text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanlığı bünyesinde endüstri mühendisi olarak görev yaptığı dönemdeki eylemleri ile ilgili olarak hakkında yapılan idari soruşturma ve adli kovuşturmada gizlilik ilkesine, masumiyet karinesine aykırı eylemler nedeniyle şeref ve itibarının rencide edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu tarafından, belirtilen eylemler nedeniyle 7/9/2004 tarihinde manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. Samsun İdare Mahkemesinin 25/11/2005 tarihli ve E.2005/209 K.2005/2055 sayılı kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 30/9/2009 tarihli ve E.2009/3826, K.2009/4925 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Davalı idarenin karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 19/10/2010 tarihli ve E.2010/1266, K.2010/6000 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede, Samsun İdare Mahkemesinin 26/7/2011 tarihli ve E.2010/1564, K.2011/950 sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne hükmedilmiştir. Davalı idarenin temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 25/12/2012 tarihli ve E.2011/8505, K.2012/9311 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yeniden incelemede, Samsun İdare Mahkemesinin 17/4/2013 tarihli ve E.2013/490, K.2013/355 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 14/2/2014 tarihli ve E.2013/8459, K.2014/1048 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu bu kararı 8/5/2014 tarihinde Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 12/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6471
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, haksız fiilden kaynaklanan tazminat davasında mal varlığı üzerinde uygulanan ihtiyati haciz nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/7/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde subay olarak görev yapmaktayken 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimi sonrasında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu başta olmak üzere birçok suçtan tutuklu olarak yargılanan başvurucu, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 20/6/2019 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmış, diğer suçlardan delil yetersizliği nedeniyle hakkında beraat kararı verilmiştir. Dosyanın Yargıtay aşamasında olduğu ve başvurucunun 20/6/2019 tarihinde tahliye olduğu anlaşılmıştır (15 Temmuz darbe girişimine ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Millî Savunma Bakanlığı (MSB); 15 Temmuz darbe girişimine katıldığı iddia edilen başvurucunun da aralarında bulunduğu 230 kişi hakkında Genelkurmay Başkanlığı ve MSB karargâhlarında güvenlik ve emniyetin sağlanması sırasında oluşan hasarlardan doğan zararlardan haksız fiil hükümlerine göre sorumlu oldukları iddiasıyla tazminat davası açmış ve bu kişilerin mal varlığı üzerine ihtiyati haciz tedbiri konulması talebinde bulunmuştur.MSB dava dilekçesinde başvurucu ile birlikte diğer davalılar adına kayıtlı taşınmaz, kara, hava ve deniz taşıtları ile üçüncü kişiler, bankalar ve yardımlaşma kurum ve sandıklarında mevcut alacakları üzerine 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun ve devamı maddeleri gereğince dava konusu yapılan 425 TL miktarınca teminatsız kayden ihtiyati haciz konulmasını talep etmiştir. Dava dilekçesinde, başvurucunun 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişimi sırasında tuğgeneral rütbesiyle Genelkurmay Personel Başkanlığında görev yaptığı ifade edilmiştir.Darbeci özel kuvvet personelinin saat 22'de karargâha girerek diğer darbeci unsurlarla birlikte karargâhı ele geçirip üst düzey komutanları derdest ederek Akıncı Üssü'ne götürmelerine rağmen başvurucuya herhangi bir eylemde bulunmadıkları belirtilmiştir.Başvurucunun darbe girişimini önlemeye yönelik bir eylemde bulunmadığı, saat 28'den itibaren yetkisiz bir şekilde Silahlı Kuvvetler Komuta Hareket Merkezine girerek incelemeler yaptığı ifade edilmiştir. Darbe girişimi başarılı olduğu takdirde örgütün atama listesinde personel işlemleri daire başkanlığı görevinin devamına karar verildiği belirtilmiştir. Mahkeme 12/2/2019 tarihli ara kararı ile başvurucu ve diğer davalıların menkul ve gayrimenkulleri ile üçüncü kişilerdeki hak ve alacakları ile kara, deniz ya da hava ulaşım araçları ile yardımlaşma sandık ve kurumlarında olan alacakları üzerine dava değeri olan 425 TL ile sınırlı olarak ihtiyati haciz konulmasına karar vermiştir. Başvurucu, yargılama sırasında ihtiyati haciz kararına 12/3/2019 tarihli dilekçe ile itirazda bulunmuştur. İtiraz dilekçesinde başvurucu, örgüt ile irtibat ve iltisakının olmadığını, Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/109 sayılı dosyasında tutuklu yargılandığını, olay günü darbe eylemine iştirak etmediğini, oluşan zarar nedeniyle kusurunun bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu olaylar sırasında personel işlem daire başkanı olduğunu, atama işlemlerine bakmadığını belirterek bu davanın reddi ile mal varlığı üzerindeki ihtiyati hacizlerin kaldırılmasını talep etmiştir. Somut başvuruya konu tazminat davasında henüz karar verilmeden başvurucu hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/109 sayılı dosyasında beraat kararı verilmiştir. Başvurucu ceza davasında hakkında beraat kararı verilmesi nedeniyle bir kez daha ihtiyati haczin kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.Mahkeme ihtiyati haciz kararına yapılan itirazı 24/1/2020 tarihli duruşmada reddetmiştir. Mahkeme, haksız fiilden kaynaklanan tazminat davasında ihtiyati haciz için 2004 sayılı Kanun'un maddesindeki yasal şartların mevcut olduğu tespitinde bulunmuştur. Mahkeme kararında ayrıca, başvurucu hakkında darbe girişimi nedeniyle açılan davada verilen beraat kararının kesinleşmediğine ve hukuk hâkiminin beraat kararıyla bağlı olmadığına işaret ederek itirazın yerinde bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, karara karşı 19/2/2020 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde önceki dilekçelerini tekrarlayarak ihtiyati haczin kaldırılmasını talep etmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 20/4/2020 tarihli kararıyla istinaf talebi kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; ceza dosyası kapsamı nazara alındığında davacının maddi zararlarının olabileceğinin kuvvetle muhtemel olduğu, alacağın kesin olarak kanıtlanmasının gerekmediği, davacının alacağının rehinle de temin edilmediği, istinaf yoluna başvuran davalılara ait mal varlığına -istinaf talebine konu ara kararında belirtilen şekilde ve dava değeri ile sınırlı olarak- ihtiyati haciz konulmasında bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkında ceza yargılamasında verilen beraat kararına yapılan istinaf talebi Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 13/10/2020 tarihli veE.2020/1, K.2020/746 sayılı kararıyla esastan reddedilmiştir. Başvurucunun 12/11/2020 tarihli dilekçesi ilk ihtiyati haczin kaldırılmasını talep etmiş, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 26/11/2020 tarihinde ihtiyati haczi kaldırmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan inceleme neticesinde yargılamanın devam ettiği ve duruşmanın 7/7/2023 tarihine bırakıldığı anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 2004 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklariyle diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir...." 2004 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"İhtiyati hacze 50 nci maddeye göre yetkili mahkeme tarafından karar verilir. Alacaklı alacağı ve icabında haciz sebepleri hakkında mahkemeye kanaat getirecek deliller göstermeğe mecburdur.Mahkeme iki tarafı dinleyip dinlememekte serbesttir. (Ek fıkra:17/7/2003 – 4949/60 md.; Değişik: 2/3/2005-5311/16 md.) İhtiyatî haciz talebinin reddi halinde alacaklı istinaf yoluna başvurabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir." 2004 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"İhtiyati haciz istiyen alacaklı hacizde haksız çıktığı taktirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96 ncı maddesinde yazılı teminatı vermeğe mecburdur.Ancak alacak bir ilama müstenid ise teminat aranmaz.Alacak ilam mahiyetinde bir vesikaya müstenid ise mahkeme teminata lüzum olup olmadığını takdir eder.Tazminat davası ihtiyati haczi koyan mahkemede dahi görülür." 2004 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Borçlu kendisi dinlenmeden verilen ihtiyatî haczin dayandığı sebeplere, mahkemenin yetkisine ve teminata karşı; huzuriyle yapılan hacizlerde haczin tatbiki, aksi hâlde haciz tutanağının kendisine tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde mahkemeye müracaatla itiraz edebilir. (Ek ikinci fıkra: 17/7/2003-4949/63 md.) Menfaati ihlâl edilen üçüncü kişiler de ihtiyatî haczi öğrendiği tarihten itibaren yedi gün içinde ihtiyatî haczin dayandığı sebeplere veya teminata itiraz edebilir.Mahkeme, gösterilen sebeplere hasren tetkikat yaparak itirazı kabul veya reddeder.İtiraz eden, dilekçesine istinat ettiği bütün belgeleri bağlamaya mecburdur. Mahkeme, itiraz üzerine iki tarafı davet edip gelenleri dinledikten sonra, itirazı varit görürse kararını değiştirebilir veya kaldırabilir. Şu kadar ki, iki taraf da gelmezse evrak üzerinde inceleme yapılarak karar verilir. (Ek fıkra: 17/7/2003-4949/63 md.; Değişik:2/3/2005-5311/17 md.) İtiraz üzerine verilen karara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir. İstinaf yoluna başvuru, ihtiyatî haciz kararının icrasını durdurmaz."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, §§ 23-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/19857
Başvuru, haksız fiilden kaynaklanan tazminat davasında mal varlığı üzerinde uygulanan ihtiyati haciz nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, anonim şirketin mal varlığının satışına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın kanunun açık hükmüne aykırı şekilde reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1995 yılında kurulan Pazarcık İplik Dokuma Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin (şirket) ortaklarındandır. Şirketin 25/6/2002 tarihli olağan genel kurul toplantısında yönetim kurulu üyeliğine seçilen S.K. tarafından, şirkete ait arsa vasfındaki 277 ve 282 parseller ile iplik fabrikası ve idare binasının bulunduğu 280 parsel sayılı taşınmazların haciz ve ipoteklerden oluşan takyidatlarıyla birlikte 24/3/2004 tarihinde G. Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş.ye (davalı şirket) satılmıştır. Başvurucu, bir yönetim kurulu üyesi imzası ile ortakların tümünün muvafakati alınmadan şirketin tek mal varlığının satışının geçersiz olduğunu ileri sürerek, taşınmazların satış işleminin iptali istemiyle Pazarcık Asliye Hukuk (Ticaret) Mahkemesinde (Mahkeme) 6/4/2004 tarihinde dava açmıştır. Mahkemenin 31/5/2007 tarihli kararı ile "satışa konu her üç taşınmaz üzerindeki birden fazla haciz ve ipoteklerden oluşan takyidatlar dikkate alındığında, borca batık bulunan şirketin varlığını sürdürebilmesi için taşınmazların hayati öneme haiz bulunduğu, ortaklar kurulu kararı ile özel yetki verilmeden devredilemeyeceği, bu itibarla taşınmazların özel yetki olmaksızın satışının geçerli olmadığı" gerekçesiyle davalı şirket yönünden davanın kabulü ile taşınmazların satış işleminin iptaline ve tapu kayıtlarının şirket adına tesciline, diğer davalılar yönünden açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 5/2/2008 tarihli kararı ile bozulmuştur. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Dava, genel kuruldan karar alınmadan davalı anonim şirkete ait taşınmazın tümü ile davalı şirkete satıldığı iddiasıyla, taşınmaz satışının iptali istemine ilişkindir.Pazarcık İplik Dokuma San.ve Tic.A.Ş. anasözleşmesinin maddesine göre, şirketin yönetim ve dışarıya karşı temsili yönetim kuruluna aittir. Anonim ortaklığın temsil yetkisi ve temsilin kapsamı ise TTK.nun maddesinde belirlenmiş olup, kural olarak şirketi temsile yetkili yönetim kurulu üyelerinin şirkete ait mal varlığı üzerinde tasarrufta bulunabilme yetkisi bulunmaktadır. Ana sözleşme ve açıklanan yasa hükümlerine göre, kural olarak şirketi temsile yetkili yönetim kurulu üyelerinin şirkete ait bir malvarlığı üzerinde tasarrufta bulunabileceğinin kabulü gerekir. Ancak bu malvarlığının, şirketin sahip olduğu tek malvarlığı olduğunun veya şirketin varlığını sürdürebilmesi için hayati önemi haiz bulunduğunun belirlenmesi halinde bu kez, anılan devir yönündeki taahhüdün geçerli olabilmesi için genel kuruldan karar alınması gerekmektedir. Anonim şirketin sahip olduğu tek malvarlığı olan veya şirketin varlığını sürdürebilmesi için hayati önemi haiz bulunan taşınmazların satılmasında kural bu olmakla birlikte, her somut olayın ayrıca kendi koşullarında değerlendirilmesi, genel kuruldan karar alınmadan yapılan satım sözleşmesinin şirketin menfaati icabı olup olmadığının ve buna göre de satışın geçersiz olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.Davacı şirketin önceki yönetim kurulu üyeleri ile denetçisi olan davalılar S. K., Y. K., H. Ö. ve A. Ç. vekili, şirketin fabrikayı satmaması halinde fabrikanın değerinin düşmesi, borçların yükselmesi karşısında, toplam mal varlığının borçlarına yetmez hale geleceğinden, şirketin iflasını talep etmesinin TTK.'nun madde hükmü gereği olduğunu, makinelerin beklemeye bağlı teknik donanımının yıpranması ve kullanmadıkça değerinin hızla düşmesi karşısında satışın sorumlu ve basiretli bir yönetici için zorunlu olduğunu, dava konusu satışın şirketin zararına değil, aksine yararına olduğunu savunmuştur. Davalı G. Tekstil San. ve Tic.A.Ş. vekili de, Pazarcık A.Ş.'nin satış tarihinde borçlarını ödeyemeyecek durumda olduğunu, taşınmazın tapu kaydında haciz ve ipotekler olup, dava konusu satım sonrası müvekkilince ödenmesi gereken satış bedeli ile Pazarcık A.Ş.'nin borçlarının kapatıldığını, satım sözleşmesinin muvazaalı olmadığını belirterek, dava konusu satış bedelinin Pazarcık A.Ş. borçlarının ödenmesinde kullanıldığına dair belgeler sunmuştur. Ayrıca, davalı şirkete satılan taşınmazın tapu kaydı incelendiğinde, taşınmaz üzerinde ipotek ve hacizler bulunduğu da anlaşılmaktadır.Davalı şirket ile davalı gerçek kişilerin savunmaları, taşınmazı satın alan şirketin ödediği gerçek satış bedeli, taşınmaz üzerinde bulunan takyidatlar ile dava konusu satım bedelinin nerelere ödendiğine dair belgeler de dikkate alınarak, davacıların da ortağı olan dava dışı Pazarcık AŞ.ne ait taşınmazlar ve üzerinde bulunan fabrikanın davalı G. Tekstil San. ve Tic. A.Ş.'ne satılmasının Pazarcık AŞ.nin yararına olup olmadığının daha sonra şirketin tasfiyesine karar verilmesi olgusu da gözönünde bulundurularak değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, olayda uygulama yeri bulunmayan ve tasfiye halinde uygulanması gereken TTK.'nun 443/ maddesi gereğince genel kuruldan karar alınmadığı gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle davalı G.Tekstil San.ve Tic.A.Ş. yararına bozulması gerekmiştir..." Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 4/6/2008 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bozma üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkemenin 30/3/2011 tarihli kararıyla "taşınmazların satışını yapan S.K.nın şirketi temsil ve ilzama münferiden yetkili bulunduğu, Yargıtay bozma ilamı ve bilirkişi kurulunun raporu da dikkate alınarak yapılan satışların şirket zararına olmadığı" gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine karar Dairenin 17/10/2011 tarihli kararıyla bozulmuştur. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Davalılarında ortağı olduğu dava dışı Pazarcık İplik Dokuma San. ve Tic. A.Ş. yönetim kurulu üyeleri aleyhine, dava konusu olayı da içine alacak şekilde, şirkete ait taşınmazların düşük bedelle satılarak, şirketin ve ortakların zarar uğratıldığından bahisle hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçundan kamu davası açıldığı, işbu dava da şirkete ait taşınmaz ve üzerindeki müştemilatın değerinin 072,99 TL olduğu halde bu miktarın çok altında bir fiyatla davalı şirkete satıldığı gerekçesiyle, mahkumiyet kararı verildiği ve bu kararın Ceza Dairesi tarafından savunma hakkının kısıtlandığından hareketle bozulduğu anlaşılmaktadır. Anılan ceza davasında, dava konusu olayı da kapsayacak şekilde yapılan saptamaların, Borçlar Kanunu’nun maddesine göre hukuk hakimini bağlayacağı kuşkusuzdur. Bu itibarla mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda, anılan ceza davasının sonucubeklenerek neticesine göre bir karar vermek gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir..." Karar düzeltme talebi Dairenin 20/3/2012 tarihli ilamıyla reddedilmiştir. Bozma kararı sonrasında Mahkemenin 31/1/2013 tarihli kararı ile davalı şirket yönünden davanın reddine, diğer davalılar yönünden husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçundan açılan ve sonucu beklenilen kamu davasında sanıklar hakkında zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verildiği ve kararın da 14/11/2012 tarihinde kesinleştiğinden düşme kararının bu dava açısından bir bağlayıcılığının kalmadığı belirtilmiştir. Öte yandan ceza dosyası içerisinde yer alan 25/6/2007 tarihli bilirkişi raporunda, 2004 yılında 334,06 TL'ye satılan şirkete ait bina ve demirbaşların değerinin 072,99 TL olarak belirlendiği, bu durumda satışın şirketin genel kurulundan karar alınmadan ve piyasa araştırılması yapılmadan gerçekleştirilmek suretiyle şirket zarara uğratılarak yapıldığından söz edildiği vurgulanmıştır. Ancak görülen davada Mahkeme, Yargıtay bozma kararı doğrultusunda 13/11/2009 tarihinde yapılan keşif sonucunda düzenlenen asıl ve ek bilirkişi raporlarına göre yapılan satışın şirketin zararına olmadığının anlaşıldığını, her iki dosyadaki bilirkişi raporları karşılaştırılarak bozma kararı doğrultusunda alınan bilirkişi raporlarının daha kapsamlı olması nedeniyle bu raporlara itibar edildiğini bildirerek davanın reddedildiğini açıklamıştır. Başvurucunun temyizi üzerine karar Dairenin 8/10/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi Dairenin 18/4/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 12/6/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, 10/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler...." 6762 sayılı mülga Kanun'un "Aktifleri satma salahiyeti" kenar başlıklı maddesi şu şekildedir:"Umumi heyet aksine karar vermiş olmadıkça tasfiye memurları şirketin aktiflerini pazarlık suretiyle de satabilirler.(Değişik: 16/6/1989 - 3585/6 md.) Aktiflerin toptan satılabilmesi için umumi heyetin kararı gereklidir. Bu karar hakkında 388 inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkraları uygulanır." 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir:  "Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi şöyledir: "Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12200
Başvuru, anonim şirketin mal varlığının satışına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın kanunun açık hükmüne aykırı şekilde reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının, elkoyma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Başvurucu, en son Danıştay tetkik hâkimi olarak görev yapmıştır. Darbe teşebbüsü sonrası Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Cumhuriyet savcısının 16/7/2016 tarihli yazılı talimatıyla "Türkiye genelinde hükümeti devirmeye ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen Fetullah[çı] Terör Örgütlenmesi üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimali bulunduğu" gerekçesiyle başvurucunun gözaltına alınmasına, konutu, aracı ve işyerinde arama yapılmasına karar verilmiştir. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 18/7/2016 tarihinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre şüphelinin ve müdafiinin dosya içindeki belgeleri incelemelerinin ve belgelerden örnek almalarının kısıtlanmasına karar verilmesini Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik 19/7/2016 tarihinde dosya içeriğini incelenmesinin veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Ankara Emniyet Müdürlüğüne bağlı polislerce başvurucunun konutunda, aracında ve işyerinde 18/7/2016 tarihinde arama yapılmış ve suç delili olabileceği değerlendirilen bazı dijital materyaller ile başvurucuya ait iki silaha el konmuş; aynı gün başvurucu gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Savcılık, ifade alma işleminden önce başvurucuya isnat edilen suçu anlatmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını, bu örgüte para yardımında bulunmadığını, Asya Finans Grubuna bağlı yerlere para yatırmadığını, yargı imamları olduğu iddia edilen A., O.K. ve A.A.yı tanımadığını, hâkim olarak görev yaptığı süre boyunca eğitim ya da gezme amacıyla hiçbir yurt dışı gezisine katılmadığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca darbe teşebbüsü sırasında bir arkadaşı ile Ankara'nın Balgat Mahallesi'nde bir arkadaşı ile bir mekânda oturduklarını, darbeye ilişkin olarak kendisine herhangi bir kimse tarafından görev verilmesinin ya da teklif edilmesinin söz konusu olmadığını belirtmiştir. Son olarak başvurucu, hakkında yapılan soruşturmanın ilgili mevzuatta öngörülen usullere aykırı bir şekilde yürütüldüğünü savunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucuyu 21/7/2016 tarihinde tutuklanması istemiyle Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında "[başvurucunun da aralarında olduğu bir kısım] şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi" gerekçesine dayanılarak tutuklama talebinde bulunulmuştur. Başvurucunun sorgusu Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinde aynı gün yapılmıştır. Savcılığın talep yazısı ve kısıtlama kararı kapsamı dışında kalan belgeler, sorgu işlemi öncesinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçun anlatıldığı da belirtilmiştir. Sorgu işlemi sırasında başvurucunun avukatı da hazır bulunmuştur. Sorgu işlemi, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla kayda alınmıştır. Başvurucu, sorgu sırasındaki ifadesinde genel olarak herhangi bir örgütün üyesi olmadığı ve suçlamaları kesinlikle kabul etmediği yönünde beyanlarda bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 21/7/2016 tarihinde başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler ...Selim Öztürk, ...'inüzerlerine atılı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından haklarında alınan karar içerikleri, dosyada mevcut bilgi, belge ve araştırma tutanakları, arama ve el koyma tutanakları ile tüm dosya kapsamındaki somut delillere göre soruşturmanın henüz tamamlanmadığı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun temadi eder nitelikte suçlardan olduğu, şüpheliler hakkında delillerin henüz toplanamadığı, şüphelilerin kaçma ve delilleri karartma ihtimallerinin mevcut olduğu, açıklanan nedenlerle adli kontrol uygulamasının da yetersiz kalacağı, şüphelilerin üzerlerine atılı suçun CMK [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100/2-11 maddesi hükmündeki suçlardan olması da değerlendirilerek CMK’nun maddesi ile ilgili düzenlemeler ile AİHS [Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi] maddesindeki tutuklama şartları kapsamında isnat olunan suç ile orantılı olarak tedbir kapsamında şüphelilerin CMK.nun 101 maddeleri uyarınca ayrı ayrı tutuklanmalarına... [karar verildi.]" Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 15/8/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 8/11/2016 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucunun da aralarında bulunduğu çok sayıda şüphelinin tutukluluk durumunu incelemiş ve tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvurucu, anılan karara itiraz etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 23/12/2016 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, itirazın reddine dair kararı 23/12/2016 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 18/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 29/1/2018 tarihli iddianamesiyle başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair temel olarak başvurucunun ByLock programını kullanmış olması ve bir kısım beyanda adının örgüt üyesi olarak geçmesi hususlarına dayanıldığı görülmektedir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 5/2/2018 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve başvurucu hakkındaki yargılama, Mahkemenin E.2018/97 sayılı dosyası üzerinden ve başvurucu tutuklu hâldeyken sürdürülmüştür. Yapılan yargılama sonucunda Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 24/7/2018 tarihli kararıyla başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme hükümle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...sanığın 2002 yılında Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdiği, 2004 yılında Ankara idari yargı hakim adayı olarak çalışmaya başladığı, tanık R.'un beyanında geçtiği üzere sanığın idari yargı hakim adaylığı döneminde Ankara Hukuk Fakültesi mezunu örgüt üyelerinin kaldığı örgüt evinde ikamet ettiği, 2006 yılında stajını tamamlayarak Van İdare Mahkemesi üyesi olarak atandığı, tanık R.Ü. beyanlarında özetle, sanığın 2011 yılında Batman İlinde hakim T., c.savcı[sı] G. ile birlikte sohbet gurubu oluşturduğunu, dönemsel olarak düzenlenen bu toplantıları organize ve idare eden kişinin sanık Selim Öztürk olduğunu, toplantılarda Selim Öztürk'ün sohbet adı altındaki konuşmalarını dinlediklerini, her ay maaşının %luk bir kısmını himmet adı altında sanık Selim Öztürk'e verdiğini, sanığın daha sonra bu paraları Diyarbakır ilinde bulunan tanımadığı başka bir örgüt üyesine aktardığını söylediği, sohbet adı altında düzenlenen toplantılarda terör örgütü lideri Fetulah Gülen'e ait kitapların okunarak konuşmalarının bulunduğu lerin izlenildiği, bu şekilde örgütsel bağlılığın canlı tutulmaya çalışıldığı, Mahkememizce dinlenilen 'Defne' kod isimli gizli tanık beyanında özetle, sanığın 2011 yılında örgütsel saik ile Ankara ilinde düzenlenen toplantıya katıldığını, bu toplantıda görev yeri olan Batmanilinde bulunan ve terör örgütü FETÖ/PDY. ile irtibatlı hakim-savcılar ve aileleri ile ilgili konularda kendisine görev verildiğini söylediği, gizli tanığın bu anlatımların tanık R.Ü.'ın beyanları ile uyumlu bulunduğu, Ankara Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma neticesinde sanığın 73686 USER İD.numarası ile adına kayıtlı bulunan 0546 223 23 55 numaralı GSM hattı ile Bylock isimli programı kullandığının tespit edildiği,...-Netice olarak zaman içerisine yayılan süreçte sanığın gösterdiği ısrar, süreklilik, çeşitlilik ve eylemsel yoğunluk birlikte değerlendirildiğinde, Fetulahçı Terör Örgütü-FETÖ/PDY.nin hiyerarşik yapısı içerisine giren, Bylock isimli kriptolu haberleşme programını cep telefonuna yükleyerek değişik zamanlarda çok kere kullanan, hakim-savcı adayı olduğu dönemde kendisi gibi örgüt üyesi hakim-savcı adayları [ile] birlikte kalan, Batman ilinde görevli örgüt üyesi hakim-savcılar arasında oluşturulan gruba liderlik eden, onlara sohbet adı altında ders veren, bu şekilde örgütsel bağlılığı canlı tutmaya çalışan, grubunda bulunan hakim-savcılardan himmet adı altında para toplayan, daha sonra topladığı bu paraları örgütün finans kaynaklarına aktaran sanığın bizzat terör örgütü üyesi olarak kabul edilmesi gerektiği, sanık ile örgüt arasındaki organik bağın bu şekilde kurulduğu, ...-Sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olmak suçunun yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere sübut bulduğu anlaşılmakla..." Hükme karşı istinaf yoluna başvurulmuş olup bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla davanın istinaf incelemesi devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel (B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39) kararı.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/4834
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yetkisi olmayan soruşturma mercileri tarafından verilen kararlar uyarınca konutta ve işyerinde arama yapılması nedeniyle özel hayata saygı ve konut dokunulmazlığı haklarının, elkoyma işlemi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, makul sürede yargılanmadığını belirterek Anayasa’nın maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 14/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/2/2012 tarihinde başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 26/3/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 1/4/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 31/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 5/6/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı görüşlerini 21/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında, 26/1/2005 tarihli mal bildirimine ilişkin olarak, 4/5/1990 tarih ve 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun ve maddelerine muhalefet suçlaması ile soruşturma başlatılmıştır. Sanık sıfatıyla 22/7/2005 tarihinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. Trabzon Piyade Tugayı Askeri Savcılığının 31/3/2009 tarih ve E.2009/328, K.2009/7 sayılı kararıyla, davada şüpheli durumunda bulunan başvurucunun emekliye sevk edilmiş olduğu gerekçesiyle Askeri Savcılığın görevsizliğine ve soruşturma dosyasının soruşturma yapmakla yetkili olan Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvurucu hakkında bu defa, Samsun Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 3/2/2012 tarih ve E.2012/1228 sayılı iddianame ile 3628 sayılı Kanun’un ve maddeleri gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama neticesinde, Samsun Asliye Ceza Mahkemesinin 17/10/2012 tarih ve E.2012/122, K.2012/1533 sayılı kararıyla, 13/3/1926 tarih ve 765 sayılı Mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki beş yıllık olağanüstü zamanaşımının dolması gerekçesiyle başvurucu hakkındaki davanın düşürülmesine karar verilmiştir. Karar, aynı tarihte başvurucuya tefhim edilmiştir. Samsun Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen düşme kararı başvurucu tarafından temyiz edilmemiştir.B. İlgili Hukuk 3628 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “Kanunun daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde haksız mal edinene üç yıldan beş yıla kadar hapis ve beş milyon liradan on milyon liraya kadar ağır para cezası verilir. Haksız edinilen malı kaçıran veya gizleyene de aynı ceza verilir.” 3628 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Haksız edinilmiş olan malların zoralımına hükmolunur. Bu malların elde edilememesi veya bir malın tümünün haksız mal edinme konusu teşkil etmemesi sebepleri ile zoralımın mümkün olmadığı hallerde haksız edinilen değere eşit bedelinin hazineye ödenmesine karar verilir. Bu bedel, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun Hükümlerine göre tahsil olunur.” Mülga 765 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis veya muvakkat sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır cezayı nakdiyi müstelzim cürümlerde beş sene,Geçmesiyle ortadan kalkar.” Mülga 765 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:“Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müddetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/625
Başvurucu, makul sürede yargılanmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
1
Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza atan başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan tutuklanmaları nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade özgürlüğünün; kamu görevlilerinin açıklamaları nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 13/4/2016 ve 23/5/2016 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle başvurucular Esra Mungan Gürsoy, Kıvanç Ersoy, Muzaffer Kaya tarafından yapılan 2016/7095 sayılı başvuru ile başvurucu Meral Camcı tarafından yapılan 2016/9664 sayılı bireysel başvuru dosyasının birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 11/1/2016 tarihinde 128 akademisyenin imzasıyla 2015 ve 2016 yıllarında Türkiye’nin doğusu ve güneydoğusunda terörle mücadele kapsamında yürütülen ve yukarıda kısaca özeti verilen çatışma ve operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısı yapan bir bildiri yayımlanmıştır. "Barış İçin Akademisyenler Bildirisi" veya "Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi" olarak isimlendirilen bildirinin yayımlanmasını takip eden hafta içinde imzacı akademisyenlere destek olmak amacıyla gelen yeni imzalarla birlikte bildirinin nihai imzacı sayısı 200’ü aşmıştır. Değişik üniversitelerde görev yapan başvurucular da bildiriye imza atan akademisyenler arasındadır. Bildirinin yayımlanmasından sonra "Barış İçin Akademisyenler İstanbul" adlı grup tarafından bildiriyi imzalayan akademisyenlerin yaşadığını iddia ettikleri hak ihlallerini derleyen bir basın açıklaması metni hazırlanmış ve bu metin 10/3/2016 tarihinde başvurucular tarafından okunmuştur. Söz konusu basın açıklaması şöyledir:"Barış için Akademisyenler olarak 11/1/2016'da 'Bu suça ortak olmayacağız!' bildirimizi kamuoyuna sunduğumuzdan beri çeşitli düzeylerde ve biçimlerde suçlamalara ve saldırılara maruz kaldık. Bazı imzacıların can güvenliğinin tehdit edilmesine kadar varan bu saldırılar, her şeyden önce sözümüzü söyleyemez hale gelmemiz için, yükseköğrenim kurumları içerisindeki varlığımızı yok etmeye yöneldi. Buna karşın, barış ve demokrasi taleplerine sahip çıkan meslektaşlarımız aynı süreçte bizimle güçlü bir dayanışma gösterdiler. Bunun en somut örneklerinden biri, 11 Ocak'ta 1128 olan imzacı sayısının bir hafta sonra 2212'ye yükselmesidir. Özellikle üzerimizdeki baskıyı arttırmak üzere İstanbul Savcılığı'nın da harekete geçtiği bu günlerde, imzacılar olarak barış talebinin etrafında kararlı bir şekilde kenetlenmeye devam ediyor olmamız mutluluk vericidir.11 Ocak'tan bu yana YÖK'ün üniversitelere talimat vermesi ve pek çok üniversite yönetiminin buna boyun eğmesi sonucunda çok sayıda imzacıyla hukuki temelden yoksun disiplin soruşturmaları açıldı. Birçok imzacı tümüyle keyfi biçimde üniversitelerinden uzaklaştırıldı, evleri ve iş yerleri basıldı, gözaltına alındı. 11 Ocak'tan bu yana kamu üniversitelerinde en az 9 işten çıkarma, 5 istifa, 464 soruşturma, 27 uzaklaştırma, 153 ceza soruşturması ve 33 gözaltı vakası yaşandı. Vakıf üniversitelerinde ise en az 21 işten çıkarma, 1 zorla emeklilik ve 43 idari soruşturma gerçekleşti.Ancak bugün yüreğimizi dağlayan ve çok daha acil olarak çözüme kavuşturulması gereken konu, ülkede barış koşullarının sağlanmasıdır. Geçtiğimiz iki ay boyunca Kürt illerindeki savaş tüm şiddetiyle sürmüş, devletin 'temizlik' yaptığını iddia ettiği il ve ilçelerden geriye, içinden insan kemiklerinin ve tanınamayacak haldeki yanmış bedenlerin çıkarıldığı, tüm canlıların ve tarihin tahrip edildiği harabeler kalmıştır.Haftabaşı itibariyle, İstanbul Savcılığı, henüz bize hangi suçun isnat edileceğini dahi belirtmediği halde, adli soruşturmalar için harekete geçti. Ancak Barış İçin Akademisyenler olarak can güvenliğimize ve meslek hayatımıza yönelen tüm tehditlere rağmen geri adım atmayacağımızı belirtmek istiyoruz. Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olmanın bize yüklediği sorumluluğa yakışır şekilde hareket edeceğiz. Hem ülkede özgür bir akademinin var olması, hem de kalıcı barışın sağlanması için tüm imkanlarımızla ve var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz.Bu amaçla, öncelikle adli soruşturmaya uğrayan hiçbir arkadaşımızı yalnız bırakmayacağımızı ve adliyelerde dayanışma içerisinde davaları takip edeceğimizi belirtiriz. Önümüzdeki haftadan başlayarak Sur'da ve diğer yıkıma uğrayan bölgelerde akademik nöbette olacağız. Barış için Akademisyenler metni imzacılarının işten çıkarıldığı üniversitelerin önlerinde sokak dersleri düzenleyerek bu üniversiteleri teşhir etmeye devam edeceğiz.Biz bu tasfiye projesine karşı, dayanışma içinde hukuki mücadelemizi sürdürmekte, akademik üretim alanımızı korumakta, ayrıca barış talebimizi yüksek sesle dile getirmeye devam etmekte ısrarcıyız." Bu basın açıklamasından sonra 13/3/2016 tarihinde başvurucular gözaltına alınmışlardır. 14/3/2016 tarihinde başvurucuların emniyette ifadesi alınmıştır. İfade sırasında başvuruculara söz konusu bildiri ile ilgili sorular sorulmuştur. Başvurucu Meral Camcı o tarihte yurt dışında olduğundan ifadesi alınamamıştır. Başvurucular; soruların düşünce ve kanaat açıklamaya zorlar nitelikte olduğu, taraflarına delillerin gösterilmediği gerekçesiyle savunmalarını Savcılıkta yapacaklarını belirtmişlerdir. Savcılık başvurucuların ifadesini 15/3/2016 tarihinde almıştır.İfade alma işlemi sırasında başvuruculara PKK'nın terör örgütü olup olmadığı, bu bildirinin kim tarafından hazırlandığı ve kendilerine ne şekilde ulaştırıldığı, bildiriyi imzalama noktasında baskı yapılıp yapılmadığı, PKK yöneticisi Bese Hozat'ın çağrısının bu bildiriyi imzalamada etkisinin olup olmadığı, bildiride geçen katliam ve kıyım ifadeleriyle neyi kastettikleri, bildiride belirtilen gözlemci ve tazminatı kim adına talep ettikleri, "Bu suça ortak olmayacağız." ifadesindeki suçu kimin işlediği, bildiride belirtilen hak ihlallerini kimin yaptığı sorulmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 15/3/2016 tarihinde, terör örgütünün propagandasını yapma suçundan tutuklanmaları istemiyle başvurucuları İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucular 15/3/2016 tarihinde terör örgütünün propagandasını yapma suçundan tutuklanmışlardır. Başvurucular 21/3/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmişlerdir. İtiraz dilekçesinde; ifade özgürlüğünün, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği ve tutuklamayı gerektiren hiçbir nedenin bulunmadığı belirtilmiştir. Bu süreçte iddianamenin hazırlanması ve kovuşturma aşamasına geçilmesi nedeniyle itiraz İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince incelenememiştir. Bunun üzerine başvurucular 25/3/2016 tarihinde yeni bir dilekçe sunarak tutuklamaya itirazın hâlâ incelenmediğini belirtmişlerdir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 28/3/2016 tarihinde başvurucuların tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucular 1/4/2016 tarihinde bu karara itiraz etmişlerdir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 7/4/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucular 13/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 22/3/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucular hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan ceza davası açılmıştır. İddianamede; başvurucuların eyleminin PKK/KCK terör örgütünün sözde yürütme konseyi eş başkanı olan Bese Hozat'ın talimatları doğrultusunda PKK/KCK terör örgütüne destek mahiyetinde olduğu, "Barış Bildirisi" adı altında PKK/KCK terör örgütünün meşrulaştırılmaya çalışılarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin katliam yapmakla itham edildiği, başvurucuların kastının PKK/KCK terör örgütü ve mensupları tarafından öz yönetim/özerk yönetim ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti devleti topraklarına Birleşmiş Milletlerin gözlemci statüsüyle görevli göndermesine zemin hazırlamak ve PKK/KCK terör örgütünün yerel bağımsızlık anlamında kullandığı ve ilan ettiği öz yönetimlere meşruiyet sağlamaya çalışmak olduğu ileri sürülmüştür. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 24/3/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/65 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu Meral Camcı, yurt dışından gelmesi üzerine 31/3/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Savcılık, başvurucu Meral Camcı'nın ifadesini 31/3/2016 tarihinde almıştır. İfade alma işlemi sırasında başvurucuya diğer başvuruculara sorulanlara benzer sorular yöneltilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 31/3/2016 tarihinde terör örgütünün propagandasını yapma suçundan tutuklanması istemiyle başvurucu Meral Camcı'yı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu Meral Camcı 31/3/2016 tarihinde, terör örgütünün propagandasını yapma suçundan tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 4/4/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucu Meral Camcı hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan ceza davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 6/4/2016 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2016/88 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 11/4/2016 tarihinde başvurucu Meral Camcı hakkında açılan davanın diğer başvurucular hakkında açılan 2016/65 sayılı dosya ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2016/65 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine ve başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 22/4/2016 tarihinde başvurucuların tahliyesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 22/4/2016 tarihli duruşmada, isnat edilen suçun vasıf ve mahiyetinin değişerek 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde belirtilen suçu oluşturması ihtimaline binaen yargılamanın durmasına ve Bakanlıktan soruşturma izni alınması için dosyanın Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar vermiştir. Başvurucu Meral Camcı 23/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bakanlık 11/9/2017 tarihinde soruşturma izni vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 26/9/2019 tarihinde başvurucuların beraatine karar vermiştir. Beraat kararının ilgili kısmı şöyledir:"Sanıklar hakkında kamuoyunda 'akademisyen bildirisi' olarak bilinen açıklamada imzalarının bulunması hasebiyle Terör Örgütü Propagandası Yapmak suçundan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/ maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Sanıkların yargılaması mahkememizde devam ederken aynı bildiride imzası bulunan farklı kişiler hakkında Anayasa Mahkemesi 2018/17635 Başvuru Numaralı Zübeyde Füsun Üstel Ve Diğerleri Başvurusunda 26/07/2019 tarihinde karar vermiş ve 19/09/2019 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanmıştır.Anayasa Mahkemesi bu kararında başvurucuların aldıkları cezalardan dolayı Anayasa’nın maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine oyçokluğuyla karar vermiştir.Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru sonucunda verdiği ihlal kararları, soyut ve somut norm denetiminden farklı olarak, sadece başvuruda bulunan kişi ve başvuruya konu idari işlem ya da karar açısından geçerli ve bağlayıcıdır. Her ne kadar Anayasa Mahkemesince dosyamız sanıkları hakkında verilmiş bir hak ihlali söz konusu olmasa da; hak ihlali kararı verilen kişiler ile sanıkların aynı bildiri nedeniyle haklarında yargılama yapılıyor olması ve Anayasa Mahkemesi'nin söz konusu bildiri hakkındaki tespitleri mahkememizce göz ardı edilemeyeceğinden; sanıkların imzalamış oldukları bildirinin ifade hürriyeti kapsamında kaldığı ve sanıklar hakkında yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olduğu anlaşıldığından sanıkların üzerlerine atılı suçtan ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiş[tir]." Başvurucular hakkında verilen beraat kararı 17/10/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular beraat kararı üzerine 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi kapsamında tazminat davası açmışlardır. Bu davalar bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla derdesttir. A. Ulusal Mevzuat 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, ...e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler. (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (2) numaralı fıkrasında güvence altına alınan masumiyet karinesinin iki boyutu bulunmaktadır. Buna göre ilk boyut, bir suç isnadında bulunulmasından ceza yargılamasının sonuçlanmasına kadar geçen süreci güvence altına almaktadır. İkinci unsur ise mahkûmiyet hükmüyle sonuçlanmayan ceza yargılamalarıyla bağlantılı müteakip yargılamalar bağlamında kişinin masumiyetine saygı gösterilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Ceza yargılamasının devam ettiği sürece ilişkin ilk unsurun kapsamı sadece ceza yargılamalarının adilliğini temin etmek adına usule ilişkin bir güvence olmakla sınırlı değildir. Bu ilke daha geniş kapsamlı olup hiçbir devlet temsilcisinin kişinin suçluluğu bir mahkeme tarafından tespit edilmeden o kişinin suçlu olduğuna ilişkin bir ifadede bulunmamasını gerektirir. Masumiyet karinesi yalnızca ceza yargılamaları bağlamında değil ceza yargılamaları ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer davalarda ya da disiplin incelemelerinde de ihlal edilebilecek niteliktedir. Bu bağlamda masumiyet karinesinin korunmasına ilişkin ikinci boyut ceza yargılamaları mahkûmiyetten başka bir şekilde sonlandığı zaman devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda suç ile ilgili olarak kişinin masumiyetine ilişkin şüphe duyulmamasını gerektirir (Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43). AİHM’e göre masumiyet karinesi sadece bir yargıç veya mahkeme tarafından değil başka kamu makamları tarafından da çiğnenebilir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi tarafından teminat altına alınan ifade özgürlüğü, bilgi alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası, yürütülmekte olan cezai bir soruşturma hakkında yetkililerin kamuoyuna bilgi vermesini engellemez. Ancak masumiyet karinesine saygı gösterilmesi söz konusu olduğundan Sözleşme'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince bilginin gereken bütün dikkat ve ihtiyat gösterilerek verilmesi gerekir (Allenet de Ribemont/Fransa, B. No: 15175/89, 10/02/1995, §§ 36, 41).
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7095
Başvuru, bir grup akademisyen tarafından yayımlanan bir bildiriye imza atan başvurucuların terör örgütü propagandası yapma suçundan tutuklanmaları nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade özgürlüğünün; kamu görevlilerinin açıklamaları nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, idarenin cevap yazısı ve duruşma günü kendisine tebliğ edilmeden hakkındaki idari para cezasının iptali yönündeki talebinin reddine karar verildiğini belirterek, Anayasa'nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvuru, 11/1/2013 tarihinde Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 24/1/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/10/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/11/2014 tarihli görüş yazısı 25/11/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne cevaplarını içeren dilekçesini 10/12/2014 tarihinde sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu şirket adına kayıtlı 21 KA 527 plakalı araçta taşıma için belirlenen istiap haddinin üstünde yük taşındığının tespit edildiğinden bahisle 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (b) ve (e) bentlerinin ihlal edildiği gerekçesiyle 23/7/2012 tarih ve 826263 sayılı tutanağa istinaden başvurucuya 124,00 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu, söz konusu cezaya karşı Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesine, düzenlenen ceza tutanağının usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle başvuruda bulunmuştur. Başvuru üzerine Mahkeme, 7/8/2012 tarihinde tensip tutanağı düzenleyerek, duruşma gününü 15/11/2012 tarihi olarak belirlemiştir. Ancak duruşma günü taraflara tebliğ edilmemiştir. Mahkeme, idarenin cevabi yazısı üzerine, 15/11/2012 tarih ve 2012/915 İş sayılı kararı ile başvurucunun talebini dosya üzerinden reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“Evrakların yapılan incelenmesinde; Tutanak tarihinde 21 KA 527 plakalı aracın periyodik muayene ayar ve denetimlerinde 2918 Sayılı KTK'nun 65/1-b-e (azami yüklü ağırlığı veya izin verilen azami yüklü ağırlığın %25'inin üzerinde aşmak) maddesini ihlal ettiği anlaşıldığından muterizin itirazının reddine karar vermek gerekmiş açıklanan nedenlerle aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur.” Başvurucu, anılan karara karşı Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesine itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesi incelendiğinde, başvurucunun idarenin cevabi yazısından haberdar olduğu görülmektedir. Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemesinin 5/12/2012 tarih ve 2012/330 İş sayılı kararıyla başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Ret gerekçesi şöyledir:“…2918 sayılı Yasa’nın incelenmesinden; Emniyet Müdürlüğü Trafik Zabıta personelinin bu yasada yazılı tüm trafik suçlarını işleyenler hakkında yasal işlem yapabileceği açıktır. Ancak Karayolları Genel Müdürlüğü ve Ulaştırma Bakanlığı yetkili personelinin kendi faaliyet alanı içerisinde kalan bir kısım ihlaller için yetki tanınmıştır. 2918 Sayılı Yasa’nın maddesine aykırılık halinde Ulaştırma Bakanlığının da Emniyet Müdürlüğü Trafik Zabıtasının da yetkisi bulunmaktadır. İtiraz edene ait aracın Sanayi Ticaret Bakanlığına ait Ölçüler ve Ayarlar Şubesinden ve kantarda usulüne uygun olarak tartıldığı, kantar ağırlığının 52200 kg olduğu, 26200 kg fazlalığının bulunduğu ruhsatının da incelenmesinden anlaşılmıştır. Verilen idari para cezasının işleten ile gönderen aynı kişi olduğundan miktar yönünden de yasaya uygun olduğu anlaşılmıştır.Diyarbakır 5 Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/915 İş sayılı kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından itiraz eden vekilinin idari para cezasına itirazın reddine ilişkin kararına itirazının reddine karar vermek gerekmiş aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” Ret kararı, başvurucuya 31/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bireysel başvuru 11/1/2013 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 2918 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Araçların yüklenmesinde, yönetmeliklerle belirlenen ölçü ve esaslara aykırı olarak; … b) Azami yüklü ağırlığın veya izin verilen azami yüklü ağırlığın aşılması,  … e) Tehlikeli ve zararlı maddelerin gerekli izin ve tedbirler alınmadan taşınması, … yasaktır. Birinci fıkranın (b) bendine uymayarak; … e) % 25'in üzerinde fazla yüklemelerde 000 Türk Lirası, …İşleten ve gönderenlere ayrı ayrı idarî para cezası verilir.” 13/03/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “Başvuru dilekçesinde, idari yaptırım kararına ilişkin bilgiler, bu karara karşı ileri sürülen deliller açık bir şekilde gösterilir. Dilekçede ayrıca, başvurunun süresinde yapılmasını engelleyen mücbir sebep dayanaklarıyla gösterilir.” 5326 sayılı Kanun'un “Başvurunun incelenmesi” kenar başlıklı maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:“…(4) Mahkeme, başvuruda bulunan kişilere cevap dilekçesinin bir örneğini tebliğ eder; talep üzerine veya re'sen tarafları çağırarak belli bir gün ve saatte dinleyebilir. Dinleme için belirlenen günle tebligatın yapılacağı gün arasında en az bir haftalık zaman olmasına dikkat edilir. Dinleme sırasında taraflar veya avukatları hazır bulunur. Mazeretsiz olarak hazır bulunmama, yokluklarında karar verilmesine engel değildir. Bu husus, tebligat yazısında açıkça belirtilir. …(6) Dinlemede sırasıyla; hazır bulunan başvuru sahibi ve avukatı, ilgili kamu kurum ve kuruluşunun temsilcisi, varsa tanıklar dinlenir, bilirkişi raporu okunur, diğer deliller ortaya konulur.(7) Mahkeme, ilgilileri dinledikten ve bütün delilleri ortaya koyduktan sonra aleyhinde idarî yaptırım kararı verilen ve hazır bulunan tarafa son sözünü sorar. Son söz hakkı, aleyhinde idarî yaptırım kararı verilen tarafın kanunî temsilcisi veya avukatı tarafından da kullanılabilir. Mahkeme son kararını hazır bulunan tarafların huzurunda açıklar…” 18/7/1997 tarihli ve 23053 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Karayolları Trafik Kanununda yazılı trafik suçlarını işleyenler hakkında;a) Emniyet Genel Müdürlüğünün;1) Trafik zabıtası personeli, …, tarafından suç veya ceza tutanağı düzenlenir…”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1020
Başvurucu, idarenin cevap yazısı ve duruşma günü kendisine tebliğ edilmeden hakkındaki idari para cezasının iptali yönündeki talebinin reddine karar verildiğini belirterek, Anayasa'nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, yargılama devam ederken kamu görevinden ihraç edilme dolayısıyla davanın konusunun kalmadığından bahisle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 2008 yılında Polis Akademisinden mezun olmuş ve komiser olarak göreve başlamıştır. 2012 yılında Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığında görevlendirilmiştir. Bu görevi esnasında merkez ve il siber suçlarla mücadele şube müdürlüklerinin ihtiyaçları doğrultusunda 59 il biriminde yapısal kablolama, kabinet ve enerji panosu işi planlanmış; başvurucu, bu iş kapsamında Muayene Kabul Komisyonu başkanı olarak görevlendirilmiştir. Başvurucunun -komisyon başkanı olarak- yerine getirdiği görev ile ilgili olarak hakkında, 14/6/2013 tarihli İş Görüldü Tutanağı'nın Muayene Kabul Komisyonun asil üyeleri görevdeyken yedek üyeler tarafından imzalandığı ve iş bedelinin 59 il için toplamda 400 TL olarak belirlenmesine rağmen 45 il için 188,89 TL ödeme yapılmasına neden olunduğu iddiası ile ilgili olarak disiplin soruşturması başlatılmıştır. Disiplin soruşturması sonucunda iddialardan ilki olan iş görüldü tutanağının yedek üyeler tarafından imzalanması ile ilgili olarak başvurucunun üç günlük aylıktan kesme cezası ile cezalandırılması teklif edilmiştir. İkinci iddia ile ilgili olarak ise başvurucunun 16 ay uzun süreli durdurma cezası ile cezalandırılması teklif edilmiştir. Başvurucu belirtilen iddialarla ilgili olarak 2/6/2015 tarihinde savunmasını yapmıştır. Savunmasında, asıl ve yedek üyelerin hangi durumlarda birbirlerinin yerine geçeceğinin belirlenmediğini belirtmiştir. Öte yandan İş Görüldü Tutanağı'nın tanzim edildiği anda asil üyelerin işyerinde olmamaları nedeniyle işlemlerin kesintiye uğramaması amacıyla yedek üyelerin tutanağı imzaladığı ifade edilmiştir. Bununla birlikte başvurucu ikinci iddia ile ilgili olarak iş bedelinin tespit edildiği andan sonra 45 il birimi için yeni ihtiyaçlar ortaya çıkması nedeniyle sözleşme çerçevesinde firma tarafından şubelere yapılan işin kapsamının arttığını, bu nedenle 45 il için 188,89 TL ödeme yapıldığını, geri kalan 14 il birimi için şube yeri olmaması, taşınacak olması ya da yeni ek malzeme talep etmeleri gibi nedenlerle işlerinin son grup olarak sözleşme kapsamında yaptırıldığını ileri sürmüştür. Fiyat tespitlerinin ve kullanılan malzemelerin miktarlarının yüklenici firmanın bildirmiş olduğu malzeme birim fiyat ve miktarları üzerinden ilgili iller muayene kabul komisyonunca yerinde yapılan incelemeler sonucunda belirlendiği vurgulamıştır. İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 12/6/2015 tarihli kararıyla başvurucu 16 ay uzun süreli durdurma cezası ile tecziye edilmiştir. Kararda başvurucunun hareketlerinin Bakanlar Kurulunun 23/3/1979 tarihli kararı ile 24/4/1979 tarihli ve 16618 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü'nün maddesinde düzenlenen "Hizmet içinde resmi sıfatının gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak" kapsamında olduğu ifade edilmiştir. Anılan karar başvurucuya 1/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, kararın iptali istemiyle 28/10/2015 tarihinde Şanlıurfa İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Dava dilekçesinde 2/6/2015 tarihli savunmasında belirttiği hususları tekrar etmiştir. Bununla birlikte kendisinin hak edişlerin ödemesi yapılmadan önce veya ödeme yapıldığı gün hazırlanmış olması gereken taşınır işlem fişlerinin hak ediş ödemelerinin yapıldığı tarihten sonra düzenlendiği iddiası ile ilgili olarak da cezalandırıldığını ancak söz konusu cezaya karşı soruşturma yapılmadığı gibi savunmasının da alınmadığını vurgulamıştır. Mahkeme 23/6/2017 tarihinde Yüksek Disiplin Kurulunun kararını iptal etmiştir. Kararda başvurucunun ceza almasında yukarıda belirtilen iki iddianın yanı sıra hak edişlerin ödemesi yapılmadan önce veya ödeme yapıldığı gün hazırlanmış olması gereken taşınır işlem fişlerinin hak ediş ödemelerinin yapıldığı tarihten sonra düzenlendiği iddiasının da etkili olduğu belirtilmiştir. Anılan iddia ile ilgili olarak başvurucu hakkında soruşturma yürütülmediği ve bu iddiaya ilişkin olarak başvurucuya savunmasını yapmaya imkân tanınmadığı ifade edilmiştir. Öte yanda diğer iki iddia ile ilgili olarak ise başvurucunun eylemlerinin hizmet içinde resmî sıfatının saygınlığını veya güven duygusunu ortadan kaldırabilecek ağırlıkta olmadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun görevini ifa ederken 59 ilde yapılacak iş ve işlemleri Emniyet Genel Müdürlüğündeki görev yerinden takip etmek durumunda kaldığı, iş ve işlemlere ilişkin birtakım eksiklikleri davalı idareye şifahen bildirdiği, tayini çıkarak görevinden ayrıldıktan sonra işin tamamlanması sürecinde yer almadığı ve davacının resmî sıfatının saygınlığını veya güveni sarsacak şekilde maddi menfaat elde ettiği veya özel çıkar gözettiği ya da kasten gerçeğe aykırı iş ve işlemler gerçekleştirdiği yönünde bir tespitinde bulunmadığı belirtilmiştir. İdare 23/12/2017 tarihinde istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucunun cezalandırılmasına sebep olan eylemlerin hizmet içinde resmi sıfatının saygınlığını veya güven duygusunu sarsacak nitelikte olduğunun tespit edildiği ve eylemlerine karşılık olan ceza ile cezalandırıldığı belirtilmiştir. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) İdari Dava Dairesi 25/4/2018 tarihinde mahkeme kararını kaldırarak konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığında dair kesin olarak karar vermiştir. Kararda başvurucunun 17/8/2016 tarihli ve 29804 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin “Kamu Personeline İlişkin Tedbirler” başlıklı maddesinin birinci fıkrası uyarınca Ekli listesinde ismine yer almak suretiyle başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın kamu görevinden çıkarıldığı belirtilmiş ve bu sebeple de davanın konusuz kaldığı ve esasının incelenmesine olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Nihai karar başvurucuya 19/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk İlgili Kanun 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (a) bendi şöyledir:" İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları" 2577 sayılı Kanun'un "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Dilekçeler, ...c) Ehliyet,...yönlerinden sırasıyla incelenir." 2577 sayılı Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Danıştay veya idare ve vergi mahkemelerince yukarıdaki maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hususlarda kanuna aykırılık görülürse, 14 üncü maddenin;...b) 3/c, 3/d ve 3/e bentlerinde yazılı hallerde davanın reddine,...Karar verilir." 1/2/2018 tarih ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un “Komisyonun oluşumu” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Anayasanın 120 nci maddesi kapsamında ilan edilen ve 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararıyla onaylanan olağanüstü hal kapsamında, terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan kanun hükmünde kararname hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur." 7075 sayılı Kanun'un “Komisyonunun görevleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Komisyon, olağanüstü hal kapsamında doğrudan kanun hükmünde kararnameler ile tesis edilen aşağıdaki işlemler hakkındaki başvuruları değerlendirip karar verir.a) Kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya dailişiğin kesilmesi...." 7075 sayılı Kanun'un "Yargı denetimi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Komisyon kararlarına karşı Hâkimler ve Savcılar Kurulunca belirlenecek Ankara idare mahkemelerinde ilgilinin en son görev yaptığı kurum veya kuruluş aleyhine iptal davası açılabilir. Bu davalarda ayrıca Cumhurbaşkanlığına ve Komisyona husumet yöneltilemez." Danıştay İçtihadı Danıştay İkinci Dairesinin 3/11/2008 tarihli ve E.2008/3586, K.2008/4247 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, davacı tarafından ... Lisesi Müdürü olarak görev yaptığı dönemde hakkında 70 puanla orta düzeyde düzenlenen 2006 yılı sicil raporunun iptali istemiyle açılmıştır.İstanbul İdare Mahkemesince davacının yargılama devam ederken emekliye ayrıldığı, sicil raporunun iptalini isteme konusunda güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle ... davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir....2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun maddesinin 1/a bendinde iptal davaları, "idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan" davalar olarak tanımlanmaktadır.Maddede öngörülen menfaat ihlali koşulu, bu tür davaların kabulü ve dinlenilebilmesi için aranılan koşullardan biridir. Gerek doktrin gerekse yargısal içtihatlarda bu şart, subjektif ehliyet şartı olarak kabul edilmekte, ancak ne tür bir menfaat ihlalinin gerçek ve tüzel kişilere iptal davasını açma hakkı sağladığını gösterecek kesin bir ölçü ortaya konulamamakta ve bu ilişki kural olarak iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre saptanmaktadır.Genelde kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte, davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin bulunduğunun anlaşılması, dava açma ehliyetinin varlığı için yeterli sayılmaktadır....Bu durumda, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun emeklilerin yeniden kamu hizmetine alınmasını düzenleyen maddesi ve Devlet memurlarından 6 yıllık sicil notu ortalaması 90 ve daha yukarı olanların aylık derecelerinin yükseltilmesinde dikkate alınmak üzere bir kademe ilerlemesi uygulanacağını hüküm altına alan maddesi uyarınca davacı hakkında düzenlenen sicil raporu ve sicil notunun önem kazandığı ve davacının menfaatini doğrudan ilgilendirdiği gibi, sicil amirlerince olumsuz düşüncelerle orta düzeyde düzenlenen uyuşmazlık konusu sicil raporu ile davacı arasında manevi ilişkinin de devam etmesi karşısında, uyuşmazlığın esası incelenerek hüküm kurulması gerekirken, davacının güncel bir menfaat ilişkisinin kalmadığı gerekçesiyle davanın [reddi] yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle, kararın bozulmasına..." Danıştay Beşinci Dairesinin 15/12/2014 tarihli ve E.2012/2143, K.2014/9343 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, koruma ve güvenlik görevlisi olarak görev yapmakta iken tutukluluk hali nedeniyle görevden uzaklaştırılan davacının, memuriyet görevine başlatılması ve 1/3 oranında kesilen maaşının ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 2010 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır. İstanbul İdare Mahkemesince ... davacının, 2010 tarihinde hizmetli kadrosunda göreve başlatıldığı, 2010 tarihinde de malulen emekli olduğu anlaşılmakla, memuriyet görevine dönmek istemiyle yaptığı başvurunun reddinden kaynaklanan uyuşmazlık yönünden davanın konusunun kalmadığı; ... davacının memuriyet görevine başlatılmamasına ilişkin kısmı yönünden davanın konusunun kalmaması nedeniyle uyuşmazlığın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer olmadığına, maaşından yapılan kesintilerin ödenmesi talebinin reddine dair kısmı yönünden de davanın reddine karar verilmiştir....İptal davalarında, idari işlemlerin kuruldukları tarih itibariyle yargısal denetime tabi tutulmaları gerektiği kuşkusuzdur. İdare Hukukunun genel ilkelerine göre iptal davası açılabilmesi için, davacı ile dava konusu işlem arasında menfaat ilişkisinin varlığı yeterli olup, ayrıca bu işlemle menfaat ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesi aranmamaktadır.Davacının idari işlemle ilişkisinin davanın sonuçlanmasına kadar devam etmesini zorunlu tutmak, iptal davalarını sadece davacılar yönünden ortaya koyduğu sonuçlarla değerlendirmek ve bu davaların amacını ihmal etmek anlamını taşır. Bunun sonucu olarak, dava görülmeden önce alınacak yeni idari kararlarla davacının iptali istenilen işlemle ilişkisini kesmek ve böylece hukuka aykırılığı ileri sürülen işlemi yargısal denetim dışında bırakmak yolu açılmış olur. Bu durumda, yargısal denetimden amaç "hukuka uygunluk" denetimi olduğuna, yargısal denetim işlemin kurulduğu tarih itibariyle gerçekleştiğine ve yeni işlem tesis edilene kadar hukuki sonuç doğurduğuna göre, Mahkemece dava konusu işlemin hukuka uygunluğunun denetlenerek bir karar verilmesi gerekmekte iken dava konusu işlemden sonra kurulan 2010 günlü bir başka işlem ile davacının malulen emekli edildiği ve davanın konusuz kaldığından bahisle karar verilmesine yer olmadığına ilişkin olarak verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir....Açıklanan nedenlerle, kararın bozulmasına..." Danıştay Onikinci Dairesinin 28/10/2015 tarihli ve E.2015/1273, K.2015/5657 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava; ... İl Özel İdaresi'nde genel sekreter olarak görev yapmakta iken 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan ... milletvekili genel seçimlerine katılmak için ... tarihinde istifa ederek görevinden ayrılan davacının, seçimler sonucunda eski görevine atanmak istemiyle yaptığı başvurusu üzerine İl Özel İdaresinde uzman kadrosuna atanmasına ilişkin [işlemin] iptali istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince, ... davacının, seçimler sonucunda tekrar görevine dönebilmek amacıyla yapmış olduğu başvurusu neticesinde genel sekreterlik kadrosunun dolu olması nedeniyle İl Özel İdaresinde dereceli uzman kadrosuna atanmasına ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir....Davalı idarece her ne kadar davacının ... tarihinde emeklilik isteminde bulunduğu ve bu isteği üzerine emekliye ayrıldığı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının ... tarihli yazısından anlaşıldığından, iş bu davanın davacı yönünden hukuki bir yararının bulunmadığı gibi, davanın konusuz kaldığı ileri sürülmüş ise de; iptal davası açılabilmesi için davacının dava konusu işlem nedeniyle menfaatinin ihlal edilmiş olması yeterli olup, bu işlemle menfaat ilişkisini dava sonuna kadar sürdürmesi gerekmediğinden, davalı idarenin davacı emekli olduğundan davanın konusuz kaldığı yolundaki iddiasına da itibar edilmemiştir.... davacının, görevine dönme talebinde bulunduğu tarihte durumuna uygun eşdeğer görevlerin bulunup bulunmadığı hususunda gerekli ve yeterli inceleme yapılarak bir karar verilmesi gerekirken ... davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır." Danıştay Beşinci Dairesinin 19/12/2018 tarihli ve E.2018/3781, K.2018/18569 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Kanun Hükmünde Kararnamelerin eki listesinde isimlerine yer verilmek suretiyle başka bir işleme gerek kalmaksızın doğrudan kamu görevinden çıkartılan personelin açmış olduğu davalarda idare mahkemelerince, genellikle anılan Kanun Hükmünde Kararnamelerde söz konusu kamu görevinden çıkarılma konusunda idareye herhangi bir değerlendirme yapma ya da başka yönde işlem kurma yetki ve görevi verilmediği, kanun niteliğini taşıyan hukuki bir düzenleme ile kamu görevinden çıkarılma işlemi gerçekleştirildiği, dolayısıyla davalı idarece tesis edilmiş, idari davaya konu olabilecek bir idari işlemin bulunmadığı ve davanın esasının incelenmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle "davaların incelenmeksizin reddi yönünde" kararlar verilmiştir. Buna karşın, Kanun Hükmünde Kararnamelerde belirlenen usul ve esaslara göre personelin kendi kurumunda oluşturulan kurullar tarafından tesis edilen kamu görevinden çıkartılmaya ilişkin işlemlere karşı açılan davalarda, idare mahkemelerince uyuşmazlığın esasının incelenmesine devam edilmiştir.Bu arada, personelin kendi kurumunda oluşturulan kurul tarafından tesis edilen kamu görevinden çıkartılmaya ilişkin işlemlere karşı açılan davaların incelemesi devam ederken, aynı personelin bu kez Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararnamelerin eki listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarıldığı hallerde, yasa hükmünde olan Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinin herhangi bir işleme gerek kalmaksızın doğrudan sonlandırılmış olması karşısında, idare tarafından oluşturulan Kurulun tesis ettiği kararın kendiliğinden ortadan kalktığı ve davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle kimi idare mahkemelerince dava hakkında "karar verilmesine yer olmadığı" yönünde kararlar verilmiştir.Bir idari işlem açıkça idare tarafından geri alınmadığı veya bir başka işlemle yürürlükten kaldırılmadığı ya da idare mahkemesince iptal edilmediği sürece hukuk aleminde varlığını sürdürecektir. Bu nedenle, Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listelerde ismine yer verilmek suretiyle hiçbir idari işleme gerek kalmaksızın doğrudan kamu görevinin sonlandırılmasına karşı açılan davalarda idare mahkemelerince, Kanun Hükmünde Kararnamelerin kanun niteliği taşıdığı gerekçesiyle "incelenmeksizin ret" kararları verildiği de göz önünde bulundurulduğunda, personellerin kendi kurumunda oluşturulan kurullar tarafından kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin işlemlere karşı açılan davaların (idari işlemden sonra çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listesinde aynı personelin ismine yer verilmek suretiyle ikinci kez görevine son verilmiş olsa bile idari işlemin hukuken yürürlükte olması nedeniyle) esastan sonuçlandırılması gerektiği açıktır....Bu nedenle, anılan her iki işleme karşı açılan davalarda yargı yerlerince verilecek kararların uygulanması aşamasında ortaya çıkabilecek hukuki sorunların da önlenmesi amacıyla Mahkemece; öncelikle personelin ilgili Kanun Hükmünde Kararnamenin ekli listesinde isminin yer alması nedeniyle kamu görevinden çıkartılması işlemine karşı dava açıp açmadığı, dava açmış ise 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun hükümleri gereğince dava dosyasının İnceleme Komisyonuna gönderilip gönderilmediği, Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmasına karşı dava açmamış (ya da dava açmış) olsa bile Komisyona başvurma hakkını da kullanabileceğinden, personelin Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonuna başvuruda bulunup bulunmadığı ve Komisyonca başvuru hakkında bir karar verilip verilmediği veya Kanun Hükmünde Kararnamenin eki listesinde ismine yer verilmek suretiyle kamu görevinden çıkarılmasının iptali istemiyle açılmış dava nedeniyle 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun gereğince Komisyona gönderilmesi gereken bir dosyasının mevcut olup olmadığı (Komisyonca verilecek karar hem personelin hukuki durumunu hem de davacının çalıştığı kurum bünyesinde oluşturulan Kurul tarafından verilen kamu görevinden çıkarma işlemine karşı açtığı davada yargı mercilerince verilecek kararın hukuki sonucunu etkileyeceğinden) araştırılmalı, Komisyona başvurusu var ise, bu başvurunun sonucu beklenmeli, Komisyon kararına karşı dava açılmış ise, yukarıda açıklandığı üzere söz konusu iki davada verilecek kararlar birbirini etkileyeceğinden, öncelikle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 38 ve devamı maddelerinde yer alan "bağlantılı davalara ilişkin hükümler" dikkate alınarak değerlendirme yapılmalı, şayet personelin herhangi bir davası veya Komisyona başvurusu yok ise Anayasanın maddesiyle de koruma altına alınan hak arama hürriyetinin engellenmemesi adına, davacının çalıştığı kurum bünyesinde oluşturulan Kurul kararı ile ihraç edilmesi işleminin iptaline konu uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekmektedir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin maddesinin medeni hukuk alanına giren konularda uygulanabilirliği ilk olarak bir uyuşmazlığın varlığına bağlıdır. İkinci olarak uyuşmazlık en azından savunulabilir bir şekilde iç hukukta tanınmış olduğu söylenebilecek hak ve yükümlülükler ile ilgili olmalıdır. Son olarak ise bu hak ve yükümlülükler -her ne kadar bizzat madde bu hak ve yükümlülüklere Sözleşmeci devletlerin hukuk sistemi içinde belirli bir anlam atfetmese de- Sözleşme anlamında medeni nitelikte olmalıdır (James ve diğerleri/Birleşik Krallık [GK], B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 81). AİHM; Sözleşme'nin maddesinin Sözleşmeci devletlerin iç hukukunda geçen bir hak için belirli bir anlam öngörmediğini, bir hakkın var olup olmadığını karara bağlamada ilke olarak iç hukuka başvurulacağını, ulusal mahkemelerin bu konudaki değerlendirmelerinden farklı bir sonuca ulaşılması için de güçlü gerekçelere sahip olunması gerektiğini, yetkililerin belli bir başvuran tarafından talep edilen tedbirin kabul edilip edilmemesine karar vermede takdir hakkını kullanıp kullanmadığının dikkate alınabileceğini hatta bu durumun belirleyici olabileceğini, bununla birlikte salt bir kanun hükmünün lafzında bir takdir unsurunun bulunmasının bir hakkın varlığını tek başına hükümsüz kılmayacağını, benzer durumlarda iddia edilen hakkın yerel mahkemelerce tanınması veya yerel mahkemelerin başvuranın talebinin esasını incelemesi hususunun da gözönüne alınması gerektiğini belirtmiştir (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 91-94). AİHM; mahkeme hakkının görünümlerinden biri olan karar hakkı ile ilgili Kutic/Hırvatistan (B. No: 48778/99, 1/3/2002) davasında yaptığı değerlendirmede ise Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının hukuki uyuşmazlıkların tespiti için mahkemeye erişim hakkını güvence altına aldığını yinelemekte ancak bu hakkın yalnızca dava açma hakkı ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda mahkemenin uyuşmazlık konusundaki kararını elde etme hakkını da kapsadığını belirtmektedir. AİHM'e göre bir taraf devletin iç hukuk sistemi uyarınca bir birey tarafından açılan davaya ilişkin yürütülen yargılamalar neticesinde davanın nihai bir karara bağlanacağı garanti edilmeden bu kişinin bir mahkeme önünde hukuk davası açmasına izin verilmesi yanıltıcı olur. AİHM, Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının davacılara tanınan usule ilişkin güvenceleri -adil, aleni ve hızlı yargılama-, uyuşmazlıklarının nihai bir çözüme kavuşturulacağını garanti etmeksizin detaylı olarak açıklamasının anlamsız olacağına dikkat çekmektedir (Kutic/Hırvatistan, § 25).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/26987
Başvuru, yargılama devam ederken kamu görevinden ihraç edilme dolayısıyla davanın konusunun kalmadığından bahisle uyuşmazlığın esasına yönelik talebin karara bağlanmaması nedeniyle karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, gerekçeli kararda suçluluğu ima eden bazı ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Artuklu Belediyesi (Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette (işveren) taşeron işçi olarak çalışmaktadır. Belediye tarafından başvurucunun terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde Belediyeye bildirimde bulunulmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle 6/2/2017 tarihinde Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 5/7/2017 tarihinde uyuşmazlıkla ilgili Olağanüstü Hal (OHAL) Komisyonu görevli olduğu gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına dair hüküm kurmuştur. OHAL Komisyonu tarafından görevsiz olunduğundan bahisle dosyanın Mahkemeye iadesine karar verilmesi üzerine Mahkemece 17/5/2021 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararda; başvurucu hakkında terör örgütüne üyelik suçundan devam eden soruşturma bulunduğu, başvurucunun terör örgütüne müzahir olduğunun bildirildiği vurgulanmıştır. Başvurucu istinaf dilekçesinde; fesih işleminde KHK hükümlerinin uygulanamayacağını, hakkında devam eden soruşturmaya dayanıldığı için masumiyet karinesinin ihlal edildiğini, feshin somut gerekçelerinin gösterilmediğini, mahkeme kararının kaldırılması gerektiğini ileri sürmüştür. Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 24/2/2022 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararda; başvurucunun 1/5/2007 tarihinde H.A. isimli terör örgütü mensubunun Dargeçit ilçesinde yapılan cenaze merasiminde "Şehit Namırın, PPK Cepheye misillemeye, Öcalan, PKK İntikam" şeklinde sloganlar attığı, buna ilişkin suç duyurusunda bulunulduğu belirtilmiştir. Kararda başvurucunun anılan eylemleri nedeniyle hakkında terör örgütü propagandası yapma suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB), 1 yıl süre ile Mardin il sınırları içerisinde toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmasının yasaklanmasına karar verildiği vurgulanmıştır. Kararda ayrıca 25/6/2008 tarihinde "eğer sayın olarak hitap etmek suç ise ben de sayın Abdullah Öcalan olarak hitap ediyorum" ibareli dilekçelerini veren 87 kişiden biri olduğu Başsavcılık tarafından terör örgütü propagandası yaptığı için ifadesinin alındığı ifade edilmiştir. Kararda son olarak başvurucu hakkında devam eden soruşturma içeriğinin incelenmesinde, başvurucunun işveren nezdinde çalıştığı 1/11/2016 tarihinde bir partinin il binasında ele geçirilen ve terör örgütleri ile irtibatlı olduğu değerlendirilen dokümanlarda isminin bulunduğu, bu nedenle şüpheli sıfatıyla beyanının alındığı ifadelerine yer verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 26/3/2022 tarihinde öğrendikten sonra 12/4/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/42291
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının, gerekçeli kararda suçluluğu ima eden bazı ifadeler kullanılması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, astsubay olan başvurucunun sosyal medya hesabından üstleri hakkında yapmış olduğu paylaşımlar sebebi ile hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesinin ifade özgürlüğünü, adil yargılanma hakkını ve masumiyet karinesi ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 7/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1972 yılında Mersin'in Mut ilçesinde doğan başvurucu 10/7/2013 tarihine kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) astsubay olarak görev yapmıştır.A. Başvurucu Hakkındaki Askerî Ceza Soruşturmaları ve Yargılaması Süreci Başvurucu hakkında 4/5/2012 ve 29/4/2013 tarihlerinde olmak üzere Kara Kuvvetleri Komutanlığı Ağrı Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) tarafından iki farklı iddianame tanzim edilmiştir. Askerî Savcılık tarafından düzenlenen 4/5/2012 tarihli ilk iddianame 17/4/2012 ve 22/4/2012 tarihli iki ayrı eylemi konu edinmektedir. 17/4/2012 tarihinde Ağrı'nın Eleşkirt ilçesi Mekanize Piyade Tugayı Mekanize Piyade Tabur ve Karargah Bölük Komutanlığı emrinde piyade başçavuş olarak görev yapan başvurucu, görev yaptığı bölüğü ile birlikte içtima düzeni almış tekmil vermek için bölük komutanını beklerken içtima alanının önündeki yoldan geçmekte olan Piyade Binbaşı R.G.ye dönerek cephe selamında durmuştur. R.G.nin başvurucunun selamını almaması üzerine başvurucu 29 er/erbaş ve 4 rütbeli askerî personel önünde R.G.ye "Neden selamımı almıyorsunuz komutanım?" şeklinde bir soru yöneltmiştir. R.G. başvurucunun bu sorusu üzerine "Sen bana cephe selamı veriyorsun. Selam vermeyi bilmiyorsan o rütbeyi neden taşıyorsun?" şeklinde bir yanıt vermiştir. Başvurucunun R.G.nin bu yanıtına karşılık olarak "Üstüm olarak bana selam vermeyi siz öğretin komutanım." şeklinde cevap vermesi akabinde R.G. "Sana selam nasıl verilir öğreteceğim, göreceksin." şeklinde bir yanıtla diyaloğu sonlandırmıştır. 22/4/2012 tarihinde ise başvurucu ve R.G. Eleşkirt İlçe merkezinde karşılaşmışlardır. Başvurucu, R.G.yi "a.ına k.yayım" diyerek boğazından itmiş; ardından "Erkeksen arkaya gidelim. Orada görüşelim." şeklinde bir ifade yöneltmiştir. Başvurucu sonrasında "Şerefsiz, terbiyesiz" ifadelerini kullanarak olay yerinden uzaklaşmıştır. Başvurucunun 4/5/2012 tarihli iddianame ile Binbaşı R.G.ye karşı işlediği iddia olunan eylemler sebebi ile üste fiilen taarruz, üste hakaret ve toplu asker karşısında üste saygısızlık suçlarından cezalandırılması talep edilmektedir. Başvurucu bireysel başvuru dosyasına Askerî Savcılık tarafından düzenlenen 4/5/2012 tarihli iddianameye ilişkin yargılamaya dair herhangi bilgi veya belge sunmamıştır. 29/4/2013 tarihli iddianame ise başvurucunun Twitter isimli sosyal medya platformundaki hesabından üstleri ve TSK hakkında toplam kırk yedi paylaşımda bulunduğu iddiasını içermektedir. Yayımlanan paylaşımların bazıları şu şekildedir:"TSK disiplin kanunu ile bu kenerallere fişleme iznini dolaylı olarak siz verdiniz. Merak ediyorum yüzünüz kızarıyor mudur?Bağışlarımızı kene ral vakıflarına değil temada yapalım. Eleşkirtli astsubaylar buna firesiz uydu. Örnek alınır firesiz umarım.Komutan talimat vermiş, vakıflar bir daha araştırılsın. Tebellüğ belgesi olsun demiş. Ne oldu? Zoruna mı gitti? Bugün kene rallin az mı yedi acaba?Saltanat kalktı diye söyleniyor. Gerçekten kalktı mı? Yoksa çoklu kena rallere mi geçti? Ne dersiniz?Malbaylar sıfatlarından rahatsız imiş. Neden rahatsız oluyorsun kardeşim? Sıfatın size yakışıyor. Maaaaalbayıım.Ey TSK sende adalet kavramının şerefi olsa bu kadar MLBY LARI batıda değil doğuda çalıştırırsın.Dünyada hak etmediği saygı gören iki mahluk açıklıyorum. Hindistan'da İNEKLER, Türkiye'de SUBAYLAR.Astsubaylar subaylarla kardeşmiş. Git kendine PKK'yı kardeş seç. Bizden size kardeş olmaz. Olsa olsa karadaş olur.Ağrı'da kantin soygunu bir densiz olan B.E.nin iftirası ile Balporsuğuna atılmaya çalışılıyor.Ağrı'da askeri kantini çalıştıramayan yerden bitme subay, bir astsubaya iftira atarak şerefsizliğini taçlandırdı. Ağrı Eleşkirt'te kantinde yapılan yolsuzluğu bir astsubaya atmak için tugay arazi aramasına çıkartıldı. Sonuç eski kantin başkanı ödüllendirildi. Düşünebiliyor musun 1 ay önceki kantin başkanı tahkikat heyeti başkanı yani kuzu kurda teslim edilmiş. " Başvurucu tarafından sosyal medya hesabından yapıldığı ileri sürülen söz konusu paylaşımlar başvurucu ile aynı tugayda görev yapan astsubay H.K. tarafından yeniden paylaşılmıştır. Başvurucunun yazıp yayımladığı ileri sürülen ve H.K. tarafından da paylaşılan iletilerin bazıları şu şekildedir:"Generallere kıyaslasam ne varmış meslek hayatımın 16 yılını doğuda hangi kenaral benim kadar kalmış doğudaEn tecrübeli o.... Albaylardır. Denetlemelerde uzmanlıkları artmış ve tecrübe kınına sığmaz olmuş. İçlerinde mekik uzmanı bile var.Uzaman kanunu 3 saatte yazılmış. Ama 30 yıldır değiştirilemiyor. Değiştirilmesi için keneral zammı olmalı" Başvurucunun söz konusu paylaşımları nedeni ile müteaddit zincirleme üste hakaret (20 defa) ve üste hakaret (2 defa) suçlarından cezalandırılması talep edilmiş ve başvurucu hakkında askerî ceza mahkemesinde dava açılmıştır. Başvurucu tarafından bireysel başvuru dosyasına sunulan 27/11/2018 havale tarihli dilekçe ve ekinde yer alan belgeden, 21/1/2017 tarihli 6771 sayılı Kanun ile Anayasa'nın maddesinde düzenlenen "Askeri Yargı" maddesinin yürürlükten kaldırılmasının ardından başvurucu hakkındaki yargılamaya Eleşkirt Asliye Ceza Mahkemesi tarafından devam edildiği anlaşılmaktadır. Mahkeme başvurucu tarafından yapılan bireysel başvuru sonrasında 12/10/2018 tarihinde karar vermiş olup ilgili paylaşımların yapıldığı Twitter hesabının başvurucu tarafından kullanıldığı hususunun tespit edilemediğini belirterek başvurucunun delil yetersizliğinden beraatine hükmetmiş, karar istinaf edilmeksizin kesinleşmiştir.B. Başvurucunun TSK'dan İlişiğinin Kesilmesine Dair İşleme Karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Açtığı İptal Davası Süreci 4/5/2012 ve 29/4/2013 tarihli iddianamelerde ileri sürülen hususlar ile başvurucunun özlük ve sicil dosyası incelenerek başvurucu hakkında TSK'dan ayırma süreci başlatılmıştır. İlgili silsile takip edilerek nihayetinde Genelkurmay Başkanlığının uygun görüşü ve Millî Savunma Bakanlığının onayı ile başvurucunun 10/7/2013 tarihinde kesin olarak TSK'dan ilişiği kesilmiştir. Başvurucu; söz konusu sosyal medya hesaplarının kendisine ait olmadığını ve söz konusu iletilerin kendisi tarafından yazılıp yayımlanmadığını, hakkındaki ceza yargılaması devam ederken savunması dahi alınmadan hakkında TSK'dan ayırma işlemini gerçekleştirilmesinin ifade özgülüğünü ihlal ettiğini belirterek işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali talebi ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. Yapılan yargılama sonucunda AYİM Dairesi (Mahkeme) 13/5/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme, gerekçesinde usule ve esasa ilişkin şu değerlendirmelerde bulunmuştur:i. Usule ilişkin olarak yapılan değerlendirme 31/1/2013 tarihli 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu'nun geçici maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesine dair yapılan Anayasa'ya aykırılık itirazının bekletici mesele yapılıp yapılmamasına ilişkindir. Mahkeme, görülmekte olan başka bir dosyada 6413 sayılı Kanun'un yürürlüğe girişinin idarenin takdirine bağlı olarak yönetmelik hükmüne bağlanması sebebi ile Anayasa'ya aykırılık itirazında bulunulduğunu ancak söz konusu yönetmeliğin 12/4/2014 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanması sebebi ile 6413 sayılı Kanun'un geçici maddesinin yargılama sırasında yürürlükten kalktığını belirterek Anayasa Mahkemesinin kararının bekletici mesele yapılmamasına karar vermiştir.ii. Mahkeme esasa ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede ise başvurucunun sicil ve özlük dosyasında bulunan bilgilerle başvurucu hakkında tanzim edilen 4/5/2012 ve 29/4/2013 tarihli iddianameler birlikte değerlendirmiştir. Başvurucunun sicil dosyasının incelenmesi sonucunda başvurucunun sicil notlarının "iyi" olduğunu ve sicil dosyasında başvurucuya ait on dokuz takdir belgesi bulunduğunu belirten Mahkeme, başvurucu hakkında farklı sicil üstlerince bildirilmiş çeşitli olumsuz kanaatlere de rastlandığını belirtmiştir. Başvurucunun "tabur bölgesinde bulunmama", "askeri terbiye kurallarına uymama", "amir ve üste saygısızlık", "haftalık bakıma nezaret etmeme" "emre itaatsizlik", dedikodu yapmak", "idari makamları boş yere işgal etmek", istirahat aldığını amirine bildirmemek", telefonlara cevap vermemek", idari teste katılmamak", "izin almadan sevk almak", dilekçesinde amirine saygısızlık yapmak" eylemlerinden 6 defa uyarı, 1 defa ikaz, 4 defa göz hapsi ve 1 defa oda hapsi aldığını belirten Mahkeme; tüm bu hususlara ek olarak 26/4/2013 tarihli iddianamede yer verilen ve başvurucu tarafından yapıldığı belirtilen paylaşımların başvurucudan sadır olup olmadığı yahut söz konusu paylaşımların ceza hukuku bakımından suç teşkil edip etmediğiyle ilgili bir değerlendirme yapmadığını, yalnızca paylaşımların vahametini nazara aldığını belirterek başvurucunun kamu hizmetinde istihdamına devam edilmesinin kamu yararına açıkça aykırılık teşkil ettiği sonucuna varmıştır. Bu değerlendirmeler ışığında başvurucunun disiplinsizlik nedeni ile tesis edilen ayırma işleminin iptali talebini reddetmiştir. Başvurucu tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuş ise de AYİM tarafından yapılan inceleme neticesinde 18/11/2014 tarihinde karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiştir. Ret kararı başvurucuya 11/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 7/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun "Çeşitli nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak işlem" kenar başlıklı mülga maddesinin (b) fıkrası şöyledir: "b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.Değişik: 29/7/1983 - 2870/7 md.) Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi astsubaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile yapılır." Yönetmelik 28/12/1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği'nin "Disiplinsizlik ve Ahlaki Durum Nedeniyle Ayırma" başlıklı maddesinin (a) ve (b) fıkraları şu şekildedir: "Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:a.Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,b.Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,"B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kuralları için asker kişilerin ifade özgürlüğü için bkz. Hulusi Özkan, B. No: 2018/18638, 15/11/2018, §§ 17-19; masumiyet karinesi yönünden bkz. Barış Baş [GK], B. No: 2016/14253, 2/7/2020, §§ 38-40; Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11/6/2018, §§ 18-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/288
Başvuru, astsubay olan başvurucunun sosyal medya hesabından üstleri hakkında yapmış olduğu paylaşımlar sebebi ile hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi tesis edilmesinin ifade özgürlüğünü, adil yargılanma hakkını ve masumiyet karinesi ilkesini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/6/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 31/12/2020 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1982 doğumlu olup İzmir'de ikamet etmektedir. A. Genel Bilgiler ve Olağanüstü Hâl İlanı ve Bu Süreçte Uygulanan Tedbirler Başvuruya konu olaylara ilişkin genel bilgiler ile olağanüstü hâl ilanı ve bu süreçte uygulanan tedbirler için bkz. B. [GK], B. No: 2018/37392, 23/7/2020, §§ 11- B. Başvurucunun Kamu Görevinden İhracına İlişkin Süreç Başvurucu 2004 yılında Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur. 2005 yılında idari yargı hâkim adayı olarak memuriyete atanmış, 2006 yılında da idari yargı hâkimi olarak göreve başlamıştır. Başvurucu son olarak İzmir İdare Mahkemesinde hâkim olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Genel Kurulunun 29/11/2016 tarihli kararıyla Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantısı bulunduğu gerekçesiyle 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesine dayanılarak meslekten ihraç edilmiştir. Başvurucunun Baro Levhasına Yazılma Talebine İlişkin Süreç Kamu görevinden çıkarılmasının ardından başvurucu, baro levhasına avukat olarak yazılma talebiyle 2017 yılının Haziran ayında İzmir Barosuna (Baro) başvurmuştur. Başvurucunun talebi Baro Yönetim Kurulunun 4/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucunun Baro kararına karşı Türkiye Barolar Birliğine (TBB) yaptığı itiraz, TBB Yönetim Kurulunun 22/8/2018 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve başvurucunun baro levhasına avukat olarak yazılma talebi hakkında karar verilmek üzere dosyanın Baroya gönderilmesine karar verilmiştir. Söz konusu karar, Bakanlık tarafından uygun bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere TBB'ye geri gönderilmiştir. Geri gönderme kararının gerekçesinde, başvurucunun 667 sayılı KHK gereğince HSYK kararıyla kamu görevinden çıkarılması sebebiyle kamu hizmeti niteliğinde bulunan avukatlık mesleğini icra etmesinin mümkün bulunmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucu hakkında FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca ceza soruşturması yürütüldüğü ve HSYK'da disiplin dosyası bulunduğu belirtilmiştir. TBB Yönetim Kurulu 8/12/2017 tarihli kararı ile önceki kararında ısrar ederek başvurucunun baro levhasına yazılmasına karar vermiştir. Israr kararının gerekçesinde, başvurucu ile ilgili olarak FETÖ/PDY üyeliği suçlamasıyla yürütülen soruşturmanın henüz tamamlanmadığı ifade edilmiş; bu nedenle 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin uygulanmayacağı vurgulanmıştır. Bu karardan sonra başvurucunun baro levhasına kaydı gerçekleştirilmiştir. Bakanlık, başvurucunun baro levhasına yeniden yazılmasına ilişkin TBB kararının kesinleşmesi üzerine 12/1/2018 tarihinde Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) TBB'ye karşı iptal davası açmıştır. Yürütmenin durdurulması talebini de içeren dava dilekçesinde; 1136 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen cezalara mahkûm olmanın avukatlığa engel hâllerden sayıldığı, üçüncü fıkrasında ise bu cezalardan birini gerektiren bir suçtan kovuşturma altında bulunulması hâlinde avukatlığa alınma isteği hakkındaki kararın bu kovuşturmanın sonuna kadar bekletilmesine karar verilebileceği belirtilmiştir. Avukatlık mesleğinin niteliği de dikkate alındığında FETÖ/PDY kapsamında ihraç edilenler hakkındaki soruşturma ve kovuşturma sonuçlanana kadar bu kişilerin baro levhasına kaydedilmemesi gerektiği savunulmuştur. İdare Mahkemesi 17/5/2018 tarihinde başvurucunun davada TBB yanında müdahil olma talebini kabul etmiştir. Aynı tarihli (17/5/2018) kararıyla -koşullarının oluştuğu gerekçesiyle- TBB tarafından tesis edilen işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Söz konusu karara karşı yapılan itiraz Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Bölge İdare Mahkemesi) 21/6/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İdare Mahkemesi 28/9/2018 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, 1136 sayılı Kanun'un maddesinde yer alan düzenlemeler dikkate alındığında avukatlık mesleğinin kamu hizmeti yönünün ağır bastığı ifade edilmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinin (2) numaralı fıkrasında, aynı KHK'nın maddesi uyarınca kamu görevinden çıkarılan yargı mensupları ile bu meslekten sayılanların bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecekleri, bu unvan, sıfat ve meslek adlarına bağlı olarak sağlanan haklardan yararlanamayacakları yönündeki düzenleme hatırlatılmıştır. Başvurucuya isnat edilen fiilin niteliği, baro levhasına yazılması durumunda yürütülecek kamu hizmetinin önemi ve özelliğine dikkat çekilerek ceza soruşturması sonucunun beklenmesinin yerinde olacağı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Söz konusu karara karşı TBB ve başvurucu tarafından istinaf başvurusu yapılmıştır. TBB tarafından sunulan istinaf dilekçesinde; İdare Mahkemesinin iptal gerekçesini başvurucu hakkında bulunan ceza soruşturmasına dayandırdığını, 1136 sayılı Kanun'da avukatlık mesleğine kabul edilme talebinin bekletilmesinin ancak ceza kovuşturması bulunması durumunda mümkün olabileceği vurgulanmıştır. Başvurucu sunduğu dilekçede ise hakkında ceza soruşturmasının bulunmasının ve kamu görevinden ihraç edilmesinin baro levhasına kaydedilmesine engel olmadığını belirtmiştir. İstinaf başvurusu, Bölge İdare Mahkemesinin 10/4/2019 tarihli kararıyla kesin olmak üzere oybirliğiyle reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde İdare Mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğu, kaldırılmasını gerektiren bir nedenin bulunmadığı belirtilmiştir. Nihai karar 16/5/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu Hakkındaki Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) yargılanmıştır. Ceza Mahkemesi 29/5/2019 tarihinde başvurucu hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrasının ilk cümlesi ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (4) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucunun hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında evinde arama yapıldığını öğrenmesi üzerine Manisa İl Emniyet Müdürlüğüne gelerek teslim olduğu, etkin pişmanlık göstererek örgütün yapısı ve faaliyetleri ile muhatap olduğu örgüt üyeleri hakkında konumuna uygun olarak samimi ve faydalı bilgiler verdiği belirtilmiştir. Başvurucunun Ceza Mahkemesi kararına karşı yaptığı istinaf başvurusu İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 16/3/2021 tarihli kararıyla reddedilmiştir. İstinaf kararı başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla derdesttir. İlgili hukuk için bkz. B., §§ 34- 5271 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) Şüpheli: Soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişiyi, b) Sanık: Kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suçşüphesi altında bulunan kişiyi, ... e) Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesindeniddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi, f) Kovuşturma: İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi,...İfade eder." 5271 sayılı Kanun'un "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir...." 5271 sayılı Kanun'un "Kamu davasını açma görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: " Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir.Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20904
Başvuru, baro levhasına yazılma işlemine ilişkin iptal davasında hukuk kurallarının öngörülemez biçimde yorumlanması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 2/7/2018tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/20571 ve 2018/20456 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyalarınınkonu yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2018/20455 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/20455 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakınları N.K. ve A. ile birlikte Y. isimli arkadaşları 27/1/2013 tarihinde park hâlindeki otomobilin içinde bulundukları sırada ateşli silahla vurularak yaşamlarını yitirmiştir. Çermik Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından aynı gün olay hakkında resen soruşturma açılmış ve olay yeri incelemesi yapılmıştır. Olay yeri incelemesi sırasında olay yerinin fotoğraflarının çekilmesinin yanında diğer bazı işlemler de gerçekleştirilmiştir. 27/1/2013 tarihli olay yeri inceleme tutanağında başvurucuların yakınlarının ve Y.nin bulunduğu aracın Çermik köyü gidiş istikametinde yolun sol tarafında park hâlinde olduğu, farlarının ve radyosunun açık olduğu, aracın etrafında başka araca ait izlerin olmadığı ancak kısa namlulu silaha ait olduğu belli olan boş kovan ve dolu fişeklerin bulunduğu, sağ ve sol arka camlarda iki kurşun deliği olduğu, sol ön camın tamamen kırık olduğu, araç içinde kurşun izlerine rastlandığı, aracın vites kolunun yan tarafında 10-12 gram kadar uyuşturucu madde bulunduğu belirtilmiştir. Olay yeri incelemesinin gerçekleştirilmesinden sonra doktor bilirkişisi refakatinde ölü muayenesi yapılmıştır. Ölü muayene tutanağında, kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için otopsi yapılması gerektiği belirtilmiştir. Cesetler üzerinde yapılan otopsi sonrası düzenlenen 28/1/2013 tarihli otopsi raporunda başvurucuların yakınlarının ölüm sebeplerinin ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı iskelet kemikleri kırığı ve iç organ yaralanmasına bağlı iç kanama olduğu bildirilmiştir. 28/5/2013 tarihli Çermik İlçe Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen tutanakta izinli olan personeller de dahil olmak üzere tüm personelin görev başına çağrılarak ilçe giriş ve çıkışlarının kapatılarak kontrol noktaları oluşturulduğu belirtilmiştir. Çermik İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından13/11/2014 tarihinde düzenlenen tutanakta ise ölenlerden A.nın bilincinin kapalı şekilde bulunduğu ancak Y.nin bilincinin açık olduğu, yaralı halde hastaneye kaldırıldığı sırada kendisine olayla ilgili sorular sorulduğu, cevap olarak bilmediğini söylediği belirtilmiştir. Başsavcılıkça, ölenlerin giysileri üzerinde atış mesafesinin tespiti amacıyla inceleme yapılmasına karar verilmiş; inceleme sonucu alınan uzmanlık raporunda atışın uzak atış mesafesinden yapıldığı tespit edilmiştir. Olay yerinde bulunan boş kovan ve mermi çekirdekleri üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen uzmanlık raporunda, kullanılan silahın tespit edilemediği bildirilmiştir. Başsavcılıkça Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Kimya İhtisas Dairesinden alınan1/3/2013 tarihli raporda ölenlerin kanında alkol (etanol ve metanol) bulunmadığı, kanında ve idrarında esrar bulunduğu belirtilmiştir. Yürütülen soruşturma kapsamında, 54 şüphelinin ölüm olayından önceki tarihlerde ölenlerle telefon görüşmeleri yaptıkları dikkate alınarak ifadeleri ve tanık beyanları alınmıştır. Başsavcılığın talimatı üzerine uzun süren araştırmalar sonucunda adresi tespit edilen Tanık A.nın ise 18/2/2016 tarihinde talimat yoluyla beyanı alınmıştır. Başsavcılık 2/5/2018 tarihinde daimî arama kararı verilmesine karar vermiştir. Başsavcılık aynı tarihte 54 şüpheli hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başsavcılık ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında; ölen kişilerin telefon numaralarına ait HTS kayıtlarının incelendiğini, telefon görüşmeleri gerçekleştirdikleri kişilerin şüpheli olması nedeniyle adlarına kayıtlı telefon numaraları hakkında alınan iletişimin tespiti kararı gereği telefon görüşmelerinin dinlendiği ancak herhangi bir delil elde edilemediğini, olay tarihinde bölgede yeterli sayıda güvenlik kamerası olmadığını, elde edilen güvenlik kamera görüntülerinin de net olmadığını, olay yerinin yerleşim yerine uzak olması nedeniyle görgü tanığı bulunamadığını, olay yerinde elde edilen kovanlarda yapılan inceleme sonucu kullanılan silahın herhangi bir kaydına rastlanmadığını, otomobil içine uzak mesafeden atış yapılması nedeniyle olay yerinde herhangi bir parmak izine ulaşılamadığını, olayın aydınlatılmasının mümkün olmadığını, bu hâliyle şüpheliler hakkında soruşturmaya devam etmeye yeter delil bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucular eksik incelemeyle ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirterek anılan karara itiraz etmişlerdir. Başvurucu Zafer Karakaya'nın itirazını inceleyen Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği 5/6/2018 tarihinde, başvurucu Muhammed Avcı ve Recep Avcı'nın itirazlarını inceleyen Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği ise 17/5/2018 tarihinde itirazların kesin olarak reddine karar vermiştir. Bu karar 2/7/2018 ve 7/6/2018 tarihlerinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 2/7/2018tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20455
Başvuru, ateşli silah yaralanması sonucu meydana gelen ölüm olayına ilişkin olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1998 yılında Irak devletine gerçekte ihraç edilmeyen ihraç eşyası için gerçeğe aykırı belge düzenlemek, 7/1/1932 tarihli ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanuna muhalefet suçlarını işlediği iddiasıyla Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Mardin Ağır Ceza Mahkemesince 10/10/2002 tarihinde yetkisizlik kararı verilmiş, bu karar Yargıtay Ceza Dairesinin 30/1/2003 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mardin Ağır Ceza Mahkemesince 15/2/2007 tarihinde başvurucunun yargılandığı suçta zamanaşımı süresinin dolmasısebebiyle düşme kararı verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 7/7/2011 tarihinde zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle kararı bozmuştur. Yargılamaya devam eden Mardin Ağır Ceza Mahkemesince 28/11/2013 tarihinde kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Karar, başvurucu müdafiine tefhim edilmiştir. Gerekçeli karar ise 10/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15373
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşi kaçırıldığı dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 29/5/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 29/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 30/6/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu;kardeşinin terör örgütü mensupları tarafından 16/6/1994 tarihinde Batman ili Sason ilçesi Dörtbölük köyü Hergök (Yakabağ) mezrasına yapılan baskında kaçırıldığını, bu özel durumundan kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köyünü terk etmek zorunda kaldığını iddia etmiştir. Başvurucunun kaçırılan kardeşi N. Asi , “Asi” olan soyadını Sason Asliye Hukuk Mahkemesinin 23/10/2002 tarihli ve E.2002/41, K.2002/60 sayılı kararı ile “Kandemir” olarak değiştirmiştir. Başvurucu 5/9/2007 tarihinde 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 27/1/2011 tarihli ve 2011/1-806 sayılı kararında terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvuruda bilirkişi heyetince yapılan keşif, tutulan tutanaklar, dosyada yer alan diğer bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucu Sason ilçesi Dikbayır köyü boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından, korucu aileleri dışında da köyde ikamet eden aileler bulunduğundan, 1990 ile 2000 yılları arasında köyde ciddi bir nüfus yaşadığından talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından belirtilen ret işlemi aleyhine Diyarbakır İdare Mahkemesinde açılan dava, yetkisizlik kararıyla Batman İdare Mahkemesine devredilmiştir. Batman İdare Mahkemesinin 15/2/2012 tarihli ve E.2011/3758, K.2012/893 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: “...Batman İl Jandarma Komutanlığı'nın 2011 tarih ve 0490-18647-11/Ter.Suç.Ks sayılı Batman Valiliği'ne hitaben yazılı boşalan ve boşaltılan köylere ilişkin yazısından; Dikbayır Köyü'nün1993-2000 tarihleri arasında kısmen boşaltıldığı/boşaldığının ifade edildiği, Batman İl Jandarma Komutanlığının 01/10/2009 tarih ve 3700-63966-09/GKK/Ks. sayılı ve eki 2009 tarihli tutanağa göre, 1987-2000 yılları arasında Dikbayır Köyü'ndeGKK veGÖKKgörevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri dışında köyde 15 hanenin ikamet ettiği,köy nüfusunun 1990 yılında 210, 1997 yılında 210, 2000 yılında, 278 Kişi olduğu, Batman/Sason İlçe Seçim Kurulu Başkanlığının 2009 tarih ve 185 sayılı yazısına göre; yapılan araştırmalarda, 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığı,ancak evrakların imha edilmek üzere SEKA'ya gönderildiği, 2000 yılı sonrasında da sandık kurularak seçimlerin düzenli olarak yapıldığı, Sason İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün 2006 tarihli yazısından, Dikbayır Köyü İlköğretim Okulu'nun1994-1998 yılları arasında güvenlik sebebiyle eğitim ve öğretime kapalıolduğunun ifade edildiğigörülmektedir.Bu durumda, aralarında davacının da bulunduğu Dikbayır Köyü halkının bir kısmının, güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmelerinden dolayı uğradıkları zararın, anılan köyün tamamen boşalmamış olması diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve davacıya yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından, davacının isteminin reddi yolunda tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemektedir...” Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 23/1/2013 tarihli ve E.2012/5029, K.2013/51 sayılı ilamı ile kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek onanmasına karar verilmiştir. Başvurucu karar düzeltme talebinde bulunmuş, aynı Dairenin 19/11/2013 tarihli ve E.2013/12790, K. 2013/8706 sayılı ilam ile reddedilmiştir. Karar düzeltme kararı, başvurucuya 18/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 13/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K.2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:“Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, Nakdî ödeme yapılır. … Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3359
Başvuru, terör örgütü üyeleri tarafından kardeşi kaçırıldığı dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma ve mülkiyet haklarının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının, 2017/39360 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39360
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, denetimli serbestlik tedbiriyle tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Elazığ Ağır Ceza Mahkemesinin 8/12/2014 tarihli kararı ile silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçundan 2 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiş, karar Yargıtay Ceza Dairesinin 19/1/2016 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu anılan kararın infazı için 10/3/2015 tarihinde Osmaniye 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna alınmıştır. Başvurucu, koşullu salıverilme tarihine bir yıl kala 7/9/2015 tarihinde cezasının denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak infaz edilmesi talebinde bulunmuştur. Osmaniye 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 7/9/2015 tarihli kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararda 2/9/2012 tarihli ve 28399 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin (2) numaralı fıkrasının "ç" bendi gereğince başvurucunun örgütten ayrıldığına dair herhangi bir dilekçesinin bulunmaması nedeniyle açığa ayrılma şartlarının oluşmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Osmaniye İnfaz Hâkimliğinin 8/9/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Hükümlü hakkında tanzim edilen müddetnameye göre koşullu salıverme tarihinin 7/9/2016 olduğu buna göre koşullu salıverme tarihine bir yıldan az kaldığı, ancak adı geçen hakkında idari ve gözlem kurulu başkanlığının 7/9/2015 tarih ve 2015/1891 sayılı kararı ile açık ceza infaz kurumlarına ayrılma yönetmenliğinin maddesinin ç bendi 'Terör ve Örgütlü suçlardan hükümlü olup mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idari ve gözlem kurul kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverme tarihine 1 yıldan az süre kalması şartı aranır' hükmü gereğince adı geçenin kurumumuza örgütten ayrıldığınadair herhangi bir dilekçesi bulunmaması nedeniyle açığa ayrılma şartlarının oluşmadığı, örgütten ayrıldığınailişkin dilekçe vermesi halinde açık ve denetimli serbestlik şartlarının oluşacağına bu aşamada talebinin uygun olmadığına karar verilmesi gerekmiştir...." Başvurucunun ret kararına yaptığı itirazı ise Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesinin 16/10/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu karardan 22/10/2015 tarihinde haberdar olmuştur. Başvurucu 9/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu adli yardım talebinde bulunmuştur. 5/4/2012 tarihli ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Denetimli Serbestlik ve Yardım Merkezleri ile Koruma Kurulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 6291 sayılı Kanun ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'a eklenen 105/A maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla;a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren,b) Çocuk eğitimevinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan,koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir." 24/1/2013 tarihli ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair 6411 sayılı Kanun ile 5275 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir:"Bu Kanunun 105/A maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde ve ikinci fıkrasında belirtilen altı aylık süre şartı ile birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen cezanın belirli bir süre infaz edilmesine ilişkin şart 31/12/2015 tarihine kadar uygulanmaz." 2/7/2012 tarihli ve Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında 6352 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Terör suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar hariç olmak üzere;a) Kasıtlı suçlardan toplam üç yıl veya daha az hapis cezasına mahkûm olanların,b) Taksirli suçlardan toplam beş yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm olanların,c) Adli para cezasının infazı sürecinde tazyik hapsine tabi tutulanların,cezaları doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilir. Bu fıkra hükümleri 3l/l2/2017 tarihine kadar uygulanır." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Hükümlülerin açık cezaevlerine ayrılmalarına ilişkin esas ve usûller yönetmelikte gösterilir. (3) İlk kez suç işleyen ve iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına hükümlü bulunanların cezaları doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilebilir." Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği'nin "Doğrudan açık kuruma alınacak hükümlüler" başlıklı maddesi şöyledir:"Terör suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar hariç olmak üzere;...cezaları doğrudan açık kurumlarda yerine getirilir."Anılan Yönetmelik'in maddesinin (2) numaralı fıkrasının (ç) bendi şöyledir: "Hükümlülerden;...ç) Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması, şartı aranır."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17595
Başvuru, denetimli serbestlik tedbiriyle tahliye talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; başvuru tarihinde ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun kıyafet değişimlerinin belirli bir süre ve koşul ile sınırlandırılması ve eşyalarının çöpe atılması nedeniyle özel hayata saygı, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu halen hükümlü olarak Osmaniye 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvuru tarihinde tutuklu olarak Ceza İnfaz Kurumunda bulunan başvurucu, kıyafet değişiminin belli dönemlerle sınırlandığını, değişim yapılan eşyaların depoya emanet olarak alınmayıp çöpe atılması karşılığında değişime izin verildiğini, değiştirilen eşyaların yeni ve etiketli olması zorunluluğu getirildiğini, kararların gerekçesiz ve haksız olduğunu, mahkemece alınan savcılık görüşünün kendisine tebliğ edilmediğini, diğer hükümlü ve tutuklulara tüm görüşlerde değişim yapmalarına izin verilirken kendisine FETÖ/PDY üyeliği suç isnadıyla tutuklu bulunduğundan izin verilmediğini ileri sürmüştür. Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının (İdare ve Gözlem Kurulu) 7/4/2017 tarihli kararında; ceza infaz kurumlarının asayiş ve güvenliği, hükümlü ve tutukluların sayılarının fazlalığı ve görevli personelin yetersizliği dikkate alınarak hükümlü ve tutukluların eskiyen kıyafetlerinin yenileriyle sadece yılda dört defa belirtilen tarihlerde değiştirebilecekleri, bu tarihler dışında kıyafet değişiminin yapılamayacağı, değişimi yapılacak eşyaların değişim gününden bir hafta önce bildirilmesi gerektiği, emanet eşya memurlarınca anılan eşyaların toplanacağı, değişim gününde ilgili kişilere teslim edileceği, kişilerin gelmemesi durumunda ise iade edileceği bildirilmiştir. Anılan kararda ayrıca yasak malzemelerin büyük bir kısmının giyim eşyası değişimi sırasında Ceza ve İnfaz Kurumuna sokulduğu, hükümlü ve tutukluların giyim eşyalarını eskimeseler dahi yıkatmak amacıyla ailelerine verdiklerinin tespit edildiği, hükümlü ve tutuklu sayısının fazlalığı, görevli personel sayısının eksikliği, Ceza ve İnfaz Kurumunun asayişi ve güvenliği gibi hususlar dikkate alınarak birtakım sınırlamalar yapıldığı vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından Kurul kararına karşı, kıyafet değişiminin açık görüşte de yapılması talebiyle yapılan şikâyet başvurusu Osmaniye İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 25/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; Kurul kararının konuya ilişkin kısımlarına yer verilmiş, 17/6/2005 tarihli 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in (Eşya Yönetmeliği) "Giyim eşyaları" kenar başlıklı maddesindeki yeni ibaresinden mutlaka yeni etiketli kıyafetin anlaşılmayacağı, İdare ve Gözlem Kurulu kararında da yeni olarak kabul edilebilecek giyim eşyasından etiketli veya etiketsiz sıfır ayarında kullanılmamış veya az kullanılmış olmasının aranacağı belirtildiğinden anılan kararın mevzuata uygun olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 11/7/2018 tarihli kesin kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde İnfaz Hâkimliği tarafından verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 23/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir." 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) "Hükümlünün kişisel eşyasının korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hükümlünün beraberinde getirmiş olduğu eşya ve elbiseler temizlendikten sonra bir paket yapılır ve ambar memuruna teslim edilir. Ambar memuru, her paket için üçer nüsha olarak bir makbuz düzenler ve eşyanın sayı ve çeşitlerini kaydederek imzalar. Makbuzlardan birisi hükümlüye verilir, birisi eşya paketi üzerine iliştirilir, diğeri de dipkoçanında kalır." İnfaz Tüzüğü'nün "Eşyanın postadan alınması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hükümlülerin adlarına posta veya kargo ile gönderilen havale ve eşya, kurum mutemedi tarafından en geç 7 gün içinde postadan alınır. Gönderi, içeriği itibariyle kuruma sokulması ve bulundurulması mevzuat hükümlerince sakıncalı olmaması hâlinde hükümlüye teslim edilir. (2) Sakıncalı olduğu belirlenen gönderiler hakkında, posta veya kargodan alındığı tarihten itibaren onbeş gün içerisinde hükümlüye yazılı bilgi verilir. Hükümlü, bildirimin yapıldığı tarihten itibaren onbeş gün içerisinde infaz hâkimliğine itiraz hakkını kullanmadığı takdirde, gönderi, göndericiye veya hükümlünün göstereceği kişiye iade edilir. Hükümlünün isteği halinde ilk ziyaret günü yakınlarına verilmek üzere kurum emanet deposunda saklanabilir. Ancak eşyanın bozulabilir olması veya maddi değerinde azalma olasılığının bulunması halinde, gönderi gönderene iade edilir." Eşya Yönetmeliği'nin "Giyim eşyaları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hükümlülerin koğuş, oda ve eklentilerinde birer adet palto, manto ve mont, iki adet ceket veya ceket yerine kullanılabilen hırka, dört adet pantolon ve/veya etek, bayan için iki adet elbise, bir takım eşofman, dört adet gömlek, iki adet kazak, iki takım pijama, bir spor ayakkabısı, bir kışlık ayakkabı, bir iskarpin, üç adet tişört, iki adet kravat, bir adet kemer, gerektiği kadar iç çamaşırı, çorap, bir terlik, havlu ve bir bornoz ile kaşkol, 25/11/1925 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı Hakkında Kanuna aykırı olmayan bir adet şapka bulundurulmasına izin verilir.Hükümlüler; ceza infaz kurumu dışından getirilmesine izin verilen giyim eşyalarından eskiyenlerini, yenileriyle değiştirebilir."
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24673
Başvuru, başvuru tarihinde ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun kıyafet değişimlerinin belirli bir süre ve koşul ile sınırlandırılması ve eşyalarının çöpe atılması nedeniyle özel hayata saygı, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, iptal davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 15/11/2011 yılında açtığı iptal davası 28/6/2018 tarihinde kesin olarak sonuçlanmıştır. Başvurucu14/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/25953
Başvuru, iptal davasının makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun, başvuru tarihinden sonra vefat etmesi nedeniyle başvurucu Niyazi Sarıaslan yönünden ayrılmasına ve anılan başvurucu yönünden başka bir dosya numarası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Türkan Sarıaslan, Durdu Sarıaslan, Mustafa Sarıaslan (1 Numaralı), Erfail Sarıaslan, Seyfi Sarıaslan, Arife Oğlakkaya ve Saim Alkan'ın dedesi; başvurucular Duran Sarıaslan, Cengiz Sarıaslan, Tahir Sarıaslan, Baki Sarıaslan, Mukaddes Hazar, Zöhre Alıcı, Muzaffer Duyan, Vezir Duyan, Nurgül Sarıaslan, Zeliha Sevim Sarıaslan, Sudi Gönen, Saim Alkan, Muzaffer Alkan, Bayram Sarıaslan, Gürsel Sarıaslan, Selçuk Sarıaslan, Mehmet Sarıaslan, Ahmet Yağbasan, Mehmet Yağbasan, Elif Yüce, Şerife Dağlıoğlu, Mustafa Sarıaslan (16 Numaralı), Ahmet Sarıaslan, Selim Sarıaslan, Ercan Sarıkodal, Fehmi Sarıkodal, Seher Akarca ve Seyhan Sarıaslan'ın anne ya da babalarının dedesi; başvurucular Birtan Sarıaslan, Ali Yalçın, Mürüvet Durna, Mustafa Yalçın, Arzum Çakır, Funda Gülseren, Hatice Bahargülü, Yusuf Çağlar Sarıdoğan, Barış Sarıdoğan, Perhan Kulan, Şerife Sarıdoğan, Nurdan Salkın ve Ferhan Güngör'ün ise dedelerinin ya da büyükannelerinin dedesi olan muris aleyhine 8/7/1972 tarihinde Kadirli 2 No.lu Kadastro Mahkemesinde açılan kadastro tespitine itiraz davası anılan Mahkemenin kapatılması üzerine Kadirli 1 No.lu Kadastro Mahkemesine gönderilmiş, Mahkemenin dosyayı Kadastro Komisyonuna (Komisyon) geri göndermesi üzerine Komisyonca tekrar karar verilmiş ve söz konusu karara karşı tekrar, 1984 yılında Kadirli 1 No.lu Kadastro Mahkemesinde kadastro tespitine itiraz edilmiş ve itiraz üzerine anılan Mahkemece verilen karar Yargıtayca bozulmuştur. Dava, yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19979
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; barışçıl bir gösterinin kolluk görevlilerince gerekli olmadığı hâlde dağıtılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, müdahale sırasında meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedenleriyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Açık kaynaklardan elde edilen bilgilere göre İstanbul Valiliğince (Valilik) 2014 yılı 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamaları için Yenikapı ve Maltepe sahil alanları tahsis edilmiş, Taksim Meydanı'nda kitlesel toplantı ve gösteriye müsaade edilmeyeceği iki gün önce kamuoyuna duyurulmuştur. 1/5/2014 tarihinde Şişli ilçesinde toplanan gruplar Taksim Meydanı'nda gösteri yapma amacıyla yürüyüş yapmak istemiş, bu yürüyüşe müsaade etmeyen kolluk görevlileri ile göstericiler arasında birtakım olaylar yaşanmıştır. Kolluk amiri ile grup temsilcileri arasında yapılan müzakerede, gösterici gruptan elli kadar kişinin Taksim Meydanı'na geçişine ve burada gösteri yapmasına izin verilebileceği ancak kitlesel hâlde bir yürüyüşle gösteri yapılmasına izin verilemeyeceği belirtilmiştir. Müzakerenin sonuç vermemesi üzerine kolluk görevlileri tarafından yürüyüşü gerçekleştirmek isteyen gruba birden fazla kez gösterinin yasal olmadığı ve dağılmaları gerektiği yönünde sesli ikazda bulunulmuş, dağılmayan kalabalığa tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahale edilmiştir. Başvurucu da 1/5/2014 tarihinde mensubu olduğunu belirttiği Halkların Demokratik Partisinin (HDP) yetkilileriyle birlikte 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarına katılmak üzere İstanbul'un Şişli ilçesine gitmiştir. Başvurucu, Şişli ilçesine vardığı anda kolluk görevlilerinin göstericilere müdahale etmeye başladığını, Mecidiyeköy istikametine gitmeye çalıştığı sırada kolluk kuvvetinin kullandığı tazyikli su, göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi nedeniyle ara sokağa kaçmak zorunda kaldığını dile getirmektedir. Başvurucu, arkasından yaklaşık beş metre mesafeden atılan göz yaşartıcı gaz kapsülünün sol bacağı arka kısmına isabet etmesi nedeniyle yüzüstü yere düştüğünü, yanına gelen bir polis memurunun yaralanan bacağına tekme atarak hakaret ve tehdit ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu çevrede bulunanların yardımıyla yakındaki bir tıp merkezine, oradan da İstanbul Kağıthane Devlet Hastanesine ve akabinde Baltalimanı Metin Sabancı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine gittiğini ve tedavi gördüğünü belirtmiştir. İstanbul Kağıthane Devlet Hastanesi tarafından 1/5/2014 günü saat 58'de düzenlenen hasta epikriz raporunda başvurucu hakkında "W01-kayma sendeleme ve tökezlemeye bağlı düşme" şeklinde tespit yapılmıştır. Baltalimanı Metin Sabancı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesince 1/5/2014 günü saat 45'te düzenlenen sağlık raporunun ilgili kısımları ise şöyledir:"Darp ifadesiyle acil servisimize sol diz ve sağ elde travma şikâyetiyle başvurdu ... sol diz ve sağ elde hassasiyet mevcut ... çekilen direkt grafide osseoz patoloji [kemikte bir yaralanma] saptanmadı ... istirahat amaçlı kısa bacak atel yapıldı. Hastada kafa veya göğüs travması öyküsü yok. Bilinç açık koopere oryante ... bildirir geçici hekim raporudur. Kesin rapor adli tıp uzmanı tarafından verilecektir." Başvurucu 2/5/2014 tarihinde Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesine giderek tedavi görmüştür. Burada düzenlenen sağlık raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Yapılan harici muayenede sol dizde abrazyon [sıyrık], sağ el orta parmakta minimal abrazyon tespit edildi. Hastanın sol kolunda, sol el bileğinde hassasiyet tespit edildi. Dış merkezde çekilmiş grafileri mevcuttur. Durum bildirir geçici hekim raporudur..." Başvurucu 31/5/2014 tarihinde İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesine müracaat etmiş, sol diz ekleminde MR incelemesi yapılmıştır. Raporda "Diz eklem mesafesinde supra patelar bursada [diz eklemi üst kısmı] efüzyon [gereğinden fazla sıvı birikimi] artışı mevcuttur. Patellar kartilaj [diz kapağı kemik kıkırdağı] hafif incelmiş görünümdedir.Patellada medüller [diz kapağı orta kısmı] kemikte ödem mevcut olup, kontüzyon [ezilme] ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir." tespitlerinde bulunulmuştur. Başvurucu Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliğine (TİHV) müracaat ederek burada muayene olmuştur. Doktor K. imzalı, 24/11/2014 tarihli raporun sonuç kısmı şöyledir:" Kişide tespit edilen fiziksel ve ruhsal yakınma ve bulguların birbirleriyle ve kişinin anlatımlarıyla uyumlu oldukları; kişinin yaşadığını belirttiği travmalara ilişkin anlatımlarını destekler nitelikte olduğu, Kişinin yoğun göz yaşartıcı kimyasal gazlara maruz kalması sonucu bildirdiği yakınmaların literatürde bildirilen bu kimyasalların insan sağlığı üzerinde meydana getirdiği erken dönem sağlık sorunları ile uyumlu olduğu, Kişinin ruhsal değerlendirmesinde tespit edilen 'Travma Sonrası Stres Bozukluğu' tanısının kişinin aktardığı fiziksel ve ruhsal travma öyküsüne bağlı olarak oluştuğu ve bu öykü ile bütünüyle uyumlu olduğu, uzun süreli izlem gerektirdiği Travmatik sürece maruz kaldığı ortam koşulları, göz yaşartıcı kimyasalların kullanım şekli ve yoğunluğu, travmatik yaralanmaların özellikleri birlikte değerlendirildiğinde; kişinin bu süreçte insan eliyle oluşturulmuş travmaya maruz kaldığı ve Dünya Sağlık Örgütü'nün Uluslararası Hastalık Sınıflandırması, ICD 10 kapsamında Y3 kodu ile de belirtilen 'işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele' kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiği kanaatini bildirir değerlendirme raporudur." Başvurucu 3/12/2014 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesiyle kolluk görevlileri ve amirleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu dilekçesinde yüz üstü yere düşmesi nedeniyle üst dudağının patladığından, yüzünde çizik ve kızarıklar oluştuğundan, elinde çatlak ile sol kulağında zedelenme olduğundan yakınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı gün başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporu ve belgeleri ilgili hastane ve sağlık kuruluşlarından temin edilmiş ve Adli Tıp Kurumundan (ATK) kati adli rapor talep edilmiştir. ATK tarafından 3/12/2014 tarihinde düzenlenen ilk raporun ilgili kısmı şöyledir:"Kişinin Şubemizde yapılan muayenesinde; 2012 yılında sol dizinden ameliyat olduğunu, ameliyat sonrasında bir şikayeti olmadığını, hareketlerini rahatça yapabildiğini, 1 Mayıs 2014 tarihinde bacağına gaz bombası gelmesi sonrasında yere dizlerinin üzerine düştüğünü, akabinde diz bölgesine tekme ile vurulduğunu söylediği, sonrasında dizi ile ilgili sorunlarının başladığını, olay olalı 8 ay olmasına rağmen halen dizinden rahatsızlığının devam ettiğini, basamadığını, koltuk değneği kullandığı görüldü. SSK Göztepe Hastanesinde MR'ının çekildiği, burada diz ekleminin içinde ödem olduğunun ayrıca menisküs yırtığı olduğunun söylendiği, bunun üzerine diz kapağından iğne yapıldığı ve 1,5 ay fizik tedavi aldığı, ancak fayda görmediği, olay tarihinde kulağının üzerine düştüğü, dudağının patladığı. Çenesinde ve göz kenarlarında, bacaklarında sıyrıklar ve morartılar olduğu, olay sonrasında kulak ağrısının ve baş dönmesi şikayetinin olması nedeniyle hastaneye başvurduğu, bu konuyla ilgili muayene olduğu, MR'ının çekildiği ve ilk zamanlarında da duymasında da azalma olduğunu söylediği, baş dönmesi şikayetinin halen devam ettiği, olay sonrasındaTSSB tanısı ıle tedavi gördüğünü söylediği, fiziki muayenesinde; sağ el sırtında metakarp hizasında 0,5 cm lik yüzeyel nedbe dokusu, sol diz kapağı ön yüzde ve lateral yüzde çapı 1 cm kadar olan 2 adet yüzeyel nedbe dokusu olduğu görüldü. SONUÇ:Sorulan hususun değerlendirilebilmesi için Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu'ndan görüş alınmasının uygun olduğukanaatini bildirir rapordur." ATK İhtisas Kurulu tarafından başvurucu hakkındaki tüm sağlık raporlarının incelenmesi sonucu düzenlenen 28/8/2015 tarihli raporun sonuç kısmı ise şöyledir:"Kişi, olay tarihinde sol bacağına arkadan gaz bombası isabet ettiğini belirtmekle birlikte olay tarihli tıbbi belgelerinde sol bacak arka kısımda herhangi bir lezyon tarif edilmediği, ardından yüz üstü yere çakıldığını ve dudağının patladığını belirtmekle birlikte yine aynı şekilde olay tarihli ve sonraki güne ait tıbbi belgelerinde yüz bölgesinde de herhangi bir lezyon tarif edilmediği, taraf belirtmemekle birlikte el bölgesinde ve dizinde yere düşmeye bağlı sıyrıklar oluştuğunu belirttiği, söz konusu lezyonlara dairolaydan bir gün sonra Haydar Paşa Numune Hastanesi'nde yapılan muayenede 'sol dizde abrazyon, sağ el orta parmakta minimal abrazyon, sol kol ve sol el bileğinde hassasiyet' şeklinde lezyonlar tarif edildiği, yere düşerken yaralanan diz bölgesine polis tarafından tekme atıldığını belirttiği, eldeki mevcut tıbbi belgelere göre olay tarihinde ciltte tespit edilen abrazyon ve yaklaşık 1 ay sonra çekilen sol diz MR tetkikinde tespit edilen eklem içi lezyonların olay tarihinde yaşanan düşme eylemine mi yoksa daha sonra atıldığı iddia edilen tekmeye ve her ikisine mi bağlı meydana geldiğinin tespit edilemediği, başvurduğu Kağıthane Devlet Hastanesi'nde kolunda çatlak olduğu söylendiğini ifade etmesine rağmen çekilen grafilerde çatlak dahil osseoz patoloji tespit edilmediği, söz konusu hastanece düzenlenmiş belgelerde de bu tarz bir ifadeye rastlanılmadığı, yere düşerken kulağının üzerine düştüğü ve kulağında da zedelenme olduğunu belirtmekle birlikte olay tarihli ve sonrası güne ait tıbbi belgelerde her iki kulağında da herhangi bir lezyon veya işitme kaybı tarif edilmediği gibi buna dair kayıtlı bir şikayet te bulunmadığı, yaklaşık 40 gün sonra çekilen temporal kemik BT'de nonspesifik bulgu olan solda temporomandibular eklem mesafesinde karşı tarafa göre hafif artış tespit edildiği, eşlik eden osseoz patoloji saptanmadığı belirtildiği, dolayısıyla 2014 tarihli olayla alakalı nedensellik bağı ortaya konulabilen'sol dizde abrazyon, sağ el orta parmakta minimal abrazyon, sol kol ve sol el bileğinde hassasiyet' ve 'Post travmatik stres bozukluğuna' neden olan yaralanmasının; 1- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,2- Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,3- Kişinin Kurulumuz'da yapılan muayenesinde yüz sınırları içinde yara nedbesi tespit edilmediğinden yüzde sabit iz tayinine mahal olmadığı,4- Kişinin vücudunda kemik kırığı tarif ve tespit edilmediği, 5- Dava konusu olaya bağlı duyularından veya organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflaması veya yitirilmesi niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik veya fonksiyonel bozukluk tarif ve tespit edilmediği oy birliği ile mütalaa olunur." Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde şikâyet dilekçesinde ileri sürdüğü iddiaları yinelemiş, bacağına isabet eden göz yaşartıcı gaz kapsülünü atan ve yerdeyken kendisine tekme atıp tehdit ve hakarette bulunan polis memurlarını teşhis edemeyeceğini belirtmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 3/11/2015 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) yazılan müzekkereyle başvurucunun iddialarının araştırılması için müfettiş görevlendirilerek gösteri yürüyüşü için katılımcıların yasal bildirimde bulunup bulunmadıkları, göstericilerin müdahale öncesi şiddet içerikli davranışta bulunup bulunmadıkları ve buna dair kamera görüntüsü istenmiştir. Müzekkerede; göstericilerin trafik akışını bozma dışında sivil kişilere zarar verme ya da hayatın normal akışına mani olma şeklinde bir eylemde bulunup bulunmadıkları, gösteri barışçıl ise müdahaleden önce makul bir süre beklenip beklenmediği de sorulmuştur. Ayrıca zor kullanımının son çare olarak ve orantılı şekilde kullanılıp kullanılmadığının değerlendirilmesi için olay anına ilişkin kolluk araç kameraları ile kamuya ve özel kişilere ait kameralara ait görüntülerinin de teminiyle müştekiye karşı zor kullanan polis memurlarının kimlik bilgileri istenmiştir. Emniyet Müdürlüğünün 18/12/2015 tarihli cevabında göstericilerin eylem öncesinde yasal bildirimde bulunmadığı, şiddet içerikli eylemleri olduğu ve buna dair kamera görüntülerinin gönderildiği, barikat kurarak ateş yakmaları ve çevrede bulunan binalarla araçlara zarar vermeleri nedeniyle sivil kişilerin olağan faaliyetlerinin de etkilendiği belirtilmiştir. Yazıda ayrıca göstericilerin günlük yaşam akışını bir ölçüde değil tamamen bozdukları, sesli ikazlara şiddet içeren eylemlerle (taş, sopa, havai fişek ve molotof atıp kurdukları barikatları ateşe vererek) karşılık vermeleri nedeniyle makul süre beklenemediği dile getirilmiştir. Grubun dağılması amacıyla ve yeterli düzeyde güç kullanıldığı ancak dağılmamakta ısrar eden ve sadece kolluk görevlilerine karşı saldırıda bulunan kişilere karşı güç kullanımın dereceli olarak artırıldığı da cevap yazısında vurgulanmıştır. Başvurucuya karşı güç kullandığı iddia olunan polis memurlarının kimlik bilgileri konusunda ise 11/4/2016 tarihli yazıyla cevap verilmiştir. Cevapta olay yerinde görevlendirilen personelin belli bir alanda görevli olsa da durumun gerektirdiği ölçüde zaman zaman takip ve müdahale sırasında görev yerlerinde kayma olabildiği belirtilerek olay yerinde görev yapan tüm personelin isim listesi gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının talebine uygun olarak Emniyet Müdürlüğünce bir emniyet müdürü idari yönden olayı araştırmak üzere 11/1/2016 tarihinde görevlendirilmiştir. İdari yönden yapılan araştırmada başvurucunun iddiasını doğrulayan kamera kaydının bulunmadığı, ayrıca iddialarıyla uyumlu şekilde düzenlenmiş bir adli raporun da bulunmadığı belirtilmiştir. Ayrıca olay yerinde görevlendirilen personelin bir kısmının il dışından geldiği, olay yerindeki kalabalık ve kargaşa içinde hangi polis memurunun başvurucuya karşı güç kullandığının tespit edilmesinin zor olduğu vurgulanmıştır. Bu kapsamda Emniyet Müdürlüğünde 22/2/2016 tarihinde verilen idari soruşturma açılmasına yer olmadığına dair karar Cumhuriyet Başsavcılığına 25/2/2016 tarihli yazıyla bildirilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı; başka bir adli soruşturma dosyası içinde bulunan, Valiliğinin çeşitli sivil toplum örgütlerine gönderdiği 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarına tahsis edilen alanların belirtildiği bildirimleri de dosya arasına almıştır. Anılan yazılı bildirimlerde Valilik, toplantı ve gösteri yürüyüşüne ilişkin kanun hükümleriyle bu konudaki yargı içtihatlarına değinmiş ve kutlama yapılacak alanlara ilişkin detaylı bilgilere yer vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, kolluk tarafından gönderilen olaya ilişkin kamera görüntüleri üzerinde inceleme yapılması amacıyla 18/4/2016 tarihinde bilirkişi görevlendirmiştir. Bilirkişi 30/5/2016 tarihinde raporunu sunmuştur. Raporda toplam üç adet DVD'ye kaydedilmiş görüntülerin çözümünün yapıldığı, görüntülerde göstericilerin yüzlerinde maske olduğu, trafik akışına mani oldukları, kolluk görevlilerinin birden fazla kez "Dağılın!" yönündeki ikazlara karşı taş, havai fişek gibi cisimler attıkları belirtilmiştir. Raporda; gösterici grubun kaldırım taşlarını söktüğü, çöp bidonlarından barikat kurduğu, sokak aralarında insan ve araç geçişine mâni olduğu, çevrede bulunan iş yerlerinin bu nedenle kapatıldığı, vatandaşların normal yaşamlarına devam edemediği hususlarına da değinilmiştir. Ayrıca kolluk görevlilerinin tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla gösterici gruba müdahale ettiği ancak başvurucunun bu olaylar sırasında yaralanıp yaralanmadığının tespit edilemediği belirtilerek görüntülerden elde edilen bazı fotoğraflara yer verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/6/2016 tarihinde verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla soruşturma sonuçlandırılmıştır. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"Müşteki Medine EREN vekili aracılığıyla vermiş olduğu 03/12/2014 tarihli şikayet dilekçesine binaen vermiş olduğu 14/01/2015 tarihli ifadesinde, ... [ifade zabtına yer verilmiştir] demiştir.Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İkinci İhtisas Kurulunun 28 Ağustos 2015 tarihli,5454 karar numaralı raporunda, ... [sağlık raporuna yer verilmiştir] yazılıdır.Başsavcılığımızca İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazılan 03/11/2015 tarihli müzekkereyle; ...istenmiştir. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünün Medine EREN'in şikayeti hakkında konulu 18/12/2015 tarihli, Ds:(62397).26308-393 Sayılı cevabi yazısında, ... belirtilmiştir.İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 47909374-17014(32143)-2015/14019(EGM)/1017473 sayılı işlemden kaldırma konulu yazısında, ... disiplin yönünden araştırılması gerekiyorsa soruşturulması için ... 2016 tarihli olurları ile görevlendirilmiştir. ... [idari soruşturma kapsamında yapılan değerlendirmelere yer verilmiştir]İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 10/03/2016 tarih, 47909374-(91244).2015/26308-42 sayılıyazısında çevik kuvvet gruplarının toplumsal olayların durumuna göre talimat çerçevesinde görevlendirildikleri noktalardan ayrılarak gösterici gurupların dağıtmak amacıyla arkalarından takip edebildikleri, kendilerine yönelik bir fiili saldırı veya mukavemet durumunda mevzuatta belirtilen şekilde müdahale edebildikleri toplumsal olaylara uzun süreli müdahalelerde bulunulduğu ve sürekli noktalara zaman zaman kuvvet kaydırmaları yapılabildiğibelirtilmiş ve yazı ekinde sayısı binleri geçen polis memurlarının isim-görevlistesi gönderilmiştir. Benzer konuda soruşturma yürütülmüş Başsavcılığımızın 2014/63607 sayılı dosyasındaki 1 Mayıs 2014 tarihindeki 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarının nerede ve ne şekilde yapılacağına ilişkin resmi yazışmaların birer örneği Uyap ortamından çıktı alınarak bu dosya içerisine konulmuştur.Bu belgeler ... [yazı içeriklerinden bahsediliyor]Dosyadaki görüntüler üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi sonrasında düzenlenen 30/05/2016 tarihli raporda, E5 üzeri Şişli ilçesi Mecidiyeköy civarı cadde ve sokaklarında göstericilerin yüzlerinde maske olduğu, ellerinde pankart ile slogan attıkları, kalabalık gruplar halinde hareket ettikleri, emniyet görevlilerinin gruba defalarca uyarılarda bulunduğu ancak gösteri yapan grubun dağılmamakta ısrar ettiği, zaman zaman emniyet görevlilerine taş, hava-i fişek vb eşyalar attıkları, grubun kaldırım taşlarını, çöp bidonlarını vb cisimlerden barikat kurdukları, bu sayede çevrenini zarar gördüğü, grubun şiddet içeren eylemlerde bulundukları, sokak aralarında insan araç geçişlerinin yapılan eylemler nedeniyle engellenmiş olduğu, eylemler sırasında çevrede bulunan esnaflara ait dükkanların kapalı olduğu, vatandaşların bu eylemler sırasında normal günlük yaşantısını devam ettiremeyeceği, emniyet görevlilerinin gösteri yapan gruplara karşı tazyikli su ve gaz bombasıyla müdahale ettiklerinin görüldüğü belirtilmiştir. Başsavcılığımızca toplanan deliller ışığında müştekinin katıldığı gösterininbarışçıl olup olmadığı, müdahalenin gerekliliği veşikayete konu müdahalenin orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Disk ve Kesk Türkiye (38676/08) kararında ve İstanbul Valiliğinin 29/04/2014 tarih ve 15342297-492-20222 sayılı yazısında da belirtildiği üzere Taksim Meydanı İstanbul şehrinin kalbinde yer almaktadır. Bu bölge ve civar bölgerdeyapılacak geniş katılımlı toplantı ve gösterilerİşçi Bayramına katılanların sayısı da dikkate alındığında büyük ölçekli bir gösterinin kamu düzenini aksatacağı açıktır. İstanbul Valiliği tarafındantoplantı ve gösterinin yapılmamasına yönelik bir açıklama bulunmamaktadır. Valilik toplantı ve gösteri yeri olarak Yenikapı Gösteri ve MitingAlanını belirlemiştir.Yazıda katılımcıların bu alana ulaşmalarını temin için otobüs tahsis edilmesi dahil kolaylıklar sağlanacağını da açılanmıştır.Bu noktada Yenkapı Gösteri ve Miting Alanınınherhangi bir yer olmadığının tespiti için söz konusu yerin toplantı ve gösterileri için özel olarak düzenlendiği siyasi partilerin mitinglerinde de kullanıldığınıbelirtmek gerekmektedir. Taksim Meydanının İşçi Bayramı için sembol bir yer olduğu şüphesizdir. Bu nedenle Valilik kararında2429 Sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatilleri Hakkında Kanunun Maddesi uyarıncakonfederasyonlar ve bağlı sendikalar siyasi partiler, meslek odaları ile çeşitli sivil toplum kuruluşlarının bayram kutlaması amacıyla Taksim Meydanında çelenk koyma basın açıklaması ve anma etkinliğinin sembolik katılım ile yapılmasına izin verileceği belirtilmiştir. Valilik tarafından yapılan tüm bu açıklamaya karşın yüksek sayıda katılımcıyla müştekinin de katıldığı yürüyüşün yapılması Polisin uyarılarına bilirkişi raporlarında belirtildiği üzere ve Valilik yazısındaki istihbarat birimlerinden yasadışı terör örgütlerinin ve uzantısı olan grupların güvenlik görevlilerine karşı şiddete başvuracağı dair istihbaratı doğrular şekilde taş, sopa vb. nesneler atılarak cevap verilmesikarşısında düzenlenen gösteri ve yürüyüşünbarışçıl olduğunu kabul etmek mümkün değildir. 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun maddesitoplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensuplarınatopluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunma vetopluluk dağılmazsa zor kullanma yetkisi vermektedir. Bunun yanında 2559 S.Y. m. 16 uyarınca görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları halinde Polisin bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkisi bulunmaktadır.Yapılan soruşturma sonunda;1-Müştekininde katıldığı gösterinin barışçıl olmaması, Polisin uyarılarına rağmen dağılmayan grubun Polis memurlarına yönelik saldırı gerçekleştirilmiş olması, 2-Polis memurlarınınmüdahale ettikleri olayın niteliğine göre zor kullanma yetkilerinin bulunması,3-Müştekinin raporlarındaki bulgularınniteliği, müştekinin şikayetindeki bir çok iddia ile Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İkinci İhtisas Kurulunun 28 Ağustos 2015 tarihli, 5454 karar numaralı raporundaki tespitlerin birbiriyle uyuşmaması, Dikkate alındığında müştekinin soyut iddiası dışında görevli polis memurlarının zor kullanırken orantılı davranmadıklarına, zor kullanma yetkisinde sınırı aşarak sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle müştekiyi kasten yaraladıklarına ilişkin kamu davası açmak için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği anlaşılmıştır. Bu nedenle;KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA, [karar verilmiştir.]" Başvurucu, bu karara itiraz etmiş; İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/7/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret kararı 15/7/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 12/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar." 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir..." 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun "Yasak yerler" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"...kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ... gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur." 2911 sayılı Kanun'un "Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"a) ... uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;...e) ...22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,...Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır." 2911 sayılı Kanun'un "Toplantı veya gösteri yürüyüşünün dağıtılması" kenar başlıklı maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:"Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine haber vermekle beraber, mevcut imkanlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri, topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılıcakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur...."B. Uluslararası Hukuk Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz." 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin maddesi şöyledir:"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, maddenin ihlal edildiği iddialarını incelerken makul bir şüpheyi yeterli görmeyerek iddianın makul şüphenin ötesinde sayılabilecek bazı delillerle desteklenmiş olması şartını aramıştır (İrlanda/Birleşik Krallık [BD], B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 161; Labita/İtalya, § 121). AİHM'e göre ileri sürülen iddiaya getirilen kanıt yeterince açık, kuvvetli ve birbiriyle uyumlu bazı çıkarımlardan ya da benzer yönde olup aksi ispat edilmemiş karinelerden de oluşabilir (aynı kararda bkz. § 161). AİHM, kötü muamele yasağının ihlali anlamında ileri sürülen bazı delillerin -delil değerlendirmesi yapma noktasında kendisinden daha avantajlı olduğunu kabul ettiği- ulusal yargı makamlarınca makul bir şekilde çürütüldüğü durumda savunulabilir bir kanıt olmadığını kabul ederek maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır (Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14588
Başvuru, barışçıl bir gösterinin kolluk görevlilerince gerekli olmadığı hâlde dağıtılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, müdahale sırasında meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın etkisiz olması nedenleriyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, bir kişinin kolluk görevlisi tarafından öldürülmesi ve olay hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 22/12/2020 tarihinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünün birimleri Soma'da meydana gelen maden kazasında yaşamını yitiren işçilerle kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen toplumsal olaylarda ölen B.E.yi anmak için Okmeydanı ve çevresinde 22/5/2014 günü toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılacağı bilgisine ulaşmıştır. Bu bilgide bir terör örgütünün provokasyonu sonucu söz konusu gösterilerin şiddet eylemlerine dönüşebileceği belirtilmiştir. Bu nedenle Müdürlüğün -Terörle Mücadele ve Güvenlik Şubesi birimlerinde görevli memurları başta olmak üzere- birçok memuru, olay günü söz konusu yerde görevlendirilmiştir. Olay tarihinde otuz yaşında ve yaklaşık beş yıllık meslek tecrübesine sahip olan memur S.K., zırhlı bir araçla bölgede görevlendirilen dört kişilik ekipte yer alan polislerden biridir. S.K., Bilecik Polis Meslek Eğitim Merkezinden 2009 yılında mezun olduktan sonra Beşiktaş İlçe Emniyet Müdürlüğünde çalışmaya başlamıştır. S.K. burada bir müddet sadece emniyet müdürünün makam aracının şoförlük görevini yerine getirmiş, ardından Önleyici Hizmetler Büro Amirliğinde görev almıştır. Burada ekip memurluğunun yanında kimi zaman büro hizmetlerinde görev alarak telsiz sorumluluğunu da üstlenmiştir. Bu zaman zarfında S.K. makam aracı şoförlüğünü yapmaya devam etmiştir. S.K. olaydan kısa süre önce 2014 yılının Ocak ayında Terörle Mücadele Müdürlüğünde (TEM) görevlendirilmiş, burada da bir ay süresince şube müdürünün şoförlüğünü yapmasının ardından zırhlı araç ekibinde görevlendirilmiştir. Bu görevi sırasında FN diye tabir edilen boyalı ve küçük bir top şeklinde plastik mermi atan silahla ilgili olarak kısa süren (3 gün) bir eğitim programına katılmıştır. Olay günü sabah saatlerinde Okmeydanı Ticaret Meslek Lisesi önünde bir grup öğrenci, derslere katılmayıp oturma eylemi başlatmış; okul önünde görevlendirilen güvenlik güçleri gruba müdahale etmemiştir. Ancak yüzleri bezle kısmen gizlenmiş yaklaşık yirmi kişilik grup karşı yönden yaklaşarak güvenlik güçlerine taş, havai fişek ve molotofkokteyli ile saldırmıştır. Güvenlik güçleri saldırıyı gaz bombasıyla karşılık vererek savuşturmuş, ardından grup olay yerinden uzaklaşmıştır. Bir müddet sonra grubun özel bir hastanenin girişini barikatla kapattığı bilgisine ulaşan güvenlik güçlerinin bir kısmı okul önünden hastane bölgesine hareket etmiştir. Gösteriler bir süre sonra güvenlik güçlerine taş, sopa ve molotofkokteylinin kullanıldığı saldırılara dönüşmüştür. Olayın bundan sonraki aşamasında güvenlik güçleri saldırganları sokak aralarına kadar kovalamaya başlamıştır. Güvenlik güçlerinin zırhlı araçlar da kullanarak gerçekleştirdiği takip, Piyale Paşa Caddesi ve caddeye çıkan sokaklarda -eylemcilerin bu yöne kaçmaları sonucunda- yoğunlaşmıştır. Polis memuru S.K.nın görevli olduğu zırhlı araç da polisin eylemcileri yakalama çabası sırasında dar bir sokaktan Piyale Paşa Caddesi'ne gitmekteyken caddenin köşe noktasına yaklaştığında önünden geçen bir ekmek dağıtım aracı nedeniyle durmuştur. Zırhlı araçta gerektiğinde kullanılmak üzere bir adet FN silahı ile gaz bombaları vardır. Kâğıthane İlçe Emniyet Müdürlüğünün bu aracı yakından takip eden zırhlı aracında da sekiz memur ile olaylara müdahalede kullanılmak için hazırlanmış göz yaşartıcı gaz silahları bulunmaktadır. Olayların gerçekleştiği sokak ile Piyale Paşa Caddesi'nin kesiştiği noktada, zırhlı araçların gelmesini bekleyip yaya olarak sokak arasındaki saldırgan göstericileri yakalamaya çalışan Komiser Yardımcısı E.Ö.nün amirliğindeki beş altı kişilik bir polis ekibi bulunmaktadır. Bu polislerin bazılarında SMOKE diye tabir edilen gaz bombaları vardır. Göstericiler, polislere molotofkokteyli ile saldırmaya devam etmiştir. Güvenlik güçlerince uygulamaya konulan yakalama planlamasına göre takip sırasında zırhlı araçların havalandırma mazgallarından FN silahıyla göstericileri diğerlerinden ayırt etmek amacıyla boyalı mermi atılmakta, bu şekilde işaretlenen göstericiler yaya polis memurlarınca yakalanmaktadır. Ancak bir süre sonra beklenmedik bir gelişme olmuş; sokaktaki ekmek dağıtım aracı önünden geçtiği sırada S.K.nın içinde olduğu araca atılan bir molotofkokteyli, ön camdaki havalandırma mazgalına isabet etmiş ve araç yanmaya başlamıştır. Alevler aracın içini kısmen sardığı esnada şoför koltuğundaki memur A. ile Ekip Şefi Ş.A. kendilerini dışarıya atmış, aracın arkasındaki memurlar S.K. ile B.A. peşlerinden araçtan inmiştir. Olaydan sonra düzenlenen adli raporlara göre araçtaki yangın nedeniyle memurların el, yüz ve kollarında farklı derecede yanıklar meydana gelmiştir. A.nın vücudundaki yanıklar iki ay görev yapmasına engel niteliktedir. Diğerlerinin yanıkları daha hafif derecededir. Zırhlı araçtaki yangın, takipteki zırhlı araçtaki memurların yardımıyla kısa sürede söndürülmüştür. Memurların zırhlı aracın yanmasıyla araçtan inmesinden sonraki olayların seyri konusunda başvurucunun iddiaları, S.K.nın yetkili mercilerdeki savunmaları ile olaya ilişkin kovuşturma sonucunda varılan değerlendirme arasında farklılıklar bulunmaktadır. Ancak ihtilaf konusu olmayan husus, memurların araçtan inmesi sonrasında da diğer sokaktan yaklaşan başka bir grubun araca ve memurlara molotofkokteyli atmaya devam ettiği, bu memurlar ve diğer araçtaki bazı memurların saldırıyı defetmek için silahları ile havaya ateş ettikleridir. Olaya ilişkin kovuşturmada verilen kararda, S.K.nın araçtan indikten sonra molotofkokteyli atan ikinci gruptaki (K. dâhil toplamda dört kişi) K.yı hedef alarak ateş ettiği ve elde edilen delillere göre silah sesi duyulduğu anda K.nın kaçmakta ve başka bir sokağa girmekte olduğu açıklanmıştır (bkz. § 34). Bu olaylar yaşanmaktayken Piyale Paşa Caddesi'ndeki Okmeydanı Cemevi'nde yaşananlardan haberi olmayan kişiler, bir cenaze için merasim hazırlığı yapmaktadır. Cemevinin avlusunda 15-20 kişilik kalabalık içinde cenaze töreninin gerçekleşmesini bekleyen U.K., başına mermi isabet etmesi sonucu yaşamını yitirmiştir. Yaşamını yitirdiğinde otuz yaşında olan U.K., İstanbul'daki bir belediyede işçi olarak çalışmakta olup U.K.nın başvurucuyla olan evliliğinden iki yaşında çocuğu bulunmaktadır. Polislere saldıran grupta olduğu açıklanan K. hakkında ceza soruşturmasının başlatıldığı başvuru dosyasındaki belgelerden anlaşılmakla birlikte bu soruşturmada olayın başlangıcı ile seyrinin nasıl kabul edildiğine, soruşturmanın akıbetine dair bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır.A. Olaya İlişkin Ceza Muhakemesi Süreci Güvenlik güçleri, olay hakkında tutanaklar düzenlemiştir. Tutanaklarda uyarı amacıyla havaya ateş edildiği belirtilmiştir. Olay yeri incelemesi bir sonraki gün yapılmak istenmiş ise de bu konuda düzenlenen tutanağa göre olay yerindeki kalabalığın dağılmaması nedeniyle mesafe ölçümleri yapılamamıştır. Ölenin babasının müşteki, cemevi başkanının ve bazı polis memurlarının tanık olarak dinlenilmesi ve bu tarihe kadar elde edilmiş kamera görüntülerinin izlenmesiyle yetinilerek incelemeye son verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından açılan soruşturmada, U.K.nın cesedinden çıkan mermi çekirdeği üzerinde yapılan incelemeler neticesinde U.K.nın ölümüne sebep olan atışın memur S.K.nın tabancasından yapıldığı anlaşılmıştır. Bu olay kapsamında polis memurlarına ait on beş silah incelenmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 30/5/2014 tarihinde İstanbul Valiliğinden memur S.K. hakkında soruşturma izni talep etmiştir. Bu talepte S.K.nın kendisine ve mesai arkadaşlarına yönelen ve tekrarı mümkün olan saldırıyı bertaraf etmek için K.ya ateş ettiği ancak K.ya isabet etmeyen merminin aynı caddede bulunan cemevinin bahçesindeki U.K.nın ölümüne sebebiyet verdiği açıklanmıştır. Talepte, S.K.nın silahını 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen meşru savunma koşulları altında K.ya yönelik kullandığı ancak K.nın bu anda kaçmakta olması nedeniyle isabet sağlayamadığı, U.K.nın ölümünden sorumlu olduğu ayrıca ve açıkça belirtilmiş; sonuç olarak saldırıya karşı gerekli ve orantılı olduğu değerlendirilen silahlı güç kullanımında hedefte hata yapılıp saldırıya katılmayan kişinin ölümüne sebebiyet verildiği ifade edilerek S.K. hakkında taksirle öldürme suçundan soruşturma izni verilmesi talep edilmiştir. Bu taleple birlikte İstanbul İl İdare Kurulu, S.K. hakkında ön inceleme yapmıştır. Ön inceleme sonucunda düzenlenen 27/5/2014 tarihli raporda; S.K.nın yanan araçtan indikten kısa bir süre sonra cemevi yönünden tekrar gelerek molotofkokteyli atan gruba ateş etmeye başladığı sırada gruptaki bir kişinin yan sokağa girmek üzere olduğunun belirlendiği, S.K.nın tecrübesizliği nedeniyle korku ve paniğe kapıldığı, kullanmaması ya da usulüne uygun kullanması gereken silahla U.K.nın ölümüne sebebiyet verdiği açıklanmıştır. İstanbul Valiliği 27/6/2014 tarihinde S.K. hakkında soruşturma izni vermiştir. U.K.nın ölümü nedeniyle Başsavcılıkça açılan soruşturma olay günü gerçekleşen gösteriler, göstericilerin polislere yönelik saldırıları ve S.K.nın aralarında olduğu polislerin göstericilere yönelik eylemleriyle ilgili olarak devam etmiştir. S.K. soruşturmanın tek şüphelisidir. Başvurucu vekilleri, Başsavcılığa başvurmuş; S.K.nın TEM'de görev yapmasını ve Cumhuriyet savcısının terörle mücadele kapsamındaki suçları soruşturmakla yetkili olup soruşturma izni istediği yazıda meşru savunma ile orantılı güce vurgu yapmasını gerekçe göstererek soruşturma işlemlerinin Başsavcılığın Memur Suçları Bürosunca yürütülmesini talep etmiştir. Başsavcılık 1/7/2014 tarihinde, ölümle sonuçlanan olaya ilişkin soruşturmanın ölü muayene işlemini yapan ve ilk soruşturma talimatını veren Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülmesi gerektiği gerekçesiyle soruşturma dosyasının başka bir soruşturma birimine ve Cumhuriyet savcısına aktarılmasını gerektirecek bir husus bulunmadığına karar vermiştir. Başsavcılık, soruşturma kapsamında olay yerindeki güvenlik kameraları, cemevi güvenlik kamerası, zırhlı araç kameralarının kayıtları ile medya kuruşlarının kayıtlarını temin etmiş; kayıtlara ilişkin İnceleme Tutanağı düzenlemiştir. Başsavcılık 28/5/2014-17/9/2014 tarihleri arasında polis memurları ile diğer kişilerin tanıklığına başvurmuş, şüpheli S.K.nın ifadesini ve başvurucunun sorumlulardan şikâyetçi olduğuna ilişkin beyanını almıştır. Olaya ilişkin kamera kayıtlarında bir polis şefinin "Sıkma, sıkma." şeklinde bağırarak talimat verdiği medyada yer almıştır. Olay günü resmî olmayan kıyafetleriyle yaya ekipte görev yapan Komiser Yardımcısı E.Ö. 19/8/2014 tarihinde Başsavcılıkta tanık sıfatıyla alınan ifadesinde; zırhlı araca saldırı gerçekleştirildikten sonra araçtaki memurların inerek havaya ateş etmeye başladığını, sorumluluğundaki memurların da yaşadıkları heyecan ve şok nedeniyle ateş edebileceklerini düşündüğünden onları engellemek için "Sıkma sıkma." diye bağırdığını, emir ve talimatının zırhlı araçtan inen polislere yönelik olmadığını, bu polislerle arasındaki mesafenin 15-20 metre olup bir yandan da silahla havaya ateş edildiğinden sesinin görevlilere ulaşmasının mümkün olmadığını söylemiştir. E.Ö. ayrıca S.K.yı tanımadığını ve S.K.nın cemevinde bulunan kişilere ya da olay yerindeki göstericilere ateş edip etmediğini görmediğini ifade etmiştir. S.K. 21/8/2014 tarihinde Başsavcılıkta alınan ifadesinde; eylemcileri yakalamak için takibe başladıklarını, FN diye tabir edilen ve plastik mermi atabilen silahla olası saldırıya karşılık verebilmek için aracın arkasında hazır beklediğini, aracın yanmaya başlaması nedeniyle zırhlı araçtan indikten sonra yüzleri bezle gizlenmiş kişilerin molotofkokteyli ile kendilerine yaklaştığını görüp aracın arkasındaki tabancayı aldığını, bir kişinin molotofkokteylini kendilerine fırlatmakta olduğunu gördüğünde ayaklarını hedef alarak ateş ettiğini söylemiştir. S.K. başka eylemciler olduğu için havaya çok sayıda ateş ettiğini de ifade etmiştir. S.K. hedef alarak ateş etmesine rağmen saldırganı ıskalamasına saldırıyla şoke olmasını, saldırganın konumunu ve kaçmakta olmasını gerekçe göstermiştir. Cumhuriyet savcısı, ön incelemede alınan ifadesinde S.K.ya niçin sadece saldırganları korkutmak amacıyla yere ve havaya ateş ettiğini söylediğini sormuştur. S.K. ön inceleme sırasında da saldırganı hedef alarak ateş ettiğini söylemesine rağmen belki doğru ifade edememesi, bir diğer ihtimal ifadesini tutanağa aktaran görevlilerin hatası nedeniyle bu ifadesiyle çelişir bir durum oluştuğunu söylemiştir. Bakanlık Adli Tıp Başkanlığının 8/8/2014 tarihli otopsi raporuna göre U.K. başına aldığı öldürücü nitelikteki mermi isabeti yarası nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Mevcut bulgulara göre silahla atış, uzak mesafeden yapılmıştır. Başsavcılık tarafından 4/9/2014 tarihinde olay yeri incelemesi yapılmıştır. Olay yeri incelemesinde gerekli ölçümler yapılarak S.K. ile ölen arasındaki mesafe (73,5 m) ve yükseklik farkı (9,68 m) ile S.K.nın bulunduğu yerin silah sesinin duyulduğu anda eylemci K.ya mesafesi (31 m) belirlenmiştir. Bu inceleme neticesinde S.K.nın silahından çıkan merminin K.nın baş hizasının 26 cm uzağından geçtiği anlaşılmış, ayrıca olay yerine ilişkin bir kroki düzenlenmiştir. S.K.nın tabancasıyla ateş ettiği andaki konumuna göre eylemci K.nın bulunduğu yönde cemevi, S.K. ile cemevi arasında kot farkı bulunmaktadır. S.K. nispeten yüksek bir konumdadır. Başsavcılık, S.K. hakkında kamu davası açmıştır. Başsavcılığın iddianamesinde şüphelinin kendisine ve diğer polis memurlarına yönelik, tekrarı da muhakkak olan saldırıyı defetmek amacıyla ve saldırıyı gerçekleştiren kişileri hedef alarak silahıyla ateş ettiği, ne var ki hedefe isabet sağlayamayıp hedefle aynı istikametteki cemevinin avlusunda olan U.K.nın ölümüne yol açtığı belirtilmiş; bu sebeple taksirle öldürme suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) eylemin olası kasıtla öldürme suçunu oluşturma ihtimali bulunduğu ve bu suça ilişkin kovuşturma görevinin ağır ceza mahkemelerine ait olduğu gerekçesiyle 28/10/2014 tarihinde tensiben görevsizlik kararı vermiştir. Görevsizlik kararına sanığın itirazı, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince kesin olarak reddedilmiştir. Görevsizlik kararının bu şekilde kesinleşmesi sonucu iddianamenin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) 31/12/2014 tarihindeki kabulle başlayan kovuşturma evresinde sanığın savunması alınmış, başvurucu ile çok sayıda tanığın beyanına başvurulmuştur. S.K., savunmasında kendilerine doğru gelmekte olan kişinin ayaklarına bir kez ateş ettiğini, araçtaki FN silahını hava ile çalışması ve havayı aldığı tüp şeklinde bir parçası olması nedeniyle kullanamadığını söylemiştir. S.K., Başsavcılıktaki ifadesinde bu silahın saldırıdan önce kendisinde ve kullanıma hazır olduğunu söylemiş ise de silahı olaydan önce araç şoförü koltuğu ile yanındaki koltuğun arasındaki boşluğa koyduklarını ifade etmiştir. Ayrıca olay nedeniyle çok üzgün olduğunu ve mahkemenin vereceği karara razı olduğunu söylemiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun takipte olan ikinci zırhlı araçtaki kamera görüntüleri üzerinde oynama yapıldığı iddiasını araştırmış ve bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Jandarma Genel Komutanlığı tarafından hazırlanan raporda, görüntüleri içeren sabit disk üzerinde herhangi bir silme, değiştirme veya başkaca benzer müdahale olmadığı açıklanmıştır. Rapora göre olaydan kısa süre önce kameraya farklı açıda görüş sağlayan kumanda kolu ile kayıtta geri dönüşü sağlayan tuş hatalı olarak kullanıldığından kamera bir süre kayıt yapamamıştır. Kovuşturmada 19/2/2016 tarihinde yapılan duruşmada, olaya ilişkin dava dosyasında mevcut görüntüler ile başvurucu vekili ve sanık müdafii tarafından sunulan görüntüler Mahkeme Heyetince izlenmiştir. Bu görüntülere ilişkin bir tutanağın düzenlendiği veya bu konuda bir bilirkişi incelemesi yapıldığı belirlenememiştir. Kovuşturma sonucundaki hüküm, hâkim değişiklikleri nedeniyle başka bir mahkeme heyetince verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 25/4/2017 tarihinde kovuşturmayı sonlandırarak sanığın taksirle öldürme suçundan cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme 5237 sayılı Kanun'un maddesine göre 2 yıl olarak belirlediği hapis cezasında sanığın duruşmadaki davranışlarını gerekçe göstererek takdirî indirime gitmiş, böylece belirlediği 1 yıl 8 ay hapis cezasını beher günü 20 TL'den paraya çevirerek sanığın 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme, sanığın ekonomik ve şahsi hâllerini gözönüne aldığını belirterek bu para cezasının aylık dönemler şeklinde belirlediği 10 eşit taksitle tahsiline karar vermiştir. Başka bir anlatımla Mahkeme, sanığın ayda 210 TL ödemesi suretiyle 10 ayda mahkûmiyet kararının gereğini yerine getireceğine, dolayısıyla cezasını çekeceğine karar vermiştir. Mahkeme, sanığa taksitlerden birini zamanında ödememesi hâlinde geri kalan kısmının tamamının tahsil edileceğini, ödemediği adli para cezasının da hapse çevrileceğini ihtar etmiştir. Hükümde, taksirle öldürme suçunu düzenleyen 5237 sayılı Kanun'un maddesinin uygulanmasında "ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerdeki sınırın kasıt olmaksızın aşılması ile cezada indirim öngören maddesine atıf yapılmadığı gibi sorumluluğu ortadan kaldıran nedenlerin kasıt olmaksızın aşıldığı da kabul edilerek cezada bir indirime gidilmemiştir." Cumhuriyet savcısının mütalaası ise sanığın sorumluluğunun olası kasıt olduğu yönündedir. Ağır Ceza Mahkemesinin karar gerekçesinde sanıkla aynı araçtaki tanıklar A. ve B.A.nın sanığın anlatımı ile benzer beyanlarına, maktulü mahalleden tanıyan ve olay günü kahvehanede oturan, olay yerini kısmen gören Y.G. ile cenaze sahibi H.Ö.nün anlatımları ile savunmaya ayrıntılı yer verilmiş; dosya kapsamında toplanan diğer delillere dayanılarak "taksirin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranış sonucu hedef alınan kişiye isabet sağlanamamasından kaynaklandığı" açıklanmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...2559 sayılı Polis Vazife ve Salȃhiyet Kanununun maddesinin fıkrasında 'Polis; a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,....silah kullanmaya yetkilidir.' hükmünün yer aldığı, yine maddesinin son fıkrasında 'Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.' hükmünün yer aldığı, bu suretle içinde bulundukları zırhlı araca isabet eden molotof neticesinde sanığın ve diğer polis memurlarının yanmak suretiyle yaralanması, sanığın araçtan indiği sırada molotof atma şeklindeki haksız saldırıların devam etmesi ve bu haksız saldırıların tekrarının pek muhtemel olması nedeniyle gerek kendini, gerekse diğer polis memurlarını korumak amacıyla ani gerçekleşen saldırıyla orantılı olacak şekilde, görev silahı ile haksız saldırı ile eş zamanlı olarak kabul edilebilecek bir anda karşılık vermek zorunluluğunda bulunması gözetildiğinde sanığın silah kullanmasının 2559 sayılı Polis Vazife ve Salȃhiyet Kanununun maddesince tanınan yetkiye istinaden yasal olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.Sanık S... K... ile müteveffa U... K...'un bulunduğu mesafe uzaklığının 73,5 metre olduğu, sanık S... K...'ın bulunduğu noktadan silahı doğrulttuğu düzlem ile müteveffa U... K...'un bulunduğu düzlem arasındaki kot farkının 968 cm olduğu, sanık S... K...ın bulunduğu nokta ile silah sesinin duyulduğu anda şüpheli .. K... olduğu değerlendirilen eylemcinin kaçmakta olduğu mesafenin 31 metre olduğu, sanık S... K...ın silahından çıkan merminin .. K... olduğu değerlendirilen kişinin baş hizasının 26 cm uzağından geçtiği olay yeri incelemesinde yapılan ölçümlerden anlaşılmıştır.... .. K... olduğu değerlendirilen kişi dâhil olmak üzere tespit edilemeyen diğer 4 şüphelinin ardı ardına, zırhlı araçta görev yapan polis memurlarını öldürmek yahut yaralamak niyetiyle, zırhlı aracın Piyalepaşa Caddesine dönüşü sırasında sıkışmasını fırsat bilerek molotof kokteyli attıkları sırada; 24-62 nolu aracın yanmaya başlamasına rağmen, molotof kokteyli saldırısının devam ettiği süreçte, sanık S... K...'ın kendisine yahut diğer polis memurlarına yönelik vuku bulan ve tekrarı muhtemel olan saldırıyı bertaraf etmek için yanar vaziyette molotof kokteyli atan şahsı etkisiz hale getirmek üzere hedef gözeterek ve sanığın aksi sabit olmayan savunmasına göre hareketli hedef niteliğindeki eylemcinin ayak hizasını hedef alarak silahla ateş etmesine rağmen, hedef aldığı eylemciye isabet ettiremeyip, eylemciyle aynı istikamette caddenin alt tarafındaki Cemevi bahçesinde bulunan ve olaylarla hiçbir ilgisi olmayan U... K...'u vurarak ölümüne sebebiyet verdiği, yapılan ölçümde de merminin izlediği yol çizgisi takip edildiğinde kamera görüntülerine göre silahtan çıkan kurşunun molotof kokteyli atan eylemcinin başının 26 cm uzağından geçtiğinin tespit edildiği, sanık S... K...'ın TCK maddesindeki düzenlemede belirtildiği üzere; meşru müdafaa koşulları altında silahını, .. K... olduğu değerlendirilen eylemciye yönelterek ateş ettiği, sanık S... K...'ın molotof kokteyli ile saldırıda bulunan şüpheliye isabet ettiremeyerek Cemevi avlusunda bulunan, olaylarla ilgisi olmayan maktul U... K...'u vurarak ölümüne sebebiyet verdiği,Sanığın bulunduğu yer ile müteveffanın bulunduğu Cemevi arasında 73,5 metre uzaklık bulunması, aradaki kot farkı, sanığın gözettiği hedefin hareketli olması, kurşunun hedef alınan şahsın 26 cm yakınından geçmesinin; sanığın hedef gözeterek ateş ettiği şeklindeki savunmasını destekler nitelikte olması, sanığın mütevaffayı görmediği yönündeki savunmasının aksini ispatlar nitelikte bir delilin dosya kapsamında bulunmaması, olayın ani gelişimi, aradaki mesafe, kot farkı ve ateş edilen istikamette başkaca park halinde araçların bulunması nedeniyle görüşünün kısıtlanması, olay yerinde bulunan komiser yardımcısı tanık E... Ö...'ın, 'sıkma' şeklindeki talimatını, sorumluluğunda bulunan polislere verdiği, talimatının zırhlı araçtan inen polislere yönelik olmadığı şeklindeki beyanı birlikte değerlendirildiğinde sanığın, müteveffanın ölümü sonucunu doğuran fiilinin, hedef alınan şahsa isabet ettirememesi nedeniyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışından ileri geldiği mahkememizce kabul edilmiştir...." Cumhuriyet savcısı, sanık S.K. ve başvurucu farklı gerekçelerle istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Cumhuriyet savcısı istinaf başvurusuna ilişkin gerekçesinde, sanığın saldırıya gaz bombası veya plastik mermi ile karşılık verme seçeneğini değerlendirmeksizin doğrudan tabancasını kullanarak ölüme sebebiyet verdiğini, silah kullanımında ise kanunlarla belirlenmiş kuralları (sözlü uyarı, havaya ateş, hayati olmayan bölgeye ateş vs.) ihlal ettiğini ileri sürmüş; alternatif güç kullanmayı değerlendirmeden harekete geçip olay yerindeki diğer kişilerin mermi isabeti alma tehlikesini öngörmesine rağmen bu tehlikeyi umursamaz bir davranış sergileyip tabancasını kullanmaktan kaçınmamasını olası kastının göstergesi olarak yorumlamıştır. Başvurucu; istinaf başvurusunda sanığın doğrudan veya olası kasıtla hareket ettiğini, diğer hâlde de adli para cezası ile cezalandırılmasının kabul edilebilir olmadığını ileri sürmüştür. Sanık; silahlı güç kullanımını düzenleyen kanun hükmünü yerine getirmesinin yanında meşru savunma koşulları altında eylemini gerçekleştirdiğini, bununla birlikte hayatından endişe duyduğu sırada heyecan, korku ve telaşla hareket ettiğinin gözetilerek ceza verilmemesini ya da olayın oluşuna göre 5237 sayılı Kanun'un 27 maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince meşru savunma gibi ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerde sınırı taksirle aştığına karar verilip cezasında indirime gidilmesini talep etmiştir. Sanık, kovuşturmada meşru savunma hükümlerinin uygulanmayıp doğrudan taksirle öldürme suçundan ceza verilmesinin olayın koşullarına göre hatalı olduğunu ileri sürmüştür. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 30/11/2017 tarihinde istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir. Karar, oyçokluğuyla alınmıştır. Karara muhalif üye; meşru savunmada kişilerin istenmeyen neticeden sorumlu tutulamayacağı, dolayısıyla beraat kararı verilmesi gerektiği kanaatindedir. Çünkü muhalif üyeye göre somut olayda sanık S.K.nın başka şekilde hareket etme olanağı yoktur. Muhalif üyeye göre ayrıca sanık meşru savunma hükümlerinden yararlandırılmayacaksa sanığın adi taksirle değil bilinçli taksirle öldürme suçundan cezalandırılması gerekir. Zira polis memuru sanığın gündüz vakti İstanbul'daki bir sokakta yere paralel şekilde ateş ederken bir başkasının vurulma ihtimalini öngörmediği düşünülemez. Söz konusu kesin kararı başvurucu 22/12/2017 tarihinde öğrendikten sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Olaya İlişkin Disiplin Soruşturması Süreci İçişleri Bakanlığı S.K. hakkında disiplin soruşturması yürütmüştür. Bir mülkiye müfettişi ile polis müfettişi tarafından yürütülen bu soruşturmada, olaya ilişkin eldeki görüntüler izlenmiş; S.K.nın savunması alındığı gibi görgü ve bilgi sahibi kişiler de dinlenilmiştir. S.K. 25/6/2014 tarihinde alınan söz konusu savunmasında, molotofkokteyli atan kişileri korkutup kaçırmak amacıyla korku ve panik içinde yere ve havaya ateş ettiğini söylemiş; hedef alarak bir göstericiye ateş ettiğinden bahsetmemiştir. S.K. havaya ve yere ateş etmesinin ardından eylemcilerin korkup kaçtığını, cemevinin avlusunda bir kişinin vurulduğunu ise sonradan duyduğunu ifade etmiştir. S.K. bu savunmasında göstericiyi hedef alarak ateş etmediğinde ve ölenin bulunduğu yöne atış yapmadığında ısrarcıdır. Savunmasını verdiği sırada avukatı hazır bulunmuştur. Disiplin soruşturmasını yürüten müfettişler 27/6/2014 tarihinde Teftiş Kurulu Başkanlığına bir inceleme raporu sunmuştur. Raporda S.K.nın 24 ay uzun süreli durdurma cezası ile cezalandırılması önerilmiştir. Söz konusu raporun ilgili kısmı şöyledir: " ...Yukarıda incelenen belgeler ve alınan ifadelerin birlikte değerlendirilmesi sonucunda:...atılan bir Molotof'un shortland aracın ön camında bulunan havalandırma mazgalına isabet etmesi sonucu hem ön kaputunun hem de aracın içinin yanmaya başladığı, aracın şoförünün ve yanındaki ekip şefinin üç saniye içerisinde kendilerini dışarı attıkları, 4 saniye kadar sonra da aracın arkasında bulunan S... K... ve diğer arkadaşının araçtan atladıkları, S... K...ın hemen geri dönerek araçtan tabancasını aldığı ve aracın sağ tarafına geçerek diğer arkadaşı ile birlikte birinci Molotof'un isabet ettiği 38'den on saniye kadar sonra Cemevi istikametinden gelerek tekrar Molotof atan gruba yönelik ateş etmeye başladığı, bu esnada ikinci Molotofu atan gruptan bir kişinin yan sokağa girmek üzere olduğunun görüldüğü, ... olayın şiddetinin henüz yaşanırken, ikinci Molotof saldırısıyla karşılaşılması üzerine polis memuru S... K...ın kendi ifadesinden anlaşılacağı üzere mesleki tecrübesizliği nedeniyle korku ve paniğe kapıldığı ve yapmaması gereken veya en azından usule uygun yapması gereken silah kullanma eylemini gerçekleştirerek o esnada bir cenaze töreni nedeniyle Cemevi avlusunda bulunan ve eylemcilerle hiçbir ilgisi ve ilişkisi bulunmayan, polis hedefinde olmayan U... K...un ölümüne sebebiyet verdiği, ..." İstanbul Valiliği İl Disiplin Kurulunun 3/9/2014 tarihli kararıyla, S.K.nın olumlu hizmetleri ve iyi sicillerinin nazara alındığı belirtilerek 10 ay kısa süreli durdurma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Olaya İlişkin İdari Yargı Süreci Başvurucu 13/5/2015 tarihinde İçişleri Bakanlığına başvurmuş, olay nedeniyle 000 TL maddi ve 000 TL manevi olmak üzere 000 TL tazminat talep etmiştir. İçişleri Bakanlığı 1/7/2015 tarihinde talebi reddetmiştir. Talebinin reddedilmesi nedeniyle başvurucu, İstanbul İdare Mahkemesi nezdinde İçişleri Bakanlığı aleyhine tam yargı davası açmıştır. Dava dosyasına sunulan bilirkişi raporuna göre başvurucunun maddi zararı 691,07 TL'dir. Başvurucu maddi tazminata ilişkin talebini bu miktara yükseltmiştir. İdare Mahkemesi 7/7/2017 tarihinde davanın kısmen kabulüne, başvurucuya 691,07 TL maddi ve 000 TL manevi olmak üzere toplamda 691,07 TL tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar vermiştir. İdare Mahkemesi bunun yanında ölenin oğlu, anne ve babası ile kardeşlerinin de maddi ve manevi tazminat taleplerini kısmen kabul ederek adı geçenlere toplam 000 TL manevi tazminat ile ölenin oğlu için ayrıca 471,07 TL maddi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine de karar vermiştir. İdare Mahkemesi karar gerekçesinde idari hizmeti yürüten memur S.K.nın kullanmaması ya da usulüne uygun kullanması gereken silahı, tecrübesizliği nedeniyle korku ve paniğe kapılması sonucu kusurlu şekilde kullandığını ve idarenin tam kusurlu olduğunu açıklamıştır. Başvurucu ve davalı idare, söz konusu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Bakanlığın görüş yazısında başvurucu ve ölenin diğer akrabalarına toplamda 523,97 TL ödeme yapıldığı açıklanmakla birlikte UYAP ortamında söz konusu dava dosyasının istinaf incelemesi yapılmak üzere Bölge İdare Mahkemesinde derdest olduğunun görüldüğü bildirilmiştir. A. Ulusal Hukuk 5237 sayılı Kanun'un "Ceza Kanununun amacı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir." 5237 sayılı Kanun'un "Adalet ve kanun önünde eşitlik" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur. (2) Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz." 5237 sayılı Kanun'un "Kast" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. (2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir." 5237 sayılı Kanun'un "Taksir" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır. (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. (3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır...." 5237 sayılı Kanun'un "Kanunun hükmü ve amirin emri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez. (2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz. (3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur. (4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur." 5237 sayılı Kanun'un "Meşru savunma ve zorunluluk hali" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez. (2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez." 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur. (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez." 5237 sayılı Kanun'un "Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;a) Adlî para cezasına,...Çevrilebilir... (4) Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz. (5) Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adlî para cezası veya tedbirdir." 5237 sayılı Kanun'un "Adli para cezası" kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: "Hakim, ekonomik ve şahsi hallerini göz önünde bulundurarak, kişiye adlî para cezasını ödemesi için hükmün kesinleşme tarihinden itibaren bir yıldan fazla olmamak üzere mehil verebileceği gibi, bu cezanın belirli taksitler halinde ödenmesine de karar verebilir. Taksit süresi iki yılı geçemez ve taksit miktarı dörtten az olamaz. Kararda, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrileceği belirtilir." 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle öldürme" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“...Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.Polis; a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında, b)Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde, c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,d) (Ek: 27/3/2015-6638/4 md.) Kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde,silah kullanmaya yetkilidir.Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde 'dur' çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.” Bakanlar Kurulunun 23/3/1979 tarihli kararı ile 24/4/1979 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü'nün "Disiplin cezaları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Emniyet Teşkilatı memurlarına verilecek disiplin cezaları şunlardır:...Ç) Kısa süreli durdurma, memurun, bulunduğu kademede ilerlemesinin 4, 6 ya da 10 ay için durdurulmasıdır.D) Uzun süreli durdurma, memurun, bulunduğu kademede ilerlemesinin 12, 16, 20 ya da 24 ay durdurulmasıdır...."B. Uluslararası Hukuk Birleşmiş Milletler Belgeleri 26/8/1985-6/9/1985 tarihleri arasında Milano’da toplanan suçların önlenmesi ve suçluların ıslahı üzerine Yedinci Birleşmiş Milletler (BM) Kongresinin tavsiyesi ile BM Genel Kurulu tarafından 29/11/1985 tarihli ve 40/34 sayılı kararla kabul edilen Suçtan ve Yetki İstismarından Mağdur Olanlara Adalet Sağlanmasına dair Temel Prensipler Bildirisi'nde; "- Suç mağdurlarının uluslararası ve ulusal düzeyde adalete ulaşmaları ve adil muamele görmeleri, - Zararlarının giderilmesi, tazminat ve yardım için tedbirler alınması tavsiyelerine diğerlerinin yanında yer verilmiştir." Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (BM Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili kısmı şöyledir:" ... Kamu yetkilileri ve emniyet makamları, kanun adamlarının kişilere karşı zor ve silah kullanmaları hakkında yasalar çıkarıp düzenlemeler yaparlar ve bunları yerine getirirler.Hükümetler ve kolluk kuvvetleri bu tür kurallar koyup düzenlemeler yaparlarken, zor ve silah kullanma ile bağlantılı olan ahlaki sorunları her zaman göz önünde tutarlar.... Kişilerin ölümüne veya yaralanmasına yol açabilecek silahların kullanılmasını giderek sınırlama düşüncesiyle, uygun durumlarda kullanılmak üzere öldürücü olmayan etkisizleştirici silahlar da bu araçlara dâhildir.… Kanun adamları kendilerinin ve başkalarının öldürülmelerine veya ağır bir biçimde yaralanmalarına yönelik yakın bir tehlikeye karşı müdafaa halleri ile yaşama karşı ağır bir tehdit içeren ağır nitelikteki özel suçların işlenmesini önlemek, bu tür bir tehlike gösteren veya emirlere direnen bir kimseyi yakalamak veya böyle bir kimsenin kaçmasını önlemek amacı dışında ve bu amaçları gerçekleştirmek için daha hafif yöntemler yetersiz kalmadıkça başkalarına karşı silah kullanamazlar. Her halükarda sadece yaşamı korumak için kesinlikle kaçınılmaz olduğu zaman öldürmeye yönelik silah kullanılabilir.… Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar, bütün kanun adamlarının uygun bir eleme usulüne göre göreve seçilmelerini, görevlerini etkili bir biçimde yerine getirmeleri için gerekli olan ahlaki, psikolojik ve fiziksel niteliklere sahip olmalarını ve sürekli ve tam bir mesleki eğitim almalarını sağlar. Bu kişilerin bu görevlere sürekli uygunluk içinde olup olmadıkları periyodik olarak denetlenir....Silah taşımaları gerekli olan kanun adamları, ancak silahların kullanımı konusunda özel eğitimi tamamlamalarından sonra silah taşıma yetkisi kazanabilirler. Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar, kanun adamlarının eğitiminde, özellikle soruşturma sürecinde polis ahlakı ve insan hakları konularına, zor ve silah kullanmaktansa çatışmaları barışçıl bir biçimde çözüme kavuşturma, kalabalıkların davranışlarını anlama, ikna, müzakere ve arabulma gibi yöntemler de dâhil, çeşitli alternatif yöntemler kullanma ve ayrıca zor ve silah kullanılmasını kısıtlama amacıyla teknik araçların kullanılmasına özel bir önem verirler. Kanunen yetkili kuruluşlar, eğitim programlarını ve işleyiş usullerini somut olaylar ışığında yeniden değerlendirirler.…" Avrupa Konseyi Belgeleri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar.” Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur... Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması; b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun tutulan bir kişinin kaçmasını önleme;c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının şüphesiz devletin sahip olduğu hiçbir bireyin yaşamına son vermemeye ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesi bir bütün olarak esasen bir kişinin kasten öldürülmesinin kabul gördüğü durumları değil istenmeyen sonuç olarak ölüme sebep olan güç kullanımının kabul gördüğü durumları tanımlamaktadır. Bununla birlikte güç kullanımı, Sözleşme'nin maddesindeki amaçlara ulaşılmasına yönelik gerçekleştirilmiş olsa da kesinlikle gerekli olandan fazla olamaz. Bu bağlamda Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrasındaki "kesinlikle gerekli" ifadesi, normalde Sözleşme'nin - maddeleri kapsamında demokratik bir toplumda gereklilik belirlenirken geçerli olan gereklilik testinden daha katı ve zorlayıcı bir testin kullanılması gerektiğini ifade eder. Özellikle kullanılan güç, maddenin bentlerindeki amaçlara ulaşılmasıyla kesinlikle orantılı olmalıdır (McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, §§ 148, 149). AİHM, negatif yükümlülüğün hem kasıtlı bir biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan bir güç kullanımını içerdiğini belirtmektedir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 148). AİHM, öldürme kastı olmadan fakat sonuçlarını öngörmeden ve özen göstermeden ateş edip silah kullanma yetkisinin sınırlarını aşarak durması istenen araçtaki kişiyi taksirle öldüren bir polis memurunun bu eylemini (Mehmet Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23307/10, 64591/11) ve yakalamak için kanuna uygun olsa da orantısız şekilde silahlı güç kullanarak yakalanmak istenen kişinin ölümüne sebebiyet veren bir başka polis memurunun eylemini (Kasap ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8656/10, 14/1/2014) negatif yükümlülük kapsamında incelemiştir. AİHM başka bir olayda, maktulün vücudunun hayati olmayan diğer bölgeleri yerine isabet aldığında ölüm meydana gelebilecek sırt bölgesine ateş ederek silah kullanma yetkisini orantısız şekilde aşan, aynı zamanda maktulün yakalanması için öldürücü olmayan alternatif yöntemleri de kullanmayan jandarma görevlilerinin taksirle öldürme oluşturan eylemlerini aynı şekilde negatif yükümlük kapsamında incelemiştir (Fadime ve Turan Karabulut/Türkiye, B. No: 23872/04, 27/5/2010). Diğer taraftan AİHM, devletin negatif yükümlülüğü kapsamında sadece güvenlik güçlerinin iradi silahlı güç kullandıkları olayları incelememiştir. Silahlı güç kullanımının iradi olmadığının ve ölümün silahın istem dışı eylemle ya da kendiliğinden ateş almasıyla kazara meydana geldiğinin savunulduğu olayları devletin negatif yükümlülüğü kapsamında incelemiştir (bu duruma örnek olarak bkz. Ercan ve diğerleri/Bulgaristan (k.k.), B. No: 21470/10, 16/12/2014, §§ 59-69, 73-78). AİHM, kamu görevlilerinin silahlı güç kullanımı ile ilgili olarak devletin yaşam hakkına riayet edilmesine yönelik önemli bir görevinin bulunduğunu belirtmektedir. Buna göre devlet, konuyla ilgili uluslararası standartları gözönünde bulundurarak silahlı güç kullanılabilecek koşulları tanımlayan yasal ve idari çerçeve oluşturmakla yükümlüdür (Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, §§ 57-59; Giulliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 99). Bunun yanında devletler, görevlilerin yüksek düzeyde mesleki yeterliliğe sahip olmalarını sağlamalı ve uygulanan kriterleri karşıladıklarından emin olmalıdır. Özellikle ateşli silahların emanet edildiği kolluk kuvveti mensuplarına gerekli eğitim verilmeli, bu kişilerin seçiminde özenli davranılmalıdır (Saso Gorgiev/Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, B. No: 49382/06, 19/4/2012, § 51). AİHM'e göre madde, Sözleşme'nin en temel hükümlerinden biridir ve Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların ana değerlerinden yaşam hakkını korumaktadır. AİHM, yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın en dikkatli biçimde incelemeye tabi tutulması gerektiği görüşündedir. AİHM'e göre devlet görevlilerinin güç kullanımına ilişkin davalarda yalnızca güç kullanan devlet görevlisinin eylemleri değil aynı zamanda mevcut ilgili hukuksal veya düzenleyici sistem ile eylemin planlanması ve kontrolü dâhil olayı çevreleyen bütün faktörlerin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98, 43579/98, 6/7/2005, § 93). AİHM, güvenlik güçleri tarafından ölümcül bir gücün kullanılmasının belirli -Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen- durumlarda haklı görülebileceğini belirtmektedir. Bununla birlikte AİHM'e göre son çare olarak kullanılabilecek güç kesinlikle gerekli olandan daha fazla olmamalı ve yaşam hakkının niteliği gözönünde bulundurulduğunda can kaybının haklı görülebileceği durumlar dar yorumlanmalıdır (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 94). AİHM, Sözleşme'nin maddesini maddesi ile birlikte yorumladığında Sözleşmeci devletin yaşam hakkı kapsamındaki olay hakkında etkili şekilde bir soruşturma yürütme yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir. AİHM, bu bağlamda Sözleşme'nin maddesi kapsamında Sözleşmeci devletlerin yetki alanı dâhilindeki kişilerin Sözleşme'de tanımlanan haklarını ve özgürlüklerini koruma genel görevi ile değerlendirilen Sözleşme'nin maddesindeki yaşam hakkını koruma yükümlülüğünün güç kullanımı sonucunda hayatını kaybeden kişilerin ölümünü araştırmak için etkili bir soruşturma açılmasını dolaylı olarak gerektirdiğini belirtmektedir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 161-163). AİHM, bu yönde incelediği McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır. Devletin etkili soruşturma yükümlülüğü ilk kez kamu görevlileri tarafından ölümcül güç kullanımı ile ilgili belirlenmiştir. AİHM, kamu görevlilerinin keyfî ve hukuka aykırı olarak öldürmelerinin yasaklanmasının uygulamada etkili olabilmesi için ölümcül güce başvurulmasının yasallığının yetkili makamlarca denetlenmesini sağlayan bir prosedürün olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, bu yükümlülüğünün temel amacının yaşam hakkını koruyan ulusal hukuktaki hükümlerin etkili bir şekilde uygulanmasını güvence altına almak ve kamu görevlileri veya makamlarının eylemlerinin suçlanabilmesi durumunda bu görevli ve makamların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler hakkında hesap vermelerini sağlamak olduğunu her fırsatta dile getirmektedir (birçok karar arasından bkz. Al-Skeini ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 55721/07, 7/7/2011, § 163; Aktaş/Türkiye, B. No: 24351/94, 24/4/2003, § 299). Diğer taraftan devlet görevlilerinin kullandığı öldürücü gücün hukukiliğinin denetlenmesi için bir usul bulunmaması hâlinde devlet görevlilerinin keyfî olarak öldürmemelerine dair genel kanuni yasak etkisiz kalır (Armani Da Silva/Birleşik Krallık [BD], B. No: 5878/08, 30/3/2016, § 230). McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği karardan beri AİHM, bu yükümlülüğün sorumlu olduğu iddia edilen kişilerin kamu görevlileri ya da üçüncü kişiler veya mağdurun yaralanmasının kendisinden kaynaklı olup olmadığına bakmaksızın çeşitli durumlarda ortaya çıktığı kanaatindedir. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda ise soruşturmanın gerekliliklerine ilişkin kriterleri belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, §§ 105-109). Bunlar AİHM'in tamamen yeni belirlediği kriterler, başka deyişle ilkeler değildir. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı kriterlerin sistematikleştirilmesinden ibarettir. AİHM, sonrasında süregelen tüm incelemelerinde bu ilkeleri somut olaylara uygulamış; herhangi birinin yerine getirilmemiş olduğunu tespit ettiğinde yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Bu noktada AİHM'in olayda kovuşturma aşamasına geçilmesi durumunda etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin belirlediği gerekliliklerin soruşturma aşamasının ötesine uzandığına ve karar verme aşaması dâhil kovuşturmanın tamamının kanunla yaşamı koruma yönündeki pozitif yükümlülüğün gereklerini yerine getirmesi gerektiğine sıkça vurgu yaptığını hatırlatmak gerekir (pek çok karar arasından bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 61). AİHM, yaşam hakkını korumaya yönelik pozitif yükümlülüğün ulusal hukuk sistemlerinin hukuka aykırı olarak bir kişiyi öldüren ya da ölümcül yaralayanlar hakkında ceza hukukunu uygulayabilme kapasitesini göstermesi gerektirdiğini kararlarında sıkça dile getirir (pek çok karar arasından bkz. Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 60). Öte yandan AİHM, soruşturmadaki eksikliklerin bir mahkemenin kovuşturmada sorumlulukları ortaya koyma kapasitesine ciddi şekilde zarar verebileceğinin de gözardı edilemeyeceğini belirtmektedir (Ağdaş/Türkiye, B. No: 34592/97, 27/7/2004, § 102). AİHM, tüm kovuşturmaların mahkûmiyet ve belirli bir cezaya hükmedilmesiyle sonuçlanmasına yönelik mutlak bir yükümlülük bulunmamasına rağmen ulusal mahkemelerin -kamu görevlilerinin ölüme yol açan ihmalkârlıkları sonucu ortaya çıkan suçlar dâhil olmak üzere- kişilerin hayatlarını sona erdiren veya tehlikeye atan suçları cezalandırmamaya hiçbir koşulda olanak vermemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Kamu güveninin sürdürülmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve kanunsuz eylemlere yönelik herhangi bir hoşgörü ya da bu eylemlerde iş birliği olduğu görünümünün önlenmesi açısından bu durum hayati önem taşımaktadır (Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006; Kasap ve diğerleri/Türkiye, §§ 54-61). AİHM, kamu görevlisinin karıştığı öldürme olayları için uygun olan yaptırımları seçimlerinde ulusal mahkemelere saygı gösterdiğini ancak eylemin vahameti ile verilen ceza arasında açık orantısızlık olduğu durumlarda değerlendirme ve müdahale etme hususunda yetki kullanmasının gerekli olduğunu belirtmektedir (Nikolova ve Velichova/Bulgaristan, B. No: 7888/03, 20/12/2007, § 61). AİHM, belirtilen yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediğini incelemek için ulusal mahkemelerin bu kararlara varırken hukuk sisteminin caydırıcı etkisinin korunması ve yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynaması gereken rolün öneminin altının çizilmesi amacıyla Sözleşme'nin maddesi uyarınca davaya gereken önemi gösterip göstermediğini değerlendirmesi görevinin bulunduğunu belirtmektedir (Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, § 62). AİHM, bu bağlamda bir polis memurunun bir şüpheliyi yakalamak isterken yetkilerini taksirle aşarak öldürmesi olayında Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiş 1 yıl 1 ay 10 günlük hapis cezasını polis memurunun eylemiyle açıkça orantısız bulmuştur. AİHM, ayrıca yetersiz cezanın ertelenmesini de eleştirmiştir. Derece mahkemesinin çok daha ağır bir ceza verme yetkisine sahip olmasına rağmen son derece hafif bir ceza belirlemesini ve bunu da ertelemesini, takdir hakkını böylesi ağır bir suça asla hoşgörüyle yaklaşılmadığını göstermek yerine suçun sonuçlarını hafifletmek için kullandığı şeklinde değerlendirmiştir (Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 42). Yukarıda değinilen Kasap ve diğerleri/Türkiye başvurusunda (bkz. § 60) taksirle öldürme suçundan suçlu bulunan polis memurunun eylemine karşılık olarak belirlenen 1 yıl 8 ay hapis cezasının açıklanmasının geri bırakılmasını cezasızlık oluşturduğu gerekçesiyle ihlal nedeni olarak görmüştür. AİHM, her ne kadar ulusal hukuk bu tür suçlara ilişkin hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini mümkün kılsa da mahkemelerin bu konudaki takdir haklarını ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek için kullanmamaları gerektiğini, ayrıca bu tür uygulamaların benzer eylemlerin önlenebilmesinde caydırıcı etkiye neredeyse hiç sahip olmadığını belirtmiştir (anılan kararda bkz. §§ 61, 62). AİHM, kolluk görevlilerinin silahlı güç kullanımlarında hukuka aykırı olarak ölüme yol açtıkları ile ihlalin açıkça veya özü itibarıyla ulusal mahkemelerce tespit edilmesi hâlinde kural olarak öldürmenin esas itibarıyla Sözleşme'nin maddesinin ihlal ettiğinin kabul edildiği anlamına geldiğini belirtmekte; kullanılan gücün Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kesinlikle gerekli ve orantılı olup olmadığının kendisi tarafından tespit edilmesini gereksiz kıldığını açıklamaktadır. AİHM, belirtilen durumlarda incelemesinin sadece ulusal makamların bu ihlale uygun ve yeterli bir giderim sağlayıp sağlamadığı ve buna bağlı olarak Sözleşme'nin maddesindeki yükümlülüklerini usul ve esas bakımından yerine getirip getirmediğinin belirlenmesi ile sınırlı olduğunu ifade etmektedir (Külah ve Koyuncu/Türkiye, § 38; Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 56; Fadime ve Turan Karabulut/Türkiye, § 43; aksi yöndeki değerlendirme için bkz. Özcan ve diğerleri/Türkiye B. No: 18893/05, 20/4/2010). Bu tür durumlarda ödenen tazminatlar nedeniyle hükûmetlerin mağduriyetin giderildiği itirazlarını da değerlendiren AİHM, yaşam hakkından mahrum bırakmayla ilgili bu tür başvurularda, devletlerin sorumluların tespit edilip cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunduğunu her defasında hatırlatır (Al-Skeini ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 163; Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD], B. No: 24014/05, 14/4/2015, § 177). AİHM'e göre yaşam hakkı kapsamında etkili yargısal sistem kurmaya ilişkin yükümlülüğün yerine getirilmesinde, bu tür olaylarda başvurucuların mağdur statülerinin sadece tazminat ödenmesi ile telafi edilmesi söz konusu olamaz. Yetkili makamların bu tür olaylarda izlemeleri gereken yolu tazminat ödemeye indirgemeleri, bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıkla denetimlerindeki kişilerin haklarını istismar etmelerini mümkün kılacak; bu durumda öldürmeye ilişkin genel yasaklar temel önemine rağmen uygulamada etkisiz kalacaktır (Özcan ve diğerleri/Türkiye, § 54; Külah ve Koyuncu/Türkiye, § 34). Benzer başvurularda AİHM sürekli olarak, ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminatın yeterli olabilmesi için iki tedbirin uygulanması gerektiği değerlendirmesinde bulunmaktadır. AİHM'e göre bu tür durumlarda ilk olarak yetkili makamlar tarafından sorumluların tespit edilmesi ile cezalandırılmasını sağlayabilecek nitelikte etkili bir ceza soruşturması yürütülmelidir. İkinci olarak ise başvurucu gerektiğinde ölümün neden olduğu zarar nedeniyle tazminat almalı ya da en azından elde etme imkânına sahip olmalıdır (Mehmet Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye, § 56). Diğer taraftan AİHM'in ulusal mahkemenin takdir ettiği cezai yaptırımın yeterli olduğunu, maddi ve manevi zararların giderildiğini tespit ettikten sonra mağduriyet sıfatının ortadan kalktığını değerlendirerek kabul edilemez bulduğu başvurular bulunmaktadır. AİHM; değinilen Mehmet Tursun/Türkiye, Mehmet Tursun ve diğerleri/Türkiye (aynı kararda bkz. § 59) başvurusunda; polis memuruna, silah kullanımını 5237 sayılı Kanun'un maddesi gereğince hukuka uygun bulmakla birlikte dikkatsizce kullanarak ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedende sınırı taksirle aştığını kabul edip ceza veren ulusal mahkemenin takdir ettiği 2 yıl 1 ay hapis cezasını olayın şartlarına göre uygun ve yeterli bulmuştur. AİHM, bunun yanında ulusal mahkemenin kararının gerekçesinde yaşam hakkının ihlal edildiğinin açıkça ifade edildiğini, mağdurlara benzer başvurularda bizzat kendisinin belirlediği tazminatlarla uyumlu maddi ve manevi tazminatların verildiğini, polis memurunun on ay süreli kademe ilerlemesinin durdurulması disiplin cezası aldığını belirterek yetkili makamlarca yaşam hakkının ihlal edildiğinin tespit edildiği ve ihlale ilişkin mağduriyetin bu şekilde ortadan kaldırıldığı gerekçesiyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (aynı kararda bkz. §§ 61- 65).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/2540
Başvuru, bir kişinin kolluk görevlisi tarafından öldürülmesi ve olay hakkında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sözleşmeli zabıt kâtipliği atamasının iptaline ilişkin işleme karşı açılan davada hakkaniyete uygun karar verilmemesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Bireysel Başvuruya İlişkin Süreç Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Bakırköy Adli Yargı Adalet Komisyonu (Komisyon) tarafından yapılan Sözleşmeli Zabıt Kâtipliği Uygulama Sınavı'ndan 108'i doğru, 126'sı yanlış olmak üzere 234 kelime yazmıştır. Komisyon tarafından, sözleşmeli zabıt kâtibi olarak atanmasına ilişkin kararın Bakanlık tarafından onanmaması üzerine atama kararının iptaline karar verilmiştir. Başvurucunun 9/10/2009 tarihinde söz konusu işlemin iptali talebiyle İstanbul İdare Mahkemesindeaçtığı davanın 15/4/2010 tarihinde kabulüne ve dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Karar gerekçesinde zabit kâtibi olarak atanmaya ilişkin mevzuatta, metinde yer alan doğru kelime sayısının yanlış kelime sayısından fazla olması gerektiği veya metinde anlam bütünlüğünün bulunması gerektiği şartının aranmadığı, üç dakikada 90 kelime yazmanın yeterli olduğu belirtilmiştir. Davalı Bakanlığın iptal kararına karşı yaptığı temyiz başvurusu üzerine Danıştay Onikinci Dairesinin 24/9/2010 tarihli kararıyla anılan kararın onanmasına karar verilmiştir. Karar düzeltme başvurusu aynı Dairenin 7/11/2012 tarihli kararıyla kabul edilmiş, dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinde; işlemin tesis edildiği tarihten sonra 9/10/2010 tarihli ve 27724 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in maddesinin (6) numaralı fıkrasının (c) bendinin sonuna eklenen parantez içindeki ifadede, uygulamalı sınavda başarılı sayılabilmek için verilen metne sadık kalınıp kalınmadığının, yanlış yazılan kelime sayısı ile yazı içindeki kelime ve cümle tekrarları nedeniyle metnin anlam bütünlüğünün bozulup bozulmadığının gözönünde bulundurulacağının belirtildiği ifade edilmiştir. Mahkeme, Dairenin bozma kararı üzerine 29/5/2013 tarihli kararıyla öncekiiptal kararında direnmiştir. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) 25/5/2015 tarihli kararıyla Mahkemenin ısrar kararının onanmasına karar vermiştir. Bakanlığın karar düzeltme talebi üzerine İDDK 9/4/2018 tarihli kararıyla Mahkemenin ısrar kararının bozulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde 10/7/2003 tarihli ve 25164 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliği'nde üç dakikada yanlışsız en az 90 kelime yazılması gerektiğinin düzenlendiği belirtilmiştir. Metnin doğru yazılıp yazılmadığının belirlenmesinin sadece kelime bazında olmasının yeterli olmayacağı sebebiyle başvuru konusu olayda metindeki yanlış kelimelerin metinin anlam bütünlüğünü bozduğunun, asıl metne ait anlamın tamamıyla yitirildiğinin tespit edilmesi üzerine dava konusu işlemin hukuka aykırı olmadığı belirtilmiştir. Nihai karar başvurucuya 15/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 1/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrasına İlişkin Süreç Mahkemenin21/12/2018 tarihli kararıyla, İDDK'nın bozma kararına uyularak davanın reddine temyiz yolu açık olmak üzere karar verilmiştir. Karar tarafların temyiz talebinde bulunmamaları sebebiyle 19/03/2019tarihinde kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32883
Başvuru, sözleşmeli zabıt kâtipliği atamasının iptaline ilişkin işleme karşı açılan davada hakkaniyete uygun karar verilmemesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve olay yönünden etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Olayların arka planı PKK/KCK Terör Örgütü, Çözüm Süreci ve 6-7 Ekim Olayları ile ilgili açıklamalara Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], (B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28) kararında yer verilmiştir. Suriye'nin Türkiye sınırında bulunan Ayn el Arap (Kobani) kentinde -PKK'nın Suriye kolu olduğu kabul edilen- PYD ile DAEŞ arasındaki çatışmalar, 2014 yılının Eylül ayı sonunda ve Ekim ayı başında yoğunlaşmıştır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 21). Suriye'deki çatışmalar dolayısıyla tepkilerini dile getirdiğini ileri süren gruplar 6/10/2014 tarihinden itibaren Türkiye'nin birçok yerinde günlerce devam eden ve kamuoyunda “6-7 Ekim olayları” olarak adlandırılan şiddet eylemlerini gerçekleştirmiştir. Bu eylemler sırasında ülkenin pek çok yerinde kamu binalarına, banka şubelerine, işyerlerine, araçlara, güvenlik güçlerine ve sivillere taş, sopa, molotof kokteyli ve silahlarla saldırıda bulunulmuştur. Bu sırada kamu makamlarınca güvenliğin sağlanması için birçok şehirde eğitime ara verilmiş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir (Gülser Yıldırım (2), § 26). Türkiye, 2015 yılı Temmuz ayından itibaren giderek yoğunlaşan terör saldırılarına maruz kalmıştır. Tırmanan terör saldırılarını PKK/KCK terör örgütünün öz yönetim ilanları izlemiştir. Öz yönetim ilan edilen bölgelerde Öz Savunma Birlikleri (ÖSB) adı altında silahlı gruplar oluşturan PKK terör örgütü, bu gruplar ve YDG-H (Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi) eliyle yollara barikat kurma, hendek kazma ve tünel açma gibi eylemlerde bulunmuştur (Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 25-27). Öz yönetim ilan ettiği bölgelerde patlayıcıyla tuzaklanmış hendekler kazmak ve barikatlar kurmak suretiyle yalıtılmış bölgeler oluşturmaya çalışan PKK terör örgütü, kamuoyunda hendek olayları olarak adlandırılan ve aylarca devam eden bu süreçte roketatarlar, keskin nişancı tüfekleri, patlayıcılar ve otomatik saldırı tüfekleri kullanarak terör saldırıları düzenlemiştir. Okullar, hastaneler, barajlar, adliye binaları, ambulanslar gibi temel kamu hizmetlerini sağlayan eşya ve binaların yanında sivilleri de hedef alan bu terör saldırılarında 335 sivil hayatını kaybederken 106 kişi yaralanmıştır. Terör saldırılarında 859 güvenlik görevlisi ve Derik kaymakamı şehit olmuş, 711 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Bu terör eylemlerinin engellenmesi, halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla sözde öz yönetim ilan edilen bazı bölgelerde mülki idare amirliklerince sokağa çıkma yasakları uygulanarak terörle mücadele operasyonları başlatılmıştır (hendek olayları, öz yönetim ilanları, PKK terör örgütünün şehir savaşı stratejisi ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ile ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri, §§ 16-28, 67, 346-348). Terörle mücadele operasyonlarının gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında sokağa çıkma yasakları uygulanmış ve bazıları geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Bu kapsamda terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla anılan il ve ilçelerin bir kısmında sokağa çıkma yasakları ilan edilmiş fakat güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından söz konusu yasaklar kaldırılmıştır (Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, § 12). Şırnak Valiliği, Cizre ilçesinde ilk olarak terörle mücadele operasyonlarının düzenlendiği bazı yerlerde uygulanan sokağa çıkma yasakları kapsamında 4/9/2015 tarihinden itibaren terör örgütü mensuplarının etkisiz hâle getirilmesi, mayın ve patlayıcılarla tuzaklanmış barikat ve hendeklerin bertaraf edilmesi, vatandaşların can, mal güvenliğinin ve kamu düzeninin sağlanması amacıyla sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini açıklamıştır. Cizre'de bu tarihten itibaren çeşitli defalar kaldırılıp yeniden uygulamaya konulan ve uygulama saatleri değiştirilen sokağa çıkma yasağı 10/4/2017 tarihinde tamamen kaldırılmıştır (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 28). Şırnak Valiliğinin olaylarla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine 28/1/2016 tarihinde verdiği bilgiler özetle şöyledir: i. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgelerde terör örgütü üyelerinin saldırıları devam etmektedir. Terör örgütü, silahlı ve bombalı eylemlerle temel kamu hizmetlerinin sunulmasını engellemektedir. Sokağa çıkma yasaklarıyla, yerleşim yerleri içinde terör örgütü mensupları ile girilen silahlı çatışmalar sırasında bölgede yaşayan vatandaşlarımızın can ve mal emniyetinin sağlanması amaçlanmaktadır. ii. Şırnak Valiliği güvenlik operasyonlarının icra edileceği Silopi ve Cizre ilçelerinde yaşayan halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli planlama ve düzenlemeleri yapmıştır. Bu kapsamda Cizre Devlet Hastanesi hizmet vermeye devam etmekte, dört eczane dönüşümlü olarak eczacılık hizmetlerini sürdürmektedir. Ambulanslar 14/12/2015 ile 27/1/2016 tarihleri arasında 295 vakaya müdahale etmiştir. 112 ve 155 yardım hatları faaliyettedir. 155 hattına başvuran tüm vatandaşlara gıda ve temel ihtiyaç malzemesi dağıtımı yapılmıştır. Bazı market ve bakkallarla birlikte ekmek fırınları açık tutulmaktadır.iii. 5/9/2015-4/1/2016 tarihleri arasında Cizre’de 112 Acil yardım hattına yapılan çağrıların %84’ü cevaplanmıştır. Sağlık personelinin yaşamlarının korunması amacıyla müdahale edilemeyen vakalara, vaka bölgesinde güvenlik sağlandıktan hemen sonra müdahale edilmektedir. Bu süreçte sağlık personeli ve ambulanslar terör örgütü tarafından birçok defa saldırıya uğramış, buna rağmen hizmetler devam etmiştir (Gazal Kolanç ve diğerleri, § 35). Başvurucuların çocuğu G.E., sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde 11/2/2016 tarihinde Cizre Sur Mahallesi'nde kolluk tarafından S-223 olarak numaralandırılan binada on bir kişi ile birlikte ölü olarak bulunmuştur. Cizre Emniyet Müdürlüğü görevlilerince düzenlenen 11/2/2016 tarihli Arama ve El Koyma Tutanağında özet olarak, 11/2/2016 günü arama kararına istinaden olay yerine gelindiğinde kimliği belirsiz 12 ceset ile yanlarında çok sayıda silah, fişek, şarjör, bıçak ve diğer mühimmat bulunduğu tespit edilmiştir. Cizre Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri Grup Amirliği görevlilerince düzenlenen 11/2/2016 tarihli olay yeri inceleme raporunda delil toplama işleminin olay yeri inceleme görevlilerince yerine getirilerek işlemlerin video çekimi ile kaydedildiği, cesetlerin otopsi işlemi için hastaneye gönderildiği, bulunan 2 adet roket mermisi, 2 adet el yapımı patlayıcı ile güçlendirilmiş roket mermisi, 6 adet el bombası, 2 adet el bombası pimi, 1 adet piknik tüpü şeklinde düzenlenmiş el yapımı patlayıcı ve 7 adet roketatar mermisinin bomba imha uzmanlarınca muhafaza altına alındığı belirtilmiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 12/2/2016 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağında özet olarak kimliği belirsiz ceset üzerinde yapılan otopsi işlemi neticesinde adli tıp uzmanı bilirkişi hekimlerinin kişinin ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı humerus, el bilek kemikleri ve çok sayıda kaburga kırıkları ile birlikte iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç ve dış kanama sonucu öldüğü kanaatini bildirildiği belirtilmiştir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 25/2/2016 tarihinde İstanbul Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesinin raporu doğrultusunda yapılan kimlik tespiti işlemiyle G.E.ye ait olduğu belirlenen cesedin defin ruhsatı düzenlenerek başvurucu Hikmet Eroğlu'na teslimine karar verilmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından yürütülen soruşturmada, alınan bilirkişi raporunda ölen G.E.nin sol el avuç içi, sol el üstü, sağ el avuç içi, sağ el üstü, ve yanak bölgesinden alındığı belirtilen svaplarda ve üzerinde bulunan kıyafetlerden antimon elementi tespit edilmiştir. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma neticesinde 25/12/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karar gerekçesinde özet olarak, alınan svaplarda antimon elementi tespit edildiği, anf-ajans.com, diclehaber.com, anfturkce.net, jinha.com.tr jiyan.us internet sitelerinde yayınlanan haberde terör örgütü PKK'nın yapılanmalarından olan YPS'nin G.E.den Cizre'deki öz yönetim direnişinden ölen YPS savaşçısı olarak söz edildiği, G.E.nin cesedi üzerinde hücum yeleği ve cesedin bulunduğu yerde çok sayıda silah, fişek, şarjör, bıçak ve diğer mühimmatların da ele geçirildiği belirtilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda ayrıca müşteki Hikmet Eroğlu'nun 2/12/2015 tarihinde yaptığı başvuruda kızı G.E.nin 28/11/2015 tarihinden itibaren kayıp olduğunu beyan ettiği ve bu müracaata istinaden G.E.nin kayıp şahıs olarak arandığı, ölen G.E.nin terör örgütü PKK üyesi olduğu, Cizre ilçesinde terör örgütü PKK'nın amaçları doğrultusunda ilan edilen sözde öz yönetim kapsamında mahallelerde silahlı faaliyet gösterdiği, sokağa çıkma yasağının uygulandığı dönemde güvenlik güçleri tarafından başlatılan operasyonda diğer terör örgütü üyeleri ile birlikte güvenlik güçleri ile yapılan çatışmalara katıldığı, güvenlik güçlerine karşı silahlı faaliyet gösterdiği esnada meşru müdafaa hakkı kapsamında güvenlik güçlerince öldürüldüğü ifade edilmiş, güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyon esnasında öldürüldüğü değerlendirilen G.E.nin ölümünde güvenlik güçlerinin yetkili bir merciden almış oldukları hukuka uygun bir emri yerine getirdikleri, bu emrin yerine getirilmesi esnasında kendilerine, diğer güvenlik güçlerine ve sivil halka örgüt mensuplarınca yöneltilen, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız saldırıları o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde def etme zorunluluğunda bulundukları, yani meşru müdafaa hakkı kapsamında hareket ettikleri ve meşru müdafaa sınırının aşıldığına dair herhangi bir delil elde edilemediği belirtilmiştir. Başvurucular kovuşturmaya yer olmadığına dair karara özet olarak, soruşturmanın yeterli olmadığını ve soruşturmada olaydaki silah kullanımının orantılılığının açıklanmadığını belirterek itiraz etmiştir. Başvurucuların itirazını inceleyen Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince özet olarak Başsavcılığın olayda meşru müdafaa şartlarının oluştuğu gerekçesiyle hukuka uygunluk sebebi bulunduğu değerlendirmesinde yanlışlık bulunmadığı gerekçesi açıklanarak 14/2/2018 tarihinde itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucular nihai kararı 26/2/2018 tarihinde öğrendikten sonra 28/3/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/9392
Başvuru, Şırnak'ın Cizre ilçesinde güvenlik güçleri tarafından terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve olay yönünden etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, indirimlerin reddedilmesi suretiyle cezalı katma değer vergisi tarh edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Vergi Dairesi Müdürlükleri tarafından H.Ö., A.A., H. Limitet Şirketi, ve İ.K.nın 2010 yılı hesapları incelenmiş ve sözü edilen mükelleflerin 2010 yılında gerçek bir faaliyetlerinin bulunmadığı, düzenlenen faturaların sahte olduğu vergi tekniği raporlarıyla tespit edilmiştir. Başvurucunun 2010 yıllına ait alış faturalarının arasında anılan mükellefler tarafından düzenlenenlerin de bulunduğunun tespiti üzerine başvurucu hakkında vergi incelemesi başlatılmıştır. Vergi inceleme raporunda başvurucu Şirketin ilgili defter ve belgelerinin incelenmesi sonucunda hakkında sahte fatura düzenlemekten dolayı vergi tekniği raporu tanzim edilmiş olan anılan mükelleflerden alınan ve sahte olduğu ileri sürülen faturaları defterlerine kayıt ve beyan ettiği tespit edilmiştir. Öte yandan anılan mükellefler tarafından düzenlenen faturaların içeriğinde yer alıp ilgili dönem beyannamelerinde indirim konusu edilen katma değer vergilerinin beyannamelerden çıkarılarak beyannamelerin yeniden düzenlenmesi sonucu ortaya çıkan farkın vergi ziyaı cezalı olarak tarh edilmesi önerilmiştir. Öneri doğrultusunda Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim dönemlerine ilişkin olarak vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarh edilmiştir. Başvurucu, 2010 yılına ilişkin resen tarh edilen katma değer vergisi ile kesilen üç kat vergi ziyaı cezalarının iptali talebiyle Konya Vergi Mahkemesinde (Vergi Mahkemesi) 13/5/2015 tarihinde iki ayrı dava açmıştır. Dava dilekçelerinde, defterlerinin incelenmediği, defterler incelenmeden resen takdir yapılmasının kanuna aykırı olduğu, anılan mükelleflerden yapılan alışların gerçek ticari faaliyete dayandığı, ödemelerin bir kısmının çekle bir kısmının havale yoluyla yapıldığı, tarh edilen vergi ve kesilen cezaların hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca vergi incelemesinin yasal süresinde bitirilmediği belirtilerek yok hükmünde olduğu savunulmuştur. Vergi Mahkemesi 31/12/2015 tarihinde davaları reddetmiştir. Kararların gerekçesinde; anılan mükellefler hakkında düzenlenen vergi tekniği raporu özetlendikten sonra bu mükelleflerin ekonomik, ticari ve teknik kapasite ve konumlarının düzenlenen hasılat faturalarının içeriğini teslime elvermediği belirtilerek düzenlenen faturaların gerçek mal ve hizmet hareketini yansıtmadığı, gerçek bir ticari faaliyete dayanmadığı vurgulanmıştır. Bununla birlikte ticari organizasyonu, sermayesi, ticari konumu elverişli olmayan sosyal ve ekonomik durumları itibarıyla herhangi bir ticari faaliyeti yürütebilecek durumda bulunmayan bu mükelleflerden mal ve hizmet alımlarının gerçek olduğunun iddia edilmesinin de teknik ve ticari icaplara uygun olmadığı ifade edilmiştir. Netice itibarıyla başvurucunun katma değer vergisi indirimlerinin reddi suretiyle yapılan vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatlarında hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, bu kararlara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçelerinde, dava dilekçesindeki iddialarını yinelemiştir. Kararlar, Danıştay Dokuzuncu Dairesince (Daire) 24/10/2019 tarihinde oyçokluğuyla onanmıştır. Kararlara muhalif kalan bir üye, A.A. ve H. Limitet Şirketi hakkında düzenlenen vergi tekniği raporunda yer alan tespitleri ile düzenlenen faturaların sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı olduğu hususunun açık ve somut bir şekilde ortaya konulmadığından, bu mükelleflerden alınan faturalar nedeniyle tarh edilen cezalı katma değer vergisinde isabet bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu temyiz dilekçesindeki iddiaları ileri sürerek karar düzeltme yoluna da başvurmuştur. Daire 27/2/2020 tarihinde bu kez iki üyenin karşıoyuyla oyçokluğuyla karar düzeltme taleplerinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükümleri 7/5/2020 tarihinde öğrendikten sonra 22/5/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15770
Başvuru, indirimlerin reddedilmesi suretiyle cezalı katma değer vergisi tarh edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu oluşan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 7/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu doğum belirtilerinin başlaması üzerine 16/2/2001 tarihinde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde 26 hafta 5 günlük prematüre çocuk dünyaya getirmiştir. Bebek aynı gün yeni doğan bakım ünitesine yatırılmış, ciddi boyutta iki sepsis atlatmış ve takiben kullanılan ilaçların etkisi ile de üçüncü kez kandida sepsisi geçirmiştir. Bebeğin rutin göz muayenelerinde fark edilen ve ilk olarak bir gözde "stage 1" diğerinde "0" olarak saptanan ROP daha sonraki takiplerde "stage 2" ve "1" olarak belirlenmiş ve takibinde "stage 5"e kadar ilerlemiş ve her iki göz görmez duruma gelmiştir. Başvurucunun beyanına göre 17/4/2001 tarihinde bebeğin uzman doktor tarafından yapılan muayenesinde 24/4/2001 günü tekrar gelmeleri, 25/4/2001 günü kriyoterapi uygulanmasının gerekebileceği hatırlatılmıştır. 30/4/2001 günü yapılan muayenede bebeğin her iki gözüne tresholun teşhisi konulmuş, ertesi günü ameliyat planlanmış, 4/5/2001 tarihinde kriyoterapi yapılmıştır. Nihayet 10/5/2001 günü yapılan muayene sonrasında doktor tarafından bir daha kriyoterapi yapılamayacağı belirtilmiş ve taburcu olmasının beklendiği günlerde bebek aspire edilmiştir. Davacıların CRP testi istemelerine rağmen bu istek üç gün sonra gerçekleştirilmiş, normal sınırı 6 olan CRP testi bebekte 192 olarak saptanmış, tekrarında da buna yakın sonuç ortaya çıkmasına rağmen antibiyotik tedavisine bir gün gecikmeyle başlanmıştır. 2001 yılı Haziran ayı ortasında asprisasyon pönomonisinden dolayı antibiyotik tedavisine başlanmamakta ısrar edilmiş, 15/6/2001 tarihinde sabaha karşı bebek hipoksiye ve bradikardiye girmiş, doğru müdahalenin yapılmasıyla tekrar yoğun bakım tedavisine alınan bebeğe antibiyotik tedavisi başlanmıştır. Başvurucu 18/12/2002 yılında İstanbul İdare Mahkemesinde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü (İdare) aleyhinde dava açarak hatalı tedavi sonucu kalıcı hasar meydana geldiğini iddia ederek maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) Adli Tıp Kurumunda (ATK) bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. ATK Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 20/2/2006 tarihli raporda; bebeğin 2/4/2001 ve 17/5/2001 tarihleri arasında altı yedi kez göz muayenesi geçirerek retinopatisinin değerlendirildiğinin görüldüğü, takip çizelgesine bakıldığında klinik tablonun progressiv olarak ilerlediği ve 4/5/2001 tarihindeki krioterapinin her iki gözdeki eşik hastalık tanısını takiben yapıldığının tespit edildiği, 13/4/2011-30/4/2001 tarihleri arasında ROP randevusu verilmekle beraber muayene yapıldığını gösteren kayıtların mevcut olmadığı, bu süreçteki gelişmenin hastalığın ilerlemesine neden olabileceği, ancak ne derecede etkilediğinin bilinemeyeceği ifade edilmiştir. Raporda ayrıca çocuktaki mevcut diğer risk faktörlerinin de (düşük doğum ağırlığı, uzun süreli ventilatör tedavisi, hidrosefali ve komplikasyonları) sonucu ağırlaştırıcı katkısının gözönünde bulundurulması gerektiği, mevcut hâliyle gözdeki rahatsızlık nedeniyle yüzdeyüz oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağı ancak hekimlerin eyleminin bu orana katkısının bilinemediği, bugünkü tıbbi imkânlarla fonksiyon kaybının önlenemeyeceği görüş ve kanaati belirtilmiştir. Rapor taraflara tebliğ edilmiş, taraflarca rapora herhangi bir itirazda bulunulmadığından karara esas alınmış ve Mahkeme 31/10/2006 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Danıştay Onuncu Dairesi 31/3/2009 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinde; ATK raporunda göz hastalıkları uzmanının imzasının bulunmadığı, sunulan sağlık hizmetinin kusurlu olup olmadığının net olarak ortaya konulamadığı belirtilmiştir. Mahkeme bozma ilamına uymuş ve bozma gerekçesinde vurgulanan hususların açıklığa kavuşturulması ve idarenin tazmin yükümlülüğü açısından hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunun saptanması adına dosyayı Adli Tıp Genel Kuruluna göndermiştir. ATK'nın 27/10/2011 tarihli raporunda, "...bebeğin zamanından önce düşük doğum ağırlığı ile düşük apgarla doğmuş olduğu, bu bebeklerde solunum güçlüğü ve ROP gibi birçok komplikasyonun ortaya çıkmasının bekleneceği, doğumdan itibaren şikayetlerine yönelik gereken tedavilerin yapılmış olduğu, mevcut tıbbi belgelerin tetkikinde davalı idareye tedavi sürecindeki hekimlerin uygulamaları ile ilgili bir kusur tespit edilmediği..." ifadesine yer verilmiştir. Mahkeme 29/3/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; ATK Genel Kurulu raporu özetlenerek, raporun hükme esas alınabileceği, idarenin herhangi bir kusurunun bulunmadığı vurgulanmıştır. Danıştay Onbeşinci Dairesi 11/3/2014 tarihinde kararın ikinci kez bozulmasına hükmetmiştir. Karar gerekçesinde; ATK tarafından düzenlenen her iki raporda da bebeğe zamanında teşhis ve müdahalelerde bulunulmadığının ortaya konulduğu ancak personelin kusurunun bulunmadığını belirtildiği vurgulandıktan sonra, bebeğin görme kaybına uğramasında hastanede sunulan sağlık hizmetinin etkisi olup olmadığının net biçimde ortaya konulması gerektiği ifade edilmiştir. Mahkeme 28/12/2015 tarihli kararıyla bozma ilamına karşı direnmiştir. Karar gerekçesinde; ATK raporlarının hükme esas alınabilir nitelikte olduğu, bebekte meydana gelen olumsuzluğun doğumdan itibaren gelişen komplikasyonlara bağlı olduğu, bebeğin tedavisinin gerektiği gibi yapıldığı, idare personelinin bebekte meydana gelen olumsuzluğa katkısının anlaşılmasının mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen direnme kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından 26/5/2016 tarihinde onanmıştır ve karar düzeltme istemi de Dairenin 30/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 8/10/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Songül Serin (B. No: 2017/35648, 20/5/2021, §§ 25-29) kararı.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33405
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu oluşan zararın tazmini istemiyle açılan tam yargı davasında hakkaniyete aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, sosyal güvenlik hukuku ile ilgili tespit davasında delillerin eksik değerlendirilmesi sonucu hatalı karar verilmesi ve uzun yargılama nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait işyerinde belirli aralıklarla işçi olarak çalışan S.T., işyerinde geçen çalışmalarının tespitine karar verilmesi talebiyle 24/10/2005 tarihinde başvurucu aleyhine tespit davası açılmıştır. Ankara İş Mahkemesince 3/3/2011 tarihinde dava kısmen kabul edilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/1/2013 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Bozma kararına uyularak Ankara İş Mahkemesince devam edilen yargılama sonucunda 17/5/2017 tarihinde, davanın kısmen kabul edilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/9/2018 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır. Başvurucu 19/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33328
Başvuru, sosyal güvenlik hukuku ile ilgili tespit davasında delillerin eksik değerlendirilmesi sonucu hatalı karar verilmesi ve uzun yargılama nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, cezaevi disiplin kurulu kararına karşı yapılan itirazda, delillerin toplanmaması, mahkeme ve itiraz mercinin bu yöndeki talepleri gerekçesiz reddetmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/9/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu olay tarihinde Isparta E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Cezaevi) hükümlü olarak bulunmaktadır. İhbar üzerine başvurucunun bulunduğu koğuşta yapılan aramada, ucu düzeltilerek keskinleştirilmiş el yapımı metal eşya ile boncuk tığı ve telefon kartı ele geçirilmiş, soruşturma neticesinde Cezaevi Disiplin Kurulunun 9/5/2014 tarihli kararı ile kanuna uygun olarak yasaklanmış bulunan her türlü eşya, araç gereç veya malzemeyi Ceza İnfaz Kurumuna sokmak, kullanmak veya bulundurmak eylemini gerçekleştirdiği belirtilerek başvurucu hakkında 11 gün hücreye koyma cezasına hükmedilmiştir. Başvurucu 13/5/2014 tarihli dilekçesiyle Disiplin Kurulu kararına karşı Isparta İnfaz Hâkimliği nezdinde itirazda bulunmuştur. Başvurucu itiraz dilekçesinde ihbarda bulunan hükümlü ile arasında husumet bulunduğunu, yasak olduğu belirtilen malzemelerin koğuşun ortak kullanım alanında ele geçirildiğini, tek kişinin -iftiraya dayalı- beyanına göre ceza verilmeyeceğini belirtmiştir. Başvurucu 20/6/2014 tarihli duruşmada tanıklarının beyanlarının alınması, ele geçirilen yasak eşyaların Mahkemece incelenmesi ve eşyalar üzerinde DNA ve parmak izi incelemesi yapılması talebinde bulunmuş, tanık isimleri ile aramada ele geçirilen boncuk tığının Cezaevi kantininde satıldığına dair faturayı da 25/6/2014 tarihli dilekçe ile dosyaya eklemiştir.Mahkeme 22/7/2014 tarihli duruşmada ele geçirilen eşyaları incelemiştir. Mahkeme, 1/8/2014 tarihli kararında belirttiği "...Hükümlü ARİF ERGÜL'ün Isparta E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığınca kendisi hakkında verilen disiplin cezasının kaldırılması talebi üzerine 6008 SY ile değişik 4675 SY gereğince yapılan değişiklikler de göz önüne alınarak yapılan duruşmalı incelemede kanuna uygun olarak yasaklanmış bulunan her türlü eşya, araç gereç veya malzemeyi ceza infaz kurumlarına sokmak, bulundurmak, kullanmak fiilini işlediği anlaşılmakla, itiraz edenin alınan savunması da göz önüne alındığında Isparta E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 09/05/2014tarih ve 2014/746 karar sayılı 11 gün hücre hapis cezası ile ilgili kararın usül ve yasaya uygun olduğu ..." gerekçesiyle başvurucunun itirazını reddetmiştir.Başvurucunun karara yaptığı itiraz, Isparta Ağır Ceza Mahkemesinin 15/8/2014 tarihli kararı ile hâkimlik kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.Isparta Ağır Ceza Mahkemesi kararı oy çokluğu ile almış, karara muhalefet eden Başkan, karşı oy gerekçesinde "yakalanan yasak eşyanın hükümlüye ait olduğunun kesin olarak saptanamadığını bu nedenle itirazın kabul edilerek disiplin cezasının kaldırılması gerektiğini" belirtmiştir.Karar 25/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu Ağır Ceza Mahkemesi kararına karşı itiraz etmiş, aynı Mahkeme 28/8/2014 tarihinde itirazın yeniden değerlendirilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesinin bu kararı 4/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 15/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 16/5/2011 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hükümlü ve tutuklular hakkında alınan disiplin tedbirleri ve verilen disiplin cezalarının kanun, tüzük veya yönetmelik hükümleri ile genelgelere aykırı olduğu iddiasıyla yapılan şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak." 4675 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Şikayet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır.Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir.İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.İnfaz hâkimi, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre inceleme ve işlemlerini yürütür ve kararını verir.İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikayetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir.İtiraz, infaz hâkimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine, ağır ceza mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması halinde (2) numaralı daireye yapılır. İnfaz hâkimi aynı zamanda bu mahkemenin üyesi olduğu takdirde itirazla ilgili karara katılamaz." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hücreye koyma cezası, hükümlünün eylemlerinin nitelik ve ağırlığına göre bir günden yirmi güne kadar, açık havaya çıkma hakkı saklı kalmak üzere, geceli ve gündüzlü bir hücrede tek başına tutulması ve her türlü temastan yoksun bırakılmasıdır.2) Bir günden on güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:…g) Üçüncü fıkranın (g) bendinde belirtilenler dışında kalıp da Kanuna uygun olarak yasaklanmış bulunan her türlü eşya, araç, gereç veya malzemeyi ceza infaz kurumlarına sokmak, bulundurmak, kullanmak.…(3) Onbir günden yirmi güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır:...g)Her türlü ateşli silâh, mermi, patlayıcı madde, kesici, delici, yaralayıcı, bereleyici alet, yakıcı, aşındırıcı, boğucu, bayıltıcı, kör edici gaz ve ecza, her türlü zehir ve uyuşturucu ilâç ve madde, cep telefonu, telsiz ve sair elektronik haberleşme aracını kuruma sokmak, bulundurmak, kullanmak.…"5275 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir eylemden dolayı verilen disiplin cezası kesinleştikten sonra bu cezanın kaldırılması için gerekli süre içinde yeniden disiplin cezasını gerektiren bir eylemde bulunan hükümlü hakkında, her defasında bir üst ceza uygulanır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir.." AİHM, kaçma tehlikesi olduğu gerekçesiyle cezalarının hücrede infazına karar verilen başvurucularla ilgili olarak Gülmez/Türkiye kararına atıfta bulunarak kısıtlamaların başvurucuların medeni haklarını etkilediği sonucuna ulaşmış ve başvuru konusu davada Sözleşme'nin maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilir olduğuna karar vermiştir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stegarescu Et Bahrin/Portekiz, B. No: 46194/06, 6/4/2010, §§ 34-40). AİHM, dellillerin davada esas alınıp alınmayacağı hususuyla ilgili yaptığı değerlendirmelerde, somut olay açısından da uygulanabilecek genel ilkeleri tespit etmiştir. Buna göre Sözleşme'de, yargılamada sunulan kanıtların kabul edilebilir olup olmadığına karar verme usulünü gösteren ve hangi kanıtların kabul edilebilir olduğunu hangilerinin kabul edilemez olduğunu belirleyen bir kuralın olmadığını (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Schenk/İsviçre, B.No: 10862/84, 12/7/1988, §§ 45-46), kanıtların kabulü ve değerlendirilmesinin öncelikle ulusal mahkemelerin görevi olduğunu belirtmiştir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Van Mechelen ve Diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 23/4/1997, § 50).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15656
Başvuru, cezaevi disiplin kurulu kararına karşı yapılan itirazda, delillerin toplanmaması, mahkeme ve itiraz mercinin bu yöndeki talepleri gerekçesiz reddetmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ülkeye girişine izin verilmeyen yabancıyı kabul edilemez yolcu salonunda tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabul edilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Kamerun uyruklu olan başvurucu 3/9/2019 tarihinde Türk Hava Yollarının Kıbrıs (Ercan) uçağı ile İstanbul Havalimanı'na inmiş, sahte Belçika vizesi ile geldiği anlaşılınca kabul edilemeyen yolcu kapsamına alınarak İstanbul Havalimanı'ndaki kabul edilmeyen yolcu salonuna yerleştirilmiştir. Başvurucu 9/9/2019 tarihinde uluslararası koruma talebinde bulunmuştur. Başvurucunun uluslararası koruma talebi hızlandırılmış değerlendirme usulü kapsamında incelenmiş ve 25/9/2019 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararında başvurucunun sahte Belçika vizesiyle Türkiye'ye geldiğinin anlaşılması üzerine kabul edilemeyen yolcu kapsamına alındığı, uluslararası koruma başvurusunun hızlandırılmış değerlendirme usulü kapsamında değerlendirilerek reddine karar verildiği, davacının haklı nedene dayalı zulüm görme korkusu kapsamında olmadığı, ülkesine iade edildiği takdirde zulme uğrayacağına ilişkin somut bir verinin ve ikincil koruma statüsüne dair sebeplerin de bulunmadığı belirtilmiştir. Uluslararası koruma başvurusunun reddedildiği hususu başvurucuya 8/10/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir. Bu tebliğde başvurucuya on beş gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurmaması veya itiraz süresi içinde itiraz hakkından feragat ettiğine dair yazılı beyanının olması hâlinde Türkiye’de kalış hakkı bulunmayacağından sınır dışı işleminin yapılacağı, uluslararası koruma başvurusuyla ilgili son karar oluşuncaya kadar kabul edilemez yolcu salonunda kalışına izin verileceği, başvurunun her aşamasında kendi ülkesine veya üçüncü bir ülkeye gidebileceği bildirilmiştir. Başvurucu 11/10/2019 tarihinde uluslararası koruma talebinin reddi işleminin iptali istemiyle Ankara İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu aynı gün, hakkında uygulandığını iddia ettiği fiilî idari gözetimin kaldırılması talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine başvurmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 17/10/2019 tarihinde başvurucu hakkında herhangi bir idari gözetim kararı bulunmadığı gerekçesiyle talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu 24/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 28/3/2020 tarihinde İstanbul Havalimanı görevlilerince Göç İdaresi Müdürlüğüne teslim edilmiştir. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü 29/3/2020 tarihinde kamu düzeni ve kamu sağlığına tehdit oluşturduğu gerekçesiyle başvurucunun sınır dışı edilmesine, idari gözetim altına alınmasına karar vermiş ve başvurucu, Binkılıç Geri Gönderme Merkezine sevk edilmiştir. 29/3/2020 tarihinden önce başvurucu hakkında herhangi bir sınır dışı ve idari gözetim kararı bulunmamaktadır. İstanbul Valiliği İl Göç İdaresi Müdürlüğü 10/4/2020 tarihinde başvurucu hakkındaki sınır dışı etme kararının geri alınmasına ve başvurucunun idari gözetiminin sonlandırılmasına karar vermiştir. Bu karar aynı tarihte başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu imza yükümlülüğü şartıyla salıverilmiştir. Ankara İdare Mahkemesi 8/4/2020 tarihinde uluslararası koruma başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Uyuşmazlık konusu olayda davacının dava dilekçesi ve mülakat formundaki iddiaları, menşe ülke bilgisi, dosya içerisinde mevcut bilgi ve belgelerin uluslararası hukuki metinler ve ulusal mevzuat ışığında değerlendirilmesinden; davacının ülkesinde hiç gözaltına alınmadığı veya tutuklanmadığı, hayatı boyunca herhangi bir kötü muameleye maruz kalmadığı, ülkesinde yer değiştirme alternatifinin mevcut olduğu, ayrılıkçı Ambozonia isimli grup ve Kamerun Devleti Güçleri arasında bir çok çatışmanın olduğu Bamenda bölgesinde yaşamadığı, kendisinin anadilinin Fransızca olduğu, Douala'da hayatını idame ettirebildiği, nişanlısının yaşadığı olayla ilgili destekleyeci belgesinin olmadığı, kendisinin Kamerun'da yaşarken siyasi sebeplerle kötü muameleye maruz kalmadığı görüldüğünden; ulusal ve uluslararası mevzuat kapsamında yapılan değerlendirme sonucunda, davacının uluslararası koruma talebinin reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır." Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi hızlandırılmış değerlendirme kapsamında incelenen uluslararası koruma başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararının 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesi uyarınca kesin olduğunu, istinaf yoluna başvurulmasına, dolayısıyla da kararın hukuken incelenmesine olanak bulunmadığını belirterek istinaf başvurusunun incelenmeksizin reddine karar vermiştir. 6458 sayılı Kanun'un "Türkiye’ye giriş ve Türkiye’den çıkış" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1)Türkiye’ye giriş ve Türkiye’den çıkış, sınır kapılarından, geçerli pasaport veya pasaport yerine geçen belgelerle yapılır." 6458 sayılı Kanun'un "Belge kontrolü" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Yabancı, pasaport veya pasaport yerine geçen belge ya da belgelerini, Türkiye’ye giriş ve Türkiye’den çıkışlarda görevlilere göstermek zorundadır. (2) Sınır geçişlerine ilişkin belge kontrolleri, taşıtlarda seyir hâlinde de yerine getirilebilir. (3) Havalimanlarının transit alanlarını kullanan yabancılar, yetkili makamlarca kontrole tabi tutulabilirler. (4) Türkiye’ye girişlerde, yabancının 7 nci madde kapsamında olup olmadığı kontrol edilir. (5) Bu maddenin uygulanmasında, kapsamlı kontrole tabi tutulması gerekli görülenler en fazla dört saat bekletilebilir. Yabancı, bu süre içerisinde her an ülkesine dönebileceği gibi dört saatlik süreyle sınırlı kalmaksızın ülkeye kabulle ilgili işlemlerin sonuçlanmasını da bekleyebilir. Kapsamlı kontrol işlemlerine dair usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir." 6458 sayılı Kanun'un "Türkiye’ye girişlerine izin verilmeyecek yabancılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Aşağıdaki yabancılar, kabul edilemeyen yolcu kapsamına alınır ve Türkiye’ye girişlerine izin verilmeyerek geri çevrilir: a) Pasaportu, pasaport yerine geçen belgesi, vizesi veya ikamet ya da çalışma izni olmayanlar ile bu belgeleri veya izinleri hileli yollarla edindiği veya sahte olduğu anlaşılanlarb) Vize, vize muafiyeti veya ikamet izin süresinin bitiminden itibaren en az altmış gün süreli pasaport veya pasaport yerine geçen belgesi olmayanlarc) 15 inci maddenin ikinci fıkrası saklı kalmak kaydıyla, vize muafiyeti kapsamında olsalar dahi, 15 inci maddenin birinci fıkrasında sayılan yabancılar (2) Bu maddeyle ilgili olarak yapılan işlemler, geri çevrilen yabancılara tebliğ edilir. Tebligatta, yabancıların karara karşı itiraz haklarını etkin şekilde nasıl kullanabilecekleri ve bu süreçteki diğer yasal hak ve yükümlülükleri de yer alır. (3) (Ek:6/12/2019-7196/70 md.) Bu madde kapsamındaki yabancılar, işlemleri sonuçlanıncaya kadar sınır kapılarında kendileri için belirlenen alanlarda bekletilir." 6458 sayılı Kanun'un "Taşıyıcıların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " 1) Taşıyıcılar;a) Ülkeye giriş yapmak veya ülkeden transit geçmek üzere sınır kapılarına getirmiş oldukları yabancılardan herhangi bir nedenle Türkiye’ye girişleri ve Türkiye’den transit geçişleri reddedilenleri, geldikleri ya da kesin olarak kabul edilecekleri bir ülkeye geri götürmekle,b) Yabancıya refakat edilmesi gerekli görüldüğü durumlarda refakatçilerin gidiş ve dönüşlerini sağlamakla,c) Taşıdıkları kişilerin belge ve izinlerini kontrol etmekle,ç) (Ek: 15/8/2017-KHK-694/170 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7078/164 md.) Kabul edilemeyen yolcunun taşınmasını engellemek için gerekli tedbirleri almakla,d) (Ek: 15/8/2017-KHK-694/170 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7078/164 md.) Kabul edilemeyen yolcuların geri gönderilene kadar beslenme, konaklama ve acil sağlık giderlerini karşılamakla, e) (Ek: 15/8/2017-KHK-694/170 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7078/164 md.) Kabul edilemeyen yolculara ilişkin gerekli bildirimleri yapmakla,yükümlüdür. (2) (Değişik: 3/10/2016-KHK-676/37 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/32 md.) Genel Müdürlük, sınır kapılarına yolcu getiren, sınır kapılarından yolcu götüren ve Türkiye içinde yolcu taşıyan taşıyıcılardan, hareketleri öncesi, hareketleri anı ve hareketleri sonrasında tüm yolcu ve mürettebat bilgilerini isteyebilir. (3) Birinci ve ikinci fıkralarda yer alan yükümlülüklere ilişkin uygulanacak usul ve esaslar, Bakanlık ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığınca müştereken çıkarılacak yönetmelikle belirlenir." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a)İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,… İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır…"
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35114
Başvuru, ülkeye girişine izin verilmeyen yabancıyı kabul edilemez yolcu salonunda tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2019/36741 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/36741
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca duruşmada hazır bulunma hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanmıştır. Başvurucu duruşmalara SEGBİS aracılığı ile katılmıştır. Yargılama sonucunda başvurucunun anılan suçtan 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Başvurucu 17/7/2018 tarihli temyiz dilekçesinde -diğerlerinin yanı sıra- duruşmalarda hazır edilmediğini, duruşma salonunda bizzat savunma yapma imkânından yararlanamadığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir. Hüküm kanun yolu denetiminden geçerek kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/1347
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamu görevlisinin sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşım nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai kararı 7/12/2018 tarihinde öğrendikten sonra 7/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. İkinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Ankara'da bir lisede felsefe öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Somut olay 11/1/2016 tarihinde 128 akademisyenin imzasıyla hazırlanan "Barış İçin Akademisyenler Bildirisi" veya "Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi" olarak adlandırılan bildiri etrafında şekillenmiştir. Anılan bildiri 2015 ve 2016 yıllarında Türkiye'nin doğusunda ve güneydoğusunda terör örgütü PKK tarafından gerçekleştirilen ve hendek olayları olarak da bilinen terör eylemlerine karşı yürütülen operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısına ilişkindir (hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019, §§ 10-13; bildiriye ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 10-13). Bildirinin tam metni şöyledir:"Bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu suça ortak olmayacağız!Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz." Somut olayda idare, söz konusu bildiriyi sosyal medya hesabından paylaşan başvurucu hakkında disiplin soruşturması başlatmıştır. Başvurucu; ifadesinde, paylaşımının üstlendiği kamu göreviyle bir ilgisi bulunmadığını, bildirinin hükûmet politikalarının eleştirilmesine ilişkin olduğunu, bildiriyi imzalayan akademisyenlerle aynı kaygıları taşıdığından bildiriyi paylaştığını, paylaşımının ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını belirtmiştir. Soruşturma neticesinde başvurucunun terörle mücadeleye karşı hazırlanan bildiriye destek verdiği iddiasının sübuta erdiği belirtilerek söz konusu eylemin 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin (d) alt bendi uyarınca "hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak" kapsamında kaldığı gerekçesiyle başvurucunun kınama cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali talebiyle idare mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi devlet memurlarının sadakat ve tarafsızlık yükümlülüğü altında olduğunu, bu bağlamda siyasi ve ideolojik amaçlı beyan ve eylemde bulunamayacağını belirtmiştir. Nihayetinde başvurucunun Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet güçlerinin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu illerinde PKK terör örgütüne karşı başlattığı mücadeleyi katliam, kıyım ve saldırı olarak nitelendirmek suretiyle hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak davranışlarda bulunduğunun sabit olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Söz konusu karar, istinaf kanun yolunda kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk 657 sayılı Kanun'un "Tarafsızlık ve devlete bağlılık" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.Devlet memurları her durumda Devletin menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına aykırı olan, memleketin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar. Aynı nitelikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler." 657 sayılı Kanun’un "Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …B - Kınama : Memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun yazı ile bildirilmesidir.Kınama cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:…d) Hizmet dışında Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışta bulunmak."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletin kamu hizmetinde çalışan memurları yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu, bu doğrultuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve maddelerinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54; Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005). AİHM, kamu görevlilerinin devlete sadakat yükümlülüğü hususunda söz konusu devlete özgü durumların dikkate alınabileceğini kabul ettiği gibi memurun görevinin niteliğinin de gözönünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir. Komünist Partinin eylemlerine aktif olarak katılan bir öğretmenin aldığı disiplin cezasına ilişkin olarak yapılan başvuruda verdiği kararda, öğretmenlerin öğrencileri yönünden bir otoriteyi temsil ettiği gerçeği karşısında iş yaşamları dışında da belli bir dereceye kadar ödev ve sorumluluklarının devam edeceğini kabul etmiştir (Vogt/Almanya, §§ 59, 60). Aynı şekilde AİHM Mahi/Belçika (B. No: 57462/19, 3/9/2020, § 32) kararında, öğretmenin öğrencileri üzerinde bir otorite figürü olmasından hareketle meslek hayatında tabi olduğu ödev ve yükümlülükleri belirli bir dereceye kadar okul dışında devam ettirmesinin gerekli olduğunu da değerlendirmiştir (Mahi/Belçika, § 28). Anılan kararda AİHM, Charlie Hebdo saldırısından sonra, öğretmen olarak görev yaptığı okulda çıkan olaylardan sorumlu olduğuna dair bazı medya kuruluşlarının yaptığı haberlere yayımladığı bir mektupla cevap veren başvurucunun söz konusu mektupta ayrımcı ve şiddeti meşrulaştıran nitelikte ifadeler kullanması nedeniyle görev yerinin değiştirilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini incelemiştir. Anılan kararda; ifade açıklamasının sözel iletişime dayanmadığını, spontane bir tepkinin sonucu olmadığını, aksine geniş çapta kamuya açıklanmış ve bu nedenle herkesin erişebileceği yazılı iddialar olduğunu, ifade açıklamasının başvurucuya yüklenen sağduyu/ihtiyat yükümlülüğüne zamanlama itibarıyla aykırı görülmesinin meşru olduğunu, başvurucunun yorumlarının öğrencileri üzerindeki potansiyel etkisini de gözönüne alarak başvurucunun başka bir kuruma atanmasının orantısız olmadığına karar vermiştir (Mahi/Belçika, §§ 34, 36, 37).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/655
Başvuru, kamu görevlisinin sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşım nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gerekçeli istinaf dilekçesine rağmen incelemenin yalnızca kamu düzeniyle sınırlı olarak yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuya ait iş yerinde 2001 yılı Temmuz ayından 25/1/2014 tarihine kadar reklam ve şarküteri personeli olarak çalıştığını iddia eden A.Ş. bir kısım işçi alacağının ödenmediği iddiasıyla dava açmıştır. A.Ş. 25/6/2014 tarihli dilekçesinde, başvurucuya ait iş yerindeki çalışmasının on beş yılı doldurması nedeniyle işten ayrıldığını, işten ayrılması nedeniyle kendisine tazminat adı altında bir miktar ödeme yapılmışsa da haklarının tam olarak ödenmediğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 50 TL kıdem tazminatı, 500 TL fazla mesai ücreti, 50 TL genel tatil ücreti ve 50 TL yıllık izin ücreti olmak üzere toplam 700 TL'nin başvurucudan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davacı işçi 7/4/2016 tarihli dilekçesiyle kıdem tazminatı alacağını 318,36 TL, fazla mesai ücretini 545,36 TL olarak ıslah etmiştir. Adana İş Mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonunda 28/12/2016 tarihli kararla davanın kabulüyle 318,36 TL kıdem tazminatı, 545,36 TL fazla mesai ücreti ve 100 TL genel tatil ücreti alacağının davalı başvurucudan tahsiline karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında özetle; yapılan yargılamada toplanan delillere göre davacı işçinin 1/9/2001 ile 25/1/2014 tarihleri arasında başvurucuya ait iş yerinde hizmet akdine bağlı olarak çalıştığı, iş akdinin emeklilik nedeniyle feshedildiği, davacıya kısmi bir ödeme yapılmışsa da alacağın tamamının ödendiğine dair dosya kapsamında bir delil bulunmadığı belirtilmiştir. 28/12/2016 tarihli duruşma zaptında taraf vekillerinin yüzüne verilen karara karşı tefhim tarihinden itibaren sekiz gün içinde içinde istinaf yoluna gidilebileceği hatırlatılmıştır. Başvurucu vekili 30/12/2016 tarihli Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesine (BAM) gönderilmek üzere dilekçe sunmuştur. Başvurucu vekilinin süre tutum dilekçesi olarak vasıflandırdığı dilekçede, 28/12/2016 tarihli kararın Yargıtay içtihatlarına ve hukuka aykırı olması nedeniyle istinaf kanun yoluna başvurulduğu ve gerekçeli kararın tebliğine kadar istinaf süresinin durdurulmasının talep edildiği belirtilmektedir. Başvurucu 4/1/2017 tarihinde istinaf karar harcı ile istinaf kanun yoluna başvurma harcını yatırmıştır. Gerekçeli karar başvurucu vekiline 17/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/3/2017 tarihinde ilk derece mahkemesi kararındaki usule ve esasa ilişkin hukuka aykırılıkları belirten istinaf nedenlerini içerir dilekçesini sunmuştur. Gaziantep BAM Hukuk Dairesi 5/5/2017 tarihli kararla, istinaf başvurusunun süresinde yapılmasına rağmen istinaf nedenlerini içeren dilekçe sekiz günlük sürede verilmediği ve verilen kararda kamu düzenine aykırı bir yön de bulunmadığından istinaf isteğinin esastan reddine karar vermiştir. Nihai karar 23/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 11/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) İlk derece mahkemelerinden verilen nihai kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. ...(5) İlk derece mahkemelerinin diğer kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtaya başvurulabileceği belirtilmiş olup da bölge adliye mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işlere ilişkin nihai kararlarına karşı, bölge adliye mahkemelerine başvurulabilir." 6100 sayılı Kanun’un ''İstinaf dilekçesi'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) İstinaf yoluna başvurma, dilekçeyle yapılır ve dilekçeye, karşı tarafın sayısı kadar örnek eklenir. (2) İstinaf dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:a) Başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri.b) Varsa kanuni temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri.c) Kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı.ç) Kararın başvurana tebliğ edildiği tarih.d) Kararın özeti.e) Başvuru sebepleri ve gerekçesi.f) Talep sonucu. g) Başvuranın veya varsa kanuni temsilci yahut vekilinin imzası. (3) İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır." 6100 sayılı Kanun’un ''Başvuru süresi '' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) İstinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Bu süre, ilamın usulen taraflardan her birine tebliğiyle işlemeye başlar. İstinaf yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.'' 6100 sayılı Kanun’un ''İncelemenin kapsamı'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1)İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.'' Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "İş mahkemelerince verilen nihaî kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri üç bin Türk lirasını geçmeyen davalar hakkındaki nihaî kararlar kesindir. İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür.Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri kırk bin Türk lirasını geçen davalar hakkındaki nihaî kararlara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir." 25/10/2017 tarihinde yürürlüğe giren 12/10/2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun ''Yargılama usulü ve kanun yolları'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) İş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır. ... (3) 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri, iş mahkemelerince verilen kararlar hakkında da uygulanır. (4) Kanun yoluna başvuru süresi, ilamın taraflara tebliğinden itibaren işlemeye başlar." 7036 sayılı Kanun'un ''Geçmiş hükümleri'' kenar başlıklı geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Mülga 5521 sayılı Kanun gereğince kurulan iş mahkemeleri, bu Kanun uyarınca kurulmuş iş mahkemeleri olarak kabul edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalar, açıldıkları mahkemelerde görülmeye devam olunur.  (...)(4) İlk derece mahkemeleri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen kararlar, karar tarihindeki kanun yoluna ilişkin hükümlere tabidir." Yargı Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/1/2018 tarihli ve E.2015/23941, K.2018/247 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun maddesi gereğince iş mahkemesinin nihai kararları 8 gün içinde temyiz edilebilmekte olup 2015 tarihinde tebliğ edilen karara karşı yasal süre geçtikten sonra 2015 günü temyiz yoluna başvurulmuştur. Şu duruma göre, davada 8 günlük temyiz süresi geçtiğinden, O hâlde, 01/06/1990 tarih ve 1989/3 E. - 1190/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı da gözönünde tutularak davacının temyiz dilekçesinin süre aşımı yönünden reddi cihetine gitmek gerekmiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 16/10/2017 tarihli ve E.2017/3653, K.2017/15699 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"D) İstinaf Dairesi Kararı:Bölge Adliye Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonunda, karara karşı davalı vekilinin 8 günlük istinaf başvurusu süresi içerisinde istinaf başvurusunu yapmadığından ve ilk derece mahkemesinin kararında kamu düzenine aykırılık da bulunmadığı anlaşıldığından başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun maddesi gereğince başvuru talebinin reddine karar verilmiştir.E) Temyiz:Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.F) Gerekçe6100 sayılı HMK.’un maddesinde istinaf yoluna başvurulduğunda, istinaf başvuru nedenleri ve gerekçesinin gösterilmesi gerekir. Ancak aynı madde uyarınca başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile -ki uyuşmazlıkta süresinde istinaf nedenleri ve gerekçesi bulunmamaktadır- reddolunmayıp, 355 nci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılmalıdır. Anılan maddeye göre ise 'İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir'. Kanunun maddesinde ise Bölge Adliye Mahkemesinde istinaf başvuru yolunun ön incelemesi düzenlenmiş ve 'Bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme sonunda; incelemenin başka bir dairece yapılması gerektiği, kararın kesin olduğu, başvurunun süresi içinde yapılmadığı, başvuru şartlarının yerine getirilmediği, başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmediği tespit edilen dosyalar hakkında öncelikle gerekli karar verilir. Bu düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesi gerekir. İstinaf yoluna süresinde başvurulmuş, ancak istinaf nedenleri ve gerekçeleri bildirilmemiş ise kamu düzenine aykırılık yönünden inceleme yapılacak, yok ise istinaf sebebi de bildirilmediği gerekçesi ile esastan reddine karar verilecektir. Somut uyuşmazlıkta davalı taraf tefhim edilen kısa karardan sonra süresinde istinaf yoluna başvurmuş, ancak istinaf nedenlerini belirmemiş, süresi geçtikten sonra dilekçe ile belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince 342 ve maddeleri gözden kaçırılarak usulden ret kararı verilmesi usule aykırıdır.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 31/10/2017 tarihli ve E.2017/19842, K.2017/17025 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin fıkrasında “İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür” düzenlemesi bulunmaktadır. İlk derece mahkemesince gerekçesi açıklanmamış bir hükmün HMK kapsamında tefhim edilmiş bir hüküm olamayacağı ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden istinaf kanun yoluna başvurma süresinin başlamayacağı yönündeki Bölge Adliye Mahkemesi’nin kabulü usul ve yasaya uygundur.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz etmese de -maddede kullanılan terimler bir bütün olarak bağlamıyla birlikte dikkate alındığında- mahkemeye erişim hakkını da garanti altına aldığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM'e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp maddenin(1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme'nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36). AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM, bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM'e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme'nin maddesinin(1) numaralı fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34). AİHM; mahkemeye erişim hakkının doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektirdiğini, bu düzenlemelerin zaman ve yer itibarıyla topluluk ve bireylerin ihtiyaç ve imkânlarına göre değişebileceğini ve bu nedenle sözleşmeci devletlerin bu konuda takdir hakkına sahip olduklarını kabul etmektedir (Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; García Manibardo/İspanya, B. No: 38695/97, 15/2/2000, § 36). AİHM, yasal yollara başvuru için süre ve usul kuralları öngörülmesinin amacının adaletin iyi yönetimini güvenceye bağlamak ve hukuki güvenlik ilkesini sağlamak olduğunu hatırlatmakta; bunun yanında yargısal başvurulara ilişkin usullerin, özellikle tebligat sistemi ışığında uyulması gereken başvuru sürelerinin hesaplanmasının Sözleşme'nin maddesinin gerektirdiği şekilde mahkeme hakkının etkililiğini güvence altına alacak nitelikte olması zorunluluğuna vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre başvurucunun kamu otoritelerinin menfaati ile kendi menfaati arasında adil denge tesis eden tutarlı bir sisteme güvenebilme imkânına ve özellikle haklarına doğrudan müdahale teşkil eden ilgili idari işleme itiraz edebilecek açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olması önem taşımaktadır (Geffre/Fransa (k.k.), B. No: 51307/99, 23/1/2003). AİHM, dava hakkını süre koşuluna bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte; AİHM'in rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20). Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012, § 42). AİHM'e göre temyiz için öngörülen süre sınırlarına ilişkin kurallar, adaletin iyi yönetimini ve bilhassa hukuki belirlilik ilkesine riayet edilmesini sağlamayı hedefler. Bu kuralların uygulanması beklenir. Ancak söz konusu kurallar veya bu kuralların uygulanması, davacıların mevcut bir başvuru yolundan faydalanmalarına engel teşkil etmemelidir. Ayrıca madde istinaf veya temyiz mahkemeleri bakımından uygulanırken ilgili yargılama sürecinin özel koşullarına bağlı kalınmalı ve ulusal yasal düzende yapılan yargılamaların bütünlüğü ile temyiz mahkemesinin bu yargılamalardaki rolü dikkate alınmalıdır. Usulen temyize ilişkin kabul edilebilirlik koşulları, sıradan bir temyize kıyasla daha katı olabilir (Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 32, 33).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29997
Başvuru, gerekçeli istinaf dilekçesine rağmen incelemenin yalnızca kamu düzeniyle sınırlı olarak yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 17/7/2012 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/10/2018 tarihli kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ile yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve diğer anayasal haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 10/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/36714
Başvuru, hukuk davasında delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılarak adil olmayan karar verilmesi ve uzun yargılama nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, başvurucunun kişisel sosyal medya hesabından öğrencisi olduğu üniversite yönetimi hakkında birtakım iddialarda bulunan bir haberi paylaşması nedeniyle başvurucuya bir hafta uzaklaştırma disiplin cezası verilmesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1993 doğumlu olan başvurucu, Yıldız Teknik Üniversitesi (Üniversite) Makine Mühendisliği Bölümü öğrencisidir. Başvurucu 10/10/2016 tarihinde şahsi Facebook hesabından Sol Haber Portalı adlı haber sitesinde yayımlanan "Yıldız Teknik Üniversitesi'ni [] mi Yönetiyor" başlıklı bir haberi yorumsuz paylaşmıştır. Başvurucunun söz konusu paylaşımı yapmasından üç gün sonra Üniversite yönetimi tarafından hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda Dekanlığın 14/11/2016 tarihli kararı ile yükseköğretim kurumu personelinin kurum içinde ya da dışında şeref ve haysiyetini zedeleyen eylemlerde bulunduğu gerekçesiyle 18/8/2012 tarihli ve 28388 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca başvurucuya bir hafta yükseköğretim kurumundan uzaklaştırma disiplin cezası verilmiştir. Başvurucu 12/1/2017 tarihinde söz konusu idari işlemin iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; eyleminin hâlihazırda erişime açık olan, herhangi bir ceza ya da hukuk davasına konu olmayan bir haberin paylaşılmasından ibaret olduğunu, öğrencisi olduğu üniversite ile ilgili bir haberi yorum yapmadan paylaşması nedeniyle verilen disiplin cezasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Davayı inceleyen İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) hukuka uyarlık bulunmadığı kanaatiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, başvurucunun başka bir haber sitesinde yer alan bir haberi yorum yapmadan paylaştığı vurgulanmış; eylemin hakaret içermediği, muhatabının şeref ve haysiyetini zedeleyecek mahiyette olmadığı ve ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı belirtilmiştir. Üniversite Rektörlüğünün istinaf talebi üzerine dava dosyasını inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdare Dava Dairesi (Daire) 27/4/2018 tarihinde istinaf talebini kabul ederek Mahkemenin kararını kaldırmış ve başvurucunun davasının reddine karar vermiştir. Daire gerekçesinde, başvurucunun iftira unsuru taşıyan karalayıcı bir haberi şahsi sosyal medya hesabından paylaştığı belirtilmiş; söz konusu paylaşımın kişilerin şeref ve haysiyetini zedeleyecek mahiyette olduğu kanaatine ulaşılarak verilen disiplin cezasında hukuka aykırılık görülmediği sonucuna ulaşılmıştır. Nihai karar başvurucuya 28/5/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun "Öğrencilerin disiplin işleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Soruşturma, yetkiler ve cezalar:a. Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında yükseköğretim öğrenciliği sıfatına, onur ve şerefine aykırı harekette bulunan, öğrenme ve öğretme hürriyetini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükün, huzur ve çalışma düzenini bozan, boykot, işgal ve engelleme gibi eylemlere katılan, bunları teşvik ve tahrik eden, yükseköğretim mensuplarının şeref ve haysiyetine veya şahıslarına tecavüz eden veya saygı dışı davranışlarda bulunan ve anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere; eylem başka bir suçu oluştursa bile ayrıca uyarma, kınama, bir haftadan bir aya kadar veya bir veya iki yarıyıl için kurumdan uzaklaştırma veya yükseköğretim kurumundan çıkarma cezaları verilir...." Yönetmelik'in "Dayanak" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Yönetmelik 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 54 üncü maddesi ile 65 inci maddesinin (a) fıkrasının (9) numaralı bendine dayanılarak hazırlanmıştır." Yönetmelik'in "Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren disiplin suçları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Yükseköğretim kurumundan bir haftadan bir aya kadar uzaklaştırma cezasını gerektiren eylemler şunlardır;...d) Yükseköğretim kurumu personelinin, kurum içinde ya da dışında, şeref ve haysiyetini zedeleyen sözlü veya yazılı eylemlerde bulunmak,..."B. Uluslararası Hukuk Eğitim hakkı hususunda ayrıntılı uluslararası hukuk bilgisi için bkz Özcan Özsoy, B. No: 2014/5881, 15/2/2017, §§ 22-
Eğitim hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/20182
Başvuru, başvurucunun kişisel sosyal medya hesabından öğrencisi olduğu üniversite yönetimi hakkında birtakım iddialarda bulunan bir haberi paylaşması nedeniyle başvurucuya bir hafta uzaklaştırma disiplin cezası verilmesinin eğitim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 14/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 13/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11656
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, astsubay sınıf okulunda on sekiz yaşın altında geçen öğrencilik süresinin fiilî hizmet kapsamında sayılarak emekli ikramiyesi ve emekli aylığının buna göre hesaplanması istemiyle açılan davada önceki içtihat ile çelişkili karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Birinci Bölüm tarafından 7/11/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 2/11/1971 tarihinde doğan başvurucu 30/8/1988 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesindeki Muhabere Elektronik Bilgi Sistemler Okuluna (sınıf okulu)askerî öğrenci olarak katılmıştır. Başvurucu, sınıf okulunu başarı ile bitirerek 3/8/1989 tarihinde astsubay çavuş rütbesiyle TSK'da görev yapmaya başlamış ve bireysel başvuru dosyası kapsamında belirtilmeyen bir tarihte emekli olmuştur. Başvurucu 4/1/2017 tarihli dilekçeyle Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) müracaat ederek astsubay sınıf okulunda geçen on iki aylık öğrenim süresinin fiilî hizmet süresine eklenmesi ve buna göre hesaplanacak ikramiye ve aylık farklarının ödenmesi talebinde bulunmuştur. SGK 4/7/2017 tarihli kararıyla istemi reddetmiştir. Başvurucu 2/3/2017 tarihinde, SGK işleminin iptali ile öğrenim süresinin fiilî hizmetten sayılması, ikramiye ve aylık farklarının hakediş tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemleriyle Ankara İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. İdare Mahkemesi 28/9/2017 tarihli kararıyla davayı kabul etmiştir. Kararda, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun mülga maddesi ile mülga geçici maddelerine göre astsubay sınıf okulunu başarı ile bitirerek astsubaylığa nasbedilenlerin astsubay sınıf okulunda geçen başarılı eğitim ve öğretim sürelerinin fiilî hizmet süresinden sayılacağının belirtildiğine ve fiilî hizmet süresinde 18 yaştan sonraki sürelerin dikkate alınacağına ilişkin bir hüküm bulunmadığına dikkat çekilmiştir. İdare Mahkemesi, astsubay sınıf okulu öğrencileri adına emekli keseneği yatırılmasının zorunlu olması karşısında bu okulu başarı ile bitirerek astsubaylığa nasbedilenlerin okulda geçen öğrenim sürelerinin fiilî hizmetten sayılması için 18 yaşını tamamlamaları şartının aranmayacağı sonucuna varmıştır. Davalı SGK karara itiraz etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi Dava Dairesi, 13/3/2018 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını ortadan kaldırarak davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi; uyuşmazlığın çözümü için astsubay statüsünün ve astsubay olma şartlarının ilk olarak düzenlendiği 2/7/1951 tarihli ve 5802 sayılı Astsubay Kanunu'ndan başlayarak ilgili hükümleri, tarihsel süreç içindeki değişiklikleri ve gerekçelerini inceleyerek yorumlamıştır. Ankara Bölge İdare Mahkemesi; 5434 sayılı Kanun'un ek maddesi ve astsubay sınıf okulu öğrencilerinin Emekli Sandığı ile ilişkilendirilmelerini sağlayan 29/6/1978 tarihli ve 2168 sayılı Kanun'un gerekçesi ve 5434 sayılı Kanun'un çıkarılmasından itibaren mevcut olan ve Sandık iştirakçiliği için 18 yaşın bitirilmiş olması koşulunu arayan maddesindeki düzenlemeye paralel olarak 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nda, astsubay olabilmek için 18 yaşın tamamlanmış olması şartına yer veren hükümleri birlikte değerlendirerek geçmişte 18 yaşın altında geçirilen öğrenim sürelerinin değil kazai rüşt kararı alarak göreve başladıktan sonra 18 yaşın altında geçen hizmet sürelerinin fiilî hizmet süresinden sayılacağı ve böylece aynı tarihte göreve başlayanlar bakımından emeklilik hakları yönünden eşitlik sağlanmasının amaçlandığı kanaatine varmıştır. Anılan kararda; 5434 sayılı Kanun'un ek maddesinde yer alan, kazai rüşt kararı almak suretiyle Emekli Sandığına tabi olan ve öğrenimleri ile ilgili göreve atananlar hakkında 5434 sayılı Kanun'un maddesinde yazılı "18 yaşın bitirilmiş olması şartı aranmaz" yolundaki düzenlemenin bu şekilde atananların göreve başlamalarından sonra 18 yaşın altında geçen hizmet sürelerinin fiilî hizmet sürelerinden sayılmasına yönelik olduğu, 18 yaşın altında geçen öğrenim süresiyle ilgisinin bulunmadığı, astsubay sınıf okulunu bitirerek astsubaylığa nasbedilenlerin -kazai rüşt kararı almış olsalar dahi- 18 yaşın bitirilmesinden önce astsubay sınıf okulundaki öğrencilikleri sırasında Emekli Sandığı iştirakçisi olarak kabul edilmelerinin ve 18 yaşın altında geçen öğrenim sürelerinin fiilî hizmet sürelerinden sayılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Diğer taraftan Ankara Bölge İdare Mahkemesi; kazai rüşt kararı almak suretiyle göreve başlayan astsubayların Emekli Sandığı iştirakçisi olabilmeleri için 5434 sayılı Kanun'un maddesinde yazılı "18 yaşın bitirilmiş olması" şartının aranmayacağına ilişkin ek maddesindeki düzenlemenin astsubay sınıf okullarında geçen öğrenim sürelerini de kapsadığı şeklindeki bir yoruma dayanarak verilmiş farklı yönde mahkeme kararları olmakla birlikte söz konusu yoruma katılmadığını ve bu içtihat farklılığının hukuki belirlilik ilkesine aykırı olmadığını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıfla gerekçesinde belirtmiştir. Nihai karar, başvurucuya 24/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurudan sonra, astsubay sınıf okulunda geçen 18 yaş altındaki öğrenim süresinin fiili hizmet süresinden sayılıp sayılamayacağına ilişkin içtihat farklılığı Danıştay İçtihadı Birleştirme Kuruluna intikal etmiştir. Kurul, içtihadı, astsubay sınıf okulunda geçen 18 yaş altındaki öğrenim süresinin fiili hizmet süresinden sayılamayacağı yönünde birleştirmiştir. Söz konusu 12/12/2018 tarihli ve E.2018/1, K.2018/4 sayılı karar 25/7/2019 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 5802 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Astsubay olmak için:I - A) En az ortaokul, sanat enstitüsü ve eşidi okullarla eğitim süresi iki yıldan aşağı olmayan astsubay sınıf okullarından mezun olmak;B) 18 yaşını tamamlamış bulunmak;şarttır. ..." 926 sayılı Kanun'un 31/7/1970 tarihli ve 1323 sayılı Kanun'la değişmeden önceki hâliyle maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Muvazzaf astsubay olacaklarda aranacak şartlar ile astsubay okulu öğrencileri hakkında uygulanacak esaslar aşağıda gösterilmiştir:a) Muvazzaf astsubay olabilmek için en az ortaokul veya eşidi bir okulu bitirdikten sonra öğrenim süresi en az üç yıl olan astsubay okullarından birini bitirmek ve onsekiz yaşını tamamlamış olmak şarttır. " 926 sayılı Kanun'un 1323 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikten sonraki hâliyle maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) Muvazzaf astsubay olabilmek için en az ortaokul veya sanat okul mezunu olup da 3 yıl süreli astsubay hazırlama okullarından veya lise, ticaret lisesi, kolej, sanat enstitüleri ve sağlık kolejlerinde Silâhlı Kuvvetler veya kendi nam ve hesabına okuyarak mezun olduktan sonra astsubay sınıf okullarındatabitutulacakları1yıllıkmeslekî öğrenim ve eğitimi başarı ile bitirmek ve 18 yaşını tamamlamış olmak şarttır. Ancak, bu öğrenim ve eğitim süresini bitirdikleri tarihte 18 yaşına tamamlamamış olanlar Türk Medenî Kanununun 12 nci maddesine göre kazaî rüşt kararı almak şartı ile muvazzaf astsubay olabilirler."5434 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Bu kanunla tanınan haklardan aşağıda (I) işaretli fıkrada yazılı yerlerde çalışanlardan, Türk uyruğunda olmak ve 18 yaşını bitirmiş bulunmak şartıyla, (II) işaretli fıkrada gösterilenler faydalanırlar.…II– Faydalanacaklar:...Harp okulları, fakülte ve yüksek okullarda Türk Silâhlı Kuvvetleri hesabına okuyan veya kendi hesabına okumakta iken askerî öğrenci olanlar ile astsubay meslek yüksek okulları ve astsubay nasbedilmek üzere temel askerlik eğitimine tâbi tutulan adaylar; ” 5434 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “Harp okulları, fakülte ve yüksek okullar ile astsubay meslek yüksek okullarında sınıfını geçemeyen Türk Silâhlı Kuvvetleri mensubu askerî öğrencilerin, fazla öğrenim yılları fiilî hizmet müddetlerinden indirilir. Fakülte, yüksekokul veya meslek yüksekokullarında kendi hesabına okuduktan sonra muvazzaf subay veya astsubay nasbedilen veya askerlik hizmetini takiben muvazzaf subay veya astsubaylığa geçirilenlerin, normal süreyi aşan öğrenim süreleri fiilî hizmet müddetinden sayılmaz.'' 5434 sayılı Kanun'un ek maddesi şöyledir:  “Bir meslek veya sanat okulunu bitirenlerden, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kazai rüşt kararı almak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığına tabi ve öğrenimleri ile ilgili görevlere atananlar hakkında, 5434 sayılı Kanunun 12 nci maddesinde yazılı 18 yaşın bitirilmiş olması şartı aranmaz.'' 5434 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce ortakokul ve dengi okulu, astsubay hazırlama okulu, lise ve dengi okulu mezunu olup da sınıf okullarını başarı ile bitirerek astsubay naspedilenlerin astsubay sınıf okullarında geçen başarılı eğitim ve öğrenim süreleri fiili hizmet müddetinden sayılır. Bundan doğacak borçlanma iştirakçiler tarafından astsubay naspedildikleri tarihteki astsubay çavuş aylığı üzerinden Emekli Sandığına bir yıl içinde ödenir. Emekli durumunda bulunan astsubayların sınıf okullarında geçen başarılı eğitim ve öğrenim süreleri fiili hizmet sürelerine eklenerek kurumca gerekli işlemleri yapılır. Emekli Sandığınca bu hizmet müddetleri için çıkarılacak borç miktarları iştirakçiler tarafından bir yıl içinde eşit taksitlerle Emekli Sandığına ödenir.'' Yargı Kararlarıa. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kararları Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Üçüncü Dairesinin 22/4/2010 tarihli ve E.2009/835, K.2010/588 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava konusu uyuşmazlığın davacının 1/9/1985 - 30/8/1986 tarihleri arasında Astsubay Sınıf Okulunda öğrenci olarak geçirdiği sürelerin hizmetten sayılıp sayılmayacağı noktasında odaklandığı anlaşılmaktadır.Davacı her ne kadar Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinin 7/8/1985 tarihli söz konusu kararı ile yaşını da büyüttüğünü ileri sürmüş ise de; söz konusu karar incelendiğinde davacının yaşının düzeltilmesine ilişkin olarak kararda bir hüküm bulunmadığı, sadece kaza-i rüştüne izin verildiği (ergin kılındığı) anlaşılmıştır.Davacının mahkeme kararı ile ergin kılınması ona fiil ehliyetini (medeni hakları kullanma ehliyeti) kazandırır. Yoksa onun 18 yaşını doldurduğu, mutlak olarak kanunlarda gösterilen 18 yaşının doldurulması ile ilgili sınırlamalara tabi olmayacağı anlamına gelmemektedir. Söz konusu 5434 sayılı Kanun'un Ek- Maddesinde öngörülen '18 yaşının bitirilmiş olması' koşulunun aranmayacağına ilişkin hüküm gördükleri öğrenim ve branşları ile ilgili bir kamu görevine atanma halinde artık 18 yaş koşulu aranmadan hizmette geçirilen sürelerin sayılmasına matuftur. Davacının astsubay sınıf okulunda öğrenci statüsünde geçirdiği süre 5434 sayılı Kanun'un Ek- maddesi kapsamına girmemektedir. Davacının astsubay sınıf okulunda geçirdiği sürenin fiili hizmetten sayılabilmesi için astsubay sınıf okulunda öğrenci olduğu sürede 18 yaşını doldurmuş olması gerekmektedir. Oysa davacı 18 yaşını astsubay sınıf okulunu bitirdikten sonra 2/6/1987 tarihinde doldurmuştur.Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde davacının 18 yaşını doldurmadan astsubay sınıf okulunda öğrencilikte geçirdiği sürelerin 5434 sayılı Kanunun 12'inci maddesi gereğince fiili hizmetten sayılmasının ve buna bağlı olarak alacaklarının ödenmemesinin mümkün olmadığı, idarece tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılığın bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.'' AYİM Üçüncü Dairesinin 1/10/2015 tarihli ve E.2015/1025, K.2015/1242 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava konusu uyuşmazlığın davacının 1/9/1996 - 1/6/1997 tarihleri arasında Astsubay Sınıf Okulunda öğrenci olarak geçirdiği sürelerin hizmetten sayılıp sayılmayacağı noktasında odaklandığı anlaşılmaktadır.Söz konusu 5434 sayılı Kanun'un Ek- maddesinde öngörülen '18 yaşının bitirilmiş olması' koşulunun aranmayacağına ilişkin hüküm, gördükleri öğrenim ve branşları ile ilgili bir kamu görevine atanma halinde artık 18 yaş koşulu aranmadan hizmette geçirilen sürelerin sayılmasına matuftur. Davacının astsubay sınıf okulunda öğrenci statüsünde geçirdiği süre 5434 sayılı Kanun'un Ek- maddesi kapsamına girmemektedir. Davacının astsubay sınıf okulunda geçirdiği sürenin fiili hizmetten sayılabilmesi için astsubay sınıf okulunda öğrenci olduğu sürede 18 yaşını doldurmuş olması gerekmektedir. Oysa davacının 1/6/1979 doğumlu olduğu dikkate alındığında davacının astsubay sınıf okulunda bulunduğu 1/9/1996- 1/9/1997 tarihleri arasında henüz 18 yaşını doldurmadığı anlaşılmaktadır.Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde davacının 18 yaşını doldurmadan astsubay sınıf okulunda öğrencilikte geçirdiği sürelerin 5434 sayılı Kanunun 12'inci maddesi gereğince fiili hizmetten sayılmasının mümkün olmadığı, davalı kurum tarafından tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.'' b. Danıştay Kararları i. Danıştay Onbirinci Daire Kararı Danıştay Onbirinci Dairesinin 28/3/2017 tarihli ve E.2015/6583, K.2017/3022 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Dava, davacı tarafından, astsubay sınıf okulunda 18 yaşın altında geçen süresinin fiili hizmet süresine eklenmesi talebiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle açılmıştır....Dosyanın incelenmesinden, 1989 tarihinde astsubay sınıf okuluna başlayan, 1989 tarihinde 18 yaşını tamamlayan, 1990 tarihinde astsubaylığa nasbedilen davacının 18 yaşından önce astsubay sınıf okulunda geçen sürelerinin fiili hizmet süresine eklenmesi talebiyle yaptığı başvurusunun reddi üzerine incelenen davanın açıldığı anlaşılmıştır. Yukarıya metni aktarılan yasal düzenlemelerde, astsubay sınıf okulu öğrencilerinin iştirakçi olarak 5434 sayılı Kanun uyarınca Emekli Sandığı ile ilgilendirileceği, astsubay sınıf okulunu başarı ile bitirerek astsubaylığa nasbedilenlerin astsubay sınıf okulunda geçen başarılı eğitim ve öğretim sürelerinin fiili hizmet süresinden sayılacağı belirtilmiş olup, bu sürelerin fiili hizmet süresinden sayılması konusunda 18 yaşından sonraki sürelerin dikkate alınacağına veya bu sürelerin fiili hizmet süresinden sayılabilmesi için kazai rüşt kararı alınması gerektiğine ilişkin bir hükme de yer verilmemiştir. Buna göre, astsubay sınıf okulu öğrencileri adına emekli keseneği yatırılmasını zorunlu kılan Kanun hükmü de değerlendirildiğinde, astsubay sınıf okulunu bitirerek doğrudan astsubaylığa nasbedilenlerin, bu okulda geçen sürelerinin fiili hizmet süresinden sayılması için 18 yaşını bitirmiş olmaları şartının aranmaması gerekmektedir.Dolayısıyla, astsubay sınıf okulunu bitirdikten sonra, astsubaylığa nasbedilen ve okulda iken 18 yaşını dolduran davacının, 18 yaşından önce astsubay sınıf okulunda geçen sürelerinin fiili hizmet süresinden sayılması gerekirken, aksi yönde tesis edilen işlemde ve davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.."ii. Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararı Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 25/7/2019 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 12/12/2018 tarihli ve E.2018/1, K.2018/4 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Astsubay sınıf okulunu bitirdikten sonra astsubaylığa nasbedilenlerin, astsubay sınıf okulunda 18 yaşın altında geçen öğrenim sürelerinin fiili hizmet sürelerinden sayılıp sayılmayacağı konusunda Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince verilen kararlar ile İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince ve Samsun Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince verilen kararlar arasındaki aykırılığın giderilmesinin ... 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un 3/C maddesinin fıkrasının (c) bendi hükmü uyarınca istenilmesi, Ankara Bölge İdare Mahkemesi Başkanlar Kurulunun 2018 tarih ve E:2018/23, K:2018/23 sayılı kararıyla da istem uygun görülerek kararlar arasındaki aykırılığın Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi kararı doğrultusunda giderilmesi görüşüyle dosyanın 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun ve maddeleri gereğince karar verilmek üzere Danıştaya gönderilmesi ve Danıştay Başkanının havalesi üzerine Danıştay Başsavcısının düşüncesi alındıktan sonra Raportör Üyenin Raporu, konu ile ilgili kararlar ve yasal düzenlemeler incelenerek gereği görüşüldü....Yukarıda belirtilen İdari Dava Dairelerinin söz konusu kararları ile, hukuki durumları aynı olan uyuşmazlıklarda birbirine aykırı kararlar verildiğinden, ilgili kanun hükümlerinin farklı yorumlanmasını önlemek, uygulamada yeknesaklığı ve kanun önünde eşitliği sağlamak üzere, kararlar arasındaki aykırılığın 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun maddesi uyarınca içtihatların birleştirilmesi yoluyla giderilmesine oybirliğiyle karar verilerek esasın incelenmesine geçildi.İçtihadın birleştirilmesine konu olan kararlarda uyuşmazlığı, astsubayların, astsubay sınıf okullarında 18 yaşın altında geçen öğrenim sürelerinin fiili hizmet sürelerinden sayılıp sayılmayacağı hususu oluşturmaktadır. ...Personel kanunlarında yapılan bu değişiklikler uyarınca 18 yaşından önce Devlet memuru veya muvazzaf astsubay olarak atananların emeklilik haklarının sağlanmasına yönelik olarak 1971 tarih ve 13892 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 1425 sayılı Kanun'un maddesi ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'na Ek maddesi eklenmiş ve böylece 5434 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen ve Sandıktan faydalanmak için aranan '18 yaşın bitirilmiş olması' genel şartının istisnası olarak; Devlet memuru veya muvazzaf astsubay olarak atanmak için 657 sayılı Kanun veya 926 sayılı Kanun gereğince kazai rüşt kararı almak zorunda olan 18 yaşından küçük olan kişilerin, sadece atandıkları Devlet memuru veya muvazzaf astsubay olarak 18 yaşın altında geçen hizmet sürelerinin, emeklilik hizmet sürelerinde değerlendirilmesi imkanı sağlanmıştır. Astsubay sınıf okulu öğrencilerinin Sandıkla iştirakçiliğine gelince;1949 tarih ve 7235 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun 'Sandıktanfaydalanacaklar' başlıklı maddesinin birinci fıkrasında, 'Bu Kanunla tanınan haklardan aşağıda (I) işaretli fıkrada yazılı yerlerde çalışanlardan, Türk uyruğunda olmak ve 18 yaşını bitirmiş bulunmak şartıyla, (II) işaretli fıkrada gösterilenler faydalanır' hükmü yer almış, maddenin 'II Faydalanacaklar' fıkrasının (j) bendinde de 'Milli Savunma Bakanlığı harp okulu öğrencileri' hükmüne yer verilmiştir. Söz konusu birinci fıkrada bir değişiklik yapılmamışken (II) işaretli fıkranın (j) bendinde zaman içerisinde değişiklikler yapılmış ve 1978 tarih ve 16343 sayılı ResmiGazete'de yayımlanan 2168 sayılı Kanun'la da astsubay sınıf okulu öğrencileri ilk defa iştirakçilik kapsamına alınmıştır. Böylece, 18 yaşını doldurduktan sonra geçen öğrenim süreleri emeklilikte değerlendirilen harp okullarında veya fakülte ve yüksekokullarda okuyan askeri öğrenciler ile nasptarihleriaynıolanancakfakülteveyayüksekokullardakendihesabına okuduktan sonra muvazzaf subay olarak nasbedilenlerin emeklilik haklarının eşitlenmesi amacıyla, fakülte ve yüksekokullarda kendi hesabına okuduktan sonra muvazzaf subay olarak nasbedilenler ile astsubay sınıf okulunu bitirerek nasbedilenlerin, 18 yaşını doldurdukları tarihten sonra geçen başarılı öğrenim sürelerinin de emeklilikte değerlendirilmesine imkan tanınmıştır. Ayrıca, astsubay sınıf okulu öğrencilerinin 18 yaşın doldurulmasından sonra geçen öğrenim süreleri bakımından iştirakçiliklerini sağlayan 2168 sayılı Kanun'la 5434 sayılı Kanun'ageçici maddesinin fıkrası da eklenerek, 1978 tarihinden önce astsubay sınıf okulunu bitirerek astsubay nasbedilenlerin, 18 yaşın üzerinde geçen başarılı öğrenim sürelerinin geriye yönelik olarak borçlanmaları suretiyle emekliliklerinde değerlendirilmesine de imkan sağlanmıştır. Yapılan bu açıklamalar uyarınca, 926 ve 5434 sayılı Kanunların sistematiği dikkate alındığında 5434 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen 18 yaşını bitirmiş bulunmakuralının, Kanun'un bütününe yönelik, ortak ve genel bir kural olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.Öte yandan, 5434 sayılı Kanun'un 2168 sayılı Kanun'la değişik maddesinde 18 yaşın altında astsubay sınıf okulunda geçen süreler için kesenek ve karşılık tahsilatına yönelik ayrıca bir düzenlemeye yer verilmemesi sebebiyle söz konusu madde kapsamında da genel ilke olan 18 yaşını tamamlamış olma koşulunun aranması gerektiği anlaşılmaktadır.Buna göre, 5434 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası hükmü karşısında, astsubayların, astsubay sınıf okullarında 18 yaşın altında geçen öğrenim sürelerinin fiili hizmet sürelerinden sayılmasına olanak bulunmamaktadır."B. Uluslararası Hukuk Adil Yargılanma Hakkı Yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir...” AİHM, adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğünün Sözleşmeci devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin önsözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukukun üstünlüğünün temel unsurlarından biri, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı garanti altına alan ve kamuoyunun mahkemelere olan güvenine katkıda bulunan hukuki güvenlik ilkesidir. Toplumun yargısal sisteme olan güveni hukuk devletinin esaslı unsurlarından biri olmasına rağmen birbirinden farklı yargı kararlarının devamlılık arz etmesi, bu güveni azaltacak nitelikte bir hukuki belirsizlik durumu yaratabilecektir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57). Diğer yandan hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri ve bireylerin meşru beklentilerinin korunması, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evrilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38). Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol, tam da yargı kararları arasında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte yeni kabul edilmiş bir kanunun yorumlanmasında olduğu gibi bazı hâllerde içtihadın müstakar hâle gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Zielinski ve Pradal ve Gonzalez ve digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94, ...34173/96, 28/10/1999, § 59; Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008). AİHM, açık bir keyfîlik bulunan durumlar hariç ulusal mahkemelerin iç hukuku yorumlama şeklini sorgulamanın kendi görevi olmadığına dikkat çekmektedir. Benzer şekilde bu konuda -görünüşe göre benzer davalarda verilmiş olsalar bile- ulusal mahkemelerin farklı kararlarını karşılaştırmak da prensipte AİHM'in görevi değildir. AİHM, söz konusu mahkemelerin bağımsızlığına saygı göstermek durumundadır (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 50). AİHM, mahkeme kararlarının çatışma ihtimalinin her biri kendi yargı alanında yetkili olan yargılama ve temyiz mahkemeleri ağına dayalı yargı sistemlerinin doğal bir özelliği olduğunu kabul etmiştir. Bu tip uyuşmazlıklar aynı mahkeme içinde de ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, kendi içinde Sözleşme'ye aykırı olarak değerlendirilemez (Santos Pinto /Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 51). AİHM, bu konuda hüküm verirken değerlendirmesinin dayandığı kriterleri açıklamıştır. Söz konusu kriterler yüksek mahkemenin içtihadında derin ve süregelen farklılıklar olup olmadığı, iç hukukta bu tutarsızlıkların üstesinden gelmek için bir mekanizma bulunup bulunmadığı, bu mekanizmanın uygulanıp uygulanmadığı ve uygulandıysa ne ile sonuçlandığının tespitine dayanmaktadır (Beian/Romanya, B. No: 30658/05, 6/12/2007, §§ 37, 39; Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, § 53). AİHM, bu bağlamda mahkemelerin uygulamalarında tutarlılığın ve içtihatlarında yeknesaklığın sağlanması için mekanizmalar oluşturulmasının önemini birçok defa hatırlatmış; yargı sistemlerini birbirine zıt kararlar verilmesini önleyecek şekilde yapılandırmanın devletlerin sorumluluğunda olduğunu ifade etmiştir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, §§ 55, 80). Mülkiyet Hakkı Yönünden Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." AİHM, Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının, ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd. ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 32; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD] (k.k.),B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda meşru bir beklentinin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33). AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması, hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/14445
Başvuru, astsubay sınıf okulunda on sekiz yaşın altında geçen öğrencilik süresinin fiilî hizmet kapsamında sayılarak emekli ikramiyesi ve emekli aylığının buna göre hesaplanması istemiyle açılan davada önceki içtihat ile çelişkili karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması, tutukluluk süresinin makul olmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 8/1/2014 tarihinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 14/7/2014 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/1049 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında 27/9/2010 tarihinde gözaltına alınmış ve Adana Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 1/10/2010 tarihli ve 2010/47 Sorgu sayılı kararı ile “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, mala zarar verme, basit yaralama, ihaleye fesat karıştırma, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme, birden fazla kişi ile birlikte yağma, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçlarından tutuklanmıştır. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 5/5/2011 tarihli ve E.2011/301 sayılı iddianamesi ile başvurucunun “sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermileri satın alınması taşınması bulundurulması, konutta yağma, ihaleye fesat karıştırma, bir kimseyi fuhşa teşvik etme veya yaptırma veya aracılık ettirme, korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etme, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama, kasten öldürmeye teşebbüs, cebir veya tehdit kullanmak suretiyle kişiyi intihara mecbur etme, suç işlemek amacıyla kurulan örgütte yöneticilik yapma, birden fazla kişi tarafından birlikte yağma, tehdit, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, silahla tehdit, yaralama, basit yaralama, var olan suç örgütlerini oluşturdukları korkutucu güçten yararlanarak yağma, silahla yağma, nitelikli cinsel saldırı, tefecilik ve mala zarar verme” suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucu ile birlikte toplam 54 sanık hakkında cezalandırma talep edilmektedir. Ayrıca 1 mağdur ve 28 müşteki bulunmaktadır. İddianame ile başvurucunun 35 ayrı olay nedeniyle cezai sorumluluğunun bulunduğu belirtilerek cezalandırılması talebinde bulunulmuştur. Dava, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/125 sayılı dosyası ile başvurucu yönünden tutuklu olarak sürdürülmüştür. Başvurucu; yargılama aşamasında 10/12/2013 tarihinde tahliyesine karar verilmesi talebiyle Adana Ağır Ceza Mahkemesine başvuruda bulunmuş, Mahkemenin 20/12/2013 tarihli ve E.2011/125 sayılı ara kararı ile “atılı suçların niteliği, atılı suçlar için kanunda öngörülen ceza miktarları, soruşturma aşamasındaki teşhis ve mağdur beyanları, kanıt durumu, kaçma olasılıkları gözetilerek” başvurucunun talebinin reddine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu anılan kararı 20/12/2013 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 20/12/2013 tarihli tahliye talebinin reddi kararına karşı itiraz yoluna gidildiğine dair bilgi ve/veya belge sunulmamıştır. Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede başvurucunun, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/125 sayılı dosyası ile yürütülen yargılama kapsamında, hakkında verilen tutukluluğun devamı kararlarına karşı bireysel başvuruda bulunduğu tarihten önce itiraz ettiğine dair bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucu, tutukluluğun devamı kararlarına ilişkin ilk itirazını, 6/1/2014 tarihli celsede verilen tutukluluğun devamı kararına karşı 28/1/2014 tarihinde yapmıştır. Başvurucu 8/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesi ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga madesi ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 10/3/2014 tarihli ve E.2011/125, K.2014/20 sayılı kararı ile başvurucunun yargılandığı dava dosyası, Mersin Ağır Ceza Mahkemesine E.2014/428 sayısı ile devredilmiştir. Mersin Ağır Ceza Mahkemesince 20/1/2015 tarihli celsede “tutuklulukta geçirdi(ği) süre dikkate alınarak” başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Dava, inceleme tarihi itibarıyla Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/428 sayılı dosyası ile derdesttir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kasten öldürme” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Kasten yaralama” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kasten yaralama fiili, mağdurun; ...d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, ...Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.” 5237 sayılı Kanun’un “Cinsel saldırı” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur ...” 5237 sayılı Kanun’un “Tehdit” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Tehdidin; a) Silahla,...İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: (1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Kişi, fiili işlemek için veya işlediği sırada cebir, tehdit veya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. 5237 sayılı Kanun’un “Nitelikli yağma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Yağma suçunun; a) Silahla,...c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, ...f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,...İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” 5237 sayılı Kanun’un “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: “Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır ...” 5237 sayılı Kanun’un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Fuhuş” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Bir kimseyi fuhşa teşvik eden, bunun yolunu kolaylaştıran ya da fuhuş için aracılık eden veya yer temin eden kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır ...” 5237 sayılı Kanun’un “İhaleye fesat karıştırma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(Değişik: 11/4/2013-6459/12 md.) Kamu kurumu veya kuruluşları adına yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara ilişkin ihaleler ile yapım ihalelerine fesat karıştıran kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun’un “Tefecilik” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı maddesinin (1), (2) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.(5) Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklulukta geçecek süre” kenar başlıklı maddesinin(2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/306
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması, tutukluluk süresinin makul olmaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, alacak davasında Mahkemenin kanun ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; kararın miras payından yoksun bırakılması sonucunu doğurması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 9/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 20/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 11/11/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun murisi N.N., 79 yaşındayken Samsun Noterliğinin 29/9/2006 tarihli düzenleme şeklinde vekaletnamesi ile torunu ve aynı zamanda başvurucunun ablasının oğlu olan Ç.yi vekil tayin etmiştir. Ç. vekaletnameye dayanarak murise ait Samsun ili Atakum ilçesi Yalı Mahallesi'nde bulunan 1562 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki 1 numaralı bağımsız bölümü babası H.Ç.ye, 6 numaralı bağımsız bölümü ise annesi diğer mirasçı Ş.H.ye tapuda satış suretiyle devretmiştir. Ç., aynı yerde 9 numaralı bağımsız bölümü ise 3/11/2006 tarihinde A.U. ve Ü. isimli şahıslaratapuda satış suretiyle devretmiştir. Başvurucunun 1 ve 6 numaralı bağımsız bölümler için Samsun Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/404 sayılı dosyasında açtığı tapu iptali ve tescil davasında Mahkeme, Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan rapora göre vekaletnamenin düzenlendiği tarihte muris N.N.nin akli dengesinin yerinde olmadığının belirlenmesi üzerine davayı kabul etmiştir. Başvurucu, Samsun Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/404 sayılı dosyası ve Adli Tıp Kurumu raporunu delil göstererek aynı yerdeki 9 numaralı bağımsız bölümle ilgili, geçerli olmayan vekaletname ile satış işleminin gerçekleştirilmesini sağlayan Noter H. ile vekil Ç. aleyhine miras hissesine düşen miktarın tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Samsun Asliye Hukuk Mahkemesi 3/5/2012 tarihli ve E.2011/474, K.2012/176 sayılı kararı ile davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Tarafların talep ve savunmalarının araştırılabilmesi açısından gerekli bilgi belgeler toplanmış, tarafların gösterdikleri deliller eksiksiz şekilde getirtilmiş, taraflara yöntemince tebligatlar yapılmış, iddia ve savunmalarını yapmaları sağlanmış, tüm defi ve itirazları değerlendirilmiş, karar altına alınmış, tefhimle tebliğ edilmiş, tarafların gösterdikleri tüm deliller toplanmış, dava konusu yerin tapu kaydı temin edilmiş, istenilen dosyalar getirtilmiş, gösterilen tanıkların bir kısmı dinlenmiş olup, temin edilen bilgi belgeler dosya içeriğiyle karşılaştırılıp denetlenmiştir.İştirak halindeki mülkiyette hisseye hasren dava açılamaz, mirasçılar arasında hisseye hasren dava açılabilir, ancak somut olayda davalı H. mirasçı değildir. Ç.'de davalı olarak mirasçı sıfatına sahip değildir. Çünkü, dava ve karar tarihi itibariyle mirasçı sıfatına annesi sahiptir. Bu hale göre eldeki dava mirasçılar arasında görülen dava değildir.  Davacı taraf üçüncü kişilere karşı terekeye ilişkin bir hakka ilişkin, kendi hissesine hasren dava açamaz. Sırf bu sebeple bu tip davaların reddi gerekir. Yargıtay H.'nin 24/1/2012 tarihli ve E.2011/21340-K.2012/2324 sayılı kararı bu yoldadır. Aynı şekilde Yargıtay H.D'nin 24/10/2005 tarihli ve E.2005/903-K.2005/10610 sayılı kararı, Yargıtay H.D'nin 21/12/2006 tarihli ve E.2006/11020-K.2006/12961 sayılı kararları da bu doğrultudadır. Dava bu şeklide açıldığı takdirde, terekeye mümessil tayini ya da diğer mirasçıların muvafakatının yöntemince temini suretiyle de davaya devam edilemez. Bu haliyle davacı tarafınaktif tarafta davacı sıfatıyla davayı yürütmesi mümkün değildir. Tüm bu nedenlerle takdiren aşağıdaki şekilde hüküm kurulması zorunluluğu doğmuştur." Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/1/2013 tarihli ve E.2012/21365, K.2013/610 sayılı ilamı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 15/4/2013 tarihli ve E.2013/5177, K.2013/6280 sayılı ilamı ile reddedilmiştir. Ret kararı 3/5/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu tarafından 9/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. B. İlgili Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir.Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir....Ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır." 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Birden çok mirasçı bulunması hâlinde, mirasın geçmesiyle birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir.Mirasçılar terekeye elbirliğiyle sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere, terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler....Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır...." 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3033
Başvuru, alacak davasında Mahkemenin kanun ve usule aykırı karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; kararın miras payından yoksun bırakılması sonucunu doğurması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Sinan Akdemir, Kazım Akdemir, Hamo Akar, Salih Kanat, Eyyüp Kaçmaz, Abdulkerim Kaçıran ve İsmail Akdemir'in doğrudan kendilerinin; başvurucular Mehmet Kamer ve Osman Kamer'in babaları olan murislerinin; başvurucu Hasan Akar'ın babası olan murisinin; başvurucu Mahmut Konacak'ın babası olan murisinin; başvurucu Mehmet Eyyüp Akdemir'in babası olan murisinin; başvurucu Mustafa Kamer'in babası olan murisinin; başvurucular Halil Akdemir ve Ferit Akdemir'in babaları olan murisleri ile başvurucular Hamza Kanat, Ali Kanat ve Mustafa Kanat'ın babaları olan murislerinin birlikte 26/10/1989 tarihinde Siverek Kadastro Mahkemesinde açtıkları kadastro tespitine itiraz davası anılan Mahkemenin kapatılması üzerine Şanlıurfa Kadastro Mahkemesine gönderilmiş ve söz konusu dava yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15590
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. .
1
Başvuru, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçundan verilen mahkûmiyet hükmü nedeniyle masumiyet karinesi ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun, hakkında açılan kamu davası sonucunda atılı suçtan 3 yıl hapis ve 600TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 22/3/2021 tarihli kesin nitelikteki kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 29/6/2021 tarihinde öğrendiğini belirterek 7/7/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, adli yardım talebinin kabulüne ve masumiyet karinesi ilkesi dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna, anılan şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/37851
Başvuru, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçundan verilen mahkûmiyet hükmü nedeniyle masumiyet karinesi ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular, "kaçakçılık" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 23/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/9/2014 tarihinde,kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında, Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca 23/3/2006 tarihinde başlatılan soruşturma sonunda E.2006/1176 sayılı iddianame ile "kasten yaralama, tehdit, hakaret ve kaçakçılık" suçlarını işledikleri iddiasıyla Tekirdağ Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Tekirdağ Sulh Ceza Mahkemesi, 20/11/2006 tarih ve E.2006/616 K.2006/578 sayılı kararla “kaçakçılık” suçundan açılan kamu davasını ayırarak, anılan suça ilişkin yargılama yapma görevinin Asliye Ceza Mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle Mahkemenin görevsizliğine ve dava dosyasının Tekirdağ Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Tekirdağ Asliye Ceza Mahkemesi, 9/5/2007 tarih ve E.2006/847, K.2007/215 sayılı kararla 10/7/2004 tarih ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi ile maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi uyarınca, başvurucuların 366,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar vermiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/4/2011 tarih ve E.2009/7666, K.2011/4786 sayılı ilâmıyla hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair hükümlerin değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozma ilâmına uyularak yapılan yargılama sonunda, 4/11/2011 tarih ve E.2011/225, K.2011/363 sayılı kararla başvurucuların 4926 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi ile maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi uyarınca 366,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 9/4/2014 tarih ve E.2014/3868, K.2014/6930 sayılı ilâmı ile suç tarihi itibarıyla temyiz inceleme gününde; suç tarihinde yürürlükte bulunan ve sanıkların lehine olan 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ve maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek hükmün bozulmasına ve sanıklar hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Başvurucular, Yargıtayın anılan kararının henüz tebliğ edilmediğini, bu kararı Yargıtay internet sitesinden öğrendiklerini bildirmişler, başvuru dilekçesinin ekine, 5/5/2014 tarihinde alınan Yargıtay kararının sonucunu gösteren yazıyı eklemişlerdir. Başvurucular, 23/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 4926 sayılı mülga Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi ile maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi,765 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi, maddesinin ikinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9911
Başvurucular, "kaçakçılık" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandıkları davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
0
Başvuru; atamanın yapılmamasına ilişkin işlemin iptal edilmesi üzerine oluşan maaş farkının ödenmesine dair yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ve kararın icrası hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 24/10/1997 tarihinde Bitlis Adli Yargı Adalet Komisyonunca yapılan Zabıt Kâtipliği Sınavı'na girmiş ve başarılı olmuştur. 25/12/1997 tarihinde Bitlis E Tipi Ceza İnfaz Kurumuna kâtip olarak atanmıştır. 25/12/1998 tarihinde başvurucunun asaleti tasdik olmuştur. Başvurucu daha sonra 24/8/2005 tarihinde Mersin Adliyesine zabıt kâtibi olarak atanmış ve buradaki görevine 3/10/2005 tarihinde başlamıştır. Başvurucu 18/11/2006 tarihinde yapılan Görevde Yükselme Sınavı'nda başarılı olmuştur. Bunun üzerine Antalya Adli Yargı Adalet Komisyonunun 2/2/2007 tarihli kararıyla Antalya Adliyesi Yazı İşleri Müdürlüğüne ataması yapılmış ve onaylanmak üzere evrakı Bakanlığa gönderilmiştir. Bakanlık tarafından başvurucunun hizmet cetveli incelendikten sonra Antalya Adli Yargı Adalet Komisyonunun atama kararı, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün 8/3/2007 tarihli işlemiyle onaylanmayarak iade edilmiştir. İşlemin gerekçesi olarak görevde yükselebilmek için 25/3/2004 tarihli ve 25413 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adalet Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesine göre en az beş yıllık zabıt kâtipliği kadrosu olmak üzere toplam en az sekiz yıllık hizmeti bulunması gerektiği, başvurucunun ise Bitlis E Tipi Ceza İnfaz Kurumunda kâtip iken 3/10/2005 tarihinde Mersin Adliyesine zabıt kâtibi olarak atandığından görevde yükselme sınavının yapıldığı tarih itibarıyla sekiz yıllık hizmet şartını sağlamadığı belirtilmiştir. Söz konusu durum Bakanlığın 4/4/2007 tarihli işlemiyle başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Antalya Adliyesi Yazı İşleri Müdürlüğüne atanmasının onaylanmamasına dair Bakanlığın 4/4/2007 tarihli işleminin iptali istemiyle dava açmıştır. Mersin İdare Mahkemesi tarafından 29/5/2008 tarihinde işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararda; başvurucunun sınava girdiği 18/11/2006 tarihinde fiilen toplam 8 yıl 11 ay 13 gün memuriyet hizmeti bulunduğu, ceza infaz kurumu kâtipliği ile zabıt kâtipliğinin aynı nitelikte görevler olması nedeniyle de zabıt kâtipliğinde 5 yıllık hizmet süresini tamamladığı belirtilmiştir. Karar, temyiz edilmemesi üzerine 31/7/2008 tarihinde kesinleşmiştir. Antalya Adli Yargı Adalet Komisyonunun atama kararının Bakanlığın 8/3/2007 tarihli işlemiyle onaylanmayarak iade edilmesi üzerine Antalya Adli Yargı Adalet Komisyonunun 15/3/2007 tarihli kararıyla başvurucunun Antalya Adliyesi Yazı İşleri Müdürlüğüne ataması iptal edilmiştir. Başvurucu tarafından söz konusu işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır. Mersin İdare Mahkemesinin 29/5/2008 tarihli kararıyla işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; başvurucunun sınava girdiği 18/11/2006 tarihinde fiilen toplam 8 yıl 11 ay 13 gün memuriyet hizmeti bulunduğu ve ceza infaz kurumu kâtipliği ile zabıt kâtipliğinin aynı nitelikte görevler olması nedeniyle de Yönetmelik'te belirtilen hizmet şartını sağladığı ifade edilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 25/7/2008 tarihinde Bitlis Adliyesi Yazı İşleri Müdürlüğüne atanmıştır. Başvurucu 1/9/2008 tarihinde Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak 2/2/2007 ile 25/7/2008 tarihleri arasında yoksun kaldığı özlük ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir. Başvurucunun talebi Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 15/9/2008 tarihinde reddedilmiştir. Ardından başvurucu 19/9/2008 tarihinde Bakanlığa sunulmak üzere Bitlis Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonuna dilekçeyle başvurmuş ve yine 2/2/2007 ile 25/7/2008 tarihleri arasında yoksun kaldığı özlük ve parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir. Talebi cevap verilmeyerek zımnen reddedilmiştir. Başvurucu 19/9/2008 tarihli başvurusunun zımnen reddedilmesine yönelik işlemin iptali ve 2/2/2007-25/7/2008 tarihleri arasında geçen 18 aylık sürede ödenmesi gereken maaş farkı olarak 500 TL'nin yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle 13/11/2008 tarihinde dava açmıştır. Mersin İdare Mahkemesi 20/11/2009 tarihinde davayı kısmen kabul etmiş ve başvurucuya 026,56 TL'nin davanın açıldığı tarih olan 13/11/2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar vermiştir. Kararda; başvurucuya Antalya Adliyesi Yazı İşleri Müdürlüğüne atanmasına ilişkin işleminin Bakanlıkça iptal edildiği 4/4/2007 tarihinden Bitlis Adliyesinde yazı işleri müdürlüğü görevine atandığı 25/7/2008 tarihleri arasındaki yazı işleri müdürlüğü görevi ile zabıt kâtipliği görevi arasındaki net maaş farkının ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Söz konusu hususu tespit edebilmek amacıyla idareden 2/2/2007 ile 25/7/2008 tarihleri arasında yazı işleri müdürlüğü görevi ile zabıt kâtipliği görevi arasındaki net maaş farkının hesaplanarak toplamının ne olduğunun bildirilmesi istenmiş ve gelen cevabın değerlendirilmesi neticesinde söz konusu maaş farkının 026,56 TL olduğunu hesaplanmıştır. Kararın temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesi 15/3/2013 tarihli kararıyla mahkeme kararını bozmuştur. Kararda özetle 2/2/2007 ile 25/7/2008 tarihleri arasında eksik ödenen parasal haklarının hesaplanarak buna göre hüküm kurulması gerektiği ifade edildikten sonra başvurucunun emsali yazı işleri müdürünün bordroları da incelenerek anılan dönemde zabıt kâtibi olarak kendisine ödeme yapılan başvurucuya tazminat olarak ödenmesi gereken parasal hak kaybının hesaplanması gerektiği belirtilmiştir. Mersin İdare Mahkemesi tarafından 20/5/2016 tarihli kararla bozma kararına uyularak başvurucunun tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiş ve başvurucuya 503,97 TL'nin davanın açıldığı 13/11/2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle maaş farkının tam olarak ortaya konulabilmesi için davalı idareden birtakım bilgi ve belgeler istendiği ve gelen bilgilere göre maaş farkının 503,97 TL olduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir. Danıştay İkinci Dairesinin 11/4/2017 tarihli kararıyla mahkeme kararı onanmıştır. Davalı Bakanlığın karar düzeltme istemi aynı Dairenin 26/4/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 29/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İdare tarafından Mahkemece hükmedilen tazminat tutarı yasal faizle birlikte 16/9/2019 tarihinde başvurucuya ödenmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/31550
Başvuru, atamanın yapılmamasına ilişkin işlemin iptal edilmesi üzerine oluşan maaş farkının ödenmesine dair yargı kararının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ve kararın icrası hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/10/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu,hakkında başlatılan adli soruşturma sonunda açılan kamu davasında Giresun Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkeme; mahkûmiyet gerekçesinde, başvurucunun ByLock kullandığı, örgütsel faaliyetlerde bulunduğuna dair tanık beyanlarının olduğu, örgüte müzahir bankaya talimatla para yatırdığı, Trabzon ve Giresun Adliye binası önünde gerçekleştirilen FETÖ/PDY'ye destek vermek ve lehlerine algı oluşturma amacıyla gerçekleştirilen protesto eylemlerine katıldığı, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) ile FETÖ/PDY ile iltisaklı olduğundan bahisle kapatılan dernek üyeliğinin bulunduğu hususlarına dayanmıştır. Başvurucunun istinaf talebi Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 10/10/2019 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 6/7/2020 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/32565
Başvuru, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 23/10/2008 tarihinde, PKK/KONGRA-GEL terör örgütü adına suç işlemek, patlayıcı madde bulundurmak, patlayıcı madde atmak, PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün propagandasına dönüşen gösteride yüzünü tanınmamak için örtmek suçlarından gözaltına alınmış ve sonrasında hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (CMK mülga madde ile görevli) 23/12/2009 tarihinde başvurucunun cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 27/9/2011 tarihli ilamıyla karar bozulmuş, bozmaya uyularak yürütülen yargılamada Mahkemenin 12/10/2012 tarihli kararıyla başvurucunun hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesinin 4/11/2015 tarihli kararıyla düzeltilerek onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16362
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. 2016/4406 sayılı dosyanın, konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/12672 sayılı dosyayla birleştirilmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ramazan Ayas'ın babası olan murisinin açtığı 1954 tarihli kadastro tespitine itiraz davası sonucu verilen kararın temyiz aşamasında bozulması üzerine dava 1969/48 esasını almış ve bu aşamada davaya diğer başvurucuların murisi de davacı sıfatıyla katılmıştır. Yerel Mahkemece anılan esaslı davanın 16/7/2014 tarihinde açılmamış sayılmasına karar verilmiş ve karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12672
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucuların göndermek istediği mektup ve faksların sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/29520 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucuların bir kısmı Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Ceza İnfaz Kurumlarında çeşitli suçlar kapsamında tutuklu/hükümlü olan başvurucuların aile bireylerine, milletvekillerine, insan hakları alanında çalışmalar yürüten derneklere, siyasi parti ilçe teşkilatları, barolar vb. kişi ve kuruluşlara yazdıkları veya bu kişi ve kuruluşlarca kendilerine gönderilen mektup ve fakslarla ilgili olarak, ilgili Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurullarınca sakıncalı oldukları gerekçesi ile tamamının alıkonulması veya sakıncalı bulunan kısımlarının okunmayacak şekilde karalanarak fotokopisinin muhatabına gönderilmesi kararı verilmiştir. Söz konusu mektup ve fakslarda genel olarak başvurucuların ailevi meselelerinin ve yargılanmakta oldukları davalara ilişkin değerlendirme, bilgi, belge ve açıklamaların yer aldığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan başvurucuların insan hakları alanında çalışmalar yürüten derneklere, gazetecilere, siyasi parti teşkilatlarına, baroların ilgili birimlerine göndermek istedikleri mektup ve fakslarda ceza infaz kurumlarının uygulamaları kapsamında yaşadıkları olayların kamuoyuna duyurulmasını talep ettikleri ve bu hususlarda hukuki yardım arayışlarını dile getirdikleri görülmektedir. İlgili Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulları mektup ve faksların tamamı veya bir kısmının sakıncalı olduğuna hükmetmiş, gerekçe olarak ise yalnızca ilgili mevzuata yer vermekle yetinmişlerdir. Bazı başvurular açısından ise soyut şekilde ilgili mevzuat hükümlerine gerekçe olarak vurgu yapılmıştır. Başvurucuların ilgili Disiplin Kurulu kararlarına karşı yaptıkları itirazlar, ilgili İnfaz Hakimliği ve Ağır Ceza Mahkemelerince sadece mevzuat metinlerine yer verilerek ve Disiplin Kurulu ve yargı kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilerek reddedilmiştir. Başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Muhittin Pirinççioğlu (3), B. No: 2017/34566, 10/3/2020, § 16-29; Cihat Ayik ve Hacı Ali Baştürk, B. No: 2017/31506, 10/3/2020, § 16-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29520
Başvuru, ceza infaz kurumunda bulunan başvurucuların göndermek istediği mektup ve faksların sakıncalı bulunarak muhatabına gönderilmemesine karar verilmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1982 doğumlu olan başvurucu, 17/4/2016 tarihinden itibaren Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı (Kurum) bünyesinde Bingöl satış trafik şefi olarak çalışmakta iken Bingöl Valiliği İl Olağanüstü Hâl (OHAL) Bürosunun 22/11/2016 tarihli yazısına istinaden 7/2/2017 tarihinde Kurum tarafından başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. OHAL Bürosunun 22/11/2016 tarihli yazısında, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığına (Ulaştırma Bakanlığı) bağlı veya ilgili kurumlarda görev yapan personellerden Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) veya PKK/KCK'ya mensubiyeti, bu örgütlerle iltisakı veya irtibatı olduğu değerlendirilen kişilere ait bilgilerin liste hâlinde gönderildiği belirtilmiştir. Bu kapsamda ekli listede başvurucu ile ilgili olarak şu ifadelere yer verilmiştir:"FETÖ/PDY'ye müzahir Bank Asya'da hesap kaydı bulunmaktadır. 2014 yılında mevduat hesabını arttırdığı, FETÖ/PDY güdümünde faaliyetlerde bulunduğu değerlendirilmektedir." Başvurucu; feshin geçersizliğinin tespiti, işe iadesi ile haksız fesihten kaynaklanan tazminat ve hakettiği ücretlerinin ödenmesine karar verilmesi taleplerini ileri sürerek işveren aleyhine 13/3/2017 tarihinde işe iade davası açmıştır. Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesi(Mahkeme-iş mahkemesi sıfatıyla) tarafından kabul edilen dava dilekçesinde başvurucu feshin usul ve yasaya aykırı olduğunu, savunması alınmadan ve somut bir sebebe dayanılmadan iş akdinin feshedildiğini, fesih bildiriminde hangi sebebe istinaden sözleşmenin feshedildiği bilgisinin verilmediğini, herhangi bir örgüt ile irtibatının yahut iltisakının olmadığını ileri sürmüştür. Davalı Kurum; sunduğu 18/4/2017 tarihli cevap dilekçesinde 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsünün akabinde FETÖ/PDY üyeliği, mensubiyeti veya bu örgütle iltisakı yahut irtibatı olduğu değerlendirilen, ülke güvenliği ve değerlerine karşı tutum ve davranışlar içinde olan, görev yaptıkları dönemde kendisinden yeterli verim alınamayan, performansı beklentilerin altında kalan kişilerin önce genel müdürlük emrine alındığını, ardından görevlerine son verildiğini, başvurucunun iş akdinin de bu kapsamda haklı nedenle ve usulüne uygun olarak feshedildiğini, feshin son çare olarak kullanıldığını ifade etmiştir. Başvurucu; cevaba cevap dilekçesinde, hakkında soruşturma dahi olmadığı hâlde işveren tarafından FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu kanısına nasıl varıldığının fesih bildiriminden anlaşılmadığını ve savunmasının alınmadığını, feshin geçerli yahut haklı bir nedene dayanmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme, işveren Kuruma, OHAL Bürosuna, Ulaştırma Bakanlığına, Jandarma Komutanlığına, İl Emniyet Müdürlüğüne, Millî İstihbarat Teşkilatına, Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazarak başvurucu hakkında özellikle örgüt ile irtibat yahut iltisakına ilişkin tüm bilgi ve belgelerin gönderilmesini talep etmiş; çeşitli tarihlerde duruşma açarak tarafların iddia ve itirazlarını dinlemiştir. Gelen müzekkere cevaplarında başvurucu hakkında herhangi bir soruşturma yahut kovuşturma kaydının olmadığı bilgisi iletilmiştir. Başvurucu 1/8/2018 tarihli beyan dilekçesinde, OHAL Bürosundan gelen cevabi yazıda hakkında hiçbir bilgi/belge yer almadığını belirtmiş; Bank Asya hesabına ilişkin olarak ise hesabı 2009 yılında açtığını, işveren Kurumun çalışanlarının maaşını Yapı Kredi Bankası üzerinden ödediğini ancak söz konusu Bankanın Bingöl’de şubesi olmadığını, muhafazakâr bir aile yapısı olduğu için faizsiz çalıştığını öğrendiği Bank Asyada hesap açtığını, Bank Asya hesabına aktarmak suretiyle maaşını aldığını beyan etmiştir. Hesabı açtığı dönemde Bankanın kime ait olduğunu, FETÖ/PDY ile bağlantısını bilmediğini ifade eden başvurucu; bu durumu darbe girişiminden sonra öğrendiğini, hesabı sadece maaşını almak için kullandığını, hesap hareketleri incelendiğinde rutin bankacılık hareketleri haricinde bir işleminin olmadığının görüleceğini belirtmiştir. Bunun dışında sadece iki defa yüksek para girişi yaptığını ifade eden başvurucu, bunlardan ilkini İstanbul’da çalıştığı dönemde biriktirdiği parasını Bingöl’de kullanabilmek için Bank Asyadaki hesabına toplu olarak yatırması ve kullanamayacağı diğer hesabı kapatması şeklinde gerçekleştiğini, diğerinin ise evlenmeden önce düğün hazırlığı için yatırdığı para olduğunu beyan etmiştir. Herhangi bir örgüt ile bağlantısının olmadığını, bu kapsamda hakkında bir soruşturma yahut kovuşturma da bulunmadığını belirterek feshin usul ve yasaya aykırı olarak yapıldığını ileri sürmüştür. Mahkeme 25/4/2019 tarihli karar ile davanın reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tüm bu açıklanan nedenler ve 673 s. KHK Maddesi gereğince yapılan feshin geçerli nedene dayandığı ve ilgili KHK maddesi gereğince davacının işe iadesinin yasal olarak da mümkün olmadığı, davacının iş akdinin anılan yasal düzenlemeler kapsamında gerçekleştirilmiş olmakla feshin haklı değil geçerli nedenlerle gerçekleştirilmiş sayılacağının kabulü gerektiğinden davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesisi yoluna gidilmiştir." Başvurucu, yargılama sürecinde ileri sürdüğü hususları tekrar etmek suretiyle istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 13/2/2020 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı taraf savunmasında; davacı hakkında Bingöl Valiliği Olağanüstü Hal Bürosunun değerlendirmesinin Ulaştırma ve Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının 2016 tarih ve 90159 sayılı yazısı gereği yapılan inceleme sonucunda davacı işçinin iş sözleşmesinin feshedildiğini belirtmiştir. Dosya içerisine alınan belgelere göre, davacının terör örgütü ile irtibat veya iltisakına ilişkin Bingöl Valiliği İl Güvenlik İşleri Bürosunca bir kısım tespitlerde bulunulmuş, bu tespitler davalı işverenliğe bildirilmiştir. Davalı işveren bakımından şüphe feshinin şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durmak gerekecektir. Yukarıda da belirtildiği üzere burada çalışanın cezai sorumluluğunun olup olmamasından öte, fesih tarihi itibariyle iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğun ortadan kalkıp kalmadığının incelenmesidir. Yani inceleme hukuk yargılaması kapsamında yapılan bir inceleme çerçevesinde kalacak olup, ceza yargılaması ilkeleri açısından bir değerlendirme içermemektedir. İşverenin işçisi hakkında ileri sürülen iddiaların kapsamı dikkate alındığında elindeki imkanlar kapsamında yapabilecek olup da yapmadığı araştırma söz konusu değildir.Tüm bu tespitler ışığında, işverene verilen bilginin niteliği, taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği ve işverenden iş akdinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe meydana geldiğinin kabulü gerekeceği, bu haliyle somut olayda işveren feshinin işe iade davası bakımından en azından geçerli nedene dayandığı sonucuna varılmıştır.Açıklanan nedenlerle taraf vekillerinin istinaf itirazları yerinde görülmemiş olup istinaf taleplerinin ayrı ayrı reddine karar vermek gerekmiştir." Nihai karar 24/2/2020 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üysi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır. ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/10/2018 tarihli ve E.2018/10430, K.2018/20956 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar çerçevesinde değerlendirme yapılacak olursa, somut olayda davacının iş sözleşmesinin feshi ile ilgili yasal dayanakların 4857 sayılı İş Kanunu ile birlikte Bakanlar Kurulu kararı ile ülke genelinde ilan edilen Olağanüstü Hal kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnameler olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Söz konusu kararnamelerin iş sözleşmesi ile çalışan işçilere yönelik hükümleri incelendiğinde, gerek 667 sayılı KHK’nin maddesi gerekse 673 sayılı KHK’nin maddesinde bu kanun hükmünde kararnameler kapsamında iş sözleşmesi feshedilen işçilerin bir daha yeniden doğrudan veya dolaylı olarak eski işinde veya benzer işlerde görevlendirilemeyecekleri, bunların işe iadesinin mümkün olmadığı şeklinde emredici nitelikte düzenlemelerin yer aldığı görülecektir. Bu yasal düzenlemelerin nitelik itibariyle, kamu düzenine ilişkin ve açıkça emredici nitelikte olduğu değerlendirildiğinde, açılacak davalarda taraflarca hazırlama ilkesine üstünlük tanınamayacağı göz önüne alınmalıdır. Bu itibarla, ilgili kanun hükmünde kararnameler kapsamındaki fesihlere ilişkin olarak açılan işe iade davalarında, taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir.Buna göre görülmekte olan davada, sözleşmenin feshine dayanak bilgi ve belgelerin mahkemece resen araştırılması gerekmekte ise de, dosyada sadece Erzurum Cumhuriyet Baş Savcılığına davacı hakkında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı yönünde yazılan yazı cevabi ile yetinildiği , bu yönde başkaca bir araştırma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Davacının iş sözleşmesinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı bankadan sorularak; bunun yanında resen araştırma ilkesi kapsamında davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumu’ndan getirtilmeli, varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asya nezdinde açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davacının davasının kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/10/2018 tarihli ve E.2018/11972, K.2018/22382 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının ... sözleşmesinin feshinin 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı kurum tarafından gerçekleştirilmiştir.Davacı işçi 4857 sayılı ... Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla ... sözleşmesinin 2016 tarihindeki feshinde ... Kanunu'nun ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.Somut olayda davacının ... akdinin feshine neden olan bilgi ve belge işverence ibraz edilememiştir. Davacının ... akdinin feshine dayanak objektif değerlendirmelerin neler olduğu, hangi bilgi ve belgelerin feshe gerekçe yapıldığı davalı Kurumdan araştırılmalı; ayrıca davacı hakkında mevcut ise adli ya da idari soruşturma evrakları, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve İstihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi Teknolojileri Kurumundan varsa davacı ile ilgili bilgi ve belgeler ile yine Bank Asyaya açılmış mevduat hesapları, hesap hareketleri ve bankacılığa ilişkin işlemler olup olmadığı sorulmalı, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeyle yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup bozmayı gerektirir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/3/2018 tarihli ve E.2018/464, K.2018/6086 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda; davacının iş sözleşmesinin feshine ilişkin hiçbir belgenin dosyaya sunulmadığı anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi tarafından şüpheyi haklı kılacak güçte somut delillerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tarafların iddia ve savunmaları dikkate alındığında Mahkemece öncelikle yapılacak iş; davacının banka kayıtları getirtilerek özellikle adı geçen Bank Asya da hesabının hangi tarihler arasında açık olduğu, bankaya toplu para yatırma ve çekme işlemlerinin yapılıp yapılmadığı, yapıldı ise hangi tarihler arasında hangi sebeplerle yapıldığına ilişkin bilgi ve belgelerin toplanması, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı'nın Terörle Mücadele, Kaçakçılık, Organize Suçlar ve istihbarat ile ilgili birimlerinden ve Bilgi teknolojileri Kurumundan davacının hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili işlem yapılıp yapılmadığının emniyet veya diğer güvenlik güçlerinden sorularak gelen yazı cevaplarının dosyaya getirtilmesi gerektiği gibi, ayrıca, davacının iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayalı olup olmadığına dair denetime elverişli tüm delillerin de araştırılarak toplanması gerekmektedir. Feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması için belirtilen yönlerden gerekli araştırmaya gidilmeli ve toplanacak deliller dosya içeriği ile yeniden bir değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13500
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun 14/10/2015 tarihinde öldüğü anlaşılmıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen E.2010/1668 sayılı soruşturma kapsamında gözaltına alınarak, 3/5/2011 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır.Yapılan soruşturma sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/8/2011 tarihli ve E. 2011/549 sayılı iddianamesiyle başvurucu ile birlikte 24 şüpheli hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/158 sayılı dosyası kapsamında 26/8/2011 tarihinde yapılan tensip duruşmasında başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. 24/12/2013 tarihinde yapılan celsede başvurucunun tahliye talebi reddedilmiştir. Bu celsedeki tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara yapılan itirazı değerlendiren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 23/1/2014 tarihli ve 2014/63 Değişik İş sayılı kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 5/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, 22/7/2014 tarihinde tahliye edilmiştir.Başvurucu hakkındaki dava, özel yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin kaldırılması üzerine Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/145 sayılı esasına kaydedilmiştir. Yargılama devam etmektedir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3140
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, formül gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluluğa itiraz incelemesinin duruşmasız yapılması ve itiraz incelemesinde savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılama sırasında yapılan yaş tashihinin gerçeğe aykırı olması ve bu konudaki taleplerin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, açık ceza infaz kurumuna sevk imkânından yararlanılamaması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 13/1/2014 tarihinde Yozgat E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 22/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 4/2/2015 tarihli yazısında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/10596 Soruşturma sayılı dosyası ile yürütülen soruşturma kapsamında Mersin Sulh Ceza Mahkemesinin4/4/2007 tarihli ve 2007/182 Sorgu sayılı kararı ile kasten öldürme suçundan tutuklanmıştır. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığının 25/4/2007 tarihli ve E.2007/5207 sayılı iddianamesiyle başvurucunun kasten öldürme suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Mersin Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 5/7/2007 tarihli ve E.2007/157, K.2007/251 sayılı kararı ile başvurucunun yargılandığı davanın Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/144 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 3/2/2009 tarihli ve E.2007/144, K.2009/20 sayılı kararı ile başvurucunun kasten öldürme suçundan 20 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve "tertip edilen ceza miktarına göre" tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 18/7/2011 tarihli ve E.2010/4667, K.2011/4559 sayılı ilamı ile "Dosyanın Adli Tıp Kurumu Başkanlığı ilgili ihtisas kuruluna gönderilerek, maktulün öldürülmeden önce mi veya sonra mı yakıldığı belirlenerek kesin ölüm sebebinin tespiti ve sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerektiği düşünülmeden, eksik soruşturma sonucu yazılı şekilde karar verilmesi" gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay bozma ilamı sonrası Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/454 sayılı dosyası üzerinden yargılamaya devam olunmuştur. Mahkeme 5/6/2012 tarihli ve E.2011/454, K.2012/298 sayılı kararı ile başvurucunun kasten öldürme suçundan 18 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Anılan karar, başvurucunun yanı sıra Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmiştir. Başvurucu 3/1/2013 tarihli dilekçesiyle temyizden feragat etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 24/9/2013 tarihli ve E.2013/3364, K.2013/5153 sayılı ilamı ile başvurucunun temyiz isteminin feragat nedeniyle reddine karar verilmiş olmakla birlikte "a-Kararın verildiği 05/06/2012 tarihli duruşma tutanağının zabıt katibi tarafından imzalanmaması suretiyle 5271 sayılı CMK.nun 219/ maddesine aykırı davranılması, b-Oluşa, kabule ve tüm dosya içeriğine göre, sanık N.'nin maktulü tuttuğu, sanık Serhat'ın [başvurucu] da üzerinde bulunan sallama tabir edilen bıçak ile maktulü öldürdüğü olayda, pek çok öldürücü nitelikte yara ika edilmesinin tek başına suçun canavarca hisle ya da eziyet çektirerek işlendiğini kabule yeterli bulunmadığı, canavarca hisle öldürme, sırf öldürmüş olmak için öldürme, ölenin acı çekmesinden zevk duymak için öldürme olup, eziyet çektirerek öldürme ise ölümü meydana getirme bakımından zorunlu olmayan ve ölüme takaddüm eder vahşice hareketler olup sanığın öldürme kastının yanında işkence ya da eziyet çektirme kastının da bulunması gerektiği, somut olayda ise sanığın canavarca hisle ya da eziyet çektirerek öldürme amacıyla hareket ettiğini ve maktulün yakılarak öldürüldüğünü kabule yeterli her türlü kuşkudan uzak yeterli kesin kanıt bulunmadığı gözetilmeyerek 5237 sayılı TCK.nun 82/1-b maddesi ile uygulama yapılması" gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Yargıtay bozma ilamı sonrası dosya Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/361 sayısını almıştır. Mahkemenin 10/1/2014 tarihli ve E.2013/361, K.2014/2 sayılı kararı ile başvurucunun doğum tarihinin ay ve günü aynı kalmak kaydıyla "1986" olarak düzeltilmesine, kasten öldürme suçundan 18 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:"Ölenin çocukları Z. ve S.ye cinsel istismarda bulunması iddiasıyla hakkında kamu davası açıldığı, bu nedenle ölen ile eşi ve çocukları arasında husumet doğduğu ve ayrı yaşadıkları, ölenin oğlu olan sanık Serhat Yavuz [başvurucu] ve bu sanığın yakın arkadaşı olan sanık N.nin bu olaylardan etkilendikleri ve birlikte öleni öldürmeye karar verdikleri, tanık K.nin kahvehanesine barışmak bahanesiyle öleni çağırdıkları, burada bir müddet kaldıktan sonra birlikte ... beldesinde bulunan ... Mahallesinde ıssız bir yere gittikleri, araçtan indikten sonra sanık N.'nin öleni tuttuğu, diğer sanık Serhat'ın da üzerinde bulunan sallama tabir edilen bıçak ile maktülü bıçaklamak suretiyle öldürdükleri, daha sonra maktülün cesedini yakıp battaniyeye sarıp ... Beldesindeki bir inşaatın içerisine attıkları ..." Mahkeme, hüküm ile birlikte "verilen hapis cezasının süresi, tutuklulukta geçen süre ile CMK'nun 100/3 maddesi dikkate alınarak kaçma şüphesi ve bu nedenle de adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı anlaşılan sanığın yerleşik Yargıtay içtihatları ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun temyiz sürecinde geçen tutukluluk süresinin CMK.nun maddesinde belirtilen tutukluluk süresinden sayılmayacağına ilişkinkararları [bulunduğu]" gerekçesiyle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiş; Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2014 tarihli ve 2014/82 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvuru 13/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu müdafii vasıtasıyla Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 10/1/2014 tarihli mahkûmiyet hükmünü temyiz etmişse de 13/1/2014 tarihli dilekçesiyle temyizden feragat etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 17/11/2014 tarihli ve E.2014/4787, K.2014/5241 sayılı ilamıyla başvurucunun temyiz isteminin feragat nedeniyle reddine, ayrıca hükmün onanmasına karar verilmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede Yozgat E Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 31/12/2014 tarihli kararıyla başvurucu hakkında açık ceza infaz kurumuna ayırma kararı verildiği, sonraki süreçte başvurucunun firar ettiği, Mersin Cumhuriyet Başsavcılığının 18/1/2016 tarihli müddetnamesine göre yakalandığı anlaşılan başvurucunun söz konusu cezasının infazı kapsamında koşullu salıverilme tarihinin 15/10/2019, hak ederek tahliye tarihinin ise 24/11/2025 olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu, hâlen Mersin E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Nitelikli haller" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Kasten öldürme suçunun;a) Tasarlayarak,b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,...d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı,...h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla,...İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Kapalı ceza infaz kurumları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasın olanaklı bulunduğu, yeterli düzeyde güvenlik sağlanmış ve hükümlünün gereksinimine göre bireysel, grup hâlinde veya toplu olarak iyileştirme yöntemlerinin uygulanabileceği tesislerdir." 5275 sayılı Kanun'un "Açık ceza infaz kurumları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:"Açık ceza infaz kurumları, hükümlülerin iyileştirilmelerinde, çalıştırılmaları ve meslek edindirilmelerine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır." Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Kapalı kurumdan açık kuruma ayrılacak hükümlüler" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir: "Hükümlülerden;a) (Değişik:RG-22/8/2015-29453) Toplam cezalarının onda birini kurumlarda infaz edip, iyi hâlli olan ve koşullu salıverilme tarihine yedi yıl veya daha az süre kalanlar,...c) Cezaları yüksek güvenlikli kapalı kurumlar veya diğer kapalı kurumların yüksek güvenlikli bölümlerinde infaz edilenlerden toplam cezalarının üçte birini bu kurumlarda iyi hâlli olarak geçiren ve koşullu salıverilme tarihine üç yıl veya daha az süre kalanlar, açık kurumlara ayrılabilir." Anılan Yönetmelik'in "Açık kuruma ayrılamayacak hükümlüler" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir: "Kapalı kurumda hükümlü olup;a) İşlediği iddia olunan başka bir suçtan dolayı haklarında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100 üncü maddesine göre tutuklama kararı verilenler,... bu durumları devam ettiği sürece açık kurumlara ayrılamaz."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1469
Başvuru, yargılama sırasında yapılan yaş tashihinin gerçeğe aykırı olması ve bu konudaki taleplerin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, açık ceza infaz kurumuna sevk imkânından yararlanılamaması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının, tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun devam eden soruşturma sürecinde tahliye edildikten sonra kovuşturma aşamasında yeniden tutuklanmasının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) -aralarında Yüksek Mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Sayıştay başdenetçisi olarak görev yapmakta olan başvurucu, Başsavcılığın talimatı ile FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yürütülen bir soruşturma kapsamında 11/8/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. İlk ifadesi kolluk tarafından alınan başvurucu 17/8/2016 tarihinde Başsavcılığa sevk edilmiştir. Cumhuriyet savcısı aynı tarihte başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucunun Başsavcılıktaki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ben ... İlkokul, ortaokul ve lisede ailemin yanında kaldım. 2002 yılında liseyi bitirdim ve aynı sene Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme bölümünü kazandım. Üniversitede hazırlığa başladığımın haftası; hazırlıkta sınıf arkadaşım olan [B.] ile birlikte Kadıköy Fikirtepe Mahallesinde bulunan bir eve çıktık ve 5 sene o evde kaldık. 2007 yılında mezun oldum. Mezun olduktan ...bir süre sonra İstanbul'da iş aramaya başladım. Bu esnada KPSS'ye de girmiştim ve kayda değer bir puan alamadığım için tercihte bulunmadım. Sonrasında Kırıkkale'ye döndüm ve sınavlara hazırlanmaya başladım. Sınavlara kendi imkanlarımla evde hazırlandım. 2008 yılındaki KPSS'den 80-85 arası bir puan aldım ve Dış Ticaret Müsteşarlığının sınavına girdim. Ancak sınavı kazanamadım ve hemen ardından Sayıştay'ın test sınavına girdim ve sınavı kazandım. Ardından Sayıştay'ın yazılı sınavına girdim ve sınavı kazandım. Ardından Sayıştay'ın mülakatına girerek mülakatı kazandım ve 2009 yılı şubat ayında Sayıştay'da denetçi yardımcısı olarak göreve başladım. 2010 yılı Ekim ayı sonlarında eşim ... ile Balgat'ta bir kafede tanıştık. Eşim o sırada ve halen Kalkınma Bakanlığında uzman yardımcısı olarak görev yapmaktadır. 2011 yılı Temmuz ayında eşimle evlendik. 2012 yahut 2013 yılında eşimin görevinden dolayı Paris'e bir hafta gönderilmesinden ötürü ben de eşime refaket ettim. Onun haricinde devlet tarafından yurt dışına gönderilmedim. Ben bu örgütün sohbet ve toplantılarına sadece liseye giderken okulda katılmıştım. Sonrasında ise bu yapıyla bağlantımı kestim. Ben bu örgüte hiçbir isim ve nam altında herhangi bir şekilde ayni veya nakdi yardımda bulunmadım. Bylock, tango ve eagle benzeri hiçbir programı kullanmadım. Benim bu örgütle herhangi bir ilgim alakam yoktur. Benim eniştem [T.] FETÖ/PDY dosyasından tutuklanmıştır. Benim ailemde bu örgütle alakalı olarak başkaca kimse yoktur. Ben Üzerime atılı suçu kabul etmiyorum." Başsavcılık başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 17/8/2016 tarihinde Ankara Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 20/8/2016 tarihinde sorgusunu yaptıktan sonra başvurucunun terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ... Şüphelilerin üzerlerine atılı bahse konu anılan suçları işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin dosya kapsamına göre mevcut olduğu, ayrıca şüphelilerin üzerlerine atılı suçların anılan yasanın 100/maddesinde düzenlenen katalog suçlardan olduğu, FETÖ silahlı örgütünün bir kısım üyelerinin olaydan sonra kaçtıklarının tespit edilmesi ve mevcutlu şüphelilerinde aynı şekilde kaçma ihtimallerinin bulunması, delillerin henüz tam olarak toplanamayışı, şüphelinin delillere tesir ederek delilleri değiştirme ihtimalinin bulunması, AİHM'nin birçok kararında da belirtildiği üzere şüphelilerin salıverilmesi halinde adaletin işleyişine zarar verecek faaliyetlerde bulunma tehlikesi, dosyada yeterli delil bulunması ile ve başka suçlar işleme şüphelerinin bulunması ile tutuklama nedeninin yasal koşullarının oluştuğu, öte yandan yine şüphelilerin üzerlerine atılı suçların niteliği ile sübutu halinde gerektirdiği cezanın alt ve üst sınırları, kaçma ihtimallerinin bulunması nazara alındığında adli kontrolün yetersiz kalacağı, tutuklamanın ölçülü bir tedbir olacağı gözetilerek CMK. vd. Maddeleri ile AİHS maddesi gereğince şüpheliler ... Salih Sayğılı'nın tutuklanmalarına ... karar verildi." Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ankara Sulh Ceza Hâkimliği itirazın reddine karar vermiştir. Başsavcılık 27/10/2017 tarihinde başvurucunun adli kontrol altına alınmak suretiyle tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Söz konusu talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:"... şüphelinin sabit ikametgah sahibi olduğu, soruşturmanın geldiği aşama ve mevcut delil durumu itibariyle (toplanan deliller itibariyle şüphelinin BYLOCK kullanıcısı olduğuna dair tespit tutanağında yer alan bilgilerin mahiyeti itibariyle hakkında FETÖ/PDY üyeliğinden kamu davası açılan eşi [S.ye] ait olabileceği ve tutuklulukta kaldığı süre gözetilerek) tutuklama tedbirinin devamının artık gereksiz olduğu kanaatine varılmakla, 5271 sayılı CMK'nun 103/1 maddesi CMK'nun 109/3-a maddesi gereğince adlî kontrol altına alınarak serbest bırakılmasına, Karar verilmesi kamu adına talep olunur." Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 27/10/2017 tarihinde Başsavcılığın talebi doğrultusunda başvurucunun tahliyesine ve hakkında yurt dışına çıkamama şeklinde adli kontrol uygulanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Başsavcılığının dosyası ve üst yazısı incelenmiş olup, şüphelinin Başsavcılığının 2017/176608 soruşturma sayılı dosyasından Ankara (Kapatılan) Sulh Ceza Hakimliği tarafından 2016 tarih ve 2016/307 sorgu sayılı kararı ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verildiği görülmüş ise de, Başsavcılığının 2017 tarih ve 2017/176608 soruşturma sayılı yazıları gözönünde bulundurularak şüphelinin tutuklu kalmasının bu aşamada gereksiz olduğu ve adli kontrol tedbiri uygulanarak serbest bırakılmasının yeterli olacağı kanaatine varıldığından,...silahlı terör örgütüne üye olma suçundan [tutuklu bulunan] şüpheli Salih Sayğılı'nın... tahliyesine ...Şüphelinin CMK 109/3-a maddesi gereği yurt dışı çıkışının yasaklanmasına ... karar verildi." Başsavcılık 18/3/2019 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında terör örgütüne üye olma suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer ağır ceza mahkemesinde dava açmıştır. İddianamede başvurucuya yöneltilen suçlamalara ilişkin olarak örgüt ile iltisak ve irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılmasına, örgütün gizli haberleşme programı olan ByLock'u aktif şekilde kullanmasına ve örgütle ilişkisine dair tanık beyanlarına dayanılmıştır. Söz konusu tanık beyanlarının ilgili kısmı şöyledir:-Tanık A.nin ifadesi: "... 2011 yılı Mayıs ayı gibi [B.B.] isimli bir denetçi beni Balgat’ta Sayıştay’a yakın bir apartman dairesinde yapılan sohbete çağırdı. Manevi açıdan bana katkısı olur düşüncesiyle zaman zaman bu sohbetlere gittim. Bu sohbetlerde Kuran’ı Kerim, Cevşen, Said Nursi kitapları, F.Gülen’in kitapları okunuyor ve zaman zaman videoları izleniyordu. Bu sohbetlere Sayıştay denetçilerinden [U.], Salih Saygılı, [Ş.], [B.B.], ve abi dedikleri kişiler olarak da [B.B.], [U.A.], ve [F.K.] katılıyordu. Abiler dönüşümlü olarak tek tek geldiler ..."-Tanık Ç.H.nin ifadesi: "Örgütten olduğunu duymuştum ama kimden hatırlayamadım, [U.] ile üniversite döneminde örgüt kapsamında tanıştıklarını düşünüyorum. 7 Haziran seçimlerinden sonra aleni olarak ... Partinin başarısızlığını kendi söylemiyle 'paralel denen cadı avı'na bağlamıştı ..." Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 25/3/2019 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2019/163 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkeme 9/7/2019 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucunun savunmasını almış ve bir kısım tanığı dinlemiştir. Söz konusu tanıklar soruşturma aşamasındaki ifadelerine benzer beyanlarda bulunmuştur. Başvurucu, Mahkemedeki savunmasında özetle eşine ait telefonda kullanıldığı iddia edilen ID'nin kendisine ait ADSL'de de gözüktüğü için ByLock kullanıcısı olduğu yönündeki iddianın kabul edilemez olduğunu, söz konusu kayıtlar nedeniyle ayrıca yargılaması yapılan eşi hakkında mahkûmiyet kararı verildiğini, dolayısıyla ByLock programını kullandığına dair kesin bir delilin söz konusu olmadığını, örgüt toplantılarına katılmadığını, tanık beyanlarında geçen toplantıların sosyal nitelikli görüşmeler olduğunu ve Bank Asyaya para yatırmadığını ifade ederek suçlamaları kabul etmemiştir. Mahkeme ayrıca başka bir soruşturma kapsamında tanık olarak ifade veren A.Ç.nin ifadesinin Başsavcılığın 16/5/2019 tarihli yazısı ile dosyaya gönderildiğini ve dosyaya dâhil edildiğini belirterek tanığın "... yanlış hatırlamıyorsam ikinci sınıfa başlayınca sorumlu abim değişti ve Halil abinin yerine Salih abi isimli kişi gelmeye başladı. Salih abi isimli kişi de İstanbuldan gelip bizimle görüşüyordu. Artık daha rahat bir şekilde görüşmelere gidebiliyordum çünkü okuldan sivil kıyafetle çıkıyordum. [Mahkeme Başkanı] (Bu ifadeyi veren bir asker şahıs. Astsubay. İfadesinin devamında demiş ki,) Salih abi isimli kişiyle Keçiören ve Demetevlerde farklı evlerde görüşürdük. Buluşma tarihleri önceden belirlenir ve o tarihte gerçekleşirdi. Ama ara sıra farklılıklar oluyordu. Böyle bir durum olunca Salih abi beni veya [Ö.Ç.yi] sabit ya da ankesörlü bir telefondan arar ve durumu bildirirdi ... Yapı içerisinde cep telefonu ile görüşme yapmak yasaktı. Arayan kişi genelde kontörlü telefon kullanarak arama yapar ve görüşmesini yapardı. Görüşmeler kısa süreli olur ve şifreli olacak şekilde görüşülürdü. Genelde sinema veya kafeye gelecek misin şeklinde konuşmalar yapılırdı. 2007 yılında astsubay okulundan mezun olana kadar ben Salih abi ile görüşmeye devam ettim. Salih abi isimli kişinin cep telefonu bende vardı. Ama hiçbir yerde kayıtlı değildi, ezberimdeydi. Bununla beraber ben numarayı ilk önce telefonuma son iki rakamını 99 a tamamlayarak şifreli bir şekilde kayıt ettim. Ancak daha sonra numarayı ezberleyince telefonumdan sildim. Aynı şekilde bir önceki abim olan Halil abinin de bu şekilde numarasını kaydettim ... okulda bulunduğum beş yıl süresince önce Halil abi, sonrasında Salih abi isimli kişiler okuldaki arkadaşlarım hakkında benden bilgi istiyordu. Bu bilgiler genelde alkol, sigara kullanıp kullanılmadığı, siyasi görüşlerinin ne olduğu, alevi veya hanefi mezhebinden mi, siyasi görüşlerinin ve mezheplerinin aleni bir şekilde söylenip söylenmediği ve benzeri şeklindeki bilgilerdi. İkinci sınıftayken Salih abi bana sınıfımda kaç öğrenci olduğunu sordu ve devamında tüm arkadaşlarımın ad ve soyad, memleket bilgilerini, benim verdiğim bilgiler doğrultusunda yanında bulunan bir deftere yazarak kayıt etti. Bu bilgileri neden istediğini sorunca kendisince mantıklı bir şeyler söyledi ancak ne söylediğini hatırlamıyorum bu bilgi isteme olayı okuldan mezun oluncaya kadar devam etti." şeklinde özetlediği beyanlarını ve Fotoğraftan Teşhis Tutanağı'nın içeriğini okuyarak bu hususlara dair başvurucunun ayrıca savunmasını almıştır. Başvurucu bu bağlamda adı geçen tanığı hatırlamadığını ve tanığın beyanında geçen hususları kabul etmediğini ifade etmiştir. Cumhuriyet savcısı duruşma sonunda başvurucunun tutuklanmasına karar verilmesini talep etmiştir. Talebe ilişkin gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"... dosyaya beyan ve teşhisi giren [A.Ç.nin] tanık olarak eklenmesine ve beyanının tespitine yönelik işlem tesisine, bu kapsamda örgütün askeri mahrem yapılanmasında sivil mahrem imam olduğu anlaşılan sanığın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, tutuklu kaldığı süre ve mahkumiyeti halinde alacağı kuvvetle muhtemel ceza miktarı, örgütün niteliği, etkinliği, uluslararası boyutu gözetildiğinde örgüt jargonuyla gaybubete çekilme şeklinde saklanma veya kaçma ihtimalinin mevcudiyeti, bu hususun adli kontrol tedbirleri tatbiki ile bertaraf olunamayacağı hususu da gözetilerek sanık Salih Sayğılı'nın CMK 100 ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur." Mahkeme aynı tarihte, terör örgütüne üye olma suçundan başvurucunun yeniden tutuklanmasına karar vermiştir. Tutuklama kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: "Sanığın üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, atılı suç yönünden mevcut delil durumu itibari ile kuvvetli suç şüphesi gösteren somut delillerin bulunması, sanığın hakkındaki davada ileri sürülen eylemlerin niteliği itibari ile kaçma ve saklanma şüphesinin bulunması, söz konusu bu şüphenin adli kontrol tedbirleri uygulanarak berteraf edilmesi mümkün görülmediğinden isnat edilen suç ile orantılı ve ölçülü olduğu değerlendirilmekle sanığın CMK 100 ve devamı maddelerince tutuklanmasına ... karar verildi." Başvurucu, tutuklama kararına itiraz etmiş; Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 18/9/2019 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Sanığa isnat edilen suçun vasıf ve mahiyeti, suçun işlendiği hususunda kuvvetli dellillerin varlığı, tüm dosya kapsamındaki deliller, atılı suçun tutuklama nedeni sayılan CMK'nun 100/3-a maddesindeki katalog suçlardan olması, adli kontrol uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacağı da gözetilerek Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nin sanığın tutukluluk halinin devamına ilişkin ara kararında usul ve kanuna aykırı herhangi bir cihet görülmediğinden sanık müdafiilerinin itirazının reddine ... karar verilmiştir." Mahkemenin talebi üzerine tanık A.Ç. 13/9/2019 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince dinlenmiştir. Tanığın talimat yoluyla alınan söz konusu ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bana sormuş olduğunuz sanığı ismen çıkartamadım. Ancak kendi ifademde belittiğim Kırıkkale'li benden sorumlu Salih isimli bir şahıs vardı. Ben 2002-2007 yılları arasında Ankara'da Askeri Bando Okulunda okudum. Ben bu yapı ile 2001 yılında orta okul son sınıfta tanıştım. Ankara'da da askeri bando okulunda 2002-2003 yılları arasında [H.] isimli örgüt mensubu ile görüşüyordum. [H.] ile görüşmelere tek başıma gidiyordum. [H.] beni Sınıfa geçtiğim 2003 yılında Salih isimli şahsa devir etti. 2007 yılında mezun olana kadar Salih ile görüşmelere devam ettim. Salih ile görüşmelere [Ö.] isimli bir üst devrem de geliyordu. Görüşmelerde kuran okuyup namaz kılıyorduk. Risale okuyup Fetullah Gülen'in videolarını izlediğimiz oluyordu. Görüşmelerin yer ve saati bir önceki görüşmede belirleniyordu. Ekstrem bir durum olmadıkça bizi telefonla aramıyorlardı. Sanığı en son 2007 yılında mezun olduğumda gördüm. 2007-2008 yılında göreve başladım. Sanığı bir daha görmedim." Başvurucu anılan kararı 24/9/2019 tarihinde öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu 24/10/2019 tarihinde bireysel başvuru yapmıştır. Mahkeme 18/11/2020 tarihinde yaptığı duruşmada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine (8 yıl 9 ay hapis) ve hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Yıldırım Turan [GK], B. No: 2017/10536, 4/6/2020, §§ 27-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35167
Başvuru, başvurucunun devam eden soruşturma sürecinde tahliye edildikten sonra kovuşturma aşamasında yeniden tutuklanmasının hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) Diyarbakır'da PKK/KCK terör örgütünün hiyerarşik yapılanması içinde faaliyet gösteren kişilerin tespitine yönelik bir soruşturma başlatmıştır. Başvurucu anılan soruşturma kapsamında 20/11/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. İfadesinde başvurucu; örgütle herhangi bir iltisakının bulunmadığını, hakkında tanık H.B.A.nın verdiği beyanın gerçekleri yansıtmadığını ve PKK/KCK terör örgütüyle bağlantılı olduğu belirtilen Demokratik Toplum Kongresi (DTK) yapılanmasına yönelik olarak Başsavcılıkça yapılan bir başka soruşturmada ele geçirilen belgede delege sıfatıyla isminin geçmesinden sorumlu tutulamayacağını ileri sürmüştür. Başsavcılık, başvurucuyu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliğine (Hâkimlik) sevk etmiştir. Hâkimlik, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler Şeyhmus Gökalp, [İ.K.] ve [N.]'nin üzerilerine atılı Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma suçunu işlediklerine dair kuvvetli suç varlığını gösterir somut delillerin var olduğu, şüphelilerin Yargıtayca PKK/KCK'nın alt örgütleri olduğu kabul edilen DTK'nın kongrelerine delege olarak katılarak burada şüphelilerin delege olarak isimlerinin yer aldığı ayrıca şüphelilerden N.'nin ve İ.K.'nin DTK kongresinde önerge sundukları, önergenin altında isimlerinin yer alması, şüpheli Şeyhmus Gökalp'in ise PKK/KCK terör örgütüne yardım ettiği, bu yapıların içerisinde hareket ettiğine dair H.B.A.'nın 26/03/2019 tarihli ifade ve fotoğraflı teşhis tutanağı ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin maddesinde öngörülen geçerli şüphe sebeplerinin, 1982 Anayasası'nn maddesinde belirtilen kuvvetli belirtinin ve CMK'nın 100/1 maddesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesini gösterir somut delillerin mevcut olduğu müsnet suçun CMK'nın 100/3-a maddesinde sayılan katolog suçlardan olması, müsnet suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı, müsnet suçun CMK 100/3 maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu, verilmesi beklenen cezaya göre tutuklama tedbirinin ölçülü olması bu nedenlerle adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağı anlaşıldığından şüphelilerin CMK 100 ve devamı maddeleri gereğince ayrı ayrı TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]" Başsavcılık 16/12/2020 tarihli iddianame ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle başvurucu hakkında aynı yer ağır ceza mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede, başvurucunun PKK/KCK'nın DTK yapılanmasıyla bağlantılı olduğu ve bu yönde faaliyette bulunduğu iddia edilmiştir. İddianamede suçlamalara esas alınan temel olgular özetle şöyledir:i. Başsavcılık tarafından DTK'ya yönelik yürütülen başka soruşturma kapsamında bir binada yapılan aramada "DTK 2017 AMED BÖLGE VE KURUM DELEGE LİSTESİ" başlıklı belge bulunduğu ve anılan belgede "17-DR. ŞEHMUS GÖKALP - AMED - .." şeklinde başvurucunun isminin geçtiği, ayrıca ''KONGREYE CİVAKA DEMOKRATİK Nav:ŞEHMUS, Paşnav:GÖKALP, Bajar: ŞAHSİYET'' ibarelerini içeren DTK DELEGE kartının da ele geçirildiği ifade edilmiştir.ii. PKK/KCK terör örgütüne yönelik olarak yapıldığı ifade edilen başka bir soruşturmada şüpheli olan H.B.A.nın başvurucu hakkındaki beyanına da yer verilmiştir. H.B.A.; başvurucunun doktor olduğunu, örgütün KCK yapılanmasına bağlı olarak DTK Sağlık Komitesi içinde yer aldığını, örgütün organize ettiği sokak eylemlerinde yaralanan kişilerin ve örgüt mensuplarının tedavilerini yaptığını, dağ kırsal kadrosundaki örgüt üyeleri aracılığıyla başvurucunun adlı özel hastanenin acil servisinden sürekli olarak terör örgütüne sağlık malzemesi gönderdiğini ileri sürmüştür. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) iddianamenin kabulüne karar vermiş ve kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucunun tahliye talebi Mahkemenin 21/12/2020 tarihli kararıyla reddedilmiş, başvurucunun bu karara yaptığı itiraz ise Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 6/1/2021 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Bu karar başvurucuya 7/1/2021 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/2/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme 10/2/2021 tarihli ilk duruşma sonunda başvurucunun tahliyesine ve hakkında yurt dışına çıkış yasağı şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Yargılama sonunda Mahkeme 19/11/2021 tarihli kararıyla başvurucunun -delil yetersizliğine bağlı olarak- beraatine karar vermiştir. Başsavcılık beraat hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmuş olup bireysel başvuruyu inceleme tarihi itibarıyla yargılama istinaf aşamasında derdesttir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 20/1/2020 tarihli ve E.2019/5611 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...16-22 Mayıs 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilen PKK/KONGRE-GEL terör örgütünün Genel Kurulunun sonuç bildirisinde ilan edilen KCK'nın, silahlı terör örgütünün elebaşısı Abdullah Öcalan’ın örgütün amacı doğrultusunda tabana yayılmasını sağlamak amacıyla ortaya koyduğu “Kent Meclisleri, Demokratik Siyaset Akademisi, Demokratik Toplum Kongresi ve Kooperatifler Hareketi” şeklindeki dört ayaklı bir paradigmadan oluştuğu, bu paradigmanın üçüncü ayağı olan Demokratik Toplum Kongresinin, sözde kurucu meclis işlevi gören bir yapılanma olduğu ve Kuzey Kürdistan Parlamentosu/Meclisi olarak nitelendirildiği, terör örgütünün hedefi olan demokratik özerklik stratejisini hayata geçirmek için örgüt elebaşısının talimatları doğrultusunda kurulduğu, KCK/TM parlamento yapısını oluşturan sözde yasama organı olduğu, genel kurul, daimi meclis, başkanlık divanı, yürütme kurulu ve komisyonlar gibi organlarının bulunduğu, çalışma usulüne ilişkin sözde iç tüzüğünün olduğu, demokratik özerkliği gerçekleştirmek amacıyla siyasi parti, dernek, sendika ve sivil toplum kuruluşlarını örgütleyerek konferans ve çalıştaylar düzenlediği, örgütlenme yapısı itibarıyla KCK ile özdeşlik gösterdiği, bileşenlerinin KCK yapılanması içinde yer alan sözde kent meclisleri, ilçe meclisleri, mahalle meclisleri ve köy komünlerinin olduğu, delege ve üyelerinin anılan bu sözde meclis üyeleri ile bazı milletvekilleri, belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri olduğu, yaptığı kongre ve konferanslar sonucunda 14 Temmuz 2011 tarihinde demokratik özerlik ilan edildiği ve 27 Aralık 2015 tarihinde demokratik özerk bölgelerin oluşturulmasının istendiği ve ayrıca öz yönetim ilanlarına sahip çıkıldığı..." Diğer ilgili ulusal hukuk için bkz. Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, §§ 64-89; Ayhan Bilgen [GK], 2017/5974, 21/12/2017, §§ 48-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/6124
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, kendisine isnat edilen suçlamalar nedeniyle, şartları oluşmadığı halde hukuka aykırı şekilde iletişiminin tespitinin yapıldığını ve yargılama neticesinde mahkumiyetine delil olarak gösterildiğini, görevli ve yetkili olmayan mahkemece yargılamasının yapıldığını, şike ve teşvik primi verme fiillerinin 14/4/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6222 sayılı Kanun ile suç olarak tanımlanmış olmasına rağmen hakkındaki soruşturmanın bu tarihten önce başlatıldığını ve bu suç esas alınarak örgüt üyeliğinden cezalandırıldığını, bu durumun suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini, örgüt üyesi olmak suçundan hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği halde şike ve teşvik suçundan verilen mahkumiyet ile ilgili ayrıca TCK’nın 58/ maddesi uyarınca mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirine de karar verilmesinin kanuna aykırı olduğunu, şike ve teşvik suçundan verilen hükümde 6222 sayılı Kanun’un 11/ maddesindeki engelin lehe yasa yorumu ile aşılarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin 5271 sayılı Kanun’un maddesinin bu suç için de uygulanması gerekirken bu talebin reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın , , , , , ve maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 6/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 21/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, 25/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 25/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 27/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 30/6/2014 tarihinde bildirilmiş olup, başvurucu, karşı görüşlerini 15/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olay tarihi itibarıyla Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu üyesidir. 2009 yılı içerisinde Almanya adli makamlarınca yürütülen şike ve bahis soruşturmasının Türkiye’de oynanan müsabakaları da içine alacak şekilde genişlemesi sonucunda Türkiye Futbol Federasyonu'nun (TFF) da şikâyeti ile Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığınca konu hakkında başlatılan soruşturma kapsamında, birçok futbolcu, teknik direktör, kulüp yöneticisi hakkında adli işlem yapılması, bir kısmının tutuklanması üzerine emniyet birimlerince olaylara ilişkin inceleme başlatılmıştır. Yapılan incelemelerde, çevresindeki birçok kişi ile birlikte çeşitli cebir ve tehdit içerikli eylemlerde yer aldıkları değerlendirilen O. P.’nin futbol camiası içerisinde son derece etkin konumda bulunduğu, futbolcu transferlerinde söz sahibi olduğu, özellikle Giresunspor kulübünün yönetimini ele geçirmeye çalıştığı belirlenerek, bu kişiler hakkında iletişimin tespiti ve kayda alınması işlemleri yapılmıştır. Emniyet birimlerince; Giresunspor yönetimini, Ö. Ü. vasıtası ile elinde bulunduran O. P.’nin, Giresunspor’un TFF nezdinde yaşadığı sorunları da çözmeye çalıştığı, Giresunspor’a yönelik transfer yasağının kaldırılması amacıyla TFF Başkanı Ö. nezdinde girişimlerde bulunduğu değerlendirilmesi üzerine 4/2/2011 tarihinde Ö. hakkında iletişimin tespitine başlanmıştır. Ö.’ye yönelik iletişim tespitlerinde, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın; şüphe çeken bazı görüşmelerinin olduğu, aracılar üzerinden görüşüp buluştukları, Aziz Yıldırım’ın; Fenerbahçe futbol takımının oynayacağı müsabakalarda görev alacak hakemlerin Fenerbahçe aleyhine karar vermemesi için girişimlerde bulunduğu, bazı müsabakalar için hakem ayarlaması yapmaya çalıştığı, Ö.’nün; karşılığında futbol camiası içerisinde etkin konumda bulunan Aziz Yıldırım’ın desteğini almayı hedeflediği ve bu maksatla Aziz Yıldırım’dan gelen her türlü talebe olumlu cevap vermeye çalıştığı değerlendirilerek, Aziz Yıldırım hakkında da örgütsel ilişkilerinin tespiti ve ortaya çıkarılması için 17/2/2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma açılmıştır. Aziz Yıldırım hakkında yapılan teknik takip çalışmalarında Fenerbahçe yöneticisi olan başvurucunun, Aziz Yıldırım ile yaptığı telefon konuşmalarında “Tarladaki işçiler” ve “Ne zaman böyle dikim yapsak olmuyor” gibi ifadeler kullanması üzerine şahısların kendi aralarında şifreli konuştukları emniyet birimlerince değerlendirilmiş, yapılan çalışmalarda bu ifadelerin futbol maçlarında yapılan şike faaliyetleri ile ilgili olduğu, “işçi” olarak tabir edilenin futbolcu, “tarla” olarak tabir edilenin futbol maçı, “dikim” olarak konuşulan konunun ise şike yapılması anlamlarına geldiği tespit edilmiş, emniyet görevlilerinin yaptıkları bu tespitler üzerine 22/2/2011 günü başvurucu hakkında da soruşturma başlatılmış, iletişimin tespiti ve kayda alınması işlemleri yapılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK Maddesi ile Görevli) başvurucu hakkında “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve buna bağlı olarak örgütün faaliyetleri” kapsamında yüklenilen suç ile ilgili olarak “şüphelinin konumunun anlaşılabilmesi, soruşturma konusu ile irtibatlı şahısların tespit edilerek deşifre edilebilmesi için başka türlü delil elde etme imkânı bulunmaması nedeniyle bahse konu şahsın iletişiminin dinlenmesine karar verilmesi” talep edilmiştir. Bu istem üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (CMK Maddesi ile Görevli); “Yukarıda gerekçesi yazıldığı gibi yapılan soruşturmada suç işlediğine dair kuvvetli şüphe bulunduğu, talep edilen tedbirin CMK 135/ maddesine ilişkin olması, ancak başka suretle delil elde etmek mümkün bulunmadığı değerlendirildiğinden, CMK ve maddelerine göre şüphelinin kullanmakta olduğu ve yukarıda belirtilen telefon numarasının iletişiminin 3 ay süre ile tespitine, dinlenilmesine, kayda alınmasına, görüşme detay sorgulamalarının yapılmasına ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine, şüpheli şahsa ait telefonun görüşme yaptığı anda bulunduğu baz istasyonlarının tespiti ve takibinin Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı Kanuni Dinleme Programı üzerinden alınabilmesine” şeklindeki gerekçesi ile 22/2/2011 tarihinde iletişimin dinlenmesi kararını vermiştir. Başvurucu, hakkında yapılan teknik takip yanında, fiziki takip, tanık beyanları ve sair delil toplama çalışmaları sonucunda; 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası; “Nitelikli dolandırıcılık” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi; 31/3/2011 tarih ve 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un “Şike ve teşvik primi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası, (4) numaralı fıkranın (b) ve (c) bentleri ile (5) numaralı fıkrasında düzenlenen suçları işlediği şüphesi ile 3/7/2011 tarihinde gözaltına alınmış, 7/7/2011 tarihinde tutuklanmış ve 2/7/2012 tarihinde de tahliye edilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, 2/11/2011 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam 93 şüphelinin yer aldığı iddianame ile yukarıda belirtilen suçlar (§ 15) kapsamında başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK maddesi ile görevli) 2/7/2012 tarih ve E.2011/63, K.2012/71 sayılı kararı ile; “Türkiye Profesyonel Süper Ligi’nde spor müsabakalarının sonucunu şike ve teşvik primi ile etkilemek amacıyla Aziz Yıldırım liderliğinde kurulan örgüte üye olmak” suçundan 5237 sayılı TCK’nın maddesinin (2) numaralı fıkrası ile maddesi uyarınca 1 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmış ve 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (5) numaralı fıkrası gereğince hakkında verilen bu cezaya ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu ayrıca, “Türkiye Profesyonel Süper Ligi’nde; 17/4/2011 günü oynanan Trabzonspor-Bursaspor, 22/4/2011 günü oynanan Eskişehirspor-Trabzonspor ve 15/5/2011 günü oynanan Trabzonspor-İBB Spor müsabakalarının sonucunu etkilemek amacıyla teşvik, 15/5/2011 günü oynanan Fenerbahçe-Ankaragücü ve 22/5/2011 günü oynanan Sivasspor-Fenerbahçe müsabakalarının sonucunu etkilemek amacıyla şike” suçundan 6222 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası, (4) numaralı fıkranın (b) ve (c) bentleri ile (10) numaralı fıkrası ve 5237 sayılı Kanun’un ve maddeleri gereğince 1 yıl 25 ay 15 gün hapis ve 000 TL Adli Para Cezası ile cezalandırılmış ve 6222 sayılı Kanun’un maddesinin (11) numaralı fıkrası uyarınca da spor kulüplerinin, federasyonların, bünyesinde sportif faaliyet icra edilen tüzel kişilerin yönetim ve denetim organlarında görev yapmaktan yasaklanmıştır. Bu yaptırımların yanında anılan Mahkemece başvurucunun bazı eylemleri için de beraat kararı verilmiştir. Mahkemenin beraat gerekçesi şöyledir:“Her ne kadar sanık İlhan Yüksel Ekşioğlu hakkında Türkiye Profesyonel Süper Ligi’nde; 21/2/2011 günü oynanan Manisaspor-Trabzonspor, 26/2/2011 günü oynanan Fenerbahçe-Kasımpaşa, 6/3/2011 günü oynanan Bursaspor-İ.B.B Spor, 7/3/2011 günü oynanan Gençlerbirliği-Fenerbahçe, 9/4/2011 günü oynanan Eskişehirspor-Fenerbahçe ve 20/3/2011 günü oynanan Gençlerbirliği-Trabzonspor arasında oynanan müsabakalarda şike yaptığından bahisle dolandırıcılık suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de, 6222 sayılı Kanun öncesinde şike ve teşvik primi fiilleri suç olarak tanımlanmadığı gibi ceza kanunlarında da bu fiiller özel olarak düzenlenmediğinden ve özetle yüklenen fiil, kanunda suç olarak tanımlanmamış olduğundan CMK'nın 223/2-a maddesi uyarınca beraatına”,“Her ne kadar sanık İlhan Yüksel Ekşioğlu hakkında Türkiye Profesyonel Süper Ligi’nde; 1/5/2011 günü oynanan Fenerbahçe-İ.B.B Spor müsabakasının sonucunu etkilemek amacıyla şike yapmak suçunu işlediğinden bahisle cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de, yüklenen suçtan cezalandırılmasına yeter her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı kanıtlara ulaşılamadığı ve bu bağlamda yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle CMK'nın 223/2-e maddesi uyarınca beraatına…” Başvurucunun 16/8/2012 havale tarihli dilekçesi ile örgüte üye olmak suçundan dolayı hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz etmesi üzerine, hükmü veren İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 19/10/2012 tarihli kararı ile itirazı reddedilerek, dosya, itirazı incelemeye yetkili olan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş ve bu Mahkemece de talebin reddedilmesi üzerine bu suçtan verilen hüküm 23/10/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Diğer taraftan başvurucunun kararı temyiz etmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/1/2014 tarih ve E.2013/16791, K.2014/516 sayılı ilamı ile, başvurucu hakkında “suç örgütüne üye olmak” suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı, 5560 sayılı Kanun ile değişik 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (12) numaralı fıkrası uyarınca sadece itiraz mümkün olup temyiz olanağı bulunmadığından, 5271 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca katılan Trabzonspor Kulübü Derneği, Trabzonspor Sportif Yatırım ve Futbol İşletmeciliği Ticaret A.Ş., Trabzonspor Ticari Ürünler ve Turizm İşletmeciliği Ticaret A.Ş., Trabzonspor Futbol İşletmeciliği Ticaret A.Ş. vekilinin bu husustaki temyiz dilekçeleri itiraz niteliğinde kabul edilerek mahallinde işlem yapılması mümkün görüldüğünden bu kararın inceleme dışı bırakılmasına; “şike ve teşvik primi” suçundan kurulan hükmün ise onanmasına karar verilmiştir. Yargıtay gerekçesinin özellikle iletişimin tespiti ile ilgili kısımlarında (Yargıtay Kararı, s. 11-16) şu hususlara yer verilmiştir:“İç hukukumuz açısından iletişimin tespiti ve kayda alınması koruma tedbirine CMK'nın , teknik araçlarla izleme tedbirine ise aynı Yasanın maddelerinde düzenlenen suçlar yönüyle gidilebileceği, bir başka anlatımla katalog olarak belirtilen suçların dışında bu yola müracaat edilemeyeceği, ancak katalog suçtan dolayı alınan iletişimin tespiti kararının icrası sırasında dinlenen kişi hakkında soruşturmaya konu suç dışında ve fakat katalogda belirtilen bir başka suç isnadının bulunması durumunda, tespitin devamına karar verilmesi gerektiğinin bir kısım öğretide kabul görmüş bir düşünce olduğu,AİHM'in teknik takip sırasında suç vasfının değişmesi durumunda yapılan teknik takibin her zaman Sözleşme’nin maddesine aykırılık oluşturmayacağı yönünde kararlarının da bulunduğu, burada yetkililerin teknik araçlarla izleme tedbirinde iyi niyetli olup olmadıkları ve yasa ile belirtilen sınırlar içerisinde hareket edip etmediklerinin büyük önem taşıdığı, nitekim Aydoğdu, Duran ve diğerleri ile Kaya ve Türkiye kararlarının bu yönde olduğu, söz konusu kararlarda özetle, teknik takip kararının hâkim tarafından verilmiş olması ve savcı gözetiminde icra edilmesinin Yasada belirtilen katalog suçlardan birisi için alınan kararın bir diğer katalog suç için de geçerli olabileceği gibi suç vasfı değişikliği nedeniyle birbirine kolayca dönüşebilen suçlar yönüyle elde edilen verilerin delil olarak kullanılmasında ulusal makamların baştan itibaren iyi niyetli oldukları sonucuna varıldığı,AİHM kararlarına göre, bu yollarla elde edilen delillerin ceza yargılamasında kullanılabilmesi için, sanık huzurunda ve kamuya açık bir yargılama sırasında tartışma olanağının sağlanması gerektiği, bir başka anlatımla, sanığa elde edilen delillere itiraz etmesi için yeterli ve gerekli imkânların tanınması ve bu bağlamda savunma hakkının çiğnenmemiş olmasının gerektiği…,Davaya konu somut olayda, AİHS'nin maddesi anlamında koruma tedbiri kararlarının verildiği tarih itibariyle ulaşılabilirlik ve öngörülebilirlik kriterlerinin karşılandığının son derece açık olduğu, bu kararların CMK'nın maddesi kapsamında yetkili ve görevli mahkemelerden alındığı, kamuya açık olarak yapılan yargılamalar sırasında tartışılıp, taraflara iletişimin tespiti ve kayda alınması kararları ve iletişim tutanakları ile teknik araçlarla izleme tutanakları hakkında itirazlarını bildirme imkanının sağlandığı hususlarında bir kuşkunun bulunmadığı…,Sanıklar haklarındaki tüm iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik araçlarla izleme kararlarının suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlardan dolayı alındığı,14/4/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'dan önce, Türk Ceza Yasasında ve ceza hükmü içeren özel yasalarda şike ve teşvik primi fiillerinin bu adla suç olarak tanımlanmadığı, 6222 sayılı Kanun’un 23/ madde ve fıkra hükmündeki ‘Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesi hükümleri, 11 inci maddede tanımlanan suç bakımından da uygulanır.’ düzenlemesi uyarınca, şike ve teşvik primi fiillerinin söz konusu yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren CMK'nın maddesindeki katalog suç kapsamına alındığının anlaşıldığı,Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme ve üye olma suçlarının temadi eden suçlardan olduğu, bu suçun oluşması bakımından amaçlanan suçların işlenmesinin gerekmediği, yani örgüt faaliyeti kapsamında amaçlanan herhangi bir suç işlenmese dahi bu suçun oluşabileceği, dolayısıyla şike ve teşvik primi suçlarının işlenmesi amacıyla örgüt kurulmasına yasal bir engel bulunmadığı, bu fiillerin bu ad altında kanunda suç olarak tanımlanmadığı 14/4/2011 tarihi öncesinde, bu fiilleri gerçekleştirmek için örgüt kurulamayacağından (TCK'nın 220/ maddesindeki ‘Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla...’ ibaresi nedeniyle) bahsedilebilirse de…, şike anlaşması yapılmak suretiyle müsabaka sonucuna ilişkin olarak hileli yöntemlerle elde edilen ön bilgiye dayanılarak oynanan bahiste sonuçlar tutturulmak suretiyle yüksek kazançlar elde edilmesi ve diğer yasal şartların varlığı halinde, dolandırıcılık suçunun işlenebileceği, esasen 14/4/2011 tarihi öncesinde mevcut olan yapı içerisinde yer alan kişilerin hukuka uygun, geçerli ve muteber bir amaç için bir araya gelmedikleri, 14/4/2011 öncesi ve sonrası eylemlerinin amaç ve işleniş biçimi itibariyle benzerlik ve birlik gösterdiği, faillerin eylemlerini bu tarih itibariyle sonlandırmak yerine aynı şekilde sürdürmelerinin de amaçlanan suçlara yönelik hareketler olduğu, örgüt suçunun amaç suç açısından bir araç suç olması ve bu suçların hazırlık hareketi oluşu ile bu hareketlerin oluşturduğu toplumsal düzen ve barışa yönelik somut tehlike hali cezalandırıldığından, temadi eden örgüt suçunun 14/4/2011 öncesinde işlenmeye başlandığı hususunun kabulünde bir tereddüt bulunmadığı,Esasen, bu tarih öncesindeki şike ve teşvik primi eylemleri için Cumhuriyet Savcısının bir kısım sanıklar haklarında TCK'nın maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık suçundan kamu davası açtığı, yukarıda da izah edildiği üzere koruma tedbirlerinin haklı olup olmadığının ancak yargılama sonunda belli olacağı, somut olayda da CMK'nın 135 ve maddeleri kapsamında görünüşte haklılık koşulunun bulunduğu, yapılan yargılama neticesinde bir kısım sanıklar haklarında 14/4/2011 tarihi öncesi şike ve teşvik primi fiilleriyle ilgili olarak beraat kararları verildiği, dosyada dolandırıcılık suçunun işlendiği yolunda kesin ve inandırıcı delillerin bulunmadığı, yine TCK'nın 220/ madde ve fıkrasında düzenlenen örgüt üyeliği suçunun katalog suç kapsamında bulunmadığı sanık savunmanları tarafından ileri sürülmüş ise de; yukarıda ifade edildiği üzere koruma tedbirlerinin ön koşullarının somut olayda mevcut olduğu, örgüt kurmak suçundan hakkında dinleme ya da gizli izleme kararı alınan şüpheli/lerin örgüt faaliyetindeki rolünün/rollerinin ancak yargılama sonunda anlaşılabileceği, bu düşünce biçiminin Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 10/12/2013 gün, 2013/483 Esas ve 2013/599 sayılı Kararının müzakeresi sırasında da benimsendiği, bu itibarla bu yöndeki itirazların da yerinde olmadığı,Açıklanan nedenler ve örgüt suçunun niteliği gereği temadi eden suçlardan olması karşısında 14/4/2011 tarihinden önce iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile fiziki takip suretiyle elde edilen delillerin hukuka uygun olarak elde edilmiş deliller olduğunda şüphe bulunmadığı, Suç işlemek için örgüt kurma suçu ile bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçların birlikte soruşturulup kovuşturulduğu, esasen suç işlemek için örgüt kurma suçunu bu örgütlerin işlediği suçlardan bağımsız düşünmenin doğru ve sağlıklı bir yaklaşım olmadığı, katalog kapsamında yer almayan bu suçlar bakımından delil elde edilirken ek bir tedbir uygulanması ve kişinin özel hayatı ile iletişimin gizliliğine yönelik ilave bir müdahalenin de söz konusu olmadığı… Haklarında düzenlenen iletişimin tespiti tutanakları kendilerine okunan sanıkların bu kayıtların içeriklerine yönelik bir itirazda bulunmayıp, bu konuşmaların içeriklerini doğrular tarzda ve sadece yorumlanma biçimine karşı savunmada bulunduklarının görüldüğü,Bu itibarla, Aziz Yıldırım liderliğindeki suç örgütünün faaliyeti kapsamında işlenen şike ve teşvik primi fiillerine ilişkin olarak Mahkemeden usulüne uygun olarak alınan iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik araçlarla izleme kararları üzerine elde edilen TAPE kayıtları ile fiziki takip tutanaklarının usul ve yasaya uygun olarak elde edilmiş deliller olduğu, sanık Aziz Yıldırım'ın 23/2/2012 günlü oturumda hakkında düzenlenen iletişimin tespiti tutanakları kendisine okunduğunda ‘Aleyhime olanları kabul etmiyorum, görüşmeleri ben yaptım bana aittir...’ şeklindeki beyanları da nazara alındığında, mahkemece hükme esas alınmalarında bir isabetsizlik bulunmadığı…” Yargıtayın, 10/12/2011 tarih ve 6259 sayılı Kanun ile 6222 sayılı Kanun’un maddesinde yapılan değişiklik (ek fıkra 9) sonucu, “Bu madde kapsamına giren suçlarla ilgili olarak… 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231 inci maddesine göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilemez…” şeklindeki düzenleme nedeniyle başvurucunun yapmış olduğu itiraza yönelik değerlendirmesi (Yargıtay Kararı, s. 23-24) şöyledir:  “Diğer taraftan, 6222 sayılı Yasanın değişiklik öncesi şike ve teşvik primi suçlarını düzenleyen maddesinde temel cezanın 5 yıldan 12 yıla kadar hapis olarak belirlendiği, buna karşılık hükmün açıklanmasının geri bırakılmamasına dair düzenlemeye yer verilmediği, atılı suçların işlendiği ve iddianamenin düzenlendiği tarihte bu yaptırımların yürürlükte bulunduğu, Yasa Koyucunun anılan maddedeki temel cezaları 1 yıldan 3 yıla kadar indirip hükmün açıklanmasının geri bırakılması yasağı getirildiği, öngörülen değişikliklerin ‘ölçülülük’ ve ‘caydırıcılık’ gibi ceza hukukunun temel prensiplerini etkisiz kılacağı Sn. Cumhurbaşkanı'nın Meclise geri gönderme tezkeresinde açıklandığı halde, bahse konu değişikliğin Yasa Koyucu tarafından tekrar kabul edilerek yasalaştığı, böylece sanıklar hakkında farklı yaptırımları içeren iki ayrı yasal düzenlemenin uygulanabilir hale geldiği,Bir suçun işlendiği zamandaki yasa ile sonradan yürürlüğe giren yasa birbirinden farklı olduğu takdirde sanıklar hakkında TCK'nın maddesi gereğince lehe olan yasanın uygulanması gerektiği,Gerek öğreti ve gerekse uygulamada hakim olan görüşe göre, lehe yasanın tespiti için suç tarihinde yürürlükte bulunan yasa ile sonradan yürürlüğe giren yasanın tüm hükümleri ile birlikte tatbik edilmesi, kesin olarak lehe olanı belirlemek mümkün olduğunda onun uygulanması, her iki yasanın sadece lehe olan hükümlerinin alınıp uygulanmasının mümkün olmadığı, bu hususun 23/2/1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ifade edildiği, (YCGK'nın 25/05/1999 gün, 1999/10-133 Esas, 1999/142 sayılı benzer mahiyetteki Kararı)Mevcut bu durum karşısında, 6259 sayılı Yasa ile değişik 6222 sayılı Kanunun maddesinin blok olarak sanıkların daha lehine olduğu, değişiklik sonrasına ait yaptırımlar ile değişiklik öncesine ait hükmün açıklanmasının geri bırakılması şeklinde karma uygulama yapılamayacağı, bunun yeni bir yasa ihdas etmek anlamına geleceği, bu itibarla CMK'nın maddesinin uygulanmasına dair istemlerin yerinde görülmediği…, Öte yandan, hangi eylemlerin suç sayılacağı ve bu eylemleri işleyenlere ne tür ve miktarda ceza verileceği, hangi cezalara hükmün açıklanmasının geri bırakılması olanağının sağlanacağı veya sağlanmayacağı konusunun yasa koyucunun takdir yetkisi içinde olduğunun kabulü gerektiği…” Yargıtayın, örgüt üyesi olmak suçundan hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği halde şike ve teşvik suçundan verilen mahkûmiyet ile ilgili ayrıca 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (9) numaralı fıkrası uyarınca mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirine de karar verilmesinin kanuna aykırı olduğu yönündeki başvurucunun yapmış olduğu itiraza ilişkin değerlendirmesi (Yargıtay Kararı, s. 25) şöyledir:  “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme ve üye olma suçunun örgüt faaliyeti kapsamındaki suçtan ayrık ve bağımsız oluşu, TCK'nın 58/ madde ve fıkra hükmünün infaz rejimine ilişkin olup, müktesep hakka konu olmaması, CMK'nın maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile eylemin suç ve sanığın suçlu olduğu tespit edilip, bir mahkûmiyet hükmü kurulması, mahkûmiyet hükmü mevcut olmakla birlikte sanığın kabulüyle sanık ile ceza arasındaki bağlantının belirli şartlarda kesilmesi ve açıklanmasının askıya alınması ve geri bırakılması, dava konusu somut olayda bir kısım sanıklar haklarında işyeri dokunulmazlığının ihlali, tehdit, şike ve teşvik primi suçlarının örgüt faaliyeti kapsamında işlenmiş olması ve buna bağlı olarak işlenen suçun nitelikli halini oluşturduğunun anlaşılması karşısında; bir kısım sanıklar ve müdafilerinin araç suç olan örgüt üyeliği suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın, bir mahkûmiyet hükmü olmadığından, amaç suç olup yukarıda zikredilen suçlarda TCK'nın 58/ maddesinin uygulanmasına yasal engel teşkil ettiğine ilişkin itirazlarına itibar edilmediği gibi yerleşik Yargısal kararların da bu yönde olduğu…” Bu karar başvurucu tarafından aynı tarihte öğrenilmiş olup, başvurucu, 6/2/2014 tarihli dilekçesi ile süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, bireysel başvuru tarihinden sonra, 21/4/2014 tarihinde yargılamanın yenilenmesi talebiyle Mahkemeye başvurmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/5 sayılı dosyasında, 23/6/2014 tarih ve 2014/236 Değişik İş sayılı karar ile, 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince yargılamanın yenilenmesi talebi kabul edilmiş ve infazın geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin yargılamanın yenilenmesi gerekçesi şöyledir:“TCK’nın maddesinde yer alan suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu 6526 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik sonrası CMK’nın maddesinde düzenlenen iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile CMK’nın maddesinde yer alan teknik araçlarla izlemeye ilişkin katalog suçlar arasından çıkartılmıştır.Mahkememize tevzi edilen dosyada Yargıtay tarafından onanan bir kısım eylemler, onama tarihinden sonra yapılan Kanun ile iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ve teknik araçlarla izlemeye ilişkin katalog suçlar arasından çıkartılan TCK’nın maddesinde ilişkindir.Aynı dosyada aynı olaydan yargılaması devam eden sanıklarla haklarındaki hüküm onanmış sanıklar arasında farklı yargısal sonuçlara ulaşmanın adalete güven duygusunu önleyebileceği ihtimal dâhilindedir.Bu açıklamalar dikkate alındığında, Mahkememize tevzi edilen dosyada Yargıtay Ceza Dairesince onama kararı verilemesinden sonra 6526 sayılı Yasa ile iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması ile teknik araçlarla izlemeye ilişkin usul yasasında yapılan değişikliklerin CMK’nın 311/1-e maddesi kapsamında hükümlüler lehine değerlendirme yapılmasını gerektiren yeni olay niteliğinde olması nedeniyle yargılamanın yenilenmesi istemi, talepte bulunan hükümlü İlhan Yüksel Ekşioğlu (…) açısından mahkumiyet kararı verilerek Yargıtay Ceza Dairesince onanarak kesinleşen eylemlere yönelik CMK’nın 318/ maddesi uyarınca kabule değer nitelik taşımakta olduğuna oy birliği ile … infazın geri bırakılmasına oy çokluğu ile karar vermek gerekmiştir… Görevsizlik ve yetkisizlik kararları verilmesine ilişkin taleplerin; Sanıklara kumpas kurulduğuna ilişkin iddialar sebebiyle yargılamanın yenilenmesi taleplerinin; Duruşma tutanaklarında sahtecilik yapıldığına ilişkin iddialar sebebiyle yargılamanın yenilenmesi taleplerinin oy birliği ile reddine…”B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5271 sayılı Kanun’un, olay tarihinde yürürlükte olan “İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmalarda, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir ve kayda alınabilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. (2) Şüphelinin tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (4) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, kullanmakta olduğu mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, kullanılan mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok üç ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.(5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur. (6) Bu Madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan; … Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),….(7) Bu Maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin 21/2/2014 tarih ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile değişiklik halinin ilgili bölümleri şöyledir:“(1) (Değişik fıkra: 21/02/2014-6526 S.K./ md) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, ağır ceza mahkemesi veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl mahkemenin onayına sunar ve mahkeme, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya mahkeme tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. Bu fıkra uyarınca alınacak tedbire ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle karar verilir. İtiraz üzerine bu tedbire karar verilebilmesi için de oy birliği aranır.(2) (Ek fıkra: 21/02/2014-6526 S.K./ md) Talepte bulunulurken hakkında bu madde uyarınca tedbir kararı verilecek hattın veya iletişim aracının sahibini ve biliniyorsa kullanıcısını gösterir belge veya rapor eklenir.(3) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.(4) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok iki ay için verilebilir; bu süre, bir ay daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 S.K./mad) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, mahkeme yukarıdaki sürelere ek olarak her defasında bir aydan fazla olmamak ve toplam üç ayı geçmemek üzere uzatılmasına karar verebilir.(5) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, ... mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, ... mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok iki ay için yapılabilir; bu süre, bir ay daha uzatılabilir.(6) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur. (7) Bu Madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanununda yer alan; … (Mülga alt bent: 21/02/2014-6526 S.K./ md) …(8) Bu Maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” 6222 sayılı Kanun’un “Şike ve teşvik primi” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası, (4) numaralı fıkranın (b) ve (c) bentleri ile (10) ve (11) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Belirli bir spor müsabakasının sonucunu etkilemek amacıyla bir başkasına kazanç veya sair menfaat temin eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Kendisine menfaat temin edilen kişi de bu suçtan dolayı müşterek fail olarak cezalandırılır. Kazanç veya sair menfaat temini hususunda anlaşmaya varılmış olması halinde dahi, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur. …(4) Suçun;… b) (Değişik bent: 10/12/2011 - 6259 S.K./ md.) Federasyon veya spor kulüpleri ile spor alanında faaliyet gösteren tüzel kişilerin, genel kurul ve yönetim kurulu başkan veya üyeleri, teknik veya idari yöneticiler ile kulüplerin ve sporcuların menajerleri veya temsilciliğini yapan kişiler tarafından,c) Suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde,…işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.… (10) (Ek fıkra: 10/12/2011 - 6259 S.K./ md.) Bu maddede tanımlanan suçların bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi halinde, bunlardan en ağır cezayı gerektiren fiilden dolayı verilecek ceza dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılarak tek cezaya hükmolunur.(11) (Ek fıkra: 10/12/2011 - 6259 S.K./ md.) Bu maddede tanımlanan suçlardan dolayı cezaya mahkûmiyet halinde, kişi hakkında ayrıca Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesi hükümlerine göre, spor kulüplerinin, federasyonların, bünyesinde sportif faaliyetler icra edilen tüzel kişilerin yönetim ve denetim organlarında görev yapmaktan yasaklanmasına hükmolunur.” 6222 sayılı Kanun’un “Yargılama ve usul hükümleri” başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesi hükümleri, 11 inci maddede tanımlanan suç bakımından da uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1572
Başvurucu, kendisine isnat edilen suçlamalar nedeniyle, şartları oluşmadığı halde hukuka aykırı şekilde iletişiminin tespitinin yapıldığını ve yargılama neticesinde mahkumiyetine delil olarak gösterildiğini, görevli ve yetkili olmayan mahkemece yargılamasının yapıldığını, şike ve teşvik primi verme fiillerinin 14/4/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6222 sayılı Kanun ile suç olarak tanımlanmış olmasına rağmen hakkındaki soruşturmanın bu tarihten önce başlatıldığını ve bu suç esas alınarak örgüt üyeliğinden cezalandırıldığını, bu durumun suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini, örgüt üyesi olmak suçundan hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği halde şike ve teşvik suçundan verilen mahkumiyet ile ilgili ayrıca TCK’nın 58/9. maddesi uyarınca mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirine de karar verilmesinin kanuna aykırı olduğunu, şike ve teşvik suçundan verilen hükümde 6222 sayılı Kanun’un 11/9. maddesindeki engelin lehe yasa yorumu ile aşılarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin 5271 sayılı Kanun’un 23 maddesinin bu suç için de uygulanması gerekirken bu talebin reddedildiğini belirterek, Anayasa’nın 2. , 10. , 13. , 22. , 36. , 37. ve 38. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2019/38034 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/38034 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmıştır. Devletin yetkili organları tarafından tehdit değerlendirmesi yapılarak demokratik anayasal düzene, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine, millî güvenliğe yönelik tehdit oluşturan tüm terör örgütlerine ve illegal yapılanmalara karşı tedbirler alınması kararlaştırılmıştır (ayrıntılar için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017). Anılan tedbirler kapsamında olağanüstü hâl ilan edilmiş ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri çıkarılmıştır. Bu çerçevede 22/7/2016 tarihinde kararlaştırılan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (667 sayılı KHK) 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 667 sayılı KHK'nın maddesinde devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna Millî Güvenlik Kurulunca karar verilen yapı, oluşum veya gruplara ya da terör örgütlerine üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen her türlü kadro, pozisyon ve statüde (işçi dâhil) istihdam edilen personelin kamu görevinden çıkarılmaları öngörülmüştür. 667 sayılı KHK, 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Kanun'un 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesi sonucunda kanunlaşmıştır. B. Somut Başvurulara İlişkin Olay ve Olgular Başvurucular, Tatvan Belediyesine (Belediye) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken Tatvan Kaymakamlığı OHAL Bürosunun başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının Belediyeye bildirilmesi üzerine Belediye, iş akitlerinin feshedilmesini Şirketten istemiştir. Şirket, bu talep üzerine başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akdinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediye aleyhine dava açmıştır. Davalı Belediye cevap dilekçesinde, 667 sayılı KHK'nın maddesi gereği Tatvan Kaymakamlığı OHAL Bürosunun yazısı ekinde davacıların bilgilerinin de yer aldığı listede bulunan kişilerin terör örgütü yapılanması ile irtibatı ve iltisakı olduğu tespitine yer verildiğini, başvurucuların iş akitlerinin bu kapsamda feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Tatvan Asliye Hukuk Mahkemesi İş Mahkemesi sıfatıyla baktığı davaların reddine karar vermiştir. Mahkeme kararlarında; OHAL bürosunun yazısı ile başvurucuların terör örgütü yapılanması ile irtibatları olduğunun bildirilmesi üzerine; taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği, işverenden iş akdinin devamının beklenemeyecek derecede şüphe oluştuğu bu nedenle davalı işveren bakımından feshin zorunlu hâle geldiği gerekçesine yer verilmiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf istemlerini reddetmiştir. Kararda; şüphe feshi kavramı üzerine durulmuş ve OHAL bürosunun yazısı ile başvurucuların PKK/KCK terör örgütü yapılanması ile irtibatı olduğunun bildirilmesi üzerine davalı işveren bakımından iş sözleşmesinin devam etmesinde yasal engel bulunduğu vurgulanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bakınız Berrin Baran Eker ([GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20 - 35).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/38034
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkeme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu nihai hükmü 25/1/2022 tarihinde öğrendikten sonra 24/2/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/31687
Başvuru, şirkete yatırılan paranın iadesi talebiyle açılan dava sırasında yapılan kanuni düzenleme sonucu alacağın tahsil imkânının ortadan kaldırılması nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 12/7/2002 tarihinde Bolu Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davasında hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 4/4/2013 tarihinde Bolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 25/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/2/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 12/7/2002 tarihinde Bolu Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davasında, davacılar, başvurucunun Almanya'da oturan ablası F.K.'den 000,00 Alman Markı borç aldıklarını, bu borca karşılık 000,00 Alman Markı tutarında bir çek ile kendilerine ait olan bir kısım taşınmazları satış göstererek teminat olarak verdiklerini, borcun ödeme zamanı geldiğinde borç aldıkları F.K. yurtdışında oturduğundan ve onun Türkiye'deki işlerini gören, onun adına tapuda işlem yapma yetkisine sahip olduğunu bildikleri kardeşi başvurucu İbrahim Özarslan'a ödeme yapılmasını istediğinden, mevcut akrabalık ilişkisine ve ayrıca başvurucunun ablasına ait bir vekaletnameye de güvenerek, başvurucuya 400,00 Alman Markı tutarında ödeme yaptıklarını, ödeme karşılığında, başvurucu ile teminat olarak verilen değerlerin iadesi konusunda protokol imzaladıklarını, buna karşın teminat olarak verdikleri taşınmazlar ile çekin iade edilmesini beklerken, başvurucunun ablası F.K.'nin teminattaki çekin keşide yeri ile keşide tarihini doldurarak ya da doldurtarak aleyhlerine icra takibine geçtiğini, gayrimenkullerin de iade edilmediğini, F.K. nezdinde yapılan girişimlerin sonuçsuz kaldığını, yapılan ödemeler konusunda da bir netice alınamadığını, başvurucunun sebepsiz olarak zenginleştiğini belirterek 400,00 Alman Markının tahsilini talep etmişlerdir. Yargılamanın ilerleyen aşamalarında bu dava, yine aynı davacılar tarafından aynı Mahkemede başvurucunun ablası F.K. aleyhine 27/6/2002 tarihinde açılan menfi tespit ve tapu iptali ve tescil davasıyla birleştirilmiştir. Yapılan yargılama sonunda Bolu Asliye Hukuk Mahkemesi, 3/5/2011 tarih ve E.2002/314, K.2011/284 sayılı kararı ile başvurucunun ablası F.K. hakkında açılan davanın reddine, başvurucu hakkında açılan davanın ise, başvurucu ve davalılar arasında, başvurucuya ödeme yapıldığına dair imzalanan protokolün geçerli olduğu gerekçesiyle kabulüne hükmetmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, 8/3/2012 tarih ve E.2011/9601, K.2012/3793 sayılı ilâmı ile kararın onanmasına hükmetmiştir. Aynı Daireye yapılan karar düzeltme istemi de 4/10/2012 tarih ve E.2012/9084, K.2012/14305 sayılı ilâm ile reddedilmiştir. Başvurucu 15/3/2013 tarihinde ilamı öğrendiğini bildirmiştir. Başvurucu, 4/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı maddesi, 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sebepsiz Zenginleşmeden Doğan Borç İlişkileri” başlıklı ve devamı maddeleri.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2411
Başvurucu, 12/7/2002 tarihinde Bolu Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davasında hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığını ve yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, kavga sırasında ateşli silahla yaralanma sonucu meydana gelen ölüm dolayısıyla açılan tam yargı davasının reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/8/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Yerel seçimlerde farklı aday çıkarılması ve arazi anlaşmazlığı nedeniyle aralarında husumet bulunan akrabalar arasında 3/3/2009 tarihinde tehdit ve hakaretlerden dolayı Horasan Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafların ifadeleri alınarak serbest bırakılmıştır. 29/3/2009 tarihinde gerçekleşen yerel seçimler sonrasında, 31/3/2009 tarihinde saat 40 sıralarında Horasan İlçe Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) gelen Y. ve Z.Y. isimli şahıslarca Aliceyrek köyünde yapılmış olan muhtarlık seçimi nedeniyle kavga çıkabileceği beyan edilmiştir. Emniyet Müdürlüğünce bu husus aynı anda tutanağa bağlanmıştır. Emniyet Müdürlüğü tarafından saat 45'te tutulan tutanağa göre, bu ihbardan hemen sonra yapılan isimsiz bir ihbarla silahlı kavga çıktığının bildirilmesi üzerine polis ekipleri olay yerine intikal ederek olaya müdahale etmiştir. Aralarında husumet bulunan kalabalık iki grup arasında çıkan silahlı kavga sırasında kavgayla ilgisi bulunmayan N.P. işyerindeyken kendisine isabet eden kaza kurşunu sonucu yaralanmış, ilk müdahalesi Horasan Devlet Hastanesinde (Hastane) yapıldıktan sonra aynı gün Erzurum Bölge Eğitim Hastanesine sevk edilmiş ve orada vefat etmiştir.A. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Olayla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/9/2009 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İddianamede birden çok kişiye isnat edilen birçok suç ile birlikte N.P.nin ölümü ile sonuçlanan eylemin faili olarak tespit edilen N.Y.nin de olası kasıtla öldürme suçundan cezalandırılması talebinde bulunulmuştur. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 17/4/2012 tarihli kararıyla, başvurucuların yakını olan N.P.ye karşı işlediği olası kasıtla öldürme suçundan N.Y.nin neticeten 20 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/3/2013 tarihli kararıyla N.Y.nin olası kasıtla öldürme suçuna ilişkin mahkûmiyeti yönünden onanarak kesinleşmiştir.B. Tam Yargı Davasınaİlişkin Süreç Başvurucular 16/2/2010 kayıt tarihli dilekçeyle, ilçede daha önceki seçimler nedeniyle kavgalar yaşandığını ve daha önce tehdit edildiklerini emniyet güçlerine bildirdiklerini, en son olay gününde de emniyet güçlerine kavga çıkabileceğine dair ihbarda bulunulduğu hâlde kavgayı önlemek amacıyla tedbir alınmadığını, emniyet görevlilerince olaya müdahale etmede yetersiz kalındığını, bu nedenle birçok kişinin yaralandığını, yakınlarının da öldüğünü, ayrıca yaralıların tedavi gördüğü hastanede kavganın taraflarının olay çıkararak doktorların çalışmasını zorlaştırmalarına emniyet güçlerince engel olunamadığını iddia ederek İçişleri Bakanlığından (İdare) yakınlarının ölümünde İdarenin kusuru bulunması nedeniyle maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.Talebin 31/3/2010 tarihinde İdarece reddedilmesi üzerine başvurucular 5/4/2010 tarihinde Erzurum İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde yakınlarının ölümünde İdarenin hizmet kusuru olduğunu ileri sürerek maddi ve manevi tazminat ödenmesi talebiyle dava açmışlardır. Emniyet Müdürlüğü tarafından Mahkemeye sunulan 25/5/2010 tarihli savunmada, 29/3/2009 tarihinde ülke genelinde olduğu üzere seçimler için ilçede gerekli güvenlik önlemlerinin alındığı, devriye hizmetinin artırıldığı ve Aliceyrek köyünde de İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından gerekli güvenlik önlemlerinin alındığı belirtilmiştir. Buna göre, alınan bu tedbirler seçim sonrasında da devam ettirilmiş; Emniyet Müdürlüğü Haber Merkezinin saat 45 sıralarında Dörtyol mevkiinde silahlı kavga olduğunu telsizden anons etmesi üzerine mıntıkada devriye hâlinde bulunan iki ekip olay yerine intikal etmiş ve olay yerinin ilçenin tam merkezinde olması sebebi ile aşırı kalabalık olduğu görülerek telsizle takviye kuvvet ve 112 Acil sağlık ekibi istenmiştir. Olay esnasında istirahatte bulunan tüm personel ivedi olarak göreve çağrılmış, olayın önemine istinaden ayrıca Horasan İlçe Jandarma Komutanlığından ve Erzurum İl Emniyet Müdürlüğünden takviye kuvvet talebinde bulunulmuştur. Savunmaya göre, başvurucuların yakını olan N.P. olay yerine yakın olan işyerinin kapısının arkasından kavgayı izlerken kavganın tarafı olan şahıslardan birinin işyerinin bulunduğu tarafa doğru kaçmasıyla arkasından atılan mermi çekirdeğinin işyerinin kapısından girerek kendisine isabet etmesi nedeniyle vefat etmiştir.Aynı savunmaya göre hastanedeki kargaşa, yaralı yakınlarının yaralıları görmek için hastaneye gelmeleri ancak alınan tedbirler nedeniyle içeri girmelerinin engellenmesinden sonraki bağırışmalarla ağlamalardan kaynaklanmış ve kargaşanın doktorların müdahalesini engelleyecek boyutta olmadığı doktorların beyanlarından anlaşılmıştır. Kavganın taraflarından bir kısmının 3/3/2009 tarihinde tehdit edildiğine yönelik şikâyetlerine ilişkin olarak da Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yedi kişi hakkında soruşturma açılmış ve şahıslar gerekli işlemler yapıldıktan sonra serbest bırakılmıştır (bkz.§ 6). Savunmada olayın idare açısından beklenmeyen hal niteliğinde olduğu ifade edilmiştir. Başvuru ekinde sunulan, Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespiti Grup Amirliği tarafından düzenlenen 31/3/2009 tarihli olay yeri inceleme raporunda kavga olayının bildiriliş saati 45; olay yerine varış saati ise 48 olarak belirtilmiştir.Mahkeme 28/1/2011 tarihli ara kararıyla davalı İdareden, meydana gelen silahlı çatışmaya ilişkin olarak olay gününde ve olay gününden önceki tarihlerde herhangi bir ihbar alınıp alınmadığına, ihbar alındıysa buna ilişkin olarak hangi güvenlik önlemlerinin alındığına ve N.P.nin ölümüyle sonuçlanan silahlı kavgaya ilişkin tüm bilgi ve belgelerin iletilmesini istemiştir. İdarece 4/3/2011 tarihli yazı ile, 25/5/2010 tarihli savunmadakine (bkz. §§ 15, 16) benzer bilgiler ihtiva eden bilgi ve belgeler Mahkemeye sunulmuştur. Mahkeme 25/7/2011 tarihli kararıyla tazminat talebinin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Uyuşmazlık konusu olayda Mahkememizin 2011 tarihli ara kararına cevaben gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Erzurum ili, Horasan ilçesinde 2009 günü husumeti bulunan iki gurup arasında çıkan silahlı çatışma olayına ilişkin olarak, saat 09:45'te 155 Polis İmdat hattına ihbar geldiği, ihbar üzerine dört polis ekibinin olay yerine yönlendirildiği, olay yerinin kalabalık olması ve olay dışı insanların da olay yerinde bulunması nedeniyle müdahaleye giden ekiplerce takviye kuvvet istenildiği ve 112 ekipleri de çağrılmak suretiyle olaya gecikmeksizin müdahale edildiği, ayrıca olay sırasında istirahatte bulunan Horasan İlçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı tüm personelin istirahatlerinin kaldırılarak göreve çağrıldıkları, öte yandan, Horasan İlçe Jandarma Komutanlığı ve Erzurum İl Emniyet Müdürlüğü'nden de takviye kuvvet talebinde bulunulduğu görülmüştür.Öte yandan, aynı tarihte saat 23:10 sıralarında yapılan ihbar üzerine belirtilen adreste arama yapıldığı, ancak ihbarın asılsız çıktığı, ayrıca davacılar tarafından iddia edilen 2009 tarihinde meydana gelen olaydan önce, husumeti bulunan aynı taraflara ilişkin olarak davalı idareye ait birimlere herhangi bir ihbarda bulunulmadığı anlaşılmıştır.Bu durumda, yukarıda yer alan açıklamaların ve yapılan tespitlerin birlikte değerlendirilmesinden, [N.P.nin] ölümüyle sonuçlanan 2009 günü saat 09:45 sıralarında gerçekleşen olaya ilişkin olarak; davalı idarece gerekli güvenlik tedbirlerinin alındığı, gerekli müdahalelerin zamanında yapıldığı ve gerekli işlemlerin gerçekleştirildiği, dolayısıyla söz konusu olaya ilişkin olarak ihmali bulunmayan vegörev ve sorumluluklarını eksiksiz şekilde yerine getiren davalı idareye yüklenecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı anlaşılmaktadır.Bu nedenle, Mahkememizce davalı idareye yüklenecek bir hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna varıldığından, ayrıca, beklenmeyen hal şeklinde gerçekleşen olayın niteliği gereği davalı idareye kusursuz sorumluluk da yüklenemeyeceğinden, davacıların maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır..."Başvurucular bireysel başvuru formundaki iddialar ile İdarenin olayda kusursuz sorumluluğu olduğunu ileri sürerek kararı 23/8/2011 tarihinde temyiz etmişlerdir. Karar Danıştay Onuncu Dairesinin 28/5/2015 tarihli kararıyla kararın usul ve hukuka uygun olduğu, temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenlerin bozmayı gerektirecek nitelikte olmadığı gerekçesiyle onanmıştır. Nihai karar 3/8/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup başvurucular18/8/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/14410
Başvuru, kavga sırasında ateşli silahla yaralanma sonucu meydana gelen ölüm dolayısıyla açılan tam yargı davasının reddedilmesi ve yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 16/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Tunceli'nin Ovacık ilçesi Yakatarla köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyünün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldığını iddia etmiş; 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon 3/11/2009 tarihli kararıyla başvurucuya 731,46 TL ödenmesine karar vermiştir. Söz konusu tutarı yeterli bulmayan başvurucu dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde, zararının Komisyonca belirlenen tutardan çok daha yüksek olduğunu belirterek Komisyonun 3/11/2009 tarihli işleminin iptaline ve 5233 sayılı Kanun'daki esaslar çerçevesinde 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Malatya İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 31/3/2011 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde özetle 120 m² ev ile 170 m² ahır için teklif edilen tutarın açıklanan hesaplama kriterlerine uygun ve yerinde olduğu, davacının Yakatarla köyünde bulunan mal varlığı için Komisyona başvurmasına ve araştırma heyetinin adı geçen köyde yaptığı keşifte davacı adına 25 dönüm sulu arazi tespit etmesine rağmen Komisyonca tarım zararı hesaplanırken Yenikonak ve Burnak köylerinde bulunan davacıya ait 74 dönüm tarım arazisinin de buna dâhil edilerek 48 dönümü sulu olmak üzere toplam 88 dönüm tarım arazisi üzerinden zarar hesaplandığı, kaldı ki Yenikonak ve Burnak köylerinin de terör olayları nedeniyle tamamen boşalmadığı dikkate alındığında teklif edilen tutarın zararı karşılamaya yeterli olduğu belirtilmiştir. Sonuç olarak İdare Mahkemesi başvurucunun zararının karşılandığının anlaşıldığını belirterek dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Diğer taraftan İdare Mahkemesi, 5233 sayılı Kanun'un , ve madde hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden söz konusu Kanun'un terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin uğradıkları maddi zararların sulhen karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri düzenlemek amacıyla çıkarıldığı, Kanun kapsamında sadece maddi zararların karşılanmasının düzenlendiği, manevi zararın tazminine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği gerekçesiyle talep edilen manevi zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında karşılanmasına imkân bulunmadığını belirtmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire), ilk derece mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğunu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğini belirterek kararı 18/3/2014 tarihinde onamıştır. Karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 4/12/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 20/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). İlgili diğer ulusal hukuk için bkz. Ali Ekber Çeçi ve diğerleri, B. No: 2015/5463, 23/1/2019, §§ 23-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2880
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, hisselerini satın aldığı anonim şirket yetkilileri tarafından kâr payı vaadiyle kandırıldığından ve paralarını geri alamadığından bahisle zararlarının tazmini istemiyle açtığı davada mahkemece adli yardım talebinin kabul edilmediğini ve davanın açılmamış sayılmasına kararı verilmek suretiyle Anayasa’nın maddesinde tanımlanan hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, adli yardım ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 1/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 20/11/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türkiye’de faaliyet gösteren bir anonim şirketin yetkililerinden 1998 ve 2001 yıllarında toplam 800 Alman markı değerinde hisse senedi satın almıştır. 2012 yılında yapmış olduğu araştırmalarında anılan şirket temsilcilerinin izinsiz halka arz faaliyetinde bulunduklarını ve kaçak yollardan kayıt yükümlülüğüne uymaksızın “hisse senedi” karşılığında kendisinden para aldıklarını öğrenmiştir. Başvurucu, şirket yetkililerinden defalarca ödemiş olduğu paranın iadesini talep etmesine ve yetkililerin de iade edeceklerini vaat etmelerine rağmen bugüne kadar parasını geri alamamıştır. Başvurucu, anılan şirketin yetkili makamlardan izin almaksızın yaptığı hisse senedi satışlarını gerekli denetim görevini yerine getirmeyerek engellemediğinden bahisle hizmet kusuru bulunduğunu ileri sürdüğü Başbakanlık aleyhine 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın ödenmesi istemiyle tam yargı davası açmak üzere İdare Mahkemesine başvurmuş ve dava harcı ile yargılama giderlerinden muafiyete ilişkin adli yardım talebinde bulunmuştur. Ankara İdare Mahkemesi 20/9/2012 tarih ve E.2012/1363 sayılı kararıyla ilgili mevzuat hükümlerindeki koşulların başvurucu açısından gerçekleşmediğini belirterek başvurucunun adli yardım talebini reddetmiştir. Mahkemenin 25/9/2012 tarih ve E.2012/1363 sayılı yazısıyla dosyanın işleme konulabilmesi için eksik olan toplam 237,50 TL dava harcı ve posta ücretinin tamamlanması hususu başvurucuya tebliğ edilmiştir. Söz konusu yazının gereğinin yerine getirilmemesi üzerine Mahkemece 22/11/2012 tarih ve E.2012/1363 sayılı yazıyla eksikliğin tamamlanması ve tamamlanmadığı takdirde ilgili Kanun uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği hususu başvurucuya bildirilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin 5/2/2013 tarih ve E.2012/1363, K.2013/116 sayılı kararıyla, başvurucunun verilen süre içinde bildirilen eksikliği tamamlamadığı gerekçesiyle temyiz yolu açık olmak üzere davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucuya 14/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. B. İlgili Hukuk 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Dilekçe üzerine uygulanacak işlem” başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir: “Herhangi bir sebeple harcı veya posta ücreti verilmeden veya eksik harç veya posta ücreti ile dava açılmış olması halinde, otuz gün içinde harcın ve posta ücretinin verilmesi ve tamamlanması hususu daire başkanı veya görevlendireceği tetkik hakimi, mahkeme başkanı veya hakim tarafından ilgiliye tebliğ olunur. Tebligata rağmen gereği yerine getirilmediği takdirde bildirim aynı şekilde bir daha tekrarlanır. Harç veya posta ücreti süresi içinde verilmez veya tamamlanmazsa davanın açılmamış sayılmasına karar verilir ve davacıya tebliğ olunur.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7333
Başvurucu, hisselerini satın aldığı anonim şirket yetkilileri tarafından kâr payı vaadiyle kandırıldığından ve paralarını geri alamadığından bahisle zararlarının tazmini istemiyle açtığı davada mahkemece adli yardım talebinin kabul edilmediğini ve davanın açılmamış sayılmasına kararı verilmek suretiyle Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüş, adli yardım ve tazminat talebinde bulunmuştur.
0
Başvuru, genel arazi kadastrosuna konu olan taşınmaza ilişkin açılan tapu iptali ve tescil davasında kadastro çalışmalarından sonra yürürlüğe giren kanun hükümlerinin uygulanması ve esasa girilmeksizin davanın hak düşürücü süre yönünden reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/4/2013 tarihinde Konya Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 10/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 31/03/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleriyle Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Konya ili Kadınhanı ilçesi Çeşmecik köyü 112 ada 1 parselde bulunan taşınmaz, 22/2/2005 tarihli ve 5304 sayılı Kanun ile değişik 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesine göre 2006 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında orman vasfıyla Hazine adına tespit edilmiş ve buna ilişkin tutanak 1/9/2006 ile 2/10/2006 tarihleri arasında ilan edilerek itirazsız 3/10/2006 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, Çeşmecik köyü 112 ada 1 parsel içinde kalan iki adet taşınmazın nizasız ve fasılasız olarak uzun yıllardır ekilip sürüldüğü, olağanüstü kazandırıcı zamanaşımına dayalı olarak iktisap koşullarının oluştuğu gerekçesiyle 3402 sayılı Kanun’a dayalı olarak tapu iptali ve tescil istemiyle 9/2/2011 tarihinde Kadınhanı Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemece, 25/7/2011 tarihli ve E.2011/50, K.2011/185 sayılı karar ile dava konusu taşınmazın değerinin sulh hukuk mahkemesinin görev sınırını aştığı gerekçesiyle davanın görevsizlik nedeniyle reddine, dosyanın kesinleşmeyi müteakip istek hâlinde görevli Kadınhanı Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Dosyanın gönderildiği Kadınhanı Asliye Hukuk Mahkemesi 30/11/2011 tarihli ve E.2011/346, K.2011/636 sayılı kararı ile davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/5/2012 tarihli ve E.2012/1395, K.2012/8028 sayılı ilamı ile dava açma süresinin 3402 sayılı Kanun’un 5304 sayılı Kanun’la değişik maddesine göre otuz gün olduğu gerekçesine yer verilerek, İlk Derece Mahkemesinin gerekçesi yerinde görülmese de neticesi itibarıyla doğru olan hüküm oyçokluğuyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 11/2/2013 tarihli ve E.2012/12969, K.2013/1066 sayılı ilamı ile oyçokluğu ile reddedilmiştir. Nihai karar 18/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu 22/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 5304 sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kanun’un maddesi, 3402 sayılı Kanun’un maddesi, maddesinin üçüncü fıkrası, maddesinin (D) bendi, 15/1/2009 tarihli ve 5831 sayılı Kanun ile 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının sonuna eklenen cümle, 22/5/1987 tarihli ve 3373 Kanun ile değişik 6831 sayılı Kanun’un maddesinin fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2801
Başvuru, genel arazi kadastrosuna konu olan taşınmaza ilişkin açılan tapu iptali ve tescil davasında kadastro çalışmalarından sonra yürürlüğe giren kanun hükümlerinin uygulanması ve esasa girilmeksizin davanın hak düşürücü süre yönünden reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca tutuklamanın hukuki olmadığı şikâyeti dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun tutuklamanın hukukiliğine ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin ise Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihine kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı olan ve aralarında yargı mensuplarının da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda teşebbüsün savuşturulduğu gün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca -aralarında yüksek mahkeme üyelerinin de bulunduğu- üç bine yakın yargı mensubu hakkında FETÖ/PDY ile bağlantılarının bulunduğu iddiasıyla başlatılan soruşturmada bu kişilerin büyük bölümü hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerine başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51, 350). Başvurucu en son Erzurum Vergi Mahkemesi üyesi olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından 16/7/2016 tarihli karar ile açığa alınmış, 24/8/2016 tarihli karar ile meslekten ihraç edilmiş ve bu karar 29/11/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlara ilişkin olarak başlatılan bir soruşturma kapsamında başvurucu 16/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiştir. Başvurucunun ifade alma işlemi sırasında müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu ifadesinde özetle; lise döneminde sadece maddi durumu nedeniyle örgüte müzahir dershaneye gittiğini, bunun haricinde örgüt ile hiçbir temasının olmadığını, üniversite döneminde yahut meslek hayatında örgütün evlerinde ya da yurtlarında kalmadığını, toplantılarına katılmadığını, örgüt ile irtibatlı olduğu düşünülen banka veya finansal kuruluşa herhangi bir para transferi yapmadığını, dernek, yurt veya evlere dinî duygularla da olsa kurban veya bağış adı altında herhangi bir yardımda bulunmadığını, hâkimlik eğitimi sırasında sınıf temsilciliği ya da albüm kurulu üyeliği yapmadığını, meslek sırasında yurt dışı dil eğitimine veya meslek ziyaretlerine gönderilmediğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca örgütten kendisine herhangi bir konuda talep gelmediğini, HSYK seçimlerine dair süreçte herhangi bir görev almadığını ve kamera çekimi yapmadığını ifade etmiştir. Başvurucu, Başsavcılık tarafından Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan tutuklanması istemiyle 19/7/2016 tarihinde Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Başvurucu, müdafiinin hazır bulunmasıyla yaptığı savunmasında önceki anlatımlarına benzer beyanlarda bulunmuş ve Hâkimlik tarafından yapılan sorgunun ardından aynı tarihte atılı suçtan tutuklanmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Şüpheliler ... Ercan Özdemir... tutuklanması talebine konu suçun vehameti, 15/07/2016 tarihinde yaşanan olaylar ve tehlikenin vehametinin halen devam ettiği, şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğu ve bu kapsamda Anayasa'yı ihlal, yasama organına karşı suç, hükümete karşı suç, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan ve silahlı örgüt suçlarını işlediğine ilişkin soruşturma yapılması gerektiği ve buna ilişkin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesi'nin 16/07/2016 tarih ve 2016/7900 dosya no 2016/9052 karar nolu kararı ile HSYK başkanı tarafından 16/07/2016 tarihinde soruşturma izni verilmesine yönelik teklife olur verdiği, 15/07/2016 gecesinden bu yana meydana gelen olaylar değerlendirildiğinde yargı içerisinde belli bir kesimin FETÖ/PDY mensubu olduğu, terör örgütü ile beraber yapılan iş birliği doğrultusunda devletin bütünlüğüne ve beraberliğine kastedildiği, bu doğrultuda tüm dosya kapsamı bakımından tutuklamaya sevk maddesine konu suç bakımından kuvvetli suç şüphesine yönelik somut olguların bulunduğu, şüphelinin üzerine atılı suçun yasada öngörülen yaptırımı, suçun CMK'nın 100/3-a maddesinde sayılan katalog suçlardan oluşu, delillerin bu aşamada henüz toplanmamış oluşu, adli kontrol hükümlerinin şüphelilerin kaçma ihtimalini bertaraf edecek nitelikte olmadığı, yine AİHM'nin Ringeisen v. Avusturya, Toması Fransa kararında özetle 'Adaletin işleyişine müdahale tehlikesinin bulunması tutuklama sebebidir.' şeklindeki kararı da dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olacağı kanaatine varılmakla şüpheliler ... ERCAN ÖZDEMİR... CMK maddesi gereğince AYRI AYRI TUTUKLANMALARINA... [karar verildi.]" Başvurucu hakkında devam eden soruşturma sürecinde başvurucunun tutukluluk hâli değerlendirilmiş; bu kapsamda Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/7/2016, 18/8/2016, 31/8/2016, 18/10/2016, 2/2/2017, 27/2/2017, 17/3/2017; Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/8/2016, 10/10/2016; Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/11/2016; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 5/12/2016; Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/1/2017 tarihli kararları ile tutukluluğun devamına hükmedilmiştir. Başvurucu, Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/3/2017 tarihli tutukluluğun devamı kararına itiraz etmiş; itirazı Erzurum Sulh Ceza Hâkimliğinin 29/3/2017 tarihli kararıyla ve kesin olmak üzere reddedilmiştir. Nihai kararın başvurucuya 30/3/2017 tarihinde tebliğ edildiği tespit edilmiştir. Başvurucu 27/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının 23/5/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili yapılan değerlendirmeler şöyledir:"Erzurum Vergi Mahkemesi Hakimi görev yapan Ercan ÖZDEMİR'in önce Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Dairesi tarafından 16/07/2016 tarih 2016/345 sayılı karar ile geçici süre ile açığa alındığı, sonrasında 24/08/2016 tarih ve 2016/426 sayılı karar ile meslekten ihraç edildiği ve 29/11/2016 tarihinde ihraç kararının kesinleştiği, ...21/07/2016 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanık sıfatı ileifadesi alınan İstanbul Vergi Mahkemesi üyesi olarak görev yaptığı anlaşılan hâkim Ö.'nün ifadesinde; '2014 HSYK seçim döneminde o dönem cemaat (FETÖ/PDY) adayı olarak bilinen A.Ş. ve A.B. için adliyemizde görev yapan hakimlerden S.E., Ercan ÖZDEMİR, Y. bu arkadaşlar bu adaylar için oy istemeye geldiler, o dönemde bu insanlara oy vermem hususunda yoğun bir baskı oluştu, bu baskı cemaat mensuplarına yönelikti, olay hakkındaki görgü ve bilgim bundan ibarettir dedi' şeklinde beyanda bulunduğu,...Soruşturma başlangıcında şüpheli hakkında Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suç nedeniyle TCK 309/1 maddesinde soruşturmaya başlanıldığı ve bu suç nedeniyle şüphelinin tutuklandığı, soruşturmanın geldiği aşamada şüpheliye isnat edilen eylemin niteliğinin değişerek 'silahlı terör örgütüne üye olmak' suçuna dönüştüğü ve bu suçtan kamu davasının açılmasının gerekmesi nedeniyle UYAP ortamında gerekli işlemlerin yapıldığı, Ele geçirilen dijital malzemelerin bir kısmı ile ilgili olarak Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğündeki iş yoğunluğu nedeniyle incelemenin henüz tamamlanamadığı, inceleme raporu geldiğinde dosyasına eklenmek üzere gönderileceği, Tüm bu delil ve dosya kapsamında şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yargı yapılanması içerisinde yer aldığı, üyeliğinin organik bir şekilde devam ettiği ve bu şekilde müsnet suçu işlemiş olduğu anlaşılmıştır." Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi 12/6/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/245 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Başvurucu 24/8/2017 tarihli ilk duruşmada, ifade ve sorgu sırasında yapmış olduğu savunmalarının yanı sıra ihraç kararı ve tanık beyanına karşı beyanlarda bulunmuştur. Buna göre ihraç kararında kendisiyle ilgili herhangi bir değerlendirme ve tespit yapılmadığını ifade eden başvurucu bu karara karşı yargı sürecinin de devam ettiğini belirtmiştir. Başvurucu; tanık beyanına karşı ise genel olarak tanık Ö.yü dönem arkadaşı olması münasebetiyle yaklaşık on yıldır tanıdığını, kendisinden oy istemek için yanına gitmediğini, tanık beyanının çok genel ifadeler içerdiğini, olayın nasıl gerçekleştiğine dair bir bilgisinin olmadığını, nitekim iddia makamının da bu ifade ile ilgili başkaca bir araştırma yapmadığını, hakkındaki iddiaları kabul etmediğini ileri sürmüştür. Mahkeme 28/9/2017 tarihli duruşmada -adli kontrol tedbirleri uygulanmak suretiyle- başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"sanığın tutuklu kaldığı süre, delillerin toplanmış olması, tutukluluğun bir tedbir oluşu tutukluluktan beklenen yararın adli kontrol ile de sağlanabileceği orantılılık ilkesi uyarınca ileride telafisi zor zararlara yol açmamak amacıyla ve tutuklamanın tedbir oluşu ve bu tedbirden elde edilmek istenen maksadın adli kontrol hükümleri ile de sağlanabileceği anlaşıldığından sanığın cmk 109/3-a ve b maddeleri uyarınca yurtdışı çıkış yasağı konulmak ve ikametinin bulunduğu kolluk kuvvetine haftanın pazartesi ve cuma günleri imza atmak suretiyle tahliyesine başka suçtan hükümlü ve tutuklu değil ise tahliyesi için müzekkere yazılmasına...[karar verildi.]" Başvurucunun örgütle irtibatlı olduğunu iddia eden tanık Ö.nün kovuşturma aşamasında Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) vasıtasıyla alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir: "İstanbul'da görev yapıyorduk beraber seçim döneminde A.B.nu destekliyordu, sanıktan herhangi bir şekilde baskı görmedim sadece oy istediklerini biliyorum onun dışında fetö ile ilgili bir bilgim yoktur. Sanık benden direkt oy istemedi sadece A.B.nu desteklediğini duyuyordum, konuşmalardan duyuyordum. Benden direkt oy istemedi. 2010-2014 arası dönemde üye gönderilmedi eksik çalışılıyor diye sanık A.B.nun görev yaptığı her hsk da çıkan her kararnameyi eleştirirdi. 2013 yıllarında İstanbul vergi mahkemesinde çalışan T. arkadaşımıza verilen not kasıtlıdır ona düşük not veriliyor ise herkese düşük not verilmelidir şeklinde eleştirileride vardı." Devam eden yargılama sürecinin nihayetinde Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 24/4/2018 tarihli karar ile başvurucunun atılı suçtan beraatine hükmedilmiştir. Kararın başvurucu ile ilgili kısmı şöyledir:"...her ne kadar sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan cezalandırılması talebi ile kamu davası açılmış ise de; sanığın örgütün haberleşme aracı olan bylock programını kullanmadığı, talimatla bank asyaya para yatırdığına dair herhangi bir hususun dosya kapsamında bulunmadığı, sanık savunmasının aksinin diğer delillerle ispat edilemediği, sanığın HTS kayıtlarının incelenmesinde örgüt yöneticileri ile bir irtibatının bulunmadığı, örgüt üyeleri ile irtibatını gösterir iletişim tespitlerinin de örgüt üyeliğine sebebiyet vermeyeceği, zira görüşme yaptığı kişilerin eski meslektaşları olması sebebiyle sanıktan bu kişilerin örgüt üyesi olduğunu bilmesinin beklenemeyeceği, ayrıca içeriklerin de tespit edilmemiş olması sebebiyle ne maksatla gerçekleştirildiğine dair bir belirlemenin dosya kapsamında bulunmadığı, dosya kapsamında dinlenen tanık Ö.'ın beyanlarının sanığın örgüt içerisinde yer alıp almadığı hususunu netleştirmediği, zira tanık beyanının HSYK seçimlerine ilişkin olup '....... sanıktan herhangi bir şekilde baskı görmedim sadece oy istediklerini biliyorum onun dışında fetö ile ilgili bir bilgim yoktur. Sanık benden direkt oy istemedi sadece A.B.'nu desteklediğini duyuyordum, konuşmalardan duyuyordum.......' şeklinde olması sebebiyle bu beyanların sanığın örgüt üyesi olduğunu gösterecek yeterlilikte olmadığı, bunun dışında örgüt üyeliğine dair, yoğunluluk, çeşitlilik ve süreklilik gibi yukarıda ayrıntılı anlatılan şartları taşıdığına dair yeterli eylem ve delilin tespit edilemediği görülmüş olup sanığın cezalandırılmasına yeterli, her türlü şüpheden uzak, şüpheyi kanaat düzeyine vardıracak, kesin, inandırıcı ve somut delil bulunamadığı, bu nedenle yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı anlaşılmakla 5271 sayılı CMK’nın 223/2-e.maddesi uyarınca beraatine karar verilmiş olup aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur." Beraat kararına karşı Cumhuriyet savcısı tarafından dijital materyallere ilişkin inceleme sonucu beklenmeden delil yetersizliği nedeniyle kurulan hükmün kaldırılması talebiyle istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 6/5/2019 tarihli ilamı ile savcılığın talebini reddetmiştir. Yargılama, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla temyiz incelemesinde derdesttir. İlgili hukuk için bkz. Adem Türkel, B. No: 2017/632, 23/1/2019, §§ 24-39; Mustafa Özterzi, [GK], B. No: 2016/14597, 31/10/2019, §§ 33-48 ve ilgili Yargıtay kararları için bkz. A., B. No: 2016/63999, 9/1/2020, §§ 33-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/22632
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, gözaltı sırasında polis tarafından darp edilme iddiasıyla yapılan şikâyetle ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 1/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Soruşturmanın Başlaması 1981 doğumlu başvurucu %40 ortopedik özürlüdür. Başvurucu Cumhurbaşkanı'na hakaret ve terör örgütü propagandası yapma suçlarından Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında 11/1/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Nezarethaneye alınmadan önce ve nezarethane çıkışında başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında darp bulgusu belirtilmemiştir. Başvurucu 12 gün gözaltında tutulduktan sonra 23/1/2017 tarihinde sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliğince tutuklanmıştır. Başvurucu, Sulh Ceza Hâkimliği tarafından yapılan sorgusu sırasında gözaltında kötü muamele gördüğünü ileri sürmüştür. 23/1/2017 tarihli sorgu tutanağının ilgili kısmı şöyledir:"...Ben 11 Ocakta göz altına alındım, aynı gün işkence gördüm, kendim yapmış olduğum kontrolde 4 kaburgam kırıktır. Beni doktora götürmediler. Hayalarım burkuldu, bağırsaklarım ezildi, iki kişi üzerime çıkarak göğüs kafesimi ve kaburgalarımı kırdılar. Bana bir polis kanuni olarak bir şey yapamadıklarını ama illegal olarak hesap ödettirdiklerini söyledi...." Başvurucu vekilinin aynı gün Savcılığa verdiği dilekçeyle başvurucunun gözaltında ağır işkence gördüğünü ve kendisinin ivedilikle Adli Tıp Kurumuna sevk edilmesini talep etmesi üzerine Savcılık soruşturma başlatmıştır.B. Soruşturma İşlemleri Savcılık UYAP kayıtlarına göre 7/2/2017 tarihinde hazırlandığı anlaşılan bir müzekkereyle Şanlıurfa İl Emniyet Müdürlüğünden (kolluk) başvurucu vekilinin iddialarının araştırılarak konuyla ilgi bilgi ve belgelerin temin edilmesini istemiştir. Kolluk 25/2/2017 tarihli yazısıyla başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarını Savcılığa bildirmiştir. Yazı ekinde gönderilen, Balıklıgöl Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 11/1/2017, 16/1/2017, 21/1/2017 ve 23/1/2017 tarihli raporlarda darp ve cebir izi bulunmadığı kayıtlıdır. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar Savcılık 28/2/2017 tarihli kararıyla kimliği belirsiz şüpheliler hakkında işkence suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Şikayetçi vekili şikayet dilekçesinde gözaltında bulunan müvekkiline gözaltında kaldığı sürede işkence ve kötü muamelede bulunulduğunu ifade ederek şikayette bulunmuştur.Şikayetçiye ait adli rapor vs. belgeler kolluktan istenilmiş usulünce dosyaya takılmış ve şikayetçinin işkence ve kötü muameleye uğradığına dair somut bir bulgunun bulunmadığı görülmekle Atılı suçların işlendiğini gösterir yasal geçerli delil mevcut olmadığından kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına,..." Bu karara yapılan itiraz, Şanlıurfa Sulh Ceza Hâkimliğince 24/4/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Başvurucu 4/5/2017 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 1/6/2017 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "İşkence" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (2) Suçun;a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla,İşlenmesi halinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. (5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz. (6) (Ek: 11/4/2013-6459/9 md.) Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi"kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi şöyledir: “İşkence yasağıMadde 3- (1) Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) birinci ekinin maddesi şöyledir: “Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.” İstanbul Protokolü’nün birinci ekinin maddesi şöyledir: “6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir. Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır. 6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır: (i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasında mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğin klinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu; (iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı. (iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler; (v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı; 6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gözaltındaki kişilerin tıbbi muayenelerinin, müdafi yardımından yararlanma hakkı ve gözaltının üçüncü kişilere bildirilmesi hakkıyla beraber kötü muameleye karşı en önemli tedbirlerden birini teşkil ettiğini ifade etmektedir. Buna göre adli muayene sırasında elde edilen delil, tutuklularla ilgili soruşturmalar esnasında ve tutukluların kötü muamele iddiasında bulunmaları hâlinde önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle AİHM’e göre gözaltındaki kimselerin tıbbi muayene sistemi yargı sisteminin tamamlayıcı parçasıdır. Bu bilgiler ışığında AİHM’in ilk görevi, mevcut davanın koşullarında, ulusal makamların gözaltındaki kimselerin tıbbi muayene sisteminin etkili biçimde işlemesini sağlayıp sağlamadıklarını belirlemektir (Salmanoğlu ve Polattaş/Türkiye, B. No: 15828/03, 17/3/2009, § 79) İşkence ve kötü muamele iddialarının araştırılmasındaki en önemli delillerden olan sağlık raporlarının, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) tarafından tavsiye edilen standartlara ve İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Bir Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesine İlişkin Kılavuz'da (İstanbul Protokolü) yer alan ilkelere uygun olması gerekmektedir. Gerekli standartların altında kalan sağlık raporları tek başlarına kötü muamele iddialarının kanıtlanması ya da aksinin ispatlanmasında yeterli görülmemektedir (Ballıktaş/Türkiye, B. No: 7070/03, 20/10/2009, § 28).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/27013
Başvuru, gözaltı sırasında polis tarafından darp edilme iddiasıyla yapılan şikâyetle ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesinin ardından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından gerçekleştirilen itirazın Yargıtay Ceza Genel Kurulu (Kurul) tarafından kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Ankara Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında atılı suçtan 4 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi esastan reddedilmiş, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin 15/1/2013 tarihli onama kararıyla yargılama süreci tamamlanmıştır. Kesinleşen hükme karşı Başsavcılık, olağanüstü itiraz başvurusunda bulunmuştur. İtirazı inceleyen Kurul 10/2/2022 tarihinde oyçokluğu ile itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 6/6/2022 tarihinde öğrendiğini belirterek 6/7/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon; adil yargılanma ile etkili başvuru hakkı dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/69032
Başvuru, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesinin ardından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından gerçekleştirilen itirazın Yargıtay Ceza Genel Kurulu (Kurul) tarafından kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve buna bağlı olarak denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından ayrı ayrı hapis cezasına mahkûm edilmiş ve kesinleşen bu cezaları (kapatılan) Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 19/6/2013 tarihli kararı ile içtima edilerek toplam 7 yıl 30 aylık hapis cezasının infazına başlanmıştır. Bandırma 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda cezası infaz edilen başvurucu, koşullu salıverilme tarihine bir yıl kala 5/3/2018 tarihinde açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve kalan cezasının denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak infaz edilmesi talebinde bulunmuştur. Bandırma 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 9/3/2018 tarihli kararı ile başvurucunun talebini reddetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Ceza İnfaz Kurumumuzda PKK Sol Terör Örgütünden hükümlü olarak bulunan Ercan TUNÇ'un 5/3/2018 tarihinde Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı dilekçe de Açık Ceza İnfaz Kurumuna ayrılma ve Denetim Serbestliğe ayrılma talebine istinden yapılan incelemede; Hükümlü Ercan TUNÇ'un Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, Görevi Yaptırmamak İçin Direnme suçundan 7 Yıl 30 Ay hapis cezası aldığı uyap kayıtlarının tetkikinden anlaşılmıştır. Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliğinin 6 (ç) maddesine 'Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması' halinde hükümlünün durumu İdare ve Gözlem Kurulunca değerlendirilir hükmü uyarınca dosyası kurulumuz tarafından incelenmiştir. Yapılan incelemede; hükümlünün PKK Sol Terör Örgütünden ayrılmak istediğine dair talepte bulmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle hükümlü Ercan TUNÇ'un Açık Ceza İnfaz Kurumuna ayrılma ve Denetimli Serbestliğe ayrılma talebinin REDDİNE...[karar verildi.]" Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Bandırma İnfaz Hâkimliğinin 23/3/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Hükümlü Ercan TUNÇ'un Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma, Görevi Yaptırmamak İçin Direnme suçundan Diyarbakır (Kapatılan) Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250 ile görevli)'in 2013/294 iş sayılı kararı ile içtimaen 7 Yıl 30 Ay hapis cezası suçundan cezasını infaz etmekte olduğu, Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliğinin 6 (ç) maddesine 'Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması' halinde açığa ayrılabilecekleri, hükümlünün örgütten ayrılmak istediğine dair dilekçesinin olmadığı... gerekçesiyle hükümlünün itirazının reddine karar vermek [gerekmiştir.]" Başvurucunun ret kararına itirazı ise Bandırma Ağır Ceza Mahkemesinin 6/4/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; incelenen Bandırma İnfaz Hakimliğinin dosyası, dosyadaki mevcut belgeler ve tüm dosya içeriğine göre, Bandırma İnfaz Hakimliğinin 23/3/2018 tarih, 2018/464 Esas ve 2018/601 Karar sayılı kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla, yerinde görülmeyen hükümlü Ercan Tunç'un itirazının reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur..." Bu karar başvurucuya 20/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 12/2/2019 tarihli koşullu salıverilme kararına dayalı olarak 13/2/2019 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. 14/4/2020 tarihli ve 7242 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Açık ceza infaz kurumları" kenar başlıklı maddesinin -anılan değişiklik öncesi başvuruya konu hukuki süreçte uygulanan- ilgili hükümleri şöyledir:"(1) Açık ceza infaz kurumları, hükümlülerin iyileştirilmelerinde, çalıştırılmaları ve meslek edindirilmelerine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır. Açık ceza infaz kurumları ihtiyaca göre ayrıca; a) Kadın açık ceza infaz kurumları, b) Gençlik açık ceza infaz kurumları, Şeklinde kurulabilir. (2) Hükümlülerin açık cezaevlerine ayrılmalarına ilişkin esas ve usûller yönetmelikte gösterilir..." 7242 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen 5275 sayılı Kanun'un "Denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı" kenar başlıklı 105/A maddesinin -anılan değişiklik öncesi başvuruya konu hukuki süreçte uygulanan- (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(Ek: 5/4/2012-6291/1 md.) (1) Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla;a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren,b) Çocuk eğitimevinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan,koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir." 2/9/2012 tarihli ve 28399 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliği'nin "Kapalı kurumdan açık kuruma ayrılacak hükümlüler" kenar başlıklı maddesinin ilgili hükümleri şöyledir: (1) Hükümlülerden;a) (Değişik:RG-22/8/2015-29453) Toplam (Değişik ibare:RG-22/2/2017-29987) cezaları on yıldan az olanlar bir ayını, on yıl ve yukarı olanlar ise onda birini kurumlarda infaz edip, iyi hâlli olan ve koşullu salıverilme tarihine yedi yıl veya daha az süre kalanlar,...açık kurumlara ayrılabilir. (2) Açık kurumlara ayrılabilmek için, ayrıca;...ç) Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması,şartı aranır..."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/15196
Başvuru, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve buna bağlı olarak denetimli serbestlik tedbirinden yararlanma talebinin reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru 8/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2002 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında subay olarak göreve başlamıştır. Evli değildir. Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelenisimsiz bir ihbar üzerine bazı askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından İstihbarata Karşı Koyma (İKK) zafiyeti konusunda idari tahkikat başlatılmıştır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulmuş belgelere göre "İstihbarata Karşı Koyma" (İKK) zafiyeti kapsamında ilgili askerî personelin ifadeleri alınmıştır. İfade tutanaklarında "ifadeyi alan" ve "ifadeyi yazan" kısmı ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır. Başvurucuya, bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle kaldığı sorulmuş ve ifade tutanağıyla kayıt altına alınmıştır. Ayrıca bugüne kadar İnternet aracılığıyla veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu bayanların kimler olduğu sorulmuştur. Başvurucunun imzalamış olduğu 7/3/2013 tarihli ifade tutanağında, İnternet'ten veya sosyal çevresinden tanıştığı bazı bayanlarla ilişkisi olduğunu söylediği belirtilmiştir. Tahkikat sonucunda hazırlanan raporda, başvurucunun davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu belirtilerek TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi teklifi getirilmiştir. Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 19/3/2014 tarihinde, 27/7/1967 tarihli 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, psikolojik baskı altında ifadesinin alındığını, ifade tutanağını okumadan imzaladığını belirtmiştir. Başvurucu ifade tutanağının hukuka aykırı şekilde elde edilen delil olduğunu, bu delillerin disiplin soruşturması dosyasına dâhil edilmesinde özel bir kasıt bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, çok sayıda takdir belgelerinin bulunduğunu, hiç bir disiplin cezası bulunmadığını, çok başarılı çalışmaları olduğunu, özel yaşamına ait unsurların kurum disiplin ve düzenini tehdit eden bir yönü bulunmadığını iddia etmiştir. Ayrıca başvurucu, sorgusu sırasında kamera ile görüntülü kayıt yapılmasına rağmen söz konusu kaydın idare tarafından imha edilmiş olduğunu, bu durumun dahi söz konusu sorgulamanın hukuka aykırı olduğunu kanıtladığını belirtmiştir. AYİM, oyçokluğuyla davayı reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun bekâr olmakla birlikte evlilik maksadı gütmeksizin bayanlarla ilişkileri hayat tarzı hâline getirdiğinin anlaşıldığı belirtilmiştir. AYİM'e göre başvurucuya isnat edilen davranışlar, TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamındadır ve bu nedenle başvurucunun TSK'daki görevini devam ettirmesi uygun değildir. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Bir hâkim üye karara katılmamıştır. Muhalif üye, istihbarat şube elemanları tarafından tespit edilen soyut ifadeler esas alınarak tesis edildiği anlaşılan ayırma işleminin iptali gerektiğini belirtmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 11/12/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 8/1/2016 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk 926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan maddesi, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun ve maddeleri, 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar başlıklı ve maddeleri. B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Kamu makamlarının özel hayata saygı hakkına keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit ettiğinde, maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve öngörülen amaçla orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dudgeon/Birleşik Krallık, § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). Ayrıca, AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72). AİHM'e göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hokkanen/Finlandiya, B.No: 19823/92, 23/9/1994, §§55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67). Gerek negatif yükümlülük alanındaki usule dair güvencelere örnek olması ve gerekse Anayasa Mahkemesi önündeki mevcut başvuruyla benzerlikler içermesi bakımından Smith ve Grady/Birleşik Krallık (B. No: 33985/96, 33986/96, 27/9/1999, § 30) kararı incelenmelidir. Bu davada başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görevli personeldir ve eş cinsel olmaları nedeniyle görevlerine son verilmiştir. Başvuruculardan Bayan Smith hemşire olarak Bay Grady ise pilot olarak görev yapmıştır. Görevden alınmaları işlemine karşı açtıkları davada verilen kararda, her ikisinin de sicil ve görev performansının mükemmel derecede olduğu, herhangi bir disiplinsizliklerinin bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetleri Polisi (İstihbarata karşı koyma ve güvenliğin sağlanması konularında görevlidir.) tarafından sorgulanmışlardır. Bu sorgulama sırasında, sorgulama yapılmasının amacı açıklanmış, eş cinsel olanların Silahlı Kuvvetlerde çalıştırılmayacağı yönündeki devlet politikası hatırlatılarak başvurucuların karşılaşacağı sonuçlar belirtilmiştir. Başvuruculara hiç bir şey söylemek zorunda olmadıkları ancak konuşmaları hâlinde söyleyecekleri şeylerin aleyhe delil olarak kullanılabileceği uyarısı yapılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucuların talepleri üzerine avukatlarıyla görüşerek hukuki yardım almalarına müsaade edilmiştir. Bayan Smith'in sorgusu sırasında bir kadın soruşturmacı da görüşmelere katılmıştır. Ayrıca görüşmelere başlanmadan önce Bayan Smith'e, bazı soruların utanmasına sebep olabileceği, eğer böyle hissederse bunu belirtebileceği hatırlatılmıştır. Bayan Smith sorgudan önce bir avukatla görüşmüş ve avukatı hiç bir şey söylememesi, bazı basit sorulara cevap verebileceği yönünde tavsiyede bulunmuştur. Bay Grady'nin talebi üzerine de avukatının ve yine Kraliyet Hava Kuvvetlerinde pilot olarak görev yapan bir personelin objektif gözlemci olarak sorgulama sürecine katılması sağlanmıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 14, 25, 26, 27). AİHM, her iki başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu tespitini yapmıştır. AİHM, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken özel hayata saygı hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisinin daha dar tutulması gerektiğini, bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığının şart olduğunu vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 88-89; Dudgeon/Birleşik Krallık, § 52). AİHM demokratik toplumda gereklilik unsuru yönünden müdahale için gösterilen gerekçeleri incelediği sırada her iki başvurucu yönünden sorgulama sürecini değerlendirmiştir. AİHM'e göre sorgulama süreci son derece müdahaleci nitelikteydi. Başvurucuların özel hayatlarının en mahrem yönlerine, cinsel hayatlarına, aile ilişkilerine dair çok ayrıntılı sorular sorulmuştur. Sorgu tarzı oldukça saldırgan ve müdahalecidir. Hatta Hükûmet görüşünde de Bayan Smith'e sorulan, üvey kızıyla cinsel ilişkisi olup olmadığı sorusunun savunulacak bir tarafı olmadığı belirtilmiştir (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, § 91). Ayrıca eş cinselliğin Silahlı Kuvvetlerden erken ayrılabilmek için bahane olarak kullanılıp kullanılmadığını anlamak amacıyla sorgulama yapıldığı belirtilmişse de söz konusu soruşturmaya kadar başvurucular cinsel yönelimlerini gizli tutmuşlardır ve görevden ayrılmak istemedikleri açıktır; bu nedenle sorgulamanın devam ettirilmiş olmasının makul bir gerekçesi bulunmamaktadır. AİHM, Hükûmetin sorgulamanın devam ettirilmesiyle ilgili olarak ileri sürdüğü tıbbi riskler veya güvenlik riskleri, disiplinle ilgili sebeplerin de somut olayda mevcut olmadığını, bu yüzden başvurucuların cinsel yönelimlerini kabul etmelerine rağmen sorgu sürecinin devam ettirilmesi konusunda Hükûmetin ikna edici ve ciddi gerekçeler ortaya koyamadığını vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 106-110).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/430
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
1
Başvuru, gözaltı süresinin makul olmaması, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma aşamasında tutukluluğa itirazın ve tahliye taleplerinin bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, kovuşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan ağır ceza mahkemelerince verilmesi ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin; müdafi hukuki yardımından gereği gibi yararlanılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; isnat edilen suçlamaların işlendiği dönemde kurulu olmayan bir mahkemede yargılamanın yapılması nedeniyle eşitlik ilkesinin; hukuka aykırı arama kararlarına dayanılarak üzerinin aranması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış; bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Kamu makamları ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Bu kapsamda FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmalarına yönelik ülke genelinde soruşturmalar yapılmış ve çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun da aralarında bulunduğu ve çoğunluğu gazeteci, yazar ve akademisyen olan kırk üç şüpheli hakkında FETÖ/PDY'nin medya yapılanmasıyla bağlantılı olarak soruşturma başlatılmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı anılan soruşturma kapsamında 26/7/2016 tarihinde, başvurucunun konutunda terör örgütüyle bağını ortaya çıkaracak deliller ile suç konusu olabilecek diğer eşyalara el konulması amacıyla arama yapılmasına karar verilmesini talep etmiş ve bu talep İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte kabul edilmiştir. Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 26/7/2016 tarihinde bilinen adreslerinde bulunamamaları, yeni adreslerinin tespit edilememesi ve tüm aramalara rağmen ulaşılamamaları nedenleriyle başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılması talebinde bulunmuş ve bu talep İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından aynı tarihte kabul edilmiştir. Öte yandan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 22/12/2014 tarihinde soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre şüphelinin ve müdafiinin dosya içindeki belgeleri incelemelerinin ve belgelerden örnek almalarının kısıtlanmasına karar verilmesini İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinden talep etmiştir. Hâkimlik, dosya içeriğinin incelenmesi ve belgelerden örnek alınmasının yürütülen soruşturmanın selametini tehlikeye düşürebileceği gerekçesiyle 22/12/2014 tarihinde dosya içeriğini incelenmesi veya belgelerden örnek alınmasının kısıtlanmasına karar vermiştir. Başvurucunun ifadesi 3/8/2016 tarihinde İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde alınmıştır. İfade alma işlemi sırasında İstanbul Barosunca görevlendirilen müdafi de hazır bulunmuştur. İfade tutanağında belirtildiğine göre ifade alma işlemi öncesinde, isnat edilen suçlar başvurucuya açıklanmıştır. İfadesine esas olmak üzere başvurucuya hangi kurumlarda hangi tarihlerde çalıştığı, darbe girişiminde bulunan FEFÖ/PDY'nin yapısının nasıl olduğu, örgütün yayın organlarında veya diğer alanlarda kendisine bir görev verilip verilmediği, herhangi bir internet sitesinde Fetullah Gülen'in yaptığı konuşmalarını takip edip etmediği, kitaplarını okuyup okumadığı, örgütün hangi kademesinde ne tür görevler aldığı, sorumlu olduğu ya da emir aldığı kişilerin kim olduğu, örgütün medya organlarının yayın politikasının nasıl şekillendiği ve örgüt liderinin yayın organları ile irtibatının nasıl sağlandığı, FETÖ/PDY medyasının bağlı olduğu şirketlerin mal varlıklarının usulsüz bir şekilde devredilmesi, el değiştirmesi ve azaltılması hususu ile ilgisinin bulunup bulunmadığı, örgüt lideri ile irtibatının bulunup bulunmadığı ve örgüt liderini ziyaret edip etmediği, darbe girişiminden önceden haberdar olup olmadığı, darbe girişiminde bulunan kişilerle ve Türk Silahlı Kuvvetleri personeli ile bir irtibatının olup olmadığı şeklinde sorular yöneltmiştir. Başvurucu ifadesinde, isnat edilen suçlamaları kabul etmemiş ve sorulara karşı özetle aşağıdaki şekilde beyanda bulunmuştur:"...[FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen yada aracılar vasıtasıyla] herhangi bir şekilde dolaylı yada doğrudan bir talimat ve görev almadım......Erzurum ilinde 1997 yılında muhabir olarak göreve başladım. Arada bir süre Feza Gazeteciliğe bağlı Cihan Medya da muhabirlik yaptım. Daha sonra Cihan Medya'nın muhabiri olarak Çanakkale ilinde görev yaptım. 2001 yılından itibaren tekrar Zaman Gazetesinde muhabir olarak göreve başladım. 2004 yılından itibaren Zaman Gazetesinin Yazı işlerinde redaktör olarak çalıştım. 2008-2012 yılları arasında yine Feza Gazetecilik bünyesinde faaliyet gösteren Aksiyon Dergisinde Redaktör olarak görev yaptım. 2012 yılından 2016 Mart ayı sonuna kadar Zaman Gazetesinin yazı işleri servisinde çalıştım. 5 yıl birinci sayfanın imla ve yazım hatalarını düzelten redaktör olarak görev yaptım. Son 5 yıl da sorumlu yazı işleri müdürü olarak görev yaptım......Ben Fetullah Gülen'in belirtilen firmalarla resmi yada gayrı resmi bir bağının olup olmadığını bilmiyorum. Dolaysıyla bir görevinin olup olmadığını bilmem mümkün değildir...... [FETÖ/PDY medyasının bağlı olduğu şirketlerin malvarlıklarının usulsüz bir şekilde devredilmesi, el değiştirmesi ve azaltılması hususunda] Ben gazetenin yayın biriminde çalıştım. Bu hususlar tamamen teknik ve idari konulardan oluşmaktadır. Bunlarla ilgili hiçbir bilgim ve dahilim bulunmamaktadır......Kendisi ile [Fetullah Gülen ile] yüz yüze ya da telefonla bir görüşmem olmamıştır......Öncelikle Zaman Gazetesini Fetullah Gülen'in yönettiğine şahit olmadım. Zaman gazetesinde günlük yaptığımız haberler günlük toplanan yayın heyeti tarafından belirlenmektedir. Yayın politikasını Genel yayın yönetmeni belirlemektedir. Ben bunların dışında bir şey bilmiyorum. Ben başka bir firmada iş bulacağıma inanmadığım için evli ve 3 çocuk sahibi olduğumdan bu firmada çalışmaya devam ettim. ...... Hatta gazeteye 2016 mart ayı başında kayyım atandığında kayyım heyeti bizimle çalışmaya devam etti. Bize hçbir şekilde örgüt mensubu şeklinde bir tavır ve davranış içinde olmadı. Bizde kayyım heyetinin istediği politikada yayınlarımıza devam ettik..." İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 4/8/2016 tarihinde başvurucuyla birlikte on dört şüpheliyi tutuklanması talebiyle İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Tutuklama talep yazısında "[Başvurucunun da aralarında olduğu] Şüphelilerin, terör örgütü FETÖ/PDY'nin yönetimindeki Feza Gazetecilik A.Ş. ve bu şirketlerle birlikte hareket eden örgüte ait diğer şirketlerde örgüt propagandası yapacak, terör örgütünü meşru gösterecek şekilde yayınlar yaptıkları, bu şirketlere olası kayyum atanması hususları göz önüne alınarak eylem ve fikir birliği içerisinde şirketin mal varlıklarını birbirlerine devrettikleri, örgüte ait şirketlerin mal varlıklarının suçta kullanılması nedeniyle müsaderesini önlemeye yönelik tedbirler aldıkları, gazete dergilerinde yazı yazanların örgütün işlediği suçları meşru göstermeye çalıştıkları, meşru gösterdikleri ve örgüte mali yönden mallarını korumaya yönelik faaliyetlerine destek oldukları, FETÖ/PDY'nin 15/07/2016 tarihinde meşru Türkiye Cumhuriyeti hükumetini devirmeye yönelik darbe girişimine kalktığı, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını öldürmeye kalkıştığı, yüzlere vatandaşımızı şehit ettikleri, tanklar ile sivil vatandaşın araçları üzerinden geçerek acımasızca vatandaşlarımızı ezerek şehit ettiği, masun insanların vatanı ve bayrağını terör örgütü üyelerinden korumak için tankların önüne çıktığında keskin nişancılar ile tank ve tüfekler ile sivil vatandaşın üzerine hedef alarak ateş ettikleri, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisini tarih boyunca hiç bir düşmanın dahi yapmadığı şekilde ilk defa bu örgütün bombaladığı, örgüt lideri Fetullah GÜLEN'in terör örgütü FETÖ/PDY'nin başarısız olması sonucu bunun mutluluğunu yaşayan kahraman Türk Vatandaşlarını 'ahmaklar' diye niteleyerek Türk Milletine hakaret ettiği, yabancı basın yayın organlarına çıkarak, adeta Türkiye'nin yabancı güçler tarafından işgal edilmesini istediği, şüphelilerinde bu örgüt lideri yönetimindeki kişinin istediği şekilde örgütün medya ayağını oluşturdukları, bu örgüt lideri ile eylem ve fikir birliği içerisinde hareket ettikleri, şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın [Ceza Muhakemesi Kanunu'nun] vd. maddeleri uyarınca TUTUKLANMALARINA,..." karar verilmesi istenmiştir. Savcılığın talep yazısı, sorgu işlemi öncesinde İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya okunmuştur. Ayrıca sorgu tutanağında, başvurucuya isnat edilen suçların anlatıldığı da belirtilmiştir. Bu sırada başvurucunun avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucu, sorgu sırasında "...Atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Fetö örgütü diye bir örgüt olduğunu duymadım. Ben 1997-1999 yılları arasında Erzurum'da Zaman gazetesi muhabiri olarak çalışmaya başladım. 2001 yılından itibaren ise İstanbul'da muhabir olarak görev yaptım. 2005 yılından itibaren ise redaktör olarak görev yaptım. 2008-2012 yılları arasında Aksiyon dergisinde aynı işi yaptım. 2012 yılı ila 2016 yılı Mart ayında Zaman gazetesinde redaktör olarak çalıştım. Bunun son 1,5 yılında sorumlu yazı işleri müdürü olarak görev aldım. Sorumlu yazı işleri müdürlüğü sadece gazete adına açılan dava işlerini takip eder. Fethullah Gülen'i basından ve medyadan herkesin tanıdığı kadar tanırım. Zaman gazetesinin ortakları olduğunu onlardan birisinin A. A. olduğunu biliyorum. Benim çalıştığım dönemde Genel yayın yönetmeni yayın politikasını belirliyordu. Fethullah Gülen'in gazetenin yayınına etmesi konusunda herhangi bir fikrim yoktur. Zaman gazetesinin maliki gözüken Feza gazeteciliğe kayyum atandı. Kayyumlarla bir ay süre ile birlikte çalıştık. Daha sonra kayyum yönetimi tarafından işimize son verildi. 2016 yılı Mart sonunda işten ayrılmıştım. Daha sonra Zaman gazetesinin eski çalışanları ile birlikte 20 Nisan 2016 tarihinde Yeni Hayat gazetesini çıkarmaya başladık. Yazı işleri müdürü olarak görev yaptım. 20 Temmuz 2016'da gazeteyi basacak kimseyi bulamayınca gazeteyi kapattık. Ailemden borç alarak Yeni Hayat gazetesini çıkarmaya başladık. Fethullah Gülen'in amacını bilmiyorum. Fethullah Gülen bildiğim kadarıyla dini konularda vaaz veren, kitap yazan, çeşitli siyasi konularda görüş bildiren bir kişi olarak biliyorum. Darbeyi kimin yapmaya teşebbüs ettiğini bilmiyorum. Suçsuz olduğumu düşünüyorum ve tahliyemi talep ediyorum. Kendim emniyete teslim oldum..." şeklinde beyanda bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 4/8/2016 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar verilmiştir. Hâkimliğin tutuklama kararının ilgili bölümü şöyledir: "Şüphelinin ... FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün basın ayağı olarak adlandınlan yapılanması içerisinde yer alan anılan gazete, dergi ve ajanslarda görev yaparak ve sözkonusu yayınların dağıtımını sağlayarak örgüte bağlılık ve sadakat ilkesi çerçevesinde görevlerini ifa ettikleri ve kamuoyunda 17/25 Aralık soruşturma dosyaları olarak bilinen silahlı terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engelleme suçuna iştirak eden emniyet görevlilerini, yargı mensuplarını haberleştirerek örgütün amaçları doğrultusunda propaganda faaliyetleri yürüttükleri, bir kısım şüphelilerin örgüte ait şirketlere el konulmasını önlemek amacıyla devir işlemleri yaptığı ve mal kaçırma girişiminde bulundukları, ... terör örgütünün yayın organı olan veya yayın organı haline dönüşen bilahere 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan gazete, dergi ve ajans çalışanı olan şüphelilerin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün üyeleri oldukları yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller bulunduğu; suçun kanunda öngörülen ceza miktarı, işlendiği iddia edilen suçun önemli ve ciddi sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin 'kanun gereğince' var sayılan [suçlardan olduğu], soruşturmanın henüz tamamlanmaması nedeniyle şüphelilerin delilleri yok etme, gizleme, tanıklar üzerinde baskı oluşturma şüphesinin bulunduğu, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik önlemi değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinde ifade olunan 'ölçülülük' ilkesi uyarınca, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının bu aşamada soruşturmaya konu suç ve bu şüpheliler açısından 'yetersiz' kalacağı ve amaca hizmet etmeyeceği kanaatine varılarak ... tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu 11/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 15/8/2016 tarihinde "soruşturma aşamasında ele geçirilen deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; [başvurucunun da aralarında bulunduğu] şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunduğu, suçun 5271 Sayılı CMK'nun 100/3 maddesinde sayılan katalog suçlardan olması nedeniyle varolduğu kabul edilen tutuklama nedenlerinde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, işin önemi ve verilmesi beklenen ceza dikkate alındığında tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu, şüpheliler hakkında adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının bu aşamada yetersiz kalacağı, İstanbul Sulh Ceza Hakimliğinin ... kararının usul ve yasaya uygun bulunduğu" gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 10/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu dışında yirmi dokuz şüpheli hakkında da benzer suçlardan cezalandırma talebinde bulunulmuştur. İddianamede ilk olarak FETÖ/PDY'nin kuruluşu, amacı, yöntem ve stratejisi, hiyerarşik yapısı, istihbarat ağı, mali yapısı ve gelir kaynakları, silahlı gücü, emniyet ve yargı yapılanmasını kullanarak gerçekleştirdiği bazı yasa dışı faaliyetlere yönelik iddialara değinilmiştir. Sonrasında FETÖ/PDY'nin medyadaki yapılanmasına ve faaliyetlerine yer verilmiş; özellikle bu yapılanmanın medya unsurlarının kamuoyunca bilinen isimleriyle Tahşiye, 17/25 Aralık, MİT tırları ve Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu soruşturmalarına ilişkin etkilerine dair açıklamalar yapılmıştır. İddianamede, FETÖ/PDY'nin medya alanındaki yapılanmasına ilişkin hukuki değerlendirmeler özetle şöyledir: "Tarihi süreç içerisinde FETÖ-PDY’nin eğitim öğretim faaliyetleri kaliteli eğitim-öğretim kurumlarına giriş amacıyla hazırlık yapılan veya yabacı dil eğitiminin verildiği özel dershaneler, özel okullar (kolejler), yurtlar ve ışık evlerinde organize edilirken; muhtelif gazete, dergi, tv, radyo ve internet siteleri medya alanındaki örgütlenmede işlevsel bir rol oynadı. İddianamemize esas olan ve organizasyonun büyümesiyle birlikte Feza grubu çatısı altında örgütlenecek olan medya alanındaki faaliyetlerin nüvesini oluşturan Sızıntı dergisi ile birlikte 3 Kasım 1986 tarihinden itibaren Ankara’da yayımlanmaya başlanan ve 1987 yılında tamamen FETÖ-PDY’nin kontrolüne geçen Zaman gazetesi bu örgütün medyadaki 'amiral gemisi' haline geldi. FETÖ-PDY bundan böyle günlük olarak yayınlanacak, geniş kitlelere ulaşarak örgütsel faaliyetlerin propagandasını yapabilecek bir yayın organına sahip olmuştu.Başlangıçta özellikle 'İslami kesime yönelik yalan haberleri çürütmeye ve doğru haber yapmaya yönelik bir yayın politikası' izleyen Zaman gazetesi 1987 yılı içerisinde FETÖ-PDY önde gelenlerinden A.K. tarafından satın alındı ve İstanbul’a taşındı. A.K. ile birlikte örgüt liderinin yakın çevresinden Dr. İ.B. ve A.A. yayın politikalarını belirliyordu. Bu da FETÖ-PDY ile doğrudan bağlantılı olmayan isimlerin Zaman gazetesinden ayrılmasına ve bu gazetenin tamamen FETÖ-PDY’ye hizmet edecek bir yapıya sahip olmasına zemin hazırladı. Bu dönemlerde yeterli tiraja ve gelire sahip olmayan Zaman gazetesinin halktan toplanan ve 'himmet' adı verilen kayıt dışı bağışlarla ayakta kalabildiğini hem örgüt lideri Gülen hem de Zaman gazetesinin kurucu, yönetici ve yazarları çeşitli vesilelerle alenen ifade ve itiraf etmekten çekinmemişlerdir....1990’lardan itibaren medya alanındaki faaliyetlerini artıran FETÖ-PDY, medyayı adeta bir 'silah' olarak kullanmak suretiyle bilgi kirliliği ve manipülasyonlarla algı oluşturarak sistemli bir şekilde toplumu yönlendirmeye başladı. Artık Gülen sadece kendi yayın organlarında değil, diğer yayın organlarında boy göstermeye başlamış; sadece muhafazakar çevrelerde değil gerek yurt içinde gerekse yurtdışında çeşitli din, inanç ve düşüncelere mensup şahıslarla dirsek temasına geçmiş, örgütü destekleyebilecek tarzda düşüncelere sahip şahısları yazar olarak örgütüne katmıştır.1993 yılından itibaren Feza grup dünyaya açılmış; Zaman Romanya, Zaman Bulgaristan, Zaman Azerbaycan, Zaman Avrupa, Zaman Amerika, Zaman Benelux, Zaman Vandaag (Hollanda’da), Zaman Avusturya, Zaman Kazakistan, Zaman Kırgızistan, Zaman Makedonya ve Zaman Türkmenistan adlı gazeteler yayınlanarak muhtelif ülkelerde dağıtılmıştır....Feza grup bünyesinde toplumsal ve kültürel temaları işleyen Yeni Bahar adlı dergi, Zaman gazetesinin eki olarak Püff adlı mizah dergisi, Turkish Rewiev ve Cihan dergi gibi süreli yayınlarla birlikte Radyo Cihan, Irmak TV ve Cihan Network grubun medyadaki temsilcileri olarak kayıtlara geçmiştir.Dünyada ve Türkiye’de internet kullanım alanının son derece sınırlı olduğu bir dönemde (2 Aralık 1995); yayına başlayan www.zaman.com.tr ise 'Türkiye’de internetin ilk Türkçe gazetesi olması' dolayısıyla örgüte ciddi denilecek bir destek sağlamış, bu destek internetin yaygınlaşmasıyla birlikte üst düzeye ulaşmıştır....Yurtdışında muhtelif ülkelerde faaliyetlerde bulunan FETÖ-PDY bilhassa ticari yatırım yaptığı ve eğitim çalışmaları yürüttüğü ülkelerde medyanın gücünü kullanıyor; Zaman gazetesi 'örgütlenme aracı' olarak kullanılıyordu.2005 yılında Örgütün önde gelen üye ve finansörlerinden A.İ. tarafından satın alınan Bugün gazetesi de farklı bir kulvarda FETÖ-PDY’nin medya gücüne güç katmıştır....2007 yılından itibaren Türkiye’de İngilizce olarak yayımlanmaya başlanan Today’s Zaman (pazar günleri Sunday’s Zaman) ise yerli yazarlarla birlikte Türkiye ile ilgilenen ve dünyada tanınan yabancı siyasetçi, akademisyen, bürokrat, yazar, ve araştırmacıların yazılarına yer vererek örgüte farklı bir taban yaratmaya çalışmaktaydı....FETÖ/PDY, tabanı ile haberleşmeyi sağlamak, tabanını motive etmek ve çeşitli propaganda teknikleriyle kamuoyunu yanlış yönlendirebilmek amacıyla medyayı etkili bir şekilde kullanmıştır. Örgütün medyadaki en temel faaliyeti, örgüt amacı ve stratejisi doğrultusunda algı operasyonu yapmaktır. Bu yolla örgüt toplumdaki tepkiselliği yönlendirmekte kendisine meşruiyet alanı sağlamaya çalışmaktadır. Algı operasyonları yapılırken medya çok etkin kullanılmakla birlikte örgütsel faaliyetler çerçevesinde toplumun muhtelif kesim ve katmanlarına sızmış örgüt mensupları da bulundukları konuma göre dedikodu yaparak, istihbarat toplayarak, sahte delil üreterek, yargılama konularında örgüt menfaatini gözeterek veya maddi destek sağlayarak bu algıya destek olmuşlardır. Yapılan bu algı operasyonu, bireylerin objektif olmaktan uzaklaşarak örgüt ideolojisi ve amaçları doğrultusunda, örgüt gözüyle olaylara yaklaşmalarını ve dolayısıyla yanlış değerlendirme yapmalarını hedeflemektedir.Gülen tarafından düzenlenen 'sohbet' adlı örgüt propagandaları, örgütün medya organları tarafından geniş kitlelere iletilmekte, bu yöntemle toplum tabanında taraftar toplamaktan ziyade örgüt mensuplarına, örgüt dili ve jargonuyla gizli ya da açık talimatlar verilmektedir. Sohbetlerde dini bir konu anlatılıyormuş gibi yapılıp gerçekte siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik meselelerle birlikte örgütün geleceği ile ilgili konular işlenmekte, örgüt propagandası yapılmaktadır. Örgüt lideri medya üzerinden verdiği talimatlarla örgüt tabanını motive ederek harekete geçirmeyi hedeflemektedir.Bilhassa Zaman gazetesi FETÖ-PDY içi iletişimde önemli bir role sahip olup bu örgütün adeta sözcüsü idi. Nurcu hareketten ayrılan Gülen tarafından kurulan FETÖ-PDY bu ve benzeri hareketlerin kullandığı İslami dili tercih etmedi. İslami düşünceyi temsil ettiğini ileri süren FETÖ-PDY pragmatik kazanımlar uğruna İslam’ı doğrudan değil dolaylı yollardan anlatmayı, bazen de anlatmamayı tercih etti. Örgüt medyasında defaatle Gülen’in kendileri ile doğrudan ilgisi olmadığı savunulduğu halde örgüt medyası Gülen’in talimatları doğrultusunda hareket etmekte; yayın ilke ve prensipleri onun istediği şekilde belirlenmektedir.FETÖ-PDY kurucusu ve lideri Fetullah Gülen ile organik bağları aşikar olduğu halde Zaman gazetesinin imtiyaz sahipleri, yönetici ve yazarları samimiyetsiz bir şekilde bu bağları açıkça kabul etmemişler ve sadece kendisine ve düşüncelerine destek ya da sempatilerinin olduğunu ifade etmişlerdir. Malum olduğu üzere [bu medya grubu] 28 Şubat (1997) postmodern darbe sürecinde darbe rejimini destekleyen Gülen’in düşünceleri doğrultusunda yayın politikaları geliştirmişti. Yine 'dinler arası diyalog' düşüncesi kapsamında FETÖ-PDY lideri Gülen’in uluslararası bağlantılar kurmasını Zaman gazetesi imtiyaz sahipleri, yönetici ve yazarları sağlarken gazete de bu doğrultuda yayınlar yaparak örgütü alenen destekliyor, propagandasını yapıyordu. Bir dönem FETÖ-PDY içerisinde yer alan ancak Fetullah Gülen ile ilişkilerinin bozulması nedeniyle bu örgütle bağları kesilen Zaman gazetesinin eski genel müdürlerinden N., Zaman gazetesinin sayfa içeriklerinden manşetlerine kadar hemen hemen bütün içeriğinin doğrudan Gülen’in talimatları ve onayı doğrultusunda belirlendiğini 2005 yılında Türkiye’de, ilk defa olmak üzere dile getirerek malumu ilan etmiştir. 17-25 Aralık 2013 komplo teşebbüsleri sonrasında örgütten ayrılan ve Gülen’e çok yakın oldukları bilinen şahıslar da bu ifadelerin doğruluğunu desteklemişlerdir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2014/133596 sayılı soruşturma kapsamında Gülen ile örgütün yayın organlarından olan Samanyolu TV yöneticisi H.K.'nın arasındaki konuşmalar medya temsilcilerinin Gülen’den nasıl talimat ve onay aldıklarını gözler önüne sermektedir. Sözkonusu konuşmada H. K.’nın, Gülen’in onayı ve talimatı doğrultusunda 'Şefkattepe' dizisinin formatında değişikliğe giderek sonraları örgütün algı operasyonlarını yürütecek 'karanlık kurul' adı verilen sahneleri oluşturduğu anlaşılmaktadır.Yine ikili arasındaki başka bir konuşmada, H.K'nın 'Şefkattepe' adlı dizi senaryosunun önemli ve örgüt açısından etkili bir bölümünü Gülen’in onayına sunduğu görülmektedir. Senaryo metninde dersaneler meselesinin işleneceği anlaşılmakta olup Gülen’in ifadelerinden E.’nın [Bu kişi Zaman gazetesinin uzun yıllar genel yayın yönetmenliğini yapan bir şahıstır.] da bu meseleyi örgüt medyasına bağlı Zaman gazetesinde işlemek amacıyla müsaade ve onay istediği tespit edilmekte ve Gülen’in bu meselenin 'yumuşakça' işlenmesine onay verdiği görülmektedir.Sözkonusu görüşmeler sonrasında 'Şefkattepe' adlı dizide ve Zaman gazetesinde dershaneler meselesi Gülen’in talimatları doğrultusunda 'yumuşakça' işlenmeye başlamıştır ki, bu durum örgüt medyasının örgüt açısından hayati derecede önem taşıyan yayınlarının, örgüt liderinin talimatlarına göre şekillendirildiğini açıkça ortaya koymaktadır....Ayrıca başta H.G. olmak üzere FETÖ-PDY medyasında üst düzey yöneticilik yapan şahıslar, gerek tanık olarak verdikleri ifadelerde gerekse kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda Zaman gazetesinde görev yaptıkları dönemlerde örgüt medyasında yayınlanacak olan ve örgüt için önem derecesi yüksek yazıların Fetullah Gülen'in onayı alınarak yayınlandığını belirtmişlerdir. Örgüt medyasına bağlı televizyon ekranlarında yer alan dizi senaryolarının Gülen’in onayı dahilinde belirlendiğine şahit olduğunu sözlerine ekleyen H.G., örgüt medya organlarının yazılı ve görsel yayınlarına Gülen tarafından 'ekleme, çıkarma, düzeltme, değiştirme ve sansür' uygulandığını, bu şekilde onun yayınlara müdahale ettiğini ve yayınları yönlendirdiğini vurgulamıştır. ..." Cumhuriyet savcısı; başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin FETÖ/PDY'nin medya gücünü oluşturduklarını, örgütün genel amacı doğrultusunda anayasal düzeni, TBMM'yi ve Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmak için örgüt stratejisi içinde rollerini yerine getirerek üzerlerine atılı suçları işlediklerini ileri sürmüştür. Başvurucunun da aralarında bulunduğu şüpheliler yönünden Savcılık tarafından yapılan hukuki değerlendirmenin ilgili bölümü şöyledir: "...Şüpheliler S.Y., H.T., A.S., A.G., K., Mehmet Özdemir, F.A., A., Y., Z.Ö., Ş.Y., H.T., H.B., O.K., İ.K., A.H.Ç., A.İ., S.S., O.N.Ö., O.N.A.'ın FETÖ-PDY medya kuruluşları olan Feza Gazetecilik A.Ş., Cihan Medya Dağıtım A.Ş., Cihan Haber Ajansı, Fia Prodüksiyon Radyo ve Televizyon Reklam Organizasyon İletişim San. Ve Tic. Ltd. Şti., Irmak Radyo TV Hizmetleri A.Ş., Dünya Dağıtım A.Ş. bünyesinde yönetici ve çalışan oldukları FETÖ-PDY terör örgütünün yukarıda anlatılan genel amaçlarına ulaşmak için medya gücüne düşen görevi yerine getirdikleri bu kapsamda yukarıda bahsedilen ve sorumlu oldukları tüm eylemleri ve usulsüzlükleri gerçekleştirdikleri,...Bu şekilde ... şüphelilerin FETÖ-PDY silahlı terör örgütünün medya gücünü oluşturdukları ... üzerlerine atılı suçları işledikleri anlaşılmıştır." İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 24/4/2017 tarihinde, iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/112 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkemece yapılan tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ve tensip zaptı ile iddianamenin başvurucuya tebliğ edilmesine karar verilmiştir. Başvurucunun bulunduğu ceza infaz kurumu tarafından 3/5/2017 tarihinde başvurucuya tensip zaptı, iddianame ve tüm dosya evraklarını içinde barındıran CD tebliğ edilmiştir. Mahkemece 18/10/2017 tarihinde yapılan inceleme sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu, tutukluluğun devamına dair bu karara 30/10/2017 tarihinde itiraz etmiş; İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 10/11/2017 tarihinde itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Anılan karar başvurucuya 15/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu 11/5/2018 tarihli duruşmada tahliye edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 6/7/2018 tarihinde başvurucunun isnat edilen tüm suçlardan beraatına karar vermiştir. Başvurucu hakkında verilen beraat hükmü Cumhuriyet Savcısınca istinaf edilmiş olup, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla yargılama dosyası halen İlk Derece Mahkemesindedir. 5271 sayılı Kanun'un "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin (1), (3) ve (5)numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.... (3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.... (5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, ...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 5271 sayılı Kanun'un "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir. (2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir:... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),... (3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz. (4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir..." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Anayasayı ihlal" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar." 5237 sayılı Kanun'un "Yasama organına karşı suç" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılırlar." 5237 sayılı Kanun'un "Hükûmete karşı suç" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir." 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Ceza mahkemelerinin kuruluşu" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Ceza mahkemeleri, her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulur. ...İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde ceza mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde ihtisaslaşmanın sağlanması amacıyla, gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak daireler arasındaki iş dağılımı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenebilir...." 5235 sayılı Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler, askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır." Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Birinci Dairesinin 17/2/2015 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 12/2/2015 tarihli ve 224 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:  “Anayasamızın 37 nci maddesinde düzenlenen ve teminat altına alınan 'Kanuni hâkim güvencesi' ilkesine uygun olarak, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen usûl ve esaslarla yargılama yapan ihtisas mahkemelerinin oluşturulduğu; bu mahkemelerin görev ve yetkilerinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda belirtilen kurallara tâbi olacağı, özel yetkili yeni mahkemelerin kurulmasının söz konusu olmadığı, aksine ceza mahkemelerinde ihtisaslaşmanın sağlanmasının amaçlandığı, bu bağlamda; ihtisaslaşma ile mahkemelerin kanunla belirlenmiş görevlerinin değiştirilmesi söz konusu olmadan mahkemeler arasında sadece 'iş bölümü' esasının getirildiği, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga 250 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun mülga 10 uncu maddesiyle görevlendirilen, bilahare (02/07/2012 tarihli ve 6352 ile 21/02/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’larla) kaldırılan ağır ceza mahkemelerinde olduğu gibi birden fazla mahallin tek bir mahallin yargı alanına bağlanmasının söz konusu olmadığı, bir başka ifadeyle yargı çevresiyle ilgili bir değişikliğin yapılmadığı, keza usûl hükümleri bakımından da özel bir düzenlemenin getirilmediği, genel hükümlerin uygulanmasına devam edileceği,...Bu çerçevede, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç), örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçu ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun kapsamına giren suçlar bakımından ihtisaslaşmanın getirildiği, böylelikle anılan suçlarla mücadelede önemli bir adımın atıldığı ve hâkimlerin belli alanlarda uzmanlaşmasının sağlanarak yargılamanın daha hızlı bir biçimde bitirilmesinin söz konusu olabileceği,...Bu itibarla,A-) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılacak davalara;...b-) İstanbul 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 18, ve 21 inci Ağır Ceza Mahkemelerinin eski mahkeme oluşları, iş yoğunlukları, ve bu mahkemelerde görülen davaların nitelikleri dikkate alınarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesi'nin mezkur 03/04/2014 tarihli ve 737 sayılı kararı uyarınca tevziye kapatılmalarına karar verilmesi ile İstanbul 8 inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin sadece bankacılık suçlarına bakması hususları birlikte gözönünde bulundurularak, bu mahkemelerde oluşabilecek iş yükünü engellemek için İstanbul 13 ve 14 üncü Ağır Ceza Mahkemelerinin,...Bakmasına ...”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37283
Başvuru, gözaltı süresinin makul olmaması, gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, soruşturma aşamasında tutukluluğa itirazın ve tahliye taleplerinin bağımsız ve tarafsız hâkim güvencelerine aykırı olan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması, kovuşturma aşamasında tutukluluğa ilişkin kararların doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş, tarafsız ve bağımsız olmayan ağır ceza mahkemelerince verilmesi ve soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; gazetecilik faaliyeti kapsamındaki eylemlerin tutuklamaya konu edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin; müdafi hukuki yardımından gereği gibi yararlanılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; isnat edilen suçlamaların işlendiği dönemde kurulu olmayan bir mahkemede yargılamanın yapılması nedeniyle eşitlik ilkesinin; hukuka aykırı arama kararlarına dayanılarak üzerinin aranması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; gözaltı sürecindeki bazı uygulamalar nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/35505
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın , , ve maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 13/2/2014 tarihinde Mersin İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 17/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 21/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 14/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 30/5/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM SEN) üyesi bir kamu görevlisidir. EĞİTİM SEN Yönetim Kurulunun 6/3/2012 tarihli kararı ile 28 ve 29 Mart 2012 tarihlerinde tüm ülke çapında “uyarı grevi” adı altında işe gelmeme eylemi yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bahsi geçen tarihlerde işe gelmemiştir. Başvurucunun görev yaptığı Tarsus İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, eyleme katılan tüm sendika üyeleri hakkında yürüttüğü idari soruşturma sonucunda 18/5/2012 tarihli kararı ile “28-29 Mart 2012 tarihlerinde mazeretsiz olarak göreve gelmediği” gerekçesiyle başvurucuyu uyarma cezası ile cezalandırmıştır. Başvurucunun söz konusu karara yapmış olduğu itiraz Mersin Valiliğinin 13/6/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu, hakkında verilen disiplin cezasının iptali istemiyle 20/7/2012 tarihinde idare mahkemesine iptal davası açmış; Mersin İdare Mahkemesi, 28/12/2012 tarihli kararı ile davayı kabul ederek işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı idare, ilk derece mahkemesinin kararına itiraz etmiş, Adana Bölge İdare Mahkemesi 19/9/2013 tarihli kararı ile itirazı kabul ederek İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuş ve davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi de Adana Bölge İdare Mahkemesinin 16/1/2014 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bölge İdare Mahkemesinin ilamı, başvurucuya, 7/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 13/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Toplu eylem ve hareketlerde bulunma yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Devlet memurlarının kamu hizmetlerini aksatacak şekilde memurluktan kasıtlı olarak birlikte çekilmeleri veya görevlerine gelmemeleri veya görevlerine gelipte Devlet hizmetlerinin ve işlerinin yavaşlatılması veya aksatılması sonucunu doğuracak eylem ve hareketlerde bulunmaları yasaktır”. 657 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Devlet memurlarına verilecek disiplin cezaları ile her bir disiplin cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …C - Aylıktan kesme: Memurun, brüt aylığından 1/30 - 1/8 arasında kesinti yapılmasıdır. Aylıktan kesme cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır: …b) Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,…” 657 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezalarına karşı disiplin kuruluna, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karşı yüksek disiplin kuruluna itiraz edilebilir.İtirazda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren yedi gündür. Süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir.İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin kendilerine intikalinden itibaren otuz gün içinde kararlarını vermek zorundadır.İtirazın kabulü hâlinde, disiplin amirleri kararı gözden geçirerek verilen cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler.Disiplin cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 22/5/2013 tarih, 2009/63 Esas ve 2013/1998 Karar sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“…Uyuşmazlıkta, davacının, üyesi bulunduğu sendikanın yetkili kurullarınca alınan karara uyarak 11/12/2003 tarihinde 1 gün göreve gelmeme eyleminin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125/C-b maddesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tespiti önem taşımaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü”nün düzenlendiği maddesinde; herkesin asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahip olduğu, bu hakların kullanılmasının, demokratik toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlandırılabileceği, bu maddenin, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel olmadığı kuralına yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 15/09/2009 tarihli, Kaya ve Seyhan - Türkiye kararında (application no. 30946/04); Eğitim-Sen üyesi öğretmenlere, 11/12/2003 tarihinde KESK’in çağrısına uyarak, parlamentoda tartışılmakta olan kamu yönetimi kanun tasarısını protesto etmek üzere düzenlenen bir günlük ulusal eyleme katılmaları nedeniyle 11/12/2003 tarihinde göreve gelmedikleri için uyarma cezası verilmesinin, her ne kadar bu ceza çok küçük olsa da, sendika üyelerinin çıkarlarını korumak için meşru grev ya da eylem günlerine katılmaktan vazgeçirecek bir nitelik taşıdığı, öğretmenlere verilen disiplin cezasının “acil bir sosyal ihtiyaca” tekâbül etmediği ve bu nedenle “demokratik bir toplumda gerekli” olmadığı sonucuna varmış, bunun sonucu olarak, bu davada, başvuranların AİHS’nin maddesi anlamında gösteri yapma özgürlüğünü etkili bir şekilde kullanma haklarının orantısız olarak çiğnendiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durumda, davacının, sendikal faaliyet gereği, 11/12/2003 tarihinde göreve gelmeme eyleminin özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği ve sendikal faaliyet kapsamında bir gün göreve gelmemek fiilinin mazeret olarak kabulü gerektiğinden, disiplin suçu teşkil etmeyen eylem nedeniyle davacıya 657 sayılı Kanunun 125/C-b maddesi uyarınca aylıktan kesme cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır.…”
Sendika hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1948
Başvurucu, üyesi olduğu sendikanın tüm Türkiye’de yaptığı göreve gelmeme çağrısına katılarak görevine gelmediğini, ancak mazeretsiz olarak göreve gelmediği gerekçesiyle uyarma cezası verildiğini, sendikal faaliyetlere katılması nedeniyle ceza verilmesinin Anayasa’nın 10. , 36. , 40. ve 90. maddeleri ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, Gezi Parkı olaylarını protesto etmek için düzenlenen yürüyüşe katılma neticesinde mahkûmiyete karar verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 16/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. Başvurucu İrfan Gül'ün 2014/10697 numaralı başvurusu ile başvurucu Ali Orak'ın 2014/10626 numaralı başvurusu arasında konu yönünden irtibat bulunduğu anlaşıldığından 2014/10626 numaralı başvuru dosyasında birleştirilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ali Orak öğretmen olarak, diğer başvurucu İrfan Gül ise işçi olarak Kahramanmaraş'ın Nurhak ilçesinde görev yapmaktadır. Başvuru konusu olay tarihinde başvurucu Ali Orak, Eğitim-Sen üyesi; diğer başvurucu İrfan Gül, Ezilenlerin Sosyalist Partisi Nurhak ilçe temsilcisidir. Başvurucular, İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre düzenlemelerine karşı başlayan ve Türkiye’nin birçok iline yayılan olayları protesto etmek, polisin aşırı güç kullanımına ve Hükûmetin bu duruma kayıtsız kalmasına tepki göstermek amacıyla bulundukları ilçede 21/6/2013 ve 22/6/2013 tarihlerinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmışlardır. Nurhak İlçe Emniyet Amirliğinin 21/6/2013 tarihinde gösteriye ilişkin olarak hazırladığı tutanak şöyledir:"21/6/2013 günü edinilen bilgilere göre Nurhak Eğitim-Sen İlçe Temsilciliği ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi ilçe Temsilciliği organizesinde saat 19:30'da İstanbul Taksim Gezi Parkındaki olayları protesto etmek amacıyla idaremiz Pınarbaşı Mahallesi Meydanından ilçe merkezine doğru yürüyüş yapacakları bilgisi alınması üzerine gerekli güvenlik tedbirleri alınmış, aynı gün saat: 30 sıralarında Pınarbaşı Mahallesi meydanında yaklaşık 70 kişinin toplandığı ve saat: 19:45 sıralarında araç ve yaya trafiğini aksatmadan Mahalle ara sokaklarını kullanarak yaklaşık 2 km mesafede yürüyüşe geçtikleri ve saat 20:05 sıralarında havanın karardığı görülmüş, yürüyüş esnasında ellerinde yaklaşık 60x150cm ebatlarında "faşizme teslim olmayacağız" ibareli afiş ile birlikte Seyitaliler Mahallesi Edison Caddesini takiben yürüdükleri esnada sayıları sonradan katılımlarla yaklaşık 120 kişiyi bulduğu, yürüdükleri sırada ellerinde bulunan tencere ve tavaları kaşıkla çalarak, elindeki megafonla Nurhak Eğitim Sen İlçe Temsilcisi öğretmen [A.Ç.nin] grubu yönlendirdiği ve "Her yer Taksim, Her Yer Direniş, Faşizme karşı omuz omuza, gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek, Halka uzanan eller kırılsın, Mustafa Kemal'in askerleriyiz, Katil Polis hesap verecek, Nurhak uyuma sokağa sahip çık, Tayyip saysana kaç kişiyiz baksana" şeklinde slogan attıkları,... Nurhak Eğitim-Sen üyesi Ali Orak, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) üyesi İrfan gül, isimli şahısların yürüyüş yapan grubu yönlendirdiklerinin görüldüğü ve [Atatürk Bulvarına] saat: 40 sıralarında gelerek yürüyüşü sonlandırmışlardır. Ardından yaklaşık 120 kişilik grup 20-25 dakika bekledikten sonra saat: 05 sıralarında olaysız dağılmışlardır." Olaya ilişkin Nurhak İlçe Emniyet Amirliğinin hazırladığı 28/6/2013 tarihli fezlekede gösterici grubun trafiği aksatmadığı ve taşkınlık yapmadığı belirtilmiştir. Nurhak İlçe Emniyet Amirliğinin 22/6/2013 tarihinde gösteriye ilişkin olarak hazırladığı tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"Olay tarihinde Nurhak Eğitim-Sen İlçe Temsilciliği ve Ezilenlerin Sosyalist Partisi ilçe Temsilciliği organizesinde saat 19:30'da İstanbul Taksim Gezi Parkındaki olayları protesto etmek amacıyla Karaçar Mahallesi, Han Caddesi, İskender Sokak üzerinden, ilçe merkezine doğru yürüyüş yapacakları bilgisi alınması üzerine gerekli güvenlik tedbirlerinin alındığı, saat 19:15 sıralarında İskender Sokak üzerinde yaklaşık 40 kişinin toplandığı ve saat 19:30 sıralarında araç ve yaya trafiğini aksatmadan Atatürk bulvarını kullanarak yaklaşık 1 km mesafede yürüyüşe geçtikleri ve saat 20:05'de havanın karardığı, yürüyüş esnasında ellerinde 3 adet yaklaşık 60x150 cm ebatlarında "faşizme teslim olmayacağız", '' Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz'' ''Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek, halka uzanan eller kırılsın, Mustafa Kemal'in askerleriyiz, katil polis hesap verecek, Nurhak uyuma sokağa sahip çık, Nurhak uyuma susanlardan olma, ....'' ibareli afişler ile birlikte slogan attıkları, sonradan katılımlarla gösterilicilerin sayılarının 100 kişiyi bulduğu, yürüdükleri sırada ellerinde bulunan tencere ve tavaları kaşıkla çalarak, elindeki megafonla Nurhak Eğitim Sen İlçe Temsilcisi Öğretmen Abdurrahman Ebuhamza Çelik'in grubu yönlendirdiği ve grubun slogan attığı, [A.Ç.], Ali Orak ve İrfan Gül'ün yürüyüş yapan grubu yönlendirdikleri belirtilmiştir." Elbistan Cumhuriyet Başsavcılığı 9/7/2013 tarihli ve E.2013/1193 sayılı iddianameyle başvurucular hakkında zincirleme şekilde kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme ve yönetme suçundan 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun "Yasaklara aykırı hareket" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Zincirleme suç" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Elbistan Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığı olaylara ilişkin olarak gösteriye katılan diğer kişiler hakkında 9/7/2013 tarihinde ek kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"21/06/2013 ve 22/06/2013 tarihlerinde, Nurhak ilçe merkezinde, İstanbul Taksim Gezi parkında yaşanan olayları protesto etmek ve destek olmak amacıyla haklarında iddianame tanzim edilen Ali Orak, İrfan Gül ve [A.Ç.] tarafından düzenleme kurulu oluşturulmadan, mülki amire yapılması gereken bildirimlerin yapılmadan zaman şartına uyulmadan ve daha önceden mülki amirlik tarafından belirlenen toplantı yeri ve gösteri yürüyüşü güzergahı kullanılmadan düzenlenen ve yönlendirilen toplantı ve gösteri yürüyüşüne yaklaşık 120 kişinin katıldığı, bu kişilerin ellerinde bulunan tencere ve tavaları kaşıkla çaldıkları ve slogan attıkları, grubun trafiği engellemediği ve taşkınlık yapmadığı, Nurhak İlçe Emniyet Amirliği'nin 05/07/2013 tarihli tutanağı uyarınca toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanların oluşturduğu grubun dağılması konusunda herhangi bir ikazın yapılmadığı ve grubun dağıtılması için zor kullanılmadığı, şüphelilerin üzerine atılı kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılma suçunun oluşabilmesi için 2911 sayılı yasanın 32/ maddesi uyarınca kolluk tarafından yapılan ihtara ve zor kullanmaya rağmen katılanların dağılmamakta ısrar etmelerinin gerektiği, ancak yukarıda yazılı kolluk tutanağından açıkça anlaşıldığı üzere ilgili kolluk tarafından herhangi bir ihtar ve zor kullanma yapılmadığı için müsnet suçun unsurları itibariyle oluşmadığıtüm dosya kapsamından anlaşılmakla, ... [kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir]." Elbistan Asliye Ceza Mahkemesi 21/2/2014 tarihli ve E.2013/452, K.2014/138 sayılı kararıyla başvurucuların zincirleme şekilde kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme ve yönetme suçlarından 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermişve başvurucuların yeniden suç işlemeyeceği kanatine vararak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları gereği verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kararvermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Yapılan yargılama, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde; Sanık [A.E.Ç] Eğitim Sen Sendikası, Nurhak İlçe Temsilcisi, Ali Orak'ında Ezilenlerin Sosyalist Partisi Nurhak İlçe Temsilcisi oldukları, İstanbul Taksim Gezi Parkında yaşanan olayları protesto etmek ve destek olmak amacıyla 21/06/2013 ve 22/06/2013 tarihlerinde düzenleme kurulu oluşturmadan, mülki amire yapılması gereken bildirimleri yapmadan, daha önceden mülki amirlik tarafından belirlenen toplantı yeri ve gösteri yürüyüşü güzergahını kullanmadan ve zaman şartına uymadan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenledikleri ve yaklaşık 120 kişilik grubu yönlendirdikleri, her ne kadar sanıklar mahkememizdeki savunmalarında kendiliğinden toplanan ve yürüyüş yapan kitleye katıldıklarını, yürüyüşü organize etmediklerini beyan etmemiş iseler de, sanıklar [A.Ç.E.] ve Ali Orak'ın soruşturma aşamasındaki beyanlarında halktan gelen talep ve istek üzerine Nurhak merkezde yürüyüş yapma kararı aldıklarını beyan ettikleri, Dosyada mevcut 21/06/2013 ve 22/06/2013 tarihli tutanaklarda sanıkların toplanan grubu yönlendirdiklerinin belirtildiği, yine dosyada mevcut Nurhak İlçe Emniyet Amirliği tarafından düzenlenen fezlekelerde yer alan ve yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin fotoğraflarında da sanıkların ayrı ayrı grubu yönlendiren şahıslar olduklarının tespit edildiği anlaşılmakla, sanıkların cezadan kurtulmaya yönelik mahkememizdeki savunmalarına itibar edilmeyerek sabit görülen zincirleme şekilde kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenlemek ve yönetmek suçlarından cezalandırılmaları yoluna gidilmiştir." Anılan karara başvurucular tarafından yapılan itiraz, Elbistan Ağır Ceza Mahkemesinin 29/4/2014 tarihli ve 2014/227 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu karar, başvurucular vekiline 16/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 16/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 2911 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Bu Kanuna göre yapılacak toplantılar, fiil ehliyetine sahip ve onsekiz yaşını doldurmuş, en az yedi kişiden oluşan bir düzenleme kurulu tarafından düzenlenir. Bu kurul, kendi aralarından birini başkan seçer. Diplomatik dokunulmazlıkları bulunan kişiler, düzenleme kurulu başkan veya üyesi olamazlar.Tüzel kişilerin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemeleri, yetkili organlarının kararına bağlıdır." 2911 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Toplantı yapılabilmesi için, düzenleme kurulu üyelerinin tamamının imzalayacakları bir bildirim, toplantının yapılmasından en az kırksekiz saat önce ve çalışma saatleri içinde, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valilik veya kaymakamlığa verilir.Bu bildirimde;a) Toplantının amacı,b) Toplantının yapılacağı yer, gün, başlayış ve bitiş saatleri,c) Düzenleme kurulunun başkan ile üyelerinin açık kimlikleri, meslekleri ikametgahları ve varsa çalışma yerleri,Belirtilir ve bildirime yönetmelikte gösterilecek belgeler eklenir.Bu bildirim karşılığında gün ve saati gösteren alındı belgesi verilmesi zorunludur.Bu bildirim, valilik veya kaymakamlıkça kabul edilmez veya karşılığında alındı belgesi verilmez ise keyfiyet bir tutanakla tespit edilir. Bu halde noter vasıtasıyla ihbar yapılır. İhbar saati bildirimin verilme saati sayılır.Aynı yerde, aynı gün toplantı yapmak üzere ayrı ayrı düzenleme kurullarınca bildirim verilmişse ilk verilen bildirim geçerlidir. Diğerlerine durum hemen yazılı olarak bildirilir." 2911 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:  “a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;b) (Değişik bent: 30/7/1998 tarih ve 4378 sayılı Kanun’un 1 md.) Ateşli silahlar veya patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,c) 7 nci madde hükümleri gözetilmeksizin,e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,f) 4 üncü madde ile Kanun kapsamı dışında bırakılan konularda kendi amaç, kural ve sınırları dışına çıkılarak,g) Kanunların suç saydığı maksatlar için,h) Bildirimde belirtilen amaç dışına çıkılarak,İ) Toplantı ve yürüyüşün 14, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddelere dayanılarak yasaklanması veya ertelenmesi halinde tespit edilen erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden,j) (Değişik bent: 2/3/2014 tarih ve 6529 sayılı Kanun’un md) 12 nci madde gereğince toplantının dağılmasına karar verilmesi hâlinde,k) 21 inci madde hükmüne aykırı olarak,l) 3 üncü maddenin 2 nci fıkrası hükmüne uyulmadan, Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.” 2911 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:  “Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 5237 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:  “(1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. (Ek cümle: 29/06/2005-5377 S.K./mad) Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.” 5271 sayılı Kanun'un maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları şöyledir:"(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.  (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “ Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan haklarını kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinde düzenlenen barışçıl toplanma özgürlüğünün geniş anlamda örgütlenmeyi, yürüyüş veya gösteriye katılmayı (Irkçılığa ve Faşiszme Karşı Hristiyanlar/Birleşik Krallık, B. No: 8440/78, 16/7/1980), hareketsiz toplanmaları ve oturma eylemlerini (G./Almanya, B. No: 13079/87, 6/3/1989), resmî veya gayriresmî özel veya herkese açık organizasyonları kapsadığını kabul etmektedir. Sözleşme'nin maddesi barışçıl toplanmaları koruma altına almaktadır. maddenin kapsamının bu temel sınırlaması, şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösterileri barışçıl toplanma kavramı dışında bırakmaktadır (Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B. No: 29221/95 ve 29225/95, 2/10/2001, § 77; Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan, B. No: 44079/98, 20/10/2005, § 99). AİHM, maddede korunan haklara keyfî müdahalenin engellenmesi için taraf devletlerin negatif yükümlülüğünün olduğunu belirtmiştir (Wilson, Gazeteciler Ulusal Birliği ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96 ve 30678/96, 2/7/2002, § 41). Bu müdahale etmeme yükümlülüğünün istisnası maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sınırlama sebepleridir. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 41). Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasa dışı olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz (Oya Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01, 5/12/2006, § 39). Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Achouguian/Ermenistan, B. No: 33268/03, 7/7/2008, § 90; Berladir ve diğerleri/Rusya, B. No: 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye, B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 29). Diğer taraftan toplantı hakkındaki sınırlama kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki bazı önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması sırasında veya kullanılmasından sonra yapılan muameleleri de kapsar (Ezelin/Fransa, § 39).
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/10626
Başvuru, Gezi Parkı olaylarını protesto etmek için düzenlenen yürüyüşe katılma neticesinde mahkûmiyete karar verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 18/7/2014 tarihinde dava açmıştır. Yargılama devam etmektedir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 20/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/17572
Başvuru, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmini talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, idari yargıda açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların yakını 1979 doğumlu E., 22/9/2007 tarihinde ikamet ettiği evden çıkmış, 23/9/2007 günü saat 00 sıralarında Yüksekova-Dağlıca kara yoluna yakın bir yerde ölü olarak bulunmuştur. Aynı gün yapılan otopsi işlemi sonucunda E.nin ensesinden ve başından giren mermi çekirdeklerinin oluşturduğu harabiyet nedeniyle yaşamını yitirdiği anlaşılmıştır. Olay hakkında Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında E.nin terör örgütü PKK tarafından öldürüldüğüne işaret eden önemli veriler elde edilmiştir. Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı, elde ettiği bu verileri değerlendirerek olayı soruşturma yetkisinin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun mülga maddesi gereğince Van Cumhuriyet Başsavcılığında olduğu sonucuna ulaşmış ve soruşturma evrakını Van Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı bu kararında diğer bazı delillerin yanı sıra PKK terör örgütünün yayın organlarında E.nin JİTEM (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele) elemanı olduğu gerekçesiyle PKK tarafından öldürüldüğü yönünde yapılmış haberlere dayanmıştır. Bu karar üzerine Van Cumhuriyet Başsavcılığı 7/7/2008 tarihinde, Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı emrinde görevli E.Ş.nin ifadesini almıştır. E.Ş. bu ifadesinde E.nin kayıtlı haber elemanı olarak kullanıldığını belirtmiştir. Başvuru formu ve eklerinde, terör örgütü tarafından başvuruculara gönderildiği anlaşılan ve başvurucuların yakınının devlet adına çalıştığı için terör örgütü tarafından öldürüldüğünü ifade eden 2008 yılında hazırlanmış bir yazı da bulunmaktadır. Başvurucular olay hakkındaki ceza soruşturmasında daimî arama kararı verilerek fail ya da faillerin bulunmasına çalışıldığını, soruşturmanın devam ettiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular; yakınları E.nin devlet adına çalışması nedeniyle PKK tarafından öldürüldüğünü, bu sebeple somut olayda idarenin kusursuz sorumluluğunun bulunduğunun açık olduğunu ileri sürerek 25/1/2010 tarihinde İçişleri Bakanlığına müracaat etmiş ve bu olay nedeniyle ortaya çıkan zararlarının tazmin edilmesi talebinde bulunmuşlardır. İçişleri Bakanlığı 4/2/2010 tarihinde başvurucuların dilekçe ve eklerini gereği için Hakkâri Valiliğine göndermiştir. Hakkâri Valiliği Zarar Tespit Komisyonu 18/2/2010 tarihinde başvurucuların dilekçeleri hakkında kendilerince yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığına karar vermiştir. Başvurucular, bunun üzerine Van İdare Mahkemesinde dava açmış ve toplam 000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle devletin stratejik bir coğrafyada çalışan yakınlarının can güvenliğini sağlamak için gerekli özen ve dikkati göstermediğini, ölüm olayında idarenin kusurunun bulunduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular, devletin somut olayda kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince de sorumlu olduğunu iddia etmişlerdir. Van İdare Mahkemesi 8/10/2010 tarihinde davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"(...)Olayda, 2007 tarihinde davacılar yakını [E.nin] yasadışı terör örgütü mensupları tarafından, Devlet adına çalışan birisi olarak bilinmesi nedeniyle öldürüldüğünden bahisle zarara uğradıklarını ileri süren davacıların, olayın meydana geldiği 2007 tarihinden çok sonra 2010 tarihinde İçişleri Bakanlığı'na başvurdukları anlaşılmış olup, davacıların yakınlarının terör örgütü mensupları tarafından öldürüldüğünü öğrendikleri 2007 tarihinden itibaren 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinde bahsi geçen 1 yıllık süre içerisinde idareye başvurarak başvurunun kısmen ya da tamamen reddi üzerine dava açmaları gerekirken, bu gereğe uyulmadığı, ayrıca 5233 sayılı Yasa uyarınca Hakkkari Valiliği Zarar Tespit Komisyonu'na herhangi bir başvuru yapılmadığı anlaşılmış olup sözkonusu süreleri geçirdikten sonra 2010 tarihinde yapılan başvurunun reddi üzerine 2010 tarihinde açılan bu davada süre aşımı bulunduğundan işin esasının incelenmesine olanak bulunmamaktadır." Başvurucular, açtıkları davanın süre aşımından reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, bir yıllık sürenin eylemin idariliğinin ortaya konulmasından sonra işlemesi gerektiğini belirterek kararı temyiz etmişlerdir. Başvurucular temyiz dilekçesinde özetle eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olarak 22/9/2007 (E.nin ölüm tarihi) tarihinin esas alınmasının hatalı olduğunu, somut olayda eylemin idariliğinin yakınları E.nin ölümünün güvenlik güçlerinin zaafiyetinden kaynaklanıp kaynaklanmadığına göre belirlenebileceğini, eylemin idariliğinin olay hakkındaki ceza soruşturması sonucunda verilen kararın kesinleşmesiyle ortaya çıkacağını, olay hakkındaki ceza soruşturması derdest olduğundan tazminat talebi yönünden başlamış bir süreden bahsetmenin mümkün olmadığını ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca dava dilekçesinde belirttikleri hususları yinelemişlerdir. Danıştay Onuncu Dairesi 21/1/2015 tarihinde ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karar 25/3/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 17/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. İlgili hukuk için bkz. Hasan Oğuz ve diğerleri, B. No: 2015/2700, 7/2/2018, §§ 21-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6888
Başvuru, idari yargıda açılan tam yargı davasının süre aşımından reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bir internet sitesinde yayımlanan yazısındaki ifadeleri sebebiyle Türk Silahlı Kuvvetleri sosyal tesislerine girişi süresiz yasaklanan başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 28/1/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılması kararlaştırılmıştır. Bölüm Başkanı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1963 doğumlu olup otuz bir yıl boyunca Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde astsubay olarak hizmet vermiş ve 2011 yılında emekli olmuştur. Başvurucu emekli olduğu dönemde emekliassubaylar.org isimli internet sitesinde 13/3/2014 tarihinde "Zihniyet Sürgünü" isimli bir yazı yayımlamıştır. Mezkûr yazıda Genelkurmay Başkanlığı aleyhine ifadeler kullandığı gerekçesiyle TSK bünyesinde oluşturulan Kurul tarafından başvurucunun 14/3/2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere TSK sosyal tesislerine girişinin süresiz yasaklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu, ordu evine girmek istediğinde kendisine ordu evi ve sosyal tesislere girişi yasaklı olanlar listesinde olduğunun bildirilmesiyle söz konusu karardan haberdar olmuştur. Bunun üzerine başvurucu, ordu evlerine ve diğer askerî tesislere girişinin süresiz yasaklanması kararının kaldırılması için Genelkurmay Başkanlığına başvurmuştur. Başvurucunun bu yöndeki talebi reddedilmiştir. Bahsi geçen yasaklama kararının ölçülü olmadığını, eylemin nitelendirilmesinde takdir hatası bulunduğunu savunan başvurucu, idari işlemin iptali için İdare Mahkemesine başvurmuştur. İlk derece mahkemesi Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin yetki ve görev alanına girdiği gerekçesiyle davayı usulden reddetmiştir. Askerî yargının kaldırılması üzerine dosya yine İdare Mahkemesi tarafından incelenmiş ve bu sefer davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme, emekli rütbeli personel olan başvurucunun emekli astsubayların mali ve sosyal haklarına yönelik açıklamalarının eleştiri niteliğinde olup ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Öte yandan Genelkurmay Başkanlığı ile geçmiş dönemlerde ve hâlen komuta kademelerinde görev alan personellerle ilgili ifadelerin eleştiri sınırlarını aştığı, kurumun manevi şahsiyetine ve yönetim kademesindeki personelin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği kanaatine varmıştır. Bu bağlamda başvurucunun ihtilafa konu yazısındaki ifadelerin "astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye yönelik olarak açıkça aşağılayıcı söz ve davranışta bulunmak" şeklindeki düzenlemeye karşılık geldiği değerlendirilmiştir. İlk derece mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine Danıştay temyiz başvurusunun reddiyle söz konusu kararı onamıştır. Nihai kararın 11/1/2021 tarihinde başvurucunun vekili tarafından UYAP sistemi üzerinden okunduğu görülmüştür. A. Ulusal Hukuk 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun "Ordu evleri, askerî gazinolar, kışla gazinoları veya vardiya yatakhaneleri ile diğer tesisler" başlıklı maddesi şöyledir:"Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin sosyal ve moral ihtiyaçlarını karşılamak, dayanışmayı artırmak, mesleki, sosyal gelişmelerini mümkün kılacak imkânları hazırlamak maksadıyla ve Milli Savunma Bakanlığının izni ile;a) Orduevi ve bağlısı şubeler,b) Askerî gazinolar, kışla gazinoları ve vardiya yatakhaneleri,kurulabilir.Orduevi ve bağlısı şubeler ile askerî gazinolar, kışla gazinoları ve vardiya yatakhanelerinin kadro, kuruluş, idare, yapılacak denetleme ve işletme şekilleri, verilecek hizmetler, üye aidatı ve kart ücreti alınmasına ilişkin usul ve esaslar, ihtiyaçların tespit ve temini ile elde edilen gelirlerin harcanacağı yerler ve diğer hususlar Maliye Bakanlığının uygun görüşü üzerine yönetmelik ile belirlenir.Orduevi ve bağlısı şubeler, askerî gazinolar, kışla gazinoları ve vardiya yatakhanelerinin yılı merkezî yönetim bütçe kanunu ile belirlenen giderleri genel bütçeden karşılanabilir. " 6/9/1961 tarihli ve 10899 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Subaylar, askeri memurlar ve astsubaylar ile bunların emeklileri orduevlerinin ve askeri gazinoların tabii üyeleridirler.Tabii üyeler ile orduevleri, askeri gazino ve öteki askeri sosyal tesislerden yararlanma hakkına sahip diğer kişilerin;...ç) Kendisine özel bir görev verilmediği halde görevi ve sıfatı icabı muvazzaflık yaptığı dönemde bulunduğu görev ve görev yerleri hakkında beyanat veren, yazı yazan veya sair surette açıklamada bulunan, astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye yönelik olarak açıkça aşağılayıcı söz ve davranışta bulundukları çeşitli komutanlık ve resmi kaynaklardan intikal eden bilgi ve belgelerden tespit edilenlerin orduevleri, askeri gazinolar ve diğer askeri sosyal tesislere girişleri, Genelkurmay Başkanlığınca geçici veya sürekli olarak yasaklanabilir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğünün uygulama alanının kışlanın sınırları dışında tutulamayacağını, diğer bir söylemle ifade özgürlüğünün devletin egemenliği altındaki asker de dâhil herkese uygulanacağını vurgulamaktadır. Bununla birlikte silah altındakilerin askerî disiplini zayıflatmalarını önlemek amacıyla düzenlenmiş hukuk kuralları bulunmadan bir ordunun gereği gibi görev yapabileceğini düşünmek mümkün olmadığından askerî disipline karşı gerçek bir tehdit mevcut olduğunda ifade özgürlüğüne kısıtlamalar getirilebileceği belirtilmektedir (Vereinigung Demokratischer Soldaten Österreichs ve Gubi/Avusturya, B. No: 15153/89, 19/12/1994, § 36). AİHM'ye göre, silahlı kuvvetlerin iç düzeni ve hiyerarşik yapısını düzenleyen özel kuralların varlığı kaçınılmazdır (A./Türkiye, B. No: 29986/96, 22/12/2005, § 21; Pulatlı/Türkiye, B. No: 38665/07, 26/4/2011, § 20). Ancak AİHM, bir kurum olarak ordunun kendisine karşı yöneltilmiş ifadeler yönünden dahi ulusal makamların ifade özgürlüğünün içini boşaltmak amacıyla kısıtlayıcı kurallara dayanamayacağını vurgulamaktadır (Grigoruades/Yunanistan, B. No: 24348/94, 25/11/1997, § 45).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/3317
Başvuru, bir internet sitesinde yayımlanan yazısındaki ifadeleri sebebiyle Türk Silahlı Kuvvetleri sosyal tesislerine girişi süresiz yasaklanan başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/2923 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/2923 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/2923
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının;taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi talebinin reddine ilişkin işleme karşı açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1936 doğumlu olup Konya'da ikamet etmektedir. Başvurucunun Konya ili Ereğli ilçesi Ziya Gökalp Mahallesi'nde bulunan 1305 ada 1 parsel sayılı taşınmazı 2/1/1985 tarihinde onaylanan nazım imar planında "ilköğretim alanı" olarak ayrılmış ve geçen süre içinde imara uygun işlem yapılmamıştır. Başvurucu 22/9/2006 tarihinde Konya İl Millî Eğitim Müdürlüğüne müracaat ederek imara uygun işlem yapılmasını talep etmiştir. İdareden herhangi bir cevap alamayan başvurucu 22/3/2007 tarihinde Ereğli Belediye Başkanlığına müracaat ederek imara uygun işlem yapılmayan tahsisin mesken ve ticari alan olarak değiştirilmesini talep etmiştir. Ereğli Belediye Başkanlığı 30/3/2007 tarihinde talebin Belediye Meclisi gündemine alınacağını ve daha sonra 28/5/2007 tarihinde de talebin kabul edilmediğini başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu, taşınmazın tahsisinin mesken ve ticari alan olarak değiştirilmesi talebinin reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle 31/7/2007 tarihinde Konya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkemece şehir planlaması ve kadastro uzman teknik bilirkişilerden oluşturulan bilirkişi heyetiyle birlikte uyuşmazlık konusu taşınmazın başında keşif yapılmıştır. Bilirkişi heyetince düzenlenen 25/11/2008 tarihli raporda, dava konusu taşınmazın bulunduğu bölgenin henüz gelişim sürecini tamamlamadığı ve bu nedenle dava konusu edilen sosyal ve kültürel hizmet tesisinin (ilköğretim alanının) kamu yararına aykırı olmayacağı vurgulanmıştır. Raporda ayrıca Ereğli kent merkezinde ilköğretim ihtiyacının artarak devam edeceğinin ve Ereğli Belediyesinin bu ihtiyacı gidermek için rezerv alan ayırması gerektiğinin altı çizilmiştir. Ancak raporda, taşınmazın bulunduğu alanın beşinci beş yıllık imar programına alınmadığı hatırlatıldıktan sonra kısıtlılık durumunun on yedi yıl daha (2025) sürmesinin mümkün olduğu belirtilmiş ve bu durumun malikin mülkiyet hakkı açısından sorun teşkil edebileceği görüşü dile getirilmiştir. İlköğretim ihtiyacının varlığının açık bir biçimde vurgulandığı raporda sonuç olarak taşınmaz üzerindeki kısıtlılık hâlinin uzun süredir devam ettiği ve gelecekte de devam edeceği hususu gözetildiğinde başvurucunun plan değişiklik talebinin kabulünün şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına aykırılık oluşturmayacağı belirtilmiştir. Mahkeme 20/2/2009 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun maddesinde bilirkişi görüş ve kanaatinin hâkimi bağlamadığına dikkat çekilmiştir. Mahkeme, bilirkişi raporuna göre başvurucunun plan değişiklik talebinin kabulünün şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına aykırılık oluşturmayacağı kabul edilse de bu taşınmazın bulunduğu alanda yatırımı gerçekleştirecek olan Millî Eğitim Bakanlığının uygun görüşünün olmadığı ve 2/11/1985 tarihli ve 18916 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik'in maddesinde plan tadilatı yapılabilmesi için öngörülen şartların bulunmadığı gerekçesiyle idari işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşmıştır. Karar, Danıştay Dairesince (Daire) 20/9/2012 tarihinde bozulmuştur. Daire, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına atıfta bulunarak mülkiyet hakkını süresiz kısıtlayan planlamaların yapılmasının mülkiyet hakkının özünü ihlal ettiğinin altını çizmiş ve başvurucunun plan değişiklik talebinin reddine ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Ancak Daire, karar düzeltme safhasında 2/12/2013 tarihli kararıyla bozma kararını kaldırarak temyize konu kararı farklı gerekçe ile onamıştır. Kararın gerekçesinde; 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesinde, belediyelere imar planlarını uygulamak üzere belirtilen süre içinde beş yıllık imar programını hazırlama, ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarına ise imar programlarında kendi görev alanlarındaki kamu hizmeti için ayrılan özel mülkiyete konu taşınmazları kamulaştırma zorunluluğunun yüklendiği belirtildikten sonra imar planında ilköğretim okul alanı olarak öngörülen taşınmazın kamulaştırması istemiyle başvurucunun başvuruda bulunularak mülkiyet hakkının kısıtlanması konusundaki mağduriyetinin giderilmesinin sağlanabileceği vurgulanmıştır. Nihai karar 2/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 28/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 3194 sayılı Kanun’un “İmar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık hali” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur. İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder.” 3194 sayılı Kanun’un “İmar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerler” kenar başlıklı maddesi şöyledir:  “(Birinci fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması halinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder. (Üçüncü fıkra iptal: Ana.Mah.nin 29/12/1999 tarihli ve E.:1999/33, K.:1999/51 sayılı Kararı ile)Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz.” 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe giren 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesi ile eklenen ek madde şöyledir: "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içerisinde imar programları veya imar uygulamaları yapılır ve bütçe imkânları dâhilinde bu taşınmazlar ilgili idarelerce kamulaştırılır veya her hâlde mülkiyet hakkını kullanmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı değişikliği yapılır/yaptırılır. Bu süre içerisinde belirtilen işlemlerin yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzlaşma sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemleri tamamlandıktan sonra taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava açılabilir.Birinci fıkra uyarınca dava açılması hâlinde taşınmazın ya da üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, mahkemece; bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılarak, taşınmazın hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya fiilen el konulduğu tarihteki nitelikleri esas alınmak suretiyle tespit edilir ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir.Bu madde kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılacak dava ve takiplerde, bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara bu madde hükümleri, kesinleşen ancak henüz ödemesi yapılmayan kararlar hakkında ise geçici 6 ncı maddenin üçüncü, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrılması gereken yüzde iki oranındaki ödenekler, yüzde dört olarak ayrılır. İlave olarak ayrılan yüzde iki oranındaki ödenekler, münhasıran bu ek madde ile geçici 11 inci ve geçici 12 nci maddeler kapsamında yapılacak ödemelerde kullanılır. Yapılacak ödemelerin toplam tutarının ilave olarak ayrılan ödeneğin toplamını aşması hâlinde, ödemeler, en fazla on yılda ve geçici 6 ncı maddenin sekizinci fıkrası hükmüne göre yapılır." 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesinin onuncu fıkrası şöyledir:"Vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu madde hükümlerine göre uzlaşma yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu maddenin yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye verecekleri dilekçeler ile bildirebilirler. Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma görüşmelerinin neticesine kadar dava bekletilir; uzlaşılamaması hâlinde, uzlaşmazlık tutanağının mahkemeye sunulmasından sonra davaya devam edilir. Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir. Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır." 2942 sayılı Kanun'a 6745 sayılı Kanun'un maddesi ile eklenen geçici madde şöyledir:"Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında aynı fıkrada belirtilen süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlar.Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, bu madde kapsamında kalan taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında da uygulanır." Anayasa Mahkemesinin bu maddenin iptaline ilişkin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/196, K.2018/34 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" İmar planları onaylanarak idare ve bireyler açısından hukuki sonuçlar doğurmaktadır. İmar planlarının onaylanmasından sonra özellikle imarlı alan içinde bulunulacak her türlü imar ve yapı faaliyetlerinde imar plan ve programlarına uygun davranma, her türlü yapı için ilgili idareden izin alma ve izin ilkelerine uygun olarak yapı inşa etme yükümlülüğü ilgililer açısından doğmaktadır. Bunun yanında taşınmazın imar planında kamu hizmetine ayrılması henüz bir kamulaştırma yapılmayıp fiilen de taşınmaza el atılmadığı için mülkiyet hakkını ortadan kaldırmamakla birlikte malikin mülkiyet hakkından doğan yetkilerini önemli ölçüde kısıtlamaktadır. Bu kapsamda kamu hizmet alanı olarak ayrılmasından dolayı taşınmaz üzerinde inşai faaliyette bulunulabilmesi mümkün olamadığı gibi bu durumun satış, bağış, ipotek ve diğer irtifak haklarının tesisi yönünden yapılacak işlemler ve taşınmazın rayiç değeri bakımından da olumsuz etkileri bulunmaktadır. Dolayısıyla imar uygulamalarının ve bu bağlamda taşınmazların imar durumunun kamu hizmet alanı olarak belirlenmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur. Nitekim 2942 sayılı Kanun’un ek maddesinde de uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılması nedeniyle malikin tasarrufunun hukuken kısıtlandığı kabul edilmiştir. Bununla birlikte itiraz konusu kuralda olduğu gibi mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın belirsiz veya uzun süreli olması durumunda da mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale söz konusudur. Anayasa’nın maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anayasa’nın maddesi uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir. Anayasa’nın maddesi uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilir. İmar planlarıyla arazi ve arsa düzenlemesi sırasında taşınmazların bir kısmının kamu hizmetine ayrılmasının kamu yararı amacına dönük olduğu kuşkusuzdur. İtiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararı amacına dönük olması yeterli olmayıp ayrıca ölçülü olması gerekir. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin gerekli olmasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir. Öngörülen tedbirin ulaşılmak istenen kamu yararı karşısında maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Düzenli ve planlı bir kentleşmenin sağlanabilmesi amacına yönelik olarak arsa ve arazi düzenlemesi yapılmasının ve bu kapsamda kamu hizmetleri için ihtiyaç duyulan taşınmazların kamu hizmetine ayrılmasının itiraz konusu kural bakımından elverişsiz bir araç olduğu söylenemez. Diğer yandan düzenli bir kentleşmenin sağlanabilmesi, planlama yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Yetkili kamu otoritelerince planlama yapılırken toplum olarak bir arada yaşamanın doğurduğu tüm sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçların belirlenmesi ve karşılanması hedeflenmektedir. Sosyal birer varlık olarak aynı yerleşim yerinde ve bir arada yaşayan bireylerin bu ihtiyaçlarının giderilmesi, özel mülkiyette bulunmayan kamusal birtakım alanların varlığını gerekli hâle getirmektedir. Bu amaçla kamuya ait gayrimenkullerden bedelsiz devredilen veya yüzde kırk oranında bedelsiz alınan düzenleme ortaklık payı ya da kamu ortaklık payı ayrılması ve bunun yanında belirtilen alanların eksik kalması durumunda kamu hizmetleri için duyulan taşınmaz ihtiyacının kamulaştırma yoluyla giderilmesi öngörülmüştür. Dolayısıyla kamu yararı amacıyla imar uygulamasında taşınmazların kamu hizmeti alanlarına ayrılması suretiyle itiraz konusu kural kapsamında mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin gerekli olmadığı söylenemez. İtiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olup olmadığı da incelenmelidir. Bu bağlamda imar uygulamalarında kamulaştırma yapılmadan da ilgili kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi için kişilerin ve kamunun taşınmazlarının bedelsiz olarak devrine ilişkin hükümlerin varlığı dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla öncelikle kanun koyucu tarafından belirlenen araçları dikkate alarak kamu hizmeti alanına ayrılan yerlerin belirleneceği ancak bu alanların yeterli olmaması durumunda ise bazı taşınmazların temininin kamulaştırma yoluyla sağlanabileceği anlaşılmaktadır. Özel mülkiyette bulunan taşınmazların imar uygulamasında kamu hizmeti alanı olarak ayrılmasında kamusal yarar bulunmakla birlikte bu yolla malike aşırı ve orantısız bir külfet yüklenmemelidir.Diğer taraftan imar uygulamalarının geniş alanları kapsaması nedeniyle ve bütçeye yeterli ödeneğin konulması amacıyla kanun koyucu kamulaştırma sürecinin beş yıllık süre içinde tamamlanmasını öngörmüştür. Mülkiyetin kamu yararı amacıyla kontrolüne ilişkin söz konusu müdahaleler bakımından kanun koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu takdir yetkisi çerçevesinde söz konusu kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi yönünden belirtilen fiilî ve hukuki engeller sebebiyle malikin makul ve belirli bir süre boyunca bu kısıtlamalara katlanması beklenebilir. Ancak bu sürenin uzaması hâlinde söz konusu kısıtlamalar, taşınmaz malikine yüklenen külfeti ağırlaştıracağı gibi kısıtlılık süresinin uzamasına bağlı olarak malikin zararını karşılayabilecek herhangi bir giderim imkânının getirilmemesi de malike aşırı bir külfet yüklenmesine sebep olacaktır. İtiraz konusu kuralda, imar uygulamasıyla getirilen kısıtlılık yönünden öngörülen beş yıllık sürenin maddenin yürürlük tarihinden itibaren yeniden başlaması hüküm altına alınmaktadır. Başka bir ifadeyle mülkiyet hakkından dilediği gibi tasarruf edebilmesi ve yararlanabilmesi kısıtlanan malikin kamulaştırma bedeline kavuşabilmesi veya söz konusu kısıtlılık hâlinin kaldırılarak mülkiyet hakkından yararlanabilmesi için geçmesi gereken beş yıllık sürenin yeniden başlaması söz konusu olmaktadır. Kanun koyucu bu süre nedeniyle malikin uğradığı zararları telafi etmeye veya gidermeye yönelik herhangi bir düzenleme ise getirmemiştir. Üstelik bu kısıtlılık nedeniyle açılacak davalarda taşınmazı kullanamamaktan doğan zararların tazminine yönelik bir düzenleme mevcut olmadığı gibi itiraz konusu kural, yürürlük tarihinden önceki kısıtlılık sürelerinin de dikkate alınmamasına yol açmaktadır. Bu durum ise malike aşırı bir külfet yüklemekte ve kamu yararı ile malikin mülkiyet hakkı arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi malik aleyhine bozmaktadır. Dolayısıyla imar uygulaması sonucu taşınmazın kamu hizmetine tahsis edilmesi suretiyle getirilen kısıtlamaların Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeniden başlamasına yol açan itiraz konusu kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahale orantılı değildir." Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2015 tarihli ve E.2014/9101, K.2015/2572 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"İmar planlarında kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde maliklerin tasarruf hakları kısıtlanmakta, bu yerler kamulaştırma işlemine konu teşkil edeceğinden satış değerleri düşmekte,rayiç değerinden satılamamakta, ancak kamulaştırma bedeli alınmak suretiyle yarar sağlanabilmektedir. Kamulaştırma yapılmadığı takdirde, kişilerin temel haklarından biri olan mülkiyet hakkı süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanmakta ve bu durum mülkiyet hakkının özünün zedelemesine neden olmaktadır.Yukarıda yer verilen İmar Kanununun maddesi hükmüyle, belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklenmek suretiyle kanun koyucu tarafından kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesi uygun görülmemiş ve idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı sürelerle gerekli işlemleri yapma görevi yüklenmiştir.... Davacıya ait uyuşmazlık konusu parselin, imar planında okul alanı olarak ayrılması nedeniyle bu parselde artık yapılaşmaya gidilemeyeceği ve bu nedenle davacının tasarruf hakkının kısıtlandığı açıktır. Bu fonksiyonun imar planına işlenmesinden itibaren beş yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına karşın davalı idarece imar programına alınmadığı gibi, ne zaman imar programına alınacağı yahut söz konusu taşınmazın kamulaştırma kapsamına alınıp alınmayacağı yahut bölgede parselasyon uygulamasının yapılıp yapılmayacağı konusunda bir bilgi de davacıya verilmemiştir. Bu nedenle, davacının maliki olduğu parselin durumu ve mülkiyet hakkından yararlanma olanakları belirsizlik içindedir....Uyuşmazlık konusu olayda da, davacının mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı açık olup, taşınmazın imar programına alınmayarak kamulaştırılmaması veya imar uygulaması yapılmaması nedeniyle kısıtlamanın devam ettirildiği anlaşılmaktadır.Bu kapsamda, imar planı sonucunda taşınmaz üzerinde meydana gelen kısıtlılık halinin kamulaştırma ya da parselasyon yapılarak kaldırılmaması sonucu mülkiyet hakkının ihlal edildiği saptanmıştır.Bu durumda, davacının taşınmaz üzerindeki kısıtlama nedeniyle, imar planının taşınmazda doğurduğu sonuçların ortadan kaldırılması yönündeki isteminin reddine dair işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir..." Danıştay Altıncı Dairesinin 22/4/2014 tarihli ve E.2010/6020, K.2014/3357 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...İmar planlarında kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerlerde kalan taşınmazlar üzerinde, maliklerin tasarruf hakları kısıtlanmakta; bu yerler kamulaştırma işlemine konu teşkil edeceğinden satış değerleri düşmekte, rayiç değerinden satılamamakta, ancak kamulaştırma bedeli alınmak suretiyle yarar sağlanabilmektedir. Kamulaştırma yapılmadığı takdirde, kişilerin temel haklarından biri olan mülkiyet hakkı süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanmakta ve bu durum mülkiyet hakkının özünün zedelenmesine neden olmaktadır.Yukarıda yer verilen İmar Kanununun maddesi hükmüyle, belediyelere imar planının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç üç ay içinde imar programını hazırlama, yatırımcı kuruluşlara imar planlarında kamu hizmetine ayrılan arsaları imar programı süresi içerisinde kamulaştırma, yine yetkili idari makamlara kamulaştırmaya ilişkin ödeneği yatırımcı kuruluşun bütçesine koyma mükellefiyeti yüklenmek suretiyle kanun koyucu tarafından, kamu yararı adına fedakarlığa katlanmak durumunda kalan taşınmaz maliklerinin mülkiyet haklarının ihlal edilmesi sonucunu doğuracak şekilde uzun süre taşınmazlarının imar programlarına alınmadan bekletilmesi uygun görülmemiş ve idareye herhangi bir takdir yetkisi tanınmaksızın bağlayıcı sürelerle gerekli işlemleri yapma görevi yüklenmiştir.Bu durumda, yukarıda belirtilen açıklamalar doğrultusunda davacıya ait taşınmazın kamulaştırılması istemiyle yapılan başvurunun geciktirilmeksizin sonuçlandırılması gerekirken, söz konusu taşınmazın önümüzdeki yıllarda ödenekler çerçevesinde değerlendirileceğinden bahisle başvurunun reddine ilişkin Ankara Valiliğinin 2008 tarih ve 1763 sayılı işleminin bu kısmında ve davanın bu kısmının reddine ilişkin mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemiştir..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." AİHM, başvurucuların ihlal iddialarına yönelik olarak öncelikle iç hukukta mevcut yeterli ve etkili yolları tüketmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu yolların kesin olarak varlığından söz edilebilmesi için teoride mevcut olması yeterli olmayıp uygulamada da etkin olması, makul bir biçimde erişilebilir ve etkili olması gerekmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası, AİHM'e başvuru yapılmadan önce başvurucuların uygun bir iç hukuk yoluna başvurmalarını gerektirmekle birlikte etkisiz veya yetersiz bir iç hukuk yoluna başvurulması ise lüzumlu değildir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, §§ 51, 52). AİHM, imar planının hukuka aykırılığından değil de bu planın herhangi bir tazmin olmaksızın taşınmaz üzerinde meydana getirdiği kısıtlamaların sonuçlarından şikâyetçi olunması durumunda imar planının iptali istemiyle açılacak davanın tüketilmesi gerekli bir hukuk yolu olmadığını belirtmiştir (Rossitto/İtalya, B. No: 7977/03, 26/5/2009, § 19; Ayangil ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33294/03, 6/12/2011, § 30). AİHM kararlarında, bu tür şikâyetler bakımından söz konusu kısıtlamalar nedeniyle oluşan zararın tazmini olanağını sağlayan mevcut ve yeterli hukuk yollarının kullanılması gerektiği kabul edilmektedir (Gülizar Öz/Türkiye (k.k.), B. No: 40687/98, 1/7/2004; Pınar Güngör/Türkiye (k.k.), B. No: 46745/99, 6/3/2007; Rabia Tan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8095/02, 31/1/2008, §§ 37-41; Remzi Tekin Bozkurt/Türkiye (k.k.), B. No: 38045/05, 2/3/2010).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7636
Başvuru, imar planında kamu hizmetine ayrılan taşınmazın uzun süre kamulaştırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının; taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi talebinin reddine ilişkin işleme karşı açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, izinsiz afiş astığı için başvurucuya idari para cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/7/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) üyesidir. 23/4/2017 tarihinde başvurucunun afiş astığı gerekçesiyle hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 227 TL idari para cezası uygulanmış ve afişlerin asıldığı gün başvurucunun huzurunda hazırlanan idari yaptırım kararı kendisine tebliğ edilmiştir. Başvurucu, idari para cezasına itiraz etmiştir. Yargılamayı yapan İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 31/5/2017 tarihinde usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Anılan karar, başvurucuya 6/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiş; başvurucu 6/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5326 sayılı Kanun’un "İdari para cezası" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: "İdari para cezası, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebilir. Bu durumda, idari para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur." Aynı Kanun’un "Afiş asma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "42- (1) Meydanlara veya parklara, cadde veya sokak kenarlarındaki kamuya ait duvar veya alanlara, rızası olmaksızın özel kişilere ait alanlara bez, kâğıt ve benzeri afiş ve ilân asan kişiye, yüz Türk Lirasından üçbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Aynı içerikteki afiş ve ilânlar, tek fiil sayılır. (2) Birinci fıkra hükmü, yetkili makamlardan alınan açık ve yazılı izne dayalı olarak asılan afiş ve ilânlar açısından uygulanmaz. Bu izinde, afiş ve ilânın asılacağı zaman dilimi açık bir şekilde gösterilir. Bu afiş ve ilânlar izin verilen gerçek veya tüzel kişi tarafından bu sürenin dolmasını müteakip derhal toplatılır. Toplatma yükümlülüğüne aykırı hareket edilmesi halinde birinci fıkra hükmüne göre idarî para cezası verilir. (3) Bu afiş ve ilânların kaldırılmasına ilişkin masraflar da ilgili kişilerden ayrıca tahsil edilir. (4) Bu kabahatler dolayısıyla idarî para cezasına, kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir. (5) Özel kanunlardaki hükümler saklıdır"
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29411
Başvuru, izinsiz afiş astığı için başvurucuya idari para cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, menfi tespit davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ile R.. Hazır Giyim ve Tekstil Sanayi A.Ş. (Şirket) arasında imzalanan 27/7/2006 tarihli Mağaza Lisans ve Bayilik (Franchise) Sözleşmesi ile başvurucu Konya'da bulunan bir alışveriş merkezinde bayi olarak Şirket ürünlerini satmaya başlamıştır. Başvurucu, Şirketin sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini, çek olarak ödemelerini yaptığı hâlde bir kısım ürünü göndermediğini, gönderilmeyen ürünlerle ilgili çeklerin iade edilmesi gerektiğini belirterek icra takibine konu çekler nedeniyle borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi istemiyle 17/11/2008 tarihinde Konya Asliye Ticaret Mahkemesinde dava açmıştır. Mahkemenin 17/12/2012 tarihli kararında çekin ödeme vasıtası olduğu, davacının borca karşılık çek bedellerini ödediğini ispat etmekle yükümlü olduğu, davalı Şirket yöneticisinin takip konusu çeklere karşı 000 TL parayı tahsil ettiklerine ilişkin beyanının ikrar niteliğinde olduğu, davacının çeklere karşılık farklı tarihlerde banka EFT yoluyla 000 TL ödediğini ispat ettiği, bunun dışındaki borçların ödendiği hususunun ispatlanamadığı, davacı ve davalı Şirket defterlerinin usulüne uygun tutulmaması nedeniyle taraflar açısından lehe veya aleyhe delil olamayacağı, tanık beyanlarının da davanın niteliğine göre ispata elverişli olmadığı belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 13/5/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Dairenin 6/11/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 13/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, 11/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1807
Başvuru, menfi tespit davasında usul ve kanuna aykırı karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; esaslı iddiaların kararda tartışılmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Ambulans şoförü olarak görev yapan başvurucu, Siverek Devlet Hastanesi (Hastane) adına kayıtlı ambulansla hasta taşırken 11/4/2011 tarihinde yaralanmalı ve maddi hasarlı trafik kazası geçirmiştir. Kaza tespit raporunda, kazanın oluşumunda sürücünün aracın hızını görüş, yol ve hava durumunun getirdiği şartlara uydurmadığı, orta refüje çarpmadan evvel 7 metre lastik izi bıraktığı, orta refüjde bulunan aydınlatma direğine çarpıp direğin bağlı olduğu beton bloğu yerinden sökerek 10 metre sürüklendiği, akabinde bloktan kurtularak 32 metre daha sürüklenip sol yan üzerine devrilerek durduğu belirtilmiştir. Başvurucu, Sağlık Bakanlığı (İdare) aleyhine 21/11/2011 tarihinde Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) tazminat davası açmıştır. Hukuk Mahkemesinin 14/5/2013 tarihli kararıyla davanın hizmet kusuruna dayandığı belirtilerek yargı yolu bakımından görevsizlik sebebiyle dilekçenin reddine karar verilmiştir. Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararının kesinleşmesinden sonra başvurucu, 19/6/2013 tarihinde Şanlıurfa İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; asıl görevinin idari yazışmalar bürosunda memuriyet olduğunu, 1/4/2011 tarihli yazıyla ambulans şoförü olarak görevlendirildiğini, bu görevlendirmeye itiraz etmesine rağmen Hastane Baştabipliğinin anılan görevlendirmede ısrarcı olduğunu, kaza sonucunda %10 görme kaybı meydana geldiğine ilişkin rapor tanzim edildiğini belirtmiştir. Ayrıca İdarenin yaşanan olayda kusurunun bulunduğunu ileri sürmüş; gözüne mercek takılması ve gözünün tam görememesi nedeniyle yaşam kalitesinin düştüğünü, elem ve ızdırap duyduğunu belirterek maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur. İdare Mahkemesi 17/9/2014 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Hastaneye ait kazaya karışan ambulansın genel bakım ve onarımının Ş. A.Ş. tarafından yapıldığı, buna dair 24/2/2011 tarihli faturaların düzenlendiği, başvurucunun kendi iradesi ile ambulans şoförlüğü yapmak istediğine ilişkin dilekçesinin bulunduğu ve kaza tarihine kadar zaten uzun süreden beri ambulans şoförlüğü yaptığı belirtilmiştir. İdare Mahkemesince başvurucunun Diyarbakır-Şanlıurfa yönünde sağanak yağışlı havada seyrederken aracın hızını görüş, yol, hava vs. durumunun getirdiği şartlara uydurmak kuralını ihlal ettiği, kazanın başvurucunun kusuru sonucunda meydana geldiği ve somut olayda İdareye atfedilebilir bir kusur bulunmadığı ve başvurucunun maddi ve manevi zararlarının karşılanmasının hukuken mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu anılan kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde, kaza tespit raporunun tek başına kusur tespitinde yeterli olmadığını, ambulans şoförü olarak görevlendirilmek için değil masa başı işine geçmek için dilekçe verdiğini, kazanın aracın arka lastiğinin kopması sonucu meydana geldiğini, İdarenin aracın bakımını yapmayarak kusurlu olduğunu belirtmiştir. Danıştay Onbeşinci Daire 5/4/2017 tarihinde hükmün onanmasına karar vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi, anılan Dairenin 14/12/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar 31/1/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Öte yandan başvurucu tarafından 21/5/2012 tarihinde sigorta şirketleri aleyhine Siverek Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açılmıştır. Anılan Mahkemece verilen 9/7/2019 tarihli kararda bilirkişi raporlarına yer verilmiştir. Ankara Adli Tıp Kurumundan aldırılan 28/10/2014 tarihli bilirkişi raporunda araçtan kopan ve kaza sonrası karşı yol bölümünde bulunan lastiklerin kaza öncesinde koptuğuna dair dosyada bir tespite ve mahalde yapılan tespitlerde bu hususu teyit edici bir veriye rastlanmadığı, başvurucunun kazanın meydana gelmesinde %100 kusurlu olduğu belirtilmiştir. İstanbul Adli Tıp Kurumundan aldırılan 24/3/2015 tarihli ve Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla aldırılan 6/3/2019 tarihli bilirkişi raporlarında başvurucunun kazada %100 kusurlu olduğu ifade edilmiştir. İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla aldırılan bilirkişi heyet raporunda ise teknik arızanın kazanın meydana gelmesinde tamamen etkili olduğu tespitine yer verilmiştir. Sonuç olarak Siverek Asliye Hukuk Mahkemesi, kaza anından önce lastiğin yerinden çıktığını gösterir bir delilin bulunmaması, Kaza Tespit Tutanağı'nda kopan lastik parçalarının yolun karşı şeridinde bulunduğunun belirtilmesinden hareketle lastiğin yerinden çıkmasının aracın çarpması sonucu meydana geldiğini destekler nitelikte olması hususlarına da değinerek davanın reddine karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan araştırma sonucunda bu kararın kanun yolu incelemesinde olduğu anlaşılmıştır. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "İdari dava türleri şunlardır:...b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,..." 4/2/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür."
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/5007
Başvuru, idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ortak amaca tahsis edilen yere yönelik müdahaleden kaynaklanan ecrimisil isteğinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Konusu Uyuşmazlığın Arka Planı Hatay'ın merkez ilçesi Armutlu köyünde bulunan 552 parsel sayılı Gülhan Apartmanı üzerinde kat irtifakı mevcuttur. Bu apartman 24 daire, 5 dükkan, 1 adet kapıcı dairesi ve 1 adet müşterek odunluktan oluşmaktadır. Belediye tarafından onaylı ruhsat ve projede 70 m2'lik bir alana sahip odunluğun bir kısmı 31/4/1994 tarihinde yapılan tadilat ile 32 ve 33 numaralı depo niteliğindeki dükkanlara ilave edilmiş ancak yapılan bu tadilat işlemi 7/10/2003 tarihli Mahkeme kararıyla iptal edilmiştir. Başvurucu apartman yönetimi 32 ve 33 numaralı bağımsız bölümlerin maliki aleyhine odunlukken bu bağımsız bölümlere ilave edilen alanın kullanımından dolayı 450 TL asıl ve 768,49 TL faizden oluşan ecrimisil (işgal tazminatı) istemiyle icra takibi başlatmıştır. Davalı 4/8/2010 tarihinde ödeme emrine itiraz ederek takibi durdurmuştur.B. Yargılama Süreci Başvurucu apartman yönetimi adına Şefik Gülhan 22/11/2010 tarihli dilekçe ile meni müdahale ve kal istekli davanın lehe sonuçlanmasıyla haklılığı tespit edildiğinden davalı hakkında icra takibi başlatılmışsa da davalının haksız itirazı üzerine takibin durduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu haksız itirazın iptaliyle takibin devamına karar verilmesini istemiştir. Hatay Sulh Hukuk Mahkemesi 1/10/2013 tarihli kararla davanın kabulüne karar vermiştir. Söz konusu kararda müşterek alan niteliğindeki odunluğun davalı tarafından kiralanarak menfaat elde edildiğine işaret edilmiştir. Bu karar davalı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi 11/13/2014 tarihinde ortak amaçlara tahsis edilmiş olan yerlerin tüm kat maliklerinin oybirliğiyle dahi kiraya verilmesi mümkün olmadığından bu gibi yerlerin işgali sebebiyle ecrimisil istenemeyeceği gerekçesiyle hükmü bozmuştur. İlk derece mahkemesi bozma kararına uyarak 4/12/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm Yargıtayca 19/10/2015 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar 17/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 27/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun maddesi şöyledir:  “Tamamlanmış bir yapının kat, daire, iş bürosu, dükkan, mağaza, mahzen, depo gibi bölümlerinden ayrı ayrı ve başlı başına kullanılmaya elverişli olanları üzerinde, o gayrimenkulün maliki veya ortak malikleri tarafından, bu Kanun hükümlerine göre, bağımsız mülkiyet hakları kurulabilir.Yapılmakta veya ileride yapılacak olan bir yapının, birinci fıkrada yazılı nitelikteki bölümleri üzerinde, yapı tamamlandıktan sonra geçilecek kat mülkiyetine esas olmak üzere, arsa maliki veya arsanın ortak malikleri tarafından, bu Kanun hükümlerine göre irtifak hakları kurulabilir.” 634 sayılı Kanun’un maddesinin ''Ortak yerler'' kenar başlıklı ilgili kısmı şöyledir:  “Ortak yerlerin konusu sözleşme ile belirtilebilir. Aşağıda yazılı yerler ve şeyler bu Kanun gereğince her halde ortak yer sayılır.a)... genel giriş kapıları, antreler, merdivenler, asansörler, sahanlıklar, koridorlar ve buralardaki genel tuvalet ve lavabolar, kapıcı daire veya odaları, genel çamaşırlık ve çamaşır kurutma yerleri, genel kömürlük ...'' 634 sayılı Kanun’un maddesinin ''Ortak yerler'' kenar başlıklı ilgili kısmı şöyledir:  “Kat malikleri anagayrimenkulün bütün ortak yerlerine, arsa payları oranında, ortak mülkiyet hükümlerine göre malik olurlar.Kat malikleri ortak yerlerde kullanma hakkına sahiptirler; bu hakkın genel kömürlük, garaj, teras, çamaşırhane ve çamaşır kurutma alanları gibi yerlerdeki ölçüsü, aksine sözleşme olmadıkça, her kat malikine ait arsa payı ile oranlıdır''B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/12/2006 tarihli ve E.2006/7513, K.2006/10438 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Kat Mülkiyeti Yasası uygulamasında, özel ortak amaçlara tahsis edilmiş ortak yerlerin bu özel amaca tahsisi kaldırılmadığı müddetçe herhangi bir gelir getirmesi ve tüm kat maliklerinin oybirliğiyle karar alması halinde dahi kiraya verilmesi mümkün olmadığından bu gibi yerlerin işgali sebebiyle de ecrimisil istenemez. Somut olayda davaya konu edilen sığınak da özel amaca tahsisli bu ortak yerlerden sayıldığından ecrimisile yönelik talebin reddine karar verilmesi gerektiğinin dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/2/2014 tarihli ve E.2013/17265, K.2014/1645 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Kat Mülkiyeti Yasası uygulamasında, özel ortak amaçlara tahsis edilmiş ortak yerlerin bu özel amaca tahsisi kaldırılmadığı müddetçe herhangi bir gelir getirmesi ve tüm kat maliklerinin oybirliğiylekarar alması halinde dahi kiraya verilmesi mümkün olmadığından bu gibi yerlerin işgali sebebiyle de ecrimisil istenemez. Somut olayda davaya konu edilen bahçe, aydınlık ve çatı bu ortak yerlerden sayıldığından ecrimisile yönelik talebin kabulüne karar verilmesi doğru değil ise de bu hususun düzeltilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden gerekçeli kararın hüküm fıkrasının (5) numaralı bendinin çıkartılması suretiyle hükmün düzeltilmesine ve düzeltilmiş bu şekli ileONANMASINA [karar verildi].'' Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 19/3/2014 tarihli ve E.2013/3-752, K.2014/334 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yapı projesinde sığınak olarak gösterilen ve ortak mülkiyet hükümlerine tabi olan yer için ecrimisil talep edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davalının kullanımından dolayı ecrimisil ödemesi noktasında toplanmaktadır.Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere özellikle, projesinde ortak kullanım alanı (sığınak) olarak gösterilen dava konusu bölümün, davalı tarafından bodrum katla ilişkilendirilerek, ekonomik fayda sağlamak amacıyla birlikte kullanıldığı; bir kimsenin başkasına ait olduğunu bildiği taşınmazı, hukuki bir dayanağı olmadan kendi malı gibi kullanması ve dolayısıyla ekonomik yarar sağlamasının bir karşılığının olması gerektiği, bu bakımdan bu yeri kullanan kişinin hak sahiplerine haksız işgal tazminatı ödemek zorunda olduğu, haksız olarak kullanılan taşınmazın ekonomik tahsis amacı itibariyle gelir elde etmeye özgülenmemiş olmasının sonuca etkili bulunmamasına göre, Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, aksine düşüncelerle önceki kararda direnilmesinin usul ve yasaya aykırıdır.Yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce, dava konusu bölümün projesinde sığınak olduğu, kat mülkiyeti kanununa göre amacı dışında kullanılmayacağı, niteliği itibariyle gelir getiren yer olarak değerlendirilemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun bulunduğu ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.O halde, Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararı bozulmalıdır.'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/11/2018 tarihli ve E.2018/9707, K.2018/18963 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Dava konusu taşınmazın çatı katına ilave edilen ve projesinde yer almadığı belirtilen iki dairenin davacı tarafından dava dışı kişilere kiraya verilmek suretiyle binanın ortak yerlerine müdahale ederek tahsil ettiği kira bedellerinin tahsili amacıyla takip başlatılmıştır. Kat Mülkiyeti Kanununun 4/c hükmü uyarınca çatılar ortak yerlerden olup çatı katına yapılan ilavelerin de ortak yerden sayılacağı kuşkusuzdur. Kat Mülkiyeti Kanunu uygulamasında, özel amaçlara tahsis edilen yerlerin herhangi bir gelir getirmesi ve tüm kat maliklerinin oybirliğiyle karar alması halinde dahi kiraya verilmesi mümkün değildir. Ancak kat maliklerinden biri tarafından kiraya verilmiş olması halinde diğer kat malikleri sebepsiz zenginleşmeye dayanarak arsa payına tekabül eden kira bedeli kadar alacağını kiraya veren kat malikinden tahsilini talep edebilir. Davalı dava konusu yerlerin davacı tarafından kiraya verildiğini kanıtladığı takdirde mahkemece varsa dava konusu yerlere ait kira sözleşmeleri dosyaya kazandırılarak kira sözleşmesi ile belirlenen bedellerin konusunda uzman bilirkişi aracılığıyla rayice uygun olup olmadığı tespit edildikten sonra rayice uygun olması halinde yazılı kira sözleşmelerindeki bedel üzerinden aksi halde bilirkişice belirlenecek bedel üzerinden ecrimisil alacağına karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın tümden reddine karar verilmesi doğru değildir.''
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18363
Başvuru, ortak amaca tahsis edilen yere yönelik müdahaleden kaynaklanan ecrimisil isteğinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; İzmir'in Bergama ilçesi Ovacık bölgesinde bulunan altın madeni için çevresel etki değerlendirmesinin uygun bulunması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 28/9/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (Çevre Bakanlığı) tarafından 18/2/2009 tarihinde Koza Altın İşletmeleri Anonim Şirketi (Şirket) adına İzmir'in Bergama ilçesi Ovacık, Çamköy ve Narlıca köyleri sınırlarında altın ve gümüş madeni işletilmesi amacıyla "Çevresel etki değerlendirmesi olumludur." (ÇED olumlu kararı) kararı verilmiştir. Başvurucular, bu kararın iptali istemiyle 14/4/2009 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde Çevre Bakanlığı aleyhine dava açmıştır. Dava dilekçesinde, 2004 yılında sunulan nihai çevresel durum değerlendirme raporunun iptal edilmesi üzerine, bu defa birkaç ek yapılıp adı ÇED raporu olarak değiştirilen aynı rapora ÇED olumlu görüşü verildiği, ÇED raporunun tamamen eski, güncelliğini yitirmiş, yargı kararlarıyla açıkça aykırılığı kanıtlanmış nitelikte olduğu belirtilmiştir. Dilekçede ayrıca, 1997 yılında Danıştayın, siyanür liçi yöntemiyle maden işletmeciliğini kamu yararına aykırı bulduğu, bu karardan sonraki tüm işlemlerin Danıştayın kararının arkasından dolanma amacıyla yapıldığı belirtilerek anılan kararın iptali talep edilmiştir. İzmir İdare Mahkemesi 22/4/2009 tarihinde dava dilekçesinde bulunması gereken temel unsurların bulunmadığı gerekçesiyle dilekçenin reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucular, bu karar üzerine 26/5/2009 tarihinde aynı mahkemede yeniden dava açmış, Şirket ve çok sayıda Şirket çalışanı bu davaya müdahil olarak katılmıştır. İzmir İdare Mahkemesi 11/3/2010 tarihinde davanın İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) derdest olan dava ile birleştirilmesine ve dosyanın Mahkemeye gönderilmesine karar vermiştir. Mahkeme, 4/10/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede altın madeni işletmesine dayanak yönetmelik hükmünün Danıştay tarafından iptaline karar verildiği, bu iptal kararından sonra 17/7/2008 tarihli ve 26939 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği'nin yürürlüğe girdiği ifade edilmiştir. Bu çerçevede işletmeci tarafından yapılan başvuru üzerine gerçekleştirilen işlemler neticesinde tesis edilen ÇED olumlu kararında mevzuata ve hukuka aykırılık görülmediği vurgulanmıştır. Başvurucular temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde Mahkemenin yetersiz inceleme yaptığı belirtilerek usul ve yasaya aykırı kararın bozulması talep edilmiştir. Danıştay Ondördüncü Dairesi (Daire), 16/4/2014 tarihinde kararın bozulmasına karar vermiştir. Bozma gerekçesinde; uyuşmazlığın çözümünün özel ve teknik bilgi gerektirdiği, bu nedenle işleme konu proje hakkındaki ÇED olumlu kararının uzman bilirkişilere mahallinde yaptırılacak keşif ve bilirkişi incelemesi sonucuna göre değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Mahkemenin bozma kararına gereğince aldığı 12/5/2016 tarihli bilirkişi raporda; davaya konu ÇED raporunun ilgili yönetmeliğe uygun olarak alındığı, siyanürleme işleminde, su kaynaklarının kullanımında ve çevresel izleme programında mevzuat ve uygulama açısından eksiklik gözlenmediği belirtilmiştir. Raporda ayrıca, maden işletme sahasının flora ve faunası ile ilgili rapor bölümünün arazi gerçeğini yansıtmadığı, deprem riski ve taşkın açısından maden işletmesine ait ÇED raporunda özensizlik ve bilimsel eksiklikler bulunduğu ifade edilmiştir. Mahkeme, aynı bilirkişi heyetinden ek rapor alınmasına karar vermiştir. 15/11/2016 tarihli ek raporda ÇED kapsamındaki alanın deprem riski açısından değerlendirilmesi için konunun uzmanları tarafından uzun süreli saha çalışmasının yapılması gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme, 25/4/2017 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Gerekçede, bilirkişi raporuna atıfla davaya konusu alana ilişkin düzenlenen ÇED raporunun flora ve faunaya ilişkin hususlar dışında hukuka uygun olarak hazırlandığı ancak, bu alanın gerçek flora, fauna ve diğer canlı grupları bakımından tür çeşitliliği, popülasyon zenginliği, Türkiye'deki dağılışı, yok olma durumu belirlenmeden hazırlandığı anlaşıldığından 18/2/2009 tarihli ÇED olumlu kararının iptalinin gerektiği belirtilmiştir. Çevre Bakanlığı ve Şirket, temyiz talebinde bulunmuştur. Temyiz dilekçelerinde; hükme esas alınan bilirkişi raporundaki tespitlerin hatalı olduğu, nitekim aynı işlemin iptali istemiyle 2004 yılında açılan bir davada ÇED raporunun bilimsel olarak yeterli kapsam ve detayda olduğunun belirlendiği ifade edilmiştir. Daire, 26/4/2018 tarihinde Mahkeme kararının bozulmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Bozma kararında, bilirkişilerce alanda bulunan veya bulunması muhtemel endemik, nadir ve nesli tehlike altında olan flora ve fauna türlerinden hangilerine ÇED raporunda yer verilmediğinin somut olarak ortaya konulmadığı belirtilmiştir. Buna karşın, ÇED raporunda flora ve fauna ile ilgili tür çeşitliliğine, popülasyon zenginliğine, Türkiye'deki dağılışına ve yok olma durumuna yeterince değinildiği belirtilerek ÇED olumlu kararında hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Nihai karar, başvurucular vekiline 28/8/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 28/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/29841
Başvuru, İzmir'in Bergama ilçesi Ovacık bölgesinde bulunan altın madeni için çevresel etki değerlendirmesinin uygun bulunması nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kamu görevlisi olan ve romatoloji kliniği bulunan bir şehirde görevlendirilmesi yönünde sağlık raporu bulunan başvurucunun atama talebinin reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, açılan davanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/9/2014 tarihinde yapılmıştır.Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde aldığı anesteziyoloji uzmanlık eğitimi sonrasında zorunlu hizmet yükümlülüğünü yerine getirmek üzere 16/11/2007 tarihinde Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesine uzman hekim olarak atanmıştır. Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği tarafından başvurucu hakkında 3/3/2008 ve 16/3/2009 tarihlerinde düzenlenen sağlık kurulu raporlarında özetle başvurucunun periyodik aralıklarla hastaneye yatarak "infliscimab infüzyonu" tedavisi görmesi gerektiği ve romatoloji kliniği olan bir merkezde takibinin uygun olduğu belirtilmiştir. Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından düzenlenen 22/5/2009 tarihli sağlık raporunda ise Ağustos 2006 tarihinden itibaren anti-TNF tedavi ve hastalık aktivitesi nedeniyle askerliğine ilişkin bir yıl erteleme verilen başvurucunun hastalığının klinik ve laboratuvar verilere göre hâlen aktif olduğu belirtilerek başvurucunun askerliğe elverişli olmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, sağlık kurulu raporlarında belirtilen sağlık mazeretini gerekçe göstererek tedavisinin yapılmasının mümkün olduğunu belirttiği Ankara veya Bursa illerinden birine naklen atanmak istemiyle Sağlık Bakanlığına başvurmuştur. Anılan başvurunun 21/4/2009 tarihli işlem ile reddedilmesi üzerine başvurucu tarafından 23/6/2009 tarihinde iptal davası açılmıştır. Diyarbakır İdare Mahkemesinin 30/11/2010 tarihli kararıyla davanın reddine hükmedilmiştir. Karar gerekçesinde, Diyarbakır İl Sağlık Müdürlüğünden alınan bilgiye göre başvurucunun tedavisini gerçekleştirebilecek niteliği haiz romatoloji alanında uzman bir hekimin Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görev yaptığı ve bu duruma göre başvurucunun tedavisini Diyarbakır ili sınırları içinde de sürdürebileceği belirtilmiştir. Mahkemece, bu durumda naklen atanma talebinin reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu karar, Danıştay Beşinci Dairesinin 9/5/2014 tarihli ilamıyla gerekçesi değiştirilmek suretiyle onanmıştır. Karar gerekçesinde, sağlık mazereti nedeniyle yer değiştirme talebinde bulunulabilmesi için sağlık mazeretine ilişkin kurul raporunda sağlık durumunun görev yapılan yerde veya görev yapılan yerin değiştirilmemesi hâlinde tehlikeye gireceğini belirten bir ibareye yer verilmesi gerektiği ancak başvurucunun nakil istemine dayanak olan sağlık kurulu raporunda bu nitelikte bir ibarenin bulunmadığı anlaşıldığından sağlık mazereti nedeniyle naklen atanma talebinin reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilmiştir.Nihai karar 25/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.Başvurucu 18/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.A. Ulusal Hukuk 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun ek maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"İlgili mevzuata göre yurt içinde veya yurt dışında öğrenimlerini tamamlayarak tabip, uzman tabip ve yan dal uzmanlık eğitimini tamamlayarak uzman tabip unvanını kazananlar, her eğitimleri için ayrı ayrı olmak kaydı ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından hazırlanan İlçelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralamasında yer alan;...Gün, Sağlık Bakanlığı veya Sağlık Bakanlığınca uygun görülen diğer kuruluşlarda Devlet memuru veya ilgililerin talebi halinde 2003 tarihli ve 4924 sayılı Kanuna tâbi sözleşmeli sağlık personeli olarak Devlet hizmeti yapmakla yükümlüdürler." 3359 sayılı Kanun'un ek maddesi şöyledir:"Tıp fakülteleri dekanlıkları ve eğitim hastaneleri baştabiplikleri mezun olan veya uzmanlık ve yan dal uzmanlık öğrenimini tamamlayan tabip ve uzman tabiplerin isim ve adreslerini onbeş gün içinde Sağlık Bakanlığına bildirmekle yükümlüdürler. Diploma ve uzmanlık belgelerinin Sağlık Bakanlığınca tescil işlemlerini müteakip en geç iki ay içerisinde, Devlet hizmeti yükümlülüğü olan personel, atama yerleri ve atama işlemine ilişkin süreç internet sayfasında ilân edilir. Bu ilân tebligat yerine geçer.Eş durumu ve sağlık mazereti nedeniyle yapılacak atamalar hariç personelin görev yerleri, tercih hakkı verilmek sureti ile kurayla belirlenir. Ancak beşinci ve altıncı grup ilçe merkezlerine bağlı yerleşim yerleri ile Bakanlar Kurulunca tespit edilecek il merkezi ve il merkezlerine bağlı yerleşim yerlerinde Devlet hizmeti yükümlülüğünü yerine getirenler, tekrar Devlet hizmeti yükümlüsü olduklarında istekleri dışında bu yerlere atanamazlar. Atama sonuçlarının internet sayfasında ilânını müteakip, gerekli hallerde belgelerini tamamlamak üzere ilgili personele yirmi gün süre verilir. Devlet hizmeti yükümlülük süresi, personelin atandığı yerde göreve katılması ile başlar.Devlet hizmeti yükümlülüğü kapsamındaki personel, bu görevlerini tamamlamadan mesleklerini icra edemezler." 8/6/2004 tarihli ve 25486 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve işlem tarihinde yürürlükte olan Sağlık Bakanlığı Atama ve Nakil Yönetmeliği'nin "Sağlık Mazereti Nedeniyle Atama" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Kendisinin veya kanunen bakmakla yükümlü olduğu eş, anne, baba veya çocuklarından birinin sağlık durumunun bulunduğu yerde tehlikeye girdiğini veya görev yerinin değişmemesi halinde tehlikeye gireceğini, eğitim ve araştırma hastanelerinden alınacak sağlık kurulu raporu ile belgelendirenler; tedavinin yapılabileceği bir sağlık kurum veya kuruluşunun bulunduğu veya sağlığının olumsuz etkilenmeyeceği bir ilin münhal kadrolarına öncelikli olarak atanırlar."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale yapılamaz." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yer değişikliği/atama işlemlerinin yerindeliğini değerlendirmenin kendisinin görevi olmadığını vurgulamaktadır. Ancak AİHM, bu tür işlemlerin başvurucuların Sözleşme kapsamında korunan hakları üzerindeki sonuçlarını incelemektedir (Metin Turan/Türkiye, B. No: 20868/02, 14/11/2006, § 28).  
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15729
Başvuru, kamu görevlisi olan ve romatoloji kliniği bulunan bir şehirde görevlendirilmesi yönünde sağlık raporu bulunan başvurucunun atama talebinin reddedilmesi nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının, açılan davanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltında kötü muamele şikayetine yönelik işleme konulmama kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) terör örgütüne üye olduğu şüphesiyle 9/12/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. 30/12/2016 tarihinde tutuklanan başvurucu 22 gün gözaltında kalmıştır. Başvurucu 13/12/2016 tarihinde siyah renkte dışkılama, ishal ve karın ağrısı şikâyetleriyle hastaneye götürülmüş, başvurucunun Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde bir gün süreyle yatışı yapılmıştır. Düzenlenen rapora göre başvurucuda anal fissür ile hemoroid tespit edilmiş, kendisine genel cerrahi kontrolü önerilmiştir. Bunun yanı sıra başvurucunun sol gözünde ekimoz tespit edildiği rapora kaydedilmiştir. 30/1/2017 tarihinde Sincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği tarafından düzenlenen raporda; başvurucunun bel ve diz ağrısı şikâyeti olduğu, bir buçuk ay önce fiziksel saldırıya maruz kaldığını beyan ettiği belirtilmiştir. Başvurucu 3/9/2018 tarihinde, gözaltında kaldığı süreçte birçok yönden kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürerek Cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 30/1/2019 tarihinde, 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un maddesinin son fıkrası uyarınca şikâyetin işleme konulmamasına kesin olarak karar vermiştir. 4483 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir." 4483 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı maddesinin son fıkrası şöyledir:"765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243 ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz." 4483 sayılı Kanun'un "Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikâyette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler." 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir." 4/11/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şeklinde Hakkında Kanun'un "Yollamalar" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır." 5237 sayılı Kanun'un "İşkence" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (2) Suçun;a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,b) Avukata veya diğer kamu görevlisine karşı görevi dolayısıyla,İşlenmesi halinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (3) Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi halinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (4) Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır. (5) Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz. (6) (Ek: 11/4/2013-6459/9 md.) Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7902
Başvuru, gözaltında kötü muamele şikayetine yönelik işleme konulmama kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, cinsel saldırı suçu ile ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/12/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: 1992 yılında doğan başvurucu, İstanbul'da yaşamaktadır. 5/3/2016 olay tarihinde arkadaşı E.E.nin evinde bulunduğu sırada F.S.A. isimli kişinin cinsel saldırısına maruz kaldığını ileri süren başvurucu, 8/3/2016 tarihinde kolluk birimlerine şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun şikâyeti üzerine İstanbul (Anadolu) Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır. Kolluk görevlilerince alınan ifadesine göre başvurucu 4/3/2016 tarihinde bir arkadaşının doğum günü kutlamasının ardından 5/3/2016 tarihinde saat 00 ile 00 arası bir gece kulübünde eğlenirken bir ay önce tanıştığı arkadaşı E.E. ile karşılaşmış, gece kulübünden sonra birlikte sabah saatlerinde başka bir arkadaşının evine gitmiş; burada başvurucu ile E.E. arasında cinsel birliktelik yaşanmıştır. Saat 00'te E.E. ve F.S.A. ile birlikte E.E.nin evine giden başvurucu, F.S.A.nın hazırladığı kahveyi içerken sohbet ettiklerini, bir ara E.E.nin kardeşinin etrafta gezindikten sonra yanlarından ayrıldığını, akabinde E.E.nin de uyumak için diğer odaya gittiğini, bir süre kendinden geçtiğini, bu süreyi hatırlamadığını dile getirmiştir. Kendine geldiğinde eve gelince giydiği eşofman altının çıkarılmış olduğunu, F.S.A. ile cinsel birleşmenin gerçekleştiğini fark ettiğini belirten başvurucu, tepki vermek istediğini ancak hareket edemediğini, biraz daha kendine gelince F.S.A.ya "Çık çık." dediğini ve F.S.A.nın da üzerinden kalktığını, ardından tuvalete gittiğini iddia etmiştir. Kendine tam anlamıyla gelebilmesi ve E.E.nin uyanması için beklediğini belirten başvurucuya göre F.S.A., içtiği kahveye uyuşturucu veya uyarıcı bir madde ilave etmiştir. E.E. uyandıktan sonra ona olayları anlatmadığını, bu sırada F.S.A.nın uyuduğunu ifade eden başvurucu, bir süre televizyon izledikten sonra kendisinin de uyuyakaldığını, uyandıktan sonra ise evden ayrıldığını beyan etmiştir. Ayrıca şikâyetinde başvurucu, cinsel saldırıya maruz kaldığını anlayınca sağlık raporu almak için müracaat ettiğini ancak adli rapor alamadığını, F.S.A.nın içtiği kahveye yabancı madde katarak ve bu şekilde kendisini etkisiz hâle getirerek cinsel saldırıyı gerçekleştirdiğini iddia etmiş; kan örneğinin ve giydiği kıyafetlerin incelenmesini talep etmiştir. Şüpheli F.S.A., kolluk görevlilerince 8/3/2016 tarihinde alınan savunmasında üzerine atılı suçlamayı kabul etmemiş; başvurucu ile arasında yaşanan cinsel birlikteliğin başvurucunun rızasıyla gerçekleştiğini savunmuştur. Arkadaşı E.E.nin evine geldikleri ana kadar olan olaylar yönünden başvurucunun anlatımını doğrulayan F.S.A., kendisine kahve yaptığını, E.E. ve başvurucunun da kendisine aldığı bardaktan ara ara kahve içtiklerini, ayrı bardak kullanmadıklarını, başvurucunun salonda uyuduktan sonra E.E.nin uyumak için başka bir odaya gittiğini beyan etmiştir. Başvurucu uyandığında aralarında fiziki yakınlaşma başladığını, başvurucunun kendisine sarıldığını, kendisinin de başvurucuya dokunduğunu, daha sonra başvurucunun, giydiği eşofmanın altını çıkardığını ve yaklaşık on dakika cinsel ilişkiye girdiklerini ifade etmiştir. Cinsel ilişki sırasında başvurucunun gözlerinin açık olduğunu ve kendisini engellemediğini belirten F.S.A., birliktelik sonrası başvurucunun tuvalete gittiğini, akabinde birlikte televizyon izlediklerini ve sohbet ettiklerini, daha sonra uyuduğunu, uyandığında ise başvurucunun evde olmadığını dile getirmiştir. Başvurucu hakkında 8/3/2016 tarihinde Zeynep Kamil Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporun ilgili kısmı şöyledir:"Hastanın yapılan muayenesinde hymende 1 haftadan eski laserasyon izlendi. Hastada zorlamaya ait darp cebir fiili livata izine rastlanmadı." Başvurucunun ve şüpheli F.S.A.nın incelenmek üzere kan örnekleri 8/3/2016 tarihinde alınmış, başvurucuya ait iç çamaşırıyla birlikte Başsavcılığın adli emanet birimine teslim edilmiştir. Başsavcılığın talebi doğrultusunda alınan kan ve diğer örnekler üzerinde moleküler genetik inceleme yapılmasına sulh ceza hâkimliğince karar verilmiştir. İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü (Adli Tıp Kurumu) tarafından 25/3/2016 tarihinde düzenlenen raporda Zeynep Kamil Eğitim Araştırma Hastanesinin raporundaki bulgulara göre başvurucunun cinsel istismara maruz kalıp kalmadığı hususuna açıklık getirilebilmesi için kişinin olay tarihinde olay anında üzerinde bulunan iç çamaşırlarının (yıkanmamış olarak) ve kişiden olay tarihinde alınmış olan örneklerin tetkik edilmek üzere Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas dairesine gönderilmesi gerektiği belirtilmiştir. İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü tarafından başvurucu ve şüphelinin kan örnekleri ile başvurucuya ait iç çamaşırı incelenmiştir. İnceleme neticesinde 16/5/2016 tarihinde düzenlenen uzmanlık raporunda başvurucunun iç çamaşırındaki kanla meni lekesi üzerinde başvurucu ile şüpheli dışındaki erkek bir şahsa ait genetik yapı bulunduğu belirtilmiştir. Başsavcılıkça 10/6/2016 tarihinde nitelikli cinsel saldırı suçu nedeniyle şüpheli hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:"...Şüphelinin eyleminin müştekinin rızası haricinde yaptığına dair dosyada delil bulunmamaktadır. Şüphelinin üzerine atılı Nitelikli Cinsel Saldırı suçunu müştekinin rızası ile gerçekleştirdiği anlaşıldığından ..." Başvurucu, Başsavcılık kararına itiraz etmiş; itirazı İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliği (Sulh Ceza Hâkimliği) tarafından 15/7/2016 tarihinde kabul edilerek soruşturmanın genişletilmesine karar verilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliğinin gerekçesi şöyledir:"Müştekinin iddiasında şüpheli tarafından kendisine içinde uyuşturucu veya uyarıcı madde bulunan kahve içirdiğini iddia ettiğinden müştekiden alınan kan numunesinin incelettirilerek içerisinde uyuşturucu veya uyarıcı madde bulunup bulunmadığının tespit ettirildikten sonra sonucuna göre karar verilmesi gerektiği..." Başvurucunun 10/1/2017 tarihinde Başsavcılıkça ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde olay anında üzerinde bir ağırlık, hâlsizlik olduğunu, gözünün açık olduğunu, düşünebildiğini ancak hareket edemediğini, olaydan sonra düşüncelerini toparlayamadığını bu nedenle evde bulunanlara bir şey söyleyemediğini, olayın şoku ile dışarıya nasıl gideceğini bilemediğini beyan etmiştir. Başvuruya konu olayın gerçekleştiği evin sahibi E.E. ve kardeşi Er.E. Başsavcılık tarafından 11/1/2017 tarihinde tanık olarak dinlenmiştir. E.E. beyanında eve hep birlikte gittikten sonra uyuduğunu, uyandığında herkesin evden ayrılmış olduğunu, kardeşi Er.E.nin ise bir ara eve geldiğini gördüğünü, başvurucunun olayla ilgili bir şey anlatmadığını, ev arkadaşı olan A.nın vefat ettiğini ifade etmiştir. Diğer tanık Er.E. ise eve birkaç dakika uğradığında başvurucu, F.S.A. ve ağabeyi E.E.nin muhabbet ettiklerini gördüğünü dile getirmiştir. Sulh Ceza Hâkimliğinin soruşturmanın genişletilmesi kararı doğrultusunda başvurucudan alınan kan örneği üzerinde araştırma yapılması Adli Tıp Kurumundan talep edilmiştir. Adli Tıp Kurumu 16/2/2017 tarihli yazısıyla başvurucuya ait kan örneğinin gönderilen materyaller içinden çıkmadığı için inceleme yapılmadığını belirtmiş ve gönderilen materyalleri Başsavcılığa iade etmiştir. Başsavcılık tarafından Adli Tıp Kurumundan gönderilen mühürlü torba açılarak yapılan incelemede torba içinde sadece başvurucuya ait iç çamaşırı ile başvurucu ve şüpheliye ait bir adet ahşap pamuklu eküvyon çubuğu bulunduğu tespit edilmiş, bu tespite ilişkin 13/3/2017 tarihinde tutanak düzenlenmiştir. Başsavcılıkça başvurucudan alınan kan örneğinin akıbeti ilgili kolluk birimine müzekkere yazılarak araştırılmış ancak herhangi bir bilgi bulunamamıştır. Başsavcılığın 25/4/2017 tarihli kararıyla şüpheli hakkında yeniden kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"Tanıklar [E.E.]; olay gecesi evde arkadaşları [A.], [F.] ve [Ö.] ile kendisinin olduğunu, kendisinin içeriye geçip uyuduğunu, uyurken ne olduğunu bilmediğini, olaydan sonra [Ö.nün] kendisine birşey söylemediğini beyan etmiştir.Tanık [Er.E.]; anahtar almak için ağabeyinin evine gittiğinde, ağabeyini, müştekiyi ve şüpheliyi masada kahvaltı yaparlarken gördüğünü, kendisinin iki dakika evde kalıp anahtar aldıktan sonra çıktığını beyan etmiştir.Müştekinin kan numuneleri üzerinde kimyasal tetkikler yaptırılmak istenmişse de, kan numunelerinin bulunu[la]maması sebebiyle bu mümkün olmamıştır.Mevcut deliller ve dosya kapsamı bir arada değerlendirildiğinde, şüphelinin eylemi müştekinin rızası dışında gerçekleştirdiğine dair bir delil bulunmaması sebebiyle... " Başvurucu, şüphelinin kovuşturulmaması kararına itiraz etmiş; itirazı 10/10/2017 tarihinde reddedilmiş; ret kararı başvurucuya 6/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. G.G.K., B. No: 2014/19797, 9/1/2018, §§ 27-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/39160
Başvuru, cinsel saldırı suçu ile ilgili olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, 2006 yılında verilen soruşturma emri üzerine ''asta müessir fiil'' suçundan 2011 yılında hakkında dava açıldığını, yapılan yargılama sonunda 2013 yılında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verildiğini, bu kararın 2019 yılına kadar geçerli olacağını, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 10/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 7/1/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri emrinde Yarbay olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, 23/4/2006 tarihinde Alay Komutanı hakkında Jandarma Genel Komutanlığı Jandarma Eğitim Komutanlığına şikâyette bulunmuştur. Jandarma Eğitim Komutanlığı, yaptığı tahkikat sonrasında 16/5/2006 tarihinde tahkikat raporunu hazırlayarak Jandarma Genel Komutanlığına sunmuş, aynı tarihte başvurucuya bilgi vermiştir. Yapılan işlemler sonrasında Gaziantep Zırhlı Tugay Komutanlığınca 23/8/2006 tarihinde, "müteaddit olarak asta müessir fiil, görevi kötüye kullanmak, erleri hizmetçiliğe vermek, resmi evrakta sahtecilik ve sair hallerde memuriyet nüfuzunu suistimal etmek" suçlarından Askeri Savcılığa soruşturma emri verilmiştir. Başvurucu ve yedi şüpheli hakkında yapılan soruşturma sonunda, Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) Gaziantep Zırhlı Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığının 18/10/2011 tarih ve E.2011/14 sayılı iddianamesi ile başvurucunun ''asta müessir fiil'' suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır. KKK Gaziantep Zırhlı Tugay Komutanlığı Askeri Mahkemesi, 1/10/2013 tarih ve E.2013/412, K.2013/582 sayılı kararı ile başvurucunun, beş kez "asta müessir fiil" suçundan yirmi beşer gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Anılan karara yapılan itiraz, KKK Malatya Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 13/1/2014 tarih ve 2014/A-12-9 sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 10/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 10/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 22/5/1930 tarih ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/3063
Başvurucu, 2006 yılında verilen soruşturma emri üzerine ''asta müessir fiil'' suçundan 2011 yılında hakkında dava açıldığını, yapılan yargılama sonunda 2013 yılında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verildiğini, bu kararın 2019 yılına kadar geçerli olacağını, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru; ceza infaz kurumunda avukat ile yapılan görüşmelerin kayda alınması ve infaz koruma memurlarının nezaretinde gerçekleşmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, açık görüş (ziyaret) hakkının sınırlandırılması ve farklı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle telefonla haberleşme imkânından yararlandırılmamaları nedenleriyle de aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ile erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL üçer aylık sürelerle uzatılarak 18/7/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Darbe teşebbüsü öncesinde Cumhuriyet savcısı olan başvurucu, darbe teşebbüsü sonrasında FETÖ/PDY (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) terör örgütüne üye olma ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçları kapsamında yürütülen soruşturma sürecinde Zonguldak Sulh Ceza Hâkimliğinin 20/7/2016 tarihli kararıyla tutuklanmış ve Zonguldak M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuş; 30/7/2016 tarihinde Kocaeli 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucunun eşi de aynı Hâkimlikçe 20/7/2016 tarihinde aynı suçlamayla tutuklanmış, önce Zonguldak E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuş, daha sonra 19/8/2016 tarihinde Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla Ceza İnfaz Kurumuna gönderdiği önleyici tedbirler konulu ve 1/8/2016 tarihli yazısında; 22/7/2016 ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hükümleri gözetilerek 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olan suçlardan tutuklu olarak barındırılan kişilerin avukatları ile görüştürülmeleri, ziyaretçileri ile görüştürülmeleri ve telefonla haberleşmeleri hususlarında uygulama ve usule yönelik açıklamada bulunulmuştur. Bu nedenle yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun da isminin yer aldığı şüpheliler hakkında tedbirlerin titizlikle uygulanması istenmiştir. Başvurucunun tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) 18/8/2016 tarihli kararı ile Kurumun mevcudu, güvenliği ve düzeni dikkate alınarak açık görüşlerin iki ayda bir yapılmasına karar vermiştir. Kararda; bu uygulamanın 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi gereğince devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine, millî savunmaya, devlet sırlarına karşı işlenen suçlardan ve casusluk ile 3713 sayılı Kanun kapsamında olan suçlardan hükümlü ve tutuklu olanlara yönelik olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 9/8/2016 tarihinde şikâyet dilekçesini Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) gönderilmek üzere Ceza İnfaz Kurumuna sunmuştur. Başvurucu; dilekçesinde, aile bireyleriyle -kızlarıyla- açık görüş hakkının kısıtlandığını, başka ceza infaz kurumunda tutuklu bulunan eşiyle telefon görüşmesi yapmasına izin verilmediğini, ayrıca avukatıyla yaptığı görüşmelerin kamera ile kayıt altına alındığını ve görevli nezaretinde yapıldığını belirterek söz konusu kısıtlamaların kaldırılması talebinde bulunmuştur. İnfaz Hâkimliğinin 21/10/2016 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Kararda; açık görüşe ilişkin uygulamanın Bakanlığın talebi (Ziyaret Yönetmeliğine göre), avukat ile yapılan görüşmelerle ilgili işlemlerin de 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi uyarınca başvurucu hakkında soruşturmayı yürüten Başsavcılık talimatı ile gerçekleştirildiği, Ceza İnfaz Kurumunun bir işlemi bulunmadığından bu hususların Hâkimliklerince incelenemeyeceği açıklanmıştır. Öte yandan başvurucunun farklı bir ceza infaz kurumunda bulunan eşiyle telefonla görüşme hakkından yararlandırılması talebiyle ilgili olarak ise hükümlü ve tutukluların dışarıdan aranmaları suretiyle görüşmeleri konusunda mevzuatta bir hüküm bulunmadığı, bu nedenle telefonla görüşme talebine ilişkin şikâyetin yasal dayanağının bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliği kararına 2/11/2016 tarihinde itiraz edilmiştir. Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 29/11/2016 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Nihai karar 7/12/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 4/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 21/11/2019 tarihli yazısı ile Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun yaptığı tüm görüşlerin sıklığına ilişkin bilgi ve belgeler talep edilmiştir. 22/11/2019 ve 2/12/2019 tarihli cevap yazılarında, açık görüşlerin iki ayda bir yapılması kararı sonrasında İdare ve Gözlem Kurulunun 15/2/2017 tarihinde aldığı karar ile açık görüşlerin tekrar ayda bir yapılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Bu geçici uygulamanın başladığı 18/8/2016 tarihi ile sona erdiği 15/2/2017 tarihine kadar başvurucunun çocukları, babası, annesi, kardeşi ve eşi (tahliyesi sonrasında) ile 23/9/2016, 23/11/2016 ve 18/1/2017 tarihlerinde üç kez açık görüş; 26/8/2016, 2/9/2016, 9/9/2016, 6/10/2016, 3/11/2016, 10/11/2016, 17/11/2016, 30/11/2016, 14/12/2016, 21/12/2016, 25/1/2017, 1/2/2017 ve 15/2/2017 tarihlerinde on üç kez kapalı görüş hakkını kullandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak kaldığı süre boyunca 5/9/2016, 4/10/2017, 15/11/2017 ve 18/11/2017 tarihlerinde avukat ziyareti hakkından; 15/8/2016, 29/8/2016, 12/9/2016, 10/10/2016, 21/10/2016, 24/10/2016, 7/11/2016, 5/12/2016, 19/12/2016, 2/1/2017, 20/1/2017, 3/2/2017, 17/2/2017, 3/3/2017, 17/3/2017, 31/3/2017, 14/4/2017, 28/4/2017, 12/5/2017, 26/5/2017, 9/6/2017, 23/6/2017, 7/7/2017, 21/7/2017, 4/8/2017, 18/8/2017, 1/9/2017, 15/9/2017, 29/9/2017, 13/10/2017, 27/10/2017, 10/11/2017 ve 20/11/2017 tarihlerinde aile bireyleriyle telefonla görüş hakkından -eşi adına kayıtlı telefonla- yararlandırıldığı ifade edilmiştir. Öte yandan UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden anlaşıldığı üzere başvurucunun eşi yürütülen soruşturma esnasında 2/11/2016 tarihinde tahliye edilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde başvurucu ve eşi hakkında açılan kamu davasının yapılan yargılamasında da 21/11/2017 tarihinde başvurucunun tahliye edildiği ve 18/6/2020 tarihli kararla başvurucu ve eşinin FETÖ/PDY üyesi olduğu gerekçesiyle mahkûmiyetlerine karar verildiği, davanın istinaf aşamasında derdest olduğu anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi daha önceki içtihatlarında tutuklunun ceza infaz kurumunda avukatı ile yaptığı görüşmelerinin sınırlandırılmasıyla ilgili -görüşmelerin infaz koruma görevlisi nezaretinde ve kamera kaydına alınarak gerçekleştirilmesine- mevzuata (Ahmet Sil (2), B. No: 2017/20969, 28/6/2018, §§ 25-30); mahpusların açık görüş hakkının sınırlandırılmasına dayanak oluşturan ulusal ve uluslararası mevzuat ve konuyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına (Halil Berk, B. No: 2017/8758, 21/3/2018, §§ 18-37) ayrıca tutuklunun telefonla haberleşme hakkına ilişkin ulusal ve uluslararası mevzuat ve konuyla ilgili Yargıtay kararına (Hüseyin Ekinci, B. No: 2016/38867, 3/7/2019, §§ 21-43) yer vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/7515
Başvuru, ceza infaz kurumunda avukat ile yapılan görüşmelerin kayda alınması ve infaz koruma memurlarının nezaretinde gerçekleşmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının, açık görüş (ziyaret) hakkının sınırlandırılması ve farklı ceza infaz kurumunda bulunan eşlerin birbirleriyle telefonla haberleşme imkânından yararlandırılmamaları nedenleriyle de aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tam yargı davasında bilirkişinin belirlediği tazminat miktarının hukuki dayanak olmadan düşürülmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/6/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun zorunlu askerlik görevini yerine getirmesi amacıyla yapılan son yoklamasında epilepsi hastası olduğu tespit edilmiştir. Eskişehir Asker Hastanesi tarafından düzenlenen 22/11/2010 tarihli rapor uyarınca hakkında Epilepsi EEG normal sınırlarda, askerliğe elverişlidir kararı alınan başvurucu, Kasım 2011 celbinde Burdur Piyade Eğitim Tugayına sevk edilerek zorunlu askerlik hizmetine başlamıştır. 24/2/2012 tarihinde rahatsızlığını beyan etmesi üzerine revire sevk edilen başvurucu, tabur revirinde tedavi edilmiştir. Başvurucu 26/3/2012 tarihinde epilepsi nöbeti geçirmiş ilk tedavisinin ardından bir müddet dinlendirilerek durumunun iyi olduğunu beyan etmesi üzerine motorlu intikal faaliyetine dâhil edilmiştir. İntikal sırasında ikinci kez nöbet geçiren başvurucunun durumu üstlerine bildirilmiştir. Tabur Komutanlığı tarafından Özalp Devlet Hastanesine sevk edilen başvurucu ilaç tedavisi görmüş ve bir süre dinlendirildikten sonra tabur revirine götürülerek müşahade altına alınmıştır. Tabur revirinde aynı gün içinde üçüncü kez nöbet geçiren başvurucu, Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Başvurucu, Van Bölge ve Eğitim Araştırma Hastanesi bünyesinde beyin kanaması şüphesiyle ameliyat edilmiştir. Ameliyat sonrası yoğun bakıma alınan başvurucuya 30/3/2012 tarihli raporla epidural hemoraji epilepsi tanısı konularak bir ay yatak istirahati verilmiştir. 16/4/2012 tarihinde Eskişehir Asker Hastanesine sevk edilen başvurucu hakkında 27/4/2012 tarihli rapor uyarınca kafatası ezici yaralanması tanısı ile askerliğe elverişli değildir kararı alınmıştır. Başvurucu söz konusu rapor uyarınca terhis edilmesinin ardından 12/11/2012 tarihli dilekçesiyle, epilepsi rahatsızlığı bilinmesine karşın gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle askerlik görevi sırasında düşüp yaralandığını ve bu yaralanmada idarenin hizmet kusuru bulunduğunu belirterek maddi ve manevi zararlarının tazmini için Millî Savunma Bakanlığına başvuruda bulunmuştur. Talep cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucu zımnen ret üzerine uğradığını ileri sürdüğü 000 TL maddi ve 000 TL manevi zararın tazmini istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tam yargı davası açmıştır. AYİM İkinci Dairesi (Mahkeme) 17/12/2014 tarihinde kısmen kabul kısmen ret kararı vermiştir. Kararda öncelikle yaralanma vakasının 26/3/2012 tarihinde intikal faaliyetlerine hazırlık sırasında doldur-boşalt yapılması için beklenirken meydana geldiği ve olayın oluşunda idarenin kusurunun bulunmadığı ancak zararlı sonuç ile askerî hizmet arasında illiyet bağı bulunduğu tespit edilmiştir. Zararın başvurucu üzerinde bırakılmayarak topluma yayılmasının hakkaniyet gereği olduğu belirtildikten sonra olayın oluş biçimi ve başvurucunun bünyesel durumu dikkate alınarak kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince zararın karşılanması gerektiği vurgulanmıştır.Başvurucunun uğradığı iş gücü kaybı oranını belirlemek için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu oluşan raporda uğranılan maddi zararın 182 TL olarak tespit edildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucuya kamu kurumlarınca aylık bağlanmadığı veya yardım ödemesi yapılmadığı ifade edilmiştir. Başvurucunun zararı karşılanırken bünyesel durumunun da dikkate alınarak bilirkişi raporu doğrultusunda uygulama yapıldığı ve yaşanılan acı ve üzüntüyü karşılayabilmek amacıyla uygun miktarda manevi tazminata hükmedildiği hususlarının altı çizilmiştir. Sonuç olarak başvurucu lehine 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminata hükmedilmiş, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir. Karar düzeltme istemi Mahkemenin 29/4/2015 tarihli hükmüyle reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 3/6/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 24/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/10428
Başvuru, tam yargı davasında bilirkişinin belirlediği tazminat miktarının hukuki dayanak olmadan düşürülmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ortağı olunan şirketin usulsüz işlemleri sonucunda uğradığı zararların giderilmesi için açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Bera Holding A.Ş. (Şirket) ile Şirketin Denetim ve Yönetim Kurulunda üye olanlar aleyhine tazminat davası açmıştır. Başvurucu, bu davada Şirkette usulsüz işlemler yapıldığını ileri sürmüş; doğrudan ve dolaylı zararının giderilmesini talep etmiştir. Konya Asliye Ticaret Mahkemesi (Mahkeme) alınan bilirkişi raporu sonrasında davanın ispat edilemediği gerekçesiyle reddine karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Yargıtay) başvurucunun ortak olduğu hususunda çekişme olmadığı ve ortaklığın tespitine karar verilmesine ilişkin dava açılmasında hukuki yararı olmadığı, davada ileri sürülen sebeplerin doğrudan zarar kapsamında bulunmadığı, doğrudan zarara ilişkin bir belirleme olmadığı, dolaylı zarar bakımından da ancak bu zararın Şirkete ödenmek üzere talep edilebileceği gerekçesiyle başvurucunun karar aleyhindeki temyiz talebini reddetmiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi Yargıtay tarafından reddedilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 20/5/2020 tarihinde öğrendikten sonra 8/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 11/9/2023 tarihinde başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden Bölüme gönderilmesine karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/15874
Başvuru, ortağı olunan şirketin usulsüz işlemleri sonucunda uğradığı zararların giderilmesi için açtığı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, evlatlık ilişkisinin kaldırılması istemiyle açılan davada sonradan yürürlüğe giren kanun hükümlerine dayanılarak davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Görele Sulh Hukuk Mahkemesinin E.1980/210 ve E.1988/113 sayılı dosyalarında verilen kararlar ve Görele Noterliğinin 23/9/1980 ve 5/7/1988 tarihli evlat edinme senetleri ile yeğenleri İ. T. ve B.T.yi evlat edinmiştir. Başvurucu, evlat edindiği bu kişilerin kendisine bakmadıklarını belirterek evlat edinme ilişkisinin kaldırılması talebiyle Görele Asliye (Aile) Hukuk Mahkemesinde dava açmıştır. Görele Asliye Hukuk Mahkemesi, 6/3/2015 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararda evlatlık ilişkisinin 17/2/1926 tarihli ve 743 sayılı mülga Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine göre kurulduğu, 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun hükümleri uyarınca, 3/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun 1/1/2002 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte evlatlık ilişkisinin kaldırılması taleplerinde 4721 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiği, 4721 sayılı Kanun'da, mülga 743 sayılı mülga Kanun'un maddesindeki gibi evlatlık akdinin iptali müessesine yer verilmediği; bu nedenle evlatlığın evlat edinene karşı mükellef olduğu vazifeleri ifada ihmal göstermesinin evlatlık ilişkisinin kaldırılması sebebini oluşturmayacağı gerekçesine yer verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 22/2/2016 tarihli kararıyla onanmış ve hüküm 1/4/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Yargıtay onama kararı 16/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 14/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. A. Kanun Hükümleri 743 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Evlatlık mukavelesi hakkındaki kaidelere riayet şartiyle, evlatlık rabıtası, iki tarafın rızasiyle her zaman kaldırılabilir. Evlatlık rabıtası, muhik sebeplere istinat halinde evlatlığın ve mirasından mahrum bırakacak bir hal hüdusunda evlatlık edinen kimsenin talebi üzerine, hakim tarafından dahi refedilir.Ref'i, evlatlık rabıtasının istikbale ait bütün hükümlerini izale eder ve kat'idir" 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Yasal sebep bulunmaksızın rıza alınmamışsa, rızası alınması gereken kişiler, küçüğün menfaati bunun sonucunda ağır biçimde zedelenmeyecekse, hâkimden evlâtlık ilişkisinin kaldırılmasını isteyebilirler." 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"Evlât edinme esasa ilişkin diğer noksanlıklardan biriyle sakatsa, Cumhuriyet savcısı veya her ilgili evlâtlık ilişkisinin kaldırılmasını isteyebilir.Noksanlıklar bu arada ortadan kalkmış veya sadece usule ilişkin olup ilişkinin kaldırılması evlâtlığın menfaatini ağır biçimde zedeleyecek olursa, bu yola gidilemez." 4722 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: "Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları, bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir.Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleşen olaylara, Kanunda öngörülmüş ayrık durumlar saklı kalmak kaydıyla, Türk Medenî Kanunu hükümleri uygulanır." 4722 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olan evlat edinme sözleşmeleri, bütün hükümleri ile birlikte geçerliliğini korur."B. Yargıtay Kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/4/2009 tarihli ve E.2008/248, K.2009/7129 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...4721 sayılı Türk Medeni Kanununda, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin maddesinde öngörülen evlatlık akdinin iptali müessesesine yer verilmemiştir. Bu nedenle, evlatlığın, evlat edinenlere karşı mükellef olduğu vazifeleri ifada ihmal göstermesi, evlatlık ilişkisinin kaldırılması sebebi oluşturmaz.Evlatlık ilişkisinin esasa ilişkin noksanlıklardan biriyle sakat olması, evlatlık ilişkisinin kaldırılması sebebidir. (TMKk.m.318/1) Ancak davanın evlatlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl ve herhalde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl içinde açılması gerekir. Bu süre hak düşürücü süredir (TMK.m.319) ve hakim tarafından resen gözetilir. Dava 2006 tarihinde açılmıştır. Evlat edinme kararı davacıların başvurusu üzerine verildiğine, davacılar esasa ilişkin noksanlığı bildiklerine göre, Türk Medeni Kanununun 319/ maddesindeki bir yıllık hak düşürücü süre geçmiştir. Davanın açıklanan sebeple reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır...." Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/7/2009 tarihli ve E.2008/6668, K.2009/13074 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacılar, davalı evlatlığın kendilerine karşı ailevi görevlerini yerine getirmediğini ileri sürerek evlatlık sözleşmesinin iptalini istemişlerdir.Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleşen olaylara, kanunda öngörülmüş ayrık durumlar saklı kalmak kaydıyla 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümleri uygulanır. (4722 s.K.md.1/3, 14) Dava 2007 tarihinde açılmıştır.743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin maddesi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda yer almamıştır. Davacıların Türk Medeni Kanununun 317, maddelerine dayalı bir davası da bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle davanın reddi gerekirken yazılı şekilde kabulü usul ve yasaya aykırıdır...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/7308
Başvuru, evlatlık ilişkisinin kaldırılması istemiyle açılan davada sonradan yürürlüğe giren kanun hükümlerine dayanılarak davanın reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; gözaltına alınırken takılan kelepçe yüzünden yaralanma ve şeker hastalığının belirtilmesine rağmen kahvaltının gecikmeli olarak verilmesi nedenleriyle yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.         Başvuru 26/11/2015 tarihinde yapılmıştır.     Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.     Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.      Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.     Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.     Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.        Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:     10-11 Temmuz 2010 tarihlerinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı'nda (KPSS) suç işlemek amacıyla örgüt kurma, resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) soruşturma başlatmıştır. Aynı soruşturmada şüpheli olarak yer alan başvurucunun yakalanması için 23/3/2015 tarihinde saat 00’da evine operasyon yapılmıştır.    23/3/2015 tarihinde saat 45’te düzenlenen Yakalama Tutanağındaki bilgilere göre başvurucu 15’te avukatlarıyla birlikte emniyet müdürlüğüne giderek kendiliğinden teslim olmuştur.   24/3/2015 tarihinde başvurucuyla görüşmeye gelen avukatları başvurucunun elinde kesiğe benzer bir yara görmeleri üzerine saat 10’da tutanak düzenlemişlerdir. Bu tutanakta şu bilgiler bulunmaktadır: Başvurucu akşam iki kez rapor için hastaneye götürülmüş, ikinci kez giderken kendisine kelepçe takılmış, neden kelepçe takıldığını sorduğunda ise polisler, bunun komiserin talimatı olduğu cevabını vermiştir. Başvurucu, şeker hastası olduğunu söylediği hâlde kahvaltısının iki saat geç verildiğini, şahsi ihtiyaçları için talepte bulunduğunda kötü muameleye tabi tutulduğunu ifade etmiştir.   Başvurucu hakkında;  i. Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesince 23/3/2015 tarihinde saat 20 ve 30’da düzenlenen raporlarda darp ve cebir izi bulunmadığı kayıtlıdır. ii. Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesince 24/3/2015 tarihinde saat 22’de düzenlenen rapora göre başvurucunun sağ el baş parmak sırtında 3-4 cm'lik yara mevcuttur. Raporda, başvurucunun kelepçeden dolayı yaralandığını doktora ifade ettiği belirtilmiştir.   Başvurucu vekili 15/5/2015 tarihinde Savcılığa yazdığı dilekçeyle, görevliler hakkında işkence ve görevi kötüye kullanmaktan suç ihbarında bulunmuştur.   Savcılık, Yakalama Tutanağında adı geçen şüpheli üç polis memuru hakkında soruşturma yapmıştır. Polis memurları; başvurucunun kendi rızasıyla teslim olması üzerine tutanak düzenlediklerini, hastaneye götürürken kelepçe takmadıklarını, ancak bir süre sonra ikinci kez tüm şüphelilerin tekrar hastaneye götürülüp haklarında yeniden doktor raporu alındığını, ikinci işlemde yer almadıklarını söylemişlerdir. Şüpheliler ayrıca başvurucunun kahvaltısının geç verildiği iddiasının gerçek olmadığını, avukatlarının da başvurucuya yiyecek getirdiklerini, bu konuda tutanakların bulunduğunu, suçlamaların örgütsel bir tavrın ürünü olduğunu belirtmişlerdir.    Başvurucunun iddialarıyla ilgili olarak Savcılık 28/8/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: “… Bu düzenlemeler karşısında somut olay değerlendirildiğinde, Cumhuriyet Savcısı tarafından gözaltına alınma talimatı verilen Süleyman Savat'ın, kendiliğinden emniyete gelip teslim olması durumunda da yapılan işlemin yakalama işlemi olduğu, yakalama işlemine ilişkin yasada ve yönetmelikte öngörülen gerekli tutanakların düzenlendiği, gerekli doktor raporlarının alındığı, Süleyman Savat'ın 23/03/2015 tarihinde saat 20:25 - 20:30 arasında, 24/03/2015 tarihinde saat 17:50-18:10 ile saat 21:20-21:40 arasında müdafileriyle görüştürüldüğü, 25/03/2015 tarihinde suç işlemek amacıyla örgüt kurmak/yönetmek, belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından müdafii katılımıyla şüpheli olarak ifadesinin alındığı, yakalama, gözaltına alma ve ifade alma işlemlerinde ilgili yasa ve yönetmeliğe herhangi bir aykırılık bulunmadığı; Yakalanan kişiye kelepçe takılmasıyla ilgili yasal düzenlemeler şu şekildedir:  5271 sayılı CMK 93/ maddesi "Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir." … Bu düzenlemeler karşısında somut olay değerlendirildiğinde, müşteki Süleyman Savat'ın, hakkında hangi suç ya da suçlardan dolayı soruşturma yapıldığını bilmeden polis tarafından arandığını öğrenmesi üzerine kendiliğinden Emniyete müracaat ettiği, Cumhuriyet savcısının gözaltına alınmasına ilişkin talimatı üzerine hakkında yakalama işlemi yapıldığı, bu aşamada kendisine isnat edilen suçun belirtildiği, şahsın operasyon kapsamında yakalanan diğer şüpheliler ile birlikte doktor raporu alınmak üzere kelepçe takılarak hastaneye götürülmesinde, yukarıda belirtilen mevzuat çerçevesinde müşteki Süleyman Savat'ın kendisine isnat edilen bu suçlamaya ve şahsın kalabalık bir şüpheli grubu ile birlikte hastaneye götürülmesi aşamasında koluna kelepçe takılmasının hukuka uygun olduğu ve bu eylemin herhangi bir suç oluşturmadığı, müşteki Süleyman Savat'ın sağ el baş parmağındaki yaralanmanın kelepçe takılmasından meydana geldiğine ilişkin müştekinin beyanı dışında başka bir delil bulunmadığı, ayrıca Süleyman Savat'ın sağ el başparmağındaki yaralanma kelepçe takılmasından meydana gelmiş olsa bile bu yaralanmaya görevli polis memurlarının kasten ya da taksirli hareketleriyle sebebiyet verdiklerine dair de müştekinin beyanı dışında başka bir delil bulunmadığı anlaşıldığından, Belirtilen bu nedenlerden dolayı KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA; … 2-Müştekinin, gözaltında bulunduğu süre zarfında işkenceye maruz kaldığı iddiası değerlendirildiğinde;  Görevli polis memurları tarafından 25/03/2015 tarihinde saat 11:30'da düzenlenen tutanakta "gözaltında bulunan Süleyman Savat'ın kahvaltıda gelen yağ, bal ve reçeli şeker hastalığı olduğundan dolayı yiyemeyeceğini beyan etmesi üzerine, kendisine yumurta, peynir türü kahvaltı verildiğinin" belirtilmesi, Yine 25/03/2015 tarihli tutanakta "gözaltında bulunan Süleyman Savat'ın tabldota kendisine verilen yemeği mevcut hastalığı nedeniyle yiyemeyeceğini belirtmesi üzerine kendisine avukatı tarafından getirilen pişirilmiş tavuk, yeşil salata ve ayrandan oluşan menünün verildiğinin" belirtilmesi, Müştekinin 23/03/2015 tarihinde saat 20:45'de yakalanmış olması, müştekinin soruşturma nedeniyle yakalandıktan sonra değişik zamanlarla müdafiileriyle görüşmesinin sağlanmış olmasına rağmen bu hususta görevli polislere zamanında herhangi bir bilgi vermemesi, görevli polislerin müştekinin rahatsızlığını öğrenmeleri üzerine kendisine rahatsızlığına uygun diyet yemekleri vermeleri birlikte değerlendirildiğinde, müştekinin Emniyet Müdürlüğünde gözaltında bulunduğu süre zarfında kötü muameleye tabi tutulduğuna ya da işkenceye maruz kaldığına ilişkin kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak nitelikte ve yeterlilikte delil elde edilemediğinden müsnet suçtan dolayı KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verilmiştir.]"   Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 15/10/2015 tarihinde reddedilmiştir.    28/10/2015 tarihinde ret kararını öğrendiğini belirten başvurucu 26/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.       4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Yakalanan veya tutuklanan kişilerin nakli Madde 93- (1) Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir.”   26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Muhafızın görevini kötüye kullanması Madde 295 - (1) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün muhafaza veya nakli ile görevli kişilerin, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmeleri halinde, görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin hükümler uygulanır. (2) Muhafaza veya nakli ile görevli olan kimse, görevinin gereklerine aykırı olarak gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bulunduğu yerden geçici bir süreyle uzaklaşmasına izin verirse; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Gözaltına alınan, tutuklu veya hükümlünün bu fırsattan yararlanarak kaçması halinde, kaçmaya kasten imkan sağlama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”    
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18154
Başvuru, gözaltına alınırken takılan kelepçe yüzünden yaralanma ve şeker hastalığının belirtilmesine rağmen kahvaltının gecikmeli olarak verilmesi nedenleriyle yapılan şikâyetin kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; pek çok kişinin ölümüne ve birçok kişinin de yaralanmasına neden olan bombalı saldırı olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasında, soruşturma evrakını inceleme ve söz konusu evraktan örnek alma yetkisinin hâkimlik kararıyla kısıtlanması ve bu karara yapılan itirazın reddedilmesi sebebiyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Uğur Gümüşkaya 2015/17206 sayılı başvuruyu 10/11/2015 tarihinde, diğer başvurucular 2015/18390 sayılı başvuruyu ise 2/12/2015 tarihinde yapmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Konu yönünden irtibatları nedeniyle başvuruların birleştirilmesine ve incelemenin 2015/17206 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak 10/10/2015 Cumartesi günü 00-00 saatleri arasında Ankara'da barış, emek ve demokrasi konulu bir toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Buna göre Ankara Tren Garı'nda toplanılacak ve Talatpaşa Bulvarı, Opera Meydanı ile Atatürk Bulvarı'nı takiben Sıhhıye Meydanı'na yürünecektir. Toplantının ve gösteri yürüyüşünün yapılacağı Ankara Tren Garı önünde 10/10/2015 tarihinde toplanan kalabalığın hazırlıkları sürerken saat 04 sıralarında peş peşe iki patlama meydana gelmiş ve yaşanan bu elim olay nedeniyle başvurucular Erdoğan Tedik ve Zöhre Tedik'in oğlu, diğer başvurucular Edge Tedik Ejderoğlu ve Berivan Tedik Yeşiltepe'nin kardeşi K.T.nin de aralarında bulunduğu pek çok kişi ölmüş; başvurucular İbrahim Akgün ile Uğur Gümüşkaya'nın da bulunduğu birçok kişi ise yaralanmıştır. Bahse konu olay hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) kendiliğinden ve derhâl soruşturma başlatmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının 11/10/2015 tarihli talebi üzerine Ankara Sulh Ceza Hâkimliği, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürme olasılığı bulunduğu gerekçesiyle -şüphelilerin ifadelerini içeren tutanaklar ile bilirkişi raporları ve adı geçen kişilerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hariç olmak üzere- şüphelilerin müdafilerinin dosya içeriğini inceleme ve soruşturma belgelerinden örnek alma yetkilerinin kısıtlanmasına karar vermiştir. Bu karara;-Uğur Gümüşkaya dışındaki başvurucuların vekilince yapılan itiraz Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/10/2015 tarihli kararıyla,-Başvurucu Uğur Gümüşkaya vekilince yapılan itiraz ise Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/10/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Nihai karar, başvurucu Uğur Gümüşkaya vekilince 19/10/2015 tarihinde, diğer başvurucular vekilince ise 2/11/2015 tarihinde öğrenilmiştir. Bireysel başvuru, başvurucu Uğur Gümüşkaya yönünden 10/11/2015 tarihinde, diğer başvurucular yönünden 2/12/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu Uğur Gümüşkaya vekilinin kısıtlama kararı kapsamında olmayan belgelerin kendilerine verilmesine ilişkin 9/11/2015 tarihli talebi Cumhuriyet savcısınca reddedilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı yürüttüğü soruşturma kapsamında;i. Şüpheliler Y.,H.İ., Y.E.A. ve açık kimlik bilgileri tespit edilmeyen bir Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşının öldüğü, şüpheliler Ş.Y., A.H., T., O.K. ve hakkında başka Cumhuriyet başsavcılıklarınca başka kamu davaları açıldığı ve O.S., K.U., E.Ö., S.P., İ.H.H.,İ.H.K., B. ile İ.Y. hakkında ise kamu davası açmak için yeter derecede şüphe oluşturacak delil elde edilemediği gerekçesiyle söz konusu kişiler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.ii. Meydana gelen olayda kamu görevlilerinin ihmali olduğu iddialarıyla ilgili soruşturmayı mevcut soruşturmadan ayırmıştır.iii. 27/6/2016 tarihli iddianameyle ise otuz altı şüpheli hakkında Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır. Olay sırasında 100 kişinin öldüğü 391 kişinin ise yaralandığının belirtildiği iddianamede; 14 şüphelinin meydana gelen ölüm ve yaralanmalar nedeniyle anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, kasten öldürme (nitelikli hâl) ve teşebbüs aşamasında kalmış kasten öldürme(nitelikli hâl) suçlarından cezalandırılması istenmiş; bu 14 dört kişinin içinde yer aldığı bazı şüpheliler ile diğer 22 şüphelinin ise resmî belgede sahtecilik, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurmak, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet ve silahlı terör örgütüne üye olmak suçlarından biri veya birkaçı ile cezalandırılması talep edilmiştir. Bahse konu iddianamenin ilgili kısmı şöyledir:"...[Ş]üpheli[İ.B.]nin DEAŞ Silahlı Terör Örgütünün yöneticisi ve Türkiye sorumlusu olduğu, faaliyetlerine Suriye ülkesinde devam ettiği, şüpheli B.nin DEAŞ Silahlı Terör Örgütünün yöneticisi olduğu, Türkiye-Suriye sınırı sorumlusu, ayrıca [İ.B.]nin yardımcısı olduğu, şüpheli [E.T.]nin DEAŞ Silahlı Terör Örgütünün yöneticisi olduğu, yakalanacağını anlayınca Gaziantep ilinde kendisini öldüren [Y.] ile birlikte DEAŞ silahlı terör örgütünün Gaziantep yapılanmasını kurdukları, örgüt adına Türkiye'de eylem yapacak 150 kişi eğittikleri, soruşturmaya konu eylemi ve diğer eylemleri organize ettikleri,[Y.] ve [E.T.]nindijital belgelerden de anlaşılacağı gibi yaklaşık 150 kişilik bir grubu eğittikleri ve Türkiye'de yapacakları eylemleri planladıkları, şüpheli [E.T.]nin de Ankara Tren Garı önünde gerçekleşen eylemin planlanıp organize edilmesinde görev aldığı, [Y.] Ve [E.T.]nin DEAŞ silahlı terör örgütünün Türkiye'de eylem yapabilmesi için alt yapı çalışmalarını hazırlayıp tamamladıkları, şüpheliler [Y.Ş.], [H.Ş.], [İ.H.A.], [R.], [H.A.], [A.], [A.], [T.G.], [K.], [H.T.]ve [S.Y.] ile yakalanacağını anlayınca Gaziantep ilinde kendisini öldüren [H.İ.], soruşturmaya konu eylemi gerçekleştiren ve olay yerinde ölen [Y.E.A.] ve kimliği tespit edilmeyen Suriye uyruklu canlı bomba eylemcisinin DEAŞ silahlı terör örgütüne üye oldukları ve örgüt yöneticilerinin emrinde çalıştıkları, yukarıda isimleri belirtilen DEAŞ silahlı terör örgütü yönetici ve üyelerinin 10/10/2015 tarihinde Ankara Tren Gar'ı önünde meydana gelen terör saldırısı eylemini aralarında görev dağılımı yaparak birlikte gerçekleştirdikleridijital belgelerden, kamera görüntülerinden ve tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır..." İddianamenin kabulü üzerine yürüttüğü açık yargılama sonunda Ceza Mahkemesi 3/8/2018 tarihinde, yakalanmayan sanıklar yönünden ayırma, ölen bir sanık yönünden ise düşme kararı vermiştir. Ceza Mahkemesi ayrıca diğer suçlarla ilgili kurduğu hükümler dışında dokuz sanığın ölen kişiler yönünden 100 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla, olay esnasında yaralananlar yönünden ise 391 kez 27 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir.Taraflarca istinaf talebinde bulunulduğundan Ceza Mahkemesinin 3/8/2018 tarihli kararı henüz kesinleşmemiştir. A. Ulusal Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.(2) Müdafiin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla kısıtlanabilir. Bu karar ancak aşağıda sayılan suçlara ilişkin yürütülen soruşturmalarda verilebilir:a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; Kasten öldürme (madde 81, 82, 83)... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315, 316),...(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.(5) Bu maddenin içerdiği haklardan suçtan zarar görenin vekili de yararlanır.” 5271 sayılı Kanun'un "Soruşturmanın gizliliği" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir." 5271 sayılı Kanun'un "Mağdur ile şikâyetçinin hakları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Madde 234 – (1) Mağdur ile şikâyetçinin hakları şunlardır:a) Soruşturma evresinde; Delillerin toplanmasını isteme, Soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşuluyla Cumhuriyet savcısından belge örneği isteme, (Değişik: 24/7/2008-5793/40 md.) Vekili bulunmaması halinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme, 153 üncü maddeye uygun olmak koşuluyla vekili aracılığı ile soruşturma belgelerini ve elkonulan ve muhafazaya alınan eşyayı inceletme..."B. Uluslararası Hukuk Yaşam hakkının usul boyutuyla ilgili uluslararası hukuk, Anayasa Mahkemesinin İrfan Durmuş ve diğerleri (B. No: 2014/4153, 11/5/2017, §§ 49-54) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır. Bununla birlikte konuyla ilgisi olmadığı için söz konusu kararda yer almayan bazı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına burada yer verilmesi gerekmektedir. AİHM'e göre gerçekleşen bir ölüm olayı hakkındaki soruşturmanın etkili sayılabilmesi için yerine getirilmesi gerekli ilkelerden birisi de yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının yeterince kamu denetimine açık olması ve ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanmasıdır (Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 303; Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 109; Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD], B. No: 24014/05, 14/4/2015, § 179). Bununla birlikte üçüncü kişilere ya da başka soruşturmalara zarar verebilecek hassas bilgiler içerdiği durumlarda soruşturma belgelerinin açıklanması veya yayımlanması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamında mutlak bir gereklilik olarak değerlendirilemez. Dolayısıyla soruşturmanın kamuya veya mağdurun yakınlarına açıklığı şartı, soruşturmanın diğer aşamalarında da sağlanabilir (McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/5/2001, § 129; Giuliani ve Gaggio/İtalya, § 304). Dahası Sözleşme’nin maddesi soruşturma mercilerine, ölenin bir yakınının belirli bir soruşturma tedbirinin alınması için yaptığı her talebi karşılamaları şeklinde bir yükümlülük yüklemez (Ramsahai ve diğerleri/Hollanda [BD], B. No: 52391/99, 15/5/2007, § 348; Velcea ve Mazăre/Romanya, B. No: 64301/01, 1/12/2009, §113). Diğer taraftan AİHM, adil yargılanma gerekliliklerinin Sözleşme’nin veya maddeleri gibi başka hükümleri açısından değerlendirilen usule ilişkin konuların incelenmesini sağlayabileceğini kabul etmekle birlikte bu güvencelerin aynı şekilde (Sözleşme'nin maddesindeki gibi) değerlendirilemeyeceğini vurgulamaktadır (Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye, §§ 218, 220). AİHM Önkol/Türkiye (B. No: 24359/10, 17/1/2017) başvurusunda, yaşadığı köye yakın bir alanda bir mühimmatın patlaması sonucu hayatını kaybeden bir kişinin yakınlarının yaşam hakkının maddi boyutu yanında usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialarını da incelemiştir. Etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği yönünden inceleme yaparken başvurucuların gizlilik kararı (soruşturma evrakını inceleme ve söz konusu evraktan örnek alma imkânının kısıtlanması) nedeniyle soruşturmaya etkili katılamadıklarına dair iddialarını da inceleyen AİHM, gizlilik kararının daha sonra kalkması nedeniyle sonradan soruşturma evrakına erişebilen başvurucuların haklarını etkin şekilde kullanma imkânlarının bulunmadığının değerlendirilemeyeceği sonucuna varmıştır (bkz. anılan karar, § 96) . AİHM, Cangöz ve diğerleri/Türkiye (B. No: 7469/06, 26/4/2016) başvurusunda gizlilik kararı (soruşturma evrakını inceleme ve söz konusu evraktan örnek alma imkânının kısıtlanması) nedeniyle birkaç belge hariç soruşturma evrakına erişemeyen başvurucuların soruşturmaya etkili biçimde katılamadıkları kanaatine varmıştır. Anılan olayda başvurucular soruşturma dosyasında bulunan diğer belgelere ancak bu belgelerin Bakanlık tarafından AİHM’e gönderilmesi ve akabinde AİHM’in bunları başvuruculara iletmesi üzerine vâkıf olabilmişlerdir (bkz. anılan karar, § 145). Yetkili makamların toplantı ve gösteri hakkını kullanan kişilere yönelik müdahalesine, yakınlarının yaşam hakkının ihlal edildiğine ve yakınlarının ölümüyle ilgili soruşturmanın etkisizliğine ilişkin olarak başvurucuların şikâyetlerinin incelendiği Sayfı Sarısülük ve Cen Sarısülük/Türkiye ((k.k.), B. No: 64126/13, 25/3/2014) başvurusunda AİHM; olayın meydana geldiği tarihten itibaren geçen süreyi ve yürütülen soruşturmanın baştan beri hiçbir şekilde durdurulmadığını dikkate alarak hem yargılamanın gidişatının hem de geçen zamanın soruşturmanın erken etkisizlik belirtileri gösterdiği sonucuna varmaya imkân vermediğini belirtip başvuruyu iç hukuk yolları tüketilmeden yapılan erken bir başvuru olarak kabul etmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17206
Başvuru, pek çok kişinin ölümüne ve birçok kişinin de yaralanmasına neden olan bombalı saldırı olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasında, soruşturma evrakını inceleme ve söz konusu evraktan örnek alma yetkisinin hâkimlik kararıyla kısıtlanması ve bu karara yapılan itirazın reddedilmesi sebebiyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun mektubunun sakıncalı olduğu gerekçesiyle muhatabına gönderilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin; mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemine kaydedilmesi nedeniyle de özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 6/11/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hâlen Tarsus 3 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) tutuklu olarak bulunmaktadır. Başvurucu eşine yazdığı mektubun sakıncalı olduğu gerekçesiyle gönderilmemesinden ve tüm mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemine (UYAP) kaydedilmesinden yakınmaktadır. A. Mektubun Sakıncalı Bulunarak Gönderilmemesine İlişkin Süreç Başvurucunun Osmaniye 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı dönemde eşine ve çocuklarına göndermek istediği mektubu değerlendiren Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) 23/6/2017 tarihinde mektup ekindeki çizimlerin sakıncalı olduğuna karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; mektup ekindeki çizimlerin Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasının (FETÖ/PDY) şifreli olarak örgütsel haberleşmesinin engellenmesi ile kurum asayiş ve güvenliğinin sağlanması amacı kapsamında sakıncalı olduğu vurgulanarak çizimlerin üzerinin kapatılması suretiyle mektubun alıcısına gönderilmesi gerektiği değerlendirmesine yer verilmiştir. Başvurucunun anılan karara itirazını 28/6/2017 tarihinde kabul eden Osmaniye İnfaz Hâkimliği (İnfaz Hâkimliği), Disiplin Kurulu kararının iptaline karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; incelenen belgelerin sakıncalı kabul edilebilecek bir içeriğe sahip olmadığı, ayrıca gizli haberleşme sayılacak bir ifadeye rastlanılmadığı belirtilmiştir. İlgili Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine İnfaz Hâkimliği, itirazın kabulüyle 28/6/2017 tarihli kararın kaldırılmasına ve başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; on sayfayı aşkın belgenin içeriğinde bazı şekil ve figürler ile sulh ceza mahkemesindeki sorguya ilişkin belgelerin bulunduğu belirtilerek, Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının yerinde olduğu ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin anılan kararına karşı Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itiraz 3/10/2017 tarihli kararla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; 3/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasına atıf yapılarak, itirazın dayanağını oluşturan İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu ifade edilmiştir. Nihai karar 24/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Mektupların UYAP'a Kaydedilmesine İtiraza İlişkin Süreç Başvurucunun mektuplarının dijital tarama yapılarak UYAP ortamına kaydedilmesinin durdurulmasına yönelik talebi, İnfaz Hâkimliğinin 14/9/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde; ülkede yaşanan olaylar nedeniyle kanun hükmünde kararnamelerle belirlenen önlemler kapsamında mektupların sisteme kayıt edildiği belirtildikten sonra, uygulamanın usul ve yasaya uygun olduğu, ayrıca İnfaz Kurumu yetkililerinin takdir yetkilerini kötüye kullandıklarına ilişkin bir delil olmadığı vurgulanmıştır. Başvurucunun anılan karara karşı itirazını, Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesi 20/10/2017 tarihinde, itiraza konu kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddetmiştir. Nihai karar 25/10/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20; Kemal Karanfil, B. No: 2017/24776, 24/5/2018, §§ 15-
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/37143
Başvuru, ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan başvurucunun mektubunun sakıncalı olduğu gerekçesiyle muhatabına gönderilmemesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin; mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemine kaydedilmesi nedeniyle de özel hayata saygı hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/52831
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu açtığı menfi tespit davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını ve yapılan yargılamanın adil yargılanma hakkının gereklerine aykırı olduğunu ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 15/2/2013 tarihinde Nazilli Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtası ile yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölümün Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 7/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 13/12/2013 tarihli görüş yazısı 24/12/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili tarafından, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 8/1/2014 tarihli beyan dilekçesi sunulmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu tarafından 4/11/2003 havale tarihli dilekçe ile İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2003/1385 sayılı dosyası üzerinde bir bankadan almış olduğu otomobil kredisini konu alan menfi tespit davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi Üçüncü Ticaret Dairesinin 7/6/2004 tarih ve E.2003/1385, K.2004/694 sayılı kararı ile Mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir. Görevsizlik kararı sonrası yürütülen yargılama neticesinde, İstanbul Üçüncü Tüketici Mahkemesinin 26/6/2007 tarih ve E.2004/871, K.2007/444 sayılı kararı ile, davanın açılmamış sayılmasına karar hükmedilmiştir. Karar temyiz edilmekle, Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/3/2009 tarih ve E.2008/12270, K.2009/2684 sayılı kararı ile, başvurucu vekilince süresinde mazeret dilekçesi verilmiş olduğu nazara alındığında, bu mazeret dilekçesi değerlendirilerek yargılamaya devam olunması gerekirken davanın açılmamış sayılmasına hükmedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilerek bozulmuştur. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde İstanbul Üçüncü Tüketici Mahkemesinin 6/12/2011 tarih ve E.2010/5, K.2011/1004 sayılı kararı ile, dava tarihi itibarıyla başvurucunun davalı bankaya 136,23 TL borcu bulunduğu anlaşıldığından, borcunun bulunmadığının tespiti yolundaki isteminin reddine, davadan sonra yapılan ödemelerin infaz sırasında icra müdürlüğünce değerlendirilmesine karar verilmiştir. Karar temyiz edilmekle Yargıtay Hukuk Dairesinin 6/12/2012 tarih ve E.2012/18857, K.2012/28117 sayılı kararı ile karar düzeltme yolu kapalı olmak suretiyle onanmıştır. Karar 18/1/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1562
Başvurucu açtığı menfi tespit davasının makul sürede sonuçlandırılmadığını ve yapılan yargılamanın adil yargılanma hakkının gereklerine aykırı olduğunu ileri sürerek, ihlalin tespitiyle, yeniden yargılama yapılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tabloda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2016/10615 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bireysel başvurular sonrasında 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10615
Başvurular, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tıbbi teşhis ve tedavide gecikme sonucu çocuğun görme özürlü olmasına yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Başvuru formuna göre birinci başvurucu şehir plancısı olarak çalışmaktadır. İkinci başvurucu ise gemi kaptanıdır. Başvurucuların 21/12/2004 tarihinde doğan bir kız çocuğu vardır. Başvurucuların çocuğu bir devlet hastanesinde prematüre olarak dünyaya gelmiştir. Çocuk hekimi tarafından bebeğin "ileri derecede prematüre, 1090 g ağırlık, solunum sıkıntılı" durumda olduğu değerlendirildiğinden bebek, Antalya Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Bebek, Antalya Devlet Hastanesinin yeni doğan ünitesinde bakıma alınmış ve dört haftalık olduğunda taburcu edilmiştir. 20/4/2005 tarihinde bebek beş aylık olduğunda bir başka devlet hastanesinde bebeğe prematüre retinopatisi teşhisi konulmuş ve erken doğuma bağlı olarak bebeğin her iki gözünde de görme yetisinin olmadığı tespitedilmiştir. Türk Neonatoloji Derneği tarafından hazırlanan "Türkiye Prematüre Retinopatisi Rehberi 2016" isimli yayında prematüre retinopatisi (ROP) prematüre bebeklerde görülen, retina hasarı yapan ve körlükle sonuçlanabilen bir göz hastalığı olarak tanımlanmıştır. Söz konusu yayında bu hastalığın tedavisinin mümkün olduğu belirtilerek erken tanı ve tedavinin önemli olduğu vurgulanmış, ayrıca çeşitli tedavi yöntemlerine de yer verilmiştir. Başvurucular 22/9/2005 tarihinde Sağlık Bakanlığına müracaat ederek maddi ve manevi tazminat talep etmişlerdir. Sağlık Bakanlığı tarafından başvuruya bir cevap verilmemesi üzerine başvurucular, kendi adlarına asaleten ve bebek adına velayeten Sağlık Bakanlığı aleyhine Antalya İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır. Başvurucular, ayrı ayrı000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Antalya Devlet Hastanesinde bebeğin tedavisini yürüten hekim 30/6/2006 tarihinde davaya katılma dilekçesi vermiş ve taburcu işlemleri sırasında aileye bebeğin ilgili bölümlerde kontrole getirilmesi konusunda bilgi verildiğini beyan etmiştir. Mahkeme, hekimin davaya katılma talebini kabul etmiş ve ayrıca Adli Tıp Kurumundan bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Adli Tıp Kurumu Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 18/7/2007 tarihli bilirkişi raporunda; prematüre bir bebekte doğumdan sonraki dört ile altıncı haftalar arasında ilk göz muayenesinin yapılması gerektiği, bebek dört haftalıkken bebeğin taburcu edilmesinden sonraki ilk iki hafta içinde göz muayenesinin yapılmasının uygun olduğu ve bu hususun aileye bildirilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Raporda ayrıca taburcu belgesinde bebeğin genel kontrole çağrıldığının kayıtlı olduğu ancak kontrole geldiğine dair bir tıbbi kaydın bulunmadığı bildirilmiştir. Hekimin aileye göz muayenesi hakkında öneride bulunduğuna dair beyanının mahkemece kabulü hâlinde idarenin hizmet kusuru bulunmadığı ifade edilmiştir. Mahkeme 23/1/2008 tarihinde davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen raporun hükme esas alındığı belirtilmiş ve bu rapora göre bebeğin hastalığının teşhis ve tedavisinde idarenin ağır hizmet kusurunu gerekli kılacak koşulların bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular, karara karşı temyiz yoluna müracaat etmişlerdir. Temyiz dilekçesinde başvurucular, bebeğin doğum ve tedavi hizmetlerindeki eksiklik nedeniyle kör olduğunu iddia etmediklerini vurgulamışlardır. Davanın hekimin göz muayenesi konusunda bilgilendirme görevini yerine getirmemesi hususunda olduğunu belirtmişlerdir.Hekimin göz muayenesinin gerekliliği konusunda kendilerini uyarmadığını, tıbbi konularda bilgilerinin olmaması nedeniyle bebeği göz muayenesine götürmediklerini, dolayısıyla teşhis ve tedavinin zamanında yapılmaması nedeniyle bebeğin her iki gözünde görme kaybı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin 27/1/2012 tarihli kararıyla kısmen bozulmuştur. Karar gerekçesinde göz muayenesine ilişkin durumun davacılara bildirildiğine ilişkin herhangi bir kayıt bulunmadığı, dolayısıyla hatırlatma görevinin yerine getirilmediği ve ilk muayenede geç kalınması nedeniyle olayda hizmet kusurunun bulunduğu belirtilmiştir. Bu sebeple idarenin uyarı görevini gereğince yerine getirmemesinden kaynaklanan hizmet kusuru nedeniyle meydana gelen manevi zararın tazmini gerektiği vurgulanmıştır. Ancakbebeğin taburcu edildiği tarihte dört haftalık olması nedeniyle bu tarihte göz muayenesi yapılması şeklinde tıbbi bir gereklilik bulunmadığı, dolayısıyla idare aleyhine maddi tazminat koşullarının oluşmadığı ifade edilmiştir. Sonuç olarak derece mahkemesi kararının maddi tazminat talebinin reddine ilişkin kısmı onanmış, manevi tazminat isteminin reddine dair kısmı ise bozulmuştur. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:“...bebeğin dört haftalık iken taburcu edildiği, dolayısıyla taburcu edildiği tarihte bebeğin göz muayenesinin yapılması tıbbi bir gereklilik olmaması nedeniyle idare aleyhine maddi tazminata hükmedilmesi için gerekli koşullar bulunmamamak(tadır)…” Başvurucuların karar düzeltme talepleri, aynı Dairenin 24/1/2014 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir. Karşıoy görüşünde, erken doğum nedeniyle göz yönünden karşılaşılabilecek sorun konusunda başvurucuların gereği gibi bilgilendirilmediği açık olduğundan maddi tazminat yönünden de kararın bozulması gerektiği ifade edilmiştir. Söz konusu karar, başvurucular vekiline 15/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 11/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Mahkeme tarafından bozma kararına uyulmuş ve 5/9/2014 tarihli kararla başvuruculara müştereken 000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir. Karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin 12/11/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Davalı idarenin karar düzeltme istemi aynı Dairenin 26/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 1/2/1999 tarihli Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir." İlgili Yargı Kararları Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/5/2014 tarihli ve E.2013/4214, K.2014/3664 sayılı onama kararının ilgili kısmı şöyledir:"davacıların müşterek çocukları ...nın gözündeki ROP hastalığının zamanında teşhis konulup tedavi edilmemesi nedeniyle görme yetisini tamamen kaybettiği, ...olayda idarenin hizmet kusuru bulunduğu, ...çocuğu(n) meslekte kazanma gücünü %100 oranında kaybettiği dikkate alındığında, toplamda ...TL maddi tazminatın davalı idarece davacılara ödenmesine, ....dair verilen kararın,...temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir....Temyize konu mahkeme kararı...usul ve hukuka uygun olup 2577 sayılı Kanunun maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından davalı idare ile müdahillerin ...temyiz istemleri yerinde görülmemiştir." Danıştay Onbeşinci Dairesinin 24/5/2017 tarihli ve E.2016/4068, K.2017/2966 sayılı onama kararının ilgili kısmı şöyledir:"davacıların müşterek çocukları ...nın görme yeteneğini kaybettiğinden bahisle ...açılan dava sonucunda;... İdare Mahkemesince, ...davalı idarenin yürüttüğü sağlık hizmetinde hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle, ...TL maddi tazminat isteminin ...kısmının kabulü, ... Hükmedilen tazminatın ...davacılara ödenmesi yolunda verilen kararın,...temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dâhil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesi kapsamında yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11, 21/5/2013). Bunun yanı sıra AİHM; Sözleşme'nin yaşam hakkını düzenleyen maddesine ilişkin ilkelerin Sözleşme’nin maddesinin sınırlarına giren, kişinin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunması hakkına müdahalelere de uygulanabilir olduğuna işaret etmektedir (Bronska ve diğerleri/Polonya (k.k.), B. No: 3229/15, 07/03/2017; Trocellier v. Fransa; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye). AİHM kararlarına göre devletler -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır. Ancak fiziksel bütünlüğün zarar görmesine kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması kural olarak yeterli kabul edilmektedir (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90;Calvelli ve Ciglio/İtalya, 32967/96, 17/1/2002, § 51). AİHM'e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkmasıdurumunda ilgili devlet, hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010 ).
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13327
Başvuru, tıbbi teşhis ve tedavide gecikme sonucu çocuğun görme özürlü olmasına yol açılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; bir toplantının dağıtılması sırasında kolluk görevlilerince kullanılan güce maruz kalan kişinin hastahaneden adli rapor aldırılmak üzere bir süre tutulması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, kolluğun uyguladığı bedenî kuvvet sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle kötü muamele yasağının; mülki amirin toplantı ve gösteri yürüyüşlerini belirli bir süre için yasaklama ve bu nedenle barışçıl yapılan toplantının kolluk görevlilerince dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Kamu görevinden çıkarılan ve açlık grevi yapan iki kişiye destek verip olağanüstü hâl tedbirleri kapsamındaki işten çıkarmaları protesto etmek isteyen, içlerinde daha önce kamu görevinden çıkarılmış kişiler de bulunan, aralarında başvurucunun da olduğu altı kişilik grup, basın açıklaması yapmak için 11/1/2018 tarihinde Ankara’daki bir caddede toplanmıştır. Grup üyeleri sözü edilen iki kişinin yalnız olmadığı yönünde slogan atmış ve daha önce hazırladıkları pankartları ellerinde taşımıştır. Polis, toplantıların valilikçe yasaklanması sebebiyle dağılmaları gerektiği ve dağılmazlarsa zor kullanılarak dağıtılacakları konusunda grup üyelerini megafonla uyarmıştır. Başvurucunun toplantının sebebiyle ilgili birkaç söz söylemesinin ardından polisler grubu dağıtmak için harekete geçmiştir. Başvurucunun hemen arkasında bulunan beyaz montlu bir polis, başvurucunun daha önce ampütasyona konu olmuş sağ kolunu omuz bölgesine yakın bir yerden kavrayıp başvurucunun yönünü olay yerindeki polis minibüsüne doğru çevirmiş ve başvurucunun gitmemek için direnç göstermesi üzerine bir eliyle başvurucunun sağ kol bölgesini, diğer eliyle de başvurucunun kıyafetini tutarak başvurucuyu başka polislerle birlikte minibüse götürmüştür. Başvurucu, arka kapısı açık durumdaki minibüsün içine doğru arkasından itilse de minibüse girememiştir. Daha sonra polisler ayaklarından da tutarak başvurucuyu minibüse bindirmiştir. Olay nedeniyle başvurucunun kuyruk sokumu bölgesinde yüzeysel kızarıklık, hiperemik alan, sırtının sağ tarafında 10 cm’lik “)” şeklinde hiperemik alan ve sağ omzunda kürek kemiği ön yüzünde hassasiyet oluşmuştur. Adli tıp uzmanından alınan rapora göre başvurucunun yaralanması basit bir tıbbi müdahale ile giderebilecek ölçüde hafiftir. Olayın üzerinden kısa bir süre sonra başvurucu, katıldığı basın açıklamasını dağıtan ve yaralanmasına neden olan polis amiri ve memurları hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık -varsa- suç isnadı nedeniyle başvurucu hakkında düzenlenenen de dâhil olmak üzere olay nedeniyle tanzim edilen kolluk tutanaklarını, polisin çektiği olayla ilgili kamera görüntülerini ve başvurucu hakkında düzenlenmiş doktor raporunu emniyet müdürlüğünden temin edip başvurucunun kesin adli raporunu almış; kamera görüntülerini bilirkişiye inceletmiş ve başvurucu ile beyaz montlu polis memurunun ifadesine başvurmuştur.- Emniyet müdürlüğünün ilgili biriminin çektiği görüntülerin ve başvurucu hakkında düzenlenen kesin adli raporun içeriği yukarıda belirtildiği gibidir (bkz. § 2).- Soruşturma dosyasındaki kamera görüntülerinin içeriği konusunda hazırlanan bilirkişi raporunda grubun polisin uyarılarına rağmen dağılmadığı, polislerin zor kullanarak gruba müdahale ettiği ve slogan atan eylemcilerin zor kullanılarak minibüse bindirildiği belirtilmiştir. - Emniyet müdürlüğünce savcılığa gönderilen belgelerde; işe geri dönme talebiyle açlık grevi yapan kişileri desteklemek amacıyla yapılacak toplantı ve gösterileri, eylemlerin parklardaki vatandaşları rahatsız edebileceği ve terör örgütlerinin eylemciler ile diğer vatandaşları hedef alan saldırılar gerçekleştirebileceği gerekçesiyle Ankara valisinin 1/11/2017 tarihinden itibaren üç ay süre ile yasakladığı, yasağın 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun maddesinin (C) fıkrasına, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesine ve 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun maddesinin (m) bendine dayandırıldığı, grubun uyarılara rağmen dağılmayıp eylemlerini sürdürmek istedikleri, bu sebeple grup üyelerine karşı orantılı olarak zor kullanılarak yakalama işlemi yapıldığı ve başvurucunun emre aykırı davranışı nedeniyle hakkında İdari Yaptırım Karar Tutanağı düzenlenmesi sonrasında serbest bırakıldığı açıklanmıştır. Sözü edilen belgelere göre başvurucu, asılsız kötü muamele iddialarının önüne geçilebilmesi amacıyla doktor raporu alınması için hastaneye götürülmek üzere diğer eylemcilerle beraber minibüse bindirilmiştir.- Başvurucu ifadesinde, direnmediği hâlde beyaz montlu polisin kendisine yumruk attığını ve sağ omzunu kırmaya çalıştığını, minibüse bindirilmesinden sonra da beyaz montlu polisçe yumruklandığını, sırtında ve kolunda bir haftayı bulan ağrılar meydana geldiğini, ayrıca bağlarda zedelenme olduğunu beyan etmiştir. İfadesi alınan beyaz montlu polis ise başvurucuyu hakkında idari para cezası uygulanması için yakaladıklarını, başvurucuya vurmadığını ve başvurucunun sırtındaki yaranın nasıl oluştuğunu bilmediğini söylemiştir.- İlgili belgelerden anlaşıldığına göre başvurucunun yakalanıp hastaneye götürülerek muayeneden geçirilmesi ve başvurucu hakkında İdari Yaptırım Tutanağı düzenlenmesi 00-00 saatleri arasında kesin olarak saptanamayan bir zaman diliminde olmuştur. Yürüttüğü soruşturma sonunda savcılık, polisin görevini yaparken gerekli ölçüde zor kullanma yetkisi olduğu ve polis memurlarına isnat edilen suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun savcılıkça verilen karara itirazı sulh ceza hâkimliğince reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 28/8/2018 tarihinde öğrendikten sonra 24/9/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca adli yardım talebinin kabulü ile başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27473
Başvuru; bir toplantının dağıtılması sırasında kolluk görevlilerince kullanılan güce maruz kalan kişinin hastahaneden adli rapor aldırılmak üzere bir süre tutulması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, kolluğun uyguladığı bedenî kuvvet sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle kötü muamele yasağının; mülki amirin toplantı ve gösteri yürüyüşlerini belirli bir süre için yasaklama ve bu nedenle barışçıl yapılan toplantının kolluk görevlilerince dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; terör suçundan hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan bir arkadaşına göndermeye çalıştığı fotokopi doküman nedeniyle başvurucunun silahlı terör örgütüne yardım etmeye teşebbüs suçundan hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü, yargılamanın uzun sürmesinin makul sürede yargılanma hakkını, yargılama boyunca tutuklu kalmasının ise kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/6/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1980 doğumlu olup tarih öğretmeni olduğunu belirtmektedir. Anayasa Mahkemesi 2014 yılında verdiği bir kararda, PKK terör örgütünün kurucusu ve yöneticisi olan Abdullah Öcalan'ın (A.Ö.) yazdığı "Kürdistan Devrim Manifestosu" isimli kitabın çeşitli gerekçelerle toplatılmasına karar verilmesinin, basıldığı matbaada kitaba el konulmasının ve kitabın imha edilmesinin Anayasa’nın ve maddelerinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile bu kapsamda basın özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna varmıştır (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, §§ 89-112). Başvurucu 17/9/2012 tarihinde bir ceza infaz kurumunda terör suçundan hükümlü olarak bulunan arkadaşına, üzerinde "Sosyoloji Ders Notları"nın yazılı olduğu toplam 252 sayfalık fotokopi doküman göndermiştir. Bahse konu dokümanın ilk 40 sayfası hariç geri kalan kısmının terör örgütü kurucusu ve yöneticisi olan A.Ö.nün "Kürdistan Devrim Manifestosu" başlığını taşıyan kitabından bölümler olduğu, kitabın yazarı olarak görülen Ali Fırat'ın da A.Ö.nün mahlası olduğu tespit edilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu, muhteviyatında suç unsurları bulunabileceği şüphesi ile dokümanı Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK madde ile görevli) başvurucunun gönderdiği fotokopi dokümanda terör örgütü PKK ve terör eylemlerine ilişkin övgü dolu sözler bulunduğunu ve bunun terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturacağını iddia ederek başvurucunun cezalandırılması için 29/1/2013 tarihinde bir iddianame düzenlemiştir. Yürütülen yargılama neticesinde Adana Ağır Ceza Mahkemesi (TMK madde ile görevli) 17/5/2013 tarihinde başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:"Somut olayda; Sanık Mürsel Yıldız'a [A.Ö.nün] Ali Fırat takma ismi ile yazdığı notlar internet ortamında çoğaltılarak kitapçık halinde [E.İ.] isimli kişi tarafından gönderilmek istenmiştir. Gönderilen notların sanığa ulaşmadan cezaevi görevlilerince el konulduğu dosya içine yansıyan tutanaklardan anlaşılmıştır. Ders notları olarak sanığa gönderilmek istenen evrakların içeriğinde Özgürlük Hareketi, Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunma, Devrimci Halk Savaşı ve benzeri konuların yazıldığı, doğrudan cebir, şiddet ve tehditi içermediği, sosyolojik analizlerin yapıldığı görülmüştür.Notların içeriğinde cebir, şiddet ve tehdit yöntemleri övülmüş ve muhataplarına tavsiye edilmiş olsa bile; Propagandaya maruz kalan kişi cezaevinde hükümlü bulunan sanıktır. Sanık Mürsel'in gelen notları henüz kabul etmeden cezaevi görevlilerince el konulması da gözönüne alındığında, sanığın propaganda kastı ile hareket ettiğinin belirlenememesi ayrıca sanığın işlemesi mümkün olmayan suçtan teşebbüsünün de bu aşamada mümkün olamayacağı anlaşılmakla unsurları oluşmayan suçtan CMK 223/2-b maddesi gereği beraatine karar vermek gerekmiştir." Cumhuriyet savcısı beraat kararını temyiz etmiştir. Savcı; temyiz dilekçesinde başvuruya konu dokümanda açık bir şekilde terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerinin meşru gösterildiğini, övüldüğünü veya bu yöntemlerin teşvik edildiğini ileri sürmüştür. Yargıtay, temyiz incelemesi sonucunda başvurucunun eyleminin terör örgütüne yardıma teşebbüs suçunu oluşturduğu gerekçesiyle beraat hükmünün bozulmasına karar vermiştir. 2/2/2016 tarihli kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanık tarafından terör suçundan hükümlü bulunan [E.İ.] isimli kişiye, içeriğinde terör örgütünün kuruluşu, gelişimi ve başvurduğu yöntemlerinin anlatıldığı örgütsel eğitime yönelik bilgileri ihtiva eden dokümanların gönderildiği ancak söz konusu dokümanlara cezaevi görevlilerince muhatabına ulaşmadan el konulduğu olayda, sanığın eyleminin terör örgütüne yardıma teşebbüs suçunu oluşturduğu gözetilmeden dosya içeriğine uygun düşmeyen ve yasal olmayan gerekçeyle yazılı şekilde beraat hükmü kurulması..." Bozma kararından sonra özel yetkili mahkemelerin kaldırılması nedeniyle dosya 1/4/2016 tarihinde yetkisizlik kararıyla Silifke Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmiştir. Bozma kararına uyan Mahkeme 1/9/2016 tarihinde başvurucunun terör örgütüne yardıma teşebbüs suçundan 7 yıl 10 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir: "Sanık savunmasında atılı suçu inkar ederek suça konu sosyoloji notları ismi altında tetöristbaşı Apo'nun yazdığı kitabı kimin yazdığını bilmediğini içinde ne yazdığını bilmediğini beyan etmişse de; sanığın suça konu yazıları Silifke M Tipi cezaevine arkadaşı terör suçundan hükümlü [E.İ.ye] gönderirken bilmemesinin mümkün olmadığı çünkü gönderdiği kişi terör örgütü üyeliğinden hükümlü olması sanığında terör örgütü üyeliğinden ve terör örgütü propagandasından bi[r]çok mahkumiyetleri ve yargılamalarını olması, sanığın cezaevinde PKK adına kamu görevlisi infaz koruma memurlarına direnmesi, Yargıtay Ceza Dairesinin 02/02/2016 tarihli 2015/6843 esas 2016/654 karar sayılı bozma ilamında sanığın eyleminin terör örgütüne yardıma teşebbüs suçunu oluşturduğunun tespit edilmiş olması ve bu bozma gerekçesininde mahkememizce uygun görülmesi, sanığın geçmişi itibariyle terör örgütü PKK/KCK için bir çok eyleme, gösteriye katılması, yine Cumhuriyet savcısı [S.nin] TMK ile yetkili Adana 10 Ağrı Ceza Mahkemesinin 2013/25 esas sayılı dosyasına karşı yani dosyamıza karşı Yargıtay'a hitaben yazdığı temyiz dilekçesinde belirtmiş olduğu üzere Kitapçıktaki yazıları yazan kişi terör örgütü PKK lideri [A.Ö.] dır. Kitapçıkta PKK'nın kuruluşu ve sonrasında meydana gelen olayların anlatıldığı bir kitaptır. Ve terör örgütü ve yöntemlerinin propagandası niteliğindedir. 'Özgürlük hareketi' ifadesi terör örgütü PKK olması, Kitapçıkta yer alan ifadeler, açık bir şekilde, örgütün cebir şiddet veya tehdit içeren yöntemleri, meşru gösterilmekte, övülmekte ve bu yöntemlere başvurmayı teşvik edilmektedir. Öyleki kitapçıkta yer alan ifadelerde terör örgütünün somut siddet içeren olaylarına yer verilmiştir. 15 Ağustos 1984 hamlesi olarak belirtine olay, Hakkari İli Şemdinli ilçesi ve Siirt ili Eruh ilçesi Jandarma Karakoluna yapılan saldırıda Asker şehit olması olayı olması olay tutanakları, Yargıtay bozma ilamı ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; yukarıda anlatılan gerekçeler içeriğince sanık Mürsel Yıldız hakkında 'terör örgütü propagandası yapmak' suçundan kamu davası açılmış ise de sanığın eyleminin kül halinde 'silahlı terör örgütüne yardım etme' suçunu oluşturduğu ve sanığın atılı suçu işlediği sabit olmakla..." Ayrıca Mahkeme, verilen ceza miktarını dikkate alarak başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarmış; başvurucu 3/9/2016 tarihinde yakalanarak tutuklanmıştır. Hükmün temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 23/2/2017 tarihinde başvurucunun bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan karar verilmesi ve ceza tayininde "hukuka, vicdana, dosya kapsamına uygun ve gösterilen indirim miktarı ile orantılı makul oranda indirim yapılması gerektiği" gerekçesiyle yeniden hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma üzerine Mahkeme, başvurucu ve müdafiinin de hazır bulunduğu1/6/2017 tarihli celsede, önceki mahkûmiyet kararındaki gerekçelerle başvurucuyu bu kez 4 yıl 12 ay 22 gün hapis cezasıyla cezalandırmış ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5/4/2018 tarihinde "yardım teşkil eden örgütsel dokümanların hükümlüye ulaşmamış olması, posta aracılığıyla gönderilmiş olması nedeniyle cezaevi mektup okuma komisyonu tarafından tesbit edildiğinden zararın da gerçekleşmemiş olması karşısında; teşebbüs nedeniyle üst sınıra yakın bir indirim uygulanması gerektiği" gerekçesiyle hükmün yeniden bozulmasına karar vermiştir. Bozma üzerine Mahkeme 19/6/2018 tarihinde başvurucunun yine önceki mahkûmiyet kararındaki gerekçelerle ancak bu kez 1 yıl 8 ay 7 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tahliyesine karar vermiştir. Temyiz edilen bu son hüküm Yargıtay tarafından 10/10/2019 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu; Yargıtay onama ilamından 14/2/2020 tarihinde haberdar olduğunu, 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince pandemi nedeniyle başvuru süresinin uzadığını belirterek 30/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Hanifi Yaliçli [GK], B. No: 2014/5224, 10/6/2021, §§ 21-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/22149
Başvuru, terör suçundan hükümlü olarak ceza infaz kurumunda bulunan bir arkadaşına göndermeye çalıştığı fotokopi doküman nedeniyle başvurucunun silahlı terör örgütüne yardım etmeye teşebbüs suçundan hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü, yargılamanın uzun sürmesinin makul sürede yargılanma hakkını, yargılama boyunca tutuklu kalmasının ise kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10270
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuruculardan Teybet Bürcek (B. No: 2018/32416), bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun B sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/30752 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30752
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kamu görevlilerinin toplumsal olaylara müdahalesi sırasında meydana gelen ölüm olayına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında müdahale talimatını veren mülki amir hakkında kamu davası açılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 11/10/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 13/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 7/12/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından sunulan görüş 15/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından Bakanlık görüşüne karşı 30/12/2015 tarihinde beyanda bulunulmuştur. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir. Başvurucu 31/5/2011 tarihinde hayatını kaybeden 1956 doğumlu Metin Lokumcu'nun () oğludur.   Başvuruya konu olayın gerçekleştiği 31/5/2011 tarihinde, Başbakan tarafından Artvin ili Hopa ilçesinde açık hava toplantısı ve Sarp Kara Hudut Kapısı ziyaret programı yapılması planlanmıştır.  Hopa Kaymakamlığınca toplantı sırasında provokasyon, slogan atma, pankart açma, taşlama gibi olaylar olabileceği değerlendirilerek bazı tedbirler alınmıştır. Bu kapsamda polis ve jandarmadan oluşan "Asayiş Harekât Merkezi" kurulmuş; ilgili birim yetkilileri ile toplantılar yapılmış; sağlık ekipmanlarının sağlanması, yangın ve elektrik kesintilerine karşı tedbirler alınması konularında ilgili birimlerle yazışmalar yapılmıştır.  Başbakan'ın ilçelerini ziyaret edeceğini öğrenen bazı sivil toplum örgütleri ve vatandaşlar, bölgeye hidroelektrik santrali (HES) yapımını protesto etmek için olay günü sabah saat 30 sıralarında açık hava toplantısı yapılacak alanın yakınında toplanmaya başlamışlardır.   Polis, saat 00 sıralarında henüz resmî program başlamamış iken protesto için bekleyen kalabalığı dağılmaları konusunda ikaz etmiş; ikaza uygun hareket etmeyenlere yönelik biber gazlı müdahalede bulunmuştur.   Kalabalığın arasında bulunan yanında bulunan akrabası O.ye gazdan etkilendiğini ve nefes alamadığını söylemiş, olay yerinin yakınında hazır bulunan bir ambulansa kadar birlikte yürümüşlerdir.   saat 30 sıralarında ambulansla Hopa Devlet Hastanesine sevk edilmiş; nefes darlığı ve göğüs ağrısı şikâyetlerini dile getiren hastaya kalp krizi teşhisi konularak elektroşok tedavisi uygulanmış ancak hasta, hastaneye getirildikten yaklaşık bir saat sonra hayatını kaybetmiştir.   Hopa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aynı gün resen soruşturma başlatılmıştır. Anılan soruşturma kapsamında olay günü saat 30'da hastane morgunda ceset üzerinde adli muayene yapılmış ve olay hakkında bilgisi olduğu değerlendirilen O., , N.Y., H.Ç., G.Ç., B.G., ve N.A.nın tanık olarak ifadelerine başvurulmuştur.   Trabzon Adli Tıp Kurumunun 20/6/2011 tarihli ve 1413/387/332 sayılı otopsi raporunda kişinin ölümünün "mevcut kalpte enfarktüs ve intraalveoler yoğun taze kanamaya bağlı kalp ve akciğer hastalığı" nedeniyle meydana geldiği belirtilmiştir. Anılan raporda ayrıca nin göğsünde ekimozlar olduğu bilgisine yer verilmiştir.  31/5/2011 tarihli Adli Muayene ve Otopsi Raporu'nda ölenin "göğüs ön kısmı üzerinde yeni oluşmuş yarayı andıran lekeler"in bulunduğu tespit edilmiştir. Bazı görgü tanıklarının ifadelerinde olaylar sırasında üç veya dört çevik kuvvet polisinin yi kalkan darbeleri ile yere düşürdüğü, Acil Serviste görevli bir hekimin ifadesinde ise Acil Serviste elektroşok uygulanırken ölenin göğsünde lekeler oluşabileceği belirtilmiştir.   nin maruz kaldığı biber gazı nedeniyle kalp krizi geçirdiğini ileri süren yakınlarının başvurusu üzerine kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından görüş istenilmiştir.  Adli Tıp Genel Kurulunun 24/5/2012 tarihli raporunda, kalp krizine neden olduğu ileri sürülen "ortho chlorbenzalmaloritre" maddesinin sistematik olarak aranan toksik maddeler arasında bulunmadığından araştırmasının yapılmadığı, kaldı ki anılan maddenin temiz havaya veya oksijen tedavisine maruz kalması hâlinde 10-15 dakika içinde vücuttan elimine olacağı belirtilmiştir.  Başvurucu 31/5/2011 tarihinde babasının ölümünden sorumlu oldukları gerekçesiyle dönemin İçişleri Bakanı, Artvin Valisi, Hopa Kaymakamı, Hopa Emniyet Müdürü ve Hopa'da görev yapan kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.  Suç duyurusuna konu edilen kamu görevlilerinin her biri için mevzuatta farklı soruşturma usulleri öngörülmesi nedeniyle soruşturma makamları tarafından dosyalar birbirinden ayrılmıştır.   Başvurucu, Hopa Kaymakamı hakkında yürütülen soruşturma bakımından başvuru yollarının tüketildiğini belirterek bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvuru formunda ayrıca, Hopa Kaymakamının ceza yargılamasının dışında bırakılmasının başvurunun konusunu oluşturduğu belirtilmiştir.   Hopa Kaymakamı hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca Artvin Valiliğince yapılan ön inceleme neticesinde soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir: " ... Hopa Kaymakamı Abdullah Akdaş'ın ilgili birim yetkilileri ile toplantılar yaptığı, brifinge katıldığı, emniyet tedbirlerinin eksiksiz olması için yazılı ve sözlü talimatlar verdiği, takviye kuvvet talebinde bulunduğu, diğer tedbirlerle ilgili olarak birçok talimat verdiği, ilgili planların hazırlanmasını sağladığı,2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin Maddesi gereğince, Başkanlığında İlçe Jandarma Komutanı ve İlçe Emniyet Müdüründen oluşan Asayiş Harekat Merkezi oluşturduğu, miting sırasında provokasyon, slogan atma, pankart asma gibi olayların olabileceği değerlendirilerek, harekat emri hazırlanmasını sağladığı, miting alanının güvenliğine münhasır olmak üzere, çıkması muhtemel olayların önlenmesi ve toplantının sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesi amacıyla tüm genel güvenlik, trafik ve emniyet tedbirlerinin genel talimat olarak hazırlanmasını sağladığı ve miting alanının hazırlanması ve güvenliği için bir çok yazılı talimat verdiği ve yerinde incelemede bulunduğu,Ayrıca, Hopa Kaymakamı tarafından güvenlik tedbirleri ile ilgili olarak alınan tedbirler dışında, Başbakanlık Koruma Dairesi Başkanlığı yetkilileri ile irtibat sağlanmak suretiyle tam teşekküllü sağlık ekip ve ekipmanlarının hazırlanmasından, yapılacak ikramın denetlenmesine, yangın ve elektrik kesintisi ihtimaline kadar birçok tedbir için ilgili kurumlarla yazışmalar yapıldığı,Güvenlik güçlerinin olayda olayda aşırı kuvvet kullandıkları iddiasının gerçekçi olmadığı, eylemcilerin saldırısına maruz kalmış kolluk kuvvetlerinin ilk etapta kendilerini korumak için daha sonra ise taş ve buldukları diğer malzemelerle kendilerine saldıran grupları dağıtmak maksadıyla önce tazyikli su, arkasından da biber gazı ile müdahale ettikleri ifadeler ve dosyasındaki görüntü çözümlerinden anlaşıldığı, olaylar sırasında 10 civarında polis memurunun yaralanarak hastaneye kaldırılması ve göstericilerden hiçbirinin gözaltına alınmamasının bu durumu doğruladığı, olay sırasında rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan ve sonrasında vefat eden Metin Lokumcu'nun ölümü ile ilgili olarak düzenlenen adli tıp raporlarında da kalp ve damar rahatsızlığı olduğunun belirtildiği de dikkate alınarak kendisini ve yakınlarını daha önceden tanıdığı için bizzat korumaya ve alandan uzaklaştırmaya çalışan İlçe Kaymakamı Abdullah Akdaş'ın Metin Lokumcu'nun ölümüne sebep olduğu iddiasının yersiz olduğu,İlçe Cumhuriyet Meydanında basın açıklaması yapmak iddiasıyla toplanan ve daha sonra pankart açarak, sloganlar atarak, güvenlik güçlerine saldırı hazırlığı yaparak yasa dışı gösteri haline dönüşen eyleme 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi gereğince, usulüne uygun olarak İlçe Kaymakamı tarafından verilen talimat doğrultusunda güvenlik güçleri tarafından müdahale edildiği anşlaşıldığından,Hopa Kaymakamı Abdullah Akdaş hakkında, 4483 sayılı memurlar ve Diğer Kamu Görevlileri Hakkında Kanun'un Maddesi gereğince Ön İncelemeci görüşü doğrultusunda soruşturma izni verilmemesine,..."  Bu karara karşı yapılan itiraz, Trabzon Bölge İdare Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli ve 2013/93 sayılı kararıyla reddedilmiştir.  Hopa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hopa Kaymakamı hakkında soruşturma izni verilmemesi nedeniyle -on beş gün içinde Rize Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına itiraz yolu açık olmak üzere- 12/6/2013 tarihli ve 2011/886 Soruşturma sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karara karşı yapılan itiraz, Rize Ağır Ceza Mahkemesinin 13/8/2013 tarihli ve 2013/1009 Değişik İş sayılı kararıyla kesin olarak reddedilmiştir.  Bu karar başvurucuya 12/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup anılan karara karşı süresi içinde 11/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.   Hopa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 11/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan yazıda nin hayatını kaybettiği olaya ilişkin olarak kolluk görevlileri ve amirleri hakkında başlatılan (2013/24 Soruşturma sayılı) soruşturmanın devam ettiği bilgisi verilmiştir.  Başvurucu tarafından 9/12/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine gönderilen dilekçede de aynı şekilde Artvin İl Emniyet Müdürü, Hopa İlçe Emniyet Müdürü ve olay günü Hopa'da görevli kolluk görevlileri hakkında Hopa Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmanın derdest olduğu bildirilmiştir.  B. İlgili Hukuk 4483 sayılı Kanun'un "Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikâyetler" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir: "Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler." 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur." 4483 sayılı Kanun'un "İtiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Yetkili merci, soruşturma izni vrilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi,yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar.İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.(2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz. (3) (Ek: 11/4/2013-6459/19 md.) Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır." 5271 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının kararına itiraz" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine itiraz edebilir.(2) İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir.(3)Sulh ceza hâkimliği, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer Cumhuriyet başsavcılığından talepte bulunabilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkûm eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir.(4) Sulh ceza hâkimliği istemi yerinde bulursa, Cumhuriyet savcısı iddianame düzenleyerek mahkemeye verir.(2)(5) Cumhuriyet savcısının kamu davasının açılmaması hususunda takdir yetkisini kullandığı hâllerde bu madde hükmü uygulanmaz. (6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan sulh ceza hâkimliğininbu hususta karar vermesine bağlıdır."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/7753
Başvuru, kamu görevlilerinin toplumsal olaylara müdahalesi sırasında meydana gelen ölüm olayına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında müdahale talimatını veren mülki amir hakkında kamu davası açılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru usulsüz arama yapılması ve nakit olarak yurt dışına çıkarılmak istenilen dövize el konulması nedenleriyle mülkiyet ve özel hayata saygı haklarının; soruşturma sırasında başvurucunun ifadesinin usulüne uygun olarak seçilmiş bir tercümanın huzurunda alınmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının; gümrük makamlarından izin alınmadan dövizin yurt dışına çıkarılmaya teşebbüs edildiği gerekçesine dayalı olarak kanuni dayanağı olmadan idari para cezası uygulanması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Rusya'da kuyumculuk ve pırlanta ithalatı işiyle uğraşmaktadır. Başvurucu 23/3/2014 tarihinde Dubai'ye gitmek için İstanbul Atatürk Havalimanına gitmiş, uçağa binmeden önceki son kontrol noktasında yapılan arama sırasında bagajında 000 Amerikan Doları (dolar) taşıdığı tespit edilmiştir. Arama sırasında tespit edilen bu paraya el konulmuş, kolluk görevlilerince bir Rusça tercüman eşliğinde başvurucunun ifadesi alınmıştır. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 9/4/2014 tarihinde başvurucunun 20/2/1930 tarihli ve 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 780 TL tutarında idari para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun 1567 sayılı Kanun'un maddesinde yazılı kıymetleri izinsiz olarak yurttan çıkardığı vurgulanmıştır. İdari para cezasının miktarı 1567 sayılı Kanun'un maddesinin altıncı fıkrasına göre eylem tarihi olan 23/3/2014 tarihindeki döviz satış kuru esas alınarak belirlenmiştir. Bunun yanında, eylemin yurt dışına çıkış işlemi tamamlanmadan gümrük sahasında meydana geldiğinden teşebbüs aşamasında kaldığı gerekçesiyle idari para cezası rayiç bedelin yarısı oranında indirilmiştir. Kararda on beş gün içinde ödenmesi durumunda idari para cezasının dörtte üçünün tahsil edileceği belirtilmiştir. Başvurucu 29/4/2014 tarihinde Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliğinde idari para cezasına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; aramanın usulsüz olarak yapıldığı, ifade sırasında hazır bulunan tercümanın da usulüne uygun olarak belirlenmediği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun bu parayı bildirmekten imtina etmediği ve olayda kasıt unsurunun mevcut olmadığı belirtilmiştir. Hâkimlik tarafından konu hakkında gümrük alanında uzman bir bilirkişiden rapor alınmıştır. Bilirkişi raporunun ilgili kısımları şöyledir:i. Kabahatin oluşması için öncelikle yurt dışına çıkarılması izne bağlı dövizin izin alınmaksızın ihraç edilmesi veya buna teşebbüs edilmesi gerekli ve yeterlidir.ii. Olayda yurt dışına çıkmak üzere olan başvurucunun bagajında 990 adet 100'lük banknotlar hâlinde toplam 000 dolar döviz bulunmuştur. Başvurucunun bu dövizi yurt dışına çıkarmak istediğine dair bir bildirimi olmadığı gibi ihracatta aranan izin belgesi de bulunmamaktadır.iii. Kanun gereği yabancı para ihracında özel izin belgesi arandığından dolayı olayda kabahat fiilinin unsurları gerçekleşmiştir. Bir nevi tazminat niteliği taşıyan söz konusu idari yaptırımın amacı Hazinenin uğrayacağı zararları ödetmek ve devletin ekonomik çıkarlarını korumaktır.iv. Sonuç olarak başvurucunun yurt dışına çıkarmak üzereyken yakalanan dövizin rayiç bedelinin yarısı oranında idari para cezası ile cezalandırılmasının hukuka uygun olduğu görüşü bildirilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği 26/2/2015 tarihinde bilirkişi raporunu hükme esas alarak itirazın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; Bakanlar Kurulunca verilen 7/8/1989 tarihli ve 32 sayılı karara göre izin alınmaksızın yurt dışına çıkarılan döviz miktarının 000 dolar veya efektif olarak eşiti olabileceğine, bu miktarın üzerinde çıkarılan dövizin ise izne tabi olduğuna işaret edilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği sonuç olarak başvurucunun bu izni almadan dövizi yurt dışına çıkarmaya teşebbüs etmesi eyleminin 1567 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrası kapsamına girdiğini belirterek itiraza konu idari para cezasının hukuka uygun olduğu kanaatine ulaşmıştır. Başvurucu bu karara itiraz etmiş, Bakırköy Sulh Ceza Hâkimliği itiraza konu kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesiyle 9/4/2015 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 17/4/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Mevzuat Hükümleri 1567 sayılı Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan maddesi şöyledir: "Kambiyo, nukut, esham ve tahvilat alım ve satımının ve bunlar ile kıymetli madenler ve kıymetli taşlarla bunlardan mamul veya bunları muhtevi her nevi eşya ve kıymetlerin ve ticari senetlerle tediyeyi temine yarıyan her türlü vasıta ve vesikaların memleketten ihracı veya memlekete ithalinin tanzim ve tahdidine ve Türk parasının kıymetinin korunması zımnında kararlar ittihazına Bakanlar Kurulu salahiyetlidir." 1567 sayılı Kanun’un maddesinin ikinci ve yedinci fıkraları şöyledir: "...Fiil, 1 inci maddede yazılı kıymetlerin izinsiz olarak yurttan çıkarılması veya yurda sokulması mahiyetinde ise 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümlerine göre suç veya kabahat oluşturmadığı takdirde kişi; eşya ve kıymetlerin rayiç bedeli kadar, teşebbüs halinde bu bedelin yarısı kadar idarî para cezası ile cezalandırılır....Kabahatin konusunu yabancı para oluşturması halinde, idarî para cezasının hesaplanmasında fiilin işlendiği tarih itibarıyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının bu paraya ilişkin 'döviz satış kuru' esas alınır...." 11/8/1989 tarihli ve 20249 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun Türk Parasının Kıymeti Koruma Hakkında 7/8/1989 tarihli ve 32 sayılı Kararı'nın maddesinin ilgili kısmının ilk hâli şöyledir:"d) Türkiye'de yerleşikkişiler yurt dışına çıkışlarında, beraberlerinde 000 ABD Doları veya eşitine kadar döviz çıkarabilirler. Bu miktarın üzerinde döviz çıkarılabilmesi, ancak kendilerine bankalarca döviz verildiğinin tevsiki kaydıyla mümkündür. Dışarıda yerleşik kişiler ile Türkiye'de yerleşik sayılmakla birlikte yurt dışında çalışan Türk uyruklu kişiler, yurda girişlerinde beyan etmiş olmak kaydıyla, 000 ABD Doları veya eşitini aşan miktarlardaki dövizlerini beraberlerinde yurt dışına serbestçe çıkarabilirler." 20/6/1991 tarihli ve 20907 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun 12/6/1991 tarihli ve 91/1935 sayılı Kararı ile 32 sayılı Karar'ın ilgili kısmı şu şekilde değiştirilmiştir:"f) Yolcular 000 ABD Doları veya eşitine kadar efektifi beraberlerinde yurtdışına çıkarabilirler.Dışarıda yerleşik kişiler ile Türkiye'de yerleşik sayılmakla birlikte yurtdışında çalışan Türk uyruklu kişiler, yurda girişlerinde beyan etmiş olmak, Türkiye'de yerleşik kişiler ise görünmeyen işlemler çerçevesinde bankalar ve özel finans kurumlarından döviz satın aldıklarını tevsik etmek kaydıyla 000 ABD Doları veya eşitini aşan miktarlardaki efektifi beraberlerinde yurtdışına serbestçe, çıkarabilirler." 11/6/2015 tarihli ve 29383 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulunun 14/4/2015 tarihli ve 2015/7603 sayılı Kararı ile 32 sayılı Karar'ın ilgili kısmı şu şekilde değiştirilmiştir:"f) 000 Avro veya eşitini aşan efektifin yurt dışına çıkarılması Bakanlıkça belirlenecek esaslar dahilinde yapılır." Hazine Müsteşarlığı'nın Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Karara ilişkin 2008/32-34 sayılı Tebliğ'in maddesine 30/12/2015 tarihli ve 29578 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tebliğ ile şu fıkralar eklenmiştir:"(2) Yolcu beraberi yapılan 000 Avro veya eşitini aşan döviz çıkışlarında gümrük idarelerine Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından yayımlanan nakit beyan formu ile beyanda bulunulur. (3) Yolcu beraberi yapılan 000 Avro veya eşitini aşan döviz çıkışlarında beyanda bulunulmaması veya yanlış ya da yanıltıcı beyanda bulunulduğunun tespiti halinde söz konusu değerler gümrük idaresince muhafaza altına alınır ve durum şüpheli kabul edilerek Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığına bildirilir. Ayrıca, gümrük idarelerince Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca işlem yapılabilmesini teminen Cumhuriyet Savcılıklarına bildirimde bulunulur." 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun ek maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Vali; sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında, güvenliğin sağlanması, giriş-çıkışlarla ilgili görev ve hizmetlerin düzenli ve etkili bir biçimde yürütülmesi, görevli kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyonun gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri almaya ve uygulamaya, kuruluşların çalışmalarını denetlemeye yetkilidir. İçişleri Bakanlığının uygun göreceği bu yerlerde vali tarafından mülki idare amiri görevlendirilir. Vali, yetkilerinin tamamını veya bir kısmını görevlendirdiği mülki idare amirine devredebilir. Bu yerlerde hizmet veren kuruluşlar, görevli mülki idare amirine karşı sorumludur. Görevlendirilen mülki idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama ile ilgili hükümleri saklı kalmak üzere, genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir. Aramanın kimler tarafından yapılacağı kaydını da taşıyan arama emri yazılı olarak verilir. İvedi durumlarda sözlü olarak verilen emirderhal yerine getirilir ve en kısa zamanda yazılı olarak teyit edilir..."B. Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 14/5/2015 tarihli ve E.2011/6931, K.2015/2307 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"... Barosu'na kayıtlı avukat olan davacının 2008 tarihinde kendi sevk ve idaresinde bulunan araçla ... Beldesi'ne doğru seyir halinde iken ... Kavşağına gelindiğinde, ... Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2008/332 d.iş no'lu kararı uyarınca önleme araması yapanjandarma ekiplerince,avukat olduğunu söylemesi ve buna ilişkin kimlik belgesinin ibraz etmesine rağmen üstünün ve aracının aranması nedeniyle mesleki onurunun ve kişilik haklarının zedelenmesine sebebiyet verildiği iddia olunarak uğranıldığı ileri sürülen 000 TL manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılan dava sonucunda ... İdare Mahkemesince; 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun maddesi uyarınca ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suç üstü hali dışında avukatların üzerlerinin aranamayacağı, bakılan uyuşmazlıkta bir suç üstü hali olmaksızın kolluk kuvvetlerince üzeri ve aracı aranan davacının meslek onurunun zedelendiği, davalı idarenin bu eylemde hizmet kusuru bulunduğu bu nedenle de davacının manevi zararının karşılanması gerektiği gerekçesiyle takdiren 000 T. manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine; fazlaya ilişkin istemin reddi yönünde verilen kararın; davalı idarece hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek, 2577 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir....Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülme[miştir]." Danıştay Onuncu Dairesinin 20/10/2015 tarihli ve E.2015/2675, K.2015/4460 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Davacı tarafından, kaçak zannıyla elkonulup, kaçakçılık suçundan dolayı açılan ceza davasının beraatle sonuçlanması üzerine 2007 tarihinde kendisine iade edilen otomobil yedek parçalarının gereği gibi korunmaması nedeniyle hasar meydana geldiği, ayrıca sermaye kaybına uğradığı iddialarıyla, uğradığını öne sürdüğü toplam 875,-TL zararın 2007 tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birliktetazmini istemiyle açılan dava sonucunda... İdare Mahkemesince; davacının uğramış olduğu zararın tespiti amacıyla ... Asliye Hukuk Mahkemesi'nin ... İş sayısına kayıtlı dosyaya sunulan bilirkişi raporunda; el koymaya konu olan oto yedek parçalarının ilk değerleri toplamının 075,-TL, yedek parçaların tesliminden sonraki değerleri toplamının ise 875,-TL olduğu, bu duruma göre aradaki 800,-TL'lik farkın mezkur eşyaların değer kaybını ifade ettiği, bu miktarı aşan sermaye kaybının piyasa faiz oranları esas alınmak suretiyle geleceğe dönük muhtemel zarar hesabını ifade ettiği, bu nedenle de zarar hesabına dahil edilemeyeceği, bu durumda davaya konu olayda uygulanmış haksız el koyma işlemi sonrasındamezkur oto yedek parçaların korunması ve muhafazasındaki hizmet kusuru sebebiyle söz konusu oto yedek parçalarında oluşmuş olan 800,-TL değer kaybının başvuru tarihi olan 25/12/2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü, kısmen reddi yolunda verilen kararın taraflarca aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir....Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülme[miştir]."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/8962
Başvuru usulsüz arama yapılması ve nakit olarak yurt dışına çıkarılmak istenilen dövize el konulması nedenleriyle mülkiyet ve özel hayata saygı haklarının; soruşturma sırasında başvurucunun ifadesinin usulüne uygun olarak seçilmiş bir tercümanın huzurunda alınmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının; gümrük makamlarından izin alınmadan dövizin yurt dışına çıkarılmaya teşebbüs edildiği gerekçesine dayalı olarak kanuni dayanağı olmadan idari para cezası uygulanması nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, gösterilere müdahale sırasında gaz fişeği kapsülünün isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1965 doğumludur ve öğretmen olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 10/9/2013 tarihinde İstanbul'un Beyoğlu ilçesi Çukurcuma'da Çevik Kuvvet polislerinin ateşlediği biber gazı kapsüllerinin (göz yaşartıcı gaz fişeği) vücuduna isabet etmesi sonucu yaralandığını, Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) başvurduğunu belirtmiştir. Hastane tarafından olay günü saat 21'de düzenlenen ve yedi gün istirahat öngören iş göremezlik belgesine göre başvurucuya kapsül mermiye maruziyet ve yumuşak doku zedelenmesi teşhisi konulmuştur. Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen 18/9/2013 tarihli iş göremezlik belgesinde ise başvurucuya yumuşak doku travması, birçok yerde abrazyon ve dermabrazyon teşhisi konulmuş, on gün istirahat verilmiştir. Başvurucu 22/11/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) şikâyette bulunmuştur. Başvurucu dilekçesinde özetle; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) üyesi olduğunu, dayanışma çağrısı üzerine Taksim'e gittiğini, yürüyüş yapmalarının kolluk tarafından engelleneceğini anlayınca meydandan ayrıldığını, Cihangir'de bir kafeteryada beklediğini, saat 00 sıralarında arkadaşıyla birlikte buradan ayrılarak Çukurcuma'ya gittiklerini belirtmiş; ilerledikleri sokakta herhangi bir toplanma olmamasına karşın kolluğun evlerine gitmek isteyen insanlara müdahale ettiğini, insanları hedef alarak gaz fişeği kapsülü attığını, kaçarken diz kapağının arkasından, kalçasından ve sırtından yaralandığını ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca iş göremezlik raporlarını ve kendi imkânlarıyla elde ettiği olaya ait olduğunu belirttiği kamera görüntülerini sunmuştur.A. Soruşturma İşlemleri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olaya ilişkin soruşturma başlatılmış ve 16/12/2013 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılmıştır. Anılan müzekkerede başvurucunun iddiaları hakkında şu hususlar talep edilmiştir:- Olayla ilgili tüm evrak fotokopilerinin, bağlantılı evveliyat ya da evrak varsa fotokopilerinin çıkarılarak gönderilmesi- Olay gününün bütün anlarını gösterir tüm güvenlik kamera görüntülerinin eksiksiz tedarik edilerek CD veya DVD'ye kaydedilmiş hâlde gönderilmesi-Şüpheli polis memurlarının kimliklerinin tespit edilerek bildirilmesi, tespit edilen memurların fotoğraflarının CD'ye yüklenmesi, görev belgelerinin onaylı fotokopilerinin çıkarılarak gönderilmesi - Kimlikleri tespit edilen personele Cumhuriyet Başsavcılığında hazır olmaları için tebligat yapılması, buna dair tutulacak tutanağın Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi- İddia ile ilgili disiplin işlemi yapılması ve evrak fotokopilerinin gönderilmesi - Olayın özelliğine göre yaralanma varsa tarafların geçici ve kati raporlarının aldırılması - İstenen tüm belgelerin ve kamera görüntülerini ihtiva eden CD veya DVD'lerin en geç ilk gelecek personelle, kimlikleri tespit edilen emniyet görevlilerinin Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatlarından önce gönderilmesi İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 16/1/2014 tarihli cevap yazısıyla başvurucunun yaralandığı gün Taksim Meydanı ve çevresinde gerçekleşen eylemlerle ilgili düzenlenen tutanak ile kamera görüntüleri gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 11/6/2014 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılmıştır. Anılan müzekkerede başvurucunun iddiaları hakkında şu hususlar talep edilmiştir:"Müştekinin şikayeti ile başlayan soruşturmaya esas olmak üzere Birleşmiş Milletler Kanunun Adamlarının Zor ve Silah Kullanılmasına Dair Temel Prensipler başlıklı bildirisinin Maddesi de dikkate alınarak müştekinin iddiaları ile ilgili araştırma yapmak üzere bir ya da birden fazla müfettiş görevlendirilerek,1-Şikayete konu gösteri yürüyüşü için katılımcıların yürüyüş öncesinde yasal bildirimde bulunup bulunmadıklarının tespiti,2-Müştekini şikayetine konu ettiği zor kullanma öncesinde gösteri yürüyüşüne katılanların şiddet içerikli hareket ve davranışlar sergileyip sergilemediklerini tespiti, şayet müdahale öncesinde şiddet içerikli hareket ve davranışlar varsa bunları gösteren kamera görüntüsü, tutanak vb tüm delillerin toplanması,3-Şikayete konu gösteri yürüyüşünü trafik karışıklığına yol açmak dışında başkalarına zarar verme ya da başkalarının hiç bir güçlükle karşılaşmadan halk içinde dolaşma hakkı gibi hakları ihlal edip etmediğinin tespiti, şayet böyle bir ihlal varsa buna ilişkin kamera görüntüsü, tutanak vb tüm delillerin toplanması, (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açık bir alanda gerçekleştirilen her türlü gösterinin günlük yaşamın akışını bir ölçüde bozacağını, bir karışıklığa ve düşmanca tepkilere yol açabileceğini ancak bu orandaki düzen bozukluğunun tek başına toplanma özgürlüğü hakkına yönelik müdahaleyi haklı kılmayacağı görüşündedir.)4-Gösteri yürüyüşü müdahale öncesi şiddet içermiyorsa diğer bir ifade ile barışcıl bir gösteri yürüyüşü ise müdahale öncesi makul bir süre beklenip beklenilmediği, bu süre geçtikten sonra dağılma uyarısı yapılıp yapılmadığının tespiti, buna ilişkin kamera görüntüsü, tutanak gibi tüm delillerin toplanması, (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Oya ATAMAN kararında toplantının başlayıp gözaltı ile bittiği yarım saatlik süreyi sabırsızlık olarak nitelendirmektedir.) 5-Olay yeri ve zaman dilimindeki zor kullanmanın kaçınılmaz olup olmadığına ve aşırı (orantılı) olup olmadığına ilişkin tespit yapılması, buna ilişkin kamera görüntüsü, tutanak vb tüm delillerin tespiti, 6-Olay yeri ve zaman diliminde kayıt yapan toma aracı kamerası, mobese kamerası, banka şubesi kamerası vb. kameraların olaya ilişkin kaydetmiş olduğu görüntüler CD ya da DVD ortamına aktarılarak ve de üzerilerinde incelme yapılarak gerektiğinde müştekinin de ifadesi alınıp toma aracı numarası vb. Bilgiler alınarak ya da teşhis işlemi yaptırılarak olay tarih ve yerinde müştekiye yönelik zor kullanan polis memurlarının ve müdahele ekibin başındaki PVSK m. 16/5 uyarınca zor kullanmanın derecesi ve kullanılacak araç ve gereçleri tayin eden amirin tespiti” Disiplin İşlemleri Başvurucunun şikâyeti hakkında 24/7/2014 tarihinde müfettiş görevlendirilmiştir. Müfettiş başvurucunun beyanını almış; başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesindeki ifadelerini tekrar etmiştir. Müfettiş, Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü F.A.nın istinabe yoluyla beyanını almış; F.A. beyanında özetle A.A. isimli şahsın Antakya'da hayatını kaybetmesine ilişkin olay hakkında protesto gösterileri düzenleneceği yönünde bilgi gelmesi üzerine görevlendirme yapıldığını, olay günü yaklaşık iki yüz kişilik grubun yürüyüşe geçmesi üzerine talimat geldiğini ve gruba orantılı güç kullanarak müdahalede bulunduklarını, başvurucunun yaralanması ile ilgili herhangi bir bilgisinin olmadığını ifade etmiştir. Müfettiş, Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü H.A.nın beyanını almış; H.A. beyanında özetle olay günü, olayın gerçekleştiği ifade edilen yerden sekiz veya dokuz sokak uzakta olduğunu, kendisinin sorumluluğundaki herhangi bir kolluk görevlisinin ara sokaklardaki gruplara müdahale etmediğini, izlediği görüntülerden müdahalede bulunan kolluk görevlilerini tespit edemediğini belirtmiştir. Beyanı alınan diğer beş kolluk görevlisi de benzer yönde ifadelerde bulunmuştur. Müfettiş, olaya ait kamera görüntülerinin çözümünü yaptırmıştır. Düzenlenen tutanakta görüntülerin gece vakti çekilmesi ve çözünürlüğün düşük olması sebebiyle şahısların yüzlerinin net olarak anlaşılamadığı ifade edilmiştir. Öte yandan Turnacıbaşı Caddesi'ni gören dört numaralı kamera açısında bir eylemci şahsın sırtının sağ tarafına gaz fişeği isabet ettiği, DVD'de yaralı resimleri bulunan erkek şahsın şortlu olduğu, eylemci grup içinde sırtına gaz fişeği kapsülü isabet eden şahsın ise pantolonlu olduğu belirtilmiştir. Müfetttiş tarafından düzenlenen 5/5/2015 tarihli araştırma raporunda başvurucu hakkında herhangi bir adli veya idari işlem yapılmadığı tespit edilmiştir. Raporda özetle başvurucunun yaralandığını ifade ettiği bölgedeki görevlilerin tespit edilemediği, elde edilen kamera görüntülerinin çözünürlüğünün düşük olduğu, görüntülerin gece vakti çekildiği ve başvurucunun kendisini yaralayan polislerle yüz yüze gelmediği gerekçeleriyle teşhis işleminin yaptırılamadığı ifade edilmiştir. Raporda ayrıca kamera görüntülerinin yapılan çözümünde başvurucunun kullanılan gaz fişekleri nedeniyle yaralandığına dair herhangi bir görüntüye rastlanmadığı, görüntülerde kolluk görevlilerinin gaz fişeğini hedef gözeterek attıklarına dair bir bulguya rastlanmadığı, bu sebeplerle ön incelemeye ve disiplin soruşturmasına gerek olmadığı değerlendirilmiştir. İstanbul Valiliğinin 18/5/2015 tarihli oluru ile dosya işlemden kaldırılmıştır. Adli Tıp Kurumu Raporu Cumhuriyet Başsavcılığı 16/12/2013 tarihli müzekkere ile başvurucunun yaralanmasına ilişkin olarak düzenlenen iş göremezlik raporları hakkında Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor talep etmiştir. ATK'nın 19/12/2013 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...Kişi hakkında düzenlenmiş Taksim E.A. Hastanesinin 10/9/2013 tarih ... sayılı iş göremezlik belgesinde; kapsül mermiye maruz kaldığı, yumuşak doku travmasına, birçok yerde abrazyon ve dermabrazyon olduğu kayıtlıdır. SONUÇ:Kişide yumuşak doku lezyonlarına neden olan yaralanmasının; Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI, Kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞU kanaatini bildirir rapordur." Bilirkişi Raporu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2/12/2015 tarihinde olaya ait olduğu değerlendirilen görüntülerin çözümünün yapılması amacıyla bilirkişi görevlendirilmiştir. Bilirkişinin 14/12/2015 tarihli raporunda "turgut0001" ismiyle kayıtlı, çok net olmayan videonun bir sokak arasını gösterdiği, şahısların ve grup şeklinde yürüyen insanların görüldüğü, şahısların aniden kaçmak istedikleri sırada gaz kapsülünün bir şahsın sırtına, başka bir şahsın bacağına çarptığı ve başka bir şahsın gaz kapsüllerinden kaçarken düştüğünün görüldüğü, yere düşen gaz kapsüllerinin gaz yaydığı ifade edilmiş; "turgut0002" ismiyle kayıtlı videonun sokak kesişimini gösterdiği, seksen veya yüz kişilik bir grubun görüldüğü, sonrasında grubun aniden kaçmak istediği, yerde gaz kapsüllerinin olduğu ve gaz yaydıklarının görüldüğü, hemen sonrasında ellerinde gaz silahı ve yüzlerinde gaz maskesi olan Çevik Kuvvet polislerinin kamera açısına girdiği, kolluk görevlilerinin şahısların koştukları yöne doğru koştukları ve gaz silahını ateşlediklerinin görüldüğü belirtilmiştir. Bilirkişi raporunun sonuç kısmında grup hâlinde bekleyen şahıslara emniyet görevlilerinin gaz fişeği ile ateş ettiği, görüntülerde gaz fişeğinin grup içindeki şahıslara isabet ettiği, şahısların kaçtıkları ancak gaz fişeği isabet eden kişiler arasında başvurucunun hangisi olduğunun tespit edilemediği ifade edilmiştir.B. Daimî Arama Kararı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kimliği tespit edilemeyen şüphelilerin dava zamanaşımı süresince araştırılması ve tespit edilmesi hâlinde Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmesi için 18/12/2015 tarihinde daimî arama kararı verilmiştir. Daimî arama kararında açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen kolluk görevlilerine yüklenen suçlar, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması olarak belirtilmiştir. Soruşturmanın zamanaşımına uğrayacağı tarih ise 10/9/2021 olarak belirtilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Soruşturma evrakı içerisindeki adli raporlar, 14/12/2015 tarihli bilirkişi raporundaki müştekinin olay sonrası görüntüleri, yine aynı bilirkişi raporundaki görüntüler birlikte değerlendirildiğinde kimlikleri tespit edilemeyen polis memurlarının zor kullanma yetkisindeki sınırı aşarak gaz tüfeğini yasaya uygun bir şekilde kullanmadıkları, bunun sonucu müştekinin hayati tehlike geçirmeksizin basit tıbbi müdahale ile giderilebilir şekilde yaralanmasına sebebiyet verdikleri, soruşturma konu olayın 5237 S TCK 256/1 delaletiyle 86/2, 86/3-d kapsamında kaldığı, yürütülen soruşturma sonunda müşteki-mağdura yönelik eylemi gerçekleştiren görevlilerin tespit edilemediği anlaşılmıştır. Bu nedenle soruşturmanın,1-Daimi aramaya alınmasına,2-Kararın müşteki vekiline tebliğine,3-Kararın bir örneğinin,3a) Şüpheli veya şüphelilerin gösterilen zamanaşımı tarihine kadar aranması.3b) Bulunduklarında kimlik ve görev yeri bilgilerinin Başsavcılığımıza gönderilmesi,3c) Bulunamadıkları taktirde, yapılan araştırma sonucunun üçer aylık dönemlerde bildirilmesi,..." Anılan karar 28/12/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 26/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı 21/9/2021 tarihinde suça ilişkin sekiz yıllık zaman aşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 24, 25, 29-31; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-26, 36-38; Mehmet Güneş B. No: 2015/16417, 11/12/2018, §§ 24-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1872
Başvuru, gösterilere müdahale sırasında gaz fişeği kapsülünün isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1