarınca yapılan müracaatın, yeminli büro müracaat formu ile tespit ve değerlendirme formlarının bulunmaması dikkate alınarak sonuçlandırılmadığı, bu sebeple başvurucuların hak sahibi sayılmasının koşullarının oluşmadığı belirtilmiştir. İdare Mahkemesi 6/7/2012 tarihinde oyçokluğuyla işlemi iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucuların murisinin 2981 sayılı Kanun'da aranan asgari şartları sağladığı belirtilmiş; özel teknik bürolara müracaat edilmemiş olsa da yeminli özel teknik bürolara başvurmayan kişilere ait yapıların tespit ve değerlendirme işlemlerinin belediye veya valilikçe tamamlanacağının 2981 sayılı Kanun'da açıkça düzenlendiği ifade edilmiştir. Kararda, 2981 sayılı Kanun'un ilgili hükümleri karşısında tespit ve değerleme işlemlerinin idarece tamamlanarak hak sahibine tapu tahsis belgesi ve söz konusu yerde ıslah imar planı ya da kadastro planları yapılmış ise tapu belgesi verilmesi gerekirken aksi yönde tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğu vurgulanmıştır. Kararda ayrıca tapu tahsis belgesi verilmesine ilişkin başvuru formunda var olduğu beyan edilen dairenin tapu tahsis belgesi istemine konu yapı olduğu, idare tarafından bunun aksinin ortaya konulamadığı kabul edilmiştir. Valiliğin temyizi üzerine İdare Mahkemesi kararı, Danıştay Ondördüncü Dairesinin (Daire) 26/4/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, 2981 sayılı Kanun'un amacının dar gelirli vatandaşların konut sahibi olabilmesinin sağlanması olduğu vurgulandıktan sonra gecekondu olarak nitelendirilmesi mümkün bulunmayan iki katlı yapı için tapu tahsis belgesi düzenlenerek tapu belgesi verilmesinin 2981 sayılı Kanun'un amacına uygun düşmediği belirtilmiş, bu nedenle davanın reddi gerekirken iptal kararı verilmesinin hukuka uygun düşmediği ifade edilmiştir. Başvurucular bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurmuştur. Karar düzeltme dilekçesinde başvurucular; 2981 sayılı Kanun'da kat sayısına göre herhangi bir ayrımın yapılmadığını, yapının iki katlı olmasının gecekondu sayılmasına engel olmadığını savunmuştur. Daire 5/6/2014 tarihinde karar düzeltme istemini reddetmiştir. İdare Mahkemesi bozma kararına uyarak 18/9/2014 tarihinde, bozma kararındaki gerekçeyle davayı reddetmiştir. Başvurucular bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde öncelikle taşınmazın 10/3/1975 tarihinde Narlıdere Belediyesinden satın alındığı ileri sürülmüştür. Temyiz dilekçesinde, buna rağmen 1983 yılında tapu tahsis belgesi başvurusunda da bulunulduğu, tapu tahsis belgesi verilmesi için gereken tüm koşulların sağlandığı, nitekim İdare Mahkemesinin 25/9/2001 tarihli kararıyla da bu durumun sabit hâle geldiği ifade edilmiştir. Daire 7/12/2017 tarihinde kararı onamıştır. Karar düzeltme istemi de Dairenin 29/1/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 21/2/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. 2981 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Bu Kanun; imar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilen aşağıda belirtilen yerlerdeki bütün yapıları kapsar;a) Belediye ve mücavir alan sınırları içindeki yapılar,b) 6785 sayılı Kanuna 1605 sayılı Kanunla eklenen Ek 7 ve 8 inci maddeler gereğince çıkarılan yönetmeliğin 103 maddesi kapsamına giren alanlardaki yapılar,c) (b) bendi dışında kalan sanayi, depolama, turistik ve tarımsal yapılar" 2981 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"İmar mevzuatına aykırı yapılar ve gecekondular için yapının bulunduğu yerin valilik veya belediyelerine aşağıdaki esaslara göre müracaat edilir.Bu Kanun kapsamına giren bütün yapılardan tek maliki olanların sahibi, ... veya bunların vekilleri form dilekçe ile Belediye ve mücavir alan sınırları içinde Belediyelere; Belediye ve mücavir alan sınırları dışında ise valiliğe ... müracaat ederler. ...... 16/3/1983 tarihli ve 2805 sayılı Kanun gereğince yapılmış olan müracaat işlemleri ayrıca bir ücret alınmadan geçerli olup, hak sahipleri bu Kanuna göre istenilecek belgeleri dosyalarına ilave ederler.Ancak yeni yapılacak müracaatlar için belediye veya il özel idareler hesabına milli bir bankaya 000 TL. Müracaat masrafı olarak yatırılır. Banka şubesi bulunmayan belediyelerde bu bedel belediyeye yatırılır.... (Değişik : 18/5/1987 - 3366/1 md.) Süresi içinde belediye veya valiliğe müracaat eden fakat 2981 sayılı Kanuna göre kurulan yeminli özel teknik bürolara başvurmayan kişilere ait yapıların belediye veya valilikçe tespit ve değerlendirme işlemleri tamamlanır. Ancak bu gibi hallerde 18 inci maddeye göre alınacak harçlar ve ekli cetvele göre tahakkuk ettirilecekharç iki kat peşin alınır. (Ek : 18/5/1987 - 3366/1 md.) 2981 sayılı Kanuna göre kurulan yeminli özel teknik bürolar, kendilerine intikal eden müracatlara ilişkin tespit ve değerlendirme işlemlerine ait dosyaları en geç 7 Eylül 1987 tarihine kadar tamamlayarak sonuçlandırması için belediye, hazine, özel idare veya vakıflar idaresine teslim etmekle ve bu idareler de, kendilerine intikal eden dosyaları, intikal tarihinden itibaren en geç 3 ay içinde sonuçlandırmakla görevli ve sorumludurlar.Yukarıda belirtilen müracaatların usulüne uygun yapılmasını temin için valilik veya belediyelerce yeterli bürolar kurulur ve gerekli her türlü tertip ve tedbirler alınır." 2981 sayılı Kanun'un maddesinin (a) fıkrası şöyledir:"a) Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine 'Tapu Tahsis Belgesi' verilir.Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder. (Ek : 18/5/1987 - 3366/4 md.) Ancak islah imar planı veya kadastro planları ile belirlenen alanlarda tapu tahsis belgesi yerine hak sahiplerine doğrudan tapuları verilebilir." 2981 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular hakkında aşağıdaki uygulamalar yapılır.a) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Bu Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin; kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir.…" | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/9885 | Başvuru, tapu tahsis belgesi verilmesi başvurusuna konu olan gecekondu için tapu verilmesi isteminin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, bu işleme karşı açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun yabancı dil sınavına götürülme talebinin uygun görülmemesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 1990 doğumlu olan başvurucu, başvuru tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan Tarsus 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, 18/4/2021 tarihinde yapılacak olan 2021/1 Yabancı Dil Sınavına (YDS) başvuruda bulunmuş ve sınav ücreti emanet hesabından kesilmiştir. Söz konusu sınav Mersin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda yapılmakta olup sınava katılacak hükümlü ve tutuklular sınavdan önce Mersin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmektedir. Başvurucu anılan sınav için ilgili ceza infaz kurumuna naklini beklerken 13/4/2021 tarihinde Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) asayiş ve güvenlik gerekçesiyle başvurucunun bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan çıkışını ve sınava katılmasını uygun görmemiştir. Başvurucu, Başsavcılığın kararına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Tarsus İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği) 27/4/2021 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin anılan kararına da itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Tarsus Ağır Ceza Mahkemesi 7/6/2021 tarihinde "kararın usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 9/6/2021 tarihinde öğrendikten sonra 5/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/47336 | Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun yabancı dil sınavına götürülme talebinin uygun görülmemesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle 1/10/2016 tarihinde tutuklanmış ve Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) yerleştirilmiştir. Bir kısım hükümlü ve tutuklunun odalarda kalan kişi sayısının azaltılması ve temizlik hususundaki taleplerini içerir başvurusu hakkında İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı tarafından "yapılacak herhangi bir işlemin olmadığı" gerekçesiyle 7/6/2017 tarihinde karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" Ceza İnfaz Kurumumuz İdaresince zaman zaman ilgili mercilere gerekli bilgilendirme yapılarak başka ceza infaz kurumlarına hükümü ve tutuklu naklinin yapılmasına sağlamaya çalıştığı, bilindiği üzere hükümlü ve tutuklu sevk işlemleri ile, ceza infaz kurumunun kapasitesini belirleme durumunun Kurumumuz İdaresince görev alanına girmediği, ayrıca koğuş ve odaların temizliğinin sağlanması mevzuatımız gereği hükümlü ve tutuklularca sağlanması gerektiği, Kurumumuz İdaresince koğuş ve odalar dışında kalan alanların temizliği sağlanmaktadır.Yukarıda izah edilen nedenlerle koğuş ve odaların mevcudunun kalabalık olması konusunda Kurumumuz İdaresi üzerine düşen görevi yerine getirdiği, temizlik konusunda hükümlü ve tutuklularında gayretli olması gerektiği..." Başvurucu tutulmakta olduğu odada kalan kişi sayısının fazlalığı nedeniyle koşulların uygun olmadığını iddia ederek anılan İdare ve Gözlem Kurulu kararına karşı Karşıyaka İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) başvurmuştur. Hâkimlik 20/6/2017 tarihli kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"15 Temmuz Darbe Girişiminden sonra İzmir ili içerisindeki FETÖ/PDY terör örgütü mensubu şüphelilerin tutuklanarak Ceza İnfaz Kurumuna alındığı, Ceza İnfaz Kurumunda barındırılan hükümlü ve tutuklu sayısının mevcut kapasite üzerine çıkmış olması, FETÖ/PDY, PKK/KCK gibi terör örgütü mensubu hükümlü ve tutukluların kurumda barındırılmasından dolayı terör örgütü mensubu hükümlü ve tutukluların gruplandırılarak belirlenen koğuş ve odalarda cezalarının infazının sağlanmasının gerektiği, Ceza İnfaz Kurumu koğuş ve odalarda barındırılan hükümlü ve tutuklu mevcudunun fazla olduğu, bu nedenle kurum tarafından zaman zaman diğer kurumlara nakiller yapıldığı,...Ceza İnfaz Kurumunda barındırılan hükümlü ve tutukluların, barındırıldıkları koğuş, oda ve ortak etkinlik alanlarının temizliğini kendilerinin yapmakla mükellef olduğu, Ceza İnfaz Kurumu Kantininde ihtiyaç duydukları temizlik malzemelerini temin edebilecekleri,Ceza İnfaz Kurumu İdaresince zaman zaman ilgili mercilere gerekli bilgilendirmenin yapılarak başka ceza infaz kurumlarına hükümlü ve tutuklu naklinin yapılmasının sağlanmaya çalışıldığı, bilindiği üzere hükümlü ve tutuklu sevk işlemleri ile, ceza infaz kurumunun kapasitesini belirleme durumunun kurum idaresinin görev alanına girmediği, ayrıca koğuş ve odaların temizliğinin mevzuat gereği hükümlü ve tutuklularca sağlanmasının gerektiği, kurum idaresince koğuş ve odalar dışında kalan alanların temizliğinin sağlandığı, koğuş ve odaların mevcudunun kalabalık olması konusunda kurum idaresinin üzerine düşen görevi yerine getirdiği, temizlik konusunda hükümlü ve tutuklularında gayretli olması gerektiği, belirtilen konularda ceza infaz kurumunca yapılacak herhangi bir işlemin olmadığı yönünde karar verildiği verilen kararın yasa ve yönetmeliklere uygun olduğu anlaşılmakla itirazın reddine,Ancak yeterli ranza bulunmaması sebebiyle yerde yatma itirazlarının yerinde olduğu tutuklu ve hükümlülerin yerde yatmak zorunda bırakılamayacakları anlaşıldığından bu konudaki itirazın kabulüne" Başvurucunun da aralarında bulunduğu tutuklu ve hükümlüler ile İnfaz Kurumu -Savcılık aracılığıyla- Hâkimlik kararına itiraz etmiştir. Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 2/8/2017 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilmiş, İnfaz Kurumunun -Savcılık- itirazı ise kabul edilerek İnfaz Hâkimliğinin kararı kısmen iptal edilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda 14 kişilik 62 oda, 8 kişilik 8 oda, 1 kişilik 18 odadan olmak üzere 950 kişilik olarak planlanmasına rağmen 14 kişilik odalar kapasitesini aşarak 22-23 kişiye ulaştığı, bu durum nedeniyle 33 m2'lik alana sahip olan odalarda ilave olarak koyulacak yatak, yemek, yemek masası, buzdolabı vb. araç ve gereçlere yer kalmadığı, koğuş ve koğuş odalarda ek ranza koyacak yer olmadığından dolayı hükümlü ve tutukluların yer yatağında yatırılarak koğuş ve odalarda barındırıldığı, Ceza İnfaz Kurumunda yeterli ranza bulunduğu ancak İzmir ve çevre illerde tutuklanan şahısların Ceza İnfaz Kurumuna nakillerinin yapıldığından dolayı koğuş ve odalarda sevk, tahliye olan hükümlü ve tutuklulardan boşalan ranzalara yerde yatan hükümlü ve tutukluların koğuş ve odaları değiştirilerek ranzada yatmalarının sağlandığı, kurum idaresinin bu konuda üzerine düşen görevi yerine getirdiği, koğuş ve odalarda kalan hükümlü ve tutuklu sayısının eşit bir şekilde dağılımının sağlandığı, Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü ve tutukluların gruplandırılması Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri Yönetmeliğinin maddesi hükümleri doğrultusunda yapıldığından dolayı Karşıyaka İnfaz Hakimliğinin kararının uygulanması durumunda yapılan sınıflandırmanın hükmünün kalmayacağı, farklı suç grubundaki hükümlü ve tutukluların aynı koğuşta kalmasına neden olabileceği, bu durumunda ceza infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürebileceği dosya içeriğinden anlaşılmakla, Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Savcılığının itirazının kabulüne, Ceza İnfaz Kurumu İdaresince zaman zaman ilgili mercilere gerekli bilgilendirmenin yapılarak başka ceza infaz kurumlarına hükümlü ve tutuklu naklinin yapılmasının sağlanmaya çalışıldığı, bilindiği üzere hükümlü ve tutuklu sevk işlemleri ile ceza infaz kurumunun kapasitesini belirleme durumunun kurum idaresinin görev alanına girmediği, ayrıca koğuş ve odaların temizliğinin mevzuat gereği hükümlü ve tutuklularca sağlanmasının gerektiği, kurum idaresinde koğuş ve odalar dışında kalan alanların temizliğinin sağlandığı, koğuş ve odaların mevcudunun kalabalık olması konusunda kurum idaresinin üzerine düşen görevi yeterince getirdiği, temizlik konusunda hükümlü ve tutuklularında gayretli olması gerektiği, belirtilen konularda ceza infaz kurumunca yapılacak herhangi bir işlemin olmadığı anlaşıldığından tutuklular [A.K.], [S.B.], Ramazan Özçelik, [Y.Ş], [K.], [A.G.], [Z.E.] ve [Y.Ş.nin] itirazlarının reddine Karşıyaka İnfaz Hakimliğinin ... kararının iptaline " Nihai karar, başvurucuya 7/9/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Menemen T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun tutulma koşullarına ilişkin ayrıntılı bilgi talep edilmesi üzerine İnfaz Kurumu tarafından gönderilen yazılı cevaplar ile Bakanlıkla yapılan yazışma sonucuna göre;i. Başvurucu tutuklanarak İnfaz Kurumuna geldiği tarihten itibaren resmî kapasitesi 14 kişi olan odalarda kalmıştır. Bu odalarda havalandırma (bahçe kısmı), ortak yaşam alanı ve yatakhane bulunmaktadır. Odanın ortak yaşam alanı 8,24 m², tuvalet ve lavabo bölümü 10,08 m², koğuş bahçeleri 34,68 m² ve yatakhane 44,88 m² olup oda toplamda 107,88 m²dir. Başvurucunun bu odalarda en fazla kişi ile kaldığı tarihler 3/10/2016 ile 6/11/2018 tarihleri arası olup toplamda yirmi beş kişi barınmaktadır. İnceleme tarihi itibarıyla başvurucu, yirmi üç kişiyle birlikte kalmaktadır.ii. Koğuş ve odaların bahçe kapıları kış aylarında sabah 00 ile akşam 40 arasında, yaz aylarında ise sabah 00 ile akşam saat 00 arasında açık tutulmaktadır. Başvurucu bu sürede havalandırma hakkından yararlanmaktadır.iii. Koğuşlarda ranzada yatamayan hükümlü ve tutuklular yer yatağından (mekan yatak) faydalanmakta, sevk veya tahliye olan hükümlü ve tutuklulardan boşalan ranzalara yer yatağında yatan hükümlü ve tutukluların koğuş ve odaları değiştirilerek yatmaları sağlanmaktadır. Başvurucunun barındırıldığı odada yapılan incelemede kendisine ait dolabının bulunduğu tespit edilmiştir.iv. Başvurucu, Kurumda bulunduğu süreler içinde avukatı ve yakınları ile çok sayıda açık ve kapalı görüş gerçekleştirmiştir.v. Başvurucunun Kurumda bulunduğu süreler içinde süreli ve süresiz yayınlardan faydalanma hakkını kullanabildiği anlaşılmıştır. Bu kapsamda İnfaz Kurumunda bulunduğu süre içinde başvurucunun talep ettiği kitaplar tarafına verilmiş, başvurucu farklı tarihlerde Kurum kütüphanesinden 35 kitap almıştır. Ayrıca ulusal bir gazeteye başvurucunun abonelik işlemleri yapılmıştır.vi. Hükümlü ve tutuklular, 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesi gereği barındırıldıkları koğuş, oda ve ortak etkinlik alanlarının temizliğini kendileri yapmakta olup İnfaz Kurumu kantininden temizlik malzemelerini temin edebilmektedir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Mehmet Hanifi Baki, B. No: 2017/36197, 27/6/2018, §§ 14- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35818 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tutulma koşulları nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2017/27435 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27435 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.