text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, yolcu taşımaya ilişkin minibüs hattı tahsisinin iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 6/7/2018 ile 18/7/2018 tarihleri arasında yapılmıştır. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2018/21625, 2018/21630, 2018/21633, 2018/21635, 2018/21636, 2018/21643, 2018/21658, 2018/21670, 2018/21674, 2018/21684, 2018/21711, 2018/21779, 2018/21805 2018/21840,2018/21932, 2018/21936, 2018/21941, 2018/21952, 2018/22003, 2018/22016,2018/22231, 2018/22739, 2018/22753, 2018/22766, 2018/23610 ve 2018/20720 numaralı bireysel başvuruların konu yönünden hukuki irtibatlarının bulunması nedeniyle birleştirilmesine, incelemenin 2018/20720 esas sayılı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Tunceli Belediye Encümeninin (Encümen) 5/11/1987 tarihli kararı ile Y., H.B., Ö., A. ve T.U.nun talebi üzerine bu beş kişiye Tunceli'nin Atatürk Mahallesi hattının (minibüs hattı) tahsisine ve düzenli çalışmalarının sağlanması için minibüs terminalinde yer gösterilmesine karar verilmiştir. Aynı Encümen kararında hat tahsis edilen minibüs sahiplerinin çıkış başına 100 TL ödemesi karar altına alınmıştır. Dosya içinde hangi kararlar sonucu olduğu belli olmamakla birlikte 5/11/1987 tarihli karar ile beş kişiye tahsis edilen hatta yeni üyeler alındığı ve hattın üye sayısının zamanla arttığı saptanmıştır. Bu kapsamda 21/12/1997 tarihli Encümen karar kâğıdından bu tarih itibarıyla 32 kişinin minibüs hattına üye olduğu anlaşılmaktadır. 29/12/1999 tarihli Tunceli Valiliği İl Trafik Komisyonu (Komisyon) kararına ekli tarihi anlaşılamayan Encümen kararından mevcut hat sahiplerinin hattı devretmesi ya da yeni üyelerin hatta dâhil edilmesi hâlinde üyelerden 000 TL (eski TL) alınmasına karar verildiği görülmüştür. Başvurucular tarafından sunulan belge örneklerinden minibüs hattı üyeliklerinin zaman içinde devir ya da miras gibi nedenlerle el değiştirdiği, buna bağlı olarak hat sahipliğinin iptal tarihindeki mevcut üye durumunu aldığı anlaşılmaktadır. Yine aynı belgelerden bir kısım hat devir sözleşmesinin bir bedel karşılığında olduğu ve bu değişikliğin Encümen kararı ile resmiyete kavuştuğu görülmüştür. Başvurucular çeşitli yıllara ait işgaliye harcı adı altında yapmış oldukları ödemelere ilişkin belgeler sunmuştur. Bu belgelere göre her üye işgal ücreti adı altında bir miktar parayı belediyeye ödemektedir. Öte yandan bir kısım üye tarafından minibüs hat devir ücreti adı altında bir ücret alınmıştır. İbraz edilen belgeler içinde minibüs hat devir ücreti adı altında yapılan son ödeme tarihi 2003 yılında olup 600 TL'dir. Sayıştay Başkanlığınca Tunceli Belediyesi (Belediye) hakkında yapılan denetimler sonucunda 2014 yılına ilişkin denetim raporu hazırlanmıştır. Anılan raporun ''Minibüs Hattının İhalesiz Verilmesi'' başlığı altında özetle Belediye tarafından Merkez-Atatürk Mahallesi'nde çalışan 32 minibüs hattının ihalesiz verildiği ve bu hususun mevzuata aykırı olduğu tespitlerine yer verilmiştir. Sayıştay Başkanlığının bu tespiti üzerine 8/3/2016 tarihli ve 29 sayılı Belediye Meclisi (Meclis) kararı ile ihale yapılmadan Encümen kararıyla bedelsiz olarak verilen imtiyazın kaldırılarak hattın ihale yoluyla üç yıl ücreti mukabilinde kiralanmasına karar verilmiştir.B. Dava Süreci Başvurucular, Meclisin minibüs hatlarının üç yıllığına kiraya verilmek üzere ihaleye çıkarılmasına ve bu husustaki işlemleri yapması için Encümene yetki verilmesine dair 8/3/2016 tarihli ve 29 sayılı kararın iptali için ayrı ayrı dava açmıştır. Başvurucular benzer dava dilekçelerinde Tunceli'de Belediyenin belirlediği güzergâhta bedel karşılığı yolcu taşıma hakkının kendilerine 5/11/1987 tarihli Encümen kararı ile tanındığını iddia etmiştir. Başvurucular 1987 yılından beri devam eden bu imtiyazın idarece tek taraflı olarak sona erdirilmesi ve belirtilen güzergâhta yolcu taşıma işi için yeni bir ihale yapılması yönündeki kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Erzincan İdare Mahkemesi 12/10/2017, 13/10/2017, 19/10/2017, 15/11/2017, 16/11/2017 ve 24/11/2017 tarihlerinde her bir başvurucu için ayrı ayrı vermiş olduğu kararlarda davaların reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararlarında; i. 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun maddesinin (f) ve (p) bentlerinde kent içi ulaşımın belediye görev ve sorumlulukları arasında sayıldığı, her türlü toplu taşıma sistemini kurma, kurdurma, işletme ve işlettirme ile toplu taşıma araçları ve taksilerin sayısı ve güzergâhlarını belirlemenin ve buna bağlı olarak iptali istenen kararı almanın belediyenin yetkisinde olduğu tespitine yer verilmiştir. ii. Kararda ayrıca komisyon görevinin 13/13/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesi uyarınca kara yolunda can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini sağlayacak önlemleri almak olduğu, dolayısıyla belediyeye herhangi bir imtiyaz bedeli veya kira ücreti ödenmeden, herhangi bir ihale ve sözleşme yapılmadan bu komisyon tarafından verilen kararın lehine karar verilenler için müktesep hak teşkil etmeyeceğine işaret edilmiştir. Anılan hükümler ayrı ayrı ilgilisi olan başvurucular tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucular; temyiz dilekçelerinde yolcu taşıma hakkını yürürlükteki mevzuata göre aldıklarını, bu tahsisin devamına ilişkin kazanılmış hakları olduğunu ve tahsisi yapan aynı idare iken bu tahsisin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla sona erdirilmesinin doğru olmadığını ileri sürmüştür. Danıştay Onüçüncü Daire 16/4/2018 tarihli kararlar ile mahkeme kararlarını onamıştır. Danıştayın kesin nitelikli kararları başvurucular vekiline 21/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 6/7/2018 ile 16/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İmtiyaz tarihinde yürürlükte bulunan mülga 3/4/1930 tarihli ve 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun ''Belediyelerin hakları, salahiyet ve imtiyazları'' kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: "Belediye hudutları dahilinde muayyen mıntakalar arasında yolcu nakil vasıtası olarak otobüs, minibüs, otokar, tünel troley, füniküler işletmek ve mezbahalarda kesilen etleri Belediye Meclisince tayin ve Dahiliye Vekaletince tasdik edilecek ücret mukabilinde satış yerlerine nakletmek münhasıran Belediyelerin hakkıdır" 5393 sayılı Kanun'un ''Belediyenin yetkileri ve imtiyazları'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) ve (p) bentleri şöyledir: "f) Toplu taşıma yapmak; bu amaçla otobüs, deniz ve su ulaşım araçları, tünel, raylı sistem dâhil her türlü toplu taşıma sistemlerini kurmak, kurdurmak, işletmek ve işlettirmek....p) Kara, deniz, su ve demiryolu üzerinde işletilen her türlü servis ve toplu taşıma araçları ile taksi sayılarını, bilet ücret ve tarifelerini, zaman ve güzergâhlarını belirlemek; durak yerleri ile karayolu, yol, cadde, sokak, meydan ve benzeri yerler üzerinde araç park yerlerini tespit etmek ve işletmek, işlettirmek veya kiraya vermek; kanunların belediyelere verdiği trafik düzenlemesinin gerektirdiği bütün işleri yürütmek'' 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nun maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir: "İl özel idarelerine ait ihaleler, il daimi encümenince, belediyelere ait ihaleler belediye encümenince bu Kanun hükümlerine göre yürütülür.''B. Uluslararası Hukuk Tahsisin iptaline ilişkin olarak benzer bir başvuruya dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları için bkz. (İsmail Akçayoğlu, B. No: 2014/1950, 13/9/2017, §§ 22-26). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20720 | Başvuru, yolcu taşımaya ilişkin minibüs hattı tahsisinin iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari yargıda görülen uyuşmazlıkta müdahilin karar düzeltme talebinin asıl taraf olmaksızın kanun yollarına başvuramayacağı gerekçesiyle incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, inşaat işi ile iştigal eden bir anonim şirkettir. Ankara İstanbul TEM otoyolunun altından doğal gaz boru hattının geçirilmesi amacıyla Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi (BOTAŞ) ve Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) arasında sözleşme imzalanmıştır. BOTAŞ, sözleşme konusu doğal gaz boru hattı inşaatı işini ihale yolu ile başvurucu Şirkete yaptırmıştır. 4/6/2002 tarihinde adı geçen otoyolun Adapazarı Alancuma mevkiinde ve altından doğal gaz borusunun geçirildiği kısmında üç şeritte ani çökme meydana gelmiştir. Bu esnada aynı yerde aracıyla seyir hâlinde olan Ü. otoyoldaki çökme sonucu oluşan kazada yaralanmıştır. Ü. olay nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle 1/8/2002 tarihinde KGM ve BOTAŞ’a müracaat etmiştir. KGM meydana gelen zarardan BOTAŞ’ın sorumlu olduğunu, BOTAŞ ise sorumluluğun yüklenici firma olan başvurucu Şirkete ait olduğunu belirterek Ü.nün tazminat talebini reddetmiştir. Ü. (davacı) olay nedeniyle uğradığı zararın hizmet kusuru ilkesi uyarınca tazmini istemiyle BOTAŞ ve KGM’ye karşı 7/10/2002 tarihinde idari yargıda tam yargı davası açmıştır. Sakarya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davada davalılardan BOTAŞ, davanın doğal gaz boru hattı inşaatı işinin yüklenicisi olan başvurucu Şirkete ihbar edilmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme söz konusu istemi 31/12/2003 tarihli ara kararıyla kabul ederek dava dilekçesini de tebliğ etmek suretiyle davayı başvurucu Şirkete ihbar etmiştir. Başvurucu Şirket davaya davalı yanında müdahil olmak istediğini 24/2/2004 tarihli dilekçeyle Mahkemeye bildirmiştir. Başvurucu Şirket söz konusu dilekçesinde; çökme olayı ile boru hattı çalışmaları arasında herhangi bir illiyet bağının olmadığını, tüm işlemlerin uluslararası standartlara ve teknik şartnameye uygun olarak gerçekleştirildiğini, dolayısıyla kendisine atfedilebilecek herhangi bir kusur bulunmadığını, oluşan zarardan sorumlu tutulamayacağını belirterek davanın reddi gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme 6/5/2004 tarihli ara kararıyla başvurucu Şirketin davalılar yanında davaya müdahale istemini kabul etmiştir. Mahkeme 29/11/2006 tarihinde verdiği kararla davacının tazminat talebini kısmen kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde otoyolların inşasını, bakım ve onarımını gerçekleştirmenin emniyetle kullanımını sağlayacak önlemleri alarak gerekli kontrol ve denetimlerini yapmanın davalı idarelerden KGM’nin görevleri arasında olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte otoyolun altından doğal gaz boru hattını geçirmek için müdahil Şirket ile sözleşme yapan davalı BOTAŞ’ın da yüklenici firmanın yapmış olduğu eylem ve işlemleri gözetim, kontrol ve denetim görevinin olduğu hatırlatılmıştır. Bu itibarla anılan görevlerin tam ve zamanında yerine getirilmemesinden ötürü davalı idarelerin hizmet kusuru bulunduğu ifade edilmiş, hüküm altına alınan tazminat miktarının davalı idarelerce müştereken ve müteselsilen davacıya ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Karar davanın taraflarına ve müdahile tebliğ edilmiştir. Davalılardan KGM 20/3/2007 tarihinde kararı temyiz etmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden dava dosyasında yapılan incelemede diğer davalı BOTAŞ veya müdahil başvurucu Şirket tarafından kararın temyiz edildiğine ya da temyiz aşamasında dava dosyasına beyan dilekçesi sunulduğuna dair herhangi bir belge tespit edilememiştir. Başvurucu Şirketin de bireysel başvuru formunda bu hususa ilişkin herhangi bir açıklaması bulunmamaktadır. Temyiz incelemesi devam ederken davacının lehine hükmedilen tazminatın tahsili için başlattığı icra takibi sonucunda BOTAŞ tazminatın 486,88 TL’lik kısmını ödemiştir. BOTAŞ davacıya ödediği bu miktarı aralarındaki sözleşmenin sorumluluğa ilişkin hükümleri gereğince hak edişinden kesmek suretiyle başvurucu Şirketten tahsil etmiş, bu hususu 13/7/2009 tarihli yazı ile başvurucu Şirkete bildirmiştir. Karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Daire) 30/4/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu Şirket onama kararının 7/8/2014 tarihinde kendisine tebliğ edilmesi üzerine 12/8/2014 tarihinde karar düzeltme yoluna müracaat etmiştir. Davalılar KGM ve BOTAŞ ise karar düzeltme yoluna gitmemiştir. Daire 26/2/2015 tarihli kararıyla başvurucu Şirketin karar düzeltme istemini incelenmeksizin reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; davanın taraflarından olmayan, dava sonucunda hakkında hüküm kurulmayan ve ancak yanında davaya katıldığı tarafa yardımcı olabilen müdahilin taraf konumundaki idarenin kanun yollarına başvurmaması durumunda tek başına kanun yollarına başvurmasına hukuken olanak bulunmadığı belirtilmiştir. Buna göre karar düzeltme istemine konu Daire kararının davalı tarafından düzeltilmesi istenilmediğinden davalı yanında müdahil olan başvurucu Şirketin de tek başına karar düzeltme isteminde bulunamayacağı ifade edilmiştir. Nihai karar 29/5/2015 tarihinde başvurucu Şirkete tebliğ edilmiştir. Başvurucu Şirket 25/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; … üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, … hallerinde …Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygunlanır. Ancak, davanın ihbarı Danıştay, mahkeme veya hakim tarafından re’sen yapılır.” 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Fer’î müdahilin durumu” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Müdahale talebinin kabulü hâlinde müdahil, davayı ancak bulunduğu noktadan itibaren takip edebilir. Müdahil, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebilir; onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) Maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar … konusunda karar verecek olan,… bir mahkeme tarafından … görülmesini isteme hakkına sahiptir…” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı İlgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı için bkz. Akdeniz İnşaat ve Eğitim Hizmetleri A.Ş. [GK], B. No: 2015/2909, 19/7/2018, §§ 37- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10572 | Başvuru, idari yargıda görülen uyuşmazlıkta müdahilin karar düzeltme talebinin asıl taraf olmaksızın kanun yollarına başvuramayacağı gerekçesiyle incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tapu sicilinin yanlış tutulmasından kaynaklandığı ileri sürülen zararın giderilmesi amacıyla açılan davanın reddinden dolayı mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/7/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/7/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir ili Bayraklı ilçesinde 1961 ada 45 parselde tapuya kayıtlı taşınmazda 10205/12160 hisseyi 3/6/1985 tarihinde satın almıştır. Başvurucunun maliki olduğu arazi üzerinde 5/3/1986 tarihinde imar ıslah uygulaması yapılmış, taşınmazın bir kısmı bu kapsamda işlem görmüştür. Başvurucu ilerleyen dönemlerde taşınmazının işlem görmeyen yaklaşık 6500 m²lik kısmının akıbeti hakkında bilgi verilmesi talebi ile Bayraklı Kaymakamlığı Tapu Sicil Müdürlüğüne (Tapu Sicil Müdürlüğü) başvuruda bulunmuştur. Tapu Sicil Müdürlüğü başvurucuya cevaben sunduğu 11/3/2010 tarihli yazı ile söz konusu taşınmazda başvurucunun hisse bilgisi 10205/12160 olarak görünmekte ise de başvurucunun iktisap tarihinden itibaren kayıtların geriye doğru incelenmesi neticesinde taşınmazın ilk malikinin S.S. adlı kişi olduğunu, 12/8/1969 tarihli tedbil işlemi ile bu kişinin taşınmazda 5705/12160 hissesi kaldığını ve 16/9/1969 tarihli tedbil işlemi ile de üç ayrı kişiye toplamda 281 m² satış yaptığını, bu durumda esasen S.S.nin geriye toplam 5424/12160 hissesi kalmışken yapılan hata nedeniyle son 281 m² satışın 12160/12160 hisseden düşülerek 11879/12160 hisse olarak yanlış tescil edildiğinin anlaşıldığını, bu tarihten sonra da S.S.nin hissesinden toplam 1674 m² daha satış yaptığını ve toplamda geriye 3750/12160 hisse kaldığını, gerçekte bu kadar hisse üzerinden işlem yapılması gerekirken hatalı biçimde 10205/12160 hisse üzerinden taşınmazın önce 28/6/1971 tarihinde S.ye, ardından 13/6/1978 tarihinde S.ye, son olarak da 3/6/1985 tarihinde başvurucu Bekir Sağırdak'a satıldığını ortaya koymuştur. Başvurucu Tapu Sicil Müdürlüğünün cevabı üzerine 26/1/2011 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde, Tapu Sicil Müdürlüğü aleyhine tapu kaydının hatalı tutulması nedenine dayanarak dava açmış; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL'nin davalıdan tahsiline hükmedilmesini talep etmiştir. Dava İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/45 sıra sayısına kayden görülmeye başlanmış, yargılama safhasında Mahkemece üç kişilik bilirkişiden kurulu heyetten bilirkişi raporu alınmasına karar verilmiştir. Bilirkişi heyeti yaptığı çalışmanın ardından 13/9/2011 tarihli raporunu Mahkemeye sunmuştur. Raporun ilgili kısımları şöyledir: "... Hata yapılan iş bu 1969 tarih ve 4121 yevmiyeli işlemden itibaren 3 kişiye satılan hisse miktarları doğru olup, ancak tedbil hisseleri yanlış olarak devam edilerek 2232 sayfaya kadar devam ede gelmiştir. Hata yapılan 1969 tarih ve 4121 yevmiye işlem ile hatalı olarak tescil edilen 10205/12160 hisseyi S.S. bu hisseden O.G.'ye 93 ve H.İ.'ye 104 hisse satışı yapmasına rağmen 10205/12160 hisseden düşme yapmadan 10205/12160 hatalı tescil edilen iş bu 10205 hisseyi 28/.1971 tarih ve 3159 yevmiye işlemle Hüseyin kızı K.'ye satış yapmıştır. K. de satış yaptığı bu hisseyi 1978 tarih ve 4433 yevmiye ile oğlu T.'ye satış yaptığı, T.'den satın aldığı iş bu 10205/12160 hisseyi 1982 tarih ve 2356 yevmiye ile 2766 kütük sayfasına kayıtlı oğlu S.'ye 1982 tarih ve 3356 yevmiye ile satış yaptığı, S. de hatalı tescil edilen iş bu 10205/12160 hisseyi 1985 tarih ve 2445 yevmiye ile davacı Ali oğlu Bekir SAĞIRDAK'A 000 TL bedel mukabilinde 1985 tarih ve 2445 yevmiye ile satış yapmıştır. Görüldüğü üzere hatalı tescil yapılan 10205/12160 hisse asıl malik S.S.'den 1969 tarihinden sonra 3 defa el değiştirerek 4 ncüsü 1985 tarihinde davacıya devretmiştir. Hatalı hisseyi S.S.'den alan K. bu hatlı hisseyi hatalı olarak satın aldığını bilmektedir. Çünkü taşınmaz hisse bazında 8596 m² nin satışı yapılmış geriye 3564 m² kalmıştır. Keza ikinci el taşınmazı satın alan T. de 10205/12160 payın gerçek olmadığını bilmektedir. Çünkü 45 nolu parselin 8596 m² si satılmış taşınmaz üzerine alıcılar tarafından özel parselasyona göre ev yaptıkları keza hatalı hisse 10205/12160 hisseyi satın alan S. de bu hissenin hatalı olduğunu bilmesi gerekir. Çünkü hisseli satışlar gündemde olduğu yıllarda o sahanın tapu dışı özel parselasyon yapılıyor ve satış yaptığı m² miktarında zeminde alıcıya yer gösteriliyordu. 10205 m² yer zeminde satıcısı tarafından gösteremediğine göre son malik davacı da bu durumu bilmesi gerekir. Öte yandan dava konusu Bayraklı evveliyatı 1961 ada 45 nolu parsel 76 adet parsel olarak 2981/3290 Sayılı Kanunun 10/c maddesine göre ıslah imar uygulaması sonucu oluşmuştur. N.S. (bilirkişi) tarafından Bayraklı Kadastrosundan temin edilen dağıtım ve tescil beyannamesine göre, ayrıca N.S. (bilirkişi) tarafından kütük sayfaları üzerinde hisse bazında yapılan hisse satışlarının incelenmesinde 76 adet parsel için 12160 m² den 8596 m² 3 ncü kişilere satışı yapılmış geriye kalan 3564 m² davacı Bekir üzerinde kalmıştır. Ayrıca davacıya zeminde halen mevcut olan 31557 ada 5 parsel 83 m² miktarında davacıya verilmiş ve 26 m² DOP olmak üzere davacıya 3673 m² yer kalmıştır. Esasen davacı 45 nolu ana taşınmazdan 3564 m² alması gerekirken dağıtım sırasında 3673 m² yer verilmiş olmakla 109 m² fazladan yer edindiği görülmektedir. 2981/3290 sayılı Kanunun 10/c maddesine göre davacının zemin üzerinde fiilen işgal ettiği 3564 m² yer olmadığından bu 3564 m² alanın kapsadığı ve yeni oluşan ekli krokisinde görüldüğü üzere 31555, 31556, 31557, 31558, 31559 adalar dahilinde oluşan ıslah imar parsellere yüzölçümleri oranında davacı lehine ve parsel sahipleri aleyhine 10/c maddesine göre kanuni ipotek tesis edilmiştir. Tesis edilen bu ipotekler ayni hak niteliğinde olup, davacının herhangi bir zararı söz konusu olmayıp, gerek anlaşma yoluyla ve gerekse dava yoluyla davacı günün rayiçlerine göre TL/m² üzerinden her zaman bedelini alması mümkün bulunmaktadır. ..." Yapılan yargılama sonunda İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi 20/10/2011 tarihli ve E.2011/45, K.2011/522 sayılı kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... Dava, üçüncü kişiden satın alınan taşınmaz taşınmaz payının Tapu Sicil Müdürlüğü'nde hatalı olarak eksik tescil edilmesi nedenine dayalı olarak uğranılan zararın tazmini istemidir. Tapu kayıtları, imar uygulama kayıtları, imar cetveli getirtilerek yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Davacının 1985 tarihinde S. 'den satın aldığı 10205/12160 hissedeki hatanın, 1969 tarih ve 4121 yevmiye ile yapıldığı belirlenmiştir. Dava konusu taşınmazın öncesi 1961 ada 45 parsel sayılı taşınmazın ıslah imar uygulaması sonucu 76 adet parsel oluştuğu, diğer hisse satışlarından geriye kalan 3564 m²'nin davacı üzerinde kaldığı, bunun da dışında davacıya 83 m² miktarında 31557 ada 5 parsel sayılı taşınmazın verildiği, 26 m² dop olmak üzere davacı 3673 m² yer kaldığı; fazladan 109 m² yer edindiği belirlenmiştir. Davacının her hangi bir zararının söz konusu olmadığı denetime elverişli ve yeterli incelemeye dayanan bilirkişi raporu ile belirlendiğinden, Mahkememizde de bu konuda vicdani kanaat oluştuğundan davanın reddine karar verilmelidir. ..." İlk Derece Mahkemesi kararı, başvurucu tarafından temyiz edilmesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/11/2012 tarihli ve E.2012/9311, K.2012/21478 sayılı ilamı ile onanmıştır. Aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi de Dairenin 8/5/2013 tarihli ve E.2013/5703, K.2013/8993 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme isteminin reddine ilişkin ilam, başvurucuya 27/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder...." 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Hilafına mukavele mevcut değil ise, satılan gayrimenkul beyi senedinde yazılı olan ölçü miktarını ihtiva etmediği takdirde; bayi, noksanını müşteriye tazmin etmekle mükelleftir. Satılan gayrimenkul resmi bir mesahaya müsteniden sicilde yazılı olan ölçü miktarını ihtiva etmediği takdirde, bayi, tahsisen taahhüt altına girmemişise tazmin ile mükellef değildir. ..." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Aksine sözleşme olmadıkça, satılan taşınmaz, satış sözleşmesinde yazılı yüzölçümü tutarını kapsamıyorsa satıcı, eksiği için alıcıya tazminat ödemekle yükümlüdür. Satılan taşınmaz, resmî bir ölçüme dayanılarak tapu siciline yazılmış olan yüzölçümü tutarını içermiyorsa satıcı, özellikle üstlenmiş olmadıkça tazminat ile yükümlü değildir. ..." 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Bu Kanun 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girer." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5669 | Başvuru, tapu sicilinin yanlış tutulmasından kaynaklandığı ileri sürülen zararın giderilmesi amacıyla açılan davanın reddinden dolayı mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tahliye taleplerinin incelenmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın hakkaniyete aykırı yürütülmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Bu kapsamda Isparta Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY üyesi olduğu iddiasıyla Isparta İl Müftülüğünde vaiz olarak görev yapan başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 5/1/2017 tarihinde Isparta Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucu; sorgu sırasındaki ifadesinde özetle üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini, FETÖ üyesi olmadığını, bu yapıyla şu an veya geçmişte irtibatının olmadığını, 2004 yılında ceza infaz kurumunda vaiz olarak görevlendirildiğini ve açığa alınmaya kadar da görevinin devam ettiğini, herhangi bir iltimaslı/hak etmediği bir göreve getirilmediğini, aleyhine Bilal Habeş Camisi imamı ve FETÖ’nün İsrail imamının kardeşi H.T. ile samimi olduğuna dair verilen beyanların gerçeği yansıtmadığını, evinin bu camiye yakınlığını, Müftülüğün programı dâhilinde bu camiye sadece Cuma vaazları ve Ramazan ayında teravi öncesi vaaz için gittiğini, vakit namazlarına dahi gitmediğini, tedbir olarak mı gitmediği sorulduğunda kendi dünyasında yaşayan asosyal bir insan olduğu için insan içine karışmayı tercih etmediğini, gitmediği yeri üs hâline getiremeyeceğini, camiye gelen insanların bunu bildiğini, cami cemaatine bunun sorulması hâlinde gerçeğin ortaya çıkacağını, Müftülükte masa başında çalışan kişilerin aleyhinde beyanlar verdiğini ancak ne komşularının ne cami cemaatinin ne de çalıştığı din görevlilerinin aleyhinde beyanı olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, dershanelerin kapatılması aşamasında kapatılmaması yönünde görüş beyanında bulunmasının sebebinin zengin olanların çocuklarına özel hoca tutması, fakir olanların ise bu açığı dershane ile kapattıklarını düşünmesi olduğunu, bu düşüncelerinin büyütüldüğünü ve FETÖ üyeliğine kadar götürüldüğü ancak bunları FETÖ üyesi olduğu için söylemediğini, 2014-2016 yılları arasında bir çocuğunu bu yapıyla irtibatlı olduğu tespit edilen bir dershaneye gönderdiğini, çocuğunun eğitim seviyesi çok düşük olan imam hatipte okuduğu için bulunduğu yerdeki en iyi dershaneye giderek başarılı olmasını istediğini, bu sebeple bu dershaneye gönderdiğini, bunların böyle olduğunu bilmediğini ve diğer çocuklarının devlet okulunda okuduğunu belirtmiştir. Dershanelerin kapatılmasıyla ilgili şah damarımız kesildi ve Fetullah Gülen’e "Fetöş" diyen şahsa ağzını topla, bir tane vururum şeklindeki sözleri kesinlikle söylemediğini, böyle bir konuşma geçmediğini, o kişiye vurmaya da ne gücünün ne boyunun yeteceğini, esasen bahsedilen konuşmanın yapıldığı tarihlerde dershaneler henüz kapatılmadığı için bu ifadeleri kullanmış olamayacağını, ayrıca vaazlarını hep telefonuna kaydettiğini, telefonuna el koyulduğunu, bu kayıtlar dinlenirse vaazlarında da bu yapıyı öven veya destekleyen bir ifadesinin olmadığının tespit edileceğini beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca Müftülükte yaptığı bir sohbet sırasında söylediği bayrakla ilgili sözlerinin çarpıtılarak aleyhine kullanıldığını, bu sohbette kutsal şeylerin sıralamasını kendince "Önce Allah sonra peygamber, sonra Kur’an daha sonra vatan, bayrak ve millet gelir." şeklinde yaptığını ve ayrıca bayrağın bir bezden yapıldığını, ancak bayrak olduğunu gösteren simgeler olması hâlinde kutsiyet atfı olacağını, aynı şekilde bir kâğıt parçasını Kur'an'dan bir ayet yazdığınızda değerleneceğini ifade etmiştir. Başvurucu; 2012 yılında görevli olarak hacca gittiğini, oradan gelen harcırahı (500 TL) yatırmak için Bank Asya hesabı açtırdığını, bu Bankayı faizsiz olduğu ve az da olsa kâr payı almak için tercih ettiğini, bunun dışında zaten çok fazla tasarruf imkânı olmadığını, FETÖ liderinin talimatıyla özellikle 2014 Ocak ayından sonra bir para yatırmanın söz konusu olmadığını, eşinin el işi yaparak biriktirdiği, çocuğunun sünnet olması sebebiyle toplanan paraları yatırdığını, sonra gerektiğinde parayı çekerek kullandığını, örneğin anne ve babasının umre masrafını karşıladığını, verdiği borç geri ödenince parayı bu hesaba yatırdığını belirtmiştir. Devlet memuriyetine giren bir kişiyle ilgili maaşından yardım yapılması hususunda bir konuşma yapmadığını, böyle birini tanımadığını ve kesinlikle bu kişiye yardımı olmadığını, darbeyi desteklemediğini, askerler tutuklanınca ceza infaz kurumundaki çalışma arkadaşları ile olan konuşmasında darbecilerin asılması sürecinin fazla uzamaması gerektiğini, en kısa zamanda yargılanıp cezalandırılmaları gerektiğini, darbeyi yapana da yaptırana da lanet okuduğunu, darbeden muztarip olduğu için darbe karşıtı olan temennilerde bulunduğunu beyan etmiştir. Başvurucu; kendi hâlinde bir insan olduğunu, tanıdığı veya görüştüğü çok fazla kimsenin olmadığını, üç dört aileden başkasının evine gitmediğini, insanlarla fazla irtibatının ve diyaloğunun olmadığını, ayrıca mesleki olarak ev sohbeti yapıp kurum sayfasına yükleyebilecek yetkisi olduğu hâlde hiç ev sohbeti yapmadığını, bilgisayarı olmadığını ve sosyal paylaşım sitelerini kullanmadığını, aleyhinde iddialarda bulunan Müftülük personelinin hepsinin FETÖ'cülerin davetlerine, iftarlarına gittiğini ancak kendisinin hiçbir yere gitmediğini, kimseyi tutup bir yere götürmediğini, kimseden para istemediğini, kimseye para vermediğini, suç olabilecek bir eylemi olmadığını, sadece "Şunu şunu söyledi." şeklinde hakkında iddialar ileri sürüldüğünü ancak somut bir eylem gösterilemediğini ve sonuç olarak suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Isparta Cumhuriyet Başsavcılığı, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu Isparta Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgu sırasındaki ifadesinin Savcılık ifadesiyle aynı doğrultuda olduğu tespit edilmiştir. Isparta Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/1/2017 tarihli kararıyla tutuklama tedbiri uygulanmıştır. Kararın ilgili bölümü şöyledir: "Şüpheli hakkında yapılan idari tahkikat sırasında hazırlanan soruşturma raporu ve bu raporun esas beyanlar, gizli tanık beyanı ve Bank Asya kayıtları başta olmak üzere, soruşturma evrakı kapsamına göre şüphelinin kamuoyunda Fetullahçı Terör Örgütü/ Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PYD) diye anılan terör örgütü üyesi olduğu hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, şüphesinin üzerine atılı suçun Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100/3-a maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu, bu suça kanunda öngörülen alt ve üst sınırlar dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olacağı, adli kontrol uygulanmasının yetersiz kalacağı anlaşılmakla CMK 100 ve maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA, ... [karar verildi.]" Başvurucu, tutukluluk hâlinin devamı kararına itiraz etmiş; Burdur Sulh Ceza Hâkimliği 23/1/2017 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Isparta Cumhuriyet Başsavcılığının 13/2/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Isparta Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucunun gerek organik olarak gerekse örgütsel nitelikli eylemleri bakımından FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer aldığı ileri sürülmüştür. Bu suçlamalara esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucu, FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının olduğu gerekçesiyle Isparta İl Müftülüğü tarafından görevinden uzaklaştırılmış; 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile meslekten ihraç edilmiştir.ii. Başvurucunun Bank Asyada 2008 yılında hesap açtırdığı ve 2016 yılı Aralık ayına kadar hesap hareketinin olduğu, FETÖ/PDY lideri teröristbaşı Fetullah Gülen'in çağrı yaptığı 26/12/2013 tarihinden sonra bu hesaba 10/1/2014 tarihinde 000,00 TL, 15/1/2014 tarihinde 300,00 TL yatırarak parasının 300,00 TL'ye ulaştığı, 6/2/2015 tarihinde 000,00 TL, 2/3/2015 tarihinde 600,00 TL olmak üzere takip eden tarihlerde de hesaba para yatırdığı ve 4/3/2016 tarihinde hesaptaki paranın 506,65 TL'ye ulaştığı, 17/6/2016 tarihinde ise bakiyenin 12,68 TL'ye düştüğü ve bu şekilde FETÖ liderinin çağrısına uyduğu gözlemlenmiştir.iii. Gizli tanık beyanında; başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğunu, bulunduğu ortamlarda ismini duyduğunu ifade etmiştir.iv. İdari tahkikat dosyasında dinlenen tanıklardan bazıları; şüphelinin öğrencilik yıllarından beri bu yapının kurslarında yöneticilik yaptığını ve taraftarı olduğunu, örgütün İsrail sorumlusu olan H.T.nin kardeşi Bilal Habeşi Camisi imamı H.T. ile sıkı irtibatının olduğunu, hatta bu camiyi örgütün üssü hâline getirdiklerini, örgüt ile Hükûmet arasında ihtilaflı yaşamla ve 17-25 aralık 2013 olayları ile ilgili mevzuların konuşulduğu ortamlarda sürekli muhalefet ettiğini, örgüt ile ilgili savunmalarda bulunduğunu, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası darbe ile ilgili yapılan konuşmaları kapatmaya çalıştığını, bir sohbet sırasında Fetullah Gülen'e "Fetoş" diyen kişiye aşırı tepki gösterdiğini ve o kişiyi vurmakla tehdit ettiğini, dersanelerin kapatılmasıyla ilgili olarak "Şah damarımız kesildi." şeklinde değerlendirmede bulunduğunu, bayrakla ilgili bir sohbet sırasında bayrağın bir bez parçası olduğunu ve abartılmaması gerektiğini söylediğini bildirmişlerdir. Isparta Ağır Ceza Mahkemesi 3/3/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve başvurucu hakkındaki yargılama, Mahkemenin E.2017/113 sayılı dosyası üzerinden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 24/5/2017 tarihinde başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verdiği, başvurucunun bu karara 30/5/2017 tarihinde itiraz ettiği, Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 5/6/2017 tarihinde itirazın reddine karar verdiği görülmektedir. Başvurucu 19/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Isparta Ağır Ceza Mahkemesi 8/1/2018 tarihinde başvurucunun örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve tahliyesine karar vermiştir. Mahkûmiyete esas alınan olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının olduğu gerekçesiyle Isparta İl Müftülüğü tarafından görevinden uzaklaştırılması ve 672 sayılı KHK ile meslekten ihraç edilmesi,ii. Bank Asyada 2012 yılından itibaren hesabının bulunması, hesabında 2013 yılı Aralık ayında 719,00 TL bakiyesi varken örgüt elebaşının ilk talimat tarihi olan 2014 yılı Ocak ve Ağustos ayında bakiyesinin 031,00 TL'ye çıkması, üç ay boyunca hesapta hareketlilik yokken diğer talimat tarihlerinden olan 2015 yılı Mart ayında hesaptaki paranın 881,00 TL'ye, 2015 yılı Eylül ayında 635,00 TL'ye yükselmesi ve en son 2016 yılı Temmuz ayında hesapta 0 TL bakiyenin kalması, başvurucunun örgüt çağrısı üzerine Bank Asyada para yatırma, döviz alım-satım işlemleri, virman işlemleri, katılım hesabı açma ve diğer bankacılık işlemlerini örgüt çağrısına uygun bir biçimde çokça yapması, örgütün Ocak 2014 ile Şubat ve Eylül 2015'teki çağrıları üzerine işlem yaptığının duraksamaya yer vermeyecek biçimde anlaşılması,iii. Başvurucunun çocuğunun FETÖ/PDY ile irtibatı ve iltisakı tespit edilen bir dershanede 17/25 Aralık sürecinden sonraki bir dönemde kaydının bulunması, iv. Başvurucunun kullandığı GSM hattına ilişkin HTS dökümlerinin incelenmesi sonucu hakkında FETÖ/PDY üyesi olmaktan dolayı soruşturma ve kovuşturma bulunan elli beş kişiyle 1/1/2014 tarihinden itibaren irtibatının bulunduğunun anlaşılması, bu kişilerden iki tanesinin örgütün mahrem imamı olması, yine birinin Isparta'nın köyler sorumlusu olması, bazılarının da örgüte müzahir olduğu için kapatılan kurum çalışanları olması, sanığın adına kayıtlı hat ile hakkında işlem yapılan bu kadar çok kişiyle ve çoğu örgüte müzahir olduğu için kapatılan firma çalışanlarıyla görüşmesinin olağan bulunmaması, her ne kadar bu görüşmelere ait görüşme içerikleri dosya içinde mevcut değil ise de sanığın örgütle bağlantılı kişilerle irtibatlı olduğunun yukarıda somut olgularla (dosya numaraları, mahrem imam olduklarını gösterir KOM yazısı ve KHK ile kapatılan kurum çalışanları) izah edildiği, sanığın tanımadığını savunduğu örgüt üyeleriyle (biri mahrem imam olmak üzere 4 kişi) irtibatlı olduğunun HTS dökümleriyle sabit olması, sanığın savunmalarının suçtan kurtulmaya yönelik olması nedeniyle savunmalarına itibar edilmemesi ve diğer örgüt elemanları ile irtibatlı olduğunun tespit edilmesi,v. Başvurucunun örgüt üyesi olduğunu gösterir olay ve davranışlarına dair tanık beyanları şöyledir: - Isparta il müftüsü olan tanık G.A., ifadesinde; Talha Kaya'nın FETÖ'yle öğrencilik yıllarından itibaren irtibatlı olduğunu, bu kurumlarda yöneticilik yaptığını duyduğunu, Talha Kaya'nın eşinin de bu yapıyla irtibatlı olduğunu, Talha Kaya'nın bayrağı ve diyaneti sevmediğini de duyduğunu, bundan sonra Talha Kaya'nın ve H.T.nin yerlerini değiştirdiğini, Mahkemedeki yeminli beyanlarında bu yapının paralel yapı olarak anıldığı dönemde yaptıkları tahkikatlarda Talha Kaya'nın bu yapıyla ilgili önüne gelen isimlerden olduğunu, müfettişler tarafından tahkikat yapıldığını, Bilal Habeşi Camisinin eski imamı olan -meslekten ihraç edilen- H.T. ve abisinin de bu yapıya dâhil olduklarını, camiyle ilgili kendisine gelen ifadelerde caminin bu kişiler tarafından üs olarak kullanıldığını duyduğunu, caminin FETÖ'cüler tarafından yoğun olarak kullanılmaya başlandığı duyumu üzerine idari tahkikata başladıklarını, bundan sonra sanığın görev yerinin değiştirildiğini, H.T.yi Yalvaç'a gönderdiğini, kendisi göreve başlamadan önce de sanığın bu camide sık sık vaaz verdiğini, bu camiye görevini talep üzerine yazdırmış olabileceğini ya da kendiliğinden de vaaz vermiş olabileceğini, bu durumu öğrendiğinde bir daha sanığı bu camiye görevlendirmediğini, sanığın o dönemki adıyla paralel yapı şimdi ki adıyla FETÖ/PDY örgütüyle irtibatlı olduğunun çok maruf olduğunu beyan etmiştir.-Tanık A.K.; Talha Kaya'yı tanıdığını ancak onun ailece görüştüğü biri olmadığını, 17-25 Aralık sürecinden sonraki bir tarihte İl Müftülüğünde bir cuma namazından sonra sohbet ederken Fetullah Gülen'in yaptıklarının yanlış olduğunu söylediğini hatta "Fetoş" ifadesini kullanması üzerine Talha Kaya'nın kendisine "Ağzını topla, dikkatli konuş, bir tane vururum sana, dershanelerin kapatılmasıyla zaten şahdamarımız kesildi." dediğini, aralarında geçen bu tartışmadan sonra onunla diyaloğunu kestiğini, o tarihten beridir de bu konulara dair herhangi bir konuşması olmadığını ifade etmiştir.-Tanık E.K., ifadesinde; Talha Kaya'nın çeşitli konuşmalarda paralel yapıya destek veren ifadelerde bulunduğunu, bu yapı eleştirildiğinde savunmaya geçtiğini, bu konuşmaların 17/25 Aralık sürecinden sonra olduğunu belirtmiştir.-Bir başka tanık K.A., ceza infaz kurumunda Talha Kaya ile görev yaptığını, sanığın 17/25 Aralık sürecinden sonraki konuşmalarında sürekli muhalefet ederek konuştuğunu, bu yapıyı savunur söz ve davranışlarda bulunduğunu, 15 Temmuz'dan sonra bu girişimde bulunanlara bir tepki gösterdiğine şahit olmadığını, Talha Kaya'nın kendisini herhangi bir dernek veya sendikaya davet etmediğini, örgütle birebir bağlantısının bulunup bulunmadığını bilmediğini ancak kendileri devlet adına böyle şeyler konuştuğunda Talha Kaya'nın inatla karşı tarafta durduğunu, Talha Kaya'yı örgütün düzenlediği herhangi bir iftar, yemek, toplantı vesaire bir yerde görmediğini, sadece 17-25 Aralık'tan sonra tartışmalarının olduğunu, başkasından yardım istediğini de duymadığını belirtmiştir.-Diğer tanık F.T., beyanlarında; Talha Kaya'nın evine komşularıyla birlikte kahve içmeye gittiğini, sanığın eşi F.nin Cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkında Cumhurbaşkanı'nı kastederek "Bu hırsıza mı oy vereceksiniz, ayakkabı kutuları içerisinden paralar çıktı." dediğini bir başka seferde de "Sen 500,00 TL maaş alıyorsun, bu para sana helal değil, bu paradan bana cemaat adına burs ver, ben de öğrencilere ulaştırayım." dediğini, Talha Kaya'nın evine sürekli giren çıkan birileri olduğunu, bu kişilerin cemaat sohbetleri için gelip gittiğini düşündüğünü, Talha Kaya'nın paralel yapının kuvvetli bir taraftarı olduğunu beyan ettiğini, Mahkemedeki yeminli beyanlarında Talha Kaya ile herhangi bir konuşmuşluğunun olmadığını, eşiyle gelip gitmeleri nedeniyle tanıştığını ifade etmiştir.-Sanayii Camisinin imamı olan tanık G., ifadesinde; Talha Kaya'nın bazen vaaz vermek için geldiğini, 15 Temmuz'dan sonraki bir dönemde bu kişinin o zamanki adı cemaat olan gruptan olduğunu duyduğunu, vaazlarda örgüt lehine bir davranışını görmediğini, görevini bitirdikten sonra oyalanmadığını, kendisini hiçbir yere davet etmediğini beyan etmiştir.-Tanık olarak dinlenen S.K.; 17/25 Aralık süreci öncesinde Talha Kaya'nın Bilal Habeşi Camisinde vaaz verdiğini, vaazlarında bu yapıyı över bir tavrına şahit olmadığını, sessiz sakin bir yapısı olduğunu, Mahkemedeki yeminli beyanlarında kendisinin Bilal Habeşi Camisinde müezzinlik yaptığını, 2013 yılında bu camiye atandığını, Fetullah Gülen'e ait kitapların camiye geldiğinde de camide olduğunu, bu kitapların o dönem yasak olmadığını, bir süre sonra bu kitapları kaldırdığını, sanığın FETÖ üyeliği hakkında bir bilgisinin olmadığını, Talha Kaya'nın vaazda veya vaazdan sonra örgütsel bir konuşma yapıp yapmadığını bilmediğini, namaz vakitlerinde örgüt mensuplarına vaaz verdiğini duymadığını ancak vakitler dışında gelip vaaz verdiyse onu bilemeyeceğini, paralel yapı konusunda müftü ile hiç görüşmediğini, Bilal Habeşi Camisinde beş yıldır görev yaptığını, Talha Kaya'nın camide sohbet verdiğini görmediğini, örgüt propagandası yaptığını görmediğini, namaz sonrasında veya vaaz sonrasında cemaatle görüştüğünü görmediğini ifade etmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf incelemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/28443 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tahliye taleplerinin incelenmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın hakkaniyete aykırı yürütülmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuka aykırı gözaltı ve adli kontrol tedbirleri için açılan tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) hiyerarşik yapılanmasında yer aldığı iddiasıyla ceza soruşturması başlatılmıştır. 18/7/2016 tarihinde gözaltına alınan başvurucu, üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucunun tutuklanma talebi Sulh Ceza Hâkimliği kararıyla reddedilmiş ve İstanbul ilini terk etmeme şeklinde adli kontrol altına alınarak 20/7/2016 tarihinde serbest bırakılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan kamu davası açılmıştır. İddianameyi kabul eden İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi yargılama sonucunda 13/11/2018 tarihinde başvurucunun atılı suçu işlediğine yönelik yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle beraatine karar vermiştir. Beraat kararının istinaf edilmeden kesinleşmesi üzerine başvurucu, haksız gözaltı ve adli kontrol tedbirleri nedeniyle 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Ünye Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun beraat etmiş olması nedeniyle tazminat hakkına sahip olduğunu ifade etmiş, başvurucuya 500 TL manevi tazminat ödenmesine ve maddi tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi maddi tazminat talebinin reddi kararına ve kabul edilen manevi tazminat kararına karşı istinaf başvurusunu kesin nitelikte kararla esastan reddetmiştir. Anılan karar başvurucuya 27/9/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu ise 23/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun adli yardım talebinin kabulü ile bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, incelenen şikâyetler yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36051 | Başvuru, hukuka aykırı gözaltı ve adli kontrol tedbirleri için açılan tazminat davasında yetersiz tazminata hükmedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların babası olan muris aleyhine 7/9/1971 tarihinde Doğubayazıt Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası müteaddit kereler Yargıtay tarafından bozulmakla birlikte dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14832 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2/10/2005 tarihinde gözaltına alınmış, hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek, kamu malına yakarak zarar vermek suçlarından kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) 6/5/2010 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine dava dosyası, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin kapatılmış olması nedeniyle 7/3/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Mahkemenin 3/2/2015 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12195 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, dava dosyası kapsamında verilen birleştirme kararı sonrasında tanıkların dinlenmediğini ve yargılamasının makul olmayan bir sürede sonuçlandığını ileri sürerek Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 4/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/3/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 20/5/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 21/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 18/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 22/7/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 7/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun, 1998-1999 yıllarında Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne bağlı sosyal güvencesi olan bazı kişiler adına sağlık karnelerini kullanarak, hak sahiplerinin bilgisi dışında sahte reçeteler düzenlediği ve izinli olduğu dönemde resmi reçete tanzim ettiği gerekçesiyle 15/8/2000 tarihinde Emekli Sandığı müfettişi tarafından ön inceleme raporu düzenlenmiştir. Emekli Sandığı müfettişi tarafından hazırlanan 15/8/2000 tarihli ön inceleme raporu üzerine görevlendirilen Sağlık Bakanlığı Müfettişince başvurucunun iddia edilen eylemleri gerçekleştirdiği yönünde bulgu olmadığı yönünde rapor hazırlanmıştır. Ayaş Kaymakamlığınca, 5/10/2000 tarihinde, başvurucu hakkında Sağlık Bakanlığı Müfettişinin raporu doğrultusunda soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Ayaş Kaymakamlığının soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı, itiraz üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesinin 30/10/2000 tarihli kararı ile kaldırılmış ve dosya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başvurucu hakkında, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde 2001/83 Esas sayılı dosya ile dava açılmıştır. Başvurucu hakkındaki dava, “Emekli Sandığına bağlı olarak sağlık yardımından yararlanan hak sahiplerinin bilgileri dışında sağlık karnelerini kullanarak ilaç için reçete düzenleyerek bedellerini Emekli Sandığına ödettirme” iddiasıyla başvurucunun eşinin yargılandığı Ankara Ağır Ceza Mahkemesindeki E.2001/53 sayılı dosya ile birleştirilmiştir. Birleştirme kararı öncesinde, başvurucunun suçlanmasına esas olan tanık ifadeleri tutanağa bağlanmış, ancak başvurucuya tanıklara soru sorma ve savunma yapma hakkı tanınmamıştır. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 1/2/2002 tarih ve E.2001/53, K.2002/20 sayılı kararıyla başvurucunun 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesi gereğince görevi kötüye kullanmak suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine karar vermiştir. Başvurucu hakkında verilen hüküm, temyiz incelemesi aşamasında Yargıtay Ceza Dairesinin 8/12/2005 tarih ve E.2003/12837, K.2005/11624 sayılı kararı ile bozulmuştur. Bozma kararında başvurucu üzerine atılı suçun vasfı “belgede sahtecilik ve dolandırıcılık” olarak değiştirilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, 28/9/2006 tarih ve E.2006/95, K.2006/354 sayılı kararı ile Yargıtay Ceza Dairesinin bozma kararına uyarak başvurucu hakkında “kamu kurumunu dolandırmak” ve “memurun sahteciliği” suçundan hüküm tesis etmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 28/9/2006 tarihli kararına göre başvurucunun 2 yıl 14 ay 10 gün hapis ve 38,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve 647 sayılı Kanun’un maddesine göre cezanın ertelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay Ceza Dairesinin 15/10/2012 tarih ve E.2009/3626, K.2012/17298 sayılı ilamı ile onanmıştır. Onama kararı başvurucu tarafından UYAP üzerinden 6/12/2012 tarihinde öğrenilmiş, 4/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Yukarıdaki maddede belirtilen dolandırıcılık suçu;… Kamu kurum ve kuruluşlarının veya kamu yararına çalışan hayır kurumlarının zararına olarak,…İşlenirse, faile iki yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve sağladığı haksız menfaatin iki misli kadar ağır para cezası verilir.Suçun işlenmesinde yukarıda yazılı hallerden iki veya daha fazlası birleşirse hapis cezasının asgari haddi üç yıl ağır hapistir.” 765 sayılı Mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bir memur memuriyetini icrada tamamen veya kısmen sahte bir varaka tanzim eder veya hakiki bir varakayı tağyir ve tahrif eyler ve bundan dolayı umumi ve hususi bir mazarrat tevellüt edebilirse üç seneden on seneye kadar ağır hapis cezasına mahküm olur. Eğer işbu varaka sahteliği ispat edilmedikçe muteber olan evrak kabilinden ise ağır hapis cezası beş seneden on iki seneye kadar verilir.” 765 sayılı Mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Kanunda yazılı hallerden başka her ne suretle olursa olsun vazifesini suiistimal eden memur derecesine göre üç aydan üç seneye kadar hapis olunur. Cezayı tahfif edecek sebeplerin vücudu halinde bir aydan az olmamak üzere hapis ve otuz liradan yüz liraya kadar ağır cezayı nakdi ile cezalandırılır ve her halde müebbeden veya muvakkaten memuriyetten mahrum edilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/99 | Başvurucu, dava dosyası kapsamında verilen birleştirme kararı sonrasında tanıkların dinlenmediğini ve yargılamasının makul olmayan bir sürede sonuçlandığını ileri sürerek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 1 |
Başvuru, mutat meskeni yurt dışında bulunan müşterek çocukların yurt dışında mukim olan başvurucuya iade edilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu ile eşi 2011 yılında Türkiye'de evlenmiş ve İsviçre'ye yerleşmiştir. Bu evlilikten 2012 yılında , 2017 yılında ise P. isimli çocukları dünyaya gelmiştir. Başvurucunun eşi çocuklarla birlikte 2/7/2017 tarihinde Türkiye'ye gelmiş ve 8/8/2017 tarihinde Türkiye'de boşanma davası açmıştır. 10/1/2018 tarihinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinde (Mahkeme) çocukların mutat meskene iadesi konulu dava açılmış ve başvurucu bu davaya müdahil olmuştur. Başsavcılıkça hazırlanan davanamede; müşterek çocukların başvurucunun eşi tarafından tatil amaçlı Türkiye'ye getirildiği, kararlaştırıldığı hâlde çocukların mutat meskeni olan İsviçre'ye dönmelerinin sağlanmadığı belirtilerek çocukların mutat meskenlerinin bulunduğu İsviçre devletine iade için başvurucuya teslim edilip edilmeyeceğine karar verilmesi kamu adına dava ve talep edilmiştir. Mahkemece görevlendirilen uzman psikolog tarafından 13/6/2019 tarihli sosyal inceleme raporu düzenlenmiştir. Raporda, başvurucunun eşi ve müşterek çocuklarla randevu talep etmemeleri sebebiyle görüşülemediği, bu görüşmenin gerçekleşmiş olması durumunda dahi çocukların yaşları, gelişim dönemleri nedeniyle kaçırılıp kaçırılmadıklarına ilişkin bir soru yöneltilemeyeceği ve uzmanlık alanı dışında olması sebebiyle konuya ilişkin değerlendirme yapılamayacağı ifade edilmiştir. Başvurucunun eşi tarafından bu rapora itiraz edilmiştir. İtiraz dilekçesinin ekinde boşanma davasının görüldüğü İstanbul Anadolu Aile Mahkemesinin 2018/891 E. sayılı dosyasında bulunan 27/2/2019 tarihli Psikososyal İnceleme ve Değerlendirme Raporu sunulmuştur. Anılan raporda müşterek çocukların rapor tarihi itibarıyla yaklaşık bir buçuk yıldır anne ile birlikte yaşadıkları belirtilmiştir. Ayrıca müşterek çocukların her iki ebeveynle kurdukları bağın iyi olduğu ve çocukların yaşları gereği anne sevgisine ve ilgisine ihtiyaç duydukları vurgulanmıştır. Bununla birlikte yurt dışında yaşayan başvurucunun da şahsi ilişki günlerinde çocuklarını görmek için geldiği ifade edilmiştir. Öte yandan müşterek çocuk P.nin anne sütü almadığı, çocuğun gece anneden ayrılmasında bir sakınca olmadığı, bu nedenle başvurucu ile P. arasında kurulan ilişkinin de yatılı olarak düzenlenebileceği kanaati bildirilmiştir. Mahkeme 4/12/2019 tarihli kararıyla davanın kabulüne ve müşterek çocukların başvurucuya verilmek suretiyle mutat meskene iadesine karar vermiştir. Kararda, başvurucunun eşinin hamilelik döneminde sigara ve alkol tüketiminin fazla olduğu, çocukların beslenmesine gerekli özeni göstermediği, müşterek çocuklardan nin yemeklerden sadece makarnayı bildiği, küçükleri çoğunlukla hazır gıdalarla beslediği, 5,5 yaşındaki ye tuvalet alışkanlığının kazandırılmadığı, çocukta konuşma bozukluğunun olduğu hususları vurgulanmıştır. Bu karara karşı başvurucunun eşi tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. İstinaf dilekçesinde; çocukların mutat meskenin Türkiye olduğu, çocuk kaçırma veya alıkoyma gibi bir durumun söz konusu olmadığı, evliliğin ilk yedi ayının Türkiye'de geçtiği sonrasında ise devam eden evliliğin yarısından fazlasının yine Türkiye'de geçtiği belirtilmiştir. Ayrıca İsviçre Arbon Bölge Mahkemesi tarafından da çocukların mutat meskeninin İsviçre değil, Türkiye olduğuna karar verildiği ifade edilmiştir. Başvurucu ise cevaben ailenin resmî ikametgâhının İsviçre olduğunu, müşterek çocukların, izni olmaksızın haksız şekilde Türkiye'de alıkonulduğunu belirtmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Daire) 3/3/2020 tarihli kararıyla mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar vermiştir. Herhangi bir bilirkişi ya da uzman raporuna atıf yapılmayan kararın gerekçesinde; çocukların anneleri tarafından mutat meskeni olan İsviçre'den Türkiye'ye getirildikleri, yaşlarının küçüklüğü nedeniyle anne bakım ve şefkatine muhtaç oldukları, çocuğun üstün yararı gözetildiğinde annelerinin yanından ayrılarak geri dönmelerinin çocukların fiziki ve psikolojik gelişimlerini olumsuz etkileyeceği hususlarına yer verilmiştir. Bu kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 24/9/2020 tarihinde Daire kararının dayandığı delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmediğini belirterek usul ve Kanun'a uygun olan Daire kararının onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 17/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 10/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucu ve eşi ile ilgili yürütülen boşanma davasında İstanbul Anadolu Aile Mahkemesi 1/4/2021 tarihli kararla tarafların boşanmalarına ve müşterek çocukların velayetinin başvurucunun eşine verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde boşanmaya sebebiyet veren olaylarda her iki tarafın da kusurlu olduğu, baskı ve zorlamalar ile evlilik birliğinin çekilmez hâle gelmesine sebebiyet verdikleri, taraflar arasında şiddetli tartışmalar olduğu, evlilik birliğinin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmedikleri, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, evliliğin devamında toplum ve aile yönünden bir yarar kalmadığı belirtilmiştir. Velayet konusunda ise müşterek çocukların yaşları, anne sevgisi ve şefkatine ihtiyaçları, eğitim ve sağlık yönünden yararları gözönüne alınarak velayetin anneye verildiği ifade edilmiş aynı zamanda başvurucuyla çocuklar arasında da kişisel ilişki düzenlenmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/35621 | Başvuru, mutat meskeni yurt dışında bulunan müşterek çocukların yurt dışında mukim olan başvurucuya iade edilmemesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 9/2/2004 tarihinde bazı fizyolojik şikâyetlerle Kocaeli Devlet Hastanesine (Hastane) başvurmuştur. Üroloji uzmanınca yapılan muayene neticesinde başvurucuya "sol spermatosel+sol inguinal herni" teşhisi konularak başvurucunun tedavisi için ameliyat olmasına karar verilmiş ve başvurucu 13/2/2004 tarihinde ameliyat edilmiştir. Başvurucu, ameliyat tarihinden yaklaşık bir yıl sonra 10/5/2005 tarihli bir dilekçe ile Sağlık Bakanlığına (İdare) başvurarak Hastanede yapılan ameliyat sonrasında idrarını yapamadığını, genital bölgesinde uyuşukluk ve duyarsızlık meydana geldiğini belirterek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. İdare 24/6/2005 tarihli cevabi yazısı ile uygulanan yöntem ve tatbik usullerinin tıbbi kurallar çerçevesinde yapıldığı, buna rağmen başvurucuda spinal anestezi komplikasyonu geliştiği ve oluşan komplikasyonların söz konusu vakada sıklıkla karşılaşılan bir durum olduğu gerekçesiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu bunun üzerine Kocaeli İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde 15/7/2005 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme 26/11/2008 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucuya yapılan tıbbi müdahalede, organ işlevini azaltıcı istenmeyen sonuçlar meydana gelmiş ise de bu sonucun yapılan ameliyatta hekim hatasından kaynaklanmadığı, daha önceden öngörülen kabul edilebilir risk içerisinde kaldığı, bu nedenle davalı İdareye izafe edilebilecek bir kusur bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/6/2014 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde İdarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesi için Adli Tıp Kurumu (ATK) Genel Kurulundan rapor alınarak sonucuna göre kararın verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, Danıştayın bozma kararına uymuş ve dosyayı ATK'ya göndermiştir. ATK Genel Kurulu 21/4/2016 tarihli raporunda; başvurucuya uygulanan tıbbi müdahalede spinal anestezi uygulanmasının tıp kurallarına uygun olduğunu, ameliyat bölgesi itibarıyla hangi anestezi yönteminin seçileceği yönünde hekimin takdir hakkının bulunduğunu, başvurucuda ortaya çıkan rahatsızlığın spinal anestezi uygulamasının bir komplikasyonu olduğunu ve hekim kusurunun tespit edilemediğini belirtmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/12/2017 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi de Dairenin 29/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu 7/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24873 | Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, aynı durumda bulunan profesörler 6400 ek gösterge rakamına tabi olurken askerî üniversite kurumlarından devredilen profesör için 5800 ek gösterge rakamının uygulanmasının mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 19/6/2020 tarihinde öğrendikten sonra 10/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19403 | Başvuru, aynı durumda bulunan profesörler 6400 ek gösterge rakamına tabi olurken askerî üniversite kurumlarından devredilen profesör için 5800 ek gösterge rakamının uygulanmasının mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi, esaslı iddiaların mahkeme ve Yargıtay kararlarında karşılanmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atıfta bulunarak başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İzmir Karşıyaka Belediyesine bağlı K. Karşıyaka Özel Eğitim Kültür Sanat Etkinlikleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. (işveren) yönetim kurulunun 11/1/2002 tarihli kararı ile katlı pazar yerinde satın alma sorumlusu olarak işe alınmış, 16/1/2002 tarihinde anılan işyerinde çalışmaya başlamıştır. Başvurucu 24/10/2003 tarihinde G. İş Sendikasına üye olmuş, 29/8/2007 tarihinde emekli olmuştur. Başvurucu 18/12/2007 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde (Mahkeme) açtığı davada, üyesi olduğu sendika ile davalı arasında 3 dönem Toplu İş Sözleşmesi (TİS) imzalandığını, ulusal bayram, hafta tatili ve dini bayram mesai ücretlerinin bordrolarında gösterilmediğini,2004 yılı için ücretinde artış yapılmadığını, Nisan 2005’ten geçerli olmak üzere ücretinin 750 TL’ye yükseltildiğini, bu artışın 2005 yılına dönük olduğunu, 2004 yılını da kapsayan 14 aylık dönem için geriye dönük 400 TL maaş farkı alacağının ortaya çıktığını belirterek ulusal bayram genel tatil, fazla mesai ücreti ve maaş farkı alacaklarının işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemenin 17/5/2010 tarihli kararında davalı işverenle G. İş Sendikası arasında imzalanan TİS'nin maddesinde mühendis, mimar, müdür, şef, doktor, avukat veya şirket yönetiminde görev alanlar gibi nitelikli işlerde çalışanlar ile teknik elemanlarınücretlerinin işverence belirleneceği ve bu ücretlerin sözleşme kapsamında olan sendika üyesi işçilere emsal teşkil etmeyeceğinin düzenlendiği, sendika üyesi olmasına rağmen kapsam dışında bırakılan işçilerin TİS'ten faydalanamayacağı, kapsam dışı olanların iş ilişkisinin iş sözleşmesi ve Kanun hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, TİS kapsamına kimlerin gireceği hususunun TİS'e taraf olanların takdir ve yetkisinde olduğu, kapsam dışı olan personele TİS'teki bazı haklar tanınmış olsa da bunun ücret zammı ve diğer tüm hakların verilmesi sonucunu doğurmayacağı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/5/1985 ve 25/11/1997 tarihli kararlarında bu hususlara işaret edildiği, başvurucunun işyerinde ziraat mühendisi ve idari personel olarak çalıştırıldığı, TİS hükümlerinden yararlanamayacağı, bu açıdan ücret alacağı farkı talebinin yerinde olmadığı belirtilmiştir. Yine kararda başvurucu TİS'ten faydalanamasa dahi hizmet sözleşmesi ve Kanun'a göre fazla mesai ve tatil ücretlerini talep edebileceği, ancak davacının hafta sonunda çalışıp hafta içinde bir gün tatil yaptığı ve ücret bordrolarının başvurucu tarafından imzalandığı, aynı şekilde genel tatillerde ve bayram günlerindeki çalışmalarının da bordroya yansıtılarak ödemelerin yapıldığı ve bordroların davacı tarafından imzalandığı dikkate alındığında bu taleplerin de yerinde olmadığı, fazla mesai ücreti talebi açısından tanık beyanlarına göre başvurucunun haftada toplam 12 saat fazla mesai yaptığı, karşılığının ödendiğine dair delil sunulmadığı belirtilerek fazla çalışma ücretine yönelik talebin kısmen kabulüne, diğer taleplerin reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 19/12/2012 tarihli kararında davalı vekilinin 10/2/2010 tarihli oturumda ıslah dilekçesinin tebliği üzerine açıkça ıslaha karşı zamanaşımı itirazında bulunduğunu, Mahkemece zamanaşımı itirazı değerlendirilmeden hüküm kurulmasının hatalı olduğunu belirterek hükmü bozmuştur. Bozma kararına uyan Mahkeme ıslah edilen miktara yönelik olarak zamanaşımı yönünden bilirkişiden ek rapor talep etmiş, 25/9/2013 tarihli kararında davacının 18/1/2002-31/12/2003 tarihleri arasındaki dönem bakımından fazla çalışma ücreti talebinde bulunduğunu, davanın 18/12/2007 tarihinde açıldığını, ıslahın 28/12/2009 tarihinde yapıldığını, dolayısıyla 5 yıllık zamanaşımı süresi dikkate alındığında ıslah edilen miktarın zamanaşımına uğradığını ve başvurucunun talep edebileceği fazla çalışma ücreti alacağının net 500 TL olduğunu belirterek bu miktar üzerinden davayı kabul etmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/3/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararı 7/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 2/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/8090 | Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, aleyhe nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi, esaslı iddiaların mahkeme ve Yargıtay kararlarında karşılanmaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, itirazın iptali davasında kararın gerekçesinde çelişkiye düşülmesi, hakkaniyete uygun karar verilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular ile G. Yatırımları A.Ş. (şirket) arasında 16/4/2007 tarihli sponsorluk sözleşmesi imzalanmıştır. Sözleşmenin imzalanması ile birlikte başvuruculara 000 Amerikan doları ödemede bulunulmuştur. Şirket, başvurucuların sponsorluk anlaşması hükümlerine aykırı davrandıkları gerekçesiyle avans olarak ödenen bedelin iadesi istemiyle Ankara İcra Müdürlüğünde başvurucular aleyhine icra takibi başlatmıştır. Başvurucuların itirazı üzerine icra takibi durdurulmuştur. Bu defa şirket icra takibinin devamı talebiyle Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) 14/7/2008 tarihinde başvurucular aleyhine itirazın iptali davası açmıştır. Mahkemenin 22/4/2010 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/4/2011 tarihli kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Mahkemece, “davacının icra takibi ve itirazın iptali davasını avans olarak ödenen USD' nın iadesi istemine dayandırdığından sözleşmenin ve maddelerindeki yükümlülüklerin ihlal edilip edilmediğinin tespitinin eldeki davanın konusunu oluşturmadığı, sözleşmenin imzalanması ile birlikte ödenen USD'nın sözleşmeye göre davalılardan iadesinin talep edilemeyeceği” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de; Taraflarca sponsor davacının “sosyal aktiviteler sorumluluğu projesi” adını verdiği kurumsal alt yapılandırmanın bir parçasını uygulamaya ve hayata geçirilmesi için sponsorluğu alan davalıların sözleşmenin imzalandığı 2007 tarihinden itibaren 1 yıl süreyle ve anlaşma devam ettiği takdirde müteakip 2 yıl içinde atletizm ana branşı adı altındaki ulusal ve uluslar arası yarışmalar ile bu yarışmalara hazırlık amacıyla yapacağı giderlerin karşılanmasına yönelik nakdi sponsorluk sözleşmesi imzalandığı, bu sözleşme gereğince sponsorluk bedeli olan USD'nın USD'nın sözleşme imzalandığında avans olarak davalılara ödendiği, USD'nın, Japonyada 2007 – 2007 tarihleri arasında yapılacak Dünya Atletizm yarışmaları sonunda ve bakiye USD'nın sponsor yönetiminin uygun göreceği bir tarihte ödeneceği, sözleşmenin maddesinde tarafların hakları ve mücbir sebep dışındaki yükümlülükleri, maddesinde sponsorluk iş ve işlemleri ile reklamlarda uyulacak hususların düzenlendiği ayrıca sözleşmenin taahhüdün yerine getirilmemesi başlıklı maddesinde; “a) Sponsor ve sponsorluğu alanın mücbir sebepler dışında sözleşmede belirtilen yükümlülükleri yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi halinde diğer tarafa 000,00 USD tazminat ödemeyi taahhüt eder. b) Sponsor, sponsorluğu alanın bu sözleşmenin ve maddelerinde ki yükümlülüklerini yerine getirmemesi veya aksine bir davranışta bulunması halinde bu sözleşmeden doğan sorumluluklarını dondurma ve/veya durdurma hakkına sahiptir. Bu maddeden doğan sorumlulukların dondurma ve\veya durdurma tarihinden itibaren işbu sözleşme bitimine kadar olan sürede, kalan sponsor ödemelerinin de dondurulacağını sponsorluğu alan kabul ve beyan eder” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Bu maddenin (a.) bendinde belirtilen husus, ifaya eklenen cezai şart niteliğindedir. Taraflar, sorumluluklarını mücbir sebepten dolayı ifa etmemişlerse bu cezai şartan sorumlu tutulamazlar. Davacının 2007 tarihli ihtarname ile sözleşmeyi durdurduğu ve 2007 tarihli ihtarname ile sözleşmeyi feshettiğine göre, davacının haklı nedenle sözleşmeyi feshedip etmediği yönünden, davacının sözleşmeyi feshetme nedenleri bir bütün halinde incelenip, araştırma yapılarak sonucunda şayet davacının sözleşmeyi haklı nedenle feshettiği ve sponsorluk sözleşmesi nedeniyle davalıların sponsor yararına bir faaliyetlerinin bulunmadığı anlaşıldığı takdirde davacı ödediği parayı sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri isteyebilecektir. Aksi halin kabulü davalıların sebepsiz zenginleşmesine yol açacaktır. Mahkemece, az yukarıda yapılan açıklamalar ışığında gerekli araştırmalar yapılarak hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucunda yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir..." Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 11/2/2013 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüyle Ankara İcra Müdürlüğünün E.2008/6215 sayılı takip dosyasına vaki itirazın 620 TL asıl alacak üzerinden iptaline, bu tutara takip tarihinden itibaren reeskont faizi yürütülmek suretiyle takibin devamına, fazla istemin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir: "...Davacının fesih gerekçesi olarak ileri sürdüğü hususlar 30/07/2011 tarihli fesih ihtarnamesinin atıf yaptığı 16/07/2007 tarihli 10817 sayılı ihtarnamede-Davalı S. A.'ın Japonya’daki Dünya Atletizim Şampiyonasına sakatlığı nedeniyle katılmayacağının gazetelerden öğrenilmesi, bunun doktor raporu olmadan birkaç kelime ile diğer davalı Y. K. tarafından bildirilmesi,-Almanya’ya hareket edileceği gün havaalanında davacıya haber vermeksizin Atletizm Federasyonuna ve sponsorluğa zarar verecek açıklamada bulunulması,-S. A. K.'un sakatlığına ilişkin konuda müşterek değerlendirme yapılmadan basın ve medyaya açıklamalarda bulunulması ve dönüşte NTV canlı yayınına katılınması,-Sözleşmenin imzalanmasından itibaren hiçbir sponsorluk hizmeti alınamaması,Vakıları ileri sürülerek sözleşmenin 9/1 ve maddelerine aykırı olduğu iddiasıyla sözleşmenin fesih edildiği anlaşılmaktadır.Fesih iradesi davalılar yerine vekillerine ihtar ile bildirilmiş olması geçersiz ise de tarafların iradelerinin uyuştuğu ve bozma gerekçesinde feshin gerçekleştiğinin kabul edildiği gözetilmiştir.Öncelikle davalı S. A.'ın sunduğu ve davacı tarafça itiraz edilmeyen doktor raporuna göre sakatlığı nedeniyle Japonyada’ki Dünya Atletizim Şampiyonasına katılamadığı çekişme dışı kalmıştır. Taraflar arasındaki sözleşmede anılan yarışma sözleşmenin asıl unsuru olarak görülmemiş, ödemenin bağlı kılındığı bir husus olarak kararlaştırılmıştır. Sporcu sakatlığının fesih için gerekçe olamayacağı gözetildiğinde bu hususun haklı sebep olamayacağı kabul edilmiştir.Davacının ileri sürdüğü diğer hususların hiç birisi de davalıların sözleşmeye göre yüklendikleri edimlerin ihlali anlamına da gelmemektedir. Zira sözleşmenin 6 maddesi “müsabaka öncesi ve sonrasında yapılacak olan basın toplantılarının sponsor ile koordineli yapılacağını hükme bağlamaktadır. Davacının bahsettiği havaalanındaki açıklama ve NTV canlı yayına katılma açıklanan anlamda müsabaka öncesi ve sonrası bir basın toplantısı değildir. Bu nedenle davacının fesih sebebi olarak ileri sürdükleri hususlar sözleşmedeki fesih sebeplerini oluşturmadığı kabul edilmiş, bu nedenle davacının cezai şart istemi red edilmiştir.Davacının fesihten sonra gerçekleşen olayları veya fesih gerekçesinde belirtmediği hususları ileri sürerek feshin haklı olduğunu iddia etmesi ise kabul edilmemiştir.Ancak uyulan bozma ilamındaki sebepsiz zenginleşme olgusu için fesihten sonra ki takip ve dava tarihine kadar olan zamandaki faaliyetler değerlendirildiğinde, davalıların sponsorluk sözleşmesi ile yükümlendikleri iş ve işlemleri yerine getirmedikleri, davacının hiçbir sponsorluk hizmeti alamadığı, aksine davalı S. A.'ın süreçte hakkında disiplin soruşturması bulunması nedeniyle de bu imkanın tümüyle ortadan kalktığı değerlendirilerek alınan ücretin davacıya iade edilmesi gerektiği kanısına varılarak 000,00 USD’nin takip tarihindeki kur karşılığı olan (000,00x2708=) 620,00 TL asıl alacak üzerinden itirazın iptaline karar verilmiştir.Tarafların beyanları ile uyulan bozma ilamı gereğince taraflar arasındaki sözleşmenin davalıların vekili olan Av. O. B.'a tebliğ edilen 30/07/2007 tarihli ihtarname ile fesih edildiği kabul edilse bile, davalıları temerrüde düşüren ve bizzat davalılara yapılan tebligat bulunmadığından davacının işlemiş faiz talebi kabul edilmemiştir. Her ne kadar sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iade kararı verilse bile yanlar arasındaki sözleşme nedeniyle ödenen paranın iadesi talep edildiğinden “sebepsiz zenginleşen daima temerrüd halindedir” kuralı uygulanmamıştır.Davacının talebi likit ve belirlenebilir olduğundan takip ve itiraz tarihi gözetilerek 05/07/2012 tarihli değişiklik dikkate alınmaksızın % 40 üzerinden davacı lehine inkar tazminatına hükmedilmiştir.Talep, davacının tacir oluşu ve alacağın kaynağı gözetilerek reeskont faizi yürütülmesine hükmolunmuştur." Başvurucuların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/3/2014 tarihli kararıyla hüküm oy çokluğu ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi de Dairenin 30/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 24/7/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş, 21/8/2014 yasal süre içerisinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13950 | Başvuru, itirazın iptali davasında kararın gerekçesinde çelişkiye düşülmesi, hakkaniyete uygun karar verilmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, infaz hâkimliğince yapılan incelemede başvurucunun Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi aracılığıyla duruşmaya katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 24/4/2018 ve 25/4/2018 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kişi yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/14187 numaralı başvuru dosyasının 2018/13782 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/13782 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca adil yargılanma hakkı dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun adil yargılanma hakkına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru konusu olayların geçtiği tarihte anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçundan aldığı cezanın infazı kapsamında Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucunun da aralarında bulunduğu bazı hükümlülerin İnfaz Kurumunda kalmakta oldukları odaların bahçesine kamera takılmasını protesto etmek amacıyla 29/10/2017 ve 22/11/2017 tarihlerinde eylem yaparak gazete kâğıtlarını kameralara doğru atmak suretiyle kameraların görüş alanını kapatmaya çalıştıkları ve İnfaz Kurumu güvenliğini tehlikeye uğrattıkları iddia edilmiştir. 29/10/2017 ve 22/11/2017 tarihlerinde meydana gelen olaylarla ilgili olarak başvurucunun da aralarında bulunduğu hükümlüler hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Kamera kaydı izleme ve olay tutanaklarına göre anılan tarihlerde İnfaz Kurumunun C Blok 14 numaralı odasında kalmakta olan başvurucunun suyla ıslatılmış hâldeki gazete kâğıdı parçalarını ve diğer malzemeleri bahçe kameralarına doğru attığı, bahçenin etrafındaki tellerde asılı vaziyette kâğıt parçalarının bulunduğu ve kameraların üzerine ıslak gazete kâğıtlarının yapışması nedeniyle görüş açısının kapandığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, eyleme katılan ve haklarında disiplin soruşturması başlatılan diğer hükümlüler ile birlikte ortak yazılı savunma hazırlayarak İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığına (Disiplin Kurulu) sunmuştur. Başvurucu, yazılı savunmalarda özetle odaların iç kısımları ile havalandırma alanlarını ve genel olarak ortak yaşam alanlarını 24 saat gözetleyecek şekilde kameralar monte edildiğini, insan onuruna aykırı olan bu duruma engel olmak için söz konusu kameraların görüntü almalarını engellemeye çalıştıklarını ifade etmiştir. Disiplin Kurulu 2/11/2017 ve 30/11/2017 tarihlerinde; başvurucunun kurumda korku, kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söyleme veya davranışta bulunma eylemlerinden sırasıyla 2 gün ve 4 gün hücreye koyma disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu anılan kararlara karşı Kırıkkale İnfaz Hâkimliğine (Hâkimlik) şikâyet başvurularında bulunmuştur. Hâkimliğin E.2017/1946 ve E.2017/2040 sayılı dosyalarına kaydedilen başvuruların duruşmalı olarak incelenmesine karar verilmiştir. Bu kapsamda Hâkimlik tarafından İnfaz Kurumuna müzekkere yazılarak başvurucunun duruşmaların yapılacağı tarihlerde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) odasında hazır bulundurulması ve Disiplin Kurulu kararları ile ilgili savunmasını vekâletnamesini ibraz etmesi suretiyle avukatı ile birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabileceği hususunun başvurucuya bildirilmesi istenmiştir. Anılan müzekkerenin İnfaz Kurumu idaresince başvurucuya tebliğ edilmesi üzerine başvurucu celse aralarında Hâkimliğe dilekçe göndererek SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılmak istemediğini, duruşma salonunda bizzat hazır bulunarak savunma yapmak istediğini ifade etmiştir. Disiplin Kurulunun 2/11/2017 tarihli kararına yapılan şikâyet başvurusuna ilişkin olmak üzere Hâkimliğin E.2017/1946 sayılı dosyası üzerinden görülen yargılama toplam üç celsede tamamlanmıştır. Yargılamanın 27/12/2017 tarihli ilk celsesinde SEGBİS odasında hazır bulunan başvurucu, müdafiinin mazereti nedeniyle süre talebinde bulunmuş; Hâkimlikçe talep kabul edilerek duruşma 24/1/2018 tarihine ertelenmiştir. Yargılamanın 24/1/2018 tarihli ikinci celsesinde başvurucu SEGBİS odasında hazır bulundurulmuştur. Bu celsede tutanak mümzilerinden Ö.A.nın beyanına başvurulmuştur. Ö.A. beyanında özetle başvurucunun diğer oda arkadaşları ile birlikte gazete kağıtlarını ıslatarak yapışkan hâle getirdiğini ve bunları kameralara yapıştırarak kameraların görüntü almasını engellediğini ifade etmiştir. Başvurucu, tanığın beyanlarına karşı savunmasını yapmak üzere duruşma salonunda hazır bulunmak istediğini; SEGBİS aracılığı ile savunma yapmayacağını belirtmiştir. Yargılamanın 14/2/2018 tarihli son celsesine de SEGBİS aracılığı ile katılan başvurucu; SEGBİS ortamında ifade vermeyi kabul etmediğini, duruşma salonuna gelerek huzurda ifade vermek istediğini ifade etmiştir. Hâkimlik, SEGBİS aracılığı ile duruşma yapılmasının mevzuata uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun duruşma hazır bulunma talebini reddederek yargılamaya SEGBİS üzerinden devam edilmesine karar vermiştir. Hâkimlik 14/2/2018 tarihli kararı ile "2/11/2017 tarihli disiplin cezasının kanuna uygun olduğu" gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine ve 2 günlük hücre cezasının onanmasına karar vermiştir. Başvurucu, duruşma salonunda bizzat hazır bulunarak ifade vermek istediği hâlde SEGBİS ile duruşmaya katılmaya zorlanmasının savunma hakkını ihlal ettiğini ileri sürerek karara itiraz etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 23/3/2018 tarihli kararı ile başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Öte yandan Disiplin Kurulunun 30/11/2017 tarihli kararına karşı yapılan şikâyet başvurusuna ilişkin olmak üzere Hâkimliğin E.2017/2040 sayılı dosyası üzerinden görülen yargılama tek celsede tamamlanmıştır. 7/2/2018 tarihli duruşmada SEGBİS odasında hazır bulunan başvurucu; SEGBİS aracılığı ile savunma yapmayacağını, duruşma salonunda hazır bulunmak istediğini ifade etmiştir. Hâkimlik, SEGBİS ile duruşma yapılmasının yüz yüzelik ilkesini ihlal etmediğine dair yargı kararlarının mevcut olduğunu belirterek başvurucunun duruşmada hazır bulunma talebini reddetmiştir. Bunun üzerine başvurucu SEGBİS aracılığı ile savunma yapmıştır. Başvurucu savunmasında özetle kameraların kayıt yapması nedeniyle özel hayatının kısıtlandığını, bu durumu protesto etmek amacıyla yaptığı eylem sırasında korku, kaygı veya panik yaratacak biçimde herhangi bir davranışta bulunmadığını ileri sürmüştür. Hâkimlik 7/2/2018 tarihinde, Disiplin Kurulunun 30/11/2017 tarihli kararının kaldırılmasına yönelik itirazın reddine ancak bu kararla verilen 4 günlük hücre cezasının 1 gün hücre cezası olarak onanmasına karar vermiştir. Başvurucu; duruşma salonunda bizzat hazır bulunarak ifade vermek istediği hâlde SEGBİS ile duruşmaya katılmaya zorlandığını, duruşma salonunda savunma yapma hakkının kullandırılmadığını belirterek karara itiraz etmiştir. Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinin 22/3/2018 tarihli kararıyla "itirazın reddi kararının [k]anun, [t]üzük ve [y]önetmelik hükümleri çerçevesinde [verildiği] dosya kapsamı ve mevcut delillere göre verilen kararlarda usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı" belirtilerek başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Nihai kararlar başvurucuya 28/3/2018 tarihimde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 24/4/2018 ve 25/4/2018 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk kaynakları için bkz. Emrah Yayla ([GK], B. No: 2017/38732, 6/2/2020, §§ 28-42) başvurusu hakkında verilen karar. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/13782 | Başvuru, infaz hâkimliğince yapılan incelemede başvurucunun Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi aracılığıyla duruşmaya katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutuklama, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutukluluğun devamı kararlarına karşı yapılan itirazların geç değerlendirilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecinde kamu görevlilerinin davranışları ile gözaltı ve ceza infaz kurumu koşullarının insani olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağının; aramanın hukuki olmaması, bazı basın ve yayın organlarında çıkan haberler nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; özel eşyalara haksız olarak el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; hukuka aykırı delillerin suçlamaya esas alınması, kendi seçtiği bir avukat yardımından yararlanılmaması ve dosyadaki kısıtlama kararı dolayısıyla suçlamalar hakkında yeterli bilgi sahibi olunmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl süresi 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Bakanlık verilerine göre yüz altmıştan fazla Yüksek Mahkeme (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay) üyesi hakkında tutuklama tedbiri uygulanmış, bunlardan bir kısmı sonradan tahliye edilmiştir. Soruşturma ve/veya kovuşturma mercilerince kaçak oldukları değerlendirilen yaklaşık otuz Yüksek Mahkeme üyesi hakkında ise yakalama emri çıkarılmıştır. Türk yargı organları yakın dönemde verdikleri birçok kararda FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmişlerdir. Bu kapsamda Yargıtay Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/MD-956, K.2017/370) ve -terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay Ceza Dairesi 24/4/2017 ve 14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmışlardır. FETÖ/PDY'nin (genel özelliklerine ilişkin olarak bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26) yargı kurumlarındaki örgütlenmesine ve faaliyetlerine ilişkin olarak soruşturma ve kovuşturma belgeleri ile tedbir/disiplin kararlarında yer alan, başta haklarında soruşturma yürütülen yargı mensuplarının beyanları olmak üzere maddi olgulara dayalı bulunan iddia ve tespitlerin (Selçuk Özdemir, § 22) bir kısmı şöyle özetlenebilir:i. Devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan FETÖ/PDY; amaçları doğrultusunda yetiştirdiği gençleri devlet yönetimi bakımından önemli görülen Türk Silahlı Kuvvetleri, emniyet teşkilatı ve mülki idare birimlerinin yanı sıra yargı kurumlarına da yerleşmeye teşvik etmiş ve yargıdaki kadrolaşmaya büyük önem vermiştir.ii. FETÖ/PDY; kendisine mensup olan hâkim ve savcılara sosyal hayatlarındaki tutum ve davranışlarının nasıl olacağından ibadetlerini -gizlilik içinde- nasıl yerine getireceklerine, görevlerini yaparken hangi yönde karar vereceklerinden eşlerini nasıl ve kimler arasından seçeceklerine, kendilerinin ve eşlerinin kılık kıyafetlerinden görev yeri olarak nereyi tercih edeceklerine, siyasal tercihlerinden kimlerle arkadaşlık kuracaklarına kadar yaşamlarının her alanını dizayn etmeye yönelik telkin ve talimatlarda bulunmuştur. iii. FETÖ/PDY ile bağı bulunan yargı mensupları, adaylık sürecinden itibaren mesleğin her aşamasında gizliliğe azami dikkat ederek bu yapılanmayla ilişkilerinin bilinmesine engel olmaya çalışmışlar; bunun için kendilerini farklı sosyal gruplara aitmiş gibi gösterme gayreti içinde bulunmuşlardır. Bu bağlamda FETÖ/PDY ile irtibatı olan birçok yargı mensubunun sosyal ortamlarda birbirleriyle yakın ilişki kurmadıkları, ibadetlerini gizli olarak yaptıkları, inançlarına aykırı davranışlarda bulundukları, aralarındaki iletişimde gizli haberleşme yöntemleri -ByLock ve kod adı gibi- kullandıkları belirtilmiştir. iv. Kendisine kutsallık atfetmekte olan FETÖ/PDY'nin yargı kurumlarındaki mensupları da vatan, devlet, millet, ahlak, hukuk, temel hak ve özgürlükler de dâhil olmak üzere her şeyin değer olarak yapılanmadan sonra geldiği anlayışına sahiptir. v. FETÖ/PDY ile irtibatı bulunan yargı mensupları, yapılanmaya olan sadakatlerinin derecesine göre kendi içlerinde gruplara ayrılmışlardır. Ayrıca yapılanmaya mensup hâkim ve savcılar, görev yerlerine göre örgütlenmişlerdir. Bu çerçevede her bir yargı kurumu/birimi içinde periyodik olarak toplantılar yapılmaktadır. vi. FETÖ/PDY mensupları, kendilerinden olmayan hâkim ve savcılarla ilgili edindikleri bilgileri ve bu kişilerin yapılanmaya yönelik tutum ve değerlendirmelerini öğrenerek bağlı oldukları üstlerine (abi/abla veya imam) iletmektedirler.vii. FETÖ/PDY içinde gerektiğinde -bu yapılanmanın kurucusu ve lideri olan- Fetullah Gülen ile doğrudan irtibat kurabilen ve yapılanmanın Türkiye imamına bağlı olarak hareket eden bir yargı imamı bulunmaktadır ve bu kişi yargı içinde söz sahibi olabilecek kişiler arasından seçilmektedir.viii. Yapılanmayla irtibatı olan yüksek yargı mensuplarının kurum içinde yapılan seçimlerde yapılanmadaki üstlerinden gelen talimatlar doğrultusunda oy kullandıkları belirtilmektedir.ix. Her seviyedeki yargı kurumu içinde örgütlenmiş olan FETÖ/PDY, örgütün imamlarından aldığı talimatlar uyarınca ve örgüt çıkarları doğrultusunda hareket eden binlerce yargı mensubu eliyle yargı sistemi üzerinde bir vesayet oluşturmuştur. B. Başvurucuya İlişkin Süreç Başvurucu, İstanbul İdare Mahkemesi başkanlığı görevini yaparken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından 24/2/2011 tarihinde Danıştay üyeliğine atanmıştır. Başvurucunun Danıştay üyeliği 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılıKanun'la 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu'na eklenen geçici madde kapsamında sona ermiştir. Başvurucu, HSYK'nın 24/8/2016 tarihli kararı ile meslekten ihraç edilmiştir. Başsavcılık 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsü ile ilgili olarak 16/7/2016 tarihinde, örgüte üye olduğu değerlendirilen Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyeleri hakkında cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs etme, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünü kurma, yönetme ve üye olma suçlarından E.2016/103606 sayılı soruşturmayı başlatmıştır. Bu kapsamda Ankara Sulh Ceza Mahkemesi, Savcılığın talebi üzerine 17/7/2016 tarihinde anılan suçlardan yürütülen soruşturmaya ilişkin olarak şüpheli veya müdafiinin dosyayı incelemesinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek olması nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi gereğince dosyaya erişimin kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya FETÖ/PDY ile bağlantısı olup olmadığını aydınlatmaya yönelik sorular yöneltilmiştir. Bu kapsamda FETÖ/PDY'ye ait evlerde, yurtlarda kalıp kalmadığı, himmet verip vermediği, Bank Asyaya para yatırıp yatırmadığı, yurt dışı gezilerine katılıp katılmadığı, Adalet Akademisi Sınav Komisyonlarında ve soru hazırlayan komisyonlarda görev alıp almadığı, darbe girişimi sonrasında görev alıp almadığı sorulmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle 17/25 Aralık soruşturmalarından sonra Fetullah Gülen'in davranışları nedeniyle toplumu bölmeye ve kamplaştırmaya çalıştığını fark ettiğini ve bu yapıyla bağlantılı olduğunu düşündüğü kişilerle ilişkisini asgari seviyede tutmaya çalıştığını, Danıştay üyeliği süresince FETÖ/PDY lehine bir şey yapmadığını, kredi kartı alması nedeniyle Bank Asyada hesabının bulunduğunu ancak bu hesaba hiçbir zaman para yatırmadığını, 17/25 Aralık'tan sonra kredi kartlarını iptal ettirdiğini, himmet adı altında kimsenin kendisinden para istemediğini, kendisinin de hiç kimseden para toplamadığını, Erzurum İdare Mahkemesinde görev yaparken Bakanlığın Stockhom İdare Mahkemesi ile Erzurum İdare Mahkemesini istinaf çalışmaları kapsamında kardeş mahkeme olarak belirlemesi nedeniyle 2008 yılında İsveç'e gittiğini, Danıştay üyeliği zamanında da Danıştayın tüm mensuplarını kıdem sırasına göre çalışma ziyaretine gönderdiğini, bu kapsamda kendisinin de 2011 yılında Paris, Strazburg, Brüksel ve Lüksemburg'a gittiğini, 2012 yılında Adalet Akademisinde yaklaşık bir yıl ders verdiğini, 15 Temmuz 2016 tarihinde mesai saatinde görev yerinde olduğunu, darbe teşebbüsünü haberlerden öğrendiğini, darbe teşebbüsünü önceden öğrenmesininve darbe sonrasında kendisine bir görev verilmesinin söz konusu olmadığını, 2014 yılında yapılan HSYK seçimleriyle ilgiliçalışma yapmadığını ancak yaptığı nezaket ziyaretleri ile düğün törenine katılmasının bu şekilde yorumlandığını, yargı imamı oldukları belirtilen A., O.K. ve A.A.yı tanımadığını ifade ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Başsavcılık 20/7/2016 tarihinde başvurucuyu cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hakimliğince 20/7/2016 tarihinde yapılmıştır. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Başvurucu, Savcılıktaki ifadesine benzer beyanlarda bulunarak suçlamaları kabul etmemiştir. Başvurucu, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli kararıyla cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye teşebbüs ve FETÖ/PDY isimli silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Şüpheliler ... Resul Çomoğlu'nun üzerlerine atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunuişlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren dosya kapsamında somut delillerin bulunması, yakın ve somut bir tehdidin halen devam ediyor olması, Danıştay Başkanlık Kurulunun 17/7/2016 tarih 2016/27 sayılı kararı, Yargıtay Başkanlık Kurulu'nun 17/7/2016 tarih 244/A sayılı kararı ile Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunun 17/7/2016 tarihli şüpheliler hakkındaki kararları, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin bulunduğu, bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağından CMK'nın maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS maddesindeki tutuklama şartları kapsamında, isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK'nın maddeleri uyarınca şüphelilerin ... tutuklanmalarına ... [karar verildi]." Başvurucu 26/7/2016 tarihli dilekçesiyle tutuklama kararına itiraz etmiş, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 21/9/2016 tarihinde tutuklama kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle itirazı kesin olarak reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Şüpheliler ... Resul Çomoğlu'nun üzerlerine yüklenen suçun vasıf ve mahiyetine, mevcut delil durumuna, tutuklanmasını gerektiren sebeplerde değişiklik bulunmaması ve tutuklama kararından beklenen sonucun başkaca tedbire çevrilmekle giderilmesi mümkün görülmediğinden ... itirazın reddine, tutukluluk hallerinin devamına ... [karar verildi]." Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 5/12/2016 tarihinde resen yaptığı inceleme sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu müdafinin 5/1/2017 tarihli dilekçesiyle anılan karara yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 9/1/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 7/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık kamu davası açılması için 26/10/2017 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben fezleke düzenlemiştir. Savcılık fezlekede 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün arkasında FETÖ/PDY'nin olduğunu belirtmiş; bu yapılanmaya mensup oldukları, yapılanmanın emir ve talimatları doğrultusunda hareket ettikleri değerlendirilen yargı mensupları hakkında adli soruşturma yapıldığına değinmiştir. Savcılık, darbe tehlikesinin tam olarak bertaraf edilemediğine dikkat çekerek ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü hâlinin mevcut olduğu sonucuna varmıştır. Fezlekede, bu durum dikkate alınarak başvurucu hakkında genel hükümlere istinaden Başsavcılıkça 16/7/2016 tarihinde soruşturma başlatıldığı ifade edilmiş ve başvurucunun terör örgütü yöneticisi olma suçunu işlediği belirtilerek anılan suçu işlediğine dair olay ve olgulara yer verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 23/11/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. İddianamede genel hükümlere göre soruşturma başlatıldığı, başvurucuya isnat edilen suçun mütemadi suç olması nedeniyle yakalanma tarihi itibarıyla suçüstü hâlinin oluştuğu belirtilmiştir. İddianamede başvurucuya yöneltilen suçlamanın dayandığı olgular özetle şöyledir:i. Eski Danıştay üyesi olan B. şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde özetle başvurucu ile Zonguldak'ta birlikte görev yaptıklarını, başvurucunun Danıştay üyesi seçildiği dönemde FETÖ/PDY mensuplarına yakın durduğunu ve onlarla birlikte hareket ettiğini belirtmiştir.ii. Eski Danıştay üyesi olan H.E. şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde özetle başvurucunun FETÖ/PDY'ye mensup kişilerden ve Danıştay Dairesinin sorumlusu olduğunu, Daire sorumlularının üst Kurul tarafından belirlendiğini, başvurucunun da bu Kurulda yer aldığını belirtmiştir.iii. B.E. (Eski Adalet Bakanlığı Müsteşarı) ve A.Ş. (Eski Ankara İdare Mahkemesi Başkanı) başvurucunun ismini bu yapıya mensup olanlar arasında saymışlardır.iv. Başvurucunun örgütün haberleşme aracı olan Bylock programını kullandığı belirtilmiştir.v. Telefon sinyal bilgilerinin incelenmesi sonucunda yapılan analize göre başvurucu ile örgütün sivil imamı olduğu iddiasıyla hakkında soruşturma başlatılan Y.nin çok kez aynı yerde bulunduklarının tespit edildiği belirtilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suça dayanak olan olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"...Şüpheli Resul Çamoğlu'nun, tanık beyanları, Bylock tespit tutanağı ile tüm dosya kapsamından, örgütün Danıştay hücresi içerisinde yer aldığı, yüksek yargı üyesi olarak seçilmeden önce de örgütün sohbet adı altındaki toplantılarına iştirak ettiği, terör örgütü mensuplarının 2010 yılında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda çoğunluğu ele geçirmelerini müteakiben, örgüt liderinin talimatı ile örgüt üyelerinin kendi aralarında yaptıkları toplantılar sonucunda Danıştay üyeliğine seçilmesine karar verilen isimlerden olduğu, üye seçildikten sonra yargı kanadında yer almaktan hakkında soruşturma ve yargılama devam eden örgüt mensupları ile birlikte hareket ettiği, örgüt talimatlarının aktarıldığı grup içerisinde bulunup, grup sorumlusu olarak görev aldığı, örgütün sivil ve yargı kanadında yer almaktan hakkında soruşturma ve yargılama devam eden mensupları ile irtibatlı olup birlikte hareket ettiği örgütün amaçları doğrultusunda süreklilik ve çeşitlilik arz eden faaliyetlerde bulunmak suretiyle yapı ile organik bağ içerisinde bulunduğu, münhasıran örgütün kullandığı internet tabanlı ve kriptolu haberleşme programı olan 'By Lock' denilen programı kullandığı anlaşılmıştır." Yargıtay Ceza Dairesi (Mahkeme) 7/12/2017 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2017/78 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 6/2/2018 tarihinde yaptığı ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almıştır. Başvurucu savunmasında özetle görevi nedeniyle ve/veya görevi esnasında işlediği iddia olunan bir suç olması nedeniyle dosyanın -görevsizlik kararı verilerek- yargılamaya yetkili ve görevli Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi gerektiğini, ayrıca suçüstü hâlinin şartlarının oluşmadığını, bu nedenle özel soruşturma usullerine uyulması gerektiğini, tanık beyanlarının zanna dayalı olduğunu, Bylock kullanmadığını, kaldı ki Bylock kullanmanın hiçbir yerde suç olarak tanımlanmadığını, ayrıca bu uygulamanın delil olabilmesi için suç oluşturabilecek görüşme içeriklerinin tespit edilmesi gerektiğini, kendisine sorulan ve sivil imam olduğu belirtilen kişiyi tanımadığını ve onunla bir araya gelmediğini, baz istasyonlarının kapsama alanının çok geniş olduğunu, cep telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal almasının hiçbir zaman bir araya gelmediği kişilerle sanki aynı yerde bulunmuş gibi yanlış bir değerlendirmeye neden olabileceğini, dolayısıyla HTS kayıtlarının analizi sonucunda bir kısım örgüt üyeleriyle görüştüğü sonucuna varılmasının doğru bir çıkarım olmadığını, Bank Asyaya örgüt talimatıyla para yatırmadığını, kredi kartının bulunduğunu, hiçbir zaman talimatla iş yapmadığını, dolayısıyla bazı dosyalarda örgüt lehine kararlar verilmesi için çalıştığı yönündeki iddiaların soyut beyanlardan ibaret olduğunu, kendisine yöneltilen terör örgütüne üye olma suçunun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığını ve suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. Mahkeme 4/4/2019 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Salih Sönmez (B. No: 2016/25431, 28/11/2018, §§ 33-56) başvurusuna ilişkin karar. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/8756 | Başvuru, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutuklama, tutukluluğun devamı ve itirazın reddine dair kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkimlik tarafından verilmesi, tutukluluğun devamı kararlarına karşı yapılan itirazların geç değerlendirilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı sürecinde kamu görevlilerinin davranışları ile gözaltı ve ceza infaz kurumu koşullarının insani olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağının; aramanın hukuki olmaması, bazı basın ve yayın organlarında çıkan haberler nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; özel eşyalara haksız olarak el konulması nedeniyle mülkiyet hakkının; hukuka aykırı delillerin suçlamaya esas alınması, kendi seçtiği bir avukat yardımından yararlanılmaması ve dosyadaki kısıtlama kararı dolayısıyla suçlamalar hakkında yeterli bilgi sahibi olunmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; yargılama sırasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rızasının olmadığına dair beyanından dönmesine rağmen hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Bireysel Başvuru Süreci Başvurucu hakkında Ayvalık Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından hakaret ve tehdit suçlarını işlediği iddiası ile soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık tarafından başvurucunun anılan suçtan cezalandırılması talebiyle 5/1/2018 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Ayvalık Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır. Yargılama sonucunda başvurucunun tehdit suçundan beraatine, hakaret suçundan ise ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. İstinaf edilen karar, tehdit suçu yönünden istinaf talebinin esastan reddi üzerine kesinleşmiş; hakaret suçu yönünden ise bozularak Mahkemesine gönderilmiştir. Hakaret suçuna yönelik yeniden görülen dava dört celsede bitirilmiştir. Başvurucu, 16/4/2021 tarihli talimat duruşmasında verdiği savunmada suçu işlemediğini ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) rızası olmadığını belirtmiştir. Başvurucu ve müdafiinin katılmadığı karar celsesi öncesi başvurucu müdafii Mahkemeye bir dilekçe sunmuştur. Dilekçede hem mesleki mazeret sunan hem daha önce talimat duruşmasında HAGB'ye rızasının olmadığını beyan eden başvurucunun, sonuçları tekrar hatırlatıldığında bu defa HAGB'ye rızasının olduğunu belirtmiştir. Başvurucu tarafından 10/12/2018 tarihinde verilen vekaletnamede müdafinin HAGB'yi talep etme yetkisinin olduğu anlaşılmıştır. Mahkeme 18/5/2021 tarihli kararıyla başvurucunun hakaret suçundan 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Sanığa verilen adli para cezasının, sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediği bu nedenle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilmesi için CMK'nun 231/ maddesinde öngörülen şartın oluşmadığı anlaşılmakla kanunen ve takdiren sanık hakkında verilen hüküm nedeniyle CMK 231/ Madde gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilerek..." Başvurucu, nihai hükmü 8/6/2021 tarihinde öğrendikten sonra 9/6/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; gerekçeli karar hakkı dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç Başvurucu, Mahkemenin kesin nitelikteki kararına karşı kanun yararına bozma talebinde bulunmuş; Yargıtay Ceza Dairesi (Daire) 21/2/2023 tarihli kararıyla talebin kabulüne karar vermiş ve bozmaya hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İnceleme konusu somut olayda; sanık hakkında hakaret suçundan adli para cezası verildiği, sanığın adli sicil kaydının bulunmayıp hakaret suçunun da somut zarar suçu olmadığı, sanığın 2021 tarihli duruşmadaki beyanında; hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanmasını kabul etmediğini belirttiği ancak sanık müdafisinin 2021 tarihli beyan dilekçesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kabul ettilerini belirtmesi ve vekalette bu hususta açıkça yetkisinin bulunduğunun anlaşılması karşısında; mahkemece subjektif şart da değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının uygulanmasını kabul etmediğinden bahisle hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi hukuka aykırı olup kanun yararına bozma talebi yerinde görülmüş[tür]." Daire kararı Mahkemeye gönderilmiştir. Mahkeme de 2/6/2023 tarihinde bozma kararı uyarınca dosyanın 2023/384 esasına kayden yeniden görülmesine başlamıştır. Yargılama, inceleme tarihi itibarıyla derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/34496 | Başvuru, yargılama sırasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına rızasının olmadığına dair beyanından dönmesine rağmen hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler ve Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Başvuruya konu olaylara ilişkin genel bilgiler ile olağanüstü hâl ilanı ve bu süreçte uygulanan tedbirler için bkz. B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §§ 11- B. Somut Başvuruya İlişkin Olay ve Olgular Başvurucu, İstanbul Adliyesinde zabıt kâtibi iken Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantısı bulunduğu gerekçesiyle 29/4/2017 tarihli ve 30052 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 689 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (689 sayılı KHK) kapsamında kamu görevinden ihraç edilmiştir. Başvurucu ihraç edilmesinden sonra baro levhasına kaydolmak için İstanbul Barosuna başvurmuştur. Başvurucunun İstanbul Barosu tarafından kabul edilen başvurusu Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından da uygun bulunmuştur. Söz konusu karar Bakanlık tarafından başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan yargılandığı davada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi sebebiyle avukatlığa kabul edilemeyeceği gerekçesi ile bir daha görüşülmek üzere TBB'ye gönderilmiştir. Gönderme kararı üzerine TBB tarafından Bakanlık kararına uyulmasına ve başvurucunun baro levhasına yazılma isteminin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından Bakanlık, İstanbul Barosu ve TBB aleyhine Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açılmıştır. Mahkeme 17/5/2019 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararda; avukatlık mesleğinin kamu hizmeti niteliğinde bir serbest meslek olduğu, 689 sayılı KHK gereğince kamu görevinden çıkarılan kişilerin bir daha kamu görevinde istihdam edilemeyecekleri belirtilmiştir. Kararda ayrıca 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin (a) bendinde avukatlığa kabule engel hâllerin belirtildiği, her ne kadar başvurucu hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş ise de silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yapılan yargılama sonucunda başvurucunun terör örgütü üyeliği suçunu işlediğinin sübuta ermiş olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından yapılan istinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi tarafından reddedilmiştir. Başvurucu 15/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Hakkındaki Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu hakkında silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan açılan davada, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 6/7/2018 tarihinde başvurucunun eyleminin silahlı terör örgütüne üye olma suçunu oluşturduğu gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar 19/7/2018 tarihinde kesinleşmiştir. A. İlgili Mevzuat İlgili hukuk için bkz. B., §§ 34- 1136 sayılı Kanun'un "Avukatlığa kabulde engeller" kenar başlıklı maddesininilgili kısmı şöyledir:"Aşağıda yazılı durumlardan birinin varlığı halinde, avukatlık mesleğine kabul istemi reddolunur :a) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı iki yıldan fazla süreyle hapis cezasına ya da Devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmak,..." 689 sayılı KHK'nın "Kamu personeline ilişkin tedbirler" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.(2) Birinci fıkra gereğince kamu görevinden çıkarılan kişilerin, mahkûmiyet kararı aranmaksızın rütbe ve/veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler; bunların uhdelerinde bulunan her türlü mütevelli heyet, kurul, komisyon, yönetim kurulu, denetim kurulu, tasfiye kurulu üyeliği ve sair görevleri de sona ermiş sayılır. Bunların silah ruhsatları, gemi adamlığına ilişkin belgeleri ve pilot lisansları iptal edilir ve bu kişiler oturdukları kamu konutlarından veya vakıf lojmanlarından onbeş gün içinde tahliye edilir. Bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucusu, ortağı ve çalışanı olamazlar. Bu kişiler hakkında bakanlıkları ve kurumlarınca ilgili pasaport birimine derhal bildirimde bulunulur. Bu bildirim üzerine pasaport birimlerince pasaportlar iptal edilir.(3) Birinci fıkra kapsamında kamu görevinden çıkarılanlar, varsa uhdelerinde taşımış oldukları büyükelçi, vali gibi unvanları ve müsteşar, kaymakam ve benzeri meslek adlarını ve sıfatlarını kullanamazlar ve bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamazlar." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.... (8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur...... (10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar..."B. Yargıtay İçtihadı Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun niteliğine yer verilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarihli ve E.2011/19-639, K.2012/30 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile kurulan hüküm, belli bir süre sanık hakkında hüküm ifade etmemekte, herhangi bir sonuç doğurmamaktadır. Sanık bulunduğu hal üzere bırakılmakta, aynen yargılanan kimsenin durumunda kalmakta ve yapılan yargılama geçici bir süre askıda kalmaktadır. Askı süresi boyunca, yargılanan kimsenin sanık sıfatı devam eder ise de, hiçbir şekilde bu kimse hükümlü sayılamaz." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23/10/2018 tarihli ve E.2017/4-1353, K.2018/1552 sayılı ile 31/1/2019 tarihli ve E.2017/13-681, K.2019/46 sayılı kararlarında da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuna yönelik yukarıda alıntısı yapılan kararla (bkz. § 19) aynı nitelemeye yer verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3058 | Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından babası öldürüldüğü hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/5/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 30/6/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu; babası A.T.nin 16/6/1994 tarihinde terör örgütü mensuplarınca öldürüldüğünü, bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu 5/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 27/1/2011 tarihli ve 2011/1-822 sayılı kararında terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyada yer alan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu Sason ilçesi Dikbayır köyü boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden aileler bulunduğundan ve 1990 ile 2000 yılları arasında köyde ciddi bir nüfus yaşadığından bahisle talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 5/4/2012 tarihli ve E.2011/4114, K.2012/2493 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Batman İli Sason İlçesi Dikbayır Köyü'ne aitdava dosyasında ve Mahkememizde yer alan bu köye ait E.2011/246 dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelere göre, Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 0490-18647-11/Ter.Suç.Ks sayılı Batman Valiliği'ne hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısından; Dikbayır Köyü'nün1993-2000 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 01/10/2009 tarih ve 3700-63966-09/GKK/Ks. sayılı ve eki 2009 tarihli tutanağa göre, 1987-2000 yılları arasında Dikbayır Köyü'ndeGKK veGÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri dışında köyde 15 hanenin ikamet ettiği,köy nüfusunun 1990 yılında 210, 1997 yılında 210, 2000 yılında, 278 Kişi olduğu, Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 2009 tarih ve 185 sayılı yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı,ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği, 2000 yılı sonrasında da sandık kurularak seçimlerin düzenli olarak yapıldığı, Sason İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 2006 tarihli yazısından, Dikbayır Köyü İlköğretim Okulu'nun1994-1998 yılları arasında güvenlik sebebiyle eğitim ve öğretime kapalıolduğunun ifade edildiğigörülmektedir.Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Dikbayır Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemektedir....” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 23/1/2013 tarihli ve E.2012/6721, K.2013/70 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş, aynı Dairenin 19/11/2013 tarihli ve E.2013/12368, K.2013/8696 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 18/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3348 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından babası öldürüldüğü hâlde bu durumu dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, üçüncü kişilerin gerçekleştirdiği ölüm hadisesi ile ilgili soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. OLAYLAR VE OLGULAR Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Fatmana Uçan'ın eşi, diğer başvurucuların ise babası İ.U. 24/10/2005 tarihinde saat 00 sıralarında ateşli silahla öldürülmüştür. Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olaya ilişkin resenbir soruşturma açmıştır. Yürütülen soruşturmada, ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmış; şüphelilerin ellerinde atış artığı olup olmadığı ve şüpheliye yaptırılan yer gösterme işleminde bulunan tabancanın olayda kullanılıp kullanılmadığı hususlarında Kriminal Polis Laboratuvarından uzman raporları alınmış; tanıkların bilgi ve görgüleri tespit edilmiştir. ŞüphelilerB.A. ve S.T. 25/10/2005 tarihinde tutuklanmıştır. Soruşturma sonunda S.T. ve B.A. hakkında diğer suçların yanında tasarlayarak kasten öldürme suçundan da 25/11/2005 tarihli iddianameyle kamu davası açılmıştır. İddianamede, S.T. ve B.A.nın yağma yapmak amacıyla İ.U.nun aracına bindiği, B.A.nın ateşli silahla İ.U.yu öldürdüğü ve S.T. ile B.A.nın İ.U.nun cebindeki paraları aldığı ileri sürülmüştür. Yargılama, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yapılmıştır. B.A.nın İ.U.yu tasarlayarak öldürdüğü, S.T.nin de suçun işlenmesi sırasında B.A.ya yardım ettiği kanaatine varan Mahkeme 25/5/2006 tarihinde, B.A.nın ağırlaştırılmış müebbet hapis, S.T.nin ise 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Hüküm Cumhuriyet savcısı, sanıklar müdafii ve başvurucu Fatmana Uçan vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi (Daire), 19/3/2009 tarihinde hüküm fıkrasında kanun yoluna başvuru şeklinin belirtilmediği tespitinde bulunarak katılan ve hükmü temyiz hakkı bulunan müteveffanın kardeşi E.U.ya kanun yoluna başvuru şekline ilişkin açıklama içerir davetiyenin tebliği amacıyla Mahkemeye iade edilmek üzere dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar vermiştir. Temyiz incelemesi için dosyanın yeniden gönderilmesinden sonra Daire, 5/1/2011 tarihinde sanıkların tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu Fatmana Uçan vekilinin yasal süresinden sonra yaptığı temyiz talebini reddeden Daire, 27/1/2011 tarihinde ise hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararının gerekçeleri şöyledir:i. Duruşmada nüfus kayıt örneği ile adli sicil kaydı B.A.ya, ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine ilişkin tutanak her iki sanığa okunmamıştır.ii. B.A. psikolojik rahatsızlığı olduğu yönünde iki dilekçe vermesine rağmen adı geçenin akıl sağlığı ve cezai ehliyeti hakkında Adli Tıp Kurumundan rapor aldırılmamıştır. Bozma kararına uyulması üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkeme 2/7/2013 tarihinde, bir suçun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla kasten öldürme suçunu işlediği gerekçesiyle B.A.nın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Aynı kararda Mahkeme, isnat edilen eylemi gerçekleştirdiğine dair yeterli ve kesin delil elde edilememesi nedeniyle S.T.nin beraatine hükmetmiştir. Bahse konu karar sanıklar ve başvurucular tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Daire 18/2/2015 tarihinde, B.A. hakkında kurulan hükmün onanmasına karar vermiştir. S.T. hakkında verilen beraat hükmü ise adı geçenin nitelikli öldürme suçuna asli fail olarak iştirak ettiğinin gözetilmediği, ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine ilişkin tutanağın duruşmada okunmadığı gerekçeleriyle aynı kararla bozulmuştur. Kararda, ilk hükümdeki sonuç cezanın nazara alınması gerektiğine de işaret edilmiştir. Bozma kararına uyulması üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkeme 27/5/2015 tarihinde, bir suçun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla kasten öldürme suçu nedeniyle S.T.nin 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Bahse konu karar S.T. ve başvurucular tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucular 15/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Daire 29/12/2015 tarihli kararla S.T. hakkında verilen mahkûmiyet hükmünü onamıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/12508 | Başvuru, üçüncü kişilerin gerçekleştirdiği ölüm hadisesi ile ilgili soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, uçuş tazminatından hukuka aykırı olarak kesildiği öne sürülen gelir vergisinin iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; bu konuda farklı yargısal kararlar verilmesi nedeniyle de eşitlik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Uyuşmazlık Öncesi Yaşanan Olaylar Başvurucu Türk Hava Yolları A.Ş. (THY) bünyesinde ikinci sınıf hava aracı bakım teknisyeni olarak görev yapmaktadır. Başvurucuya bu görevi nedeniyle "uçuş tazminatı" ödemesi yapılmaktadır. Başvurucu uçuş tazminatından gelir vergisi kesintisi yapılmaması ve geriye dönük olarak yapılan vergi kesintilerinin de iade edilmesi için 22/9/2005 tarihinde Maliye Bakanlığına (İdare) başvurmuştur. İdare, söz konusu talebi 19/1/2006 tarihinde reddetmiştir. Başvurucunun talebinin reddine ilişkin idari işlemin iptali istemiyle açtığı dava, İstanbul Vergi Mahkemesinin 30/6/2006 tarihli kararıyla kısmen kabul edilmiştir. Mahkeme, dava konusu işlemin iptaline ve başvuru tarihinden geriye doğru zamanaşımına uğramamış olan ve tevkifat yoluyla ödenen vergilerin davacıya ret ve iadesine karar vermiştir. Kararda 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre başvurucuya ödenen uçuş tazminatının gelir vergisinden müstesna olduğu gerekçe gösterilmiştir. Temyiz edilen karar Danıştay Dördüncü Dairesinin 18/12/2006 tarihli ilamıyla onanmıştır.B. Başvuruya Konu Uyuşmazlık ve Sonrasında Yaşanan Olaylar İstanbul Vergi Mahkemesinde Görülen İptal Davası Başvurucu bu defa önceki başvuru tarihi olan 22/9/2005 tarihinden sonraki vergi kesintilerinin iadesi için 8/10/2007 tarihinde yeniden İdareye başvuruda bulunmuştur. Ancak İdare başvurucunun bu talebini reddetmiş, bu yazı başvurucuya 16/11/2007 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu İdarenin bu işlemine karşı 4/1/2008 tarihinde İstanbul Vergi Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme, 28/4/2008 tarihli kararıyla vergi kesintilerinin iadesi istemi yönünden davanın kabulüne, faiz istemi yönünden ise davanın reddine karar vermiştir. İdare kararı temyiz etmiş, Danıştay Dördüncü Dairesi 1/2/2010 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma ilamında 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesine göre dava açma süresinin vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu hatırlatılmıştır. Somut olayda ise davaya konu idari işlemin 16/11/2007 tarihinde tebliğ edildiği, davanın da 28/12/2007 tarihinde açıldığı tespit edilmiştir. Daire, dolayısıyla kanunda öngörülen süre geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle davanın süre yönünden reddi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 30/11/2010 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 7/4/2011 tarihinde, davanın süre yönünden reddine karar vermiştir. Bu karar temyiz edilmeksizin 16/11/2011 tarihinde kesinleşmiştir. İstanbul Vergi Mahkemesinde Görülen İptal Davası Başvurucu yine 22/9/2005 ile 8/10/2007 tarihleri arasındaki dönem için yapılan vergi kesintilerinin iadesi istemiyle İdareye 20/8/2010 tarihinde düzeltme ve 22/10/2010 tarihinde şikâyet başvurularında bulunmuştur. İdare tarafından bu başvurulara bir cevap verilmeyince başvurucu 25/1/2011 tarihinde İstanbul Vergi Mahkemesinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 12/6/2012 tarihinde davanın kısmen kabulüyle vergi kesintilerinin iadesine, faiz istemi yönünden ise davanın reddine karar vermiştir. Temyiz edilen hüküm, Danıştay Dördüncü Dairesinin 12/6/2012 tarihli ilamıyla davanın kabul edilen kısmı yönünden bozulmuştur. Daire, başvurucunun daha önce aynı istemle açtığı davanın süre yönünden reddedildiğine dikkat çekmiştir. Bozma ilamında, aynı konuyla ilgili olarak yeni bir hukuki durum söz konusu olmaksızın tekrar yapılan başvurunun dava açma süresini canlandırmayacağı belirtilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi ise Dairenin 31/1/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bozma ilamına uyan Mahkeme 11/4/2013 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Karar başvurucu vekiline 27/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1068 | Başvuru, uçuş tazminatından hukuka aykırı olarak kesildiği öne sürülen gelir vergisinin iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; bu konuda farklı yargısal kararlar verilmesi nedeniyle de eşitlik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve esasının incelenmesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 22/6/2009 tarihinde Adana İş Mahkemesinde açılan işçi ve işveren ilişkilerinden kaynaklanan alacak davasında İlk Derece Mahkemesinin 3/4/2014 tarihli hükmü ile dava kısmen kabul edilmiş, temyiz incelemesi sonucu bu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/6/2014tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/17049 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör olayları nedeniyle köyün terk edilmeye mecbur kalınmasından kaynaklanan zararların tazmini için 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan taleplerin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 10/7/2014 tarihinde Adana İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/7/2005 tarihinde, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvurmuştur. 5/5/2010 tarihli ve 2010/1-4544 sayılı Zarar Tespit Komisyonu Kararında, dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Pervari ilçesi Okçular köyünün boşaltılmadığı, köyde nüfus istikrarının sürekli korunduğu, her beş yılda bir muhtarlık seçiminin yapıldığı, köyde korucuların bulunduğu ve korucular dışında vatandaşların da ikamet ettiği, idarece boşaltılan köy, mezra ya da beldenin bulunmadığı, köy okulunun 1989’dan günümüze kadar eğitime açık olduğu, kadrolu din görevlisinin bulunduğu belirtilerek talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen işlem aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, 28/12/2011 tarihli yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 23/8/2012 tarihli ve E.2012/1659, K.2012/5065 sayılı kararı ile başvurucunun ikamet ettiği köyün tamamen boşalmadığı, anılan yerleşim yerinde asgari güvenlik düzeyinin var olduğu, köy halkının bir kısmının subjektif güvenlik kaygısıyla ya da ekonomik ve sosyal sebeplerle göç ettiği, bu nedenle uğradıkları zararın idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 20/6/2013 tarihli ve E.2013/5837, K.2013/4845 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 3/4/2014 tarih ve E.2014/2044, K.2014/2412 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Tebligat belgelerine göre onama kararı 27/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvuru formunda ise onama kararının 27/6/2014 tarihinde tebliğ edildiği/öğrenildiği belirtilmektedir. Bireysel başvuru 10/7/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “15 inci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” Aynı Yönetmelik’in maddesi şöyledir: “(Değişik: 22/8/2005 – 2005/9329 K.) Başvuru sahibi, başvuru dilekçesi ile birlikte olayın meydana geliş tarzını açıklayan ve zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi Komisyona sunar. Ayrıca; Komisyon, gerekli gördüğü takdirde zararın tespit ve ölçümünde dikkate alınabilecek her türlü bilgi ve belgeyi adli, idari ve askeri mercilerden ister.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (1) numaralı fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11644 | Başvuru, terör olayları nedeniyle köyün terk edilmeye mecbur kalınmasından kaynaklanan zararların tazmini için 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan taleplerin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, disiplin cezasına karşı infaz hâkimliğine yapılan şikâyette hâkim tarafından sözlü savunma alınmadan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Türkoğlu 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak bulunmaktayken açlık grevi yapma eylemi nedeniyle hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır. Başvurucuya hakkında disiplin soruşturması başlatıldığı, üç gün içerisinde yazılı veya sözlü savunma vermesi gerektiği tebliğ edilmiştir. Başvurucu, yazılı veya sözlü bir savunma yapmamıştır. Disiplin Kurulu 24/12/2020 tarihinde, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin numaralı fıkrasının (g) bendi uyarınca başvurucunun bir ay süre ile bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu 11/1/2021 tarihinde bu karara karşı şikâyet yoluyla Kahramanmaraş İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurmuş ve dilekçesinde Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla sözlü savunma yapmak istediğini belirtmiştir. İnfaz Hâkimliği, aynı gün şikâyeti inceleyerek dosya üzerinden ret kararı vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Hükümlünün Adalet Bakanlığına yazmış olduğu 11/12/2020 tarihli dilekçesi ile 12-15 Aralık tarihleri itibariyle 5 günlük açlık grevine girdiğini belirtir dilekçesi ibraz ettiği; yine 16/12/2020 tarihi itibariyle açlık grevini sonlandırdığına dair dilekçe ibraz ettiği görülmüştür.Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, hükümlünün Adalet Bakanlığına gönderilmek üzere kurum idaresine açlık grevine girdiğine dair dilekçe ibraz ettiği ve 16/12/2020 tarihli dilekçesi ile sonlandırdığına dair tekrar dilekçe ibraz ettiği, tüm dosya kapsamından ve dilekçeleri ile eylemi sabit olduğundan itirazın reddi ile Türkoğlu 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü'nün 24/12/2020 tarih, 2020/1713 Karar sayılı kararı ile 5275 Sayılı CGTİHK'nun 40/2-g maddesi gereğince açlık grevi yapmak eyleminden bir (1) ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasının usul ve yasaya uygun olması nedeniyle itirazın reddine...'' İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı başvurucu, Kahramanmaraş Ağır Ceza Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) itirazda bulunmuştur. Ağır Ceza Mahkemesi 26/1/2021 tarihinde kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir. Başvurucu 22/2/2021 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/10449 | Başvuru, disiplin cezasına karşı infaz hâkimliğine yapılan şikâyette hâkim tarafından sözlü savunma alınmadan karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kadastro davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/6/2013 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisleri aleyhine Kartal Gezici Arazi Kadastro Hâkimliğinde açılan kadastro tespitine itiraz davası sonunda 3/10/1961 tarihli ve E.1958/982, K.1961/125 sayılı kararla dava konusu olan 1380 ve 1381 parsel numaralı taşınmazların yarı hissesinin Arif Kaptan oğlu İbrahim Ethem mirasçıları adına, yarı hissesinin Arif Kaptan oğlu Mustafa mirasçıları adlarına tespit ve tapuya tecillerine karar verilmiş; karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Bu karar başvuruculardan Münire Betül Cords’a 27/12/2011 tarihinde, İbrahim Kayhan Egeli’ye 28/2/2013 tarihinde, Taylan Egeli’ye 28/2/2013 tarihinde, Ali Hakan Öztürk’e 28/12/2011 tarihinde, Mustafa Ferdi Orhonlu’ya 29/12/2011 tarihinde, Arif Erol Orhonlu’ya 3/2/2012 tarihinde, Hacer Fikret Dedeoğlu’na 28/12/2011 tarihinde, Çiğdem Bilgi’ye 5/1/2012 tarihinde, Arif Engin Konuk’a 27/4/2012 tarihinde, Mehmet Ercan Konuk’a 27/4/2012 tarihinde, Hatice Eyyübe Süngür’e 27/4/2012 tarihinde, Gönül Güven’e 26/12/2011 tarihinde, Gülgün Temel’e 26/12/2011 tarihinde, Mutlu Toplamacıoğlu’na 29/12/2011 tarihinde, Ahmet Konuk’a 5/1/2012 tarihinde, Abdulkadir Özkan’a 4/1/2012 tarihinde, Gülnar Elbasan’a 26/12/2011 tarihinde, Güner Gülpınar’a 26/12/2011 tarihinde, Mehmet Eser Öztürk’e15/5/2013 tarihinde, Ertuğrul Konuk’a 27/4/2012 tarihinde, Nurten Ergen, Aygen Ergen, Bergen Ergen’in murisleri Ayşe Ergen’e bu karar 1961 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anılan başvurucular, Arif Kaptan oğlu İbrahim Ethem’in mirasçılarıdır. Anılan karar başvurucular Lamia VacideYemişer, Sadullah Tezcan, Şule Tezcan, Esra Çınar, Reha Tezcan, Handan Özaltın, Perihan Çakır, Nezihi Duman,Vacide Çalışkan BetigülTarkın, Zihni Raif Okur, Yusuf Burak Törün, Salih Bora Törün’e 27/4/2012 tarihinde, İsmail Hakkı Yerhan’a 29/12/2011 tarihinde, Başak Pakel’e 5/7/2012 tarihinde, Özgür Pakel’e 5/7/2012 tarihinde, Suzan Ayşen Uzun’a 26/12/2011 tarihinde, Ahmet Taylan’a 26/11/2011 tarihinde tebliğ edilmiştir. Anılan başvurucular, Arif Kaptan oğlu Mustafa’nın mirasçılarıdır. Başvurucular 27/6/2013 tarihindebireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ile 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, maddesinin birinci fıkrası ve maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi (Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun, B. No: 2012/12, 17/9/2013, §§ 16-22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4820 | Başvuru, kadastro davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ortağı bulunduğu şirkete sunduğu hizmetler dolayısıyla yüklendiği katma değer vergisi (KDV) iade alacağının gelir (stopaj) vergisi borcuna mahsup talebinin, anılan şirkete sunulan hizmetlerin KDV istisnası kapsamında olmadığı gerekçesiyle kabul edilmemesi nedeniyle mülkiyet ve çalışma hürriyeti haklarının; vergilerden asıl sorumlu olan şirketin açtığı davalar kabul edilirken kendi açtığı davaların reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin; karar düzeltme istemlerinin gerekçesiz olarak reddedilmesi, ayrıca davanın yedi yılda sonuçlanması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının; tüm bunlara bağlı olarak etkin başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/8/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 29/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, bu aşamada başvuru hakkında bir görüş bildirilmeyeceğini ifade etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir. Başvuru Konusu Olayla İlgili Genel Bilgiler Başvurucu Karadeniz Ereğli Vergi Dairesi Müdürlüğüne bağlı gerçek usulde gelir vergisi mükellefi olup gemi ve tekne inşa, kaynak ve montaj işiyle uğraşmaktadır. Başvurucu aynı zamanda İstanbul Beyoğlu Vergi Dairesi Müdürlüğüne bağlı olup Karadeniz Ereğli'de tersanecilik faaliyetinde bulunan Madenci Gemi Sanayi Limited Şirketinin (Şirket) % 50 hisseli ortağıdır. Başvurucu şahsi ticari faaliyeti kapsamında ortağı bulunduğu Şirkete gemi ve tekne inşa, kaynak ve montaj hizmeti vermektedir. Başvuru dilekçesinde ifade edildiği üzere Şirketin kurulduğu günden bu yana inşa edilen bütün gemiler yurt dışına ihraç edilmiştir. Şirket tarafından ihraç edilen her bir gemi için Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğünden yatırım teşvik belgesi alınmıştır. Şirket, ayrıca İstanbul Beyoğlu Vergi Dairesi Müdürlüğünden 25/10/1984 tarihli ve 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (a) uyarınca KDV'den muafiyet belgesi alarak noterden onaylattırdığı örneklerini hizmet satın aldığı tedarikçilere vermiştir. Şirkete hizmet tesliminde bulunan tedarikçilerden biri olan başvurucu, KDV'den muafiyet belgesine istinaden gerçekleştirdiği hizmet teslimlerinden doğan KDV'yi hizmet faturalarına yansıtmayarak kendisi yüklenmekte ve indirim konusu yapamadığı bu KDV'den doğan iade alacağını şahsi ticari işletmesindeki çalışanları için ödemesi gereken gelir vergilerinden mahsup etmektedir. Şirketin hesap ve işlemleri Gelir İdaresi Başkanlığı Gelirler Başkontrolörlüğünce incelenmiş ve 24/11/2006 tarihli vergi inceleme raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda, Şirkete yapılan mal ve hizmet teslimlerinin, 3065 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen istisna koşullarını taşımadığı ve dolayısıyla bu mal ve hizmetlerin katma değer vergisinden istisna olmadığı savunulmuştur. Raporda savunulan görüşe göre 3065 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca mal ve hizmet teslimlerinin KDV'den istisna olabilmesi için inşa edilen gemilerin Şirketin faaliyetlerinde kullanılması gerekte olup Şirketin ürettiği gemiler işletme aktifine kaydedilmeksizin ihraç edildiğinden ve Şirketin esas faaliyetinde kullanılmadığından bu hizmetler KDV'ye tabidir. Şirket hakkında yapılan vergi incelemesinin ardından Şirkete mal ve hizmet tesliminde bulunan başvurucunun şahsi ticari faaliyetlerine ilişkin 2006 yılı defter ve belgeleri de iadeye konu olan işlemler yönünden incelenmiştir. Bu kapsamda, başvurucu tarafından Şirkete sunulan inşa, kaynak ve montaj işçiliği hizmetlerinin istisna kapsamında olmadığı belirtilerek Şirket adına düzenlenen faturalara yansıtılmayarak şahsi işletmesinde çalışan işçilerden kesilen gelir vergileri için verilen muhtasar beyannameden mahsup suretiyle iade alınan 2006/Temmuz, 2006/Ağustos, 2006/Eylül, 2006/Ekim, 2006/Kasım, 2006/Aralık ve 2007/Ocak dönemlerine ilişkin vergilerin başvurucudan tahsili amacıyla ödeme emirleri düzenlenmiştir. Öte yandan, başvurucu tarafından KDV hesaplanmaksızın teslim edilen hizmetlere ilişkin KDV'den Şirketin de müteselsil sorumluluğunun bulunduğu gerekçesiyle Şirket adına da cezalı KDV tarhiyatları yapılmıştır. Şirket Adına Tarh Edilen Vergilere İlişkin Yargılama Süreci Başvurucunun sunduğu ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından yapılan araştırma sonucu elde edilen bilgi ve belgelere göre Şirket adına 2005 ve 2006 yıllarının çeşitli dönemlerine ilişkin olarak yapılan cezalı KDV tarhiyatları İstanbul Vergi Mahkemesinde dava konusu edilmiştir. Yapılan yargılama sonucunda Mahkeme, 13/5/2009 tarihli ve E.2008/3961, K.2009/1630; E.2008/3962, K.2009/1631; E.2008/3963, K.2009/1632; E.2008/3964, K.2009/1633; E.2008/3965, K.2009/1634; E.2008/3966, K.2009/1635 sayılı kararlarla davaları kabul etmiştir. Mahkeme, Mehmet Arif Madenci adlı mükellef (başvurucu) tarafından, vergi dairesince verilmiş yasal "KDV istisna" belgesine istinaden KDV hesaplamadan düzenlenen faturalara konu gemi ve tekne inşa, kaynak, montaj hizmetlerinin 3065 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde öngörülen istisna koşullarını haiz olduğu, geminin sipariş üzerine imal ve inşa edilmesinin istisnadan yararlanılmasına engel teşkil etmediği, bu nedenle Şirketin müteselsil sorumlu olmasını gerektiren bir vergiden bahsedilemeyeceği gerekçesine dayanmıştır. Mahkemenin anılan kararları Danıştay Dokuzuncu Dairesinin 21/5/2010 tarihli ve E.2009/7829, K.2010/2574; E.2009/7828, K.2010/2573; E.2009/7831, K.2010/2576; E.2009/8075, K.2010/2571; E.2009/8404, K.2010/2572 sayılı kararıyla onanmıştır. Danıştay Dokuzuncu Dairesinin bu kararlarına karşı karar düzeltme isteminde bulunulmuş ise de davacı Şirketin 6111 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanmak amacıyla başvurması ve bu kapsamda davadan vazgeçmesi nedeniyle Danıştay Dokuzuncu Dairesi, 5/7/2011 tarihli ve E.2010/9503, K.2011/5185; E.2010/9206, K.2011/5180; E.2010/9501, K.2011/5183; E.2010/9207, K.2011/5185; E.2010/9208, K.2011/5182 sayılı kararlarıyla istem hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu Adına Düzenlenen Ödeme Emirlerine İlişkin Yargılama Süreci Başvurucunun sunduğu ve ayrıca UYAP kayıtlarından yapılan araştırma sonucu elde edilen bilgi ve belgelere göre başvurucu adına 2006/Temmuz, 2006/Ağustos, 2006/Eylül, 2006/Ekim, 2006/Kasım, 2006/Aralık ve 2007/Ocak dönemlerine ilişkin gelir (stopaj) vergilerinin tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirlerine karşı Zonguldak Vergi Mahkemesinde 14/9/2007 tarihinde davalar açılmıştır. Yapılan yargılama sonucu Mahkemece 28/3/2008 tarihli ve E.2007/751, K.2008/295; E.2007/752, K.2008/296; E.2007/753, K.2008/297; E.2007/754, K.2008/298; E.2007/755, K.2008/299; E.2007/756, K.2008/300; E.2007/757, K.2008/301 sayılı kararlarla davalar kabul edilerek ödeme emirleri iptal edilmiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısımları şu şekildedir:"3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 13/ a maddesinde; faaliyetleri kısmen ya da tamamen deniz, hava ve demir yolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçların kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olan mükelleflere bu amaçla yapılan deniz, hava ve demir yolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçlarının teslimleri, bu araçlarının imal ve inşaası ile ilgili olarak yapılan teslim ve hizmetler ile bunların tadili, onarım ve bakımı şeklinde ortaya çıkan hizmetlerin vergiden müstesna olduğu, ... hükmü yer almıştır....Dava dosyasının incelenmesinden, ... davacının 2006 yılı yasal defter ve belgelerinin... incelemeye alındığı, inceleme sonucu düzenlenen ... vergi inceleme raporuyla; hizmet verilen Madenci Gemi San. Tic. Ltd. Şti.'nin inşa ettiği gemileri yurt dışı firmalardan aldığı siparişler üzerine ve kendi faaliyetiyle ilgili olmaksızın yaptırdığından dolayı, aldığı istisna belgesinin kanun maddesinde aranılan şartları baştan taşımadığı, bu nedenle katma değer vergisi istisnasından yararlandırılmasının mümkün olmadığı, ziyaa uğratılan vergi ile buna bağlı ceza ve faizlerin istisna kapsamında teslimde bulunulan Madenci Gemi San. Tic. Ltd. Şti.'nden aranması gerektiğinin önerilmesi üzerine davacının da istisnadan faydalanamayacağından bahisle mahsup talebi reddedilerek ... davacıya bildirildiği ve böylece ödenmemiş sayılan vergilerin tahsili amacıyla da davaya konu ödeme emrinin düzenlendiği anlaşılmaktadır.Olayda, uyuşmazlığın esası davacının mahsup talebinin reddedilmesinden kaynaklanmaktadır. Davacının mahsup talebi vergi inceleme raporundaki davacının mal ve hizmet tesliminde bulunduğu Madenci Gemi Ltd. Şti.'nin esas faaliyet konusunun tersane işletmeciliği olduğu, inşa ettiği gemileri kiralamak ya da işletmek üzere malik sıfatıyla inşa etmediği, satmak amacıyla inşa ettiği, gemi inşaları tamamlandığında yapmış olduğu sözleşmeler gereği siparişi veren firmaya ihraç etmekte olduğu, inşa edilen gemilerin şirket için ticari mal mahiyetinde olduğundan faaliyetinin istisna kapsamında kabul edilemeyeceği tespitlerinden hareketle davacının bu şirkete yaptığı teslim ve hizmetlerin de istisna kapsamında olmadığı kabul edilerek reddedilmişse de, yapılan teslim ve hizmetlerin gemi imal ve inşaasına yönelik olduğu açıktır.Öte yandan, yukarıda anılan 48 seri no.lu KDV Genel Tebliği hükmünde de belirtildiği üzere, kendisine teslim veya hizmetin istisna kapsamına girdiğini belirten vergi dairesi yazısı ibraz edilen mükellef başka şart aranmaksızın istisna kapsamında işlem yapacağından davacı gemi inşaa eden Madenci Gemi Sanayi Ltd. Şti.'nin ibraz ettiği istisna belgesi doğrultusunda işlem yaparak faturalarını da buna göre düzenlemiştir. Söz konusu belge resmi kurum olan Beyoğlu Vergi Dairesi Müdürlüğünden alındığına ve teslim ve hizmetlerin yapıldığı dönem itibariyle geçerli bir belge olduğuna göre davacının istisna belgesi doğrultusunda işlem yapması yerindedir. Kaldı ki, yapılan işlemin istisna için tebliğde aranılan şartları baştan taşımadığı ya da şartların daha sonra ihlal edildiğinin tespiti halinde ziyaa uğratılan vergiler kendisine istisna kapsamında teslim veya hizmet yapılan alıcıdan aranacağından, istisna belgesinin geçersizliği söz konusu ise ziyaa uğratılan vergilerin Madenci Gemi Ltd.Şti.'nden aranması gerekecektir ki inceleme raporunda da ziyaa uğratılan vergilerin Madenci Gemi Ltd.Şti.'nden aranılması önerilmiştir.Buna göre, davacı tarafından deniz taşıma aracı imaliyle ilgili olarak verilen ve kendisine ibraz edilen istisna belgesi doğrultusunda işleme tabi tutulan teslim ve hizmetlerin katma değer vergisi Kanunu 13/a maddesi kapsamda olduğu sonucuna ulaşıldığından, davacının istisna belgesine dayalı olarak düzenlediği faturalarda yüklenip indirim konusu yapmadığı katma değer vergilerinin ilgili dönem vergi borçlarına mahsubu talebinin kabul edilmemesi ve bu suretle ödenmemiş kabul edilen vergi borçlarının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrindehukuka uyarlık görülmemiştir." Anılan kararlara karşı yapılan temyiz başvurularını inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesinin 23/6/2009 tarihli ve E.2008/3262, K. 2009/2208; E.2008/3260, K. 2009/2214; E.2008/3261, K. 2009/2210; E.2008/3265, K.2009/2209; E.2008/3266, K. 2009/2213; E.2008/3263, K. 2009/2212; E.2008/3264, K. 2009/221 sayılı kararlarıyla İlk Derece Mahkemesinin söz konusu kararları bozulmuştur. Danıştayın bozma gerekçesi şu şekildedir:"3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun "Araçlar, petrol aramaları ve teşvik belgeli yatırımlarda istisna" başlıklı 13'üncü maddesinin (a) bendinde, faaliyetleri kısmen veya tamamen deniz, hava ve demir yolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçlarının kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olan mükelleflere bu amaçla yapılan deniz, hava ve demir yolu taşıma araçlarının yüzer tesis ve araçlarının teslimleri, bu araçların imal ve inşası ile ilgili olarak yapılan teslim ve hizmetler ile bunların tadili, onarımı ve bakımı şeklinde ortaya çıkan hizmetlerin katma değer vergisinden istisna tutulduğu kurala bağlanmış,..... Bu düzenlemelere göre istisna hükmünden yararlanılabilmesi, kendisine teslim ve hizmet yapılan alıcının, maddede sayılan araçları kısmen de olsa taşımacılık, kiralama ya da başka şekillerde işletmesi koşuluna bağlı kılındığından, uyuşmazlığın çözümü için davacının teslimde bulunduğu şirketin bu şartları taşıyıp taşımadığının saptanması gerekmektedir. Davacının aynı zamanda %50 paylı ortağı olduğu ve kendisine hizmet yapılan Madenci Gemi Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinin, yurt dışında mukim şirketlerle aralarındaki sözleşme uyarınca inşa ettirdiği gemileri, yapımının tamamlanmasının ardından ihraç ettiği, yasada öngörülen alanlarda kullanmak üzere şirket aktifine kaydetmediği anlaşılmıştır. Gemi inşa izninin şirket adına alınmış olması, Liman Başkanlığı nezdindeki gemi sicilindeki kaydın şirket adına yapılması; söz konusu gemilerin Maden Gemicilik Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinin mülkiyetinde olduğunu ispatlayacak kanıtlar olmayıp; geminin inşası, ihraç edilmesi ve ihracat nedeniyle katma değer vergisi istisnasından yararlanılabilmesi için yapılması zorunlu işlemler olduğundan, davacının bu yöndeki iddiası yerinde görülmemiştir. Öte yandan dava dilekçesinde; 48 seri numaralı Tebliğ gereğince, kendisine "istisna belgesinin" ibrazı halinde başka bir şart aranmaksızın işlem yapması gerektiği, bu işlemlerin vergi ziyaına yol açması halinde alıcının sorumlu tutulacağı iddia edilmiş, vergi mahkemesince de Beyoğlu Vergi Dairesi Müdürlüğünce verilen istisna belgesinin varlığına dayanılarak karar verilmiş ise de; sözü edilen belgede, bu yazının verilmesine esas olan dilekçede belirtilen hususların aksine bir durumun tespiti veya sonradan ortaya çıkması halinde vergi ziyaına yol açılacağı da belirtilmiş olup, esasen davacı hakkında önceki dönem iade talepleri üzerine yapılan incelemeyle istisna belgesi verilmesine esas olan hususların aksi tespit edilerek, haksız iade yoluyla ziyaa uğratılan vergilerin müteselsil sorumlu sıfatıyla Madenci Gemi Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinden arandığı ve söz konusu vergilerle ilgili olarak uzlaşmaya varıldığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Davacının %50 paylı ortağı olduğu şirket tarafından kendisine sunulan ve gerçek durumu yansıtmadığı taraflarca da bilinen istisna belgesinin hukuki geçerliliğini yitirmiş olması karşısında, salt belgenin varlığına dayanılarak iade yapılması ve iade edilen vergilerin sonradan şirketten istenmesi gerektiği yolundaki mahkemenin hükmüne esas aldığı gerekçesi hukuka uygun düşmemiştir. Bu durumda şirket açısından ticari emtia kapsamında olduğu anlaşılan, kiralama veya başka bir suretle gelir getirici faaliyette kullanılmayan söz konusu gemilerle ilgili olarak verilen inşa, kaynak, montaj işçiliği hizmetleri üzerinden katma değer vergisi hesaplanması gerektiğinden, vergiden istisna edilmiş işler için tanınan mahsup ve iade hakkından yararlanması mümkün olmayan davacı adına düzenlenen ödeme emrinin iptali yolundaki vergi mahkemesi kararında yasaya uygunluk görülmemiştir... " Zonguldak Vergi Mahkemesi, Danıştay Dairesinin bozma kararlarına uyarak 16/7/2010 tarihli ve E.2010/947, K.2010/908; E.2010/962, K.2010/914; E.2010/952, K.2010/913; E.2010/951, K.2010/912; E.2010/948, K.2010/909; E.2010/950, K.2010/911; E.2010/949, K.2010/910 sayılı kararıyla davaların reddine karar vermiştir. Bu kararlar Danıştay Üçüncü Dairesi nezdinde temyiz edilmiştir. Danıştay Üçüncü Dairesince, 29/11/2012 tarihli ve E.2010/5128, K.2012/4056; E.2010/5130, K.2012/4059; E.2010/5131, K.2012/4061; E.2010/5127, K.2012/4058; E.2010/5129, K.2012/4060; E.2010/5132, K.2012/4057; E.2010/5126, K.2012/4062 sayılı kararlarla anılan İlk Derece Mahkemesi kararları onanmıştır. Karar düzeltme istemleri de aynı Daire tarafından 19/12/2013 tarihli ve E.2013/5568, K.2013/6290 sayılı karar ile 18/3/2014 tarihli ve E.2013/5616, K.2014/1188; E.2013/5593, K.2014/1187; E.2013/5614, K.2014/1186; E.2013/5620, K.2014/1189; E.2013/5577, K.2014/1191; E.2013/5628, K.2014/1190 sayılı kararlarla reddedilmiştir. Zonguldak Vergi Mahkemesinin E.2007/751, E.2007/752, E.2007/754, E.2007/755, E.2007/756, E.2007/757 sayılı dosyalarıyla başlatılan yargılamalara ilişkin 18/3/2014 tarihli ve E.2013/5616, K.2014/1188; E.2013/5593, K.2014/1187; E.2013/5614, K.2014/1186; E.2013/5620, K.2014/1189; E.2013/5577, K.2014/1191; E.2013/5628, K.2014/1190 sayılı kararlar 21/7/2014 tarihinde; E.2007/753 sayılı dosyasıyla başlatılan yargılamaya ilişkin E.2013/5568, K.2013/6290 sayılı karar ise 2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili 19/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 3065 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Türkiye'de yapılan asagıdakiislemler katma deger vergisine tabidir: Ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler,...” 3065 sayılı Kanun’un maddesinin fıkrası şöyledir: “ Katma Deger Vergisinin Mükellefi:a) Mal teslimi ve hizmet ifası hallerinde bu isleri yapanlar,…” 3065 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin olay tarihindeki hâli şöyledir: "Aşağıdaki teslim ve hizmetler vergiden müstesnadır. a) Faaliyetleri kısmen veya tamamen deniz, hava ve demiryolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçların kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olan mükelleflere bu amaçla yapılan deniz, hava ve demiryolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçlarının teslimleri, bu araçların imal ve inşaası ile ilgili olarak yapılan teslim ve hizmetler ile bunların tadili, onarım ve bakımı şeklinde ortaya çıkan hizmetler," 3065 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanunun maddesiyle yapılan değişiklikten sonraki hâli şöyledir: "Aşağıdaki teslim ve hizmetler vergiden müstesnadır. a) Faaliyetleri kısmen veya tamamen deniz, hava ve demiryolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçların kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olan mükelleflere bu amaçla yapılan deniz, hava ve demiryolu taşıma araçlarının, yüzer tesis ve araçlarının teslimleri, bu araçların imal ve inşaası ile ilgili olarak yapılan teslim ve hizmetler ile bunların tadili, onarım ve bakımı şeklinde ortaya çıkan hizmetler ve faaliyetleri deniz taşıma araçları ile yüzer tesis ve araçların imal ve inşası olanlara bu araçların imal ve inşası ile ilgili olarak yapılacak teslim ve hizmetler," 3065 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: Bu Kanunun 11, 13, 14 ve 15 inci maddeleri ile 17 nci maddenin (4) numaralı fıkrasının (s) bendi uyarınca vergiden istisna edilmiş bulunan işlemlerle ilgili fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen Katma Değer Vergisi, mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanacak Katma Değer Vergisinden indirilir. Vergiye tabi işlemlerin mevcut olmaması veya hesaplanan verginin indirilecek vergiden az olması hallerinde indirilemeyen Katma Değer Vergisi, Maliye ve Gümrük Bakanlığınca, tespit edilecek esaslara göre bu işlemleri yapanlara iade olunur. 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası şu şekildedir:" Mal alım ve satımı ve hizmet ifası dolayısiyla vergi kesintisi yapmak ve vergi dairesine yatırmak zorunda olanların, bu yükümlülükleri yerine getirmemeleri halinde verginin ödenmesinden, alım satıma, taraf olanlar, hizmetten yararlananlar ve aralarında doğrudan veya hısımlık nedeniyle ya da sermaye, organizasyon veya yönetimine katılmak veya menfaat sağlamak suretiyle dolaylı olarak ilişkide bulunduğu tespit olunanlar müteselsilen sorumludurlar." 13/7/1995 tarihli ve 22342 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 48 seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği'nin "A. ARAÇLARA İLİŞKİN İSTİSNA" başlıklı bölümü şöyledir: "Katma Değer Vergisi Kanununun maddesinin 4008 sayılı Kanunla değişik (a) bendinde 4108 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile "deniz, hava ve demiryolu taşıma araçları ile yüzer tesis ve araç"ların imal ve inşası ile ilgili olarak yapılan teslim ve hizmetler de istisna kapsamına alınmıştır.Katma Değer Vergisi Kanununun 13/a maddesinin 4008 ve 4108 sayılı Kanunlarla değişik yeni şekline göre, faaliyetleri sözü edilen araçların kiralanması veya çeşitli şekillerde işletilmesi olan mükelleflere;- bu araçların teslimi,- bu araçlarla ilgili olarak verilen tadil, bakım ve onarım hizmetleri,- bu araçların imal ve inşası ile ilgili teslim ve hizmetler,istisna kapsamında yer almaktadır.Katma Değer Vergisi Kanununun maddesinin (a) bendinde düzenlenen araçlara ilişkin istisnanın uygulanmasında aşağıdaki şekilde hareket edilecektir. İstisnanın Kapsamıİstisnanın kapsamına; deniz taşıma araçları, yüzer tesisler veyüzer araçlar ile hava ve demiryolu taşıma araçları girmektedir.... İstisna Uygulanacak Mükelleflera. Araçların Teslimi İle Tadil, Bakım ve Onarım Hizmetlerinde;...b. Araçların İmal ve İnşası İle İlgili Teslim ve Hizmetlerde;Mükellefler araç imal veya inşasını kendi adlarına bizzat yapabilmekte ya da sipariş üzerine başkalarına yaptırabilmektedirler. Her iki halde de istisnadan yararlanılabilmesi için araçların imal ve inşasını bizzat veya sipariş vererek kendi adlarına gerçekleştirenlerin KDV mükellefi olması zorunludur.Sipariş üzerine araçları fiilen imal veya inşa edenler de bu işle ilgili mal ve hizmet alımlarında KDV istisnasından yararlanabilecektir.Araçların bizzat veya sipariş yoluyla imal ve inşasında istisna uygulaması aşağıdaki şekilde yürütülecektir.i) Araçları Bizzat İmal veya İnşa EdenlerAraçların bizzat imal veya inşa edilmesi halinde mükellefe bir istisna belgesi verilecek bu belgeye dayanılarak imal veya inşa işinde kullanılacak mal ve hizmetlerin alımlarında KDV ödenmeksizin işlem yapılabilecektir.ii) Araçları Sipariş Vererek İmal veya İnşa EttirenlerAraçların sipariş vererek imal ve inşa ettirilmesi halinde, siparişi verene sadece aracı fiilen imal ve inşa edenin kendisine yaptığı hizmet için geçerli olmak üzere bir istisna belgesi verilecektir. Bu belge siparişi verenin aracın imal ve inşası ile ilgili diğer mal ve hizmet alımlarında kullanılamayacaktır. Siparişi verenin, aracın imal ve inşasında kullanılacak mal ve hizmetleri kısmen veya tamamen kendisinin temin etmesi halinde, bu mal ve hizmetlerin alımlarında genel esaslara göre KDV uygulanacaktır. Siparişi veren mükellefin bu şekilde yüklendiği KDV, siparişin bitmesi beklenmeden aylık dönemler halinde kendisine nakden veya mahsuben iade edilebilecektir.Siparişi verenin ilgili dönemde yaptığı istisna kapsamındaki alımlara ilişkin iade tutarı, 93 Seri No.lu KDV Genel Tebliğinin (5) bölümündeki açıklamalar da dikkate alınmak suretiyle belirlenerek, bu döneme ait KDV beyannamesinde yer alan "İstisnalar" kulakçığının, "Diğer İade Hakkı Doğuran İşlemler" tablosunda beyan edilecektir. Tablonun "Teslim ve Hizmet Bedeli" sütununa istisnaya konu alışların KDV hariç tutarı, "İadeye Konu Olan KDV" sütununa bu alışlara ilişkin belgelerde gösterilen toplam KDV tutarı yazılacaktır.Beyannamenin usulüne uygun olarak doldurulmasından sonra "Sonuç Hesapları" kulakçığında yer alan "İade Edilmesi Gereken KDV" sütunundaki tutarın bu iade tutarına ilişkin kısmı, siparişi veren mükellefe iade edilecektir.İade talebi bir dilekçe ile yapılacak, dilekçeye;- siparişle ilgili sözleşmenin noter onaylı bir örneği (İlk iade talebi sırasında bir defa verilecektir.),- istisnaya konu harcamalara ilişkin alış belgelerinin dökümünü gösteren liste,- iade talep edilen döneme ait indirilecek KDV listesi (İstisnaya konu harcamalara ait alış belgelerine ait listede gösterilen harcamalar bu listede yer almayacaktır.),eklenecektir.iii) Araçları Sipariş Üzerine Fiilen İmal ve İnşa EdenlerSöz konusu araçları aldıkları sipariş üzerine fiilen imal ve inşa edenlerin bu işle ilgili mal ve hizmet alımlarında da istisna uygulanacaktır. Bu durumda, siparişi alarak imal ve inşa işini fiilen yapan mükellefe verilecek istisna belgesinde sipariş üzerine yapılan araç imal ve inşası ile ilgili mal ve hizmet alımlarında geçerli olduğu belirtilecektir.İmal ve inşa işini sipariş üzerine fiilen yapanlar bu işte kullanacakları mal ve hizmetleri bu belgeye dayanarak KDV uygulanmaksızın istisna kapsamında temin edebileceklerdir. Ancak istisna uygulamasında 93 Seri No.lu KDV Genel Tebliğinin (5) bölümünde belirtilen sınırın dikkate alınacağı tabiidir.Sipariş üzerine araç imal ve inşa işini yapanlara istisna kapsamında mal teslimi ve hizmet ifasında bulunanlar bu işlemler nedeniyle yüklendikleri vergileri, indirim yoluyla telafi edememeleri halinde iade olarak talep edebileceklerdir. İade talebi bir dilekçe ile yapılacak, dilekçeye;- araç imal ve inşa işini fiilen yapan mükellefin istisna belgesinin bir örneği,- istisna kapsamındaki satış faturalarının dökümünü gösteren liste,- iadenin talep edildiği döneme ilişkin indirilecek KDV listesi,- istisna kapsamına giren satışlarla ilgili yüklenilen KDV tablosu,eklenecektir.Araçları imal ve inşa edenlerin imal ve inşa bittikten sonra araçları satarken veya aktife alırken istisna uygulanıp uygulanmayacağı, yukarıdaki açıklamalara göre belirlenecektir. Ancak, imal ve inşa edilen aracın daha sonra vergi uygulanarak teslim edilmesi, imal veya inşa ile ilgili mal ve hizmet alımlarında istisna hükümlerine göre işlem yapılmasına engel değildir." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13916 | Başvuru, ortağı bulunduğu şirkete sunduğu hizmetler dolayısıyla yüklendiği katma değer vergisi KDV) iade alacağının gelir stopaj) vergisi borcuna mahsup talebinin, anılan şirkete sunulan hizmetlerin KDV istisnası kapsamında olmadığı gerekçesiyle kabul edilmemesi nedeniyle mülkiyet ve çalışma hürriyeti haklarının; vergilerden asıl sorumlu olan şirketin açtığı davalar kabul edilirken kendi açtığı davaların reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin; karar düzeltme istemlerinin gerekçesiz olarak reddedilmesi, ayrıca davanın yedi yılda sonuçlanması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının; tüm bunlara bağlı olarak etkin başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/20069 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemesince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/73235 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Hakem Kurulu kararına karşı açılan iptal davasının Hakem Kurulu kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun sonucunun beklenerek dava şartı yokluğu sebebiyle reddedilmiş olmasının iptal davasını etkisiz kılması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile T. İnşaat Ticaret Sanayi A.Ş. (yüklenici) arasında 26/4/2002 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşme imzalanmıştır. Söz konusu sözleşmenin maddesi ile tüm ihtilafları tahkimde çözümleneceği ve tahkim yerinin Zonguldak olduğu kararlaştırılmıştır. Daha sonra "Ek Sözleşme -1" başlıklı 28/1/2005 tarihli sözleşme imzalanmıştır. Bunu takiben "Protokol" başlıklı 3/7/2006 tarihli bir sözleşme daha imzalanmıştır. Sonra "Ek Sözleşme-2" başlıklı 15/11/2007 tarihli sözleşme imzalanmıştır. En son ise "Ek Sözleşme-3" başlıklı 22/1/2010 tarihli sözleşme imzalanmıştır. Yapılan bu sözleşmeler ile yüklenici başvurucunun taşınmazı üzerine inşaat yapma ve teslim etme, başvurucu da buna karşılık taşınmaz devretme borcu altına girmiştir. Yapılan inşaatın %60'ı yüklenici firmaya, %40'ı ise başvurucuya ait olacaktır. Ayrıca anılan sözleşme anahtar teslimi koşulu ile yapılmıştır. Yüklenici fazla inşaat bedeli, konut iyileştirme bedeli, başvurucunun isteği ile yapılan peyzaj ve bahçe düzenleme bedeli, iyileştirme bedeli ve ödemelerin gecikmesinden kaynaklanan fiyat farkı, yeni eklenen işler nedeniyle oluşan iyileştirme bedeli, yapı ruhsatına ilişkin masraflar, erken teslim nedeniyle oluşan kullanım bedeli ve zamanında inşaat ruhsatı alınmaması nedeniyle ödenen cezai şart bedelinin tazminine karar verilmesi istemiyle 24/5/2012 tarihinde Hakem Kuruluna (Hakem) başvuruda bulunmuştur. Başvurucu ise sözleşmenin geriye etkili feshine, yapılan ödemelerin tarafına ödenmesine, nama ifaya izin verilmesine, eksik ve ayıplı iş bedelinin tahsiline, geç tasfiye nedeniyle oluşan zararın ödenmesine ve tapu iptali ve tescil istemiyle 20/9/2012 tarihinde Hakeme, karşı başvuruda bulunmuştur. Hakemdeki süreci sırasında tapu iptali ve tescili isteminden feragat etmiştir. Hakemin 27/5/2014 tarihli kararıyla başvurucunun ve yüklenicinin taleplerinin kısmen kabulüne kısmen reddine karar verilmiştir. Kararda, kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde karara karşı iptal davası açılabileceği belirtilmiştir. Hakem kararı tasdik edilmek üzere 16/6/2014 tarihinde Zonguldak Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir. Anılan Mahkemenin 16/6/2014 tarihli kararıyla Hakem kararının aslı ve dosyanın 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca mahkemede saklanmasına karar verilmiştir. Ayrıca kararda, 6100 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca Hakem kararının tebliğinden itibaren 1 ay içinde Hakem kararına karşı iptal davası açılabileceği belirtilmiştir.A. Hakem Kararına Karşı Açılan İptal Davası Süreci Yüklenici 9/7/2014 tarihinde Hakem kararının iptali istemiyle Zonguldak Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde özetle Hakem kararının başvurucu lehine yorum için çabaladığı, iskân ruhsatı alınmamasında başvurucunun da kusurunun bulunduğu, cezai şartın başvurucuyu korumaya yönelik olarak Hakemce yanlış değerlendirildiği, ödemelerin yanlış tespit edildiği ve eksikliklerin giderilmesi gerektiği, ileriye yönelik fesih talebi bulunmamasına rağmen Hakem heyetince bu konuda karar verildiği ve ileriye yönelik fesih talebinin yanlış değerlendirildiği, masraf ve vekâlet ücreti hesaplamasının hatalı olduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından da 24/7/2014 tarihinde Hakem kararına karşı Zonguldak Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Dava dilekçesinde özetle yüklenicinin onaylı projelere uygun olarak inşaat yapmadığı, kendi tasarladığı proje ile inşaat yaptığı, taşınmaz üzerindeki ayni haklardan dolayı tahkime gidilemeyeceği, bu sebeple Hakem kararının hukuka aykırı olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme 24/12/2014 tarihli kararıyla başvurucunun açmış olduğu davanın yüklenicinin Zonguldak Asliye Hukuk Mahkemesinde açmış olduğu dava ile birleştirilmesine karar vermiştir. Zonguldak Asliye Hukuk Mahkemesi asliye ticaret mahkemesi sıfatıyla bakmış olduğu davayı dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddetmiştir. Mahkeme kararında taraflar arasındaki tahkim şartını da ihtiva eden sözleşmenin maddi hukuk işlemi olduğu, bu sebeple taraflar arasındaki uyuşmazlıkta 6100 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan Hakem kararlarına karşı sadece iptal davası açılabileceği hükmünün uygulanamayacağı ifade edilmiştir. Bu nedenle Hakem kararına karşı temyiz yolunun açık olduğu, temyiz edilen Hakem kararının Yargıtay tarafından hukuka uygun bulunduğu, tarafların temyiz yolu açık iken Hakem kararının iptali için dava açmasında hukuki yarar olmadığı belirtilmiş; asıl ve birleşen davada dava şartı yokluğu bulunmadığı sonucuna varmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/3/2018 tarihli kararıyla mahkeme kararı onanmıştır.B. Hakem Kararının Temyiz Süreci Yüklenici 30/6/2014 tarihli dilekçe ile Hakem kararını temyiz etmiştir. Dilekçede özetle Hakem kararının başvurucu lehine yorum için çabaladığı, iskân ruhsatı alınmamasında başvurucunun da kusurunun bulunduğu, cezai şartın başvurucuyu korumaya yönelik olarak Hakemce yanlış değerlendirildiği, ödemelerin yanlış tespit edildiği ve eksikliklerin giderilmesi gerektiği, ileriye fesih talebi bulunmamasına rağmen Hakem heyetince bu konuda karar verildiği ve ileriye fesih talebinin yanlış değerlendirildiği, masraf ve vekâlet ücreti hesaplamasının hatalı olduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından 31/7/2014 tarihli dilekçe ile yüklenicinin temyiz dilekçesine cevap vermek suretiyle kararı temyiz etmiştir. Anılan dilekçede Tahkim Kurulu kararına karşı sadece iptal davası açılabileceği, bu sebeple temyiz talebinin reddedilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/1/2016 tarihli kararıyla Hakem kararı onanmıştır. Kararda, tarafların sözleşmeyi imzaladığı tarihte 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlükte bulunduğu belirtildikten sonra maddi hukuk alanında yürürlüğe giren yeni kanunların eski kanuna göre geçerli olarak yapılmış olan sözleşmeleri hükümsüz hâle getirmedikleri gibi usul sözleşmelerine ilişkin yeni kanun hükümlerinin dahi eski kanun zamanında yapılmış usul sözleşmelerinin geçerliliğini etkileyemeyeceği ifade edilmiştir. Yine istisnai bir yol olan tahkimde taraf iradeleri asıl olduğu ve tarafların iradesinin de 1086 sayılı Kanun hükümlerini yansıttığı belirtilmiştir. Hakem kararında hukuka aykırı bir husus bulunmadığı ifade edilerek yüklenicinin temyiz talebi reddedilmiştir. Öte yandan başvurucunun temyiz isteminin de kararın esasına ilişkin olup 1086 sayılı Kanun kapsamında yer almaması nedeniyle reddedilmiştir. Tarafların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 28/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 16/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Kanunlar 1086 sayılı Kanun'un maddesi şu şekildedir:"İki taraf aralarındaki nizaı hal için hakem tayin edebilirler. Tahkim hususi bir mukavele ile yapılabileceği gibi herhangi bir mukaveleye bundan tahaddüs etmesi muhtemel nizaın hakemler vasıtasiyle halline dair bir şart da dercolunabilir." Aynı Kanun'un maddesi şu şekildedir:"Hakemlerin kararı ancak aşağıdaki hallerde temyizen nakzolunur:1 – Tahkim müddetinin inkızasından sonra karar verilmiş olması,2 – Talep edilmemiş bir şey hakkında karar verilmesi,3 – Hakemlerin salahiyetleri dahilinde olmıyan meseleye karar vermeleri,4 – Hakemlerin, iki tarafın iddialarından her biri hakkında karar vermemeleri,Karar son üç sebepten birine binaen temyizen nakzedilirse hakemler ve müddet yeniden intihap ve tayin olunur." Aynı Kanun'un maddesi şöyledir:"Hakemlerin verdiği karar temyiz müddeti geçince mahkeme reisi veya hakim tarafından tasdik olunur. Tasdik keyfiyeti karar zirine ve zaptı mahsusuna yazılır. Hakem kararları ancak bu suretle kabili icradır." 6100 sayılı Kanun'un "İptal davası" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hakem kararına karşı yalnızca iptal davası açılabilir. İptal davası, tahkim yeri bölge adliye mahkemesinde açılır; öncelikle ve ivedilikle görülür.....İptal davası, bir ay içinde açılabilir. Bu süre, hakem kararının veya tavzih, düzeltme ya da tamamlama kararının taraflara bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Hakem kararına karşı iptal davası açılması kararın icrasını durdurmaz. Ancak taraflardan birinin talebi üzerine hükmolunan para veya eşyanın değerini karşılayacak bir teminat gösterilmek şartı ile kararın icrası durdurulabilir....İptal davası hakkında verilen kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Temyizincelemesi, bu maddede yer alan iptal sebepleriyle sınırlı olarak, öncelikle ve ivedilikle karara bağlanır. Temyiz, kararın icrasını durdurmaz."B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/10/2015 tarihli ve E.2015/3406, K.2015/5374 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Sözleşmenin yapıldığı tarihte yürürükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nın 516 ve devamı maddelerinde bu kanuna göre verilecek hakem kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurabileceği kabul edilerek bozma sebepleri düzenlenmiştir. 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK'nın maddesinde hakem kararına karşı yanlızca iptâl davası açılabileceği hükmü getirilmiş ve iptâl sebepleri tahdidi olarak sayılmıştır. Tahkim şartını düzenleyen sözleşmenin maddesinde uyuşmazlıkların iyiniyetle çözülememesi halinde hakeme gidileceği, kabul edilmiştir. Bu düzenleme dışında tahkimle ilgili taraflar arasında yeni bir sözleşme ve ihtilâfın HMK'ya göre çözümlenmesini kabul ettiklerine dair bir anlaşmanın varlığı da ileri sürülmemiştir. Hakem kararında 6100 sayılı HMK'nın maddesinde düzenlenen derhal uygulanır kuralı gereğince aynı Kanun'un maddesinde öngörülen kanun yolu açık olmak üzere karar verildiği belirtilmiş ise de bu hakemin yorumu olup tek başına hakem kararına karşı iptâl davası açılabileceği sonucunu doğurmaz.Her ne kadar tahkim şartı ya da sözleşmesi yargılamanın devlet mahkemelerinde mi yoksa hakemde mi görüleceğine ilişkin olduğundan usul sözleşmesi niteliğinde ise de, bu sözleşmenin düzenlenmesi ve geçerliliği maddi hukuk işlemidir. Tahkim şartı ya da sözleşmesi yapılması maddi hukuk işlemi olduğundan sonradan çıkartılan yeni kanunlar, düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan kanuna göre geçerli olarak kurulan sözleşmeleri ve sözleşme hükümlerini geçersiz hale getirmez. Maddi hukuk sözleşmelerinin geçerliliklerinin yapıldığı tarihteki yasa hükümlerine tabi olduğu doktrin ve Yargıtay içtihatlarında tartışmasız kabul edilmektedir.Bu durumda tahkim şartını da ihtiva eden yanlar arasındaki sözleşmenin maddi hukuk işlemi olduğu, taraflarca uyuşmazlığın hakemde çözüleceği denilmek suretiyle, sözleşmenin yapıldığı tarihte o kanun yürürlükte ve geçerli olduğundan HUMK'ya göre çözümünü kabul ettikleri ve bu sözleşme halen geçerli ve taraflar için bağlayıcı bulunduğundan sözleşme tarihindeki maddi ve usul hukuku kurallarının uygulanması gerekir. Somut olayda 6100 sayılı HMK'nın maddesiyle getirilen hakem kararlarına karşı sadece iptâl davası açılabileceği hükmünün uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Tarafların iradesiyle uygulanmasını kabul ettikleri Türk Kanunları arasında olan HUMK'nın 516 ve devamı maddelerinde iç tahkim davası sonucu verilen hakem kararına karşı temyiz yoluna başvurulabileceği kabul edildiğinden, iptâl davasının bu sebeple reddi gerekirken belirtilen husus gözden kaçırılarak yetkisizlik kararı verilmesi doğru olmamış, bozulması uygun bulunmuştur." Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/7/2015 tarihli ve E.2015/1428, K.2015/4010 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Sözleşmenin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nın 516 ve devamı maddelerinde hakem kararlarına karşı temyiz yoluna başvurulabileceği kabul edilerek, bozma sebepleri düzenlenmiştir. 2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK'nın maddesinde ise hakem kararına karşı yalnızca iptâl davası açılabileceği hükmü getirilmiş ve iptâl sebepleri sayılmıştır. Taraflar arasındaki sözleşmenin maddesinde tarafların anlaşmazlık halinde hakeme başvurmayı kabul ettikleri belirtilmiştir. Bu düzenleme dışında tahkimle ilgili taraflar arasında yeni bir sözleşme ve ihtilâfın HMK'ye göre çözümleneceğini kabul ettiklerine dair bir anlaşmanın varlığı da ileri sürülmemiştir.Her ne kadar tahkim şartı ya da sözleşmesi yargılamanın kimin tarafından yapılacağına ilişkin olduğundan usul sözleşmesi niteliğinde ise de, bu sözleşmenin kurulması ve geçerliliği maddi hukuk işlemidir. Buna göre maddi hukuk alanında yapılan yeni kanunlar, yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan kanuna göre geçerli olarak kurulan sözleşmeleri hükümsüz hale getirmez. Maddi hukuk sözleşmelerinin yapıldıkları tarihteki kanun hükümlerine tabi olduğu doktrin ve Yargıtay İçtihatları ile kabul edilmektedir. Bu durumda tahkim şartını ihtiva eden yanlar arasındaki sözleşme maddi hukuk işlemi olup, sözleşme tarihindeki maddi ve usul hukuku kurallarının uygulanması gerektiğinden, somut olayda 6100 sayılı HMK'nın maddesinde hakem kararlarına karşı sadece iptâl davası açılabileceği hükmünün uygulama olanağı bulunmadığından mahkemece iptâl davasının bu nedenle reddi gerekirken bu husus üzerinde durulmadan işin esasına girilerek yazılı şikelde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir. " | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/15154 | Başvuru, Hakem Kurulu kararına karşı açılan iptal davasının Hakem Kurulu kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun sonucunun beklenerek dava şartı yokluğu sebebiyle reddedilmiş olmasının iptal davasını etkisiz kılması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
BAŞVURUSU(Başvuru Numarası: 2017/5839) Karar Tarihi: 10/5/2017 İKİNCİ BÖLÜM KARAR GİZLİLİK TALEBİ KABUL Başkan:Engin YILDIRIMÜyeler:Serdar ÖZGÜLDÜR Osman Alifeyyaz PAKSÜT Recep KÖMÜRCÜ Emin KUZRaportör: Serhat MAHMUTOĞLUBaşvurucu: Vekili:Av. Abdulhalim YILMAZ Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/2/2017 tarihinde tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 15/3/2017 tarihinde başvurudan feragat edilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1986 doğumlu olup Suriye vatandaşıdır. Başvurucu, 2013 yılında yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmıştır. Başvurucu, ikamet ettiği İstanbul ilinde "tercüman ve rehber" olarak çalışmaktadır. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğünün 20/1/2017 tarihli kararıyla, İstanbul Atatürk Havalimanı'nda yolcu karşılamak amacıyla bulunan başvurucunun kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, idare mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için açtığı davanın kararın uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek 9/2/2017 tarihindebireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 15/3/2017 tarihli (el yazısıyla kaleme aldığı) dilekçesiyle Lübnan'a gitmek istediğini ve bu nedenle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir. Göç İdaresi tarafından Anayasa Mahkemesine gönderilen 15/3/2017 tarihli yazıda da başvurucunun talebi doğrultusunda Lübnan'a sınır dışı edileceğinin kendisine bildirildiği anlaşılmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5839 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, belediyeden kiralanan taşınmaza ilişkin olarak Hazine tarafından başvurucu ve belediye aleyhine açılan müdahalenin meni ve yıkım istemli dava devam ederken taşınmazın yıkılmış olması sebebiyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu1958 doğumlu olup Mersin'de ikamet etmektedir.A. Başvuru Konusu Olayın Arka Planı Mersin ili Adnan Menderes Bulvarı'nda bulunan ve denizi doldurmak suretiyle elde edilen taşınmaz, yap-işlet-devret modeliyle lokanta olarak işletilmek üzere 17/5/1995 tarihinde G.T. isimli şahsa kiralanmıştır. Söz konusu işletmeye başvurucu ve Y. isimli şahıs da ortak olmuşsa da G.T. 19/9/1995 tarihinde ortaklıktan ayrılmıştır. Bunun üzerine 16/2/1996 tarihinde Mersin Büyükşehir Belediyesi (Belediye) ile başvurucu ve Y. isimli şahıs arasında bir yıllık kira sözleşmesi akdedilmiştir. Belediye tarafından 17/4/1996 tarihinde anılan işletme için yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verilmiştir. Y.nin 12/8/1996 tarihinde vefatı ve mirasçılarının da ortaklıktan ayrılmaları üzerine başvurucu 10/3/1997 tarihinde yeni bir sözleşme yapılması talebinde bulunmuştur. Talep, Belediye tarafından aynı tarihli işlem ile reddedilmiştir.B. Hazine Tarafından Belediye ve Başvurucu Aleyhine Açılan Müdahalenin Meni ve Yıkım Davası Hazine tarafından 5/6/1996 tarihinde Belediye ile Belediyeyle kira sözleşmesi akdeden başvurucu ve diğer kişiler (S.Y., E.B., A.G. ve N.T.) aleyhine hakem sıfatıyla Mersin Asliye Hukuk Mahkemesinde (hakem) müdahalenin meni ve yıkım davası açılmıştır. Hazine, dava dilekçesinde, usulüne uygun olarak denizden doldurulan alanların özel mülkiyete konu yapılamayacağını belirtmiş; 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun maddesi uyarınca sahil şeritlerinde yapılacak yapıların kıyı kenar çizgisine en az 50 metre yaklaşılarak inşa edilebileceğine dikkat çekmiş; yaklaşma mesafesi ile kıyı kenar çizgisi arasında kalan bölümün ise ancak yaya yolu, gezinti, dinlenme, seyir ve rekreaktif amaçlarla kullanılabileceğini ifade etmiş; bu hükümlere aykırı yapılan yapıların yıkılması gerektiğini savunmuştur. Hazine tarafından başvurucu aleyhine Mersin Asliye Hukuk Mahkemesinde 13/11/1996 tarihinde ayrı bir müdahalenin meni ve yıkım davası açılmıştır. Bu dava da hakem sıfatıyla Mersin Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davayla birleştirilmiş ve hakem tarafından görülmüştür. Hakem 30/12/1998 tarihli kararla başvurucunun işlettiği taşınmaz üzerinde bulunan 2329 m²lik kullanım alanı ile bu alan üzerindeki restoran, mutfak, depo ve WC alanıyla ilgili olarak Belediye ve başvurucu tarafından yapılan müdahalenin menine ve bu bölümde bulunan yapıların yıktırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu tarafından işletilen Han Restoran'ın kıyı kenar çizgisinin güneyinde ve denize bitişik alanda yer aldığı ifade edilmiştir. Gerekçenin devamında ayrıca ilgili mevzuat uyarınca dolgu alanlarına ilişkin inşaat ruhsatının Maliye Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı tarafından verilmesi gerektiği hâlde Han Restoran için böyle bir ruhsatın verilmediği açıklanmıştır. Mahkeme, ilgili mevzuata aykırı olarak ve kıyının kamuya kapanması sonucunu doğuracak şekilde inşa edilen Han Restoran'a yönelik müdahalenin meni davasının kabulü gerektiğini ifade etmiştir. Hakem sıfatıyla verilen karara karşı başvurucu, aynı Mahkemede temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz istemi aynı Mahkeme (hakem) tarafından incelenmiş ve 5/8/1999 tarihinde reddedilmiştir. Şirket Tarafından Açılan Tespit Davası Han Restaurant Turizm İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi (Şirket) tarafından, Belediye ile Millî Emlak Müdürlüğünden hangisinin taşınmazın kiraya verilmesi hususunda yetkili olduğunun tespiti istemiyle Mersin Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmıştır. Anılan Mahkeme 14/12/1999 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, hakem tarafından 30/12/1998 tarihli kararla müdahalenin menine ve yapının yıkımına karar verildiğinden Belediye ile Şirket arasında 15/12/1999 tarihinde yapılan kira sözleşmesinin muvazaalı ve hükümsüz olduğu vurgulanmıştır. Belediye Tarafından Tesis Edilen Ruhsat İptali, Yıkım ve İdari Para Cezası Uygulanmasına İlişkin İşleme Karşı Şirket Tarafından Açılan İdari Dava Başvurucu 12/2/1999 tarihinde kayda giren dilekçe ile işletmeyi Şirkete devrettiğini Belediyeye bildirmiştir. Bunun üzerine Belediye ile Şirket arasında 15/2/1999 tarihinde bir yıllık kira sözleşmesi yapılmıştır. Belediye Encümeninin 16/6/1999 tarihli kararıyla, 17/4/1996 tarihli yapı ruhsatı iptal edildiği için taşınmaz üzerinde bulunan yapıların ruhsata bağlanması mümkün olmadığından yıkılmasına karar verilmiş, ayrıca yapı maliklerine 000 TL (500 TL) idari para cezası uygulanmıştır. Bu işlemlere karşı açılan davada Adana İdare Mahkemesinin 24/12/1999 tarihli kararıyla; yetkili idarenin ilçe belediyesi olduğu, Büyükşehir Belediyesinin yetkisinin bulunmadığı gerekçesiyle ruhsat iptali, yıkım ve idari para cezası kesilmesi hakkındaki işleminin iptaline karar verilmiştir. Ancak anılan karar Danıştay Altıncı Dairesinin 21/12/2000 tarihli kararıyla, taşınmazın bulunduğu alanın Büyükşehir Belediyesinin yetki alanına girip girmediğinin yeterince araştırılmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.Adana İdare Mahkemesince yeniden yapılan yargılama sonucu taşınmazın ilçe belediyesinin yetki alanında bulunduğu kanaatine ulaşılarak 30/4/2002 tarihli kararla idari işlemin yıkım ve para cezasına ilişkin kısmı iptal edilmiş, ruhsat iptaline ilişkin kısmı yönünden ise davanın reddine karar verilmiştir. Davanın reddine ilişkin kısım (ruhsat iptaline ilişkin kısım) temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Kararın idari işlemin yıkım ve para cezasına ilişkin kısmının iptaline ilişkin hüküm fıkrası, Danıştay Altıncı Dairesinin 26/4/2004 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde taşınmazın bulunduğu bölgenin Büyükşehir Belediyesinin yetki alanında bulunduğu vurgulanmış ve davanın reddinin gerektiği ifade edilmiştir.Bozma kararından sonra dava dosyası 24/9/2004 tarihli yetkisizlik kararıyla yeni kurulan Mersin İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Anılan Mahkemece 20/7/2005 tarihli kararla eksik posta avansının yatırılmadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.E. Taşınmazın Üzerinde Bulunan Yapının Yıkılması ve Kanun Yararına Bozma Süreci Taşınmazın üzerinde bulunan yapı, Hazine tarafından icra marifetiyle 16/4/2002 tarihinde yıktırılmıştır. Başvurucu 30/12/1998 tarihli hakem kararının kanun yararına bozulması amacıyla 26/6/2002 tarihli dilekçe ile Bakanlığa başvurmuştur. Bakanlık talebi yerinde görerek kanun yararına bozma başvurusunda bulunmuştur.Bakanlığın kanun yararına bozma istemini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 25/2/2003 tarihli kararıyla istemi kabul etmiş, özel kişiler aleyhine açılan davanın tefrik edilmeyerek 29/6/1938 tarihli ve 3533 sayılı Umumi Mülhak ve Hususi Bütçelerle İdare Edilen Daireler ve Belediyelerle Sermayesinin Tamami Devlete veya Belediye veya Hususi İdarelere Aid Daire ve Müesseseler Arasındaki İhtilafların Tahkim Yolu ile Hallı Hakkında Kanun'da sayılan kuruluşlara münhasır kılınan hakem usulüyle görülmesinin usule aykırı olduğu gerekçesiyle hakem hükmünün kanun yararına bozulmasına karar vermiştir. Kanun yararına bozma kararı üzerine uyuşmazlığa bakan Mersin Asliye Hukuk Mahkemesi davanın Belediye aleyhine açılan hakem sıfatıyla görülmesi gereken bölümü ile kişilere karşı açılan bölümünü birbirinden tefrik etmiştir. Hakem sıfatıyla bakılan davada 3/11/2004 tarihinde karar verilmiş ise de kararın ne yönde verildiğine ilişkin dosyada herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Mahkeme kişilere karşı açılan davada 9/5/2005 tarihli kararıyla, hakem tarafından verilen 3/11/2004 tarihli karara atıfla A.G. yönünden davanın reddine, başvurucu ve diğer davalılar yönünden ise yapıların yıkılmış olması nedeniyle konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/11/2005 tarihli kararıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesinde, ihtilafın kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinden kaynaklandığı vurgulandıktan sonra hakemin hükmün verildiği tarih itibarıyla görevsiz olduğu gibi hükmün de henüz kesinleşmediği ifade edilmiş ve görevsiz mahkemece kurulan ve henüz kesinleşmeyen karara atıfla hüküm kurulmasının doğru olmadığı açıklanmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi, işin esasının incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkemece 18/9/2006 tarihli kararla ilk kararında ısrar edilmiş ise de bu karar Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 7/2/2007 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararı üzerine Mahkemece keşif yapıldıktan sonra 13/12/2010 tarihli kararla A.G.nin kullanımında bulunan taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde kaldığı gerekçesiyle bu kişi yönünden davanın kabulü ile vaki müdahalenin menine ve taşınmaz üzerinde bulunan yapının yıkılmasına, başvurucu ve diğer davacılar yönünden ise yapıların yıkılmış olması nedeniyle konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin 12/11/2013 tarihli kararıyla onanmış; karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 13/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 12/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir Başvurucu12/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9507 | Başvuru, belediyeden kiralanan taşınmaza ilişkin olarak Hazine tarafından başvurucu ve belediye aleyhine açılan müdahalenin meni ve yıkım istemli dava devam ederken taşınmazın yıkılmış olması sebebiyle dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, müşterek çocuğun yurt dışında bulunan mutat meskenine iade edilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Yunanistan vatandaşı olan G.T. ile Türk vatandaşı olan başvurucu 27/12/2014 tarihinde evlenmişler, 3/11/2015 tarihinde Türkiye'de bir çocukları dünyaya gelmiştir. Başvurucu ve eşi 16/12/2015 tarihinde Yunanistan'a yerleşmişlerdir. Başvurucu müşterek çocukla birlikte 10/6/2016 tarihinde Türkiye'ye gelmiştir. Başvurucunun eşi, müşterek çocuklarıyla başvurucunun ziyaret amacıyla Türkiye'ye geldiğini ancak Yunanistan'a dönmediğini, çocuğun rızası hilafına alıkonulduğunu iddia ederek İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuştur. Başsavcılık 19/6/2017 tarihli davaname ile çocukların annelerine iadesi konusunda bir karar verilmesi talebiyle İzmir Aile Mahkemesinde dava açmıştır. Davanamede; başvurucunun Yunanistan'dan Türkiye'ye 10/6/2016 tarihinde geldiği ancak akabinde geri dönmediği, müşterek çocuğu teslim etmeyi kabul etmediği, dostane çözüm önerisinde bulunmadığı vurgulanarak 15/2/2000 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak 1/8/2000 tarihinde yürürlüğe giren 25/11/1980 tarihli Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme (Lahey Sözleşmesi) uyarınca çocuğun iadesine ilişkin karar verilmesi talep edilmiştir. Başvurucu davaya cevabında; müşterek çocuğun anne yanında yasal bir şekilde bulunduğunu, babasının izni ve onayıyla Türkiye'ye geldiğini, çocuğun kaçırılmadığını ve yasa dışı bir şekilde alıkonulmadığını belirtmiştir. Çocuğunun emzirme çağında olması nedeniyle babadan ziyade anneye ihtiyacının olduğunu, çocuğun yaşı ve menfaatleri bakımından anne yanında kalmasının uygun olduğunu, çocuğun babasının yanına götürülmesi hâlinde psikolojik olarak olumsuz etkileneceğini vurgulamıştır. Ayrıca başvurucu İzmir Aile Mahkemesinde boşanma davasının bulunduğunu, dosyanın derdest olduğunu, müşterek çocuğun velayetinin geçici olarak kendisine bırakılarak çocuk ile baba arasında kişisel ilişki düzenlendiğini ifade etmiştir. Başvurucu, çocuğunun Türkiye'de doğduğunu, Yunanistan'ın mutat mesken olarak kabul edilemeyeceğini bu nedenlerle davanın haksız ve dayanaksız olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. İzmir Aile Mahkemesinde görülen davada hazırlanan 8/9/2017 tarihli uzman raporunda; inceleme tarihinde 22 aylık olan müşterek çocuğun temel güven duygusunun gelişimi açısından anne ilgisine, bakım ve şefkatine muhtaç olduğu, başvurucunun küçüğün bakım ve ihtiyaçlarının karşılanması konusunda istekli olduğu, başvurucunun küçüğün gelişimini olumsuz yönde etkileyecek riskli davranışlarına rastlanılmadığı tespitleri yapılmıştır. Raporda anneye bağımlılığın devam ettiği erken çocukluk döneminde bulunan müşterek çocuğun başvurucu yanında yaşamına devam etmesinin pedogojik ve psikososyal gelişim açısından çocuğun yararına olduğu sonucuna varılmıştır. Mahkeme 13/9/2017 tarihinde davanın kabulüyle çocuğun mutat meskeni olan Yunanistan'a iadesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, taraf ve tanık beyanları ile anılan uzman raporuna yer verildikten sonra, Lahey Sözleşmesi'nin ilgili maddelerine atıf yapılarak; mutat meskenin çocuğun yaşamını sürdürdüğü, maddi ve şahsi ilişkileri ile en sıkı şekilde bağlılık kurduğu yer olarak kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Kararda ailenin Yunanistan'da yaşadığı, başvurucunun tatil amacıyla Türkiye'ye geldiği vurgulanarak çocuğun mutat meskeninin Yunanistan olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun, 10/6/2016 tarihinde gelip 24/6/2016 tarihinde geri dönmek kaydıyla eşinin muvafakatini alarak Türkiye'ye geldiği ancak mutat meskene dönmediği, müşterek çocuğu alıkoyduğu, çocuğun iadesi hâlinde fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz kalacağı husunun kanıtlanamadığı vurgulanmıştır. Ayrıca Lahey Sözleşmesi hükümleri çerçevesinde çocuğun menfaatinin takdirinde yaş küçüklüğünün tek başına iade talebinin reddini haklı kılacak bir kriter olarak kabul edilmeyeceği belirtilerek, çocuğun mutat meskene iadesine karar verilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazı İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 22/1/2018 tarihli kararıyla kabul edilmiştir. Karar gerekçesinde; ilgili mevzuat hatırlatıldıktan sonra başvurucunun cevap dilekçesinde çocuğun iadesi hâlinde fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz kalma riskinin olduğu iddiasını tanık deliline dayandırmasına rağmen tanıkların dinlenmediği vurgulanarak, başvurucuya tanık listesi bildirmesi için süre verilerek tanıkların dinlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca uzman raporunda başvurucunun eşi ile görüşülmeden hazırlandığı, iade hâlinde çocuğun fiziki ya da psikoljik bir tehlikeye maruz kalma riskine ilişkin değerlendirme yapılmadığı belirtilerek yeniden bilirkişi raporu alınması gerektiği ifade edilmiştir. Anılan karar sonrası devam edilen yargılamada tanıklar dinlenmiş ve uzman raporu alınmıştır. Başvurucunun bildirdiği tanıklar beyanlarında; müşterek çocuğun anneye daha yakın olduğu, annenin yaşam koşullarına ve konuştuğu dile alıştığı, babayla görüşmede isteksiz olduğu, babasıyla iki gün yatılı olarak görüştüğünde bile çocuğun psikolojisinde ve alışkanlıklarında değişilik olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca bir tanık babanın ablasının kanser hastalığından dolayı vefat ettiğini bu nedenle çocuğun iadesi hâlinde çocuğun babaanne ve başvurucunun eşinin yeğeni ile birlikte yaşamak zorunda kalacağını, bu durumun psikolojik sorunlara neden olabileceğini, çocuğun anneyle yaşadığı için Türkçeye yatkın olduğunu belirtmiştir. Babanın bildirdiği tanıklar beyanlarında; çocuğun babasının yanında rahat ettiğini, babasıyla iletişiminin iyi olduğunu, babanın çocuğuna iyi baktığını ifade etmişlerdir. Başvurucu ve eşiyle görüşülerek hazırlanan 19/2/2018 tarihli uzman raporunda; başvurucunun boşanmak ve çocuğun velayetini almak istediği, eşinin ise boşanmak istemediği ancak boşanma hâlinde çocuğunu ülkesinde büyütmek istediği, tarafların çocuğun velayeti konusunda uzlaşamadıkları, her iki tarafın olayları farklı anlatarak birbirlerini suçladıkları belirtilmiştir. Ayrıca babanın yaşadığı yerde inceleme yapılamadığı için küçüğün babaya verilmesinin çocuğu fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı ya da başkabir şekilde müsamaha edilemeyecek bir duruma düşüreceği yolunda ciddi bir risk bulunduğuna dair somut delil ve olgu elde edilemediği ifade edilmiştir. Öte yandan rapor sonucu olarak küçüğün velayetinin babaya verilmesi durumunda yurt dışında yaşayacağından anne sevgi ve şefkatinden yoksun kalacağı ve yeni çevresiyle uyumunun çocuğun ruhsal gelişimini bozabileceği, bu durumun çocuğun sağlıklı gelişimini engelleyebileceği vurgulanmıştır. Mahkeme 10/4/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; çocuğun 19 aylık olduğu ve yaşının 6 aylık bölümünü Yunanistan'da geçirdiği, küçüğün psikososyal ve fiziki açıdan anne sevgi ve ilgisine ihtiyaç duyacak yaşta olduğu hususları vurgulandıktan sonra, çocuğun iadesine karar verilmesi hâlinde yetişme çağında annenin sevgi ve şefkatinden mahrum kalacak olmasının çocuğu fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı, çocuğun annesinden ayrılmasının yaşı gözetildiğinde Lahey Sözleşme'sinde belirtilen ruhsal risk olarak kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucunun eşinin ve Cumhuriyet Başsavcılığının anılan karara itirazı sonrası İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 5/7/2018 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak davanın kabulü yönünde hüküm kurmuştur. Kararın gerekçesinde; başvurucunun, geri dönmesinin çocuğu fiziki veya psikolojik bir tehlikeye maruz bırakacağı veya başka bir şekilde müsamaha edilemeyecek duruma düşüreceği yolunda ciddi risk bulunduğunu gösteren o ülke makamlarından elde edilmiş belge ve bilgi sunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca yaş küçüklüğünün Lahey Sözleşmesi kapsamında iade isteğinin reddini gerektiren nedenler arasında gösterilmediği, Lahey Sözleşmesi'nde küçüğün anneden ayrılacak olmasının risklerini değil geri dönme hâlinde ciddi risk varsa bu durumu esas aldığı vurgulanmıştır. Buradan hareketle uzman raporunun çocuğun yaşını gözeterek annesinden ayrılmasının risklerine dair görüş bildirdiği, anılan görüşünde varsayıma dayalı olduğu ifade edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 25/10/2018 tarihinde yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasa uygun hükmün onanmasına karar vermiştir. Nihai kararı başvurucu vekili 30/11/2018 tarihinde Ulusal Yargı Ağı Sistemi (UYAP) üzerinden öğrenmiştir. Başvurucu 3/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucunun eşi çocuğun veleyetinin kendisine verilmesi veya kişisel ilişki kurulması talebiyle Yunanistan'da dava açmıştır. Selanik Tek Üyeli Asliye Hukuk Mahkemesi 8/3/2017 tarihinde velayetin babaya verilmesi yönünden davanın reddine, kişisel ilişki kurulması yönündeki talebin kabulüne karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; çocuğun 16 aylık olduğu ve bakımının annesi tarafından yapıldığı, çocuğun yaşı gereği annenin bakım ve ilgisine ihtiyacı olduğu, uzman görüşlerine göre üç yaşını doldurana kadar anneden ayrılmanın çocuk yararına olmadığı belirtilmiştir. Bu durumla birlikte bebeklik yaşındaki küçüğün gece konaklamalarının uyku ve yemek alışkanlıklarını da değiştireceği dikkate alınarak üç yaşına kadar gece konaklamaları öngörmeyen kişisel ilişki kurulmasına karar verilmiştir. Ayıca UYAP üzerinden yapılan incelemede; başvurucunun İzmir Aile Mahkemesinde evlilik birliğinin temelden sarsılması nedenine dayalı boşanma davası açtığı, 2016/784 Esas sayılı yargılamanın derdest olduğu, çocuğun velayetinin tedbiren başvurucuya bırakılmasına karar verildiği görülmüştür. Yargılama sürecinde alınan uzman raporunda; müşterek çocuğun duygusal olarak annesine daha yakın olduğu, babasıyla yakın duygusal ilişki gözlemlenmediği ancak babasının iletilerine yaşına uygun tepki verdiği belirtilmiştir. Ayrıca raporda, çocuğun baba görüşmelerinde otelde kaldığı da hatırlatılarak çocuğun yaşı ve annesiyle bağı dikkate alındığında küçüğün baba yanında yatılı kalmasının uygun olmadığı değerlendirilmesine yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesi uluslararası çocuk kaçırma vakalarına bağlı olarak mutat meskene iade konularını incelediği daha önceki kararlarında ilgili mevzuata ve benzer durumlara ilişkin uluslararası hukuka yer vermiştir (Marcus Frank Cerny [GK], B. No: 2013/5126, 2/7/2015, §§ 18-25; N.Ö., B. No: 2014/19725, 19/11/2015, §§ 19, 22; Levent Aşıklar, B. No: 2014/13936, 8/3/2018, §§ 32, 54; Angela Jane Kilkenny, B. No: 2015/10826, 17/7/2018, §§ 25, 52; Cem Ramazan Ninek, B. No: 2015/13760, 18/7/2018, §§ 38, 67; N.Ö. 19, 22). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/35068 | Başvuru, müşterek çocuğun yurt dışında bulunan mutat meskenine iade edilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından tedbir talebinin kabulüne ve sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1998 doğumlu olup Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucu, belirlenemeyen bir tarihte Türkiye'ye giriş yapmıştır. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 3/2/2017 tarihinde,kamu güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, İstanbul İdare Mahkemesinde sınır dışı kararının iptali için dava açmış ancak anılan davanın sınır dışı etme kararının uygulanmasını kendiliğinden durdurmadığını belirterek 10/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 1/6/2017 tarihli dilekçesiyle gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini ve bu nedenle bireysel başvurusundan feragat ettiğini belirtmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19685 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının; idari gözetim altında tutulma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mahkeme kararında gösterilen süreye uygun şekilde kanun yolu başvurusunda bulunulduğu hâlde talebin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 2/3/2021 tarihinde öğrendikten sonra 5/3/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2021/14010 sayılı bireysel başvuru dosyası, mükerrer kayıt olması nedeniyle bu dosya ile birleştirilmiş ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Mehmet Sonbur, 8/7/2022 tarihinde ölmüştür. Başvurucunun mirasçısı Yasin Sonbur başvuruyu devam ettirmek istediğini 15/2/2023 tarihinde bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/10702 | Başvuru, mahkeme kararında gösterilen süreye uygun şekilde kanun yolu başvurusunda bulunulduğu hâlde talebin süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: DEDAŞ Mardin İl Müdürlüğü 24/11/2014 tarihinde Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığına ihbarda bulunarak 29/4/2013 tarihinde karşılıksız yararlanma suçunun işlendiğinden bahisle Z. K. hakkında şikâyetçi olmuştur. Yapılan araştırma neticesinde suç tarihinde araziyi kullanan kişinin başvurucu olduğunun anlaşılması üzerine 14/7/2015 tarihinde başvurucunun şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Bunun üzerine Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/7/2015 tarihinde başvurucu hakkında iddianame düzenlenmiştir. Dosya kapsamında yer alan diğer iki şüpheli hakkında ise 31/7/2015 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. İlk duruşma, 12/11/2015 tarihinde yapılmıştır. 24/1/2017 tarihli dokuzuncu celse öncesinde başvurucu müdafinin mazeret göstermesi nedeniyle duruşmanın 21/3/2017 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir. Kızıltepe Asliye Ceza Mahkemesi 21/3/2017 tarihinde başvurucu hakkında beraat kararı vermiştir. Katılan Kurum vekilinin istinaf kanun yoluna başvurması üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 26/9/2017 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma sonrası yapılan 7/6/2018 tarihli üçüncü celsedeki duruşmada, başvurucunun borcu ödemek için süre istediği ve bu nedenle duruşmanın 20/9/2018 tarihine bırakıldığı anlaşılmıştır. Başvurucunun bu arada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini belirterek 17/8/2018 tarihinde bireysel başvuru yaptığı anlaşılmıştır. Bozmadan sonraki 20/9/2018 tarihli dördüncü celseye başvurucu katılmamıştır. Başvurucu müdafii de mesleki mazeret göstererek duruşmaya katılmamıştır. Duruşma günü bu nedenle 8/11/2018 tarihine bırakılmıştır. Bir sonraki duruşma günü tarihinde ise gelen olmadığı görülmüştür. Başvurucu Kızıltepe Asliye Ceza Mahkemesinin 8/11/2018 tarihli ve E.2017/388, K.2018/755 sayılı kararıyla 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmıştır. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 12/11/2019 tarihinde başvurucu müdafinin istinaf istemini esastan reddetmiş, hüküm kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26733 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, haksız ve gerekçesiz olarak tutuklanma ve tutukluluğun devamına karar verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mahkûmiyet verilmesinde tek delil olan mağdur beyanının alındığı duruşmaya katılamamaları, mağdura soru soramamaları ve cezayı azaltabilecek nitelikteki delil toplanmadan mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların her ikisi de 1995, mağdure ise 1996 doğumlu olup olay İstanbul'da gerçekleşmiştir. 10/5/2011 tarihinde arkadaşlarının evindeyken diğer sanık P.K. tarafından mağdurenin dövülüp gözleri bağlandıktan sonra başvurucuların mağdureye cinsel istismarda bulundukları iddiasıyla başvurucular hakkında Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığının 11/8/2011 tarihli iddianamesiyle çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmıştır. Mağdur çocuk B.S.Ö. hakkında olay akabinde 10/5/2011 tarihinde Fatih Sultan Mehmet Hastahanesinden alınmış üst dudak bileşkesinde ödem, yüzeysel açılma, her iki elmacık kemiğinde kızarıklık bulunduğuna dair rapor mevcuttur. Başvurucular 10/5/2011 tarihinde müsnet suçtan gözaltına alınmış, Kadıköy Sulh Ceza Mahkemesinin 11/5/2011 tarihli kararıyla tutuklanmış ve başvuruculardan Ozancan Yılmaz 12/7/2011 tarihinde, B. Ş. T.ise 9/4/2012 tarihinde tahliye olmuşlardır. Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 2011/276 esasına kaydedilen yargılamanın 22/9/2011 tarihli ilk celsesinde suça sürüklenen çocuklar (SSÇ) olan başvurucular on sekiz yaşından küçük olduklarından duruşmaların kapalı yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucular, müdafileri, şikâyetçi, mağdure, vekili, mağdura resen tayin edilen baro avukatı ve pedagogun katılımıyla başlayan duruşmada pedagogun mağdurenin anne ve babasının duruşmadan çıkarılması gerektiğine dair önerisi de gözetilerek oybirliğiyle mağdurenin anne ve babasıyla başvurucuların duruşma salonundan çıkarılmasına karar verilmiştir. Aynı celsede, başvurucuların müdafileri huzurunda ve kamera kaydı eşliğinde mağdurenin beyanının alınmasını müteakip başvurucuların duruşma salonuna alınarak yokluklarında yapılan işlemlerin okunduğu duruşma tutanağından anlaşılmaktadır. Mahkeme; aynı celsede mağdurenin muayenesi için Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunca belirlenen 5/9/2012 tarihinin geç olduğunu, mağdurenin korunmaya ihtiyacı olan çocuk ve sanıkların da suç tarihinde on sekiz yaşından küçük olduğunu, dolayısıyla olayın aciliyet taşıdığını bildirilerek mağdurenin muayenesinin mümkün olan en kısa süreye alınması konusunda Adli Tıp Kurumuna yazı yazılmasına da karar vermiştir. Başvurucu vekilleri, dilekçeyle ve sonraki duruşmalarda sözlü olarak, başvurucuların yokluğunda mağdurenin beyanının alınmasına ve beyanların başvurucuların duruşmaya geri alınmalarından sonra kendilerine okunduğuna dair tutanağa geçen ibareye itiraz etmişlerdir. Başvurucu vekilleri 16/11/2011 tarihli bir sonraki duruşmada "... geçen oturumda mağdurun ifadesi alındığı sırada SSÇ'ler duruşma salonu dışına çıkarılmışlar ve içeri alındıklarında da mahkemenizce de yokluklarında yapılan işlemler okunup diyecekleri sorulmuştur diye yazılmıştır, fakat böyle bir işlem yapılmamıştır. Olayı yaşayan SSÇ'lerdir ve mağdura doğrudan soru yöneltmek istemektedirler, bu haklarından mahrum kalmışlardır, ayrıca mağdur, Ozancan Yılmaz'ın dolaba girdği hususunda açıklamalarda bulunmuştur, biz o dolabın bulunduğu evde Ozancan Yılmaz'ın dolabın içerisine girip giremeyeceği konusunda uygulamalı keşif yapılmasını istiyoruz ..." şeklinde itirazlarını dile getirerek keşif talebinde bulunmuşlardır. Mahkeme aynı celsede, dolapta keşif yapılması talebinin dosyaya ve delillere uygun düşmediği gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Ayrıca, Mahkemenin müdafilerin mağdureye soru sorulamadığına ilişkin itirazlarına dair verdiği ve mağdurenin başvurucuların müdafilerinin huzurunda beyanda bulunduğuna ve mağdureye hangi soruları yönelteceklerini somutlaştırarak yazılı olarak bildirmeye hakları olduğuna işaret ettiği ara kararın ilgili kısmı şöyledir:"Mağdurun ifadesinin kayda alındığı ve dinlendiği sırada SSÇ müdafiilerinin hazır bulundukları ve bu oturumda SSÇ müdafiilerinin mağdurun anlatımlarının müvekkillerine izah ettiklerinde bazı soruların sorulması gereğinin duyulduğunu bildirdikleri ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca sanık ve katılanın mahkeme başkanı veya hakim aracılığı ile soru yöneltebileceği ve yöneltilen soruya itiraz edildiğinde, sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine mahkeme başkanınca karar verileceği, aynı Kanun'un maddesi uyarınca cinsel istismara uğradığı ve ruh sağlığının bozulduğu ileri sürülen çocuk veya mağdurun bu suça ilişkin soruşturma veya kovuşturmada tanık olarak bir defa dinlenebileceği, maddi gerçeğinin ortaya çıkarılması açısından zorunluluk hallerinin saklı olması bildirilmiş olması karşısında SSÇ müdafiilerinin müvekilleri ile görüşerek mağdura ne gibi sorular yöneltilebileceğini somutlaştırıp, yazılı olarak mahkememize bildirdiklerinde o soruların mağdura yöneltilip yönetilmeyeceği hususunda bir karar verilmesine ..." 22/12/2011 tarihinde gerçekleşen bir sonraki celsede başvurucu vekilleri, mağdurenin başvurucunun yokluğunda dinlenmesine ve mağdureye sorulması istenen soruların Mahkemeye yazılı olarak sunulmasına dair karara itirazlarını sunmuşlardır. Duruşma tutanağında itiraza ilişkin kısım şu şeklidedir:"... mahkemenizce mağdura sorulacak soruların somutlaştırılıp bildirilmesi için tarafımıza süre verilmekle beraber biz bu ara kararının adil yargılama ilkesine ve hukuka aykırı olduğunu düşünüyoruz, çünkü sorulacak soruların önceden belirlenmesi halinde mağdurun soruya göre kendisini hazırlayabilmesi söz konusu olacağından bu ara kararından dönülerek mağdurun mahkemeniz huzurunda yeniden dinlenmesini ve ortaya çıkacak durumlara göre sanıkların soru sormalarının ve adilyargılanma haklarının sağlanması gerekmektedir. Geçen oturumdan sonra incelediğimiz compact diskte görüntü olmakla beraber ses kaydı bulunmamaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde mağdurun ifadesinin sesli olarak kayda alınması öngörülmüştür bu bakımdan mağdurun yeniden sesli ve görüntülü olarak dinlenmesini tekrar ediyoruz." Mahkeme aynı celsede talep üzerine mağdurenin olay tarihine kadar kullandığı psikiyatrik ilaçların tespiti için reçete dokümünün Sosyal Güvenlik Kurumundan istenmesine karar vermiştir. Mahkeme, mağdurenin yeniden dinlenmesi talebine ilişkin olarak ise mağdurenin duruşma sırasında usulüne uygun olarak dinlendiğini, ses ve görüntü kaydının mükemmel olduğunun anlaşıldığını belirterek talebi reddetmiş; SSÇ müdafilerinin mağdura önceki celsedeki ara kararda belirtilen biçimde soru sorma talepleri bulunması hâlinde soracakları soruları somutlaştırıp mahkemeye bildirmeleri için gelecek oturuma kadar süre verilmesine karar vermiştir. Başvurucu vekilleri sundukları dilekçelerle mahkeme heyeti hakkında hâkimin reddi talebinde bulunmuş, Mahkeme talebi reddetmesi üzerine yapılan itiraz da İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir. Bunun üstüne 8/2/2012 tarihli bir sonraki celsede, başvurucu vekillerinin benzer yöndeki taleplerinin Mahkemece reddine karar verilmiş olup başvurucu vekillerinin bu yöndeki taleplerini yargılamanın ilerleyen safhalarında sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Aynı celsede başvurucu vekillerinin mağdurenin olaydan önce çeşitli sorunları nedeniyle ilaç kullandığını, olaydan sonra ise ilaç kullanmadığını belirterek mağdurenin tedavisine dair yeterli araştırma yapılmadan, talep edilen reçete gelmeden dosyanın Adli Tıp Kurumu tarafından inceleme yapılmak üzere gönderilmesinin hatalı olduğuna ilişkin itirazları, Mahkemece mağdurun olaydan önce çeşitli ruhsal sorunlarının ya da hastalığının bulunup bulunmamasının sonuca etkili olmadığı gerekçesiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna yazılan yazı cevabının beklenmesine dahi yer olmadığı belirtilerek reddedilmiştir. Bir sonraki celsede, başvurucu vekillerinin reçetenin geldiğini bildirmeleri ve reçetedeki ilaçların hangi tür hastalıklarda kullanıldığına dair bilirkişi raporu alınması talebinde bulunmaları üzerine Mahkemece talep kabul edilerek 26/3/2012 tarihli müzekkere ekinde reçeteler değerlendirmede gözetilmek üzere Adli Tıp Kurumu İhtisas Kuruluna iletilmiştir. Olaya dair düzenlenen 20/2/2012 tarihli Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu raporunda, İstanbul Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 30/06/2011 tarihli raporuyla mağdureye akut stres bozukluğu ve major depresif bozukluk teşhisi konduğu ve mağdurenin ruh sağlığının bozulduğu tespitine yer verildiği belirtilerek "mağdurenin 27/1/2012 tarihinde yapılan muayenesinde ve dava dosyasının incelenmesinde mağduresi bulunduğu olaydan kaynaklanmış ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede olan (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) denilen psikiyatrik bozukluğun tespit edildiği ... mağduresi bulunduğu olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu" oy birliği ile mütalaa edilmiştir. Anılan raporda "Sosyal Güvenlik Kurumunun 13/2/2012 tarihli yazısı ekinde gönderilen reçete bilgilerinin incelenmesinde, 14/01/2011 tarihinde Concerta 36 mg, Ritalin 10 mg reçete edildiği, 23/02/2011 tarihinde Conterta 36 mg, Ritalin 10 mg, 06/05/2011 tarihinde Concerta 36 mg, 14/12/2011 tarihinde Risperdal 1 mg 100 ml solusyon, Concerta 36 mg reçete edildiğinin" görülerek değerlendirmede gözetildiği anlaşılmıştır. Mahkeme 7/2/2013 tarihli kararıyla başvurucuların nitelikli cinsel istismar suçundan neticeten onar yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, mağdurenin çelişkili beyanları dışında her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından başvurucuların beraat etmeleri gerektiğine yönelik bir karşı oyla hükmetmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 18/3/2015 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır. Başvurucular nihai kararı 28/3/2015 tarihinde öğrendiklerini bildirmiştirler. Başvurucular 22/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Bedri Böcekli, B. No: 2015/7794, 11/6/2018,§§ 29- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7485 | Başvuru, haksız ve gerekçesiz olarak tutuklanma ve tutukluluğun devamına karar verilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mahkûmiyet verilmesinde tek delil olan mağdur beyanının alındığı duruşmaya katılamamaları, mağdura soru soramamaları ve cezayı azaltabilecek nitelikteki delil toplanmadan mahkûmiyet kararı verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, zorunlu askerlik döneminde sağlık problemlerinin vaktinde tespit edilememesi üzerine kronik hastalığa yakalanması sonucunda açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yüksek miktarda vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirmeyeceğini belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1990 doğumlu olan başvurucunun, vatani hizmetini yapmak üzere 2/12/2009 tarihinde yapılan yoklamasında askerliğe elverişli olduğuna karar verilmiştir. Başvurucu, 27/5/2010 tarihinde başladığı askerlik hizmetini ifa etmekte iken 25/1/2011 tarihinde gribal enfeksiyon şikâyetiyle revire başvurmuştur. Başvurucuya reçete ve üç gün yatak istirahati verilmiştir. 9/2/2011 tarihinde yapılan muayenede başvurucuya miyalji ve gribal enfeksiyon tanısı konularak tekrar reçete verilmiştir. Başvurucu 25/5/2011 tarihinden itibaren boğaz ve bel ağrısı, ateş ve hâlsizlik şikâyetleriyle dört kez daha revire başvurmuş, akut faranjit ve lumbalji tanısı konularak damar ve kas yoluyla enjeksiyon tedavisi uygulanmıştır. Şikâyetleri artan başvurucu 28/5/2011 tarihinde Şırnak Asker Hastanesine sevk edilmiştir. Hastane dâhiliye servisine yatırılan ve tetkik edilen başvurucu, 2/6/2011 tarihinde "Enterokolit+Splenomegali+Akalküloz Kolesistit+ASYE?+Kilo Kaybı?" teşhisi konularak ileri tetkik ve tedavi amacıyla Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilmiştir. 3/6/2011 tarihinde Diyarbakır Asker Hastanesine yatan başvurucu 10/6/2011 tarihinde erişkin başlangıçlı still hastalığı (çoğunlukla nedeni bilinmeyen ateş bulgusuyla ortaya çıkan ve sistemik iltihaplanmayla seyreden erişkin hastalığı) tanısıyla Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Romatoloji Bölümüne sevk edilmiştir. GATA'da yapılan muayene ve tedavi neticesinde 22/6/2011 tarihli üç uzman tabip imzalı raporda erişkin başlangıçlı still hastalığı tanısı teyit edilerek üç ay süreli hava değişimi ve ilaç kullanması önerilmiştir. Bu arada başvurucu hizmet süresini tamamlaması sebebiyle 25/8/2011 tarihinde terhis edilmiştir. Hava değişimi süresinin bitiminde kontrol muayenesi olan başvurucuya toplamda üç ay daha hava değişimi verilmiştir. Başvurucuyu dördüncü kez muayene eden GATA tarafından düzenlenen 9/1/2012 tarihli raporda hastalığın hayati önemi haiz olduğu belirtildikten sonra üç ay, 27/3/2012 tarihli raporla ayrıca üç ay hava değişimi ve ilaç tedavisi önerilmiştir. Tedavi sonrası düzenlenen 4/7/2012 tarihli GATA Sağlık Kurulu raporunda başvurucunun askerliğe elverişli olduğuna karar verilmiştir. Başvurucu 12/1/2012 tarihli dilekçesi ile zorunlu askerlik hizmeti sürecinde yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemenin 14/6/2012 tarihli kararıyla uyuşmazlığın çözümünde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM) görevli olduğu belirtilerek davanın reddine karar verilmiş, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/11/2012 tarihli onama kararı üzerine hüküm kesinleşmiştir. Başvurucu maddi ve manevi tazminat istemiyle Millî Savunma Bakanlığına karşı 7/1/2013 tarihinde AYİM'de dava açmıştır. Dava dilekçesinde; revirde yapılan tedavinin sonuç vermediğini, hastaneye sevk talebinin uzun süre kabul görmediğini, ancak durumunun kötüleşmesi üzerine hastaneye sevk edildiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca hastalığının ömür boyu devam eden iltihabi bir romatizma olduğunu, yürümekte zorlandığını, nefesinin kısa sürede kesildiğini ve ağrılarının bulunduğunu, üreme yeteneğinin azalma tehlikesinin mevcut olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, askerde yakalandığı hastalığın soğuk hava ve olumsuz koşullar yanında komutanlarının ihmalinden kaynaklandığını, ileri tetkik ve tedavi talebinin ilk anda karşılanmaması nedeniyle durumunun ağırlaştığını ileri sürmüştür. Başvurucu dava dilekçesine eklediği fakirlik belgesine istinaden adli yardım talebinde bulunmuştur. AYİM 20/2/2013 tarihli kararıyla adli yardım isteminin kabulüne karar vermiştir. Davalı tarafın savunmasına esas olmak üzere GATA Romatoloji Bilim Dalı Başkanlığınca düzenlenen tıbbi kanaat raporunda; hastalığın bulgularının bir enfeksiyon hastalığını taklit eder şekilde olduğunu, başlangıçta enfeksiyon tanısı ile antibiyotik tedavileri verildiği, bunun tüm dünyada yaygın karşılaşılan bir durum olduğu, antibiyotik tedavisine yanıt vermemesi ve diğer olası nedenlerin dışlanması ile kesin tanının konulmasının aylar sonra olabildiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca, hastalığın seyrinde karaciğer enzimlerinin yükselmesiyle sıkça karşılaşıldığı, yapılan tedavi ile bulgularda belirgin düzelme elde edildiği, takip edilen hastanın ömür boyu devam edecek bir karaciğer hastalığının bulunmadığı, hastalığın ve kullanılan ilaçların üreme yeteneğine olumsuz bir etkisinin olduğuna dair veri bulunmadığı, hastalığın soğuk hava ve askerlik koşullarıyla bağlantılı olduğuna ya da erken tanı durumunda daha hafif seyredeceğine dair bilgi bulunmadığı, hastada kalıcı organ hasarı bulgusu gözlenmediği ifade edilmiştir. AYİM Dairesi, başvurucuya ait tıbbi kayıt ve belgeleri temin ederek Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalında görevli bir öğretim üyesine başvurucunun teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinde hata, gecikme ve eksiklik bulunup bulunmadığı, rahatsızlığın bünyesel olup olmadığı, oluşumunda veya tetiklenmesinde askerlik hizmetinin sebep ve tesirinin bulunup bulunmadığı hususlarında bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. 14/4/2014 tarihli bilirkişi raporunda; revir kayıtlarından still hastalığı ile ilişkilendirilebilecek ilk klinik bulguların (boğaz ağrısı ve ateş) 25/5/2011 tarihinde oluştuğu, ilk tanının ise 5/6/2011 tarihinde konulduğu tespitine yer verilmiştir. Bilirkişi, hastalık bulgularının enfeksiyon bulguları ile son derece benzerlik gösterdiğini, tedavi bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullanmayı gerektirdiğinden tedaviye başlamadan önce hastada enfeksiyon bulunmadığından emin olmak gerektiğini belirterek, olayda hastalığın tanı ve tedavisinde gecikmenin söz konusu olmadığını, son akademik literatüre uygun olarak yapılan ilaç tedavisine tam yanıt alındığını değerlendirmiştir. Ayrıca hastalığın oluşumunda, tetiklenmesinde veya ilerlemesinde hava, ağır iş veya askerlikle ilişkili fiziksel ortam koşullarının etkisi olabileceğine dair bilimsel kanıt bulunmadığı raporda ifade edilmiştir. Başvurucu bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde; hastalıklar arasındaki benzerliğin ayırt edilememesinin doktorun özen yükümlülüğünü yerine getirmemesinden kaynaklandığını, somut verilere göre değerlendirme yapılmadığını, taleplerine rağmen komutanlarının durumu önemsemediğini ve gerekli tedaviyi almasını sağlamadığını, raporun bilimsellikten uzak olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle başvurucu, idarenin kusurunun belirlenmesi için Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu alınmasını talep etmiştir. AYİM Dairesi 28/5/2014 tarihli kararıyla anılan bilirkişi raporuna dayanarak davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun askerde iken hastalığa yakalanmakla birlikte hastalığın oluşumunda veya gelişiminde askerliğin bir etkisinin olmadığı, hastalığın tedavisinde bir gecikme veya ihmal bulunmadığının bilirkişi raporunda belirtilmesi, bilirkişi raporunun dosya kapsamındaki tıbbi kanaatle uyumlu olması nedeniyle somut olayda idarenin meydana gelen zararı tazminle sorumlu tutulamayacağı değerlendirilmiştir. AYİM, davada reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 400 TL nispi, manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 500 TL maktu olmak üzere toplam 900 TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine de oyçokluğuyla karar vermiştir. Anılan kararın karşı oy gerekçesi şöyledir:"Mahkememizce verilen birçok kararla ilgili olarak, davacıların bireysel başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesince; davacılar aleyhine hükmedilen yüksek miktarlardaki vekalet ücretinin Anayasanın 36’ncı maddesinde güvence altına alınan "hak arama özgürlüğü kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlali olduğuna" karar verilmiştir. Anılan kararlar bu dava için bağlayıcı olmamakla birlikte emsal karar niteliğinde olduğundan, hükmedilen avukatlık ücreti yönünden aksi yönde oluşan çoğunluk görüşüne katılmadım." Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 10/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar 5/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Söz konusu davada karar altına alınan vekâlet ücretinin başvurucudan tahsil edilmesinden feragat edilmediği öğrenilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun "İdari davalar ve yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"20 nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları, aynı idari işlem ve eylemlerin haklarını ihlal etmesi halinde açılacak tam yargı davaları, doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır. ..." 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun’un maddesi ile 1602 sayılı mülga Kanun’un maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen cümle şöyledir: “Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” 2/11/2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) “Davalardaki temsilin niteliği ve vekâlet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Tahkim usulüne tabi olanlar dâhil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekâlet ücreti takdir edilir.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Sözleşme'nin maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier/Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 89; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96, 17/1/2002, § 49). AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010). Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme'nin maddesi kapsamında doğrudan devlete aftedilmesi için yeterli olup olmadığı hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükârda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiąc/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59). AİHM'e göre yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülükler, askerlik hizmetini yerine getiren kişilerin sağlıklarının ve iyilik hâllerinin korunmasını ve bu kişilere gerekli tıbbi bakımın sağlanmasını gerekli kılar. AİHM'e göre yetkili makamlar, askerlik hizmeti sırasında gerçekleşen her türlü yaralanma ve ölüm olayına ilişkin makul bir açıklama sunma yükümlülüğü altındadır (Metin Gültekin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 17081/06, 6/10/2015, §§ 32, 33; Beker/Türkiye, B. No: 27866/03, 24/3/2009, §§ 41-43). | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2577 | Başvuru, zorunlu askerlik döneminde sağlık problemlerinin vaktinde tespit edilememesi üzerine kronik hastalığa yakalanması sonucunda açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yüksek miktarda vekâlet ücreti ödenmesine karar verilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 4/2/2015 tarihinde Ödemiş Devlet Hastanesine sağlık kontrolü için giden G.Ç. isimli ve nüfus kaydına göre 2/4/1998 tarihinde doğan çocuğun 24 haftalık hamile olduğunun tespit edilmesiyle Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından başvurucunun eşi olan A. hakkında reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan 4/2/2015 tarihinde soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 8/2/2015 tarihinde Ödemiş ilçe merkezinde bulunan Polis Merkezi Amirliğine saat 00 sıralarında eşi hakkında kayıp müracaatında bulunmuştur. Başvurucu, müracaatında eşinin 7/2/2015 tarihinde saat 00 sıralarında evden işe gitmek üzere ayrıldığını, eşinin kullanmış olduğu telefon hattından kendisine 7/2/2015 tarihinde saat 36'da ''hkkni helal et ccklrıma shpck bşksına bba dmsnler arkmdnlf etdrm hytda tk svdgmsy snsn cksvdm snşn ck syi gzealdm ama sna bnu hc hsstdrmdmck svdm lnhakkn, helal et dgnime shp ck'' ve 39'da ''Ozur dlrm'' şeklinde çekilen mesajlar nedeniyle hayatından endişe duyduğunu belirtmiştir. Reşit olmayanla cinsel ilişki suçundan hakkında soruşturma başlatılan A. 8/2/2015 tarihinde saat 00 civarında Ödemiş ilçesinde bir zeytin ağacında asılı olarak bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüpheli ölüm olayının aydınlatılması için aynı tarihte soruşturma işlemlerine başlanmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aynı tarihte olay yeri inceleme işlemi gerçekleştirilmiş, buna ilişkin rapor ile olay yeri görgü ve tespit tutanakları düzenlenmiş, fotoğraf ve video çekimleri Olay Yeri İnceleme uzmanları tarafından yapılmış, krokiler çizilmiştir. A.nın üzerinde bulunan cep telefonu incelemeye alınmış ve özellikle mesajlar incelenerek Telefon İnceleme Tutanağı düzenlenmiştir. Tutanağa göre ölenin telefonunda 8/2/2015 günü saat 33'ten itibaren çok sayıda cevapsız çağrı ile başvurucunun kullandığı telefon numarasından ölene hitaben yazılmış çok sayıda mesajın olduğu tespit edilmiştir. Tutanak içeriklerine göre tehdit veya intihara yönlendirme ve benzeri şüpheli bir duruma rastlanmamıştır. Olay yeri incelemesi ve ölü muayene işlemlerinin tamamlanmasını müteakip Cumhuriyet Başsavcılığı kesin ölüm nedeni ile ölüm zamanının tespiti amacıyla cesedin İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir. Adli Tıp Kurumunda 9/2/2015 tarihinde klasik otopsi yapılmış ve buna dair rapor 27/2/2015 tarihinde düzenlenmiştir. Otopsi raporunun ilgili kısımları şöyledir:''...Boyunda, çepeçevre tam tur attıktan sonra sol yanda kesişim yeri olan ve bir ucunun saçlı deri içine ve enseye doğru uzanan ve ensede saçlı deri içinde yüzeyelleşen ve kaybolan, diğer ucunun çene sol alt yüzünde çene ucuna uzanan, kahverengi renkte, en kalın yeri 3 cm olan etrafında hiperemik ince hatlar bulunan telem olduğu görüldü. Cesette kesici delici alet yarası, ateşli silah yarası görülmedi... Boyun cilt altında ve yumuşak dokularda telem altına uyan bölgelerde kuruma ve kurşuni renk değişimi olduğu gözlendi. Hyoid kemik ve tiroidkartilajın sağlam olduğu görüldü. Larenks solunda yumuşak dokuda 3 cm’lik ekimoz olduğu görüldü. Boyun omurlarının sağlam olduğu gözlendi. Ösofagustamakroskopik patolojik özellik olmadığı gözlendi..."...otopsiden ve tetkiklerden elde edilerek yukarıya kaydedilen bilgi ve bulgular dikkate alındığında; Kimya İhtisas Dairesi’nin raporuna göre; Kanda; a- Alkol arandığı, bulunmadığı, b- Sistematiğimizdeki (Ek1) uyutucu-uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin ve ilaçların arandığı, 130 ng/mL Naproxen bulunduğu, c- (STA) Sistematiğimizdeki (Ek2) maddelerin arandığı, bulunmadığı, idrarda; a- Sistematiğimizdeki (Ek1) uyutucu-uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin ve ilaçların arandığı, Naproxen bulunduğu, b-(STA) Sistematiğimizdeki (Ek2) maddelerin arandığı, Naproxen bulunduğu, Kişinin ölümünün ası sonucu meydana gelmiş olduğu...'' Olay yerini gören kamera kayıtları da kolluk tarafından temin edilerek incelenmiştir. 25/5/2015 tarihli tutanak şöyledir:''08/2/2015 günü 45 sıralarında komutanlığımıza bağlı Mursallı Mahallesi girişinde Vakıflar Müdürlüğüne ait arazinin içinde dikili olan zeytin ağacına kendisini asmak suretiyle intihar eden [A.] isimli şahsın , olay yerine nasıl, kiminle, ne ile gidiğ gitmediği konusunda yapılan araştırmada olay yerinin bitişiğinde bulunan kamera kayıtları alınmıştır. Kamera kayıtlarının ayrıntılı fotoğraf halinde yapılan incelemesinde; [A.]nın 07/02/2015 günü saat 03 sıralarında bahse konu olay yerine motosikletin farının tek olması, ayrıca 08/02/2015 günü 00 sıralarında şahsın bahse konu arazi içerisinde bulunduktan sonra arazinin içerisinde bulunduktan sonra arazinin girişinde kendi üzerine kayıtlı 35 .. Plakalı motosikletinde olay yerinde bulunması nedeniyle olay yerine 0/02/2015 günü saat 03 de motosiklet ile geldiği, öncesinde ve sonrasında olay yerine başka bir motorlu aracın girmediği yapılan incelemelerden anlaşılmıştır. '' Başvurucu müşteki olarak 10/2/2015 tarihinde kolluk biriminde ifade vermiştir. Başvurucu, eşinin G.Ç. ile olan ilişkisine dair ayrıntılı açıklamalarda bulunmuştur. Başvurucu, olaya ilişkin olarak ise eşinin akşam saatlerinde 7/2/2015 tarihinde başka birisinin telefonundan arayarak hâl ve hatırını sorduğunu, daha sonra ise kayıp ihbarında bulunduğu sırada düzenlenen tutanakta yazılı mesajların geldiğini, eşinin ilişki yaşadığı G.Ç.nin ailesinin eşini intihara yönlendirmiş olabileceğini söylemiş; evden çıktıktan sonraki görüntülerin ilgili yerlerden temin edilerek incelenmesini, olayda kullanılan ipin nereden temin edildiğinin araştırılmasını talep etmiş ve G.Ç. ile G.Ç.nin babası K.Ç, annesi Ç. ve amcalarının eşinin ölümünden sorumlu olduğunu beyan ederek bu kişilerden şikâyetçi olmuştur. Ölenin kardeşi A. ile başvurucunun şikâyetçi olduğu kişiler de dâhil olmak üzere olaya dair bilgisi olduğu değerlendirilen ilgililerin olayla ilgili ifadelerine başvurulmuştur. Dosyada şüpheli sıfatı ile herhangi bir kişi hakkında işlem yapıldığına dair belgeye rastlanmamıştır. Soruşturma dosyasında yer alan bilgilere göre ölen ile en son görüştüğü değerlendirilen H.K. isimli kişinin ifadesine de başvurulmuştur. H.K. ifadesinde özetle G.Ç. ile ilişkisinin G.Ç.nin yakınları tarafından öğrenilmesi nedeniyle A.nın can güvenliğinden endişe ettiğini, A. ile olay tarihinden bir gün önce yeni bir telefon hattı üzerinden telefonla, ardından da evinde yüz yüze görüştüklerini ve burada A.nın saat 30'a kadar uyuduktan sonra kalkıp eşiyle (başvurucu) uzun bir telefon görüşmesi yaptığını, odaya girdikten sonra ''Çocukları özledim, onları görmeye gideceğim'' dediğini, kendisinin de A.nın ağabeyi olan A.nın İzmir'den geleceğini söyleyerek bir müddet daha beklemesini tavsiye ettiğini, bunun üzerine A.nın sinirlenerek ''Oğlum, ben çocuk muyum, Ödemiş'i 20 yıldır bilirim, Ödemiş'in her yerini karış karış bilirim, zaten yarım saate gelirim'' diyerek evden saat 00 sıralarında ayrıldığını, o saatten sonra da kendisinden bir daha haber alamadığını beyan etmiştir. Bu şahsın ifadesinden, A.nın kendisine yönelik olarak -başta başvurucunun beyanlarında belirtilen kişiler olmak üzere- üçüncü kişiler tarafından tehdit veya intihara yönlendirilmesi şeklinde herhangi bir beyanda bulunmadığı anlaşılmıştır. Başsavcılık ayrıca A.nın kullandığı telefon hattına ait HTS (hattın arama kayıtlarına ilişkin tarihsel rapor) kayıtlarını 1/2/2015 ile 8/2/2015 tarihleri arasını kapsayacak şekilde Telekomünikasyon İletişim Hizmetleri Başkanlığından isteyerek incelemiştir. Başsavcılık olay hakkında 18/6/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılığın kararı şöyledir: ''Yapılan incelemede; olay sonrası yapılan olay yeri inceleme ve ölü muayene işlemi sonucunda ölenin kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla otopsi işlemi için İzmir Adli Tıp Kurumuna gönderildiği, İzmir Adli Tıp Kurumunca düzenlenen 27/02/2015 tarihli otopsi raporu uyarınca kişinin ölümünün ası sonucu meydana geldiğinin tespit edildiği, dosya kapsamında yapılan incelemede, ölenin 04/02/2015 günü ayrı bir tahkikat kapsamında 'Reşit Olmayanla Cinsel İlişki' suçuna ilişkin şüpheli olarak savunmasının alındığı, bu olaydan dört gün sonra intihar ettiğinin tespit edildiği, bilgi sahibi olarak beyanıalınan önceki olayın mağduru olan [G.Ç.] anne, babası ve amcalarının ölenin intihar etmesi olayı ile bir ilgilerinin olmadığını beyan ettikleri, ayrıcı dosya kapsamında bilgi sahibi olarak beyanları alınan ölenin kardeşi olan [A.] ve ölenin eşi olan [başvurucu] beyanlarında ölenin intiharından önce kendilerine intiharedeceği yönünde çeşitli mesajlar gönderdiğini beyan ettikleri, bu kapsamda ölenin kullanmakta olduğu cep telefonunun mesaj kayıtları incelendiğinde ölenin öldüğü gün çeşitli saatlerde intihar edeceği yönünde birçok mesaj kaydının bulunduğunun 08/02/2015 tarihli tutanaklarla tespit edildiği,ölenin telefonunda yapılan incelemeye ilişkin Telekomünikasyon İletişim Hizmetleri Başkanlığınca verilen cevapta herhangi bir şüpheli mesaj yada arama kaydınınbulunmadığı, ölenin intihar ettiği yere yerin bitişiğinde bulunan Durusu Süs Bitkileri isimli işyerinin girişini gösterir kamera kayıtlarının incelenmesi sonucunda 25/05/2015 tarihli tutanakta muhtemelen ölenin 07/02/2015 günü saat 22:03 de kullanmakta olduğu motosiklet ile intihar ettiği tarlaya geldiğinin tespit edildiği, ölenin müştekiye ve kardeşi olan[A]'ya göndermiş olduğu mesaj kayıtları ölenin kullanmakta olduğu cep telefonunun arama kayıtlarını gösterir iletişimin tespiti tutanakları dosya kapsamında beyanları alınan bilgi sahiplerinin beyanları ile olay yeri görgü ve tespit tutanakları ile ölene ait otopsi raporu birlikte değerlendirildiğinde ölenin intihara teşvik edildiğine veya zorla kendini öldürmeye zorlandığını gösterir herhangi bir delil elde edilemediği, ölenin ölüm olayından 4 gün önce yaşadığı soruşturma sonucunda buhrana girmesi sonucu intihar ettiğinin kabulü gerektiği, ortadaTürk Ceza Kanunu kapsamında soruşturmayı gerektirirsuç ve suçlu bulunmadığı'' [anlaşılmıştır.] Başvurucunun anılan karara itiraz etmesi üzerine Ödemiş Sulh Ceza Hâkimliği itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:'' müşteki Özlem Akçadağ tarafından Hakimliğimize gönderilmek üzere Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığı'na sunulan 14/07/2015 havale tarihli itiraz dilekçesinde özetle; Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığı' nın 10/07/2015 tarihinde tebliğ edilen 18/06/2015 tarih ve 2015/573 soruşturma-2015/1211 karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığı kararının olayın oluş şekli, tanık ifadeleri ve delillerin gözönünde bulundurulduğunda yerinde olmadığını, ölen eşi [ A.]nınolay gecesi arkadaşının evinden çocuklarını özlediğini ve onları görmeye gideceğini söyleyerek ayrıldığını, kendisinden bir daha haber alınamadığını, sabahında asılı halde cesedinin bulunduğunu, tanıkların alınan ifadesinde [G.Ç]. ve [A] kızın hamile kalması olayından ailenin haberinin olduğunu söylemesine rağmen tanıklar [A.Ç.] ve [Ç.]ninın bu durumdan haberleri olmadığını, jandarmanın ifade için çağırmasıyla öğrendiklerini beyan ettiklerini, ayrıca [G.Ç.]nin amcası olan [Ş.Ç.]ninölen eşine yönelik tehdit içerikli söylemlerinin olduğunun ifade tutanaklarında mevcut olduğunu, her ne kadar eşinin telefonundan kendisine ve kardeşine intihar edeceğini belli eden mesajlar gelmiş olsa da mesajların kimin tarafındanyazıldığının belirlenemediğini, tüm bu hususların birlikte değerlendirildiğinde ifadelerdeki çelişkilerin giderilmeden ve gereklitahkikat yapılmadan Cumhuriyet savcılığının vermiş olduğu kovuşturmaya yer olmadığına kararının yasaya aykırı olduğunu,Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığı' nın 1806/2015tarih 2015/573 soruşturma 2015/1211 karar sayılı kararın kaldırılması ve bu hususun yerine getirilmesini istediğini belirterek itiraz ettiğianlaşılmıştır. Ödemiş Cumhuriyet Başsavcılığı' nın 1806/2015 tarih 2015/573 soruşturma 2015/1211 karar sayılıası sonucu ölüm suçundan ölen [A.] hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın dosya içeriğine göre usul ve yasaya uygun olduğu...'' Anılan karar başvurucuya 8/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87, 91- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17535 | Başvuru, ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 1/11/2005 tarihinde Ankara İş Mahkemesinde açılan sosyal güvenlik hukukundan kaynaklanan tespit davasında İlk Derece Mahkemesinin 4/12/2008 tarihli hükmü ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, temyiz incelemesi sonucu Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/6/2010 tarihli ilamı ile bozmaya hükmedilmiş, bozma sonrasında yargılamaya devam edilerek 12/9/2013 tarihli hüküm ile dava kabul edilmiş, bu hüküm Yargıtay Hukuk Dairesince 17/1/2014 tarihinde onanmış ve yargılama sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2273 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 29/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 11/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular hakkında Adalet Bakanlığı 12/1/2015 tarihli dilekçesiyle görüş sunmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, astsubay statüsünde görev yapmakta iken disiplinsizliği ve ahlaki durumu nedeniyle 9/12/1998 tarihli Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiği kesilmiştir. 6191 sayılı Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde, 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya YAŞ kararlarıyla TSK’dan ilişiği kesilenlere bazı haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirmiş ve bu hükümden yararlanabilmek için 6191 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden itibaren 60 gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvurulması gerektiği hükme bağlanmıştır. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde düzenlemesinden yararlandırılması talebiyle yaptığı başvuru, Milli Savunma Bakanlığının 28/6/2011 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. Başvurucu tarafından, anılan işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesinde dava açılmıştır. Başvurucu vekili, 3/12/2012 tarihli dosya inceleme tutanağına göre gizli belgeler dâhil tüm dava dosyasını incelemiş ve aynı tarihte Başsavcılık düşüncesi kendisine verilmiştir. AYİM, 4/12/2012 tarih ve E.2012/431 ve K.2012/1343 sayılı kararı ile başvurucunun, 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinden yararlanabilmesi için gerekli olan yargı denetimine kapalı işlemlerle TSK’dan ilişiğinin kesilmiş olması şartını taşıdığı açık ise de, hakkında düzenlenen istihbarat raporlarına göre bölücü terör örgütü PKK sempatizanı olduğu ve sakıncalı/bölücü personel kategorisinde bulunduğu, eşi ve kız kardeşiyle birlikte 1998 yılında HADEP Balıkesir il binasına gittikleri, kendisi arabada beklerken eşi ve kardeşinin binaya girerek il başkanı ile görüştüğü, eşinin (Z.S.) ve kardeşlerinin de bölücü faaliyetler içinde olduğu, kardeşlerinden R.E.’nin PKK terör örgütüne katıldığı ve faaliyet içinde olduğu gerekçesiyle 1991 yılında yakalanıp gözetim altına alındığı, ancak adli makamlarca serbest bırakıldığı, kardeşlerinden Z.E.’nin anılan örgüte yönelik sürdürülen çalışmalar kapsamında durumundan şüphelenilerek 1996 yılında yakalanıp gözetim altına alındığı, daha sonra serbest bırakıldığı, kardeşi A.E.’nin PKK terör örgütüne katıldığı ve faaliyet içerisinde olduğu gerekçesiyle 1993 yılında yakalanarak gözetim altına alındığı ve cezaevinde yattığı, kardeşi E.'nin aynı örgüte yönelik operasyonda 1993 yılında yakalanıp tutuklandığı, davacının da disiplinsiz davranışlarından dolayı 1984 ila1987 yıllarında iki gün oda hapsi, dört gün izinsizlik, üç kez şiddetli tevbih ve bir kez tevbih cezası aldığı anlaşıldığından, söz konusu kanun hükümlerinden yararlandırmama işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine ve gizli belgelerin iadesine karar verilmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 19/3/2013 tarih ve E.2013/338, K.2013/304 sayılı kararıyla reddedilmiş, karar 1/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 29/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. B. İlgili Hukuk Anayasa’nın “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.(Değişik fıkra: 7/5/2010-5982/21 md.)Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Teminat” başlıklı maddesi şöyledir:“Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Başkanı, Başsavcı, Daire Başkanları ve üyeleri; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi hakimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının kendilerine sağladığı teminat altında hizmet görürler.” 1602 sayılı Kanun’un , ve maddeleri şöyledir:“Üyelerin seçimi: Madde 8 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin askeri hakim sınıfından olan üyeleri, bu sınıftan olan başkan ve üyeler tam sayısının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Hakim sınıfından olmayan üyeleri, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday arasından, Cumhurbaşkanınca seçilir.” “Atanma: Madde 9 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Seçilenler arasından rütbe ve kıdem sırasına göre Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına, Başsavcılığına, daire başkanlıklarına ve üyeliklere, Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın imzalayacağı, Cumhurbaşkanının onaylayacağı Kararname ile atama yapılır. Atamalar Resmi Gazete'de yayımlanır. Başkan, Başsavcı ile daire başkanlarının askeri hakim sınıfından olması şarttır.” “Görev süresi: Madde 10 – (Değişik: 25/12/1981 - 2568/1 md.) Askeri Hakim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.” 1602 sayılı Kanun’un “Dosya dışında inceleme” başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(Değişik dördüncü fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler taraf ve vekillerine açıktır. Şu kadar ki; mahkeme tarafından getirtilen veya idarece gönderilen bilgi, belge ve dosyalardan, başka şahıs ve makamların özel bilgileri ile şeref, haysiyet ve güvenliğinin korunması veya idarenin soruşturma metotlarının gizli tutulması maksatlarıyla taraf ve vekillerine incelettirilmemesi kaydı konulanlar ile personelin özlük dosyasındaki dava konusu haricindekiler taraf ve vekillerine incelettirilemez. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Taraf ve vekillerine incelettirilemeyecek nitelikteki bilgi ve belgeler; bulundukları yer itibarıyla taraf ve vekillerine açık olan diğer evraktan ayrılamaz nitelikte iseler, taraf ve vekillerine incelettirilecek suretleri, ilgili bölümleri idare tarafından karartılarak ayrıca gönderilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Davacı taraf veya vekili, karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgelerin savunmaya esas teşkil edecek unsurlar olduğu iddiası ile mahkemeye itiraz edebilir. Yapılan bu itiraz, mahkeme tarafından incelenerek haklı görülen hususlarda, mahkemenin belirleyeceği çerçevede daha önce karartılan veya verilmeyen bilgi ve belgeler karşı tarafa incelettirilebilir. (Ek fıkra: 19/6/2010-6000/20 md.) Bu hükümlere göre elde edilen ve gizlilik derecesine sahip bilgi ve belgeler, taraf ve vekillerince mahkeme haricinde, diğer bir maksatla kullanılamaz. Aksine davranışta bulunanlar hakkında ilgili kanun hükümleri saklıdır.” 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar.Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.… Başvurunun reddi hâlinde, bu ret işlemine karşı ilgililer altmış gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2751 | Başvurucu, 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun 10. maddesi ile 27/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’na eklenen geçici 32. maddesinde düzenlenen haklardan yararlanmak için yaptığı başvurunun reddi üzerine açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmadan dolayı gözaltına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılama sonunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular sırasıyla 7/8/2015, 19/8/2015 ve 20/8/2015 tarihlerinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruculardan Necdet Taylan Şahin'in adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/14911, 2015/14969 numaralı bireysel başvuru dosyaları, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2015/14310 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve incelemenin 2015/14310 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, 2015/14969 numaralı bireysel başvuruya ilişkin görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Kemal Kaan Sıkık, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde lise sınıf öğrencisi olan başvurucular 1997 doğumlu olup Adana'da ikamet etmektedir. 13/12/2014 tarihinde saat 00'de, Başbakan'ın Adana'ya gelişi nedeniyle Hükûmet politikalarını protesto etmek amacıyla basın açıklaması ve yürüyüş düzenleneceği bilgisi üzerine emniyet birimleri saat 00'de İnönü Parkı'nda göreve başlamışlardır. Başvurucular basın açıklaması ve protesto gösterisi yapılacağını sosyal medyadan öğrenmişler ve İnönü Parkı'na gelmişlerdir. Anılan parkta basın açıklaması ve protesto eylemi yapmak için toplanan yaklaşık yirmi kişilik grup, elindeki megafonla grubu organize eden ve slogan attıran T.A.nın megafonla "Şimdi basın açıklaması yapmak amacıyla yürüyoruz" şeklindeki anonsu üzerine İnönü Caddesi'ne doğru yürüyüşe geçmiştir. Başvuru dosyası içinde toplantı ve gösteri yapılacağına dair idareye önceden bildirim yapıldığına ilişkin herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Polis fezlekesine göre, Güvenlik Şube Müdürlüğünde görevli emniyet amiri ses yükselten araçtan gruba şu şekilde ihtarda bulunmuştur:"Arkadaşlar bir saniye, basın açıklaması yapan arkadaşlar, park içerisinde basın açıklaması yapabilirsiniz, çevik müdahale et, polise mukavemette bulunamazsınız, yapmış olduğunuz eylem 2911 sayılı Kanun'a aykırıdır, lütfen dağılın, dağılmadığınız takdirde kamu malına zarar verme, polise mukavemet olaylarından yasal işlem yapılacaktır. Lütfen dağılın, lütfen dağılın." Kolluk kuvvetleri; dağılmaları yönünde yapılan bu uyarıdan hemen sonra, dağılmayan gruba müdahale etmiştir. Müdahale sırasında göstericiler slogan atarak ellerindeki flama ve döviz sopaları ile polise vurmaya çalışmış ve bir polis memurunu basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralamışlardır. Kolluk kuvvetlerinin müdahalesi sonucu göstericiler küçük gruplara ayrılmış, birbirlerinin koluna girerek gerek kendilerinin gerekse diğer göstericilerin gözaltına alınmalarını engel olmak istemişlerdir. Başvurucular aynı gün saat 30'da gözaltına alınmış ve yaklaşık dokuz saat sonra serbest bırakılmıştır. Başvurucular hakkında kamu görevlilerine görevinden dolayı alenen hakaret, görevi yaptırmamak için direnme, 6/10/1983 tarihli ve2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme ve kanuna aykırı gösteriye silah ile katılma suçlarından iddianame düzenlenmiştir. Aynı olay nedeniyle haklarında yukarıda belirtilen suçlardan dava açılan diğer dokuz kişinin yargılaması Adana Asliye Ceza Mahkemesinde (Asliye Ceza Mahkemesi) yürütülmüştür. Sanıklardan üçü hakkında toplantı ve gösteri yürüyüşüne 2911 sayılı Kanun uyarınca yasak olan sopa ile katılmaktan beşer ay hapis cezasına hükmedilmiş ve bunlardan ikisi hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Sanıklar diğer suçlardan ise beraat etmişlerdir. Asliye Ceza Mahkemesi, söz konusu dokuz sanık hakkında kanunsuz toplantıya katılma ve ihtara rağmen dağılmama suçuna ilişkin verdiği beraat kararının gerekçesinde, kolluk tarafından çekilen kamera görüntülerinde sanıkların ellerindeki döviz ve pankartlarla yürüyüşe geçtiklerini, buna karşılık kolluk kuvvetlerinin henüz usulüne uygun dağılın ihtarı yapmadan ve Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına göre barışçıl bir gösteriye bir miktar tolerans göstermeden hemen ve doğrudan müdahale ettiklerini tespit etmiştir. Asliye Ceza Mahkemesi; grubun yürüyüşe geçmeden hemen sonra emniyet amirinin ses yükselten araçtan gruba yönelik dağılın ihtarı ile kolluk kuvvetlerine müdahale talimatının eş zamanlı yapıldığını ve ihtardan sonra makul bir süre beklenmediğini belirtmiştir. Başvurucuların (suça sürüklenen çocuklar) yaş küçüklüğü nedeniyle haklarındaki ceza davası ise Adana Çocuk Mahkemesinde (Mahkeme) görülmüştür. Mahkeme; başvurucular hakkında tutanak tanıkları tarafından başvurucuların bire bir yapılan gözlem ve takip sonucu yakalanmadıkları, dolayısıyla hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarını işledikleri yönünde mahkûmiyetlerine yetecek kesin ve inandırıcı deliller bulunmadığını belirtmiştir. Bu nedenleyasa dışı gösteriye silahtan sayılan sopa ile katılma, görevi yaptırmamak için direnme ve kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçlarından haklarında beraat kararı vermiştir. Mahkeme, başvurucuların içinde bulundukları grup ile birlikte halkın yoğun olarak bulunduğu İnönü Parkı'nda yasa dışı gösteriye katıldıkları ve ihtara rağmen dağılmadıkları gerekçesiyle ise 2911 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası uyarınca ayrı ayrı 3 ay 10 gün hapis cezasına hükmetmiş ve HAGB kararı ile üç yıl süreyle denetime tabi tutulmalarına karar vermiştir. Mahkeme karar gerekçesinde; başvurucuların haklarında ceza davası açılan diğer dokuz kişi ile birlikte "Gericiliğin ve savaşın mimarı Davutoğlu kentimizden defol, Halkevleri, Öğrenci kollektifleri" şeklinde pankart açarak kanuna aykırı toplantı gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. Başvurucuların da aralarında olduğu bu kişilerin "Kadın katliamını ve savaşı durduracağız, Halkevci kadınlar, gerici kuşatmayı dağıtacağız, Halkevci kadınlar, Osmanlıca da olsa, Türkçe de olsa isyan her dilde aynıdır, Halkevleri " şeklinde dövizler açtıkları, "tek yol sokak, tek yol devrim-katil işid, işbirlikçi AKP, AKP defol, bu sokaklar bizim, AKP'den hesabı kadınlar soracak, katil Başbakan istemiyoruz." şeklinde slogan attıklarını tespit etmiştir. Mahkeme; başvurucuların kanuna aykırı şekilde yürüyüş yapmak istediklerini, bu durum üzerine güvenlik görevlileri tarafından ses yükselten araç ile dağılmaları ve yürüyüşe izin verilmeyeceği yönünde uyarı yapıldığını belirtmiştir. Kararda Mahkeme, Çevik Kuvvet görevlilerinin kanuna aykırı yürüyüş yapmak isteyen başvurucuların da içinde olduğu grubun önüne geçerek yürüyüşe engel olmak istediklerini, uyarı üzerine grubun ellerinde bulunan flama ve dövizlerin tahta sopaları ile güvenlik kuvvetlerine "Katil köpekler, katiller, kiralık köpekler" şeklinde bağırarak "Katil defol bu sokaklar bizim" şeklinde slogan attıklarını ve emniyet görevlisi olan müşteki T.Ü.yü, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek şekilde yaraladıklarını tespit etmiştir. Mahkeme, dinlenen müştekiler ve tutanak tanıklarının başvurucuların bizzat kendilerine yönelik vurarak, çekiştirerek, iterek direndikleri veya hakaret ettikleri yönünde somut görgüye dayalı bilgilerinin olmadığını belirtmiştir. Başvurucular 6/7/2015 tarihinde HAGB kararlarına itiraz etmiştir. İtirazları inceleyen Adana Ağır Ceza Mahkemesi 14/7/2015 tarihinde başvurucuların itirazlarını reddetmiştir. Ret kararı başvuruculara 21/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 2911 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur” Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin bazı kararlarının ilgili kısımlarışöyledir: a. "Oluş ve tüm dosya içeriğinden, "YÖK Yasa Tasarısını ve Kamu Reformu Yasa Tasarısını protesto etmek ve sırf demokratik tepki ortaya koymak için basın açıklaması yapmak üzere Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsünde toplanan yaklaşık 100 kişilik grubun, ellerinde suç oluşturmayan bazı pankartlar taşıyarak marşlar ve sloganlar eşliğinde kaldırım üzerinden Kolej kavşağına kadar yürüdüğü, kavşakta ellerindeki pankart ve flamaları açıp Kızılay istikametine yürüyüşe geçtikleri sırada güvenlik güçlerinin grubu barikat içine alıp dağılmaları yönünde ihtarda bulunmasına rağmen makul süre tanıyıp dağılmalarına fırsat vermeden grubu gözaltına almaya başladığı anlaşılmakla; sanığa yüklenen 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun maddesinde tanımlanan suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı ve beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı biçimde mahkumiyet hükmü kurulması (9/2/2010, E. 2007/9352, K. 2010/1550)" b. "Kanuna aykırı olarak başlayıp gerçekleşen yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşünde, 2911 Sayılı Yasanın maddesi uyarınca topluluğa dağılmalarına ilişkin usulünce ihtar yapılmadığının ve zorla dağıtılmadıklarının anlaşılması ve sanığın anılan Yasanın maddesinde tanımlanan düzenleyici ve yönetici durumunda da bulunmaması karşısında, eyleminde sözü edilen Yasaya aykırılık suçlarının oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi (11/12/2006, E. 2006/2403, K. 2006/9088)"B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 20, 21; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30;Ömer Faruk Akyüz, B. No:2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-37 kararlarına bakılabilir. AİHM, mevcut başvuruya benzer Oya Ataman/Türkiye (B. No: 74552/01, 5/12/2006) kararında bir gösterinin sadece mevzuata uygun olmamasının barışçıl şekilde toplanma özgürlüğünün kullanılmasına müdahale edilmesini haklı kılmayacağına karar vermiştir. Oya Ataman/Türkiye kararına konu olayda İnsan Hakları Derneği üyesi bir avukat olan başvurucunun da içinde bulunduğu kırk elli kişilik bir grubun İstanbul Sultanahmet Parkı'nda F tipi ceza infaz kurumlarını protesto eden basın açıklaması ve devamında yarım saat süren gösteri yürüyüşüne, kanuna aykırı gösteri yapıldığı ve kamu düzeninin bozulduğu gerekçesiyle polis müdahale etmiştir. AİHM, müdahaleyi orantısız bularak maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. Söz konusu grubun trafikte karışıklık yaratması dışında kamu düzeni için tehlike oluşturduğunu gösteren bir delil bulunmadığını ve yetkililerin düzenlenen gösteriye son vermekte gösterdikleri sabırsızlığa anlam veremediğini belirten AİHM'e göre "Göstericilerin şiddet içeren faaliyetlerde bulunmadığı hallerde, Sözleşmenin maddesi tarafindan güvence altına alınan özgürlüğün içeriğinin boşalmaması için, kamu makamlarının barışçıl toplanmalara belirli bir hoşgörüyle yaklaşmaları büyük önem taşımaktadır." (Oya Ataman/Türkiye,§ 42). Ayrıca derhâl tepki gösterilmesi gereken kimi durumlarda kanunlarda öngörülen bildirim sürelerine uymak her zaman mümkün olmayabilmektedir. Hemen gerçekleştirilmediği takdirde güncelliğini yitirecek bu tür acele toplantılara ilişkin bir kararında (Bukta ve diğerleri/Macaristan, B. No: 25691/04, 17/7/2007) AİHM, bu konuyu incelemiştir. Bir oteldeki resepsiyona katılacağı bildirilen başbakanı protesto etmek için barışçıl biçimde toplanan ancak yasal zorunluluk olan üç gün öncesinden bildirme koşuluna uymadıkları gerekçesiyle toplantıları dağıtılan başvurucuların toplantı özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yaptıkları başvuruyu inceleyen AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM'e göre "Politik bir olaya gösteri şeklinde derhal tepki verilmesinin haklı görülebileceği özel koşullarda, barışçıl toplanmaya katılanların yasadışı hareketleri olmadığı halde sadece ön bildirim yapılmamış olması nedeniyle toplantıyı yasaklamak, barışçıl toplanma hakkına orantısız bir kısıtlama oluşturur." (Bukta ve diğerleri/Macaristan, § 36). AİHM, HAGB kararı verilse bile üç yıl boyunca başvurucuların aynı türde başka suçları işlemekten kaçınacakları ve denetime tabi tutulacaklarını dikkate almaktadır. Bu nedenle AİHM; muğlak olan bu tedbirin uzunca bir süre başvurucuları ceza hükümlerinin uygulanması tehdidi altında bulunduracağını, gösteri yapma özgürlüklerinin kullanılmasında bu hükümlerin etkilerine doğrudan maruz kalmak zorunda olduklarının kabulü gerektiğini, en azından anayasal hakların kullanımı üzerindeki otosansür etkinin hiçbir şekilde varsayımsal olmadığını ve bu hükmün başvurucuların eylemleri üzerinde caydırıcı bir tedbir olarak süreceğini belirtmiştir (Mesut Yıldız ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8157/10, 18/7/2017, § 37). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14310 | Başvuru, toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmadan dolayı gözaltına alınma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılama sonunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hükümlünün üç kişilik ziyaretçi listesi oluşturma talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu 9/1/2018 tarihinde Kuruma verdiği dilekçede yaklaşık üç yıldır ziyaretçi hakkından yararlanamadığını belirterek isimlerini verdiği üç kişinin ziyaretçi listesine eklenmesini talep etmiştir. Kurum İdare ve Gözlem Kurulunun 17/1/2018 tarihli kararıyla mevzuatta yer alan 60 günlük sürede başvurulmadığı gerekçesiyle başvurucunun talebi reddedilmiştir. Başvurucu söz konusu karara karşı Kocaeli İnfaz Hâkimliğine şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 27/2/2018 tarihinde şikâyet başvurusunu reddetmiştir. İnfaz Hâkimliği kararının gerekçesinde 17/06/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik (Ziyaret Yönetmeliği) hükümlerine göre ziyaretçi listesinin ziyaretle ilgili hususların hükümlüye tebliğinden itibaren altmış gün içinde Kuruma verilmesi gerektiği, başvurucunun bu süre geçtikten sonra talepte bulunmuş olması nedeniyle talebin reddi gerekeceği ifade edilmiştir. Başvurucunun bu karara karşı itirazı Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin 20/3/2018 tarihli kararıyla işlemlerin usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu karar, başvurucuya 30/3/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Mehmet Zahit Şahin, B. No: 2013/4708, 20/4/2016, §§ 18-24; Mehmet Sevik, B. No: 2017/24068, 18/7/2018, §§14, | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10567 | Başvuru, hükümlünün üç kişilik ziyaretçi listesi oluşturma talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mahkûmiyetten sonra ortaya yeni deliller çıktığı belirtilerek yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi ve dosya üzerinden karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 26/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/7/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 25/8/2006 ve 1/9/2006 tarihlerinde H., F.B., A., E.Y. ve isimli müştekiler kolluğa müracaat ederek Sami Kutsal ve ve onunla birlikte hareket eden diğer bazı kişilerin baskı, sindirme ve korkutma yoluyla İstanbul Adapark içinde bulunan işletmeleri ele geçirmeye çalıştıkları iddiasıylabu kişilerden şikâyetçi olmuşlardır. İsimsiz ihbar dilekçelerinde de benzer iddialar ileri sürülmüştür. Soruşturma kapsamında müşteki ve tanık beyanlarına başvurulmuştur. Müştekiler, başvurucu ve diğer sanıkları suçlayıcı beyanlarda bulunmuşlardır. Başvurucu ve diğer sanıklar hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun haksız çıkar elde etmek amacıyla örgüt kurma, iş ve çalışma hürriyetini engelleme, var olan suç örgütlerinin korkutucu gücünden yararlanmak suretiyle nitelikli yağma ve ruhsatsız silah taşıma suçlarından kamu davası açılmıştır. Müştekiler kovuşturma evresinde, olayların iddianamede anlatıldığı şekilde olmadığını ve sanıklarla bir sorun yaşamadıklarını beyan ederek önceki ifadelerini kabul etmemişlerdir. Yapılan yargılama sonunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin(CMK madde ile görevli) 19/3/2010 tarihli ve E.2009/33, K.2010/106 sayılı kararıyla ile suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve cebir ve tehdit kullanarak iş ve çalışma hürriyetini ihlal etme suçlarından başvurucunun 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun220/1, 117/1 ve 119/l-c-dmaddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis ve beş kez 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyetler, Yargıtay Ceza Dairesinin 13/7/2011 tarihli ve E.2010/23825, K.2011/35453 sayılı ilamı ile onanarakkesinleşmiştir. Başvurucu müdafii; söz konusu dosyanın müştekisi Ö.T.nin karar aşamasından sonra vermiş olduğu 24/4/2010 tarihli dilekçesinde, verilen kararda sanıklar Sami Kutsal, U.A., U., E.K., Z., B.A., R.S., Z.P. ve T.T.nin iş yerinde kendisine cebir ve şiddet kullandığının belirtildiği oysa ki böyle bir durumun olmadığını, bu şahıslardan kimseyi görmediğini, tanımadığını, Mahkemece karar verilirse tekrar duruşmada bu durumu anlatacağını belirttiğini ve müştekinin bu vazgeçmesinin Yargıtay ilamının2 No.lu fıkrasında müşteki Ö.T.ye karşı, sanıklarM.U., R.S. ve U.A.nın mahkûmiyet kararlarının bozulduğu; müştekileri kışkırtan kişinin A.Y.T. simli mafyavari yaşayan biri olduğunu, bu kişinin yanında çalışan K. tarafından öldürüldüğünü, bu öldürme olayı nedeniyle K.nın yargılandığı Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/39 sayılı dosyasında vermiş olduğu ifadesinde A.Y.T.nin tahsilat işleriyle uğraştığını, kendisini bu nedenle yanında gezdirdiğini, A... işletmecisi olan Sami Kutsal ile B.A.yı kendisine hasım seçtiğini, bu parkı bunların elinden alacağını söyleyip "Sen de bunları vuracaksın." dediğini öğrendiklerini belirterek yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Yargılamanın yenilenmesi talebi, Mahkemenin 28/3/2012 tarihli ve 2012/155 Değişik İş sayılı kararıyla kabule değer görülmüştür. Dosyanın yeni esasa (2012/56) kaydedilmesini müteakip yargılamanın yenilenmesi talebi, Mahkemenin 10/5/2012 tarihli ve E.2012/56, K.2012/75 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Mahkememizin 2009/33 esas sayılı dosyasının temyiz incelemesi sırasında müştekiÖ. T. nin aldığı beyanının temyiz incelemesinde dikkate alınarak bir kısım sanıklar hakkındaki hükmün bozulduğu, diğer sanıklar yönünden bu hususa değinilmediği kaldı ki müştekinin değiştirdiği beyanının CMK'nun 311/b maddesi kapsamında yargılamanın yenilenmesini gerektirecek nedenler arasında bulunmadığı,Mahkememizin 2009/33 esas sayılı dosyasında kararda; "Her ne kadar müştekiler duruşmada olayların böyle olmadığını, sanıklarla aralarında bir sorun yaşamadıklarını beyan etmişlerse de duruşmalarda gözlendikleri üzere konuşmada güçlük çektikleri ve mahkememizce kendilerini baskı altında hissettikleri kanaatine varılmakla hazırlık aşamasında birbirini teyit eden şikayet dilekçeleri, emniyet ve teşhis tutanaklarına itibar edilmesi sonuç ve kanaatine varılmıştır.Klasör 10 Dizi 467 deki bu konuyla ilgili olarak TANIK İ. T. 2009 tarihli ifadesinde; söz konusu işletmeyi ve E. Y. ile birlikte işlettiğini, işlettikleri sırada kendisinin sadece akşamları işletmeye uğradığını, ortaklarından Sami KUTSAL tarafından müziğin kapatılması ve masaların kaldırılması ile ilgili uyarılar geldiğini duyduğunu, projede görülmeyen işletmelerin açılması nedeniyle gelirlerinin düştüğünü, gelirlerinin düşmesini müteakip işletme sahiplerinin yönetimden kira ve aidat indiriminde bulunmaları istediklerini ancak T. T.nin “işletecekseniz işletin, işletmeyecekseniz bırakın gidin” şeklinde sözler söylediğini belirttiği görülmüştür.Yukarıda bahsedilen tüm deliller değerlendirildiğinde müştekiler ve E. Y.ye yönelik olarak Sanıklar SAMİ KUTSAL, B. A., T. T. VE Z. tarafından ortak hareket edilmek suretiyle Bayrampaşada’ki A...isimli [y]önetimde yer almalarının ardından işletmecilerinaidatlarını fahiş oranda artırarak müştekilerin maddi yönden bir nevi pes etmelerini sağlayarak iş yerlerini teslime mecbur bırakıldıkları, müştekilere yönelik baskı yaparak veişletmecilere mal varlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratılacakları korkusunun verilmesi, işletmecilerin, her gün, Sami KUTSAL ve adamları tarafından bu şekilde küçük düşürücü, baskıcı ve tehdit içerikli davranışlara maruz kaldıkları, normal ticari ilişkilerde hiç kimsenin gelir getiren bir işletmesini ortada hiçbir neden yokken bırakmasının veya terketmesinin mümkün olmadığı ve sanıklarınmüştekileriniş ve çalışma hürriyetini engelledikleri ve atılı suçu birden fazla kişi tarafından, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin korkutucu gücünden yararlanmak suretiyle iş ve çalışma hürriyetini tahdit eylemi gerçekleştirdiklerinden eylemlerine uyan 5237 sayılı yasanın 117/1, 119/ fıkrasının c, d bentleri uyarınca cezalandırılmalarının gerektiği... " gerekçesine yer verildiği,Hükümlü müdafileri Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi ile İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin dosyalarında ortaya çıkan yeni deliller ile A. Y. T.nin kurgusu sonucu müştekilerin aleyhe ifade verdiğini belirtmişler ise de; Y., Ş. T., E. Y., O. P. ve gizli tanık beyanlarının sonradan ortaya çıkmadığı,Hususları dikkate alındığında yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen iddiaların yeterli derecede doğrulanmaması nedeniyle hükümlüler müdafilerinin taleplerinin CMK'nun 321/1 maddesi uyarınca esassız olduğu sonucuna varılarak duruşma yapılmaksızın taleplerinin reddine yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucunun anılan karara karşı yaptığı itiraz, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 31/12/2012 tarihli ve 2012/1281 Değişik İş sayılı kararıylareddedilmiştir. Bakanlık 18/7/2013 tarihli ve 2013/11631/46681 sayı ile K.nın karardan sonra ortaya çıkan ifadesinin A.Y.T. ile Sami Kutsal arasında husumet bulunduğunu ve müştekilerin sonradan verdikleri ifadeleri doğrular nitelikte olduğu, bu durumun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi anlamında "yeni delil" olarak değerlendirilmesi gerektiği ve sanık lehine bir durum meydana getirebileceği gözetilmeden itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca anılan kararın bozulması talebinde bulunmuştur. Kanun yararına bozma talebi, anılan kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle Yargıtay Ceza Dairesinin 26/5/2014 tarihli ve E.2014/6799, K.2014/10443 sayılı ilâmı ile reddedilmiştir. Anılan karar başvurucu tarafından 17/6/2014 tarihinde öğrenilmiştir. Başvurucu 10/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun’un “Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi şöyledir:“(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:…e) Yeni olaylar veya yeni deliller ortaya konulup da bunlar yalnız başına veya önceden sunulan delillerle birlikte göz önüne alındıklarında sanığın beraatini veya daha hafif bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanması ile mahkûm edilmesini gerektirecek nitelikte olursa.” 5271 sayılı Kanun’un “Yenileme isteminin kabule değer olup olmadığı kararı ve mercii” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Yargılamanın yenilenmesi istemi, hükmü veren mahkemeye sunulur. Bu mahkeme, istemin kabule değer olup olmadığına karar verir.…(3) Yargılamanın yenilenmesi isteminin kabule değer olup olmadığına dair olan karar, duruşma yapılmaksızın verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Yenileme isteminin kabule değer görülmemesi nedenleri ve kabulü hâlinde yapılacak işlem” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Yargılamanın yenilenmesi istemi, kanunda belirlenen şekilde yapılmamış veya yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yasal hiçbir neden gösterilmemiş veya bunu doğrulayacak deliller açıklanmamış ise, bu istem kabule değer görülmeyerek reddedilir.(2) Aksi hâlde yargılamanın yenilenmesi istemi, bir diyeceği varsa yedi gün içinde bildirmek üzere Cumhuriyet savcısı ve ilgili tarafa tebliğ olunur.(3) Bu Madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Yenileme isteminin esassız olmasından dolayı reddi, aksi takdirde kabulü” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Yargılamanın yenilenmesi isteminde ileri sürülen iddialar, yeterli derecede doğrulanmaz veya 311 inci Maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 314 üncü Maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yazılı hâllerde işin durumuna göre bunların önce verilmiş olan hükme hiçbir etkisi olmadığı anlaşılırsa, yargılamanın yenilenmesi istemi esassız olması nedeniyle duruşma yapılmaksızın reddedilir.(2) Aksi hâlde mahkeme, yargılamanın yenilenmesine ve duruşmanın açılmasına karar verir.(3) Bu Madde gereğince verilen kararlara karşı itiraz yoluna gidilebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11254 | Başvuru, mahkûmiyetten sonra ortaya yeni deliller çıktığı belirtilerek yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi ve dosya üzerinden karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kolluk görevlileri tarafından toplumsal olaylara müdahale edilmesi sırasında atılan gaz fişeğinin göze isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, aynı şikâyetleri kapsamında 20/6/2014 ve 10/10/2014 tarihlerindeiki ayrı başvuru yapmıştır. 2014/15885 numaralı başvuru 2014/10382 numaralı başvuruda birleştirilmiştir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kamuoyunda "Gezi Parkı olayları" olarak bilinen olaylar sırasında 3/6/2013 tarihinde ailesi tarafından işletilen lokantaya giderken Sancaktepe Belediyesi binasının önünden geçtiği sırada yakınında atılan bir gaz bombasının yüzüne isabet etmesi sonucu yaralandığını belirtmiştir. Başvurucunun ilk tedavisi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yapılmıştır. Hazırlanan adli raporda sol kaş üstünde kesi, fraktür ve sol gözde görme keskinliğinde azalma tespit edilmiştir. Başvurucunun muayenesi sonrası Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen 28/6/2013 tarihli rapora göre de sol gözde görme keskinliğinde azalma tespit edilmiştir. Nitekim başvurucu, daha sonra sol gözünden ameliyat olmuştur. Başvurucu, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçede olaylar esnasında polislerin çok yakın mesafeden kasıtlı olarak kendisini hedef alarak gaz bombası attıkları iddiası ile polislerden şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, olaylara katılmadığını belirtmiştir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 16/7/2013 tarihinde, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünden olaylara ilişkin varsa kamera görüntüsünün gönderilmesini istemiştir. 31/7/2013 tarihinde verilen cevap yazısında kayıtların saklanma süresi aşıldığından görüntülere ulaşılamadığı bildirilmiştir. Daha sonra Cumhuriyet Başsavcılığı 24/9/2013 tarihinde, polisler hakkında ceza soruşturmasının açılmasına izin verilmesi için dosyayı İstanbul Valiliğine göndermiştir. İstanbul Valiliği 5/11/2013 tarihli kararı ile Emniyet Amiri E.Ş.yi ön inceleme yapmak için araştırmacı olarak görevlendirmiştir. Araştırmacı 28/11/2013 tarihli raporunda, iddiaya konu personelin tespiti amacıyla Sancaktepe İlçe Emniyet Müdürlüğü ve Önleyici Hizmetler Şube Müdürlüğü ile yazışma yapıldığını, gelen cevap yazılarında gaz bombası atan teçhizatın envanterlerinde olmadığı ve bu teçhizatı kullanan personelinin bulunmadığının belirtildiğini ifade etmiştir. Ayrıca bölgede bulunan MOBESE ve diğer özel şahıs kameralarında olaya ilişkin herhangi bir görüntü kaydına ulaşılamadığı ifade edilmiştir. Araştırmacı, 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un maddesi kapsamında şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olduğunu, ciddi bulgu ve belgelere dayanmadığını değerlendirerek şikâyetlerin adli ve idari yönden işleme konulmaması görüş ve kanaatine ulaşmıştır. İstanbul Valilik makamı 27/12/2013 tarihinde anılan ön inceleme raporuna uygun olarak şikâyetin işleme konulmaması yönünde karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Kurulu 31/3/2014 tarihli kararı ile itirazı reddetmiştir. Kararda gaz bombası atan teçhizatın Sancaktepe İlçe Emniyet Müdürlüğü envanterinde bulunmaması, olay yerine ait MOBESE kamera görüntülerine ulaşılamaması nedeniyle iddiaya konu personelin tespitinin yapılamadığı gözetilerek soyut ve genel nitelikteki ihbar ve şikâyetin işleme konulmamasına ilişkin kararın usul ve kanuna uygun olduğu belirtilmiştir. Karar, başvurucuya 22/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Öte yandan İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı 4/6/2014 tarihli kararında soruşturma izni verilmediğinden kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.Başvurucu 20/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4483 sayılı Kanun’un maddesinin son fıkrası şöyledir:"765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243 ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz." 4483 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:“Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur.” 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun mülga maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kuvvei cebriye imaline memur olanlar ve bilumum zabıta ve ihzar memurları memuriyetlerini icrada ve mafevkinde bulunan amirinin emrini infazda kanun ve nizamın tayin ettiği ahvalde başka surette bir kimse hakkında suimuamele veya cismen eza verecek hale cüret eder yahut o kimseyi darp ve cerheylerse üç aydan beş seneye kadar hapis ve muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezaları ile cezalandırılır. Eğer işlediği cürüm bu fiillerin fevkinde ise o cürümlere terettüp eden ceza üçte birden yarıya kadar artırılır." 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir:“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran” kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve süratle çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55). AİHM; bir bireyin, polis veya devletin benzer diğer görevlileri tarafından Sözleşme’nin maddesine aykırı muamelelere maruz kaldığını savunulabilir bir şekilde ileri sürdüğü durumlarda söz konusu maddenin etkili ve resmî bir soruşturma yapılmasını gerektirdiğini hatırlatmaktadır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/2008, § 102). Öte yandan AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91). AİHM, 4483 sayılı Kanun’da maddesinin son fıkrasının kolluğun zor kullanma yetkisini aştığı durumları 4483 sayılı Kanun'un kapsamından çıkardığını değerlendirmiştir (Tüfekçi/Türkiye, B. No: 52494/09, 22/7/2014, § 28; İşeri ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29283/07, 9/10/2012, § 29). Bu bağlamda soruşturma izni istenmesinin başvurucuların Sözleşme’nin maddesine aykırı bir muameleye maruz kaldığını ileri sürdüğü başvurularda gerçek koşulların ortaya konulmasını engellediği kanısına varmıştır (Tüfekçi/Türkiye,§ 47; İşeri ve diğerleri/Türkiye, § 42; Karahan/Türkiye, B. No: 11117/07, 25/3/2014, § 45). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10382 | Başvuru, kolluk görevlileri tarafından toplumsal olaylara müdahale edilmesi sırasında atılan gaz fişeğinin göze isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, vergi cezasının iptali istemiyle açılan davada hatalı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yurt dışından ceviz ithal etmiştir. Serbest dolaşıma giriş beyannamelerinde ürünlerin değerini eksik bildirdiğinden bahisle başvurucu aleyhine cezalı gümrük ve katma değer vergisi tahakkuku yapılmıştır. Başvurucunun söz konusu işleme karşı yaptığı itiraz Orta Akdeniz Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğünün 27/5/2013 tarihli işlemi ile reddedilmiştir. Başvurucu 27/5/2013 tarihli işlemin iptali istemiyle Mersin Vergi Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. Mahkeme 29/11/2013 tarihli kararıyla öncelikle başvurucunun Amerika Birleşik Devletleri'nden ithal ettiği ürünlerin 000 $ olarak beyan edilen kıymetinde tereddüte düşülmesi nedeniyle Mersin Gümrük Müdürlüğü tarafından inceleme yapıldığını tespit etmiştir. İnceleme sonucu, Amerika Birleşik Devletleri Gümrük ve Sınır Koruma kayıtlarına göre ithal edilen ürünlerin değerinin 933 $ olduğunun anlaşıldığını vurgulayan Mahkeme tespit edilen fark üzerinden cezalı katma değer vergisi uygulandığını belirlemiştir. Mahkeme 5/11/2013 tarihli ara kararıyla başvurucudan ithal ettiği ürünlerin gerçek değerinin 000 $ olduğunu ortaya koyan belgeleri, kayıtları sunmasını istemiştir. Talep edilen belgelerin sunulamaması üzerine Mahkeme, yapılan vergi incelemesi sonucu ulaşılan değer üzerinden cezalı vergi tarhiyatı yapılmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmetmiştir. Ret hükmü Adana Bölge İdare Mahkemesinin 19/3/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Mahkemenin 11/6/2014 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Başvurucu, Adana Bölge İdare Mahkemesinin 17/4/2014 tarihli ilamını 4/6/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 4/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13344 | Başvuru, vergi cezasının iptali istemiyle açılan davada hatalı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yapılan haberler nedeniyle şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon 13/8/2021 tarihli 2021/43327 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının kişi ve konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle eldeki 2020/10101 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, her iki başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Batman'da ikamet etmekte olan başvurucu, henüz 17 yaşında olduğu 2016 yılı Ocak ayında geleneksel yılbaşı eğlencesine katılmıştır. Ras-el seni olarak da bilinen kutlamalar kapsamında miladi takvime göre her sene yılbaşından on üç gün sonra geleneksel bir yılbaşı eğlencesi yapılmakta ve âdet gereği bazı erkekler kadın kıyafeti giymektedir. Başvurucu da bu geleneğe uygun olarak kadın kıyafetleri giymiştir. Söz konusu etkinlikte polisler başvurucunun GBT (genel bilgi toplama) kontrolünü yapmış ve ardından fotoğrafını çekmiştir. Başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapıldığına dair bir bilgi mevcut değildir. Ertesi gün 14/1/2016 tarihinde ise başvurucunun polislerce çekilen fotoğrafı kullanılarak "Hainler yine eteklendi. Korkaklara bu yakışır.", "Etekli teröristler kıskıvrak yakalandı.", "Teröristler etek giyip kaçarken yakalandı.", "İşbirlikçi gözaltında", "YDG-H üyesi dört terörist yakalandı. Teröristlerin üzerinden çıkan etek, başörtüsü ve elmalar dikkat çekti." şeklinde başlıklar eşliğinde gazetelerde çeşitli haberler yapılmıştır. "Hainler böyle yakalandı!" başlıklı haberin altındaki ifadeler şöyledir: "Şırnak'ın Silopi ilçesinde yapılan operasyonda 4 etekli terörist yakalandı. Asker, polis ve köy korucularının ortaklaşa yürüttüğü operasyonlar, sokağa çıkma yasağının uygulandığı Şırnak'ın Silopi ilçesinde devam ediyor. 4 etekli terörist yakalandı. Dün akşam yapılan operasyonda YDG-H üyesi 4 terörist yakalandı. Teröristlerin üzerinden çıkan etek, başörtüsü ve elmalar dikkat çekti." Söz konusu haberler sebebiyle başvurucu, Asliye Hukuk Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucu hiçbir adli ya da siyasi suça karışmadığı hâlde henüz 17 yaşındayken, terörist olduğu iddiasıyla fotoğrafı buzlanmaksızın paylaşılarak hakkında yalan haberler yapılmasının psikolojisine ve sosyal hayatına ağır zarar verdiğini, haberlerin içeriğinin yalan olup basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini ifade etmiştir. Haberlerin yayımlandığı gazetelerin sahibi davalı şirket ise başvurucunun ismine haberde yer verilmediğini, başvurucunun etek ve başörtüsü giydiği için tanınmaz hâlde olduğunu, matufiyet unsurunun somut olayda mevcut olmadığını savunmuştur. Sonradan gerçek olmadığı anlaşılan haber içeriklerinden gazetecilerin sorumlu tutulamayacağını savunan davalı, haberin yayımlanmasında kamu yararı bulunduğunu iddia etmiştir. İlk derece mahkemesi somut olayla ilgili olarak olay günü yöredeki âdet gereği kadın kıyafeti giymiş başvurucunun polislerce durdurulduğunu ve GBT kontrolünün yapıldığını, polislerin başvurucunun fotoğrafını çektiğini ve bu fotoğrafın davalı gazetenin internet sitesinde yayımlanan ihtilaflı haberlerde kullanıldığını, başvurucunun terörist gibi gösterildiğini kabul etmiştir. Haberin yayımlandığı esnada 17 yaşında olan başvurucunun maddi zarara uğradığına dair delil sunmadığından 100 TL'lik maddi tazminat davasını reddeden Mahkeme, lise çağındaki başvurucunun kadın kıyafetleri içinde fotoğraflarının paylaşılarak gerçek olmayan, halkın kin ve nefretini teşvik edecek şekilde, terörist suçlamasıyla habere konu edilmesinin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceği kanaatine varmıştır. İhtilaflı haberin gerçeği yansıtmadığını, kamu yararı taşımadığını belirten Mahkeme, başvurucunun manevi varlığına ağır bir saldırı olduğunu değerlendirmiş ve 000 TL manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Başvurucu; takdir edilen manevi tazminat miktarının uğradığı manevi zarar karşısında yeterli olmadığı iddiasıyla, davalı ise manevi tazminata hükmedilmesinin basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasıyla kararı istinaf etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi manevi tazminat bedelinin yeterli olup olmadığı hususunda özel bir değerlendirme yapmaksızın ilk derece mahkemesi kararının hukuka uygun olduğunu, ihtilaflı haberin basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğini kabul ederek her iki tarafın istinaf isteminin reddine karar vermiştir. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, yargı kararları, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Sadi Yıldırımoğlu, B. No: 2021/24447, 20/12/2023, §§ 16- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10101 | Başvuru, yapılan haberler nedeniyle şeref ve itibarının korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, atama işlemine karşı açılan davada kazanılmış haklar dikkate alınmayarak hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bünyesinde 1995 yılı itibarıyla memur olarak göreve başlamış ve 2003 yılında üst kurul uzmanı kadrosuna atanmıştır. 15/2/2011 tarihli ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun 'un yürürlüğe girmesinin ardından başvurucu anılan Kanun'un geçici maddesi uyarınca 7/4/2011 tarihli işlemle uzman kadrosuna atanmıştır. Başvurucunun atanmasına sebep olan olgu, lisans mezunu olmaması nedeniyle üst kurul uzmanı kadrosuna atanmak için gereken eğitim koşulunu taşımamasıdır. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali ve işlem nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü parasal hakların tazmini istemiyle Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde dava açmıştır. Mahkeme 29/11/2011 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle ilgili mevzuat hükümlerine yer verilerek 6112 sayılı Kanun'un maddesininyedinci fıkrası uyarınca üst kurul uzmanlığı kadrosuna atanabilmek için en az dört yıl eğitim veren yükseköğretim kurumlarından mezun olunması gerektiği ifade edilmiştir. Gerekçede 6112 sayılı Kanun'un geçici maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca da kadrolar için aranan eğitim şartlarını taşımayan personelin durumlarına uygun kadrolara atanacağının öngörüldüğü belirtilmiştir.Somut olay bağlamında ise başvurucunun iki yıl eğitim süresi olan ön lisans mezunu olduğu ve üst kurul uzmanı olmak için gerekli eğitim şartını taşımadığı vurgulanmış; üst kurul uzmanı olmak için gerekli eğitim şartını taşımayan başvurucunun 6112 sayılı Kanun hükümleri uyarınca durumuna uygun uzman kadrosuna atamasının yapılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret kararı Danıştay Beşinci Dairesinin 7/5/2013 tarihli kararıyla onanmış ve karar düzeltme istemi de 21/10/2014 tarihli ilamla reddedilmiştir. Başvurucu 27/1/2015 tarihinde nihai kararı tebellüğ etmesinin ardından 26/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 6112 sayılı Kanun 'un "Üst Kurulun teşkilâtı, personeli ve kadroları" kenar başlıklı maddesinin yedinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Üst Kurul uzman yardımcılığına atanabilmek için; beşinci fıkrada belirtilen şartları taşımak, türleri Üst Kurulca belirlenen en az dört yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun olmak...gerekir." 6112 sayılı Kanun'un geçici maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:"Bu Kanunla yapılan yeni düzenlemeler nedeniyle kadro ve görev unvanı değişmeyenlerden bu Kanunda öngörülen eğitim şartlarını taşıyanlar başka bir işleme gerek kalmaksızın durumlarına uygun aynı unvanlı kadrolara atanmış sayılır. Kadro ve görev unvanları değişen yahut kaldırılan veya anılan kadrolar için aranan eğitim şartlarını taşımayan personelden; Teftiş Kurulu Başkanı, Genel Sekreter, Daire Başkanı ve Bölge Müdürü kadrolarında bulunanlar Üst Kurul Müşaviri kadrolarına, Başmüfettiş ve bölge müdür yardımcısı kadrolarında bulunanlar uzman denetçi kadrolarına, başka bir işleme ve tebligata gerek kalmaksızın bu Kanunun yayımı tarihinde atanmış sayılır; diğerleri Başkan tarafından üç ay içinde Üst Kurulda durumlarına uygun kadrolara atanırlar. Bunlar atama işlemi yapılıncaya kadar Başkan tarafından ihtiyaç duyulan işlerde görevlendirilebilirler. Bunlar, yeni bir kadroya atanıncaya kadar, eski kadrolarına ait ücret ve diğer mali haklarını almaya devam ederler. Söz konusu personelin, atandıkları yeni kadroların aylık, ek gösterge, sözleşme ücreti, bir aya isabet eden ikramiye, her türlü zam ve tazminatlar (fazla çalışma ücreti hariç) diğer malî hakları toplam net tutarının, atandıkları tarih itibarıyla eski kadrolarına ilişkin olarak en son ayda aldıkları aylık, ek gösterge, sözleşme ücreti, bir aya isabet eden ikramiye, her türlü zam ve tazminatlar (fazla çalışma ücreti hariç) diğer malî hakları toplam net tutarından az olması hâlinde, aradaki fark, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece, herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaksızın ve farklılık giderilinceye kadar kendilerine tazminat olarak ödenir." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/3798 | Başvuru, atama işlemine karşı açılan davada kazanılmış haklar dikkate alınmayarak hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, duruşmalara katılarak etkili savunma yapamadığını, usulüne uygun olarak yapılmayan tebligat nedeniyle hakkındaki mahkûmiyet hükmünün temyiz süresini kaçırdığını, lehe olan yasal değişikliğin kendisi bakımından uygulanmayarak fazla ceza aldığını belirterek, Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliye ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 15/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 22/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 15/2/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve 17/2/2010 tarihinde serbest bırakılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 15/5/2012 tarih ve E.2010/251, K.2012/100 sayılı kararı ile başvurucunun, “silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, 2911 sayılı Kanuna muhalefet, görevi yaptırmamak için direnme” suçlarından mahkumiyetine karar verilmiştir. Mahkûmiyet kararı, başvurucunun duruşmada bildirdiği adresine 24/8/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin anılan kararına karşı süresinde temyiz yoluna başvurulmadığından, başvurucu hakkındaki hüküm 3/9/2012 tarihinde kesinleştirilerek infaz aşamasına geçilmiştir. Başvurucu, bulunduğu ceza infaz kurumu aracılığıyla 6/11/2012 tarihinde temyiz talebinde bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 4/12/2012 tarih ve E.2010/251, K.2012/100 sayılı ek kararıyla, gerekçeli kararın tebliğinden sonra yasal süre içinde temyiz dilekçesi verilmediğinden bahisle başvurucunun temyiz talebi temyiz yolu açık olmak üzere reddedilmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “…Dosyamızın yapılan incelenmesinde dosyamız hükümlüsü Önder ŞANLI [Başvurucu] hakkında Mahkememizce verilen 15/05/2012 tarih, 2010/251 Esas, 2012/100 Karar sayılı kararın hükümlünün belirttiği Turgut Özal Bulvarı Mevlana Halit Mah. No:25A/Blok İç Kapı No:11 Bağlar/ Diyarbakır adresine 19/7/2012 tarihinde usulüne uygun şekilde tebligat çıkarıldığı, mahkememizin kararının içerisinde yer alan tebligatın 24/8/2012 tarihinde aynı konutta ikamet ettiği belirtilen abisi N. Ş.’ye tebliğ edildiği belirtilerek tebellüğ belgesinin mahkememize gönderildiği … anlaşılmıştır.” Anılan ek karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 29/4/2013 tarih ve E.2013/2679, K.2013/6690 sayılı ilamı ile temyiz başvurusunun süresinde yapılmadığı gerekçesiyle onanarak kesinleşmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir: “1- Sanık Önder Şanlı hakkında yapılan incelemede; Hükmün 1412 sayılı CMUK'nın maddesinde öngörülen yasal süresinden sonra temyiz edilmesi nedeniyle verilen temyiz isteminin reddine dair karar usul ve kanuna uygun bulunduğundan ve temyiz isteminin reddine ilişkin kararın, CMUK'nın 315/ maddesi yerine, CMK'nın maddesi gereğince verilmesinin sonuca etkisi olmadığından, sanık Önder Şanlı'nın anılan karara karşı yaptığı başvurunun reddiyle yerel mahkemenin redde ilişkin kararının ONANMASINA, … karar verildi.” Başvurucu, onama kararını 18/7/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Bireysel başvuru, 15/8/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Temyiz istemi, kanunî sürenin geçmesinden sonra yapılmış veya temyiz edilemeyecek bir hüküm temyiz edilmiş veya temyiz edenin buna hakkı yoksa, hükmü temyiz olunan bölge adliye veya ilk derece mahkemesi bir karar ile temyiz istemini reddeder. (2) Temyiz eden, ret kararının kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde Yargıtaydan bu hususta bir karar vermesini isteyebilir. Bu takdirde dosya Yargıtaya gönderilir. Ancak, bu nedenden dolayı hükmün infazı ertelenemez.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6176 | Başvurucu, duruşmalara katılarak etkili savunma yapamadığını, usulüne uygun olarak yapılmayan tebligat nedeniyle hakkındaki mahkûmiyet hükmünün temyiz süresini kaçırdığını, lehe olan yasal değişikliğin kendisi bakımından uygulanmayarak fazla ceza aldığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tahliye ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama sürecinin adil olmaması, yargılama sürecinde Danıştay savcısının düşüncesinin tebliğ edilmemesi, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuru ve yargılama sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedenleri ile adil yargılanma ve mülkiyet hakları ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/2/2013 tarihinde Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık başvuruya ilişkin görüşlerini 27/2/2014 tarihinde sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 11/3/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 27/7/2005 tarihinde Diyarbakır Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına başvuruda bulunarak 23/2/1992 tarihinde Diyarbakır ili Silvan ilçesinde evinin önünde üç kişi tarafından saldırıya uğradığını, saldırı sonucu hayati tehlike mevcut olacak şekilde yaralandığını, bu olayı Hizbullah terör örgütünün gerçekleştirdiğini ve olaydan dolayı yaşadığı yeri terk edip Mersin iline yerleşmek zorunda kaldığını, lise eğitim ve öğretimine bu ilde devam ettiğini belirtmiş; bu anlamda maddi ve manevi zarara uğradığını ifade ederek 5233 sayılı Kanun uyarınca zararlarının tazmin edilmesini istemiştir. Başvurucu, yaralanması ile sonuçlanan olaya ilişkin olay yeri tespit tutanağı ve Silvan Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen soruşturma evraklarını da Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon)sunmuştur. Komisyonca yapılan değerlendirme sonucu 27/02/2008 tarihli ve 2008/3-4978 sayılı Kararla başvurunun 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesine dayanılarak talep reddedilmiştir. Başvurucu; ayrıca 25/9/2006 tarihinde Komisyona yeni bir başvuru yaparak Diyarbakır ili Silvan ilçesi Otluk köyünde taşınmazları bulunduğunu, bölgede 1990 ile 2000 yılları arasında terör olayları yaşandığını nitekim kendisinin de 1992 yılında Hizbullah terör örgütü mensuplarınca saldırıya uğradığını, bu olaya ilişkin daha önce başvuruda da bulunduğunu, gerçekleşen olaylar nedeniyle yaşadığı ve taşınmazlarının bulunduğu yerleri terk etmek zorunda kaldığını, bu bağlamda taşınmazlarına erişmekten ve onları kullanmaktan mahrum kaldığını belirterek 5233 sayılı Kanun uyarınca zararlarının giderilmesini talep etmiştir. Komisyonca yapılan değerlendirme sonucunda 11/6/2009 tarihli ve 2009/3-7756 sayılı kararla dosyada yer alan bilgi ve belgelerden Otluk köyünün tamamen boşalan/boşaltılan köylerden olmadığı, terör olayların yaşandığı iddia edilen dönemde köyde yaşayan nüfusu bulunduğu, başvurucuya yönelik herhangi bir terör tehdidi veya olayının olduğuna dair olay yeri tutanağının bulunmadığı, başvurucu tarafından da kabul edilebilir herhangi bir belge sunulmadığı şahsın keşif sırasında zarar gördüğünü iddia ettiği arazilerin kendi adına kayıtlı olmadığı, zarar gördüğünü iddia ettiği dönemde on altı, on yediyaşlarında olduğunun tespit edildiği gerekçelerine dayanılarak başvuru reddedilmiştir. Başvurucu, Komisyonun 11/6/2009 tarihli ret kararının iptali istemiyle 20/1/2010 tarihinde Diyarbakır İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde daha önce yaşamakta olduğu Silvan ilçesini, Hizbullah terör örgütünce saldırıya uğramasının ardından terk ederek lise eğitim ve öğretimine Mersin ilinde devam etmek zorunda kaldığını ancak Komisyonca bu hususun dikkate alınmadığını belirtmiştir. Diyarbakır İdare Mahkemesi 24/6/2010 tarihli ve E.2010/156, K.2010/1587 sayılı kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "... Dava dosyasında ve Mahkememizin 2009/1129 Esasına kayıtlı bulunan dosyada yer alan bilgi ve belgelerden, Diyarbakır İli, Silvan İlçesi Otluk Köyünün boşaltılmadığı, köyde geçici köy koruculuğu sisteminin getirilmediği, 1990-2000 yılları arasında yapılan Genel Nüfus Sayımları ve Tespitlerine göre 1990 yılında 364, 1997 yılında 251, 2000 yılında ise 340 kişinin köyde yaşadığı görülmüştür. Bu nedenle aralarında davacının da bulunduğu Otluk Köyü halkının bir kısmının uğradıklarını ileri sürdükleri zararın, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemede hukuka aykırılık görülmemiştir. ..." İlk Derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi 6/3/2012 tarihli ve E.2011/6291, K.2012/906 sayılı ilamı ile temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. Temyiz isteminin reddine ilişkin ilamda İlk Derece Mahkemesi kararının onanması yönünde görüş bildiren Danıştay savcısının düşüncesine de yer verilmiştir. Temyiz talebinin reddi üzerine aynı Daireye yapılan karar düzeltme talebi de 24/9/2012 tarihli ve E.2012/6109, K.2012/5723 sayılı ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme talebinin reddine ilişkin ilam başvurucuya 2/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından 1/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun “Savcıların görevleri” kenar başlıklı maddesinin 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Savcılar, ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştayda görülen dava dosyalarından kendilerine havale olunanları Başsavcı adına incelerler ve esas hakkındaki düşüncelerini, bir ay içinde gerekçeli ve yazılı olarak verirler. ...” 2577 sayılı Kanun'un “Tebligat ve cevap verme” kenar başlıklı maddesine 6352 sayılı Kanun’un maddesiyle eklenen (6) numaralı fıkrası şöyledir: “Danıştayda ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülen davalarda savcının esas hakkındaki yazılı düşüncesi taraflara tebliğ edilir. Taraflar, tebliğden itibaren on gün içinde görüşlerini yazılı olarak bildirebilirler.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1297 | Başvuru 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi ve ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama sürecinin adil olmaması, yargılama sürecinde Danıştay savcısının düşüncesinin tebliğ edilmemesi, 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvuru ve yargılama sürecinin makul sürede sonuçlanmaması nedenleri ile adil yargılanma ve mülkiyet hakları ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kendisine ait sosyal medya hesabında yapmış olduğu paylaşımlar nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. 1963 doğumlu olan başvurucu, İstanbul Barosuna kayıtlı bir avukattır. Başvurucu kişisel Facebook hesabından iki ayrı paylaşımda bulunmuştur. 15/7/2013 tarihli paylaşımında "Yuh bu Türkiye Polisine Mahkemelerine! ey insanlık! ey insanlar, ey bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenler, ey tribünlerdeki seyirciler, ey yüce adaletin adliye odalarına kapananları, adliye dışındaki gerçeklerine, korkudan gözünü kapatmış, polislerin bile size kıs kıs güldüğü, delilleri kafasına göre önünüze koyduğu 'hakim ve savcıları' polis ve asker zorbalarını daha ne kadar seyredeceksiniz? Gözünüzün önünde, polisin gözünü çıkarttığı ve öldürdüğü genç insanları daha ne kadar seyredeceksiniz? Bu aptallığı daha ne kadar sürdüreceksiniz. Ey uşak ruhlu polisler, amirinizin emri; vicdanınızı kurtarmaz! Ey hakimler adaletsiz kanunlar uygulanmaz diyen 1000 yıl öncesinin Roma hukukunu ne zaman hatırlayacaksınız?" şeklinde ifadeler kullanmıştır. 21/8/2013 tarihli paylaşımında ise "TCK madde 109 kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu, TCK madde 96 eziyet suçu; bu polisler hakkında dava açacak, şahsiyet sahibi savcı ve hakim aranıyor! (Lütfen, ödleklik ve tırsaklık çeşitli lafazanlıklarla gerekçelendirilmesin" şeklinde ifadeler kullanmıştır. İhbar üzerine anılan ifadeler nedeniyle başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) soruşturma başlatmış ve başvurucunun 26/9/2004 sayılı ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini, yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılama suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açmıştır. Yargılamayı yapan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 23/1/2018 tarihinde, başvurucunun anılan suçtan 000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, kullanılan ifadelerin keyfî saldırı içeren kaba söz mahiyetinde olduğu kanaatine ulaşmıştır. Kararın istinaf edilmesi üzerine dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu 13/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30944 | Başvuru, kendisine ait sosyal medya hesabında yapmış olduğu paylaşımlar nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasının reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir. Başvuru, 10/7/2013 tarihinde İzmir İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. İkinci Bölümün 22/11/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığı, 22/1/2014 tarihli yazı ile yargılamanın makul sürede sonuçlandığını ve diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olduğunu bildirmiş, başvurucu vekili 6/2/2014 tarihli dilekçesinde, Adalet Bakanlığı görüşüne katılmadığını belirterek başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1/7/1997 tarihinde Çukurova A.Ş.’de işçi olarak çalışmaya başlamıştır. Anılan şirket 26/11/2001 tarihinde başka bir şirket tarafından devralınarak Ege Çelik Endüstri San. Tic. A.Ş. unvanı altında faaliyetine devam etmiştir. 25/12/2002 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiş, 26/12/2002 tarihinde asıl işverene bağlı olarak taşeron şirkette çalışmaya başlamış, 26/1/2003 tarihinde tekrar asıl işveren nezdinde işe başlamıştır. Başvurucunun iş akdi işveren tarafından 21/4/2009 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu, 15/5/2009 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine işe iade istemiyle dava açmıştır. Mahkemece, 10/8/2010 tarih ve E.2009/262, K.2010/532 sayılı kararla; “iş sözleşmesi feshedilen işçilerin tamamına yakınının toplu iş sözleşmesi fark alacakları için işveren aleyhine dava açan kişiler olduğu, davalının kısa çalışma ödeneği başvurusunda ücretsiz izin uygulamasında aleyhine dava açan işçiler ile açmayan işçiler arasında dolaylı ayrımcılık yaptığı, iş sözleşmesinin feshinde de, aynı işçileri işten çıkararak aynı uygulamaya gittiği ve ücretsiz izni kabul edip etmediği beklenmeden iş sözleşmesinin feshedildiği, feshin geçerli nedene dayanmadığı” gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/11/2010 tarih ve E.2010/40152, K.2010/31168 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Karşıyaka İş Mahkemesinde Ege Çelik Endüstri San. ve Tic. A.Ş. aleyhine açtığı alacak davasında; “işe girdiği 1/7/1997 tarihinde itibaren kesintisiz çalıştığını, Türk Metal-İş Sendikasına aidat ödemek suretiyle Toplu İş Sözleşmesi (TİS) hükümlerinden yararlandığını, 2002 yılında davalının görev yeri değişikliği yaptığını, bunu kabul etmediği için iş akdinin işçi tarafından feshedilmiş gibi gösterilerek taşeron kayıtları üzerinden kısa bir süre çalışmış olarak gösterildiğini, daha sonra tekrar davalı şirket kayıtlarına geçirildiğini, bu süre içerisinde gerçekte başvurucunun çıkışı olmadığını, sendika üyeliğinde de herhangi bir kesintinin bulunmadığını, davalı işverenin bu muvazaalı işlemi, işten çıkarma tehdit ve baskısı altında gerçekleştirdiğini, muvazaalı işlem sonrası işverenin asgari ücret ödemeye başladığını ve TİS'in orantısal zamlarını asgari ücrete uyguladığını ileri sürerek, muvazaalı giriş çıkış işleminin yapıldığı 2002 yılından bu yana eksik ödenen ücret, fazla çalışma, ikramiye, gece çalışma, izin ücreti ve kıdem tazminat farkı yönünden 000,00 TL'nin faiziyle davalıdan tahsilini” talep etmiştir. Mahkemece, 17/12/2010 tarih ve E.2009/320, K.2010/792 sayılı kararla, “davacının, irade fesadına yönelik herhangi bir iddiasının bulunmadığı, Borçlar Kanunu'nun maddesi irade fesadı halinde bir yıllık bir süre öngörmüş olup davacının bu süreyi geçirdikten sonra işten atılma baskı ve tehdit iddialarına dayanarak talepte bulunmasının Kanun’a aykırılık teşkil ettiği, muvazaa hükümlerinin de uygulanamayacağı, ayrıca söz konusu işlem 2002 yılında gerçekleşmiş olup, dava tarihine kadar öngörülen yeni ücretler bakımından davacının herhangi bir itirazı kayıt ileri sürmediği, bu süre zarfında birkaç TİS'in imzalandığı, bu hususun TİS hükümlerinde dahi düzenlenmediği, dolayısıyla TİS’te olması gereken düzen ilkesi gereği davacının önceye dayanan iddialarından vazgeçtiği ve kurulan yeni iş şartlarını kabul ettiği, TİS hükümlerine dayalı fark alacaklarını talep etmesinin hukuken mümkün olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/5/2013 tarih ve E.2011/9648, K.2013/13849 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır. Karar, 12/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 10/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 6100 sayılı Kanun’un “Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır.” 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.” 5521 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. İlk oturumda mahkeme tarafları sulha teşvik eder. Uzlaşamadıkları ve taraflar veya vekillerinden birisi gelmediği takdirde yargılamaya devam olunarak esas hakkında hüküm verilir.” 5521 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Bu Kanunda sarahat bulunmayan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Hata veya hile ile haleldar olan yahut ikrah ile yapılan akit ile mülzem olmayan taraf bu akdi ifa etmemek hakkındaki kararını diğer tarafa beyan yahut verdiği şeyi istirdat etmeksizin bir seneyi geçirir ise, akde icazet verilmiş nazariyle bakılır. Bu mehil, hata veya hilenin anlaşıldığı veya korkunun zail olduğu tarihten itibaren cereyan eder.Hile ve haleldar olmuş yahut ikrah ile yapılmış olan bir akde icazet, zarar ve ziyan talebinden feragati istilzam etmez.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5390 | Başvurucu, 1/6/2009 tarihinde Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde açtığı alacak ve tazminat davasının reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespitini ve yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir. | 0 |
Başvuru, menfi tespit talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 25/12/2012 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/4/2018 tarihli bozma kararı sonrasında halen devam etmektedir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 28/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19333 | Başvuru, menfi tespit talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamudaki görevine iade edilirken daha önceki görevine atamanın yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalında doçent öğretim üyesi olarak görev yapmakta iken 15/8/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) kapsamında kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, kamu görevinden çıkarılma işlemine karşı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu'na (Komisyon) başvurmuş, Komisyon 11/7/2018 tarihli kararıyla başvurucunun talebini kabul ederek kamu görevine iadesine karar vermiştir. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK) Yürütme Kurulu 1/8/2018 tarihinde, başvurucunun Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalına atanmasına karar vermiştir. Başvurucu YÖK kararına karşı, daha önce görev yaptığı üniversiteye atamasının yapılması talebiyle 18/9/2018 tarihinde itiraz etmiştir. YÖK Personel Dairesi Başkanlığı 25/9/2018 tarihinde, 1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin birinci fıkrası gereğince konu hakkında yapılacak başkaca bir işlem bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucu, Kırıkkale Üniversitesine atanmasına yönelik işlemin iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 30/5/2019 tarihinde davanın reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Kararda 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (685 sayılı KHK) "Kararların uygulanması" başlıklı maddesi gereğince idarenin takdir yetkisinin bulunmadığı, bu nedenle başvurucunun atamasının Ankara'ya yapılamayacağı, Ankara'ya en yakın üniversiteye atamanın gerçekleştirildiği ifade edilmiştir. Karşıoy gerekçesinde ise 7075 sayılı Kanun'un maddesinin iptali amacıyla Anayasa Mahkemesinde açılan davanın sonucunun beklenilmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu tarafından karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 20/12/2019 tarihinde, başvurucunun Anayasa'ya aykırılık iddiasını yerinde görmemiş ve mahkeme kararında usul ve hukuka aykırılık bulunmadığından istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar başvurucuya 14/1/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 7075 sayılı Kanun’un maddesinin 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilmesinden önceki hâliyle (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:" ...Yükseköğretim kurumlarında kamu görevinden çıkarılan öğretim elemanlarına ilişkin kamu görevine iade kararı alınması halinde karar, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına bildirilir. Bunların atama teklifleri; Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine önceki kadro unvanlarına uygun olarak onbeş gün içinde yapılır. Bu fıkra kapsamında yükseköğretim kurumlarına ataması yapılanların kadroları, başka bir işleme gerek kalmaksızın atama işleminin tamamlandığı tarih itibarıyla ihdas edilerek 2/9/1983 tarihli ve 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli cetvellerin ilgili yükseköğretim kurumlarına ait bölümlerine eklenmiş sayılır... " 7075 sayılı Kanun'un maddesinin 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına bildirilenlerin atama teklifleri; Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine önceki kadro unvanlarına uygun olarak on beş gün içinde yapılır. Kurumlar, bildirim veya atama teklif tarihini takip eden otuz gün içerisinde atama işlemlerini tamamlar. Bu kapsamda yer alan personele ilişkin kadro ve pozisyonlar, ilgililere ilişkin atama onaylarının alındığı tarih itibarıyla diğer kanunlardaki hükümlere bakılmaksızın ve başka bir işleme gerek kalmaksızın ilgili mevzuatı uyarınca ihdas, tahsis ve vize edilmiş sayılır. Söz konusu kadro ve pozisyonlar, herhangi bir şekilde boşalmaları hâlinde başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. Atama emri, ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre ilgililere tebliğ edilir. Tebliğ tarihini takip eden on gün içerisinde göreve başlamayanların bu maddeden doğan atanma hakkı ile mali hakları düşer. Kamu kurum ve kuruluşları atama ve göreve başlatma işlemlerinin sonucunu, işlemlerin tamamlanmasını takip eden on beş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına bildirirler. İlgililerin kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin kanun hükmünde kararname hükümleri, bu fıkrada belirtilen kişiler bakımından tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmış sayılır. Bu kapsamda göreve başlayanlara, kamu görevinden çıkarılma tarihlerini takip eden aybaşından göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal hakları ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz.” Anayasa Mahkemesinin 30/6/2022 tarihli ve E.2018/137, K.2022/86 sayılı kararıyla, 7075 sayılı Kanun’un maddesinin 7145 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasının "Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine..." şeklindeki dördüncü cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir. B. Uluslararası Hukuk Uluslararası hukuk için bkz. Abdulkadir Tuncay, B. No: 2019/35343, 30/3/2022, §§ 19- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5774 | Başvuru, kamudaki görevine iade edilirken daha önceki görevine atamanın yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
H. BAŞVURUSU(Başvuru Numarası: 2019/36660) Karar Tarihi: 17/11/2022 İKİNCİ BÖLÜM KARAR GİZLİLİK TALEBİ KABUL Başkan:Kadir ÖZKAYAÜyeler: Emin KUZ Yıldız SEFERİNOĞLU Basri BAĞCI Kenan YAŞARRaportör:Mustafa Eyyub DEMİRBAŞBaşvurucu:A.H.Vekili:Av. Musa TOPRAK Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 2019/1469614 Soruşturma sayılı dosyasından yapılan talep üzerine verilen tedbir kararında başvurucu hakkında "şiddet uygulayan" ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 16/10/2019 tarihinde öğrendikten sonra 11/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36660 | Başvuru, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun uyarınca İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığının 2019/1469614 Soruşturma sayılı dosyasından yapılan talep üzerine verilen tedbir kararında başvurucu hakkında "şiddet uygulayan" ifadesinin kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; başvurucunun 1993 yılından beri kayıp olan oğlunun güvenlik güçleri tarafından düzenlenen bir operasyon sırasında öldürüldüğüne ilişkin medyada yer alan iddialar üzerine yaptığı şikâyetten sonra başlatılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 12/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 12/12/2013 tarihinde yapılan toplantıdabaşvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 20/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanını 3/2/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla incelenen başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun oğlu olan 1977 doğumlu S.B., başvurucu ile birlikte Diyarbakır'da ikamet etmekte iken 1993 tarihinde üniversiteye giriş sınavlarına hazırlanmak için bir kursa katılmak üzere İstanbul'a gitmiştir. Başvurucu, S.B.nin 1993 yılında İstanbul iline gitmesinden sonra bir daha kendisinden haber alamamıştır. Başvurucu, kendisinden haber alamadığı oğlu hakkında ilgili Cumhuriyet başsavcılığına veya herhangi bir kolluk birimine kayıp başvurusunda bulunmamıştır. Başvurucu, bu olaydan bir süre sonra İzmir iline taşınmış ve burada yaşamaya başlamıştır. Başvurucu 16/12/2011 tarihinde İzmir İnsan Hakları Derneğine (İHD) dilekçe ile başvurmuş ve 11/5/1999 tarihinde Şırnak ilinin Ballıkaya köyü kırsal bölgesinde oğlunun da arasında bulunduğu ve bir terör örgütünün mensuplarından oluşan yirmi kişilik bir grubun Türk Silahlı Kuvvetlerince (TSK) düzenlenen bir operasyonda öldürüldüğünü ileri sürmüş, oğlunun naaşına ulaşabilmesi ve olayda sorumlulukları bulunanların cezalandırılması için yardım istediğini belirtmiştir. İHD, söz konusu dilekçeyi ilgi tutarak 16/12/2011 tarihinde iddiaya konu olay hakkında Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı, söz konusu dilekçenin kendisine ulaşmasından sonra olay hakkında soruşturma başlatmış ve 10/1/2012 tarihinde başvurucunun dilekçesine konu olayın Ballıkaya köyünde gerçekleştiği ve bu yerin yargı çevresinin dışında bulunduğu gerekçesiyle yer bakımından yetkisizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Silopi Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) soruşturma dosyasının ulaşmasından sonra 19/1/2012 tarihinde Silopi İlçe Jandarma Komutanlığına (İlçe Jandarma Komutanlığı) müzekkere yazarak 1999 yılında Ballıkaya köyünde iddia edildiği gibi bir olayın yaşanıp yaşanmadığını ve böyle bir olay yaşanmış ise komutanlıkları tarafından bu konuda herhangi bir tahkikat yapılıp yapılmadığını sormuştur. İlçe Jandarma Komutanlığı 26/1/2012 tarihli cevap yazısında 9/5/1999 ile 14/5/1999 tarihlerinde 23'üncü Piyade Tugay Komutanlığı tarafından Cudi Dağı'nın doğu bölgesinde, anılan bölgeyi de içeren ve "Ballıkaya-Cevizli Operasyonu" adı verilen bir operasyonun icra edildiğini, bu operasyon sonucunda güvenlik güçlerinden birinin şehit düşüp bir kısmının yaralandığını, ayrıca terör örgütü mensuplarının bir kısmının öldürüldüğünü, olayın 18/5/1999 tarihli yazılı mesajla Cumhuriyet Başsavcılıklarına bildirildiğini, ayrıca Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının olaya ilişkin bir soruşturmasının bulunduğunu bildirmiş ve yazıya, bu konu hakkında Şırnakİl Jandarma Komutanlığına gönderdiği 18/5/1999 tarihli ve 99/3353 sayılı yazılı mesajını ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 12/10/1999 tarihli ve 1999/1429 Hz. A.Ç. sayılı yazısını eklemiştir. İlçe Jandarma Komutanlığının söz konusu yazıya eklediği ve 18/5/1999 tarihinde İl Jandarma Komutanlığına gönderdiği "Terör Olayı Ayrıntılı Raporu" başlıklı yazılı mesajında, 23'üncü Piyade Tugay Komutanlığı tarafından icra edilen operasyon sırasında, güvenlik güçleri ile terör örgütü mensupları arasında yaşanan silahlı çatışmanın 11/5/1999 tarihinde saat 40 sıralarında başlayıp aralıklarla devam ettikten sonra 13/5/1999 tarihinde saat 30 sıralarında sona erdiği, çatışmanın Silopi ilçesinin Ballıkaya köyü hudutlarında gerçekleştiği, çatışma sonucunda bir silahlı personelin şehit olduğu, operasyonun icrası sırasında silahlı personel ile birlikte hareket eden terör örgütünün eski bir mensubunun (Soruşturma belgelerinde itirafçı S.N. şeklinde anılmaktadır.) öldüğü, dokuz er ve iki geçici köy korucusunun yaralandığı; ayrıca biri sağ, otuz biri ise ölü olmak üzere toplam otuz iki teröristin ele geçirildiği bildirilmiş; mesaj yazısında olayda ölen ve yaralanan güvenlik güçlerinin açık kimlikleri belirtilmiş, öldürülen terör örgütü mensuplarının kimlikleri hakkında herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir. İlçe Jandarma Komutanlığının aynı yazıya eklediği Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 12/10/1999 tarihli Komutanlıklarına gönderdiği yazısında ise söz konusu Cumhuriyet Başsavcılığınca Komutanlıklarına 9/5/1999 ile 14/5/1999 tarihleri arasında söz konusu bölgede icra edilen operasyonda terör örgütü mensupları ile yaşanan silahlı çatışmada itirafçı S.N.nin yaşamını yitirmesi olayı ile ilgili olarak bir takip dosyasının açılması, faillerin yakalanıncaya kadar takibata ve istihbarat çalışmalarına devam olunması talimatının verildiği anlaşılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı, bu yazışmalardan sonra başvurucunun ikamet ettiği İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazarak başvurucunun müşteki sıfatıyla şikâyet ve delillerinin tespit edilmesini istemiştir. Başvurucunun 10/2/2012 tarihinde Buca Polis Merkezi Amirliği tarafından müşteki sıfatıyla alınan ifadesinde özetle İHD'ye verdiği dilekçeyi aynen tekrar ederek bu dilekçeyi vermesinden yaklaşık bir hafta önce ulusal yayın yapan televizyon kanalında yayımlanan adını hatırlamadığı bir programda 11/5/1999 tarihinde Şırnak ilinin Ballıkaya köyünde terör örgütü mensuplarının öldürüldüğüne ilişkin haber dinlediğini, bu haberde ölenlerin isimlerinin de açıklandığını, bu isimler arasında oğlunun da isim ve soy ismine yer verildiğini ancak söz konusu haberde ölenlerin açık kimliklerinin belirtilmediğini, oğlunun yaşadığına veya öldüğüne ilişkin herhangi bir delilinin bulunmadığını ve bu olayı gören veya duyan bir kişiyi de tanımadığını söylemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/3/2012 tarihinde İlçe Jandarma Komutanlığına yeniden müzekkere yazarak söz konusu olayda ölen terör örgütü mensuplarının açık kimlik bilgilerinin bildirilmesini ve olayla ilgili tüm evrakların gönderilmesini istemiş, Komutanlığın 15/4/2012 tarihli cevap yazısıyla kendilerinde olaya ilişkin tahkikata ait belgelerin sadece fotokopilerinin bulunduğu ancak bu belgelerde öldürülen terör örgütü mensuplarının kimlik bilgilerinin bulunmadığı bildirilmiş ve söz konusu belgeler Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Olay hakkında belirtilmeyen bir tarihte, operasyonda görev alan kolluk görevlileri tarafından olay yeri tespit tutanağının ve basit krokisinin düzenlendiği ayrıcaİlçe Jandarma Komutanlığı tarafından 20/5/1999 tarihinde Şırnak İl Jandarma Komutanlığına "Ballıkaya Operasyonu" konulu bir müzekkerenin yazıldığı bu belgelerden anlaşılmıştır. Anılan olay yeri tespit tutanağında 9/5/1999 ile 14/5/1999 tarihleri arasında icra edilen operasyonda 11/5/1999 tarihinde saat 00 sıralarında terörist grupla ilk temasın sağlandığı, takibin sürdürülmesi sonrasında grubun bir mağarada sıkıştırıldığı, akabinde silahlı çatışmanın başladığı, bu çatışma sırasında S.N. isimli itirafçının yaşamını yitirdiği,çatışmanın devamında kolluk görevlilerinin bir kısmının yaralandığı, yaralanan görevlilerden bir kısmının hayati tehlikesinin bulunması nedeniyle bu görevlilerin olay yerine gelen helikopterlerle yakın bölgedeki hastanelere sevkinin sağlandığı, çatışmanın sonraki günlerdede aralıklarla devam edip 14/5/1999 tarihinde sonlandığı, çatışma sonucunda biri sağ, yirmi dokuzu ölü olmak üzere toplam otuz teröristin etkisiz hâle getirildiğinin belirtildiği anlaşılmıştır. Olay yeri basit krokisinde ise çatışmanın gerçekleştiği mevkinin ve mağaranın yerinin işaretlendiği görülmüştür. İlçe Jandarma Komutanlığının söz konusu 20/5/1999 tarihli yazısında 11/5/1999 tarihinde Ballıkaya kırsalında gerçekleşen silahlı çatışma sonucunda biri sağ, otuz biri ölü olmak üzere toplam otuz iki teröristin etkisiz hâle getirildiği, bu çatışmada bir astsubayın şehit olduğu, dokuz erbaş ve er ile iki köy korucusunun yaralandığı, sağ olarak ele geçirilen H... kod adlı kişinin yer göstermesi sonucu terör örgütü mensuplarının kullandığı mağarada pek çok silah ve mühimmatın ele geçirildiği, adı geçen teröristin İl Jandarma Komutanlığında tutulduğu bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/3/2012 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına da müzekkere yazarak söz konusu olaya ilişkin Cumhuriyet Başsavcılıklarınca yürütülen bir soruşturmanın bulunup bulunmadığını, bulunmakta ise ölen teröristler arasında S.B. isimli bir kişinin de olup olmadığının araştırılmasını, araştırma sonucunda S.B. isimli kişi olduğu tespit edilirse bu kişiye ait ölü muayene ve otopsi tutanakları ile olay tutanağı ve varsa dosyaya ilişkin karar evrakının gönderilmesini istemiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 7/6/2012 tarihli cevap yazısında 12/10/1999 tarihinde Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı ile yapılan yazışma dosyasının incelenmesi sonucu S.B.ye ait otopsi tutanağına rastlanmadığı bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 25/6/2012 tarihli ve 2012/710 sayılı kararıyla olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: "Yapılan soruşturma esnasında müşteki Mehmet Bayram'ın beyanının alındığı, özetle; oğlu S... B...'ın 1993 yılında İstanbul'da üniversite hazırlık kursuna giderken kaybolduğunu ve o günden beri haber alamadığını, İzmir İnsan Hakları Derneğine dilekçeyi kendisinin verdiğini, dilekçeyi vermeden yaklaşık 1 hafta kadar önce bir haber proğramında 1999 tarihinde Şırnak İlinin Bilika Köyünde 21 gencin öldürüldüğüne dair bir haber gördüğünü, ölenlerin isimleri arasında S... B...'nin isminin de geçtiğini, ancak açık kimlik bilgilerinin olmadığını ... oğlunun öldüğüne veya yaşadığına dair hiçbir delili olmadığını, sorumlulardan davacı ve şikayetçi olduğunu beyan ettiği, Silopi İlçe Jandarma Komutanlığı'na yazılan müzekkere cevabında, 09-14 Mayıs 1999 tarihinde Cudi Dağı doğu bölgesinde Ballıkaya-Cevizli adı altında bir operasyon icra edildiğinin, 1'i sağ 31'i ölü olmak üzere 32 teröristin ele geçirildiğinin ... belirtildiği, Söz konusu olaya ilişkin soruşturma dosyasının Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında olduğunun tespit edildiği ve ölen teröristler arasında S... B... isminde bir şahsın olup olmadığının sorulduğu, gelen cevapta S... B...'a ait herhangi bir kayda rastlanmadığının belirtildiği, Şikayetçinin başvurusu üzerine girişilen tahkikat sonucunda, oğlu S... B...'ın 09-14 Mayıs 1999 tarihinde yapılan operasyonda öldüğüne dair herhangi bir delil elde edilemediği, zira kendisinin de bu hususta televizyon haberi dışında bir bilgisinin olmadığı, bu haberde açık kimlik bilgilerinin dahi geçmediği, müştekinin iddialarının tamamen soyut olduğu anlaşılmakla; Açıklanan nedenlerle olay nedeniyle kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına (karar verildi)." Başvurucunun bu karara itirazı Siirt Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 8/8/2012 tarihli ve 2012/712 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun ifadesinde geçen televizyon programının ilgili televizyon kanalından araştırılmamasının usul ve yasaya aykırı bulunduğu gerekçesiyle kabul edilmiş ve soruşturmaya devam edilmesi için dosya, Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, itiraz üzerine verilen kararda belirtilen eksikliği tamamlamak üzere ilgili televizyon kanalına 11/10/2012 tarihinde müzekkere yazmış ve kanallarında 1/12/2011 ile 16/12/2011 tarihleri arasında Ballıkaya köyünde 11/5/1999 tarihinde yirmi bir gencin öldürüldüğüne dair bir haberin yapıldığının anlaşıldığını belirterek söz konusu habere konu yayınlara ilişkin olarak fotoğraf, video gibi verilerin tespitine çalışılmasını ve belirlendiğinde gönderilmesini istemiştir. Söz konusu televizyon kanalı, Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği 6/11/2012 tarihli yazısıyla sistemlerinde bulunan yayınların isim, saat ve yayın gününe göre kaydedilmekte olduğunu, haber içeriğine göre bir kayıt sistemlerinin bulunmadığını, görüntülerin hangi gün ve saatte yayımlandığı bilgisi taraflarına verilmedikçe istenilen yayın kaydını tespit edebilmelerinin mümkün olmadığını bildirmiştir. Televizyon kanalı aynı mahiyetteki başka bir yazıyı 6/11/2012 tarihli yazısının ulaşamamış olması ihtimaline binaen 26/3/2013 tarihinde yeniden göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 11/4/2013 tarihli ve 2013/422 sayılı kararıyla olay hakkında yeniden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinde önceki karardaki gerekçelere de yer verilmiş olup farklı olan bölümü şöyledir: ".. T... televizyonuna müzekkere yazılarak 1/12/2011-15/12/2011 tarihlerinde yayınlanan programa ilişkin görüntülerin istendiği, gelen cevapta yayın ismi, günü ve saatinin müşteki tarafından da bilinmediği, alınan ifadede bunun geçmediği ve bu nedenle kayıtlara ulaşılamadığı, ayrıca geniş kapsamlı araştırma sonucu S... B...'ın böyle bir olayda öldüğüne dair hiçbir delil de olmadığı, bu hususta televizyon programı haberi dışında bir delil olmadığı, bu haberde açık kimlik bilgilerinin dahi geçmediği, müştekinin iddialarının tamamen soyut olduğu anlaşılmakla; olay nedeniyle kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına (karar verildi)." Anılan karara başvurucunun itirazı, Ağır Ceza Mahkemesinin 3/6/2013 tarihli ve 2013/420 Değişik İş sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Ret gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir: "... Silopi Cumhuriyet Başsavcılığının Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair kararının gerekçelerinin yerinde olduğu, dosya içerisindeki delillerle uyumlu olduğu, müştekinin alınan beyanında, oğlu S... B...'ın TSK tarafından öldürülen teröristlerin içerisinde adının geçtiğine ilişkin haberin .. T... televizyonunda yayınlandığını beyan ettiği, .. T...'e müzekkere yazılmış olduğu, verilen cevapta yayının ismi, günü, saati tam olarak bildirilmeden görüntülerin gönderilemeyeceğinin bildirildiği, müştekinin beyanında yayının tam gün ve saatini bildirememiş olduğu tahmini ve soyut beyanda bulunmuş olabileceği, müştekinin beyan ettiği olayla ilgili soruşturmanın halen Diyarbakır Başsavcılığında devam ettiği ve bu soruşturmada S... B... ile ilgili bir bilgi bulunmadığı anlaşılmakla itirazın reddi yönünde karar vermek gerekmiştir. ..." Nihai karar başvurucuya 2/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu otuz günlük yasal süresi içinde 1/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1)Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir." 5271 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının kararına itiraz" kenar başlıklı maddesinin 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki (1) numaralı fıkrası şöyledir: "(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Karar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Kanunda yazılı haller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde Cumhuriyet savcısı ve sora müdafi veya vekil dinlenir. (2) İtiraz yerinde görülürse merci, aynı zamanda itiraz konusu hakkında da karar verir.(3) Karar mümkün olan en kısa sürede verilir.(4) Merciin, itiraz üzerine verdiği kararları kesindir; ancak ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5963 | Başvuru, başvurucunun 1993 yılından beri kayıp olan oğlunun güvenlik güçleri tarafından düzenlenen bir operasyon sırasında öldürüldüğüne ilişkin medyada yer alan iddialar üzerine yaptığı şikâyetten sonra başlatılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 15/1/2018 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesinin8/2/2018 tarihine kadar geçici olarak durdurulmasına karar verilmiş, ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra 12/2/2018 tarihinde verilen kararla başvurucunun tedbir talebi reddedilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Özbekistan Cumhuriyeti vatandaşıdır. Artvin Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından 27/11/2017 tarihinde başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından 15/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucu 22/3/2018 tarihli dilekçeyle bireysel başvurusundan feragat ettiğini ve gönüllü olarak ülkesine dönmek istediğini belirtmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1105 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atıfta bulunarak başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tekkeköy Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 22/8/2007 tarihinde gözaltına alınmış ve Tekkeköy Sulh Ceza Mahkemesinin 22/8/2007 tarihli kararı ile kasten insan öldürme suçundan tutuklanmıştır. Başvurucuya isnat edilen suçların ağır ceza mahkemesinin görev alanında bulunması nedeniyle Tekkeköy Cumhuriyet Başsavcılığının 21/3/2008 tarihli fezlekesi ile başvurucu hakkındaki soruşturma dosyası Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığının 24/3/2008 tarihli iddianamesiyle başvurucunun kasten insan öldürme, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Dava, Samsun Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) E.2008/98 sayılı dosyası üzerinden başvurucu yönünden tutuklu olarak görülmüştür. Mahkemenin 10/10/2012 tarihli kararı ile başvurucunun S.G.ye yönelik kasten öldürme suçundan 16 yıl 8 ay hapis, Y.ye yönelik kasten öldürme suçundan müebbet hapis, R.Ö.ye yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 12 yıl 6 ay hapis, G.ye yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 13 yıl 4 ay hapis, Ö.A.ya yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 15 yıl hapis, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 2 yıl 6 ay hapis ve 375 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme, hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Anılan karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 16/10/2014 tarihli ilamıyla, başvurucu hakkında 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün onanmasına, diğer mahkûmiyet hükümlerinin ise bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay bozma ilamına konu suçlar yönünden yargılamaya E.2014/317 sayılı dosya üzerinden (başvurucu yönünden tutuklu olarak) devam olunmuştur. Mahkemece yapılan 16/12/2014 tarihli duruşmada başvurucu müdafii, Kanun'da öngörülen 5 yıllık azami tutukluluk süresinin dolduğunu belirterek tahliye kararı verilmesini talep etmiş; Mahkeme, talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu 16/12/2014 tarihinde karara itiraz etmiş, Samsun Ağır Ceza Mahkemesinin 19/12/2014 tarihli kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Karar, başvurucuya 26/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkemenin 12/1/2015 tarihli kararı ile başvurucunun G.ye yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçundan beraatine, S.G.ye yönelik kasten öldürme suçundan 11 yıl 8 ay hapis, Y.ye yönelik kasten öldürme suçundan 25 yıl hapis, R.Ö.ye yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 9 yıl 2 ay hapis, Ö.A.ya yönelik kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 10 yıl 10 ay hapis cezaları ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme, hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Anılan mahkûmiyet kararı, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 21/6/2016 tarihli ilamıyla, başvurucu hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin onanmasına karar verilmiştir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklulukta geçecek süre" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20387 | Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçuyla ilgili olarak açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Aralarında kişi yönünden irtibat bulunması nedeniyle 2021/3551 numaralı başvuru dosyasının 2018/26941 numaralı başvuru dosyasıyla birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun yasal temsilcisi olan anne (Başvurucunun Annesi) 2013 yılında eşi Ş.K.dan boşanmıştır. Yasal temsilci ile Ş.K.nın ortak çocukları olan 18/5/2010 doğumlu A.K.nın velayeti yasal temsilciye verilmiş, Baba Ş.K. ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmuştur. Başvurucunun annesi; müşterek çocuk A.K.nın kişisel görüşme için yanında kaldığı zamanlarda baba Ş.K.nın cinsel istismarına maruz kaldığını iddia etmiştir. Başvurucunun annesi, bireysel başvuruya konu ettiği son iki şikâyeti sonrası gerçekleştirilen soruşturma öncesinde de aynı konuya ilişkin olarak birçok kez şikâyette bulunmuş ve bu iddiası soruşturmalara konu edilmiştir. A. Başvurucunun Annesinin Şikâyetleri Üzerine Başlatılan Soruşturmalara İlişkin Süreç Başvurucunun annesi, Ş.K.nın küçüğe cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla ilk kez 3/9/2015 tarihinde şikâyetçi olmuştur. Şikâyet üzerine başlatılan ve Söke Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 2015/4203 numaralı soruşturmada, küçüğün pedagog huzurunda ifadesinin alınması sağlanmış; pedagogun küçüğün yönlendirmeye açık olduğu, boşanan çiftlerde çocukların yanında kaldıkları ebeveynin etkisinde olmasının beklenen bir durum olduğu, çocuğun babası ile yaşadıklarını anlatırken gülümsediği, anlatırken keyif aldığının gözlemlendiği, çocuğun yaşı itibarı ile ifadelerine itibar edilemeyeceği beyanına özellikle değer atfedilerek 23/12/2015 tarihli kararla kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiş ve bu karar kesinleşmiştir. Başvurucunun annesi, 23/11/2016 tarihli aynı konuya ilişkin şikayetini içeren ikinci dilekçesinde küçüğün devam ettiği özel okulda görevli olan psikoloğun kendisine "Çocuğunuz babası ile ilgili olarak benim dudaklarımı somuruyor, popomu ve pipimi elliyor, babam bana memeleri öptürüyor.. babam, annenin memesi ve bacaklarını elle diye söylüyor." şeklinde bilgi verdiğini ileri sürmüş; okul müdürünün ve psikolog/rehber öğretmenin imzasının olduğu, tarihi bulunmayan "Kahramanmaraş Özel İsmet Karaokur Simya İlkokulu Müdürlüğü Öğrenci Görüşme Raporu"nu sunmuştur. Belgenin/raporun başvuru konusunu ilgilendiren bölümü şöyledir: "... [A.] ile üçüncü görüşme anne [A. E.]'nin talebi üzerine gerçekleştirilmiştir... Öğrenciyle yapılan görüşmede çocuğa bu şekilde davranmasının sebepleri sorulmuştur. [A.] K. ise babası Ş. K.'ın kendine bu şekilde ifadelerde bulunduğunu eğer anneni dövmezsen senin baban olmam şeklinde tehdit ettiğini belirtmiştir. Öğrenciye gerekli rehberlik yapılmış yaşına uygun bir şekilde nasıl davranması gerektiği anlatılmıştır. Yapılan görüşmede [A.] K.'a anne ve babaların bazen yanlış şeyler söyleyip yapabileceği anlatılmıştır. [A.] ise babasının başka yanlış davranışlarının da olduğunu babası banyodan çıktıktan sonra kendisine göğsünü öptürdüğünü, kafasını vücuduna dokundurduğunu, birlikte yattıklarını, kendini dudağından öptüğünü ve bu durumdan rahatsız olduğunu ifade etmiştir. Bu söylemlerin ardından görüşme tutanak altına alınmış ve anneye başvurması gereken kurumlar hakkında bilgilendirme yapılmıştır..." Soruşturmayı yürüten Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığının şikâyet nedeniyle başlattığı soruşturmanın dosyasını yetkisizlik kararı ile gönderdiği Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı bireysel başvuruya konu 2017/12398 soruşturma numaralı dosya ile birleştirmiştir. Başvurucunun annesi 28/11/2016 tarihli dilekçe ile aynı konuda yine şikâyetçi olmuştur. Dilekçe üzerine soruşturma başlatan Kahramanmaraş Cumhuriyet Başsavcılığı müşteki, şüpheli ve tanık olarak gösterilen kişilerin ifadelerini aldıktan sonra dosyayı yetkisizlik kararı ile Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Bu dosya da bireysel başvuruya konu 2017/12398 soruşturma numaralı dosya ile birleştirilmiştir. Başvurucunun annesi 26/9/2017 tarihli dilekçe ile aynı konuda tekrar şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun annesi, dilekçe ekinde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalından alınmış, dört uzman doktorun imzasını taşıyan, 18 sayfadan oluşan,21/9/2017 tarihli tıbbi belgeleme ve bilimsel değerlendirme raporu sunmuştur. Raporda "Küçükle yapılan görüşme ve ele geçen tüm bilgi ve belgelerin bir arada ve müştereken değerlendirilmesi sonucunda babanın küçüğe yönelik uygunsuz cinsel içerikli davranışlarının bulunduğu..." sonucuna varıldığı ifade edilmiştir. Bu dosyanın da bireysel başvuruya konu 2017/12398 soruşturma numaralı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun annesinin yine değişik tarihlerde Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü ve Başbakanlık İletişim Merkezine yazdığı dilekçeler üzerine başlatılan dört farklı soruşturma dosyası bireysel başvuruya konu 2017/12398 soruşturma numaralı dosya ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı, baba Ş.K. hakkında çocuğun cinsel istismarı, kişilerin huzur ve sükununu bozma, izinsiz olarak define araştırma, nitelikli cinsel saldırı, kötü muamele suçları nedeniyle 2017/12398 numaralı dosya üzerinden yürüttüğü soruşturma neticesinde 13/2/2018 tarihli kararla çocuğun cinsel istismarı suçu bakımından ve farklı sebeplerle diğer suçlardan kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"... Evrak kapsamının incelenmesinde müştekinin birleşen bütün dosyalarda şikayet dilekçelerine aynı iddiaları tekrarladığı ve somut hiç bir delil sunmadığı, daha önce karara bağlanmış olaylar ile ilgili de tekrar tekrar şikayet konusu yaptığının görüldüğü, Mağdura karşı işlendiği iddia olunan cinsel istismar suçuna ilişkin iddianın daha önce Söke Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma konusu ile aynı olduğu ve Söke Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/4203 soruşturma ve 2015/2500 sayılı kamu davası açmaya yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verildiği, karara yapılan itirazın reddedilmesi üzerine kararın kesinleştiği, bu itibarla aynı konuda daha önce karar verilmiş ve kesinleşmiş olması nedeniyle yeni delil olmadan aynı iddialar ile ilgili olarak kamu davasının açılaması mümkün değildir. Aynı konu ile ilgili olarak müşteki tarafından talep üzerine düzenlenen İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından düzenlenen, 21/09/2017 tarihli raporda, şüpheli kastedilerek "babanın küçüğü (mağdur çocuk) yönelik uygunsuz cinsel içerikli davranışlarının bulunduğuna ilişkin kanaate varıldığı şeklinde belirtilmiş ise de, raporun soruşturma veya kovuşturma mercilerinin talebi olmadan müştekinin talebi üzerine ve sadece müşteki ve mağdur beyanlarına dayanılarak düzenlendiği, Açıklanan nedenlerle atılı suç bakımından söz konusu raporun yeni delil olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, bilirkişi raporu delil olmayıp delil değerlendirme aracı olması nedeniyle daha önce kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen ve itiraz üzerine kesinleşen cinsel istismar suçu bakımından CMK'nun 173/maddesi gereğince 'yeni delil' sayılmadığından aynı konuda kamu davası açılamayacağı anlaşılmıştır......müştekinin iddiasına konu cinsel istismar suçu bakımından daha önce aynı iddialar hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ve kararın itiraz üzerine kesinleştiği ve aynı konuda yeni delil bulunmaması nedeniyle kovuşturma yapılamayacağı..." Başvurucunun annesi 26/11/2019 tarihli dilekçeyle, bu defa öncekilerden farklı olarak küçüğün babasının yanında kalmaya gittiği dönemde babası tarafından işaret parmağını zorla tutarak küçüğün poposuna sokulduğunu iddia etmiş, ifadesinde bu olayları neden kendisine yeni anlattığı sorusuna oğlunun "Anne beni sevmezsin diye çok korktum, bir de babam bunları kimseye anlatma, dedi; o yüzden sana anlatamadım." şeklinde cevap verdiği, Adana Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 20/7/2020 tarihli beyanında ise oğlunun utandığı için baba Ş.K.nın kendisine yaptığı şeyleri eksik anlattığını söylediğini ifade etmiş; oğlunun babasının yanında köydeyken odada kimsenin olmadığı sırada üzerindeki iç çamaşırı indirdikten sonra ağzını kapattığını, babasının arkasına geçerek bir şeyler yaptığını, makatına cinsel organını soktuğunu, biraz canının acıdığını, acının on saniye kadar sürdüğünü, üstünün yapış yapış olduğunu, eli ile çamaşırına dokunduğunda iç çamaşırında beyaz bir sıvı olduğunu, başka bir zamanda gece yatarken üzerinde kıyafet olduğunu, sabah kalktığında üzerinde kıyafetinin olmadığını, bu durumdan çok utandığını, babasının daha sonra dışarıya kaçtığını, kendisini yalnız bıraktığını, yanına geldiği zaman da babasının bıçakla kendisini köşeye sıkıştırarak "Bunları birisine anlatırsan seni öldürürüm." dediğini ve babasından çok korktuğunu anlattığını beyan etmiştir. Başvurucunun annesinin nitelikli cinsel istismar iddiaları ile yaptığı iki şikâyeti üzerine açılan soruşturma dosyaları Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 2020/2619 numaralı dosyasında birleştirilmesine karar verilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığından alınan 25/11/2020 tarihli ve 1194 sayılı raporda "... Söz konusu olguda; İstismar iddialarının boşanma - velayet davaları sürecinde ortaya çıkması, çocuğun olayın başlangıcında istismar ile ilgili olayı anlatmaması, annenin doğrudan istismarı düşündürmeyecek bir nedenle şüphelenerek 'annenin çocuğu halsiz, zayıflamış görmesi' üzerine sorgulamaları sonrası iddiaların ortaya çıkması, mahkeme süreçlerinde çocuk ve baba uzun süre görüşmemesine rağmen öykünün detaylanarak zenginleşmesi, dudak etrafında kanayacak kadar yara oluştuğunun -krem sürülerek tedavi edildiğinin belirtilmesine ve annenin titizliğine rağmen bu konuda rapor alınmaması- belgelenmemesi, babaya karşı gittikçe artan olumsuz duygu, 'istememe -tepki- sevmeme' durumu, yapılan görüşme esnasında yaşamın doğal seyri ile uyuşmayacak şekilde dudaktan öpülme -somurulma sonrası yara oluşması- yönlü sorular ile yaranın hafif hafif kanıyordu şeklinde değiştirilmesi ve kanama nedeniyle sağlık kuruluna başvurulmaması, boşluk doldurma 'kilotta ıslanma şeklinde yapışkan maddenin miktarının su bardağının çeyreği kadar olması' çocuğun görüşme esnasında oldukça rahat tavırlar içeresinde anlatması, hatırlama ve gerekçelendirme çabası, hayatın doğal akışına uygun olmayan öyküler, 'elimi tutarak parmağı poposuna soktu. Olay yirmi saniye sürdü yaklaşık. Babaanneme bu olayı anlattım, beni ilgilendirmez dedi, beni yanağımdan öpecekti, sonra dudağıma yönlendi ve ağzıma tükürdü. Gece beni kaldırdığında da arka tarafını açtı ve benim kafama oturdu, koklamamı istedi.' gibi nedenlerle çocuğun EYS'ye [Ebeveyne yabancılaştırma sendromu (EYS) özetle bir ebeveynin diğer ebeveyne karşı bilinçli veya farkına varmadan bilinçaltı telkinlerle iftira kampanyasına maruz bırakılması ve hedef alınmasıdır. EYS genelde ailede çatışmalar sonrası ve boşanma davalarında ortaya çıkmaktadır. Bir ebeveyn diğer ebeveyne karşı kötüleme ve sıklıkla doğru olmayan iddialarla hedefteki ebeveyne karşı çocuğu programlayıp beyin yıkamakta, sonrasında çocuklar da kendi hikâyeleri ile bu sürece katkıda bulunmaktadır. Özellikle küçük yaş çocukların telkinlere açık olmaları, uzayan süreç, tekrarlayan öykü alınması gibi nedenlerle algıları bozulabilmekte, bir müddet sonra "yalancı hafıza" oluşabilmekte, çocuklar olayın gerçekleşip yaşandığını düşünebilmektedir.] maruz bırakıldığı kanaatine varıldığı..." görüş olarak bildirilmiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı, baba Ş.K. hakkında çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçu nedeniyle yürüttüğü soruşturma neticesinde 10/12/2020 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir: "...Cumhuriyet Başsavcılığımızca yapılan soruşturma, toplanan deliller, tanık beyanları, doktor raporları ve uzman görüşleri, KYOK Kararları, mahkeme kararları ve tüm evrak kapsamı incelendiğinde; şikayetçinin daha evvelden aynı veya benzer iddialarla ilgili olarak Söke Cumhuriyet Başsavcılığına ve Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunduğu, söz konusu bu soruşturmalarda kamu adına Kovuşturmaya Yer Olmadığına (KYOK) Kararları verildiği, verilen kararlara itirazların reddedildiği, yine taraflar arasında Gaziantep Aile Mahkemesinde velayete ilişkin istinaf aşamasından geçerek kesinleşen davadabenzer iddiaların mahkeme tarafından çok ayrıntılı bir şekilde incelendiği ve söz konusu benzer iddialara mahkemece itibar edilmeyerek velayetin anne şikayetçi A. E.'den alınarak baba şüpheli Ş. K.'a tevdi edildiği,Yine yukarıda ayrıntılı bir şekilde bahsedilen ve bu karara esas teşkil eden Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığının 2020 tarih ve 1194 sayılı bilirkişi kurulu raporundan da anlaşılacağı üzere, mağdur çocuk A. K.'ın velayeti kendisinde olan annesi şikayetçi A. E. tarafından Ebeveyne Yabancılaştırma Sendromu (EYS)'na tabi tutulduğu, istismar iddialarının boşanma - velayet sürecinde ortaya çıktığına dikkat çekildiği, çocuğun söz konusu istismar iddiaları ile ilgili olarak anlattıklarının hayatın olağan akışına uygun düşmediğinin bildirildiği, mağdur çocuğun yaşından beklenilmeyen ve hazır olmadığı cinsel bilgiler ile yüklenmiş olmasının bir anlamda zihnen istismar olduğunun belirtilmesi de göz önüne alındığında; Şüphelinin üzerine atılı müsnet suçu işlediğine dair hakkında kamu davası açmaya yetecek şüpheli delil elde edilemediği..." B. Baba Ş.K.nın Açtığı Davalar ve Bu Davalara İlişkin Süreçler Baba Ş.K.nın açtığı velayetin değiştirilmesi, olmadığı takdirde çocukla kişisel ilişkinin yeniden düzenlenmesi hususundaki dava Gaziantep Aile Mahkemesince (Mahkeme) görülmüş ve yapılan yargılama neticesinde 11/9/2019 tarihli kararla davanın kabulüne, küçüğün velayetinin Başvurucunun annesinden alınarak babaya verilmesine karar verilmiş ve bu karar istinaf kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"... Kahramanmaraş Aile Mahkemesinde Görevli Psikolog Bilirkişi [A.E.B.]; Davaya konu çocuğun yaşı gelişimi ile uyumludur, yaşının gerektirdiği gelişim özelliklerini sergilemektedir, bu yaş çocukların litaratürdeki özellikleri çevrelerinden etkilenebilmektedirler, bu nedenle beyanlarına itibar edilip edilmemesi hususu net değildir, hele ki boşanma davalarında hangi ebeveyninin yanında kalıyor ise onunla duygudaşlık yaparak ondan etkilenebilmesi muhtemeldir, uzman olarak çocuğun beyanlarında geçen 4 şeyi hatırlamak zorunda hissetmesi, mahkemeden bu konuda sıklıkla süre istemesi yönlendirildiği kanaatini oluşturmuştur, çünkü yaştaki çocuklar sıralama ile anlatırlar, ezber şeklinde aktarırlar, çocuğun yaşı gözetildiğinde kendi üstün menfaatinin ne olduğunu bilebilecek yaşta olmadığını, uzun vadeli olarak üstün menfaatini koruyabilecek şekilde değerlendirme yapamayacağını düşünüyorum ... Kahramanmaraş Aile Mahkemesinde Görevli Sosyal Hizmet Uzmanı Bilirkişi [N.Y.]; Biz diğer uzmanlarımız ile birlikte istişare yaptık, duruşma sırasında notlarımızı ayrı ayrı aldık, ben de çocuğun gelişimi yaşına uygun olduğunu düşüyorum, 6 yaş grubuna göre anlattıklarının çelişkili olduğunu düşünüyorum, çocuğun sürekli birşeyleri hatırlama çabası içerisinde beyanda bulunduğunu gözlemledim, unuttuğum birşey vardı, bir şey daha söylemem gerekiyordu gibi ifadelerde bulunarak beyanda bulunduğunu gözlemledim, 6 yaş grubuna göre somurmak kelimesinin cinsel içerik yükleyerek tanımlayamaz, hatta annenin bacağını elle derken bile bunu cinsel olarak anlamlandıramaz ve yorumlayamaz, anne ve baba arasındaki çekişmelerden etkilenmiş olabileceğini düşünüyorum, ayrıca yetişkinlerin dili ile kendisini bize ifade ettiğini düşünüyorum....davalı annenin müşterek çocuk ile baba arasındaki kişisel ilişkiyi düzenli olarak engellemesi, müşterek çocuğun davacı baba tarafından cinsel istismara uğradığını iddia etmesi karşısında bu konuda açılmış bir ceza davasının bulunmaması, müşterek çocuğun davalı anne tarafından davacı babaya karşı olumsuz şekilde yönlendirildiğinin uzman bilirkişi raporları ile sabit olması, uzman bilirkişi raporları, müşterek çocuğun Kahramanmaraş Aile Mahkemesi'nin 2017/34 Talimat sayılı dosyası ile düzenlenen 22/06/2017 tarihli 3'lü bilirkişi raporundaki 'en son okul açıldığı zaman babası ile Gaziantep'e gittiklerini, babası ile güzel vakit geçirdiklerini, birlikte kim zaman top oynayıp kimi zaman alışveriş merkezine gittiklerini, bazı görüşmelerinde köye gittiklerini, genel olarak babasının yanında iken kendisini herhangi bir nedenden dolayı rahatsız ve mutsuz hissetmediğini, babasının yanında sürekli kalmak istemediğini ancak zaman zaman babası ile bir araya gelip onunla vakit geçirmek istediğini' yönündeki beyanı ve müşterek çocuğun üstün yararı psikolojik ve sosyal gelişimi ve çocukla kişisel ilişkinin engellenmesinin velayetin değiştirilmesi sebebi olduğu gözetilerek davanın kabulüne dair aşağıda yazılı olduğu şekilde karar vermek gerekmiştir." Baba Ş.K. Başvurucunun annesinin kendisini sapıklıkla suçlaması nedeniyle Başvurucunun annesi aleyhine 000 TL manevi tazminat davası açmıştır. Bu dava Gaziantep Asliye Hukuk Mahkemesince 2018/295 Esas numaralı dosya üzerinden görülmüş ve "... dosyaya konu olan iddiaların daha önce Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından araştırıldığı, bu iddialar için takipsizlik karar verilmiş olmasına rağmen davalı A.E.'in tekrar tek taraflı olarak rapor aldığı, davacı aleyhinde ilgili makamlara şikayet dilekçesi yazdığı, bu durumların davacının kişisel haklarına saldırı niteliğinde olduğu ,tarafların sosyal ve ekonomik durumları, dava konusu iddiaların vahim nitelikte olması ile davacıda yarattığı elem ve ızdırabın ağırlığı hususları dikkate alınarak davanın kısmen kabul kısmen reddine, 000,00 tl nin ...davalıdan alınıp davacıya verilmesine" gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davalı konumunda olan başvurucunun annesi, istinaf kanun yoluna başvurmuş, bölge adliye mahkemesi davalı tarafın savunma hakkını sınırlar mahiyette, sözlü yargılama için duruşmaya davet edilmeden, sözlü yargılama aşaması gerçekleştirilmeden karar verilmesi sebebiyle istinaf talebinin kabulüne karar verilmiştir. Baba Ş.K.nın davalı İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü aleyhine, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından kendi çocuğuna karşı uygunsuz cinsel içerikli davranışlarda bulunduğu (cinsel istismar uyguladığı) yönünde sahte içerikli 21/9/2017 tarih ve 181/2017 sayılı rapor hazırlandığından bahisle uğradığı iftira, elem ve sıkıntı sebebiyle 000 TL manevi tazminatın davalıdan ödenmesi konulu davanın İstanbul İdare Mahkemesince 2019/1007 Esas numaralı dosya üzerinden görülerek 31/5/2023 tarihli kararla "... Kişinin kendi çocuğuna yönelik cinsel istismarda bulunduğu yönünde tespitler içeren işbu davaya konu raporun tanzim edilmesi aşamasında, yeterli özen ve hassasiyetin gösterilmediği, bu durumun hizmetin kötü işlemesi şeklinde tezahür ettiği, isnat edilen olgununun hassasiyet içermesi ve kişinin şeref ve haysiyetine halel getirecek nitelikte olması sebebiyle belirli bir ağırlıkta hak ihlali oluşturduğu, olayın gelişimi ve uyuşmazlığın niteliği itibariyle davacı açısında davalı idareyi manevi tazminatla yükümlü tutabilecek koşulların gerçekleştiği kanaatine varılmış olup manevi tazminatın şartları oluşması sebebiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmaktadır." gerekçesiyle davanın kabulüne karar verildiği ancak bu kararın henüz kesinleşmediği anlaşılmıştır. Başvurucunun annesinin Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı ve Adana Cumhuriyet Başsavcılığının verdiği kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına karşı (bkz. §§ 9,12) yaptığı itirazlar yetkili ve görevli sulh ceza hâkimliklerince reddedilmiş, Başvurucunun annesi, ret kararlarını öğrenmesinin ardından süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Z. [GK], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, §§ 24-29, 32- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26941 | Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçuyla ilgili olarak açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisleri, 2/11/1992 tarihinde Diyarbakır ili Silvan ilçesi Dutveren köyünde güvenlik güçleri ile teröristler arasında meydana gelen silahlı çatışma sırasında hayatlarını kaybetmişlerdir. Başvurucular, murislerinin öldürülmesinden dolayı 17/7/2014 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca tazminat ödenmesi talebiyle 22/6/2005 tarihinde Diyarbakır Valiliğine başvuruda bulunmuşlardır. Diyarbakır Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar TespitKomisyonu (Zarar Tespit Komisyonu) 6/2/2006 tarihli kararıyla başvurucuların tazminat talebini reddetmiştir. Zarar Tespit Komisyonu kararının gerekçesinde, Silvan Cumhuriyet Başsavcılığının 30/3/1993 tarihli görevsizlik kararından başvurucuların murislerinin terör örgütü mensubu olduklarının anlaşıldığı, bu sebeple meydana gelen ölüm olayının 5233 sayılı Kanun kapsamında bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular söz konusu Zarar Tespit Komisyonu kararının iptali istemiyle Diyarbakır İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmışlardır. Başvurucular dava dilekçesinde murislerinin terörist değil köy halkından kişiler olduklarını, çatışma sırasında güvenlik güçleri tarafından yanlışlıkla öldürüldüklerini, bu sebeple ölüm olayının 5233 sayılı Kanun kapsamında olduğunu ileri sürmüşlerdir. Mahkeme 24/10/2007 tarihli kararıyla dava konusu Zarar Tespit Komisyonu kararını iptal etmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"Davaya konu işlemde zarar tespit komisyonunun davacıların başvurusunu reddetmesinin sebebi olarak; "söz konusu kişilerin terörist oldukları ve güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmada öldürüldükleri" gösterildiğine göre uyuşmazlığın bu çerçevede incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.(...)...dosya içerisinde bulunan belgeler incelendiğinde;- Silvan Cumhuriyet Başsavcılığının 30/3/1993 gün ve 1993/22 sayılı Görevsizlik Kararında [] ve []'nın güvenlik güçleri ile girilen çatışmada öldüğünün belirtildiği,- Silvan Cumhuriyet Savcısı tarafından Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan yazıda bu iki kişi dışında PKK lı teröristlerce güvenlik güçlerine ateş açıldığının belirtildiği,- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığından alınan 22/7/2005 günlü sabıka kayıt belgelerinden [] ve []'nın herhangi bir sabıkalarının olmadığının anlaşıldığı, - 9/11/1992 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadesi alınan []'nın eşi [F.]'nınbeyanında; gece 24 sıralarında kapının çaldığı, asker kıyafetli ve silahlı bir kişinin oğlu ve kocasını evden aldığını, kocasının veya oğlunun silahının bulunmadığını belirttiği ve diğer ifadelerin de bu durumu desteklediği görülmektedir.Diğer taraftan Mahkememizin 16/1/2007 ve 4/4/2007 tarihli kararları ile davalı idareden olaya ilişkin Jandarma tutanağı istenilmiş ve olay üzerine yakalanan başka şahısların olup olmadığı sorulmuş olup, söz konusu ara kararlarına davalı idarece cevap verilmediği görülmüştür.Bütün bu bilgi ve belgelerin değerlendirilmesinden, [] ve []'nın sıradan birer köylü oldukları, daha önceye dairterör örgütüne yardım ve yataklık yaptıklarına ve terörist olduklarına ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin sunulamadığı, aksine sicil kayıtlarının temiz olduğu, bu kişilerin söz konusu olay gecesinde güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiklerine ilişkin Jandarma tutanağının istenilmesine rağmen Mahkememize sunulamadığı, yani iddia edilen çatışma fiilinin bu kişilerle gerçekleştiğine ilişkin bir kanıtın olmadığı, aynı gece asker kıyafetli bir kişi tarafından evlerinden alındıkları, yine aynı gecebu iki kişi dışındateröristlerin bulunduğunun ve bunların güvenlik güçlerine ateş açtıklarının sabit olduğu anlaşılmış olup, adı geçen kişilerin terörist olduklarına ve güvenlik güçleri ile çatışmaya girdiklerine ilişkin yeterli ve inandırıcı kanıt idarece dosyaya sunulamadığından, davalı idare işlemin sebep unsurunu ve iddiasını yeterli deliller ile ispatlayamamış bulunmaktadır.Bu durumda, [] ve []'nın terörist oldukları gerekçesiyle başvurunun reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde bu yönüyle hukuka uyarlık bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline,(...)" Karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/3/2012 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucular 3/9/2012 tarihinde Diyarbakır Valiliğine başvurmuşlar ve Mahkemenin iptal kararı doğrultusunda başvurularının karara bağlanmasını talep etmişlerdir. Zarar Tespit Komisyonu, söz konusu mahkeme kararı üzerine yaptığı değerlendirme sonucu 26/12/2012 tarihinde, ölüm olayı nedeniyle oluşan zarara karşılık başvuruculara 321,74 TL tazminat ödenmesine karar vermiş; bu bedele ilişkin sulhname tasarısı imza davetiyesi düzenleyerek başvuruculara göndermiştir. Başvurucuların teklif edilen bedeli kabul ettiklerini belirtmeleri üzerine taraflar arasında sulhname imzalanmıştır. Tazminat bedelini ödemeden önce Zarar Tespit Komisyonu başvuruculara ait başvuru dosyasını 29/5/2013 tarihinde yeniden gündeme almış ve 31/5/2013 tarihli yazıyla konu hakkında Diyarbakır İl Özel İdaresi Hukuk Müşavirliğinden bilgi ve görüş istemiştir. Diyarbakır İl Özel İdaresi Hukuk Müşavirliğinin 5/8/2013 tarihli cevap yazısında şu tespit ve değerlendirmelere yer verilmiştir: İl Jandarma Komutanlığınca Zarar Tespit Komisyonuna gönderilen 11/3/2009 tarihli yazı ekindeki olay yeri tespit ve araştırma tutanağında olay yerinde yapılan araştırmada, başlangıçta araçla kaçmaya çalışan ve güvenlik görevlilerine ateş eden Dutveren köyünden 1945 doğumlu [A.] oğlu [] ile [] oğlu []'nın (başvurucuların murisleri)...seri nolu 2 adet kaleşnikof tüfek ve bu silahlara ait 2 adet şarjör, 18 adet kaleşnikof boş kovanı, 56 adet 7,62 mm kaleşnikof fişeği, 1 adet 65 mm çapında ...seri nolu ...marka tabanca, bu silaha ait 1 adet şarjör ve 6 adet dolu fişekleri ile ölü olarak bulunduğunun belirtildiği ifade edilmiştir. İdare Mahkemesinin 16/1/2007 ve 4/4/2007 tarihli ara kararlarıyla idareden olaya ilişkin jandarma tutanağının istenildiği ancak olay yeri tespit ve araştırma tutanağının esas hakkındaki karardan sonra Zarar Tespit Komisyonuna gönderildiği, bu sebeple Mahkemeye ibraz edilemediği belirtilmiştir. Ayrıca Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca, olaya katılan iki örgüt mensubunun ölü olarak ele geçirildiği belirtilerek 13/3/2006 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğinin görüldüğü ifade edilmiştir. Bu verilere göre adı geçen şahısların terör örgütü üyesi olduklarının ve güvenlik güçleriyle girdikleri çatışmada ölü ele geçirildiklerinin anlaşılması sebebiyle başvurunun reddi gerektiği yönünde görüş bildirilmiştir. Zarar Tespit Komisyonu yukarıda belirtilen tespit ve değerlendirmeleri esas alarak 18/9/2013 tarihli kararıyla ölüm olayının 5233 sayılı Kanun kapsamına girmediği gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerini reddetmiştir. 18/9/2013 tarihli Zarar Tespit Komisyonu kararı 19/2/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 10/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,(...)" 2577 sayılı Kanun'un "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez." 5233 sayılı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:(...)e) Kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararlar.(...)"B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Ancak AİHM içtihatlarında, icra edilmediğinden şikâyet edilen ve bu nedenle ihlale konu olan yargı kararlarının kesinliğine ve nihailiğine vurgu yapıldığı görülmektedir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34; Büker/Türkiye, B. No: 29921/96, 24/10/2000, §§ 28-34; Ahmet Kılıç/Türkiye, B. No: 38473/02, 25/7/2006, § 27). AİHM, üst mercilerin incelemesine tabi olabilecek ya da üst mahkemece bozulabilecek kararların Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının güvencesi altına alınmadığını açıkça belirtmektedir. Temyiz merciinin, ilk derece mahkemesi kararının uygulanmasını erteleme veya askıya alma gibi bir etkisinin olup olmadığına bakılmaksızın madde sadece nihai ve bağlayıcı mahkeme kararlarının uygulanmasını korur. Özellikle de temyiz merciinin, başvuranların taleplerini dayandırdığı kararı bozduğunu gözönünde bulundurarak iç hukuk tarafından uygulanması zorunlu olsa bile idarenin bu karara uymamasını maddenin gerekliliklerine aykırı görmemektedir (Ouzounis ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 49144/99, 15/4/2002,§ 21). AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino / İtalya (No. 1) [BD], B. No. 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/ maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov / Rusya, § 37). AİHM; yukarıdaki prensiplerin, sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması, idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby / Yunanistan, § 41; Kyrtatos / Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31,32). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3094 | Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir şahsın üzerindeki patlayıcı maddeleri patlatması sonucu birçok kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olduğu olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/5/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İçlerinde başvurucuların yakınları da olan bazı şahıslar 19/7/2015-24/7/2015 tarihleri arasında Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde basın açıklaması ve gösteri yürüyüşü gibi bir dizi etkinlik gerçekleştirmeyi planlamışlardır. Bu etkinliklere katılmak isteyen kişiler bulundukları şehirlerden Suruç'a doğru 19/7/2015 tarihinden itibaren hareket etmişler ve basın açıklaması yapmak amacıyla 20/7/2015 günü saat 00 sıralarında Suruç Belediyesine ait Amara Kültür Merkezinin bahçesinde toplanmışlardır. Basın açıklaması yapılırken üzerindeki patlayıcı maddeleri patlatan bir kişi çok sayıda kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmuştur. Olay hakkında Suruç Cumhuriyet Başsavcılığı derhâl soruşturma başlatmıştır. Birkaç soruşturma işlemi sonrasında Suruç Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmaya konu fiillerin ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlardan olduğu gerekçesiyle fezleke düzenleyip soruşturma evrakını 22/7/2015 tarihinde Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 24/1/2017 tarihinde; bombalı saldırıyı gerçekleştiren Ş.A.A.nın olay esnasında öldüğü, bu kişiye talimat veren Y. ve H.İ.nin üzerilerine yerleştirdikleri patlayıcı maddeleri patlatmak suretiyle güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirdikleri saldırılar sonucu farklı tarihlerde öldükleri, N., H.T., H.Ş., F.T., S.T., E.İ., A.Ö.A., A.B. ve H.A.nin ise faillerle ve/veya olayla bağlantılarının bulunduğuna dair delil elde edilemediği gerekçeleriyle adı geçenler hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucuların ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itirazları Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/3/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 25/1/2017 tarihinde; saldırının DEAŞ terör örgütünün emir ve talimatları doğrultusunda Ş.A.A. tarafından gerçekleştirildiği, Ş.A.A.ya Y. ve H.İ.nin bizzat talimat verdiği, bu şüphelilere ise talimatın örgütün haklarında yakalama kararı olan yönetici kadrosundaki B. ve İ.B. tarafından verildiği, olayın şüphelileri ile birlikte DEAŞ adına birtakım eylemlere karışan ve olay hakkında detaylı bilgiye sahip olan Y.Ş.nin de olaya dahlinin olduğuna dair şüphelerin bulunduğu iddiasıyla Y.Ş., B. ve İ.B. hakkında bir iddianame düzenlemiştir. Olay nedeniyle otuz dört kişinin öldüğü, yetmiş kişinin ise yaralandığı belirtilen iddianamede şüphelilerin bir kez anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu, bir kez silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçunu, otuz dört kez tasarlayarak ve yangın, su baskını, tahrip, batırma, bombalama ya da nükleer, biolojik, kimyasal silah kullanarak öldürme suçunu, yetmiş kez teşebbüs aşamasında kalmış tasarlayarak ve yangın, su baskını, tahrip, batırma, bombalama ya da nükleer, biolojik, kimyasal silah kullanarak öldürmeye teşebbüs etme suçunu ve bir kez de tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme suçunu işledikleri iddia edilmiştir. İddianame Şanlıurfa Ağır Ceza Mahkemesince (Ceza Mahkemesi) 7/2/2017 tarihinde kabul edilmiştir. Yargılama, Ceza Mahkemesince açık olarak yürütülmekte olup henüz sonuçlandırılmamıştır. Başvurucular anılan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara (bkz. § 14) yönelik itirazlarının reddedilmesinin ardından 15/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/24058 | Başvuru, bir şahsın üzerindeki patlayıcı maddeleri patlatması sonucu birçok kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olduğu olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, ıslaha konu alacak talebinin reddedilmesi, karara karşı karar düzeltme yolunun kapalı olması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, 7/5/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1/11/1998-30/12/2006 tarihleriarasında İ. isimli şahsın işyerinde ustabaşı olarak çalışmıştır. Başvurucu 12/4/2010 tarihinde Beydağı Asliye Hukuk Mahkemesine açtığı davada, çalıştığı döneme yönelik fazla çalışma, genel tatil ücreti, yıllık izin ücreti ve hafta tatili ücreti kalemlerinin her biri için 100 TL alacak talebinde bulunmuştur. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun 16/6/2012 tarihli kararı ile Beydağı Adliyesi kapatılmış, dosya Ödemiş Asliye Hukuk Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmiştir. Başvurucu 1/10/2012 tarihli bilirkişi raporunda tespit edilen miktarlara göre 1/11/2012 tarihli dilekçesiyle dava değerini 072 TL olarak ıslah etmiştir. Davalı 15/11/2012 tarihli duruşmada zamanaşımı defiileri sürmüştür. Mahkeme 16/5/2013 tarihli kararında, başvurucunun alacak taleplerinin sabit olduğunu, iş akdinin 30/12/2006 tarihinde sona erdiğini, ıslah dilekçesinin 1/11/2012 tarihinde verildiğini, ıslah tarihine göre 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek dava dilekçesinde talep edilen değerler üzerinden davayı kabul etmiş ve zamanaşımı nedeniyle ıslah dilekçesinde ileri sürülen fazlaya ilişkin talepleri reddetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/4/2014 tarihli kararı ile onanmıştır. Onama kararı 29/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 27/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10898 | Başvuru, işçilik alacağından kaynaklanan tazminat davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi, ıslaha konu alacak talebinin reddedilmesi, karara karşı karar düzeltme yolunun kapalı olması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun da aralarında yer aldığı bir kısım şüpheli hakkında Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 23/11/2009 tarihli iddianamesi ile konut dokunulmazlığını ihlal etme, mala zarar verme, kilitlenmek suretiyle muhafaza altına alınan eşya hakkında hırsızlık, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme suçlarından kamu davası açılmıştır. Adana Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 13/7/2012 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçlardan beraat etmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 26/2/2015 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Bozma kararında, başvurucunun soruşturma evresinde kollukta müdafii huzurunda ve sorguda verdiği ifadesinde üzerine atılı suçları işlediğini ikrar etmesine rağmen yasal ve yerinde olmayan gerekçe ile beraatine karar verilmesinin bozmayı gerektirdiği belirtilmiştir. Bozma kararına uyularak devam edilen yargılama sonucunda Mahkemenin 26/4/2016 tarihli kararı ile başvurucu hakkında mala zarar verme ve 6136 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçlarından açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, başvurucunun nitelikli hırsızlık ve nitelikli konut dokunulmazlığını ihlal etme suçlarından ise mahkûmiyetine hükmedilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanıklar Yakup Bozboğa ve [B.E.] hakkında Nitelikli Hırsızlıkve Nitelikli Konut Dokunulmazlığını İhlal Etme suçları yönünden yapılan incelemede ;Yukarıdan itibaren açıklandığı şekli ile yapılan yargılamada olaya ilişkin kolluk tutanakları, sanık savunmaları, katılana ait evin banyosundan elde edilen swap üzerindeki DNA'nın hazırlık aşamasında kabule yönelik beyanı bulunan sanık [B.E. nin] örneği ile uyumlu olduğuna yönelik beyanlarile örtüşen ekspertiz raporuna vedosya kapsamı ileolayla örtüşen diğer delillere göre nazaran sanıklarıngeceden sayılan zaman diliminde hırsızlık amacı ile katılanın evine alt katta bulunan eczaneye ait darabadan tırmanarak balkonda bulunan demir kapının kilit göbeğini sökmek suretiyle hırsızlık yapmak amacı ileiçeri girdikleri, evde bulunan birden fazla eşyayı çaldıkları kabul ile değerlendirme ile mahkumiyetlerine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu tarafından hüküm temyiz edilmiş; temyiz incelemesi devam etmekte iken 5/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminde (UYAP) yapılan araştırma sonucunda Yargıtay Ceza Dairesinin 26/4/2018 tarihli kararı ile hükmün düzeltilerek onandığı anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14565 | Başvuru, ceza davasında yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve gerekçesiz karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialara ayrı ve açık cevap verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, duruşma yapılmaksızın karar verilmesi nedeniyle aleni yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ankara Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne, olayın geçtiği tarihte başvurucunun işyerinde çalışan bir işçinin ihbar ve kıdem tazminatı ile bir kısım işçi alacağının başvurucu tarafından ödenmediği ihbar edilmiştir. İhbar üzerine 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun maddesi gereğince değerlendirme yapılması amacıyla 7/8/2015 tarihli yazıyla bazı belgelerin 30/9/2015 tarihine kadar Ankara Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne ibrazı başvurucudan istenmiştir. Anılan yazıda, davete icabet edilmemesi hâlinde 4857 sayılı Kanun'un maddesine aykırı davranmaktan aynı Kanun'un maddesi uyarınca idari para cezası uygulanacağı ayrıca belirtilmiştir. Söz konusu davet yazısı Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında Şirket adresi olarak görünen yerde çalıştığı iddia edilen bir işçiye 10/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu; bu tebligatın usulsüz olduğunu, kendisine tebligat yapılan kişinin işçisi olmadığını iddia etmiştir. Davet yazısında belirtilen süre içinde müracaat edilmemesi ve ilgili kurumdan belgelerin ibrazı için ek süre talebinde de bulunulmaması üzerine Ankara Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünce başvurucuya 4857 sayılı Kanun'un maddesine dayanılarak aynı Kanun'un maddesi uyarınca 412 TL idari para cezası verilmiştir. Anılan ceza -Şirket temsilcisi adına çıkarılan tebligat ile- aynı adreste başvurucu Şirketin daimî çalışan olduğu iddia edilen K.ye 29/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, anılan idari para cezasının iptali istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) 8/1/2016 tarihinde başvurmuştur. Başvuruda itiraz edenin adresi olarak Ankara Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğünün kayıtlarında geçen adres belirtilmiştir. Başvuruya karşı idare tarafından verilen cevapta, ilgili başvuru dilekçesinin ilgiliye tebliğ edildiği, başvurucunun davet yazısının gereklerini yerine getirmediği gibi ek süre talebinde de bulunmadığı belirtilmiş; idari para cezasının iptali isteminin reddine karar verilmesi talep olunmuştur. Hâkimlik 22/3/2016 tarihli kararıyla idari para cezasının iptal istemine ilişkin başvurunun reddine karar vermiştir. Gerekçede; kararına itiraz edilen kurumdan idari yaptırım evrakının onaylı suretlerinin celp edilip incelendiği, verilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Anılan karara başvurucu tarafından itiraz edilmiştir. Daha önce başvuru dilekçesinde dile getirilen gerekçelerle yapılan itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/4/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 14/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4857 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Teftiş, denetleme ve incelemeler sırasında işverenler, işçiler ve bu işle ilgili görülen başka kişiler izleme, denetleme ve teftişle görevli iş müfettişleri ve işçi şikayetlerini inceleyen bölge müdürlüğü memurları tarafından çağrıldıkları zaman gelmek, ifade ve bilgi vermek, gerekli olan belge ve delilleri getirip göstermek ve vermek; iş müfettişlerinin birinci fıkrada yazılı görevlerini yapmaları için kendilerine her çeşit kolaylığı göstermek, bu yoldaki isteklerini geciktirmeksizin yerine getirmekle yükümlüdürler." 4857 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bu Kanunun;a) 92 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki yükümlülüklerini yerine getirmeyen, ...işveren veya işveren vekiline sekizbin Türk Lirası idarî para cezası verilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9567 | Başvuru, kararın sonucunu değiştirebilecek nitelikteki iddialara ayrı ve açık cevap verilmemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının, duruşma yapılmaksızın karar verilmesi nedeniyle aleni yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklama koruma tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde binbaşı rütbesinde subay olarak görev yaparken 2017 yılında kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan yürütülen soruşturma kapsamında 7/7/2012 tarihli tek bir ardışık arama kaydına istinaden 7/4/2019 tarihinde gözaltına alınmış ve ertesi gün serbest bırakılmıştır. Soruşturma kapsamında, örgütün TSK yapılanmasında faaliyet gösteren asker şahıslardan sorumlu sivil kişilerin sabit hatlarla irtibat kurduğu asker kişilerle ilgili olarak gönderilen raporların incelenmesi sonucu başvurucunun ardışık ve tüm irtibat kayıtları tespit edilmiştir. Bu kapsamda örgütsel irtibat modeline uygun olarak hareket ettiği değerlendirilen başvurucunun 22/6/2021 tarihinde tekrar gözaltına alınmasına karar verilmiştir. Başvurucu 24/6/2021 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talebiyle İzmir Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk edilmiştir. Hâkimlikteki sorgusunda başvurucu "ben İzmir'de görevliydim, iki yıl öğrenci bölük komutanı olarak görev yaptım, bu terör örgütüne hiçbir şekilde bir mensubiyetim olmadı, öğrencilerin bizi sabit hatlardan aramaları gerekiyordu, bütün aramaların hepsi bakıldığında benim gibi bölüklerden ve öğrencilerden sorumlu şahıslara yapılan aramalardır, etkinlikler, faaliyetlerle ilgili gerekli çalışmaları yapıp ilgili hocalarla gidip görüşmeler yapma gibi faaliyetler onları görevlendirdiğimizde onlar bize rapor ederlerdi, askerler ilgili komutanlarla röportajlar yapıp bize de bunu rapor ederlerdi, bunu da sabit hatlardan yaparlardı, malzemeler alırlardı, bazen paraları yeter bazen yetmez, bunu bize geri dönüşle bildirir rapor ederlerdi, bütün bunları ardışık olarak bizlere rapor ederlerdi, bu aramalar sanıyorum bu aramalardır" şeklinde beyanda bulunmuştur. Hâkimlik; 18 adet grup ardışık arama kayıtları, HTS kayıtları, tutanaklar ve tüm dosya kapsamına istinaden başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu gerekçesiyle başvurucu hakkında tutuklama kararı vermiştir. Tutuklama kararında ayrıca işlendiği iddia olunan suçun 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrasında düzenlenen katalog suçlardan olmasına, kaçma riskinin bulunmasına ve tutuklamadan beklenen gayenin adli kontrol hükümleri ile sağlanamayacağına dayanılmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık tarafından başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 25/6/2021 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İddianamede, başvurucunun örgütsel iletişim modeline uygun şekilde mahrem imamlar tarafından ardışık olarak arandığına dair değerlendirmelere yer verilmiştir. İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 29/6/2021 tarihinde yer yönünden yetkisizliğine, başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve dava dosyasının Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Dava dosyasının tevzi edildiği Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 11/8/2021 tarihinde yer yönünden yetkisizlik kararı ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vererek dava dosyasını olumsuz yetki uyuşmazlığının giderilmesi ve merci tayini için Yargıtay Ceza Dairesine tevdi etmiştir. Başvurucunun 11/8/2021 tarihli tutukluluk hâlinin devamı kararına itirazı Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 9/9/2021 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu, bu kararı 10/9/2021 tarihinde öğrendikten sonra 4/10/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtayın merci tayini kararı sonrası yargılamayı yürüten Mahkeme 16/12/2021 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Yargılama neticesinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Yargılama istinaf kanun yolu aşamasında derdesttir. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/45196 | Başvuru, tutuklama koruma tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; ülkeye girişine izin verilmeyen yabancıyı kabul edilemez yolcu salonunda tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 29/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Suriye Arap Cumhuriyeti (Suriye) vatandaşı olan başvurucu 1990 doğumludur. 4/4/2015 tarihinde Oran (Cezayir) uçağıyla İstanbul Atatürk Havalimanı'na gelen fakat ibraz ettiği pasaportun sahte olduğu anlaşılan başvurucunun ülkeye girişine izin verilmemiştir. Başvurucu kabul edilemez (INAD) yolcu kapsamında hava yoluyla Cezayir'e gönderilmiş ise de bu ülke tarafından yeniden aynı yolla iade edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu havalimanında bulunan kabul edilemez yolcu salonunda tutulmaya başlanmıştır. Ülkeye girişine izin verilmeyen başvurucu 17/4/2015 tarihinde uluslararası koruma başvurusunda bulunmuştur. Başvurucu bu talebinde özetle Suriye'de devam eden savaştan dolayı Cezayir'e gitmek zorunda kaldığını, orada iş bulamadığından ve bazı cemaatlerin onu Suriye'ye teslim etmeye çalışmasından dolayı Türkiye'ye gelmek istediğini, iç karışıklık nedeniyle ülkesine dönmesinin mümkün olmadığını bu nedenle mülteci olmak istediğini belirtmiştir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (Göç İdaresi) 24/4/2015 tarihinde başvurucunun uluslararası koruma talebini reddetmiş ve söz konusu kararı başvurucuya 25/4/2015 tarihinde tebliğ etmiştir. Başvurucu söz konusu kararın iptali amacıyla Ankara İdare Mahkemesine (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu bireysel başvuru tarihi itibarıyla davanın derdest olduğunu bildirmiştir. 2/6/2015 tarihinde başvurucu, idari gözetim altında tutulduğunu belirterek idari gözetimin kaldırılması amacıyla Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) itiraz etmiştir. Hâkimlik 8/6/2015 tarihli kararıyla -uluslararası koruma başvurusuyla ilgili idare mahkemesinde görülen dava sonuçlanana kadar idari gözetim altında tutmanın hukuka uygun olduğu gerekçesiyle- itirazı reddetmiştir. Göç İdaresinin sunduğu belgelerden, başvurucunun feragat etmesi nedeniyle uluslararası koruma başvurusuna ilişkin olarak açılan davanın 17/9/2015 tarihinde karar verilmesine yer olmadığına dair kararla sonuçlandığı görülmüştür. Başvurucu, ülkesine gönüllü olarak dönmek istediğini bildirdiğinden 15/7/2015 tarihinde havalimanından çıkarılarak İstanbul İl Göç İdaresi Müdürlüğüne teslim edilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili maddeleri B.T. ([GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-21) kararında açıklanmıştır.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddeleri, tutulma koşullarından dolayı kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygulaması B.T. (aynı kararda bkz. §§ 23-38) kararında açıklanmıştır. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10715 | Başvuru, ülkeye girişine izin verilmeyen yabancıyı kabul edilemez yolcu salonunda tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, müdahalenin meni davasının kamulaştırmasız el atma davası olarak nitelendirilerek taşınmazın bedelinin Karayolları Genel Müdürlüğünden tahsiline ve taşınmazın idare adına tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 31/7/2013 tarihinde Balıkesir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 22/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu İbrahim Oğuz tarafından yapılan 2013/5926 numaralı bireysel başvuru dosyası, Hasan Oğuz tarafından yapılan 2013/5929 numaralı bireysel başvuru dosyası ve Mustafa Oğuz tarafından yapılan 2013/5928 numaralı bireysel başvuru dosyası aralarındaki hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle birleştirilmiş; incelemeye 2013/5926 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 24/1/2014 tarihli görüş yazısına karşı başvurucu beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular İbrahim Oğuz ve Mustafa Oğuz’un Başvurularına İlişkin Olarak Balıkesir ili Bigadiç ilçesi Çayüstü köyü 148 ada 214 parsel numaralı, 573,85 m2 taşınmaz, başvurucular adına müştereken tapuya tescilli iken taşınmaza hafriyat dökmek ve yol açmak suretiyle müdahalede bulunulmuştur. Başvurucular, 17/5/2007 tarihinde Bigadiç Sulh Hukuk Mahkemesine başvurarak taşınmazın üzerinde tespit yapılmasını talep etmişler; 18/5/2007 tarihinde bilirkişiler eşliğinde tespit yapılmıştır. Başvurucular, 21/6/2007 tarihinde İrem İnşaat Yapı San. ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine Bigadiç Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada, davalının taşınmaz üzerine hafriyat döktüğü, yol açtığı, taşınmazı kullanılamaz hâle getirdiği iddiasıyla el atmanın önlenmesini ve ecrimisil tazminatının tahsilini talep etmişlerdir. Davalı Şirket cevabında, Karayolları Bölge Müdürlüğünün müteahhidi olarak yol yapım işini üstlendiğini, taşınmazın daha önceden başka müteahhitlerce kullanıldığını savunarak davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece 23/12/2008 tarihli ve E.2007/207, K.2008/221 sayılı kararla davalının taşınmaza hafriyat dökmek ve yol açmak suretiyle müdahalede bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, davalının taşınmaza el atmasının önlenmesine, hafriyatın kaldırılması için 573 TL ve taşınmazın eski hâle getirilmesi için 271,73 TL tazminat ile ecrimisil tazminatının dava tarihinden itibaren yasal faiziyle tahsiline karar verilmiştir. Davalının temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/2/2010 tarihli ve E.2009/16535, K.2010/2348 sayılı ilamıyla“Dava, kamulaştırmasız el atmanın önlenmesi ve eski hale getirme bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece yapılan keşif sonucu dava konusu taşınmaza davalı şirket tarafından el atıldığı anlaşılmakta ise de, bu el atma Karayolları Genel Müdürlüğünün yol yapımı nedeniyle olup, davalı şirket Karayolları Genel Müdürlüğü adına iş yapmaktadır. Şirket ile Karayolları Genel Müdürlüğü arasında yapılan sözleşme bunlar arasındaki iç ilişkidir. Bu nedenle Karayolları Genel Müdürlüğünün davaya dâhil edilerek yargılama yapılması gerekirken, dâhil edilmeden hüküm kurulması doğru görülmemiştir. Yine yapılan bilirkişi incelemesi ve alınan raporun yeterli olmadığı, kamulaştırmasız el atma davalarında Kamulaştırma Kanunu'nun değer biçmeye ilişkin hükümlerinin uygulanması gerektiği, bu yönüyle eksik incelemeye dayalı hüküm kurulduğu” gerekçeleriyle karar bozulmuştur. Başvurucuların karar düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/9/2010 tarihli ve E.2010/11015, K.2010/15082 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yargılama yapılmış, Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) 3/12/2010 tarihinde davaya dâhil edilmiştir. KGM cevabında, davaya dâhil edilmelerinin mümkün olmadığını, ayrı bir dava açılması gerektiğini, davacılara kamulaştırma bedeli teklif ettiklerini ancak bedeli kabul etmedikleri için anlaşma sağlanamadığını savunarak davanın reddini talep etmiştir. KGM’nin 19/7/2007 tarihli yazısına göre taşınmazın, “Taş Ocağı, Konkasör ve Depo Sahası” içinde bulunması nedeniyle kamu yararı kararı alınarak kamulaştırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Mahkemece 17/5/2012 tarihli ve E.2010/305, K.2012/118 sayılı kararla, taşınmazın bir kısmına davalı Şirket tarafından KGM’nin çalışmaları nedeniyle kamulaştırma işlemleri yapılmaksızın el atıldığı, taşınmazın kısmen kullanılamaz hâle getirildiği, taşınmazın el atılan kısmının eski hâle getirme bedelinin 800 TL, taşınmazın bedelinin ise 622,02 TL olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 148 ada 214 parsel numaralı taşınmazın tapu kaydının 211,57 m2'lik bölümünün kısmen iptali ile KGM adına tapuya tesciline, 622,02 TL taşınmaz bedelinin davalı KGM’den tahsiline, 271,73 TL ecrimisil tazminatının dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Taraflarca temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/6/2013 tarihli ve E.2013/6497, K.2013/9633 sayılı ilamıyla yargılama giderleri yönünden başvurucu lehine hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Karar 25/7/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular 31/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucu Hasan Oğuz’un Başvurusuna İlişkin Olarak Balıkesir ili Bigadiç ilçesi Çayüstü köyü 148 ada 213 parsel numaralı, 239,35 m2 taşınmaz, başvurucu adına tapuya tescilli iken taşınmaza hafriyat dökmek ve yol açmak suretiyle müdahalede bulunulmuştur. Başvurucu, 21/6/2007 tarihinde İrem İnşaat Yapı San. ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine Bigadiç Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, davalının taşınmaz üzerine hafriyat döktüğü, yol açtığı, taşınmazı kullanılamaz hâle getirdiği iddiasıyla el atmanın önlenmesini ve ecrimisil tazminatının tahsilini talep etmiştir. Davalı Şirket cevabında, Karayolları Bölge Müdürlüğünün müteahhidi olarak yol yapım işini üstlendiğini, taşınmazın daha önceden başka müteahhitlerce kullanıldığını savunarak davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece 23/12/2008 tarihli ve E.2007/208, K.2008/222 sayılı kararla davalının taşınmaza hafriyat dökmek ve yol açmak suretiyle müdahalede bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, davalının taşınmaza el atmasının önlenmesine, hafriyatın kaldırılması için 890 TL tazminat ile taşınmazın eski hâle getirilmesi tazminatının dava tarihinden itibaren yasal faiziyle tahsiline karar verilmiştir. Davalının temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/2/2010 tarihli ve E.2009/16534, K.2010/2347 sayılı ilamıyla “Dava, kamulaştırmasız el atmanın önlenmesi ve eski hale getirme bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece yapılan keşif sonucu dava konusu taşınmaza davalı şirket tarafından el atıldığı anlaşılmakta ise de, bu el atma Karayolları Genel Müdürlüğünün yol yapımı nedeniyle olup, davalı şirket Karayolları Genel Müdürlüğü adına iş yapmaktadır. Şirket ile Karayolları Genel Müdürlüğü arasında yapılan sözleşme bunlar arasındaki iç ilişkidir. Bu nedenle Karayolları Genel Müdürlüğünün davaya dâhil edilerek yargılama yapılması gerekirken, dâhil edilmeden hüküm kurulması doğru görülmemiştir. Yine yapılan bilirkişi incelemesi ve alınan raporun yeterli olmadığı, kamulaştırmasız el atma davalarında Kamulaştırma Kanunu'nun değer biçmeye ilişkin hükümlerinin uygulanması gerektiği, bu yönüyle eksik incelemeye dayalı hüküm kurulduğu” gerekçeleriyle karar bozulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/9/2010 tarihli ve E.2010/11016, K.2010/15081 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yargılama yapılmış, KGM 3/12/2010 tarihinde davaya dâhil edilmiştir. KGM cevabında, davaya dâhil edilmelerinin mümkün olmadığını, ayrı bir dava açılması gerektiğini, davacıya kamulaştırma bedeli teklif ettiklerini ancak bedeli kabul etmediği için anlaşma sağlanamadığını savunarak davanın reddini talep etmiştir. KGM’nin 19/7/2007 tarihli yazısına göre taşınmazın, “Taş Ocağı, Konkasör ve Depo Sahası” içinde bulunduğu için kamu yararı kararı alınarak kamulaştırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır. KGM’nin 6/2/2008 tarihli yazısında, taşınmazın kamulaştırılmasına karar verilmesi nedeniyle taşınmaz malikleriyle pazarlık yapıldığı ancak anlaşmaya varılamadığı, bu nedenle dava açılması için hazırlık yapıldığı belirtilmiştir. Mahkemece, 17/5/2012 tarihli ve E.2010/306, K.2012/119 sayılı kararla, taşınmazın bir kısmına davalı Şirket tarafından KGM’nin çalışmaları nedeniyle kamulaştırma işlemleri yapılmaksızın el atıldığı, taşınmazın kısmen kullanılamaz hâle getirildiği, taşınmazın el atılan kısmının eski hâle getirme bedelinin 300 TL, taşınmazın bedelinin ise 177,75 TL olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 148 ada 213 parsel numaralı taşınmazın tapu kaydının 740,70 m2'lik bölümünün kısmen iptali ile KGM adına tapuya tesciline, 177,75 TL taşınmaz bedelinin davalı KGM’den tahsiline, davalı Şirket aleyhine açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir. Taraflarca temyiz üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/6/2013 tarihli ve E.2013/6495, K.2013/9634 sayılı ilamıyla yargılama giderleri yönünden başvurucu lehine hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir. Karar 17/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun maddesi şöyledir:“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7 nci maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8 inci madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister....” 11/2/1950 tarihli ve 5539 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Karayolları Genel Müdürlüğünün görevleri şunlardır:…F) Yolların yapım, ıslah, onarım ve bakımına, emniyetle işlemesine gerekli garaj ve atelyeleri, makina ve malzeme ambarları ile depolarını, servis ve akaryakıt tesislerini, laboratuvarları, deneme istasyonlarını, tarihi yol ağlarına ait köprü ve diğer bütün yan tesisleri, yol boyu inkişafı ve ağaçlandırılması için lüzumlu fidanlıkları, dinlenme yerlerini, bakım ve trafik emniyetini sağlayacak bina ve lojmanları, verici telsiz istasyonları ile gerekli muhabere şebekelerini, Genel Müdürlüğün görevlerini daha verimli şekilde yönetimine yarayacak diğer her türlü sosyal tesisleri, hazırlayacağı ve hazırlatacağı plan ve projelerine göre yapmak, yaptırmak, onarmak, donatmak, işletmek, kiralamak ve bakımlarını sağlamak,…” 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri, kamu hizmetlerinin zorunlu kıldığı durumlarda gereken nicelikte ve nitelikte taşınır ve taşınmazları, yurt içinde veya yurt dışında, bedellerini peşin veya taksitle ödeyerek veya finansal kiralama suretiyle edinebilirler. Kamu idareleri, taşınmaz satın alma veya kamulaştırma işlemlerini yetki devri yoluyla bir başka kamu idaresi eliyle yürütebilir. Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin edindiği taşınmazlar Hazine adına, diğer kamu idarelerine ait taşınmazlar ise tüzel kişilikleri adına tapu sicilinde tescil olunur. Hazine adına tescil edilen taşınmazlar Maliye Bakanlığı tarafından yönetilir. Bu tescil işlemleri, adına tescil yapılan idarenin taşınmazın bulunduğu yerdeki ilgili birimine bildirilir. …” 16/5/1956 tarihli ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir: “Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5926 | Başvuru, müdahalenin meni davasının kamulaştırmasız el atma davası olarak nitelendirilerek taşınmazın bedelinin Karayolları Genel Müdürlüğünden tahsiline ve taşınmazın idare adına tesciline karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; apartmanın ortak alanındaki yapının bağımsız bölümlerden birinin eklentisi olarak yapılan tescilin iptali istemiyle açılan davada eksik incelemeye dayalı olarak karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1970 doğumlu olup Antalya'da ikamet etmektedir. Başvurucu, Antalya ili Muratpaşa ilçesi Gençlik Mahallesi 1256 ada 10 parsel numaralı taşınmazda bulunun apartmanda bağımsız bölüm malikidir. Kat mülkiyetine tabi olan apartmanda toplam 15 adet bağımsız bölüm bulunmaktadır. Başvurucu, olayların geçtiği tarihte apartmanın yöneticisidir. Apartmanın bulunduğu taşınmazın içinde, ana yapıdan ayrı olarak inşa edilmiş 44 m² alana sahip bir yapı bulunmaktadır. Söz konusu yapı 9/9/1976 tarihinde noterde onaylanan kat malikleri listesinde (1) numaralı bağımsız bölümün eklentisi olarak gözükmektedir. Başvurucu, eklentiye ilişkin olarak (1) numaralı bağımsız bölüm adına yapılan tescilin iptali istemiyle apartman yöneticisi sıfatıyla 13/5/2011 tarihinde Muratpaşa Kaymakamlığı Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) dava açmıştır. Dava dilekçesinde, Muratpaşa Belediyesi (Belediye) tarafından eklentinin yıktırılmasına 2/3/2001 tarihinde karar verildiği hâlde yıkım kararının uygulanmasından 23/3/2001 tarihinde vazgeçildiği belirtilmiştir. Dava dilekçesinde, eklentinin ana vaziyet planında bulunmadığı ve kat maliklerinin rızası dışında inşa edildiği ileri sürülmüştür. Davaya müdahil olan (1) numaralı bağımsız bölüm maliki S.T. Asliye Hukuk Mahkemesine sunduğu cevap dilekçesinde, apartmanın 1976 yılında alınan inşaat ruhsatına istinaden inşa edildiğini belirtmiş; ihtilaf konusu yapının 21/1/1982 tarihinde (1) numaralı bağımsız bölümün eklentisi olarak tapuya tescil edildiğini ifade etmiştir. S.T. 4/4/1978 tarihinde eklentiye yapı kullanma izni verildiğini, ardından su ve elektrik aboneliklerinin tesis edildiğini vurgulamıştır. Asliye Hukuk Mahkemesince bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. İnşaat mühendisi bilirkişi tarafından hazırlanan 18/3/2013 tarihli raporda; belediye tarafından onaylanan mimari projedeki vaziyet planında eklentinin bulunmadığı, ayrıca proje müellifi mimar tarafından hazırlanan ve belediye arşivinde bulunan eklenti projesinin belediyeden onaylı olmadığı tespiti yapılmıştır. S.T. bu rapora itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, bilirkişinin eksik inceleme yaptığı belirtilmiş ve eklentiye ait projede belediye onayının bulunduğu ileri sürülmüştür. Eklentiye ilişkin mimarı proje dilekçe ekinde dosyaya ibraz edilmiştir. İtiraz dilekçesinde ayrıca 4/4/1978 tarihinde eklentiye yapı kullanma izni de verildiğine göre projenin onaysız olmasının mümkün olamayacağı iddia edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi bilirkişiden ek rapor düzenlemesini istemiştir. 23/10/2013 tarihli ek bilirkişi raporunda; S.T.nin ibraz ettiği müştemilat projesinde eklenti yer almakta ise de projenin ek yerlerinde sadece mühür olduğu, imza veya parafın bulunmadığı belirtilmiştir. Raporda; ana proje ile eklenti projesinin farklı ebatlarda olduğu, ana projede S.T.nin değişen K. soyadının üzeri çizilerek yeni soyadının yazıldığı hâlde eklenti projesinde yeni soyadının yer aldığı vurgulanmış, eklentinin elektrik ve tesisat projesinin de olmadığı, ayrıca Bina Aplikasyon Tutanağı'nda da müştemilatın yer almadığı ifade edilmiştir. Raporda sonuç olarak eklentinin sonradan kaçak olarak inşa edildiği görüşü açıklanmıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi 4/12/2013 tarihinde davayı kabul ederek eklentinin tapu kaydının iptali ile yıkımına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kapıcı konutu olarak imar mevzuatına uyulmaksızın inşa edilen eklentinin mimari projede bulunmadığı belirtilmiş; tapu kaydına ne şekilde eklenti olarak tescil edildiğinin de anlaşılamadığı vurgulanmıştır. Kararda, bu sebeple başvurucunun talebinin kabulü gerektiği açıklanmıştır. Yargıtay Hukuk Dairesi uyuşmazlığın sulh hukuk mahkemesince çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle 17/6/2014 tarihinde kararı bozmuştur. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi 14/11/2014 tarihinde görevsizlik kararı vererek talep hâlinde dosyanın sulh hukuk mahkemesine gönderilmesine hükmetmiştir. Dosyanın gönderildiği Antalya Sulh Hukuk Mahkemesi (Sulh Hukuk Mahkemesi) 1/7/2015 tarihinde, Asliye Hukuk Mahkemesi kararındaki gerekçelerle davayı kabul ederek eklentinin tapu kaydının iptali ile eklentinin yıkımına karar vermiştir. S.T. bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde, ilk derece aşamasında ileri sürülenlere ek olarak bilirkişinin suçlayıcı ve taraflı rapor düzenlediği iddia edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 3/5/2016 tarihinde Sulh Hukuk Mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma kararında, taşınmazın (1) numaralı bağımsız bölümüne müştemilat olarak kayıtlı yapının mimari projesinin bulunduğuna ve bu eklenti projesinin ana taşınmazın mimari projesine ekleme yapılarak birleştirildiğine işaret edilmiştir. Bozma kararında, onaylı projeye uygun olarak kat irtifakı kurulması için Tapu Müdürlüğüne başvuru sırasında hazırlanan ve 6/9/1976 tarihinde tasdik edilen noter listesinde 80/1200 paylı bodrum katının (1) numaralı mesken niteliği eklentisi olarak gösterildiği belirtilmiş; Muratpaşa Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğünün 16/12/2010 tarihli yazısında da söz konusu müştemilatın 21/1/1982 tarihinde tanımlandığının ve (1) numaralı bağımsız bölümün 4/4/1978 tarihli yapı kullanma izin belgesinin bulunduğunun belirtildiği vurgulanmıştır. Davalı S.nin değişen soyadının tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilmesi amacıyla yaptığı başvuru üzerine ihtilaf konusu eklenti için 14/3/2001 tarihinde şerh verildiğinin anlaşıldığı ifade edilmiştir. Bozma kararında sonuç olarak ihtilaf konusu eklentinin baştan itibaren mimari projesinin bulunduğu kanaati açıklanmış ve aksi kabul üzerine kurulan hükmün isabetli olmadığı değerlendirilmiştir. Sulh Hukuk Mahkemesi bozma kararına uyarak yargılamaya yeniden başlamıştır. Başvurucu tarafından bu esnada Sulh Hukuk Mahkemesine sunulan 10/2/2017 tarihli dilekçede, önceki kararda ısrar edilmesi gerektiği savunulmuştur. Anılan dilekçede başvurucu; bozma kararı üzerine Belediyeye müracaatta bulunduğunu belirtmiş ve Belediyenin 8/2/2017 tarihli cevabından söz etmiştir. Sulh Hukuk Mahkemesine ibraz edildiği anlaşılan söz konusu cevapta; müştemilatın onaylı projeye ek yapıldığı, eklenen belgede belediye mührü bulunsa da herhangi bir onayın mevcut olmadığı, müştemilatın çekme mesafesini ihlal ettiği, çekme mesafesini ihlal eden yapıya bugünkü koşullarda izin verilemeyeceği, müştemilata ait yapı kullanma izin belgesinin bulunmadığı başvurucuya bildirilmiştir. Sulh Hukuk Mahkemesi bozma kararındaki gerekçeye atıfla 20/2/2017 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairence 31/10/2017 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 24/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyet Kanunu'nun "Bağımsız bölümlerle eklentiler ve ortak yerler arasındaki bağlantı" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: "Bir bağımsız bölümün dışında olup, doğrudan doğruya o bölüme tahsis edilmiş olan kömürlük, su deposu, garaj, elektrik, havagazı veya su saati yuvaları, tuvalet gibi eklentiler, ait olduğu bağımsız bölümün bütünleyici parçası sayılır ve o bölümün maliki, eklentilerin de tek başına maliki olur.Eklentiler kat mülkiyeti kütüğünün (Beyanlar) hanesine kaydedilir ve bunlardan anayapının oturduğu zeminin dışında kalanlar kadastro planında veya tapu haritasında ayrıca gösterilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27215 | Başvuru, apartmanın ortak alanındaki yapının bağımsız bölümlerden birinin eklentisi olarak yapılan tescilin iptali istemiyle açılan davada eksik incelemeye dayalı olarak karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda meydana gelen intihar vakasında gerekli koruma önlemlerinin alınmaması ve ölümü takiben etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. A.B.nin İntiharına İlişkin Süreç Başvurucuların 1997 yılında dünyaya gelen müşterek çocukları A.B. işyeri dokunulmazlığını ihlal, nitelikli olarak konut dokunulmazlığını ihlal, kilitlenmek suretiyle muhafaza altına alınan eşya hakkında hırsızlık, bina içinde muhafaza altına alınmış eşya hakkında hırsızlık ve mala zarar verme suçlarından Adana Asliye Ceza Mahkemesinin 28/6/2017 tarihli kararı ile hüküm giymiştir. 13 yıl 22 ay 40 gün hapis cezası alan A.B.nin tahliye tarihi 15/12/2030 olarak hesaplanmıştır. A.B.nin cezasının infazı için bulunduğu Tarsus 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) temizlik işlerinde çalıştırılması Kurum Müdürlüğünün 24/8/2017 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur. A.B. için yakınlarının Kurum dışından kitap getirdiği ve A.B.nin açık ilköğretim okulu altıncı sınıf öğrencisi olduğu anlaşılmıştır. A.B.nin bulunduğu koğuş birçok kez olmak üzere Kurum Müdürlüğü tarafından değiştirilmiştir. Söz konusu oda/koğuş yerleştirme kararlarında kriterler "çalıştırılacağı birime göre, çalışması için, hükümlülük/tutukluluk durumuna göre, suç türüne göre ve idari nedenlerle" olarak ifade edilmiştir. Son olarak yirmi dört kişinin bulunduğu A-18 koğuşunda kalan A.B. Kurum bünyesinde bulunduğu süre içinde yedi farklı koğuşta kalmıştır. Kurum tarafından düzenlenen 28/11/2017 tarihli genel risk ve ihtiyaç raporunda "A.B.nin depresyonda olduğu, intihar riskinin yüksek olduğu, psikoz ve zarar verme riski ile ruhsal travma problemi bulunduğu, açıklanamayan bedensel belirtiler yaşadığı, takıntılı davranışları olduğu, dikkat eksikliği-hiperaktivite rahatsızlığı olduğu, manik atak ve saldırganlık riski bulunduğu, bu nedenlerle yakın takip edilmesi ve acil psikiyatrik muayeneye tabi tutularak uygun müdahalelerde bulunulması gerektiği" ifade edilmiştir. A.B. muhtelif tarihlerde renal kolik (böbrek taşı kaynaklı ağrı), idrar yolu enfeksiyonu, diş çürüğü/kırığı, dental apse, akut konjonktivit (gözde iltihaplanma), eklem ağrısı, ciltte alerjik reaksiyon, bel ağrısı gibi şikâyetlerle/tanılarla Tarsus Devlet Hastanesinin Acil, Üroloji ve Cildiye Poliklinikleri ile Tarsus Ağız ve Diş Sağlığı Merkezine sevk edilmiş ve kendisi için reçeteler hazırlanmıştır. A.B. birçok kez olmak üzere hastanenin psikiyatri polikliğine de sevk edilmiştir. 26/2/2018 tarihinde koğuş içinde fazla ilaç aldığı diğer hükümlüler tarafından görevli personele bildirilen A.B. bireysel görüşmelere tabi tutulmuştur. Psikiyatri polikliniğinde görevli doktorlar tarafından A.B. için 30/3/2018 tarihinde depresyon tanısıyla reçeteler hazırlanmış ve kontrol muayenesi önerilmiştir. 30/4/2018 tarihinde kontrol muayenesine götürülen A.B.ye doktorlar anksiyete bozukluğu tanısı koymuş ve tedavisi için ilaç reçete etmiştir. A.B. uyku bozukluğu nedeniyle 9/5/2018 tarihinde yine psikiyatri polikliniğine sevk edilmiştir. A.B. için 25/5/2018 tarihinde psikiyatri polikliniği doktorları, 3/7/2018 tarihinde ise Kurum doktoru tarafından anksiyete bozukluğu tanısıyla ilaç reçete edilmiştir. A.B. 2018 yılının Nisan ve Mayıs aylarında Kurum Müdürlüğüne sunduğu dilekçelerle ilaçlarını kullanmak istemediğini beyan etmiştir. 26/2/2018 ve 5/7/2018 tarihlerinde gerçekleşen eylemleri sonucu idare tarafından alınan sağlık önlemlerine uymamak fiilinden A.B., Kurum Disiplin Kurulunca kınama cezası ile cezalandırılmıştır. A.B. ile sosyal hizmet uzmanı ve psikolog tarafından muhtelif tarihlerde Kurum bünyesinde görüşmeler yapılmıştır. A.B. sosyal hizmet uzmanı ile 3/10/2017, 4/10/2017 ve 8/6/2018 tarihlerinde görüşmüştür. Bu üç görüşmede A.B. alınan notlara göre özetle akrabasının intihar ettiğini, babasının hastanede olduğunu, durumundan haberdar olmak istediğini, ailesinin ekonomik durumunun iyi olmadığını, sosyal yardımlar için başvuru yapmak istediğini beyan etmiştir. A.B. yine Kurum bünyesinde 22/8/2017 ve 19/6/2018 tarihleri arasında psikolog ile on iki ayrı görüşme gerçekleştirmiştir. Bu görüşmelerin ilk altısında (22/8/2017-28/12/2017) A.B. yakınının intihar ettiğini, babasının hasta olduğunu ifade etmiş, ayrıca hasımlarının bulunduğunu belirterek koğuş ve kurum değişikliği talep etmiştir.8/5/2018 tarihli dokuzuncu psikolog görüşmesi notunda A.B.nin müdahale izleme raporu uyarınca yüksek risk intihar grubunda olmasından kaynaklı görüşmeye çağrıldığı, kendisine probleminin olup olmadığının sorulduğu, problemi olmadığını, sürecin kendisi için iyi gittiğini beyan ettiği, ilaç kullanımının sürdüğü, intihar olasılığının düşük olarak değerlendirildiği ifade edilmiştir. 17/5/2018 tarihli psikolog görüşme notunda ise A.B.nin kendini iyi hissetmediğini, tedaviye ihtiyaç duyduğunu beyan ettiği ve Kurum revirine yönlendirildiği belirtilmiştir. Kaydedilen 19/6/2018 tarihli son görüşmenin notunda A.B.nin kardeşinin vurulduğunu, yoğun bakıma alındığını, merak içinde olduğunu beyan ettiği ve babasının aranarak ondan bilgi alındığı ifade edilmiştir. Tarihi belli olmayan ancak 8/5/2018 tarihli görüşmeden sonra düzenlendiği anlaşılan ve üç psikoloğun imzasını taşıyan rapora göre A.B.nin kendine zarar verme ve intihar eylemine girişme ihtimali düşük olarak saptanmıştır. Kurum bünyesinde Araştırma ve Değerlendirme Formu doldurularak elde edilen sonuçlar mucibince düzenlenen 2/4/2018, 30/4/2018 ve 30/5/2018 tarihli listelerde A.B. risk durumu yüksek çıkan mahkûmlar arasında yer almıştır. Kurum Müdürlüğü, söz konusu listelerde yer alan kişiler için gereken güvenlik önlemlerinin alınmasını ve her vukuatın (intihar girişimi, kendine zarar verme gibi) bildirilmesini Kurum içi yazılarla ilgili birimlerden talep etmiştir. 5/7/2018 tarihinde Kuruma çağrılan 112 Acil Servis ekibi tarafından götürüldüğü hastanenin acil servisinde kontrol edilen A.B.nin kollarında ve göğsünde kesiler tespit edilmiş, ilk etapta reddetse de daha sonra kabul etmesi üzerine tedavisi gerçekleştirilmiş, psikiyatri polikliniğine sevki yapılmıştır. 6/7/2018 tarihli tutanağa göre Kurum psikoloğu A.B. ile psikolojik yardım amaçlı görüşme yapmak istemiş ancak A.B. bu teklifi reddetmiştir. 7/7/2018 tarihinde A.B., annesi ile saat 30 civarında telefon görüşmesi gerçekleştirmiştir. Görüşmenin dökümünden A.B.nin annesinden ısrarla kardeşinin özel bir televizyon kanalını aramasını ve kendisine Kurum tarafından ilaçlarının verilmediğini söylemesini istediği anlaşılmıştır. 7/7/2018 tarihinde saat 45 sıralarında A.B.nin koğuşunda bulunduğu sırada tıraş bıçağı/jilet ile vücuduna kesiler attığının diğer mahkûmlar tarafından ihbar edilmesi üzerine A.B., Kurum personelince koğuş dışına alınmış ve 112 Acil Servis Kuruma çağrılmıştır. A.B. 112 Acil Servis personeli eşliğinde hastaneye götürülmüştür. 7/7/2018 tarihli tutanaklarda kesilerin intihar amaçlı yapıldığı ifade edilmiştir. Ayrıca tutanaklarda A.B.nin tedaviyi reddettiği ve bu nedenle kendisine müdahale edilemediği, tetanos aşısı yapılması gerektiği kayıt altına alınmıştır. Tedaviyi reddeden A.B. aynı gün Kuruma geri getirilmiş ve odasına yerleştirilmiştir. A.B., koğuşunda bulunan diğer mahkûmların can güvenliklerini gerekçe göstererek kendisi ile aynı koğuşta kalmak istemediklerini beyan etmeleri üzerine saat 00 civarında doku ve travma önleyici odaya (süngerli odaya) yerleştirilmiştir. Kurum kameralarının kaydettiği görüntülere ait Video Çözümleme Tutanağı'ndan Kurum başmemurunun A.B. ile süngerli odada bulunduğu sırada görüştüğü, A.B.nin sargı bandajlarını birkaç kez çıkardığı ancak Kurum personelince yeniden sargı bandajlarının takıldığı anlaşılmıştır. A.B. aynı gece (8/7/2018 tarihinde saat 40 sıralarında) süngerli odadan çıkarılarak tekli odaya yerleştirilmiştir. On iki metrekare büyüklüğünde olan tekli odada ranza, yatak, eşya dolabı, sabitlenmiş mutfak tezgâhı ve mutfak dolabı bulunmaktadır. 8/7/2018 tarihinde A.B.nin bulunduğu tekli odaya sabah kahvaltısı ve öğle yemeği servisi yapılmıştır. Akşam yemeği servisi sırasında (saat 20) görevli Kurum memuru Y.K., kapı mazgalından baktığında A.B.yi asılı vaziyette görmüş ve hemen Kurum yöneticilerine haber vermiştir. A.B. demir ranzayı dikey konuma getirmek, yastık kılıfını yırtarak ip şeklinde kullanmak suretiyle kendini boynundan asmıştır. Jandarma Olay Yeri İnceleme ekiplerinin gelmesinin ardından A.B.nin cansız bedeni odasından çıkarılmıştır. 9/7/2018 tarihinde gerçekleştirilen otopsi işlemine dair 18/10/2018 tarihli raporun sonuç kısmında "göğüs sol önde yoğun olmak üzere kollarda çok sayıda cilt altı seyirli kesik vasıflı yaraların bulunduğu ancak bu yaraların ölüme sebebiyet vermediği; ası telemi dışında başkaca travmatik lezyon bulunmadığı, kafatasında kırık, kanama, doku harabiyeti bulunmadığı, iç organlarda yaralanma tespit edilmediği bu nedenle ölümün travmatik tesirle meydana gelmediğinin anlaşıldığı, kanda uyuşturucu madde bulunmadığı ve ölümün ası sonucu meydana geldiği" ifade edilmiştir.B. Disiplin Soruşturması Süreci Olayın akabinde Kurum Müdürlüğünün 9/7/2018 tarihli emri ile infaz ve koruma memurları G., Y.K. ve A.Ö. hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. İnfaz ve koruma memuru G. savunmasında akşam yemeği dağıtımı sırasında tekli oda nöbetçi memuru Y.K.nın koridora çıkarak "Gelin" diye bağırdığını, toplu hâlde odaya gidildiğini, A.B.nin kendisini astığının anlaşıldığını, Kurum müdürüne ve 112 Acil Servise haber verildiğini, ilgili alanın güvenliğinin sağlandığını, aynı gün olaydan önce A.B.nin nöbetçi personelden sigara istediğini ve sigara verilmesine sakınca olmadığını, görevini ifasında bir ihmalinin bulunmadığını düşündüğünü ifade etmiştir. İnfaz ve koruma memuru Y.K. savunmasında olay tarihinde A.Ö. ile birlikte intiharın gerçekleştiği kısımda görevli olduğunu, gün içinde A.B.nin kontrolünü yaptıklarını, kendilerinden sigara istediğini, Kurum amirinin bilgisi dâhilinde sigara verdiklerini, A.B.ye havalandırmaya çıkmak isteyip istemediğini sorduklarını, A.B.nin havanın sıcak olması nedeniyle havalandırmaya çıkmak istemediğini, diğer mahkûmların havalandırmaya çıktığı esnada A.B.nin kontrolünün yapıldığını ve olumsuz bir duruma rastlanmadığını, akşam yemeği servisi esnasında A.B.yi odasında asılı hâlde bulduklarını, Kurum yöneticilerine haber verdiklerini, görevini gereği gibi yerine getirdiğini düşündüğünü belirtmiştir. İnfaz ve koruma memuru A.Ö. de Y.K.nın ifadelerine koşut beyanlarda bulunmuştur. Soruşturma kapsamında bazı mahkûmların ifadelerine başvurulmuştur. Mahkûmlar, birbirleriyle örtüşen ifadelerinde özetle A.B.nin ailesi ile sıkıntılar yaşadığını, kendisine zarar vereceğini söylediğini, zaman zaman lavaboya gittiğinde kendisine kesi atarak zarar verdiğini, kendilerinin ona nasihatte bulunduklarını, A.B.nin bu davranışlarının koğuşta huzursuzluk yarattığını, bu nedenle A.B.nin koğuşunun değiştirilmesini talep ettiklerini ve A.B.nin koğuştan ayrıldığını belirtmiştir. A.B.nin ölümü ile sonuçlanan sürecin ayrıntılarına, mahkûmlar ile infaz ve koruma memurlarının ifadelerine yer verilen 16/7/2018 tarihli disiplin soruşturması raporunun sonuç kısmında "görevli personelin olayın yaşandığı tarihte herhangi bir ihmallerinin olmadığı, suç olarak nitelendirilebilecek herhangi bir emareye rastlanmadığı" ifade edilmiştir. Söz konusu rapor üzerine Kurum Disiplin Amirliği 16/7/2018 tarihli işlemiile ceza verilmesine yer olmadığı yönünde karar almıştır. Ceza Soruşturması Süreci Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) A.B.nin ölümüne ilişkin olarak hem ilgili kamu görevlileri hakkında (görevi kötüye kullanma suçundan) hem de olayın oluş biçimi (intihar/teşvik) ile ilgili iki ayrı soruşturma yürütmüştür (Başvurucular formda başvurunun kamu görevlileri hakkında yürütülen sürece ilişkin olduğunu açıkça ifade etmiştir). Kurumdan olayla ilgili detaylı araştırma yapılmasını talep eden ve disiplin soruşturması dâhil ilgili belgeler ile kamera görüntülerinin gönderilmesini isteyen Başsavcılık, Tarsus Jandarma Komutanlığı tarafından toplanan delilleri, olay yeri krokisini, olay yeri inceleme raporunu, müteveffanın sağlık dosyasını, olay anına ait Görüntü İzleme Tutanağı'nı ilgili birimlerden edinmiş; Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü ile Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü başta olmak üzere birçok kurumla farklı tarihlerde yazışmalar yapmıştır. Başsavcılık intihara yönlendirme/yardım suçuna ilişkin olarak meçhul sanık üzerinden yürüttüğü soruşturma sonucunda 9/11/2018 tarihli kararıyla "ölümün ası nedeniyle gerçekleştiği ve vefat edenin intihara yönlendirildiğine dair delil bulunmadığı" gerekçesine yer vererek kovuşturmaya yer olmadığı sonucuna ulaşmış, karara yapılan itiraz Tarsus Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 1/3/2019 tarihinde reddedilmiştir. Başsavcılık, Kurum personeline ilişkin soruşturma sonunda ilgili kamu görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılık 7/2/2019 tarihli kararında olaya ilişkin yukarıda aktarılan silsileye yer vermiş ve gerekçesinde "Kurum personellerinin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair haklarında kamu davası açılmasını gerektirir, somut hukuki her türlü şüpheden uzak, kovuşturmaya yetecek kadar delilin bulunmadığının tüm dosya kapsamından anlaşıldığını" ifade etmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara yönelik itiraz Tarsus Sulh Ceza Hâkimliğinin 23/5/2019 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular takipsizlik kararını tebellüğ etmelerinin ardından 27/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Serfinaz Öztürk, B. No: 2014/18274, 21/9/2017; Necla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782, 21/4/2016; Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/ | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/22743 | Başvuru, ceza infaz kurumunda meydana gelen intihar vakasında gerekli koruma önlemlerinin alınmaması ve ölümü takiben etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gönderilmek istenen mektupların ceza infaz kurumunca alıkonulmasına karar verilmesi nedeniyle haberleşme ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerininidari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü tanınan ek süre içerisinde 1/9/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 13/10/2015 tarihinde ibraz etmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 8/11/2005 tarihli ve E.2005/61, K.2005/120 sayılı kararıyla başvurucunun “silahlı terör örgütüne üye olma” suçundan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucunun posta yolu ile göndermek istediği, sonlarında sırasıyla "mektup no: 69", "mektup no: 70" ifadeleri ile 18/12/2012 ve 19/12/2012 tarihleri bulunan beş sayfalık iki adet mektup, Kocaeli 2 No.lu F tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Eğitim Kurulu Başkanlığının 20/12/2012 tarihli ve 2012/73/71 sayılı kararıyla alıkonulmuştur. Aynı kararla hükümlü olduğu anlaşılan başka bir kişinin yazdığı mektubun da gönderilmemesine karar verilmiştir. Aynı başvurucunun posta yolu ile göndermek istediği ve sonunda "mektup no: 72" ifadesi ve 14/1/2013 tarihi bulunan dört sayfalık mektup, Kocaeli 2 No.lu F tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Eğitim Kurulu Başkanlığının 22/1/2013 tarihli ve 2013/1/1 sayılı kararıyla alıkonulmuştur. Aynı kararla tutuklu olduğu anlaşılan iki kişinin yazdığı mektupların da alıkonulmasına karar verilmiştir. Eğitim Kurulu Başkanlığının 20/12/2012 tarihli kararının gerekçesi şöyledir:"TOPLANTININ GÜNDEMİ:a) Hükümlü Ü.İ.'nin posta yolu ile gelen 9 (Dokuz) sayfalık siyasi içerikli mektubun incelenmesi;b) Hükümlü Veysel Kaplan'ın 69 ve 70 nolu diye belirttiği 5 (Beş) sayfalık siyasi içerikli mektubunu posta yolu ile yollamak istemiştir. Belirtilen mektubun incelenmesi;GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:a ve b maddelerinde anılan mektupların içerisinde örgütsel haberleşmeye yönelik yorum ve ifadeler bulunmaktadır.-Bu nedenle; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun Maddesi (...) Bendi hükümlerine istinaden a maddesinde belirtilen mektubun hükümlü Ü.İ.'ye verilmemesine, b maddesinde belirtilen mektubun ise gönderilmemesine... karar verildi." Eğitim Kurulu Başkanlığının 22/1/2013 tarihli kararının gerekçesi ise şöyledir:"TOPLANTININ GÜNDEMİ:a) Tutuklu B.K. 5 (Beş) sayfalık siyasi içerikli mektubunu posta yolu ile yollamak istemiştir.b) Hükümlü Veysel Kaplan 4 (Dört) sayfalık siyasi içerikli mektubunu posta yolu ile yollamak istemiştir.c) Tutuklı A. 26 (Yirmi Altı) sayfalık siyasi içerikli mektubunu posta yolu ile yollamak istemiştir.Belirtilen mektupların incelenmesi;GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:a) Anılan mektubun içerisinde örgütsel içerikli ve yine örgütsel haberleşmeye yönelik yorum ve ifadeler (Örnk.S.1 T.'nin Soykırım Tarihine ve Kürdistan'da Yürüttüğü Soykırım ve Ayakları Üzerine Kısa Bir Bakış başlıklı yazı) bulunmaktadır.b) Anılan mektubun içerisinde örgütsel içerikli, tehdit edici, kışkırtıcı yorum ve ifadeler bulunmaktadır.c) Anılan mektubun içerisinde örgütsel içerikli yorum ve ifadeler) Örnk.S.1 Önderlik Öğretisinde Dil, Kimlik, Sınıf Başlıklı yazı) bulunmaktadır.-Bu nedenle; Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun maddesi (...) Bendi hükümlerine istinaden; belirtilen mektupların gönderilmemesine... karar verildi." Başvurucu kendisiyle ilgili olan her iki karara karşı, süresi içerisinde Kocaeli İnfaz Hâkimliği nezdinde ayrı ayrı şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Başvurucunun, Eğitim Kurulunun 22/1/2013 tarihli kararına karşı yaptığı müracaat (şikâyet dilekçelerinden ikincisi) şöyle başlamaktadır:"Söz konusu karar keyfidir. Usul hatası vardır. Mektup engelleme yetkisi 5275 sayılı yasaya göre Disiplin Kurulu yetkisindedir..." Eğitim Kurulu Başkanlığının ilk kararına karşı başvurucu ile birlikte diğer kişi de şikâyet kanun yoluna gitmiş ve her iki şikâyet de 2013/79 sayılı dosyaya kaydedilmiştir. İkinci karara karşı yine başvurucu ile beraber tutuklu bir kişi de şikâyet kanun yoluna gitmiş, bu şikâyetler de 2013/977 sayılı dosyaya kaydedilmiştir. Başvurucun şikâyetlerinden ilki 20/2/2013 tarihinde E.2013/79, K.2013/944 sayılı kararla hükme bağlanmıştır. Karar gerekçesi şöyledir:"...GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Dosyanın incelenmesinden, Kocaeli 2 Nolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Eğitim Kurulu Başkanlığının 20/12/2012 ve 2012/73/71sayılı kararınaitiraz ettikleri ve itiraz eden Ü.İ.'e posta yolu ile gelen 7 sayfalık siyasi içerikli mektubun, VEYSEL KAPLAN'ın posta yolu ile göndermek istediği 69/70 nolu diye belirttiği 5 sayfalık siyasi içerikli mektubunun içerisinde örgütsel haberleşmeye yönelik yorum ve ifadeler olması edeniyle Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı hakkında Kanunun maddesinin (Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşürüne, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri , tehditve hakaret içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez... hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez) bendi hükümlerine istinaden belirtilen mektubunÜ.İ'e verilmemesine diğer VEYSEL KAPLAN tarafından gönderilmek istenen mektubun ise gönderilmemesinekarar verildiği görülmüştür.Taleple ilgili olarak Savcısından yazılı görüş istenilmiş Savcısıyasal olmayan itirazın reddinekarar verilmesimütalasında bulunmuştur. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2727 | Başvuru, gönderilmek istenen mektupların ceza infaz kurumunca alıkonulmasına karar verilmesi nedeniyle haberleşme ve ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, milletvekili hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/11/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel Bilgiler PKK'nın terör örgütü olduğu ulusal ve uluslararası makamlar tarafından kabul edilmiş, tartışmasız bir olgudur. Anılan örgütün gerçekleştirdiği terörist şiddet eylemleri, bölücü amaçları dolayısıyla anayasal düzene, millî güvenliğe, kamu düzenine, kişilerin can ve mal emniyetine yönelik ağır tehdit oluşturmaktadır. Bu yönüyle ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan PKK kaynaklı terör, onlarca yıldır Türkiye'nin en hayati sorunu hâline gelmiştir (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 7-18). Bununla birlikte kamuoyunda demokratik açılım süreci, çözüm süreci ve Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi gibi farklı isimlerle ifade edilen süreç içinde 2012 yılının son döneminden itibaren PKK tarafından gerçekleştirilen terör saldırıları önemli ölçüde azalmıştır. Ancak Suriye'de son yıllarda yaşanan iç savaşın Türkiye'nin güvenliği üzerinde etkileri olmuş, PKK ve DAEŞ kaynaklı terör olayları yeniden artmaya başlamıştır. Kamuoyunda 6-7 Ekim olayları ve hendek olayları olarak bilinen terör eylemleri bunların başında gelmektedir (Gülser Yıldırım (2), §§ 19-27). Hendek olayları kapsamında PKK tarafından Şırnak il merkezi ile Cizre, Silopi ve İdil ilçelerinde, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçelerinde, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçelerinde, Muş'un Varto ilçesinde cadde ve sokaklara hendekler kazılıp barikatlar kurularak ve bu barikatlara bomba ve patlayıcılar yerleştirilerek teröristler tarafından şehirlerin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çok sayıda terörist, halkın bu yerlere giriş ve çıkışını engellemek istemiştir. Güvenlik güçleri, hendeklerin kapatılması ve barikatların kaldırılması suretiyle yaşamın normale dönmesini sağlamak amacıyla operasyonlar yapmış ve teröristlerle çatışmaya girmiştir. Aylarca devam eden bu operasyon ve çatışmalar sırasında çok sayıda güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, tonlarca bomba ve patlayıcı madde imha edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), §§ 28-33). PKK'nın 2016 yılında, sadece başvurucunun seçim bölgesi olan Hakkâri'nin Şemdinli ilçesinde gerçekleştirdiği terör saldırısında onu güvenlik görevlisi olmak üzere on altı kişi hayatını kaybetmiş, on dördü güvenlik görevlisi olmak üzere yirmi sekiz kişi de yaralanmıştır. B. Başvurucunun Tutuklanmasına İlişkin Süreç Başvurucu, 7/6/2015 ve 1/11/2015 tarihlerinde Halkların Demokratik Partisinden (HDP) Hakkâri milletvekili seçilmiştir. Başvurucu, hâlen milletvekilidir. Başvurucu hakkında milletvekili olarak görev yaptığı dönemde işlediği iddia olunan bazı suçlara ilişkin olarak Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmalar yürütülmüştür. Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan "Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." hükmü uyarınca yasama dokunulmazlığına sahip olan başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle ilgili Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığınca dokuz ayrı fezleke düzenlenmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM)sunulmak üzere Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir. Bu fezlekelerde başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin olay ve olgular şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun Hakkâri'de uygulanan sokağa çıkma yasağını protesto eden grupla birlikte 25/12/2015 günü yürüyüşe geçtiği, belediye binası önünde yaptığı basın açıklamasında "... Hükûmet daha önce kendine rol model olarak aldığı Sri Lanka modelini uygulayarak Türk siyasetini boğmak istiyor. Burada her bir vatandaş başına bir zırhlı araç düşmektedir. Ülkenin iç savaşa girdiği bir yerde halkımızın demokratik dilek ve taleplerini dile getirilmesine bile izin verilmiyor. Basın açıklaması yapan milletvekili ve belediye başkanlarına müdahale ediliyor. Yolda yürüyen gençlere yönelik saldırılar yapılıyor, muhabir haber yaparken polis tarafından gözaltına alınıyor. Zırhlı aracın içinde 4 mahalle gezdirilerek darp ediliyor. Muhabirin vücudunun birçok yerinde ezilmeler bulunmaktadır. Cezaevlerinde basın mensubu yoktur diyen zihniyeti burada kınıyorum. Muhabire yapılan saldırıyı burada nefretle kınadığımızı belirtmek istiyorum. Burada insan hakları çiğneniyor ve hukuk yerle bir ediliyor.” şeklinde konuştuğu, bu eylemler bir bütün olarak değerlendirildiğinde kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçunu oluşturduğu ileri sürülmüştür.ii. Hendek kazma eylemlerinin sonlandırılması amacıyla emniyet güçlerince yapılacak olası müdahaleyi önlemek için mahalle girişinde kurulan barikatlarda 3/11/2015 tarihinde çıkan çatışmada PKK/KCK terör örgütü mensubu Z.K. isimli teröristin silah ve mühimmatlarıyla birlikte ölü olarak ele geçtiği, teröristin kent merkezine geliş amacını bilmesine rağmen başvurucunun olay gecesi ve ertesi günün gündüzünde olay yerine gelip ilgili kişilerle temas kurarak öldürülen teröristin olayına ilgi gösterdiği, eylemin bir bütün olarak değerlendirildiğinde terör örgütü propagandası yapmak suçunu oluşturduğu ileri sürülmüştür. iii. 11/11/2015 günü saat 45'te CODER (Cölemerk Öğrenci Derneği) organizesinde PKK/KCK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan sözde tecrit koşullarını ve Diyarbakır İli Silvan İlçesinde PKK-KCK terör örgütü mensuplarına yönelik operasyonlar kapsamında ilçede uygulanan sokağa çıkma yasağını protesto etmek amacıyla Hakkâri Üniversitesi Eğitim Fakültesi binası bahçesinde toplanan yaklaşık otuz kişilik grup içinde başvurucu Nihat Akdoğan'ın da bulunduğu, grubun "Önderine, şehidine, kendine, kimliğine sahip çık, şehid namırın (şehitler ölmez), işgalci TC kürdistandan defol." şeklinde slogan attığı, bu eylemler bir bütün olarak değerlendirildiğinde kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme bunların hareketlerine katılma suçunu oluşturduğu ileri sürülmüştür.iv. 12/11/2015 tarihinde Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan sözde tecrit koşullarını protesto amacıyla yasal olmayan yürüyüş düzenlendiği, saat 20 sıralarında Hakkâri Belediye binası önünde toplanan ve aralarında başvurucununda bulunduğu yaklaşık yüz kişilik grubun beş dakikalık oturma eylemi gerçekleştirdiği, oturma eylemi sırasında grubun alkışlar eşliğinde "Biji serok apo(yaşasın önder apo), şehid namırın, Kürdistan TC'ye mezar olacak, Kürdistan faşizme mezar olacak." şeklinde sloganlar attığı ve saat 45'te grubun dağıldığı, eylemin bir bütün olarak değerlendirildiğinde kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma, suçu ve suçluyu övme suçlarını oluşturduğu ileri sürülmüştür. v. 9/10/2015 tarihinde Hakkâri merkezinde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) il binası önünde yaklaşık yüz elli kişilik grubun önünde sarı renkte, bölücü terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'a ait poster ve "Komploya navretewi ya li di ji kurdan, u sarokatiye Em şermezar dikin (Kürtlere ve önderliğe karşı yapılan uluslararası komployu kınıyoruz)." yazılı pankart bulunduğu hâlde yürüyüşe geçtiği, akabinde başvurucunun da içinde bulunduğu grubun "Biji serok apo, gençlik aponun fedaisinidir, baskılar bizi yıldıramaz, direne direne kazanacağız." şeklinde sloganlar attığı, eylem bir bütün olarak değerlendirildiğinde kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme, bunların hareketlerine katılma suçu ile suçluyu övme suçlarını oluşturduğu ileri sürülmüştür. vi. 10/102015 günü saat 15'te şehrin değişik caddelerinden yürüyüşe geçen grupların Hakkâri Belediye binası önüne geldiği, buradaki yolu trafiğe çift taraflı kapattığı, başvurucunun da bu kalabalık grubun içinde yer aldığı ve Ankara Tren Garı'nda meydana gelen patlama ile ilgili olarak bir basın açıklaması yaptığı, sonrasında bu grubun saat 30 sıralarında dağıldığı iddia edilmiştir. Düzenlenen yürüyüş bir bütün olarak değerlendirildiğinde kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçunu oluşturduğu ileri sürülmüştür. vii. Öldürülen bir terörist için 13/1/2016 tarihinde Hakkâri'de düzenlenen cenaze töreninde başvurucunun "Biz bu hareketin adını koymuştuk. Bu hareket affedilecek bir hareket değil. O devlet ki tarihi kan üzerine kurulmuş acımasızlık üzerine kurulmuş, bizim insanımız 12 kardeşimiz Van’da bahtsız bir şekilde, dediler ki uykuda ki kimseleri öldürdünüz. 12 kardeşimizi dedikleri gibi teker teker yakalayıp infaz ettiler... Şunu iyi bilsin ki ne kadar kalbinize düşmanlık girse de kürt halkı bir kez daha şehitlerine sahip çıkacak. Bundan sonra da onlar bu şekilde ki katliamlarına karşı siz daha fazla kendi davanıza sahip çıkın." şeklinde konuşma yaptığı belirtilmiştir. Yapılan konuşma ve cenaze töreni bütün olarak değerlendirildiğinde bunun kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçunu oluşturduğu ileri sürülmüştür. viii. 26/8/2016 tarihinde Yüksekova'da sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi üzerine terör örgütü mensuplarınca ilçede barikatlar kurulup hendekler kazıldığı polisle çatışmalar yaşandığı, Yüksekova'da olan bu olayları protesto etmek amacıyla 28/8/2016 tarihinde Hakkâri merkezinde de barikatlar kurulup hendekler kazıldığı, polis araçlarına ve iş makinelerine silahla ateş edilip el yapımı patlayıcı ve taşla saldırıldığı, güvenlik güçlerince bu olaylara müdahale edildiği, başvurucu ve beraberindeki kişilerin ise bu saldırıları gerçekleştiren PKK/KCK terör örgütü mensuplarıyla görüşmeye gittiği, başvurucunun çatışmada sıkışan teröristleri kurtarmak için canlı kalkan olmaya çalıştığı ve bu sırada polisle çatışan teröristlerin kaçtığı ileri sürülmüştür. Hakkari Haber TV isimli sitede bu olaylarla ilgili "HDP’li Akdoğan, halkını bombalayanın meşruiyeti yok" başlıklı bir haber yayımlandığı, haber içeriğinde HDP Hakkari Milletvekili Nihat Akdoğan başkanlığında HDP ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) temsilcileriyle ile sivil toplum örgütleri üyelerinden oluşan heyetin Hakkâri'nin Merkez ilçesinde, iki mahallede incelemelerde bulunduğu belirtilip başvurucunun gelişen operasyonlara karşı öz yönetim ilanlarının yapıldığını ifade ettiği konuşmasında "Öz yönetim ilanı arkadaşlarımızın, hareketimizin ve HDP’nin de yanında durduğu desteklediği bir irade beyanıydı. Ama maalesef AKP hükümeti KCK operasyonlarında olduğu gibi tekrardan siyasi soykırım operasyonları düzenleniyor, biryandan tecrit politikası yürütülürken, diğer yandan coğrafyamızın yakılıp yıkılması, evlerin ateşe verilmesi söz konusudur. Halkımıza ve yöneticilerimize yönelik bir gözaltı ve tutuklama furyası başlatıldı. İşte geldiğimiz noktada da halkımız kendisine yönelik AKP’nin gözaltı furyasına karşı kendi mahallesinde güvenliğini sağlamaya çalışıyor. Öz yönetim bugün Türkiye’nin de tarafı olmak istediği AB’nin yerel yönetimler şartıyla aynıdır.” şeklinde beyanda bulunduğunun tespit edildiği belirtilmiştir. Savcılığa göre Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan KCK Sözleşmesi'nde öz yönetimin yer aldığı, PKK/KCK terör örgütü yöneticilerinden H.O.nun birçok bölgede öz yönetim ilan edilmesi konulu demecinden sonra 14/8/2015’te DBP Hakkâri il Başkanlığınca da öz yönetim ilan edildiği, akabinde bazı mahallelerde öz savunma adında illegal silahlı birimler kurularak silahlı eylemler yapıldığı, başvurucunun da gerek kendi adına gerekse HDP adına öz yönetimi benimseyip desteklediklerini söyleyip öz savunma diye kurulan birimlerdeki şahısların yaptıkları silahlı eylemlere karşı emniyet güçlerinin yapmış olduğu operasyonları eleştirdiği, ilgili mahallelerde bu konularda temaslarda bulunarak terör örgütünün propagandasını yaptığı ileri sürülmüştür.ix. 6/5/2015 tarihinde bir Kültür Merkezinde yapılan Şehit Arin Mirkan ve Şehit Navdar Colemêrg eğitim devreleri sertifika törenine başvurucu ile çok sayıda davetlinin katıldığı, başvurucunun burada "Kürt gençlerini ne kadar öldürseler öldürülsün atalarından, anne ve babalarından ama en önemlisi PKK hareketinden aldıkları köklü eğitimle sertifikalarını da bir devrim niteliğinde almış bulunuyorlar. İnsan Arin Mirkan (Kobani'deki çatışmalar sırasında düzenlediği intihar saldırısında ölen YPG mensubu) ve Navdar Colemêr’in (gerçek adı S.Ç. olan ve Kobani'deki çatışmalar sırasında ölen YPG mensubu) isimlerini duyunca tüyleri diken diken oluyor. Kürt halkının dar zamanlarında kaldığı Kobani savaşında kahramanca savaşarak şehit düşmüşlerdir. Sadece Kobani de değil. Dört parça Kürdistan da büyük tehlikelerin altındaydılar. Ama kardeşimiz Arin Mirkan kapitalist sisteme özellikle Kürdistan halkı için bu sisteme dur demiştir. Görüldüğü gibi büyük bedeller verilmiştir. Biz bugüne kadar birlik olamadık. Her birimiz farklı gruplara bölünmüştük. Mücadelemiz ve fikirlerimiz bir değildi. Kürdistan dört parçaya bölünmüştü. Bu gruplarla da binlerce parçaya bölünmüştük. Ama bugün Önder Apo’nun vermiş olduğu siyasi mücadele ile dindar kesimi, demokrat kesimi ve sosyal kesimini bir araya getirmiştir.” şeklinde konuşma yaptığı ileri sürülmüştür. x. 19/6/2015 tarihinde Suriye'nin Kobani bölgesinde, DAEŞ terör örgütü ile girdikleri çatışmada öldürülen YPG terör örgütü üyeleri N.H. ve N.A.nın Hakkâri’de toprağa verilmesi nedeniyle düzenlenen cenaze törenine başvurucunun dakatıldığı ve ailelere başsağlığı dilediği, başvurucunun cenazeler toprağa verilene kadar törende bulunduğu ileri sürülmüştür.xi. Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) PKK'nın Irak'taki kamplarına gerçekleştirdiği hava operasyonlarını protesto etmek için 25/07/2015 tarihinde iki saat oturma eylemi düzenlendiği, bu eylemde açıklamada bulunan başvurucunun "... AKP hükümetinin tek bir isteği var. Rojavadaki Kürt kantonlarının birleşmemesi adına elinden geleni düne kadar yaptı başarılı olamadı. Ama ne zaman ki, Kürt hareketi, YPG, insanlık hareketi sadece Kürtler adına değil, sadece bir mezhep adına değil, o coğrafyadaki tümü hakların adına o soysuzlar çetesini Grespi de çıkarttığından beri AKP hükümeti hem Kürt siyasetine karşı, hem oradaki PYD'ye karşı bir düşmanlık siyasetini izlemeye başladı. Suruç'taki bombalama olayından partinin PM üyesi, eski ilçe Başkanı, onlarca parti çalışanımız ve hayatını kaybeden her 32 vatadaş da nihayetinde bu hareketin sempatizanları, bu harekete oy veren ve bu harekete gönüldeş olan insanlardı." şeklinde açıklama yaptığı, ayrıca Başbakan Yardımcısı'nın"Suruç'taki patlamada hiç HDP'li ve DBP'li yoktu." sözlerine karşılık başvurucunun konuşmasında " ... Özellikle Cumhurbaşkanı yeni hükümet kurulmasını ve halkın yeni iradesini görmek istemiyor. 2 gündür Kilis'in karşısındaki Crablus'a yönelik saldırılar yapıyor. Asıl amacı kamuflaj etmek, manife etmektir. Buradaki asıl amacın Kürtler olduğunu, barış süreci olduğunu halkımızın iyi bilmesi gerekiyor." şeklinde beyanda bulunduğu ileri sürülmüştür.xii. 23/8/2015 tarihinde Hakkâri'de sözde öz yönetim ilan edilmesi kapsamında başlatılan soruşturma sürecinde Belediye Başkanı H. ve N.Ç.nin tutuklanmasını protesto etmek amacıyla yapmış olduğu basın açıklamasında başvurucunun "Türkiye'de hukukun ne kadar çiğnendiğinin, ne kadar siyasallaştığının en bariz örneğini bugün burada yaşıyoruz. Halkın iradesini tanımayan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Biz yerel demokrasinin güçlenmesi gerektiğini, Türkiye'nin demokratikleşmesi gerektiğini söylüyoruz. Bugün tek kişinin söylemiyle harekete geçen hukukun siyasallaştığını, bu hukukun Türkiye'nin geleceğini kararttığını söylemek istiyoruz. Bugün bu halk size bir demokrasi dersi vermek istiyor. Türkiye'nin her yerinde bu halk kendi öz iradeleriyle yönetilmek istiyor. Bu siyasi bir soykırım operasyonudur. Bu halkın iradesini tanımamadır... Sizin düşündüğünüz gibi biz düşünmüyoruz. Biz Türkiye’nin parçalanmasından yana değiliz. Türkiye’nin demokratikleşmesine inanıyoruz... Sadece arkadaşlarımızın söylediği bu yerel yönetimin yerel demokrasinin buradaki iradenin kabul edilmesi gerekiyor. Arkadaşlarımızın talebi isteği bu idi. Arkadaşlarımız Maddeden yargılandılar ve tutuklandılar, Dolayısıyla çok özgün olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Ama bu irade yoluna devam edecektir... biz Türkiye’nin demokratikleşmesi adına büyük bedeller ödüyoruz. Ama bu yolda asla ve asla geri dönmeyeceğiz... Biz irademizin arkasındayız. Siz o iradeyi tanımazsanız yerel demokrasinin güçlenmesinin önünde engel olursanız biz de sizi tanımayız. Bu ülkede demokrasi bir kişinin kazanıp kazanmamasına bağlı değildir. Bu ülkeye demokrasi gelecekse hepimiz kazanmak zorundayız.” şeklinde konuştuğu ileri sürülmüştür.xiii. Şırnak ve Cizre ilçelerinde 4/9/2015 tarihinde, güvenlik nedeniyle başlatılan sokağa çıkma yasaklarını protesto etmek için 12/9/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu yüzlerce kişinin HDP il binası önünde yürüyüşe geçtiği, grubun "Bijî berxwedana Cîzirê", "Yaşasın Cizre’nin direnişi", "Direne direne kazanacağız." ve "Susma, sustukça sıra sana gelecek." şeklinde sloganlar attığı, Hakkâri Belediyesi önünde son bulan yürüyüş sonunda başvurucunun yaptığı basın açıklamasında "Cizre'deki halkımızın talepleri bugün hepimizin hem HDP'nin, hem DBP'nin, aslında bu siyasetin içerisinde yer alan bütün bileşenlerin kabul ettiği metinlerdir, kabul ettiği tüzüklerdir. Ama maalesef tam 9'uncu güne girmesine rağmen, AKP hükümeti bugünkü Başbakan orada hayatını kaybeden 22 sivili hiç görmüyor ve bir başsağlığı bile dilemiyor. Sarayın başkan olamamasından kaynaklı Kürtlere karşı topyekün bir savaş yapılıyor." şeklinde konuştuğu, aynı gün öğle saatlerinde ise başvurucunun çatışmada öldürülen PKK’lı K. için taziye ziyareti yaptığı ve burada yaptığı açıklamada "Biz kalıcı barış için çaba gösterirken, büyük bir savaş patlak verdi. Savaşın önüne geçmek için canlı kalkan olan insanlarımıza gaz bombası ile saldırıyorlar. Hakarete uğruyorlar. Bu siyasetin geldiği noktayı gösteriyor. Bu Ortadoğu coğrafyasının bir gerçekliğidir. Hitler Almanya’da iktidara gelmeden önce 10 yıl için yetki istedi. Hitler iktidara geldikten sonra çok sayıda insan öldü. İnsanlar kırımdan geçirildi. AKP’de 13 yıldır iktidardadır hala 2023 ve 2071 planlarını yapıyorlar. Ancak bu faşizme dayanan bir halkın kırılmasını öngören bir zihniyettir. O yüzden halkımız hem Türkiye’de hem de Rojava’da büyük bir direniş sergilemektedir. Biz bu faşizme itiraz ediyoruz” şeklinde beyanda bulunduğu ileri sürülmüştür. xiv. 16/5/2007 ile 22/5/2007 tarihleri arasında gerçekleştirilen PKK KONGRA-GEL terör örgütünün Genel Kurulunun Sonuç Bildirisi'nde ilan edilen, KCK terör örgütü yapılanmasının örgütün amacı doğrultusunda tabana yayılması amacıyla silahlı terör örgütünün kurucusu Abdullah Öcalan'ın ortaya koyduğu dörtayaklı paradigmanın kent meclisleri, demokratik siyaset akademisi, demokratik toplum kongresi ve kooperatifler hareketinden oluştuğu, başvurucunun da demokratik toplum kongresi eş başkanı olduğu ve hâlen bu görevi yürüttüğü, bir siyasi partinin milletvekili olan başvurucunun siyasi faaliyet görünümü adı altında gerçekleştirdiği, soruşturma dosyasında belirtilen ve hemen hemen hepsi şiddet içeren eylemlerinin salt siyasi faaliyet kapsamında görülemeyeceği ve düşünülemeyeceği, eylemlerinin bir bütün hâlinde silahlı terör örgütü üyeliği suçunu oluşturacağı ileri sürülmüştür. 2014 yılının Ekim ayında yaşanan ve ülkenin büyük bir bölümünü etkileyen şiddet olayları ve sonrasında 2015 yılının Haziran ayından itibaren ülkede yaşanan terör saldırılarının artması dolayısıyla (Gülser Yıldırım (2), §§ 21-27) siyasi çevrelerde ve kamuoyunda milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi TBMM Başkanlığına 12/4/2016 tarihinde sunulmuştur. Bu teklif hâlihazırda Adalet Bakanlığında (Bakanlık), Başbakanlıkta, TBMM Başkanlığında, Anayasa ve Adalet Komisyonlarının üyelerinden kurulu Karma Komisyonda bulunan yasama dokunulmazlığı dosyalarıyla ilgili olarak Anayasa ve TBMM İçtüzüğü'nde öngörülen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin usulün uygulanmamasını ve bu dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili mercilere iade edilmesini öngörmektedir. TBMM Genel Kurulunda 20/5/2016 tarihinde kabul edilen 20/5/2016 tarihli ve 6718 sayılı Kanun'un maddesiyle Anayasa'ya eklenen geçici madde ile "Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığına, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz./ Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir." hükmü getirilmiştir. Anayasa değişikliği 8/6/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Buna göre anılan maddenin TBMM tarafından kabul edildiği 20/5/2016 tarihi itibarıyla maddede sayılan mercilere intikal etmiş olan dosyalar hakkında Anayasa'nın maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hüküm (bkz. § 11) uygulanmayacaktır. Ayrıca Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığında, TBMM Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Adalet Bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaların gereğinin yapılması amacıyla yetkili merciine iade edileceği öngörülmüştür. Böylece Bakanlık verilerine göre Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) grubuna mensup 29 milletvekiline ait 50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuna mensup 59 milletvekiline ait 215, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) grubuna mensup 10 milletvekiline ait 23, HDP grubuna mensup 55 milletvekiline ait 518 ve 1 bağımsız milletvekiline ait 5 fezlekeyle ilgili olarak yasama dokunulmazlığına ilişkin hükümler uygulanmamış ve bu dosyalar gereği için ilgili mercilere iade edilmiştir. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki dokuz ayrı fezlekeye konu olan soruşturma dosyaları da Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla 2016 yılının Haziran ayında gereğinin takdir ve ifası için Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) gönderilmiştir. Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığınca söz konusu soruşturma dosyalarından yedi tanesi 2016/1527 sayılı dosyada birleştirilmiş ve soruşturmaya devam edilmiş, böylece ayrı ayrı fezlekelerde suça konu edilen tüm fiillerin birlikte değerlendirilmesi mümkün hâle gelmiştir. Diğer taraftan başvurucu, ifadesi alınmak üzere soruşturma makamları tarafından her bir fezlekeye konu soruşturma için ayrıçağrı kâğıdı gönderilmek suretiyle Savcılığa davet edilmiş, çağrı kâğıtları başvurucuya 30/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş ancak başvurucu bu çağrıya uymamıştır. Bu sürecin öncesinde -dokunulmazlıklara ilişkin Anayasa değişikliği teklifinin TBMM Başkanlığına sunulmasından sonra- HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 9/4/2016 tarihinde TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Biz mahkemelerde süründürüleceğiz, yok öyle bir şey. Sunu da net olarak söyleyeyim: Bu hafta öbür hafta dokunulmazlıklarımızı kaldırabilirler. Fakat tek bir arkadaşım kendi ayağıyla ifade vermeye gitmeyecek. Nasıl götürüyorlarsa kendileri bilirler. Bu iş öyle kolay olmayacak. Zannediyorlar ki dokunulmazlığı kaldırırız, tereyağından kıl çeker gibi bunları mahkemenin önüne atarız. Yok öyle yağma!" şeklinde ifadeler kullanmıştır. Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı "Şüphelinin, çağrı [üzerine] Cumhuriyet başsavcılığımıza gelmediği, kendisine çağrı yapılamadığı, tüm aramalara kendisine ulaşılamadığı anlaşılmakla, şüpheli hakkında 5271 sayılı CMK'nın [Ceza Muhakemesi Kanunu] maddesi [gereği] YAKALAMA EMRİ düzenlenmesine" karar verilmesi talebiyle Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur. Hâkimliğin 4/11/2016 tarihli kararı ile başvurucu hakkında "kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme yönetme bunların hareketlerine katılma, suçu ve suçluyu övmek, terör örgütü propagandası yapmak, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından, Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yapıldığı, şüpheli hakkındaki var olan soruşturma dosyasından, şüpheliye usulüne uygun davetiye çıkartıldığı, ayrıca kolluk görevlileri tarafından da şüphelinin mevcutlu olarak hazır edilmesi talimatı verildiği, şüpheliye çıkarılan gerek davetiyenin gerekse kolluk aracılığı ile mevcutlu olarak getirtilmesi işlemlerinin sonuçsuz kaldığı, tüm aramalara rağmen kendisine ulaşılamadığı" gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca yakalama emri düzenlenmesine karar verilmiştir. Yakalama kararı uyarınca başvurucu 7/11/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış ve aynı gün, hakkında soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiştir. Başvurucunun ifadesinin alınması işlemi sırasında Baro tarafından görevlendirilen müdafi hazır bulunmuştur. İfade tutanağında ifade alma işlemi öncesinde isnat edilen suçlamaların başvurucuya açıklandığı belirtilmiştir. Başvurucu suçlamalarla ilgili olarak "Ben savunma yapmak istemiyorum. Demokrasinin olduğu ülkelerde halkın seçtiği kişilerden halk hesap sorar ... Buradaki bizim tek karşı olduğumuz anayasa aykırı bir girişimin olmasıdır. Yoksa biz yargıya ifade vermekten kaçınmıyoruz... Biz bu iradenin yargılanmasını kesinlikle kabul etmediğimiz için ifade vermek istemiyoruz. Yargı merci siyasetçiler için halk olmalı, yasama faaliyeti biten milletvekili bir yere kaçmıyor, gidip ifadesini veriyor ve şu an da veren var." demiş ve bundan sonra sorulan tüm sorulara "savunmam yoktur." şeklinde beyanda bulunarak suçlamalara ilişkin bir açıklama yapmamış, cevap vermemiştir. Müdafi ise başvurucunun dokunulmazlığının Anayasa'ya aykırı olarak kaldırıldığını iddia ederek serbest bırakılmasını talep etmiştir. Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı 7/11/2016 tarihinde "silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla, suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi" gerekçesine dayanarak tutuklanması istemiyle başvurucuyu Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında, başvurucuya isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı açıklamalara yer verilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun silahlı terör örgütünün kurucusu Abdullah Öcalan'ın ortaya koyduğu dört ayaklı paradigmada belirtilen Demokratik Toplum Kongresi eş başkanı olduğu ve bu görevi yürüttüğü, başvurucunun çeşitli tarihlerde düzenlenen kanuna aykırı gösteri ve yürüyüşler ile terör örgütü üyelerinin cenaze törenlerine katıldığı, 28/8/2015-29/8/2015 tarihlerinde Kıran Mahallesi'nde polislerle çatışan teröristlerin sıkıştıkları sırada canlı kalkan olmaya yeltenen başvurucunun teröristlerin olay yerinden kaçmasına yardım ettiği ileri sürülmüştür. Son olarak yazıda başvurucunun çeşitli tarihlerdeki konuşmalarına atıf yapılmıştır. Anılan yazı, sorgu işlemi öncesinde Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun üç avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimlikteki ifadesinde "... Partim Halkların Demokratik partisi (HDP) 7 haziran 2015 genel seçimlerinde 80 milletvekili ile parlementoya girmiştir, demokratik siyaset yoluyla ve sandık iradesiyle AKP'nin tek başına iktidar olmasını ve tek başına Anayasa yapmasını engellemiştir... başkanlık adı altında dikta rejimine ulaşabilmesi için önündeki tek engel HDP'dir, partimizin 1 kasım seçimlerinde de barajı aşarak 59 milletvekili ile parlementoya girmesi ERDOĞAN'ın tek başına Anayasayı değiştirme çoğunluğuna ulaşmasını birkez daha engellemiştir... bizleri 10 yıllarca geriye götürecek uygulamalar ile açık bir şekilde görmekteyiz, bizler seçilmiş halk temsilcileriyiz, şahsımızı değil bizi seçen seçmen kitlelerini temsil ederiz, şuanda da yasamanın meclisin dokunulmazlığına sahip bir üyesi milletvekili sıfatıyla karşınızdayım, benim temsil ettiğim bu kimliğe ve halkımın iradesine saygısızlık yapılmasına izin vermem mümkün değildir, ben adil ve tarafsız bir yargı huzurunda hesap vermekten asla çekinmiyorum, veremeyeceğim hiçbir hesabımda yoktur, ülkemizde yargının saygınlığı ayaklar altındayken düğmesiz olan cüppelerini iliklemeye çalışan böylesi bir siyasi yargılamanın öznesi olmayı da asla kabul etmiyeceğim, şahsınıza ve kişiliğinize yönelik hiçbir tereddütüm ve saygısızlığım yoktur, ancak şahibeler ile dolu bir siyasi geçmişe sahip olan ERDOĞAN'ın emretti diye başlatılan bu yargı tiyatrosunda figüran olmayı kabul etmiyorum, soracağınız hiçbir soruya cevap vermeyeceğim, yapacağınız hiçbir yargılama faaliyetinin adil olacağına inancım yoktur... sizden hiçbir talebim ve beklentim yoktur, siyasi faaliyetlerim nedeniyle ancak beni seçen halkım sorguyalabilir." şeklinde beyanda bulunmuş ve kendisine isnat edilen suçlamalara ilişkin bir açıklama yapmamıştır. Başvurucunun müdafileri ise suçlamaları kabul etmemiş, yapılan işlemlerin hukuka uygun olmadığını belirterek başvurucunun doğrudan veya gerekli görülürse adli kontrol hükümleri uygulanarakserbest bırakılmasını talep etmişlerdir. Hakkâri Sulh Ceza Hâkimliğinin 7/11/2016 tarihli kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararda, başvurucuya isnat edilen eylemlere ilişkin olarak da bazı değerlendirmelere yer verilmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir:i. Başvurucunun 9/7/2015 ile 13/1/2016 tarihleri arasında Abdullah Öcalan posterlerinin açılıp Abdullah Öcalan lehine sloganların atılması suretiyle terör örgütü propagandasına dönüşen birden çok yürüyüş ve toplantıya katıldığı belirtilmiştir. ii. Başvurucunun Kıran Mahallesi'nde polisle çatışanörgüt mensupları için canlı kalkan olarak örgüt mensuplarının kaçmasına sebebiyet verdiğine değinilmiştir. iii. Başvurucuya isnat edilen tüm bu fiillerin silahlı terör örgütü ile bağ oluşturacak şekilde süreklilik ve yoğunluk oluşturduğu değerlendirilmiştir. Kararda, yukarıdaki olaylara atfen tutuklamanın ön koşulu olan kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu belirtildikten sonra tutuklama nedenlerinin varlığına ilişkin olarak "şüphelinin üzerine atılı suçun CMK 100/ maddesinde sayılan katalog suçlardan olduğu ve bu nedenle tutuklama nedeninin var sayıldığı,söz konusu suça ilişkin olarak ön görülen ceza miktarının üst sınırı dikkate alındığında ... adli kontrol hükümlerinin bu aşamada yetersiz kalacağı anlaşılmakla tutuklama tedbirinin bu aşamada isnat edilen suç ile ölçülü ve orantılı olacağı" değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucu 10/11/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Yüksekova Sulh Ceza Hâkimliği 20/11/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Anılan karar 23/11/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/11/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığının 22/11/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma, terör örgütü propagandası yapma, suçu ve suçluyu övme, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, yönetme ve bunların hareketlerine katılma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu hakkında daha önce düzenlenen dokuz ayrı fezlekedeki on dört ayrı eylem (bkz. § 12) suçlamaya konu edilmiştir. Savcılık, suçlamaya konu olaylarla ilgili dosyaların bir bütün olarak değerlendirilip suç nitelendirilmesi yapılması yoluna gidildiğini belirttikten sonra başvurucuya yöneltilen suçlamalara ilişkin hukuki değerlendirmelerini ortaya koymuştur. Bu değerlendirmeler özetle şöyledir:"... TCK 314/2 maddesinde silahlı örgüte üye olma suçu bakımından korunmak istenen hukuki yarar gözönünde tutulduğunda devletin ülkesinin ve ulusun bütünlüğü ve egemenliğin anayasal düzenin ve kişi güvenliğinin korunmasının olduğu ... şüphelinin de KCK'nın söylemlerinde basın açıklamalarında KCK'nın talimatlarından bahsettiği, sözde ana sözleşmede yer alan hükümlerini anlattığı, örgüt üyeliği için aranan, örgüte hakim olan hiyerarjik gücün emrine girdiğinin görüldüğü, nitekim birkaç konuşmasında ertesi gün şu saatte şurda toplanacağız şeklinde beyanlarda bulunarak daha önce PKK/KCK terör örgütünün yayın ve haber ajanslarının talimatlarını dile getirdiği, bunun en açık göstergelerinden biri de 16-22 mayıs 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilen PKK KONGRA-GEL terör örgütünün Genel kurulunun sonuç bildirisinde ilan edilen KCK terör örgütü yapılanmasının örgütün amacı doğrultusunda tavana yayılması amacıyla silahlı terör örgütünün kurucusu Abdullah Öcalan'ın ortaya koyduğu 4 ayaklı paradigma; 'kent meclisleri, demokratik siyaset akademisi, demokratik toplum kongresi ve kooperatifler hareketinden' oluştuğu, şüphelinin de demokratik toplum kongresi eş başkanı olduğu ve halen bu görevi yürüttüğü, Bir siyasi partinin milletvekili olan şüphelinin siyasi faaliyet görünümü adı altında gerçekleştirdiği dosyamızda yansıyan ve hemen hemen hepsi şiddet içeren eylemlerinin salt siyasi faaliyet kapsamında görülemeyeceği ve düşünülemeyeceği, eylemlerinin bir bütün halinde silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısı içindeyer alma suçunu oluşturacağı, Şüphelinin ... 14 ayrı eyleminin olduğu, eylemler arasında terör örgütü propaandası yapmak, terör örgütü üyelerinin cenazelerine katılıp suç ve suçluyu övmek, kanuna aykırı gösteri ve yürüyüş düzenlemek, ancak bunlardan da önemlisi 28-29/08/2015 tarihinde kıran mahallesinde PKK/KCK terör örgütü mensuplarınca açılan hendek ve barikatların arkasından polislerle çatışmaya giren teröristlerin sıkıştıkları ve öleceklerini anladıkları anda çatışmayı durdurmak için canlı kalkan olmaya çalışması, bu hususun dosyadaki polis telsiz konuşmalarına yansıdığı, canlı kalkan olmaya kalkışması esnasında hendek arkasında polis ile çatışan teröristlerin olay yerinden kaçtıkları, şüpheli Nihat Akdoğan'ın bu şekilde teröristlerin kaçmasına yardım ettiği, şüphelinin 14 ayrı eyleminin zaman aralığı ve sıklığı ile birlikte bir bütün halinde düşünüldüğünde örgüt üyeliği suçunun sabit olduğu, tüm suçlarının örgüt üyeliği içerisinde eriyeceği, örgüt üyeliğiinin temadi eden suç olduğu, şüphelinin yakalanması ile temadinin sona erdiği, yakalamadan önceki eylemlerin üyelik kapsamında değerlendirileceği ve tek suç olacağı [anlaşılmıştır.]" Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi 22/11/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/249 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi, kamu güvenliği gerekçesiyle davanın nakline dair Yargıtayın kararı doğrultusunda aynı tarihte dava dosyasının Diyarbakır Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine; bu karar ile birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Bunun üzerine yargılamaya Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde E.2017/63 sayılı dosyası üzerinden başlanmıştır. Davanın ilk duruşması 26/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu savunmasında aşağıdaki şekilde beyanda bulunmuştur: "... Öncelikle yasama sorumsuzluğumun ve yasama faaliyetlerimin devam ettiğini belirtmek isterim. Anayasa mahkemesinin Aralık 2013 Mustafa Balbay kararında seçilmiş milletvekilinin, yasama faaliyetine katılmasının önlenemeyeceğini, bunun demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığını vurgulamıştır ... Buda hiç kuşkusuz kişinin seçildikten sonra milletvekili sıfatıyla, yetkisini fiilen kullanabilmesini gerektirir. Bu bağlamda seçilmiş milletvekilinin yasama faaliyetlerine katılmasına yönelik müdahale, sadece onun seçilme hakkına değil, aynı zamanda seçmenlerinin serbest iradelerini açıklama hakkına da yönelik bir müdahale teşkil edebilir diyor. ... Ben siyasi bir partinin parti meclis üyeliğini yapmışım, delagasyonu olmuşum, şu anda da milletvekiliyim, yaptığım partimi överken, örgüt propagandası olarak kayıtlara geçmiş. Örgüt propagandası diye çevirisi yapılmış ve bugün bunun hukuk olduğunu, adalet olduğu idda ediliyor. Bu yanlış. ... Bugün sayın heyet, özellikle bütün dünyanın kabul ettiği, hukuk geriye işlemez, bunu avukat arkadaşlarımızda dile getirecekler, bizim yaptığımız çalışmalar şu andaki fezleke olarak karşımızda duran 2015, peki dokunulmazlığın kaldırıldığı sürece bakarsanız hukuk geriye doğru işletiliyor. Ben 2015 'te yaptığım açıklamadan dolayı, yasama faaliyetlerim ve sorumsuzluğum devam ettiğine rağmen, bugün bunların hepsi gözardı edilerek ben bugün mahkemenin karşısına çıkıyorum, ifade vermeye çalışıyorum. Bu her şeyden önce, bunu bütün samimiyetimle söylüyorum, halkın iradesine bir nezaketsizlik olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.... Özellikle orada birçok yerde geçen, işte basın açıklamaları, yürüyüşler, oturma durumu eylemleri gibi, demokratik değerleri hukukun üstünlüğünü kabul etmiş bütün ülkelerde basın açıklamaları, oturma eylemleri, yürüyüşler engellenemez haklardandır. Eğer basın açıklaması, yürüyüş ya da oturma eyleminin düzenleneceği ilde sıkıyönetim, olağanüstü hal ya da sokağa çıkma yasağı ilan edilmemişse, keyfi bir taleple bu haklar engellenemez, engellenmemeli. Engellenirse başta da belirttiğimiz gibi hukuk devletinin değerlerinden uzaklaşmış bulunuruz. Şimdi bunlardan hiçbiri, kendi ilimle ilgili söylüyorum, bunların hiçbiri uygulanmazken, bizlere müdahale edilmiş olması, keyfiyetçi bir anlayışı göstermiyor mu? ... Sayın heyet, basın açıklamaları, yürüyüşler ya da oturma eylemleri, karar merci bizler değiliz. Bizler nihayetinde seçilmiş olduğumuz illerimizi temsil ederiz. Kurumlar vardır ve kararları kendileri verirler. Bir vekilin şöyle yapın, böyle olsun diye bir dayatması olabilir mi, olamaz. Çünkü o kararlar kurumların ortak kararlarıdır. Hangi pankartın olacağını biz bilemeyiz ki çıkıp bunu bütün diğer bütün siyasi partiler için de söylüyorum, şunu çıkıp şu pankart hazırlanacak, şöyle yapacak, böyle yapacak, hiçbir partinin il başkanından tutun, belediye başkanlarına, milletvekillerine, bakanlarına kadar hiç kimsenin böyle bir dayatması olamaz. Diğer bir şey özellikle bu basın açıklamalarıyla ilgili polisin müdahale etmediği, bakın bunun tanığıyım sayın hakim bey. Orada yazılanlardan hiçbir tanesinde, bütün samimiyetim ile söylüyorum, müdahale edilmeyen hiçbir tanesinde hiç bir sorun ortaya çıkmadı. ... Basın açıklamalarının hepsinin amacı kimseyi övmek değildir. Sadece gidişatın gidişat olmadığına dikkat çekmektir. Kimin hangi değerde olduğunu halkımız daha iyi biliyor. Bu basın açıklamaları ülkenin gidişatına dikkat çekmek içindir. Kimsenin propagandasını bir siyasetçi olarak, siyasetin içerisinde yer alan bir insan olarak hiç doğru bulmuyoruz, yapmıyoruz. Bu çok nettir. Ancak ve ancak mensubu olduğumuz halkımızın propagandasını yaparız. Barışın insan haklarının propagandasını yaparız. Bundan da hiç kaçınmayacağımızı herkesin de bilmesini isteriz. Ama bunu dile getirdiğimiz için bugün bizler birilerini rahatsız ... birilerine rahatsızlık vermiş gözüküyoruz. Barış, kardeşçe yol almak değil midir?... Ben Hakkari'de bulunduğum zaman, bunu siyaseten söylemiyorum, insanı olarak söylüyorum. Her akşam 2, 3, 4 aileyi ziyaret ederim. Yaşlı, engelli, hasta ziyaretlerini yaparım. Böyle bir ziyaretteyken yanımızda bulunan bir şoför arkadaşımızın çocukları Biçer Mahallesindeydi; sayın vekilim çocuklarımız telefon açıyor, karşı mahallede çatışma var, biz sizin eve geleceğinizden artık korkuyoruz, siz nasıl eve geleceksiniz? Bunu bana söyledi, dedim ki o zaman biz ziyaretimizi bitirelim. Biz sizi Biçer Mahallesine bir götüreceğiz. Birlikte gideceğiz, orada sizi bırakacağız, geri döneceğiz. Bunu dedikten sonra emniyet güçlerini ben kendim aradım. Biçer Mahallesinde olduğumu söyledim. Gittiğimiz mahalleye saat 30'da gittik. Yani 30'da. Gittiğimiz mahalle ... bakın 30'da gitmişim. 30'da oradan ayrılmışım. Ondan sonra oradayken de silah sesi karşı mahalleden gelmemiş. Sabah saat 00'da gazeteciler arıyor. Sayın vekilim Bağlar Mahallesinde sabaha doğru oradabir kişinin hayatını kaybettiğini söylüyorlar ... mahalleye geçtim, orada 7-8 tane ev zarar görmüş. Burada evleri gezdim. Evleri ziyaret ettim, ederken bir geçmiş olsun temennisinde bulunmuşum. Orada şu söylendi; ilgili kişilerle ...Heyet vardı orada. Heyette evde heyetle birlikte biz evlerin uğradığı hasarı gördük. Bunu dile getirmişiz. Orada fezlekede vicdansızcana ilgili kişilerle, adeta sadece tek kişilerle görüşmüş gibi, adeta sadece orada farklı bir durum yarat, bu vicdansızlıktır. Bu her şeyden önce ahlaka sığmaz. Bu kadar her şeyin açık, beyan, yerelinden tutun ulusal basına kadar herkesin olduğu bir ortamda ilgili kişiyle görüşmesi değil. Biz orada halkla bir araya geldik. Durum tümüyle bunu bütün samimiyetimle söylüyorum, bundan ibarettir. ... Diğer bir konu taziyeler konusu. Türkiye'de daha doğrusu bölgede, taziyelere gitmeyen hiçbir parti yoktur ... Taziyeler konusu insani bir boyuttur. Burada birazdan değineceğim propaganda amaçlı gidilmez ... taziye kişiye değil, hayatını kaybedene değil; taziye aileye yapılır. Taziyenin rengi dili yoktur. Gözyaşının da rengi dili olmadığı gibi.... Diğer bir olay iddia Bu Kıran Mahallesinde, bu çatışma süreci yaşanırken, sayın hakim bey, ben ilimin dışındaydım. İl dışındayken telefon edildi... Geri döndüm il binamıza geçtim ... Sayın valiyle bizim bir buçuk saat görüşmemiz oldu... Halk görüşmek istiyor. Bu çatışmanın çıkmasını istemiyor. Heyetten istediği vali ile görüşülmesinde istediği buydu; Biz bu mahallede çatışmasının çatışmanın ortaya çıkmasını istemiyoruz. Bu kadar net. Bunu söyledikten sonra oradaki emniyet amiri şunu söyledi; heyet gitsin görüşmesini yapsın, biz de çatışmadan yana değiliz. Görüşmelerini yapsınlar biz de bekleyeceğiz. Tabi görüşmelerini yaptıktan sonra geri geldiler. sonra sayın heyet, biz il binamıza heyetle birlikte ... yani bütün resmi kurumların olduğu yer. Biz de o güzergahtan, MİT Binası, Adliye Binası, Valilik Binası, Valilik Konutu, Özel İda[re], Vergi Dairesi oradan il binamıza geçmişiz. Orada görüşmelerimizi tekrardan yapmışız. Diğer görüşmelerimizi hem emniyetle hem valiyle bir daha telefonda görüşmüşüz. Görüşmelerimiz bittikten sonra diğer vekil arkadaşlarımız da geldi. Akşama doğru gene çok geç saat değil, bu heyetin de gitti yer, bizimle emniyetle birebir kendim görüştüm. Şu anda demin söylediğim asayiş şube ya da güvenlik şube müdürü olan, en son tutuklandığımda da oradaydı, orada akşama doğru gene 50 kişi, elli ya kırkla elli kişi arasında biz gene bu dediğim gibi devlet kurumlarının olduğu yerden mahallenin içerisine adliye binasına 200 metre uzaklıkta olan yere gitmişiz, orada sadece güdülen amaç şu sayın heyet; burada hepimizin müşahede ettiği bir durum vardı. Sur'da Cizre'de diğer bölgelerde ortaya bir yıkımın çıkmaması, halkın yerinden göç etmemesi, çocukların okullarından olmaması adına, halkın içerisinde Rîyê Sipî (Ak Sakallı) ya da kanaat önderi dediğimiz, şahısların bunu emniyetteki bütün telefon görüşmelerimizde geçen de budur. Buradan bir fırsatın tanınması, birinci heyetin tekrardan buradaki çatışmanın önüne geçmesi, buna emniyet amiriyle görüştükten sonra onların da bu konuda bir sorun çıkartmadılar, orada heyet içerisinde halkın olduğu heyet görüşmelerini yaptı, geri geldi... Biz o saat itibariyle belediyenin önüne geçmişiz, herkes misafirlerini, dışarıda milletvekilleri var, arkadaşlarımız belediye başkanları, evlerine gitmişlerdir. Şimdi bütün durum bu bahsedilen durum 8, iddia 8, bütün samimiyetimle söylüyorum, virgülüne noktasına dokunmadan mahkemenin vicdanına sundum. ... Özellikle şunu mahkemenin sunumuna sunmak isterim. Katıldığım toplantı, yürüyüşten dolayı tek bir insan hakkında tutuklama yok. Bırakın tutuklamayı dava açılmış değildir. Kıran Bağlar'daki söylenenler şeyle ilgili, gözaltına alınan, tutuklanan tek bir kişidir. Dava açılmış kimse de yok, benim dışımda ..."şeklinde beyanda bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 26/4/2017 tarihindeki ilk duruşmada, savunmasını tespit ettikten sonra başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın ilgili bölümü şöyledir:"Sanığa yüklenen suç vasfının değişme ihtimali, tutuklu kaldığı süre, delil durumu ve tutuklamayla sağlanmak istenen amacın bu aşamadan sonra adli kontrol ile de sağlanabilecek olması, delillerin büyük oranda toplanmış olması, kaçma şüphesinin bulunmaması dikkate alınarak CMK'nin maddesi gereğince adli kontrol altına alınarak başka suçtan tutuklu veya hükümlü değilse TAHLİYESİNE, CMK'nin 109/3-a maddesi gereğince yurtdışına çıkışının yasaklanmasına, CMK 'nin 109/3-b maddesi gereğince haftanın pazartesi ve cuma günleri ikametine en yakın kolluk birimine mesai saatleri içerisinde imza atmak suretiyle adli kontrole tabi tutulmasına, CMK 'nin 112 maddesi gereğince bu tedbirlere isteyerek uymaması durumunda verilecek hapis cezasının miktarına bakılmaksızın derhal tutuklanacağının kendisine ihtarına, (ihtarat yapıldı) ... [karar verildi]" Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca tutuklama nedenleri bulunduğu belirtilip tahliye kararına itiraz edilmiş; Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince anılan tahliye kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilip yapılan itiraz reddedilmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2), §§ 64- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/29411 | Başvuru, milletvekili hakkında uygulanan yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; tutuklamaya konu suçlamaların ifade özgürlüğü ve siyasi faaliyet kapsamındaki eylemlere ilişkin olması ve tutukluluk nedeniyle milletvekilliği görevinin yerine getirilememesi nedenleriyle ifade özgürlüğü ile seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından başvurucunun babasına zarar verildiği hâlde bu durum göz önüne alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 8/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru belgelerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu adli yardım talebinde bulunmuş ve Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurucunun yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olması nedeniyle adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 14/5/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlık tarafından benzer şikâyetlere ilişkin başvurularda sunulan görüşlere atıf yapılarak ayrıca görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 6/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna başvurmuştur. 28/1/2011 tarihli ve 2011/1-895 sayılı Zarar Tespit Komisyonu kararında, terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda, dosyada yer alan bilgi ve belgeler uyarınca Sason ilçesi Taşyuva köyü boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, 1990 yılından sonra Kayadüzü ve Çınarlı köylerinin Taşyuva köyünün bağlısı olduğu ve köyde ciddi bir nüfus yaşadığından, bağlı köyler ayrıldıktan sonra dahi köyde 1990-2000 yılları arasında yoğun bir nüfus yaşadığından bahisle talebin reddine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan iptal davası, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 25/11/2011 tarihli ve E.2011/689, K.2011/1409 sayılı kararı ile “…Taşyuva köyünün; Zornik, Hopir, Gortil, Hazuzenk mezralarından oluştuğu, Batman İl Jandarma Komutanlığının 2011 tarih ve 0490-18647-11/Ter.Suç.Ks sayılı Batman Valiliğine hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısından; Taşyuva köy merkezinin ve Zornik, Hopir, Gortil, Hazuzen mezralarının 1992-1999 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 01/10/2009 tarih ve 3700-63966-09/GKK/Ks. sayılı ve eki 2009 tarihli tutanağa göre, 1987-2000 yılları arasında Sarıyayla köyünde GKK ve GÖK görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri haricinde köyde 47 hanenin ikamet ettiği, köy nüfusunun 1990 yılında 1996, 1997 yılında 409, 2000 yılında 631 kişi olduğu, Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 2009 tarih ve 185 sayılı yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı, ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği, 2000 yılı sonrasında da seçimlerin düzenli olarak yapıldığı, Sason İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 2006 tarihli yazısından, Taşyuva Köyü İlköğretim Okulunun eğitim ve öğretime açık olduğunun ifade edildiği görülmektedir.Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Taşyuva köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı(ndan)…” gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 25/12/2012 tarihli ve E.2012/3283, K.2012/14872 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararı onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 18/9/2013 tarihli ve E.2013/9833, K.2013/5926 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Bu karar 24/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve 8/1/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/277 | Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından başvurucunun babasına zarar verildiği hâlde bu durum göz önüne alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, mülkiyet hakkının; ret işlemlerine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 0 |
Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 31/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 21/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29233 | Başvuru, idari merci tarafından tesis edilmiş bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai karardan 2/7/2018 tarihinde kesinleşme şerhini mahkeme kaleminden elden tebliğ aldığında haberdâr olduğunu belirterek 3/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20198 | Başvuru, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, Göçmen Konutları Projesi kapsamında satın alınan konut için avans olarak ödenen ve konut taksit ödemelerinden mahsup edilmeyen tutarın tahsili amacıyla açılan davaların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli listede sıralanan başvurulara ait başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemeleri neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun B sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, aynı tablonun 1 numaralı satırında yer alan 2013/6613 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 27/3/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, 1989 yılında zorunlu göçe tabi tutulmaları sonucu Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelmiş ve Türk vatandaşı olmuşlardır. Başvurucular; Başbakanlık ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) aleyhine muhtelif tarih aralıklarında Ankara Tüketici Mahkemesinde görülen davalarında Türkiye’ye geldikten sonra Türkiye’nin değişik yerlerinde Göçmen Konutları Projesi kapsamında göçmen evlerinin yapıldığını, bu evlerden bir konuta sahip olmak için değişik miktarlarda peşinat ödediklerini belirtmiş; ayrıca oturdukları konutların maliyet hesabı çıkarıldıktan sonra ödenen miktarların evin taksit miktarlarından mahsup edilmesi gerektiğini, mahsup işleminin gerçekleştirilmediğini ileri sürerek yatırılan tutarların günün ekonomik koşullarına göre güncellenerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla tahsilini talep etmişlerdir. Ankara Tüketici Mahkemesince istenen bilirkişi raporlarının dava dosyalarına sunulmasını müteakip başvurucular; ıslah dilekçesi ile birlikte taleplerini ilgili bilirkişi raporunda belirtilen güncellenmiş miktara kadar çıkarmıştır. Mahkeme; değişik tarihli ve sayılı kararlarıyla ekli tablonun C sütununda isimleri belirtilen başvuruculardan aynı tablonun 40 ve 41 numaralı satırında yer alan başvurucular Ramadan Alkan ile Zülbiye Özgür-Basri Boran’ın bahse konu olan davaları hariç olmak üzere diğer başvurucuların konut almak üzere avans yatırdığı, yatırılan tutarın taksit ödemelerinden mahsup edilmediği, paranın Banka nezdinde Devlet Bakanlığı adına açılan hesapta tutulduğu, bilahare bu hesabın TOKİ’ye devredildiği, denkleştirici adalet ilkesi dikkate alınarak yatırılan peşinat ve avansın güncellenmiş tutarının iade edilmesi gerektiği şeklindeki gerekçelerle açılan davaların kabulüne karar vermiştir. TOKİ ve Başbakanlık tarafından davanın kabulüne ilişkin kararların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi muhtelif tarihlerde vermiş olduğu kararlarla temyiz ya da karar düzeltme aşamasında İlk Derece Mahkemesi kararlarını davalılar lehine farklı gerekçelerle bozmuştur. Başvuruculardan Zafer Aytekin’e ilişkin kararın TOKİ ve Başbakanlık tarafından temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 20/6/2011 tarihli ve E.2011/6666, K.2011/9710 sayılı kararla, İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına hükmetmiştir. Bozma gerekçesi diğerlerinden farklı olarak şu şekildedir: “…Mahkemece, davacı tarafından yapılan ödemelerin dava tarihi itibariyle ulaştığı değerin bilirkişi raporu ile 19782,35 TL olduğu belirlenerek bu bedele hükmedilmiştir. Ne var ki, davalılardan Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, davacı tarafından yapılan ödemelerin taksit ödemeleri sırasında nazara alınarak taksitlerden mahsup yapıldığını karar düzeltme aşamasında bildirmiştir. Ödeme def’i davanın her aşamasında ileri sürülebileceğinden davacının taksit ödemelerinden mahsup işlemi yapılıp yapılmadığı hususu araştırılıp belgeleri getirtilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.” Davaları ilk derece yargılamasında kabul edilen diğer başvuruculara ilişkin olarak ise; TOKİ ve Başbakanlık tarafından kararların temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi değişik tarihli ilamlarıyla bozma kararı vermiştir. Bozma gerekçeleri şu şekildedir:“…Uyuşmazlık, davacının yaptığı peşin ödemenin maliyet hesabına göre borçlandığı anlaşılan davacı borcundan mahsup edilip edilmediği hakkındadır. Mahkemece, alınan bilirkişi raporunda soyut ifadelerle ödenen peşinatın mahsup edilmediğine ilişkin düşünce esas alınarak peşinatın güncelleştirilmiş değerinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Yukarıda açıklandığı üzere davalılar mahsup işleminin yapıldığını ve peşin ödemenin mahsup edildiğini savunmaktadır. Taraflar arasındaki borçlanma sözleşmesine göre davacının kullandığı kredi üzerinden borçlandığı anlaşılmaktadır. Buna karşılık yapılan maliyet hesaplarında göçmen konutlarının şerefiyelendirmesi de gözetildiğinde maliyetlerin davacı borçlanmasının üzerinde kaldığı görülmektedir. Bu durumda mahkemece taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılarak, borçlandırma işleminin başlangıcında mahsuplaşma yapılıp yapılmadığı, konutun maliyet bedeli, borçlandırma bedelinden yüksek olduğu takdirde davacının maliyet bedelinden borçlanmayı kabul ettiği halde daha düşük miktarda borçlandırılmasının kabul edilebilir açıklaması yaptırılmalı, ödenmesi gereken taksitlerden mahsup işlemi yapılıp yapılmadığı dosya içindeki ve emsal dosyalardaki listeler ve yazışmalar değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.” Mahkemece bozma kararlarına uyularak yapılan yargılamalar sonunda “…başvurucuların 1991 ve 1992 yıllarında, kesin maliyet hesabı çıkarıldığında mahsup edilmek üzere, … TL yatırdığı, proje kapsamında Başbakanlık Göçmen Konutları Bürosu, Emlak Bankası ve Emlak Bankasının devredildiği Banka ve TOKİ’den gelen yazı cevaplarına ve kurumlar arası yapılan iç yazışma kayıtlarına göre mahsup işleminin yapıldığını kabul etmek gerektiği, göçmen konutları projesi kapsamında Çorlu, Ankara, Sincan, İkitelli, Pendik ve Görüklü'de yapılan konutlar için yatırılan avansların mahsup edildiği, bu nedenle Ankara Pursaklar, Bursa Kestel ve Tekirdağ'da yapılan konutlar için alınan avansların da mahsup işlemine tabi tutulduğunu kabul etmenin zorunlu olduğu, Yüksek Yargıtay yerleşik içtihadının da bu doğrultuda olduğu, tüm deliller, tapu kaydı örneği, ödeme makbuz örnekleri, bankadan gelen yazı cevapları, aynı nitelikteki emsal dosyalar, emsal bilirkişi raporları, Yüksek Yargıtay Hukuk Dairesinin bu konudaki yerleşik uygulaması, bozma ilamı ve tüm dosya içeriğine göre yatırılan avansın mahsup edildiğinin anlaşıldığı…” şeklindeki gerekçelerle davaların reddine karar verilmiştir. Ekli tablonun C sütununda isimleri belirtilen başvuruculardan aynı tablonun 40 ve 41 numaralı satırında yer alan başvurucular Ramadan Alkan ve aynı zamanda mirasçı da olan Zülbiye Özgür, Basri Boran’ın bahse konu olan davaları yine aynı gerekçeyle reddedilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi değişik tarihli ilamlarııyla “dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına” karar verilmiştir. Karar düzeltme yolu açık olanlar yönünden karar düzeltme talebi hakkındaki istemler de reddedilmiş, nihai kararlar başvurucuların vekillerine 22/7/2013 ile 6/3/2014 tarihleri arasında tebliğ edilmiştir. Ekli tablonun C sütununda isimleri belirtilen başvuruculardan aynı tablonun 2 ve 3 numaralı satırında yer alan başvurucular Müsel Şen ve Ali Öztürk’ün davalarına ilişkin nihai belge 8/10/2013 tarihinde avukatlarına tebliğ edilmiş, sürenin son günü olan 7/11/2013 tarihinde başvurucuların avukatı “bel ağrısı” nedeniyle acil servisten bir gün istirahat raporu almış ve ertesi gün bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Asıl borç tediye ile veya sair bir surette sakıt olduğu takdirde kefalet ve rehin ve sair fer'i haklar dahi sakıt olur.” 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Asıl borç ifa ya da diğer bir sebeple sona erdiği takdirde, rehin, kefalet, faiz ve ceza koşulu gibi buna bağlı hak ve borçlar da sona ermiş olur.” 23/2/1995 tarihli ve 4077 sayılı mülga Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılır. Tüketici mahkemelerinin yargı çevresi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.Tüketici mahkemeleri nezdinde tüketiciler, tüketici örgütleri ve Bakanlıkça açılacak davalar her türlü resim ve harçtan muaftır. Tüketici örgütlerince açılacak davalarda bilirkişi ücretleri, 29 uncu maddeye göre kaydedilen bütçede öngörülen ödenekten Bakanlıkça karşılanır. Davanın, davalı aleyhine sonuçlanması durumunda, bilirkişi ücreti 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre davalıdan tahsil olunarak 29 uncu maddede düzenlenen esaslara göre bütçeye gelir kaydedilir. Tüketici mahkemelerinde görülecek davalar Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun Yedinci Babı, Dördüncü Faslı hükümlerine göre yürütülür.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6613 | Başvurular, Göçmen Konutları Projesi kapsamında satın alınan konut için avans olarak ödenen ve konut taksit ödemelerinden mahsup edilmeyen tutarın tahsili amacıyla açılan davaların reddedilmesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planına göre taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin sınırlanmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular 1981 yılında satın aldıklarını belirttikleri başvuru konusu İstanbul ili Beykoz ilçesine bağlı Kanlıca Mahallesi'nde kâin 136 ada 12 parsel sayılı taşınmazın malikidir. Başvuru konusu taşınmaz 22/7/1983 tasdik tarihli ve 1/000 ölçekli Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planında Eğitim ve Boğaziçi Peyzajı nedeniyle yeşil olması gereken alanda kalmakta olup, taşınmaz üzerinde herhangi bir yapı bulunmamaktadır. Başvurucular 4/1/2010 tarihinde açtıkları ilk davada, 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun geçici maddesinin Anayasa'ya aykırılığını ileri sürerek Anayasa Mahkemesine götürülmesini ve İstanbul Boğaziçi Sahilşeridi ve Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planı, Plan Lejantı ve Plan Hükümleri Değişikliğine ilişkin 16/7/2009 tasdik tarihli 2009/1 sayılı Plan Lejantı ve Plan Hükümlerinin 7 maddesinin iptalini istemiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, 2960 sayılı Kanun'un geçici maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulması isteminin yerinde olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca 16/7/2009 tasdik tarihli 2009/1 sayılı Plan Lejantı ve Plan Hükümlerinin 7 maddesinin 2960 sayılı Kanun'un geçici maddesinin emredici kuralı doğrultusunda ve maddeye uygun bir şekilde düzenlendiği izah edilerek hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı açıklanmıştır. Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme talepleri üzerine 7/12/2016 tarihinde kararın onanmasına, 25/11/2019 tarihinde ise karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucular 28/1/2010 tarihinde açtıkları ikinci davada, taşınmazın imar durumu ve inşaat izni verilmesi isteminin reddine ilişkin 4/9/2009 tarihli işlemin iptali ile taşınmazı kullanamamaları ve fiilî olarak satışının imkânsız hâle gelmesi nedeniyle değer kaybı ile mahrum kalınan kârın tazminini talep etmiştir. Mahkemece 2960 sayılı Kanun'un geçici maddesine dayanılarak davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 2960 sayılı Kanun'un geçici maddesine değinilerek Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgelerinde 22/7/1983 tarihli 1/000 ölçekli nâzım ve 1/000 ölçekli imar uygulama planları ile konut kullanımına ayrılmış ancak yapı yapılmamış olan yerlerde yeşil alan statüsü uygulanacağı vurgulanmıştır. Bu çerçevede başvuru konusu taşınmazın yeşil alanda kalması nedeniyle geçici de olsa üzerinde hiçbir inşaat yapılamayacağı belirtilerek inşaat ruhsatının verilmemesi işleminde hukuka ve mevzuata aykırı bir durum bulunmadığı vurgulanmıştır. Başvurucuların temyiz ve karar düzeltme talepleri üzerine 13/4/2016 tarihinde kararın onanmasına, 25/11/2019 tarihinde ise karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Başvurucular, nihai hükümleri 21/12/2019 tarihinde öğrendikten sonra 20/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/8660 | Başvuru, Boğaziçi Öngörünüm Bölgesi uygulama imar planına göre taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin sınırlanmış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 26/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun geçici maddesi ile yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlere tanınan haklardan yararlandırılması talebiyle açtığı davada verilen kararın Anayasa’nın maddesindeki eşitlik ilkesini ve maddesindeki adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 12/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine şahsen yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Astsubay olarak görev yapmakta iken hakkında yürütülen soruşturma gerekçe gösterilerek Yüksek Askerî Şûranın 1/8/2006 tarihli kararı ile başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilmiştir. 10/3/2011 tarih ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu’nun maddesi ile 926 sayılı Kanun’a eklenen geçici maddeyle, 12/3/1971 tarihi sonrasındaki yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlerin bazı özlük haklarının iadesinin sağlanması amacıyla idareye başvuru imkânı getirilmiştir. Başvurucunun, 926 sayılı Kanun’un geçici maddesinden yararlanmak için yaptığı başvuru Milli Savunma Bakanlığının 5/7/2011 tarihli yazısı ile reddedilmiştir. Başvurucunun bu idari işlemin iptali talebiyle 28/7/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açtığı dava, Birinci Dairenin 22/5/2012 tarih ve E.2012/371 ve K.2012/658 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar düzeltme başvurusu ise aynı Dairenin 9/10/2012 tarih ve E.2012/1257, K.2012/1044 sayılı kararı ile reddedilmiş, karar 7/11/2012 tarihinde başvurucu avukatına tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 26/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun geçici maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir;“12 Mart 1971 tarihinden bu Kanunun yayımı tarihine kadar, yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenler veya vefatları hâlinde hak sahipleri, bu madde hükümlerinden yararlanabilmek için altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına başvururlar. Milli Savunma Bakanı, başvurunun kabulüne veya reddine en geç altı ay içinde karar verir. Milli Savunma Bakanı, hazırlık amacıyla sadece gerekli yazışmaların yapılması hususunda yardımcı olmak üzere gerektiğinde komisyonlar kurabilir ve bu komisyonlara, ilgili bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarından temsilci çağırabilir. İlgililerin, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesine esas bilgi ve belgeler Genelkurmay Başkanlığınca en geç altmış gün içinde Milli Savunma Bakanlığına gönderilir.” 4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararlarının sonuçları” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir;“Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl eder. Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir.” 1602 sayılı Kanun'un “Kararın düzeltilmesi” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir;“Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, ilamın tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde aşağıda yazılı sebepler dolayısiyle kararın düzeltilmesi istenebilir.a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması; b) Bir ilamda birbirine aykırı hükümler bulunması; c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması;” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1075 | Başvurucu, 26/7/1967 tarih ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun geçici 32. maddesi ile yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilenlere tanınan haklardan yararlandırılması talebiyle açtığı davada verilen kararın Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesini ve 36. maddesindeki adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; avukatla görüşmenin sınırlandırılması ve bu görüşmenin mahremiyetine riayet edilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; telefonla görüşme hakkının kısıtlanması nedeniyle de haberleşme hürriyetinin ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/10/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı Gaziantep ofisinde çalışmaktadır. Başvurucu aynı zamanda İnsan Hakları Gündemi Derneği Yönetim Kurulu üyesi ve İnsan Hakları Ortak Platformu üyesidir. Silahlı terör örgütlerine [Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY), PKK/KCK ve DHKP/C] yardım etme suçunu işlediği değerlendirilen başvurucunun da aralarında bulunduğu on kişi hakkında Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca gecikmesinde sakınca bulunan hâl kapsamında, Cumhuriyet savcısının emri ile arama ve elkoyma kararı verilmiş olup anılan soruşturma kapsamında başvurucu, İstanbul Büyükada'da bir otelde yapılan toplantı sırasında 5/7/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Adalar Sulh Ceza Hâkimliği 26/8/2016 tarihli kararı ile başvurucu hakkındaki soruşturma dosyasına ilişkin olarak "soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği" gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca başvurucunun müdafiinin dosya içeriğini incelemesinin ve belgelerden örnek almasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma işlemlerinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) yürütülmesi gerektiğini belirterek soruşturma dosyasını 6/7/2017 tarihli fezleke ile anılan Başsavcılığa göndermiştir. Başvurucu, soruşturma işlemlerinin yürütüldüğü İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilerek ilk ifadesinin alındığı 17/7/2017 tarihine kadar burada gözaltında tutulmuştur. Başvurucu ifadesi alınmak üzere 17/7/2017 tarihinde Başsavcılıkta hazır edilmiştir. İfade alma tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun müdafileri de hazır bulunmuştur. Başsavcılık aynı tarihte silahlı terör örgütüne üye olmamakla beraber örgüt adına faaliyette bulunarak yardım etme suçundan tutuklanması istemiyle başvurucuyu İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Başsavcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde Hâkimlik tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların okunup anlatıldığı da belirtilmiştir. Sorgu sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, Hâkimliğin 18/7/2017 tarihli kararıyla anılan suçtan tutuklanmıştır. Başvurucu müdafii aracılığıyla 24/7/2017 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 1/8/2017 tarihinde "İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu 2/8/2017 tarihinde, ceza infaz kurumunda uygulanan kısıtlamalar nedeniyle İnfaz Hâkimliğine başvurmuştur. Silivri İnfaz Hâkimliği 25/8/2017 tarihinde on beş günlük süre verilmesine rağmen usulüne uygun vekâletname sunulmadığı gerekçesiyle ağır ceza mahkemesine itiraz yolu açık olmak üzere dilekçenin reddine karar vermiştir. Başvurucu daha sonra 4/10/2017 tarihinde yeni bir dilekçe ile İnfaz Hâkimliğine başvurmuş ancak bu dilekçesi ile ilgili bir karar verilmediğini ileri sürmüştür. Başvurucunun tutukluluk hâli 18/9/2017 tarihinde incelenmiş ve itiraz yolu açık olmak üzere tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu 16/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılığın 4/10/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun silahlı terör örgütlerine (FETÖ/PDY, PKK/KCK ve DHKP/C) yardım etme suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açılmıştır. İddianamede; şüphelilerle ilgili olarak terörizmin finansmanı ve casusluk suçları yönünden tefrik kararı verildiği, başka bir soruşturma evrakı üzerinden bu soruşturmaya devam edildiği, müsnet suç açısından delillerin toplanmış olması, şüphelilerin bu suçtan tutuklu bulunması, tutuklu bulundukları suç yönünden usul ekonomisi ile makul sürede yargılanma haklarını teminen kamu davası açılması cihetine gidildiği belirtilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 17/10/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/100 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkemece 25/10/2017 tarihinde yapılan birinci duruşmada başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Savcılık 27/11/2019 tarihinde esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Esas hakkındaki mütalaada başvurucunun silahlı terör örgütlerine (FETÖ/PDY, PKK/KCK ve DHKP/C) yardım etme suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. Mütalaada ayrıca başvurucu hakkında uluslararası casusluk ve terörizmin finansmanı suçlarında yürütülen tahkikat sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği belirtilmiştir. Anılan davada İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 3/7/2020 tarihinde başvurucunun beraatine karar vermiştir. Beraat kararına karşı savcılıkça istinaf yoluna başvurulmuştur. İstinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Vedat Demir, B. No: 2017/7295, 29/5/2019, §§ 23- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/35779 | Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince verilmesi, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gözaltı ve tutukluluk süreçlerindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının; avukatla görüşmenin sınırlandırılması ve bu görüşmenin mahremiyetine riayet edilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; telefonla görüşme hakkının kısıtlanması nedeniyle de haberleşme hürriyetinin ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun internet yoluyla üniversite sınavlarına katılma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruda ayrıca eşitlik ilkesinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Başvurucu nihai hükmü 2/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 27/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Eğitim hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/38477 | Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun internet yoluyla üniversite sınavlarına katılma talebinin reddedilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1989 doğumlu olan başvurucu, 2015 yılında bir kamu bankasında (kurum/işveren) işçi statüsünde çalışmaya başlamıştır. 2016 yılında başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. İşveren yönetim kurulunun 8/9/2016 tarihli toplantısında fesih işlemine dair alınan kararın ilgili kısmı şöyledir:"… Ülkemiz ve bankamızın güvenliği, kurumumuzun itibarı ve ilgililerin Bankamızda meydana getirebileceği zafiyetler gözönünde bulundurularak, mevcut durumun halka açık bir kamu bankası niteliğinde olan bankamız imajında oluşturacağı olumsuz etkileri de bertaraf etmek amacıyla; 4857 Sayılı İş Kanunun Maddesi ile Geçici Maddesi’ne istinaden1475 Sayılı İş Kanunun Maddesi hükümlerine göre İhbar ve Kıdem Tazminatı ödenmek suretiyle Yönetim Kurulu Karar tarihi itibariyle, 'İş Akitlerinin Feshedilerek' Bankamızla ilişiğinin kesilmesi..." Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespit edilmesine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle işveren aleyhine 3/10/2016 tarihinde dava açmıştır. İstanbul İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde başvurucu; feshin usule aykırı olduğunu, hâkim olarak görev yapan eşinin Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) bağlantısı nedeniyle açığa alınmasının akabinde kendisinin de iş akdinin feshedildiğini, buna mukabil fesih bildiriminde feshin açık ve kesin sebebin belirtilmediğini, tarafına savunma yapma imkânı verilmediğini ileri sürmüştür. Davalı kurum sunduğu 7/12/2016 tarihli cevap dilekçesinde; feshin usule uygun yapıldığını, başvurucuya kanunen tanınan hakların sağlandığını, işçilik alacaklarının ödendiğini, bu kapsamda başvurucunun açtığı davanın reddedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 23/10/2018 tarihli duruşmada eşi hakkındaki yargılamanın beraat kararı ile neticelendiğini beyan etmiş; emniyet müdürlüğü, jandarma komutanlığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve Bank Asyaya yazılan müzekkerelere verilen cevapların da lehine olduğu gözetilerek davanın kabulü ile işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme 12/3/2019 tarihli kararında davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Mahkememiz dosyasında da davacını eşi hakkında soruşturma açıldığı ve hakkında dava açıldığı davacının eşi hakkında 2018 tarihinde beraat kararı verildiği, fesih tarihinin beraat kararından önce olduğu tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde davacının eşi hakkında terör örgütü ile irtibatlı olduğuna ilişkin ceza soruşturması ve davası bulunması halinin taraflar arasında güven ilişkisini zedelediği, işverenden iş akdinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiği yapılan değerlendirme ve kanaatin fesih için yeterli olduğu bu şekilde davacının iş akdinin geçerli sebeple feshedildiği kanaatine varılmakla davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Başvurucu, gerekçeli karara karşı 12/4/2019 tarihli dilekçesi ile istinaf talebinde bulunmuş; kendisi yönünden adli ya da idari bir soruşturma/kovuşturma bulunmadığını, ByLock vb. iletişim programlarına yönelik kaydının olmadığını, Bank Asya hesabının bulunmadığını, aleyhine istihbari bilgi/veri olmadığını, nitekim işverenin de FETÖ/PDY mensubiyetine yönelik hiçbir somut bilgi/belge ortaya koyamadığını belirtmiş; eşi hakkındaki yargılamanın beraat kararı ile neticelendiğini, kendisiyle benzer durumda bulunan kişilerin meslek hayatına devam edebildiklerini ileri sürmüş ve davanın kabulü ile işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. İşveren kurum 13/5/2019 tarihli istinaf cevap dilekçesinde başvurucunun iş akdinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin yıkılması nedeniyle feshedildiğini, başvurucunun eşi hakkında ileri sürdüğü hususlar yönünden iş mahkemeleri ile ceza mahkemelerinin farklı değerlendirmeleri olduğunu, nitekim Yargıtayın da benzer durumlara ilişkin açılan davalarda işveren lehine karar verdiğini, bu kapsamda istinaf talebinin reddi gerektiğini ileri sürmüştür. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 3/6/2020 tarihli kararı ile istinaf talebini kesin olmak üzere reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"İlk derece mahkemesi kararı istinaf itirazlarını karşılan niteliktedir. Aksine beyanlar yerinde görülmemiştir.Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, İlk Derece Mahkemesinin objektif, mantıksal ve hayatın olağan akışına uygun, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile İlk Derece Mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerektiği anlaşılmıştır." Nihai karar 24/6/2020 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/24323 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların duruşmada sorgulanamaması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Diyadin Cumhuriyet Başsavcılığı, PKK/KCK silahlı terör örgütünün Tendürek Dağı bölgesinde faaliyet gösteren örgüt üyeleriyle ilgili soruşturma başlatmıştır. Soruşturma kapsamında; örgütten kaçarak teslim olan B.G. isimli şahıs, fotoğraflı teşhis işleminde başvurucuyu teşhis etmiştir. B.G.; Tendürek Dağı'nda örgütün iki farklı halkla ilişkiler noktası bulunduğunu, bu noktalardan birinde E. isimli bir şahıs ile beklediği zamanlarda ismini bilmediği başvurucunun birkaç sefer yanlarına gelerek E. isimli şahısla görüştüğünü, ayrıca buraya erzak getirdiğini beyan etmiştir. Soruşturma sürecinde gizli tanık Türkmen'in ifadesi alınmış; ayrıca başvurucunun iletişiminin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasına karar verilmiştir. Soruşturma sonucunda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlenmiştir. İddianamede; tanık B.G.nin teşhis ifadesine, gizli tanık Türkmen'in beyanlarına ve tespit edilen bir telefon görüşme kaydına dayanılmıştır. İddianamede bu telefon görüşme kaydına yer verildikten sonra yapılan değerlendirme şöyledir:"İçeriği yukarıda belirtilen (1) adet tape görüşmesinde Iğdır ilinde ikamet eden ancak yaz aylarında Tendürek Dağı'nda yaylacılık yapan [Y.T.nin] yayladaki durumla ilgili görüşme yaptığı, söz konusu şahsın askerî güvenlik bölgesi olmasına rağmen PKK/KCK terör örgütü sözde Serhat Eyaleti Tendürek Dağı Diyadin Birimi unsurlarının faaliyet yürüttüğü Gurd bölgesinde yaylacılık yaptığı, örgüt mensupları ile bağlantılı olduğu ve görüşerek ihtiyaçlarını karşıladığı, bu bağlamda PKK/KCK terör örgütüne destekte bulunarak yardım ettiğinin anlaşıldığı, [B.G.] isimli örgüt mensubunun ve Türkmen kod isimli gizli tanığın ifadelerinde, şüpheli [Y.T.nin] örgüt mensuplarıyla irtibatlı olduğunu, örgüt mensuplarının erzak ihtiyacını karşıladığını, onlardan aldığı talimatlarla hareket ettiğini beyan ettikleri, şüphelinin iletişim dinlenmesi sırasında kırsala gittiğinin, örgütle irtibatlı olduğunun tespit edildiği, şüpheli hakkındaki beyanlar ve tape kaydı birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin örgütle irtibatlı olduğunun, örgüte yardımda bulunduğunun ve örgütün talimatları ile hareket ettiğinin anlaşıldığı dolayısıyla bu hususların şüphelinin örgüt içerisinde bulunduğu anlamına geldiği, bu suretle şüphelinin örgüt hiyerarşisine dahil olarak örgütle birlikte hareket edip silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği anlaşılmıştır." Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianameyi kabul ederek yargılamaya başlamıştır. Mahkeme, duruşma hazırlığı işlemleri kapsamında -diğerlerinin yanı sıra- tanık B.G.nin istinabe yoluyla dinlenmesine karar vermiştir. Duruşmanın birinci celsesine müdafi ile katılan başvurucu savunmasını yapmış, hakkındaki suçlamayı inkâr etmiştir. Mahkeme başvurucuya, gizli tanığa sorulmasını istediği sorularını yazılı olarak sunması için süre vererek duruşmayı ertelemiştir. Başvurucu, gizli tanığa sorulmasını istediği soruları yazılı olarak sunmuştur. Mahkeme, hakkında tanık koruma tedbir kararı bulunan gizli tanık Türkmen'in beyanlarını başvurucunun hazır olmadığı celsede almıştır. Gizli tanık ifadesinde; PKK kampının yakınında yaylacılık yapan başvurucuyu iki veya üç kez örgüt mensuplarına yiyecek malzeme götürürken gördüğünü belirtmiştir. Mahkeme 27/12/2007 tarihli ve 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre başvurucunun sorularından uygun gördüklerini gizli tanığa yöneltmiş, tanık; anlattığı olayların 2015 yılının yaz aylarında gerçekleştiğini, yaşam malzemesi götürdüğü tarihlerde çözüm sürecinin devam etmesi nedeniyle başvurucunun saklama gereği duymadan örgüte açıktan yardım ettiğini, başka kişilerin bu hadiseye şahit olup olmadığını bilmediğini ifade etmiştir. Tanık B.G.nin istinabe yoluyla ifadesi alınmıştır. Tanık B.G.; başvurucuyu tanımadığını, başvurucunun terör örgütüne üyeliği konusunda bilgi sahibi olmadığını beyan etmiştir. Tanık B.G.nin bu beyanı ile gizli tanık Türkmen'in ifadesi duruşmada okunmuştur. Tanık beyanlarına karşı başvurucu; örgütle bağı bulunmadığını, örgüt tarafından kaçırılan kızını Kuzey Irak'a giderek kurtardığını, yaylada bulunma sebebinin örgüt üyelerine yardım etmek olmadığını, gizli tanığın ifadesini kabul etmediğini belirtmiştir. Yargılama sonucunda Mahkeme, silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan başvurucunun 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Tanık [B.G.nin] gizli tanık Türkmen'in ifadesiyle de örtüşen beyanlarından; sanık [Y.T.nin] örgüt mensuplarıyla irtibatlı olduğu, kırsalda bulunan örgüt mensuplarının yanına gittiği ve görüştüğü, örgüt mensuplarına erzak götürdüğü, telefonda yapmış olduğu görüşme içeriğinden sanığın deşifre olmamak için gizlilik kurallarına riayet ederek görüşme yaptığının anlaşıldığı, hayatın olağan akışına göre bu tür bir görüşmeden çeşitli örgüt faaliyetlerini takip ettiği ve örgüte milislik faaliyeti yürüttüğü anlaşılmıştır.Her ne kadar tanık [B.G.] kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde önceki beyanlarını kabul etmemişse de, tanık beyanının gizli tanık beyanlarıyla da örtüşmesi karşısında tanığın soruşturma beyanlarının gerçekliğe daha uygun olduğu sonucuna ulaşılmış ve bu beyanlara itibar edilmiştir.Her ne kadar sanık savunmasında atılı suçlamaları kabul etmemişse de, tanık ve gizli tanık beyanları karşısında bu savunmalarının suçtan kurtulmaya yönelik olduğu anlaşılmış ve bu savunmalara itibar edilmemiştir....terör örgütlerinin amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, işleyiş ve yapılanma itibariyle bu özellikleri gösteren terör örgütlerinin, irtibat halinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetlemedikleri kaynaklardan yapılan her türlü destek ve yardımı kabul etmeyecekleri gibi, gizlilik ve güvenlik kuralları ile hiyerarşiye uymayan kişilerin bu tür faaliyetlerine de izin vermeyecekleri anlaşılmaktadır.Tüm bu nedenlerle yukarıda sübuta erdiği anla[ş]ılan sanık eylemlerinin süreklilik, çeşitlik, yoğunluk gösterdiği ve sanığı[n] böylece artık örgüt hiyerarşisine girdiği anlaşılmakla sanığın silahlı terör örgütü PKK/KCK'ya üye olmak suçundan cezalandırılması yoluna gidilmiştir." Başvurucu; istinaf ve temyiz dilekçelerinde -diğer nedenlerle birlikte- tanıkların mahkeme huzurunda dinlenmemesi nedeniyle tanıkları sorgulayamadığını ve tanık anlatımlarının güvenilirliğinin denetlenemediğini belirtmiştir. Mahkûmiyet kararı, kanun yolu denetiminden geçerek 9/6/2021 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu nihai kararı 26/11/2021 tarihinde öğrendikten sonra 6/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adil yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/23 | Başvuru, beyanları belirleyici ölçüde hükme esas alınan tanıkların duruşmada sorgulanamaması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki tanık sorgulama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, karar sonucunu etkileyecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Şikâyetçi T.K. 7/11/2016 tarihinde Buldan Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) başvuruda bulunmuştur. T.K. Başsavcılıkta alınan ifadesinde; bu tarihten yaklaşık iki ay önce bir kadının kendisini ..81 numaralı hattan arayıp kendisine önceden yaptırdığı sigortası bulunduğunu, sigortayı iptal etmek için 325 TL ödemesi gerektiğini, ödemezse icra takibi sonucu daha yüksek bedel ödemek zorunda kalacağını söylediğini aktarmıştır. T.K. ifadesinde devamla; o an için dikkatsiz davranıp bedelin tahsili için kredi kartı bilgilerini ve işlem sırasında telefonuna gelen onay kodunu arayan kişiye vermesi sonucu kartından 325 TL çekildiğini, başvuru yaptığı gün aynı numaradan kendisini yeniden arayan bir kişinin dosya kapatma ücreti adı altında tekrar para istemesi üzerine herhangi bir ödeme yapmadığını beyan etmiş ve olayla ilgili olarak şikâyetçi olmuştur. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma sırasında T.K.nın arandığı cep telefonu hattının H.G. adına kayıtlı olduğu tespit edilmiştir. Diğer yandan, 325 TL'nin T.K.ya ait kredi kartından çekilmesi işlemine elektronik para kuruluşu olarak faaliyet gösteren W.A.Ş. adlı firmanın aracılık ettiği belirlenmiştir. Anılan işleme dair dijital verilerin talep edilmesi üzerine bu şirketten gönderilen yazıda; söz konusu işlemin 8/3/2016 tarihinde internet üzerinden gerçekleştiğine, anılan tutarın üye işyeri olduğu belirtilen ve firma ismi olarak başvurucunun adı ve soyadının yazılı olduğu firmaya gönderildiğine dair bilgilere ve işlemin gerçekleştiği sırada kullanılan internet protokol (IP) numarasına yer verilmiştir. Başvurucu Başsavcılıkta şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde; İzmir'de faaliyet gösteren ve H.G. ile H.K.nın işlettiğini belirttiği Ç. Asistanlık ve Danışmanlık (Ç. Şirketi) adlı şirkete yazılım -sanal POS hizmeti- kiraladığını, sözleşme gereği bu kişilerin POS cihazı aracılığıyla aldıkları ödemelerin önce kendi hesabında göründüğünü, ardından ödenen bedeli o şirketin banka hesaplarına aktardığını, bu işlemlerden kaynaklanan faturaları da şirkete gönderdiğini, anılan şirketle şikâyete de konu olan benzer para tahsili işlemleri nedeniyle sonradan aralarındaki sözleşmeyi noter aracılığıyla feshettiklerini, T.K.nın kredi kartından para çekilmesi olayıyla ilgisinin olmadığını savunmuştur. H.G. Başsavcılıkta şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde; T.K.yı tanımadığını, 2014 yılında Ç. Şirketini kurduğunu, T.K.nın kredi kartından para çekilmesi işleminin gerçekleştiği tarihte H.K.nın da bu şirketin ortağı olduğunu, 1/1/2017 tarihinde ise bu şirketi tamamen kendi üzerine aldığını, şikâyete konu işlemle kendi şirketinin ilgisi olmadığını, para çekme işleminin gerçekleştiği tarihte anılan telefon hattının kendisi adına kayıtlı olmadığını ve bu hattı 2016 yılının sonlarına doğru Danışmanlık adlı şirketini kurduğu zaman aldığını savunmuştur. H.G. ayrıca; başvurucunun yalan söylediğini, olay öncesinde başvurucu ile Ç. Şirketi adına hizmet tanıtım sözleşmesi yaptıklarını, bu sözleşme gereği başvurucuya ait müşterilere kendi hizmetlerini tanıttıklarını, başvurucunun dolandırıcılık eylemlerini gerçekleştirdiğini öğrenip aralarındaki sözleşmeyi sona erdirdiklerini, T.K.nın kredi kartından para çekilmesi işlemini de başvurucunun gerçekleştirdiğini beyan etmiştir. Soruşturma sırasında başvurucunun savunmasına dayanak olarak 30/4/2018 tarihinde sunduğu belgelerin içerikleri şöyledir: i. 15/6/2015 tarihinde başvurucunun işlettiği B. adlı şirket ile Ç. Şirketi arasında sanal pos sözleşmesi akdedilmiştir. Anılan sözleşmede; (1) B. Şirketinin e-ticaret alanında faaliyet gösteren üye işyerine, internet üzerinden yaptıkları satışların bedellerini sistem ortağı aracılığıyla tahsil etmeleri için online ödeme sistemleri, altyapısı ve çözümleri sunduğu ifade edilmiştir.(2) Tüketicilerin yapacakları ödemelerin Ç. Şirketinin internet sitesinde yer alacak olan B. Şirketinin sunacağı güvenli online ödeme sistemi üzerinden gerçekleştirileceği kararlaştırılmıştır. (3) B. Şirketinin tüketiciler tarafından internet üzerinden sipariş edilen ürün ve hizmetlere ait ödemelerin kendi temin ettiği sanal pos cihazları üzerinden yapılmasını sağlayacağı belirtilmiştir. (4) Tüketicilerin ödemeleri üzerinden Ç. Şirketinin B. Şirketine komisyon ödeyeceği, bu ödemeler sırasında B. Şirketinin yediemin sıfatı taşımadığı, sadece sanal pos hizmeti sunduğu ve B. Şirketinin sadece tüketici ve sistem ortağı ile Ç. Şirketi arasında bir aracı olduğu ifade edilmiştir. (5) Üye işyerinin (Ç. Şirketinin) internet sitesi aracılığıyla sunduğu ürün ve hizmetlerin tüketiciler tarafından sipariş edilip online ödeme yönteminin kullanılması hâlinde B. Şirketinin bu ödemeleri kabul edeceği ve sonrasında komisyon ücreti ve işlem ücreti kesintisi yapıldıktan sonra Ç. Şirketine ödeyeceği kararlaştırılmıştır.ii. Göndericinin başvurucu, alıcının Ç. Şirketi olduğu ve 8/3/2016 tarihinden sonra "üye iş yeri ödeme" açıklaması ile farklı tarihlerde ve bedellerle yapılan para havalelerine dair dekontlar ile farklı kişilerden benzer yöntemlerde para tahsili yapılması nedeniyle Kocaeli ve İscehisar Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından yürütülen soruşturmalar sonucunda aralarında başvurucu ile H.G.nin de olduğu kişiler hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar dosyaya sunulmuştur. iii. İzmir Ticaret Sicil Müdürlüğünün 17/11/2014 tarihli yazısında H.G. ile H.K.nın Ç. Şirketini temsile münferiden yetkili oldukları belirtilmiştir.iv. Başvurucunun Ç. Şirketine gönderdiği ve Afyonkarahisar Noterliğince düzenlenen 30/6/2016 tarihli ihtarnamede; Ç. Şirketinin yaptığı satışların tüketiciler tarafından şikâyet edildiği, bu şikâyetlerin muhatabının B. Şirketi olmadığı hâlde tüketicilere para iadelerinin bu şirket tarafından yapıldığı, tüketicilerin şikâyetleri üzerine başvurucunun şüpheli sıfatıyla birçok kez ifade vermek zorunda kaldığı belirtilerek aralarındaki sözleşmenin feshedildiği belirtilmiştir. v. Yine başvurucunun Ç. Şirketine gönderdiği sonraki tarihli diğer ihtarnamede yer verilen hususlar ise şöyledir:(1) Ç. Şirketi tarafından başvurucuya ihtarname gönderildiği, bu ihtarnamede başvurucunun müşterilerin hesap bilgilerini kullanarak rızaları dışında para tahsil ettiğine dair açıklamalara yer verilmiştir. (2) Başvurucunun gönderdiği ihtarnamede bu iddialara karşılık olarak; 2016 yılının Haziran ayında Ç. Şirketi yetkililerinin 4 ayrı kişiyi farklı telefonlardan arayarak dosya masrafı adı altında para talep ettikleri, bu kişilerin gönderdikleri paralardan bir kısmının Ç. Şirketine bağlı olarak faaliyet gösteren U. Şirketine aktarıldığı, başvurucunun söz konusu işlemlerle ilgisinin bulunmadığı ifade edilmiştir. H.G.nin ve başvurucunun savunmalarında adı geçen H.K. Başsavcılıkta şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde; 2014 ila 2017 yılları arasında Ç. Şirketinin sahibi olduğunu, bu şirketi H.G. ile birlikte yönettiklerini, 2017 yılında şirketi H.G.ye devrettiğini, Ç. Şirketinin tanıtım hizmeti verdiğini, başvurucu ile aralarında kira sözleşmesi olduğunu ve tanıtım hizmetlerinden alınan ücretleri başvurucudan kiraladıkları pos cihazından temin ettiklerini, bu ücret üzerinden de başvurucunun %30 pay aldığını, kendisinin, H.G.nin ya da başvurucunun kimseyi arayıp para istemediğini, T.K.nın arandığı hattın H.G.ye ait olup şirket tarafından kullanıldığını savunmuştur. Başsavcılığın soruşturma sonunda hazırladığı 17/8/2018 tarihli iddianamede, T.K.nın kredi kartından para çekilmesi işleminin ticari işlem olduğu savunulmasına karşın bu hususta herhangi bir belge ibraz edilmediği, böylelikle başvurucu ile H.G. ve H.K.nın birlikte hareket ettikleri, T.K.nın kredi kartı bilgilerini ve telefonuna gelen onay kodunu haksız olarak temin edip yarar sağlayarak banka veya kredi kartının kötüye kullanılması suçunu işledikleri belirtilmiştir. Buldan Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülmeye başlanan yargılamanın 29/11/2018 tarihli ilk celsesinde ifade veren T.K. soruşturma evresinde alınan ifadesini tekrar etmiştir. İstinabe yoluyla savunması alınan başvurucu; soruşturma evresinde verdiği ifadeye ve sunduğu belgelere atıf yaparak Ç. Şirketine sözleşme gereği pos hizmeti sunduğunu, bu hizmet sırasında kullanılan yazılımın müşterilere ödeme yapıldıktan sonra otomatik olarak mesaj gönderip işlemi yapanın kendileri olup olmadığını teyit etmek için mesaj gönderdiğini beyan etmiştir. 21/1/2019 tarihli ikinci celsede sanıklar H.G. ile H.K.nın sorguları yapılmıştır. H.K. sorgusunda; Ç. Şirketinin sahibi ve yetkilisi olduğuna dair savunmasını tekrarlayarak müşterinin onay vermediği bir ödeme işleminin gerçekleşmeyeceğini ve müşteriye gönderilen onay kodunu öğrenme olanağının bulunmadığını söylemiştir. H.G. ise sorgusunda; olay tarihinde Ç. Şirketinin ortağı değil müdürü olduğunu, T.K.nın arandığı telefon hattını kendisinin kullanmadığını, hattın kendisine ait olduğuna dair önceki ifadesinin tutanağa hatalı olarak yazıldığını, başvurucunun dolandırıcılık yaptığını ve T.K.dan temin edilen paranın başvurucunun hesabına gittiğini, başvurucuyla çalışmaya başladıktan sonra onun dolandırıcı olduğunu öğrenip aralarındaki sözleşmeyi fesh ettiklerini savunmuştur. Yargılama sırasında Denizli İl Emniyet Müdürlüğünden gönderilen 4/2/2019 tarihli yazıda, W. Şirketinin Başsavcılığa sunduğu IP adresinin kullanıcısının tespit edilemediği belirtilmiştir. Mahkeme 16/9/2019 tarihinde başvurucu ile diğer iki sanığın atılı suçtan mahkûmiyetlerine hükmetmiştir. Gerekçeli kararda T.K.nın arandığı telefon hattının sanık H.G.ye ait olduğu, başvurucu ve diğer iki sanığın Ç. Şirketinde ortak olup birlikte iş yaptıkları ve sanıkların T.K.nın kredi kartından para çekilmesi eyleminin ticari nitelikte bir iş olduğuna dair delil sunamadıkları değerlendirmelerinde bulunularak atılı suçu birlikte işledikleri sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu ve sanık H.K. Mahkeme kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Başvurucu istinaf dilekçesinde; önceki savunmalarını yineledikten sonra Mahkeme kararındaki değerlendirmeye karşı çıkarak diğer iki sanığın işlettiği Ç. Şirketi ile ortaklık ilişkisinin bulunmadığını, bu hususun başta ticaret sicili olmak üzere muhakeme sürecinde dosyaya sunulan tüm belgelerden de anlaşılabileceğini ileri sürmüştür. Anılan hükümlere yönelik istinaf başvuruları Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince (Daire) 9/9/2021 tarihinde kesin olmak üzere esastan reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 10/9/2021 tarihinde öğrendikten sonra 29/9/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/45282 | Başvuru, karar sonucunu etkileyecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 1/10/2002 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı alacak davasının halen devam ettiğini, makul sürede yargılama yapılamadığını, bu duruma ilişkin başvurabileceği bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek, adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 3/3/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 13/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından 11/7/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığı 1/8/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1/10/2002 tarihinde İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı alacak davasında, davalı ile akdettikleri eser sözleşmesinden doğan bakiye alacaklarının davalıdan tahsili ile davalının fabrikasında kalan mülkiyeti kendisine ait demirbaşların iade edilmemesi nedeniyle demirbaşların bedelinin ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı ise açtığı karşı davada, başvurucu ile sözleşme akdettiklerini ancak başvurucunun sözleşme koşullarını yerine getirmediğini, başvurucu tarafından eksik yapılan işlerin Lüleburgaz Asliye Hukuk Mahkemesine tespit ettirildiğini ve yapılamayan işlerden dolayı zarara uğradığını, bu nedenlerle başvurucunun açtığı davanın reddedilmesi gerektiğini belirtmiş, geç teslimden dolayı da uğradığı zararın başvurucudan tahsilini talep etmiştir. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi, 8/9/2005 tarih ve E.2002/1391, K.2005/508 sayılı kararı ile başvurucunun açtığı davanın kabulüne, karşı davanın reddine hükmetmiştir. Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Hukuk Dairesi, 26/3/2007 tarih ve E.2005/7612, K.2007/1872 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesinin kararını, hükme esas alınan bilirkişi raporunun denetime elverişli ve itirazları karşılayacak nitelikte olmadığı gerekçesi ile bozmuştur. Bu ilama karşı yapılan karar düzeltme talebi aynı Dairenin, 8/11/2007 tarih ve E.2007/4808, K.2007/7055 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Bozma ilamı üzerine dosya yeniden kendisine gelen İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi, E.2008/25 sayılı dosyasında yargılamaya devam etmiştir. Yeni ticaret mahkemelerinin kurulması üzerine dava dosyası İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine devredilmiş olup, yargılamaya anılan Mahkemenin E.2011/59 sayılı dava dosyasında devam edilmektedir. Başvurucu, 3/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi, 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun ve devamı maddeleri. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3154 | Başvurucu, 1/10/2002 tarihinde İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde açtığı alacak davasının halen devam ettiğini, makul sürede yargılama yapılamadığını, bu duruma ilişkin başvurabileceği bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek, adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvurucular, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurlarına tazminat ödenmesine neden oldukları iddiasıyla Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada tazminata hükmedilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuru, 25/2/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm 25/2/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 25/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı 26/3/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: İçişleri Bakanlığı, 18/3/2006 tarihindeki eylemleriyle Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurlarına tazminat ödenmesine neden oldukları iddiasıyla, 9/7/2007 tarihinde başvurucular aleyhine Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Aynı olaylarla ilgili olarak Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 28/11/2006 tarih ve E.2006/47, K.2006/221 sayılı kararıyla örgüt propagandası yapmak suçundan başvurucuların mahkumiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Polis memurlarının başvuruculara işkence/kötü muamele yaptıkları şikayetiyle ilgili soruşturmada Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/11/2006 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Diyarbakır Asliye Hukuk Mahkemesinin 6/3/2012 tarih ve E.2007/352, K.2012/133 sayılı kararıyla başvurucuların 586,48 TL tazminatı müştereken ve müteselsilen ödemelerine karar verilmiştir. Temyiz incelemesi sonunda Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2012 tarih ve E.2012/13188, K.2012/19491 sayılı ilamıyla hüküm onanmıştır. Tebligat belgelerine göre onama kararı 23/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvuru formunda ise onama kararının 24/1/2013 tarihinde tebliğ edildiği/öğrenildiği belirtilmektedir. 25/2/2013 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Bu kanun kapsamına girenlerden;a) Ölenlerin kanuni mirasçılarına, en yüksek Devlet Memuru brüt aylığının (Ek gösterge dahil) 100 katı tutarında,b) Yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malül olanlara 200 katı, diğer engelli hâle gelenlere (a) bendinde belirtilen tutarın % 25'inden % 75'ine kadar, yaralananlara ise % 20'sini geçmemek üzere engellilik ve yaralanma derecesine göre,Nakdi tazminat ödenir.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1761 | Başvurucular, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurlarına tazminat ödenmesine neden oldukları iddiasıyla Diyarbakır 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada tazminata hükmedilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/19875 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; üçüncü kişi hakkında verilen iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması kararı doğrultusunda telefon görüşmelerinin dinlenmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin, bu kapsamda elde edilen delillerin hukuka aykırı olması, disiplin soruşturmasında ve iptal davasında kullanılması ile savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru konusu olayların gerçekleştiği tarihlerde Bursa Emniyet Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmaktadır. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından 2006 yılında yürütülen bir soruşturma kapsamında N.B. isimli şüpheli hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma, fuhuş, fuhşa aracılık etme, fuhuş için yer temin etme ve insan ticareti suçlarından 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi uyarınca iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması, aynı Kanun'un maddesi uyarınca da teknik araçlarla izleme kararları verilmiştir. Görevli mahkeme tarafından verilen söz konusu koruma tedbirleri gereğince şüpheli N.B.nin iletişimi tespit edilmiş, dinlenmiş ve kayda alınmıştır. N.B. ayrıca teknik araçlarla izlenmiştir. Soruşturma sürecinde, N.B.nin sık sık başvurucuyla telefon görüşmesi yaptığı ve fuhuş için yönlendirilecek kadınların başvurucu vasıtasıyla götürüldüğü yönünde tespitlerde bulunulmuştur. Bunun üzerine başvurucu ve örgüt lideri olduğu iddia edilen N.B., Başsavcılığın 20/11/2006 tarihli kararıyla gözaltına alınmışlardır.A. İdari Yargı Süreci Başvurucu hakkında Bursa Valiliği İl Polis Disiplin Kurulu Başkanlığı (İl Disiplin Kurulu) tarafından Bursa Emniyet Müdürlüğünde görev yaptığı süre zarfında fuhuş ve fuhşa aracılık yapma suçlarından kaydı bulunan N.B. ile ilişki kurduğu, fuhuş yapmaları amacıyla şahsi aracıyla kadın götürdüğü ve fuhuş yapılmasına aracılık ettiği iddiasıyla disiplin soruşturması açılmıştır. Bu doğrultuda başvurucunun savunması alınmıştır. İl Disiplin Kurulunun 28/6/2007 tarihli kararıyla başvurucunun meslekten çıkarma disiplin cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararda, başvurucuya isnat edilen "genelev ya da tek başına fuhuş yapılan yerlerde, bar, pavyon, gazino ve benzeri yerlerde çalışan kadınlarla ya da çevresinde iffetsizlikle tanınan kadın ya da erkeklerle karı-koca gibi yaşamak ya da ilişki kurmak", "yetkisini veya nüfuzunu kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla veya kin veya dostluk nedeniyle kötüye kullanmak" disiplin suçlarının sübuta erdiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. Söz konusu karar Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulunun (Yüksek Disiplin Kurulu) 19/11/2007 tarihli kararıyla uygun bulunmuştur. Karar gerekçesinde, başvurucunun aynı disiplin suçundan dolayı 21/8/2006 tarihli İl Disiplin Kurulu kararıyla 24 ay süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması disiplin cezasıyla cezalandırıldığı, bu nedenle bir alt cezanın verilmesi yoluna gidilmediği belirtilmiştir. Başvurucu bu süreçte Karaman Emniyet Müdürlüğü emrine naklen atanmış ve Yüksek Disiplin Kurulunun 19/11/2007 tarihli kararının iptal edilmesi talebiyle 8/3/2008 tarihinde Konya İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. İdare Mahkemesinin 31/10/2008 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, savunma için en az yedi günlük hazırlık süresi tanınmadan Yüksek Disiplin Kurulu tarafından başvurucunun savunmasının alınması nedeniyle söz konusu işlemin hukuka aykırı olduğu belirtilmiştir. Temyiz incelemesi yapan Danıştay Onikinci Dairesinin 9/11/2009 tarihli kararıyla söz konusu kararın bozulmasına hükmedilmiştir. Kararda; İl Disiplin Kurulu tarafından başvurucuya yedi günlük süre verilerek savunmasının istenmesinin yeterli olduğu, ayrıca Yüksek Disiplin Kurulundaki görüşmeler esnasında başvurucunun savunmasının alındığı, bu yöndeki usul eksikliği gerekçe gösterilerek iptal kararı verilmesinde hukuka uygunluk bulunmadığı ifade edilmiştir. Bozma üzerine yapılan yargılama sonucunda İdare Mahkemesinin 4/3/2010 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında tanzim edilen iletişimin tespiti tutanakları ile fiziki takip tutanakları incelendiğinde başvurucuya isnat edilen suçlamanın sübuta erdiğinin anlaşıldığı vurgulanmıştır. Kararda; başvurucunun N.B. ile telefonla yaptığı görüşmelerde fuhuş yapan kadınların götürülmesi için talimat aldığının, başvurucunun N.B. ve fuhuş yapan kadınlarla birlikte görüldüğünün, başvurucunun kendisine ait ..plaka sayılı T... marka otomobil ile bu kişileri taşıdığının ve başvurucunun N.B.nin ikametine gidip geldiğinin tespit edildiğinin görüldüğü ve bu kapsamda başvurucunun fotoğraflarının da çekildiği belirtilmiştir. Söz konusu karar Danıştay Onikinci Dairesinin 4/4/2013 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 5/11/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 10/3/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.B. Ceza Yargılaması Süreci Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma, fuhşa teşvik ve aracılık etme suçlamalarıyla Bursa Asliye Ceza Mahkemesinde (Asliye Ceza Mahkemesi) kamu davası açılmıştır. Asliye Ceza Mahkemesinin 9/5/2011 tarihli kararıyla üzerine atılı suçlardan başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Karar gerekçesinde, bir örgütte bulunması gereken devamlılık, otorite, disiplin gibi unsurların mevcut olmadığı ve başvurucunun üzerine atılı suçların yasal unsurlarının oluşmadığı ifade edilmiştir. Kararda; mahkûmiyete yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği belirtilmiştir. Söz konusu karar Başsavcılık tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay Ceza Dairesinin 30/10/2017 tarihli kararıyla başvurucu hakkında kurulan hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararında, başvurucunun N.B. ile birlikte yerli ve yabancı kadınların fuhuş yapmalarına aracılık ederek müşteri bulduğunun ve fuhuş yapan kadınları müşterilere bizzat getirip götürdüğünün iletişimin tespitine ve fiziki takibe ilişkin kayıtlardan anlaşıldığı vurgulanmıştır. Kararda, söz konusu delillere hangi gerekçeyle itibar edilmediği hususu tartışılmadan eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle başvurucunun beraatine karar verilmesinde hukuka uygunluk bulunmadığı ifade edilmiştir. Bozma sonrası yargılamaya devam eden Asliye Ceza Mahkemesinin 10/7/2018 tarihli kararıyla kamu davasının zaman aşımı nedeniyle düşmesine hükmedilmiştir. Anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurulduğundan kamu davası Yargıtay nezdinde hâlen derdesttir. 1/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Fuhuş" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Çocuğu fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran, bu maksatla tedarik eden veya barındıran ya da çocuğun fuhşuna aracılık eden kişi, dört yıldan on yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu suçun işlenişine yönelik hazırlık hareketleri de tamamlanmış suç gibi cezalandırılır.(2) Bir kimseyi fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için aracılık eden veya yer temin eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Fuhşa sürüklenen kişinin kazancından yararlanılarak kısmen veya tamamen geçimin sağlanması, fuhşa teşvik sayılır. ...(5) Yukarıdaki fıkralarda tanımlanan suçların eş, üstsoy, kayın üstsoy, kardeş, evlât edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da kamu görevi veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.(6) Bu suçların, suç işlemek amacıyla teşkil edilmiş örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. ..." 5237 sayılı Kanun’un başvuru konusu olayın gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan "Suç işlemek amacıyla örgüt kurma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir. (2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır...(4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur...(6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan dolayı cezalandırılır. (7) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır..." 5271 sayılı Kanun’un başvuru konusu olayın gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan "İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması" kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir ve kayda alınabilir.(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir. ... (6) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Fuhuş (madde 227, fıkra 3), …" 5271 sayılı Kanun’un "Kararların yerine getirilmesi, iletişim içeriklerinin yok edilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) 135 inci maddeye göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği adlî kolluk görevlisi, telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların yetkililerinden iletişimin tespiti, dinlenmesi veya kayda alınması işlemlerinin yapılmasını ve bu amaçla cihazların yerleştirilmesini yazılı olarak istediğinde, bu istem derhâl yerine getirilir; yerine getirilmemesi hâlinde zor kullanılabilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir tutanakla saptanır. (2) 135 inci maddeye göre verilen karar gereğince tutulan kayıtlar, Cumhuriyet Savcılığınca görevlendirilen kişiler tarafından çözülerek metin hâline getirilir. Yabancı dildeki kayıtlar, tercüman aracılığı ile Türkçe'ye çevrilir.(3) 135 inci maddeye göre verilen kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir. (4) Tespit ve dinlemeye ilişkin kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tesadüfen elde edilen deliller" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135 inci maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir." 5271 sayılı Kanun'un "Teknik araçlarla izleme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebepleri bulunması ve başka suretle delil elde edilememesi hâlinde, şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetleri ve işyeri teknik araçlarla izlenebilir, ses veya görüntü kaydı alınabilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan; ... Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220), Fuhuş (madde 227, fıkra 3) ...(2) Teknik araçlarla izlemeye hâkim, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilir. Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararlar yirmidört saat içinde hâkim onayına sunulur.(3) Teknik araçlarla izleme kararı en çok dört haftalık süre için verilebilir. Bu süre gerektiğinde bir defaya mahsus olmak üzere uzatılabilir. (Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/19 md.) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir haftadan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.(4) Elde edilen deliller, yukarıda sayılan suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturma dışında kullanılamaz; ceza kovuşturması bakımından gerekli olmadığı taktirde Cumhuriyet savcısının gözetiminde derhâl yok edilir..." 5271 sayılı Kanun'un "Delillerin ortaya konulması ve reddi" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fırkası şöyledir:"Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse..." 5271 sayılı Kanun'un "Delilleri takdir yetkisi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir." İlgili Yargı Kararları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/6/2007 tarihli ve E.2006/MD-154, K.2007/145 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Sanık hakkındaki soruşturma izni, iddianame ve son soruşturmanın açılması kararına konu olan suçlar rüşvet ve görevde yetkiyi kötüye kullanma suçlarıdır. Rüşvet suçu 5271 sayılı CYY'nın 135/ fıkrasında yer aldığından, bu suç yönünden iletişimin tespiti suretiyle elde edilen kanıt, CYY'nın 138/ maddesi fıkrası uyarınca, hakkında iletişimin tespiti kararı bulunmayan kişi için de kanıt olarak değerlendirilir. Özel Dairece isnat edilen eylemlerin bir kısmından beraat bir kısmından ise suç niteliğinin değişmesi suretiyle görevi kötüye kullanma suçundan mahkûmiyet kararı tesis edilmiş ise de, başlangıçtaki iddia rüşvet suçuna yönelik olup, görevi kötüye kullanma suçunun özel bir biçimi olan rüşvet suçunun da çoğu zaman görevi kötüye kullanma suçuna dönüşmesi olanağı bulunduğundan, nitelik değiştirmesi olanağı bulunan suçlar yönünden de, elde edilen kanıtlar hukuka uygun delil olarak değerlendirilmelidir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/12/2013 tarihli ve E.2013/10-483, K.2013/599 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...5271 sayılı CMK'nun maddesinin ikinci fıkrası göz önünde bulundurulduğunda, 2005 tarihinden sonra yapılacak olan iletişimin denetlenmesi tedbiri sırasında, yapılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olmayan, fakat anılan kanunun maddesinin altıncı fıkrasında sayılan suç veya suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilmesi halinde, tesadüfen elde edilen delil olarak adlandırılan bu delilin belirtilen suçun soruşturulması ve kovuşturulmasında kullanılması mümkündür.Anılan kanunun maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile, iletişimin denetlenmesi tedbiri sırasında, yapılan soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olmayan, fakat maddenin altıncı fıkrasında sayılan suç veya suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delilin elde edilmesi durumunda, bu delilin kullanılabileceğinin kabul edilmiş olması, tedbirin uygulanması sonucu elde edilen delillerin maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlarla sınırlı olmak kaydıyla aynı soruşturma veya kovuşturmayla ilgili olan suçlar yönüyle evleviyetle kullanılabileceğinin kabulünü gerektirmektedir. Aksi halde, özellikle örgütlü suçlulukla etkin bir şekilde mücadele amacıyla iletişimin denetlenmesi koruma tedbirini düzenleyen kanun koyucunun amacına aykırı hareket edilmiş olmakla birlikte, örgütlü suçlulukla mücadelenin zorlaştırılması gibi bir sonuca neden olunması da söz konusu olacaktır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Tuncay Özkan/Türkiye kararında ... kanuni düzenlemelerin özellikle örgütlü suçlarla mücadeleyi zorlaştıracak şekilde uygulanmaması gerektiğini önemle vurgulamıştır.Kaldı ki maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birisi yönüyle uygulanan iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri sonucu elde edilen delillerin, fıkrada sayılan ve aynı soruşturma veya kovuşturmanın konusunu oluşturan bir diğer suç yönüyle kullanılmasını yasaklayan bir düzenlemeye telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi tedbirinin düzenlendiği maddelerde de yer verilmemiştir." Danıştay Beşinci Dairesinin 25/10/2017 tarihli ve E.2016/18730, K.2017/21649 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...ceza hukukunun temel ilkelerinin disiplin hukuku açısından da geçerli olduğunun kabulü gerekmektedir. Dava konusu meslekten çıkarma cezasına esas alınan ve davacıya isnat edilen fiilin, ..... Mahkemesince verilen ... iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması kararının uygulanması sonucunda elde edilen tapelerden tespit edildiği görüldüğünden, öncelikle bu tapelerin davacıya verilen meslekten çıkarma cezası açısından delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunun irdelenmesi gerekmektedir....Bu bağlamda, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında elde edilen ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinde yer alan suçlar kapsamında bulunmayan bir fiile ilişkin olan ses kayıtlarının, tek başına delil olarak kullanılamayacağı ve hukuka uygun olarak elde edilmiş başka delil ve belgeler olmaksızın sadece bu delillere dayanılarak disiplin cezası verilemeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır. ..." B. Uluslararası Hukuk Haberleşme Hürriyeti Yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:" Herkes ... haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale yapılamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına göre gizli tedbirlere ilişkin kanun hükümlerinin barındırması gereken asgari unsurlar bulunmaktadır. Bu kapsamda izleme kararı verilmesine yol açabilecek suçların niteliği, iletişimleri izlenecek kişi kategorisi, izleme sürelerinin sınırları, elde edilen verilerin inceleme, değerlendirme ve saklanmalarına ilişkin esaslar, verilerin başkalarıyla paylaşılmasına ilişkin önlemler ve elde edilen verilerin ortadan kaldırılmasına ilişkin koşulların kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi gereklidir (The Association For European Integration And Human Rights ve Ekimdzhiev/Bulgaristan, B. No: 62540/00, 28/6/2007, § 76). AİHM, Sözleşme’nin maddesinde yer alan "hukuka uygun olarak" ifadesinden tedbirin iç hukukta bir temele dayanması gerektiğini ve kanunun niteliğine göre uygulanmasını yükümlü kıldığının anlaşılması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre ilgili kişiler söz konusu tedbire erişebilmeli ve tedbirin kendisi yönünden doğuracağı sonuçların hukukiliğini öngörebilmelidir (Bykov/Rusya [BD], B. No: 4378/02, 10/3/2009, §§ 76-78; Lambert/Fransa, B. No: 23618/94, 24/8/1998, § 23; Murat Özdemir/Türkiye, B. No: 60225/11, 15/4/2014, § 54). AİHM'e göre kamu makamları tarafından uygulanan gizli denetlemelerde kişilerin keyfî müdahalelerden Sözleşme’nin maddesi bağlamında korunması için iç hukukta imkân tanınmalıdır. Bu doğrultuda yerel mevzuatta, kötüye kullanımlara karşı uygun koruma yöntemlerini sunabilmesinin güvence altına alınabilmesi için bu türden bir yetkinin icra yöntemleri ve kapsamının genişliği yeterli açıklıkta belirlenmelidir. Örneğin yerel mevzuat, ses kayıtlarının hâkim ve savunma tarafından denetlenebilmesi amacıyla adli dinlemeye tabi tutulması muhtemel kişilerin kategorisini belirlemelidir ve hâkimi bu türden bir tedbir almaya, tedbirin uygulandığı süreyi belirlemeye zorunlu kılan suçların niteliğini, ele geçirilen konuşmaları kaydeden tutanakların düzenlendiği koşulları, alınan kayıtları bütünüyle ve el değmemiş bir şekilde iletmek için alınacak önlemleri belirlemelidir. Ayrıca söz konusu mevzuat, özellikle takipsizlik veya tahliye kararları sonrasında kayıt dayanaklarının silinebileceği, yok edilebileceği ya da silinmesi veya yok edilmesi gerektiği koşulları belirtmelidir (Murat Özdemir/Türkiye, § 54). Adil Yargılanma Hakkı Yönünden Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısımları şöyledir: “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. ..." AİHM, bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün -iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere- kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 95; Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699). AİHM’e göre iç hukukta yeterli hukuki temeli bulunmadan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş materyallerin yargılamada kanıt olarak kullanılması, kural olarak -başvurucuya gerekli usule ilişkin güvencelerin sağlanmış olması ve materyalin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek yöntemlerle elde edilmemiş olması şartıyla- Sözleşme’nin maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil yargılanma standartlarına aykırılık oluşturmaz (Chalkley/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 63831/00, 26/9/2002). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/4779 | Başvuru, üçüncü kişi hakkında verilen iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması kararı doğrultusunda telefon görüşmelerinin dinlenmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin, bu kapsamda elde edilen delillerin hukuka aykırı olması, disiplin soruşturmasında ve iptal davasında kullanılması ile savunma hakkının kısıtlanması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; idari para cezası verilmesine ilişkin işlem tesis edilirken savunma alınmaması, işlemin iptali istemiyle açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, akaryakıt ticareti yapmaktadır. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) tarafından başvurucuya 20/3/2005 tarihinden bayilik lisansı aldığı 14/7/2005 tarihine kadar lisansız faaliyette bulunma nedeniyle 9/11/2007 tarihli işlem uyarınca 156 TL tutarında idari para cezası verilmiştir. Başvurucu, söz konusu işlemin iptali istemiyle Danıştay Onüçüncü Dairesi (Mahkeme) nezdinde iptal davası açmıştır. Mahkeme 4/10/2011 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun maddesi uyarınca akaryakıt satışı yapan kişilerin EPDK tarafından verilen lisansa sahip olarak faaliyette bulunmaları gerektiği ve aynı Kanun'un maddesi uyarınca lisans almadan faaliyette bulunulması hâlinin idari para cezasını gerektirdiği hatırlatılmıştır. Başvurucunun 14/7/2005 tarihinde lisans aldığı ancak lisans almadan önce de akaryakıt satışı yaptığının idarece tespit edildiğinin altı çizilmiştir. Sonuç olarak idarenin bu tespitleri uyarınca mevzuata uygun olarak işlem tesis ettiği belirtilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret hükmü Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 6/12/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Karar düzeltme istemi de aynı Kurulun 7/10/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 21/1/2014 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 20/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5015 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Petrol ile ilgili;a) Rafinaj, işleme, madeni yağ üretimi, depolama, iletim, serbest kullanıcı ve ihrakiye faaliyetlerinin yapılması ve bu amaçla tesis kurulması ve/veya işletilmesi,b) Akaryakıt dağıtımı, taşıması ve bayilik faaliyetlerinin yapılması,İçin lisans alınması zorunludur. ... " 5015 sayılı Kanun'un idari para cezasını gerektiren hâlleri düzenleyen maddesinin işlem tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısımları şöyledir: "Bu Kanuna göre idarî para cezalarının veya idarî yaptırımların uygulanması, bu Kanunun diğer hükümlerinin uygulanmasına engel oluşturmaz. Bu Kanuna göre verilen ceza ve tedbirler diğer kanunlar gereği yapılacak işlemleri engellemez.Bu Kanuna göre;.....b) Aşağıdaki haller birinci derece kusur sayılarak, sorumluları hakkında ikiyüzmilyar Türk Lirası idari para cezası uygulanır:1) Lisans almaksızın hak konusu yapılan tesislerin yapımına ve/veya işletimine başlanması ile bunlar üzerinde tasarruf hakkı doğuracak işlemlerin yapılması." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2540 | Başvuru, idari para cezası verilmesine ilişkin işlem tesis edilirken savunma alınmaması, işlemin iptali istemiyle açılan davada hukuka aykırı karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, Ankara Barosuna kayıtlı avukat olarak çalıştığını, bir duruşmaya başörtülü olarak katılması nedeniyle hâkimin duruşmanın yapılamayacağını belirterek müvekkiline kendisini bir başka avukatla temsil ettirmesi için süre vermesi ve duruşmayı ertelemesinin din ve vicdan özgürlüğü, savunma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı, çalışma hakkı ve ayrımcılık yasağına aykırılık oluşturduğunu iddia etmektedir. Başvuru, başvurucu vekili tarafından 8/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 16/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 29/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 29/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 24/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 6/3/2014 ve 11/3/2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ankara Barosuna kayıtlı serbest avukat olarak çalışmaktadır. Danıştay Sekizinci Dairesinin 5/11/2012 tarih ve E.2012/5257 sayılı kararı ile Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) 8-9 Ocak 1971 tarihli Genel Kurulu’nda kabul edilmiş ve 26 Ocak 1971 tarihli TBB Bülteni’nde yayımlanarak yürürlüğe girmiş olan Meslek Kurallarının maddesinde bulunan “başları açık” ibaresinin yürürlüğünü durdurmuştur. TBB, 25/2/2013 tarih ve 2013/11 sayılı duyurusu ile tüm Barolara, Danıştay Kararı doğrultusunda işlem yapılması çağrısında bulunmuştur. Söz konusu “başları açık” ibaresinin yürürlüğünün durdurulmasından sonra başvurucu başörtülü olarak duruşmalara katılmaya başlamıştır. Başvurucu, müvekkilini temsilen 4/12/2012 tarihinde Ankara Aile Mahkemesine boşanma davası açmıştır. Ankara Aile Mahkemesinin 2012/1629 Esas sırasında görülmekte olan boşanma davasının 11/12/2013 tarihli celsesinde mahkeme hâkimi, başvurucunun başörtülü olarak duruşmada görev yapamayacağını ve bu nedenle duruşmanın yapılamayacağını belirtmiş ve başvurucunun müvekkiline kendisini yeni bir avukatla temsil ettirmesi için bir sonraki celseye kadar süre vermiştir. Ankara Aile Mahkemesi kararının konuya ilişkin gerekçeleri şu şekildedir: “1-Bangolar Yargı Etiği İlkeleri, Avrupa Barolar ve Hukuk Birlikleri Konseyi Meslek Kuralları, AİHM'in ve Anayasa Mahkemesinin başörtüsünün laiklik karşıtı güçlü bir dini simge ve siyasal simge olduğuna ilişkin kararları uyarınca avukatların başörtülü olarak duruşmalarda görev yapamayacaklarından Bu nedenle duruşmanın 06/02/2014 günü saat 11:40 bırakılmasına,2-Davacıya kendisini başka bir vekille temsil ettirmesi için gelecek duruşmaya kadar süre verilmesine,…”B. İlgili Hukuk 19/3/1969 tarih ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ruhsatnamesi ve yemin” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Ruhsatnameler ve avukat kimlikleri Türkiye Barolar Birliği tarafından tek tip olarak bastırılır ve düzenlenir. 8 inci maddenin dördüncü fıkrasında belirtilen şekilde Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca uygun bulma kararı verildiğinde ruhsatnameler Birlik Başkanı ve ilgili Baro Başkanı tarafından imzalanır. Avukat kimlikleri, tüm resmî ve özel kuruluşlar tarafından kabul edilecek resmî kimlik hükmündedir.” 1136 sayılı Kanun’un “Avukatların resmi kılığı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Avukatlar, mahkemelere, Türkiye Barolar Birliğinin belirteceği resmi kılıkla çıkmak zorundadırlar.” Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Kanunu Yönetmeliği’nin “Avukatlık Ruhsatnamesi, Ant ve Avukat Kimliği” kenar başlıklı maddesinin birinci, ikinci, yedinci ve sekizinci fıkraları şöyledir: “Avukatlık ruhsatnamesi ve avukat kimliği, Türkiye Barolar Birliği tarafından tek tip olarak bastırılır ve düzenlenir. Türkiye Barolar Birliği, mesleğe kabul edilen adayın dosyasındaki bilgilere göre ruhsatnameyi düzenleyerek, soğuk damga ile fotoğrafını mühürler ve ruhsatname defterine kaydeder. Türkiye Barolar Birliği Başkanınca imzalanan ruhsatname, baro başkanı tarafından imzalanmak üzere barosuna gönderilir ve imza tamamlandıktan sonra ilgilisine verilir. Mesleğe kabul edilen adayın avukat kimliği de, ruhsatname ile birlikte ilgilisine verilmek üzere Türkiye Barolar Birliği tarafından düzenlenerek barosuna gönderilir. …Türkiye Barolar Birliği tarafından tek tip olarak bastırılan ve barolardan gelen bilgilere göre düzenlenen kimlikler ilgilisine verilmek üzere barosuna gönderilir. Avukat kimliği resmi belge niteliğindedir.” Türkiye Barolar Birliği Avukatlık Kanunu Yönetmeliği’nin “Kılık” başlıklı maddesi şöyledir: “Avukatlar, mahkemelerde, Türkiye Barolar Birliği ve baro disiplin kurullarında görev yaparken ve avukatlık ant içme törenlerinde, Türkiye Barolar Birliğinin belirlediği resmi kılığı giymek zorundadırlar. Türkiye Barolar Birliğince belirlenen resmi kılık, Türkiye Barolar Birliği ve baro genel kurullarında ya da yargı kuruluşları mensuplarının resmi kılıkları ile katıldıkları resmi törenlerde de giyilebilir. Avukatlar, mahkemelerde münhasıran vekâlet görevi ifa ettikleri davalar dışında resmi kılık giyemezler. Avukatlar, mesleki ve yargısal faaliyetleri sırasında meslek kurallarının 20 nci maddesine uygun davranmak zorundadırlar.” Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nın maddesi şöyledir:“Avukatlar ve avukat stajyerleri, mesleğe yaraşır bir kılık ve kıyafetle, başları açık olarak mahkemelerde görev yaparlar. Duruşmalara, Türkiye Barolar Birliği’nce şekli saptanmış cübbe ile ve temiz bir kıyafetle çıkarlar. Erkek avukatlar, iklim ve mevsim koşullarının elverdiği ölçüde kravat takarlar.” Danıştay Sekizinci Dairesinin 5/11/2012 tarih ve E.2012/5257 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:“…Dava konusu işlem, davacının bu işleme yönelik iptal İstemi ve dava dilekçesinin içeriği birlikte değerlendirildiğinde; istemin, Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının maddesinde yer alan "başları açık" ibaresine yönelik olduğu kabul edilerek, bu maddenin diğer kısımları açısından inceleme ve değerlendirme yapılmayacaktır.Avukatlık Kanunu ve Yönetmelikte yapılan düzenlemeler ile avukatların kimlik ve ruhsatnamelerine ilişkin kurallara yer verilirken bu belgelerin şekli ve niteliği belirlenmiş olup; anılan belgelerde kullanılacak fotoğraflara İlişkin bir belirleme yapılmamıştır. Bu düzenlemelerde; avukatlarca belirli yer ve zamanlarda giyilmesi gereken resmi kılıktan söz edilmiş ve bu kılığın da Türkiye Barolar Birliğince belirlenen ve avukatların mahkemeler veya belirli törenlerde üzerlerine giydikleri cübbe olduğu anlaşılmıştır. Buna mukabil, Yönetmelikte avukatların mesleki ve yargısal faaliyetleri sırasında Meslek Kurallarının maddesine uygun davranmak zorunda oldukları yolunda atıf yapılmıştır.Bu atıftan hareketle avukatlık kimliklerinin mesleğin ifasından bağımsız düşünülemeyeceği ve görevin bir parçası olması nedeniyle söz konusu maddenin avukatlık kimlikleri açısından da geçerli olacağı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.Bu nedenle, Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının maddesinde yer alan "başları açık" ibaresine yönelik dava konusu uyuşmazlığın bu açıklamaların ışığı altında değerlendirilmesi gerekmektedir.Dava konusu madde ile avukatlık mesleğinin bir serbest meslek olduğu hususu değerlendirilmeksizin sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olduğundan bahisle kamu görevlilerinin uymakla yükümlü olduğu yürürlükteki mevzuat hükümleriyle getirilen kurallara benzer nitelikte bir uygulama yapılarak bu kurallar serbest meslek icra eden avukatlar açısından da geçerli hale getirilmiştir.Yukarıda yer verilen kurallarda da belirlendiği şekli ile avukatlık, sunulan hizmet açısından bir kamu hizmeti; mesleki faaliyet olarak ise bir serbest meslektir. Bu bakımdan; mesleğin kendine özgü kuralları bulunduğundan avukatlık mesleği Anayasada yapılan kamu görevlisi tanımı içinde de değerlendirilmemektedir. Aksine bir yaklaşımla sadece yürütülen hizmetin kamu hizmeti olmasından hareketle kamu görevlilerinin tabi olduğu kurallara tabi' kılınması mesleğin niteliği ve gerekleri ile örtüşmeyecektir.Bir düzenleyici işlemin hiyerarşik olarak bağlı bulunduğu üst hukuk normlarında düzenlenen konuların, genel ve objektif kuralları açıkça içermesi gerekmektedir. Üst hukuk normlarında açık bir düzenlemeye yer verilmediği durumlarda bir hakkın kullanımının engellenmesi ya da kısıtlanması sonucunu doğuran bir başka düzenleme yapılması hukuken mümkün değildir.Anayasa ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınan temel hak ve- özgürlüklerin ancak' bu maddelerde belirlenen sebeplerin varlığı halinde özlerine dokunulmaksızın ve bu sebeplere dayalı olarak kanunla kısıtlanabilmesi mümkündür. Bu kısıtlamaların ise; Anayasanın Özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı yine Anayasada düzenlenmiştir.Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere; dava konusu edilen maddede dayanağı Kanunda yer almayan bu ibareye yer verilmek suretiyle Kanunun amacını aşan nitelikte bir düzenleme yapılmıştır. Böylece dava konusu kural, dayanağı Kanuna aykırı bir niteliğe dönüşmüştür.Nitekim, dayanağı üst hukuk normunda bu konuda herhangi bîr kısıtlama ya da engelleme bulunmadığı halde söz konusu maddede yeralan bu belirlemenin, Anayasa ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan çalışma hak ve özgürlüğünün ve yine bu düzenlemelerle güvence altına alınmış olan din ve vicdan özgürlüğüne bağlantılı olarak ihlal edilmesi sonucunu doğuracağı da açıktır.Öte yandan; kimlik belgeleri kişilerin tanınmalarına yarayan resmi bir belge olduğundan kimliğe yapıştırılacak fotoğrafın da ilgililerin özelliklerini belirtecek nitelik taşıması, sahibinin kolayca tanınmasını sağlayacak şekilde olması gerekeceğinden tanınmayı zorlaştıracak başka hiçbir unsurun bulunmaması gerektiği de şüphesizdir.Nitekim, Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte, nüfus ve uluslararası aile cüzdanlarına yapıştırılacak fotoğrafların niteliği belirlenirken kadınların alın, çene ve yüzleri açık olmak şartıyla başörtüsüyle fotoğraf verebileceğine işaret edilmiştir. Böylece başörtülü olarak verilecek fotoğraf açısından da ölçüt bu şekilde ortaya konulmuştur.Bu hali ile; Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının maddesinde yer alan "başları açık" ibaresi ile buna dayalı tesis edilen işlemin üst hukuk normlarına aykırı olması nedeniyle hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmaktadır.Öte yandan, dava konusu işlemlerin uygulanması halinde telafisi güç ve imkânsız zararların oluşacağı da açıktır.Açıklanan nedenlerle; davacının, davalı idarenin avukat kimliklerinin yenilenmesine ilişkin kararı üzerine, avukatlık kimliğinin yenilenmesi istemiyle yaptığı başvurunun Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının maddesi uyarınca reddedilmesine ilişkin 2011 tarih ve 5620 sayılı Türkiye Barolar Birliği işleminin yürütmesinin durdurulmasına gerekçe yönünden oyçokluğu; bu işlemin dayanağı Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının maddesinde yer alan "başları açık" ibaresinin yürütmesinin durdurulmasına oyçokluğu ile bu kararın tebliğini izleyen günden itibaren 7 ( yedi ) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'na itiraz yolu açık olmak üzere, 2012 gününde karar verildi.” | Din ve vicdan özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/256 | Başvurucu, Ankara Barosuna kayıtlı avukat olarak çalıştığını, bir duruşmaya başörtülü olarak katılması nedeniyle hâkimin duruşmanın yapılamayacağını belirterek müvekkiline kendisini bir başka avukatla temsil ettirmesi için süre vermesi ve duruşmayı ertelemesinin din ve vicdan özgürlüğü, savunma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı, çalışma hakkı ve ayrımcılık yasağına aykırılık oluşturduğunu iddia etmektedir. | 1 |
Başvuru; ilave tediye alacağının ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davanın Yargıtay Hukuk Dairesinin önceki kararlarına aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, çalışma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli listenin (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı listenin (1) numaralı satırında yer alan 2021/6464 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucuların bazıları Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular farklı illerde yer alan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine ayrı ayrı dava açmıştır. Başvuruların bir kısmında ekli listenin (D) sütununda belirtilen iş mahkemeleri davayı reddetmiştir. Kararlarda, Vakfın vakıf statüsü, mevcut hukuki yapısı, gelirleri ve konuya ilişkin yargı kararlarıyla birlikte değerlendirilerek Vakfın Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı bir özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu belirtilmiştir. Vakfın kamu kurumu vasfında olmadığı bu sebeple de Vakıf çalışanlarının da fon personeli olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiştir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 9/6/2017 tarihli kararına göre Vakfın 6772 sayılı Kanun gereğince kamu kurumu niteliğinde olmadığı da dikkate alındığında çalışanları hakkında 6772 sayılı Kanun'un uygulanmasının mümkün olmadığı söylenmiştir. Kararlar, Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından onanmıştır. Başvuruların bir kısmında ise iş mahkemelerinin davayı kabul etmesine karşın Bölge Adliye Mahkemeleri yukarıda belirtilen gerekçeyle davayı reddetmiş ve kararlar Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından onanmıştır. Nihai kararların başvuruculara tebliği üzerine başvurucular muhtelif tarihlerde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Yasemin Bodur, B. No:2017/29896, 25/12/2018 §§ 14- B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/1/2022 tarihli ve E.2022/16,K.2022/583 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Taraflar arasındaki uyuşmazlık davacının ‘6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması ve 6452 Sayılı Kanunla 6212 Sayılı Kanununun 2 inci Maddesinin Kaldırılması Hakkında Kanun’ çerçevesinde ilave tediye alacağına hak kazanıp kazanmadığı noktasındadır6772 sayılı Kanun'un maddesinde, ilave tediye alacağı ödemekle yükümlü işverenlerin kimler olduğu açıkça belirlenmiştir. Kanuna göre, devlete ve ona bağlı olmak üzere1-Genel, Katma ve Özel bütçeli daireler,2-Sermayesi değişen kurumlar, 3-Sermayesinin yarısından fazlası devlete ait olan şirket ve kurumlar ve bunlara bağlı kuruluşlar, 4-Belediyeler ve belediyelere bağlı kuruluşlar,5-3460 ve 3659 sayılı kanun kapsamına giren, sermayesinin tamamı devlete ait olan veya bu sermeye ile kurulan iktisadi devlet kuruluşları, 6-Yukarıda belirtilenlerden olmayan diğer kurum, banka ve ortaklıklar bu Kanun kapsamındadır. Diğer taraftan ‘kamu kurumu’ kavramı genel olarak; genel, katma ve özel bütçeli idareler ile il özel idaresi ve belediyeyi veya bu kurumlarca sermayesinin yarısından fazlası karşılanan kurumlara ait olan ve bir kamu hizmeti sunan kurumları ifade etmektedir. Davalı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının, 6772 sayılı Kanun kapsamında bir kamu tüzel kişisi olup olmadığını belirleyebilmek için öncelikle, Vakfın tabi olduğu Kanun hükümlerine göre yapısını, kuruluşunu ve işleyişini değerlendirmek gerekmektedir. 1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununun (16/6/1989 tarihli ve 3582 sayılı Kanunun 1 maddesi ile değişik) maddesinde , bu Kanunun amacı ‘fakru zaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlar ile gerektiğinde her ne suretle olursa olsun Türkiye'ye kabul edilmiş veya gelmiş olan kişilere yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir şekilde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmek’ olarak açıklanmıştır. Kanun'un (5263 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik) maddesinin fıkrasında ise, Kanunun amacına uygun faaliyet ve çalışmalar yapmak ve ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdî ve aynî yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları kurulması öngörülmüştür (m.7/1).Aynı maddenin 3 üncü fıkrasında, vakıf senetlerinin mahallin en büyük mülki amiri tarafından Medeni Kanunu hükümlerine göre tescil ettirileceği ifade edilmiştir. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının gelirleri, "Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan aktarılacak miktardan, işletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerden ve diğer gelirlerden" oluşur (m. 8).Vakıfların oluşumuna bakılacak olursa; Kanunun maddesinde; İlçe Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Mütevelli Heyetinde 1 adet belediye başkanı, 1 adet köy muhtarı, 1 adet mahalle muhtarı, 1 adet sivil toplum kuruluşu yöneticisi, 2 adet hayırsever vatandaşın görev alacağı belirtilmektedir. Anayasanın maddesinin fıkrasında "Kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur" hükmü mevcuttur. Vakıflara ilişkin özel düzenleme niteliğindeki 5737 sayılı Vakıflar Kanununda da vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip oldukları ifade edilmiştir (m. 4). Bu düzenlemeler dikkate alındığında, öncelikle genel kuralın “vakıfların özel hukuk tüzel kişisi” olarak faaliyet göstermesi olduğu açıktır. Vakıfların, kamu tüzel kişisi olarak kabul edilebilmesi ‘istisnai’ bir hâl olup, bu istisnai durumun genel kuralının aksine, tereddüde yer vermeyecek açıklıkta düzenlenmesi şarttır. Keza, “kendiliğinden istisna olmaz, istisna konulmalıdır”(K. Gözler, ‘Yorum İlkeleri’, Anayasa Hukukunda Yorum ve Norm Somutlaşması, Tebliğ, 29-30 Eylül 2012, Ankara, Türkiye Barolar Birliği, 43). Bir diğer ifade ile istisnanın ayrıca ve açıkca olduğu ispat edilemediği takdirde ya da istisnanın olup olmadığı tereddütlü ise, istisnanın olmadığı kabul edilmelidir (Gözler, 43). 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanununda ise, bu Kanun gereğince oluşturulan vakıfların “kamu tüzel kişisi” olduklarına dair açık bir hüküm bulunmamaktadır. Şu halde kanun koyucunun sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına bilinçli olarak "kamu tüzel kişiliği" vermediği, vakıfların Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulmasını ve yine özel hukuk tüzel kişisi olarak özel hukuk hükümlerine göre faaliyet göstermesini istediği açıktır. Aksi düşünülse dahi, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kısmen kamu kaynağı kullanmaları, kamu kurumu olarak nitelendirilmeleri için yeterli bir sebep değildir. Zira; 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma Dayanışma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu'nun maddesinde; Vakfın gelirlerinin, "Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan aktarılacak miktardan, işletme ve iştiraklerden elde edilecek gelirlerden ve diğer gelirlerden" oluşacağı hüküm altına alınmıştır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı bir tüzel kişiliğe sahip olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının gelirlerinin, sadece fondan aktarılan pay olmadığı, vakfın gelirleri arasında halk tarafından yapılan ve iktisadi değeri olan bağışların da bulunduğu görülmektedir. Aynı şekilde, mütevelli heyet tarafından oyçokluğu ile karar alan ve uygulayan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının 12 üyesinden 6'sının seçilerek gelen kişiler olması aksi sonuca varılmasını engelleyen bir diğer sebeptir.Netice olarak, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları, bir tüzel kişi olmanın ötesinde bir özel hukuk tüzel kişisidir. Anayasa ile vakıflara ilişkin kanun hükümleri karşısında bu sonuca ulaşmak kaçınılmaz olduğu gibi; sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarını düzenleyen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümleri de, özellikle vakfın gelirleri, yapısı, karar alma mekanizması bakımından farklı bir sonuç öngörmemektedir. Somut olayda, gerek ilk derece mahkemesi gerekse bölge adliye mahkemesince, 3294 sayılı Kanunun amacının getirilmesi noktasında parasal kaynaklarının sağlanması için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının Başkanlığında Başbakanlık Müsteşarı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Müsteşarı, İçişleri, Maliye ve Sağlık Bakanlıklarının Müsteşarları ile Sosyal Yardımlar Genel Müdürü ve Vakıflar Genel Müdüründen oluşan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun kurulduğu; Fonun “Fonda toplanan kaynakların, Vakıflar ve Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce yürütülecek sosyal yardım proje ve programları ile yatırım programları çerçevesinde dağıtım önceliklerini belirlemek ve dağıtımına karar vermek, vakıflarda çalıştırılacak personelin nitelikleri ile özlük hakları ve diğer hususlarla ilgili belirlenecek kriterleri görüşmek ve karara bağlamak ile Vakıflardan ve diğer kurum ve kuruluşlardan gelen sosyal yardım amaçlı talep ve teklifleri değerlendirmek, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne önerilerde bulunmak olduğu” gibi görevlerinin bulunduğu, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün 3294 sayılı Kanun hükümlerine göre kurulan vakıfların harcamalarını, iş ve işlemlerini araştırıp, inceleme, izleme ve denetleme, görülen aksaklıklarla ilgili gerekli tedbirleri alma, vakıfların çalışma usûl ve esasları ile sosyal yardım programlarının ölçütlerini belirleme işlevini yerine getirdiği, Genel Müdürlük idari yapılanmasındaki Vakıf Hizmetleri Daire Başkanlığının da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünün ise Teşkilat ve Görevlerine İlişkin Yönerge çerçevesinde Vakıfların norm kadro usul ve esaslarını belirlemek ve Fon Kurulu’nun onayına sunmak, Fon Kurulu ilke ve kararları doğrultusunda Vakıf personelinin işe giriş ve işten çıkış işlemlerini yürütmek vb gibi işlemleri gerçekleştirdiği, böylece 3294 sayılı Kanun kapsamında yürütülen sosyal yardım hizmetlerinin asıl olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yerine getirildiği, Sosyal Yardımlaşma Vakıfları ayrı tüzel kişiliklere sahip olsalar da Fon ile beraber Bakanlığın bu görevini yerine getirmek amacıyla oluşturulan idari organizasyon içinde yer aldıkları, tüm ülke çapında Bakanlık tarafından yürütülmesi gerekli sosyal yardım kamu hizmetinin, taşrada sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla yürütüldüğü, vakıfların finansının Bakanlık tarafından gerçekleştirilip, işe alınacakların nitelikleri, görevleri, işe alma, çıkarma, tayin, ücretin belirlenmesi gibi özlük işleri ile çalışma koşullarının belirlenmesinde Bakanlığın söz sahibi olduğu işveren yetkilerinin Bakanlıkta olduğu, diğer taraftan 25/05/2018 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 7144 sayılı Kanun'un maddesi ile maddenin gerekçesi de dikkate alındığında vakıfların bir kamu işyeri olduğunun açık olduğu ve vakıf işçilerinin ilave tediye hakkı bulunduğu sonucuna varılmıştır. Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde, öncelikle mahkemece sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının temelde “vakıf” olduklarının gözden kaçırıldığı anlaşılmaktadır. Vakıflar, kural olarak özel hukuk tüzel kişisidir. Bu kuralın istisnası ise, ancak o kuralı koyan makam tarafından konulabilir. Çünkü, istisna, genel kuralın alanını uygulama alanını daraltır. Bu sebeple yargı organının, bir kurala istisna getirmesi mümkün değildir(Gözler, 45). Bir kuralın istisnasının ancak o kuralı koyan makam tarafından oluşturulabilmesinin sonucu ise, yargı organı tarafından varsayımlardan ya da genel kabuller üzerinden istisna oluşturulamamasıdır. Diğer taraftan 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunda “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları”(m.7) ile “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu” (m.3) ayrı ayrı hükümlerde düzenlenmiş olup, mahkemece bu ikisinin birbiri ile karşılaştırılması yahut birbiri ile aynı kabul edilmesi de yerinde değildir. Şayet kanun koyucu aksini öngörseydi, vakıflar ile Fon’un farklı şekilde düzenlenmesine gerek duyulmazdı. Üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise, açık bir kanun hükmü olmaksızın, “tüm ülke çapında Bakanlık tarafından yürütülmesi gerekli sosyal yardım kamu hizmetinin, taşrada sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla yürütüldüğü, vakıfların finansının Bakanlık tarafından gerçekleştirilip, işe alınacakların özlük işleri ile çalışma koşullarının belirlenmesinde Bakanlığın söz sahibi olduğu” varsayımı ile vakıflara kamu tüzel kişiliği verilip verilemeyeceğidir. Zira, Anayasanın maddesi ile Vakıflar Kanununun maddesi son derece açık olup, aslolan bir vakfın kamu tüzel kişi olması değil, özel hukuk tüzel kişisi olmasıdır. Bir kural hangi norm ile konulmuş ise, o kuralın istisnası da ancak o kural ile konulabilir. Yorum yoluyla istisna üretilemez (Gözler, 45, 54). Somut olayda, vakıfların özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduklarına dair kanun hükmünün aksini öngören bir kanun hükmü bulunmadığı halde, mahkeme tarafından yorum yolu ile “istisna” oluşturulması hukuka aykırıdır. Bu noktada, 25/05/2018 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 7144 sayılı Kanun'un maddesi ile 3294 sayılı Kanunun maddesinin son fıkrasına eklenen hükümden de söz etmek gerekmektedir. İlgili hükümde "Vakıflar, 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyerleridir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Düzenlemeden de açıkça görüleceği gibi, yapılan değişiklik ile vakıfların kamu tüzel kişisi olduğu değil, ‘Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce imzalanacak işletme düzeyinde toplu iş sözleşmesi kapsamında işyeri olduğu” esası benimsenmiştir. İlgili maddenin gerekçesinde, "Madde ile 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun maddesinin ikinci fıkrasında bahsi geçen kamu kurum ve kuruluşlarının aynı işkolundaki birden çok işyerlerinde toplu iş sözleşmesinin ancak işletme düzeyinde yapılması gerektiği hükmü uyarınca, Vakıfların, mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce veya yetkili kıldığı işveren sendikasınca imzalanan işletme toplu iş sözleşmesi kapsamındaki kamu işyerleri olduğu düzenlenmiştir." denilmiş ise de, gerekçede vakıfların genel bir kural olarak kamu tüzel kişisi olduğu değil, “mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere” kamu işyeri olduğu belirtilmiştir. Kaldı ki, gerekçede geçen bu ifade kanun metnine bilinçli olarak alınmamıştır. Söz konusu düzenlemenin amacı, tüm sosyal ve yardımlaşmayı dayanışma vakıflarına kamu tüzel kişiliği atfetmek değil, Bakanlığın taraf olduğu toplu iş sözleşmelerinin yapılmasını kolaylaştırmaktadır. Zira, mülga 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununun ‘Toplu iş sözleşmesinin kapsamı ve düzeyi’ başlığını taşıyan maddesinde “... Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarına ait müessese ve işyerleri ayrı tüzel kişiliğe sahip olsalar dahi, bu kurum ve kuruluşlar için tek bir işletme toplu iş sözleşmesi yapılır.” hükmü bulunmakta iken (m. 3/1-2), 6356 sayılı Sendika ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda bu hükme yer verilmemiş, onun yerine “Bir gerçek ve tüzel kişiye veya bir kamu kurum ve kuruluşuna ait aynı işkolunda birden çok işyerinin bulunduğu işyerlerinde, toplu iş sözleşmesi ancak işletme düzeyinde yapılabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir (6356 sy K. m.34). Toplu iş sözleşmesinin düzeyine ilişkin tarihsel gelişmeler ve kanun değişiklikleri dikkate alındığında, 3294 sayılı Kanuna eklenen hükmün vakıfların özel hukuk tüzel kişisi olduğu gerçeğini değiştirmediği, yapılan değişikliğin sadece toplu iş sözleşmesinin düzeyi ve bağıtlanması süreci ile ilgili olduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, 7144 sayılı Kanun gerekçesine atıf yapılarak vakıfların “kamu işyeri” olduğunun açıklığa kavuştuğu belirtilmiş ise de, gerekçede açıkça vakıfların “mevzuattaki ilgili diğer düzenlemeler aynı kalmak ve sadece toplu iş sözleşmesi kapsamıyla ilgili olmak üzere kamu işyeri” olduğu ifade edilmiştir. Gerekçede çizilen bu sınırlar gözden kaçırılarak, kanunda ‘tüm sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olarak kabul edildiği’ şeklinde, amacı aşan bir yorumla sonuca gidilmesi yerinde değildir. Yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, aslolan vakıfların özel hukuk tüzel kişi olmalarıdır. Aksinin kabulü için, “sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının kamu tüzel kişisi olduğunu” açıkça düzenleyen bir kanun hükmü olmalıdır. Bu itibarla, 7144 sayılı Kanun ile 3294 sayılı Kanunun maddesinde yapılan değişikliğin sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının hukuki niteliğini değiştiren yeni ve farklı bir düzenleme olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Belirtmek gerekir ki; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 09/06/2017 tarih, 2016/3-2017/4 E. K sayılı kararı ile "3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu ile kurulan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olduğu, ayrı işyeri olan bağımsız işveren oldukları" belirlenmiştir. İçtihadı birleştirme kararları, Yargıtay Kanunu'nun maddesine göre bağlayıcıdır. Somut olayda, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının “kamu tüzel kişisi” olduğuna yönelik kanuni bir düzenleme, anayasa mahkemesi iptali kararı yahut aksi yönde içtihadı birleştirme kararı bulunmadığına göre, 09/06/2017 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının halen bağlacı olduğu kabul edilmelidir. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/11/2022 tarihli ve E. 2022/15611, K. 2022/15311 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar ile Dairemizin içtihatları doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan ayrı birer özel hukuk tüzel kişisi olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarının 6772 sayılı Kanun bakımından kamu tüzel kişisi olarak kabulü mümkün değildir.Diğer taraftan Mahkemece, Fon Kurulunun 2012 tarih ve 2012/l sayılı Kararı ile vakıf çalışanlarına 2012 yılından itibaren ilave tediye niteliğinde iki maaş tutarında ikramiye ödenmesine karar verildiği, ikramiyelerin ilave tediye niteliğinde olduğu buna göre personele ayrıca ilave tediye ödemesi yapılmayacağının düzenlendiği gerekçesiyle davacıya ikramiye ödemesi yapılan dönemler dışlanarak hesaplanan ilave tediye alacağı hüküm altına alınmıştır. Fon Kurulunun 2012/1 sayılı Kararı ile Fon Kurulunun 2014 tarihli ve 2014/7 sayılı kararı ile çıkarılan Esaslar'ın 11 inci maddesi gereğince şartları taşıyan vakıf çalışanlarına ikramiye ödemesi yapılması gerektiği uyuşmazlık konusu değildir. Gerçekten de 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'ye dayanılarak yürürlüğe konulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları Personelinin Norm Kadro Standartları, İş Tanımları, Nitelikleri, Özlük Hakları ve Çalışma Şartlarına İlişkin Esaslar'ın "İkramiye ödemesi" başlıklı 11 inci maddesinde, personele her yılın Ocak ve Temmuz aylarında birer sözleşme ücreti tutarında ikramiye ödeneceği, ödenen bu ikramiyelerin ilave tediye niteliğinde olduğu ve personele ayrıca ilave tediye ödemesi yapılamayacağı kuralına yer verilmiştir. Somut olayda ise dava dilekçesinde, Fon Kurulu kararında ilave tediye olarak nitelendirilen ikramiye alacağına ilişkin açıkça bir iddia ileri sürülmemiştir. Davacı tarafça Fon Kurulu kararına istinaden herhangi bir iddia ileri sürülmeden ve ikramiye adı altında talepte bulunulmadan Mahkemece resen inceleme yapılması mümkün değildir. Aksine dosya kapsamından davacının açıkça 6772 sayılı Kanun'dan kaynaklanan ilave tediye alacağını talep ettiği anlaşılmakta olup bu hâlde davacı, davalı Vakfın 6772 sayılı Kanun kapsamında olmaması sebebiyle bu Kanun'dan doğan ilave tediye alacağına hak kazanamaz. Bu durumda, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kabulüne dair hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/6464 | Başvuru, ilave tediye alacağının ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davanın Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin önceki kararlarına aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, çalışma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 19/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2019/12288, 2019/12290, 2019/12291 numaralı başvuru dosyalarının hukuki ve fiilî irtibat nedeniyle 2019/12285 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/12285 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Sincan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfında (Vakıf) hizmet akdine dayalı olarak çalışmaktadır. Başvurucular, kamu personeli olduklarını ileri sürerek 4/7/1956 tarihli ve 6772 sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması Hakkında Kanun uyarınca her bir yıllık çalışma süresi içinde ödenmesi gereken iki aylık tutarındaki ilave tediye alacağının ödenmesi amacıyla Vakıf aleyhine ayrı ayrı dava açmışlardır. Ankara Batı İş Mahkemesi (Mahkeme) yapmış olduğu yargılama sonunda 13/10/2016 tarihinde vermiş olduğu kararlarla davaları reddetmiştir. Kararlarda Vakfın özel hukuk tüzel kişi olduğu belirtilmiştir. Kuruluş amacı ve mali yapısı itibarıyla kamu kurumlarından farklı olduğu ve 6772 sayılı Kanun kapsamına girmeyeceği ifade edilmiştir. Başvurucular kararı istinaf etmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi (Ankara BAM) Hukuk Dairesinin 14/12/2016 tarihinde vermiş olduğu kararlarla mahkemenin kararları kaldırılmış ve yeniden karar verilmek üzere iade edilmiştir. Kararlarda davacıların dayandığı delillerin hiçbirinin toplanmadığı ifade edilmiştir. Söz konusu deliller toplandıktan sonra değerlendirilerek karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme yeniden yapmış olduğu yargılama sonunda 12/4/2018 tarihinde vermiş olduğu kararlar ile davaları kabul etmiştir. Kararlarda Vakfın kamuya bağlı ve kamu yetkilerini kullanan bir kuruluş olduğu belirtilmiştir. Özel hükümlere tabi olmasının ilave tediye engel olmadığı vurgulanmıştır. Davalı kararlara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara BAM Hukuk Dairesi 6/12/2018 tarihinde verdiği kararlarla mahkemenin kararlarını kaldırarak davaları reddetmiştir. Kararlarda Yargıtay Hukuk Dairesinin emsal kararlarına göre Vakfın özel hukuk tüzel kişi olduğu belirtilmiştir. Bu sebeple 6772 sayılı Kanun kapsamına girmeyeceği vurgulanmıştır. Dolayısıyla başvuruculara ilave tediye alacağı ödenemeyeceği sonucuna varılmıştır. Başvurucular kararları temyiz etmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 28/2/2019 tarihinde vermiş olduğu kararlar ile temyiz taleplerini reddetmiştir. Başvurular 19/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Yasemin Bodur, B. No: 2017/29896, 25/12/2018, §§ 14- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12285 | Başvuru, ilave tediye alacağının tahsili amacıyla açılan davanın Yargıtay daireleri arasında süregelen görüş ayrılığı dolayısıyla reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada delillerin hatalı değerlendirilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Türk Telekom Anonim Şirketi (Şirket) bünyesinde en son ticari faaliyetler sorumlusu olarak görev yapmakta iken başvurucunun 2/8/2017 tarihinde ikale sözleşmesi/anlaşma yoluyla iş ilişkisi sona erdirilmiştir. Başvurucu; söz konusu sözleşmenin iradesi fesada uğratılmak suretiyle imzalatıldığını, imzalamadığı takdirde hiçbir alacağı ödenmeden iş akdinin feshedileceği yönünde baskıya maruz kaldığını, bu kapsamda sözleşmenin geçersiz olduğunu ileri sürerek işe iade davası açmıştır. Ankara İş Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamada başvurucu, usulüne uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunmuş; Mahkeme de talimat yoluyla tanık beyanlarına başvurmuştur. Bu kapsamda ifadesi alınan tanık A.B.P., Şirketin küçülmeye giderek yeni saha organizasyonları oluşturduğunu, başvurucunun da iş akdine bu kapsamda son verildiğini, yerine başka birinin görevlendirildiğini belirtmiştir. Başvurucu ile aynı yerde çalışmadıklarını ifade eden tanık, şubelerin birbiriyle yarışması nedeniyle başvurucunun performansına dair bilgisi olduğunu, hedef gerçekleştirme oranının bir hayli yüksek olduğunu belirtmiş; iş ilişkisinin sonlandırılması sürecine ilişkin olarak ise sözleşmeyi imzalaması için başvurucu çağrıldığında yanında olduğunu, duyuma dayalı bilgisine göre sözleşmeyi imzalamaz ise hiçbir hakkını almadan iş sözleşmesinin feshedileceği yönünde işveren tarafından uyarıldığını, sonuç olarak iş akdinin işveren tarafından sona erdirildiğini beyan etmiştir. Talimat yoluyla dinlenen bir diğer tanık olan K. ise başvurucu ile aynı işverene bağlı olduklarını fakat farklı şubelerde çalıştıklarını, başvurucu ile aynı gün sözleşme imzalamak için çağrıldığını, kendileri ile ayrı ayrı görüşüldüğünü belirtmiş; imzalaması istenen sözleşmede ikale yolu ile iş akdine son verileceği, ihbar-kıdem tazminatı ve topluca maaş ödemesi yapılacağı hususlarının yer aldığını, imzalamazlarsa alacakları ödenmeden iş akitlerine son verileceğinin belirtildiğini beyan etmiştir. Tanık, ifadesinin devamında bu görüşme çıkışında başvurucu ile karşılaştıklarını, kendisinin de, başvurucunun da çalışmaya devam etmek istediklerini işverene beyan ettikleri hâlde taleplerinin kabul görmediğini belirtmiş; başvurucunun performansına ilişkin olarak da A.B.P. ile benzer açıklamalar yapmıştır. Mahkeme 8/3/2018 tarihli karar ile davanın kabulüne, feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiş; karar gerekçesinde, iş sözleşmesinin ikale sözleşmesi yolu ile sona erdirilmesi durumunda iş hukukunda egemen olan işçi lehine yorum ilkesi gözönünde bulundurularak şartların incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. İkale sözleşmesi yolu ile iş sözleşmesi sona eren işçinin iş güvencesinden yoksun kalacağı gibi kural olarak feshe bağlı haklar olan ihbar ve kıdem tazminatlarına da hak kazanamayacağını ifade eden Mahkeme, özellikle uzun süre çalışan ve sendikal haklardan yararlanan bir işçinin makul yararı olmadan ikale yolu ile işten ayrılmasının olağan olmadığını, iş güvencesi hükümlerinden yararlanması açısından sözleşmeyi sona erdirmesi iradesinin titizlikle incelenmesi gerektiğini ifade etmiş; somut olayda başvurucunun iradesini sakatlayan durumların mevcut olduğu, sözleşmede işçi lehine makul bir faydanın bulunmadığı yönünde değerlendirme yapmıştır. İşveren Şirket, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş; Mahkemenin yeterli inceleme araştırma yapmadığını, sadece başvurucunun iddiası ve tanık anlatımlarını esas alarak başvurucu lehine kurduğu hükmün hatalı olup usul ve kanuna aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) tarafından yapılan inceleme neticesinde 25/12/2018 tarihli kararla mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine hükmedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya kapsamına göre ikale teklifinin 2017 tarihli ve 'tarafıma sağlanacak ek menfaatlerin ödenmesi suretiyle iş sözleşmesinin anlaşma (ikale) yoluyla sonlandırılması hususunda gerekli işlemlerin yapılmasını arz ederim' içerikli dilekçe ile davacıdan geldiği, davacının 2017 tarihinde emekli olduğu sabittir. Her ne kadar ilk derece mahkemesince, işçinin iradesini sakatlayan hususlar mevcut olup işçinin lehine makul bir yararı olmadığı gerekçesiyle işe iade kararı verilmiş ise de, dosyada tanık dinlenmediği, sadece davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü, davacıya davalı işveren tarafından bu protokolü imzalarsa haklarının kendisine ödeneceği aksi takdirde kendisine herhangi bir ödeme yapılmayarak iş akdinin feshedileceği yönünde kurulan baskılar sonucu sözkonusu protokolü imzalamaya mecbur bırakıldığı, davacının iradesinin fesada uğratıldığı yolundaki soyut iddiadan öte geçmeyen beyanları dışında bir delil dosyada bulunmadığı görülmüştür. Davacı manevi baskı iddiasını usulünce ispat edememiştir. Protokol ile davacıya kıdem tazminatı ve yıllık izin ücreti dışında, 2015 yılı sözleşmesine göre çıplak brüt 407,99 TL ücretinin, 4 aylık miktarı tutarında 064,08 TL ek menfaat ödendiği, davacının kıdemine ve Yargıtay ve Dairemiz uygulamasına göre ikale ile sağlanması gereken menfaatin asgari 4 ay olması gerektiği, davacıya gerekli ek ödemenin yapıldığı, bu nedenle davacının işe iade davası açma hakkının olmadığı, iş güvencesinden yoksun kaldığı dikkate alındığında, geçerli bir ikalenin koşullarının somut olayda oluştuğu, davacının davasının reddi gerekirken, kabulüne karar verilmesi hatalıdır." Başvurucu, nihai hükmü 31/1/2019 tarihinde öğrendikten sonra 4/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7376 | Başvuru, işe iade talebiyle açılan davada delillerin hatalı değerlendirilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/40597 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/40597 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40597 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; hukuka aykırı gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının, vekâlet ücretinin düşük belirlenmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 6/3/2012 tarihinde terör örgütüne üye olma suçlamasıyla gözaltına alınmış, 7/3/2012 tarihinde ise serbest bırakılmıştır. Yapılan yargılama sonunda başvurucunun beraatine karar verilmiş ve beraat hükmü 14/4/2017 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu; gözaltı nedeniyle üzüntü ve sıkıntı çektiğini, çevresinde itibarının zedelendiğini, suçlu muamelesi gördüğünü belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının haksız olduğu iddiasını beraat kararına dayandırmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi 20,47 TL maddi, 150 TL manevi tazminat ile 770 TL vekâlet ücretinin başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu belirterek istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 22/11/2017 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, §§ 19- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/693 | Başvuru, hukuka aykırı gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının, vekâlet ücretinin düşük belirlenmesi nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, turizm alanı tahsis işlemine karşı üçüncü kişiler tarafından açılan davada usul hukuku hükümlerine, konuya ilişkin mevzuata açıkça aykırı ve keyfî karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; verilen iptal kararı sonucunda tahsise konu araziye yapılan yatırımların karşılıksız kalması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 19/2/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Antalya ili Kemer ilçesi Beldibi mevkiinde bulunan alan, Cengiz İnşaat San. ve Tic. A.Ş. adına tatil köyü işletmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 7/7/1998 tarihli işlemle tahsis edilmiştir. Turizm tesisinin yatak kapasitesini artırmak amacıyla alana komşu olan arazinin de tahsisinin sağlanması için Cengiz İnşaat San. ve Tic. A.Ş. tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde başvuruda bulunulmuştur. Gerekli imar planı değişikliklerinin 3/10/2002 ve 18/11/2002 tarihlerinde gerçekleştirilmesinin ardından yeni alan tahsisi talebi kabul edilerek 17/9/2003 tarihli işlemle kesin tahsis yapılmıştır. Belde sakini iki gerçek kişi, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Mimarlar Odası Antalya Şubesi ve Antalya Barosu tarafından ilgili imar planı değişikliklerine, plan notlarına ve söz konusu alan tahsisi işlemine karşı 9/9/2003 tarihinde iptal davası açılmıştır. Danıştay Altıncı Dairesi 19/4/2005 tarihli kararıyla her bir işleme karşı ayrı dilekçe ile dava açılması gerektiği gerekçesiyle dava dilekçesini reddetmiştir. Bu dilekçe ret kararının ardından imar planı değişikliği ve tahsis işlemi için ayrı davalar açılmıştır. İmar planı değişikliği işlemlerine karşı açılan davayı Danıştay Altıncı Dairesi 20/3/2007 tarihli kararı ile süre aşımı yönünden reddetmiştir. Bu yargılama sürecine başvuruculardan Cengiz İnş. San. ve Tic. A.Ş. davalı idare yanında müdahil olarak katılmıştır. Ret gerekçesinde imar planı değişikliklerinin askı sürelerinin bitiminden itibaren altmış gün içinde dava açılmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca tahsis işleminin imar planlarının uygulanması niteliğinde bir işlem olduğu kabul edilse dahi tahsis işleminden de 24/4/2003 tarihinde haberdar olunması nedeniyle süre aşımına ilişkin hukuki durumun değişmediği belirtilmiştir. Süre ret kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 21/10/2011 tarihli kararı ile onanmıştır. Tahsis işlemine karşı açılan davayı ise Antalya İdare Mahkemesi (Mahkeme) 11/5/2006 tarihli kararıyla subjektif dava ehliyeti yönünden reddetmiştir. Bu karar Danıştay Altıncı Dairesinin 6/6/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesinde; dava konusu tahsis işleminin dayanağı imar planlarının iptali istemiyle de dava açmış olan davacıların tahsis işlemine karşı dava açma konusunda da kişisel, güncel ve meşru bir menfaati bulunduğu, tahsis işlemine karşı açılan davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Diğer taraftan tahsise konu turizm tesisine ilişkin üst hakkı Cengiz İnşaat San. ve Tic. A.Ş. tarafından 25/3/2008 tarihinde Mirax Tur. İnş.Tic. A.Ş.ye devredilmiştir. Bozma hükmüne uyan Mahkeme 29/7/2011 tarihli kararıyla dava konusu tahsis işlemini iptal etmiştir. Kararın gerekçesinde, öncelikle tahsis işlemlerinin 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu'na dayanılarak çıkarılan ve 31/3/1983 tarihli ve 18031 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre yapıldığı belirtilmiş; Yönetmelik uyarınca tahsis işlemlerinin ilan yapılarak başvuru toplanması suretiyle gerçekleştirilmesi gerektiği, ilana çıkılmadan tahsis yapılması durumunun istisnai olduğu ve bu istisna hâllerinin de Yönetmelik'in maddesinde sayma suretiyle gösterildiği vurgulanmıştır. Uyuşmazlık konusu tahsis işleminin ilana çıkılmadan yapılmasına karşın Yönetmelik'in maddesinde sayılan hâllerden birinin somut olayda var olmadığını tespit eden Mahkeme, ilansız tahsis koşulları oluşmamasına karşın ilana çıkılmadan tesis edilen tahsis işleminde hukuka uyarlık bulunmadığını tespit etmek suretiyle iptal gerekçesini oluşturmuştur. Bu yargılama sürecine de başvurucular idare yanında müdahil olarak katılmışlardır. Danıştay Ondördüncü Dairesi iptal hükmünü 30/5/2013 tarihli kararıyla onamıştır. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 17/2/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucular, nihai kararın 9/4/2015 tarihinde tebliğ edilmesinin ardından 11/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İşlem tarihinde yürürlükte bulunan Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik'in maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Turizm alan ve merkezleri içinde, imar planları ile turizme ayrılmış yerlerde bulunan ve Bakanlık tasarrufuna alınmış olan kamu arazilerinden yatırımcılara tahsisi uygun görülenlerin, yeri, imar durumu, özellikleri, altyapı durumu, ve krokileri, tahsis için son başvuru tarihi de belirtilerek, Bakanlıkça yapılacak ilan ile müteşebbislere duyurulur." Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik'in maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:" Ayrıca, kamu mülkiyetindeki;a) Küçük ölçekli planlardan büyük ölçekli planlara geçişte ölçeğin gerektirdiği farklılıklardan doğan ilave bitişik alanlar, b) Arazideki çeşitli kısıtlılık nedeniyle (Topoğrafik durum, zemin yapısı, bitki örtüsü gibi) Turizm Yatırım ve İşletmeleri Nitelikleri Yönetmeliği gereğince inşa edilecek tesis türünün ve sınıfının gerektirdiği koşulların sağlanamaması halinde, hasıl olan olumsuzluğun giderilmesine imkan verecek ilave bitişik alanlar,c) Uygulama imar planının yapımı aşamasında, geçirilen kıyı kenar çizgisi nedeni ile küçülen imar parselinin ilanda belirtilen yatak kapasitesi ve büyüklüğe çıkartılması için gerekli ilave bitişik alanlar,d) İmar parseli bütünlüğünün oluşturulması ve Uygulama İmar Planlarında öngörülen kapasitenin elde edilebilmesi bakımından imar parseli içinde kalan Orman ve Hazineye ait kadastrol parseller,Yönetmeliğin 10 uncu maddesi 1 inci paragrafındaki ilan şartı aranmaksızın, tahsise ilişkin diğer hususların da sağlanması halinde Bakanlıkça imar parseli içinde kalan mülk sahibine (imar parseli tescil edilmeden hisseli parsel teşekkül ettirilmemek kaydı ile) tahsis edilebilir." 21/7/2006 tarihli ve 26235 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik, Kamu Arazisinin Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik'i ilga etmiş olup günümüz itibarıyla yürürlüktedir. Bu yeni Yönetmelik'in maddesi ile 2012 yılında değiştirilen maddesinin ilgili kısımları sırasıyla şöyledir: " Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile turizm merkezleri içinde ve dışında, imar planları ile turizme ayrılmış yerlerde bulunan ve Bakanlık tasarrufuna alınmış olan kamu arazilerinden girişimcilere tahsisi uygun görülenlerin yeri, imar durumu, özellikleri, altyapı durumu, krokileri, yatırımın tamamlanma süresi ve tahsis için son başvuru tarihi de belirtilerek Bakanlıkça yapılacak ilan ile girişimcilere duyurulur. ...Aşağıda belirtilen niteliklerdeki kamu taşınmazları; Bakanlıktan belgeli özel mülkiyete veya tahsisli yatırımlara, bu Yönetmeliğin 9 uncu maddesindeki duyuru şartı aranmaksızın, tahsise ilişkin diğer hususların da sağlanması ve hisseli parsel teşekkül ettirilmemek şartı ile ek alan olarak tahsis edilebilir:a) Küçük ölçekli planlardan büyük ölçekli planlara geçişte ölçeğin gerektirdiği farklılıklardan doğan ilave bitişik alanlar,b) İnşa edilecek tesis türünün ve sınıfının gerektirdiği şartların sağlanamaması halinde meydana gelen olumsuzluğun giderilmesine imkan verilecek ilave bitişik alanlar,c) Aynı imar adası içerisinde yer alan, imar planları ile turizm kullanımına ayrılmış olan, ana alandaki tesisin niteliğini arttırmaya yönelik ilave bitişik alanlar,ç) İmar parseli bütünlüğünün oluşturulması ve uygulama imar planlarında öngörülen kapasitenin elde edilebilmesi bakımından, imar parseli içinde kalan alanlar,d) Tahsis yapıldığı tarihte denizle bağlantısı olan tahsisli alanlar ile aynı durumdaki özel mülklerle deniz arasında kıyı kenar çizgisinin sonradan değişmesi nedeniyle yeni oluşan alanlar,e) Tahsisli ana parsele veya özel mülke proje bütünlüğü olan ve birlikte kullanılması zorunluluğu bulunan alanlar." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " İdari dava türleri şunlardır: ...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları " B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: "Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir" | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7846 | Başvuru, turizm alanı tahsis işlemine karşı üçüncü kişiler tarafından açılan davada usul hukuku hükümlerine, konuya ilişkin mevzuata açıkça aykırı ve keyfî karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; verilen iptal kararı sonucunda tahsise konu araziye yapılan yatırımların karşılıksız kalması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2018/18170 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2018/18170 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Kayapınar İlçe Belediyesine (Belediye) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının bildirilmesi üzerine Şirket, başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akdinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediye aleyhine dava açmıştır. Davalı Belediye cevap dilekçesinde, olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirler alınması hakkında kanun hükmünde kararname kapsamında başvurucuların işten çıkarıldığını belirtilerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Şirket ise Belediye tarafından yapılan bildirim doğrultusunda ismi geçen çalışanların Belediye hizmetlerinden ilişiğinin kesilmesinin istendiğini, Şirket ile Belediye arasındaki sözleşme gereğince de çalışanların işine son verdiğini, bu konuda inisiyatifinin olmadığını belirtmiştir. Ekli tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemelerce bakılan davalar reddedilmiştir. Mahkeme kararlarında başvurucuların millî güvenliği tehdit eden yapılar ile irtibatlı ve iltisaklı oldukları gerekçesiyle 667 sayılı KHK'ya dayalı olarak iş akitlerinin feshedildiği gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Daireleri (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf istemlerini reddetmiştir. Kararlarda; şüphe feshi kavramı üzerinde durulmuş ve 667 sayılı KHK kapsamında başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatı olduğu gerekçesiyle iş sözleşmelerinin feshedildiği, dolayısıyla ilk derece mahkemesi kararlarında bir isabetsizlik bulunmadığı yönünde değerlendirme yapılmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Berrin Baran Eker, [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20 - | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/18170 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, ruhsatsız olan binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, Ankara'nın Altındağ ilçesi Hacılar Mahallesi'nde 24044 ada 2 parsel üzerinde sokak No:53 adresinde bulunan taşınmazın hissedarıdır. Söz konusu parsel üzerinde zemin ve üç kattan oluşan betonarme binada, dört dükkân ve altı daire bulunmaktadır. Altındağ Belediyesi (Belediye) tarafından 28/5/2014 tarihinde imar planında yeşil alanda bulunan, başvurucuya ait gecekondunun kaçak ve ruhsatsız olduğu ve imar uygulaması sonucunda kentsel dönüşüm projesi alanında kaldığı gerekçesiyle yıkımına karar verilmiştir. Bu karar gereğince Belediyenin 11/9/2015 tarihli yazıyla binanın yıkıldığı bildirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde bulanan kadastro bilgi formunda binanın 1976 yılında yapıldığı belirtilmiştir. Dava dilekçesi ekinde yer alan imar affı müracaatına ilişkin belgenin tarih kısmı doldurulmamış ise de dava dilekçesinde 19/2/1987 tarihinde başvurulduğu belirtilmiştir. Diğer taraftan başvurucunun talebi üzerine delil tespiti dosyasından alınan bilirkişi raporunda imar affı bedelinin 4/12/1989 tarihinde yatırıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun Ankara Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı delil tespiti davasında başvuru konusu taşınmazların değerinin tespitine yönelik bilirkişi raporu aldırılmıştır. İnşaat ve kadastro fen bilirkişisi tarafından hazırlanan 3/6/2009 tarihli raporda taşınmazların değeri 065 TL olarak hesaplanmıştır.B. Başvuru Konusu Dava Süreci Başvurucu vekili tarafından Belediyeye yazılan 29/4/2015 tarihli dilekçede, yeşil alanda kalan söz konusu taşınmazlar için 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'a göre imar affı müracaatında bulunulduğu açıklanmıştır. Öte yandan 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesine göre imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren kamu hizmetine ayrılan alanların taşınmazların beş yıl içinde kamulaştırılması gerekirken kamulaştırılmadığı belirtilerek taşınmazına hukuki el atıldığı ifade edilmiştir. Buna göre bina maliyet bedelinin ödenmesi talep edilmiştir. Belediyenin 20/5/2015 tarihli cevap dilekçesinde ise söz konusu gecekondunun imar planında yeşil alanda kaldığı ve herhangi bir kamulaştırma çalışmasının bulunmadığı belirtilmiştir. Bunun üzerine başvurucu, 12/8/2015 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) hissedarı olduğu taşınmazın imar planında yeşil alanda kalmasına rağmen uzun süre kamulaştırılmaması ve mülkiyet hakkının belirsiz süre kısıtlanması nedeniyle yapı ve eklentilerinin maliyet bedeli olarak maddi tazminat ve yaşanan mağduriyet nedeniyle de manevi tazminat ödenmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır. Mahkemece 21/10/2016 tarihinde karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince 5/5/2017 tarihinde, dosya esas kaydının kapatılmasına ve dosyanın Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesine (Daire) gönderilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, imar affı müracaatı yapılan başvurucuya ait binaların imar planında yeşil alanda kaldığı, uzun süre kamulaştırılmaması ve belirsiz olarak mülkiyet hakkının kısıtlanması nedenleriyle bina ve eklentilerin karşılığı olan tazminatın kamulaştırma bedeli olarak ödenmesinin talep edildiği belirtilmiştir. Ancak uyuşmazlığın parselasyon işlemi sonucu bir başka yerden imar parseli tahsis edilen başvurucuya ait gecekonduya enkaz bedeli ödenip ödenmeyeceğinden kaynaklandığı vurgulanmıştır. Bu durumda, gecekondu-imar affından kaynaklanan uyuşmazlığın Dairece çözümlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Dairece 11/10/2017 tarihinde istinaf başvurusunun kabulüyle Mahkeme kararının kaldırılmasına ve neticede davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun hissedarı olduğu taşınmaz üzerinde bulunan ve diğer hissedarlarından muvafakat alınamadığı için 2981 sayılı Kanun hükümlerinden yararlandırılmayarak ruhsata bağlanmamış olan yapının, ruhsatsız olması nedeniyle Belediye tarafından verilen yıkım kararının iptali istemiyle başvurucu tarafından açılan davanın Ankara İdare Mahkemesince 21/4/2017 tarihinde reddedildiği belirtilmiştir. Öte yandan, anılan yapının üzerinde bulunduğu taşınmazı kapsayan alanda yapılan parselasyon işlemi ile başvurucuya başka bir parselden hisse verildiği açıklanmıştır. Buna göre başvurucunun idarenin bir eylem ya da işleminden kaynaklanan bir zararının bulunmadığı vurgulanarak koşulları gerçekleşmeyen maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddedildiği ifade edilmiştir. Dairenin kesin nitelikli 11/10/2017 tarihli kararı başvurucuya 2/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından Daire kararının kesin nitelikte olmaması nedeniyle temyize konu edilebileceği ileri sürülerek temyiz talebinde bulunulması üzerine Dairece bu kez 2/2/2018 tarihinde temyiz isteminin reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı temyiz talebinde bulunulması üzerine de Danıştay Altıncı Dairesi tarafından 17/5/2018 tarihinde Dairenin 2/2/2018 tarihli kararının onanmasına karar verilmiştir. Temyiz isteminin reddine dair nihai karar, başvurucu vekiline 16/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26697 | Başvuru, ruhsatsız olan binanın yıkılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; kadro tahsisi yapılmaması nedeniyle kamu hizmetine girme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 31/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Özdemirci Belediyesinde (Belediye) geçici iş pozisyonunda çalışmaktadır. Belediye 4/4/2007 tarihli ve 5620 sayılı Kamuda Geçici İş Pozisyonlarında Çalışanların Sürekli İşçi Kadrolarına veya Sözleşmeli Personel Statüsüne Geçirilmeleri, Geçici İşçi Çalıştırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun uyarınca başvurucunun sürekli işçi kadrosuna geçirilmesi için İçişleri Bakanlığına bildirimde bulunmuştur. İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü 17/10/2007 tarihli işlemiyle bu talebi reddetmiştir. Talebin ret gerekçesi olarak başvurucunun 2006 yılında usulüne uygun olarak vizesi yapılmış geçici iş pozisyonunda çalışmadığından yasal koşulları taşımadığı gösterilmiştir. Aynı yazıda Belediyeye hitaben 5620 sayılı Kanun’un geçici maddesi uyarınca bir mali yılda altı aydan fazla süreyle geçici iş pozisyonunda işçi çalıştırılması mümkün olmadığından 2007 yılı içerisinde altı aylık çalışma süresini dolduranların iş akitlerinin askıya alınması, 2008 yılı ve takip eden yıllarda da altı aydan fazla çalıştırılmamaları gerektiği de belirtilmiştir. Söz konusu yazı gereğince Belediye, başvurucunun iş akdini askıya almış ve bu durumu 16/11/2007 tarihli yazı ile kendisine bildirmiştir. Başvurucu, iş akdinin askıya alındığının kendisine bildirilmesi üzerine 16/11/2007 tarihinde düzenlediği dilekçe ile Belediye ve İçişleri Bakanlığını hasım mevkiinde göstererek Denizli İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi gereğince dava dilekçesi üzerinde yaptığı ilk inceleme neticesinde dava konusu istemin tereddüte yer bırakmayacak şekilde açık ve net olarak ortaya konulmadığı, ayrıca idari işlem ve eylem mahiyetinde karar verilmesinin istenildiği gerekçeleriyle aynı Kanun'un maddesi uyarınca dava dilekçesinin reddine karar vermiştir. 23/11/2007 tarihli dilekçe ret kararında, sadece iş akdinin askıya alınmasına ilişkin Belediye Başkanlığının 16/11/2007 tarihli işleminin mi, sürekli işçi statüsüne geçirilmesinin uygun olmadığına dair İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün 17/10/2007 tarihli işleminin mi, yoksa her iki işlemin birlikte mi iptalinin istenildiğinin dava dilekçesinden anlaşılamadığı belirtilmiştir. Başvurucu, dilekçe ret kararı üzerine yeniden düzenlediği 27/12/2007 tarihli dilekçesinde bu kez sadece Belediyeyi hasım mevkiinde göstermiş ve iş akdinin askıya alındığını bildiren 16/11/2007 tarihli Belediye işleminin iptalini istediğini belirtmiştir. Başvurucu, bu dava dilekçesinde İçişleri Bakanlığının 2006/65 sayılı Genelgesi gereğince Belediyedeki iş pozisyonunun dondurularak emeklilik hakkını elde edinceye kadar kesintisiz çalıştırılması gerekirken iş akdinin askıya alınmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme 15/12/2008 tarihli kararıyla dava konusu iş akdinin askıya alınması işlemini iptal etmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Dava, davacının sürekli işçi kadrosuna geçirilemediği gerekçesiyle iş akdinin askıya alınmasına ilişkin 2007 gün ve 225 sayılı Özdemirci Belediye Başkanlığı işleminin iptali istemiyle açılmıştır....Olayda, davacının 2006 yılında geçici işçi statüsünde 6 aydan fazla çalışması olduğu, 21/4/2007 tarihi itibariyla iş akdinin devam etmekte olduğu, çalışmasının usulüne uygun olarak vize edilmesi ile 5620 sayılı Kanundan istifade ederek sürekli işçi statüsüne geçme noktasındaki tüm işlemleri yerine getirme sorumluluğun davalı idareye ait olduğu görülmekte olup, davacının Kanun’un aradığı asgari şartları taşıdığı, bunun dışında davalı idare tarafından yerine getirilmesi gereken şartların ve işlemlerin zamanında ve usulüne uygun olarak yerine getirilmemiş olmasının sorumluluğunun davalı idareye ait olduğu ve davalı idare tarafından yerine getirilmesi gereken asli ve usulü işlemlerin yerine getirilmemiş olmasının davacının sürekli işçi statüsüne geçirilmesine engel olmayacağı vicdani kanaatine varılmıştır. Zira, işveren karşında zayıf konumda bulunan işçi hakkının, işverenin yerine getirmesi gereken yükümlülükleri yerine getirmemesinden dolayı haleldar edilmesi ve kayba uğratılması iş hukukunun hakim prensibi olan işveren karşısında işçinin korunması ilkesine aykırı olacağı hususu açıktır. Bu durumda, 2006 yılında 6 aydan fazla çalışan ve 21/4/2007 tarihi itibariyla iş akdi devam etmekte olan ve yukarıda aktarılan kanun hükümleri gereği geçici işçi statüsünden sürekli işçi statüsüne geçirilmesi gerekirken davalı idare tarafından yerine getirilmesi gereken yükümlülükler yerine getirilmediğinden bu hakkı elde edemeyen davacının, iş akdinin askıya alınmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, [...]" Karar, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Bu karar üzerine başvurucu, Belediye bünyesinde geçici iş pozisyonunda çalışmaya devam etmiştir. Belediye, Denizli İdare Mahkemesinin mezkur kararından sonra başvurucunun 5620 sayılı Kanun kapsamında sürekli işçi kadrosuna geçirilmesi için İçişleri Bakanlığına yeniden bildirimde bulunmuştur. İçişleri Bakanlığı konuya ilişkin olarak Maliye Bakanlığından görüş istemiştir. Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü 27/2/2012 tarihli yazısı ile başvurucunun 2006 yılındaki çalışmalarının usulüne uygun olarak vizesi yapılmış geçici iş pozisyonlarında geçmediği gerekçesiyle 5620 sayılı Kanun kapsamında sürekli işçi kadrosuna geçirilmesinin uygun olmadığı yönünde görüş bildirmiştir. Başvurucu, söz konusu yazı sonrasında da 2014 yılı Mart ayına kadar Belediyede geçici iş pozisyonunda çalışmaya devam etmiştir. Belediyenin 12/1/2012 tarihli ve 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun gereğince 30/3/2014 tarihi itibarıyla kapanması sebebiyle başvurucu Çivril Belediyesine devredilmiştir. Çivril Belediyesi 29/6/2014 tarihinde başvurucunun iş akdini feshetmiştir. Başvurucu fesih işleminin iptali istemiyle dava açmamıştır. Başvurucu 31/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2577 sayılı Kanun'un "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,[...]" 2577 sayılı Kanun'un "Kararların sonuçları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez." 5620 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanun;(...)c) İl özel idareleri, belediyeler, bunların kurdukları veya üye oldukları mahallî idare birlikleri ile müessese ve işletmelerinde (Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş olan şirketler hariç) ve belediyelerin bağlı kuruluşlarında,2006 yılı içerisinde usûlüne uygun olarak vizesi yapılmış geçici iş pozisyonlarında toplam 6 ay veya daha fazla süreyle çalışmış olan geçici işçileri kapsar. 2005 veya 2006 yıllarında aynı şartlarda çalışıp da askerlik, doğum veya sağlık kurulu raporuyla belgelendirilen sağlık sorunları sebebiyle iş sözleşmeleri askıda kalanlar da bu fıkra kapsamında değerlendirilir." 5620 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen şartları taşımadıkları için sürekli işçi kadrolarına veya sözleşmeli personel statüsüne geçişi yapılamayan ve bu Kanunun 3 üncü maddesi kapsamına girmeyen geçici işçiler, ilgili idare, kurum ve kuruluşlarca bir malî yılda 6 aydan az olmak üzere ve bu Kanunun 3 üncü maddesinde belirtilen usûle göre vizesi yapılacak geçici iş pozisyonlarında çalıştırılmaya devam olunabilir."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40). Ancak AİHM içtihatlarında, icra edilmediğinden şikâyet edilen ve bu nedenle ihlale konu olan yargı kararlarının kesinliğine ve nihailiğine vurgu yapıldığı görülmektedir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34; Büker/Türkiye, B. No: 29921/96, 24/10/2000, §§ 28-34; Ahmet Kılıç/Türkiye, B. No: 38473/02, 25/7/2006, § 27). AİHM, üst mercilerin incelemesine tabi olabilecek ya da üst mahkemece bozulabilecek kararların Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının güvencesi altına alınmadığını açıkça belirtmektedir. Temyiz merciinin ilk derece mahkemesi kararının uygulanmasını erteleme veya askıya alma gibi bir etkisinin olup olmadığına bakılmaksızın madde, sadece nihai ve bağlayıcı mahkeme kararlarının uygulanmasını korur. Özellikle de temyiz merciinin, başvuranların taleplerini dayandırdığı kararı bozduğunu gözönünde bulundurarak iç hukuk tarafından uygulanması zorunlu olsa bile idarenin bu karara uymamasını maddenin gerekliliklerine aykırı görmemektedir (Ouzounis ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 49144/99, 15/4/2002,§ 21). AİHM'e göre herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icrası, maddenin amaçları bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino / İtalya (No. 1) [BD], B.No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/ maddenin hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov / Rusya, § 37). AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması, idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby / Yunanistan, § 41; Kyrtatos / Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12925 | Başvuru, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; kadro tahsisi yapılmaması nedeniyle kamu hizmetine girme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumunda tedavinin geciktirilmesi ve sakat kalınmasına sebebiyet verilmesi ile bu olaya ilişkin olarak açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15/11/2006 tarihinde geçirdiği bir trafik kazası sonucu kolunda oluşan kırığın tedavisi için 17/11/2006 tarihinde Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Baltalimanı Hastanesi) ameliyat edilmiş; sağlığına kavuşarak 13/12/2006 tarihinde taburcu olmuştur. Hakkında yürütülen bir ceza soruşturması nedeniyle Kadıköy Sulh Ceza Mahkemesi 2/3/2007 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir. Başvurucu, tutuklu olduğu dönemde 23/6/2009 tarihine kadar muhtelif sağlık kuruluşlarında, ortopedik ve diğer sağlık sorunları nedeniyle yirmi üç kez kontrolden geçirilmiştir. Başvurucunun iddiasına göre 13/7/2007 tarihinde Baltalimanı Hastanesi Ortopedi Polikliniğinde yapılan muayenesi sonucunda daha önce ameliyatla koluna takılan platin vidaların gevşediği tespit edilmiş ve kendisine ameliyat önerilmiştir. Ancak hastanede mahkûm koğuşu olmadığından başvurucu, içinde mahkûm koğuşu bulunan başka bir hastaneye sevk edilmiştir. Başvurucu 13/7/2007 tarihinde kolu için ameliyat önerilmesine rağmen muhtelif gerekçelerle 23/6/2009 tarihine kadar bu ameliyatın gerçekleştirilemediğini, iki tarih arasındaki 27 ay 21 gün boyunca sağ kolunu kullanamadığını, acı çektiğini, nihayetinde yapılan ameliyata rağmen kolunun kısa kaldığını, bilek ve dirsek fonksiyonlarının tümüyle geri gelmediğini ileri sürmektedir. Başvurucu, bu iddialarla Sağlık Bakanlığına ve Bakanlığa ayrı ayrı başvurarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Sağlık Bakanlığı aşağıdaki hususları belirterek başvurucunun tazminat talebini reddetmiştir: i. 15/11/2006 tarihinde sağ ön kol kırığı ve ramus pubis kırığı tanısıyla Baltalimanı Hastanesine yatırılan başvurucuya 17/11/2006 tarihinde sağ ön kol parçalı, çift kırığı için açık redüksiyon ve plak vida ile tespit ameliyatı yapılmıştır. ii. Gelişen yatak bası yarasının tedavisi için 24/11/2006 tarihinde sağ uyluk üzerinde gerçekleştirilen işlemin ardından başvurucu poliklinik kontrolüne gelmek üzere 13/12/2006 tarihinde salah ile taburcu edilmiştir. iii. Yedi ay sonra 13/7/2007 tarihinde, bu defa tutuklu olarak başvurduğu hastanede yapılan poliklinik kontrolünde radiustaki proksimal fragmanı tespit edilen vidaların gevşediği görülmüş ve başvurucuya ikinci bir ameliyat önerilmiştir. iv. Hastanede mahkûm koğuşunun bulunmaması nedeniyle koluna atel yapılan başvurucu,mahkûm koğuşu bulunan başka bir sağlık kuruluşuna sevk edilmiştir. v. 7/4/2009 tarihinde, önerilen ameliyat yapılmadan aynı sağlık sorunları ile Baltalimanı Hastanesi Kontrol Polikliniğine gelen başvurucu, mahkûm koğuşu bulunan başka bir hastaneye sevk edilmiştir. vi. Tedavinin izlediği seyre göre Sağlık Bakanlığına atfedilebilir, tazmini gerekli bir hizmet kusuru bulunmamaktadır. Bakanlık da 26/3/2010 tarihli yazısı ile muayene ve tedavi kayıtlarının incelenmesi sonucunda idarelerine atfedilebilir, hizmet kusuru olarak değerlendirilebilecek bir durumun bulunmadığı, muayene ve tedavilerinin yapılması için idarelerince gerekli işlemlerin zamanında yapıldığı gerekçeleriyle başvurucunun tazminat talebini reddetmiştir. Başvurucu, 24/5/2010 tarihinde her iki Bakanlığa karşı İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 000 TL maddi, 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL'lik tazminat davası açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi 27/4/2011 tarihli ara kararıyla; i. Kendisine uygulanan ikinci ameliyat sonrası özürlü hâle geldiğini ve özürlülük oranını gösteren bir raporun bulunup bulunmadığının davacıdan sorulmasına, ii. Dava dosyasına ekli 13/7/2007 tarihli ve 441574 protokol sayılı evraka göre başvurucunun operasyon önerisiyle, mahkûm koğuşu bulunan Haydarpaşa Numune Hastanesine (HNH) yönlendirildiği anlaşıldığından başvurucunun nezaretinde olduğu yetkililerce önerilen tedavi için mahkûm koğuşu olan bir hastaneye götürülüp götürülmediğinin davalı Bakanlıktan sorulmasına ve bahsi geçen dönemdeki sevk zincirini gösteren tüm evrakın istenmesine, iii. 13/7/2007 tarihli ve 441574 protokol sayılı evrak uyarınca başvurucunun operasyon önerisiyle mahkûm koğuşu olan bir hastaneye sevkine ilişkin doktor raporunun ilgili ceza infaz kurumu personeline iletilip iletilmediğinin davalı Sağlık Bakanlığından sorulmasına ve buna ilişkin tüm evrakın istenmesine, anılan evraka rağmen davacı mahkûm koğuşu olan bir hastaneye sevk edilmemiş ise bunun sebebinin ne olduğunun bildirilmesinin istenmesine iv. Adli tıp incelemesine esas oluşturmak üzere başvurucunun sağlık kuruluşlarındaki tüm belgelerinin gönderilmesinin de Sağlık Bakanlığından istenmesine karar vermiştir. Ara kararına cevap olarak başvurucu 14/6/2011 tarihli dilekçesiyle, ikinci ameliyat sonrasında özürlülük durumunu gösterir bir raporun bulunmadığını bildirmiş;Bakanlık ile Sağlık Bakanlığı da bağlı birimlerinden temin ettikleri evrakı 20/6/2011 tarihli yazıları ekinde Mahkemeye göndermiştir. Mahkeme 16/2/2012 tarihinde, verilen sağlık hizmetinde hizmet kusuru bulunup bulunmadığının ve davacının kolunda fonksiyon kaybı olup olmadığının tespiti için dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 29/8/2012 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir: "... IV- Tıbbi belgelerinde; ) Baltalimanı Metin Sabancı Kemik Hastalıklar Eğ.ve AR. Hastane'sine 11ç2006 tarihinde travma nedeniyle başvurduğu, sağ önkol çift kırık ,ramus pubis kırığı teşhisi ile yatırıldığı, tetkiklerinin yapıldığı,2006 tarihinde dahiliye konsultasyonun yapıldığı ve 2006 tarihinde sağ önkol çift kırığına aöık reduksiyon plak vida tesbiti yapıldığı, sağ uyluk posteriorundaki yara nedeniyle 2006 tarihinde anestezi konsultasyonunun yapıldığı ve yaranın debride edildiği, 2006 tarihinde salah ile polikinik kontrolerine gelmek üzeretaburcu edildiği, ) Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğ. Ve Ar. Hastane'sine 2009 tarihinde sağ önkoldaki kırıklarda oluşan kaynama yetrsizliğiteşhisi ile yatırıldığı, ameliyat edildiği ve 2009 tarihinde taburcu edildiği, 2010 tarihindeki kontrolunda kırığının kaynadığı, sağ dirsek hareketleri 0-100 derece Ekstansiyon-fleksiyon olduğu,sağ el bilek 0-30 derece, fleksiyon 0-70 derece olduğu,rotasyon hareketlerinin kısmen kısıtlı olduğu, fonksiyonel olarakönkol kırığın kabul edilebilir düzeyde olduğunun tesbit edildiği, 2009 tarihinde Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğ. Ve Ar. Hastane'si tarafında verilen raporda: Adalet Bakanlığı Maltepe 1 No.lu L Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu hasta Erkan ORAKÇI sağ önkol ulna kırığı malunion radius psodeo artrozu tanısı ile tetkikleri önceden yapılan hasta 2009 günü yatırılmış aynı gün ameliyatı yapılmış, ertesi gün genel durumunun iyi olması üzerine 2009 günü kontrollerine ayaktan devam edilmek üzere taburcu edilmiştir. opere önkol kırığı için yatması gerekmiyor. 1,5 (birbuçuk) ayda bir yeterli kaynama görülünceye kadar kontrole gelmese gereklidir. Kalça bölgesinde kaynamış kırığı nedeni ile herhangi bir tedavi gereksinimi yoktur.Durumunu bildirir rapordur. Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğ. Ve Ar. Hastane'sinin sağlık kurulunun 2009 tarihli raporunda; Antisosyal kişilik bozukluğu* ortopedik hastalığıma sağu reaksiyon ve uyum bozukluğu -suicid riski görülmemiştir. medikal tedaviye gerek görülmemiştir, sağuk kurul kararı oy birliği ile verildi, bu rapor maltepe 1 nolu ltipi kapalı ceza infaz kurumu mûdûrlüğü’nün 2009 tarih ve 2009/6404 sayılı yazısına istinaden düzenlenmiştir. MUAYENE EDİLDİĞİ TARİHLER: 2007 genel muayene,2007 ortopedi polikliniğine sevk edildiği,....2007psikolojik mueyene edildiği, 2007depresyon mueynesi yapıldığı, 2007 genel muayene edildiği, ..2007 ÜDH ortopedi polikliniğine sevk edildiği, 2007Baltalimanı Kemik Hastalıkları Hastanesine sevk edildiği, 2007 mueyene edildiği, 2007 muayene edildiği, 2007sağ kol ameliyatlı HNH sevk edildiği, 2007ortopedi polikliniğine sevk edildiği, 2007 muayene edildiği, 2007 HNH ortopedi polikliniğine sevk edildiği, 2007 muayene edildiği, 2007 Tarih okunamadı HNH ortopedi polikliniğine sevk edildiği, 2007 HNH ortopedi polikliniğine sevk edildiği, ........ Tarih okunamadıBaltalimanı K.H.H. Sevk edildiği, 2008 muayene edildiği, 2008muayene edildiği, 2008 KBB muayene yapıldığı, 2008 genel muayene yapıldığı, 2008 diş için sevk yapıldığı,2008 genel muayene yapıldığı, V- Adli Tıp Kurumumuzda 2012 tarihinde yapılan muayenesinde; (...) Adli Tıp Kurumu Kanununun ilgili maddesi uyarınca İhtisas Kurulu Üyesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof.Dr.İbrahim TUNCAY'ın Kurulumuza davet edilmesine karar verilmiş olup kendisinin de katılımıyla Kurulumuzun29/08/2012 günlü toplantımızda adli ve tıbbi belgelerin değerlendirilmesi sonucunda; SONUÇ: Muharrem oğlu 1986 doğumlu Erkan Orakçı hakkındaki evrak tetkik edildi. ) Baltalimanı Metin Sabancı Kemik Hastalıklar Eğ.ve AR. Hastane'sine 11ç2006 tarihinde travma nedeniyle başvurduğu, sağ önkol çift kırık ,ramus pubis kırığı teşhisi ile yatırıldığı, tetkiklerinin yapıldığı,2006 tarihinde dahiliye konsultasyonun yapıldığı ve 2006 tarihinde sağ önkol çift kırığına aöık reduksiyon plak vida tesbiti yapıldığı, sağ uyluk posteriorundaki yara nedeniyle 2006 tarihinde anestezi konsultasyonunun yapıldığı ve yaranın debride edildiği, 2006 tarihinde salah ile polikinik kontrolerine gelmek üzeretaburcu edildiği, ) Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğ. Ve Ar. Hastane'sine 2009 tarihinde sağ ön koldaki kırıklarda oluşan kaynama yetrsizliğiteşhisi ile yatırıldığı, ameliyat edildiği ve 2009 tarihinde taburcu edildiği, 2010 tarihindeki kontrolunda kırığının kaynadığı, sağ dirsek hareketleri 0-100 derece Ekstansiyon-fleksiyon olduğu,sağ el bilek 0-30 derece, fleksiyon 0-70 derece olduğu,rotasyon hareketlerinin kısmen kısıtlı olduğu, fonksiyonel olarakönkol kırığın kabul edilebilir düzeyde olduğunun tesbit edildiği, Adli Tıp Kurumumuzda 2012 tarihinde yapılan muayenesinde sağ dirsek ve önkolda fonksiyon kusurunun bulunmadığı,radiusta 12 derece ve ulnada 10 derecelik açılı kaynamanın 2cm kısalıkla sonuçlandığı, üst ekstremitede 30 derecelik açılı kaynamanın hasta beden fonksiyonlarına negatif etkisinin bulunmadığı gibi ikincil bir ameliyatla açılı kaynamanın düzeltilmesine de gerek olmadığı, yapılan ilk ameliyatta görülen önkol kırıklarındaki kaynama gecikmesi sonu gelişen psödoartrozun, kırığın bir komplikasyonu olduğu, bu komplikasyonun hasta ve hasta dışında bir çok faktörlere bağlı olduğu göz önüne alındığında ve gelişen komplikasyonun da ikinci bir ameliyatla düzeltildiği,fonksiyonel düzgün kaynama elde edildiği cihetlekişiye yapılan tedavilerde idarenin ihmal ve kusuru bulunmadığı oy birliği ile mütalaa olunur. " Anılan rapor 25/1/2013 tarihinde taraflara tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/2/2013 tarihli dilekçesiyle bilirkişi raporuna itiraz ederek, 2/3/2007 tarihinde tutuklanarak konulduğu Maltepe 1 No.luL TipiCeza İnfaz Kurumunda kalmakta iken kolundaki vidaların gevşemesi, kemiklerin yanlış kaynaması nedeniyle Ceza İnfaz Kurumu idaresine başvurduğunu, 13/7/2007 tarihinde Baltalimanı Hastanesine sevkinin yapılarak muayene olabildiğini, ameliyat olması önerilmesine rağmen 23/6/2009 tarihine kadar ameliyat edilmediğini, bu süre zarfında ağrı duyduğunu, koluyla en basit hareketleri bile gerçekleştiremediğini, tedavisindeki ihmal ve gecikmeler nedeniyle kolunun 2 cm kısalarak kalıcı sakatlığına yol açıldığını ileri sürmüştür. İtirazları yerinde görmeyen Mahkeme 30/4/2013 tarihli kararı ile davanın esastan reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "... Dava dosyasının incelenmesinden; Davacının 2006 tarihinde sağ ön kol ve kalça travması sebebi ile Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne başvurduğu, ön hazırlıklar yapıldıktan sonra 2006 tarihinde ameliyata alındığı , ameliyattan sonra 2006 tarihinde kontrole gelmek üzere taburcu edildiği, taburcu olduktan sonra hırsızlık suçu nedeniyle Kadıköy Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2007/110 sayılı tevkif müzekkeresiyle 2007 tarihinde tutuklandığı, 2007 tarihinde tutuklu olarak poliklinik kontrolüne geldiği, yapılan tetkik üzerine ameliyat önerildiği ve mahkum koğuşu bulunan başka bir hastaneye sevk edildiği ve 2009 tarihinde ameliyat yapıldığı, bakılmakta olan davanın ise hastanede mahkum koğuşlarının olmaması nedeniyle gerekli tedavilerinin yapılmadığından kolunun fonksyonlarının azalmasına ve kısa kalmasına sebebiyet verildiği ileri sürülerek,000 TL maddi ve 000 TL manevi olmak üzere toplam 000 TL tazminatın ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı görülmektedir. Olayda, davalı idareye bağlı hastanece sunulan sağlık hizmetinde hizmet kusuru bulunup bulunmadığının ve davacının kolunda fonksyon kaybı bulunup bulunmadığının tespiti için Mahkememi'zce dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş, dosyanın Adli Tıp Kurumu'na iletilmesi neticesinde İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen raporun sonuç bölümünde; " Adli Tıp Kurumunda 2012 tarihinde yapılan muayenesinde sağ dirsek ve ön kolda fonksiyon kusurunun bulunmadığı, radiusta 12 derecelik ve ulnada 10 derecelik açılı kaynamanın 2 cm kısalıkla sonuçlandığı, üst eksremitede 30 derecelik açılı kaynamanın hasta beden fonksyonlarına negatif etkisinin bulunmadığı gibi ikincil bir ameliyatla açılı kaynamanın düzeltilmesine de gerek olmadığı, yapılan ilk ameliyatta açılı görülen ön kol kırıklarındaki kaynama gecikmesi sonu gelişen psödoartozun, kırığın bir koplikasyonu olduğu, bu komplikasyonun hasta ve hasta dışında bir çok faktörlere bağlı olduğu göz önüne alındığında ve gelişen koplikasyonun da ikinci bir ameliyatla düzeltildiği, fonkisyonel düzgün kaynama elde edildiği cihetle kişiye yapılan tedavilerde idarenin ihmal ve kusuru bulunmadığı" mütalaasına yer verildiği görülmektedir. Taraflara tebliğ edilen rapora davacı tarafça yapılan itiraz yerinde görülmemiş olup rapor Mahkememizce hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur. Bu durumda,Adli Tıp kurumu İhtisas Kurulunun resmi bilirkişi sıfatıyla verdiği rapor dikkate alındığında, davacının kolunun kırılmasından sonra uygulanan teşhis ve tedavilerde davalı idarelere atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı gibi davacının sağ dirsek ile ön kolunda fonksiyon kusurunun bulunmadığı ve kolunda düzgün kaynama elde edildiği anlaşıldığından, davalı idarelerin sorumluluğu cihetine gitme olanağı bulunmadığı anlaşılmakla,tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır." Başvurucunun temyiz talebi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/5/2014 tarihli kararı ile reddolunmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairece 11/2/2015 tarihinde reddolunmuş ve karar kesinleşmiştir. Başvurucu 22/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.” 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün muayene ve tedavisi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır. (2) Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile üniversitelerin sağlık kuruluşları, hükümlülerin tedavileri bakımından gerekli yardımları yapmakla görevlidirler. ..." B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen, toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarda hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını, en zor şartlarda dahi yetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57). AİHM, hukuka uygun olarak özgürlüğü kısıtlanan herkesin insan onuruna uygun tutukluluk koşullarına sahip olma hakkı bulunduğunu, alınan tedbirlerin uygulanma koşullarının kişiyi sıkıntıya ya da tutukluluğa bağlı kaçınılmaz üzüntü seviyesini aşacak yoğunlukta bir ümitsizliğe sokmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 94). AİHM, böbrek taşı nedeniyle ameliyat önerilen bir hükümlünün dört yıldan uzun bir sürenin sonunda ameliyatının gerçekleştirilmesi nedeniyle kötü muamele iddialarını incelediği bir kararında, ağır bir suçtan hükümlü olan kişilerin ameliyatının gerçekleştirilmesinin bazı güvenlik tedbirlerinin alınmasını gerektirebileceğini, bu nedenle bir süre gecikme yaşanmasının normal olduğunun kabul edilebileceğini, ancak somut olayda ceza infaz kurumu yönetiminin mağdurun ameliyat edilmesi için gerekli somut adımları zamanında atmadığını tespit ederek gecikme dolayısıyla başvurucunun yaşadığı sıkıntının kötü muamele yasağı yönünden öngörülen kritik eşiği aştığına ve Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Pilčić/Hırvatistan, B. No: 33138/06, 17/1/2008, §§ 41, 42). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7162 | Başvuru, ceza infaz kurumunda tedavinin geciktirilmesi ve sakat kalınmasına sebebiyet verilmesi ile bu olaya ilişkin olarak açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 26/4/2007 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2007/198 sayılı dosyasına kaydedilen davada Mahkemece 15/9/2009 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/5/2010 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinin kurulmasının ardından yargılamaya Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2010/804 sayılı dosyasında devam edilmiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada başvurucu Faraç Öğredik'in vefat etmesi üzerine Mahkemece 20/12/2012 tarihli duruşmada, başvurucu vekili Avukat Seyhan Bingül Şimşek'e mirasçıların vekâletnamelerini ve veraset ilamlarını sunmak üzere süre verildiği belirlenmiştir. Mahkemece veraset ilamında yer alan mirasçıların davaya dâhil edilerek adlarına davetiye çıkarıldığı, Avukat Seyhan Bingül Şimşek'in dâhilî davacılara ait vekâletnameleri ibraz ederek yargılamaya katılmaya devam ettiği anlaşılmıştır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/20407 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakalama ve gözaltı işlemleri uygulandığı sırada darbedilme ve bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 5/10/1978 doğumlu olup Van'ın Muradiye ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucu 11/10/2014 tarihinde Muradiye'de çalıştığı işyerinde bir terör soruşturması kapsamında yakalanarak gözaltına alınmıştır. Başvurucu, soruşturma kapsamında 11/10/2014 tarihinde Muradiye İlçe Emniyet Müdürlüğünde müdafiinin hazır bulunmasıyla alınan savunmasında, gözaltına alındığı sırada kötü muamele görmediğini ve bu konuda şikâyeti bulunmadığını beyan etmiştir. Başvurucu 12/10/2014 tarihinde Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığında (Cumhuriyet Başsavcılığı) müdafiinin hazır bulunmasıyla ifade vermiş ve aynı tarihte Muradiye Sulh Ceza Hâkimliğince yapılan sorgusunun ardından Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/742 sayılı soruşturması kapsamında tutuklanmıştır. Başvurucu veya avukatı bu ifade ve sorgu işlemleri sırasında, yakalama ve gözaltı işlemlerini gerçekleştiren kolluk görevlilerinin başvurucuya kötü muamelede bulunduklarına dair bir iddia dile getirmemiştir. Başvurucu hakkında Muradiye Devlet Hastanesi tarafından 11/10/2014 tarihinde düzenlenen iki adet doktor raporu bulunmaktadır. Başvurucunun yaralandığına dair herhangi bir bulgunun bulunmadığı bu raporlarda aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir:"Bugün saat 30 civarında polis tarafından göz altına alınan hastanın şikayeti bulunmamaktadır""Polis tarafından gözaltına alınan hastanın herhangi bir şikayeti bulunmaması nedeniyle herhangi bir tıbbi müdahaleye gerek görülmemiştir." Başvurucunun tutuklu olarak ceza infaz kurumunda bulunduğu 20/10/2014 tarihinde başvurucunun avukatı Van Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe vererek müvekkilinin yakalama ve gözaltı işlemleri sırasında kolluk görevlileri tarafından darbedildiğini iddia etmiş ve hastaneye sevk edilerek vücudundaki yaralanmaların tıbbi rapor ile tespit edilmesini talep etmiştir. Başvurucu bu talep üzerine 21/10/2014 tarihinde Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Bu Hastane tarafından düzenlenen aynı tarihli raporda başvurucunun sağ dizinde 2-3 cm'lik erozyon ve her iki el bileğinde hassasiyet bulunduğu, bu yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 25/11/2014 tarihinde vekili aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçeyle başvurarak 11/10/2014 tarihinde maruz kaldığını iddia ettiği kötü muamele eylemlerini gerçekleştiren ve usulüne uygun doktor raporu düzenlemeyen kamu görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde özetle işyerinde yakalandığı sırada elleri arkadan kelepçelenerek yere yatırıldığını, tekme tokat dövülerek ve hakaret edilerek gözaltına alındığını, Hükûmet Konağı ve Adliye binasında beş saat boyunca elleri arkadan kelepçeli şekilde bekletildiğini, gözaltında bulunduğu sırada yiyecek ve içecek verilmediğini, sigara içmesine izin verilmediğini, vücudunda yaralanma emareleri olmasına rağmen muayene için götürüldüğü doktorun bunlar hakkında rapor düzenlemediğini ve muayeneyi polisleri dışarı çıkarmadan yaptığını, raporu kapalı zarfa koymadan polislere verdiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca işyerindeki olaylara işyeri sahibinin oğlu B.nin tanık olduğunu beyan etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı belirtilen şikâyet dilekçesi üzerine 25/11/2014 tarihinde 2014/903 sayılı dosya üzerinden bir soruşturma başlatmıştır. Başvurucunun bu dosya kapsamında 17/2/2015 tarihinde alınan ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:"... ... olay tarihi olan 2014 tarihinde benkendi işyerimde bulunmaktaydım, bu esnada yaklaşık 10 müşterim bulunmaktaydı, sivil, özel harekatpolislerihiç bir şey sormadan beni aldılar, aldıkları esnada bana hitaben sinkaflı küfürler ettiler. Daha sonra benim ellerimi arkadan bağlayıp araca bindirdiler. Araçta benim ile birlikte [F.Ç.] ve [A.G] bulunmaktaydı. Araç içerisinde yine bizi darp edip hakaretlerde bulundular. Daha sonra bizi Muradiye Jandarma Karakol Komutanlığına götürdüler. Burada yaklaşık 4 saat kaldık. Bu süre içerisinde bize herhangi bir su ve yemek vermediler. Daha sonra bizi Adliyeye sevk ettiler. Burada ifademiz alındıktan sonra Bizi Van F Tipi Kapalı Ceza İnfaz kurumuna getirdiler....Yakalandığım anda sivil polis memurları, bana hitaben 'Ananızı sinkaf ederiz' . gibi hakaretlerde bulunuyorlardı. ... Beni iş yerinden aldıklarından itibaren, ayaklarıma ve başıma yumruk, vücudumun bütün yerlerinevurarak darp eylemlerine maruz kaldım.... Beni yakalayan polislerin açık kimliğini bilmiyorum ancak Muradiye İlçe Emniyet Müdürlüğünde görev yapan sivil polislerdir,kendilerini görsem teşhis edebilirim. beniyakalayan polis memurlarından birisini tanıyorum, Uzun saçlı, gözlüklü, beyaz tenli, sakallı, kendisini görsem net olarak teşhis edebilirim. ... Yakalandığımda iş yerimde bulunan müşteriler vardı ancak açık kimlik ve adres bilgilerini bilmiyorum, ... Beni darp eden polis memurlarını teşhis edebilirim, ayrıca beni darp eden vehakarette bulunan polis memurlarıve Adli rapor düzenleyen doktorlar hakkında şikayetçiyim..." 2014/903 sayılı soruşturma kapsamında başvurucunun polis aracında kendisi ile birlikte bulunduklarını beyan ettiği A.G. ve F.Ç. adlı kişilerin beyanları alınmıştır. Bu kişiler, polislerin başvurucuya veya kendilerine karşı kötü muamelede bulunmadıklarını, hatta bir polis memurunun diğer memurlara "gözaltına alınan şahıslara yönelik kesinlikle herhangi bir darp veya kötü muamele yapılmayacak" şeklinde uyarılarda bulunduğunu beyan etmişlerdir. Başvurucunun çalıştığı işyerinde yakalandığı sırada maruz kaldığı muameleye tanık olduğunu ifade ettiği B.nin de soruşturma kapsamında beyanı alınmıştır. B. özetle polislerin işyerine gelerek müşterilerin kimliklerini kontrol ettiklerini, bu sırada kendisinin alt katta olduğunu, üst kattan -hatırlayabildiği kadarıyla- "uzat ellerini, yürü" şeklinde sesler geldiğini ve iki veya üç polis memurunun başvurucuyu ellerine kelepçe takılmış bir vaziyette götürdüklerini, bu olaylar sırasında herhangi bir hakaret veya darp olayına şahit olmadığını beyan etmiştir. Soruşturma kapsamında başvurucu hakkında yakalama işlemi uygulayan altı polis memurunun ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler ortak olarak ve özetle hakkında soruşturma yürütülen başvurucunun çalıştığı işyeri adresinin tespit edildiğini ve yeteri kadar kuvvetle bu yere gidildiğini, ilk etapta başvurucuyu orada bulamadıklarını ancak başvurucunun işyerinin tuvaletinde saklandığını tespit ettiklerini ve tuvaletin kapısını çaldıklarını, dışarı çıktığında konu hakkında bilgi verdikten sonra kelepçe takarak başvurucuyu gözaltına aldıklarını ifade etmişlerdir. Polis memurları ayrıca başvurucuyu araçla işyerinden Muradiye Devlet Hastanesine, burada doktor raporu düzenlendikten sonra Emniyet Müdürlüğüne getirdiklerini, bu süre içinde başvurucuya karşı herhangi bir kötü muamelenin söz konusu olmadığını beyan etmişlerdir. Soruşturma kapsamında ayrıca başvurucunun yakalanmasına ve gözaltına alınmasına ilişkin güvenlik kamerası görüntüsü bulunup bulunmadığı araştırılmıştır. Başvurucunun gözaltına alındıktan sonra getirildiği Muradiye Hükûmet Konağındaki güvenlik kameraları ve Muradiye'deki MOBESE kameralarının olay tarihinde çalışmadığı tespit edilmiştir. Buna karşılık Muradiye Devlet Hastanesinde başvurucunun muayenesinin yapıldığı koridoru gören güvenlik kamerası kayıtlarından başvurucunun muayeneye giriş ve çıkışına ait görüntüler tespit edilerek soruşturma dosyasına alınmıştır. Bu kayıtlarda kolluk görevlileri nezaretinde Hastaneye getirilen şahısların sırayla muayene odasına girdikleri görülmektedir. Başvurucunun şikâyetine konu olaylarla ilgili olarak yürütülen 2017/903 sayılı soruşturma kapsamında şikâyet edilen kamu görevlileri hakkında 10/8/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Müştekinin ifadesinde olaya tanık olduğunu söylediği [B.nin] alınan ifadesinde; müştekinin polis ekipleri tarafından görüldüğü süre zarfında herhangi bir hakaret ya da darp olayına şahit olmadığını beyan ettiği, ayrıca müştekininaynı araçta hakaret ve darp eylemine maruz kaldıklarını söylediği [F.Ç.] ve [A.G.nin] alınanifadelerinde; polis aracıyla götürüldükleri ve yakalandıkları süre içerisinde kendilerinin ve yanında bulunanların polis ekipleri tarafından herhangi bir darp ya da kötü muameleye, hakarete maruz kalmadıklarını beyan ettikleri,Kimlik bilgileri tespit edilemeyen polis memuru hakkındaki kasten yaralama suçu ile Emniyet ve Jandarma personeli tarafından gerçekleştirildiği iddia olunan işkence yapma suçu yönünden; müştekinin salt iddiası haricinde şüpheli hakkında üzerine atılı bulunan suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerektirecek nitelite ve yeterlilikte somut bir delilin elde edilemediği;Kimlik bilgileri tespit edilemeyen polis memuru hakkındaki hakaret suçu yönünden; müştekinin salt iddiası haricinde şüpheli hakkında üzerine atılı bulunan suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte somut bir delilin elde edilemediği,Doktorlar ve sağlık personelinin üzerine atılı resmi evrakta fikri sahtecilik eylemine yönelik olarak ise; müştekinin alınan doktor raporunda 'hastanın herhangi bir şikayetinin bulunmaması nedeniyle herhangi bir tıbbi müdahaleye gerek görülmediğinin' belirtildiği,müştekinin doktorlara yaralanma iddiasını bildirmediğinin anlaşıldığı gözetildiğinde bahsi geçen görevlilerin üzerlerine atılı bulunan suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanındevamını gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte somut bir delilin elde edilemediği anlaşılmakla;Olay hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA,..." Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiş, itiraz Erciş Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/10/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 20/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi"kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." 5271 sayılı Kanun’un "Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakli" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir. " 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur...." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/19710 | Başvuru, yakalama ve gözaltı işlemleri uygulandığı sırada darbedilme ve bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvuruların başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Bölümler tarafından bir kısım başvurucu hakkında sınır dışı etme işlemlerinin geçici olarak (tedbiren) durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muhtelif ülkelerin vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesi kapsamında ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş, ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Bir kısım başvurucu, haklarında alınan sınır dışı etme kararlarının iptali için yetkili idare mahkemelerinde dava açmıştır. Sınır dışı etme işlemleri idare mahkemelerinin kesin nitelikteki kararlarıyla iptal edilmiştir. Bazı başvurucular hakkındaki sınır dışı işlemlerinin ise idare tarafından geri alındığı anlaşılmıştır. Bunun yanında belirtilenler dışındaki başvurucuların menşe veya farklı bir ülkeye gitmek amacıyla kendi istekleriyle Türkiye'den çıkış yaptıkları anlaşılmıştır. Diğer taraftan tüm başvurucular, itirazları üzerine geri gönderme merkezlerinden farklı tarihlerde yetkili sulh ceza hâkimliklerince veya idare tarafından resen salıverilmişlerdir. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017; B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/40091 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutulma koşulları nedenleriyle aile hayatına saygı hakkı ve kötü muamele yasağının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucu, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememiştir. Başvurucu, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmıştır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucu, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/21257 | Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.