text
stringlengths 115
474k
| Haklar
stringclasses 21
values | Kararın Bağlantı Linki
stringlengths 53
58
| Başvuru Konusu
stringlengths 0
2.09k
| labels
int64 0
1
|
---|---|---|---|---|
Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin internet sitesinde yer alan bir habere erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte ulusal ölçekte yayın yapan Sözcü gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürüdür. Bahse konu gazetenin internet sitesinde 21/5/2015 tarihinde "Yandaş İçin Mazot İstasyonu" başlıklı bir haber yayımlanmıştır. Haberin içeriği şöyledir:"Üçüncü havalimanına ‘kaçak’ mazot istasyonu kuran yandaş şirket, hafriyat kamyonlarına 15 TL’den mazot alıyor. [K.K.] ortak girişim grubunun ihalesini aldığı üçüncü havaalanı inşaatında çalışan hafriyat kamyonlarına Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) alınmadan akaryakıt temin edildiği iddia edilmişti. İddianın doğruluğu ise kanıtlandı. Ticari deniz taşıtları için sağlanan ÖTV’siz mazotu tankerlerle üçüncü havaalanı inşaatına taşıyan yandaşlar, iş makinelerine ucuz mazot sağlıyor. Çiftçiye 4 liraya satılan mazotu yandaş ihaleciler ÖTV’siz olarak 1 lira 15 kuruştan alıyor.TAŞERONA 2 LİRADAN SATIYORÜçüncü havalimanı inşaatı için bölgeye geçici akaryakıt depolama tesisi yapıldı. İstanbul Yeni Havalimanı Projesi sahası içerisinde çalışan tesiste iş makinelerinin ve araçların yakıt ihtiyacı karşılanıyor.Hafriyat için hergün yüzlerce kamyonun akaryakıt istasyonuna girdiğini söyleyen şoförler kurulan istasyondan yakıtı 2 liraya aldıklarını söyledi. Yani yandaşlar 1 lira 15 kuruşa aldıkları mazotu hafriyat işi yapan taşeronlara 75 kuruş kârla satıyor.İktidarın yandaşa yaptığı son kıyaklardan birini araştırmak için yollara düşen SÖZCÜ’nun muhabiri [B. E.], inşaat alanına yaklaştığında özel güvenlikçiler tarafından durduruldu.Özel şirketin denetim aracına çağrılan muhabirimiz, gazeteci kimliğini gizli tutarak, Karaburun’a doğru giderken yolunu şaşırdığını söyledi. Hedef şaşırtmakta başarılı olan arkadaşımız görevliden yol tarifi aldı.İNŞAAT BİTİNCE KALKACAK'[K.K.] Havaalanları İnşaatı Adi Ortaklığı Ticari İşletmesi' tarafından yapılan Geçici Akaryakıt Depolama Tesisi’nde 5 metre, yüksekliği 8 metre ve kapasitesi 350 metreküplük 3 adet akaryakıt tankı kuruldu. Toplam 1050 metreküp kapasiteli akaryakıt depolama tesisi, İstanbul yeni havalimanının inşaat çalışmaları süresince kullanılacak. Tesislerin altyapı çalışmalarından sonra kaldırılması planlanıyor.Arkadaşlarımızın kaçak mazot tankerlerini görüntüleme amacına ulaşması fazla sürmedi. Çiftçiye 4 liraya satılan mazotun havalimanı hafriyatında çalışan kamyonlara ÖTV’siz 15 TL’den verildiği objektiflere böyle yakalandı.Devlet kasasından 3 milyar gittiÖTV’siz yakıt uygulaması; 2003 yılında yasalaştı. 1 Ocak 2004 tarihi itibarıyla; yük ve yolcu taşıyan gemiler, ticari yatlar, hizmet ve balıkçı gemileri ÖTV’siz yakıt uygulaması kapsamına alındı. Yasadan sonra 2012 yılına kadar ÖTV’siz akaryakıttan vatandaş değil özel sermaye faydalandı. Vergisiz yakıt kullanımında, kamu gemilerinin payı yüzde 29, özel sektörün payı yüzde 71 oldu. ÖTV’siz yakıt uygulamasının başladığı 1 Ocak 2004 tarihinden 2012 tarihine kadar, toplam 2 milyon 735 bin 806 ton ÖTV’siz akaryakıt teslimatı yapıldı. Bu yolla, 3 milyar 97 milyon 30 bin 762 TL’lik ÖTV tahsil edilmedi. Toplam 61 bin 563 adet Yakıt Alım Defteri (YAD) düzenlendi. Yani 70 bine yakın taşıt için ÖTV muafiyeti uygulandı." Haberde bahsi geçen Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) tarafından yapılan ihaleyi kazanarak İstanbul'a yapılacak yeni hava limanının yatırımını gerçekleştirme ve yirmi beş yıl boyunca işletmesini yapma işini üstlenen ticari işletme (müşteki), bu haber nedeniyle itibarının zedelendiğini ileri sürerek internet içeriğine erişimin engellenmesi talebinde bulunmuştur. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği 29/5/2015 tarihinde söz konusu habere erişimin engellenmesine karar vermiştir. Hâkimliğin gerekçeli kararında başvurucu, karşı taraf olarak gösterilmiştir. Başvurucu; Sözcü gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürü olduğunu, gazetenin internet sitesinden sorumlu müdürün ise O. olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, Hâkimliğin erişimin engellenmesine ilişkin verdiği kararda karşı taraf olarak kendisinin gösterilmesinin usul kurallarına aykırı olduğunu ileri sürerek karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 16/6/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 1/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 31/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.I | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/13180 | Başvuru, ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin internet sitesinde yer alan bir habere erişimin engellenmesi kararı verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilerek cezanın kaldırılmasının ardından Cumhuriyet savcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilmediği ve ağır ceza mahkemesinin kararında gerekçe bulunmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 28/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 16/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun şikâyeti üzerine yapılan inceleme sonucunda infaz hâkimliğince ceza infaz kurumu tarafından verilen 11 gün hücreye koyma disiplin cezasının kaldırılmasına karar verilmiştir. Cumhuriyet savcısının itirazı üzerine itiraz makamınca infaz hâkimliği kararının kaldırılmasına kesin olarak karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1616 | Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilerek cezanın kaldırılmasının ardından Cumhuriyet savcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilmediği ve ağır ceza mahkemesinin kararında gerekçe bulunmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması,kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri olmadan tutuklama kararı verilmesi nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; özel yetkili mahkemede yargılama yapılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; tutukluluk neticesinde eğitime ara verilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 29/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/1199, 2014/1200, 2014/1396 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2014/1197 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine; 2014/1199, 2014/1200, 2014/1396 numaralı bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına, incelemenin 2014/1197 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen 2014/1197, 2014/1199, 2014/1396 sayılı başvurular hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Bakanlık, 2014/1200 sayılı başvuru hakkında ise görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular "silahlı terörörgütüne üye olma" suçunu işledikleri iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında, 28/2/2011 tarihinde gözaltına alınmış, Kurtalan Sulh Ceza Mahkemesinin 2/3/2011 tarihli ve 2011/6, 2011/10, 2011/11, 2011/12 sorgu sayılı kararları ile tutuklanmışlardır. Mahkemenin tutuklama gerekçesi şu şekildedir:"Kurtalan Başsavcılığının talebinin kabülü ile şüpheli ....'in üzerineyüklenen Silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığı,şüphelinin serbest bırakılması halinde tanık ve başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunabileceği hususunda somut emarelerin bulunması,kuvvetli suç şüphesinin varlığı, şüphelinin üzerine atılı suçun CMK nun 100/maddesinde belirtilen katalog suçlardan oluşu ve 5271 Sayılı CMK nun maddesinde öngörülen şartların şüpheli açısından gerçekleşmiş bulunması nedenlerinden ötürü Kurtalan Başsavcılığının istemi de dikkate alınarak şüphelinin CMK nun 100 ve devamı maddeleri gereğince tutuklanmasına [karar verildi]." Kurtalan Cumhuriyet Başsavcılığı 2010/1300 soruşturma ve 2011/17 sayılıfezlekeyi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Fezlekede başvurucularla ilgili şu değerlendirmelerde bulunulmuştur: "Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2010/1300 soruşturma sırasında kayıtlı 10/12/2010 tarihinde ilçemiz nolu sağlık ocağının yanında faili meçhul şahıslar tarafından kalabalık bir grubun lastik yakarak, molotof atarak ve taş dizip çöp konteynırı koymak suretiyle yolu trafiğe kapatma, 2010/1362 nolu soruşturma sırasında kayıtlı 27/11/2010 tarihinde kalabalık bir grubun aynı şekilde aynı yerde lastik yakıp yolu trafiğe kapatarak olaya müdahale için gelen panzere taş atıp zarar vermeleri, 2011/178 nolu soruşturma sırasında kayıtlı 13/02/2011 tarihinde ihbar üzerine ilçemiz Yayıkdere Mahallesi küme evleri mevkiinde havai fişek ve molotof kokteyli malzemelerinin toprağa gömülü şekilde ele geçirilmesi, 2011/179 nolu soruşturma sırasında kayıtlı 15/02/2011 tarihindeilçemiz 304 sokak üzerinde faili meçhul kalabalık grup tarafından ellerinde bulunan molotof kokteyllerle eylem hazırlığı içerisinde olan ve kolluk kuvvetlerinin müdahalesi üzerine kaçan şahısların araştırmalarının yapıldığı, Araştırmalar devam ederken Kurtalan İlçe Emniyet Müdürlüğüne kendiliğinden müracaat eden Kurtalan 56 takma isimli gizli tanığın ifadeleri doğrultusunda tahkikat genişletilerek bahsi geçen eylemleri PKK/ Kongra Gel terör örgütü adına kendilerini Apocu Gençlik olarak adlandıran yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı şüpheliler ile bu soruşturma dosyasından ayrılan çocuk şüpheliler tarafından gerçekleştirildiğinin anlaşıldığı, ...Şüpheli Erdi ÇELİK’in bahsi geçen eylemleri organize eden grupta yer aldığı ve yukarıdaki eylem ve faaliyetlerin tümüne katıldığı, yapılan aramada ikametinde örgütsel doküman, defter, ajanda ve flash bellekte yapılan incelemelerde yine örgütsel doküman ve fotoğrafların ele geçtiği, Şüpheli Doğan YÜKSEKBAĞ’ınbahsi geçen eylemleri organize eden grupta yer aldığı ve yukarıdaki eylem ve faaliyetlerin tümüne katıldığı, yapılan aramada ikametinde örgütsel yasaklı yurtsever gençlik dergileri, güneşin sofrasında, özgür yaşamla diyaloglar isimli kitaplar ve dergiler, yine telefon ve sim kartlarında yapılan incelemede örgütsel fotoğraflar ve dokümanlar ele geçtiği, Şüpheli Mehmet YÜKSEKBAĞ’ınbahsi geçen eylemleri organize eden grupta yer aldığı ve yukarıdaki eylem ve faaliyetlerin tümüne katıldığı, yapılan aramada ikametinde terör örgütü lideri Abdullah ÖCALAN’ı övücü mahiyette CD’ler bulunduğu ve telefonunda şüpheli Uğur Eren’e gönderilmiş “Önder Apo’ya uygulanan 15 Şubat Uluslararası komployu şiddetle kınıyoruz, kahrolsun 15 Şubat komplosu” şeklinde mesaj bulunduğunun tespit edildiği, Şüpheli Fırat KESKİNKAYA’nın bahsi geçen eylemleri organize eden grupta yer aldığı ve yukarıdaki eylem ve faaliyetlerin tümüne katıldığı, daha önceden de hakkında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan hakkında işlem yapıldığı, Yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı şüphelilerle birlikte bu dosyadan tefrik edilen çocuk şüphelilerin gerek ilçemizde gerekse ilçemiz dışındaki PKK/Kongra Gel terör örgütünün propagandasını ve lehine yayınlar yapan internet sitelerinin belli başlı olayların protesto edilmesi için protesto yürüyüşü, gösteri, basın açıklaması vb. etkinlikler yönündeki örgütün talimatıyla bu eylemlerde kısım kısım birlikte boy göstererek bulunduklarının ve katıldıklarının dosyada bulunan bilirkişi fotoğraf ve incelemelerinden, beyanlardan anlaşıldığı, Bu suretle şüphelilerin terör örgütü üyesi oldukları ve terör örgütü adına fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ederek organize bir biçimde terör amacı ile işlenen suçları da işledikleri ve lehlerine ileri sürülebilecek bir hususa rastlanmadığı anlaşılmakla; Şüpheliler hakkında gereğinin takdir ve ifası için soruşturma evrakı, 2004 tarih ve 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanunun maddesi gereğince soruşturma evrakında yapılması gerekli olan zorunlu ve ivedi işler tamamlandıktan sonra, fezlekeye bağlı olarak gönderilmiştir..." Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 28/6/2011 tarihli iddianamesiyle başvurucular hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma, terör örgütünün propagandasını yapma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme, örgüt faaliyeti çerçevesinde görevli memura görevini yaptırmamak için direnme, tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede, başvurucularla ilgili olarak İnternet inceleme ve tespit tutanakları, görüntü inceleme ve tespit tutanakları, olay tutanakları, gizli tanık beyanları, telefon, simkart, flash bellek ve hafıza kartları inceleme tutanakları, arama ve el koyma tutanakları gibi delillere dayanılmıştır. Başvurucular hakkındaki dava, Diyarbakır (CMK mülga maddesi ile görevli) Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/561 sayılı esasına kaydedilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2011/561 sayılı dosyasında 7/7/2011 tarihinde tensiben yapılan incelemede başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 29/11/2013 tarihli duruşmada başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Başvurucular bu karara itiraz etmişlerdir. İtirazı değerlendiren Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 13/1/2014 tarihli kararıyla tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararda bir isabetsizlik bulunmadığını belirterek itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucular29/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarihli kararıyla 6/3/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesi ile değişik 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un maddesi uyarıncagörevsizlik kararı vererek dosyayı Siirt Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Bu karar üzerine dosya Siirt Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/111 sayılı esasına kaydedilmiştir. Siirt Ağır Ceza Mahkemesi, 19/9/2014 tarihinde başvurucuların tahliyesine karar vermiştir. Başvurucuların yargılandığı dava ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesinin ilgili bölümü şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; (1) Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,(2) Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315)...” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda; a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.” 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1197 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri olmadan tutuklama kararı verilmesi nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; özel yetkili mahkemede yargılama yapılması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; tutukluluk neticesinde eğitime ara verilmesi nedeniyle eğitim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, uyuşturucu madde ihraç etme suçundan yargılandığı davanın Yargıtayca zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle Anayasa’nın , , ve maddelerinde tanımlanan anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve “düşme” kararının hukuka aykırılığının tespiti talebinde bulunmuştur. Başvuru, 7/2/2014 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 16/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için 27/6/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 18/8/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 22/9/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu hakkında “teşekkül oluşturarak uyuşturucu eroin maddesi ihraç etme” suçundan İstanbul Devlet Güvenlik Cumhuriyet Başsavcılığının 3/3/2000 tarih ve E.2000/240 sayılı iddianamesiyle kamu davası açılmıştır. Başvurucu, İstanbul 5 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 26/4/2002 tarih ve E.2000/79, K.2002/75 sayılı kararıyla 8 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan kararın temyizi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 12/12/2002 tarih ve E.2002/27276, K.2002/26536 sayılı ilamıyla başvurucu hakkındaki hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma ilâmına uyulması üzerine yapılan yargılama sonucunda, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 6/12/2011 tarih ve E.2003/31, K.2011/206 sayılı kararıyla başvurucu, atılı suçtan beraat etmiştir. Söz konusu kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 7/10/2013 tarih ve E.2013/8669, K.2013/8701 sayılı ilamıyla başvurucu hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir: “…Sanık [Başvurucu] hakkında Belçika'da P. isimli kişide 1996 tarihinde ve Hollanda'da A. isimli kişide 1998 tarihinde ele geçirilen eroinleri ihraç ettiği iddiasıyla kamu davası açılmış olup, sabit olduğunda 765 sayılı TCK'nın maddesinin fıkrasında tanımlanan ihraç suçlarının en geç 1996 ve 1998 tarihlerinde işlenmiş olacağı; belirtilen tarihlerden inceleme tarihine kadar 765 sayılı TCK’nın maddesinin fıkrası ile maddesinin fıkrasında öngörülen 15 yıllık dava zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşıldığından; diğer yönleri incelenmeksizin hükmün BOZULMASINA; 5320 sayılı Kanun’un maddesinin fıkrası ve 1412 sayılı CMUK’nın maddelerinin verdiği yetkiye dayanılarak, 5271 sayılı CMK’nın maddesinin fıkrası gereğince sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle DÜŞMESİNE, 2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi…” Nihai karar, başvurucu vekili tarafından 13/1/2014 tarihinde öğrenilmiştir. Başvuru, 7/2/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk 23/3/2005 tarih ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un maddesi, 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 305 ilâ maddeleri, 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun maddesi. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2354 | Başvurucu, uyuşturucu madde ihraç etme suçundan yargılandığı davanın Yargıtayca zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle Anayasa’nın 2. , 5. , 10. ve 36. maddelerinde tanımlanan anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve “düşme” kararının hukuka aykırılığının tespiti talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvurucu, hakkında verilen tutuklama kararının hukuka aykırı olduğunu, tutukluluk ve tutukluluğun devamına ilişkin mahkeme kararlarına karşı yaptığı itirazların formül gerekçelerle reddedildiğini, bu kararlara karşı ulusal hukukta etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu, suçluluğu hakkında maddi bir kanıt bulunmamasına rağmen tutukluluk halinin devam etmesinin masumiyet karinesini zedelediğini, aynı dosya kapsamında örgüt üyeliği suçlaması yöneltilen bazı sanıklar serbest bırakılırken kendisinin tutuklu bulundurulduğunu ileri sürerek Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvuru, 2/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 17/7/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm, 12/12/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 16/12/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 18/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne karşı beyanlarını 19/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/1868 sayılı soruşturması kapsamında, terör örgütü ve mensuplarına bilerek ve isteyerek yardım etmek, soruşturma dosyasının gizliliğini ihlal, yargı görevini yapanları etkileme, terörle mücadelede görev alan kişileri hedef gösterme suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 28/09/2010 tarih ve 2010/53 sorgu numaralı kararı ile “Terör örgütü mensuplarına bilerek ve isteyerek yardım etmek, soruşturma dosyasının gizliliğini ihlal, yargı görevini yapanları etkileme, terörle mücadelede bulunan kişileri hedef gösterme suçlamasına dayalı olarak şüpheliye yüklenen suçların niteliği, aleyhine mevcut delil durumu, yüklenen suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, yüklenen bir kısım suçların CMK 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması, delillerin tam olarak toplanmamış olması, şüphelinin konumu itibarıyla bir kısım delilleri yok etme, değiştirme veya değiştirme olasılığı” gerekçe gösterilerek tutuklanmıştır. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 28/09/2010 tarihli tutukluluk kararına karşı 5/10/2010 tarihinde “… tutuklama sebeplerinin yüzüne karşı huzurda okunmadığını, mevcut delillerin lehine olduğunu, sorguda kendisince kaleme alınan kitapta yazılanlar dışında hiçbir şeyi kabul etmediğini, kitapta suç doğuran bir eylemin olmadığını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (“AİHS”) ve maddeleri bağlamında düşünce ve ifade özgürlüğüne dayalı bu kitapta aydın sorumluluğu ile geleceğe seslendiğini, bireyi öne çıkaran özgürlükçü anlayış çerçevesinde CMK’nın maddesinde tutuklamanın sınırlandırılmasına ilişkin düzenleyici hükümlere göre tutuklu yargılanmanın istisnai olduğunu, tutuksuz yargılanmanın ise artık kural haline dönüştüğünü,esasa ilişkin delillerin bütünüyle toplandığını, delilleri karartma ihtimalinin bulunmadığını, tutukluluğun bir tedbir olduğunu, hakkında somut, yeterli ve maddi deliller bulunmadığından CMK. maddesinin fıkrası gereğince beraat etmesinin kuvvetle muhtemel olduğunu, CMK’nın 200 ve devamı madde hükümlerine göre bihakkın veya sayın mahkeme aksi kanaatte ise kefaletle veya adli kontrol tedbirlerinden birine başvurularak serbest bırakılmasına karar verilmesi gerektiği”ni dile getirerek tahliye talebinde bulunmuştur. Başvurucunun tutukluluk haline ilişkin olarak, 5271 sayılı Kanun’un maddesine göre İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince resen gerçekleştirilen inceleme sonucunda “… üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suçların 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması, tutuklama sebeplerinin halen devam ediyor olması, soruşturmanın henüz tamamlanmamış olması, tutuklamaya alternatif tedbirlerin şüpheli açısından yetersiz kalacağı” gerekçesiyle 26/11/2010 tarih ve 2010/1331 Değişik İş sayılı kararıyla tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun da aralarında bulunduğu 22 şüpheli hakkındaki 24/1/2011 tarihli iddianamesi 4/2/2011 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 13/4/2011 tarihli birinci duruşmada başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 13/4/2011 tarihli duruşmada verdiği tutukluluk halinin devamına dair karara karşı 19/4/2011 tarihinde itiraz etmiş, itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 12/5/2011 tarih ve 2011/308 Değişik İş sayılı kararıyla “… sanığın üzerine atılı suçun yaptırımı, kuvvetli suç şüphesini gösterir bulgular ve atılı suçun CMK. 100/3 maddesinde yazılı suçlardan olduğu” gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu, 17/11/2011, 6/2/2012, 30/4/2012, 6/7/2012, 7/8/2012, 5/10/2012, 26/11/2012, 4/1/2013 tarihlerinde tutukluluk haline son verilmesi istemiyle mahkemeye başvurmuş, ancak bu talepleri ilgili mahkemesince reddedilmiştir. Başvurucu tarafından mahkemelerce verilen ret kararlarına karşı yapılan itirazlar da reddedilmiştir. Başvurucu son olarak, tutukluluk haline son verilerek tahliye edilmesi istemiyle 4/2/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuştur. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 4/2/2013 tarihli celsede başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, tutukluluk halinin devamına dair bu karara itiraz etmiş, itirazı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 7/3/2013 tarih ve 2013/78 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Ret kararı 1/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucunun tutukluluk durumu ayrıca, 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereğince 22/6/2011, 21/7/2011, 10/1/2012, 21/6/2013, 19/7/2012, 6/9/2012, 20/11/2012, 18/12/2012, 22/1/2013, 26/2/2013 tarihlerinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince resen değerlendirilmiş ve tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli kararı ile başvurucunun “yasa dışı silahlı Devrimci Karargah terör örgütü ve mensuplarına yardım etmek” suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (7) numaralı, maddesinin (2) numaralı fıkraları gereğince beş yıl yedi ay hapis cezası ile; “ruhsatsız vahim nitelikte tam otomatik ve yarı otomatik silah taşımak” suçundan beş yıl hapis ve adli para cezası ile; “yargı görevini yapan görevlileri etkilemek” suçundan iki yıl altı ay hapis cezası ile; “soruşturmanın gizliliğini ihlal” suçundan iki yıl iki ay yirmi gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hükmen tutukluluk halinin devamına ve resmi belgede sahtecilik suçundan ise suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir. Başvurucu hakkındaki dava temyiz aşamasında derdesttir.B. İlgili Hukuk 5237 sayılı Kanun’un maddesinin (7) numaralı fıkrası şöyledir:“Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.” 5237 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:… Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),…” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“…(3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2814 | Başvurucu, hakkında verilen tutuklama kararının hukuka aykırı olduğunu, tutukluluk ve tutukluluğun devamına ilişkin mahkeme kararlarına karşı yaptığı itirazların formül gerekçelerle reddedildiğini, bu kararlara karşı ulusal hukukta etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, makul olmayan bir süredir tutuklu olduğunu, suçluluğu hakkında maddi bir kanıt bulunmamasına rağmen tutukluluk halinin devam etmesinin masumiyet karinesini zedelediğini, aynı dosya kapsamında örgüt üyeliği suçlaması yöneltilen bazı sanıklar serbest bırakılırken kendisinin tutuklu bulundurulduğunu ileri sürerek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir. | 1 |
Başvuru, maluliyete sebep olan psikolojik rahatsızlık edeniyle meydana gelen zararların tazmini için açılan davada süre aşımı yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkının ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde uzman erbaş olarak 1997 yılı itibarıyla göreve başlayan başvurucu 2001 yılında astsubay olarak nasbedilmiştir. Başvurucu 1997 ile 2012 yılları arasında sırasıyla Hatay Kırıkhan Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı, Hatay Muratpaşa Jandarma Karakol Komutanlığı, Ankara Beytepe Jandarma Okullar Komutanlığı, Bilecik Gölpazarı Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı, Bilecik Osmaneli Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı, Van Başkale Aydemir Jandarma Karakol Komutanlığı, Ankara Güvercinlik Jandarma Özel Harekat Tabur Komutanlığı, Bursa Mudanya Jandarma Karakol Komutanlığı, Tokat Jandarma Özel Harekat Tabur Komutanlığı Tokat Jandarma Komanda Özel Harekat Tabur Komutanlığı ve Aydın İl Jandarma Komutanlığında görev yapmıştır. Ayrıca başvurucu 2005 ve 2006 yılları içinde toplamda 258 gün Tunceli ve Pülümür Bölgelerinde görev almıştır. Gülhane Askerî Tıp Akademisinin (GATA) 5/2/2003 tarihli sağlık raporuyla post travmatik stres bozukluğu, majör depresyon tanısı konulan başvurucuya bir ay istirahat izni verilmiştir. Takip eden süreçte 2013 yılına değin yine GATA tarafından muhtelif tarihlerde benzer tanılarla istirahat izni verilen başvurucu hakkında son olarak 19/12/2013 tarihli rapor uyarınca "travma sonrası stres bozukluğu (kronik nitelik kazanmış travma sonrası stres bozukluğu)" tanısı nedeniyle TSK bünyesinde görev yapamaz kararı verilmiştir. 19/12/2013 tarihli raporun ardından 20/5/2014 tarihinde başvurucunun TSK ile ilişiği kesilmiştir. Başvurucu; TSK bünyesinde görev yapamayacak hâle gelmesine neden olan psikolojik rahatsızlığın oluşumunda askerî görevin (katıldığı operasyonlar, çatışmalar) etkisinin bulunduğunu, malul hâle gelmesi nedeniyle bazı özlük haklarından (görev aylığı, emekli ikramiyesi vb.) mahrum kaldığını, iş gücü kaybına uğradığını, acı ve üzüntü duyduğunu belirterek 000 TL maddi, 000 TL manevi zararının yerine getirilmesi istemiyle 27/3/2014 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığına başvuruda bulunmuştur. Talep, cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmiştir. Başvurucu, zımnen ret kararının ardından 3/6/2014 tarihinde maddi ve manevi zararlarının ödenmesi istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Diğer taraftan başvurucu, maluliyet ve özlük hakları ile ilgili olarak hakkında karar verilebilmesi adına Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından GATA'ya sevk edilmiştir. GATA 24/7/2014 tarihli raporu ile kronik nitelik kazanmış travma sonrası stres bozukluğu tanısını yinelemiş ve psikolojik rahatsızlığın oluşumunda askerî görevin neden ve tesirinin bulunduğunu belirtmiştir. AYİM İkinci Dairesi 4/2/2015 tarihli kararıyla maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan tam yargı davasını reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun dava açma süresine ilişkin hükümlerine yer verilerek idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların dava açmadan önce bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin şart olduğu, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde ret işleminin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açmaları gerektiği hatırlatılmıştır. Katıldığı operasyon ve çatışmalar nedeniyle malul hâle geldiğini iddia eden başvurucunun 2003 yılı itibarıyla psikolojik tedavi görmeye başladığı ve 2007 yılından sonra terör örgütü mensupları ile çatışmaya girdiğine dair bir bilgi/belge bulunmadığı hususlarının altı çizilmiştir. Ayrıca 19/12/2013 ve 24/7/2014 tarihli raporların zararın öğrenilmesine bir etkisinin bulunmadığı bu raporların ancak vazife malullüğü durumuna etki edeceği ifade edilmiştir. Bu noktadan hareketle başvurucunun 2003 veya 2007 yılından itibaren bir yıl veya her hâlükârda beş yıl içinde zararının tazmini istemiyle idareye başvurması gerekirken 27/3/2014 tarihinde yaptığı başvuru üzerine açtığı davanın süre aşımına uğradığı belirtilerek ret gerekçesi oluşturulmuştur. Ret kararı oyçokluğu ile alınmıştır. Azınlıkta kalan üyelerin karşıoy gerekçesinde özetle başvurucunun psikolojik rahatsızlığına sebep olan başka olguların bulunup bulunmadığı hususunda tıbbi bilirkişi incelemesi yaptırılarak ve 19/12/2013 tarihinden önceki süreçte TSK'da görev yapamaz kararı alınmadığı da gözönünde bulundurularak süre aşımı konusunun değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Ret hükmüne yönelik karar düzeltme istemi Mahkemenin 3/6/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucu nihai kararı 24/6/2015 tarihinde tebellüğ etmesinin ardından 8/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun Hükümleri 1602 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler." 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir." Danıştay İçtihadı Danıştay Onuncu Dairesinin 4/11/2011 tarihli ve E.2008/7182, K.2011/4711 sayılı kararı şöyledir:"Bir eylemin idariliği ve doğurduğu zarar bazı durumlarda eylemin gerçekleşmesiyle, kimi zaman da değişik araştırma ve incelemelerden, hatta ceza davalarından sonra ortaya çıkabilmektedir.Özelikle, kamu görevlilerinin idari tasarrufta bulunurken uyulması zorunlu görülen kurallara uymamaları nedeniyle kendilerine izafe edilebilecek nitelikte olmakla birlikte, resmi yetkilerin kullanımı sırasında gerçekleştiği için idaresinden de ayrılamayan görev kusurlarından doğan zararın tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, zararın, kamu görevlisinin kişisel kusurundan mı, görev kusurundan mı kaynaklandığının ceza muhakemesi sonucunda belirlenmesiyle ortaya çıkabilmektedir.Bu nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürelerin eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, dava açma yolunun kullanımını güçleştirerek hak arama hürriyetini olumsuz etkileyeceğini belirtmek gerekir. Anılan Yasa hükmünde öngörülen tam yargı davalarının, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminine yönelik olması sebebiyle davanın açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur." Aynı Dairenin 28/3/2018 tarihli ve E.2016/15634, K.2018/1334 sayılı kararı şöyledir:"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" başlıklı maddesinde idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önceeylemin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği öngörülmüş olup; bu sürelerin, kişilerin haklarını ihlal eden eylemlerin, idare ile illiyet bağının kurulduğu, başka bir ifadeyle eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihten itibaren başlatılacağı kuşkusuzdur. Tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur. İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken; mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir. Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un maddesinde öngörülen bir ve beş yıllık sürelerin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Dava açma hakkını kullanmak yasal birtakım şartlara bağlansa da mahkemelerin usul kurallarını uygularken hem yargılamanın adil olmasına halel getirecek aşırı şekilcilikten hem de yasalar tarafından konulan usul kurallarını ortadan kaldırma sonucunu doğuracak aşırı esneklikten kaçınmaları gerekir (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29). Süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerekir (Běleš ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Eşim/Türkiye (B. No: 59601/09, 17/9/2013) kararında süre aşımı nedeniyle davası reddedilen başvurucunun mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediği hususunu incelemiştir. Söz konusu olayda başvurucu, askerlik hizmetini yerine getirirken 25/9/1990 tarihinde yaşanan bir çatışmada yaralanmış; başvurucunun tedavisi uzunca bir süre devam etmiş ve sonunda 1992 yılında askerlikle ilişiği kesilmiştir. Başvurucu; sonraki yıllarda sürekli baş ağrısından ve baş dönmesinden yakınmış, 2004 yılında başında belirlenemeyen metal bir cismin olduğu tespit edilmiş, 2007 yılında GATA'daki muayenesinde başvurucunun başında mermi olduğu anlaşılmıştır. Başvurucu 19/9/2007 tarihinde tazminat almak amacıyla idareye başvurmuş ancak başvurucunun bu talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine başvurucunun idare aleyhine maddi ve manevi tazminat istemiyle açtığı davada AYİM söz konusu olayın yaşandığı tarihten itibaren beş yıl içinde dava açılmadığı gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddetmiştir. AİHM anılan kararında, davanın temelinde yer alan konunun aslen beş yıllık süre sınırını başvurucunun yaralandığı tarihten itibaren hesaplayan yerel Mahkeme kararındaki gerekçelendirme olduğunu ifade etmiş; başvurucunun 25/9/1995 tarihinde kafatasındaki mermiden haberdar olmamasının tartışma konusu olmadığından kendisinden beş yıl içinde tazminat davası açmasının beklenmesinin makul olarak değerlendirilemeyeceğine, Mahkemenin nazarında şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılabilmesi gerektiğine hükmetmiş ve AYİM’in süre sınırı hakkındaki katı yorumunun davanın esasının tam olarak incelenmesine engel olması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Eşim/Türkiye, §§ 23, 25, 26). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11349 | Başvuru, maluliyete sebep olan psikolojik rahatsızlık edeniyle meydana gelen zararların tazmini için açılan davada süre aşımı yönünden ret kararı verilmesinin mahkemeye erişim hakkının ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade davasında delillerin eksik değerlendirilmesi sonucu hatalı karar verilmesi ve uzun yargılama nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2018/32896 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/32896 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Özel bir işletmede işçi olarak çalışmakta iken iş sözleşmeleri feshedilen başvurucular, fesih işleminin haklı bir nedene dayanmadığını iddia ederek işe iade edilmelerine karar verilmesi talebiyle tespit davaları açmışlardır. Derece mahkemeleri, dava konusu fesih işleminin haklı sebebe dayalı olduğu gerekçesiyle davaların reddine karar vermiştir. Kararlar temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Başvurucular, delillerin eksik değerlendirilmesi sonucu hatalı karar verilmesi ve yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32896 | Başvuru, işe iade davasında delillerin eksik değerlendirilmesi sonucu hatalı karar verilmesi ve uzun yargılama nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan yargılandığı ceza davasında, hakkındaki beraat kararının bozulması sonrasında dosyaya yeni hiçbir delil eklenmemesine rağmen mahkûmiyetine kararı verilmesinin ve eşiyle yaptığı telefon görüşme kayıtlarının hükme esas alınmasının, Anayasa’nın maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal ettiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. Başvuru, 26/5/2014 tarihinde Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, Gaziantep ilinde ikamet eden başvurucu ve eşinin Ankara iline kargo yolu ile uyuşturucu madde gönderdikleri iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında, başvurucu ve eşi hakkında 28/4/2009 tarihinde Ankara Sulh Ceza Mahkemesinden “iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” kararı alınmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu ve eşinin uyuşturucu madde ticareti yaptığı iddiasına ilişkin elde ettiği bilgi ve delilleri Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu ve eşi hakkında daha önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmaya devam edilmiştir. Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 29/6/2009 tarihli ve E.2009/14159 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve eşi hakkında uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan kamu davası açılmıştır. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesi, 29/9/2009 tarihli ve E.2009/244, K.2009/328 sayılı kararıyla başvurucunun beraatine karar vermiştir. Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 17/4/2012 tarihli ve E.2010/15693, K.2012/7864 sayılı ilamıyla, eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararı sonrası Mahkeme, 31/1/2013 tarihli ve E.2012/336, K.2013/42 sayılı kararıyla, başvurucunun uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan mahkumiyetine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir: “…Böylece yapılan yargılama, iddia, savunma, sanıklara ait ses kayıt çözüm tutanakları, sanıklara ait parmak izi inceleme formları, ön inceleme formu, tartı tutanağı, olay yakalama tutanakları, suça konu uyuşturucu maddeye ilişkin emanet eşya makbuzları, Adana Kriminal Polis Laboratuarının 8 Temmuz 2009 tarihli ve 3173 sayılı ekspertiz raporu, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre sanıklar K. K. ve F. K.’nın üzerilerine atılı uyuşturucu madde ticareti yapmak suçları sübuta ermiş sanıkların cezalandırılmalarına karar verilmiş(tir)…” Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 7/4/2014 tarihli ve E.2014/1042, K.2014/2389 sayılı ilamıyla düzeltilerek onanmıştır. Başvurucu, anılan kararı 22/5/2014 tarihinde öğrenmiştir. Bireysel başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır.B. İlgili Hukuk Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19/2/2013 tarihli ve E.2011/MD-137, K.2013/58 sayılı kararı şöyledir: “…Şüpheli ya da sanıkların, birlikte suç işleme şüphesi bulunmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları görüşmelerin kanuni delil olmadığı konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme kuşkusu altında bulunan kişilerle yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında doğmaktadır. …. CMK'nun 135/ maddesi hükmünün birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri kapsamayacağı, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişinin suça katıldığı daha önceden başka delillerle belirlenmiş ise artık bu noktada CMK'nun 135/ maddesi kapsamına giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz edilemeyeceği, çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği kabul edilmektedir. … Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele alındığında; Sanık A. K. ile yeğeni olan sanık K. ve kardeşi olan sanık H. K. arasında yapılan ve mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verilen telefon konuşmaları, bu kişilerin suça katıldıklarının daha önceden başka delillerle belirlenmesi ve bunlar hakkında da mahkeme kararıyla iletişimin tespiti ve kayda alınmasına karar verilmiş olması nedeniyle kanuni delil olarak kullanılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Aksi halde; tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişilerin, aynı suçu birlikte işlemelerinin kanun koyucu tarafından himaye edildiği sonucuna ulaşılır ki bunun kabulü de mümkün değildir…” 17/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tanıklıktan çekinme” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“ (1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir: …b) Evlilik bağı kalmasa bile şüpheli veya sanığın eşi. …” Aynı Kanun’un maddesinin, 21/2/2014 tarihli ve 6526 Sayılı Kanun’un maddesi ile değişiklik öncesi (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7292 | Başvurucu, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan yargılandığı ceza davasında, hakkındaki beraat kararının bozulması sonrasında dosyaya yeni hiçbir delil eklenmemesine rağmen mahkûmiyetine kararı verilmesinin ve eşiyle yaptığı telefon görüşme kayıtlarının hükme esas alınmasının, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkının ihlal ettiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, 10/4/1981 tarihinden itibaren kendisinden haber alınamayan Nurettin Yedigöl’ün (N.Y.) polis tarafından gözaltına alındıktan sonra devletin himayesi altında kaybolduğu ve adli makamlarca maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için etkili soruşturma yürütülmediği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 15/2/2013 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 19/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından 1/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 1/12/2014 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 26/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 8/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 20/1/2015 tarihinde beyanda bulunmuştur. İkinci Bölüm tarafından 14/10/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuruya konu olay “12 Eylül 1980 Askerî Müdahalesi” sonrasında İstanbul’da yaşanmıştır. Başvurucu, 10/4/1981 tarihinde kaybolduktan sonra bir daha kendisinden haber alınamayan N.Y.nin annesidir. N.Y. son olarak Kağıthane’de bir düğün merasiminde görülmüştür. Düğün çıkışında arkadaşlarıyla birlikte polis tarafından gözaltına alınarak Gayrettepe’de bulunan Emniyet Müdürlüğü binasına götürüldüğü ileri sürülmektedir. Bu iddia resmî makamlarca hiçbir zaman doğrulanmamıştır. Aynı tarihlerde gözaltında bulunan A.Ş.Y., yazdığı bir mektupta başvurucunun iddialarını doğrulayarak N.Y. ile aynı yerde tutulduğunu ve işkenceye maruz kaldıklarını belirtmiştir. N.Y.nin gözaltında işkence gördüğünü doğrulayan başka tanıklar da bulunmaktadır. N.Y.nin ailesi; çocuklarının gözaltında tutulduğunu, çocuklarına işkence yapıldığını ve sonrasında ortadan kaybolduğunu belirterek Emniyet Müdürlüğüne, Sıkıyönetim Komutanlığına, Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliğine, Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığa ve Askerî Savcılığa başvuruda bulunmuş ancak sonuç alamamıştır. Adli makamlarca başvurucunun şikâyetleriyle ilgili farklı tarihlerde üç ayrı soruşturma yürütülmüş ve tamamı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (KYOK) verilmiştir. Soruşturmaların üçü de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Savcılık) tarafından yürütülmüştür. 1986 yılında başlatılan birinci soruşturma hakkında zamanaşımı nedeniyle 14/7/2000 tarihli ve 1986/11502 Soruşturma sayılı KYOK verilmiştir. Başvurucunun 2012 yılında yaptığı ikinci suç duyurusu da aynı gerekçeyle 2/5/2012 tarihinde 2012/43993 Soruşturma ve K.2012/24/746 sayılı KYOK ile sonuçlanmıştır. Bireysel başvuruya konu yapılan üçüncü soruşturma ise başvurucunun 21/3/2012 tarihli dilekçesi ile başlatılmıştır. Başvurucu, bu soruşturma kapsamında oğlunun gözaltında işkence sonucu ölümünden “12 Eylül 1980 Askerî Müdahalesi” lideri Ahmet Kenan Evren ve komuta kademesi ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube Müdürü T.S. ve anılan Şubede görevli polislerin sorumlu olduğunu iddia etmiştir. Savcılık, anılan soruşturma kapsamında 28/8/2012 tarihli ve 2012/100589 Soruşturma ve K.2012/44082 sayılı KYOK vermiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir: “Şüpheli T. S. ve diğer görevli polisler hakkında müsnet suçlardan yapılan soruşturma sonucunda; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2/5/2012 günlü ve 2012/43993-24746 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olup, bu karara vaki itiraz Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 27/7/2012 tarih ve 2012/1226 İş. sayılı kararı ile reddedilmiştir. Şüpheli K. E. ve Milli Güvenlik Konseyi Üyelerine isnat edilen suçların işlendiği tarihten itibaren 765 sayılı TCK’nın 102/1, 104/2 maddelerinde öngörülen süre de geçmiş olmakla; Müsnet suçlardan şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.” Başvurucu tarafından söz konusu karara yapılan itiraz, yerinde görülmeyerek Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin 11/11/2012 tarihli ve 2012/1916 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Bu karar 21/1/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup 15/2/2013 tarihinde süresi içinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. İlgili Hukuk Anayasa’nın geçici maddesi şöyledir: “12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz. Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır. ” 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ve maddeleri şöyledir:“Madde 102 - Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene, 2 - Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,3 - Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,5 - Bir aydan ziyade hafif hapis veya otuz liradan ziyade hafif para cezasını müstelzim fiillerde iki sene,6 - Bundan evvelki bendlerde beyan olunan mikdardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde altı ay geçmesile ortadan kalkar.Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbedyahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru zamanı yoktur. Madde 104 - Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1566 | Başvuru, 10/4/1981 tarihinden itibaren kendisinden haber alınamayan Nurettin Yedigöl’ün (N. Y. ) polis tarafından gözaltına alındıktan sonra devletin himayesi altında kaybolduğu ve adli makamlarca maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için etkili soruşturma yürütülmediği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurucular, tabi oldukları toplu iş sözleşmesi gereği yapılan %10’luk ücret zammının daha sonra imzalanan bir protokolle kaldırıldığını, ayrıca maaşlarından hukuka aykırı kesintiler yapıldığını ileri sürerek açtıkları alacak davalarının reddedilmesi ve yargılamaların makul süreyi aşması nedenleriyle adil yargılanma, mülkiyet ve çalışma haklarının ihlal edildiğini belirterek, yargılamanın yenilenmesi ve manevi zararlarının tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. Başvurular, 5/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmalarına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyon tarafından, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından, kabul edilebilirlik ve esas incelemelerinin birlikte yapılmasına ve dosyaların bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 7/8/2013, 25/9/2013 ve 27/9/2013 tarihli yazıları başvuruculara tebliğ edilmiş ve başvurucular yasal süresi içinde karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır. Başvurucu Hayrettin Kibar tarafından yapılan 2013/2328 sayılı bireysel başvuru dosyası, Cemil Güçcükbayrak tarafından yapılan 2013/2329 sayılı bireysel başvuru dosyası, Yüksel Açıkgöz tarafından yapılan 2013/2330 sayılı bireysel başvuru dosyası ve Bülent Eren tarafından yapılan 2013/2331 sayılı bireysel başvuru dosyası, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle birleştirilmiş, incelemeye 2013/2328 sayılı bireysel başvuru dosyası üzerinden devam edilmiştir A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, tabi oldukları Dönem Toplu İş Sözleşmesi hükümlerinde öngörülen %10’luk zammın yapılan bir protokolle kaldırıldığını ve ücretlerinde indirime gidildiğini, ayrıca maaşlarından “ön teşhis sağlık merkezi sandığı” ve “spor yardımı” başlıkları altında hukuka aykırı birtakım kesintiler yapıldığını belirterek, 1/3/2007 ve 22/2/2007 tarihlerinde işveren Kardemir Karabük Demir Çelik Sanayi ve Ticaret A.Ş. aleyhine alacak davası açmışlardır. Karabük İş Mahkemesi, 23/7/2013 tarihinde verdiği E.2007/123, K.2010/124; E.2007/71, K.2010/119; E.2007/45, K.2010/113 ve E.2007/47, K. 2010/114 sayılı kararlarıyla; yürürlükteki toplu iş sözleşmesinde değişiklik yapılması, sözleşme ile kabul edilen bir kısım hakların kaldırılması ya da eksiltilmesinin mümkün olduğu, yapılan değişikliklerin ileriye dönük olarak geçerlilik kazandığı, davacı işçilerin uzun süre, yapılan bu değişikliği kabul ederek ve itiraz etmeksizin ücretlerini aldıkları, işçi ücretlerinden yapılan kesintilerin ise sendika üyelik aidatı adı altında yapılmadığı ve bu kesintiler karşısında çalışanlara bir kısım ayrıcalıklar tanındığı, davacıların ayrıcalıklardan yararlanmak istemediklerine ilişkin başvuruları da bulunmadığı, bu sebeple kesintilerin hukuka uygun olduğu ve davacıların alacakları bulunmadığı gerekçesiyle davaların reddine hükmetmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine kararlar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/1/2013 tarih ve E.2010/41203, K.2013/3120 sayılı, 30/1/2013 tarih ve E.2010/41173, K.2013/3513 sayılı, 30/1/2013 tarih ve E. 2010/41172, K. 2013/3512 sayılı, 7/2/2013 tarih ve E.2010/41838, K.2013/4574 sayılı kararları ile onanmıştır. Onama kararları başvuruculara, 8/3/2013 ve 21/3/2013 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, 5/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B.No: 2013/5468, 18/6/2014, §§ 12–17) | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2328 | Başvurucular, tabi oldukları toplu iş sözleşmesi gereği yapılan %10’luk ücret zammının daha sonra imzalanan bir protokolle kaldırıldığını, ayrıca maaşlarından hukuka aykırı kesintiler yapıldığını ileri sürerek açtıkları alacak davalarının reddedilmesi ve yargılamaların makul süreyi aşması nedenleriyle adil yargılanma, mülkiyet ve çalışma haklarının ihlal edildiğini belirterek, yargılamanın yenilenmesi ve manevi zararlarının tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir. | 1 |
H. Q. B.H.Vekili:Av. Abdulhalim YILMAZ Başvuru; kamu makamlarınca verilen sınır dışı etme kararı nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının, iptal davasının reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Cezayir uyruklu Fransız vatandaşı bir ailedir. 1983 yılında Fransa'da doğan birinci başvurucu, ikinci başvurucunun eşi ve diğer başvurucuların babasıdır. 1981 yılında Fransa'da doğan ikinci başvurucu da üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı başvurucuların annesidir. Üçüncü başvurucu, 2006 yılı Fransa doğumlu; dördüncü başvurucu, 2007 yılı Fransa doğumlu; beşinci başvurucu 2011 yılı Almanya doğumlu ve altıncı başvurucu da 2013 yılı Almanya doğumludur. İslam dinine mensup olduklarını belirten başvurucular; yerleşmek niyetiyle 3/3/2015 tarihinde Türkiye'ye geldiklerini, sağlık sigortalarını yaptırdıklarını ve ev kiralayarak Kocaeli'ne yerleştiklerini beyan etmişlerdir. Türkiye'ye gelmeden önce beş yıl boyunca Almanya'da, onun öncesinde de Fransa'da yaşadıklarını ifade eden başvurucular, Türkiye'ye yerleşme sebeplerini müslüman oldukları için Fransa ve Almanya'da kendilerine iyi gözle bakılmaması ve daha önce tatile geldikleri için Türkiye'yi bilmeleri şeklinde açıklamışlardır. Başvurucular hakkında -Türkiye'ye geldiklerinden kısa bir süre sonra- 20/3/2015 tarihinde ilgili kamu makamlarınca genel güvenlik gerekçesiyle yurda girişlerini yasaklayan G-87 tahdit kodu düzenlenmiştir. Kolluk kuvvetlerince başvurucuların durumlarından şüphelenilmesi ve kimlik kontrolü amacıyla 23/3/2015 tarihinde durdurulmaları üzerine söz konusu tahdit kaydı tespit edilmiş ve başvurucular Geri Gönderme Merkezine konulmuştur. Bu kapsamda Kocaeli Valiliğinin (Valilik) 24/3/2015 tarihli kararıyla başvurucular hakkında sınır dışı etme ve idari gözetim kararı alınmıştır. Başvurucular hakkındaki idari gözetim kararı Kocaeli Sulh Ceza Hâkimliğinin 12/5/2015 tarihli kararıyla kaldırılmıştır. Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri olmak üzere haftada üç gün imza vermekle yükümlü kılınan başvurucular, karar doğrultusunda salıverilmiştir. Başvurucular, hukuka aykırı olduğunu ileri sürdükleri sınır dışı etme kararının iptal edilmesi talebiyle 8/4/2015 tarihinde idari yargıda iptal davası açmışlardır. Kocaeli İdare Mahkemesi, istihbarat birimlerince elde edilen bilgiler doğrultusunda haklarında yurda giriş yasağı konulan başvurucuların sınır dışı edilmesine ilişkin işlemde bir hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiş ve 17/9/2015 tarihinde davanın kesin olarak reddine hükmetmiştir. Söz konusu karar 27/10/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. 26/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Haftada üç gün kolluk kuvvetlerine imza vermeleri nedeniyle psikolojilerinin bozulduğunu belirten başvurucular, bireysel başvuru tarihinden iki ay önce Türkiye'den kendi istekleriyle ayrıldıklarını ve Almanya'ya geri döndüklerini beyan etmişlerdir. Yine beyanlarına göre başvurucular, başvuru tarihi itibarıyla Almanya'da yaşamaya devam etmektedirler. 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun "Türkiye'ye giriş yasağı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Genel Müdürlük, gerektiğinde ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşlerini alarak, Türkiye dışında olup da kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından Türkiye’ye girmesinde sakınca görülen yabancıların ülkeye girişini yasaklayabilir.(2) Türkiye’den sınır dışı edilen yabancıların Türkiye’ye girişi, Genel Müdürlük veya valilikler tarafından yasaklanır. ..." 6458 sayılı Kanun'un "Sınır dışı etme kararı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır. (2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir. (3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. ..." | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18175 | C. 4. H.C. 5. Q.C. 6. B.H.C. Vekili : Av. Abdulhalim YILMAZ | 0 |
Başvuru, genel cerrahi uzmanı olup aynı zamanda üniversitede öğretim üyesi olan başvurucunun mesai saatleri sonrası serbest meslek faaliyetinde bulunmak amacıyla muayenehane açma isteğinin reddine ilişkin işlemin iptaline karar verilmesiyle açılan davada hukuk kurallarının öngörülemez şekilde yorumlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/8/2021 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Birinci Bölüm tarafından 12/1/2023 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalında uzman olan başvurucu 26/4/2011 tarihli hizmet sözleşmesi (sözleşme) ile Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde (Üniversite) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4/B maddesi uyarınca çalışmaya başlamıştır. Anılan sözleşmenin maddesinde başvurucunun Üniversite haricinde kazanç getirici bir işte çalışmayacağı hüküm altına alınmıştır. Yine sözleşmenin maddesinde başvurucunun sözleşmeye aykırı davranışlarının tespiti hâlinde bu hususun tebliğinden itibaren tebligatta belirtilecek süre sonunda sözleşmenin kendiliğinden sona ereceği düzenlemesine yer verilmiştir. Bu sözleşme uyarınca uzman sıfatıyla çalışmaya başlayıp sonradan kadroya geçen başvurucu 18/2/2013 ile 27/10/2014 tarihleri arasında öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Başvurucu, öğretim üyesi olarak çalışmakta iken 27/10/2014 tarihinde doçent unvanı ve yetkisini almış olup 1/9/2015 tarihinde de bu kadroya ataması gerçekleşmiştir. Başvurucu, hâlen Üniversitenin Genel Cerrahi Ana Bilim Dalında profesör doktor unvanı ile görev yapmaktadır.B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu 10/7/2018 tarihinde Ankara Valiliği İl Sağlık Müdürlüğüne (Sağlık Müdürlüğü) müracaat ederek Üniversitedeki akademik faaliyetine ek olarak mesai saatleri sonrasında hastalara sağlık hizmeti verebilmek için muayenehane ruhsatı verilmesi talebinde bulunmuştur. Sağlık Müdürlüğü 13/7/2018 tarihli yazısı ile hâlen Üniversitedeki görevi nedeni ile T. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün (Sağlık Bakanlığı) 2014/15 sayılı Genelgesi uyarınca muayenehane açamayacağını bildirmiştir. Genelge'de 2/1/2014 tarihli ve 6514 sayılı Kanun uyarınca öğretim üyelerinin serbest meslek faaliyetinde bulunmak üzere muayenehane ve benzeri yerler açamayacağı yönünde düzenlemeler yapıldığı ve hâlen serbest meslek faaliyetlerini sürdürenlerin üç ay içinde bu faaliyetlerini sona erdirmedikleri takdirde üniversiteler ile ilişiklerinin kesileceğinin hüküm altına alındığı belirtilmekte ve uygulamanın titizlikle takip edilerek işlemlerin bu hükümlere uygun olarak yapılması emredilmektedir. Başvurucu 3/8/2018 tarihli dava dilekçesi ile Anayasa Mahkemesinin 7/11/2014 tarihli ve E.2014/61, K.2014/166 sayılı kararı ile öğretim üyelerinin mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmasının önünü açtığını, Sağlık Müdürlüğünün iptal edilen bir kanun hükmüne dayanan Genelge'yi esas alarak işlem tesis ettiğini, yürürlükte bulunan mevzuatta mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmayı yasaklayan bir hüküm bulunmadığını ileri sürmüş ve işlemin iptalini talep etmiştir. Sağlık Müdürlüğü savunma dilekçesinde; 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun maddesi uyarınca öğretim üyelerinin bu Kanun'da belirtilen hâller dışında 657 sayılı Kanun'un maddesine tabi olduklarını belirtmiştir. Sağlık Müdürlüğü bu madde hükmüne göre devlet memurlarının serbest meslek faaliyetinde bulunmak üzere ofis, muayenehane vb. yerler açamayacağını, Anayasa Mahkemesinin iptal kararının başvurucu ile benzer durumda bulunan öğretim üyelerine serbest meslek faaliyetinde bulunmanın yolunu açmadığını ileri sürmüş ve davanın reddini talep etmiştir. Ankara İdare Mahkemesi (Mahkeme) 28/2/2019 tarihinde başvurucunun davasının reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, olay ve olgular özetlendikten sonra özetle şu hususlar ifade edilmiştir:i. 6514 sayılı Kanun'un maddesi ile 2547 sayılı Kanun'un maddesine eklenen yedinci fıkranın ilk cümlesi tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanlarının kanunlarda belirtilen hâller dışında 657 sayılı Kanun'un maddesine tabi oldukları hükmünü içermektedir. Anılan düzenleme uyarınca uzman öğretim elemanları çalışma koşulları bakımından diğer memurların tabi olduğu hüküm ve sınırlamalara tabi olup mesai sonrasında serbest meslek faaliyetinde bulunma yasağı kapsamındadır. ii. 6514 sayılı Kanun'un maddesi ile getirilen istisna kapsamında profesör ve doçent kadrosunda bulunanlar, her ana bilim dalındaki kadrolu profesör ve doçent sayısının yüzde ellisini geçmemek üzere bir yıla kadar kurumsal sözleşme yapmak ve geliri üniversite döner sermayesine kaydedilmek şartıyla ilgilinin de muvafakati ile özel hastaneler veya vakıf üniversitesi hastanelerinde çalıştırılabilecektir.iii. 6514 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 18/1/2014 tarihinden önce usulüne uygun olarak muayenehane açmış öğretim üyelerinin bu Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra da muayenehane açma hakkı bulunmaktadır. Ancak bu tarihten önce muayenehane açma hakkını kazanmamış olanların ise bu hakkından söz edilemeyecek olup ikinci grupta yer alan başvurucunun talebinin reddine karar verilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde, dava dilekçesindeki iddialara ek olarak 18/1/2014 tarihinden önce muayenehane açmış öğretim üyeleri gibi -kendisi de dâhil olmak üzere- bütün tıp mezunlarının serbest meslek faaliyetinde bulunabilecekleri yönündeki kanun ve uygulamalara güvenerek hayatını yönlendirdiklerinin dikkate alınması gerektiğine vurgu yapmıştır. Başvurucu ayrıca kendisi ile aynı konumda bulunan öğretim üyelerinin serbest meslek faaliyetinde bulunabileceklerine ilişkin hükümler içeren çok sayıda mahkeme kararını da eklemiştir. İstinaf incelemesini yapan Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge Mahkemesi) talebin reddine karar vermiştir. Başvurucu, dava dilekçesi ve istinaf dilekçesindeki hususları tekrarlamıştır. Başvurucu ayrıca davanın reddine gerekçe olarak gösterilen devlet memurlarının özel muayenehane açamayacağı yönündeki kuralın ilk defa muayenehane açmak isteyen öğretim üyeleri için uygulanıp 18/1/2014 tarihinden önce muayenehanesi olanlar yönünden bir yasak olarak görülmemesini anlamlandıramadığını belirtmiştir. Başvurucu bu hususun eşitlik ilkesine de aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 24/5/2021 tarihinde Bölge Mahkemesi kararını onamıştır. Onama kararının gerekçesinde özetle şunlar ifade edilmiştir:i. 2547 sayılı Kanun'un maddesinde öğretim üyelerinin çalışma esasları kısmi ve tam zamanlı çalışma esasına göre belirlenmiş olup profesör ve doçent kadrosunda bulunanların kısmi statüde çalışmalarına olanak sağlanmışken 30/1/2010 tarihli ve 27487 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 5947 sayılı Kanun ile bu imkâna son verilmiş, Anayasa Mahkemesinin kısmi iptal kararı sonrasında tam zamanlı çalışan öğretim üyelerinin mesai saatleri dışında olmak kaydıyla serbest meslek faaliyetinde bulunabilmeleri mümkün hâle gelmiştir. Ancak 18/1/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6514 sayılı Kanun ile değişiklik yapılan 2547 sayılı Kanun'un maddesinde profesör ve doçent kadrosunda bulunan kişilerin bazı istisnalar haricinde serbest meslek faaliyetinde bulunmaları yeniden yasaklanmıştır. Aynı Kanun ile 2547 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde uyarınca 18/1/2014 tarihi itibarıyla mesai saatleri sonrasında serbest meslek faaliyetinde bulunan veya özel sağlık kuruluşlarında çalışan öğretim üyelerinin üç ay içinde bu faaliyetlerine son vermesi gerektiği, aksi takdirde üniversite ile olan ilişiklerinin kesileceği hükmü yer almıştır.ii. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrasında bu karardaki tespitler uyarınca tam zamanlı çalışan öğretim üyelerinin mesai saatleri sonrası serbest çalışabilecekleri yönünde oluşan kanaat ve beklenti nedeniyle 18/1/2014 tarihinde serbest meslek faaliyetinde bulunanlar bu faaliyetlerine devam edebilecektir.iii. Somut olayda ilk defa 27/10/2014 tarihinde doçent unvanını alan başvurucunun 6514 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 18/1/2014 tarihinde öğretim üyesi olarak görev yapmaması nedeniyle serbest meslek faaliyetinde bulunma yönünden önceki sistemin devam edeceğine ve mesai sonrası serbest çalışabilme statüsünün süreceğine ilişkin haklı bir beklentisinin varlığından söz edilemeyecektir. Başvurucu, kesin hükmü 26/7/2021 tarihinde öğrenmiş; 24/8/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un maddesi şöyledir: “Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde tababet icra ve her hangi surette olursa olsun hasta tedavi edebilmek için tıp fakültesinden diploma sahibi olmak şarttır. ” 1219 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Hususi muayenehane açmak veyahut evinde muayenehane tesis eylemek suretiyle sanatını icra eylemek istiyen her tabip hasta kabulüne başladığından itibaren en çok bir hafta içinde isim ve hüviyetini, diploma tarih ve numarasını ve muayenehane ittihaz eylediği mahal ile mevcut ise ihtısas vesikalarını mahallin en büyük sıhhiye memuruna kaydettirmeğe ve muayenehanenin nakli halinde en az yirmi dört saat evvel keyfiyeti nakli ihbara mecburdur. Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde tababet icra ve her hangi surette olursa olsun hasta tedavi edebilmek için tıp fakültesinden diploma sahibi olmak şarttır. ” 1219 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “... (Değişik ikinci fıkra: 21/1/2010-5947/7 md.; Değişik: 2/1/2014-6514/21 md.) Tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar; 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 28 inci maddesi, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun ek 27 nci maddesi, 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 36 ncı maddesi ile 17/11/1983 tarihli ve 2955 sayılı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun 32 nci maddesi saklı kalmak kaydıyla, aşağıdaki sağlık kurum ve kuruluşlarında mesleklerini icra edebilir:a) Kamu kurum ve kuruluşları.b) Sosyal Güvenlik Kurumu ve kamu kurumları ile sözleşmeli çalışan özel sağlık kurum ve kuruluşları, Sosyal Güvenlik Kurumu ve kamu kurumları ile sözleşmeli çalışan vakıf üniversiteleri.c) Sosyal Güvenlik Kurumu ve kamu kurumları ile sözleşmesi bulunmayan özel sağlık kurum ve kuruluşları, Sosyal Güvenlik Kurumu ve kamu kurumları ile sözleşmesi bulunmayan vakıf üniversiteleri, serbest meslek icrası. (Değişik üçüncü fıkra: 21/1/2010-5947/7 md.) Tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar, Sağlık Bakanlığınca yapılan istihdam planlamaları çerçevesinde ve ikinci fıkranın her bir bendi kapsamında olmak kaydıyla birden fazla sağlık kurum ve kuruluşunda çalışabilir. Bu maddenin uygulanması bakımından Sosyal Güvenlik Kurumunca branş bazında sözleşme yapılan özel sağlık kurum ve kuruluşları ile vakıf üniversiteleri yalnızca sözleşme yaptıkları branşlarda (b) bendi kapsamında kabul edilir.Mesleğini serbest olarak icra edenler, hizmet bedeli hasta tarafından karşılanmak ve Sosyal Güvenlik Kurumundan talep edilmemek kaydıyla, (b) bendi kapsamında sayılan sağlık kuruluşlarında da hastalarının teşhis ve tedavisini yapabilir. (Değişik dördüncü cümle: 2/1/2014-6514/21 md.) Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan ve yöneticilik görevi bulunmayan tabipler ile aile hekimleri, kurum ve kuruluşlarındaki çalışma saatleri dışında ve kurumlarının izniyle aylık otuz saati geçmemek üzere iş yeri hekimliği yapabilir. Döner sermayeli sağlık kuruluşları ise kurumsal olarak işyeri hekimliği hizmeti verebilir. (Ek cümle: 2/1/2014-6514/21 md.) Tabipler, iş yeri hekimliği eğitimi alma ve iş yeri hekimliği belgesine sahip olma şartı aranmaksızın 10’dan az işçi çalıştıran az tehlikeli iş yerlerinin iş yeri hekimliği görevini yapabilirler. Bu maddenin uygulamasına ve işyeri hekimliğine ilişkin esaslar Sağlık Bakanlığınca belirlenir.” 2547 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Bu kanunun amacı; yükseköğretimle ilgili amaç ve ilkeleri belirlemek ve bütün yükseköğretim kurumlarının ve üst kuruluşlarının teşkilatlanma, işleyiş, görev, yetki ve sorumlulukları ile eğitim - öğretim, araştırma, yayım, öğretim elemanları, öğrenciler ve diğer personel ile ilgili esasları bir bütünlük içinde düzenlemektir.” 2547 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Bu kanun; yükseköğretim üst kuruluşlarını, bütün yükseköğretim kurumlarını, bağlı birimlerini ve bunlarla ilgili faaliyet ve esasları kapsar. (Değişik ikinci fıkra: 15/8/2017-KHK-694/44 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7078/41 md.) Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına bağlı yükseköğretim kurumlarıyla ilgili özel kanun hükümleri saklıdır.” 2547 sayılı Kanun'un "Çalışma esasları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Öğretim elemanları, üniversitede devamlı statüde görev yapar. ... (Ek fıkra: 2/1/2014-6514/11 md.) Tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanları, kanunlarda belirtilen hâller dışında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 28 inci maddesi hükmüne tabidir. Ancak bunlardan profesör ve doçent kadrosunda olanlar, her bir anabilim dalındaki kadrolu profesör ve doçent sayısının yüzde 50’sini geçmemek, bir yıla kadar kurumsal sözleşme yapılmak ve geliri üniversite döner sermayesi hesabına kaydedilmek şartıyla ve ilgilinin muvafakati ile mesai dışında özel hastaneler veya vakıf üniversitesi hastanelerinde çalıştırılabilir. Bu şekilde çalıştırılabileceklerin hesabında küsurat dikkate alınmaz ve çalıştırılacak öğretim üyeleri, Sağlık Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulunca belirlenecek yüzde 50’si uygulama, yüzde 50’si de akademik faaliyetlerinden oluşacak önceki yılın performans kriterlerine göre belirlenir. Bu fıkra kapsamında çalıştırılan öğretim üyeleri;a) Aynı anda birden fazla sözleşme ile çalıştırılamaz.b) Aylık sözleşme ücretleri, mesai dışı toplam tavan ek ödeme brüt tutarından az olamaz.c) Altıncı fıkrada sayılan idari görevlerde bulunamaz.ç) 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 73 üncü maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde ilave ücret alınmak suretiyle hizmet veremez.d) İlgili mevzuata ve sözleşme hükümlerine aykırı davranmaları hâlinde, idari ve disiplin sorumlulukları saklı kalmak kaydıyla bir yıl, üç yıl içinde tekerrüründe beş yıl süreyle bu kapsamda çalıştırılamaz.” 657 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “... Yeniden düzenleme son cümle: 2/1/2014 - 6514/9 md.) Memurlar, mesleki faaliyette veya serbest meslek icrasında bulunmak üzere ofis, büro, muayenehane ve benzeri yerler açamaz; gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir iş yerinde veya vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışamaz. ...” Sağlık Bakanlığının 2014/8 sayılı Genelgesi'nin ilgili kısmı şöyledir: “02/01/2014 tarihli ve 6514 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 18/01/2014 tarihli ve 28886 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 6514 sayılı Kanun ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 28 inci maddesi, 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun Ek 27 nci maddesi, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 36 ncı maddesi ile 2955 sayılı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun 32 nci maddesinde değişiklik yapılmıştır....g) 2547 sayılı Kanunun 36 maddesinin yedinci fıkrası kapsamında izin verilenler sadece özel hastane ve vakıf üniversitesi hastanesinde çalışabilecek olup, serbest meslek icrasında bulunmak üzere muayenehane ve benzeri yerler açamayacak, özel hastane ve vakıf üniversitesi hastanesi hariç diğer özel sağlık kuruluşlarında çalışamayacaktır.h) 2547 sayılı Kanunun 36 maddesinin yedinci fıkrası kapsamında izin verilenler sadece mesai saatleri dışında çalıştırılabilecektir....2) 18/01/2014 tarihinden itibaren 657, 926, 2547 ve 2955 sayılı Kanuna tabi olarak görev yapan tabip ve diş tabipleri, serbest meslek icrasında bulunmak üzere muayenehane ve benzeri yerler açamaz, gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir iş yerinde veya vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışamaz. Bu nedenle 657 ve 926 sayılı Kanuna tabi tüm tabip ve diş tabiplerinden halen bu kapsamda çalışanların Müdürlükçe derhal çalışma belgelerinin veya ruhsatlarının iptal edilerek faaliyetlerinin sonlandırılması gerekmektedir.” Sağlık Bakanlığının 2014/15 sayılı Genelgesi'nin ilgili kısmı şöyledir: “...Ancak, 6514 sayılı Kanunun diğer hükümleri yürürlükte bulunduğundan ve söz konusu Anayasa Mahkemesi kararı yeni serbest meslek faaliyetinde bulunmak veya özel sağlık kuruluşlarında çalışmak isteyenlere bu yolu açmadığından serbest meslek icrasına veya özel sağlık kuruluşlarında çalışma talebine ilişkin yapılacak yeni başvurular hakkında ilgide kayıtlı 2014/8 nolu genelge hükümleri uyarınca işlem tesis edilecektir.” Sağlık Bakanlığının 15/2/2008 tarihli ve 27788 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik'in ilgili kısmı şöyledir: “Bu Yönetmeliğin amacı; kaynak israfı ve atıl kapasiteye yol açılmaksızın ülke düzeyinde dengeli, verimli ve kaliteli sağlık hizmeti sunulmasını sağlamak üzere ayakta teşhis ve tedavi yapılan özel sağlık kuruluşlarının yapılandırılmaları, ruhsatlandırma işlemleri, faaliyetleri ve faaliyetlerine son verilmesi, denetimleri ve diğer hususlar ile ilgili usûl ve esasları düzenlemektir.... (2) (Değişik:RG-25/9/2010-27710) Muayenehane, bir tabip tarafından mesleğini serbest olarak icra etmek üzere müstakilen açılan, bu Yönetmelik ile belirlenen asgari şartları taşıyan ve bu Yönetmelikte tanımlanan tıbbi işlemlerin yapılabildiği sağlık kuruluşudur....Muayenehane standardı ve açılmasıMADDE 12/D – (Ek:RG-3/8/2010-27661) (1) (Değişik:RG-3/8/2011-28014) Muayenehanelerin; hastaların, yaşlıların ve (Değişik ibare:RG-30/1/2015-29252) engelli bireylerin sağlık hizmeti taleplerinin ve beklentilerinin, ulaşılabilir ve durumlarına uygun ortamlarda, hızlı, verimli ve mağdur edilmeden karşılanması amacıyla taşıyacakları şartlar aşağıda belirtilmiştir.a) Muayene odası: Yeterli şekilde aydınlatılan ve havalandırılan, en az 16 m² kullanım alanına sahip muayene odası bulunur. Muayene odasının birbiri ile bağlantılı iki oda biçiminde düzenlenmesi halinde, odalar en az 8 m² hekim çalışma alanı ve en az 8 m² hasta muayene alanı olarak düzenlenir. Hasta muayene odalarında, hasta mahremiyetinin korunması ve uygun şartlarda muayenenin sağlanması için ses, görüntü ve gürültü açısından gerekli düzenlemeler, uzmanlık dalına uygun araç, gereç ve donanım ile hasta muayene masası, soyunma bölümü ve lavabo bulunur. Ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanlık dallarında muayene odasında lavabo istenmez. Ultrasonografi (USG) yapılan kadın hastalıkları ve doğum muayene odasının ve ürodinami işlemi yapılan üroloji muayene odasının yakınında, içerisinde gerekli hijyen şartlarını sağlayacak malzemelerin olduğu ve hastaların mahremiyete uygun olarak bekleme salonundan ayrı bir bölümden geçişinin sağlandığı tuvalet bulunur.b) Hasta bekleme salonu: Tek hekim için en az 12 m², iki hekim için 24 m², ikiden fazla her hekim için ilave 5 m² olmak üzere kullanım alanı ayrılır. Bekleme salonu sekreter hizmet alanı olarak da kullanılabilir.c) Pansuman odası: Cerrahi uzmanlık dallarındaki muayenehanelerde enfeksiyon bulaşma riskinin engellenmesi amacıyla en az 10 m² kullanım alanına sahip pansuman odası bulunur.ç) Bebek emzirme ve bakım odası: Kadın hastalıkları ve doğum ile çocuk hastalıkları uzmanlarının muayenehanelerinde içinde lavabosu bulunan asgari 5 m² lik bebek emzirme ve bakım odası veya uygun araçla ayrılmış bölüm bulunur. Diğer uzmanlık dallarında aranmaz.d) Arşiv birimi: Sağlık kayıtlarının tutulacağı, dosyalama, verilerin toplanması ve istatistikî değerlendirmeler ile resmi kurum ve sigorta kurumlarına yapılacak bildirimlerin hazırlanması gibi çalışmaların güvenli bir şekilde yapılabileceği bir büro veya bölüm bulundurulur.e) Tuvalet: Bekleme salonuna koridorla bağlantılı, içerisinde acil çağrı sistemi, el yıkama bölümü ve gerekli hijyen şartlarını sağlayacak malzemeler bulunan tuvalet düzenlenir.f) (Değişik:RG-21/3/2014-28948) Muayenehane katta bulunmakta ise binada asansör bulunması zorunludur.g) Aydınlatma ve ısıtma: Hastaların ve personelin kullandığı bütün alanlar, uygun bir şekilde havalandırılır ve yeterli gün ışığı ile birlikte enerji kaynaklarından yararlanılarak aydınlatılır. Bütün alanlar kullanım saatleri boyunca 22-24˚C aralığında olacak şekilde ısıtılır/soğutulur. Muayenehane içerisinde ortama gaz ve duman verebilecek ısıtma araçları kullanılamaz.ğ) Personel: Muayenehanede gerekli görülmesi halinde sağlık personeli ve sekreter istihdam edilebilir.h) (Mülga:RG-3/7/2014-29049)ı) Hasta ve çalışan güvenliği: Muayenehanede teşhis ve tedavi edilenler ile çalışanlar için sağlık kurum ve kuruluşlarında hasta ve çalışan güvenliğinin sağlanması ve korunmasına ilişkin mevzuata uygun tedbirler alınır.i) Acil seti: Tüm uzmanlık dallarındaki muayenehanelerde, acil müdahaleler için gerekli olan acil seti bulundurulur. Acil setinde; ambu, laringoskop ve endotrakeal tüp bulundurulması gerekir. İlaçlar, muayenehane içinde sürekli hazır bulundurulur ve kolay ulaşılabilir bir yerde olur. (2) (Değişik:RG-6/1/2011-27807) Muayenehane açacak uzman/tabipler EK-1/d’deki belgelerle birlikte müdürlüğe başvurur. Müdürlük, birinci fıkrada belirtilen şartları haiz olup olmadığını yerinde inceler, eksikliği bulunmayan başvuru dosyası Bakanlığa gönderilir. Bakanlık başvuru dosyasını inceler. Uygun görülen başvuru dosyası ilgili müdürlüğe gönderilir. Bu Yönetmelik şartlarını taşıyan muayenehane için uzman/tabip adına müdürlükçe örneği EK-14’te yer alan uygunluk belgesi düzenlenir....” İlgili Yargı Kararlarıa. Danıştay Kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 20/4/2022 tarihli ve E.2021/3791, K.2022/1545 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Bu haliyle, 2547 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca öğretim elemanlarının, kanunlarda belirtilen hâller dışında, memurların, mesleki faaliyette veya serbest meslek icrasında bulunmak üzere ofis, büro, muayenehane ve benzeri yerler açamayacağını öngören 657 sayılı Kanun'un maddesine tabi oldukları ve bu kapsamdamuayenehane açamayacakları, Anayasa Mahkemesinin belirtilen iptal kararında yer alan gerekçeler göz önünde bulundurulduğunda; ancak Geçici maddenin yürürlüğe girdiği 18/01/2014 tarihi itibarıyla usulüne uygun olarak muayenehane işletmekte olan veya özel sağlık kuruluşunda çalışmak suretiyle serbest meslek faaliyetinde bulunan öğretim üyelerinin haklı beklentileri korunarak faaliyetlerine devam edebilecekleri anlaşılmaktadır.Diğer yandan, somut uyuşmazlıkta da olduğu gibi, 18/01/2014 tarihi itibarıyla serbest meslek faaliyetinde bulunmayıp, bu tarihten sonra muayenehane açmak isteyen hekimler açısından durum değerlendirildiğinde; bu hekimler 2547 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrasının birinci cümlesi uyarınca muayenehane açamayacak olup, yukarıda aktarılan Anayasa Mahkemesi kararında da açıkça ifade edildiği üzere eşitlik ilkesi ancak, aynı durumda olan kişilere aynı kuralların uygulanmasını zorunlu kıldığında yalnızca, Anayasa Mahkemesinin Geçici maddenin iptaline ilişkin kararında vurgulanan var olan durumun devam edeceği yönündeki beklentisi korunan, 18/01/2014 tarihi itibarıyla muayenehane açmak suretiyle serbest meslek icra eden hekimler anılan hususta birbirleriyle eşit statüde olup, bu hekimlere aynı kuralların uygulanması eşitlik ilkesinin gereğidir.Bu durumda, 18/01/2014 tarihinde muayenehane faaliyetinde bulunmaksızın, sonrasında talepte bulunan hekimlerin, bu uyuşmazlık bağlamında 'var olan durum'larından söz edilemeyeceğinden, haklı beklentilerinin bulunduğu ve 18/01/2014 tarihi itibarıyla muayenehane faaliyetinde bulunan hekimler ile eşit statüde olduklarının kabulü mümkün değildir."b. Anayasa Mahkemesi Kararı Anayasa Mahkemesinin 7/11/2014 tarihli ve E.2014/61, K.2014/6 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...Kanun'un maddesiyle yeniden düzenlenen 657 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi, memurların, mesleki faaliyette veya serbest meslek icrasında bulunmak üzere ofis, büro, muayenehane ve benzeri yerler açamayacaklarını; gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir iş yerinde veya vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışamayacaklarını öngörmektedir.Kanun'un maddesiyle 2547 sayılı Kanun'un maddesine eklenen yedinci fıkrasının ilk cümlesi, tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanlarının, kanunlarda belirtilen hâller dışında 657 sayılı Kanun'un maddesi hükmüne tâbi olduğunu belirtmektedir....657 sayılı Kanun ve 926 sayılı Kanun'un dava konusu kurallarla değişiklik yapılan maddeleri, bu kanunlara tâbi olarak görev yapmakta olan memur ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının ticaret ve kazanç getirici faaliyet yasağı ile meslekî faaliyet ve serbest meslek icrası yasağını düzenlemektedir. Dava konusu kurallarla, bu faaliyet yasakları, söz konusu çalışanların bu amaçlarla ofis, büro, muayenehane ve benzeri yerler açamayacakları, gerçek kişilere, özel hukuk tüzel kişilerine veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ait herhangi bir iş yerinde veya vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışamayacakları şeklinde somutlaştırılarak düzenlemelere belirlilik ve açıklık getirilmektedir.Dava konusu kurallarla ayrıca 2547 sayılı Kanunla 2955 sayılı Kanun'a tâbi olarak görev yapmakta olan tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanlarının, çalışma koşulları bakımından, diğer memur ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının tâbi olduğu hüküm ve sınırlamalara tâbi olacağı öngörülmektedir. Bu suretle söz konusu öğretim elemanları da mesai saatleri sonrasını kapsar şekilde değişiklikte ifade edilen mesleki faaliyette veya serbest meslek icrasında bulunma yasağına tâbi olacaklardır. Bu çalışma yasağına, 6514 sayılı Kanun'un maddesiyle 2547 sayılı Kanun'un maddesine eklenen fıkra ile bir istisna getirilmiştir. Buna göre, söz konusu öğretim elemanlarından profesör ve doçent kadrosunda olanlar, her bir anabilim dalındaki kadrolu profesör ve doçent sayısının yüzde ellisini geçmemek, bir yıla kadar kurumsal sözleşme yapılmak ve geliri üniversite döner sermayesi hesabına kaydedilmek şartıyla ve ilgilinin muvafakati ile mesai dışında özel hastaneler veya vakıf üniversitesi hastanelerinde çalıştırılabilecektir....Kanun koyucu Devlete verilen söz konusu görev gereği, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruyup geliştirmek, hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak üzere hasta-hekim ilişkisini düzenleyebilir; hekimlerin hastalarını gereği gibi takip edebilmeleri için gerekli gördüğü önlemleri almak amacıyla çalışma koşullarını yeniden belirleyip bazı kayıtlara tâbi tutabilir. Bu bağlamda kanun koyucu dava konusu kurallarla kamu ve özel sağlık hizmetlerinin ayrı organize edilmesi temelinde, kamu ve özelde mesleğini icra eden hekimler için ayrı çalışma sistemleri öngörerek, kamuda çalışan hekimlerin çalışma koşullarına bazı sınırlamalar getirmiştir. Bu sınırlamalarla kamuda çalışan hekimler ile tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanları tarafından verilen sağlık hizmetinin daha etkin, verimli ve kaliteli olarak sunulmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu amacın söz konusu sağlık hizmetlerinden yararlanan hastaların yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını geliştirme amacını korumaya yönelik olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Kişilerin maddi ve manevi varlıklarını geliştirebilmelerinin, sağlıklı ve huzurlu bir yaşam sürebilmelerinin başlıca şartları, ihtiyaç duydukları anda sağlık hizmetlerine ulaşıp bu hizmetlerden yeterli ölçüde yararlanabilmeleri olduğu kadar daha kaliteli bir sağlık hizmetine ulaşıp bundan verimli ve etkili şekilde yararlanabilmelerinin de sağlanmasıdır. Dolayısıyla kaliteyi ve verimi artırmak suretiyle kamuda daha iyi bir sağlık hizmeti sunulmasının sağlanması amacıyla yasalaştırılan dava konusu kurallarda kişilerin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesi hakkına aykırı bir yön olduğu söylenemez....Ayrıca 2547 sayılı Kanun'a tâbi olarak görev yapmakta olan öğretim elemanı hekimlerin mesai saatleri sonrası üniversite bünyesinde sağlık hizmeti sunabilmeleri ile 6514 sayılı Kanunla öngörülen 2547 sayılı Kanun'a tâbi olarak görev yapmakta olan öğretim elemanlarından profesör ve doçent kadrosunda olanların mesai saatleri dışında özel hastaneler veya vakıf üniversitesi hastanelerinde vereceği sağlık hizmeti dikkate alındığında sağlık hizmetine ulaşıp bu hizmetlerden yararlanma konusunda geniş bir uygulama alanının da olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda dava konusu kurallarda Anayasa'ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.Anayasa'da üniversite, bilimsel çalışmaların yapıldığı ve bilimin öğretildiği kurum olarak nitelendirildiğinden bilimsel ve idari özerkliğe sahip olmalıdır. Ancak bilimsel ve idari özerklik, öğretim elemanlarının çalışma koşullarına ilişkin düzenlemeler yapılmasına engel değildir. Zira öğretim elemanlarının öncelikli ve asli görevi, yükseköğretim kurumlarında, kanunlarda belirtilen amaç ve ilkelere uygun biçimde ön lisans, lisans ve lisansüstü düzeylerde eğitim-öğretim ve uygulamalı çalışmalar yapmak, proje hazırlıklarını ve seminerleri yönetmek, bilimsel araştırmalar ve yayımlar yapmak, öğrenci yetiştirmek, öğrencilere rehberlik etmektir. Öğretim elemanlarının kamu görevlisi olmaları nedeniyle yukarıda belirtilen bu görevlerini aksatmadan yerine getirmeleri esastır. Kanun koyucu, yükseköğretimin Anayasa'da belirtilen ilkeler doğrultusunda geliştirilmesi ve sağlık sorunlarının çözüme kavuşturulması için öğretim elemanlarının unvan ve statülerine uygun bazı sınırlamalar getirerek çalışma koşullarını belirleyebilir. Bu bağlamda kanun koyucu dava konusu kurallarla, üniversitelerde daha iyi eğitim ve sağlık hizmeti verilmesini sağlama amacına yönelik olarak burada görev yapan öğretim elemanlarının unvan ve statülerini dikkate almak suretiyle çalışma koşullarını belirlemiş ve bazı sınırlamalara tâbi tutmuştur. Kuralda öğretim elemanlarının bilimsel özerklik gereği bilimsel/akademik faaliyetler yapmasını engelleyen bir yön bulunmamaktadır. Dolayısıyla kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında söz konusu öğretim elemanlarının çalışma koşullarıyla ilgili düzenlediği kuralların bilimsel özerklik ilkesine aykırı değildir.Ayrıca dava dilekçesinde her ne kadar tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanları ile diğer öğretim elemanları arasında eşitsizlik yaratıldığı ifade edilmişse de sağlık hizmetinin özelliği ve önemi nedeniyle bu hizmetin diğer hizmetlerden farklı olduğu gözetildiğinde bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamayacağı gibi bu konuda öğretim elemanlarına farklı sınırlamalar getirilmesi de kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir....Dava konusu kurallarla, kuralların yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunmakta veya özel kuruluşlarda çalışmakta olan öğretim üyelerinin, bu maddenin yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde bu faaliyetlerini sona erdirmeleri, bu süre içinde faaliyetlerini sona erdirmeyen öğretim üyelerinin üniversiteyle ilişiklerinin kesileceği ve istifa etmiş sayılacakları öngörülmektedir.Dava konusu kurallarda öğretim üyeleri şeklinde genel bir ifade kullanılmış ise de bu kuralların, 6514 sayılı Kanunla, 2547 sayılı Kanun ve 2955 sayılı Kanun'a eklenen geçici düzenlemeler olduğu ve bu kanunların sadece tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanları ile GATA'daki bu nitelikteki kadrolu asker ve sivil öğretim elemanları hakkında ticaret ve diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunma yasağı ile mesleki faaliyet ve serbest meslek icrası yasağını düzenlediği dikkate alındığında, 6514 sayılı Kanunla çalışma rejiminde değişiklik yapılan öğretim üyelerini kapsadığı açıktır. Bu bağlamda dava konusu kurallarla, tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim üyelerinden, mesai saatleri dışında serbest meslek faaliyetinde bulunan veya özel kuruluşlarda çalışmakta olanların, söz konusu süre içinde faaliyetlerini sona erdirmeleri, bu süre içinde faaliyetlerini sona erdirmemeleri hâlinde üniversiteyle ilişiklerinin kesileceği ve istifa etmiş sayılacakları öngörülmektedir.Tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olan öğretim elemanlarının çalışma rejimleriyle ilgili olarak 5947 sayılı Kanunla getirilen düzenlemelerle, üniversite öğretim elemanları açısından kısmi süreli çalışma imkânı sona ermiş, devamlı statüde çalışma esası benimsenmiş ve öğretim elemanlarının, 2547 sayılı Kanun ile diğer kanunlarda belirlenen görevler ve telif hakları hariç olmak üzere, yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde ücretli veya ücretsiz, resmi veya özel başka herhangi bir iş göremeyecekleri, ek görev alamayacakları, serbest meslek icra edemeyecekleri düzenlenmek suretiyle bu öğretim elemanlarının mesai saatleri dışında mesleki faaliyette bulunmaları yasaklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin 2010 tarihli ve E.2010/29, K.2010/90 sayılı kararıyla bu düzenlemelerin bir kısmı iptal edilmiş ve tam zamanlı olarak çalışan söz konusu öğretim üyelerinin mesai saatleri dışında olmak kaydıyla, istedikleri takdirde, serbest meslek faaliyetinde bulunmaları veya özel kuruluşlarda çalışmaları mümkün olmuştur. Kanun koyucu daha sonra dava konusu kuralların yer aldığı 6514 sayılı Kanunla söz konusu öğretim elemanlarının çalışma rejimini değiştirmiş ve bazı istisnalar dışında bunların mesai saatleri dışında mesleki faaliyette bulunmalarını ve özel kuruluşlarda çalışmalarını yeniden yasaklamıştır. Anayasa Mahkemesi, bu faaliyetlerin üç ay içinde sona erdirilmesiyle ilgili dava konusu kurallar hakkında 2014 tarihli ve E.2014/61, K.2014/6 (Yürürlüğü Durdurma) sayılı kararıyla sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi için esas hakkında karar verilinceye kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar vermiştir. Yargı kararları sonrası tam zamanlı çalışan öğretim üyeleri, mesai saatleri sonrası serbest olarak çalışabilecekleri yönünde oluşan kanaat ve beklenti nedeniyle üniversite dışındaki serbest çalışmalarını planlamış, ekonomik ve sosyal hayatlarını bu koşulları öngörmek suretiyle belirlemişlerdir. Öğretim üyelerinin var olan durumun devam edeceğine dair oluşan beklenti ve kanaat nedeniyle planladıkları faaliyet ve çalışmaları ile bunlar gereğince yaratılan hukuki durumlarını dava konusu kurallar gereğince sona erdirmek zorunda olması, aksi hâlde haklarında insan hayatında çok önemli bir hukuki sonuç doğuran istifa etmiş sayılma veya ilişik kesme işlemlerinin uygulanması hakkaniyete aykırıdır. Bu nedenle söz konusu öğretim üyeleri için yargı kararlarına güvenerek mesai sonrası çalışma ve faaliyette bulunmaları bu statünün kazanılmış hak olarak değerlendirilmesini olanaklı kılmasa da bu statülerin belli bir süre devam edeceğine ilişkin meşru bir beklenti oluşturduğu ve bu beklentinin hukuki güvenlik ilkesi gereğince korunması gerektiğinin kabulü gerekir. Ayrıca kanun koyucunun aynı konuyla ilgili pek çok kanun çıkarmış olması da söz konusu öğretim üyelerinin hukuki durumları bakımından belirsiz bir durum yaratmış ve duraksamalara neden olmuştur. Dolayısıyla dava konusu kurallar hukuk devletinin gereği olan hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkelerine aykırıdır."B. Uluslararası Hukuk İlgili ulusal ve uluslararası hukuk metinleri için bkz. İsmet Murtezaoğlu, B. No: 2018/17312, 18/10/2022, §§ 21- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/33759 | Başvuru, genel cerrahi uzmanı olup aynı zamanda üniversitede öğretim üyesi olan başvurucunun mesai saatleri sonrası serbest meslek faaliyetinde bulunmak amacıyla muayenehane açma isteğinin reddine ilişkin işlemin iptaline karar verilmesiyle açılan davada hukuk kurallarının öngörülemez şekilde yorumlanması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi ve makul süreyi aşması, gerekçeli kararın geç yazılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılama aşamasında savunma yapılamaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenilmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 1/11/2007 tarihinde gözaltına alınmış; suç işlemekiçinörgüt kurma,nitelikli yağma suçlarından 5/11/2007 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu ve diğer sanıklar hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, tehdit ile menfaat temini, silahla tehdit, silahla yaralama, hürriyeti tahdit, nitelikli yağma, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme suçlarından 26/11/2007 tarihinde kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi6/12/2012 tarihli kararıyla başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan 2 yıl 1 ay hapis, yağma suçundan 3 kez 11 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına; bazı suçlardan beraatine ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu hükümle birlikte verilen tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itiraz etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 10/1/2013 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucunun müdafii, 24/9/2013 tarihinde ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararını temyiz etmiştir. Başvurucu, 2/5/2014 tarihli dilekçesiyle tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aştığı gerekçesiyle tahliye talebinde bulunmuştur. Başvurucunun tahliye talebi, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 6/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu bu karara itiraz etmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 23/5/2014 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Başvurucu 24/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Yargıtay Ceza Dairesi 10/6/2015 tarihli ilâmıyla ilk derece mahkemesinin kararınıbozmuştur. Bozma kararı sonrasında dosya, kanun değişikliği nedeniyle Gebze Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Gebze Ağır Ceza Mahkemesi 14/7/2015 tarihinde başvurucununtahliyesine karar vermiştir. Dava bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12702 | Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi ve makul süreyi aşması, gerekçeli kararın geç yazılması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılama aşamasında savunma yapılamaması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kanun yolu açık olmak üzere verilen görevsizlik kararı uyarınca dosyanın görevli mahkemeye gönderilme talebine rağmen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:A. Bireysel Başvuru Öncesi Süreç Başvurucu, Denizli İcra Müdürlüğünde alacak iddiasına dayanak 31/5/2012 tarihli faturaya kapsamında 347,01 TL bedel üzerinden ilamsız icra takibi başlatmıştır. Borçlunun borca itiraz etmesiyle takibin durması üzerine başvurucu, Denizli Asliye Ticaret Mahkemesinde (Mahkeme) itirazın iptali davası açmıştır. Mahkemenin 4/7/2013 tarihli kararıyla davanın ticari dava, davalının da tacir olmadığı gerekçesiyle davaya bakmaya asliye hukuk mahkemesinin görevli bulunduğu belirtilerek görevsizlik kararı verilmiş ve anılan kararda "Dosyanın kararın kesinleşmesinden itibaren iki hafta içerisinde müracaat edilmesi halinde görevli Denizli Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine ... gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde Yargıtay yolu açık olmak üzere " ibareleri yazılarak karar verildiği açıklanmıştır. Başvurucuya 24/12/2013 tarihinde tebliğ edilen görevsizlik kararı taraflarca temyiz edilmediğinden 31/1/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu vekili 9/1/2014 tarihli dilekçeyle dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Dosyanın gönderildiği Denizli Asliye Hukuk Mahkemesi 3/3/2014 tarihli kararıyla davanın açılmamış sayılmasına karar verilip verilmeyeceğinin değerlendirilmesi için dosyanın tekrardan Denizli Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, görevsizlik kararının verildiği tarihte davanın değeri itibarıyla kararın temyiz kabiliyetinin olmayıp kesin nitelikte olduğunu ve temyiz yolu açık olarak karar verilmesinin bu karara temyiz yolunu açmayacağını belirtmiştir. Bu nedenle dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesi talebinin 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin "...bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten ... itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ... mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir." hükmü hatırlatılarak bu duruma göre tekrardan bir değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiştir. Bu defa Mahkemenin 4/3/2014 tarihli ek kararı ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş ve karara "...gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay yolu açık olmak üzere" ibaresi yazılmıştır. Karar gerekçesinde de dava konusu alacağın 347,01 TL, kararın temyiz edilebilirlik sınırının ise 820 TL olması nedeniyle görevsizlik kararının verildiği tarihte kesin nitelikte olduğu açıklanmış, 6100 sayılı Kanun'un maddesince görevsizlik karar tarihi olan 4/7/2013 tarihinden itibaren iki haftalık süre geçirildikten sonra dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi talebinde bulunulduğu belirtilmiş ve görevsizlik kararında temyiz yolu açık olmak üzere karar verilmesinin kanunun emredici hükmünü değiştirmeyeceği ifade edilmiştir. Anılan ek karar 17/9/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu ek kararda kanun yolunun açık olduğunun belirtilmesine rağmen karar gerekçesinde kararın kesin olduğu ve temyiz kabiliyetinin bulunmadığı açıklandığından kanun yoluna başvurmadığını belirtmiştir. 9/10/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.B. Bireysel Başvuru Sonrası Süreç UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden, bireysel başvuru konusu olan karardan sonra bu defa başvurucu tarafından 31/5/2012 tarihli faturaya konu bedelin tahsili istemiyle 28/11/2014 tarihinde alacak davası açılmıştır. Denizli Asliye Hukuk Mahkemesinin 26/5/2015 tarihli kararıyla davalının davacının yanında işçi olarak çalıştığı, dava konusu malların da işçinin ücret alacağına karşılık olarak verildiğinin savunulması nedeniyle işçinin ücret alacağının bulunup bulunmadığı hususunda davaya bakmaya iş mahkemesinin görevli bulunduğu belirtilerek görevsizlik kararı verilmiştir. Dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi üzerine yapılan yargılama sonunda Denizli İş Mahkemesinin 14/7/2017 tarihli kararıyla davanın kabulüne ve 347,01 TL alacağın takip talebinin tebliğ tarihi olan 22/8/2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine hükmedilmiştir. 6100 sayılı Kanun'un "Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler" kenar başlıklı Anayasa Mahkemesinin 10/2/2016 tarihli ve E.2015/96, K.2016/9 sayılı kararı ile "…bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten…" ibaresinin iptal edilmeden önceki nihai karar tarihi itibarıyla yürürlükte olan maddesinin (1) numaralı fıkrasının hâli şöyledir:"Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir." 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:“Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:…ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.…” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15911 | Başvuru, kanun yolu açık olmak üzere verilen görevsizlik kararı uyarınca dosyanın görevli mahkemeye gönderilme talebine rağmen davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir bankaya elkoyma sürecinde iptale ilişkin yargı kararı sonrası hissedarların zararının tazminine ilişkin alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.A. Olayın Arka Planı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) 6/12/2000 tarihinde, zararının öz kaynaklarını aştığı gerekçesiyle Demirbank T.A.Ş.'nin (Banka) temettü hariç ortaklık hakları ile yönetiminin ve denetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF/Fon) devredilmesine karar vermiştir. TMSF 24/1/2001 tarihinde BDDK'ya gönderdiği bir yazı ile meydana gelebilecek gecikmelerin büyük zarara yol açabileceği gerekçesiyle Banka için ayrı ve hızlı bir satış yönteminin belirlenmesi gerektiğini bildirmiştir. BDDK 25/1/2001 tarihinde Bankayı satışa çıkarmıştır. Yürütülen müzakereler ve alınan teklifler neticesinde Fon Yönetim Kurulu 19/9/2001 tarihinde, Banka hisselerinin 000 Amerikan doları bedelle H. Bankasına satılmasına karar vermiştir. Bu arada Bankanın hâkim ortağı olan Holding tarafından Bankanın Fona devri işleminin iptali istemiyle Danıştay Onuncu Dairesinde (Daire) dava açılmıştır. Daire 3/6/2003 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Ancak bu kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK/Kurul) 18/6/2003 tarihinde hükmü bozmuş, karar düzeltme talebi de Danıştay İDDK tarafından 29/4/2004 tarihinde reddedilmiştir. Daire bozma kararı çerçevesinde 5/11/2004 tarihinde satışa hazırlık işlemlerini iptal etmiştir. Ayrıca TMSF tarafından yapılan satış işlemi de Ankara İdare Mahkemesince 21/4/2004 tarihinde iptal edilmiştir. Bu karar da Danıştay Onüçüncü Dairesince 24/1/2006 tarihinde onanmıştır.B. Başvurucular Tarafından Açılan İlk Dava Süreçleri Başvurucular, hisse senedi bedellerinin tazmini yönündeki taleplerinin BDDK tarafından zımnen reddedilmesi üzerine BDDK aleyhine Dairede tam yargı davaları açmışlardır. Daire 24/6/2003 ve 26/6/2003 tarihlerinde davaların reddine karar vermiştir. Kararların gerekçesinde, başvurucuların uğradıklarını öne sürdükleri zararlara sebep olarak gösterdikleri BDDK kararının hukuka uygun olduğu belirtilerek davalı idarenin tazminat ödemekle sorumlu tutulamayacağı açıklanmıştır. Başvurucular tarafından temyiz edilen kararlar İDDK tarafından 21/10/2004 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararlarında, Dairenin hükme esas aldığı elkoyma sürecine ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararın Kurul tarafından bozulmuş olduğuna işaret edilmiştir. Bu durum karşısında Dairenin yeni bir karar vermesi gerektiği ifade edilmiştir. Kurul BDDK'nın karar düzeltme talebini 26/5/2005 tarihli kararlarıyla reddetmiştir. Danıştay Onüçüncü Dairesi 21/9/2005 tarihinde açılan davaların görev yönünden reddine ve dava dosyalarının Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Ankara İdare Mahkemesi 22/12/2005 tarihinde, Ankara İdare Mahkemesi 30/11/2005 tarihinde davaların süre aşımı yönünden reddine hükmetmiştir. Ankara İdare Mahkemesine göre Bankanın hisse senetleri 31/1/2001 tarihi itibarıyla TMSF hesabına aktarılmış olup borsada senet tahtasının da kapatılmış olduğu dikkate alındığında 31/1/2001 tarihinde, Ankara İdare Mahkemesine göre ise Bankanın H. Bankasına satışının gerçekleştiği ve bu satışın kamuoyuna duyurulduğu 20/9/2001 tarihinde başvurucuların tüm işlemleri öğrendiği kabul edilmelidir. Başvurucular Chista İngris Hannolere ve Alfred Richard Parusel, Ankara İdare Mahkemesi kararını temyiz etmemiş, temyiz edilen diğer mahkeme kararları Danıştay Onüçüncü Dairesinin 21/6/2006 ve 12/9/2006 tarihli kararlarıyla onanmıştır. Başvuruya Konu Tam Yargı Davası Süreçleri Başvurucular bu defa 14/12/2015 ve 22/2/2016 tarihlerinde, Bankanın devrine ilişkin BDDK kararının ve satışa hazırlık ile TMSF tarafından yapılan satış işleminin kesinleşmiş yargı kararlarıyla iptal edildiğini belirterek hissedarlık haklarının iade edilmesi ve zararlarının karşılanması istemiyle BDDK'ya başvurmuşlardır. Başvurucuların bu talepleri zımnen reddedilmiş, taleplerin zımnen reddine ilişkin işlemler başvurucuların açtığı davalar sonucunda iptal edilmiştir. Bunun üzerine dava dilekçesinde belirtilen değerlere enflasyon kat sayısı uygulanarak tespit edilen tazminatların, dava tarihinden itibaren 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un maddesi uyarınca işleyecek faizi ile birlikte ödenmesi istemiyle İstanbul , ve İdare Mahkemesinde tam yargı davaları açmışlardır. Mahkemelerce davaların kısmen kabulüyle Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre enflasyon oranları gözetilerek ulaşılan tazminat tutarlarının davaların açıldığı tarihlerden itibaren işletilecek kanuni faizi ile birlikte başvuruculara ödenmesine hükmedilmiştir. Kararlar taraflarca istinaf edilmiştir. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) BDDK'nın istinaf başvurularını kabul ederek mahkeme kararlarını kaldırmış başvurucuların hisse senetlerinin değerinin İdareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline hükmetmiştir. Bölge İdare Mahkemesi kararlarında, başvurucuların mülkiyet hakkının kapsamının sahip oldukları hisse senetlerinin değeri, değer artışı ve temettüsü ile sınır olduğu belirtilmiştir. Başvurucuların süre aşımı ile reddedilen iptal davasından çok sonra BDDK'ya başvurarak talepte bulundukları açıklanmıştır. Davanın açıldığı tarihe kadar hisse senetlerinin en az enflasyon oranında değer kazandığı varsayımıyla belirlenen olası maddi zarardan BDDK'nın sorumlu tutulmasına olanak olmadığı sonucuna varıldığı tespit edilmiştir. Son olarak başvurucuların ancak gerçek maddi zararlarını BDDK'ya başvuru tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte isteyebilecekleri belirtilmiştir. Nihai kararlar başvurucular vekiline 6/2/2020, 11/2/2020 ve 5/3/2020 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 20/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2020/6519 ve 2020/6522 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2020/6515 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2020/6515 numaralı başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6515 | Başvuru, bir bankaya elkoyma sürecinde iptale ilişkin yargı kararı sonrası hissedarların zararının tazminine ilişkin alacağın enflasyon karşısında değer kaybına uğratılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; Başvuru; geri gönderme merkezinde yargısal bir karar olmaksızın yeterli güvenceler sağlanmadan kanuna aykırı olarak keyfî bir şekilde ve sağlıksız koşullarda 65 gün boyunca idari gözetim altında tutulma ve bu süre içinde serbest bırakılmayı sağlayacak etkili bir kanun yolunun bulunamaması nedenleriyle Anayasa’nın , , ve maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 22/2/2013 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 27/6/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından 29/7/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 23/10/2013 başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 7/11/2013 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu A., ikinci başvurucu K.S. ve üçüncü başvurucu Çeçen kökenli Rusya Federasyonu vatandaşlarıdır. Başvurucular, kendi iddialarına göre Çeçenistan’daki savaş ortamı ve devam eden silahlı çatışmadan dolayı siyasi ve dinî nedenlerle yaşamları tehlikeye gireceği korkusu ile ülkelerini terk ederek 2005 yılından bu yana iltica talebi ile göç ettikleri Türkiye’de yaşamaktadırlar. Başvurucular, yasal olarak “ikamet tezkeresi” ile Türkiye’de ikamet etmekte iken İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince “Casusluk Faaliyetlerinde Bulunmak” suçu şüphesiyle 16/11/2012 tarihinde başlatılan operasyon neticesinde yakalanarak aynı tarihte göz altına alınmışlardır. Birinci başvurucunun evinde yapılan aramada üç adet tabanca, telefon numaraları ihtiva eden isim listesi, hard disk, CD ve DVD’ler, bir miktar para, uyku tulumu, çadır ve bot türünden malzemeler bulunmuştur. 16/11/2012 tarihinden 20/11/2012 tarihine kadar dört gün süreyle gözaltında tutulan ikinci ve üçüncü başvurucular, çıkarıldıkları Cumhuriyet savcılığı tarafından ifadeleri alındıktan sonra 20/11/2012 tarihinde serbest bırakılırken birinci başvurucu, İstanbul (TMK Maddesi ile Görevli) Cumhuriyet Savcılığının 20/11/2012 tarihli ve 2012/2318 soruşturma sayılı yazısıyla “Ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma” suçundan tutuklanması istemiyle İstanbul 2 No.lu Hâkimliğine (TMK Maddesi ile Görevli) sevk edilmiştir. Anılan Hâkimlikçe 20/11/2012 tarihinde birinci başvurucu hakkında “CMK 109/3-a maddesi uyarınca ‘yurtdışına çıkmamak’ ve aynı maddenin fıkrasının ‘b’ bendi uyarınca 15 günde bir defa olmak kaydıyla mesai saatleri içerisinde Cuma günleri ikamet ettiği yer adli kontrol birimine düzenli olarak imza vermek adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasına” karar verilmiş ve serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet savcılığı ve mahkeme kararlarıyla serbest bırakılan başvurucular salıverilmeyerek 20/11/2012 tarihinde Kumkapı (İstanbul) Geri Gönderme Merkezinde (Kumkapı GGM/Merkez) idari gözetim altına alınmışlardır. İçişleri Bakanlığının 22/1/2013 tarihli ve 1973-24044 sayılı yazısıyla Türkiye’ye giriş yasağı kararı saklı kalmak kaydıyla başvurucular hakkında 15/7/1950 tarihli ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında mülga Kanun’un maddesine istinaden belge tanzim edilmesi talimatı verilmiştir. Başvurucular, bildirdikleri ikamet adresinde bulunmak koşuluyla 23/1/2013 tarihinde serbest bırakılmışlardır. Başvurucular 20/11/2012 tarihinden 23/1/2013 tarihine kadar (65 gün) Kumkapı GGM’de idari gözetim altında tutulmuşlardır. Başvurucular 22/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. B. Kumkapı GGM’nin Durumu Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesince (CPT) 2009 yılının Haziran ayında aralarında başvurucuların tutuldukları Kumkapı GGM’nin de bulunduğu Türkiye’nin farklı illerindeki altı GGM’ye yönelik bir dizi ziyaret gerçekleştirilmiştir. Anılan ziyaretler sonucunda hazırlanan 16/12/2009 tarihli raporunun (2009 tarihli CPT Raporu) ilgili kısımları şöyledir:“…2007 yılının Mart ayında açılan İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezi, 560 kişilik (tutulan 360 erkek ve 200 kadın için) resmi kapasiteye sahip olan, Türkiye’de tutulu bulunan göçmenlere yönelik en geniş tutuklu yerleşkesidir. Ziyaret tarihinde merkezde 124 yabancı uyruklu kişi barındırılmaktaydı.... Ziyaret edilen gözaltı merkezlerindeki maddi koşullara ilişkin olarak heyet, önceki iki hafta boyunca ziyaret edilen birkaç gözaltı merkezinde (özellikle İstanbul-Kumkapı ve Edirne-Tunca) tutulan kişi sayısında keskin bir düşüş olduğunu, söz konusu merkezlerde tutulan tüm kişilerin neredeyse %50’sinin serbest bırakıldığının anlaşıldığını belirtmiştir. Bunun ziyaret tarihinde, kuruluşlardaki yaşam koşulları üzerinde faydalı bir etkisi olduğu aşikârdır.... İstanbul-Kumkapı’da, yeni tutuklu yerleşkesindeki maddi koşullar, İstanbul’daki eski tutuklu yerleşkelerindeki koşullara kıyasla genel olarak çok daha iyiydi [dipnot: Ancak bazı iyileştirmeler ziyaretten çok kısa bir süre öncesinde yapılmıştır (örneğin; duvarların boyanması, dışarıdan temizlikçi görevlileriyle sözleşme imzalanması, v.b.)]. Özellikle, tutulma odalarının çoğu geniş, iyi ışıklandırılmış (gün ışığına iyi erişim ile) ve çok temizdi.Bununla birlikte, mevcut yer ve olanaklar göz önünde bulundurulduğunda, merkezin 560 kişilik mevcut resmi kapasitesinin çok yüksek olduğu açıktır. Özellikle, tutulma odalarındaki yaşam alanı yetersizdir (örneğin; 30 yatak için 58 m²) ve ortak kullanılan odalar boyut ve ekipman bakımından noksandır (örneğin; zemin katında 120 yatak bulunurken, ortak kullanılan odalarda sekiz masa ve 23 sandalye bulunmaktadır). CPT İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezinin resmi kapasitesinin önemli ölçüde azaltılması ve ilerideki doluluk düzeyinin daima yeni kapasitenin sınırları içerisinde tutulmasını sağlamak üzere tedbirler alınmasını tavsiye etmektedir.... Kırklareli ve çocuklar ile kadınlar açısından İstanbul-Kumkapı istisna olmak üzere [dipnot: Kumkapı’da mevcut avlu öncelikle polis araçları için park alanı olarak kullanılmıştır. Kısıtlı alan bulunmasından dolayı, sadece tutulan kadınlar ve çocuklar günlük açık hava egzersizi imkânından faydalanabilmekteyken, tutulan erkekler genellikle haftalar hatta aylar boyunca mütemadiyen açık hava egzersizi imkânından yoksun bırakılmışlardır.], ziyaret edilen gözaltı merkezlerinde tutulan yabancı uyruklu kişilere hiçbir açık hava egzersizi imkânı sunulmamıştır.Ziyaret sonu konuşmaları esnasında heyet derhal bir tespitte bulunmuş ve Türk makamlarını Ağrı, Edirne-Tunca, İstanbul-Kumkapı, Konya ve Van’daki gözaltı merkezlerinde tutulan tüm göçmenlerin günde en az bir saat boyunca açık hava egzersizi imkânından faydalanabilmelerini sağlamaya yönelik gerekli tedbirleri almaya çağırmıştır.Türk makamları 23 Eylül 2009 tarihli bir yazı ile İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezinde tutulan yabancı uyruklu kişilerin ‘günde ortalama bir saat boyunca açık havaya çıkmalarına ve açık hava faaliyetlerinden faydalanmalarına izin verildiği’ hususunda Komiteyi bilgilendirmiştir. ...CPT bu zamana kadar atılan adımları memnuniyetle karşılamakta ve Ağrı ve İstanbul-Kumkapı Gözaltı Merkezlerinde tutulan tüm yabancı uyruklu kişilerin günde en az bir saat boyunca açık hava egzersizi imkânından faydalandığına ilişkin teyidin kendisine ulaştırılmasını istemektedir.... Ziyaret edilen birtakım gözaltı merkezlerinde, verilen yemeğin kalitesi ve/veya miktarına ilişkin çok sayıda şikâyet alınmıştır. Söz konusu merkezlerden birinin müdürü, kendi deneyimlerine göre günlük kişi başına tahsis edilen bütçe olan 60 TL’nin açık bir şekilde yetersiz olduğunu heyete beyan etmiştir. CPT, yabancılara yönelik tüm gözaltı merkezlerinde tutulan göçmenlere temin edilen yemek hizmetinin, hem miktar hem de kalite bakımından yeterli olmasını sağlamak üzere tekrar gözden geçirilmesini tavsiye etmektedir.…” Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu 11/5/2012 tarihinde Kumkapı GGM’ye bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Bu ziyarete ilişkin olarak anılan Komisyon tarafından 10/10/2012 tarihinde kabul edilen “Edirne, İstanbul ve Kırklareli İllerinde Bulunan Geri Gönderme Merkezleri Hakkında İnceleme Raporu” başlıklı raporun (2012 tarihli TBMM Raporu) ilgili kısımları şöyledir:“… İNCELEMEDE UYGULANAN YÖNTEM…Alt Komisyon, geri gönderme merkezlerinde yerinde inceleme yapma yöntemini benimsemiştir. Bu amaçla, … 11 Mayıs 2012 tarihinde … İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezi’nde inceleme gerçekleştirmiştir.…İncelemeler sırasında illerin valileri, emniyet müdürleri, diğer idari yetkilileri ve geri gönderme merkezlerinde barınan yasa dışı göçmenlerle görüşmeler gerçekleştirilmiş, barınma mekânları incelenmiş, çeşitli bilgi ve belgeler edinilmiştir. İncelemelerde mülteciler, sığınmacılar ve yasa dışı göçmenlerle ilgili çalışmalarda bulunan sivil toplum örgütlerinden İnsan Hakları Araştırma Derneği, Mülteciler Dayanışma Derneği, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği, İnsan Hakları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği, İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı ve Uluslararası Af Örgütü temsilcileri de incelemelere bilfiil katılarak görüş ve önerileriyle Alt Komisyon çalışmalarına katkı sağlamışlardır.… İNCELEMELER Genel BilgiHududumuzda yakalanan yasadışı göçmenlerin sınırdışı edilene kadar barınma iaşe ve sağlık ihtiyaçlarının karşılandığı yerlere geri gönderme merkezi denilmektedir. Ülke genelinde geri gönderme merkezlerinin kapasitesi 35 ilde toplam 2945 kişiden oluşmaktadır; ancak faal olarak bu illerden sadece 20’sinde bulunan merkezlerde hizmet verilmektedir. Ülkemizdeki yasa dışı göçmen sayısının ise geri gönderme merkezlerinin kapasitesinin oldukça üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Geri Gönderme Merkezlerinde Yapılan İncelemeler…c) İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezica) Geri Gönderme Merkezi Hakkında BilgilendirmeKomisyonumuz İstanbul İli Kumkapı Geri Gönderme Merkezindeki incelemesinden önce İl Emniyet Müdür yardımcısı H… P… ve Komiser E… Y…’dan bilgi almıştır. Edinilen bilgilere göre;- Yabancılar Şube Müdürlüğü bünyesinde; ikamet, vatandaşlık, sığınma, iltica ve sınır dışı işlemleri ile geri gönderme merkezindeki barınma hizmetleri yürütülmektedir.- Geri gönderme merkezinin profiline bakıldığında daha çok yasa dışı göçmenlerden oluştuğu görülmektedir.- Misafirhanenin barındırabileceği kişi sayısı 100’ü kadın, 200’ü erkek olmak üzere toplam 300’dür. Burada ülkemizde bulundukları esnada suça karışan, ülkemize illegal yollardan giriş-çıkış yapan/yapmaya çalışan, vize ve ikamet süresi ihlalinde bulunan, izinsiz çalışan yabancı uyruklu şahıslar sınır dışı işlemleri için bekletilmektedir.- Bina, 2007 yılından itibaren geri gönderme merkezi olarak kullanılmaktadır.- Geri gönderme merkezine yaklaşık 40 farklı ülkeden günlük ortalama 30 ila 40 yabancı teslim edilmekte ve yine günde 30 ila 40 yabancının sınır dışı işlemleri yapılmaktadır.- Yakalanan yasa dışı göçmenlerden üzerlerinde pasaportu olmayanların konsoloslukları ile irtibata geçilerek belge temin etmek suretiyle ülkelerine çıkışları sağlanmaktadır. Kişinin maddi imkânı varsa kendi imkânları ile uçak bileti alınmakta; ancak yoksa uçak biletleri İkmal Şube Müdürlüğü ve Genel Müdürlük ile yapılan yazışmalar neticesinde devletimizce karşılanmaktadır.- Gün içerisinde sabah ve akşam devlet bütçesinden, öğlen ise Zeytinburnu Belediyesi Aşevinden karşılanmak üzere 3 öğün yemek verilmekte olup, haftanın her günü 24 saat sıcak su imkanı sunulmaktadır.- İl sağlık müdürlüğü tarafından Merkeze gönderilen doktor, haftada bir gün gelip sağlık sorunları olanları muayene etmektedir. Doktorun gelmediği günlerde hastalananlar ise Haseki Hastanesine götürülmekte, acil hastalar için ambulans hizmeti sunulmaktadır. İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı aracılığıyla haftanın bir günü Merkeze gelen psikolog, sadece kadınlara psikolojik yardımda bulunmaktadır. Merkezde kadınlara yönelik kişisel hijyen malzemeleri ile tüm kalanlara yönelik temizlik malzemeleri ücretsiz verilmektedir. Ayrıca kıyafeti bulunmayanlara kıyafet yardımı yapılmaktadır. Özellikle Pakistan, Afganistan ve Bangladeş’ten gelenlerin yıpranan giysileri yenileriyle değiştirilmektedir. Merkezde kalan çocuklara oyuncak ve günlük süt verilmektedir.- Merkezin konumunun kaçmaya müsait olması nedeniyle sadece haftada 1 gün (özellikle Pazar günü) havanın müsait olduğu zamanlarda, barınanlar bahçede havalandırmaya çıkarılmaktadır. Çocuklar ise istedikleri zaman havalandırmaya çıkabilmektedir.- Merkezde bulunan yasa dışı göçmenlerin boş zamanlarını değerlendirmeleri ve bir meslek öğrenebilmeleri için bir takım sosyal faaliyetler sunulmaktadır. Bu kapsamda; geri gönderme merkezindeki spor aletleriyle spor yapma imkanının sağlanmasının yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kurslarınca (İSMEK) Merkeze gönderilen hoca tarafından verilen takı kurslarına da katılım sağlanmaktadır. Merkezde ibadethane de bulunmaktadır.…- 2010 yılı içerisinde İçişleri Bakanlığınca yayımlanan Genelgeye paralel olarak, geri gönderme merkezine gelenlere kendisinin anladığı dilde buraya neden alındığı, hangi haklara sahip olduğu, burada neleri yapmasının yasak olduğu gibi konularda bilgilerin yer aldığı bir bilgilendirme formu verilmektedir. Bu bilgilendirme formu yaklaşık 40 ila 50 dilde hazırlanmıştır.- Ayrıca Merkezde herhangi bir suç nedeniyle yakalanıp sınır dışı işlemleri yapılana kadar tutulanlar da yer almaktadır. Ancak bu kişiler suç türüne göre bir ayrım yapılmadan koğuşlarda barındırılmaktadır.- Yakalananların işlemlerinin yapılacağı süreçte Merkezde barındırılmaları için 3’er aylık olurlar alınmakta; ancak ortalama 10 günde işlemlerin gerçekleştirilip kişilerin sınır dışı edilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. …- Merkeze ilk defa gelen 3 Pakistanlının el ve ayak parmaklarının soğuktan kangren olduğunun teşhis edildiği, doktorun kesilmesi gerektiğini söylediği, ancak tedaviyi kabul etmedikleri, bunun sebebi olarak da buraya çalışmak için geldiklerini elleri ve ayaklarının kesilmesi halinde çocuklarına yük olacaklarını söyledikleri, ülkelerine geri gönderilmeyi istemeleri üzerine geri gönderildikleri belirtildi ve Merkezde duygu yüklü olaylarla karşılaşıldığının, yapılan işin bu yönden kolay olmadığının üzerinde duruldu.cb) Geri Gönderme Merkezinde Yapılan Gözlemlerİnceleme sırasında Merkezde 291’i erkek, 97’si kadın, 7’si çocuk olmak üzere toplam 3[9]5 kişinin bulunduğu bilgisi edinildi. Geri gönderme merkezinin inceleme yapılan diğer iki merkezin aksine şehir merkezinde olduğu görüldü.Merkezde erkek ve kadınların koğuşlarının ayrı bloklarda olduğu, koğuşların ayrı ayrı odaları içerdiği ve odalardaki ranza sayılarının değiştiği gözlemlendi. Koğuşlarda bulunan tuvalet ve banyoların hijyen açısından yetersiz durumda olduğu kanaatine varıldı.Merkezde sığınmacıların hemen hemen her istediklerini bulabilecekleri büyük bir kantin olduğu, kantinde masa ve sandalyelerin yer aldığı, ayrıca koğuşların önünde yiyecek ve temel ihtiyaçların satıldığı stantlar olduğu görüldü.Merkezde her zaman bulunan bir sağlık görevlisinin olmadığı, sağlık hizmetlerinin sadece haftada bir kez gelen doktor eliyle yürütüldüğü bilgisi verildi.İhtiyacı olanlara bedava verilecek kıyafetlerin toplandığı bir oda bulunduğu ve bu kıyafetlerin Merkeze yapılan bağışlar sayesinde toplandığı bilgisi edinildi. Yine Merkezde yasa dışı göçmenlerin özel eşyalarını emanete bırakabilecekleri emanet odalarının bulunduğu görüldü.Merkezde barınanların boş zamanlarını geçirebilecekleri faaliyet odasında İSMEK’ten gelen hocalarca haftada 3 gün çeşitli kurslar verildiği belirtildi.Merkezde çocukların günün her anında istedikleri zaman gelip oynayabilecekleri oyun odaları bulunmakta olup odalarda çeşitli oyuncaklar ile aktivite imkanları bulunduğu görüldü. Merkezde hem televizyon odası hem de yemek odası şeklinde kullanılmak üzere ayrılmış odalarda kişilerin sohbet etmekte oldukları ve iyi vakit geçirdikleri görüldü. Burada bulunan televizyonların son teknoloji ve büyük ekranlı oluşu dikkat çekti. Koğuşların birbirinden demir parmaklıklarla ayrıldıkları; ancak demir parmaklıkların kişilerin hareket imkanını engellemediği görüldü. Merkezde bulunan yasa dışı göçmenlerin serbestçe Merkez içinde dolaşabildikleri ve koğuşların koridorunda bulunan spor aletlerinde spor yapabildikleri gözlemlendi.Merkezde kalanların dışarı ile bağlantı kurabilecekleri telefonların olduğu ve bunların koğuş koridorlarında konuşlandırıldığına şahit olundu.… | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1649 | Başvuru, Başvuru, geri gönderme merkezinde yargısal bir karar olmaksızın yeterli güvenceler sağlanmadan kanuna aykırı olarak keyfî bir şekilde ve sağlıksız koşullarda 65 gün boyunca idari gözetim altında tutulma ve bu süre içinde serbest bırakılmayı sağlayacak etkili bir kanun yolunun bulunamaması nedenleriyle Anayasa’nın 17. , 19. , 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, tanık dinletme talebinin reddedilmesi ve delillerin hatalı değerlendirilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu olayların geçtiği tarihte Kayseri'de bir lisede müdür yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Mağdurlar B.A. ve F.R.A. ise aynı lisenin öğrencisi olarak öğrenim görmektedir. Mağdurların kendilerine cinsel istismar ve tacizde bulunulduğunu iddia etmeleri üzerine başlatılan soruşturma kapsamında başvurucunun ifadesi 5/12/2008 tarihinde alınmıştır. Başvurucu hakkında 2008 yılında mağdurlara yönelik çocuğun cinsel istismarı ve taciz suçlarını işlediği iddiasıyla Kayseri Asliye Ceza Mahkemesine hitaben 23/12/2008 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin iadesine yapılan itirazın kabul edilmesiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. Yargılama sırasında mağdurların beyanları, psikolog ve avuklatları huzurunda tespit edilmiştir. Mağdurlardan başka yirmi beş kişi daha tanık sıfatıyla dinlenmiştir. Kayseri Asliye Ceza Mahkemesinin 27/7/2009 tarihli ve E.2009/145, K.2009/770 sayılı kararıyla başvurucunun çocuğun cinsel istismarı suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün ve cinsel taciz suçundan 5 ay 18 gün hapis cezasıyla mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkûmiyete mağdur beyanları ve tanık anlatımları esas alınmıştır. Bu arada başvurucu, Yüksek Disiplin Kurulu kararıyla 19/8/2009 tarihinde meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyetler, Yargıtay Ceza Dairesinin 4/6/2014 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar 29/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 2/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14575 | Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, tanık dinletme talebinin reddedilmesi ve delillerin hatalı değerlendirilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklamanın hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ile sulh ceza hakimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mal varlığına el koyma tedbiri uygulanması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuru Tarihine Kadar Yaşanan Gelişmeler Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Başvurucu, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçunu işlediği şüphesiyle Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığınca 25/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucunun 26/7/2016 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından kanuni hakları hatırlatılarak müdafii huzurunda ifadesi alınmıştır. Başvurucunun iddiasına göre zorunlu müdafii talep edebileceği belirtilmiş ancak kendi vekilinin ifadeye katılması engellenmiştir. Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliği 26/7/2016 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun atılı suçu işlediğine dair yoğun ve kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu belirtilmiştir. Hâkimlik ayrıca, atılı suçun tutuklamayı gerektiren katalog suçlardan olduğunu ve atılı suçun kanunda öngörülen yaptırımının alt ve üst sınırları ile başvurucunun sosyal durumuna göre kaçma şüphesinin bulunduğunu belirtmiştir. Kararda bunun yanında henüz toplanmamış bulunan delillerin karartılma şüphesinin mevcut olduğuna dikkat çekilmiştir. Son olarak ise kanunda öngörülen yaptırımın nevi ve süresine göre işin önemi de dikkate alındığında adli kontrol tedbirlerinin yeterli olamayacağı ifade edilmiştir. Başvurucu 2/8/2016 tarihinde tutuklama kararına itiraz etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 18/8/2016 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 5/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisizlik kararı ile gönderdiği soruşturmayı Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı yürütmüştür. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/9/2016 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararın tazmini amacıyla devir ve temliki ile bunlarla ilgili hak tesisini önlemek veya tasarruf yetkisini kısıtlamak için şüphelilere ait taşınmazların tapu kütüğü ile kara, deniz ve hava ulaşım araçlarının kayıtlı bulunduğu sicillere şerh konulması talep edilmiştir. Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği 8/9/2016 tarihinde bu talebi kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu ile diğer şüphelilerin soruşturma konusu suçu işlediklerine dair kuvvetli şüphenin mevcut olduğu belirtilmiştir. Kararda 15/8/2016 tarihli ve 671 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (671 sayılı KHK) maddesi ile değişik 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 20/A maddesi dayanak olarak gösterilmiştir. Buna göre geçici hukuki koruma tedbiri olarak taşınmazlar için tapu kütüğüne; kara, deniz ve hava araçları için ise kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmesine karar verilmiştir. Karar gereğince başvurucunun Ankara'nın Altındağ ilçesine bağlı Karacaviran Mahallesi'nde bulunan 125 parsel sayılı taşınmazdaki 1/30 payı yönünden 21/9/2016 tarihinde tapu kaydına tedbir şerhi konulmuştur. Başvurucu 5/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler Yine Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği ise 10/11/2016 tarihinde başvurucunun da aralarında olduğu şüphelilerin yardımlaşma kurum ve sandıklarından olan alacaklarına tedbir konulmasına karar vermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun Anayasa'yı ihlal, yasama organını ortadan kaldırmaya teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından cezalandırılması talebiyle 31/3/2017 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İddianamede, Mali Suçları Araştırma Kurulu raporu, emniyet görevlilerince düzenlenen rapor ve diğer bazı delillere göre başvurucunun Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu, suç tarihinde darbe faaliyetini organize edip yürüten şüphelilerden A.Ö.nün koruması olduğu ve suç tarihinde görev ve yetkisi bulunmadığı hâlde A.Ö. ile birlikte Akıncı Üssü'ne geldiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun darbe girişiminde bulunanların verdikleri görevleri yerine getirerek darbe faaliyetine iştirak ettiği belirtilmiştir. İddianame tevzi edildiği Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilerek kovuşturmaya başlanmıştır. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) yapılan sorgulama sonucuna göre yargılama devam etmektedir. Davanın 19/10/2018 tarihinde yapılan oturumunda verilen ilgili ara kararı şöyledir:"Bir kısım sanıkların mal varlığı üzerine konulan tedbirlerin kaldırılması hususundaki taleplerin 3713 sayılı yasanın 20a maddesi uyarınca konulan tedbirlerin 2 yıl süre ile geçerli olduğu ve hukuk mahkemelerince tedbirin devamına veya ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir verilmemesi halinde söz konusu tedbir kararlarının kendiliğinden kalkacağı hükmü uyarınca sanıklar ve müdafilerinin talepleri konusunda karar verilmesine yer olmadığına [karar verildi]." Ayrıca Millî Savunma Bakanlığı, başvurucunun da aralarında bulunduğu davalılar aleyhine Akıncı Üssü'ne ilişkin olarak meydana gelen zararın tazmini istemiyle 548,33 TL ve 020,26 Amerikan doları tutarındaki zararın tahsili için dava açmıştır. Bakanlık, ayrıca Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinden soruşturma ve kovuşturma aşamasında davalıların mal varlığı yönünden verilen tedbirin devamı olarak başvurucu ve diğer davalıların mal varlıkları yönünden ihtiyati haciz konulmasını talep etmiştir. Mahkeme 8/12/2017 tarihinde bu talebi kabul ederek başvurucu ve diğer davalıların taşınmazları ile kara, hava ve deniz ulaşım araçlarına, yardımlaşma kurum ve alacaklarına konulan tedbir kararının devamı niteliğinde teminatsız olarak ihtiyati haciz konulmasına karar vermiştir. Karar uyarınca başvurucunun anılan taşınmazdaki payı yönünden 10/5/2018 tarihinde ihtiyati haciz şerhi konulmuştur. 3713 sayılı Kanun'un 671 sayılı KHK'nın maddesi ile değişik "Zararların tazimini amacıyla tedbir konulması" kenar başlıklı 20/A. maddesi şöyledir:"Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ve bu Kanun kapsamına giren suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini amacıyla, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının talebi üzerine sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından, şüpheli veya sanıklara ait taşınmazların veya kara, deniz ya da hava ulaşım araçlarının devir ve temlikini veya bunlarla ilgili hak tesisini önlemek ya da tasarruf yetkisini kısıtlamak için şerh düşülmesine karar verilebilir. Taşınmazlarla ilgili karar tapu kütüğüne; kara, deniz ve hava ulaşım araçlarıyla ilgili karar ise bu araçların kayıtlı bulunduğu sicile şerh verilmek suretiyle icra olunur. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kesinleşmesi halinde veya şerhin konulduğu tarihten itibaren bir yıl içinde, şerhin devamı yönünde hukuk mahkemesinden verilmiş ihtiyati haciz veya ihtiyati tedbir kararı ibraz edilmediği takdirde şerh kendiliğinden terkin edilir.” 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında KHK'nın maddesi ile 3713 sayılı Kanun'un 20/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan “şerh düşülmesine” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve bu kişilerin yardımlaşma kurum ve sandıklarından olan alacaklarına tedbir konulmasına” ibaresi eklenmiştir. 5/6/2017 tarihli ve 691 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında KHK'nın maddesi ile 3713 sayılı Kanun'un 20/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan “bir yıl” ibaresi “iki yıl” şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir: “Birinci fıkra kapsamına giren suçlar nedeniyle gerçek veya tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarının uğradığı zararların tazmini amacıyla açılan davalarda; davalının adres kayıt sisteminde adresinin bulunmaması veya bulunup da tebligata elverişli olmaması halinde, mahkemece, dava dilekçesinin özeti tirajı ellibinin üzerinde olan ve yurt düzeyinde dağıtımı yapılan gazetelerden biri vasıtasıyla ilan edilir. Yapılacak ilanda davalının bir ay içinde yurtiçinde tebligata elverişli bir adres veya 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununun 7/a maddesi uyarınca kayıtlı elektronik posta adresi bildirmemesi ya da davada kendisini avukatla temsil ettirmemesi halinde, yargılamaya yokluğunda devam olunacağı, yargılama aşamalarında başkaca tebligat yapılmayarak hüküm verileceği ve hükmün de aynı usulle tebliğ edileceği ihtar edilir. Adresi yabancı ülkede bulunan davalıya çıkarılacak tebligatta, bu fıkrada belirtilen ilanda yer alan hususlar ile yabancı ülke adresine bir daha tebligat yapılmayacağı ihtarına yer verilir.Birinci fıkra kapsamında açılan davaların kısmen veya tamamen reddi halinde, davacı aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmolunur. Ancak belirlenen ücret dava değerini geçemez.” 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklariyle diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir.Vadesi gelmemiş borçtan dolayı yalnız aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz istenebilir:1 – Borçlunun muayyen yerleşim yeri yoksa;2 – Borçlu taahhütlerinden kurtulmak maksadiyle mallarını gizlemeğe, kaçırmağa veya kendisi kaçmağa hazırlanır yahut kaçar ya da bu maksatla alacaklının haklarını ihlâl eden hileli işlemlerde bulunursa;Bu suretle ihtiyati haciz konulursa borç yalnız borçlu hakkında muacceliyet kesbeder." 2004 sayılı Kanun'un maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:"Borçlu kendisi dinlenmeden verilen ihtiyatî haczin dayandığı sebeplere, mahkemenin yetkisine ve teminata karşı; huzuriyle yapılan hacizlerde haczin tatbiki, aksi hâlde haciz tutanağının kendisine tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde mahkemeye müracaatla itiraz edebilir.""İtiraz üzerine verilen karara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir. İstinaf yoluna başvuru, ihtiyatî haciz kararının icrasını durdurmaz." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Gözaltı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Yukarıdaki maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.""(5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili bölümü şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Adlî kontrol" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"(1) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.… (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir: a) Yurt dışına çıkamamak. b) Hâkim tarafından belirlenen yerlere, belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurmak. c) Hâkimin belirttiği merci veya kişilerin çağrılarına ve gerektiğinde meslekî uğraşlarına ilişkin veya eğitime devam konularındaki kontrol tedbirlerine uymak. ...f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak. g) Silâh bulunduramamak veya taşıyamamak, gerektiğinde sahip olunan silâhları makbuz karşılığında adlî emanete teslim etmek. ...j) Konutunu terk etmemek. k) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek. l) Belirlenen yer veya bölgelere gitmemek." 5237 sayılı Kanun'un "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur." | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/47214 | Başvuru, yakalama, gözaltına alma ve tutuklamanın hukuki olmaması, soruşturma dosyasına erişimin kısıtlanması ile sulh ceza hakimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; mal varlığına el koyma tedbiri uygulanması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın ve maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 11/1/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 6/6/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm 24/7/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 30/7/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 18/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 27/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu bu görüşe karşı beyanlarını 11/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığı görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak, oto hırsızlığı, cebir ve tehdit kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak, silahla birden fazla kişi ile birlikte yağma suçlarına ilişkin olarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 24/5/2005 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklu olarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan başvurucu, Mahkemenin 19/4/2010 tarih ve E.2005/141, K.2010/184 sayılı kararıyla isnat edilen suçlar nedeniyle toplam 334 yıl 150 ay 22 gün hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucu hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince verilen mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 29/6/2011 tarih, E.2011/3862, K.2011/8880 karar sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma kararı sonrasında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince 1/10/2012 tarihli duruşmada “tutuklama kararında sayılan suçlardan hangileri için tutuklama kararı verilmiş ise, ilgili tutuklama müzekkerelerindeki her bir suça ilişkin ayrı ayrı infaza verilmesinde zorunluluk bulunması, anılan nedenle 5 yıllık zorunlu sürenin ağır cezalık her suç için, tutuklama kararında belirtilen bu suçlardan her birisi açısından mahkemece 5 yıllık tutukluluk süresine ayrı ayrı riayet edilmesinin CMK’nun maddesi içerisinden anlaşılması, tutuklama müzekkeresinin ise yalnızca ceza infaz kurumunda şüpheli ya da sanığın bireyselleştirilmesine ilişkin ayırıcı unsur olması, bunun aksinin düşünülmesi halinde, tutuklama kararında birden çok suça yönelik karar verildiği hallerde tek suçtan tutuklanmış gibi eksik işlem yapılmasına sebebiyet verilmesinin söz konusu olması, farklı mahallerde işlediği ağır cezalık suçlar nedeni ile ya da farklı ağır cezalık suçlara dayalı olarak ayrı tutuklama kararlarına bağlı olarak tutuklanan şüpheli yada sanıkların her suçu yönünden ayrı ayrı 5 yıllık tutukluluk süresinin infazının gerekli oluşu, mahkememizin görev alanına giren örgütlü suçlardan olan sanıkların üzerlerine atılı suçların örgüt kapsamında olması, yine CMK.'nun ve devamı maddelerindeki gösterilen bağlantı nedeni ile birden fazla ağır cezalık suçların bir mahkemede ve tek tutuklama müzekkeresine bağlı olarak infaz edilen tutukluluk hallerinin her bir suç için ayrı ayrı değerlendirilmesinde zaruret bulunmaktadır” gerekçesiyle tahliye talebi reddedilmiştir. Bu karara yapılan itirazı inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 12/12/2012 tarih ve 2012/918 Değişik İş sayılı kararıyla “birden fazla ağır cezalık suç nedeniyle yargılanan sanıkların kaçma şüphesinin olduğunu” belirterek itirazı reddetmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/160 Esas sayılı dosyasında dava derdesttir. Mahkeme 11/12/2013 tarihinde başvurucunun tahliyesine ve adli kontrol hükümlerinin uygulanmasına karar vermiştir. B. İlgili Hukuk 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır. (2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılır.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.…” 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/776 | Başvurucu, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle Anayasa’nın 10. ve 19. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 1 |
Başvuru, trafik kazası sonucu bir kişinin ölümüne ve iki kişinin yaralanmasına neden olan kusurlu sürücü ve ilgili sigorta şirketleri aleyhine açılan tazminat davasında davanın kısmen reddine karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 12/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İlk iki başvurucunun oğlu ve üçüncü başvurucunun kardeşi olan Bahadır Oral, 9/9/2007 tarihinde geçirdiği çift taraflı trafik kazası sonucu yaşamını yitirmiştir. Bu kazada,Bahadır Oral ile aynı arabada bulunan dördüncü ve beşinci başvurucular ise yaralanmıştır.Başvurucular 21/4/2008 tarihli dilekçe ile özetle müteveffa Bahadır Oral ile başvuruculardan Remzi Çetinel ve Ufuk Ekremoğlu'nun içinde bulunduğu aracın karşı yönden gelen A.K. kontrolündeki araç ile çarpıştığını, kazanın A.K.nin dikkatsizliği ve aşırı hız yapmasından kaynaklandığını belirterek A.K., K.K. ve ilgili sigorta şirketleri aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.Dava kapsamında tarafların kusur oranlarının tespiti amacıyla bilirkişi raporu alınmıştır. Söz konusu raporda, davalı A.K.nin %100 kusurlu olduğu belirtilmiştir. Dava kapsamında ayrıca, trafik kazasında yaralanan diğer iki kişinin sağlık durumunun tespiti ve başvurucuların maddi zararlarının hesaplanması amacıyla da bilirkişi raporları alınmıştır. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 7/4/2011 tarihli ve E.2008/153, K.2011/95 sayılı karar ile dava kapsamında alınan bilirkişi raporlarını ve elde edilen diğer bilgi ve belgeleri dikkate alarak davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme bu kapsamda ölen kişinin annesine toplam 382,65 TL, babasına toplam 652,56 TL maddi tazminat ödenmesine; ölen kişinin anne ve babasının her birine ayrı ayrı 000 TL, kardeşine 000 TL manevi tazminat ödenmesine; ölen kişinin kardeşinin destekten yoksun kalma tazminatı talebinin ise reddine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, kazada yaralananRemzi Çetinel'e 200 TL tedavi bedeli ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine; kazada yaralanan Ufuk Ekremoğlu'na ise 250 TL tedavi bedeli ve 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.Başvurucular, bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 12/12/2012 tarihli ve E.2012/13330, K.2012/13960 sayılı ilam ile kararın Hasan Basri Oral ile Belgin Oral lehine takdir edilen manevi tazminat miktarına ilişkin kısmının hak ve nesafet kuralları çerçevesinde daha yüksek manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmasına; kararın diğer kısımlarına yönelik temyiz itirazlarının ise reddine karar vermiştir. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 18/4/2013 tarihli ve E.2013/4741, K.2013/5709 sayılı ilamıyla reddedilmiştir. Bu karar üzerine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi 31/10/2013 tarihli ve E.2013/374, K.2013/513 sayılı karar ile bozma ilamına uyarak anne ve baba için takdir edilen manevi tazminat miktarını 000 TL yerine 000 TL olarak takdir etmiş; anne ve babanın her birine ayrı ayrı 000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca, kararın maddi tazminata ilişkin kısmı kesinleşmiş olduğundan bu talepler yönünden yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına karar vermiştir.Anılan karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 20/2/2014 tarihli ve E.2014/710, K.2014/2214 sayılı ilamıylaonanmıştır. Karar, başvurucular vekiline 11/4/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 12/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6437 | Başvuru, trafik kazası sonucu bir kişinin ölümüne ve iki kişinin yaralanmasına neden olan kusurlu sürücü ve ilgili sigorta şirketleri aleyhine açılan tazminat davasında davanın kısmen reddine karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucular, oğullarının zorunlu askerlik hizmetini yerine getirirken bakımını yaptığı silahın ateş alması sonucunda ölmesi olayı ile bağlantılı olarak vazife malullüğü aylığı bağlanmamasına ilişkin işlemin iptali talebiyle açtıkları davanın reddedilmesinden dolayı yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı ve sosyal hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürerek, yargılamanın yenilenmesi ve 000,00 TL manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. Başvuru, 5/12/2012 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 18/3/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından, 22/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 22/11/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 21/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı görüşü, başvuruculara 30/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucular, karşı görüşlerini 21/2/2014 tarihinde sunmuşlardır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüş yazısında ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Mehmet Çavdar’ın ebeveynleridir. Mehmet Çavdar, Van/Başkale 6’ıncı Hd. A.K.lığı 4’üncü Hd. Taburu Hudut Bölük Komutanlığı emrinde er olarak askerlik görevini yapmakta iken, 17/6/2010 tarihinde hazır kıt’a görevini tamamladıktan sonra, silahının doldur-boşalt faaliyetini yapmıştır. Bu işlemin akabinde silahların silahlığa konulması sırasında Kısım Çavuşundan aldığı izinle, bakımını yaptığı silahının ateş alması sonucu yaralanarak aynı gün vefat etmiştir. Başvurucular, olaydan dolayı kendilerine vazife malullüğü aylığı bağlanması talebiyle Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat etmişlerdir. Anılan Kurumun 27/10/2011 tarihli kararı ile başvurucuların oğlu Mehmet Çavdar 5434 sayılı Kanun kapsamında vazife malulü kabul edilmiştir. Kurumun 3/11/2011 tarihli yazısında ise, başvuruculara aylık bağlanabilmesi için 5434 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca Mehmet Hüseyin Çavdar’ın malul ve muhtaç, Adalet Çavdar’ın ise dul ve muhtaç olması gerektiği belirtilerek, evli olması nedeniyle Adalet Çavdar’a aylık bağlanması yönündeki talep reddedilmiş, diğer başvurucu Mehmet Hüseyin Çavdar yönünden ise anılan madde gerekçe gösterilerek “malullük, muhtaçlık ve mal bildirimi” belgelerinin sunulması halinde talebin incelenebileceği başvuruculara bildirilmiştir. Bunun üzerine başvurucular, oğullarının askerlik görevini yerine getirdiği bölgenin terör bölgesi olduğunu, silahlığın kilit altında bulunmadığını, ayrıca silahlıkta nöbetçi olmadığını ve ölüm olayının silahlıkta görevli personelin ihmalinden kaynaklandığını, bu nedenle taleplerinin 2330 sayılı Kanun kapsamında mütalaa edilip, malullük, muhtaçlık ve dul olma gibi şartlar aranmaksızın kendilerine görev malullüğü aylığı bağlanması gerektiğini belirterek, kararın iptali istemiyle anılan kurum aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmışlardır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Üçüncü Dairesinin 10/5/2012 tarih ve E.2012/959, K.2012/1333 sayılı kararında “silahına bakım yapması faaliyetinin 2330sayılı Kanun kapsamında emniyet, asayiş, kaçakçılığın men ve takibi görevlerinin 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında Kanun’da belirtilen görevler içinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, bu faaliyetin askerlik hizmetinin gereği olarak olağan yapılması gereken faaliyet olduğu, askerlik hizmetinin olağan faaliyetlerinin 2330 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmek suretiyle uygulamanın genişletilmesinin kanunun amacına uygun düşmediği, sonuç ve kanaatine varıldığından ölüm olayının 2330 ve 3497 sayılı Kanun kapsamında sayılan görevlerden kaynaklanmaması ve bu görevler sırasında meydana gelmemesi nedeniyle davacıların oğlunun vazife malullüğünün 2330 sayılı Kanun kapsamında kabul edilmemesinde ve buna bağlı olarak davacıların aylık bağlanabilmesi için 5434 sayılı Kanunun 72/1’inci maddesinde belirtilen koşulların aranarak davacılara 2330 sayılı Kanun kapsamında aylık bağlanmamasında hukuka aykırılık bulunmadığı” belirtilerek dava reddedilmiştir. Başvurucuların, bu karara karşı 28/6/2012 tarihinde karar düzeltme kanun yoluna gitmeleri üzerine, anılan Mahkemenin 11/10/2012 tarih ve E.2012/1554, K.2012/1988 sayılı kararı ile bu istemleri de reddedilmiştir. Bu karar başvuruculara 5/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ayrıca olay ile ilgili olarak başvurucuların başvurusu üzerine, Milli Savunma Bakanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunca 856,30 TL tazminatın başvuruculara ödenmesine karar verildiği Bakanlık görüş yazısında belirtilmiştir. Diğer taraftan, başvuru dilekçesi ve eklerinde, başvurucuların olay nedeniyle idare aleyhine bir tazminat davası açıp açmadıkları ya da cezai bir soruşturmanın yürütülüp yürütülmediği konusunda bir bilgi bulunmadığı gibi başvurucuların bu yönden bir şikâyetlerinin de olmadığı görülmüştür. Başvurucular, 5/12/2012 tarihli dilekçeleri ile süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk 8/6/1949 tarih ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu'nun mülga maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamıyacak duruma giren iştirakçilere (Malül) denir ve haklarında bu kanunun malüllüğe ait hükümleri uygulanır." 5434 sayılı Kanun'un mülga maddesi şöyledir: "44 üncü maddede yazılı malüllük;a) İştirakçilerin vazifelerini yaptıkları sırada vazifelerinden doğmuş olursa;b) Vazifeleri dışında kurumların verdiği her hangi bir kuruma ait başka işleri yaparken, bu işlerden doğmuş olursa;c) Kurumların menfaatini korumak maksadiyle bir iş yaparken o işten doğmuş olursa (Maksadın ilgili kurumlarca kabul edilmesi şartiyle);ç) Fabrika, atelye ve benzeri işyerlerinde, işe başlamadan evvel iş sırasında veya işi bitirdikten sonra, o işyerinde husule gelen ve yine o işyerinin mahiyetinden veya çalışma konusundan ileri gelen kazadan doğmuş olursa; Buna (Vazife malüllüğü) ve bunlara uğrıyanlara da (Vazife malülü) denir." 5434 sayılı Kanun’un maddesinin mülga birinci, ikinci, üçüncü ve son fıkraları şöyledir: “Ölen iştirakçilerin, iştirakçi bulunmayan dul ve muhtaç anaları ile iştirakçi olmayan ve ölüm tarihinde muhtaç ve (65) yaşını doldurmuş bulunan babalarına Sandığa müracaat tarihini takip eden aybaşından itibaren aylık bağlanır. Muhtaç babalardan çalışarak geçimini sağlayamayacak derecede malül olanlar için yaş kaydı aranmaz.Muhtaç olması sebebiyle aylık bağlanan babanın ölümünde aylığı, muhtaç olması şartı ile Sandığa müracaat tarihini takip eden aybaşından itibaren öz anaya bağlanır.Şu kadar ki, ölüm tarihinde; evli bulunmaları dolayısıyla aylık bağlanmamış ve sonradan dul kalmış veya boşanmış muhtaç analar ile (65) yaşını doldurmamış malul ve muhtaç bulunmayan babaların, (65) yaşını doldurmaları veya malul duruma girmeleri halinde, muhtaç bulunmaları şartı ile (65) yaşını doldurmuş olmakla beraber muhtaç olmadıklarından dolayı aylık bağlanmamış bulunanların sonradan muhtaç duruma girmeleri halinde, Sandığa müracaatlarını takip eden aybaşından itibaren aylık bağlanır.(Değişik cümle: 04/07/2012 - 6353 S.K./ md.) 5510 sayılı Kanunun 47 nci maddesinin sekizinci fıkrasında belirtilen durumlardan dolayı veya 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ile bu Kanuna ek 18/12/1981 tarihli ve 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında mütalaa edilen görevler nedeniyle veya 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren olaylar sebebiyle hayatlarını kaybetmiş bulunan iştirakçilerle bunlardan aylık almaktayken ölenlerin, baba veya analarına; yukarıda belirtilen kanunların veya bu Kanunun 56 ncı maddesi kapsamına girecek şekilde hayatını kaybeden erbaş ve erlere veya 56 ncı maddede belirtilen öğrencilere ya da bunlardan aynı sebeplerle aylık almakta iken ölenlerin ana veya babalarına; ölüm tarihini takip eden ay başından geçerli olarak malullük ve muhtaçlık şartı aranmaksızın aylık bağlanır, hayatını kaybeden erbaş ve erler ile yedek subay okulu öğrencilerinin ana ve babasına bağlanan aylığın toplamı 16 yaşından büyük işçiler için tespit edilen otuz günlük asgari ücretin net tutarından az olamaz.” 3/11/1980 tarih ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’un maddesi şöyledir:“Bu kanunun amacı; barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle (Ek ibare: 04/07/2012 - 6353 S.K./ md.) trafik ve yol güvenliğini veya tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakillerini sağlamakla görevli olanların (Ek ibare: 12/07/2013- 6495 S.K./ md.) ; Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Teşkilatında bulunan patlayıcı maddelerin incelenmesi, muhafazası, nakli, imha edilmesi ve zararsız hâle getirilmesi işlemlerinde görevlendirilenlerin bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesidir.” | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1081 | Başvurucular, oğullarının zorunlu askerlik hizmetini yerine getirirken bakımını yaptığı silahın ateş alması sonucunda ölmesi olayı ile bağlantılı olarak vazife malullüğü aylığı bağlanmamasına ilişkin işlemin iptali talebiyle açtıkları davanın reddedilmesinden dolayı yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı ve sosyal hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürerek, yargılamanın yenilenmesi ve 5. 000, 00 TL manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır. | 0 |
Başvuru; tutuklama kararı veren hâkimin kişisel kusuru bulunduğu iddiasıyla hâkim aleyhine açılan tazminat davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın hakkaniyete aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Adana'da İstihbarat Şube Müdürlüğünde şube müdür yardımcısı olarak görev yaparken resmî belgede sahtecilik, iftira ve suç uydurma suçlarından başlatılan soruşturma kapsamında Adana Sulh Ceza Hâkimliği kararı ile 9/4/2014 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu 14/4/2014 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu, tutuklanma öncesinde ve sonrasında tutuklama kararı veren hâkimin bazı haksız ifade ve eylemlerde bulunduğu iddiasıyla bu kararı veren hâkim aleyhine Adana Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) 16/5/2014 tarihinde manevi tazminat davası açmıştır. Hukuk Mahkemesi, 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun ve maddelerine istinaden hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği ve ilk derece hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılacak davanın ilk derece mahkemesi sıfatı ile görülmesi gerektiği gerekçesiyle görev ve husumete ilişkin dava şartı noksanlığı nedeniyle davanın usulden reddine 10/7/2014 tarihinde karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: ''...[D]avacı tarafın dava dilekçesinde açıklamalar bölümünde iddiasına konu yaptığı olaylar gözetildiğinde, davacı hakkındaki soruşturma aşamasında sorgu ve CMK 100 vd maddeleri uyarınca tutuklama kararı ile bu aşamadaki davalının savunma hakkını kısıtlayıcı nitelikteki söz ve davranışları olarak iddia konusu yapılan eylemleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde HMK ve maddelerindeki düzenlemeler ile benzer çekişmelerdeki mahkeme ve yargıtay kararları uyarınca hakimlerin yargılama faaliyetinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği ve ilk derece hakimlerinin fiil ve kararlarından dolayı Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılacak davanın ilk derece mahkemesi sıfatı ile görülmesi gerektiği görüş ve düşüncesine varılarak davalının cevap ve savunmalarındaki usuli itirazlarının yerinde olduğu mahkememizin yargılamada görevli olmayıp davalının da davalı sıfatı ve husumetinin bulunmadığı gerekçesi ile mahkememizce resen incelenmesi gerekli dava şartları yönünden HMK 114/1-b-c-d maddesindeki unsurların yokluğu sonucuna varılmakla 115/2 maddesi uyarınca davanın usulden reddine...Davalı kendini vekille temsil ettirdiğinden avukatlık asgari ücret tarifesi hükümleri uyarınca hesaplanan 400,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya ödenmesine...'' İlgili vekâlet ücreti alacağına dayalı olarak derhâl icra takibi başlatılması üzerine hükmedilen tutar Adana İcra Müdürlüğüne yatırılmış ve icranın geri bırakılmasına yönelik olarak mehil vesikası düzenlenmiştir. Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi, yargılama aşamasında ve karar tarihi öncesinde 28/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun'un ve ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddelerine işaret ederek hükmü 17/9/2015 tarihinde bozmuştur. Kararın ilgili kısımları şöyledir: ''... 5271 sayılı CMK'nın maddesine fıkra olarak eklenen madde hükmü uyarınca 'Birinci fıkrada yazan haller dışında suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil olmak üzere hakimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.' Aynı Kanun'un maddesinde ise tazminat isteminin zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise aynı yerde başka ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanacağı hükmü bulunmaktadır. Şu halde, anılan yasal düzenlemeler uyarınca davaya bakma görevinin Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilmeden ilk derece mahkemesi olarak Yargıtay ilgili hukuk dairesi'nin görevli olduğu gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.'' Bozma kararı üzerine Hukuk Mahkemesi 17/3/2016 tarihinde Yargıtay ilamında gösterilen hususlara işaret ederek görevsizlik kararı vermiştir. Bunun yanında, başvurucu bireysel başvuru formunda herhangi bir açıklamada bulunmamışsa da UYAP ortamında yapılan incelemede teminat olarak İcra Müdürlüğüne yatırılan tutarın, başvurucu vekilinin talebi üzerine iade edildiği tespit edilmiştir. Başvurucunun müracaatı ile dosyanın gönderildiği Adana Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) davalısının sadece ilgili hâkim olarak görüldüğü davayı21/10/2016 tarihinde reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir: ''... [D]ava Hakimlerin ve Cumhuriyet Savcılarının hukuki sorumluluğu hükümlerine dayanan 000,00 TL miktarlı manevi tazminat istemine ilişkindir.Davacı taraf İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde hakkında soruşturma başlatıldığını, o dönemde Sulh Ceza Hakimi olan davalının verdiği hukuka aykırı tutuklama kararı ve sorgusu sırasında savunma hakkını kısıtlayan tutum, davranış ve sözleri nedeni ile zarara uğratıldığını belirterek uğradığı zararın manevi tazminat olarak giderilmesini istemiştir.Davalı taraf, hakimlerin hukuki sorumluluğu kapsamında yargılama faaliyetlerinden dolayı devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği savunması ile pasif husumet yokluğu öne sürerek ve esas yönünden de tazminata hükmedilmesini gerektirecek herhangi bir fiil ve kararı bulunmadığından davanın reddini savunmuştur...Adana Ağır Ceza Mahkemesinin yazı cevabından aynı davacı tarafından Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/384 Esas sırasında görülmekte olan tazminat davasının olduğunun bildirildiği ve mahkemenin yazı ekinde bu davaya ilişkin belgelerin gönderilmiş olduğu görülmekle incelenmesinde; Davacının [E.Y], davalının Maliye Hazinesi, davanın CMK 141 ve devamı maddeleri gereğince maddi manevi tazminat davası olduğu, dava tarihinin 30/04/2014 tarihi olduğu, davaya esas dosyanın Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/106 Esas sayılı dosyası olduğu, mahkemece dava dilekçesinin kabulü ile yargılamaya başlandığı, 04/12/2014 Tarihli, 2014/384 Esas ve 2014/339 Karar sayılı karar ile davanın reddine karar verildiği, kararın davacı vekilince temyiz edildiği ve henüz kesinleşmediği görülmüş olup, davalara esas dosyaların aynı olduğu ancak davalı tarafların farklı olduğu görülmekle mahkememiz dosyası ile mükerrer olmadıkları anlaşılmıştır. Dava, Hakimlerin ve Cumhuriyet Savcılarının hukuki sorumluluğu hükümlerine dayanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı, Sulh Ceza Hakimi olan davalının verdiği hukuka aykırı tutuklama kararıyla ve davranışlarıyla zarara uğratıldığı belirterek uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. 28/06/2014 tarihinde yürürlüğe giren TCK ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 6545 Sayılı Kanun'un ve maddeleri ile 5271 sayılı CMK'nın maddesine fıkra olarak eklenen madde hükmü uyarınca ''Birinci fıkrada yazan haller dışında suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil olmak üzere Hakimler ve Cumhuriyet Savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.'' Aynı kanunun maddesinde ise tazminat isteminin zarara uğrayanın oturduğu yer Ağır Ceza Mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise aynı yerde başka ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer Ağır Ceza Mahkemesinde karara bağlanacağı hükmü bulunmaktadır. Yukarıda açıklaması yapılan deliller ve tüm dosya kapsamı bir bütün olarak ele alınıp değerlendirildiğinde; 5371 sayılı CMK'nın 141/ maddesi gereğince suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil olmak üzere Hakimler ve Cumhuriyet Savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davalarının Devlet aleyhine açılması gerektiği kanaati ve ayrıca davanın CMK vd. maddeleri uyarınca görülebilmesi için, öncelikle CMK maddesinde belirtilen sürelere riayet edilmesi ve kesinleşmiş bir karar veya hükmün varlığı şart olmaktadır. Dava konusu yapılan soruşturmaya ilişkin davanın açıldığı, Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/106 Esasında derdest olduğu, yargılama sonucunda verilecek beraat kararının kesinleşmesi halinde yasal süresi içinde Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğinin açık bulunması karşısında, kesinleşmiş herhangi bir karar veya hüküm bulunmaksızın açılmış bulunan davanın CMK maddesindeki yasal koşulları taşımadığı anlaşıldığından reddine....Davanın tamamen reddedilmiş olması nedeni ile avukatlık asgari ücret tarifeleri gereğince 750 TL Nisbi vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine...'' Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, yasal değişikliklere atıf yaparak hükmü, özetle davanın Maliye Hazinesine ihbar edilerek davaya dâhil olması sağlandıktan sonra davanın esası hakkında bir karar tesis edilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına 4/12/2017 tarihinde karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: '' 5271 sayılı CMK'nun maddesinde suç soruşturması veya kovuşturması sırasında, maddenin fıkrasında düzenlenen haller nedeni ile zarar gördüğünü iddia eden kişilerin maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten isteyebilecekleri düzenlenmiştir. 2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile eklenen 5320 sayılı Kanun'un geçici maddesinde düzenlenen ''Bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyaların mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyaların ise esası incelenmeksizin, ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davaların ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141'inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır" hükmü karşısında, inceleme konusu dava kapsamında davanın Maliye Hazinesine ihbar edilerek davaya dahil olması sağlandıktan sonra davanın esası hakkında bir karar tesis edilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı gerekçelerle davanın usulden reddine karar verilmesi, kanuna aykırı olup.. BOZULMASINA...'' Ağır Ceza Mahkemesi, bozma kararında belirtildiği gibi Maliye Hazinesini davaya davalı olarak kabul ettikten sonra yukarıdaki aynı gerekçe ile (bkz. § 11) davanın reddine karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, ayrıca davanın tamamen reddedilmesi nedeniyle davalısı devlet ve ilgili hâkim olarak gösterilen dosyada her iki davalı yönünden ayrı ayrı ödenmek üzere 360 TL vekâlet ücretinin başvurucudan tahsil edilerek davalılara ödenmesine karar verilmesine hükmetmiştir. Bu karar Yargıtay tarafından 1/10/2018 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Karar başvurucu tarafından 18/12/2018 tarihinde öğrenilmiştir. 6545 sayılı Kanun'un maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce suç soruşturması ve kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan karar nedeniyle hâkimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında hukuk mahkemelerinde açılan ve hâlen derdest olan tazminat davasına ilişkin dosyalar mahkemesince, Yargıtay incelemesinde bulunan dosyalar ise esası incelenmeksizin ilgili dairece yetkili ağır ceza mahkemesine gönderilir. Bu davalar ağır ceza mahkemelerince, Ceza Muhakemesi Kanununun 141 inci ve devamı maddeleri uyarınca Devlet aleyhine yürütülmek suretiyle karara bağlanır.” 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun mülga 93/A maddesinin birinci fıkrası şöyledir: ''Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz...'' 6545 sayılı Kanun'un maddesi ile değişik 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;....Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.... (3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir. (4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.'' Diğer ilgili mevzuat ve yargısal içtihatlar için ayrıca bkz. Uğur İbrahimhakkıoğlu, B.No: 2018/17776, § § 14-22). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37807 | Başvuru, tutuklama kararı veren hâkimin kişisel kusuru bulunduğu iddiasıyla hâkim aleyhine açılan tazminat davasında aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, davanın hakkaniyete aykırı şekilde reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, işe iade davasının kabulüne ilişkin ilk derece mahkemesi kararının, Yargıtay ilgili Dairesince delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda bozularak davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/7/2014 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Sincan Belediye Başkanlığında işçi statüsünde çalışmakta iken görevi gereği cevaplamakla yükümlü olduğu telefonlara bakmadığı, uyarıldığı hâlde görevini yerine getirmediği gerekçesiyle 12/4/2013 tarihinde iş akdi feshedilerek işten çıkarılmıştır. Başvurucu, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesi istemiyle Ankara Batı (Sincan) İş Mahkemesinde (Mahkeme) 6/5/2013 tarihinde dava açmıştır. Mahkeme 24/12/2013 tarihli ve E.2013/249, K.2013/500 sayılı kararı ile görevini yapması konusunda ihtar edilmeksizin başvurucunun iş akdinin feshinin haklı nedene dayanmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, işverence yapılan feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “[D]osyada mevcut kayıtların incelenmesinde ve dinlenen tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere her ne kadar davacının bakmakla görevli olduğu telefonlara bakmadığına ilişkin tutanak ve tanık beyanları mevcut ise de davacının görevini yapması için ihtar edildiğine dair somut bilgi ve belge olmadığı, disiplin kurulunca işlem yapılırken toplu iş sözleşmesinin bölümünün bendi gereğince iş akdinin feshedildiği belirtilmesine rağmen ihtar verilmeksizin ve ihtarların tekrarlanmaksızın direkt olarak işten çıkarma kararının verilmiş olması nedeniyle gerek toplu iş sözleşmesindeki gerekli prosedüre uyulmaması nedeniyle gerekse davacının görevini yapmakta ısrarına ilişkin ihtarlar sunulmaması nedeniyle iş akdinin feshinin haklı nedene dayanmadığı kanaati ile davacının davasının kabulüne ... karar verilmiştir.” Davalı işverenin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 28/4/2014 tarihli ve E.2014/10335, K.2014/10119 sayılı ilamı ile fesih nedeni olarak gösterilen davranışların haklı fesih için öngörülen sebepler niteliğinde ve ağırlığında olmadığı ancak işyerinde işin görülmesini önemli ölçüde olumsuz etkileyen davranışlar olduğu, bu itibarla iş akdinin geçerli sebeple feshedildiği gerekçesiyle anılan kararın bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir. Yargıtay ilamının ilgili kısmı şöyledir: “Dosya içeriğinden, davacının 1993-2013 tarihleri arasında davalı işyerinde sekreter olarak çalıştığı, iş sözleşmesinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar ettiği iddiası gerekçe gösterilerek feshedildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda, tutanak ve şahit beyanlarına göre, davacının görevi gereği cevaplamakla yükümlü olduğu telefona bakmadığı, bir başka numaraya yönlendirdiği,görevini uyarıldığı halde gereği gibi yerine getirmediği, işin yürütümünü bozucu davranışlarda bulunduğu, davranışlarının haklı fesih için öngörülen sebepler niteliğinde ve ağırlığında olmayan ancak işyerinde işin görülmesini önemli ölçüde olumsuz etkileyen davranışlar olduğu anlaşılmakla iş sözleşmesinin geçerli sebeple feshedildiği kabul edilmelidir. Mahkemece bu gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi gerekli iken kabulüne ilişkin karar hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. Belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ...gerekmiştir.” Yargıtay ilamı başvurucuya 27/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan araştırmada, Yargıtay kararının maddi hataya dayandığını ileri süren başvurucunun, kararın düzeltilmesi talebinde bulunduğu, aynı Dairenin 25/9/2014 tarihli ve E.2014/21795, K.2014/25680 sayılı ilamı ile “temyiz incelemesi sonucunda verilen kararda maddi hata saptanamadığı, ayrıca İş Mahkemelerinin kararları ile ilgili Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme istenemeyeceği” gerekçesiyle talebin reddedildiği tespit edilmiştir.B. İlgili Hukuk 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır…” 4857 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir...” 4857 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “Süresi belirli olsun veya olmasın işveren, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir: ... II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri: ... h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12363 | Başvuru, işe iade davasının kabulüne ilişkin ilk derece mahkemesi kararının, Yargıtay ilgili Dairesince delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda bozularak davanın reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, hizmet sürelerinin tespiti istemiyle, 14/12/2006 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 24/7/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede dosyanın Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 18/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hizmet sürelerinin tespiti istemiyle, 14/12/2006 tarihinde, işveren ve Sosyal Güvenlik Kurumu aleyhine dava açmıştır. Üsküdar İş Mahkemesi, 2/7/2008 tarihli ve E.2006/995, K.2008/528 sayılı kararıyla davanın kabulüne hükmetmiştir. Davalıların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 15/3/2010 tarihli ve E.2008/19795, K.2010/3649 sayılı ilâmıyla, eksik inceleme ile hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma sonrasında dosyayı devralan İstanbul Anadolu İş Mahkemesi bozma ilâmına uyarak yeniden yaptığı yargılama sonucunda, 10/10/2013 tarihli ve E.2013/110, K.2013/457 sayılı kararıyla davanın kabulüne hükmetmiştir. Davalıların temyizi üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/4/2014 tarihli ve E.2014/1004, K.2014/8215 sayılı ilâmıyla düzeltilerek onanmıştır. Nihai karar, 24/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 24/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi ve maddesinin (1) numaralı fıkrası, 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ve maddesi (bkz. B. No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16–20). | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12694 | Başvurucu, hizmet sürelerinin tespiti istemiyle, 14/12/2006 tarihinde açtığı davanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyonca, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, mahkemeye erişim hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/11659 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru özel parselasyon sonucu yol olarak terki gereken taşınmazın tapuda başvurucu tarafından satın alındıktan sonra tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 27/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Bursa'nın Karacabey ilçesi Kurşunlu köyünde bulunan 27 parsel numaralı taşınmaz 1970 yılında yapılan özel parselasyon işlemi sonucunda 36, 37, 38 ve 39 numaralı parsellere ayrılmış ve 13/6/1970 tarihinde yeni parsel numaraları tapuya tescil edilmiştir. Başvurucu, bu taşınmazlardan 800 m2 yüzölçümündeki 36 parsel sayılı taşınmazı 27/5/1999 tarihinde resmî satış yoluyla edinmiştir. Tapuda taşınmaz tarla vasfıyla başvurucu adına kayıtlıdır. Başvurucu bu taşınmazı tahsil edemediği alacağına mahsup edilmek üzere satın aldığını beyan etmektedir. Başvurucu, Karacabey Belediyesi (Belediye) tarafından 2000 yılında taşınmaz üzerinde yol yapılmaya başlandığını ifade etmektedir. Başvurucu, Belediye tarafından taşınmazın kamulaştırılmaması üzerine 15/12/2006 tarihinde Karacabey Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Davalı Belediye bu davaya cevap dilekçesinde, 1970 yılında yapılan parselasyon işlemi sonrasında imar planında yol olarak işaretlenen davaya konu taşınmazın yaklaşık yirmi beş yıldır fiilî bir şekilde yol olarak kullanıldığını savunmuştur. Belediye bu taşınmazın önceden toprak ve stabilize yol olarak kullanıldığını, daha sonra asfalt ve kaldırım çalışması yapıldığını ileri sürmüştür. Davalı Belediye ayrıca taşınmazın yirmi beş yıldır yol olarak kullanılması nedeniyle idarenin mülkiyetine geçtiğini belirterek başvurucu adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın idare adına tesciline karar verilmesi istemiyle karşı dava açmıştır. Mahkeme 13/3/2008 tarihinde başvurucunun davasının kabulüne ve taşınmazın yol olarak tapudan terkinine karar vermiş, ayrıca başvurucu lehine 000 TL tazminata hükmetmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesi 8/7/2010 tarihinde hükmü bozmuştur. Kararda, dava konusu taşınmaza 1980 yılından önce toprak yol olarak kullanılmak suretiyle el atıldığı vurgulanmıştır. Diğer taraftan 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun geçici maddesi gereğince 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında idareler tarafından fiilen el atılan taşınmazlara ilişkin olarak hak sahiplerine idare ile uzlaşma ve uzlaşma sağlanamaması halinde dava açma hakkı tanındığı ifade edilmiştir. Öte yandan somut olayda bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce dava açan başvurucunun uzlaşma yoluna gitmek isteyip istemediğinin belirlenmesi gerektiğine değinilmiştir. İdarenin karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 20/1/2011 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yargılamaya devam edilmiştir. Başvurucu davalı Belediye tarafından uzlaşma taleplerine cevap verilmediğini Mahkemeye bildirmiştir. Davalı Belediye de dava konusu taşınmaza el atmanın söz konusu olmadığını, bu nedenle uzlaşma talebine ilişkin herhangi bir işlem yapılmadığını beyan etmiştir. Mahkeme 20/12/2012 tarihinde başvurucunun davasının kabulüne ve taşınmazın yol olarak tapudan terkinine, ayrıca başvurucuya 000 TL tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca taşınmazın yol olduğunun anlaşılması nedeniyle resen terkin kararı verileceğinden davalı idarenin terkin talebinde hukuki yararı olmadığını belirterek karşı davanın reddine karar vermiştir. Temyiz edilen karar 10/12/2013 tarihinde Yargıtay Hukuk Dairesince (Daire) bozulmuştur. Kararda, taşınmazın özel parselasyon işlemi görmesi sonucunda yol olarak terkin edilmesi gereken yerlerden olmasına rağmen ilk derece mahkemesince bu yönde bir araştırma yapılmadığına vurgu yapılmıştır. Kararda ayrıca özel parselasyon yapılması sırasında yol ve meydan gibi ortak olarak kullanılmak üzere kamu lehine terkin edilmesi gereken yerlerin tapu kaydında kişiler üzerine tescilli bırakılmasının sonuca etkili olmadığı ifade edilmiştir. Buna göre dava konusu taşınmazın yol olarak terkin edilmesi gerektiği, kamulaştırmasız el atma olgusunun bulunmadığı kabul edilerek davanın reddi gerektiği belirtilmiştir. Mahkemece Dairenin bozma kararına uyulmasına karar verilmiş ve bozma kararında belirtilen gerekçelerle başvurucunun davasının reddine ve karşı davanın kabulü ile taşınmazın başvurucu adına olan tapu kaydının iptaline ve taşınmazın yol olarak tapudan terkinine 8/5/2014 tarihinde karar verilmiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairece 3/2/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme isteminin de aynı Daire tarafından 28/4/2016 tarihinde reddedilmesi üzerine karar kesinleşmiştir. Nihai karar, 18/5/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/5/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. 2942 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:''İmar mevzuatı gereğince düzenlemeye tabi tutulan parsellerden düzenleme ortaklık payı karşılığı olarak bir defaya mahsus alınan yol, yeşil saha ve bunun gibi kamu hizmet ve tesislerine ayrılan yerlerle, özel parselasyon sonunda malikinin muvafakatı ile kamu hizmet ve tesisleri için ayrılmış bulunan yerler için eski malikleri tarafından mülkiyet iddiasında bulunulamaz ve karşılığı istenemez.'' 2942 sayılı Kanun'un geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.'' 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.'' 4721 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:''Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.'' 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Satış sözleşmesinin kurulduğu sırada var olan bir hak dolayısıyla, satılanın tamamı veya bir kısmı bir üçüncü kişi tarafından alıcının elinden alınırsa satıcı, bundan dolayı alıcıya karşı sorumlu olur.'' 6098 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:''Satılanın tamamı alıcının elinden alınmışsa, satış sözleşmesi kendiliğinden sona ermiş sayılır ve alıcı satıcıdan aşağıdaki istemlerde bulunabilir: Satılandan elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünlerin değeri indirilerek, ödemiş olduğu satış bedelinin faizi ile birlikte geri verilmesini. Satılanı elinden alan üçüncü kişiden isteyemeyeceği giderleri. Davayı satıcıya bildirmekle kaçınılabilecek olanlar dışında kalan bütün yargılama giderleri ile yargılama dışındaki giderleri. Satılanın tamamen elinden alınması yüzünden doğrudan doğruya uğradığı diğer zararları.Satıcı, kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alıcının satılanın elinden alınması yüzünden uğramış olduğu diğer zararları da gidermekle yükümlüdür.'' | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/10202 | Başvuru özel parselasyon sonucu yol olarak terki gereken taşınmazın tapuda başvurucu tarafından satın alındıktan sonra tapu kaydının iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 16/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 27/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4409 | Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/48641 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/11/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine 22/11/2006 tarihinde, farklı parseller yönünden ve farklı esaslar üzerinden açılan kadastro tespitine itiraz davaları birleştirilmiş olup yargılama hâlen temyiz aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18053 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, hakkında yürütülen ceza muhakemesinin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 9/7/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 11/11/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 13/8/2004 tarihinde “uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama” suçunu işlediği iddiasıyla Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından yakalanarak gözaltına alınmış ve 15/8/2004 tarihinde hâkim kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 6/9/2004 tarih ve E.2004/609 sayılı iddianamesi ile “toplu halde uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama” suçunu işlediği iddiası ile kamu davası açılmıştır. Başvurucu ilk derece yargılaması devam ederken 3/8/2005 tarihinde serbest bırakılmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin (4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga maddesi ile görevli) 17/10/2006 tarih ve E.2006/165, K.2006/150 sayılı kararı ile başvurucunun atılı suçtan dört yıl iki ay hapis ve 83 gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Başvurucunun temyiz talebini inceleyen Yargıtay Ceza Dairesinin 13/2/2012 tarih ve E.2008/13906, K.2012/919 sayılı kararı ile delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı verilmesi yerine mahkumiyet kararı verildiği gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince devam edilen bozma sonrası yargılama kapsamında, bozma ilâmına uyularak, başvurucu ve müdafiinin katılmadığı 27/7/2012 tarihli oturumda, başvurucunun atılı suçtan beraatına karar verilmiştir. Buna ilişkin 27/7/2012 tarih ve E.2012/150, K.2012/230 sayılı gerekçeli karar, başvurucuya 30/10/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Aynı Mahkemenin 4/1/2013 tarihli şerh yazısında, başvurucu hakkındaki beraat kararının temyiz edilmeksizin 8/11/2012 tarihinde kesinleştiği tespitine yer verilmiştir. Başvurucu vekili, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu 4/7/2013 tarihli dilekçe ile gerekçeli kararın tebliğini talep etmiş ve anılan karar, aynı tarihte kendisine tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 9/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 11/2/1959 tarih ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.” 5271 sayılı Kanun’un “Kararların açıklanması ve tebliği” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.…” 5271 sayılı Kanun’un “Tebligat usulleri” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Tebligat, bu Kanunda belirtilen özel hükümler saklı kalmak koşuluyla, ilgili kanunda belirtilen hükümlere göre yapılır.” | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/5504 | Başvurucu, hakkında yürütülen ceza muhakemesinin makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur. | 0 |
Başvuru, taşıma sözleşmesine dayalı tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 25/4/2007 tarihinde açtığı davada yargısal süreç, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/3/2019 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. Başvurucu, açtığı davada yargılamanın uzun sürdüğü iddiasıyla 27/5/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/18674 | Başvuru, taşıma sözleşmesine dayalı tazminat talebiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itiraz incelemelerinde alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi ve tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararlara yapılan itirazların etkili bir şekilde incelenmemesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 14/2/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 21/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 31/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık herhangi bir görüş beyan etmemiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başvurucu ve başka şüpheliler hakkında yapılan soruşturma kapsamında başvurucunun Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2012 tarihli ve 2012/30 Sorgu sayılı kararıyla “atılı suça ilişkin olarak operasyonlarda ele geçen bir kısım belge ve dökümanlar, bunların içerikleri, gizli tanıkların anlatımları, diğer deliller, yüklenen suçun niteliği, atılı suçun CMK 100/ maddesinde sayılan katalog suçlardan olması” gerekçesiyle tutuklanmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianameyle başvurucu ve yedi şüpheli hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucu hakkındaki suçlamalar şöyledir:"Şüpheli Mehmet DUMAN'ın, sözde Amed Eyaleti Şehit Brüsk Bölgesinde yasadışı PKK/KCK terör örgütü adına silahlı olarak faaliyet gösteren örgüt mensupları, Ergani ilçesi kırsal alanında bulunan örgüt mensupları ve sözde Erzurum Eyaletinde PKK/KCK terör örgütü adına silahlı olarak faaliyet gösteren örgüt mensupları ile bire bir görüştüğü, bu örgüt mensupları ile ilişki ve irtibat içerisinde olduğu, bazı şahısları kırsal alana götürerek örgüt mensupları ile ilişkilendirdiği,PKK/KCK terör örgütü adına eylem ve faaliyetlerde bulunduğu, MİLİSLİK düzeyinde sözde Amed ve Erzurum Eyaletlerinde bulunan yasadışı PKK/KCK terör örgütü adına silahlı olarak faaliyet gösteren örgüt mensupları ile ilişki ve irtibat içerisinde olduğu, bu örgüt mensupları ile bire bir görüşerek sözde örgüt kamplarına gidip geldiği, bu gidiş gelişler esnasında terör örgütüne her türlü lojistik ve yaşamsal malzemeyi temin ettiği, başka bazı şahısları örgüt mensupları ile ilişkilendirerek kuryelik yaptığı,PKK/KCK Terör örgütü elebaşısının 4 ayaklı paradigmam olarak tabir ettiği illegal oluşumun basamaklarından olan SİYASET AKADEMİLERİ içerisinde faaliyet yürüten şahıslar ile ilişki ve irtibat içerisinde olduğu, bir üst mevkiine bilgi vermek maksadıyla bu şahısların mahkeme sürecini takip ettiği, Siyaset Akademileri bünyesinde gerçekleştirmiş oldukları illegal faaliyetlerinden dolayı tutuklanan şahıslar ile faaliyetleri esnasında birlikte olduğu, ast üst ilişkisi ile belirli bir hiyerarşiye bağlı kalarak talimatlar verip sorumlu düzeyde faaliyet yürüttüğü, faaliyetlerinin süreklilik ve yoğunluk arz ettiği, üzerine atılı aşarı milliyetçi / ırkçı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği" Söz konusu davanın Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/230 sırasına kaydı yapılmış, 15/5/2012 tarihinde tensip incelemesi yapılmış ve yapılan inceleme sonucunda diğer şüphelilerle birlikte başvurucunun "isnad edilen suçun vasıf ve mahiyeti, (mevcut olay tutanakları, görüntüler ve mevcut tanık beyanları nedeniyle) kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, mevcut delil durumu, CMK.nun 100/3-a maddesinde belirtilen suçlar kapsamında olması nedeniyle bir tutuklama nedeninin varsayılması, isnat edilen suçun alt ve üst sınırı, sanık hakkında adli kontrol kararının da yetersiz kalacağı" gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Ayrıca tensip zaptında tutukluluk incelemelerinin 14/6/2012 ile 13/7/2012 tarihlerinde yapılmasına, duruşmanın 18/7/2012 tarihine bırakılmasına, sanıkların dinlenmesine ve örgütsel konumlarının araştırılması için Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 18/7/2012 tarihli celsesinde başvurucunun tahliye talebi "isnad edilen suçun vasıf ve mahiyeti, (mevcut olay tutanakları, Görese Dağında ele geçen dökümanlar, gizli tanık beyanları nedeniyle) kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, mevcut delil durumu, CMK.nun 100/3-a maddesinde belirtilen suçlar kapsamında olması nedeniyle bir tutuklama nedeninin varsayılması, isnat edilen suçun alt ve üst sınırı, sanık hakkında adli kontrol kararının da yetersiz kalacağı" gerekçesiyle reddedilmiş ve tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Bir kısım sanığın tutuklu kaldıkları süre, mevcut delil durumu ve üzerlerine atılı suç vasfının değişme ihtimali dikkate alınarak tahliyelerine karar verilmiştir. Aynı celsede gizli tanıkların celse arasında dinlenmesi ve sanıklar hakkında başka mahkemelerde devam etmekte olan davalar bulunduğunun belirtilmesi nedeniyle söz konusu davaların ilgili mahkemelerinden istenilmesi için duruşma 17/10/2012 tarihine ertelenmiştir. Mahkemenin 17/10/2012 tarihli celsesinde başvurucunun tahliye talebi "isnad edilen suçun vasıf ve mahiyeti, (mevcut olay tutanakları, Görese Dağında ele geçen dökümanlar, gizli tanık beyanları nedeniyle) kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, mevcut delil durumu, CMK.nun 100/3-a maddesinde belirtilen suçlar kapsamında olması nedeniyle bir tutuklama nedeninin varsayılması, isnat edilen suçun alt ve üst sınırı, sanık hakkında adli kontrol kararının da yetersiz kalacağı" gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu celsede davayla ilgili dosyaların araştırılması ve Cumhuriyet savcısına mütalaasını hazırlamak üzere süre verilmesi nedeniyle duruşma 10/11/2012 tarihine ertelenmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 1/4/2013 tarihli celsesinde başvurucunun tahliye talebi "isnad edilen suçun vasıf ve mahiyeti, (mevcut olay tutanakları, Görese Dağında ele geçen dökümanlar, gizli tanık beyanları nedeniyle) kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, mevcut delil durumu, CMK.nun 100/3-a maddesinde belirtilen suçlar kapsamında olması nedeniyle bir tutuklama nedeninin varsayılması, isnat edilen suçun alt ve üst sınırı, sanık hakkında adli kontrol kararının da yetersiz kalacağı" nedeniyle reddedilmiştir. Bu celsede Savcılığın sunduğu mütalaaya karşı beyanda bulunmak üzere başvurucuya süre verildiği için duruşma 22/5/2013 tarihine ertelenmiştir. Mahkemenin 5/2/2014 tarihli celsesinde başvurucu tahliye talebinde bulunmuş, mahkemece başvurucunun talebi "isnad edilen suçun vasıf ve mahiyeti, (mevcut olay tutanakları, Görese Dağında ele geçen dökümanlar, gizli tanık beyanları nedeniyle) kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, mevcut delil durumu, CMK.nun 100/3-a maddesinde belirtilen suçlar kapsamında olması nedeniyle bir tutuklama nedeninin varsayılması, isnat edilen suçun alt ve üst sınırı, sanık hakkında adli kontrol kararının da yetersiz kalacağı" gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu celsede sanık müdafilerine mütalaaya karşı beyanda bulunmak için süre verilmesi nedeniyle duruşma 17/3/2014 tarihine ertelenmiştir. Başvurucunun 5/2/2014 tarihli dilekçe ile yaptığı tahliye talebi, Mahkemenin 7/2/2014 tarihli kararı ile "tutukluluk halinin devamına ilişkin kararda bir isabetsizlik bulunmadığı" gerekçesiyle reddedilmiş, itiraz üzerine Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 7/2/2014 tarihli ve 2014/34 Değişik İş sayılı kararıyla söz konusu itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu bu kararı 13/2/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 14/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki dava 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’un maddesiyle özel yetkili mahkemelerin görevlerinin son bulması üzerine 7/3/2014 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiş olup Mahkemenin E.2014/207 sayısına kaydedilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2014 tarihinde yaptığı tensipincelemesinde başvurucunun "hakkında, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren delillerin ve ayrıca, sanıkların kaçacağı, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapma olasılıklarının bulunması, bunların yanında, sanıkların 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan birini işlediği hususunda yoğun şüphenin varlığı" gerekçesiyle tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Bu celsede sanıkların görevsizlik kararına karşı savunmaları alınmak amacıyla duruşma 5/6/2014 tarihine ertelenmiştir. Başvurucu bu karara yönelik yaptığı itiraz sonucunda Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 25/04/2014 tarihli ve 2014/13 Değişik İş sayılı kararı ile tahliye edilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesince 13/6/2014 tarihinde yapılan duruşmada başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet kararı Yargıtay Ceza Dairesinin 22/12/2014 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesi şöyledir:(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi şöyledir:“(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa. b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma, Hususlarındakuvvetli şüphe oluşturuyorsa.(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan; … Kasten öldürme (madde 81, 82, 83)…(4) Sadece adlî para cezasını gerektiren veya hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” 5271 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.(2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir.(3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir." | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1973 | Başvuru, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa itiraz incelemelerinde alınan savcılık görüşünün tebliğ edilmemesi ve tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararlara yapılan itirazların etkili bir şekilde incelenmemesi nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının, makul sürede yargılanma hakkı ile yerleşme ve seyahat hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 10/9/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1990 doğumlu olan başvurucu, 15/10/2012 tarihinden itibaren Borsa İstanbul A.Ş. (Şirket) nezdinde çalışmaya başlamış; en son uzman yardımcısı olarak görev yapmakta iken 18/7/2016 tarihinde başvurucunun iş akdi feshedilmiştir. Fesih ihbarnamesinde iş akdinin sonlandırılmasına ilişkin olarak başvurucunun hizmetine ihtiyaç duyulmadığı hususu gerekçe gösterilmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talebiyle Şirket aleyhine 2/8/2016 tarihinde dava açmış; İstanbul İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde feshin usule aykırı olduğunu, savunması alınmadan iş akdinin feshedildiğini, feshin somut bir gerekçeye dayanmadığını ileri sürmüştür. Davalı Şirket 31/8/2016 tarihli cevap dilekçesinde, başvurucunun bağlı bulunduğu Denetim ve Gözetim Kurulu Başkanlığı tarafından çalışmalarının verimsiz bulunduğunu, darbe teşebbüsünün hemen akabinde yaşanan olağanüstü durum da gözönüne alınarak personele yönelik inceleme başlatıldığını, darbe teşebbüsünün akabinde ilk iş günü başvurucunun da aralarında bulunduğu 51 kişinin Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile iltisaklı olduğu kanaatine varıldığını, güven ilişkisinin sona ermesi nedeniyle iş ilişkisinin sona erdirildiğini ifade etmiştir. Başvurucu ise cevaba cevap dilekçesinde FETÖ/PDY ile herhangi bir irtibatının bulunmadığını belirterek ileri sürülen iddiaları reddetmiştir. Öte yandan davalı Şirket 26/10/2016 tarihli yazı ile başvurucu hakkında suç duyurusunda bulunmuş ve bu kapsamda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) soruşturma başlatmıştır. Mahkeme 10/11/2016 tarihli kararla dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine hükmetmiş; başvurucunun istinaf başvurusu üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 22/2/2017 tarihli kararı ile Mahkeme kararın kaldırılmasına, davanın kabulü ile başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Somut olayda fesih bildiriminde fesih sebebi olarak davacının hizmetine ihtiyaç duyulmaması yer almaktadır. Bu gerekçenin dışında fesih bildiriminde başkaca bir fesih sebebine yer verilmemiştir. İşveren bildirdiği fesih sebebiyle bağlıdır. İş Kanunun maddesi anlamında davalı işverenlik fesih sebebinin açık ve kesin bir şekilde belirtmemiştir. Bunun yanında sırf davacının hizmetine ihtiyaç duyulmaması da geçerli bir fesih nedeni kabul edilemez. Fesih bildiriminde davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile ilişkili olduğu gerekçesi ile sözleşmenin feshedildiğinin belirtilmemiş olması ve işverenin bildirdiği fesih sebebi ile bağlı olması hususu da dikkate alınarak işverence gerçekleştirilen feshin geçerli nedene dayanmadığı sonucuna varılmıştır." Şirket, davanın kabulü kararına karşı temyiz başvurusunda bulunmuş; fesih sebebi olan "hizmetlerine ihtiyaç duyulmaması" ibaresinin FETÖ/PDY ile iltisakı ifade ettiğini, Şirketin kritik durumu gözetildiğinde 15 Temmuz gecesi darbeciler tarafından ekonomi/finans alanında işgale uğrayan tek kurum olduğunu, bu kapsamda ihtimal dâhilinde bile olsa iltisak durumu olan işçinin Şirkette hizmet vermesinin riskli olduğunu belirtmiş; işyeri gereklerinden kaynaklanan geçerli sebeplerle iş sözleşmesinin feshedildiğini ve fesih sebebinin değiştirilmesinin söz konusu olmadığını ileri sürmüştür. Yargıtay Hukuk Dairesi 22/6/2017 tarihli kararla başvurucu hakkındaki soruşturmanın akıbetinin sorulması gerektiği gerekçesiyle geri çevirme kararı vermiş; bu kapsamda Başsavcılıktan gelen yazıda soruşturmanın devam ettiği bilgisi verilmiştir. Gelen cevabi yazı üzerine Yargıtay 21/12/2017 tarihli ilamla soruşturmanın akıbetinin beklenmesi gerektiği gerekçesiyle bozmaya hükmetmiştir. Bozma kararı üzerine işe iade yargılaması devam ederken Başsavcılık 1/11/2018 tarihli kararla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"İkametinde ve üzerinde yapılan aramalarda ele geçen dijital materyaller üzerinde yapılan teknik inceleme sonucunda, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensupları arasında şifreli yazışma ve haberleşme için kullandıkları bilinen BYLOCK isimli programa ait teknik inceleme raporu örneğinin bulunduğu, çerez kayıtları içerisinde FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü propagandası yapan www.herkul.org ve www.zaman.com.tr isimli internet sitelerine erişim yapıldığına dair kalıntıların bulunduğu, şüpheli şahsın 2001-2007 yılları arasında FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü okullarından olan Rahime Batu Kolejinde eğitim gördüğüne dair CV kaydının bulunduğu, silinmiş kişi listesi (rehber) kayıtlarında A. isminin kayıtlı olduğu ve bu şahsın çalıştığı kurumun FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü dershanelerinden olduğu anlaşılan Hügem Dershanesi (Malatya) olarak kaydedildiği, şüpheli şahsın iki adet silahla birlikte çekilmiş fotoğraf dosyasının bulunduğu, ayrıca başkaca silah resimlerine de rastlanıldığı, bu silahlara ait seri numaralarının rapor içerisine aktarıldığı tespit edilmiştir....Şüpheli savunmasında özetle, ortaokul ve lise yıllarında örgütle bağlantılı okul ve dershaneleri gittiğini ancak liseden mezun olduğu dönem olan 2007 yılında bu yapının örgüt olarak bilinmediğini, bu yapı ile irtibatının olmadığını, ekşi sözlük ve Twitter'ı yakından takip ettiğini, bilgisayarına da BYLOCK'a ait teknik inceleme raporunu bu iki siteden birinden merak edip indirmiş olabileceğini, örgüt propagandası yapan sitelerin de sürekli takip ettiği siteler olmadığını, sosyal medyada bir link üzerinden bu sitelere baktığını, evde poz verdiği silahların babasına ait ruhsatlı silahlar olduğunu beyan etmiştir....Şüphelinin çalıştığı kurum tarafından FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı olduğu değerlendirmesi ile Cumhuriyet Başsavcılığımıza bildirimde bulunulduğu ancak yapılan soruşturma neticesinde şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğuna dair yeterli somut delil elde edilemediği, şüphelinin lise yıllarında örgüte müzahir okul ve dershanelere gitmiş olmasının üyelik kabulü için yeterli olmadığı, dijital materyallerden elde edilen verilerin üyelik değerlendirmesi için yeterli olmadığı, aynı işyerinde birlikte çalıştıklarının anlaşılması karşısında diğer şüphelilerle telefon irtibatı olmasının makul kabul edilmesi gerektiği, bunun tek başına üyelik göstergesi olamayacağı, Yargıtay Ceza Dairesinin kararları da dikkate alındığında Türk Ceza Kanununun maddesinde düzenlenen Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak suçunun maddi ve manevi unsurlarının oluştuğunun kabulü için iltisak, sempati gibi kavramların yeterli olmadığı, şüpheli hakkındaki eldeki tespitlerin ancak iltisak göstergesi olarak görülebileceği fakat dosya kapsamında şüphelinin örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğuna, hiyerarşik yapıya uygun olarak talimat aldığına veya verdiğine, diğer örgüt üyeleriyle iletişim kurabilmek için özel yöntem ve araçlar kullandığına, örgütle devamlılık arz edecek şekilde organik bir bağının bulunduğuna, özetle örgütle 'üyelik' olarak nitelendirilebilecek seviyede bir ilişki içerisinde olduğuna dair kamu davasına dayanak teşkil edecek yeterli delil bulunmadığı anlaşılmakla,CMK 172 maddesi uyarınca KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA..." Bölge Adliye Mahkemesi 18/1/2019 tarihli kararla davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"Davacının, FETÖ/PDY terör örgütleriyle mensubiyeti, iltisakı yahut irtibatı olduğu şüphesine bağlı iş akdine son verildiği, anılan terör örgütlerinin sebep olduğu fevkalade durum nedeniyle ve dosyadaki bilgi ve belgeler dikkate alındığında hakkında duyulan şüphe nedeniyle davacı işçi ile davalı işveren arasında güven ilişkisinin zedelendiği ve iş ilişkisinin olumsuz etkilendiği, davalı işverenden davacıyı çalıştırmasının artık beklenemeyeceği, fesih nedenine göre de aslen yazılı bildirim yapılmasının ve yine fesih öncesi davacının savunmasının alınmasının da gerekmediği, 667 sayılı KHK'nın Maddesi fıkrasında da ' Fıkra uyarınca görevine son verilenler bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemez, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemez' denilmekle, davacının işe iadesinin yasal olarak da mümkün olmadığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 01/11/2018 tarihli 2018/174235 soruşturma numaralı 2018/81706 Karar numaralı davacı hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan yapılan soruşturma neticesinde; kamu davasına dayanak teşkil edecek yeterli delil bulunmadığı belirtilerek kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmişse de, feshin şüpheye dayanması nedeni ile feshin haklı değil geçerli nedenlerle gerçekleştirilmiş sayılacağı, davalı işveren tarafından da yasal hakları ödenmek sureti ile fesih yapıldığı ve sonuç itibari ile mahkemenin davanın reddine ilişkin kararının usul ve yasaya uygun olduğu ve davacı vekilinin istinaf başvurularınınyerinde olmadığı anlaşılmıştır." Başvurucu, karara karşı temyiz talebinde bulunmuş ancak Yargıtay Hukuk Dairesi 25/6/2019 tarihli ilamıyla, kararın bozmaya uygun olduğu kanaati ile onamaya hükmetmiştir. Nihai karar 16/8/2019 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/9/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"...şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir." Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/4/2018 tarihli ve E.2018/3002, K.2018/9593 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi, hakkında .... Savcılığı tarafından bylock kullanıcısı olduğu iddiasıyla soruşturma başlatılmış olması, hakkında yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol kararı verilmesi akabinde, davalı işyerinin faaliyet alanı bakımından stratejik önem taşıyan durumu gözetilerek çalıştırılmasında sakınca bulunduğu gerekçesiyle İş K. 25/II e-h-ı maddeleri gereğince haklı neden iddiasıyla feshedilmiştir. İlk Derece Mahkemesi ise feshin şüphe feshi olduğu ve davalının özel durumu gözetilerek geçerli nedene dayalı olduğu kabulüyle davanın reddine karar verilmiş olup, davacı tarafın istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesi taralından da aynı gerekçelerle esastan reddetmiştir....Davacının hakkında derdest bulunan ceza yargılamasında, 'mor beyin' uygulaması kapsamında davacı ...'ın kullandığı telefona ait gsm hattının iradesi dışında bylock IP'lerine yönlendirilmiş olduğunun bilirkişi raporuyla tespit edildiği gerekçesiyle beraat kararı verildiği, isnat edildiği üzere terör örgütü ile bağlantısı bulunduğunu gösterir aleyhine başkaca somut bir delil de olmadığı anlaşılmakla, 4857 sayılı Kanun'un maddesinin fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/4//2019 tarihli ve E.2019/1352, K.2019/7992 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut uyuşmazlıkta davalı işveren tarafından yapılan fesih bildiriminde, fesih nedeni olarak davalı işverene ait fabrikada 04/02/2015 tarihi ve öncesinde davacı ile bir kısım çalışanların işyerinde üretilen rakıları çaldıkları ve çalışan işçilerden ...'in hırsızlık suçuna yardım ettikleri iddiasının feshe gerekçe gösterildiği ve davacının iş akdinin davalı şirkette çalışırken 17/03/2015 tarihinde ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri nedenle feshedildiği anlaşılmıştır.... Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2015/257 esas 2015/777 karar sayılı dosyası kapsamına göre davacının hırsızlık olayından mahkum olan ... ile aynı fabrikada çalışıp, işyerinde servis bulunmaması nedeniyle aynı kişinin aracı ile muhtelif zamanlarda iş yerinden ayrıldığı, davacının sırf bu kişinin aracına binmesinin ve araçtaki alkol kokusunu farketmemesinin feshe dayanak yapılamayacağı, rakı dinlenme bölümünde çalışan davacının aynı araçta bulunan ve hırsızlığa konu olan rakının ... tarafından araçta taşındığına ilişkin bilgi sahibi olamayacağı, işverenin davacının bu hırsızlık olayından haberdar olduğu yönündeki şüphesinin makul ve objektif bir şüphe olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken aksi gerekçeler ile reddine karar verilmesi hatalıdır." Yargıtay Hukuk Dairesinin 18/4/2013 tarihli ve E.2012/32147, K.2013/12471 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Somut olayda bir şüphe feshi söz konusudur. Bu tür fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir.Davalı işyerinde fesih bildirgesinde anılan olayın davacı tarafından gerçekleştirildiği ceza yargılaması sonucunda da ispatlanmamış, davacı hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Ancak davacının kendi kredi kartının sorgulanması ile bilgisi olmaksızın kredi kartından alışveriş yapılan müşterinin kredi kartının sorgulanmasının zamanlama yönünden iç içe geçmesi ve sorgulamanın yapıldığı terminalin aynı olması dikkate alındığında, bu hususun iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni ortadan kaldırmaya elverişli bir şüphe olup, davacı ile işveren arasındaki güven ilişkisinin sarsıldığı kabul edilmelidir. Bu durumda davalı işverenin artık işçiyi çalıştırması mümkün değildir. Bu sebeple iş sözleşmesinin feshi haklı sebebe dayanmasa da, feshin geçerli nedene dayandığı kabul edilmelidir. İşverence yapılan fesih geçerli nedene dayandığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü hatalı olmuştur." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/32022 | Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayanılarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının, makul sürede yargılanma hakkı ile yerleşme ve seyahat hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. 2020/7114 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2020/7018 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/7018 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, bireysel başvuru konusu yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/7018 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında hayati tehlike oluşacak şekilde yaralanma olayı meydana gelmesi ve bu olay nedeniyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve başvuruya konu dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, zorunlu askerlik hizmeti kapsamında Erzincan 59'uncu Topçu Eğitim Tugayı Silah Eğitim Taburunda (Eğitim Taburu) acemi askerlik eğitimi almıştır. Eğitim Taburunda yapılan tıbbi muayene sırasında başvurucuda doğal olmayan bir bulguya rastlanmadığı gibi başvurucu da sağlığıyla ilgili bir şikâyet dile getirmemiştir. Başvurucu, acemi eğitiminin akabinde kullandığı izin sonrasında, 22/10/2013 tarihinde Şırnak'ın Silopi ilçesinde bulunan 172'nci Zırhlı Tugay 4'üncü Hudut Bölük Komutanlığına (Bölük Komutanlığı) katılmıştır. Aynı gün bölük komutanı başvurucuyla bir görüşme yapıp başvurucu hakkında danışmanlık kartı düzenlemiştir. Altında başvurucunun da imzası bulunan danışmanlık kartında, başka hususlar yanında başvurucuya psikolojik sorunu ve herhangi bir probleminin olup olmadığının sorulduğu belirtilmiştir. Danışmanlık kartında başvurucu tarafından ifade edilen herhangi bir husus yer almamaktadır. Bölük Komutanlığı tarafından tutulan er ve erbaş künye defterine göre başvurucu, sağlık durumuyla ilgili olarak sadece Behçet hastalığı ve migren rahatsızlığından bahsetmiştir. Bölük Komutanlığı, 22/10/2013 tarihinde başka talimatlar yanında Emniyet ve Kaza Önleme Talimatı ile Mevzii Nöbet Talimatı'nı da başvurucuya tebliğ etmiştir. Emniyet Kaza Önleme Talimatı'na göre tüfek devamlı emniyette bulundurulacak, emir verilmeden de tam dolduruş yapılmayacaktır. Başvurucuya 23/10/2013 tarihinde oryantasyon eğitimi vermeye başlayan Bölük Komutanlığı, 25/10/2013 tarihinde başvurucuyu emniyet ve kaza önleme parkurundan geçirmiş; 26/10/2013-28/10/2013 tarihleri arasında ise başvurucuya mekanik nişancılık eğitimi vermiştir. Kadro görevi havan cephaneciliği olan başvurucu, havan eğitimi almak ve sonrasında orada göreve devam etmek üzere 28/10/2013 tarihinde üç er/erbaşla birlikte 2'nci Hudut Takım Komutanlığına (Takım Komutanlığı) gönderilmiştir Takım Komutanlığınca P. Er A.K. başvurucunun can dostu (birliğe katılan bir askerin birliğe intibakını kolaylaştırmak için görevlendirilmiş asker) olarak görevlendirilmiştir. Tabur Komutanınca onaylanan can dostu talimatı uyarınca, can dostları birbirlerinin dertlerini ve sıkıntılarını çözecek; çözemedikleri sorunları da bölük komutanına bildireceklerdir. Başvurucu 31/10/2013 ve 1/11/2013 tarihlerinde atış görevleri icra etmiştir. Başvurucu, A.K. ve P. Er S.Ö. ile birlikte 3/11/2013 günü 00-00 saatleri arasında gözetleme ve nöbet faaliyetlerini gerçekleştirmek üzere 3 No.lu mevzide görevlendirilmiştir. Aynı gün saat 00 sıralarında öğle yemeği için A.K. ile birlikte mevziden ayrılan başvurucu, yemekhaneye gitmeden önce yaptığı bir telefon görüşmesinden sonra tek başına bir havan mevzisine gitmiştir. Başvurucu, saat 25 sıralarında adına zimmetli piyade tüfeğinden çıkan bir kurşunla sol koltuk altından yaralanmıştır. Olay yerinde yapılan ilk tıbbi müdahalenin ardından başvurucu, helikopter yardımıyla hastaneye ulaştırılmıştır. Olay sonrasında durumdan haberdar edilen Şırnak 23'üncü Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı Askerî Savcılığı (Askerî Savcılık) olay hakkında derhâl bir soruşturma başlatmış, 172'nci Zırhlı Tugay komutanı da olayın araştırılması için İdari Tahkikat Heyeti oluşturmuştur.A. Olay Hakkında Yürütülen İdari Tahkikat Süreci İdari Tahkikat Heyeti, Bölük Komutanı S.K.nın, Takım Komutanı VekiliT.S.nin, Takım Astsubayı O.A.nın, başvurucu ve başvurucu ile birlikte nöbet tutan S.Ö. veA.K.nın, başvurucu ile aynı askerlik döneminde askere alınan P. Onb. K.Ç. ve P.Onb. Ö.F.K.nın ve başvurucunun arkadaşı P. Er R.A.nın ifadelerini almıştır. Alınan ifadelerde;i. S.K., birliğe katılmasını müteakip başvurucuyla görüştüğünü, görüşme sırasında başvurucunun herhangi bir sıkıntısı olmadığını beyan edip bir an önce sözlüsüne kavuşmak istediğini ve acemi birliğinde elinden yaralandığını söylediğini, başvurucunun elinin tedavisinin yapıldığını, iç hizmet uygulaması, emniyet ve kaza önleme parkuru, nöbet ve mekanik nişancılık eğitimi gibi faaliyetlerden sonra branşına uygun eğitim alması için başvurucuyu Takım Komutanlığına gönderdiğini, başvurunun katılış muayenesinin yapılmadığını, başvurucunun daha önce psikolojik yardım almadığına ve uyuşturucu madde bağımlılığı olmadığına ilişkin beyanına ve arkadaşlık ilişkilerinin iyi olduğuna dair gözlemi nedeniyle başvurucuyu Rehberlik ve Danışanlık Merkezine (RDM) sevk etmediğini, olaydan sonra başvurucunun sakin ve kendinden emin bir biçimde "Askerlik yapmak istemiyorum." dediğini beyan etmiştir. ii. T.S., birliğe katıldığı zaman başvurucuyla bir görüşme yaptığını, başvurucunun herhangi bir sıkıntısından söz etmediğini, birliğe yeni katıldığı için onu tanıma şansının pek olmadığını ancak onun da göze çarpan olumsuz bir davranışının olmadığını, başvurucuya nöbete gidiş geliş ve nöbet sırasındaki hareket tarzı konusunda uygulamalı eğitim verildiğini, atış görevlerini tamamlaması nedeniyle başvurucunun nöbete dâhil edildiğini, göreve yönelik oryantasyon eğitiminin devam ettiğini, olay günü Tabur Komutanlığı tarafından Bölük Komutanlığına doktor ve RDM uzmanı gönderildiğini ancak muayeneler tamamlanmadan yaralanma olayının meydana geldiğini söylemiştir.iii. O.A., çamaşırhanede bulunduğu sırada bir el silah sesi duyduğunu, sesin geldiği yöne doğru koşunca başvurucuyu havan mevzisinde kanlar içinde ayakta dururken gördüğünü, ne yaptığını sorunca başvurucunun "Beni bırakın komutanım. Kendimi vuracağım." dediğini, başvurucunun herhangi bir sıkıntısından bahsetmediğini, birlikteki erbaş ve erlerin de kendisine bu yönde bir beyanda bulunmadığını, her gün içtima sırasında sorunu olan asker olup olmadığını sorduğunu, atış görevlerinin bitmesi nedeniyle başvurucunun nöbete dâhil edildiğini, başvurucunun katılış muayenesinin yapılıp yapılmadığı ve başvurucunun RDM kaydının olup olmadığı konusunda bilgisinin olmadığını, başvurucunun oryantasyon eğitiminin tamamlanmadığını ifade etmiştir. iv. Başvurucu; babasının işten çıkarılması ve babasının borcunun fazlalılığı nedeniyle bunalıma girdiğini, bunu bilerek yapmadığını, Behçet ve migren hastalıklarının olduğunu, daha önce psikolojik bir rahatsızlık geçirmediğini, problemlerini başkalarıyla ve komutanlarıyla paylaşamadığını, can dostuna ve arkadaşlarına sorunlarından bahsetmediğini, rüyasında takım astsubayına "Bu silahı benden alın. Başıma bela olacak." dediğini, buna karşı takım komutanının da "Sen delikanlı adamsın. Hiçbir şey olmaz."şeklinde cevap verdiğini ve bu rüyasını anlattığı arkadaşı R.A.nın sağ salim askerliği bitirip gideceklerinden söz ederek kendisine moral verdiğini anlatmıştır.v. S.Ö., iki gündür tanıdığı başvurucunun sessiz biri olduğunu ancak yalnız kalmak istediğine dair bir şey söylemediğini, bildiği kadarıyla başvurucunun bir sorunu olmadığını, nöbet esnasında konuştuğu başvurucunun çok sıkıldığından ve istemediği bir yerde kalmak istemediğinden söz ettiğini, ayrıca başvurucunun ablasının düğünü için izin isterse izin verilip verilmeyeceğini sorduğunu beyan etmiştir.vi. A.K., başvurucuyla birlikte 00-30 saatleri arasında nöbetçi olduğunu, öğle yemeği için yemekhaneye gittiklerini, başvurucunun yemekten önce bir telefon görüşmesi yapmak istediğini, bu nedenle yanından ayrılıp yemeğe geçtiğini, nöbet esnasında başvurucunun çok sıkıldığından yakınıp ablasının düğünü için izin alması gerektiğinden söz ettiğini ve istemediği yerde kalmak istemediğini söylediğini, başvurucunun birliğe yeni katılması nedeniyle sıkılmış olabileceğini ve askerliğe alışacağını düşündüğü için komutanlarına bir şey anlatmadığını ifade etmiştir. vii. E.P., başvurucunun "Bu askerlik bitmez." dediğini ancak birliğe ilk katıldığı zamanlar kendisinin de aynı şekilde düşündüğünü, sonradan duruma alışır düşüncesiyle komutanlarına bir şey anlatmadığını söylemiştir. viii. K.Ç., bildiği kadarıyla başvurucunun bir problemi olmadığını ancak başvurucunun kalan askerlik süresinden söz edip "Ben burada durmak istemiyorum. Burası çekilmez." dediğini beyan etmiştir.ix. Ö.F.K., başvurucunun herhangi bir sıkıntısından söz etmediğini ifade etmiştir.x. R.A., başvurucunun olaydan önceki gece saat 00 sıralarında ablasıyla telefonda konuştuğunu, telefon görüşmesinden sonra yaptıkları sohbet sırasında başvurucunun babası ve kardeşinin işten çıkarılmasından ve nişanlı olmasından söz edip o gece gördüğü bir rüyasında kendini vurduğundan bahsettiğini, gördüğü rüyaların daha sonra gerçekleştiğini iddia ettiğini, daha sonra "Kendime sıkacağım." dediğini, bu sözü bir şaka olarak kabul ettiğini, izne ihtiyacı olduğunu ancak yeni gelmesi nedeniyle komutanlarının izin vermeyeceğini söylemesi üzerine başvurucuya komutanların izin konusunda ona yardımcı olabileceklerini belirttiğini, başvurucunun sakin biri olduğunu ancak psikolojik durumunun iyi olmadığını ve çok sıkıldığından bahsettiğini, şaka yaptığını düşündüğü için komutanlarına bu konuda bir şey anlatmadığını söylemiştir. İdari tahkikat kapsamında alınan ifadeleri dikkate alıp askerlik hizmeti süresince başvurucu hakkında düzenlenen belgeleri inceleyen İdari Tahkikat Heyetince düzenlenen idari tahkikat raporunda;- Oryantasyon eğitiminin kısa tutulması, başvurucunun faaliyetlere katılımında aceleci davranılması, RDM kaydı olup olmadığı tespit edilmeden, tam olarak tanınmadan ve kayıt kabul muayenesi ile ilk değerlendirme anketi yapılmadan başvurucunun Takım Komutanlığına gönderilmesi, Takım Komutanlığınca birliğe yeni katılan erbaş ve erlere uygulanan işlemlerin yetersiz olması, katılış işlemleri tamamlanmadan başvurucuya mermili nöbet görevi verilmesi nedenleriyle bölük komutanı, takım komutanı vekili ve takım astsubayının emri altındakilerin denetim, kontrol ve gözetimde ihmal gösterdiği,- Kendisine emniyet ve kaza önleme talimatları tebliğ edilmesine rağmen başvurucunun adına zimmetli tüfek ile koltuk altına ateş ederek kendisini askerliğe elverişsiz hâle getirmeye çalıştığı belirtilmiştir. Tugay komutanı, İdari Tahkikat Heyetinin tespitleri doğrultusunda gerekli yasal işlemlerin yapılmasını emretmiştir. İdari tahkikat raporuna istinaden ne tür işlemlerin yapıldığı tespit edilememiştir.B. Olay Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Olayın meydana geldiği mevziyi askerî savcı ile inceleyen Şırnak İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Tim Komutanlığı (Olay Yeri İnceleme) görevlileri, olay yerinde bulunan kamuflaj desenli mühimmat yeleğini ve gömleği, haki renkli bir atleti, başvurucuya ait tüfek ve boş bir kovanı Jandarma Kriminal Daire Başkanlığınca incelenmek üzere muhafaza altına alıp olay yerini fotoğraflamışlardır. Askerî Savcılık olay günü Bölük Komutanı S.K.nın, Takım Komutanı VekiliT.S.nin, başvurucuya tıbbi müdahalede bulunan Tbp. Astğm. T.Ç.nin, olay yerine ilk giden kişi olan O.A.nın ve başvurucu ile birlikte zorunlu askerlik hizmetini yerine getiren Ö.F.K., K.Ç., E.P., S.A., N.K., R.B., A.K., S.Ö. ve R.A.nın tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır. İfadelerinde;i. S.K., olay sonrasında başvurucuya neden kendisini vurduğunu sorduğunu, hatırladığı kadarıyla başvurucunun askerlik yapmak istemediğini söylediğini, başvurucuyla yaptığı görüşme sırasında ona uyuşturucu kullanıp kullanmadığını ve psikolojik rahatsızlığı olup olmadığını sorduğunu ancak olumsuz bir cevap almadığını, diğer askerlerden de başvurucunun herhangi bir sıkıntısı olduğunu duymadığını, başvurucunun izin talep etmediğini ve başvurucuda intihara yönelik davranışa rastlamadığını beyan etmiştir. ii. T.S., Takım Komutanlığına geldiği gün başvurucuyla görüştüğünü, ona herhangi bir sıkıntısı olup olmadığını sorduğunu ancak başvurucunun herhangi bir sorunundan bahsetmediğini, kendisinin de bu yönde bir izlenim edinmediğini ve başvurucunun izin talep etmediğini ifade etmiştir. iii. T.Ç., silahlı yaralama olayının bildirilmesi üzerine gittiği olay yerindeT.S.yi yaraya tampon yaparken gördüğünü, gerekli tıbbi müdahale sonrasında helikopterle başvurucuyu hastaneye sevk ettiklerini söylemiştir.iv. O.A., çamaşırhanede bulunduğu esnada bir silah sesi duyduğunu, havan mevzisinde kanlar içinde gördüğü başvurucuya ne yaptığını sorduğunu, başvurucunun "Bırakın beni, kendimi vuracağım." dediğini, başvurucunun kendisine herhangi bir sıkıntısından söz etmediğini ve diğer askerlerden de bu yönde bir şey duymadığını, başvurucunun kendisinden izin talep etmediğini beyan etmiştir.v. E.P., yaklaşık üç gün başvurucunun "Bu askerlik bitmez." dediğini beyan etmiştir.vi. S.A., başvurucuyu Bölük Komutanlığında tanıdığını, havan eğitimi almak için Takım Komutanlığına giden başvurucunun birkaç gün sonra Bölük Komutanlığına geldiğini, yaptıkları sohbet esnasında başvurucunun Takım Komutanlığının daha rahat olduğundan söz ettiğini, başvurucunun herhangi bir sorunundan bahsetmediğini ve başvurucunun normal olmayan bir hareketini de gözlemlemediğini söylemiştir.vii. N.K., R.B. veÖ.F.K. başvurucunun herhangi bir sorununun bulunduğunadair duyumlarının olmadığını beyan etmişlerdir.viii. A.K., başvurucu ve S.Ö. ile birlikte 3 No.lu mevzide nöbetçi olduklarını, nöbet tutarlarken başvurucunun askerlikten sıkıldığını, orada durmak istemediğini, bir an önce gitmek istediğini ve istemediği yerde zorla kalmayacağını söylediğini, başvurucudan intihar edeceğine veya kendisini vuracağına dair bir söz duymadığını, ailevi sorunu olup olmadığını sorduğu başvurucunun hiçbir ailevi problemi olmadığını beyan ettiğini, başvurucunun ablasının düğünü için O.A.dan izin istediğini ancak O.A.nın izin vermediğinden söz ettiğini, saat 10 sıralarında başvurucuyla yemekhaneye doğru gittiklerini, başvurucunun ailesine telefon edeceğini söylediğini ve başvurucuyu beklemeden yemekhaneye gittiğini söylemiştir. ix.S.Ö., başvurucunun olay günü A.K. ve kendisiyle birlikte 3 No.lu mevzide görevli olduğunu, A.K. ve başvurucuya çevre hakkında bilgi verdiğini, A.K. ve başvurucunun 15 sıralarında yemek için mevziden ayrıldığını, başvurucudan "Ben askerlik yapmayı sevmiyorum. Bu askerlik çekilmez." gibi sözler duyduğunu ancak başvurucunun intihar edeceğine ya da kendisini vuracağına dair bir söz duymadığını ifade etmiştir.x. K.Ç., havan eğitimi aldıkları bir sırada başvurucunun kendisine "Keşke ben şimdi o havanların önünde olsam da beni vursalar." dediğini, başvurucununaskerliğin zor gelmesi nedeniyle bu sözü söylediğini düşündüğünü, hâl ve hareketlerinden anladığı kadarıyla başvurucunun askerlik hizmetini sevmediğini beyan etmiştir. xi. R.A., olaydan önceki gece saat 00 sıralarında başvurucunun ablasıyla telefonda görüştüğünü, telefon görüşmesinden sonra başvurucunun babasının ve kardeşinin işten çıkarılmasından, nişanlı oluşundan, ekonomik durumlarının kötü olmasından ve sıkıldığından bahsedip ablasının düğünü için izin alması gerektiğini söylediğini, komutanların yardımcı olacaklarını başvurucuya ifade ettiğini, daha sonra başvurucunun rüyasında kendini vurduğunu anlatıp gördüğü rüyaların daha sonra gerçekleştiğini iddia ettiğini ancak kendisini vuracağından veya intihar edeceğinden bahsetmediğini açıklamıştır. Başvurucu; Askerî Savcılıkça alınan ifadesinde, olay günü babasıyla telefon görüşmesi yaptığını, babasının iş bulamadığını söylediğini, ablasının düğününe gidebilmesiiçin babasından komutanlarını aramasını istediğini, telefon görüşmesinden sonra havan mevzisine gittiğini, canının sıkıldığını ancak intihar etmek gibi bir düşüncesinin olmadığını, yemeğe gitmek üzere ayağa kalkınca birden tüfeğin patladığını, tüfeğin emniyetinin nasıl açıldığını ya da kurma kolunun nasıl çekildiğini hatırlamadığını beyan etmiştir. Başvurucu ifadesinin devamında askere gelmeden önce psikolojik tedavi için kendisine reçete edilen bir ilacı bir süre kullandığını, ortama alışamaması ve babasının işsizliği nedeniyle canının sıkkın olduğunu, kendisini vurduğunu hatırlamadığını belirtmiştir. Olay Yeri İnceleme görevlilerince muhafaza altına alınan eşyalar ile başvurucunun el ve yüz svaplarını inceleyen Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı;- Başvurucunun tüfeğinin kabzasının arkasından elde edilen bir adet parmak izinin başvurucunun sağ el yüzük parmağına ait izle aynı olduğunu, - Başvurucunun tüfeğinin sağlam ve işler durumda olduğunu, tüfeğin atışa mani mekanik arızasının bulunmadığını, olay yerinden edilen kovanın başvurucunun tüfeğinden atıldığını ve tüfeğin çarpma ve düşme durumunda fişek yatağındaki fişeği kendiliğinden patlatmadığını,- Başvurucudan alınan svaplarda atış artığı bulunmadığını tespit edip giysiler üzerindeki atış artıklarının yoğunluğuna ve dağılımına göre atışın bitişik atış olduğu kanaatine ulaşmıştır. Bir adli tıp uzmanı tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda da Kriminal Daire Başkanlığının tespitlerine, mermi giriş deliğinin kenarlarında yanık ve barut kalıntısı olduğuna dair tıbbi belgeye işaret edilerek atışın bitişik veya bitişiğe yakın yapıldığı belirtilmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen tıbbi belgeleri inceleyen Şırnak Asker Hastanesince görevli bir genel cerrahi uzmanınca düzenlenen bilirkişi raporunda, başvurucuda toplardamar ve sinir yaralanması geliştiği, başvurucuya damar nakli yapıldığı, başvurucunun askerliğe elverişsiz hâle geldiği ve olay nedeniyle hayati tehlike geçirdiği açıklanmıştır. Askerî Savcılık; başvurucunun kendisine zimmetli silahla kendisini yaraladığı, bunun aksini gösterir delil, iz ve ifade olmadığı, başvurucunun kendisini askerliğe elverişsiz hâle getirmek kastıyla hareket ettiği kanaatine ulaşılamadığı, idari tahkikat raporunda bölük komutanı, takım komutanı vekili ve takım astsubayının birtakım ihmalleri olduğu belirtilse de başvurucunun kendisini yaralaması ile ihmalî hareketler arasında doğrudan bir illiyet bağı olmadığı, bu nedenle söz konusu kişilerin cezai sorumluluklarının bulunmadığı gerekçesiyle kendini askerliğe yaramayacak hâle getirmek suçu yönünden başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (kovuşturmasızlık kararı) vermiştir. Anılan karar başvurucuya 15/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir Başvurucu Tarafından Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç Millî Savunma Bakanlığına yaptığı maddi ve manevi tazminat talebi zımni olarak reddedilen başvurucu, 14/11/2014 tarihinde Millî Savunma Bakanlığı aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Bu davada başvurucu, idari tahkikat raporundaki tespitlere işaret edip silah hakkında yeterli bilgiye sahip olmamasına rağmen kendisine silahlı görev verildiğini de belirterek uğradığı zararların idarece tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. AYİM İkinci Dairesi 6/5/2015 tarihinde, idari tahkikat raporunda ifade edilen kendisini askerliğe elverişsiz hâle getirmek için başvurucunun kendisini yaraladığına ilişkin kanaat ile kovuşturmasızlık kararını esas alarak oyçokluğu ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: “......[G]erek idari tahkikat raporu ve gerekse askerî Savcılıkça yapılan soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararları dikkate alındığında; davacı Harun AYDOĞAN'ın koltukaltı bölgesinden yaralanması olayına, kendi kastı ve kusurlu davranışının neden olduğu, başka birinin ya da idarenin herhangi bir ajanının bir dahlinin veya katkıda bulunan bir kusurunun olmadığı, dolayısıyla zarar doğuran yaralanmanın doğrudan davacının kasti eylemleri sonucu meydana geldiğinin tespit edildiği, bu haliyle oluşan zararla davalı idarenin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluğunu gerektirir bir illiyet bağı bulunmadığı ve bu itibarla davalı idareye yüklenebilir bir kusurun olmadığı anlaşılmakla, davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddine karar verilmesi gerektiği kanaat ve sonucuna varılmıştır....” AYİM İkinci Dairesinde görevli iki üye, öz itibarıyla idari tahkikat raporundaki tespitlere değinerek başvurucunun psikolojik sorunları olduğuna ilişkin beyanlara ve bu konuda ortaya çıkan emarelere rağmen gerekli tedbirlerin alınmaması, başvurucuya rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmemesi, psikiyatri yönünden bir rahatsızlığı olup olmadığının tespiti ve böyle bir rahatsızlığı varsa tedavisinin yapılması için girişimde bulunulmaması, psikolojik durumuna ve birliğe katılış tarihi itibarıyla henüz hazır olmamasına rağmen silahlı nöbet hizmetinde görevlendirilmesi nedenleriyle olayda hizmet kusurunun bulunduğu düşüncesiyle karara muhalif kalmışlardır. Başvurucunun kendini yaraladığına dair her türlü şüpheden uzak delil bulunmadığını, silah konusunda eğitilmeyen bir kişinin yaşamına son vermesinin veya yaşamını tehlikeye sokmasının hayatın olağan akışına uygun olduğunu ve dava konusu olaya benzer vakalarda idarenin hizmet kusurunun kabul edilerek tazminata hükmedildiğini belirterek yaptığı karar düzeltme başvurusu, AYİM İkinci Dairesince 6/1/2016 tarihinde reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 22/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvuru 19/2/2016 tarihinde yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk Başvuruya konu yargılamanın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler.Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görevden reddi halinde sonradan askerî Yüksek İdare Mahkemesine açılan davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz.”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, zorunlu askerlik hizmeti sırasında meydana gelen bir ölüm ve bu ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bir başvuruda, daha önce verdiği bir karara da atıf yapmak suretiyle genel olarak askerlikle bağlantılı kaygı ve memnuniyetsizlik hâli ile unsurların yakın bir intihar riskinin göstergesi olduğunun düşünülemeyeceğini belirtmiştir (Hayri Kamalak ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 2251/11, 8/10/2013, § 30). | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3830 | Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında hayati tehlike oluşacak şekilde yaralanma olayı meydana gelmesi ve bu olay nedeniyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvurucunun aynı olaya ilişkin 11/3/2020 tarihli ve 2020/9261 numaralı bireysel başvurusu aralarındaki fiilî ve hukuki irtibat nedeniyle bu başvuruyla birleştirilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 15/1/2020 tarihli kararıyla ilgili bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden değerlendirilmek üzere başvurucunun ülkesine sınır dışı edilmesine dair işlemin geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Kendi beyanına göre 2013 yılından beri Türkiye'de yaşayan başvurucu 1989 doğumlu olup Mısır Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucu, kardeşi ve arkadaşlarıyla birlikte 19/9/2019 tarihinde park hâlindeki bir araçta bulunduğu sırada şüphelenilmesi nedeniyle araçta kolluk görevlileri tarafından arama yapılmıştır. Aramada bir tabak içinde uyuşturucu madde bulundurulduğu tespit edilmesi üzerine İstanbul Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından başvurucu ve beraberindeki diğer kişiler hakkında ceza soruşturması başlatılmıştır. Ardından İstanbul Valiliğinin 23/9/2019 tarihli kararıyla 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi (kamu güvenliği açısından tehdit oluşturma) uyarınca başvurucunun sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu, anılan kararın iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde sınır dışı etme kararının hukuka aykırı olmasının yanı sıra Müslüman Kardeşler üyesi olması nedeniyle hakkında yakalama kararı olduğunu ve idam cezasına çarptırılacağını belirterek kendisinin 6458 sayılı Kanun'un maddesi gereği sınır dışı edilemeyecek şahıslardan olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu 14/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru tarihinden sonra İdare Mahkemesinin 21/1/2020 tarihli kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...davacının üzerine isnat edilen bu eylemin kamu düzeni ve sağlığını tehdit ettiği, bu hususta kesinleşmiş yargı kararı aranmayacağı, davacının 6458 sayılı Yasanın maddesinin fıkrasının (d) bendine göre sınır dışı edilmesine ilişkin tesis edilen işlemde ve davacının sınır dışı edilmesi üzerine tesis edilen ikamet izninin iptaline dair işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.Öte yandan davacı her ne kadar ülkesine geri gönderilmesi halinde can güvenliğinin tehlikeye gireceğini iddia etmekte ise de, davalı idare tarafından davacının6458 Sayılı Kanunun ve maddeleri kapsamına girip girmediği hususunun değerlendirildiği ve davacının bu maddeler kapsamında olmadığına karar verildiği, yine davacı tarafından ülkesinde İhvan üyesi olduğu ve hakkında yakalama kararı olduğu yönündeki iddialara ilişkin somut delil, bilgi ve belge bulunmadığı, davacının isteği halinde güvenli bir ülkeye de gidebileceği anlaşıldığından davacının iddiasına itibar edilmemiştir." Başvurucu, İdare Mahkemesinin kararının 10/3/2020 tarihli tebliğinden sonra 11/3/2020 tarihinde ikinci kez bireysel başvuruda bulunmuş, başvurular birleştirilerek incelenmiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28- | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/1944 | Başvuru, sınır dışı etme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, Şırnak'ta terör örgütüne yönelik operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve konuya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Türkiye'de, PKK terör örgütünün neden olduğu şiddetin sona erdirilmesi amacıyla 2012 yılında başlatılan, yaklaşık üç yıl devam eden ve demokratik açılım olarak adlandırılan sürecin ardından -güvenlik güçlerinin raporlarına göre- anılan süreçte terör örgütünün bazı şehirlerde silah ve mühimmat yığınağı yapması sonucu 2015 yılının ortalarından itibaren terör ve şiddet eylemleri özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Şırnak'ın Cizre, İdil, Silopi ilçeleri, Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi, Diyarbakır'ın Silvan, Sur ve Bağlar ilçeleri, Mardin'in Dargeçit, Nusaybin ve Derik ilçeleri ile Muş'un Varto ilçesinde PKK terör örgütü tarafından cadde ve sokaklara hendekler kazılarak barikatlar kurulmuş; patlayıcılar yerleştirilmiş ve bu yerleşim yerlerinin bir kısmında öz yönetim adı altında hâkimiyet kurulmaya çalışılmıştır. Terör ve şiddet olaylarına, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından PKK mensuplarına karşı ortak olarak gerçekleştirilen ve başta Sur, Cizre ve Nusaybin olmak üzere on bir şehirde yürütülen askerî operasyonlarla müdahale edilmiştir. Terör örgütü mensuplarının yakalanması, halkın can ve mal güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması için yapılan operasyonların gerçekleştirildiği bölgelerin bazılarında 2015 yılının ikinci yarısından başlamak üzere değişen tarihlerde sokağa çıkma yasakları uygulanmış, bazı yerleşim birimleri geçici süreyle askerî güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Terör örgütü üyelerinin yakalanarak halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla getirilen sokağa çıkma yasakları güvenlik güçlerince yürütülen operasyonların sona ermesinin ardından kaldırılmıştır. Gerçekleşen geniş çaplı operasyonlarda beş yüze yakın güvenlik görevlisi şehit olmuş, iki binin üzerinde terörist etkisiz hâle getirilmiştir (sürece ilişkin detaylı aktarım ile operasyonlar ve hendek olaylarına ilişkin arka plan bilgisi için bkz. Gülser Yıldırım (2), B. No: 2016/40170, 16/11/2017; Ayşe Çelik, B. No: 2017/36722, 9/5/2019; Seyid Narin [GK], B. No: 2018/20156, 18/5/2022; Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022). Yukarıda özetlenen operasyonların gerçekleştirildiği ve sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemde 27/5/2016 tarihinde Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) kararına istinaden yapılan arama sırasında Şırnak'ın Aydınlıkevler Mahallesi'nde bulunan ve güvenlik güçleri tarafından E-138 olarak belirtilen binadaki iki farklı dairede toplam dokuz ceset bulunmuş, cesetlerden birinin başvurucu yakını U. olduğu tespit edilmiştir. Arama ve Elkoyma Tutanağı'nın incelenmesi neticesinde arama işleminin kamera ile kayıt altına alındığı, binada iki farklı dairede yapılan aramada ulaşılan dokuz cesedin yanı sıra Kalaşnikof marka bir tüfek, şarjör, dokuz kovan, el yapımı patlayıcılar (EYP) ve telsizin ele geçirildiği anlaşışmıştır. U.nun cesedi üzerinde yapılan otopside cesede çok sayıda şarapnel parçası ve ateşli silah mermi çekirdeğinin isabet etmiş olduğu, göğse, sırta, batına isabet edenlerin müstakilen ve müştereken öldürücü nitelikte olduğu, ölüm sebebinin bu yaralanmalara bağlı çoklu organ ve büyük damar yaralanmasına bağlı iç ve dış kanama olduğu tespit edilmiştir. Soruşturma dosyasının incelenmesi neticesinde başvurucu yakını maktulün PKK/KCK bölücü terör örgütünün şehir yapılanması içinde silahlı faaliyet gösterdiğine, ayrıca örgütün doktoru olduğuna dair tanık beyanları bulunduğu anlaşılmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun tanık sıfatıyla beyanı alınmıştır. Yürütülen soruşturma kapsamında yapılan araştırmada örgütü destekleyen haber ajanslarında maktul hakkında ''Şırnak direnişinde yaşamını yitiren U... son yolculuğuna uğurlandı" şeklinde haber yapıldığı, yine Şırnak Öz Yönetim Şehitleri 2016 isimli yapılan bir paylaşımda maktulün adının ve soyadının yazıldığı, şehit .. şeklinde görüntü kaydının olduğu tespit edilmiştir. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvar Müdürlüğünün uzmanlık raporuna göre maktulden alınan svapların tamamında atış artıklarında bulunan antimon elementi tespit edilmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı "terör örgütü üyesi olan ve güvenlik güçlerine karşı silahlı faaliyet yürüttüğü dosyadaki delil durumundan anlaşılan maktule yönelik fiilde meşru müdafaa şartlarının oluştuğu, olayda hukuka uygunluk sebebi bulunduğu" gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karara karşı yapılan itiraz reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 31/1/2019 tarihinde öğrenmiş; 28/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/7000 | Başvuru, Şırnak'ta terör örgütüne yönelik operasyonlar sırasında meydana gelen ölüm olayı ve konuya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2022/6908 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2022/6908 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuruculardan bir kısmı, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dairkararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, HAGB şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai karardan sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası mevzuat, içtihat ve belgeler için bkz. Atilla Yazar ve diğerleri [GK], B. No: 2016/1635, 5/7/2022, §§ 64- | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/6908 | Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında ilgisiz gerekçeyle mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde tespit edilen eksikliklerin verilen sürede tamamlanmadığı gerekçesiyle başvuru hakkında idari ret kararı verilmiştir. Komisyonca başvurucunun idari ret kararına yönelik itirazının kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1979 doğumlu olan başvurucu, olayların gerçekleştiği tarihte Antalya'da ikamet etmektedir. Başvurucunun aynı konutta ikamet ettiği arkadaşı G.E. ile aralarında tartışma yaşandığı, bu tartışmadan sonra G.E.nin evden ayrılması üzerine G.E.ye ait eşyaların başvurucu tarafından evden çıkarılarak belirli olmayan bir yere götürüldüğü iddia edilmiştir. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 25/2/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında hırsızlık suçundan kamu davası açılmıştır. Antalya Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 9/4/2010 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçtan 1 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine hükmedilmiştir.Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:"İddianamede sanığın belediye ekiplerince işyerinin mühürlenmesine rağmen mührü kırarak ticari faaliyetine devam ettiği belirtilip sanığın mühür bozma eyleminden cezalandırılması kamu adına talep ve iddia olunmuştur....İddia makamı esas hakkındaki mütalasında: Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamında sanıklardan Feyzullah Gültekin in [G. E.] ile birlikte gayri resmi olarak yaşadıkları [G.nin] babası [ E.] tarafından ev eşylaarının alındığı bu eşyaların müşterek olarak kullanıldığı daha sonra Feyzullah ın bu eşyaları araları bozdulduğundan çaldığı alınanmalların [G.] ve Feyzullah a ortak yaşamda kullanmnak üzere alınması sebebiyel sanık Feyzullah ın eylemi paylaş ve malik oluna mal üzerinden hırsızlık kabuliyle TCK 144/1-a ,53 md uyarınca cezalandırılmasına [A.nın] atılı suça karşıltığı sabit olmadığından beraatinekarar verilmesini kamu adına talepmütalaa etmiştir.Dosyadaki belge ve beyanların incelenmesinden, mühürleme tutanağından ve mühür bozma tutanağının incelenmesinden sanığa ait işyerinin 2009 yılı kasım ayında mühürlendiği ve sanığın işyerinin faaliyeti amacıyla 1 aralık 2009 günü yapılan kontrolde mührü kırdığının anlaşıldığı belirlendiğinden sanığın mühür bozma eyleminden cezalandırılmasına karar verilmiş olup, şartları oluştuğundan hükmün açıklanmasının geri bırakılması takdiren uygun görülmüştür.... | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13069 | Başvuru, ceza davasında ilgisiz gerekçeyle mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından İçtüzük'ün maddesi uyarınca sınır dışı işleminin durdurulmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve ilgili kurumlardan temin edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1987 doğumlu olup Tayland Krallığı vatandaşıdır. Başvurucu 2/7/2015 tarihinde ailesiyle birlikte yasal yollardan Türkiye'ye giriş yapmıştır. Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından 23/10/2015 tarihinde emniyet birimlerine gönderilen yazıda başvurucunun ülkesinde bir adli suça karışması nedeniyle hakkında yakalama kararı bulunduğu ve iadesinin talep edildiği bildirilmiştir. Başvurucu, Kayseri Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından 30/12/2015 tarihinde yakalanmıştır. Kayseri Valiliği Göç İdaresi Müdürlüğünün 31/12/2015 tarihli kararıyla başvurucunun kamu güvenliği bakımından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle idari gözetim altına alınmasına ve sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Başvurucu tarafından anılan kararın iptali istemiyle Kayseri İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açılmıştır. Dava dilekçesinde özetle başvurucunun Müslüman olması nedeniyle ülkesinde takibe uğradığı, gözaltına alındığı, işkence gördüğü, yakınlarının tutuklandığı ve bu nedenle ailesiyle birlikte ülkesinden ayrılarak Türkiye'ye geldiği, geri gönderilmesi hâlinde öldürülebileceği ya da kötü muamele maruz kalabileceği belirtilmiştir. Dava dilekçesinde ayrıca, başvurucunun Türkiye'de herhangi bir adli ya da idari olaya karışmadığı, sınır dışı edilme gerekçesinin bildirilmediği, noter aracılığıyla avukatına vekâletname çıkarmasına izin verilmediği ifade edilmiştir. İdare Mahkemesi 19/12/2016 tarihli ara kararıyla Göç İdaresi Genel Müdürlüğünden sınır dışı işleminin gerekçesinin bildirilmesini istemiştir. Mahkeme ayrıca, başvurucunun dava açılmasına ilişkin yazılı muvafakatini almıştır. Anılan dava İdare Mahkemesinin 10/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir: "Mahkememizin 2016 tarihli ara kararına Göç İdaresi Genel Müdürlüğünce verilen 2016 tarihli cevaptan, MİT Müsteşarlığının 2015 tarih ve 051/76236890 sayılı yazısı uyarınca davacının suça karışması nedeniyle Tayland makamlarınca hakkında yakalama kararı alındığı ve suçluların iadesi prosedürü çerçevesinde işlem gerçekleştirilebilmesi amacıyla talepte bulunulduğu anlaşılmaktadır. Bu duruma göre, davacı hakkında düzenlenen değerlendirme formunda davacının Tayland'daki bombalama olaylarıyla bağlantısının olabileceğinin belirtildiği, MİT Müsteşarlığının 2015 tarih ve 051/76236890 sayılı yazısı uyarınca da davacının suça karışması nedeniyle Tayland makamlarınca hakkında yakalama kararı alındığı ve suçluların iadesi prosedürü çerçevesinde işlem gerçekleştirilebilmesi amacıyla talepte bulunulduğu göz önüne alındığında, davacının kamu düzeni ve kamu güvenliği açısından bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun maddesinin fıkrasının (d) bendi uyarınca sınır dışı edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir." Bu karar, başvurucu tarafından 10/3/2016 tarihinde öğrenilmiş olup 23/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvuru formunda; idari dava dilekçesinde belirtilenlerden farklı olarak başvurucunun "etnik, dinî ve siyasi" nedenlerle ülkesini terk etmek zorunda bırakıldığı, sınır dışı edilmesi hâlinde daha önce olduğu gibi kötü muameleye maruz kalacağı belirtilmiştir. A. Ulusal Hukuk 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " (1) Bu Kanun, yabancılarla ilgili iş ve işlemleri; sınırlarda, sınır kapılarında ya da Türkiye içinde yabancıların münferit koruma talepleri üzerine sağlanacak uluslararası korumayı, ayrılmaya zorlandıkları ülkeye geri dönemeyen ve kitlesel olarak Türkiye’ye gelen yabancılara acil olarak sağlanacak geçici korumayı, Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarını kapsar.(2) Bu Kanunun uygulanmasında, Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası anlaşmalar ile özel kanunlardaki hükümler saklıdır." 6458 sayılı Kanun’un "Geri gönderme yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez." 6458 sayılı Kanun’un 29/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (676 sayılı KHK) maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün talimatı üzerine veya resen valiliklerce alınır.(2) Karar, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisi, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.(3) Yabancı veya yasal temsilcisi ya da avukatı, sınır dışı etme kararına karşı, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. Mahkemeye başvuran kişi, sınır dışı etme kararını veren makama da başvurusunu bildirir. Mahkemeye yapılan başvurular on beş gün içinde sonuçlandırılır. Mahkemenin bu konuda vermiş olduğu karar kesindir. Yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde ‘54 üncü maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri ile ikinci fıkrası kapsamındakiler hariç’ yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.” 6458 sayılı Kanun’un 676 sayılı KHK’nın maddesiyle değişik “Sınır dışı etme kararı alınacaklar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Aşağıda sayılan yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınır:a) 5237 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi kapsamında sınır dışı edilmesi gerektiği değerlendirilenlerb) Terör örgütü yöneticisi, üyesi, destekleyicisi veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlarc) Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlarç) Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlard) Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlare) Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenlerf) İkamet izinleri iptal edilenlerg) İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden fazla ihlal edenlerğ) Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenlerh) Türkiye’ye yasal giriş veya Türkiye’den yasal çıkış hükümlerini ihlal edenlerı) Hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmasına rağmen Türkiye’ye geldiği tespit edilenleri) Uluslararası koruma başvurusu reddedilen, uluslararası korumadan hariçte tutulan, başvurusu kabul edilemez olarak değerlendirilen, başvurusunu geri çeken, başvurusu geri çekilmiş sayılan, uluslararası koruma statüleri sona eren veya iptal edilenlerden haklarında verilen son karardan sonra bu Kanunun diğer hükümlerine göre Türkiye’de kalma hakkı bulunmayanlarj) İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlark) Uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından tanımlanan terör örgütleriyle ilişkili olduğu değerlendirilenler(2) Bu maddenin birinci fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri kapsamında oldukları değerlendirilen uluslararası koruma başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler hakkında uluslararası koruma işlemlerinin her aşamasında sınır dışı etme kararı alınabilir. ” 6458 sayılı Kanun'un "Sınır dışı etme kararı alınmayacaklar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) 54 üncü madde kapsamında olsalar dahi, aşağıdaki yabancılar hakkında sınır dışı etme kararı alınmaz:a) Sınır dışı edileceği ülkede ölüm cezasına, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacağı konusunda ciddi emare bulunanlar" 22/10/2014 tarihli ve 29153 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girenGeçici Koruma Yönetmeliği'nin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu Yönetmelik kapsamında hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez." B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Mevzuat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın infaz edilmesi dışında, hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemez. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması" Sözleşme'nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz." Mültecilerin hukuki durumuna dair 28/7/1951 tarihli Sözleşme'nin (Cenevre Sözleşmesi) maddesi şöyledir (Cenevre Sözleşmesi, 29/8/1961 tarihli ve 359 sayılı Kanun'la onaylanmış; 5/9/1961 tarihli ve 10898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir): “ Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade ("refouler") etmeyecektir. Bununla beraber, bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayılması yolunda ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adi suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkum olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike oluşturmaya devam eden bir mülteci, işbu hükümden yararlanmayı talep edemez.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) sınır dışı kararının uygulanması hâlinde yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edileceğine ilişkin şikâyetlerle ilgili ilkesel yaklaşımı özetle şöyledir (Referans alınan AİHM kararları için bkz. Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989; Saadi/İtalya [BD], B. No: 37201/06, 28/2/2008; S.S./Belçika ve Yunanistan [BD], B. No: 30696/09, 21/1/2011; J.K. ve diğerleri/İsveç [BD], B. No: 59166/12, 23/8/2016; Ghorbanov ve diğerleri/Türkiye, B. No: 28127/09, 3/12/2013; Mamatkulov ve Aksarov/Türkiye [BD], B. No: 46827/99, 4/2/2005; Babajanov/Türkiye, B. No: 49867/08, 10/5/2016):AİHM'e göre yabancıların ülkeye girişleri, ülkede ikamet edişleri ve ülkeden çıkarılmalarına ilişkin konular doğrudan o ülkenin ulusal egemenlik yetkisine ilişkin olup Sözleşme'nin maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bir başka deyişle bu tür konularda alınan kararların medeni hak ve yükümlülüklerle ilgisi bulunmamaktadır.Bununla birlikte bir yabancının sınır dışı edilmesi hâlinde işkence ve kötü muameleye maruz kalacağına dair ciddi emareler bulunması durumunda taraf devletin Sözleşme kapsamında sorumluluğu ortaya çıkmaktadır. Sözleşme, işkence ve kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etmeme yükümlülüğünü içermektedir.AİHM, Sözleşme'nin (yaşam hakkı) ve maddelerinin (işkence ve kötü muamele yasağı) birlikte ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerde kural olarak işkence ve kötü muamelenin mutlak şekilde yasaklandığı gerçeğinden hareketle başvuruları maddeyle sınırlı olarak incelemektedir. Bu kural geri gönderilen ülkede idam cezası uygulanacağı gibi doğrudan yaşam hakkının konusunu oluşturan şikâyetler bakımından geçerli değildir. AİHM, işkence ve kötü muamele riski bulunan ülkeye sınır dışı etmeme yükümlülüğünün kamu düzeni veya kamu güvenliği bakımından risk oluşturanlar bakımından da geçerli olduğununun ve hatta uluslararası terörizm tehlikesinin bulunduğu hâllerde bile bu yükümlülüğe bir istisna getirilemeyeceğinin altını çizmektedir. AİHM, geri gönderilen ülkede işkence ve kötü muamele riskinin varlığını haklı gösteren önemli gerekçelerin bulunması hâlinde bu iddiaların kapsamlı ve titiz (etkili) bir şekilde incelenmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. AİHM, söz konusu incelemenin etkililiğinden bahsedebilmek için sınır dışı kararı uygulanmadan önce ilgili kişiye bağımsız bir mercie başvuruda bulunma imkânı sunulması ve inceleme sonuçlanıncaya kadar sınır dışı kararının uygulamasının kendiliğinden (otomatik olarak) durdurulmasının önemine vurgu yapmaktadır. AİHM'e göre Sözleşme'nin maddesinin ihlaline karar verilebilmesi için işkence ve kötü muamele iddiasının bir olasılığın ötesinde gerçek bir risk düzeyine ulaşması gerekmektedir. Söz konusu riskin ciddiliği incelenirken geri gönderilecek ülkeyle ilgili koşullar taraf devletçe resen araştırılmalıdır. Bu araştırma yapılırken bağımsız insan hakları örgütlerinin ve hükûmetlerin hazırladığı ülke raporlarından yararlanılması mümkündür.AİHM'e göre başvurucuların kişisel durumlarına ve geri gönderilecekleri ülkede karşılaşacakları risklere ilişkin iddialarını ayrıntılı şekilde açıklama ve (varsa) iddialarını destekleyen belgeleri sunma yükümlülükleri bulunmaktadır. Bir başka deyişle başvurucuların kişisel durumlarına ilişkin iddialarını ispat külfeti kendilerine aittir. | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5687 | Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı edilme kararı verilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla11/8/2017 tarihinde gözaltına alınmış ve 18/8/2017 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkında yürütülen soruşturma sonucunda16/11/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu sekiz gün haksız yere gözaltında kaldığını, gözaltı kararı nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, itibarının zedelendiğini, terörist muamelesi gördüğünü, soruşturma sürecinde avukatla temsil edildiğinden bu avukatlık giderinin maddi tazminata dâhil edilmesi gerektiğini belirterek 000 TL maddi ve 000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Başvurucu, dava dilekçesinde gözaltının haksız olduğu iddiasını 5271 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendine -kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiş olmasına- dayandırmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde gözaltının hukuki olup olmadığı ile ilgili bir açıklamada bulunmamıştır. Adana Ağır Ceza Mahkemesi 28/2/2018 tarihli kararıyla başvurucuya (327,61 TL gelir kaybı, 000 TL soruşturma aşamasındaki vekâlet ücreti olmak üzere)327,61 TL maddi, 600 TL manevi tazminat ile 192 TL vekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu, hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi 2/5/2018 tarihinde Vergi Usul Kanunu Tebliği'ne göre ödendiği finansal kurumlarca düzenlenen belgeler ile kanıtlanamayan 000 TL vekâlet ücretinin maddi tazminata dâhil edilmesinin yanlış olduğunu belirtmiş, bu doğrultuda maddi tazminatı 927,61 TL (soruşturma aşamasındaki vekâlet ücretini 600 TL belirlemek suretiyle) vekâlet ücretini de 845 TL olacak şekilde düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. İlgili hukuk için bkz. A.A. [GK], B.No:2017/34502,21/10/2021, §§ 22- | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/17195 | Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Kadastro Tespitine İtiraz Süreci 1958 yılında 15/12/1934 tarihli ve 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu'na göre yapılan kadastro çalışmalarında 570 ada 3 parsel sayılı taşınmaz 19 Sefer 1264 tarihli tapu kaydına dayalı olarak Hazine ve diğer paydaşlar adına tespit edilmiştir. Tespite yönelik itiraz üzerine Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmış, 13/10/1987 tarihli karar ile 21/6/1986 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca dava dosyası Antalya Kadastro Mahkemesine devredilmiştir. Tespite itiraz davasında davacılar; dava konusu 570 ada 3 parselde harici satış, muristen intikal ve zilyetliğe dayanmışlardır. Antalya Kadastro Mahkemesince 29/6/2004 tarihli karar ile dava konusu taşınmazın payları oranında Hazine ve gerçek kişiler adına tesciline karar verilmiştir. Anılan kararda, başvurucular murisi Mehmet Rüştü oğlu Abdülmecit Tevfik Selekler 15840/414720 oranında pay sahibi olarak gösterilmiştir. Hüküm Yargıtay denetiminden geçerek 13/7/2006 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular murisi Abdülmacit Selekler yargılama devam ederken 11/11/1977 tarihinde vefat etmiştir. Öte yandan 570 ada 3 parsel tapuya tescil edildikten sonra imar uygulamasına tabi tutulmuş olup bu parselin ifrazından oluşan 4520 ada 48 parselin 11/288 hissesi hâlen muris Abdülmecit Selekler adına kayıtlıdır.B. Kamulaştırma Süreci Uyuşmazlığa konu taşınmazın 459 m2 yüz ölçümlü kısmının 24/12/1964 tarihinde ve 771 m2 yüz ölçümlü kısmının da 21/4/1969 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğünce (KGM) kamulaştırılması yönünde işlem tesis edilmiş, kamulaştırma kararı ilgililere tebliğ edilmiş ve belirlenen kamulaştırma bedeli de bankaya depo edilmiştir. Ancak taşınmazın mülkiyeti ihtilaflı olduğu için söz konusu bedelin ödenmesi kadastro davasının sonucuna kadar mümkün olamamıştır. Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucular 25/1/2012 tarihli dilekçeyle 570 ada 3 parselin ifrazından oluşan 4520 ada 48 parsel sayılı taşınmazda murislerinden intikal eden 11/288 oranında payınsahibi olduklarını ve söz konusu taşınmazın 718 m²sinin davalı KGM tarafından yol olarak kullanıldığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 000 TL'nin bu Kurumdan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir. Antalya Asliye Hukuk Mahkemesi, yapmış olduğu yargılama sonucunda 25/1/2012 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında, dava konusu 4520 ada 48 parselin geldisi olan 573 ada 3 parselin bedeli karşılığında KGM tarafından kamulaştırılıp kamulaştırma işleminin başvurucuların murisine usulune uygun olarak tebliğ edildiği saptamasına yer vermiştir. Mahkemeye göre bu sebeple dava sübuta ermemiştir. Karar başvurucular tarafından temyiz edilmiş ise de Yargıtay Hukuk Dairesince 18/2/2014 tarihinde onanmış, karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 23/11/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Hüküm 23/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 15/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı mülga İstimlâk Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"İstimlâki kararlaştırılan yerlerin tapu ve tapu kaydı yoksa vergi kayıtları ile ve ayrıca haricen yapılacak tahkikatla tesbit edilen mal sahibi, zilyed ve diğer alâkalılarından ikametgâhı tesbit edilmiş olanlara istimlâk olunacak gayrimenkulun plân veya ebatlı krokisi, istimlâk kararı ve takdir olunan kıymeti ve istimlâkin hangi idare lehine yapıldığı ve açılacak davalarda husumetin kime tevcih edileceği 15 gün içinde noter marifetiyle tebliğ olunur. Tebligatta Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri tatbik olunur…" 6830 sayılı mülga Kanun'un "Müddetler ve merci" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "İstimlâk olunacak gayrimenkulun sahibi zilyed ve diğer alâkalılar veya istimlâki yapan idare tarafından 13 üncü madde gereğince ikametgâhlarında tebligat yapılmış olanlar tebliğ tarihinden itibaren 15 gün, bunlar haricindekiler son ilân tarihinden itibaren 30 gün içinde istimlâk muamelesine karşı Şûrayı Devlette ve takdir edilen bedelle maddi hatalara karsı da gayrimenkulün bulunduğu mahal asliye hukuk mahkemesinde dâva açabilirler......" 3402 sayılı Kanun'un "Kesin hüküm" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''Kadastro mahkemeleri kararları, davada taraf olanlar ile taraflar dışında hak iddia ederek davaya müdahil sıfatıyla katılanların leh ve aleyhine kesin hüküm teşkil eder...''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Kamulaştırmasız el atma ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 26- | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1107 | Başvuru, kamulaştırmasız el atmaya dayalı tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör olaylarından dolayı köyün terk edilmeye mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için açılmış davanın reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve oluştuğu iddia edilen manevi zararların tazmin edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; terör olayları sebebiyle köyü terke mecbur kalınması nedeniyle eşitlik ilkesinin, özel hayatın gizliliği ilkesinin ve yerleşme ve seyahat hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Van ili Başkale ilçesi Beşocak köyünde ikamet etmekteyken 1991 yılında yaşanan yoğun terör olayları nedeniyle güvenlik güçleri tarafından göçe zorlandığını iddia etmiştir. Başvurucu 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. 4/3/2010 tarihli ve 2010/1-30100 sayılı Komisyon kararında, başvurucunun sulak ve biçenek cinsi arazilerini üç yıl kullanamaması sonucunda mal varlığına ulaşamaması nedeniyle başvurucuya toplam 200,27 TL tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"... Zarar Tespit Komisyonu Alt Çalışma Grubu, Köy muhtarı ve köy ihtiyar heyetinin katılımıyla 2009 tarihinde yapılan keşif sonucu düzenlenen tutanakta Beşocak köyü Çitgeliş mevkiinin yerleşim yeri olmadığı ancak tarım arazilerinin bulunduğu beyan edilmiştir. Ayrıca Başkale İlçesi Akçalı Jandarma Karakol Komutanlığınca 2008 tarihinde düzenlenen tutanakta Beşocak köyünün 1988 yılında meydana gelen kan davası nedeniyle boşaltıldığı, … belirtilmiştir. Mevcut bilgi ve belgelerden Beşocak köy merkezinin 1988 yılında kan davası (sosyal sebeplerden dolayı) sonucu terkedildiği, söz konusu bölgede terör olaylarının 1997 tarihinde başladığı ve bu tarihten itibaren komşu köy ve mezralarda yaşayan vatandaşların yerleşim birimlerini terk ettikleri anlaşılmaktadır. Beşocak köy merkezinin 1988 yılında kan davası sonucu tamamen boşalması; köy merkezinde mevcut yapıların yığma kargir olması; teknik yönden incelendiğinde binaların 1-2 yıl boş kalması sonucu enkaza dönüştüğü; köyün terk edilme sebebinin kan davası olması (5233 sayılı kanunda geçen terör ve terörle mücadeleden doğan zararlardan olmaması) nedeniyle bina zararının ödenmemesine; ancak civar köy ve mezralarının 1997 tarihinden itibaren güvenlik endişesi ile yerleşim birimlerini terk ettikleri ve sahip oldukları tarım arazilerini kullanamadıkları dikkate alınarak Beşocak köyü merkez ve Çitgeliş mevkiinde bulunan tarım arazilerinin kullanılamadığı 1997 (dahil) - 1999 (dahil) arasında geçen 3 yıllık süreçte oluşan tarım zararının ödenmesine; ... Kanun ve bağlı Yönetmeliğin ilgili hükümleri uyarınca müracaatçı, yasal mirasçı veya temsilcisinin ağaçlara, ürünlere, arazi, ev, ahır, ağıl ve tandır evi ile ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen zararlar için yapmış olduğu müracaat üzerine Van Valiliğinin 31/10/2005-11/02/2008 tarih ve 727-940 sayılı yazıları ile görevlendirilmesi istenen, Başkale Kaymakamlığı Komisyon Alt Çalışma Grubunun görevlendirilmesi üzerine söz konusu heyet tarafından keşif mahalli olan Van İli Başkale İlçesi Beşocak Köyüne 11/07/2009 tarihinde gidilmiş, hazır bulunan müracaatçı, vekili, mahalli bilirkişiler, köy muhtarı ve köy ihtiyar heyetinin katılımıyla taşınır ve taşınmazlara ilişkin tespitler yapılmış olup, adı geçenin uğradığı zarar miktarlarını gösterir bilgiler dosya içinde bulunan EK-1 Zarar Tablosunda (kişi hesap kartı, taahhütname) mevcuttur. Yapılan tespitler sonucu; Van İli Başkale İlçesi Beşocak Köyü’ne sınır köy ve mezra sakinlerinin yerleşim birimlerini 1997-1999 yılları arasında terör ve terörle mücadele kapsamında güvenlik endişesi ile terk ettikleri tespit edildiğinden, Beşocak köyünden müracaat eden başvurucuların sahip oldukları tarım arazilerini 1997 yılı (dahil) ile 1999 yılı (dahil) arasında geçen 3 yıllık süreç içerisinde terör ve terörle mücadele kapsamında güvenlik endişesi ile kullanamadıkları kanaatine varılmıştır. Mevcut bilgi ve belgeler ışığında; İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 22-24 Kasım 2006 ve 11-14 Şubat 2007 tarihlerinde Ankara ilinde Standardizasyon Oluşturulması’na yönelik toplantı sonucunda tarım ve hayvancılık zararları ile taşınmazlarla ilgili zararların hesaplanmasında kullanılacak değer aralıklarına ilişkin tavsiye niteliğindeki tablolarda belirtilen rakamların dikkate alınmak kaydıyla ilimiz ürün desenine uygun olarak hazırlanan Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonlarının 26/03/2007 tarih, 2007/128 sayılı kararlarıyla ilimizde kullanılacak değer aralıkları belirlenmişti. 2009 yılında uygulanan değer aralıklarına İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 22/03/2010 tarih ve 1802 sayılı yazısında belirtilen ortalama enflasyon rakamı olan (%53) oranında artırılmasının dikkate alınmasının uygun görüldüğünden, 2010 yılında karara bağlanacak dosyalar için Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonları’nın 07/07/2010 tarih ve 5031 sayılı kararında belirtilen değerlerin esas alınmasına karar verilmiştir. Söz konusu müracaat sahibinin ortaya çıkan zararlarının yapılan hesaplamalarını gösterir rakamlar dosya içinde bulunan EK-1 Zarar Tablosunda (kişi hesap kartı-taahhütname) mevcuttur.Kanun ve bağlı Yönetmeliğin ilgili hükümleri uyarınca müracaatçı vekilinin müvekkillerinin yıllardır yaşadığı topraklardan uzak kalması nedeniyle yaşanılan derin üzüntü ve sıkıntı sonucu oluşan manevi zararın tazminine yönelik manevi tazminat istemi hususunda yapılan değerlendirme neticesinde 5233 sayılı yasa ve yasaya bağlı olarak çıkarılan yönetmeliklerde manevi zarar ödenmesine ilişkin yasal bir düzenleme ve dayanak bulunmadığı için manevi tazminat talebinin değerlendirilmeyeceği sonucuna ulaşılmıştır..." Zarar Tespit Komisyonu kararı akabinde 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte sulhname örneği başvurucu vekiline gönderilmiştir. “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhname 27/09/2010 tarihinde başvurucu vekili tarafından imzalanmıştır. Başvurucunun köyünün on dokuz yıl boş kalmasına karşın Komisyon kararında üç yıl üzerinden hesaplama yapıldığı, başvurucunun evi ve ahırları olmasına rağmen bunların tespitinin yapılmadığı, hayvancılıktan kaynaklanan zararlarının ödenmediği, dolayısıyla Komisyon kararında belirtilen miktarın başvurucunun zararının tamamını karşılamadığı iddiasıyla başvurucu tarafından Van İdare Mahkemesinde maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açılmıştır. Van İdare Mahkemesinin 9/3/2012 tarihli ve E.2011/25, K.2012/253 sayılı kararı ile davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir: "... Dava, Van İli, Başkale İlçesi, Beşocak Köyü'nde ikamet etmekte iken güvenlik kaygısından ötürü 1991 yılında köyünü boşaltan ve 5233 sayılı Kanun uyarınca idareye yapmış olduğu başvuru sonucunda 2010 günlü, 2010/1-30100 sayılı Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonu kararıyla kendisine 200,27 TL ödenmesine karar verilen davacı tarafından, köyünü boşaltması sebebiyle uğradığı ve karşılanmadığını iddia ettiği zararlarına karşılık olarak 000,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi tazminatın 5233 sayılı Kanun hükümleri uyarınca davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanunun Kanun'un maddesinde "Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır." kuralına yer verilmiş bulunmaktadır.Aktarılan maddenin gerekçesinde ise; "... Hukukumuzda feragat, kabul ve sulh gibi işlemler, görülmekte olan davaları sona erdiren işlemlerdir. Sulh işlemi, dava öncesi yapılmışsa dava açılmasını engelleyici özelliktedir. Sulh işlemine rağmen dava açılırsa bu durum itiraz olarak ileri sürülebilir ve dava ortadan kaldırılır. Böylece dostane bir çözüm şekli olan sulh, bağlayıcı niteliktedir." şeklinde açıklamalara yer verilmiştir. Dosyanın incelenmesinden, davacının Van İli, Başkale İlçesi, Beşocak Köyü'nde ikamet etmekte iken güvenlik kaygısından ötürü 1991 yılında köyünü boşalttığını ileri sürerek 2006 tarihinde Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonu'na başvuruda bulunduğu ve malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararlarının 5233 sayılı Kanun hükümleri uyarınca tazmin edilmesini istediği, davacının söz konusu başvuruya ilişkin dilekçesinde güvenlik kaygısıyla göç etmesinden ötürü "evine, ahırına, samanlğına, küçükbaş ve büyükbaş hayvanları ile ağaçlarına ulaşamaması ve kira ödemek zorunda kalması" sebebiyle 000,00 TL tutarında maddi tazminat isteminde bulunduğu, davacının bu isteminin kısmen kabul edildiği ve 2010 günlü, 2010/1-30100 sayılı Van Valiliği Zarar Tespit Komisyonu kararıyla davacıya 200,27 TL ödenmesine karar verildiği, davacının bu tutarı kabul ettiği ve "uğradığı zararının tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederek" 2010 günlü sulhnameyi imzaladığı, davacının bu kez "idarenin sadece belirlenen ve ölçülen arazilerinden kaynaklanan tarım zararlarını ödeme kararı verdiği, köyün 19 yıl boş kalmasına karşın idarece 3 yıl üzerinden hesaplama yapıldığı, gerekli ölçümlerin yapılmadığı, hayvancılıktan kaynaklanan zararlarının ödenmediği"ni ileri sürerek 000,00 TL maddi ve 000,00 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan tam yargı davasını açtığı anlaşılmaktadır.5233 sayılı Kanun'la terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin gerçek zararlarının karşılanması esas olup; 5233 sayılı Kanun hükümleri uyarınca kişilerin daha önce karşılanmış bulunan ya da karşılandığı kabul edilen zararlarının tekrar uyuşmazlık konusu yapılması ve böylece mükerrer ödeme yapılmasına neden olacak şekilde tazmin edilmesine olanak bulunmamaktadır. Nitekim 5233 sayılı Kanun'un maddesinde "Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır." kuralına yer verilerek, sulhnamenin imzalanmasından sonra dava açılamayacağı öngörülmüş bulunmaktadır.Öte yandan davacının 5233 sayılı Kanun kapsamında idareye başvururken "evine, ahırına, küçükbaş ve büyükbaş hayvanları ile ağaçlarına ulaşamaması ve kira ödemek zorunda kalması" nedeniyle uğradığı zararlarının tazminini istediği ve idarece davacının bu zararlarının değerlendirilmesi sonucunda davacıya 200,27 TL ödeme yapılmasına karar verildiği, sulhnamenin imzalanmasından sonra açılan bu davada davacının istemine dayanak olarak "ev, ahır ve hayvanlarından kaynaklanan zararları" gösterdiği ve idareye sunduğu başvuru dilekçesinde belirttiğinden farklı herhangi bir zarar kalemine yer vermediği anlaşılmaktadır.Bu durumda davacının Van İli, Başkale İlçesi, Beşocak Köyü'nde meydana gelen terör olaylarından kaynaklanan imzalanan sulhname ile daha önce karşılandığı bizzat davacı tarafından kabul edilen zararlarının uyuşmazlık konusu edilmesi 5233 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca mümkün bulunmadığından, davacının tazminat isteminin reddedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca, 5233 sayılı Yasa kapsamında yalnızca maddi zararların karşılanması öngörülmüş olup, anılan Yasa'nın manevi zararların karşılanması hususunda bir düzenleme içermemesi karşısında; davacının manevi tazminat isteminin reddi gerekmektedir..." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Onbeşinci Dairesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2012/11730, K.2013/6587 sayılı ilamıyla onama kararı verilmiştir. Bu karar 31/1/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , , , geçici ve geçici maddeleri. 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in , ve maddeleri. | Ayrımcılık yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1681 | Başvuru, terör olaylarından dolayı köyün terk edilmeye mecbur kalınması nedeniyle 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvurunun kısmen kabul edilmesi ve idare ile sulhname imzalanması akabinde başvurunun kabul edilmeyen kısmı için açılmış davanın reddedilmesi nedenleriyle mülkiyet hakkının; ret işlemine karşı açılan davaya ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması ve oluştuğu iddia edilen manevi zararların tazmin edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının; terör olayları sebebiyle köyü terke mecbur kalınması nedeniyle eşitlik ilkesinin, özel hayatın gizliliği ilkesinin ve yerleşme ve seyahat hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kiraya veren sıfatıyla aleyhe idari para cezası uygulanması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Çeşme İlçe Emniyet Müdürlüğünce, araç kiralama işiyle uğraşan başvurucuya sürücü belgesi olmaksızın araç kullandırması nedeniyle 609 TL idari para cezası verilmiştir. Başvurucu, anılan idari para cezasına itiraz etmiş; itiraz Çeşme Sulh Ceza Hâkimliğinin 24/1/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 2/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 6/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6422 | Başvuru, kiraya veren sıfatıyla aleyhe idari para cezası uygulanması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, nihai hükmü 22/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 27/1/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4428 | Başvuru, tutuklu olan başvurucuya gelen veya başvurucu tarafından gönderilen mektupların Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'ne (UYAP) kaydedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ile haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru süresi içinde yapılmıştır. Komisyon 24/5/2023 tarihinde mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/10493 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 17/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama suçundan 6/10/2009 tarihinde gözaltına alınmış; 10/10/2009 tarihinde ise tutuklanmıştır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 26/10/2009 tarihli iddianamesi ile uyuşturucu ticareti yapma ve suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçlarından başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 30/5/2013 tarihli kararı ile başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan beraat etmesine, uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan ise 13 yıl 9 ay süreyle hapis ve 000 TL adli para cezalarıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Başvurucu 17/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden Yargıtay Ceza Dairesinin 30/4/2015 tarihli kararı ile hükmün onandığı anlaşılmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/19631 | Başvuru, tutukluluğun kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sokağa çıkma yasağı sırasında düzenlenen güvenlik operasyonlarında orantısız güç kullanımı nedeniyle yaşam hakkının, sokağa çıkma yasağı ve güvenlik operasyonları nedeniyle temel ihtiyaçların karşılanamaması, sağlık hizmetlerine erişim bulunmaması ve yakınların hayatından endişe duyulması nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Somut başvuruya konu olayın gerçekleştiği tarihlerde PKK terör örgütünün silahlı ayaklanma girişimine karşı bazı yerleşim bölgelerinde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgelerde yoğun bir şekilde terörle mücadele operasyonları yürütülmekte, terörist unsurlarla güvenlik güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanmaktadır (hendek olayları ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ve ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28, 342). Anlatılan olaylar kapsamında PKK terör örgütünün Sur'da gerçekleştirdiği silahlı saldırılarda 66 güvenlik görevlisi şehit olurken 428 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. Yalnızca 11/12/2015-23/12/2015 tarihleri arasında Sur ilçesinde güvenlik güçleri ile terörist unsurlar arasında 320 silahlı çatışma yaşanmıştır. Bunlardan 72'sinde terörist unsurlar tarafından roketatar kullanılarak saldırı düzenlenirken 86 saldırıda da patlayıcı kullanıldığı rapor edilmiştir. Aynı dönemde Sur ilçesinde PKK terör örgütü üyeleri tarafından sivillere ait ikametgâh ve işyerleri ile kamu kurumlarına ait binalarda 56 ayrı kundaklama yapıldığı belirlenmiştir. Somut başvuruda dile getirilen iddialara göre başvurucuların yakınları sokağa çıkma yasağı ilan edilen Sur ilçesinde ikamet etmektedir. Bazıları çocuk, bazıları da yaralı olan başvurucu yakınları, sokağa çıkma yasağı uygulanan Hasırlı Mahallesi'ndeki bazı binaların bodrum katlarında pek çok başka kişiyle birlikte mahsur kalmıştır. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle bulundukları yeri terk edemeyen bu kişiler tıbbi yardım başta olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Bulundukları yerin yakınlarında silahlı çatışmalar devam etmektedir. Bulundukları binaya mermi ve bombaların isabet etmesi nedeniyle başvurucu yakınlarının yaşamları tehdit altındadır. 25/2/2016 tarihinde yapılan somut başvuruda başvurucular, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesi uyarınca yakınlarının yaşam ve fiziksel bütünlüklerinin korunmasına ve sokağa çıkma yasağının kaldırılmasına yönelik geçici tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurunun kendisine ulaştığı aynı gün iddialarla ilgili olarak Diyarbakır Valiliğinden bilgi istemiştir. Valilik bu talebe verdiği cevabında özetle;i. Sivil ve yaralıların operasyon bölgesinde mahsur kaldığına ilişkin iddialar ve başvurular çerçevesinde 17-18-19-22-23-24/2/2016 tarihlerinde 00-30 saatleri arasında operasyonlar durdurularak sekiz farklı noktada güvenlik koridoru açıldığını, ambulansların hazır bekletildiğini, yazılı ve görsel basında duyurular ve mahallelerde anonslar yapılarak tahliye olmak isteyen kişilerin güvenli şekilde bölgeyi terk etmesine olanak sağlandığını ancak başvurucuların yakınlarının tahliye edilen kişiler arasında yer almadığını,ii. Operasyon bölgesinde mahsur kaldığı iddia edilen kişilerin hiçbirinin kamu makamlarıyla doğrudan iletişime geçmediğini, bu kişilerin adresleri ve sağlık durumları hakkında bilgi sahibi olunamadığını, başvuru formunda belirtilen tüm numaraların sağlık görevlilerince farklı zamanlarda dört kez arandığını ancak kimseye ulaşılamadığını,iii. Anayasa Mahkemesine bilgi ve belge sunulmadan önce 26/2/2016 tarihinde 30-00 saatleri arasında bir kez daha güvenlik koridoru oluşturulduğunu, başvurucuların yakınlarıyla iletişime geçilmeye çalışıldığını, yazılı ve görsel medyada duyurular, operasyon bölgesinde de anonslar yapıldığını ancak başvurucuların yakınlarının hiçbirinin güvenli bölgeye geçme girişiminde bulunmadığını,iv. 19/2/2016 tarihinde Valiliğe yapılan bir telefon ihbarında, aralarında başvuru formunda isimleri belirtilen bazı kişilerin de yer aldığı çok sayıda ailenin PKK terör örgütü üyelerince rehin alınarak bir binanın bodrumunda zorla tutulduğunun belirtildiğini, bu ihbarın doğru olabileceği dikkate alınarak şahısların kurtarılmasına yönelik operasyonların devam ettiğini bildirmiştir. Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, Valiliğin özetlenen cevabının ardından aynı tarihte yapılan benzer nitelikteki tedbir başvurularını 2015/3745 numaralı bireysel başvuru üzerinden birlikte ele alarak 29/2/2016 tarihli ara kararıyla tedbir talebinin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"... Anayasa Mahkemesi, mülki amirler tarafından alınan sokağa çıkma yasağı kararlarına ilişkin başvurular kapsamında anılan kararların yürütmesinin tedbiren durdurulması istemini içeren genel nitelikli talepleri yakın tarihlerde reddetmiştir (Mehmet Girasun ve Ömer Elçi [TAK], B. No: 2015/15266, 11/9/2015, § 14; Meral Danış Beştaş [TAK], B. No: 2015/19545, 22/12/2015, § 16). Somut olayın koşulları altında başvurucunun sokağa çıkma yasaklarına ilişkin genel nitelikteki tedbir talepleri hakkında anılan kararlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.... [Başvurucu Vedat Kesen’in dedesinin bulunduğu adrese gidilmediği iddiası yönünden] Başvurucu tarafından sokağa çıkma yasağı ilanının üzerinden 45 gün geçtikten sonra ilk kez 25/1/2016 tarihinde kamu makamlarına başvuru yapılmış, kamu makamlarınca olaydan haberdar olunmasının ardından bireysel başvuru yapılana kadar geçen sürede altı kez operasyonlara ara verilerek güvenlik koridoru açılmış, bölgede yaşayan bir kısım siviller tahliye edilmiş ancak başvurucunun yakınına ulaşılamamıştır (Sur’da sokağa çıkma yasağı ilan edilen bölgeden güvenlik koridoru açılarak tahliye edilen kişilere ilişkin bkz. Fikriye Tanrıkulu ve İnsan Hakları Derneği [TAK], B. No: 2016/3350, 24/2/2016). Ayrıca kamu makamları tarafından belirtilen adresin 150 metre yakınında ambulans bekletilmiş, anonslar yapılmış ve H.T.nin yakınlarıyla telefonla görüşülmüştür. Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden -güvenlik güçleri ve sağlık görevlilerinin yaşamlarının da tehlike altında oluşu dikkate alınarak- kamu makamlarının H.T.ye ulaşmak için gerekli tedbirleri almadığını söylemek mümkün değildir. ... [Başvurucular Mehmet Karatay, Mehmet Beşir Sürer, Ömer Çağrıcı, Gündoğan Alpaydıncı ve Recep Erkaplan’ın Yakınlarının Mahsur Kaldığı İddiaları Yönünden] Kamu makamları tarafından bölgede yaşayan sivillerin yaşamlarını ve fiziksel bütünlüklerini korumaya yönelik atılan adımlar incelendiğinde; Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmadan önce altı kez, bireysel başvurudan sonra ise bir kez operasyonlara ara verilerek mahsur kaldığı iddia edilen kişilerin tahliyesi için güvenlik koridoru oluşturulduğu görülmektedir. Ayrıca başvuru formunda belirtilen numaralarla iletişim kurulmaya çalışıldığı, yazılı ve görsel medyada duyurular yapıldığı, yasağın uygulandığı mahallelerde anonslar yapıldığı ve yapılan işlemlere ilişkin bilgi, belge, fotoğraf ve video kayıtları Anayasa Mahkemesiyle paylaşıldığı anlaşılmaktadır. Başvurucular tarafından yakınlarının güvenli bölgeye tahliyesine ilişkin kamu makamları nezdinde atılan adımlar incelendiğinde ise sadece yakınlarının sokağa çıkma yasağı uygulanan bölgede mahsur kaldığı bilgisini paylaştıkları görülmektedir. Ancak mahsur kaldığı iddia edilen kişilerin kamu makamlarıyla doğrudan iletişime geçmedikleri, bulundukları adrese ve sağlık durumlarına ilişkin bilgileri kamu makamlarıyla paylaşmadıkları, toplam yedi kez güvenlik koridoru oluşturulmasına rağmen bulundukları adresten ayrılmadıkları görülmektedir. Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden -güvenlik güçleri ve sağlık görevlilerinin yaşamlarının da tehlike altında oluşu dikkate alınarak- kamu makamlarının başvurucuların yakınlarına ulaşmak ve güvenli şekilde tahliye edilmelerini sağlamak için gerekli tedbirleri almadığını söylemek mümkün değildir. ..." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/3745 | Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sokağa çıkma yasağı sırasında düzenlenen güvenlik operasyonlarında orantısız güç kullanımı nedeniyle yaşam hakkının, sokağa çıkma yasağı ve güvenlik operasyonları nedeniyle temel ihtiyaçların karşılanamaması, sağlık hizmetlerine erişim bulunmaması ve yakınların hayatından endişe duyulması nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; eczane açma talebinin muvazaa bulunduğu gerekçesiyle reddedilmesinin kişilik haklarına saldırı oluşturması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucunun İzmir'in Karşıyaka ilçesinde eczane açma talebiyle yaptığı başvuruda Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından eczane açma talebinin muvazaalı olduğuna karar verilmiş ve akabinde başvuru dosyası İzmir İl Sağlık Müdürlüğünce işlemden kaldırılmıştır. Kararın tebliğ edilmesi üzerine başvurucu, anılan işlemin iptal edilmesi talebiyle 6/7/2011 tarihinde İzmir İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Yetkisizlik kararı üzerine dava dosyasının gönderildiği Ankara İdare Mahkemesinin 30/4/2013 tarihli kararıyla dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; muvazaanın bulunduğuna ilişkin iddiaların muvazaayı destekleyen bilgi ve belgelerle kanıtlanamadığı, başvurucunun konuyla ilgili olarak verdiği cevapların yeterli olduğu belirtilmiştir. Ayrıca mevzuat gereğince, açılan eczanenin denetimlerinin sıklıkla ve titizlikle yapılacağının ve eczacının yıl içinde görevi başında bulunmadığının üç kez tutanakla tespit edilmesi ya da muvazaaya ilişkin ispatlayıcı başka belgelerin bulunması durumunda ruhsatın iptal edilebileceğinin düzenlendiği de belirtilmiştir. Söz konusu karar Danıştay Onbeşinci Dairesinin 27/5/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. İdarenin karar düzeltme talebi ise aynı Dairenin 26/2/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, eczane açma talebinin hukuka aykırı şekilde işlemden kaldırıldığının Mahkemece tespit edildiğini, bu süreçte maddi ve manevi anlamda zarara uğradığını belirterek 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebiyle 27/4/2016 tarihinde tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; 1976 yılında eczacılık fakültesinden mezun olduğunu, daha önce çeşitli yerlerde eczane açtığını ve işlettiğini, sahip olduğu tecrübeye dayanarak çalışma şevkiyle eczane açma girişiminde bulunduğunu ancak muvazaa nedeniyle bu girişiminin haksız şekilde engellendiğini belirtmiştir. Eczacılık mesleğini icra ettiği yirmi üç yıl boyunca herhangi bir müeyyideyle karşılaşmadığını, onuruyla meslek hayatını sürdürdüğünü ancak muvazaalı işlemin tarafı olduğu izlenimi verecek şekilde hakkında tasarrufta bulunulması nedeniyle manevi anlamda eziklik hissettiğini, onurunun kırıldığını ve hukuka aykırı olduğu yargı kararıyla tespit edilen işlem nedeniyle gelirden mahrum kaldığını ileri sürmüştür. Sağlık Bakanlığı tarafından sunulan savunma dilekçesinde ise başvurucunun zarara uğradığını ileri sürdüğü işlem nedeniyle tazminat ödenmesini gerektiren bir durumun bulunmadığı iddia edilmiştir. Ankara İdare Mahkemesinin 12/10/2017 tarihli kararıyla manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ve başvurucuya 000 TL ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat ile maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi sunamaması nedeniyle ilgililerin üzüntü ve sıkıntı duymalarının manevi zararın varlığının kabul edilmesi ve manevi tazminata hükmedilmesi için yeterli olduğu, başvurucunun muvazaalı işlem yaptığı sonucunu doğuran idari işlemler nedeniyle davalı idarenin olayda hizmet kusurunun olduğu, başvurucunun duyduğu acı ve üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca iptal edilen işlem nedeniyle eczacılık ruhsatının yalnızca başvurucunun belirttiği adres için düzenlenebileceği, anılan adreste başka bir eczanenin faaliyete geçmesi nedeniyle bu anlamda fiilî imkânsızlık oluştuğu, başka bir adreste eczane açabileceği başvurucuya bildirilmesine rağmen başvurucunun bu yönde bir talepte bulunmadığı, dolayısıyla idari işlemden kaynaklanan maddi bir zarar oluşmadığı, tazminini gerektiren somut verilerin bulunmaması, kâr kaybı ihtimalinin gerçek ve kanıtlanmış bir zarar olarak kabul edilemeyeceği, bu nedenlerle maddi tazminat talebinin reddedildiği ifade edilmiştir. Söz konusu karara karşı davalı idare tarafından yapılan istinaf başvurusu Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin 29/3/2018 tarihli kararıyla kabul edilmiş ve davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde; somut olayda başvurucuya kasten zarar verme amacıyla tesis edilmiş ya da ağır hizmet kusuruyla sakat bir işlemin bulunduğuna ilişkin hukuken geçerli, objektif bilgi ve belgelerin olmadığı ve idarelerin hukuka aykırı bulunan her işlem için ilgililere manevi tazminat ödemekle yükümlü kılınamayacağı belirtilmiştir. Başvurucunun temyiz talebi Danıştay Onuncu Dairesinin 17/4/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu, nihai kararı 14/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 8/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/29020 | Başvuru; eczane açma talebinin muvazaa bulunduğu gerekçesiyle reddedilmesinin kişilik haklarına saldırı oluşturması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, naklen atama işleminin iptali istemiyle açılan davada verilen yürütmenin durdurulması kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden başvuruya konu yargılama dosyasına ilişkin tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Kocaeli Emniyet Müdürlüğünde Asayiş Şube Müdürü olarak görev yapmakta iken 30/1/2014 tarihli işlem ile Derince İlçe Emniyet Müdürü olarak atanmıştır. Başvurucunun anılan işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemi ile açtığı davada Kocaeli İ. İdare Mahkemesinin 14/5/2014 tarihli ve E.2014/299 sayılı kararıylabaşvurucunun atanmasına ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğu ve uygulanması hâlinde telafisi güç zararlar doğacağı gerekçesiyle 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesi gereğince yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir. İdarenin karara karşı yapmış olduğu itiraz, Sakarya Bölge İdare Mahkemesinin 26/6/2014 tarihli ve Y. İtiraz 2014/622 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Bu arada başvurucu, 21/5/2014 tarihli işlemle Derince İlçe Emniyet Müdürlüğünden Kocaeli Toplum Destekli Polislik Şube Müdürlüğüne şube müdür yardımcısı olarak atanmıştır. Anılan yürütmenin durdurulması kararı üzerine idare, 6/6/2014 tarihli işlem ile 6/3/2014 tarihli ve 28933 Mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen 2577 sayılı Kanun’un maddesi gereği boş kadro olmadığı gerekçesiyle başvurucuyu tekrar Toplum Destekli Polislik Şube Müdürlüğüne şube müdür yardımcısı olarak atamıştır. Başvurucu 21/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru yapıldıktan sonra Kocaeli İdare Mahkemesi 29/8/2014 tarihli kararla dava konusu işlemi iptal etmiş ise de bu karar Sakarya Bölge İdare Mahkemesinin 1/4/2015 tarihli ve E.2015/74, K.2015/945 sayılı kararıyla bozulmuş ve davanın reddine karar verilmiştir. Karar düzeltme yoluna başvurulmamış ve başvurucunun Derince İlçe Emniyet müdürü olarak atanması işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin karar kesinleşmiştir. İlgili hukuk için bakınız Bülent Türk [GK], B. No: 2014/7002, 1/12/2016, §§ 17- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12287 | Başvuru, naklen atama işleminin iptali istemiyle açılan davada verilen yürütmenin durdurulması kararının gereği gibi uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbirleri uygulanması nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından kasten öldürme suçunu işediği isnadı ile 13/5/2017 tarihinde yakalanmış ve gözaltına alınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 14/5/2017 tarihinde başvurucunun müsnet suçtan ifadesini almış, sonrasında başvurucuyu serbest bırakmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu hakkında tasarlayarak öldürme suçundan kamu davası açmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 16/4/2018 tarihinde başvurucunun bu suçtan beraatine karar vermiştir. Karar istinaf ve temyiz incelemelerinden geçerek kesinleşmiştir. Beraat kararının kesinleşmesi sonrasında başvurucu, hakkında uygulanan haksız yakalama ve gözaltı tedbirleri nedeniyle 000 TL manevi, 000 TL maddi tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) 29/9/2020 tarihinde maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü ile 1 günlük gözaltı süresi için 46,80 TL maddi, 100 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Başvurucunun istinaf kanun yolu başvurusu Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi tarafından esastan kesin olarak reddedilmiştir. Nihai kararın başvurucuya tebliğ edildiğine dair bir belgeye rastlanmamış olup başvurucu nihai kararı 1/4/2021 tarihinde öğrendiğini bildirmiş ve 8/4/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, yargılama giderlerini ödemekten geçici olarak muaf tutulmasına, ayrıca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/21532 | Başvuru, haksız yakalama ve gözaltı tedbirleri uygulanması nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, mahpusun çocuğu hakkında uygulanan ziyaret yasağı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun başvuru konusu olay tarihi itibarıyla on yedi yaşında olan çocuğu A.Ş., Çorum L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Kurum) hükmen tutuklu olan başvurucuyla açık görüş yapmak için Kuruma gelmiş ve A.Ş'nin X-Ray cihazından geçişi esnasında dış cebi delik olan montunun iç kısmında bir dijital bellek tespit edilmiştir. Kurum Müdürü; kuruma her türlü iletişim araçlarını sokmaya çalışmak şeklindeki fiil kapsamında A.Ş.nin on iki ay süreyle kurumda yapılacak olan görüşlere kabul edilmesinin kısıtlanmasına karar vermiştir. A.Ş. dijital belleği cebinde unuttuğunu, cebindeki delikten montunun iç kısmına düştüğünü, belleğin silah/bıçak gibi tehlikeli olmadığını ve getirilen yasağın ölçüsüz olduğunu ileri sürerek söz konusu işleme karşı Çorum İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) 24/12/2018 tarihli şikâyet dilekçesi sunmuştur. İnfaz Hâkimliği, ziyaret yasağının hukuka uygun olduğunu belirterek 31/12/2018 tarihinde şikâyet başvurusunun reddine karar vermiştir. Anılan karardan sonra bu sefer başvurucu, İnfaz Hâkimliğine 2/1/2019 tarihli dilekçe sunmuş ve Kurum Müdürü tarafından çocuğu A.Ş. hakkında verilen kararın 27/12/2018 tarihinde kendisine tebliğ edildiğini ifade ederek söz konusu kararın kaldırılmasını talep etmiştir. İnfaz Hâkimliği ret kararının A.Ş. ve başvurucu yönünden geçerli olduğunu söylemiş, başvurucunun talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı vermiştir. Diğer yandan A.Ş. hakkında infaz kurumuna yasak eşya sokma suçundan Çorum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmada A.Ş.nin kasıt ya da taksirinin bulunmadığı ve dijital bellekte yalnızca müzik dosyalarının yer aldığı gerekçesiyle 7/1/2019 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Devam eden süreçte İnfaz Hâkimliğinin şikâyet başvurusunun reddine ilişkin kararı başvurucu ve A.Ş.ye tebliğ edilmiş, her ikisi de karara itiraz etmiştir. Başvurucu; itiraz dilekçesinde, çocuğu A.Ş.nin içinde suç unsuru niteliğinde veri bulunmayan dijital belleği Kuruma kasıtla getirmediğini, montun delik olan cebinde unuttuğu belleğin montun iç kısmına düştüğünü, on yedi yaşında olan çocuğuna en üst sınırdan uygulanan bu yasağın ölçüsüz olduğunu ileri sürmüştür. İtiraz talebini inceleyen Çorum Ağır Ceza Mahkemesi, kararın usule ve yasaya uygun olduğunu ifade ederek 24/1/2019 tarihinde itirazı reddetmiştir. Başvurucu, nihai kararı 4/2/2019 tarihinde öğrendikten sonra 21/2/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/6906 | Başvuru, mahpusun çocuğu hakkında uygulanan ziyaret yasağı nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, “sahte evrak tanzim etmek ve cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 4/2/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 27/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 25/9/2003 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır. Beyoğlu Sulh Ceza Mahkemesinin 26/9/2003 tarih ve 2003/438 Sorgu sayılı kararıyla başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca, 16/10/2003 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının 20/11/2003 tarih ve E.2003/7832 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve diğer yedi şüpheli hakkında "cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve sahte evrak tanzim etmek" suçlarından Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Kadıköy Ağır Ceza Mahkemesi, 16/4/2004 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Anılan Mahkemece, 10/3/2006 tarih ve E.2003/432, K.2006/70 sayılı kararla başvurucunun, “sahte evrak tanzim etmek” suçundan 3 yıl 6 ay hapis cezası, “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 15/6/2009 tarih ve E.2006/8867, K.2009/7526 sayılı ilâmı ile bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 26/10/2009 tarih ve E.2009/246, K.2009/264 sayılı kararla başvurucunun, “sahte evrak tanzim etmek” suçundan 3 yıl 6 ay hapis cezası, “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine, Yargıtay Ceza Dairesinin 13/11/2013 tarih ve E.2013/5883, K.2013/16729 sayılı ilâmıyla; “sahte evrak tanzim etmek” suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün onanmasına, “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün bozulmasına ve zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle kamu davasının düşürülmesine karar verilmiştir. Karar başvurucuya 8/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 4/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi, maddesinin üçüncü fıkrası, maddesinin birinci fıkrası ile maddesinin birinci fıkrası; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (8) numaralı fıkrası. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1603 | Başvurucu, “sahte evrak tanzim etmek ve cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davada makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. | 1 |
Başvuru, ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla satın aldıkları süreli yayınların ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunan başvuruculara teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35702 | Başvuru, ücreti kendilerince karşılanarak kurum idaresi aracılığıyla satın aldıkları süreli yayınların ceza infaz kurumlarında tutuklu ya da hükümlü olarak bulunan başvuruculara teslim edilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Gaziantep İl Emniyet Müdürlüğü (Emniyet Müdürlüğü) Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğüne gelen CİMER (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) başvuruları ve bazı istihbari bilgiler üzerine konunun iletildiği Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından soruşturma başlatılmıştır. Edinilen bilgiye göre Gaziantep'teki bazı okulların kantin işletmelerine ilişkin ihalelerde bazı kişiler organize şekilde, ihaleye katılmak isteyenleri şiddet ve silahlı tehditle engellemekte, ihaleye kendileriyle irtibatlı kişileri sokup ihaleyi kazananlardan pay almaktadır. Bu konuda iletişimin tespitiyle ve fiziki takiple deliller toplanmış, müştekiler dinlenmiş ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır. Emniyet Müdürlüğünün fezlekesine göre iletişimin tespiti ve fiziki takip sonuçları ile güvenlik kamerası kayıtlarının incelenmesi neticesinde olarak bilinen bir suç örgütünün okulların kantini ihalelerini takip ettiği, kendileriyle irtibatlı kişilerin ihaleleri kazanması sonucu yüksek kazanç elde ettiği yönünde bilgilere ulaşılmıştır. Fezlekenin ilgili kısmı şöyledir:"...[Ş.K.]; ... [] olarak bilinen tolum üzerinde baskı ve korku yaratabilecek yapıya sahip suç geçmişi kabarık grupla ... İhale şartlarını ve fiyatlarını etkilemek amacı ile cemaat adı altında toplantı yapan, buradan aldığı güçle [] isimli şahsın ihaleye girmesini engellenmeye çalışan, [] adına ihaleleri organize eden, ayarladıkları adamlarını ihalelere sokan şahıs,... Cuma Çam [başvurucu]; [Y.Y.] isimli şahsın [S.Y.] ile bir araya gelerek kantin ihalesinin kazanılması konusunda izin aldığı, bu durumdan haberdar olan parasal konuda sıkıntı çıkaran [A.B.] ile [Ş.K.nin] isteği üzerine irtibat kuran... ihalesi alınan... Lisesinden elde edilen haksız kazançtan pay isteyen, [Ş.K.nin] talimatı ile hareket eden şahıs...[E.Y.]; Kantin sözleşmesinin feshedilmesini istemeyen [] isimli gruba mensup şahıs...Cuma Çam [başvurucu]; resmi olarak [E.Y.] üzerine kayıtlı olan kantini gayri resmi olarak satın alıp işleten ve edimin ifasına fesat karıştıran şahıs...[ ] olarak bilinen suç geçmişi kabarık ve toplum üzerinde baskı ve korku yaratabilecek yapıya sahip [S.Y.] liderliğindeki ... [Y.,İ.Y.,Ş.A., Ç., Ş.K.] ve bunların adamları tarafından takip edildiği, ihalelerin organize edilerek kendi adamlarına kazandırıldığı, ihalesi kazanılan okul kantinlerinin üçüncü şahıslara satılması sonucu yüksek miktarlarda kazanç sağladıkları ve ihalelere fesat karıştırdıkları, ...grup adına resmi işlemleri [Ş.K.nin] yaptığı, [Ş.K.nin] de [Y.Y., A.S.Y., Cuma Çam (başvurucu), A.,A.B.,A.,A.K., Ha.O., Hak.O.] isimli şahıslarla ihaleleri tertiplediği ve grubun lideri olan [S.Y.nin] güdümünde hareket ettikleri ve [nin] nüfuzunu kullanarak ihaleleri kazandıkları, [Ş.K.nin] ayrıca eski kantinciler odası başkanı olduğu...[Fezlekenin devamında Ş.K. ile başvurucu arasında gerçekleştirilen telefon konuşmalarına da yer verilmiştir.]" Başvurucu ve diğer 68 şüpheli hakkında olayla ilgili soruşturma yürütülmüş ve başvurucu ihaleye fesat karıştırma suçunu işlediği isnadıyla 24/7/2020 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık tarafından başvurucu ve diğer şüphelilerin ihaleye fesat karıştırma suçunu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu belirtilerek tutuklama talebinde bulunulmuştur. Başvurucu ve bir kısım şüpheli Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) tarafından 27/7/2020 tarihinde müsnet suçtan "... atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren TAPE kayıtları, görüntü inceleme tutanakları, fiziki takip tutanakları, ihale evrakları, kollukça tanzim edilen tutanaklar şeklindekidelillerinvarlığı, kanunda bu suça öngörülen cezanın üst haddi, itibari ile şüphelilerinkaçma şüphesinin bulunması,soruşturma konusu fiiil için öngörülen ceza ve güvenlik tedbiri nazara alındığında tutuklamanın haksızlığa yol açmayacak mahiyette bulunması ve tutuklama ile hedeflenen amaca adli kontrol ile ulaşmanın mümkün olmaması..." gerekçesiyle tutuklanmıştır. Bazı şüpheliler ise adli kontrol tedbirine hükmedilerek serbest bırakılmıştır. Başvurucunun tutukluluk hâline yaptığı itirazlar -tespit edilebildiği kadarıyla 26/8/2020, 14/9/2020, 21/9/2020, 7/10/2020, 8/10/2020, 20/10/2020, 3/11/2020, 19/11/2020, 26/11/2020, 7/12/2020 tarihli- suçun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesinin bulunması, delillerin henüz toplanmamış olması, henüz ifadesi alınmamış şüphelilerin bulunması, delillerin karartılması şüphesinin olması, atılı suç için kanunda öngörülen ceza miktarının alt ve üst sınırı, yargılama sonucunda alınabilecek muhtemel ceza miktarına göre tutuklama tedbirinin gelinen aşamalarda ölçülü olup adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacak olması gerekçeleriyle reddedilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin olarak Hâkimliğin kararına karşı yaptığı itiraz 28/12/2020 tarihinde Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir. Başvurucu, ret kararını 29/12/2020 tarihinde öğrendiğini belirtmiş; 31/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi üzerinden yapılan inceleme neticesinde Başsavcılığın 17/8/2020 tarihli müzekkereyle, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından ihaleye fesat karıştırma suçu ve kamu zararının oluşup oluşmadığı hususlarıyla ilgili olarak ihale uzmanı üç kişiden oluşan bir bilirkişi heyetinden rapor temin edilmesini talep ettiği, söz konusu raporun 11/1/2021 tarihli yazı ile Başsavcılığa iletildiği anlaşılmıştır. Başsavcılık 14/1/2021 tarihinde "...rapor hazırlanması için Ankara CBSye talimat yolu ile gönderildiği bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan raporda söz konusu 11 okula ait kantin ihalesinde hile, desise, vait, tehdit, nüfuz kullanma ve çıkar sağlama amacıyla fesat karıştırıldığının tespit edildiği, ancak oluşan kamu zararı açısından söz konusu okul kantinlerinde emlak bilirkişileri tarafından yaptırılacak tespit neticesinde kamu zararının tespitinin mümkün olduğunun bildirildiği, gerek yerelde emlak bilirkişilerine yaptırılacak inceleme, gerek ise bu incelemenin akabinde ihale uzmanı bilirkişi heyetinden aldırılacak ek rapor sürecinin yakın zaman zarfında sonuçlanmayacağı şüphelilerin tutuklulukta geçirmiş oldukları süre 7242 sayılı yasa ile infaz kanunda yapılan değişiklik ile birlikte göz önüne alındığında muhtemel mahkumiyetleri halinde dahi alacakları ceza açısından artık tutuklama tedbirinin orantılı olmayacağı değerlendirilmekle, şüphelilerin 5271 sayılı [CMK'nın] 103/1 maddesi gereğince tutuklu bulunduğu 'ihaleye fesat karıştırma' suçundan ayrı ayrı tahliyeleri ile, [CMK'nın] 109/3-b maddesi gereği 'belirli yerlere başvurmak' ve [CMK'nın] 109/k maddesi gereğince 'mernis adresinin bulunduğu il sınırlarını terk etmemek şeklinde' adlî kontrol altına alınarak serbest bırakılmaları" talebinde bulunmuştur. Bunun üzerine Gaziantep Sulh Ceza Hâkimliği 14/1/2021 tarihinde, başvurucu hakkında belirli yerlere başvurma, Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi (MERNİS) adresinin bulunduğu il sınırlarını terk etmeme ve yurt dışına çıkmama şeklinde adli kontrol tedbiri uygulanmak suretiyle başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Sonrasında başvurucu hakkındaki belirli yerlere başvurma ve MERNİS adresinin bulunduğu il sınırlarını terk etmeme adli kontrol tedbiri 15/11/2021 tarihinde, yurt dışına çıkmama adli kontrol tedbiri ise 19/4/2022 tarihinde kaldırılmıştır. Soruşturma devam etmektedir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/741 | Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, 19/12/1997 tarihinde açılan men’i müdahale, ecrimisil ve tazminat davasının 1/11/2012 tarihine kadar devam etmesi ve söz konusu yargılama sırasında, daha önce başvurucular lehine verilen tapu iptal ve tescil kararının dikkate alınmaması nedeniyle makul sürede yargılanma, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 21/12/2012 tarihinde İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölümün İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 26/3/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının, 5/3/2014 tarihinde yapılan değişiklikten önceki hâliyle (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığı 3/6/2013 tarihli yazısında görüşlerini bildirmiştir. Adalet Bakanlığının görüş yazısı başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 25/6/2013 tarihinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını bildirmişlerdir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Taşınmaza İlişkin Bilgiler ve Kamulaştırma Süreci Hatay ili İskenderun ilçesi Karayılan köyü Saylaklı mevkii 210 tapulama numaralı parselde bulunan 131 metrekare yüzölçümlü bireysel başvuru konusu taşınmaz ile bireysel başvuru kapsamı dışındaki 26 tapulama numaralı, 250 metrekare yüzölçümlü taşınmaz, Toprak Tevzi Komisyonunca 1961 yılının aralık ayında Hazine adına tespit görerek, 26/12/1961 tarihli ve 96 sayılı tapu kaydına istinaden Hazine adına tescil edilmiştir. Toprak tevzi komisyonu tutanakları ve kararlarına göre tapulama öncesinde, 26 parsel sayılı taşınmazın 362 ve 210 parsel sayılı taşınmazın 350 numaraya kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye Demir Çelik Fabrikaları Genel Müdürlüğü (TDÇİ)’nün 27/1/1968 tarihli ve 52 sayılı Yönetim Kurulu kararıyla; Payas-Sarıseki-İskenderun hudutları dahilinde bulunan ve teklife ilişik plan ile listelerde durumları gösterilen toplam 688 metrekarelik arazinin, üçüncü demirçelik sanayi tesisinin kurulması maksadıyla, 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı İstimlak Kanunu hükümleri uyarınca istimlakı yönünde karar alınmış, bu karar anılan Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, Sanayi Bakanlığı Sanayi Dairesi Reisliğinin 3/2/1968 tarihli ve 01175 sayılı işlemiyle uygun görülerek kamulaştırma işlemi gerçekleştirilmiştir. TDÇİ’nin İskenderun Tapulama Mahkemesine gönderdiği 26/6/1985 tarihli ve 182/01327 sayılı yazı ile 22/1/1986 tarihli ve 5907 sayılı yazısına göre, 26 parsel sayılı taşınmazın 516 ve 517; bireysel başvuruya konu edilen 210 parsel sayılı taşınmazın ise 350 parsel numarasıyla, değinilen büyük çaplı kamulaştırma işlemi kapsamında kamulaştırıldığı anlaşılmaktadır. Davalı idarenin İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesine, E.1997/1195 sayılı dosya kapsamında gönderdiği yazıya göre, bireysel başvuruya konu edilen 210 sayılı parsele o tarihte zilyet olmaları nedeniyle kamulaştırma işlemi başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvuru Konusu Taşınmaz ile Komşu Parseller Hakkında Geçmişte Açılan Davalar ve Bunlara İlişkin Yargılama Süreci a. Tezyidi Bedel Davası Başvurucular, dava konusu parselin de dâhil olduğu farklı parsel numaralı toplam on adet taşınmaz için, kamulaştırma işlemine istinaden 30/5/1968 tarihinde tezyidi bedel davası açmışlardır. İskenderun Asliye Hukuk Hakimliğinin 31/12/1975 tarihli ve E.1968/521, K.1975/724 sayılı kararıyla; bireysel başvuruya konu edilen 210 nolu parsel ile başvuru konusu edilmeyen 26 nolu parsel dışındaki taşınmazlarda bedelin arttırılmasına karar verilmiştir. 26 ve 210 nolu parseller yönünden ise kadastro tespitinin Hazine adına yapılmış olması ve bu nedenle başvurucuların bu parsellere yönelik taleplerini atiye (geleceğe) terk etmelerinden dolayı, her iki parsel yönünden karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir.b. Taşınmazların TDÇİ Adına Tapu Siciline Tesciliyle Buna Karşı Açılan Tespite İtiraz Davası TDÇİ tarafından, taşınmazlar üzerinde fabrika kurulmaya başlanması üzerine, 3/7/1969 tarihli ve 76 sayılı tapu kaydıyla, Hazine adına tescilli bulunan taşınmazlar mal müdürlüğünün devir ve temliki sonucunda TDÇİ adına tescil edilmiştir. Başvurucuların murisi Abdurrahman Saraçoğlu tarafından, TDÇİ adına yapılan tespite itiraz edilmiş ancak tapulama komisyonunca itiraz reddedilmiştir. İtirazın reddedilmesi üzerine anılan kişi tarafından kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak, Demir Çelik Müessese Müdürlüğü ve Köy İşleri Bakanlığı aleyhine Tapulama Mahkemesinde, 26 ve 210 nolu parseller için ayrı ayrı tapulama tespitine itiraz davası açılmış, görevsizlik kararı verilmesi üzerine 8/7/1971 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılmış, bu mahkeme tarafından da görevsizlik kararı verilmiştir. Emsal kararların ışığında, tapulama sırasında ihtilaflı bulunan taşınmazların gerçek hak sahibinin belirlenmesi yetkisinin Tapulama Hakimliğinde olduğu gerekçesiyle dosya yeniden Tapulama Mahkemesine intikal etmiştir. İskenderun Tapulama Mahkemesinin 22/4/1982 tarihli ve E.1978/37, K. 1982/12 sayılı kararında; toprak tevzi komisyonu tutanakları ve kararlarının tetkikinden, her iki taşınmazın, sahipleri tarafından ibraz edilen belgeler haricinde kaldıkları için 27/3/1950 tarihli ve 7467 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5618 sayılı, Çiftçiyi Topraklandırma Hakkındaki 4753 Sayılı Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bazı Maddeler ve Geçici Maddeler Eklenmesine Dair Kanun’un maddesi gereğince Hazine adına tespit yapıldığının anlaşıldığı, bu tespit ve tescil işinden yaklaşık on yıl sonra buraya üçüncü demirçelik fabrikasının kurulacağının öğrenilmesi üzerine sözkonusu yere tapulamanın girdiği, tapulamaca başlangıçta Hazine tapusunun mevcut olduğu gerekçesiyle tespit yapıldığı, bilahare itiraz üzerine tapulamanın ihtilafa el koyduğu, davacının, kök muris adına kayıtlı eski tapu ve vergi kayıtlarına dayandığı, davalıların ise dava zamanaşımına, taşınmazın usulüne uygun olarak Hazine adına tapulu bulunmasına ve davacının samimiyetsiz davrandığı iddiasına dayandıkları yönünde, maddi vakıaya ilişkin tespit ve değerlendirmelerde bulunulmuştur. Mahkeme, kararında devamla; eski tapu ve vergi kayıtlarının celbedilip, 21/5/1980 tarihinde mahallinde keşif yapıldığı, davacı şahitleri ile kısmen de bilirkişiler, köyün taşınmazlarının büyük kısmı istimlaka uğradığından birbirlerini tutan beyanlarıyla iddiayı doğrulamak istemişlerse de, Toprak Tevzi Komisyonunun belirtmeliğinde yazılı ve aynı köyden dört bilirkişi, köy muhtarı ve dört azanın imzalı bilgilerini havi tutanağın aksini ısbat edemedikleri, arz yüzeyinin fabrika kurulması sonucu tamamen değişmesi nedeniyle, ibraz edilen kayıtların mahalline tatbik edilemediği, şahitlerin afaki sözlerinin inandırıcı olmadığı şeklinde, tespit ve değerlendirmelerini sürdürmüştür. Mahkeme sonuç olarak; toplanan tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, Toprak Tevzi Komisyonunca tesis edilen işlemin geçerli, kanuna ve usulüne uygun bulunduğu, bunların aksinin ısbat edilemediği, esasen davanın dokuz-on yıl sonra demir-çelik istimlaklarından kazanç temini gayesiyle ikame olunduğu gerekçesine dayanarak, davacının sübut bulmayan, mülkiyetin kendisine ait olduğunun tespiti davasının reddi ile 26 ve 210 parsel sayılı taşınmazların, tapulama sırasındaki belirlemeye uygun olarak gerçek sahibinin Hazine olduğunun tespitine, böylece her iki parselin de vâki istimlak sebebiyle davalı İskenderun Demirçelik Müessese Müdürlüğü adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kararın davacı tarafından temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/5/1984 tarihli ve E.1984/6885, K.1984/6781 sayılı kararıyla; davacı tarafın eski tarihli tapu kayıtlarına, davalıların ise 11/6/1945 tarihli ve 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na göre Hazine adına oluşan ve tapulama tespitinin yapıldığı günden sonra, 28/6/1938 tarihli ve 3522 sayılı, Devlet Tarafından Kurulacak Demir ve Çelik Fabrikalarının Haiz Olacakları Muafiyet Hakkında Kanun’a dayanarak mal müdürlüğünün temliki ile intikal eden 3/7/1969 tarihli ve 76/81 sayılı tapu kaydına dayandığı, davalı tarafın tapu kaydının, dava konusu parsellere ait olduğu yönünde ihtilaf yok ise de davacı tarafın dayandığı tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesi için yapılan keşif ve uygulamanın hüküm vermeye elverişli olmadığı, toprak dağıtım komisyonunun belirtme tutanaklarındaki bilgiler, bu yöreye ait tüm vergi kayıtları ve komşu parsel tutanakları ile onların dayanağı belgeler ve sair inceleme-araştırma yapılmadan hüküm kurulmasının isabetsiz olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur. Yargıtayın bozma kararı üzerine İskenderun Tapulama Hakimliğinin 17/9/1986 tarihli ve E.1985/2, K.1986/68 sayılı kararıyla; bozma kararı gereğince celbedilen istimlak evraklarının incelenmesinden, TDÇİ’nin, demirçelik fabrikası yapılması için 3/2/1968 tarihinde istimlak kararı aldığının, tapulama tespitinin ise 6/4/1969 tarihinde yapıldığının ve mahallinde icra edilen keşif sırasında taşınmazın demirçelik fabrikalarının istimlak sınırları içerisinde kaldığının saptandığı, tapulama tespitinden önce yapılmış olan istimlak ile mülkiyetin kamuya geçtiğinin anlaşıldığı, sınırlı yetkili olan tapulama mahkemesinin mülkiyeti saptamakla görevli olduğu, istimlak ile mülkiyet kamuya geçtiğinden dolayı davacının hakkının bedeli istemekten ibaret olduğu, bunun ise mahkemelerinin yetkisi dışında bulunduğu, sonuç olarak davacının istimlak tarihinden önce mülkiyetin kendisine ait olduğu iddiasının mahkemelerince incelenmesine gerek ve mahal bulunmadığı, mülkiyetin tapulama tespitinden önce idareye geçmiş olduğu gerekçesiyle, davanın reddine 26 ve 210 nolu parsellerin TDÇİ adına tapuya tesciline, davacının istimlak bedellerini dava ve takip etmesi hususunda muhtariyetine karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/7/1988 tarihli ve E.1987/16096, K.1988/12083 sayılı kararıyla; taşınmazların, 4753 sayılı Kanun’un uygulanması sonucu Hazine adına tapu oluştuktan sonra TDÇİ tarafından istimlak kararının alındığı ve Hazine ile anlaşmaları neticesinde bu yerlerin kayden davalı TDÇİ’ye temlik edildiği, idarenin tapusu veçhile tespit yapıldığı, davacının ise eski tarihli bir tapuya istinaden itiraz ettiği ve dava açtığı, bozma kararına uyulmakla taraflar yararına usuli kazanılmış hak doğacağı, bu hakkın mahkemelerce ihlal edilemeyeceği, uyulan bozma kararının gereği yerine getirilmeyip farklı mülahazalarla tespit ve tescile karar verilmesinde isabet bulunmadığı gerekçesiyle, kararın yeniden bozulmasına hükmedilmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda, İskenderun Kadastro Mahkemesinin 14/9/1990 tarihli ve E.1988/135, K.1990/70 sayılı kararıyla; mahallinde yapılan keşif ile yeminli olarak dinlenen bilirkişi ve tanık beyanlarına göre dava konusu parsellerin tespit öncesinde kırk-elli yılı aşkın bir süredir davacıların nizasız-fasılasız zilyet ve tasarruflarında olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle davacıların davasının kabulüne, 26 ve 210 nolu parsellerin davacılar adına tapuya tespit ve tesciline karar verilmiştir. Kararı temyizen inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi, 30/12/1992 tarihli ve E.1991/729, K.1992/23403 sayılı kararıyla; bozma kararına uyularak yapılan araştırma, inceleme ve uygulamanın hüküm vermeye yeterli olmadığı, davacı tarafın dayandığı Teşrinievvel 288 tarihli ve 329 sayılı vergi kaydı ile “Nisan 308” tarihli ve 5 sayılı tapu (vergi) kaydı uygulamasının, dava konusu parsellerin hangisine tekabül ettiğinin ortaya konulmadığı, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden hüküm kurulmasının lüzumlu olduğu gerekçesiyle kararın bozulmasına hükmetmiştir. Bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda, İskenderun Kadastro Mahkemesinin 17/9/1993 tarihli ve E.1993/26, K.1993/42 sayılı kararıyla; 17/5/1993 tarihinde yapılan keşif sonucu yeminli olarak dinlenen mahalli bilirkişi ve tanık beyanlarından, “Nisan 308” tarihli ve 5 sayılı vergi kaydının, nizalı 26 nolu parsele ait olup bu taşınmaza mevki ve hudut itibarıyla uyduğunun, nizalı 210 nolu parselin ise önceleri dava dışı 209 nolu parsel ile bir bütün halindeyken, aradan tren yolunun geçmesi üzerine iki parçaya ayrıldığının, 63 tahrir 12 nolu vergi kaydının bu iki taşınmazı bir bütün halinde kapsadığının, mevki ve hudut itibarıyla her iki taşınmaza uyduğunun, dava konusu 26 ve 210 parsel sayılı taşınmazlar üzerinde davacılar ile murislerinin zilyetliklerinin, malik sıfatıyla, nizasız ve fasılasız 20 yıldan fazla sürdüğünün anlaşıldığı gerekçesiyle, davanın kabulüne, her iki parselin davacılar (başvurucular) adına tapuya tespit ve tesciline karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 5/10/1994 tarihli ve E.1994/5128, K.1994/7507 sayılı kararıyla; derece mahkemesi kararının 26 nolu parsele ilişkin kısmı onanmış, bireysel başvuruya konu edilen 210 nolu parsel yönünden ise yapılan araştırmanın yetersiz olduğu, zira, toprak tevzi komisyonu tarafından düzenlenen belirtmelik tutanaklarının 210 nolu parsel ile bir ilgisinin bulunmadığı gibi üç sınırı deniz ve kumsalı ile çevrili olduğu halde kıyı şeridi konusunda herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadığı, kıyı-kenar çizgisinin belirlenmemiş olması durumunda, 13/3/1972 tarihli ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararında belirlenen yöntem doğrultusunda tespit edilmesi gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verilmiş, yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 14/12/1994 tarihli ve E.1994/8755, K.1994/10028 sayılı kararıyla reddedilmiş, 26 nolu parselin başvurucular lehine tapuya kayıt ve tesciline dair karar 27/12/1994 tarihinde kesinleşmiştir. Bireysel başvuru konusu 210 nolu parsel hakkında verilen bozma kararı üzerine davaya devam eden İskenderun Kadastro Mahkemesi, 18/4/1996 tarihli ve E.1995/13, K.1996/15 sayılı kararında; yapılan araştırmalar sonucunda 210 parsele ilişkin belirtmelik tutanağının bulunmadığının anlaşıldığı, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde kıyı haritasının yapılmamış olduğu, keşif-bilirkişi beyan ve raporları, iddia, savunma yazı ve cevapları, tutanaklar, ek raporlar ve tüm dosya kapsamından, 210 parsele ait tapulama tutanağı ve paftanın, keşfi yapılan taşınmaza ait ve uygun olduğu, taşınmazın miktarının 150 metrekare değil 543 metrekare olduğu, mahallinde kıyı-kenar çizgisi belirlenmemiş olması nedeniyle bilirkişilere yaptırılan tespit sonucu 15/3/1996 ve 23/3/1996 tarihlerinde düzenlenen ek raporlara göre, 210 nolu taşınmazın 412 metrekarelik kısmının kıyı-kenar çizgisi içinde, geri kalan 131 metrekarelik kısmının ise kıyı-kenar çizgisi dışında kaldığının sübuta erdiği şeklinde belirlemelerde bulunmuştur. Mahkeme sözkonusu bilgi ve bulguları ortaya koyduktan sonra; toplanan tüm kanıtlara göre dava konusu taşınmazın kıyı-kenar çizgisi dışında kalan 131 metrekarelik kısmının, en az, 63 tahrir nolu vergi kaydının oluşturulduğu 1939 yılından, Hazine adına idari yoldan tapunun düzenlendiği 1961 yılına kadar davasız-aralıksız, malik sıfatıyla davacıların murisi tarafından kullanıldığı, Hazine adına idari yoldan tapunun düzenlendiği tarih itibarıyla davacıların murisi lehine kazandırıcı zamanaşımı yoluyla taşınmaz mal iktisap koşullarının meydana gelmiş bulunduğu ve Hazine adına oluşturulan 26/12/1961 tarihli ve 96 nolu tapu kaydının hukuki dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle, dava ve itirazın kısmen kabulüne, taşınmazın yüzölçümünün 543 metrekare olarak düzeltilmesi ve kıyı-kenar çizgisi dışında kalan 131 metrekarelik kısmının beş pay kabul edilerek iştirak halinde başvurucular adına tapuya kayıt ve tesciline, kıyı-kenar çizgisi kapsamında kalan 412 metrekarelik kısmın, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olarak tescile tabi olmadığı kabul edildiğinden, 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun maddesinin (C) bendi uyarınca kadastro dışı bırakılmasına karar vermiştir. Söz konusu karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/10/1996 tarihli ve E.1996/4525, K.1996/8235 sayılı kararıyla onanmış, davalı idare tarafından yapılan karar düzeltme talebi 13/12/1996 tarihinde reddolunarak bahsedilen karar, bireysel başvuruya konu olan 210 nolu parsel yönünden de kesinleşmiştir. Uyuşmazlık konusu 210 nolu parsel, İskenderun Kadastro Mahkemesinin değinilen son kararına istinaden tapu sicil müdürlüğünce 21/5/1997 tarihinde başvurucular adına tapuya kayıt ve tescil edilmiş olup, hâlihazırda da taşınmazın ½ si başvurucular adına kayıtlı bulunmaktadır.c. Kamulaştırmasız El Koyma Nedeniyle Açılan Tazminat Davası Başvurucular, 26 ve 210 nolu parsellerin adlarına hükmen tesciline karar verilmesi üzerine, her iki parsel için ayrı ayrı kamulaştırmasız elkoyma nedeniyle tazminat davası açmışlardır. 26 nolu parsel için İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinin 14/7/1995 tarihli ve E.1995/229, K.1995/753 sayılı kararıyla; davalı idarenin taşınmaza istimlaksız el koyduğunun anlaşıldığından bahisle, davanın kısmen kabulüne, 500 lira gayrimenkul bedelinin davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, para yatırıldıktan sonra, 26 nolu taşınmazın, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi uyarınca davalı idare adına tesciline karar verilmiş, bu karar Yargıtay Dairesinin 18/10/1995 tarihli ve E.1995/15539, K.1995/16742 sayılı kararıyla onanmış; başvurucuların, uyuşmazlık konusu 210 nolu parsel için, 12/3/1997 tarihinde açtıkları davadan, bilirkişi tarafından belirlenen tazminatın düşük bulunduğundan bahisle vazgeçmeleri üzerine, İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesinin 9/12/1997 tarihli ve E.1997/252, K.1997/1278 sayılı kararıyla, feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Bireysel Başvuruya Konu Men’i Müdahale, Ecrimisil ve Tazminat Davası ve Buna İlişkin Yargılama Süreci Başvurucular, 210 nolu parsel için açtıkları kamulaştırmasız elkoyma nedeniyle tazminat davasından feragatleri üzerine davanın reddedilmesinden sonra bu kez aynı parsel için 19/12/1997 tarihinde, İskenderun Demir Çelik A.Ş Genel Müdürlüğüne ve Sümer Holding A.Ş (Türkiye Demir Çelik A.Ş nin devri nedeniyle)’ye karşı men’i müdahale, ecrimisil ve tazminat davası açmışlardır. İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonunda 21/10/2008 tarihli ve E.1997/1195, K.2008/342 sayılı kararıyla; davacıların (aynı mahkemenin 1/12/2005 tarihli ve E.2004/467, K.2005/3195 sayılı kararıyla, 210 nolu parselin ½’sinin, başvurucular adına olan tapusunun iptal edilerek Zeliha Kayış adına tapuya tescil edilip, bu kararın onanarak 6/12/2007 tarihinde kesinleşmesi nedeniyle) ½’sine sahip oldukları 210 nolu parsele davalıların, kamulaştırma olmaksızın el attıkları, üzerine fabrika atıkları ve cüruf döktükleri, taşınmazı işgal edip haksız olarak ellerinde bulundurdukları gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile davalıların 210 parsel sayılı taşınmaza yapmış oldukları müdahalenin men’ine, 000 TL tazminat ve 438,24 TL ecrimisilin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsili ile başvuruculara verilmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar vermiştir. Tarafların bu kararı temyiz etmeleri üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/6/2009 tarihli ve E.2009/5114, K.2009/10567 sayılı kararıyla; dava konusu taşınmazın 3/2/1968 tarihinde kamulaştırıldığı ve başvurucular tarafından kamulaştırma bedelinin arttırılması davası açıldığı gözetildiğinde, dava konusu taşınmaza ilişkin kamulaştırma işleminin idari yönden kesinleştiği, böylelikle mülkiyetin de idareye geçtiği, bu itibarla kamulaştırmasız el atmadan bahsedilemeyeceği gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Başvurucular tarafından bu karara karşı karar düzeltme yoluna başvurulmuş ise de aynı Dairenin 31/5/2010 tarihli kararıyla karar düzeltme talebinin reddine karar verilmiştir. Bozma kararı üzerine yargılamaya devam eden İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesi; 31/3/2011 tarihli ve E.2010/333, K.2011/151 sayılı kararıyla, bozma kararı doğrultusunda ve aynı gerekçeyle davanın reddine karar vermiştir. Bu karara karşı başvurucular tarafından temyiz yoluna gidilmiş ise de Yargıtay Hukuk Dairesinin 24/1/2012 tarihli ve E.2011/14506, K.2012/853 sayılı kararıyla derece mahkemesi kararı onanmış ve nihayet 1/11/2012 tarihli karar düzeltme talebinin reddi kararıyla söz konusu karar kesinleşmiştir. Kıyı-kenar Çizgisi Tespit İşlemleri ve Buna İlişkin Yargılama Süreci Başvuru konusu parselle ilgili olan diğer bir dava, başvurucular tarafından Adana İdare Mahkemesinde açılıp, 4/9/2006 tarihinde faaliyete geçmesi nedeniyle Hatay İdare Mahkemesinde devam edilen, kıyı-kenarı çizgisi tespitine ilişkin idari işlemin iptali davasıdır. Hatay ili, İskenderun ilçesi, Karayılan beldesi sınırları içerisindeki 210 nolu parseli kapsayan bölgede geçen kıyı-kenar çizgisinin tespitine ilişkin 9/9/2004 tarihli ve 3215 sayılı Hatay Valiliği işlemi ile bu işlemin onaylanmasına ilişkin 20/12/2004 tarihli ve 2863-15803 sayılı Bayındırlık ve İskân Bakanlığı işleminin iptali talebiyle, başvurucular ve Karayılan Belediye Başkanlığı tarafından ayrı ayrı açılan davalarda, Hatay İdare Mahkemesinin 3/5/2007 tarihli ve E.2007/614, K.2007/413 sayılı kararı ile 30/11/2007 tarihli ve E.2007/516, K.2007/1795 sayılı kararıyla; mahallinde yapılan keşif sonucunda dava konusu alanda İskenderun Demir ve Çelik A.Ş tarafından büyük oranda dolgu yapıldığının anlaşıldığı, 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’na göre kıyıdaki doldurma işleminin kıyı-kenar çizgisini değiştiremeyeceği, kıyı-kenar çizgisi belirlenirken dolgu işleminden önceki verilere dayanılarak tespit yapılması gerekirken bunun yapılmadığı, 1956 yılı basımlı askeri haritada görüleceği üzere, kıyı-kenar çizgisinin bir bölümünün deniz içinde, bir bölümünün ise 3621 sayılı Kanun’a göre kıyı niteliğindeki yerlerden sayılan kumluk-çalılık sembolü içinde yer almasına rağmen, denizden doldurularak kazanılan alan içinden geçirildiği, arazideki doğal sınırın özellikle değinilen bu yerlerde dikkate alınmayıp, kıyı-kenar çizgisinin zemindeki nebati toprağın görünen dokunağından geçirildiği, 210 nolu parselin kuzey sınırının da 1956 yılı basımlı haritada deniz içinde kalmasına rağmen, bu durumun kıyı-kenar çizgisi tespitinde dikkate alınmadığı, sonuç olarak dava konusu idari işlemin 3621 sayılı Kanun ile Uygulama Yönetmeliğine uygun olmadığı gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir. Bayındırlık ve İskân Bakanlığının, başvurucuların açtığı davada verilen kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay Dairesinin 23/12/2008 tarihli ve E.2008/8319, K.2008/9521 sayılı kararıyla, iptal kararının onanmasına hükmedilmiştir. Kıyı-kenar çizgisi tespit işleminin Hatay İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine, idare tarafından iptal kararındaki gerekçeler doğrultusunda yeniden kıyı-kenar çizgisi tespit işlemine başlanılmış, 27/7/2007 tarihinde yapılan kıyı-kenar çizgisi tespit işlemi ile dava konusu parselin tamamı kıyı-kenar çizgisi içerisinde kalmıştır. Talep üzerine İskenderun Milli Emlak Müdürlüğünce 24/4/2015 tarihinde gönderilen belgeye göre de uyuşmazlık konusu taşınmaz, sözkonusu işlem nedeniyle hâlihazırda kıyı-kenar çizgisi içerisinde bulunmakta, dosya kapsamından ve başvurucuların anlatımlarından, başvurucuların buna karşı idari ve yargısal bir girişimde bulunmadıkları sonucuna varılmaktadır.B. İlgili Hukuk 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanunda geçen deyimlerden; Kıyı çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın durumları dışında, suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan çizgiyi, Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri yönünde yatay olarak en az 100 metre genişliğindeki alanı,…ifade eder. " 3621 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Kıyılar ile ilgili genel esaslar aşağıda belirtilmiştir: Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır, Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur. Kıyı kenar çizgisinin tespit edilmediği bölgelerde talep vukuunda, talep tarihini takip eden üç ay içinde kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur... " 3/8/1990 tarihli ve 20594 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Kıyı Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "Kıyılar ve doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan araziler Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır. Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. " 4721 sayılı Kanun’un maddesinin (1) nolu fıkrası şöyledir: "Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir. " 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: " Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz. Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tabidir. " 4721 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir;"Kazandırıcı zamanaşımından yararlanma hakkına sahip olan zilyet, zilyetliği kendisine devreden aynı yetkiye sahip idiyse onun zilyetlik süresini kendi süresine ekleyebilir". 21/6/1987 tarihli ve 3402 Kadastro Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir;"Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40,kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir". 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun maddesi şu şekildedir;"Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür". | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/1281 | Başvuru, 19/12/1997 tarihinde açılan men’i müdahale, ecrimisil ve tazminat davasının 1/11/2012 tarihine kadar devam etmesi ve söz konusu yargılama sırasında, daha önce başvurucular lehine verilen tapu iptal ve tescil kararının dikkate alınmaması nedeniyle makul sürede yargılanma, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. | 1 |
Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilmesi üzerine ilgili Cumhuriyet başsavcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi ve yeterli bir gerekçe gösterilmeden itirazın kabul edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (1) numaralı satırında yer alan 2018/33221 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık bir kısım başvurucu yönünden görüşünü bildirmiştir. Başvuruculardan bir kısmı, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Olaylar sırasında Ö. Van Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda, diğer başvurucular ise Manisa T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Manisa Ceza İnfaz Kurumu) PKK terör örgütüne üye olmaktan hükümlü olarak tutulmaktadır. A. Başvurucu Ö.ye İlişkin Süreç Başvurucu Ö. hakkında, terör örgütünün eğitimi kapsamında yazışmalar yaptığı iddiasıyla başlatılan disiplin soruşturması sonucu Disiplin Kurulu tarafından on beş gün hücreye koyma disiplin cezası verilmiştir. Van İnfaz Hâkimliği karar gerekçesinde örgütsel dokümanlar üzerinde yapılan yazışmaların itiraz edenin eli ürünü olmadığı Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğinin raporunda tespit edildiği anlaşıldığından disiplin cezasının iptaline karar verildiği belirtilmiştir.B. Diğer Başvuruculara İlişkin Süreç Manisa Ceza İnfaz Kurumunda tutulan başvurucular hakkında çeşitli tarihlerde yapılan sayımlar sırasında sayım için ayağa kalkmadıkları, bulundukları alanda durmakta direndikleri, sayım yapılmasına engel olmaya çalıştıkları ve slogan attıkları iddialarıyla disiplin soruşturmaları yapılmıştır. Soruşturmalar sonucunda Disiplin Kurulu tarafından muhtelif tarihlerde başvuruculara 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da düzenlenen Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, muhtelif sürelerle hücreye koyma gibi muhtelif disiplin cezaları verilmiştir. Başvurucular disiplin cezalarına karşı ekli tablonun (D) sütununda esas numaraları gösterilen İnfaz Hâkimliklerine şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Cumhuriyet savcıları çeşitli tarihlerde dosyalara yazılı görüş vermiştir. Söz konusu yazılı görüşlerde özetle itiraz konusu disiplin cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazların reddi, disiplin cezalarının onaylanması talep edilmiştir. Manisa İnfaz Hakimliğince başvurucuların disiplin cezalarına yapmış oldukları itirazlar kabul edilerek Disiplin Kurullarının vermiş olduğu disiplin cezaları kaldırılmıştır. Bütün Başvuruculara İlişkin Ortak Süreç Cumhuriyet savcıları Disiplin Kurulu kararlarının hukuka uygun olduğunu belirterek Van ve Manisa İnfaz Hâkimliğinin iptal kararlarına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtiraz dilekçeleri başvuruculara tebliğ edilmemiştir. İtirazlarda özetle hükümlü/tutukluların söz konusu tarihlerde Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 7/8/2018 tarihli yazısı gereği sayımların belli bir nizamda ve ayakta görülecek şekilde alınmasına yönelik görüşe aykırı şekilde oturarak sayım vermek istedikleri, Kurumun her defasında aynı eylem ile karşılaştığı ve Genel Müdürlüğün yazısına istinaden ayağa kaldırma işlemlerinin yapıldığı, söz konusu eylemin aktif bir şekilde görevi yaptırmamak için direnme suçunu oluşturmadığı ancak herhangi bir eylemin ceza hukuku anlamında suç teşkil etmese bile idare hukuku anlamında disiplin cezasına yönelik bir eylem teşkil edebileceği, bu hâliyle eylemin idari tedbirlere açıkça aykırı olduğu ve disiplin cezasını gerektirdiği belirtilmiştir. Ö. yönünden ise; başvurucunun avluda bulduğunu iddia ettiği dokümanları görevlilere teslim etmeyerek ayakkabısına saklamak suretiyle taşıması ve bu durumun hükümlünün yapılan üst araması sırasında ortaya çıkarılması hususunun tek başına disiplin cezasını gerektirecek bir eylem olduğu belirtilmiştir. İtirazları değerlendiren Van Ağır Ceza Mahkemesi ve Manisa Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet savcılarının itirazlarının kabulüne, Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlıklarının kararlarının onanmasına karar vermiştir. Manisa Ağır Ceza Mahkemesi kararlarında, açık bir gerekçe belirtilmeksizin "İncelenen dosya içeriğine göre, itiraz eden Manisa Savcısının itiraz dilekçesinde belirtmiş olduğu hususlar yerinde olmakla, usul ve yasaya uygun bulunmayan Manisa İnfaz Hakimliğinin ... tarih ve .. sayılı ilamının kaldırılmasına, vaki itirazın kabulüne dair aşağıdaki karar kurulmuştur." ifadesine yer verilmiştir. Van Ağır Ceza Mahkemesi gerekçesinde ise; başvurucunun avluda bulduğunu iddia ettiği dokümanları görevlilere teslim etmeyerek ayakkabısına saklamak suretiyle taşıması ve bu durumun hükümlünün yapılan üst araması sırasında ortaya çıkarılması hususunun tek başına disiplin cezasını gerektirecek bir eylem olduğu belirtilerek Cumhuriyet savcısının itirazı kabul edilmiştir. Manisa Ağır Ceza Mahkemesi yalnızca Manisa İnfaz Hâkimliğinin E.2019/442 ve E.2019/444 sayılı dosyalarında ayrı ve açık bir gerekçe belirtmiştir. Gerekçede Yargıtay kararlarına dayanılarak hükümlü/tutukluların sayım yapılış şeklinin kurum güvenliğini tehlikeye düşürmeyecek biçimde idare tarafından belirleneceğinin kabulünün gerektiği, somut olayda da hükümlü/tutukluların sayım yapılış şekline karşı çıkarak ayağa kalkmayıp sayım düzenine uymadıklarının anlaşılması nedeniyle kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların disiplin cezaları ve hücre cezalarının infaz edilip edilmediğine ilişkin olarak ceza infaz kurumlarından bilgi istenmiştir. Anayasa Mahkemesine gönderilen cevabi yazıdan başvurucular hakkında tesis edilen cezaların bir kısmının infaz edildiği bildirilmiştir. İlgili hukuk için bkz. İnan Gök, B. No: 2018/1936, 28/1/2021, §§ 20- | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/33221 | Başvuru, ceza infaz kurumu disiplin kurulu kararına karşı yapılan şikâyetin infaz hâkimliği tarafından kabul edilmesi üzerine ilgili Cumhuriyet başsavcılığınca yapılan itirazın başvurucuya bildirilmemesi ve yeterli bir gerekçe gösterilmeden itirazın kabul edilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, uzun yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacağının tahsil edilmesine karar verilmesi talebiyle özel bir şirket aleyhinde 3/10/2012 tarihinde alacak davası açmıştır. İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesinin 7/11/2013 tarihli kararı ile dava kabul edilerek toplam 906,17 TL alacağın başvurucuya ödenmesine hükmedilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesinin 29/12/2014 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Yargılama devam etmekte iken İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi kapatılmıştır. Bunun üzerine İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesince (Mahkeme) bozma kararına uyularak yargılamaya devam edilmiştir. Mahkemenin 3/7/2018 tarihli kararı ile dava kısmen kabul edilerek 906,17 TL alacağın tahsil edilmesine karar verilmiştir. 19/10/2018 tarihinde düzenlenen kesinleşme şerhine göre gerekçeli karar 13/8/2018 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir. Davanın taraflarınca temyiz edilmeyen karar, 26/9/2018 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu 10/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/30964 | Başvuru, uzun yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurucu, 4/5/2006 tarihinde Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasının kısmen reddedildiğini, hükmün Yargıtay tarafından karar düzeltme yolu kapalı olarak onandığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, kanuni hâkim güvencesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, 10/4/2013 tarihinde İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 10/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/5/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili 17/6/2014 tarihinde karşı beyanlarını sunmuştur. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 4/5/2006 tarihinde Peugeot Otomotiv Pazarlama A.Ş. aleyhine Kadıköy Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, davalı tarafından satılan aracı kullandığı sırada meydana gelen kazada aracın hava yastıklarının açılmadığını, bu nedenle ağır yaralandığını, araçta üretim ve imalat hatası olduğunu ileri sürerek, 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın tahsilini talep etmiştir. Başvurucu, 16/9/2009 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini 899,64 TL’ye yükseltmiştir. Mahkemece, 23/12/2009 tarih ve E.2006/122, K.2009/566 sayılı kararla; başvurucunun yaralanmasının sadece kendisinin çarpmasından değil, aracın üretim hatası sonucu gizli ayıp olarak kabul edilen hava yastıklarının açılmamış olmasından kaynaklandığı gerekçesiyle; başvurucunun kusuru nedeniyle tazminat miktarından ½ oranında indirim yapılarak, 944,50 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 1/2/2011 tarih ve E.2010/6999, K.2011/923 sayılı ilamıyla; başvurucunun ıslah dilekçesine karşı davalı taraf zamanaşımı definde bulunduğu halde, bu savunma hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeden ıslah edilen kısım yönünden de işin esasının incelenmiş olması doğru görülmemiş ve hükmün bu nedenle bozulmasına, diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar verilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 19/7/2012 tarih ve E.2011/212, K.2012/419 sayılı ilamla, aracın garanti süresinin 1 yıl olduğu, Borçlar Kanunu'nun maddesine göre, satıcı daha uzun bir süre için kefalet etmemiş ise ayıba karşı tekeffülden mütevellit her davanın, satılandaki ayıp daha sonra ortaya çıksa bile satılanın alıcıya tesliminden itibaren 1 yıl geçmekle düşeceği, aracın tesliminden itibaren 1 yıllık garanti süresinin ve ıslah tarihi itibarıyla 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle 000,00 TL maddi, 000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline, ıslah edilen kısmın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/2/2013 tarih ve E.2012/29938, K.2013/2584 sayılı ilamıyla; dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanmasına, 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 440/III- maddesi gereği karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere karar verilmiştir. Başvurucu, 10/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesi, 21/5/2013 tarih ve E.2013/13388, K.2013/13242 sayılı ilamıyla; temyiz ilamında belirtilen gerektirici nedenler karşısında ve temyiz edilen karara yönelik olarak karar düzeltme yolu açık olmasına rağmen maddi hata sonucu karar düzeltme yolunun kapalı olduğunun belirtildiği dikkate alınarak, HUMK’un maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirine girmeyen karar düzeltme isteminin reddine karar vermiştir. B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.” 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Hâkim, hususi halleri nazara alarak cismani, zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.” 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir:“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz. Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur. Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman ile sakıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir.” 818 sayılı mülga Kanun’un maddesi şöyledir: “Bayi daha uzun müddet için kefalet etmemiş ise, mebii ayıba karşı tekeffülden mütevellit her türlü dava, mebideki ayıp daha sonra meydana çıksa bile müşteriye teslim vukuundan itibaren bir sene geçmekle sakıt olur. Fakat müşterinin bayi tarafından aleyhine ikame edilen davaya karşı mebiin tesliminden itibaren bir sene geçmeksizin ihbar ettiği ayıptan dolayı defi hakkı sene geçmekle sakıt olmayıp devam eder. Bayi müşteriyi iğfal etmiş ise bu bir senelik müruru zamandan istifade edemez.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2568 | Başvurucu, 4/5/2006 tarihinde Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tazminat davasının kısmen reddedildiğini, hükmün Yargıtay tarafından karar düzeltme yolu kapalı olarak onandığını, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, kanuni hâkim güvencesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. | 1 |
Başvuru; menşe ülkeye geri gönderilme nedeniyle yaşam hakkı ve bu hakla bağlantı olarak etkili başvuru hakkının, sınır dışı etme davasında bazı usul güvencelerine aykırı davranılması nedeniyle adil yargılanma hakkının, idari gözetim altında tutulma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu 1999 doğumludur ve Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşıdır. Başvurucuya 11/6/2018 tarihinde geçici koruma kimlik belgesi verilmiştir. DAEŞ terör örgütüne yönelik yürütülen adli soruşturma kapsamında başvurucunun 9/8/2019 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmış; sonrasında başvurucu, Kocaeli İl Göç İdaresi Müdürlüğüne gönderilmiştir. Kocaeli Valiliği 9/8/2019 tarihinde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendince başvurucunun sınır dışı edilmesine ve bu maksatla idari gözetim altına alınmasına karar vermiştir. Başvurucu, tutulmakta olduğu Kocaeli Geri Gönderme Merkezinden 22/8/2019 tarihinde Hatay Geri Gönderme Merkezine sevk edilmiştir. Başvurucu, avukatı aracılığıyla sınır dışı etme kararının iptali amacıyla 20/8/2019 tarihinde Kocaeli İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) dava açmıştır.Gönüllü olarak ülkesine gitmek istediğinden bahisle 23/8/2019 tarihinde başvurucunun ülkesine çıkışı yapılmıştır. Başvurucu vekili 21/10/2019 tarihli dilekçeyle, dava sonucu beklenmeden başvurucunun Suriye'ye sınır dışı edildiğini İdare Mahkemesine bildirmiştir. İdare Mahkemesi başvurucunun açtığı davayı 18/12/2019 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. İdare Mahkemesi, sınır dışı etme işleminin kanuna uygun olup olmadığıyla sınırlı bir inceleme yapmış; Suriye'ye fiilen sınır dışı edilme veya Suriye'deki riske ilişkin iddialar hakkında bir değerlendirme yapmamıştır. 20/1/2020 tarihinde nihai kararı öğrenen başvurucu 12/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Göç İdaresi Başkanlığı 27/12/2023 tarihli cevap yazısında başvurucunun gönüllü olarak ülkesine geri döndüğünü belirtmiş ise de bu durumun kayıt altına alındığı Gönüllü Geri Dönüş İstek Formu veya bu nitelikte bir belgeyi -müzekkereyle istenmesine rağmen- sunmamıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5730 | Başvuru, menşe ülkeye geri gönderilme nedeniyle yaşam hakkı ve bu hakla bağlantı olarak etkili başvuru hakkının, sınır dışı etme davasında bazı usul güvencelerine aykırı davranılması nedeniyle adil yargılanma hakkının, idari gözetim altında tutulma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/8882 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, hukuk davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/39302 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/39302 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/39302 | Başvuru, hukuk davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun 28/5/2012 tarihinde açtığı dava Danıştay Sekizinci Dairesinin bozma kararı sonrası derdesttir. Başvurucu 29/5/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/20444 | Başvuru, idari davanın makul sürede sonuçlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 23/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Irak Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucu hakkında idari gözetim kararı alınmıştır. Başvurucunun idari gözetim kararına yaptığı itiraz sulh ceza hâkimliğince reddedilmiştir. 5/1/2021 tarihinde başvurucu hakkındaki idari gözetim kararının idare tarafından kaldırıldığı anlaşılmıştır. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/3151 | Başvuru, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tutulma koşulları nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurucular hakkında ekli listenin (D) sütununda gösterilen suçlardan açılan kamu davalarında ekli listenin (E) sütununda belirtilen mahkemelerce başvurucuların mahkûmiyetine karar verilmiş ancak verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanması geri bırakılmıştır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararına yapılan itiraz, ekli listenin (F) sütununda gösterilen mahkemelerce reddedilmiştir. İtirazın reddine dair kararlarda esas olarak HAGB kararlarının usul ve yasaya uygun olduğu, kararlarda hukuka aykırılık bulunmadığı, HAGB'nin şartlarının gerçekleştiği hususlarına dayanılmıştır. Başvurucular, nihai kararları öğrendikten sonra süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ekli listenin (A) sütununda gösterilen dosyalar, konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2022/6051 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş ve inceleme 2022/6051 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucu Satılmış Demiral 18/3/2024 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucunun çocukları Erhan Demiral, Özkan Demiral, Seyhan Demiral 4/6/2024 tarihinde kayda giren dilekçeleriyle başvuruya devam etmek istediklerini bildirmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/6051 | Başvuru, ceza davasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin adil yargılanma haklarını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; milletvekili olan başvurucuya yaptığı bir açıklama dolayısıyla disiplin cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, disiplin cezasına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmaması nedeniyle de etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/4/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuruya konu olayların yaşandığı dönemde Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul milletvekilidir. Başvurucu hâlen aynı siyasi partinin Diyarbakır milletvekilliğini yapmaktadır. Başvurucu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) 13/1/2017 tarihli Birleşim'inde 447 sıra sayılı Kanun teklifi görüşüldüğü sırada HDP grubu adına söz almış ve konuşması sırasında 1915 yılında yaşanan hadiselere ilişkin olarak "soykırım" ifadesini kullanmıştır. Bunun üzerine TBMM Başkanı'nın teklifi üzerine TBMM Genel Kurulu başvurucu hakkında "Meclisten geçici olarak 3 birleşim çıkarma cezası" verilmesine ve ayrıca başvurucunun "söz konusu soykırım ifadelerini Meclis dışında tekrarlamaması[na] ve bu sözlerin tutanaktan çıkarılması"na karar vermiştir. Başvurucu, üç birleşim için Meclisten geçici çıkarma cezası ile disiplin cezasına konu sözlerinin tutanaktan çıkarılmasına ilişkin TBMM kararının eylemli İçtüzük değişikliği niteliğinde olduğunu ve Anayasa’nın maddesi çerçevesinde yargısal denetime konu edilmesi gerektiğini ileri sürerek iptali istemiyle 18/1/2017 tarihinde Anayasa Mahkemesine başvurmuştur. Anayasa Mahkemesi 9/2/2017 tarihinde başvurucunun iptal talebinin reddine karar vermiştir. Bahse konu kararın ilgili kısmı şöyledir: " Anayasa’nın maddesi uyarınca inceleme yapılabilmesi için iptali talep edilen parlamento kararının yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya milletvekilliğinin düşmesine ilişkin olması gerekmesine karşılık, iptali talep edilen parlamento kararları, bir milletvekili hakkında disiplin cezası verilmesini ve cezaya konu sözlerinin tutanaktan çıkarılmasını konu edinmekte olup bu kapsamda değildirler. Bu nedenle başvuru konusu TBMM kararlarının, Anayasa’nın maddesi çerçevesinde denetlenebilmesi mümkün değildir. Öte yandan, bir parlamento kararı niteliğinde olan TBMM İçtüzüğü’nün Anayasa Mahkemesince denetimi, ancak Anayasa’nın maddesi uyarınca açılan bir iptal davası ile mümkündür. Anayasa’nın maddesine göre ise TBMM İçtüzüğü’nün şekil ve esas bakımından denetimi Cumhurbaşkanı, iktidar ve anamuhalefet partisi Meclis grupları ile TBMM üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyeler tarafından istenebilir. Somut iptal talebinde bu şartın gerçekleşmediği de açıktır. Açıklanan nedenlerle başvuru konusu TBMM kararlarının, Anayasa’nın maddesi uyarınca iptalleri talebinin reddi gerekir." Başvurucu, Anayasa Mahkemesi kararından 6/3/2017 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş ve 5/4/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 13/4/1973 tarihli ve 14506 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan TBMM İçtüzüğü'nün (İçtüzük) "Meclisten geçici çıkarma " kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Meclisten geçici olarak çıkarma cezası aşağıdaki hallerde verilir: Aynı birleşim sırasında üç kere kınama cezasına uğramak; Bir ay içinde beş kere kınama cezası almak; Görüşmeler sırasında Cumhurbaşkanına, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Başkanına, Başkanlık Divanına, Başkanlık görevini yerine getiren Başkanvekiline, milletvekiline, Türk Milletinin tarihine ve ortak geçmişine, Anayasanın ilk dört maddesinde çerçevesi çizilen Anayasal düzene hakaret etmek ve sövmek, Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü esasında Anayasada düzenlenen idari yapısına aykırı tanımlamalar yapmak; Görüşmeler sırasında halkı veya Devlet kuvvetlerini yahut kamu organ, kuruluş ve görevlilerini kanun dışı hareketlere, ayaklanmaya veya Anayasa hükümlerini bozmaya teşvik veya tahrik etmek; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna ve komisyonlara silahlı olarak girmek; Meclis yapıları yahut eklentileri içinde yasak bir eylemde bulunmak; Fiili saldırıda bulunmak." İçtüzük'ün "Meclisten geçici çıkarma cezasının sonuçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Meclisten geçici olarak çıkarma cezası, en çok üç birleşim için verilir.Bu ceza, verilir verilmez derhal yerine getirilir. Bu cezaya uğrayan milletvekili cezasının yerine getirilmesine karşı gelirse, Başkan, oturumu derhal kapatarak o milletvekilinin salondan çıkartılmasını idare amirlerinden ister.Bu cezaya çarptırılan milletvekili, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul, komisyon, Başkanlık Divanı ve Danışma Kurulu çalışmalarına cezası süresince katılamaz." İçtüzük'ün "Disiplin cezalarında savunma, özür dileme ve kesinti" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kınama ve geçici olarak Meclisten çıkarma cezaları Başkanın teklifi üzerine Genel Kurulca görüşmesiz, işaret oyu ile kararlaştırılır.Böyle bir cezaya uğratılması teklif edilen milletvekilinin savunmasını yapmak yahut bunu bir arkadaşına yaptırmak hakkıdır.Kınama ve geçici olarak Meclisten çıkarma cezaları, tutanak özetine geçirilir.Geçici olarak Meclisten çıkarma cezasına uğrayan bir milletvekili izin alıp kürsüden açıkça af dilerse izleyen birleşimden itibaren Meclise girmek hakkını kazanır. Kınama cezasına çarptırılan milletvekilinin bir aylık ödenek ve yolluğunun üçte biri, Meclisten geçici olarak çıkarma cezasına çarptırılan milletvekilinin bir aylık ödenek ve yolluğunun üçte ikisi kesilir.Disiplin cezaları Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanlar hakkında da uygulanır." | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/19699 | Başvuru, milletvekili olan başvurucuya yaptığı bir açıklama dolayısıyla disiplin cezası verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, disiplin cezasına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmaması nedeniyle de etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
BAŞVURULARIN KONUSU Başvuru, çeşitli basın açıklamalarına katılan başvurucular hakkında, genel yasak olduğu gerekçesiyle emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 22/10/2019, 25/11/2019 ve23/12/2019 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/35404, 2019/35450, 2019/38748, 2019/38755, 2019/38759, 2019/38826 ve 2020/113 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2019/35399 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi İçişleri Bakanlığı tarafından 19/8/2019 tarihinde Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanları, haklarında PKK/KCK terör örgütü ile ilgili yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar nedeniyle görevlerinden alınmış ve yerlerine Diyarbakır, Mardin ve Van Valileri belediye başkan vekilleri olarak görevlendirilmiştir. Adana Valiliği (Valilik) 19/8/2019 tarihli ve 2019/719 sayılı kararla Adana sınırları içinde 15 gün süre ile toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamıştır. Yasaklama kararı ilgili yerlere tebliğ edilmiştir. Valiliğin ilgili kararı şöyledir: "İçişleri Bakanlığı tarafından, 19/08/2019 tarihinde, Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanları haklarında PKK/KCK terör örgütü ile ilgili yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar nedeniyle görevden alınmış, yerlerine Diyarbakır, Mardin ve Van Valileri Belediye Başkan Vekilleri olarak görevlendirildiği duyurulmuştur.Bu çerçevede; İlimiz sınırları içerisinde, farklı kesimler arasında çatışma çıkmasının önlenmesi, milli birlik ve beraberliğimizi zedeleyici provokatif eylemlerin önüne geçilmesi, milli güvenliğin sağlanması, kamu düzeni ve güvenliği korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, temel hak ve özgürlükler ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin ve genel asayişin korunması, genel trafik ve yolcu güvenliğinin sağlanması, şiddet olaylarının meydana gelmemesi, yaygınlaşmasının önlenmesi ve yaşanabilecek her türlü olumsuz bir durumun önüne geçilebilmesi amacıyla; 18/10/2019 tarihinden başlayarak (15) gün süreyle, “Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarının görevden alınması sebebiyle” ilimizde gerçekleşmesi muhtemel eylem/etkinlikler ile belirtilen konuların devamı niteliğindeki (yürüyüş, basın açıklaması, açlık grevi, oturma eylemi, stant/çadır kurma, bildiri dağıtma, afiş asma, yazılama, trikleme vb.) her türlü eylem ve etkinliklerin ilimiz genelinde (İl Merkezi, İlçeler ve Jandarma Sorumluluk bölgeleri dâhil) 5442 sayılı İl İdaresi Kanunun (11/A) ve (11/C) maddeleri ile 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 7 ve maddeleri hükümleri doğrultusunda Adana Valiliğinin 17/10/2019 tarih 2019/803 sayılı oluru ve ile yasaklanmıştır."B. Başvurulara Konu Olaya İlişkin Bilgiler İçişleri Bakanlığı tarafından 19/8/2019 tarihinde Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarının görevlerinden alınmaları nedeniyle Hakların Demokratik Partisi (HDP) Adana İl Teşkilatı tarafından Adana'nın Cemal Gürsel Caddesi sonunda bulunan 5 Ocak Meydanı'nda yapılacak basın açıklamasına yönelik çağrıda bulunulmuştur. Başvurucu Hasan Biber 22/8/2019 tarihinde, Hasan Süsgün ve Sever Uzun 24/8/2019 tarihinde, Zülküf Yıldız 25/8/2019 tarihinde ve diğer başvurucular 24/8/2019 ve 25/8/2019 tarihlerinde HDP tarafından yapılan çağrı üzerine basın açıklaması yapılacak alana gitmiştir. Söz konusu tarihlerde kolluk kuvvetleri tarafından Valiliğin yasaklama kararı gereğince 5 Ocak Meydanı'nda yapılacak basın açıklamasına izin verilmemiş, başvurucuların da aralarında bulunduğu grup meydandan ayrılarak sessiz bir şekilde ve herhangi bir etkinlik yapmadan HDP il binasına giriş yapmıştır. Adana İl Emniyet Müdürlüğü (idare) tarafından başvurucular hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 320 TL idari para cezası uygulanmıştır. Başvurucular tarafından idari para cezalarına farklı tarihlerde ayrı ayrı itiraz edilmiştir. İtirazları inceleyen Adana ilgili Sulh Ceza Hâkimlikleri (Hâkimlikler), başvurucular hakkında uygulanan idari para cezalarının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle farklı tarihlerde itirazları kesin olarak reddetmiştir. Hâkimliklerin bir kısmı kararlarında Anayasa'nın maddesine, 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun ve maddelerine, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun maddesi ile 5326 sayılı Kanun'un maddesine yer verdikten sonra bir değerlendirme yapmıştır. Değerlendirmelerinde Hâkimlikler; Valiliğin yasaklama kararına ilişkin koşulların oluştuğunu, başvuranın tutanağın aksini ispat külfeti altında olduğunu ancak başvuranın tutanağın aksini ispat edemediğini ve delillerin değerlendirilmesi sonucunda uygulanan idari para cezasının hukuka uygun olduğunu belirtmiştir. Bir kısım Hâkimlikler; kararlarında yalnızca başvuranın tutanağın aksini ispat külfeti altında olduğunu ancak başvuranın tutanağın aksini ispat edemediğini, delillerin değerlendirilmesi sonucunda uygulanan idari para cezasının hukuka uygun olduğunu belirtmiştir. Bir kısım Hâkimlikler ise yalnızca başvuranın Valilik kararına aykırı hareket ettiğinden bahisle verilen idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğunu belirtmiştir. Kararlar farklı tarihlerde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular22/10/2019, 25/11/2019 ve23/12/2019 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 5326 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir: "(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..." 5442 sayılı Kanun'un maddesinin (A) fıkrası şöyledir: "Vali, il sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak için gereken tedbirleri alır. Bu maksatla Devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür." 5442 sayılı Kanun'un maddesinin (C) fıkrası şöyledir: "İl sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi valinin ödev ve görevlerindendir. (Ek cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) Bunları sağlamak için vali gereken karar ve tedbirleri alır.(Ek paragraf: 25/7/2018-7145/1 md.) Vali, kamu düzeni veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğu ya da bozulacağına ilişkin ciddi belirtilerin bulunduğu hâllerde on beş günü geçmemek üzere ildeki belirli yerlere girişi ve çıkışı kamu düzeni ya da kamu güvenliğini bozabileceği şüphesi bulunan kişiler için sınırlayabilir; belli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, araçların seyirlerini düzenleyebilir veya kısıtlayabilir ve ruhsatlı da olsa her çeşit silah ve merminin taşınması ve naklini yasaklayabilir.(Mülga birinci cümle: 25/7/2018-7145/1 md.) (…) Bu fıkra kapsamında alınan ve ilan olunan karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır." 5442 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(Değişik: 23/1/2008-5728/125 md.) İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır. (Ek cümle: 27/3/2015 - 6638/16 md.) Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır." B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurulara ilişkin ulusal ve uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği kararlar için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 22-31; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 24- | Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/35399 | Başvuru, çeşitli basın açıklamalarına katılan başvurucular hakkında, genel yasak olduğu gerekçesiyle emre aykırı davranıştan idari para cezası uygulanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru; resen tarh olunan üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi ve özel usulsüzlük cezası nedeniyle yapılan tarhiyatın ve kesilen cezanın yasaya aykırı olduğunun tespiti ve terkini talebiyle açılan davada içtihadı birleştirme kararına aykırı karar verilerek içtihat birliğinin bozulması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucunun vergi inceleme aşamasında ibraz edemediği defter ve belgelerini mahkeme safhasında ibraz edebileceğini belirterek açtığı iptal davasında İstanbul Vergi Mahkemesi, başvurucunun 2008, 2009, 2010 ve 2011 yıllarına ait defter ve belgelerini mücbir neden olmaksızın incelemeye ibraz etmediği sabit olduğundan 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun maddesine ve maddesinin fıkrasına göre ziyaa uğratılan verginin üç katı tutarında kesilen vergi ziyaı cezasının bir katından fazlaya ilişkin kısmında hukuka aykırılık görmemiş ve 27/9/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Anılan karara karşı başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Dördüncü Dairesi; 4/2/2020 tarihinde temyiz talebinin reddi ile kararın onanmasına, 8/12/2021 tarihinde de kanunda belirtilen hâllerden hiçbirine uymadığından karar düzeltme talebinin reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 4/1/2022 tarihinde öğrendikten sonra 2/2/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2022/10471 | Başvuru, resen tarh olunan üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi ve özel usulsüzlük cezası nedeniyle yapılan tarhiyatın ve kesilen cezanın yasaya aykırı olduğunun tespiti ve terkini talebiyle açılan davada içtihadı birleştirme kararına aykırı karar verilerek içtihat birliğinin bozulması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, 10/4/2006 tarihinde Şişli (Kapatılan) Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan sebepsiz zenginleşme davasında usul ve yasaya uygun yargılama yapılmadığını, taşınmazları hakkında orantısız olarak ihtiyati tedbir kararına hükmedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, mağduriyetinin giderilmesini ve tazminat ödenmesini talep etmiştir. Başvuru17/12/2013 tarihinde Karaman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlanmış, Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının10/12/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu aleyhine, Rotterdam (Hollanda) Belediyesi tarafından, Türkiye'de taşınmazları olmasına karşın bu durumu beyan etmeyerek Rotterdam Belediyesinden haksız olarak sosyal yardım ödeneği aldığı iddiasıyla 10/4/2006 tarihinde Şişli Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2006/170 sayılı dosyasında sebepsiz zenginleşme davası açılmıştır. Şişli Asliye Hukuk Mahkemesinin kapatılması üzerine yargılamaya İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2009/548 sayılı dava dosyasında devam edilmiştir. Mahkemenin, 26/2/2013 tarih ve E.2009/548, K.2013/52 sayılı kararıyla, davacı Belediye tarafından başvurucunun Hollanda'da ödenen maaşına haciz konulduğunun bildirildiği, başvurucunun maaşından yapılan kesintilerle alacağın tahsil edildiği, bu nedenle davanın konusuz kaldığı gerekçesiyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine, Yargıtay Hukuk Dairesinin 25/6/2013 tarih ve E.2013/8876, K.2013/11016 sayılı ilâmıyla karar onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 8/10/2013 tarih ve E.2013/15134, K.2013/14142 sayılı ilâmı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 18/11/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 17/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesi (bkz. B. No: 2013/7740, 8/5/2014, §§ 15-17). 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir: “Haklı bir sebep olmaksızın aharın zararına mal iktisabeden kimse, onu iadeye mecburdur. Hususiyle muteber olmayan veya tahakkuk etmemiş bulunan bir sebebe yahut vücudu nihayet bulmuş olan bir sebebe müsteniden ahzolunan şeyin, iadesi lazımdır.” | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9414 | Başvurucu, 10/4/2006 tarihinde Şişli (Kapatılan) 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan sebepsiz zenginleşme davasında usul ve yasaya uygun yargılama yapılmadığını, taşınmazları hakkında orantısız olarak ihtiyati tedbir kararına hükmedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, mağduriyetinin giderilmesini ve tazminat ödenmesini talep etmiştir. | 1 |
Başvuru, sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu Bağımsız Kamu Çalışanları Sendikası (BAK-SEN/Sendika), Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve Millî Saraylar nezdinde üyeleri bulunan 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu kapsamında örgütlenmiş bir memur sendikasıdır. Başvurucu Sendika, sendika çalışmaları ve işyeri sendikal bilgilendirme faaliyetleri çerçevesinde TBMM Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığını ziyaret etmek istediklerini belirtmiştir. Başvurucu bu kapsamda ilgili birimin genel sekreterinin arandığını ve yapılacak ziyaretle ilgili üç gün öncesinden bilgi verildiğini öne sürmüştür. Başvurucu, ziyaretin gerçekleştirilmek istendiği gün saat 10 civarında TBMM içinde bulunan Basımevinin kapılarının kilitlendiğini, Sendika yöneticilerinin içeri alınmadığını, Basımevi içinde bulunan Sendika üyelerinin de dışarı çıkmasına izin verilmediğini ifade etmiştir. Başvurucu anılan nedenlerle ilgililer hakkında 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun maddesinde düzenlenen "Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" ve maddesinde düzenlenen "Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi" suçlarından suç duyurusunda bulunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 17/10/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başsavcılık kararında, şikâyet edilenlerin kendilerine haber verilmediğini belirttikleri, bunun sonucunda da kapıyı kapattıkları değerlendirilmiş ve anılan suçların yasal unsurlarının oluşmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun Başsavcılık kararına yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 23/10/2019 tarihli kararıyla aynı gerekçelerle kesin olarak reddedilmiştir. | Sendika hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40308 | Başvuru, sendika hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; akademik kadroya atanma talebinin reddi işlemine karşı açılan davada lehe olan yargı kararlarının uygulanmaması, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve hukuka aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/7/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde tabip subay olarak görev yapmıştır. Başvurucu 2011 yılında Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) tarafından yapılan akademik kadro ilanı uyarınca GATA Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalında boş bulunan doçentlik kadrosuna atanmak için başvurmuş ancak bu talebi ilgili bilim alanında en az üç yıl yardımcı doçent olarak çalışmış olma ön şartını taşımaması gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. Söz konusu işlem Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) İkinci Dairesinin (Mahkeme) 21/12/2011 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. İptal gerekçesinde başvurucunun ilgili bilim dalında yardımcı doçent olarak üç yıl çalışmış olma koşulunu taşıdığı ve bilimsel değerlendirme sonucu atanma talebinin değerlendirilmesi gerekirken ön koşul yokluğu nedeniyle tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı belirtilmiştir. İptal kararı üzerine başvurucunun atanma talebi yeniden değerlendirmeye alınmış ve jüri üyeleri tarafından yapılan bilimsel değerlendirme sonucunda başvurucu, doçentlik kadrosuna atanmak için yeterli görülmemiştir. Bu bilimsel değerlendirme üzerineGATA tarafından 20/9/2012 tarihli işlemle başvurucunun atanma talebi reddedilmiştir. Başvurucunun 20/9/2012 tarihli işlemin iptali istemiyle açtığı dava sonucunda Mahkeme 8/4/2015 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Ret gerekçesinde öncelikle idarenin, doçentlik kadrosuna atanma isteminin değerlendirilmesi sürecinde ön inceleme aşamasını geçerek başvurucunun bilimsel dosyasını jüri üyelerine incelettirmek ve bunun sonucuna göre değerlendirme yapılmasını sağlamak suretiyle 21/12/2011 tarihli iptal kararının gereklerini yerine getirdiği vurgulanmıştır. Gerekçede, başvurucunun etik ihlali yaptığı yönünde Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından karar alınmış ise de bu kararın Ankara İdare Mahkemesi tarafından iptal edildiğinin altı çizilerek atanma talebinin reddinin etik ihlali iddiası yönünden dayanaksız kaldığı, ancak diğer ret sebeplerinin incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun bilimsel çalışmalarının ilan edilen akademik kadroya atanmak için bilim jürisi tarafından yeterli görülmemesi ve özlük dosyasında olumsuz kanaatlerin bulunması hususlarının atamama işlemi yönünden haklı gerekçeler oluşturduğu kanaatine varılmıştır. Sonuç itibarıyla idare tarafından atama işlemi sürecinde takdir yetkisinin objektif kriterler esas alınarak kullanıldığı ifade edilmiş ve ret gerekçesi oluşturulmuştur. Başvurucu, ret hükmünü 17/6/2015 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 15/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/11840 | Başvuru, akademik kadroya atanma talebinin reddi işlemine karşı açılan davada lehe olan yargı kararlarının uygulanmaması, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması ve hukuka aykırı karar verilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/57796 | Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, soyut ve yoruma açık değerlendirme ve hatalı gerekçe ile mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Edirne Cumhuriyet Başsavcılığının 2/5/2006 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer bir kısım şüpheliler hakkında, başvurucuyu müteveffa K.E.nin evlatlığı olarak gösteren nüfus kaydına istinaden Sulh Hukuk Mahkemesinden veraset ilamı alınması ve buna dayanılarak da tapu kaydında satış işlemi yapılması nedeniyle resmî belgede sahtecilik suçundan kamu davası açılmıştır. Edirne Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 29/12/2006 tarihli kararı ile başvurucunun beraatine hükmetmiştir. Cumhuriyet savcısı ve katılan vekilinin başvurucu aleyhine bulundukları temyiz istemi üzerine Yargıtay Ceza Dairesinin (Daire) 4/4/2012 tarihli kararı ile "Sanığın Nüfus Müdürlüğünce verilen yalnızca kendisinin evlatlık olarak gösterildiği nüfus kaydı ile Sulh Hukuk Mahkemesine başvurarak veraset ilamı alması ve buna dayanarak tapuda hak tesis edici işlem yapmasından ibaret eyleminde, soruşturma aşamalarında katılan K.nın H. ve [K.E.] in evlatlığı olduğunu bildiğini ifade etmesi ve kendisinin resmi kayıtlara göre evlatlık olmadığını bilmemesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği gibi evlatlık ilişkisine dayanarak katılan K.nın aynı gayrimenkulün 3/4'ünü veraset yoluyla satıp devrettiği de gözetildiğinde" başvurucunun mahkûmiyeti yerine delillerin takdirinde yanılgıya düşülmesi suretiyle beraat kararı verilmesinin kanuna aykırı olduğu gerekçesi ile hüküm bozulmuştur. Bozma sonrası Mahkeme 30/11/2012 tarihli kararı ile Daire kararında belirtilen gerekçelerle başvurucunun müsnet suçtan 3 yıl 1 ay 15 günlük hapis cezası ile mahkûmiyetine karar vermiştir. Temyiz üzerine anılan karar Dairenin 28/5/2014 tarihli kararı ile onanarakkesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 14/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup 21/7/2014 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. 26/09/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir: "(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmi belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”...(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11879 | Başvuru, soyut ve yoruma açık değerlendirme ve hatalı gerekçe ile mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun 18/2/2011 tarihinde gözaltına alınmasıyla başlayan yargısal süreç, Yargıtayın 15/1/2020 tarihli onama kararıyla sona ermiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/10401 | Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, tanık dinletme talebinin kabul edilmemesi nedeniyle tanık dinletme hakkının; Yargıtay kararlarına uygun biçimde bilirkişi incelemesi yaptırılmaması, savunma ve delillerin dikkate alınmaması, aynı durumda olan sanıklar yönünden farklı kararlar verilmesi, cezada indirim oranında hataya düşülmesi, zamanaşımı dolmasına rağmen mahkûmiyete hükmedilmesi, mahkeme kararlarının yeterince gerekçelendirilmemesi nedenleriyle yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 16/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 20/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 28/5/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 10/6/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucunun da aralarında bulunduğu kişiler hakkında, Bayındırbank'ta gerçekleştirildiği belirtilen zimmet eylemleri nedeniyle ceza davaları açılmıştır. Bu davalar, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin aynı konudaki E.2004/164 sayılı ana dosyası ile birleştirilmiştir. Mahkeme yargılama esnasında, iki emekli bankacı ile bir emekli bankalar yeminli başmüfettişinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetine 17/2/2006 tarihli bir rapor hazırlatmıştır. Birleşen E.2008/72 ve E.2006/15 sayılı dosyalar yönünden aynı bilirkişi heyetinden iki ek rapor daha almıştır. Ağır Ceza Mahkemesi son olarak 23/6/1999 tarihinden sonra kullandırılan kredilerde hangi sanıkların imzalarının bulunduğuna ve sanıkların sorumluluğundaki kredi miktarına ilişkin rapor almıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 25/1/2013 tarihli ve E.2004/164, K.2013/1 sayılı kararı ile bazı suçlamalardan başvurucunun beraatına, bazı suçlamaların zamanaşımının dolması nedeniyle davanın düşürülmesine, kimi suçlamalar bakımından ise 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı mülga Bankalar Kanunu'nun maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurucunun zincirleme biçimde işlenen basit zimmet suçundan sonuç itibarıyla 5 yıl 2 ay 6 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme kararında başvurucuyla ilgili hükme bağlanan suçlamalar aşağıdaki gibidir: a. Zamanaşımından ortadan kaldırılan suçlamalar: (a1) Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma kapsamında kaldığı değerlendirilen, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 2/5/2003 tarihli ve 2003/5198 sayılı iddianamesiyle açılan, E.2005/65 sayılı birleşen dosyaya konu 4389 sayılı mülga Kanun'un 23/6/1999 tarihinde yürürlüğe girmesinden önce B... İnş. ... A.Ş. de dâhil olmak üzere çeşitli firmalara kullandırılan kredilere ilişkin iddialar (başvurucu ve diğer dokuz sanık hakkında) (a2) Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma ve dolandırıcılık kapsamında değerlendirilen, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 18/2/2003 tarihli ve 2003/1671 sayılı iddianamesiyle açılan, E.2006/15 sayılı birleşen dosyaya konu 23/6/1999 tarihinden önce gerçekleşen hisse senetlerinin bankayı zarara uğratacak şekilde satıldığına ilişkin iddialar (başvurucu ve diğer sekiz sanık hakkında) b. Beraat kararı verilen suçlamalar: (b1) Zimmet kastıyla işlendiği veya zimmete geçirildiği yönünde her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği değerlendirilen, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 18/2/2003 tarihli ve 2003/1671 sayılı iddianamesiyle açılan, E.2006/15 sayılı birleşen dosyaya konu banka kaynaklarının haksız şekilde aktarıldığına ve banka kaynaklarının "fiduciary kredi" şeklinde zimmete geçirildiğine ilişkin iddialar (başvurucu ve sırasıyla diğer yedi ve beş sanık hakkında) (b2) Zimmet suçunun işlendiği yönünde her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği değerlendirilen, Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 2/5/2003 tarihli ve 2003/5198 sayılı iddianamesiyle açılan, E.2005/65 sayılı birleşen dosyaya konu B... İnş. ... A.Ş.ye ve diğer firmalara yapılan nakdi ve gayrinakdi kredi tahsisleri (başvurucu ve diğer 6 sanık hakkında) c. Mahkûmiyete hükmedilen suçlamalar: (c1) Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 28/4/2003 tarihli ve 2003/4866 sayılı iddianamesiyle açılan E.2004/164 sayılı asıl dosyaya konu 21/2/2001 tarihli kredi ödemesi (c2) Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 2/5/2003 tarihli 2003/5198 sayılı iddianamesiyle açılan, E.2005/65 sayılı birleşen dosyaya konu 9/7/1999 ile 21/2/2001 tarihleri arasına kredi veya kira bedeli olarak B... İnş. ... A.Ş.yi de kapsayan firmalara yapılan ödemeleri kapsayan on eylem (c3) Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 1/7/2004 tarihli ve 2004/7714 sayılı iddianamesiyle açılan E.2006/75 sayılı birleşen dosyaya konu 30/12/1999 ile 21/2/2001 tarihleri arasındaki kredi ödemeleri (c4) Şişli Cumhuriyet Başsavcılığının 23/9/2002 tarihli ve 2002/13431 sayılı iddianamesiyle açılan, E.2008/72 sayılı birleşen dosyaya konu 30/6/2000 tarihli kredi ödemesi İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Bankanın yönetim kurulu üyesi ve üst düzey yöneticisi olan başvurucunun da dâhil olduğu sanıkların, yasaların ve bankacılık ilkelerinin kendilerine yüklediği özen gösterme yükümlülüğünü gözardı etmek suretiyle usulsüz kredilere ilişkin kararları imzaladıkları; yasaya ve bankacılık teamüllerine aykırı işlemler neticesinde Bankayı zarara uğrattıkları ve hâkim hissedar grup lehine menfaat temin ettikleri sonucuna ulaşmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun sorumlu olduğu zimmet miktarını 383,68 TL olarak belirlemiştir. Mahkeme, başvurucu ve diğer sanıklara atılı eylemlerin basit zimmet suçunu oluşturduğunu, aralarında bağlantı olması ve aynı suç işleme kararından kaynaklanması nedeniyle de zincirleme suç niteliği taşıdığını değerlendirmiştir. Mahkeme, zincirleme suçta öngörülen artırım oranı itibarıyla 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun lehe olduğuna karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan gelen cevap doğrultusunda zimmet miktarına karşılık gelen meblağların dava açıldıktan sonra ama hükümden önce ödendiğini kabul etmiştir. Mahkeme, Yargıtay Ceza Dairesinin emsal bir bankacılık dosyasında verdiği karara da atıf yaparak cezadan 1/3 oranında indirim yapılmasına hükmetmiştir. Bilirkişi incelemesiyle ilgili olarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, raporların yeterli görülmemesi hâlinde bir bankacı, üniversitelerden bankacılık konusunda uzman bir öğretim üyesi ve bir ceza hukukçusundan teşkil edecek bir heyete rapor hazırlatılması gerektiği yönünde Yargıtay Ceza Dairesininkararları bulunduğunu hatırlatmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi bununla birlikte daha önce alınan bilirkişi raporlarını, dosyanın bulunduğu aşamayı, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun benzer dosyalarında eylemi "adiyen zimmet" olarak nitelendirmesini ve adiyen zimmetin tabi olduğu zamanaşımı süresini dikkate alarak dosyadaki bilirkişi raporundaki maddi tespit ve değerlendirmelerin yeterli açıklıkta olduğunu kabul etmiştir. Mahkeme, ceza hukukçusunun yapacağı takdir ve değerlendirmelerin ise Mahkeme heyetince de yapılabileceğini belirtmiş ve farklı bir heyetten rapor alınmasına gerek görmemiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 14/4/2014 tarihli ve E.2013/20876, K.2014/7683 sayılı ilâmıyla başvurucu hakkında verilen zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırma ve mahkûmiyet kararlarını onamıştır. Beraatla sonuçlanan suçlamalar bakımından, başvurucunun zamanaşımını kesen ifadelerinin sırasıyla 2/5/2003 ve 22/9/2003 tarihli olduğunun ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin dolduğunun altı çizilerek ortadan kaldırma kararı verilmiştir. Başvurucu onama kararından 23/5/2014 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucu 20/6/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 4389 sayılı mülga Kanun'un maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Banka yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile diğer mensupları görevleri dolayısıyla kendilerine tevdi olunan veya muhafazaları, denetim veya sorumlulukları altında bulunan bankaya ait para veya sair varlıkları zimmetlerine geçirirlerse altı yıldan on iki yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları gibi bankanın uğradığı zararı tazmine mahkum edilirler. ... Zararın kovuşturma yapılmadan önce tamamıyla ödenmiş olması halinde cezaların yarısı, ödeme hükümden önce gerçekleştirilmiş ise üçte bir oranında indirilir." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9793 | Başvuru, tanık dinletme talebinin kabul edilmemesi nedeniyle tanık dinletme hakkının; Yargıtay kararlarına uygun biçimde bilirkişi incelemesi yaptırılmaması, savunma ve delillerin dikkate alınmaması, aynı durumda olan sanıklar yönünden farklı kararlar verilmesi, cezada indirim oranında hataya düşülmesi, zamanaşımı dolmasına rağmen mahkûmiyete hükmedilmesi, mahkeme kararlarının yeterince gerekçelendirilmemesi nedenleriyle yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kolluk kuvvetinin yakalama işlemi esnasında darp ve hakaretine maruz kalınması, gerekmediği hâlde ters kelepçe takılması, kelepçeli şekilde ayakta bekletilme, soğuk nezarethane koşullarına rağmen battaniye verilmemesi ve bu sebeplerle yapılan suç duyurusu sonrası yeterli deliller toplanmadan ilgililer hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi sonucu etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 16/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/10/1995 doğumlu olup Van'ın Muradiye ilçesinde mukimdir. Başvurucu 7/10/2014 tarihinde bir siyasal partinin organizasyonuyla Muradiye ilçesinde "Kobani'ye Destek, IŞID'e Karşı Birlik Çağrısı" ismiyle gerçekleştirilen yasa dışı gösteriye katıldığı, gösteri esnasında kolluk görevlileri ile kamu bina ve araçlarına saldırıda bulunduğu iddiaları ile 16/10/2014 tarihinde kolluk kuvvetince gözaltına alınmıştır. Başvurucunun iddiasına göre kolluk kuvvetince ilçe merkezinde yakalanmasının ardından herhangi bir hakkı kendisine hatırlatılmamış ve kaçma ihtimali olmamasına rağmen elleri arkadan kelepçelenmiştir. Polis merkezine götürülmek üzere araca bindirildiği sırada bir kolluk görevlisi sırtına yumrukla vurmuş ve sinkaflı sözlerle de kendisine hakarette bulunmuştur. Polis merkezinde yaklaşık iki saat elleri arkadan kelepçeli şekilde, duvara karşı ayakta bekletilmiştir. Daha sonra polis nezarethanesi yerine jandarma nezarethanesine dört kişi ile birlikte konulmuştur. Nezarethane soğuk olmasına ve diğer hücrede battaniye olmasına karşın battaniye verilmeyerek soğukta bekletilmiştir. Gözaltı süreci boyunca sadece bir kez yarım ekmek verilmiş ve sigara içmesine de müsaade edilmemiştir. Yakalanmasından yaklaşık on iki saat sonra sabah saat 00'de ilk kez doktor kontrolüne götürülmüş ve polisler doktorun yanındayken adli rapor düzenlenmiştir. Doktora bel fıtığı rahatsızlığı olduğunu ve buna rağmen uzun süre ayakta bekletildiğini söylemiş ancak doktor buna cevap olarak bir şey söylememiş ve bu hususu düzenlediği adli rapora da yansıtmamıştır. Başvurucu hakkındaki iddialar kapsamında gözaltına alınmasının ardından 17/10/2014 tarihinde Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığında (Cumhuriyet Başsavcılığı) savunma yapmış ve tutuklanma talebiyle sevk edildiği Muradiye Sulh Ceza Hâkimliğindeki (Hâkimlik) sorgusunun ardından Hâkimliğin aynı tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Başvurucu, şikâyetine konu yakalama işleminden yaklaşık iki ay sonra 15/12/2014 tarihinde Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığına anılan iddiaları kapsamında ilgili kolluk görevlilerinin tespiti ve cezalandırılması için kamu davası açılması talebiyle suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucunun sanık olduğu kovuşturmayı yürüten Erciş Ağır Ceza Mahkemesinin 5/2/2015 tarihli tahliye kararı doğrultusunda başvurucu serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 15/12/2014 tarihinde adli tahkikat başlatmış ve 6/1/2015 tarihinde İlçe Emniyet Müdürlüğüne yazdığı müzekkerede başvurucunun gözaltı işlemi kapsamında alınan adli raporlarının temin edilmesi, olay anını gösteren MOBESE kaydı ile emniyet binasına ve hastaneye giriş çıkış anını gösteren kamera kayıtlarının alınması, gözaltı işlemini yapan polis memurlarının kimlik tespitlerinin yapılması talimatlarını vermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte İlçe Jandarma Komutanlığına da müzekkere yazmış ve başvurucunun görüntülerini içeren nezarethane, karakol içi ve dışını gösteren kamera kayıtlarının temin edilmesini istemiştir. Başvurucunun Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) tutuklu olması nedeniyle 6/1/2015 tarihinde Van Cumhuriyet Başsavcılığından başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesinin alınması talep edilmiştir. Ancak başvurucunun tutuklu bulunduğu Ceza İnfaz Kurumundan tahliye olması nedeniyle ifadesinin alınamadığı 6/2/2015 tarihli yazıyla Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Bu nedenle başvurucuya ifadesinin alınabilmesi için 9/3/2015 tarihinde çağrı kâğıdı gönderilmiş ve 18/3/2015 tarihinde başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatı ile ifadesi alınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/3/2015 tarihinde İlçe Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılarak başvurucunun yakalama işlemini yapan polis memurlarının, başvurucu ile aynı anda nezarethanede şüpheli sıfatıyla bulunan N.E., A., S.T. ve A.nın bilgi sahibi sıfatıyla ifadelerinin alınması talimatları verilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının verdiği talimatlar doğrultusunda yapılan araştırmada olay anına ilişkin hastane güvenlik kameralarının en fazla bir aylık görüntü depoladığı anlaşıldığından buradan kaydın temini mümkün olmasa da başka adli soruşturmalar nedeniyle o tarihte alınan kayıtlardan başvurucunun hastanedeki görüntüleri bulunabilmiştir. Buna göre başvurucunun hastanedeki giriş çıkış görüntülerine ulaşılabilmiş, söz konusu kayıtların izlenmesi sonucu başvurucunun iddialarını doğrulayabilecek olağan dışı bir duruma rastlanmamıştır. Jandarma karakolundaki kameraların istenen tarihte çalışmadığı ancak 7/12/2014 tarihinden sonra aktif olarak çalıştığına ilişkin tutanak tutulmuş, MOBESE ve polis merkezindeki kameraların da istenen tarihte çalışmadığına ilişkin tutulan tutanaklar soruşturma dosyasına sunulmuştur. Başvurucunun yakalanması anından Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmesi anına kadar hakkında toplam üç farklı adli raporun düzenlendiği belirtilerek bu raporlar soruşturma dosyasına sunulmuştur. Bu raporlara göre 16/10/2014 tarihi saat 30 sıralarında yakalanan başvurucu 58'de ilçe devlet hastanesine götürülerek kendisinin adli raporu alınmıştır. Gözaltında bir gece kalan başvurucu 17/10/2014 tarihinde gözaltından çıkarılmış ve saat 36'da yine İlçe Devlet Hastanesine götürülerek adli raporu alınmıştır. Hâkimliğin 17/10/2014 tarihli kararı ile tutuklanan başvurucu, aynı tarihte Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmeden önce saat 52'de ilçe devlet hastanesine tekrar götürülerek adli raporu alınmıştır. Bu şekliyle başvurucu nezarethaneye konulmadan önce ve sonra, Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmeden önce olmak üzere hakkında toplam üç farklı adli rapor düzenlenmiştir. Söz konusu raporların tamamında başvurucuda herhangi bir darp ya da cebir izine rastlanmadığı tespitleri yapılmıştır. Başvurucunun alınan ifadesi sırasında avukat yardımından faydalanabileceği, avukatı yoksa devletten avukat talep edebileceği hususları kendisine hatırlatılmıştır. Başvurucu bu hususu anladığını ancak avukatı olmadan ifade vermek istediğini belirtmiştir. Başvurucu ifadesinde; yakalanıp polis aracına bindirildikten sonra araç içinde bir polis memurunun darp ve hakaretine maruz kaldığını ancak şu an görse de bu şahsı tanıyamayacağını, polis merkezinde elleri kelepçeli iki saat ayakta bekletildikten sonra N.E., A., S.T. ve A. ile birlikte jandarma nezarethanesine konulduğunu, gözaltı süreci boyunca sadece akşam saatlerinde bir kez yarım ekmek verildiğini, sigara içmesine müsaade edilmediğini, hava soğuk olmasına ve nezarethanede battaniye bulunmasına karşın ne kendisine ne de diğer kişilere battaniye verildiğini, sabah saat 08:00'de nezarethaneden çıkarılarak doktora götürüldüğünü, burada doktora bel fıtığı olmasına karşın iki saat ayakta bekletildiğini söylediğini ancak darba maruz kaldığını söylemediğini, o anda vücudunda darp veya cebir izi de bulunmadığını, olayın şoku ile Cumhuriyet Başsavcılığındaki savunması ile Hâkimlik sorgusunda da darba maruz kaldığını ifade etmediğini, kendisine karşı kötü muamelede bulunan kolluk görevlilerini görse de tanıyamayacağı için herhangi bir şikâyetinin bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucunun iddialarına tanık olarak gösterdiği A., A, S.T. ve N.E. kollukta alınan ifadelerinde; başvurucuyu daha önce tanımadıklarını, nezarethanede tanıştıklarını, toplam beş kişiden üç kişinin bir hücrede, iki kişinin ise diğer bir hücrede kaldığını, olay tarihinde ilçede toplumsal olaylar devam ettiği için kendileri ile yeteri kadar ilgilenilemediğini, yoğunluk nedeniyle yeterli battaniye olmadığı için kendilerine verilemediğini ancak yakınlarının getirdiği kaban ve kıyafetlerin verildiğini, yemek verildiğini, herhangi bir kötü muameleye de şahit olmadıklarını belirtmişlerdir. Başvurucunun yakalanması ve gözaltı işlemlerini gerçekleştiren kolluk görevlileri İ.K., A.B., E.G., A.Ö., O.K., T.G. ve F.E. alınan ifadelerinde; ilçede yaşanan toplumsal olaylar sırasında kolluk kuvvetine saldırı ve kamu malına zarar verme suçlarının soruşturulması kapsamında kamera görüntüleri ve fotoğraf kayıtlarından başvurucuyu tespit ettiklerini, 16/10/2014 tarihinde başvurucunun ilçe merkezinde bulunan öğretmenevine (başvurucunun işyeri) gittiklerini, başvurucunun kimlik kontrolünü yapıp konu hakkında bilgilendirme yaptıktan sonra gözaltı işlemini gerçekleştirdiklerini, yakalama işleminin ardından başvurucu için ilçe devlet hastanesinden adli rapor temin ettiklerini, herhangi bir şekilde darp ya da hakaret olayının yaşanmadığını belirtmişlerdir. Cumhuriyet Başsavcılığı toplanan deliller sonrasında 28/4/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Kimlik bilgileri tespit edilemeyen polis memuru hakkındaki kasten yaralama suçu ile Emniyet ve Jandarma personeli tarafından gerçekleştirildiği iddia olunan işkence yapma suçu yönünden müştekinin salt iddiası haricinde şüpheli hakkında üzerine atılı bulunan suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte somut bir delilin elde edilemediği,Kimlik bilgileri tespit edilemeyen Polis memuru hakkındaki hakaret suçu yönünden müştekinin salt iddiası haricinde şüpheli hakkında üzerine atılı bulunan suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte somut bir delilin elde edilemediği, aksi düşünülse dahi TCK 125/ maddede düzenlenen suçun soruşturma ve kovuşturması şikayete bağlı suçlardan olduğu, olay nedeniyle müştekinin şikayetçi olmadığı, Doktorlar ve sağlık personelinin üzerine atılı resmi evrakta fikri sahtecilik eylemine yönelik olarak ise müşteki ifade içeriğine göre doktorlara yaralanma iddiasını bildirmediği gibi vücudunda dadarp cebir izi bulunmadığını beyan ettiği gözetildiğinde bahsi geçen görevlilerin üzerine atılı bulunan suçtan dolayı dava açılmasını ve soruşturmanın devamını gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte somut bir delilin elde edilemediği anlaşılmakla..." Başvurucunun söz konusu karara itiraz etmesi üzerine Hâkimlik 8/6/2015 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Dosya içindekiMağdur Mahmut Nuri Tural'ın [başvurucu] Muradiye Cumhuriyet Başsavcılığınca anılan 18/03/2015 tarihli beyanları ile; mağdur ile aynı veya yan nezarethanelerde olay günü bulunan şahıslar ile görevli polis memurlarının alınan beyanları ile mağdur hakkında düzenlenmiş bulunan olay tarihine ilişkin darp-cebir raporu içeriğibirlikte değerlendirildiğinde atılı suçlardan şüphelinin cezalandırılması için kamu davası açmaya yeterli şüpheyi oluşturacak delillerin dosyada bulunmadığıanlaşılmış olmakla başvuru sahibinin itirazının reddine dair karar vermek gerekmiş..." Anılan ret kararı, başvurucuya 15/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 5237 sayılı Kanun'un "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir. ... (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır...." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Polis,A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri, eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar.Yakalanan kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir...." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi"kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür." 5271 sayılı Kanun'un "Kamu davasını açma görevi" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir. (2) Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler." | Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18073 | Başvuru, kolluk kuvvetinin yakalama işlemi esnasında darp ve hakaretine maruz kalınması, gerekmediği hâlde ters kelepçe takılması, kelepçeli şekilde ayakta bekletilme, soğuk nezarethane koşullarına rağmen battaniye verilmemesi ve bu sebeplerle yapılan suç duyurusu sonrası yeterli deliller toplanmadan ilgililer hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi sonucu etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; isnadın sebebinden haberdar edilip savunması alınmadan mahkûmiyet kararı verilmesi, hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin mahkûmiyete esas alınması ve suçun sübutuna ilişkin değerlendirmenin dosya kapsamıyla örtüşmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/12/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Kastamonu Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Müdürlüğü birtakım kişilerin uyuşturucu madde kullanma, satma, tehditle vatandaşlardan para alma gibi eylemlerde bulunduğuna dair gelen istihbari bilgiler üzerine çalışma başlatmıştır. Kastamonu Cumhuriyet Başsavcılığı şüpheliller suçüstü yakalanamadığı ve başka suretle delil elde etme imkânının da bulunmadığı gerekçesiyle E.E., Ö.S., Ş.B., A., A.Ç., R.B., T., , K., ve O.G.ye ait telefonların dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin tespiti talebinde bulunmuş; Kastamonu Sulh Ceza Mahkemesi 19/3/2007 tarihli karar ile dinleme kararı vermiştir. Bu kapsamda ilgililerin telefonları dinlenmiş ve yapılan dinlemeler tutanak ile tespit edilerek dosya içine alınmıştır. Yapılan aramalar neticesinde, farklı niteliklerde sekiz adet bıçak, iki adet kuru sıkı tabanca, bu tabancalara ait şarjör ve mermiler ile bir adet tabanca, bu tabancaya ait mermiler ve uyuşturucu madde ele geçirilmiştir. Kastamonu Cumhuriyet Başsavcılığının 26/1/2009 tarihli iddianamesi ile aralarında başvurucunun da bulunduğu çok sayıda kişi hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamenin başvurucuya ilişkin bölümünde hâlen başka bir suç nedeniyle ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve bu örgütün faaliyeti kapsamında işlenen şantaj, yağma, iş ve çalışma hürriyetini ihlal etme, mala zarar verme, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, tehdit ve izinsiz silah ve mermi bulundurma suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. Ceza infaz kurumunda bulunan başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan örgütün yöneticisi olarak örgütün diğer üyeleri ile yapmış olduğu görüşmelerde bu yöndeki talimatlarını verdiği belirtilmiş, bu kapsamda başvurucu ile yapılan görüşmelerin tarihleri kiminle yapıldığı ve içeriğine yer verilmiş, ayrıca örgüt üyeleri tarafından işlendiği iddia edilen eylemler tek tek açıklanmıştır. Açıklanan bu eylemler arasında 3 numaralı olay başlığı altında müştekiler B. ve S.B.ye yönelik yağma suçuna teşebbüs fiili ele alınmıştır. Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesi 11/272009 tarihli karar ile ''oluşa ve tüm dosya içeriğine göre sanıkların ceza infaz kurumunda bulunan sanık Alper Elmacı ile iddia edilen suç tarihlerinde cezaevi dışında bulunan E.E.nin da aktif bir şekilde örgütün faaliyetleri çerçevesinde üst liderlik koumunda diğer bir kısım sanıkları da yönlendirme faaliyetinde bulunarak kendilerine ve başkalarına haksız çıkar sağlamak için tehdit, baskı, cebir ve şiddet uygulamak suretiyle yıldırma ve sindirme gücünü kullanarak, sürekli olarak önceden sayı ve niteliği belirsiz suçları işlemek amacıyla tam bir işbirliği ve eylemli paylaşım anlayışı içinde disiplinli biçimde ve silahlı olarak örgütlendikleri, amaçları doğrultusunda faaliyette bulundukları, ceza infaz kurumunda bulunan sanığın ilettiği talimatları yerine getirdikleri, talimatlar doğrultusunda iş yeri kurşunladıkları ve diğer suçları işledikleri sanıkların bir çoğunun sürekli çalıştıkları bir işlerinin olmadığı, söz konusu yasa dışı eylemler ile elde edilen haraç alma vs.gelirleri geçim vasıtası haline getirmiş olduklarının iddia olunduğu, bu şekilde kendilerine ve örgüte menfaat sağladıklarının iddia edildiği dosya ve iddianame kapsamına göre sanıklara isnad edilen eylemler nedeniyle mahkememizin yargılama görevi bulunmadığı'' gerekçesiyle görevsizlikle dosyayı Ankara Ağır Ceza Mahkemesine (CMK madde ile görevli) göndermiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi yapmış olduğu yargılama sonunda 19/6/2012 tarihli karar ile başvurucunun, suç işlemek için kurulan silahlı örgütün kurucusu ve yöneticisi olma suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün ve örgütün yöneticisi sıfatıyla diğer örgüt üyeleri tarafından işlenen B. ve S.B. ye yönelik yağmaya teşebbüs suçundan 7 yıl 6 ay; İ.B.F.ye yönelik tehdit suçundan 2 yıl 6 ay; kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçundan 4 yıl 2 ay; Y.U.ya yönelik yağma suçundan 10 yıl; İ.A.ya yönelik tehdit suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararda özetle müşteki beyanları, bu beyanları destekleyen iletişimin tespitine ilişkin tape dökümleri, suç eşyaları, sanıkların tevilli ikrar anlamına gelebilecek savunmaları ve tüm dosya kapsamından sanıklar tarafından kurulan silahlı suç örgütünün üye sayısının üç kişiden fazla olduğu ve araç-gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli bulunduğu, örgütün yöneticileri Alper Elmacı ve E.E. ile örgütün üyesi olan diğer sanıklar A.Ç., Y.G., Ö.S., Ş.B., K., N.A., A., B.K., K., O.G., G.Y., Ş.Ö., H.Ç., T. ve N.Ç.nin sürekli birbiriyle irtibat hâlde oldukları, aralarında hiyerarşik ilişki bulunduğu, örgütün tüm eylemlerinin cebir ve tehdit kullanılarak geçekleştirildiği, örgüt yöneticileri Alper Elmacı ve E.E.nin örgütün faaliyeti kapsamında gerçekleşen aralarında B.ve S.B.ye karşı işlenen yağma suçu da olmak üzere bütün suçlardan sorumlu oldukları belirtilmiştir. Anılan kararlar temyiz edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 24/10/2014 tarihli kararıyla başvurucuya ilişkin değerlendirmesinde, silahlı örgütün kurucusu ve yöneticisi olma suçu, örgütün yöneticisi sıfatıyla diğer örgüt üyeleri tarafından işlenen B. ve S.B.ye yönelik yağmaya teşebbüs suçu ve İ.B.F.ye yönelik tehdit suçundan verilen hapis cezalarının onanmasına karar vermiş, diğer suçlar yönünden verilen mahkûmiyet hükümlerini bozmuştur. Nihai kararın başvurucuya tebliğine ilişkin dosya içinde bir belge ve bilgi bulunmamaktadır. İlgili Yargıtay dosyası 13/11/2014 tarihinde kapatılarak sisteme aktarılmış, kesinleştirme işlemi ilk derece mahkemesince 23/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurucu 4/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevzuat 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ''Yağma'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.'' 5237 sayılı Kanun'un ''Nitelikli yağma'' kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının olay tarihinde yürürlükte bulunan ilgili kısmı şöyledir:"(1) Yağma suçunun;...c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d) Yol kesmek suretiyle ya da konut veya işyerinde,...g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla,...İşlenmesi hâlinde, fail hakkında on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. '' 5237 sayılı Kanun'un ''Suç işlemek amacıyla örgüt kurma'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(3) Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.(4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur.(5) Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır." 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ''Hükmün konusu ve suçu değerlendirmede mahkemenin yetkisi '' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir.(2) Mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir.'' 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hükümlünün telefon ile haberleşme hakkı” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir.'' Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 11/5/2016 tarihli ve E.2015/10616, K.2016/10245 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"1- Ceza infaz kurumunda hükümlü olan sanığın, babasıyla yaptığı telefon görüşmesi sırasında kurum müdürü olan müşteki B.Ç.'ye “ib..” şeklinde hakaret ettiği yönündeki kabul karşısında, ceza infaz kurumlarında telefonla görüşme hakkının, 5275 sayılı Kanun'un maddesinde ve bu Kanun'a dayanılarak 2006 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla kabul edilen Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün maddesinde düzenlendiği, bu yönüyle ceza infaz kurumlarında yapılan dinleme işleminin, 'kanuna dayalı idari tedbir' niteliğinde olduğu, idari tedbir niteliğindeki bu dinlemeden elde edilen kayıtların, adli dinlemelere ilişkin CMK'nın maddesinde sayılan katalog suçlar arasında yer almayan hakaret suçu yönünden hukuka uygun bir delil olarak nitelenemeyeceği gözetilmeden, sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi[ doğru olmadığından hükmün BOZULMASINA karar verilmiştir.]'' Yargıtay Ceza Dairesinin 15/11/2017 tarihli ve E.2015/44337, K.2017/13051 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"CMK'nın maddesindeki; "Hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir" şeklindeki düzenleme gereğince de, hangi fail ve fiili hakkında dava açılmış ise, ancak o fail ve fiili hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir. İddianamede anlatılan olayın dışında bir fail ve fiilin yargılanması söz konusu olduğunda ise, suç duyurusunda bulunulması ve iddianame ile dava açılması halinde de gerekli görüldüğünde her iki iddianame ile açılan davaların birleştirilmesi yoluna gidebilecektir.İnceleme konusu dosyada; sanık hakkında düzenlenen 2013 günlü iddianamenin anlatım kısmında şüphelinin hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme eylemlerinin müşteki Y.E.ye yönelik olduğundan bahsedildiği ve kovuşturma aşamasında müşteki olarak dinlenilen N.A.'ya yönelik eylemlerine yer verilmediğinin anlaşılması karşısında; sanığın müşteki N.A.ya yönelik hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme eylemleri ile ilgili olarak yeni iddianame ile dava açılması gerekirken Yerel Mahkemece yargılamaya devamla sanığın eylemlerinin müşteki Y.E. ile birlikte iddianamede anlatılmayan N.A.ya yönelik olduğu kabul edilerek, iddianamede anlatılmayan eylemler nedeniyle CMK'nin 225/ maddesine aykırı olarak hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme suçundan verilen cezalarda TCK'nın 43/ maddesi uyarınca artırım yapılması, [doğru görülmemiştir.]'' Yargıtay Ceza Dairesinin 30/10/2017 tarihli ve E.2014/11684, K.2017/3997 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Ceza Muhakemesi hukukumuzda, bir yargılama faaliyeti yapılabilmesi ve hüküm kurulabilmesi için yargılamaya konu edilecek fiil ile ilgili usulüne uygun olarak açılmış bir ceza davasının bulunması gerekmektedir. "Kamu davasını açma görevi Cumhuriyet Savcısı tarafından yerine getirilir" bu husus CMK'nun maddesinde düzenlenmiştir. Yine aynı maddenin fıkrasında "İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır" şeklinde kesin bir açıklamaya yer verilmiştir.Aynı kanunun "hüküm konusu ve suçu değerlendirmede mahkemenin yetkisi" başlıklı maddesinde ise "hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. Mahkeme fiilin ve failin nitelendirmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir" şeklindeki düzenlemeler gereğince de, hangi fiil ve fail hakkında dava açılmış ise ancak o fail ve fiil hakkında yargılama yapılarak hüküm verilebilecektir.Görüldüğü üzere hükmün konusu iddianamede gösterilen fiildir. Bir fiil nedeniyle dava açıldığının kabul edilebilmesi için o fiilin iddianamede açıkça gösterilmesi gerekir. İddianamede anlatılan ve çerçevesi çizilen fiilin dışına çıkılarak dava konusu yapılmayan bir fiil nedeniyle yargılama yapılması ve açılmayan davada hüküm kurulması kanuna mutlak aykırılık halleridir.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (3) numaralı fıkrasının (a) bendi şöyledir:" Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak … görülmesini isteme hakkına sahiptir.… Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek" Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin şüphelinin/sanığın yalnızca işlediği iddia olunan fiil ile bu fiilin kendisine isnat edilmesinin nedenleri hakkında bilgilendirilmesini değil fiilin ne şekilde vasıflandırıldığı hususunda da detaylı bir şekilde bilgilendirilmesi hakkını güvence altına aldığına vurgu yapmaktadır (Penev/Bulgaristan, B. No: 20494/04, 7/1/2010, § 33). Mahkeme, ceza davalarında şüpheliye/sanığa karşı yapılan suçlamayla ilgili detaylı bilgilendirme yapılmasına ve sonuç olarak derece mahkemesinin benimsediği vasıflandırmanın yargılama sürecinin adil olmasının temini için temel bir ön koşul teşkil ettiğine karar vermiştir (Penev/Bulgaristan, § 34). Şüphelinin/sanığın, aleyhine yapılan suçlamanın sebebi ve türü hakkında bilgilendirilme yöntemine ilişkin herhangi bir özel ve şekli şart öngörülmemektedir (Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No: 25444/94,25/3/1999, § 53). | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/18954 | Başvuru, isnadın sebebinden haberdar edilip savunması alınmadan mahkûmiyet kararı verilmesi, hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin mahkûmiyete esas alınması ve suçun sübutuna ilişkin değerlendirmenin dosya kapsamıyla örtüşmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/56664 | Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvurucu, Spor Genel Müdürlüğü Merkez Ceza Kurulunca kendisine verilen disiplin cezasına karşı Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulu'na itiraz başvurusunda bulunduğunu ancak sonuç alamadığını belirterek, Anayasa’nın maddesi ile tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 14/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine şahsen yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde başvurunun çözümünün ilke kararını gerektirmesi nedeniyle Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye Wushu Federasyonu Başkanı olan başvurucu, 11/8/2011 ila 17/8/2011 tarihleri arasında Çin’de düzenlenen bir organizasyona Federasyon Başkanı sıfatıyla katılmıştır. Başvurucu’nun başkanlığındaki heyette bir tercüman da görev almıştır. Tercüman, gezi sırasında görevden ayrılmış, 17/8/2011 tarihinde diğer heyet üyeleri ile birlikte Türkiye’ye dönüş yapmamıştır. Başvurucu hakkında Gençlik ve Spor Bakanlığının 21/5/2012 tarih ve 843 sayılı Oluru ile soruşturma açılmıştır. Soruşturma sonucunda Spor Genel Müdürlüğü Merkez Ceza Kurulunun 28/9/2012 tarih ve E.2012/4, K.2012/7 sayılı kararıyla, başvurucuya; tercümanı görevli olarak Çin’e götürdüğü, heyet 17/8/2011 tarihinde Türkiye’ye döndüğü halde tercümanın dönüş biletinin isteği dışında iptal edilmesi nedeniyle 28/8/2011 tarihinde döndüğü ve bu suretle görev suçu işlediği gerekçesiyle Amatör Spor Dalları Ceza Yönetmeliği’nin maddesi uyarınca “üç ay hak mahrumiyeti” cezası verilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine kararı inceleyen Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulu, 18/10/2012 tarih ve E.2012/140, K.2012/188 sayılı kararında, isnat edilen eylemin sübut bulduğuna ilişkin Merkez Ceza Kurulu’nun kararında isabetsizlik görülmediğini, ancak eylemin anılan Yönetmeliğin maddesi yerine maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, başvurucuya Yönetmeliğin maddesi uyarınca “üç ay hak mahrumiyeti” cezası vermiştir. Başvurucunun karar düzeltme talebi de koşulları oluşmadığı gerekçesiyle 22/10/2012 tarih ve E.2012/140, K.2012/195 sayılı karar ile reddedilmiştir.B. İlgili Hukuk 21/5/1986 tarih ve 3289 sayılı Gençlik ve Spor Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un ek maddesinin dokuzuncu fıkrası şöyledir:“Tahkim Kurulu, … Federasyon başkanı ile yönetim, disiplin ve denetim kurulu üyelerinin, spor ahlakına ve disiplinine aykırı davranışlarının tespiti halinde Bakan tarafından Genel Müdürlük Merkez Ceza Kuruluna sevk edilmeleri sonucunda, Merkez Ceza Kurulunca verilecek kararlara karşı, ilgililerin itirazı üzerine karar verir.” Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü Amatör Spor Dalları Ceza Yönetmeliği’nin “Centilmenliğe Aykırı Hareketler” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Onur kırıcı ve spor ahlakına ve centilmenliğe aykırı harekette bulunan yarışmalarda kural dışı hareket eden kişiler, bu hususlarda aynı ceza hükmü bulunmadığı taktirde yirmi günden bir yıla kadar yarışmalardan men veya bir aydan bir yıla kadar, hak mahrumiyeti cezası ile cezalandırılır.” | Kapsam dışı haklar | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/620 | Başvurucu, Spor Genel Müdürlüğü Merkez Ceza Kurulunca kendisine verilen disiplin cezasına karşı Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulu'na itiraz başvurusunda bulunduğunu ancak sonuç alamadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesi ile tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. | 0 |
Başvuru, Anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını; yargılama sırasında usuli güvencelere riayet edilmemesinin adil yargılanma hakkını, iletişimin tespitine ve fiziki takip yapılmasına izin verilmesi hakkındaki kararların keyfi olmasının da haberleşme özgürlüğü ile özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1990 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fen Bilgisi Öğretmenliği Bölümü öğrencisidir. Başvurucu, terör örgütüne üye olmak suçunu işlediği gerekçesiyle üç gün gözaltında tutulduktan sonra 27/4/2012 tarihinde serbest bırakılmıştır. Cumhuriyet savcısı 7/5/2012 tarihli iddianamesi ile başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 21/12/2012 tarihinde, başvurucunun terör örgütüne üye olmak suçundan mahkûmiyetine hükmetmiştir. İlk derece mahkemesinin başvurucunun terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde dikkate aldığı delillerin bazıları şu şekildedir: i. İlk derece mahkemesi başvurucunun, PKK'nın gençlik yapılanması olan Demokratik Yurtsever Gençlik Meclisi (DYGM) bünyesinde faaliyetlerde bulunduğunu tespit etmiştir. Mahkemeye göre DYGM, Kürtçülüğün yaygınlaştırılması ve PKK'nın ideolojisi ve amaçları hakkında daha fazla bilinçlendirilmesi kapsamında yapılan faaliyetlerde gençlerin daha aktif rol üstlenmesi amacını taşımaktadır. ii. Başvurucunun 2/3/2012 tarihinde Fırat Üniversitesinde kız meselesi yüzünden başladığı belirtilen bir kavgada bazı öğrencilerin yaralanması sonrasında Kürt kökenli öğrencilerin örgütsel yapı içinde sahiplenildiği algısının yaratılmasını diğer sanıklarla birlikte organize ettiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun Kürt kökenli öğrencileri sağ görüşlü öğrencilerle bir araya getirerek örgütsel faaliyetlere kitle oluşturulması amacıyla kavga ortamı hazırladığı belirtilmiştir. iii. Başvurucunun 16/4/2012 tarihinde Fırat Üniversitesinde öğrenim gören öğrenciler arasında meydana gelen bir kavga olayında Kürt kökenli öğrencilerin örgütsel yapı içinde sahiplenildiği algısının yaratılmasını diğer sanıklarla birlikte organize ettiği ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucunun Kürt kökenli öğrencileri sağ görüşlü öğrencilerle bir araya getirerek kavga ortamı hazırladığı belirtilmiştir.iv. Başvurucunun 3/3/2012 tarihinde ElazığAtapark Düğün Salonu'nda Fırat Öğrenci Derneğinin "Dernek Açılışı ve Tanıtımı" adı altında düzenlenen etkinliğinin organizasyonunda görev aldığı ve aynı zamanda bu etkinliğe katıldığı ifade edilmiştir. Ayrıca Mahkeme, başvurucunun bu etkinlik sırasında terör örgütünün propagandasını da yaptığını belirtmiştir. Bu kapsamda birtakım teknik takip tutanaklarına dayanılmıştır. Teknik takip tutanağı'na göre;- Olay günü başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım sanığın düğün salonu içinde beklediği, bu etkinlik sırasında yapılan davet üzerine sözde devrim şehitleri adına 1 dakikalık saygı duruşunda bulunulduğu, bu sırada başvurucunun da aralarında olduğu sanıkların yönlendirmesiyle ışıkların söndürüldüğü tespit edilmiştir. Saygı duruşu sonrasında "Gerilla Marşı" adı verilen ve içinde terör örgütünün propagandasını oluşturan sözler barındıran şarkının tüm katılımcılarla birlikte yüksek sesle söylendiği, şarkının bitiminde katılımcıların alkışlarla şarkıya destekte bulundukları ifade edilmiştir. Bu şarkının akabinde ışıkların tekrar açıldığı ve bu kez "Oramar" adı verilen ve içinde terör örgütünün propagandasını oluşturan sözler barındıran şarkının söylendiği belirtilmiştir. Ayrıca etkinlik sonunda bir tiyatro gösterisinin yapıldığı, bu gösteride güvenlik güçlerince kötü muamele yapılarak insanların öldürüldüğü ve gözaltında kaybedildiği hususları işlenerek etkinliğe katılanların şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa yönlendirildiği, kin ve düşmanlığa tahrik edildiği ifade edilmiştir.v. Başvurucunun PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanması içinde Elazığ'da faaliyet gösterdikleri iddiasıyla tutuklanan bazı kişilerin Malatya'da görülen duruşmasına Elazığ'dan katılanlardan biri olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun bu eylemi gerçekleştirmekteki amacının tutuklu kişilere ve onların ailelerine destek olmanın yanında bu organizasyona katılan kişilerde örgütsel bir bilinç oluşmasını sağlamak olduğu ifade edilmiştir. vi. Başvurucunun 21/3/2012 tarihinde Elazığ İstasyon Meydanı'nda nevruz etkinlikleri adı altında düzenlenen ve terör örgütünün toplantısı hâline dönüştürülen etkinliği organize ettiği ve bu etkinliğe katıldığı ifade edilmiştir. Bu etkinlik sırasında başvurucunun da içinde bulunduğu grup tarafından terör örgütünün propagandasını oluşturacak şekilde pankartlar asıldığı, birtakım sloganlar atıldığı ve müzik yayını yapıldığı belirtilmiştir. vii. Başvurucunun PKK/KCK terör örgütü adına çocuklara yönelik olarak çeşitli tarihlerde özel ders verdiği belirtilmiştir. Mahkemece, özel ders verilmesi şeklindeki etkinliğin amacının özel ders alan kişilerde örgütsel bir bilinç oluşmasını sağlamak olduğu ifade edilmiştir. Mahkeme, bu etkinliğin Fırat Üniversitesi Rektörlüğünden herhangi bir izin alınmadan gerçekleştiği hususuna da özel bir vurgu yapmıştır.viii. Başvurucunun ikametgâhında yapılan aramada, daha önce elkonulmasına ve toplatılmasına karar verilen bir yayının ele geçirildiği belirtilmiştir. Terör örgütü üyeliğinden mahkûmiyetine ilişkin kararı başvurucunun temyiz etmesi üzerine karar,Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 23/1/2014 tarihinde onanmıştır. Başvurucu, karardan 2/5/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 28/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal ve uluslararası için bkz. Metin Birdal ([GK], B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-39) başvurusu hakkında verilen karar. | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7489 | Başvuru, Anayasal haklar kapsamında koruma altında bulunan bazı eylemlerinin terör örgütü üyeliği suçundan mahkûmiyetinde delil olarak kullanılmasının başvurucunun ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını; yargılama sırasında usuli güvencelere riayet edilmemesinin adil yargılanma hakkını, iletişimin tespitine ve fiziki takip yapılmasına izin verilmesi hakkındaki kararların keyfi olmasının da haberleşme özgürlüğü ile özel hayata saygı hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ilk derece mahkemesinin dilekçenin reddine ilişkin kararında imzası olan hâkimin istinaf kararında yer alması sebebiyle bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; hükmen tutukluluk nedeniyle kısıtlı olunan dönemde gerçekleşen emeklilik onayı işleminin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 3/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde askerî mahkeme başkanı olarak görev yapmakta iken Balyoz adıyla anılan ve İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi (Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından yapılan yargılama kapsamında 21/9/2012 tarihli karar ile hakkında 16 yıl hapis cezasına hükmedilmiş ve bu karar Yargıtay Dairesinin 9/10/2013 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu 8/10/2013 tarihli dilekçe ile emekliliğe ayrılma talebinde bulunmuş ve Millî Savunma Bakanlığının 12/11/2013 tarihli kararı ile söz konusu talep onaylanmıştır. 21/9/2012 tarihli Ağır Ceza Mahkemesi kararına karşı başvurucunun bireysel başvuruda bulunması üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından 2013/7800 sayılı dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda adil yargılanma hakkının ihlal edildiği tespiti ile ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir. Yeniden yargılama sonucunda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2015 tarihli kararı ile başvurucunun beraatine karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeksizin 8/6/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Beraat kararı üzerine başvurucu tarafından 9/10/2013-12/11/2013 tarihleri arasında hükümlü olmasına ve vasi onayının gerekmesine karşın vasi onayı beklenmeden emeklilik talebinin kabul edildiği ve işlemin baştan itibaren hükümsüz olduğundan bahisle 31/7/2015 tarihli dilekçe ile emeklilik onama kararının iptali ve askerî hâkim olarak yeniden görevlendirilmesi talebiyle Millî Savunma Bakanlığına başvuruda bulunulmuş, başvuru cevap verilmeksizin reddedilmiştir. Başvurucu, söz konusu talebinin zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Millî Savunma Bakanlığına karşı 30/11/2015 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) dava açmıştır. AYİM Üçüncü Dairesi; dava dilekçesi ekinde ibraz edilen vekâletnameye istinaden vekil marifetiyle takip edildiği anlaşılan davada, vekâletnamede ismi geçen vekilin kimlik bilgilerine dava dilekçesinde yer verilmesine rağmen dava dilekçesinin davacı tarafından imzalanarak davanın açıldığı, dilekçede vekilin imzasının bulunmadığı ve davanın vekil marifetiyle takip edilip edilmediğinin belli olmadığı gerekçesiyle 10/12/2015 tarihinde dilekçenin reddine karar vermiştir. Dilekçenin reddine ilişkin kararda hâkim A.nın da imzası bulunmaktadır. Dilekçenin reddedilmesi üzerine başvurucu otuz günlük süresi içinde davasını yenilemiştir. 18/10/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici maddenin birinci fıkrasının (E) bendiyle AYİM'in kaldırılması üzerine anılan bendin (b) alt bendi gereğince başvurucunun dava dosyası Ankara İdare Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmiştir. Mahkeme 20/2/2018 tarihli karar ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, mahkûmiyet kararı ile kısıtlanan ve sınırlı ehliyetsiz konumunda bulunan başvurucunun emeklilik talebinin onayına ilişkin 12/11/2013 tarihli işlemi 2014 yılının Ocak ayı itibarıyla tebellüğ ettiği ve emeklilik haklarından yararlandığı dikkate alındığında bu tarihten itibaren dava açma süresi içinde kendisi tarafından veya vasisi aracılığıyla en geç 1/3/2014 tarihine kadar davanın açılması ya da 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun maddesi uyarınca işlemin kaldırılması, geri alınması veya yeni bir işlemin yapılması için idari başvuru yapılması gerekirken bu süre geçirildikten çok sonra 30/11/2015 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı ifade edilmiştir. Karara karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesinin (Daire) 11/10/2018 tarihli hükmüyle değişik gerekçe doğrultusunda istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar verilmiştir. Anılan kararı veren heyetin içinde hâkim A. da bulunmaktadır. İstinaf mercii kararının gerekçesinde; bir yıldan daha fazla süreli hapis cezasına mahkûm olan başvurucuya vasi atanması için idarenin gerekli işlemleri yapmamış olması nedeniyle başvurucunun sorumlu tutulamayacağı, bu nedenle dava açma süresinin dava konusu işlemin tebliğ edildiği ve başvurucunun kısıtlı olduğu Ocak 2014 tarihinden itibaren başlatılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun ceza infaz kurumundan tahliye edildiği 19/6/2014 tarihi itibarıyla kısıtlılığının ortadan kalktığı, bu tarihten sonra bizzat kendisi tarafından veya tayin edeceği vekili aracılığı ile dava açmasına herhangi bir yasal engel bulunmadığı, dolayısıyla ceza infaz kurumundan tahliyesini müteakip 20/6/2014 tarihinden itibaren altmış gün içinde ya idari müracaatta bulunması ve sonucuna göre dava açması ya da doğrudan dava açması gerekirken bu süre geçtikten sonra yaptığı idari müracaat üzerine 30/11/2015 tarihinde açtığı davada süre aşımı bulunduğu sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir. Öte yandan bir an için başvurucunun ileri sürdüğü gibi dava açma süresinin beraat kararının kesinleştiği 8/6/2015 tarihinde başladığı kabul edilse dahi bu hâlde başvurucunun 31/7/2015 tarihinde idari müracaatta bulunduğu, zımni ret işleminin 29/9/2015 tarihinde gerçekleştiği ve 2577 sayılı Kanun'un maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca idari müracaat tarihine kadar geçen elli iki günlük süre de dikkate alındığında en geç 8/10/2015 tarihine kadar dava açması gerekirken 30/11/2015 tarihinde açtığı davada süre aşımı bulunduğu belirtilmiştir. Nihai karar 1/11/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4/7/1972 tarihli ve 1602 sayılı mülga Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun "Dilekçeler üzerinde ilk inceleme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kaydı yapılan dilekçeler, Genel Sekreterlikçe;...e) 36 ve 38 inci maddelere uygun olup olmaması,...Noktalarından sırası ile incelenir." 1602 sayılı mülga Kanun'un "İlk inceleme üzerine verilecek kararlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Daireler veya Daireler Kuruluna gelen dilekçelerde 44 üncü maddede yazılı noktalardan kanunsuzluk görülürse:... (e) bendinde yazılı halde bir defaya mahsus olmak üzere otuz gün içinde 36 ve 38 inci maddelere uygun şekilde yeniden düzenlemek veya noksanları tamamlamak ... üzere dilekçelerin reddine ... karar verilir." 2577 sayılı Kanun’un "Dava açma süresi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür. Bu süreler;a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,...Tarihi izleyen günden başlar." 2577 sayılı Kanun’un "Üst makamlara başvurma" kenar başlıklı maddesi şöyledir: " İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır." 2577 sayılı Kanun'un "İstinaf" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdare ve vergi mahkemelerinin kararlarına karşı, başka kanunlarda farklı bir kanun yolu öngörülmüş olsa dahi, mahkemenin bulunduğu yargı çevresindeki bölge idare mahkemesine, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde istinaf yoluna başvurulabilir. Ancak, konusu beş bin Türk lirasını geçmeyen vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemlere karşı açılan iptal davaları hakkında idare ve vergi mahkemelerince verilen kararlar kesin olup, bunlara karşı istinaf yoluna başvurulamaz.... İstinaf başvurusuna konu edilen kararı veren ya da karara katılan hâkim, aynı davanın istinaf yoluyla bölge idare mahkemesince incelenmesinde bulunamaz." 6/1/1982 tarihli ve 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun'un "Toplantı ve karar" kenar başlıklı 3/F maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:" Her daire, bir başkan ve iki üyenin katılımıyla toplanır. Görüşmeler gizli yapılır, kararlar çoğunlukla verilir.... Daire başkanının hukuki veya fiili nedenlerle bulunamaması hâlinde dairenin en kıdemli üyesi daireye başkanlık yapar." 2577 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi ... hallerinde ... Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır." 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Ret sebepleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Hâkimin tarafsızlığından şüpheyi gerektiren önemli bir sebebin bulunması hâlinde, taraflardan biri hâkimi reddedebileceği gibi hâkim de bizzat çekilebilir. Özellikle aşağıdaki hâllerde, hâkimin reddi sebebinin varlığı kabul edilir:a) Davada, iki taraftan birine öğüt vermiş ya da yol göstermiş olması.b) Davada, iki taraftan birine veya üçüncü kişiye kanunen gerekmediği hâlde görüşünü açıklamış olması.c) Davada, tanık veya bilirkişi olarak dinlenmiş veya hâkim ya da hakem sıfatıyla hareket etmiş olması."B. Uluslararası Hukuk İlgili Sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme/AİHS) maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir...” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadıa. Tarafsız Mahkemede Yargılanma Hakkına İlişkin İçtihat İlgili hukuk için bkz. Kemal Demir, B. No: 2014/17141, 6/7/2017,§§ 42- b. Mahkemeye Erişim Hakkına İlişkin İçtihat İlgili hukuk için bkz. Esat Çetinkaya, B. No: 2015/12881, 6/3/2019, §§ 23, | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34944 | Başvuru, ilk derece mahkemesinin dilekçenin reddine ilişkin kararında imzası olan hâkimin istinaf kararında yer alması sebebiyle bağımsız ve tarafsız mahkemede yargılanma hakkının; hükmen tutukluluk nedeniyle kısıtlı olunan dönemde gerçekleşen emeklilik onayı işleminin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular 29/5/2014 ve 17/12/2014 tarihlerinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2014/19667 sayılı bireysel başvuru dosyası konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2014/7674 sayılı dosya ile birleştirilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucular Ramazan Kaya, Abdurrahman Miişoğlu ve Elif Kaya'nın doğrudan kendilerinin; başvurucular Aysel Beslenen, Cemile Kaya, Fethullah Kaya, Gülistan Direk, Nurullah Kaya, Remziye Kaya, Semire Savucu, Tarık Kaya, Zehra Kaya ve Zeynep Savucu'nun babaları olan muris Hüseyin Kaya; başvurucu Ayhan Kaya'nın babası olan muris Dodo Kaya; başvurucular Ahmet Kaya, Fikret Kaya, Lamia Gülşen, Mülkiye Kaya, Nail Kaya, Özlem Kaya, Sadiye Kaya, Tayyip Kaya ve Türkan Kaya'nın babaları olan muris Yusuf Kaya ile başvurucular Aydın Kaya, Bedia Bilgen, İskender Kaya, Mehmet Emin Kaya, Neytullah Kaya ve Yıldız Mehmetoğlu'nun babaları olan muris Mehmet Kaya'nın 12/12/1979 tarihinde müdahil oldukları Derik Kadastro Mahkemesinde görülen 6/2/1978 tarihli kadastro tespitine itiraz davasında yerel Mahkemece verilen kararlar müteaddit kereler Yargıtayca bozulmuş ve son bozmadan sonra anılan dava, yerel Mahkeme aşamasında derdest durumdadır. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/7674 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, kanunen verilmemesi gereken kişisel verinin idari makamlara açıklanması ve güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; idare mahkemesince verilen kararda ceza soruşturmasına konu suçun işlendiği yönünde ifadeler bulunması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 19/9/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 25/5/1981 doğumlu olan başvurucu, 28/12/1999 tarihinde Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) terör örgütüne yardım suçunu işlediği isnadına bağlı olarak gözaltına alınmış ve hakkında Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Söz konusu kovuşturma kapsamında 4/1/2000 tarihinde tutuklanan başvurucu yaklaşık bir yıl üç ay sonra 10/4/2001 tarihinde serbest bırakılmış ve yargılanmasına tutuksuz olarak devam edilmiştir. Yargılama sonucunda; Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinin 4/12/2001 tarihli kararıyla fiilinin örgüte yardım ve yataklık türünde olduğu, süre itibarıyla koşulları oluştuğundan 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının dördüncü bendi gereğince davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine hükmedilmiştir. Adana Ağır Ceza Mahkemesinin 2/4/2007 tarihli kararı ile de başvurucunun beş yıllık deneme süresi içinde başka suç işlemediği gerekçesiyle kamu davasının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Ayrıca başvurucunun İçişleri Bakanlığına müracaatı üzerine 18/5/2007 tarihli yazıyla hakkındaki Genel Bilgi Toplama (GBT) kaydının iptal edildiği bildirilmiştir. 16/3/2012 tarihinde Bakanlık tarafından verilen izne istinaden sözleşmeli ceza infaz kurumu şoförlüğü alımı için Hatay Adalet Komisyonu (Komisyon) Başkanlığı tarafından sınav yapılmıştır. Sınavla altı kişinin işe alınması planlanmıştır. Başvurucunun söz konusu sınav dolayısıyla Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünden temin ettiği 6/7/2012 tarihli adli sicil kaydı ve adli sicil arşiv kaydı belgesinde adli sicil ve arşiv kaydının bulunmadığı belirtilmiştir. Komisyon Başkanlığınca yapılan yazılı ve sözlü sınavlar sonucunda başvurucu sırada başarılı olmuştur. Sözleşmeli ceza infaz kurumu şoförlüğüne yerleştirilmesi düşünülen başvurucu hakkında, Komisyon Başkanlığınca güvenlik soruşturması işlemlerine başlanmıştır. Hatay Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü tarafından Komisyon Başkanlığına hitaben yazılan 8/5/2012 tarihli yazıda, başvurucu hakkında istenen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda yasadışı silahlı DHKP-C örgütüne yardım suçu ile ilgili Adana Devlet Güvenlik Mahkemesince verilen 4/12/2001 tarihli kararın gönderildiği bildirilmiştir. Söz konusu yazı ekinde 4/12/2001 tarihli kararın tamamının değil sanık isimlerinin bulunduğu , , ve sayfalarının ve hüküm fıkrasının yer aldığı , ve sayfalarının gönderildiği görülmekte olup bu kısımlarda başvurucunun hangi eylemleri işlediği konusunda bilgi bulunmamaktadır. Komisyon Başkanlığının 21/5/2012 tarihli kararı ile başvurucunun söz konusu yargılamaya konu eyleminin niteliği dikkate alınarak istihdam edilmesinin uygun olmadığına karar verilmiş ve bu karar başvurucuya bildirilmiştir. Bunun üzerine başvurucu tarafından Bakanlık ve Komisyon Başkanlığı aleyhine atama işleminin yapılmaması nedeniyle Hatay İdare Mahkemesi nezdinde iptal davası açılmıştır. Başvurucu ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna (İnceleme Komisyonu) müracaatta bulunmuştur. İnceleme Komisyonunun 16/7/2013 tarihli yazısında; davanın ortadan kaldırılmasına, adli sicil, arşiv ve emniyet kayıtlarının silinmesine rağmen başvurucunun ilk yargı kararına dair bilgilerinin Hatay İl Emniyet Müdürlüğü tarafından paylaşılmasının hukuka aykırı olduğu görüşü bildirilmiştir. Başvurucu Hatay İdare Mahkemesine (Mahkeme) verdiği 24/7/2013 tarihli dilekçesinde İnceleme Komisyonunun görüş yazısını da sunmak suretiyle silinmiş suç kayıtlarının Hatay İl Emniyet Müdürlüğü tarafından paylaşılmasının hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu Mahkemeye sunduğu 10/10/2012 tarihli dilekçesinde, GBT kayıtlarının silinmiş ve yargı kararıyla davanın ortadan kaldırılmış olmasının yok sayıldığını, hakkında herhangi bir mahkûmiyet içermeyen sicilin ne zamana kadar saklanacağını, bunun süresiz olarak saklanmasının mümkün olmadığını ifade etmiş ve Anayasa'nın ve maddelerinde yer alan temel haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu aynı yöndeki iddialarını yürütmenin durdurulmasının reddi kararına itiraz ve temyiz dilekçelerinde de tekrar etmiştir. Mahkeme 7/3/2013 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararda, ceza infaz kurumları ile tutukevlerinde çalıştırılacak personel hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmasının zorunlu olduğu, idarenin atama yapıp yapmamak konusunda takdir yetkisinin bulunduğu ifade edilmiştir. Kararda; ceza yargılamasında davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verildiği, bu kararın başvurucunun üzerine atılı suçu işlemediği anlamına gelmeyeceği, hakkında verilmiş bir beraat kararı da bulunmadığı belirtilmiştir. Bu durumda başvurucunun atanmak istediği görevin önem ve özelliği ile güvenlik soruşturmasında elde edilen bilgiler gözetildiğinde, başvurucunun atanmamasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesine yer verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir: “Bu durumda, davacının, üzerine atılı eyleminden dolayı hakkında yapılan yargılamada davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verildiği, bu kararın davacının üzerine atılı suçu işlemediği anlamına gelmeyeceği, davacının üzerine atılı suçu işlemediği yönünde verilmiş bir beraat kararı da bulunmadığı, kaldı ki, güvenlik soruşturmasında elde edilen bilgiler ve davacının atanmak istediği görevin nitelikleri ve hassasiyeti göz önüne alındığında, atama yapıp yapmamak konusunda idarenin takdir yetkisinin olduğu ve bu yetkinin kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek kullanıldığı anlaşıldığından davacının istihdam edilmesinin uygun görülmediğine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır.” Başvurucunun temyiz istemi Danıştay Onikinci Dairesinin 19/9/2013 tarihli kararıyla reddedilerek hüküm onanmıştır. Karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 16/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar 22/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesince Hatay Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünden başvurucu hakkındaki Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinin 4/12/2001 tarihli kararının nasıl ve nereden tespit edildiği sorulmuştur. Hatay Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü tarafından verilen 11/4/2018 tarihinde kayda alınan cevapta; başvurucunun yargılanmış olduğunun kayıtlarının tetkikinden anlaşıldığı, bunun üzerine Adana İl Emniyet Müdürlüğü ile yapılan yazışma sonucunda söz konusu Mahkeme kararının temin edildiği bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 25/6/2018 tarihli yazısında; 4616 sayılı Kanun'a göre verilmiş erteleme kararlarının kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü niteliğinde bulunmadığı, bu nedenle bir sicil kaydı olmadığı, bilgi mahiyetinde kayda alındığı belirtilmiştir. 4616 sayılı Kanun'a göre verilmiş erteleme kararlarının 25/5/2005 tarihli ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu'nun maddesi uyarınca sadece soruşturma ve kovuşturma kapsamında mahkeme, hâkim, askerî hâkim, Cumhuriyet başsavcılığı veya askerî savcılık tarafından istenmesi hâlinde verilmek üzere sicil kayıtlarından ayrı bir yerde sistemde tutulduğu bildirilmiştir. Söz konusu yazıda ayrıca 4616 sayılı Kanun'a göre verilmiş erteleme kararlarının kamu görevlerine yapılacak atamalar dolayısıyla güvenlik soruşturması kapsamında ilgili kamu kurumlarına verilemeyeceği ifade edilmiştir. A. Ulusal Hukuk İlgili Mevzuat 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun "Özel nitelikli kişisel verilerin işlenme şartları" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “(1)Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, .... ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veridir. (2) Özel nitelikli kişisel verilerin, ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenmesi yasaktır. (3)Birinci fıkrada sayılan sağlık ve cinsel hayat dışındaki kişisel veriler, kanunlarda öngörülen hâllerde ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir....” 6698 sayılı Kanun’un "İstisnalar" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (ç) ve (d) bentleri şöyledir: “ç) Kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini veya ekonomik güvenliği sağlamaya yönelik olarak kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında işlenmesi.d) Kişisel verilerin soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi…” 4616 sayılı Kanun'un olay tarihinde yürürlükte olan hâliyle maddesinin birinci fıkrasının dördüncü bendi şöyledir: “23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş ve ilgili kanun maddesinde öngörülen şahsî hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen suçlardan dolayı haklarında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm verilmemiş veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir; varsa tutukluluk halinin kaldırılmasına karar verilir. Bu suçlarla ilgili dosya ve deliller, bu bentte öngörülen sürelerin sonuna kadar muhafaza edilir.Erteleme konusu suç kabahat ise bir yıl, cürüm ise beş yıl içinde bu kabahat veya cürüm ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlendiğinde, erteleme konusu suçtan dolayı da dava açılır veya daha önce açılmış bulunan davaya devam edilerek hüküm verilir. Öngörülen süreler, erteleme konusu kabahat veya cürüm ile aynı cins veya daha ağır şahsî hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlenmeksizin geçirildiğinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davası açılmaz, açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.” 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.A) Genel şartlar:Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak....B) Özel şartlar:... Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartları taşımak." 10/7/2003 tarihli ve 25164 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliği'nin "Özel şartlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"18) Ceza infaz kurumları ve tutukevleri ile denetimli serbestlik müdürlüklerinde görev alacak bütün unvanlardaki personel için ayrıca aranacak şartlar;...b) Güvenlik soruşturması olumlu olmak," 26/10/1994 tarihli ve 4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un maddesi şöyledir:"Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması; kamu kurum ve kuruluşlarında, yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile askeri, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında çalıştırılacak kamu personeli ve ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel hakkında yapılır. Devletin güvenliğini, ulusun varlığını ve bütünlüğünü iç ve dış menfaatlerinin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeler ile gizlilik dereceli kamu personeli ile meslek gruplarının tespiti, birim ve kısımların tanımlarının yapılması, güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının usul ve esasları ile bunu yapacak merciler ve üst kademe yöneticilerinin kimler olduğu Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulacak yönetmelik ile düzenlenir." 12/4/2000 tarihli ve 24018 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Kapsam" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Yönetmelik; yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde Devletin güvenliğinin, iç ve dış menfaatlerinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeleri, bunların toplanmasını ve işlemini yürüten bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının ilgili birim ve kısımlarının belirlenmesini, Türk Silahlı Kuvvetlerinde, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personeli, ayrıca bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının yurtdışı teşkilatlarında sürekli görevlendirilecek bütün personel için yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının esas ve usullerini, bunu yapacak mercileri, hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacak gizlilik dereceli yerlerde çalışan kamu personeli ile meslek grupları ve üst kademe yöneticilerini kapsar.” Yönetmelik'in "Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapacak makamlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve mahalli mülki idare amirlikleri tarafından yapılır.İçişleri Bakanlığı Kaçakçılık İstihbarat Harekat ve Bilgi Toplama Dairesi Başkanlığı´ndaki bilgi kayıtları ile Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü´ndeki adli sicil kaydı, talepleri üzerine, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını yapacak makamlar ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilgili birimlerine verilir." Yönetmelik'in "Hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacak personel" kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması; gizlilik dereceli birim ve kısımlar ile askeri, emniyet, istihbarat teşkilatlarında ve ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalıştırılacak personel hakkında yapılır.Emniyet Genel Müdürlüğü ve mahalli mülki idare amarlikleri, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını; bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşlarının gizlilik dereceli birim ve kısımları ile yurtdışı teşkilatında ve askeri, emniyet, istihbarat teşkilatlarında ve ceza infaz kurumu ve tutukevlerinde çalıştırılacak personel hakkında yapar." Yönetmelik'in "Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında araştırılacak hususlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında kişinin içinde bulunduğu ortam da dikkate alınarak:a) Kimlik kontrolü, kimlik kayıtlarının doğruluk derecesi, uyrukluğu, geçmişte yabancı bir devletin uyrukluğuna girip girmediği,b) Kolluk kuvvetleri tarafından halen aranıp aranmadığı, kolluk kuvvetlerinin ve istihbarat ünitelerinin arşivlerinde bilgiler bulunup bulunmadığı, adli sicil kaydının ve hakkında bir tahdidin olup olmadığı,c) Yıkıcı faaliyetlerde bulunup bulunmadığı ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanuna ve Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı davranıp davranmadığı.d) Şeref ve haysiyetini ihlal edecek ve görevine yansıyacak şekilde kumara, uyuşturucuya, içkiye, paraya ve aşırı bir şekilde menfaatine düşkün olup olmadığı, ahlak ve adaba aykırı davranıp davranmadığı,e) Yabancılarla, özellikle hasım ve hasım olması muhtemel Devlet mensupları ve temsilcileriyle ilgili derecesinin iç yüzü ve nedeni,f) Sır saklama yeteneğinin olup olmadığı,araştırılır." Yönetmelik'in "Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında izlenecek yöntem" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Yönetmelik kapsamına giren bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarınca yaptırılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında aşağıdaki yöntem izlenir:a) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması formundaki sorular nüfus kayıtlarında yapılan tashih ve değişiklikler belirtilmek ve isimler açıkca yazılmak suretiyle cevaplandırılır ve nüfus cüzdanı örneği noksansız olarak doldurularak istek yazısı ekinde soruşturmayı yapan makama bildirilir.b) Hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması istenilen kişiler için kurum ve kuruluşunca Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünden sağlanan adli sicil kaydıyla ekteki formdan bir örneği kişinin nüfusa kayıtlı olduğu il valiliğine, bir örneği ikamet ettiği il valiliğine, bir örneği Emniyet Genel Müdürlüğüne, bir örneği de ilgisine göre Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığına gönderilir. Bir örneği de istekte bulunan kurum ve kuruluşun dosyasında saklanır. Türk Silahlı Kuvvetlerince yaptırılacak arşiv araştırmalarında forma adli sicil kaydının eklenmesi zorunlu değildir.c) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması isteminin ilgili makama ulaşmasından itibaren arşiv araştırması sonuçları en geç 30 gün, güvenlik soruşturması sonuçları en geç 60 gün içinde cevaplandırılır. Soruşturma ve araştırma sonucunu içeren bilgi ve belgeler ilgilinin güvenlik makamlarındaki dosyasında asgari 'gizli' gizlilik derecesinde saklanır.d) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını isteyen makama, kişi hakkında karar vermeye yeterli bilgiler aktarılır.e)Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının nasıl ve ne şekilde yapılacağı,soruşturma ve araştırma yapmaya yetkili makamların görev talimatları ile belirlenir.f) Mahalli mülki idare amirliklerince yapılmış olan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında olumsuz durumu saptananların evrakın bir örneği dosya açılmak üzere Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilir.g) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında olumsuz durumu saptananlarla ilgili bilgiler Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünce karşılıklı olarak birbirlerine aktarılır....” 5352 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir: “Kamu davasının açılmasının ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak mahkeme, hâkim, askerî hâkim, Cumhuriyet Başsavcılığı veya askerî savcılık tarafından istenmesi halinde verilmek üzere kaydedilir.” Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılan 17/12/2007 tarihli ve "4616 Sayılı Kanun'a İlişkin Erteleme Kararları" konulu Genelge'nin ilgili kısmı şöyledir: “...4616 sayılı Kanuna göre verilmiş erteleme kararları kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü niteliğinde bulunmadığı nedenle bir sabıka kaydı olmayıp, bilgi mahiyetinde kayda alınıp, sadece soruşturma ve kovuşturma kapsamında mahkeme, hâkim, askeri hâkim, Cumhuriyet başsavcılığı veya askeri savcılık tarafından istenmesi halinde verilmek üzere sabıka kayıtlarından ayrı bir yerde tutulmaktadır. Bu kayıtları tutan Genel Müdürlüğümüzün kayıtlara ilişkin davaların dava zamanaşımı süresi içerisinde zanlının başka bir suç işleyip işlemediğini tespit etme imkânı bulunmadığı gibi, erteleme kararı veren merciin 4616 sayılı Kanunun 1/ maddesinde belirtilen şartların gerçekleşmesi halinde, ertelemeden yararlanan hakkında kamu davasının açılmamasına karar verilmesi ve kesinleşmesini takiben Genel Müdürlüğümüze gönderilmesi halinde bu bilgilerin kayıtlarımızdan çıkarılabileceği izahtan varestedir.” Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılan 1/1/2006 tarihli ve 56 sayılı Genelge'nin ilgili kısımları şöyledir: “…2) 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenmiş suçlardan dolayı ...sanıklar hakkında öngörülen ...'kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi'kararlarına dayalı olarak düzenlenecek tali karar fişlerinde ;...ertelemenin 4616 sayılı Kanun hükümlerine dayandığının (14) numaralı sütunda mutlaka belirtilmesi...bu şekilde tanzim edilen tali karar fişlerinin üç gün içerisinde Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne gönderilmesi...4) Adli sicil müdürlükleri veya şefliklerince, 4616 sayılı Kanun uyarınca verilen erteleme kararlarına dair adli sicil bilgilerinin sadece soruşturma ve kovuşturma konusu olan işler nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılıkları ve mahkemelerce istenildiğinde verilmesi gerektiğinin bilinmesi....konularında gereken dikkat ve özenin gösterilmesini rica ederim. ” Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünün 25/6/2018 tarihli yazısının ilgili kısımları şöyledir: "Açıklanan nedenlerle; 5352 sayılı Adli Sicil Kanununun 6 ncı maddesinde ve söz konusu Genelgede4616 sayılı Kanuna göre verilmiş erteleme kararlarının kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü niteliğinde bulunmadığından bir sicil kaydı olmadığı, bilgi mahiyetinde kayda alınıp, sadece soruşturma ve kovuşturma kapsamında mahkeme, hâkim, askeri hâkim, Cumhuriyet başsavcılığı veya askeri savcılık tarafından istenmesi hâlinde verilmek üzere sicil kayıtlarından ayrı bir yerde, mahsus sistemde tutulmakta olup, kamu görevlerine yapılacak atamalar dolayısıyla güvenlik soruşturması kapsamında ilgili kamu kurumlarına verilmemesi gerektiği, Genel Müdürlüğümüzce yapılan değerlendirme sonucunda, konuya ilişkin olarak ilgili mevzuat hükmü uygulamanın yukarıda zikredildiği şekilde olduğu hususunu,Bilgilerinize arz ederim." 4616 sayılı Kanun'la Düzenlenen Ertelemenin Hukuki Niteliği ile İlgili Yargı Kararları Anayasa Mahkemesi 4616 sayılı Kanun'un maddesinin birinci fıkrasının dördüncü bendini eşitlik ilkesine aykırı bularak iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararında af, şartla salıverilme ve erteleme kavramlarının hukuki nitelikleri açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin 18/7/2001 tarihli ve E.2001/4, K.2001/332 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: “…Erteleme, (tecil) işlediği suçtan dolayı mahkûm edilen suçluya ait cezanın infazının belirli bir süre ile geri bırakılması ve suçlu bu süre içinde yeniden bir suç işlemediği takdirde suçun ya işlenmemiş veya hükümlülüğünün gerçekleşmemiş ya da cezanın çekilmiş sayılmasıdır....Türk Hukukunda cezanın ertelenmesi, hükümlüye bir deneme süresi tanıyarak cezanın yerine getirilmesini bu sürenin sonuna bırakan, bu süreyi suç işlemeden geçiren hükümlünün mahkûmiyetini 'vaki olmamış' sayan bir olanaktır....Erteleme cezanın infazını geri bırakan kanuni bir sebep, bir bakıma ise şartlı bir af diğer yönden de şartlı bir hükümlülük niteliğindedir. Bu durumda 'ertelemenin' Ceza Hukukundaki diğer müesseselerle kıyaslanmasından onun 'müstakil', 'sui generis(kendine özgü)' bir yapıya sahip olduğu sonucuna varılmaktadır.” Danıştay Birinci Dairesinin 18/4/2001 tarihli ve E.2001/33, K.2001/47 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: “İstem, 23 Nisan 1999TarihineKadarİşlenenSuçlardanDolayıŞartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair 4616 sayılı Kanun’dan yararlananların657sayılıDevletMemurları Kanununa göre Devlet memurluğuna alınıp alınamayacakları, bunlardan memur olanların memurluğuna son verilip verilemeyeceği ve 4616 sayılı Kanun kapsamına giren bir suçtan dolayı haklarında takibata geçilen veya dava açılan memurların isnad edilen suçu işlemediğini belirterek dava açılmasını ya da açılan davaya devam edilerek hüküm verilmesini ilgili mercilerden isteyip isteyemeyecekleri, memur olmaya engel hüküm verilmesi halinde memurluğun sona ermesinin mümkün olup olmadığı hususlarında düşülen duraksamanın giderilmesine ilişkindir. ...İstemin karara bağlanabilmesi için öncelikle 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin (A) bendinin 5 inci fıkrasında yer alan 'hükümlü bulunmamak' ibaresinin anlam ve niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. ...Yargı yerlerinin yerleşik kararlarında 657sayılıKanunun48inci maddesinin(A)bendinin5incifıkrasındaöngörülen'hükümlübulunmamak' ibaresi, yargı yerinin son kararı üzerine kanun yollarına başvurulmaması veya başvurulmuş ise bu yolların tüketilmesi sonucu kesinleşmiş bir hükme dayalı ceza mahkumiyetinin olmaması gerektiği biçiminde değerlendirilmekte ve uygulama da bu doğrultuda bulunmaktadır.Açıklanan nedenlerle; 1- 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin (A) bendinin 5 inci fıkrasında sayılan suçlar dışında ve 6 aydan fazla hapis veya ağır hapis cezası gerektiren ve cezanın üst sınırı on yılı geçmeyen bir suç işlediği öne sürülen Devlet memurlarından, 4616 sayılı Kanun gereğince haklarında takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla birlikte henüz hüküm verilmemiş veya verilenhükümkesinleşmemişolanların,657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde belirtilen Devlet memuru olmaya engel sayılan bir cezadan dolayı haklarında kesinleşmiş mahkumiyet kararının bulunmaması nedeniyle memuriyet görevlerine son verilemeyeceği...Sonuçlarına ulaşıl[mıştır].”B. Uluslararası Hukuk Uluslararası Belgeler 18/2/2016 tarihli ve 29628 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 6669 sayılı Kanun'la uygun bulunan 28/1/1981 tarihli Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi’nin “Özel veri kategorileri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “İç hukukta uygun güvenceler sağlanmadıkça, ırksal kökeni, siyasi düşünceleri, dini veya diğer inançları ortaya koyan kişisel veriler ile sağlık veya cinsel hayatla ilgili kişisel veriler, otomatik işleme tabi tutulmaz. Aynı durum ceza mahkumiyetiyle ilgili kişisel veriler için de geçerlidir.” Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletlerin millî güvenliğin korunması amacını gerçekleştirmede sahip oldukları takdir yetkisinin geniş olduğunu kabul etmektedir. AİHM, Sözleşme'ye taraf devletlerin millî güvenliği korumak için yetkili ulusal makamlarına ilk olarak kişiler hakkında bilgi toplama ve halka açık olmayan siciller tutma, ikinci olarak millî güvenlik bakımından önemli kadrolarda çalışmak isteyen adayların bu işe uygunluğunu takdir ederken bu bilgiyi kullanma yetkisi veren kurallara sahip olmaları gerektiğinde kuşku bulunmadığını belirtmektedir (Leander/İsveç, B. No: 9248/81, 26/03/1987, § 59). Bununla birlikte AİHM içtihadına göre kamu mercilerinin bir bireyin özel hayatıyla ilgili bilgileri toplaması, kaydetmesi, saklaması, özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturur (Leander/İsviçre, § 48;Kopp/İsviçre, B. No: 23224/94, 25/3/1998, § 53;Amann/İsviçre [BD], B. No: 27798/95, 16/2/2000, § 69; Rotaru/Romanya [BD], B. No: 28341/95, 4/5/2000, §§43, 44, 46). AİHM'e göre bir kişinin özel yaşamına ilişkin verilerin kaydedilmesi ve saklanması, kendi başına özel hayata saygı hakkı bakımından bir müdahale oluşturmaktadır. Bu müdahalenin tespiti için kaydedilen bilgilerin daha sonra kullanılmış olması gibi bir koşul da aranmamaktadır. Bununla birlikte kamu makamları tarafından muhafaza edilen kişisel verilerin, Sözleşme'nin maddesinde öngörülen unsurlardan birini devreye sokup sokmadığını tespit etmek için bu bilgilerin hangi çerçevede alındıklarının ve muhafaza edildiklerinin, verilerin türünün, kullanıldıkları ve işlendikleri şeklin ve bunlardan çıkarılabilecek sonuçların dikkate alınması zaruridir (S. ve Marper/Birleşik Krallık [BD], B. No: 30562/04, 30566/04, 4/12/2008, § 67). AİHM'e göre kişisel verilerin korunması, Sözleşme’nin maddesinde öngörülen özel hayata saygı hakkından kişinin yararlanması konusunda büyük öneme sahiptir. İç hukuk kişisel verilerin bu maddede öngörülen güvencelere uygun olmayan şekilde kullanımını engellemek için gerekli güvenceleri sağlamalıdır. Bu tür güvencelerin bulunmasının gerekliliği, otomatik işleme tabi tutulan kişisel verilerin korunması söz konusu olduğunda özellikle de bu verilerin polis tarafından kullanılması hâlinde daha fazla hissedilmektedir. İç hukuk, bu verilerin saklanma amaçlarına uygun ve aşırılıktan uzak olmalarını sağlamalı ve verilerin kaydedilme amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli olan süreyi aşmayacak şekilde muhafaza edilmesini temin etmelidir. İç hukuk, aynı zamanda, kişisel verilerin uygun olmayan şekillerde, keyfî ve yetki aşımı yapılarak kullanılmalarına karşı uygun güvenceler de içermelidir (S.ve Marper/Birleşik Krallık, § 103; /Birleşik Krallık, B. No: 24029/07, 13/11/2012, § 195). Ayrıca AİHM, kişilerin suç kayıtlarının tutulması ve kullanılması hakkında konuyu düzenleyen ilgili kanunun niteliğine ayrı bir önem vermektedir. AİHM, suç kayıtlarının tutulması ve kullanılmasına dair kanunun niteliği bakımından aynı telefon dinlemelerinde, gizli takipte ve gizli istihbarat toplamada dayanılan kanunlar yönünden olduğu gibi keyfî müdahalelere karşı bireyi korumak amacıyla yüksek bir standart aramaktadır. AİHM'e göre suç kayıtlarının tutulması ve kullanılmasına dair kanun, tıpkı telefon dinlemelerinde, gizli takipte ve gizli istihbarat toplamada olduğu gibi, tedbirlerin kapsamını ve uygulanmasını düzenleyen ve özellikle, süre, stoklama, kullanım, üçüncü kişilerin veriye erişimi, verilerin gizliliği ve bütünlüğünün korunmasına ve bunların imhasına ilişkin prosedürlere dair ve kişilerin, yetki aşımı ve keyfiliğe karşı yeteri kadar güvenceye sahip olmalarını sağlayacak açık ve detaylı hükümler içermelidir (S. ve Marper/Birleşik Krallık, § 99; /Birleşik Krallık, § 195). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/15365 | Başvuru, kanunen verilmemesi gereken kişisel verinin idari makamlara açıklanması ve güvenlik soruşturmasına esas alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının; idare mahkemesince verilen kararda ceza soruşturmasına konu suçun işlendiği yönünde ifadeler bulunması nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kamu kurumu aleyhine tazminata hükmedilmesine ilişkin yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2018/25827 numaralı bireysel başvuru dosyasında başvurucu Kezban Yosunkaya'nın bireysel başvurudan sonra vefat etmesi sebebiyle başvurunun kişi yönünden ayrılmasına ve ayrılan dosyanın 2018/34793 başvuru numarasına kaydedilmesine 30/11/2018 tarihinde karar verilmiştir. 2018/25827 numaralı bireysel başvuru dosyasında 57 başvurucu yönünden başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle 16/4/2019 tarihinde kabul edilemezlik kararı verilmiştir. Başvurucu vekili 14/6/2019 tarihli dilekçesiyle, başvurunun 57 başvurucu yönünden mi veya başvurucuların tamamı yönünden mi reddedildiği hakkında bilgi istemiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden (UYAP) temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların murisi Ankara'nın Altındağ ilçesi Ali Ersoy Mahallesi'nde bulunan taşınmazda iştirak hâlinde hisse sahibidir. Başvurucuların murisi 1/7/2016 tarihli dilekçe ile, maliki olduğu taşınmaza Ankara Altındağ Belediyesi (Belediye) tarafından kamulaştırma işlemi uygulanmadan el atıldığını belirterek diğer maliklerle birlikte (64 davacı) Belediye aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davası açmıştır. Başvurucuların murisi ve diğer malikler tarafından bilirkişi raporunda tespit edilen miktar üzerinden Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde ikinci bir dava açılmıştır. Mahkeme, davanın Ankara Asliye Hukuk Mahkemesindeki dava ile birleştirilmesine karar vermiştir. Mahkeme 26/9/2017 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Bir kısım davacı vekili ile davalı vekilinin istinaf talebi üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 29/3/2018 tarihinde davanın kabulüne, asıl davada 767,10 TL'nin, birleşen davada ise 501,15 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte Belediyeden tahsili ile davacılara bilirkişi raporundaki payları oranında verilmesine, asıl ve birleşen davada üzerinde haciz bulunan hisseler yönünden hacizlerin kamulaştırma bedeline yansıtılmasına kesin olarak karar vermiştir. Başvurucular vekili tarafından 7/5/2018 tarihinde Ankara İcra MüdürlüğününE.2018/5985 sayılı dosyasından icra takibi başlatılmıştır. Başvurucuların murisi 9/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların murisi 17/8/2018 tarihinde vefat etmiş, 20/8/2018 tarihinde mirasçıları başvurucu olarak kabul edilmelerini talep etmiştir. Belediye tarafından icra dosyasına 25/11/2019 tarihinde 435,62 TL ödeme yapılmıştır. UYAP üzerinden icra dosyası incelendiğinde 4/12/2019 tarihi itibarıyla 151,75 TL bakiye borç kaldığı tespit edilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 20/3/2020 tarihinde Belediyeye hitaben yazılan müzekkere ile söz konusu icra takibi kapsamında ödeme yapılıp yapılmadığı sorulmuştur. Belediye tarafından verilen 15/4/2020 tarihli cevapta, dava dosyasındaki taraf sayısının çokluğu ve tapu kayıtlarındaki hatalar nedeniyle tescil işlemlerinin yapılamaması dolayısıyla ödemenin geciktiği belirtilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/34793 | Başvuru, kamu kurumu aleyhine tazminata hükmedilmesine ilişkin yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, hukuk davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/14196 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/14196 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/14196 | Başvuru, hukuk davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular, muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Komisyonlarca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Yukarıdaki başvuruculara ait 2015/5458 ve 2015/5460 numaralı dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/5840 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/5840 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. Başvurucular, Tunceli'nin Hozat ilçesi Kozluca köyünde ikamet etmekte iken 1994 yılında meydana gelen terör olayları neticesinde köyün boşaltılmasıyla yerleşim yerinden göç etmek zorunda kaldıklarını iddia etmiş ve 14/4/2006 tarihinde 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında zararlarının karşılanması talebiyle Tunceli Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Komisyon, başvuruculardan Cengiz Karakoç'a 572 TL, Hasan Hayri Karakoç'a 902,06 TL, Ali Hıdır Karakoç'a 074 TL ödenmesine karar vermiştir. Söz konusu tutarı kabul etmeyen başvurucular Komisyon kararlarının iptali istemiyle dava açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle köyü terkten önce küçükbaş hayvanları olduğu hâlde hayvanlarına ilişkin ödeme yapılmamasından, ev ve ahıra ilişkin birim değerin eksik hesaplanmasından, mülklerine erişemedikleri sürenin iki yıl eksik belirlenmesinden şikâyet etmişlerdir. Başvurucular ayrıca Komisyon tarafından manevi tazminata da karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek Komisyon kararının iptalini istemişlerdir. Elazığ ve İdare Mahkemeleri (Mahkeme) 26/7/2012, 15/11/2012, 26/12/2012 tarihli kararlarıyla davaları reddetmiştir. Karar gerekçeleri benzer mahiyete olup özetle davacıların uğradıklarını iddia ettikleri hayvan zararlarına ilişkin olarak hayatın olağan akışına göre menkul malların kolayca ve hızla elden çıkarılabilecek mahiyette olması karşısında davacıya ait bu neviden malların bulunup bulunmadığı, köyü terk ederken malları beraberinde götürüp götürmediği, satıp satmadığı, kısaca menkul zararın oluşup oluşmadığı hususlarında ispat yükünün davacıya ait olduğu ve bu durumun belgelendirilemediği, dava dilekçesinde yer alan bu hususa dair iddiaların soyut ve afaki olduğu belirtilmiştir. Kararda ayrıca araştırma heyetince keşif incelemesi sonucu tespit edilen ev ve ahır için yapılan hesaplamanın Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca her yıl yayımlanan Mimarlık ve Mühendislik Hizmet Bedellerinin Hesabında Kullanılacak Yapı Yaklaşık Birim Maliyetleri Hakkında Tebliğ hükümlerinin esas alınması suretiyle köy tipi ev için Sınıf B grubundaki m2 birim maliyetleri üzerinden usule uygun olarak hesaplandığı belirtilerek dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Mahkeme, 5233 sayılı Kanun'da manevi zararın tazminine yönelik herhangi düzenlemeye yer verilmemiş olması karşısında davacıların manevi tazminat talebinin karşılanmamış olması yönüyle de söz konusu Komisyon kararında hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. Başvurucular, kararları temyiz etmiştir. Danıştay Onbeşinci Dairesi (Daire), kararlarının usul ve hukuka uygun olduğunu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğini belirterek kararı 12/2/2014, 15/11/2014, 26/2/2014 tarihinde onamıştır. Karar düzeltme talepleri Daire tarafından reddedilmiştir. Karar düzeltme taleplerinin reddi üzerine başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Davaların reddedilmesinin ardından başvurucular Komisyonun sulhname teklifini kabul etmişlerdir. 5233 sayılı Kanun’un maddesi gereğince davet yazısı ile birlikte gönderilen ve “Yukarıda ayni/nakdi olarak belirtilen zararımın/zararlarımın karşılanması sonucunda Komisyonun tespitine esas olay ile ilgili olarak uğradığım zararımın tamamının karşılanmış olduğunu kabul ve taahhüt ederim.” beyanını içeren sulhnameler, muhtelif tarihlerde başvurucuların avukatları tarafından imzalanmış ve söz konusu tutarlar başvuruculara/avukatlarına ödenmiştir. A. Ulusal Hukuk 5233 sayılı Kanun'un , , , , , , geçici , geçici maddeleri (bkz. Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-21, 23). 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.” 5233 sayılı Kanun’un "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.” 20/10/2004 tarihli ve 25619 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmelik’in (Yönetmelik) "Zararın karşılanmasına ilişkin sulhname" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 16 ncı maddeye göre belirlenen zararı, 21 inci maddeye göre hesaplanan yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerindeki nakdî ödeme tutarını, 20 nci maddeye göre ifa tarzı ile 23 üncü ve 24 üncü maddelere göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği (EK-E) davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir.Davet yazısında, hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir.Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır.Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir.Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır. " Yönetmelik'in "Zararın karşılanması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.Bakanlık, ellibin Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya nakdî ödemelerin Bakan onayı ile yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır.(Değişik üçüncü fıkra: 4/6/2018-2018/11862 K.) Devlet, ödeme nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder ve rücu istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır." Yönetmelik'in "Nakdî ödemenin şekli ve tutarı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Sulhname tasarıları hak sahibi veya yetkili temsilcisi ile komisyon başkanı tarafından imzalandıktan sonra Vali veya Bakan tarafından onaylanır.Ödemeler sulhname tasarılarının onay tarih ve sıraları dikkate alınarak yapılır. Nakdi ödemeler hak sahibi veya sahiplerinin banka hesaplarına yapılır." Anayasa Mahkemesinin 25/6/2009 tarihli ve E.2006/79, K.2009/97 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir. Yasakoyucu bu amaca uygun olarak yargılama hukuku kurallarından farklı hükümler öngörerek buna ilişkin esasları Yasa'da ayrıntılı olarak kurala bağlamıştır....Terör ve terörle mücadeleden doğan ancak idari bir eylem veya işlemle nedensellik bağı bulunmayan maddi zararların karşılanmasına ilişkin 5233 sayılı Yasa'daki düzenlemeler, yasakoyucunun sosyal hukuk devletinin gereği olarak sorumluluk hukukunun genel ilkelerine yasayla getirdiği bir istisnadır. İdarenin kusurunun bulunmadığı ancak 'sosyal risk ilkesi' gereği sulh yoluyla karşılanması gereken zararların nelerden ibaret olduğunun tespiti, yasakoyucunun takdir yetkisi içindedir. İtiraz konusu kurallarda yer alan maddi zararların öncelikle sulh yoluyla karşılanmasına ilişkin hükümlerin bulunmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece 'maddi' olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa'da bu zararlardan 'manevi' olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, maddede 'sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır' denilerek Anayasa'nın maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir." Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 26/3/2014 tarihli ve E.2013/1489, K.2014/1219 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:“5233 sayılı Yasa, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesine öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir yasadır.Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 günlü Aydın İçyer - Türkiye kararının paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak 'Tazminat Kanun’unda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da Kanun’un maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.' ifadesine yer verilmiştir.Bu durumda, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Yasa uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Yasanın öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemesinin yapılması gerekmektedir.” 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde Kanun'un amaçlarından birinin terör eylemleri ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan idarece en kısa sürede sulh yoluyla karşılanması olduğu ifade edilmiştir. Kanun'un maddesinin gerekçesinde ise sulhun davayı sona erdirici işlem olduğu, sulhname imzalanmasının dava açılmasını engelleyici olduğu belirtilmiştir.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), söz konusu başvuruya benzer şekilde terör olaylarından dolayı köyü terke mecbur kalınması nedeniyle uğranılan zararın tazminine ilişkin olarak sulhname imzalanmasının ardından köyü terkten önce var olan hayvanlara ilişkin zararla manevi zararın tazmin edilmediği iddialarıyla yapılan şikâyetleri kapsayan bir grup başvuruyu incelediği Akbayır ve diğerleri/Türkiye (B. No: 30415/08, 28/6/2011) kararında sulhname imzalanmasının -taleplerden feragat edilmesini gerektirdiği için- yerel boyuttaki bu uzlaşmanın tartışmasız olarak ihtilaflı tazminat hakkında öne sürülen itiraza son verdiği gerekçesiyle başvuruları kabul edilemez bulmuştur. AİHM, başvuranlar tarafından imzalanan dostane çözüm beyanlarında (sulhnamelerin) manevi tazminattan söz edilmediğini gözlemlediğini belirterek dostane çözüme dair bu beyanların (sulhname) ilgili tarafların prosedürü sona erdirmeye ilişkin açık iradesinin tezahürü olduğunu ifade etmiştir. AİHM; tüm başvuru sahiplerinin iç hukukta ve AİHM huzurunda avukatlar tarafından temsil edildiğini, bu hâlde başvuranların ne 5233 sayılı Kanun ve kendi beyanlarının manevi zarara ilişkin hiçbir talep içermediği iddiasını ne de bu anlaşmaların sonuçlarından habersiz oldukları iddiasını ileri süremeyeceklerini belirtmiştir. AİHM'e göre söz konusu düzenleme, başvuranların prosedürle ilgili her türlü iddiadan feragat etmelerini gerektirmektedir ve uluslararası boyutta bu anlaşmanın söz konusu ödemeyle ilgili anlaşmazlığı tartışmasız bir şekilde sonlandırması nedeniyle başvuranların şikâyette bulunamayacakları sonucuna ulaşılmıştır (Akbayır ve diğerleri/Türkiye, § 77). AİHM, sürü hayvanlarının farklı türlerine göre besicilikten elde edilen gelirlerin tazminatının komisyonlarca yanlış değerlendirilmesine ilişkin şikâyetle ilgili olarak da dostane çözümün kabul edilmesiyle ilgili yukarıda belirtilen sonuçların ayrıca bu şikâyete de uygulanabilir olduğu kanaatinde olup AİHM'e göre sulhnamelerin imzalandığı ve ödemeler gerçekleştiği andan itibaren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) bağlamında başvuranların mağdur sıfatı yok olmaktadır (Akbayır ve diğerleri / Türkiye, § 78). | Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/5840 | Başvuru, terör olaylarından doğan maddi zararların eksik tazmin edilmesi, manevi zararların ise hiç tazmin edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; buna ilişkin idari ve yargısal sürecin makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; vergi cezasına karşı açılan iptal davasının, cezanın yasal şartları araştırılmadan, talep ve itirazlar dikkate alınmadan reddine karar verilmesi nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 1962 doğumlu olan başvurucu, Edirne’nin Keşan ilçesinde yaşadığını ve hâlen çiftçilikle uğraştığını belirtmektedir. Başvurucu hakkında, 2008 yılının farklı aylarına ait gelir vergisi ve katma değer vergisi beyannamelerinin yasal süresinde verilmemesi gerekçe gösterilerek Edirne Vergi Dairesi (İdare) tarafından 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun maddesi uyarınca 800 TL miktarında özel usulsüzlük cezası (ceza) uygulanmıştır. Başvurucu; cezanın 1/8/2009 tarihinden önceki dönemlere ait olduğunu ve ceza uygulanan dönemde idarenin mükelleflere bildirim yapma ve süre verme yükümlülüğünün bulunduğunu, idarenin bu yükümlülüğü yerine getirmeden ve 1/8/2009 tarihindeki yasal değişikliği dikkate alarak ceza uyguladığını belirterek para cezasının iptalini talep etmiştir. Edirne Vergi Mahkemesi (Mahkeme) 31/5/2010 tarihli kararı ile başvurucunun iptal talebini ve itiraz sebeplerini yerinde görerek cezanın iptaline karar vermiştir. Mahkeme kararının ilgili bölümleri aşağıdaki gibidir:“Dava dosyasının incelenmesinden; 2008 takvim yılına ait gelir vergisi, 2008/1-3, 4-6, 7-9, 10- dönemlerine ait gelir geçici vergisi ve 2008/1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11- dönemlerine ait katma değer vergisi beyannamelerini kanuni süresinde elektronik ortamda vermemesinden dolayı adına 213 sayılı Kanunun Mükerrer maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezaları kesildiği anlaşılmaktadır.5904 sayılı Kanunla yapılan değişiklik 2009 tarihinde yürürlüğe girmiş olup, değişiklik hükmünün bu tarihten sonra kesilen cezalarda değil, bu tarihten sonra verilmesi gereken beyannameler hakkında uygulanması gerekmekte olup, geçmiş dönem beyannameleri hakkında uygulanması mümkün değildir. 5904 sayılı Kanunla değişmeden önceki mükerrer maddeye göre ceza kesilebilmesi için ise, yükümlülerden bilgi veya bildirimleri vermeleri hususunun yazılı olarak istenilmesi ve tebliğ olunacak bu yazıda, gereğinin tayin olunan süre içinde yerine getirilmemesi halinde ceza hükümlerinin uygulanacağının belirtilmesi gerekmekte olup, uyuşmazlık konusu olayda ise, kanunun öngördüğü şekilde bir bildirim yapılmadan davacı adına özel usulsüzlük cezaları kesilmiştir.Bu durumda, 2008 takvim yılına ait … beyannamelerini süresinde elektronik ortamda gönderilmesi gerektiği hususunun davacıya bildirilmesi yoluna gidilmeden kesilen özel usulsüzlük cezalarında hukuka uygunluk bulunmadığı ve kaldırılması gerektiği anlaşılmaktadır …” Davalı idarenin temyiz talebi, Danıştay Dördüncü Dairesinin 3/11/2011 tarihli kararı ile kabul edilmiş ve ilk derece mahkemesinin kararının bozulmasına karar verilmiştir. Mahkeme kararının ilgili bölümleri aşağıdaki gibidir:“İncelenen dosyada, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer maddesinin verdiği açık yetkiye dayanılarak Maliye Bakanlığınca çıkarılan ve Resmi Gazete’de yayımlanarak ilgililere duyurulan Genel Tebliğ hükümleri uyarınca ilgili dönem beyannamelerini elektronik ortamda süresinde vermesi gereken davacının bu yükümlülüğünü yerine getirmediği sabittir. Kanun’un mükerrer maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen, Kanun’un ceza hükümlerinin uygulanması cihetine gidileceğinin ilgililere yazılı olarak bildirilmesinin şart olduğu hususu uyuşmazlık konusu cezanın dayanağı olan Genel Tebliğin ResmiGazete’de yayımlanmış olması nedeniyle yerine getirilmiş olduğundan, davacının kendisine yasal müeyyideleri de ihtiva eden bir yazı tebliğ edilmediği yolundaki iddiasına itibar etmek mümkün değildir. Bu nedenle, kendisine ayrıca bir bildirimde bulunulmadan davacı adına özel usulsüzlük cezası kesilmesinde hukuka aykırılık bulunmamasına … karar verilmesi gerekmektedir.” Bozma sonrası yapılan yargılamada Mahkeme 16/3/2012 tarihli kararı ile lehe olan yasa değişikliğini de dikkate alarak ve kesilen cezaların yeni düzenlemede öngörülen miktarı aşan kısmının hukuka aykırı olduğunu belirterek başvurucunun iptal talebinin kısmen kabulüne karar vermiştir. Tarafların temyiz talebi Danıştay Dördüncü Dairesinin 29/4/2013 tarihli kararı ile ve karar düzelme talepleri aynı Dairenin 26/11/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihaî karar, başvurucuya 18/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 17/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 213 sayılı Kanunu’nun mükerrer maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ve dördüncü fıkrası şöyledir:“Maliye Bakanlığı; … (Değişik: 16/7/2004-5228/8 md.) Bu Kanunun 149 uncu maddesine göre devamlı bilgi vermek zorunda olanlardan istenilen bilgiler ile vergi beyannameleri ve bildirimlerin, şifre, elektronik imza veya diğer güvenlik araçları konulmak suretiyle internet de dahil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında verilmesi, beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususlarında izin vermeye veya zorunluluk getirmeye, beyanname, bildirim ve bilgilerin aktarımında uyulacak format ve standartlar ile uygulamaya ilişkin usul ve esasları tespit etmeye, bu zorunluluğu beyanname, bildirim veya bilgi çeşitleri, mükellef grupları ve faaliyet konuları itibarıyla ayrı ayrı uygulatmaya, (Ek ibare: 3/7/2005 - 5398/23 md.) kanuni süresinden sonra kendiliğinden veya pişmanlık talepli olarak verilen beyannameler üzerine düzenlenen tahakkuk fişi ve/veya ihbarnameleri mükellefe, vergi sorumlusuna veya bunların elektronik ortamda beyanname gönderme yetkisi verdiği gerçek veya tüzel kişiye elektronik ortamda tebliğ etmeye ve buna ilişkin usûl ve esasları belirlemeye,…(Ek fıkra: 16/7/2004-5228/8 md.) Birinci fıkranın (4) numaralı bendi uyarınca Maliye Bakanlığının beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususunda izin vermesi veya zorunluluk getirmesi halinde, (mükellef veya vergi sorumlusu ile gönderme işini yapacak kişiler arasında özel sözleşme düzenlenmek kaydıyla) elektronik ortamda gönderilen beyanname ve bildirimler, mükellef veya vergi sorumlusu tarafından verilmiş addolunur." 213 sayılı Kanunu’nun mükerrer maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:“Bu Kanunun 86,148,149,150,256 ve 257 nci maddelerinde yer alan zorunluluklar ile mükerrer 257 nci maddesi ve Gelir Vergisi Kanununun 98/A maddesi uyarınca getirilen zorunluluklara uymayan (Kamu idare ve müesseselerinde bilgi verme görevini yerine getirmeyen yöneticiler dahil); …Özel usulsüzlük cezası kesilir.Bu hükmün uygulanması için, bilgi ve ibraz ödevinin yerine getirilmesiyle ilgili olarak yapılacak tebliğlerde bilginin verilmesi için tayin olunan sürede cevap verilmemesi, eksik veya yanıltıcı bilgi verilmesi veya defter ve belge ibrazı için tayin olunan süre ile defter ve belgelerin süresinde ibraz edilmemesi durumunda haklarında Kanunun ceza hükümlerinin uygulanması cihetine gidileceğinin ilgililere yazılı olarak bildirilmesi şarttır.(Ek cümle: 16/6/2009-5904/22 md.) Ancak, bu ödevlerin yerine getirilmesine ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığınca yapılan düzenleyici idari işlemlerle duyurulması halinde, ilgililere ayrıca yazılı olarak bildirilme şartı aranmaz …”B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Herkes, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan … bir mahkeme tarafından davasının … hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. ……” Sözleşme’nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “ Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı biçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. …” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); iç hukukta yaptırıma bağlanan bir eylem, Sözleşme’nin maddesine göre suç olarak nitelendirilebiliyorsa Sözleşme’nin maddesi açısından da suç olarak kabul edileceğini değerlendirmektedir (X/Hollanda (k.k.), B. No: 7512/76, 6/7/1976; Harman/Birleşik Krallık, B. No: 10038/82, 1/5/1984). AİHM, cezaya ilişkin düzenlemelerin öngörülebilir ve erişilebilirliği noktasında mahkemelerin yorumunu ve hangi eylemlerin ne tür bir cezayla karşılık bulduğunu gerektiğinde hukuki bir yardımla kişilerin bilebilmelerini ölçü olarak belirlemektedir. Bu bağlamda tüm ayrıntıların düzenleme içinde yer alması şart olmayıp bazı muhtemel belirsizliklerin yargısal yorumla zamanla açıklanıp aydınlatılması imkân dâhilindedir (bkz. Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, B. No: 23536/94 ve 24408/94, 8/7/1999, § 36). Bunun yanında AİHM, ulusal mevzuatı yorumlama görevinin ilk elde ulusal makamlara, bilhassa da mahkeme ve yüksek mahkemelere düştüğünü ifade etmektedir (Brualla Gömez de la Torre/İspanya, B. No: 26737/95, 19/12/1997, § 31). İki ihtilaf hakkındaki farklı uygulamaların ihtilaf konusu olaylardaki koşulların farklılığı nedeniyle haklı gösterilmesi durumunda içtihat farklılığı olarak değerlendirilemeyeceği (Erol Uçar/Türkiye (k.k.), B. No: 12960/05, 29/9/2009), kendi bölgelerinde yetki sahibi olan mahkemelerden oluşan bir hukuk düzeninde çelişkili kararlar bulunması ihtimalinin doğal olduğu AİHM kararlarında vurgulanmaktadır (Santos Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41). AİHM’e göre öngörülebilirlik kavramının kapsamı; kuralın anlamı, uygulanacak kişilerin sayısı ve statüsüne bağlı olup yasa kuralına yönelik olarak birden fazla yorumunun yapılabiliyor olması kuralın tek başına, Sözleşme'nin aradığı anlamda “öngörülebilirlik” şartını karşılamada başarısız olduğu anlamına gelmez. Mahkemelerin görevi, günlük yaşamdaki uygulamaları dikkate alarak kuralın yorumuna dair şüpheleri kesin olarak ortadan kaldırmaktır (Gorzelik ve Diğerleri/Polonya, B. No: 44158/98, 17/2/2004, § 65). Diğer taraftan yasanın tutarlı bir şekilde uygulanmasında yüksek mahkemelerin güvence olduğu da göz ardı edilmemelidir (Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, §§ 29-30; Ştefănică ve Diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02, 2/11/2010, §§ 36-37). | Adil yargılanma hakkı (Ceza)-Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2328 | Başvuru, vergi cezasına karşı açılan iptal davasının, cezanın yasal şartları araştırılmadan, talep ve itirazlar dikkate alınmadan reddine karar verilmesi nedeniyle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, aleyhine sonuçlanan yargı kararı üzerine görevine son verilmesine ilişkin işleme karşı açılan davada hakkaniyete uygun karar verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu 2008 yılında Anadolu Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünden mezun olmuştur. Öğretmen olarak atanmak istemiyle 4/9/2013 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığına (İdare) yaptığı başvuru, 40 yaşından gün aldığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu tarafından bu işlemin iptali istemiyle açılan dava, Ankara İdare Mahkemesince (Mahkeme) 14/3/2014 tarihinde kabul edilerek işlemin iptaline karar verilmiştir. Mahkeme kararı üzerine başvurucu Uşak'ın Banaz ilçesindeki bir okula öğretmen olarak atanmıştır. İdare tarafından yapılan temyiz başvurusunu inceleyen Danıştay Onikinci Dairesi, 25/6/2015 tarihli kararla davanın süre aşımı nedeniyle reddinin gerektiği gerekçesiyle mahkeme kararını bozmuştur. Bunun üzerine mahkeme bozma kararına uyarak 5/5/2016 tarihinde davanın süre yönünden reddine hükmetmiştir. Bu karar temyiz edilmeden kesinleşmiştir. Bozma üzerine İdare, mahkeme kararına istinaden yapılan atama işlemini iptal etmiş ve başvurucunun görevine son vermiştir. Başvurucu tarafından bu kez atamasının iptaline ilişkin İdare işlemine karşı açılan dava Manisa İdare Mahkemesince 24/11/2016 tarihinde reddedilmiştir. Mahkeme gerekçesinde; başvurucunun Ankara İdare Mahkemesinin iptal kararının yerine getirilmesi amacıyla atandığını ve atama işleminin dayanağını oluşturan bu kararın Danıştay Onikinci Dairesi tarafından bozulduğuna vurgu yapılmıştır. Buna göre yargı kararının gereği olarak başvurucunun görevine son verildiği belirtilerek dava konusu işlemde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu tarafından yapılan istinaf başvurusunu inceleyen İzmir Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi 4/4/2017 tarihli kararla istinaf talebinin reddine karar vermiştir. Yapılan temyiz başvurusu üzerine ise Danıştay Onikinci Dairesi (Daire) 5/12/2019 tarihli kararıyla temyiz başvurusunu reddetmiş ve kararı kesin olarak onamıştır. Başvurucu, nihai kararı 7/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 4/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/6161 | Başvuru, aleyhine sonuçlanan yargı kararı üzerine görevine son verilmesine ilişkin işleme karşı açılan davada hakkaniyete uygun karar verilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, icra emrinin iptali talebiyle açılan davada, görevsiz mahkemenin, yasanın emredici hükümlerine aykırı olarak karar vermesi nedeniyle tarafsız ve bağımsız mahkemede yargılanma hakkının; karar sonucunu etkileyecek iddiaların kararda karşılanmaması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. Başvuru, 7/3/2013 tarihinde Amasya Hukuk Mahkemeleri Ön Bürosu vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 12/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), 12/9/2014 tarihinde başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, görüş için başvuru belgelerinin bir örneği gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 17/11/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 27/11/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir: Sağlık Bakanlığına bağlı Amasya Şerafettin Sabuncuoğlu Devlet Hastanesinde, Nil Temizlik Gayrimenkul Ltd. Şti. ile yapılan iş akdi gereği temizlik işçisi olarak çalışmakta olan başvurucunun iş akdi, 2010 yılında temizlik ihalesini başka bir firmanın kazanması nedeniyle 4/1/2010 tarihinde feshedilmiştir. Başvurucu, işe iadesine karar verilmesi istemiyle dava açmış, Amasya İş Mahkemesi 28/7/2010 tarihli ve E.2010/17, K.2010/128 sayılı kararıyla davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/2/2012 tarihli ve E.2011/9678, K.2012/2904 sayılı ilamıyla bozulmuştur. Bozma ilamının hüküm kısmı şöyledir:“…1- Mahkeme kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA, 2- Davalı alt işveren tarafından gerçekleştirilen feshin GEÇERSİZLİĞİNE ve davacının Nil Temizlik Gayrimenkul Hiz. Ltd. Şti. işyerine İŞE İADESİNE, ... 7- Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 200,00 TL ücreti vekaletin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine,...” Başvurucu, Yargıtay ilamına dayanarak Amasya İcra Müdürlüğünün E.2012/3780 sayılı dosyasında, 1/1/2010 tarihinden itibaren temizlik işini alan Star Enpak Ortak Girişimi Ltd. Şti. ve Sağlık Bakanlığına karşı 200,00 TL vekalet ücreti ile 36,00 TL gecikme faizinin tahsili için 28/6/2012 tarihinde ilamlı icra takibi başlatmıştır. Takip borçlularından Star Enpak Ortak Girişimi Ltd. Şti. icra emrinin iptali ve icra inkar tazminatına hükmedilmesi istemiyle 17/7/2012 tarihinde başvurucu aleyhine Amasya İş Mahkemesinde dava açmıştır. Davacı 7/9/2012 tarihli cevaba cevap dilekçesinde, önceki iddialarını tekrarlayarak talebinin itirazın iptali davası niteliğinde olduğunu, icra mahkemesi kararlarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğini, kararın kesin hüküm sonucunu doğurması açısından genel mahkemede dava açtığını belirtmiştir. Amasya İş Mahkemesi, 6/2/2013 tarihli ve E.2012/166, K.2013/14 sayılı kararıyla davanın kabulüne, icra emrinin Star Enpak Ortak Girişimi Ltd. Şti. yönünden iptaline, % 25 icra inkar tazminatının başvurucudan alınarak davacıya verilmesine karar vermiştir. 2013 yılına göre dava konusu değer, temyiz sınırı olan 820,00 TL’nin altında kalması nedeniyle karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“… Davalı vekili her ne kadar İş Mahkemesinin bu davaya bakma yetkisinin olmadığı, icra mahkemelerinin görevli ve yetkili olduğu iddiası ile yetkisizlik itirazında bulunduğu görülmüşse de; icra takibine konu olan alacağın, işçi işveren arasında hizmet akdinden kaynaklanması halinde davanın İş Mahkemesinde görülmesi gerekmektedir. Nitekim Yargıtay Hukuk Dairesi'nin 1992/14804 esas, 1992/2756 Karar sayılı ve 1992 tarihli kararında bu husus açıkça vurgulanmıştır. Sonuçta takibe konu alacak işçi, işveren arasında İş Mahkemesi tarafından verilmiş olan İlama dayanmaktadır, taraflardan biri işçi diğeri işveren olup talep olunan alacak işçi alacağı olup, İş Mahkemesince verilen karara dayanmaktadır. Tüm bu nedenlerle mahkememizin görevli kabul edilerek sonuca gidilmiştir.İlamlı takip yapılan Star Enpak Ortak Girişiminin ise 01/01/2012 tarihinden sonra geçerli olmak üzere yapılan temizlik ihalesini üstlendiği, bu nedenle mezkur işçinin iş sözleşmesinin feshedildiğinden haberdar dahi olmadığı, kaldı ki davacı işçinin işe iade edilmesi konusunda ilamda belirtilen Nil Temizlik Ltd. Şti'ne süresi içerisinde müracaat edip etmediğini de bilmediklerini, işe iade konusunda şirkete müracaat hakkı olmamakla birlikte şirkete de süresi içerisinde herhangi bir talebinin olmadığı, esasen mezkur davacı işçinin iş sözleşmesinin feshedildiğini ve bu nedenle işe iade davası açmış olduğunu yapılan takip sonucunda öğrenmiş bulundukları, işe iade etmesi gereken şirketin Nil Temizlik Ltd. Şti olduğu, ayrıca davalılardan asıl işveren Sağlık Bakanlığının da bulunduğu, sonuçta davalı olarak görülen Sağlık Bakanlığının ve Nil Temizlik şirketlerinin görüldüğü ve takip alacağının ilama bağlı alacak olduğu davalıların yani ilamda davayı kaybeden ilam borçlularının açıkça belli olduğu ortadır. İlama bağlı yapılan takipte, takip yapılan Star Enpak Ortak Girişiminin hiç alakası bulunmamakta olup tamamen haksız olarak takip yapıldığı açıktır. Bu durumda Star Enpak Ortak girişiminin yapmış olduğu itirazın iptali haklı olduğu ve yapılan takibin haksız olduğu açık olduğu anlaşılmakla davacının davasının kabulüne karar verilerek aşağıdaki gibi hüküm kurulmuştur. “ | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1876 | Başvuru, icra emrinin iptali talebiyle açılan davada, görevsiz mahkemenin, yasanın emredici hükümlerine aykırı olarak karar vermesi nedeniyle tarafsız ve bağımsız mahkemede yargılanma hakkının; karar sonucunu etkileyecek iddiaların kararda karşılanmaması nedeniyle de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır. | 1 |
Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruya konu olayların meydana geldiği süreçteki olağanüstü hâl (OHAL) koşullarına, OHAL ilanına ve uygulanan tedbirlere ilişkin genel bilgiler için bkz. A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, §§ 10-18; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, §§ 10- Başvurucu, Tunceli Belediyesi (İşveren/Belediye) bünyesinde hizmet alım sözleşmesi kapsamında iş gören özel bir şirkette şoför olarak çalışmaktadır. Tunceli Valiliği Olağanüstü Hal Bürosunca başvurucunun PKK terör örgütü ile irtibat veya iltisak içinde olduğu yönünde İşverene bildirimde bulunulmuştur. İşveren, güven ilişkisinin zedelendiği gerekçesiyle 10/3/2017 tarihinde başvurucunun iş sözleşmesini feshetmiştir. Başvurucu, üyesi olduğu Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası aracılığıyla feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade talebiyle 9/3/2018 tarihinde Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme -iş mahkemesi sıfatıyla-) dava açmıştır. Dava dilekçesinde; fesih işleminin usule ve yasaya uygun şekilde yapılmadığı, fesih nedenlerinin bildirilmediği ve savunma alınmadan sözleşmenin feshedilmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür. İşveren cevap dilekçesinde, başvurucunun Tunceli Belediyesi tarafından yapılan personel çalıştırılmasına dair hizmet alımı ihalesi neticesinde taşeron firma bünyesinde çalışan işçi olduğunu, Tunceli Valiliği İl OHAL Kurulu'nun kararının belediyelerine tebliği üzerine ilgili taşeron firmaya bildirim yapıldığını ve başvurucunun 10/3/2017 tarihinde işten çıkarıldığını, işten çıkarma işlemlerinin Kanun Hükmünde Kararname ve OHAL yasası kapsamında ve belirtilen şekil ve nedenlerle yapıldığını belirtmiştir. Mahkeme, PKK terör örgütü ile irtibatlı ya da iltisaklı olabileceği hususunda şüphenin bulunduğunu belirterek 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) maddesi kapsamında gerçekleştirilen fesih işleminin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle 11/5/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi ile Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen yazılara göre başvurucu hakkında 2006/156 ve 2012/758 sayılı soruşturma dosyalarında terör örgütü propagandası yapma suçundan fezleke düzenlenerek soruşturma yapıldığı ve ek takipsizlik kararı verildiği belirtilmiştir. Söz konusu tespit ile dava dosyasının içinde yer alan emniyet ve istihbarat kaynaklı bilgiler birlikte değerlendirildiğinde İşveren bakımından iş sözleşmesinin devamının katlanılmaz derecede yük oluşturacağı ve taraflar arasındaki güven ilişkisinin zedelendiği ifade edilmiştir. Başvurucu, söz konusu karara karşı sunduğu istinaf dilekçesinde, yıllar önce kendisi hakkında yürütülen soruşturmaların akıbetlerinin dahi netleştirilmeden iş akdinin feshi gerekçesi olarak kabul edilmesinin hukuka ve vicdana uygun olmadığını belirterek ret kararının kaldırılmasını talep etmiştir. Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi, dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığını ve özellikle Yargıtay Hukuk Dairesinin E.2017/40300, K.2017/18606 sayılı ilamında ifade edildiği gibi, asıl işverenin 10/3/2017 tarihli yazısı ile terör örgütleri ile ilgili olarak yapılan değerlendirmeler sonucunda güvenlik tedbirleri nedeniyle başvurucunun çalışmasının uygun görülmediğinin bildirilmesi üzerine, alt işveren açısından feshin zorunlu hâle geldiğini belirterek 1/11/2018 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 16/11/2018 tarihinde öğrendikten sonra 14/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu hakkındaki işe iade davasında verilen ret kararlarının gerekçesinde yer alan ve Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düzenlenen 26/9/2019 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında partizan yapılanmasına ait kırmızı zemin üzerine sarı büyük harfler ile yazılı 10 adet ''PARTİZAN'' ibareli flamayı HDP seçim irtibat bürosuna asma eylemi hakkında kamu davası açılmış ve Tunceli Ağır Ceza Mahkemesince 25/10/2019 tarihinde delil yetersizliğinden başvurucu hakkında beraat kararı verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37448 | Başvuru, işveren ile arasındaki güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesiyle başvurucunun iş sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, gerekçeli kararın tebligat işlemlerinin tamamlanamaması nedeniyle dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmemesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/10/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Altunhisar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma sonunda, petrol boru hattının delinerek petrol çalındığı iddiasıyla başvurucu ve sekiz kişi hakkında petrol hırsızlığı suçundan kamu davası açılmıştır. Altunhisar (Kapatılan) Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 21/6/2001 tarihinde, 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun gereği başvurucu ile diğer sekiz sanık hakkındaki kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verilmiştir. Ceza davasının bu şekilde sonuçlanmasından sonra Botaş Petrol A.Ş. tarafından başvurucu ve sekiz kişi aleyhine 10/12/2003 tarihinde haksız fiil nedeniyle tazminat davası açılmıştır. Altunhisar (Kapatılan) Asliye Hukuk Mahkemesi 29/6/2007 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Başvurucu tarafından 23/11/2007 tarihinde temyiz talebinde bulunulmuş olup kararın tebligat işlemleri tamamlanmadığından dava dosyası henüz Yargıtaya gönderilmemiştir. Başvurucu dışındaki diğer davalılara 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun maddesine göre tebligat çıkarılmıştır. Davalılar adına çıkarılan gerekçeli kararın tebligat işlemlerinin henüz tamamlanamadığı, Mahkemece, ilanen tebligat masraflarını yatırması için davacı Botaş Petrol A.Ş.ye ihtarat gönderildiği ancak davacı tarafından masraf yatırılmadığı belirlenmiştir. Altunhisar Adliyesinin kapatılmasının ardından başvuru konusu dosya Bor Asliye Hukuk Mahkemesine devredilmiştir. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur." 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun maddesi şöyledir:"Müddei muhakeme masraflarını harç tarifesi mucibince tediyeye mecburdur. Davayı mütekabileninmüddeabihten fazlası hakkındaki muhakeme masraflarını müddeaaleyh kezalik harç tarifesine tevfikan tediyeye mecburdur." 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"İki taraftan her biri istimaını talep eylediği şahit ve ehlihibrenin veya talebine mebni icra kılınacak keşif ve sair muamelenin masrafını tediyeye ve buna kifayet edecek meblağı mahkeme veznesine tevdie mecburdur. Hakim tarafından tayin olunan müddet içinde masrafı vermeyen taraf talebinden sarfınazar etmiş addolunur." 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Re'sen icrası emrolunan muamelenin istilzam ettiği masrafı iki taraftan birinin veya her ikisinin tediye etmesine karar verilir ve bunun için takdir olunacak meblağ mahkeme kalemine tevdi olunur.Tayin olunan müddet içinde işbu muameleye ait masraf tediye olunamaz ise ileride icap edenlerden istifa olunmak şartiyle Devlet hazinesinden tediye olunmasına karar verilebilir." 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Masarifi muhakemeyi berveçhi peşin tediye eden taraf haklı çıkarsa bu masraf diğer tarafa tahmil olunur." 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Kanunen musarrah olan hallerden maadasında masarifi muhakemenin aleyhinde hüküm verilen taraftan istifa olunmasına karar verilir. Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa mahkeme her birini masrafla ilzam veya bu masrafı aralarında takdir ettiği surette taksim eder.Hakim huzurunda tetkik olunan davalara ait masarifi muhakeme iki taraf beyninde mukaveleye göre ve böyle bir mukavele yoksa ahkamı sabıkaya tevfikan hükmolunur." 1086 sayılı mülga Kanun'un maddesi şöyledir:"Mahkumualeyhlermütaaddit ise masarifi muhakeme davadaki alakalarına göre taksim olunur ve kendileri müteselsilen mesul addolunabilir." | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16626 | Başvuru, gerekçeli kararın tebligat işlemlerinin tamamlanamaması nedeniyle dosyanın temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmemesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; tutukluluğun hukuka aykırı olması, makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın uzun süredir devam etmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 12/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında Van Sulh Ceza Mahkemesinin 1/9/2010 tarihli ve 2010/943 Sorgu sayılı kararıyla kasten adam öldürme ve kasten adam öldürmeye teşebbüs suçlamasıyla tutuklanmıştır. Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu ile birlikte 17 şüpheli hakkında, 13/6/2010 tarihli ve 2010/3239 soruşturma sayılı iddianame düzenlenmiş ve başvurucunun kasten adam öldürme ve kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 11/8/2010 tarihli ve E.2010/7838, K.2010/6343 sayılı ilamı ile dosyanın Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar verilmiştir. Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi 16/2/2015 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Devam eden yargılamada Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi, 18/5/2015 tarihli ve E.2010/180, K.2015/76 sayılı kararıyla, başvurucunun tasarlayarak kan gütme saikiyle adam öldürme ve tasarlayarak kan gütme saikiyle adam öldürmeye teşebbüs suçlarından üç kez ağırlaştırılmış müebbet, üç kez on sekiz yıl ve üç kez on üç yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkında yakalama emri çıkartılmasına karar vermiştir. Yakalama emri üzerine başvurucu 5/5/2016 tarihinde tekrar tutuklanmıştır.İlk derece mahkemesinin kararı temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır."5271 sayılı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa." | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9774 | Başvuru, tutukluluğun hukuka aykırı olması, makul süreyi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, yargılamanın uzun süredir devam etmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bursa Halk Sağlığı Müdürlüğünde avukat olarak görev yaparken 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca meslekten çıkarılan başvurucu, Bursa Barosu (Baro) levhasına yazılma talebinde bulunmuştur. Baro Yönetim Kurulu 24/8/2017 tarihinde başvurunun reddine karar vermiş, başvurucunun itirazı üzerine Türkiye Barolar Birliği (TBB) tarafından itirazın reddine karar verilmiştir. Başvurucu anılan kararın kesinleşmesi üzerine Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 20/2/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Söz konusu karara karşı başvurucunun istinaf talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) tarafından 19/9/2019 tarihinde reddedilerek kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai kararı 31/10/2019 tarihinde öğrendiğini belirterek 26/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/39300 | Başvuru, başvurucunun baro levhasına yazılma talebinin reddedilmesi nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru; hamile kişi hakkında uygulanan gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hamilelerin tutuklanmasına yönelik hukuki yasağa rağmen tutuklama kararı verilip tutukluluk hâlinin devam ettirilmesi, ceza infaz kurumunda sunulan sağlık hizmetlerinin yetersiz olması ve ceza infaz kurumundaki tutma koşullarının mahpusun durumuna uygun olmaması nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tespit edilemeyen bir tarihte, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) üyesi olduğu iddiasıyla başvurucu hakkında bir soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturma kapsamında İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği, bilinen adreslerden kendisine ulaşılamadığı gerekçesiyle başvurucu hakkında yakalama emri düzenlemiştir. Başvurucu 14/9/2018 tarihinde saat 20 sıralarında eşi de dâhil dokuz kişi ile birlikte Edirne’nin Elçili köyü sınırlarındaki birinci derecede askerî yasak bölgede yakalanmıştır. Başvurucunun yakalandığı yer Türkiye-Yunanistan sınırına 50 metre mesafededir. Başsavcılık başvurucunun dört gün süreyle gözaltında tutulmasına karar vermiştir. Karar başvurucuya, söz konusu karara karşı sulh ceza hâkimliğine başvurabileceği de hatırlatılarak 14/9/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucunun ifadesi kollukça müdafii nezaretinde 15/9/2018 tarihinde alınmıştır. İfade sırasında başvurucuya, Bylock uygulamasını kullanmasıyla ilgili olup kullanıcı adı, şifresi ve kişi listesini içeren bir tutanak okunmuştur ancak başvurucu mesaj içeriklerinin kendisine okunmasını istememiştir. Başvurucu, örgüt üyesi olduğuna ve Bylock uygulamasını kullandığına ilişkin iddiayı kabul etmemiş ancak Bylock ile irtibatlı olan telefon numarasının kendi adına olduğunu, kişi listesindeki bazı şahısları tanıdığını beyan edip tedavi olabilmek için yurt dışına çıkmak üzere Edirne’de bulunduğunu öne sürmüştür. İfadesine göre başvurucu, beş aylık gebedir; ülser başlangıcı nedeniyle midesinden rahatsızdır; sağlık durumu nedeniyle kapalı alanda kalamamakta ve ihtiyaçlarını tek başına karşılayamamaktadır. Başsavcılık, başvurucuyu terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması talebiyle 17/9/2018 tarihinde sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) yapılan sorgusunda kendisine yöneltilen suçlamayı kabul etmeyen başvurucu; nezarethanede tutulduğu sırada kasılmalarının olduğunu, gözaltında kendisine verilen yemekleri yiyemediğini, diyete uygun beslenmesi gerektiğini iddia etmiştir. Hâkimlik, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:“...Şüphelinin yukarıda açıklandığı üzer FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımı için oluşturulmuş ve münhasıran bu terör örgütünün mensupları tarafından kullanıldığı bilinen ByLock iletişim sistemini yüklemek/kullanmak suretiyle (.. ID numarası, 97407 sinyal, kullanıcı ismi beyza...) örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesi bulunduğu, yine örgütle iltisaklı kurumda çalışması, örgüt tepe yöneticisi ile HTS kaydı delilleri uyarınca, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği hususunda kuvvetli suç şüphesi bulunduğu, şüphelinin sınırdan yasak yollarla kaçarken yakalanması nedeniyle somut kaçma şüphesi altında bulunduğu, Şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti itibari ile Cmk maddesinde sayılan suçlardan oluşu ve iş bu suçun zikrolunan maddenin amir hükmü gereğince bir özel tutuklama sebebinin varlığını kanuni bir karine olarak kabul etmesinden kaynaklanan özel tutuklama sebebinin varlığı, şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve özellikleri ve süpheli ile ilgili olarak soruşturma dosyası içerisindeki şahsi hale ilişkin bilgilere göre şüpheli hakkında CMK-109/3 maddesinde düzenlenen adlî kontrol tedbirlerinin uygulamasının doğal olarak yetersiz kalacağı, atılı suçun nitelikleri şüphelinin maruz kalacağı ceza tehdidinin alt ve üst sınırı dikkate alındığında, CMK-109/3 maddesinde sayılan tedbirlerin hiçbirinin soruşturmanın selametini sağlamak, delil karartılmasını engellemek ve kaçma şüphesini ortadan kaldırmak için yeterli olamayacağı bu anlamda Adli Kontrol tedbirinin uygulanma olanağının bulunmaması ve bu tedbirin yeterli görülmemesi, ayrıca şüpheli üzerine atılı müsnet suçun ihtiva ettiği cezanın alt ve üst sınırları ve dosyada mevcut delil durumu da gözetilerek şüpheli üzerlerine atılı suçun nitelikleri, bu nitelikleri itibariyle kamu davasına konu edilip kesinleşmiş hükümle sübut bulması halinde kişi ve toplum için yaratmış olacağı tehlikenin büyüklüğü, eylem için yasada hapis cezasının öngörülüyor olması ve yine yasada öngörülen hapis cezalarının miktarı birlikte gözetildiğinde, verilecek bir tutukluluk kararının ölçülü olduğu anlaşıldığından, bu anlamda tutuklama tedbirine müracaat etmede herhangi bir ölçüsüzlük de görülmediğinden ... [tutuklanmasına karar verildi.]” Başsavcılık 18/9/2018 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) kamu davası açmıştır. İddianamede başvurucunun Bylock aracılığıyla yaptığı yazışmalarda örgüt içi evlendirme ve benzeri üst düzey mahrem faaliyetlere dair ifadelerin yer aldığı, 2014-2016 yılları arasında örgütle bağlantılı bir şirket ile vakıfta çalıştığı, üzerine kayıtlı bulunan hat üzerinden örgütün tepe yönetimi olarak adlandırılan grupta yer alan bir şahısla 2010 yılında bir kez iletişim kurduğuna ilişkin kayıt bulunduğu iddia edilmiştir. Başvurucu, müdafii aracılığıyla tutuklama kararına 24/9/2018 tarihinde itiraz etmiştir. Sözü edilen itirazda özetle tutuklamanın hukuka uygun olmadığını, tutuklama kararının gerekçeli olmadığını, kararda deliller ve tutuklama nedeni ile vakıaların açıklanmadığını, kaçmadığını ve saklanmadığını, delillerin karartılması gibi bir tehlikenin bulunmadığını ve tutuklamanın ölçüsüz olduğunu iddia etmiştir. İtirazda ayrıca altı aylık hamile olduğunu, sağlıksız beslenme ve bakımıyla ilgilenecek kimse olmaması nedeniyle bebeğine kavuşamayacağı yönünde endişe taşıdığını ve mide ülseri rahatsızlığının endişesini artırdığını öne sürmüştür. Ceza Mahkemesince düzenlenen 5/10/2018 tarihli Tensip Tutanağı’nda Hâkimlikçe verilen tutuklama kararında yer alan gerekçelerle -bu gerekçeler aynı zamanda Başsavcılığın tutuklama talebinde belirttiği gerekçelerdir- başvurucunun tutukluluk durumunun devamına karar vermiştir. Hâkimlik, başvurucu hakkında dava açıldığı gerekçesiyle başvurucunun tutuklama kararına yönelik itirazını (bkz. § 12) 9/10/2018 tarihinde Ceza Mahkemesine göndermiştir. Tensip zaptının bir örneği başvurucuya 17/10/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Ceza Mahkemesi 2/11/2018 ve 30/11/2018 tarihlerinde tutuklama tedbiri yönünden dava dosyasını incelemiş ve dosya üzerinden başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Anılan kararlara gerekçe olarak başka hususlar yanında tutuklama sebep ve koşullarında herhangi bir değişiklik olmaması, kuvvetli suç şüphesinin varlığına işaret eden somut olgu ve kanıtların (Bylock ve HTS kayıtları ile örgütle bağlantılı işyerinde çalışma olgusu) bulunması ve başvurucuya isnat edilen suçun tutuklama nedeninin var sayıldığı katalog suçlardan olması gösterilmiştir. Ceza Mahkemesine göre başvurucuya isnat edilen suç için kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı başvurucunun kaçma şüphesini somutlaştırmaktadır ve eylemlerinin sübutu halinde başvurucuya verilmesi muhtemel ceza veya güvenlik tedbiri dikkate alındığında tutuklama tedbiri ölçülüdür. Başvurucu 13/11/2018 tarihinde Ceza Mahkemesinden tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Bu taleple ilgili dilekçesinde başvurucu; 27 haftalık hamile olduğunu, bu nedenle ceza infaz kurumu koşullarını -bu koşulların ne olduğu ise açıklanmamıştır- kaldıramadığını, ayrıca ülser başlangıcı teşhisi konulduğu için Ceza infaz kurumundaki yemekleri yeme konusunda sıkıntı yaşadığını ve hamileliği sebebiyle çok sınırlı ilaç kullanabildiği için iyileşemediğini iddia etmiştir. Ayrıca verilen vitamin ilaçları midesine iyi gelmediği için bebeğinin gelişiminden endişe ettiğini, defalarca talep etmesine rağmen manavdan istediği meyvelerin getirilmediğini, ani tansiyon düşüklüğü ve kalp çarpıntısı yaşadığı dönemde revire veya hastaneye götürülmediğini, revire gitme isteklerinde hamileliğinin dikkate alınmadığını öne sürmüştür. Ceza Mahkemesinin başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin 2/11/2018 tarihli kararı başvurucuya 20/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, ülser rahatsızlığı, sürekli nüksettiğini ileri sürdüğü idrar yolları enfeksiyonu ve buna bağlı olarak devamlı surette ateşlenmesi nedeniyle ceza infaz kurumunda bulunmasının kendisini ve bebeğini olumsuz yönde etkilediğini iddia ederek anılan karara 23/11/2018 tarihinde itiraz etmiştir. Bu itiraz 30/11/2018 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (İtiraz Mercii) reddedilmiştir. Başvurucu 29/11/2019 tarihinde Ceza Mahkemesine bir dilekçe yazarak tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Yazdığı dilekçede başvurucu, 30 haftalık hamile olduğundan söz edip tutuklanmasının ardından Edirne Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tuvaleti olmayan bir odada sekiz kişiyle birlikte 45 gün süreyle kaldığını iddia etmiş ve tutulduğu Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) yaşadığı bazı sorunlardan bahsetmiştir. Buna göre başvurucu 6/11/2018 tarihinde idrar yolları enfeksiyonu nedeniyle doktora muayene olmuş ancak kendisi için yazılan ilaç fayda sağlamamıştır. Bu nedenle başvurucu 20/11/2018 tarihinde kadın hastalıkları birimine yeniden gitmiştir. Muayeneyi yapan doktor, başvurucuyu bir tetkik için hastaneye sevk etmiştir. Başvurucu beş gün sonra hastaneye götürülmüş ancak dosyası unutulduğu için tetkik yapılamadan İnfaz Kurumuna geri götürülmüştür. Başvurucu, acil olarak hastaneye gitmek için dilekçe verse de bir gün sonra hastaneye sevk edilmiştir. Başvurucu 28/11/2018 tarihinde muayene olmuş ancak tetkik yapılacak birime geç götürüldüğü için biyolojik örnek verememiştir. Enfeksiyon ilerlediği için başvurucu ciddi ölçüde rahatsızdır ve ne zaman hastaneye götürüleceğini bilmemektedir. Ülser hastalığı nüksettiği için İnfaz Kurumunda verilen yemekleri yiyemeyen başvurucu, hastalar için servis edilen yemeklerin bakliyat ağırlıklı olması sebebiyle çok az yemekle beslenmektedir. Başvurucunun manavdan sipariş ettiği sebzeler de kendisine teslim edilmemiştir. Rahatsızlığı nedeniyle bir aydır kan ilaçları ile vitaminleri içememektedir. 28/11/2018 tarihinde doktor, başvurucuyu gastroenteroloji ve iç hastalıkları bölümüne sevk etmiştir ancak tahlil için gecikildiğinden başvurucu, sözü edilen bölümlerde muayene olamadan ve örnek veremeden İnfaz Kurumuna dönmek zorunda kalmıştır. Ceza Mahkemesinin başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin 30/11/2018 tarihli kararı başvurucuya 6/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, müdafii aracılığıyla Ceza Mahkemesine gönderdiği 25/12/2018 tarihli dilekçede ilk ayından itibaren hamileliğinin sorunlu geçtiğini iddia etmiştir. Dilekçeye konulan teşhislere, yapılan tahlillere ve verilen ilaçlara ait birtakım belgeleri eklemiştir. Sözü edilen belgelerde hamilelik sürecinin başvurucuya olan etkisine ilişkin herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Başvurucu 25/12/2018 tarihinde yapılan duruşmada sekiz aylık hamile olduğunu, İnfaz Kurumunda yeteri kadar beslenemediğini ve doktor kontrollerinin yeterince sağlanamadığını iddia ederek tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Ceza Mahkemesi bahsi geçen duruşma sonunda silahlı terör örgütüne üye olma suçundan başvurucunun neticeten 7 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, müdafii aracılığıyla Ceza Mahkemesince verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu 31/12/2018 tarihinde bizzat, 1/1/2019 ve 2/1/2019 tarihlerinde ise müdafileri aracılığıyla tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itiraz etmiştir. Başvurucu bizzat yaptığı itirazda; 35 haftalık hamile olduğunu, midesinden rahatsız olduğunu, kansızlık sorunu yaşadığını, ayrıca koğuşların kalabalık ve soğuk, hastaneye geliş gidişlerin ise uzun ve sıkıntılı olması sebebiyle yeni doğmuş bir bebeği İnfaz Kurumunun koşullarında büyütmesinin mümkün olmadığını iddia etmiştir. Müdafii aracılığıyla yaptığı itirazlarda ise özetle tıbbi destekle ve ilk kez hamile kaldığını, doktorun söylediğine göre zorlu bir doğumun kendisini beklediğini, kadın doğum uzmanı doktorlar ile aile hekimlerinin yaptıkları muayeneler nedeniyle düzenlenen raporlarda gebelik durumu, kansızlık, vitamin eksikliği, üriner sistem enfeksiyonu, reflü hastalığı (gastro özofajial) ve dispepsiye yer verildiğini, bu rahatsızlıklar sebebiyle kendisinin ve bebeğinin yaşamından endişe duyduğunu, 13/12/2004tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin yollamasıyla tutuklular hakkında da uygulanabilecek olan aynı Kanun'un maddesi (4) numaralı fıkrası (Bu düzenlemeye “İlgili Hukuk” bölümünde yer verilecektir.) gereğince tutuklu kalmaması gerektiğini iddia etmiştir. Başvurucu 15/1/2019 tarihinde başvuru yapmış ve tutukluluk durumunun sonlandırılmasına yönelik tedbir kararı verilmesini istemiştir. Anayasa Mahkemesince 23/1/2019 tarihinde yapılan toplantıda başvurucunun tahliyeye yönelik tedbir talebinin reddine ancak Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun sağlık durumuna uygun koşulların sağlanarak sağlık hizmetlerine erişiminin sağlanması yönünde gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi (İstinaf Dairesi) 21/2/2019 tarihinde başvurucunun istinaf istemini reddetmiş ve başvurucunun tutukluluk durumunun devamına karar vermiştir. Başvurucu ve müdafileri anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuş ancak Yargıtay Ceza Dairesi, İstinaf Dairesince verilen kararı 4/11/2019 tarihinde onamıştır. İnfaz Kurumu ile yapılan yazışmalara göre;i. İnfaz Kurumunda mesai saatleri içinde bir aile hekimi, bir diş hekimi, bir psikiyatri uzmanı doktor ve beş sağlık memuru görev yapmaktadır. Haftanın bir günü kadın hastalıkları uzmanı doktor ile ebe infaz kurumuna gelmektedir. Revir biriminde sağlık bölümü mezunu dört infaz ve koruma memuru çalışmaktadır. Mesai saatleri dışında ise acil durumlarda 112 Acil aranmakta, daha acil hâllerde ise 112 Acil görevlileri beklenmeksizin mahpus en yakın hastaneye ring araçları ile sevk edilmektedir.ii. Başvurucu; gebeliliği nedeniyle6/11/2018 ve 20/11/2018 tarihlerinde infaz kurumunda, 28/11/2018, 11/12/2018, 7/1/2019, 12/1/2019 ve 15/1/2019 tarihlerinde ise Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Araştırma Hastanesi) muayene edilmiştir. 12/1/2019 tarihli muayene için başvurucu 112 Acil aracılığıyla Araştırma Hastanesine götürülmüştür. Muayene ile ilgili belgelerde başvurucunun ve/veya bebeğinin sağlığı ile ilgili olumsuz bir husus belirtilmemiştir.iii.27/11/2018 tarihinde başvurucunun gebelik izlemleri yapılmıştır.iv. Başvurucuya dispepsi (sindirim güçlüğü), anemi (kansızlık), üriner (idrar oluşum ve boşaltılması ile ilgili) enfeksiyon (mikroptan ileri gelen hastalık), dermatit (deri yangısı) ve reflü (vücut ileti sistemlerindeki sıvının normalin tersi yönde akması) tanıları nedeniyle 31/10/2018, 6/11/2018, 7/11/2018, 14/11/2018, 26/11/2018, 14/12/2018, 20/12/2018 ve 31/12/2018 tarihlerinde çeşitli ilaçlar için, farklı tarihlerde ise bebek bezi, hasta yatak örtüsü gibi eşya için reçete yazılmıştır.v. Başvurucu 6/11/2018, 13/12/2018 ve 7/1/2019 tarihlerinde tahliller için örnekler vermiştir. 6/12/2018 tarihinde başvurucuya endoskopi yapılmıştır.vi. Başvurucunun tutulduğu koğuşta toplam 12 oda mevcuttur ve her odada tuvalet bulunmaktadır. Banyo ve mutfak ortak alanda yer almaktadır. 21/1/2019 tarihi itibarıyla başvurucunun odasında iki mahpus, koğuşunda ise 26 mahpus kalmaktadır. Koğuş içinde havalandırma alanları bulunmaktadır. İnfaz kurumunun fiziki yapısı nedeniyle koğuşlar24 saat gün ışığı almaktadır ve koğuştaki ısı yeterlidir.vii. 21/1/2019 tarihi itibarıyla İnfaz Kurumunda annelerinin yanlarında kalan0-6 yaş arası çocuk sayısı 72’dir. İnfaz Kurumu içinde mesai saatlerinde 0-2 yaş grubu çocukların anneleriyle birlikte gidebilecekleri bir kreş, 2-6 yaş grubu çocukların eğitim görebilecekleri bir anaokulu bulunmaktadır. 0-6 yaş grubu çocukların mama, bebe bisküvisi, süt, yumurta, bebek bezi vb. temel ihtiyaçları haftanın her günü düzenli olarak İnfaz Kurumuna teslim edilmektedir. viii. Başvurucu, yaşam koşullarıyla ilgili bir şikâyetini 21/1/2019 tarihine kadar İnfaz Kurumuna iletmemiştir.ix. Doğumlar İnfaz Kurumunda değil hastanelerde yapılmaktadır. Nüfus kaydına göre başvurucunun bebeği 25/1/2019 tarihinde dünyaya gelmiştir. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hakimliği Kanunu’nun “İnfaz hâkimliklerinin görevleri” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “İnfaz hâkimliklerinin görevleri şunlardır : Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikâyetleri incelemek ve karara bağlamak....” 4675 sayılı Kanun’un “İnfaz hâkimliğine şikâyet ve usulü” kenar başlıklı maddesinin başvuru tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde hükümlü ve tutuklular hakkında yapılan işlemler veya bunlarla ilgili faaliyetlerin kanun veya diğer mevzuat hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle bu işlem veya faaliyetlerin öğrenildiği tarihten itibaren onbeş gün, herhalde yapıldığı tarihten itibaren otuz gün içinde şikâyet yoluyla infaz hâkimliğine başvurulabilir.Şikâyet, dilekçe ile doğrudan doğruya infaz hâkimliğine yapılabileceği gibi; Cumhuriyet başsavcılığı veya ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürlüğü aracılığıyla da yapılabilir. İnfaz hâkimliği dışında yapılan başvurular hemen ve en geç üç gün içinde infaz hâkimliğine gönderilir. Sözlü yapılan şikâyet, tutanağa bağlanır ve bir sureti başvurana verilir....Şikâyet yoluna başvurulması, yapılan işlem veya faaliyetin yerine getirilmesini durdurmaz. Ancak, infaz hâkimi giderilmesi güç veya imkansız sonuçların doğması ve işlem veya faaliyetin açıkça hukuka aykırı olması koşullarının birlikte gerçekleşmesi durumunda işlem veya faaliyetin ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir.” 4675 sayılı Kanun’un “İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar” kenar başlıklı maddesinin başvuru tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “...Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında re’sen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır...İnfaz hâkimi, inceleme sonunda şikâyeti yerinde görmezse reddine; yerinde görürse, yapılan işlemin iptaline ya da faaliyetin durdurulmasına veya ertelenmesine karar verir.... İnfaz hâkiminin kararlarına karşı şikâyetçi veya ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından, tebliğden itibaren bir hafta içinde Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerine göre acele itiraz yoluna gidilebilir.İtiraz, infaz hakimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine yapılır. İnfaz hâkimi aynı zamanda bu mahkemenin üyesi olduğu takdirde itirazla ilgili karara katılamaz.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Silâhlı örgüt” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde [Bu bölümlerde Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar ile Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar yer almaktadır] yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Gözaltı” kenar başlıklı , “Yakalanan kişinin mahkemeye götürülmesi” kenar başlıklı ve “Yakalama emri ve nedenleri” kenar başlıklı maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:“Madde 91(1) ... [Y]akalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. (Değişik ikinci cümle: 25/5/2005 – 5353/8 md.) Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez.(Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/8 md.) Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz. (2) Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır. (3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.... (5) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir.... (7) Gözaltına alınan kişi bırakılmazsa, en geç bu süreler sonunda sulh ceza hâkimi önüne çıkarılıp sorguya çekilir. Sorguda müdafii de hazır bulunur.Madde 94 (1) Hâkim veya mahkeme tarafından verilen yakalama emri üzerine soruşturma veya kovuşturma evresinde yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılır. (2) Yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılamıyorsa, aynı süre içinde yakalandığı yer adliyesinde, mevcut değil ise en yakın adliyede kurulu sesli ve görüntülü iletişim sisteminin kullanılması suretiyle yetkili hâkim veya mahkeme tarafından bu kişinin sorgusu yapılır veya ifadesi alınır....Madde 98 (1) (Değişik: 25/5/2005 – 5353/10 md.) Soruşturma evresinde çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından yakalama emri düzenlenebilir......” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama nedenleri” kenar başlıklı maddesinin başvuruya konu edilen dönemde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),...” 5271 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararı” kenar başlıklı Maddesinin başvuruya konu edilen dönemde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir....” 5271 sayılı Kanun’un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“(1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler....” 5271 sayılı Kanun’un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.” 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun ve maddelerinin ilgili kısmı ile 3713 sayılı Kanun’a 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun’un maddesiyle eklenen geçici maddesinin başvuruya konu olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir: “Madde 326/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır.Madde 53 ve4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir......Geçici Madde 19Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:a) Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren kırk sekiz saati, toplu olarak işlenen suçlarda dört günü geçemez. Delillerin toplanmasındaki güçlük veya dosyanın kapsamlı olması nedeniyle gözaltı süresi, birinci cümlede belirtilen sürelerle bağlı kalmak kaydıyla, en fazla iki defa uzatılabilir. Gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin karar, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine yakalanan kişi dinlenilmek suretiyle hâkim tarafından verilir. Yakalama emri üzerine yakalanan kişi hakkında da bu bent hükümleri uygulanır....” 5275 sayılı Kanun’un “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” kenar başlıklı maddesinin (4) numaralı fıkrasının başvuru tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir: “Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.” 5275 sayılı Kanun’un maddesi uyarınca hastaneye sevki zorunlu görülen hükümlü, bulunduğu yere en yakın tam teşekküllü devlet veya üniversite hastanesinin hükümlü koğuşuna yatırılır. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.” 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavisi” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.” 5275 sayılı Kanun’un maddesine göre hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından bir raporla derhâl ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir. 5275 sayılı Kanun’un maddesine göre bu bölümde (bkz. §§ 39-43) bahsi geçen 5275 sayılı Kanun maddelerinin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir. | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1463 | Başvuru, hamile kişi hakkında uygulanan gözaltına alma ve tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hamilelerin tutuklanmasına yönelik hukuki yasağa rağmen tutuklama kararı verilip tutukluluk hâlinin devam ettirilmesi, ceza infaz kurumunda sunulan sağlık hizmetlerinin yetersiz olması ve ceza infaz kurumundaki tutma koşullarının mahpusun durumuna uygun olmaması nedeniyle de kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, mahkûmiyet hükmüyle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararının hukuki olmaması ve bu karara yönelik itirazın karara bağlanmasının gecikmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 30/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına vekamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Birinci Bölüm tarafından 8/2/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/6191 sayılı soruşturması kapsamında 5/6/2012 tarihinde gözaltına alınmış; Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesinin 7/6/2012 tarihli kararıyla yağma suçundan tutuklanmıştır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 29/1/2014 tarihli kararıyla başvurucunun yağma suçundan 6 yıl 8 ay ve kasten yaralama suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezalarıyla cezalandırılmasına ve "hükmolunan cezanın niteliği ve süresi, eyleminin niteliği gözetilerek, ayrıca suçun katalog suçlardan olması nazara alınarak" başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başvurucu 30/1/2014 tarihinde tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde başvurucu; aynı cezayı alan sanıklar tahliye edilirken kendisinin tahliye edilmediğini, tutukluluğun devamı için yeterli gerekçe gösterilmediğini, üzerine atılı suçları işlemediğini, yağma suçundan tutuklandığını, yaralama suçundan tutuklama talebinin daha önce reddedildiğini, tutuklulukta geçirdiği süre olan 1 yıl 7 ay 22 gün vetemyiz süreci nazara alındığında yağma suçundan şartla tahliye tarihinin dolacağını, bu durumda tutuklu olmadığı suç nedeniyle ceza infaz kurumunda kalması gibi bir sonucun ortaya çıkacağını ileri sürmüştür. Başvurucu 30/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucunun hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararına yönelik itirazı bireysel başvurunun yapıldığı tarih itibarıyla karara bağlanmamıştır. Ayrıca başvuru tarihi itibarıyla başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmünün gerekçesinin yazım süreci de tamamlanmamıştır. Yapılan incelemede Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet hükmüne ilişkin gerekçeli kararının UYAP üzerindeki onay sürecinin 27/5/2014 tarihinde tamamlandığı anlaşılmıştır. Başvurucunun hükümle birlikte verilen tutukluluğunun devamına ilişkin karara yönelik itirazı, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 16/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü Yargıtay Ceza Dairesinin 6/2/2015 tarihlikararıyla -ceza süresi değiştirilmeksizin- düzeltilerek onanmıştır. A. Ulusal Hukuk 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:"Bu madde ile 100 üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir. (3) Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re'sen de verilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Usul" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adlî kontrol uygulanmasına karar verilir. (Ek cümle: 11/4/2013-6459/15 md.) Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" kenar başlıklı maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur." 5271 sayılı Kanun'un "İtiraz olunabilecek kararlar" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir." 5271 sayılı Kanun'un “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Kararına itiraz edilen hâkim veya mahkeme, itirazı yerinde görürse kararını düzeltir; yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili olan mercie gönderir."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kanun gereği yetkilendirilmiş, yürütme organı ve taraflardan bağımsız ve yeterli güvencelere sahip yargısal organ olarak mahkemece verilen ve özgürlükten mahrumiyete yol açan her türlü mahkûmiyet kararı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamına girmektedir (Engel ve diğerleri/Hollanda [GK], B. No: 5100/.., § 68). Anılan bentte yer alan "sonra" ifadesi, tutmanın sadece zaman bakımından mahkûmiyetin ardından gelmesi anlamına gelmemektedir. Aynı zamanda tutma, mahkûmiyetin bir sonucu olmalı; mahkûmiyetin ardından ve mahkûmiyete bağlı olarak veya mahkûmiyet sebebiyle gerçekleşmelidir (Weeks/Birleşik Krallık [GK], B. No: 9787/82, 2/3/1987, § 42). Kısacası mahkûmiyet kararı ile söz konusu özgürlükten yoksun bırakma arasında yeterli bir nedensellik ilişkisi bulunmalıdır (Monnell ve Morris/Birleşik Krallık, B. No: 9562/81, 9818/82, 2/3/1987, § 40). AİHM'e göre kişinin yetkili bir mahkemece mahkûm edilmesinden sonra özgürlüğünden mahrum bırakıldığı durumlarda Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrasına göre gerekli olan denetim, mahkemece yargı işlemlerinin bitiminde alınan karara dâhil edilir ve ek bir gözden geçirme bu nedenle gerekli olmaz. Diğer bir deyişle karar, yargılama sürecinin sonunda verilmiş ise zaten bir yargısal denetim içermektedir. Hapis cezasını veren derece mahkemesinin kararının bünyesinde tutmanın kanuniliğine dair yargısal denetim de vardır, bundan başka ayrıca bir yargısal denetimgerekli değildir (Kafkaris/Kıbrıs (k.k.), B. No: 9644/09, 21/6/2011, § 58).Öte yandan kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılmasını haklı kılan nedenlerin zamanın geçmesiyle birlikte değişmeye tabi olduğu durumlarda veya tutmanın hukukiliğini etkileyen yeni bir meselenin ortaya çıkması durumunda yargısal denetim gerekli olacak ve dolayısıyla Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrasının uygulanması söz konusu olacaktır. Bununla birlikte iç hukukta temyiz süreci dâhil olmak üzere mahkûmiyet hükmü kesinleşene kadar bir tutuklunun tutukluluğa ilişkin tüm korumalardan yararlanabileceği öngörüldüğünde Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrası uygulama alanı bulabilir. Sözleşmeci devletlerin Sözleşme'nin maddesinin (4) numaralı fıkrasının gerekli kıldığının ötesinde prosedürler sağlaması hâlinde bu kuralın sağladığı güvencelere bu prosedürlerde de riayet edilmek zorundadır (Stollenwerk/Almanya, B. No: 8844/12, 7/9/2017, § 36). | Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5927 | Başvuru, mahkûmiyet hükmüyle birlikte verilen tutukluluğun devamı kararının hukuki olmaması ve bu karara yönelik itirazın karara bağlanmasının gecikmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. | Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9928 | Başvuru, idari işlemin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, bir siyasi parti lideri olan başvurucunun çeşitli toplantılarda yaptığı eleştirel açıklamalardan dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurular çeşitli tarihlerde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. 2020/22116, 2021/11085, 2021/28600, 2021/28604, 2021/31371, 2021/31372, 2021/46574, 2021/46576 numaralı başvurular incelenen başvuruyla birleştirilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu -olayların geçtiği tarihte ve hâlen- Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) Genel Başkanıdır. S.G., A., İ.H., Z.Y., S.S. ve Z.N.H. (Müştekiler) ise yüksek yargı mensubu olup olay tarihinde Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyesi olarak görev yapmaktadır.A. 16/4/2017 tarihli Anayasa Değişikliği Halk Oylaması Sürecine İlişkin Genel Bilgiler 1982 Anayasası kabul edildiğinden bu yana birçok kez tadil edilmiştir. Ancak 2017 Anayasa değişikliği, parlamenter hükûmet sisteminden Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişi mümkün kılması nedeniyle önceki değişikliklerden önem itibarıyla ayrılmaktadır. Nitekim ana muhalefet partisi CHP ve diğer başka siyasi partiler, ilgili değişikliğin reddedilmesine yönelik bir politika izlemiş ve bu yönde bir kamuoyu oluşturmak için birçok miting ve toplantı düzenlemiştir. Bu nedenle Anayasa değişikliği meselesi, halk oylaması sürecinde ülke gündeminin en üst sıralarında yer almış ve toplum nezdinde ciddi tartışmalara konu edilmiştir. Nitekim oylamanın %85,43 katılım oranıyla gerçekleşmesi de konunun önemini ve seçmenlerin yakın ilgisini teyit etmektedir. Halk oylaması sürecine bakıldığında ise oylama işlemi devam ederken kullanılan zarf ve pusulaların geçerliliğine ilişkin 2017/559 ve 2017/560 sayılı YSK kararlarının alındığı görülmektedir. Buna göre bir kısım ilçe seçim kurullarından, sandık kurullarına "TERCİH" yerine "EVET" mührü dağıtıldığı ve bu mühürlerle oy kullandırıldığı, ayrıca bazı sandıklarda sandık kurulu mührünün oy pusulasının arka yüzü yerine ön yüzüne basıldığı, bazılarında ise arka yüzüne basılmakla birlikte ön yüzüne çıktığı bilgisi alınması üzerine 2017/559 sayılı kararla anılan durumların oy pusulasının geçersiz sayılmasını gerektirecek nitelikte olmadığına; ilçe seçim kurullarından bazı sandıklarda sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulası ve zarflar ile oy kullandırıldığı bilgisinin YSK'ya şifahi olarak ulaşması ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) YSK temsilcisi tarafından verilen dilekçede de aynı konunun dile getirilmesi üzerine YSK tarafından 2017/560 sayılı kararla anılan eksikliklerin tek başına seçmenin oyunun geçersiz sayılması için yeterli olmayacağı, aksinin kabulünün ise yönetime katılma hakkının özünü ortadan kaldıracağı belirtilerek söz konusu pusula ve zarfların geçerli sayılmasına karar verilmiştir. CHP tarafından söz konusu kararların yasaya aykırılığı ve yarattığı olumsuzluklar ile birlikte halk oylaması sürecine ilişkin diğer iddialar yönünden YSK'ya 18/4/2017 tarihinde başvurulmuş ve halk oylamasının tam kanunsuzluk nedeniyle iptal edilmesi istenilmiştir. Bahse konu istem 19/4/2017 tarihli ve 2017/573 sayılı kararla oyçokluğu ile reddedilmiştir. Nihayetinde halk oylaması "EVET" oylarının geçerli oylara oranı %51,41, "HAYIR" oylarının geçerli oylara oranı ise %48,59 olarak gerçekleşmiş ve Anayasa değişikliği %1,5'in altında bir farkla kabul edilmiştir.B. Başvuruya Konu İfadelerin Dayanağı YSK Kararları Anılan sonucun ardından halk oylaması öncesinde yaşanan tartışmalar farklı bir mecraya taşınmıştır. Bu bağlamda başvurucu, anılan kararların seçimlerin sonucunu etkilediği iddiasıyla katıldığı bazı resmî ve özel toplantılar ile televizyon programlarında kurul üyelerine yönelik birtakım açıklamalarda bulunmuştur. Anılan açıklamaların dayanağı YSK kararlarının ilgili kısımlarına aşağıda sırasıyla yer verilmiştir. 2017/559 Sayılı YSK Kararı Anılan kararın ilgili kısmı özetle şöyledir:"Kurulumuzca yapılan değerlendirme neticesinde;1- Oylamada kullanılan 'EVET' mührü seçmenin iradesini yansıtan işaret niteliğinde olup, kanunda yer alan mühürlerden biri yerine diğerinin kullanılmış olması seçmenin iradesini etkileyecek nitelikte görülmediğinden, 'EVET' mührüyle mühürlenmiş oy pusulalarının da geçerli sayılmasına,2- Oy pusulalarının sandık kurulu mührü ile mühürlenmesinin amacı, oylamada sahte oy pusulası kullanımını engellemek için olup, bu amacı gerçekleştirmeye yönelik mührün sandık kurulu tarafından sehven oy pusulasının ön yüzüne basılmış olması veya arka yüzüne basılmış olmakla birlikte mürekkep fazlalığı nedeniyle ön yüzüne yansımış olması, oy pusulasının geçersiz sayılmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden bu nitelikte olan oy pusulalarının geçerli sayılmasına,Karar verilmesi gerekmiştir." 2017/560 Sayılı YSK Kararı Anılan kararın ilgili kısmı özetle şöyledir:"...16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşmekte olan oy verme işlemleri sırasında, münferit de olsa bazı sandıklarda, Yüksek Seçim Kurulunca gönderilen ve sahte olarak benzerlerinin üretilmesinin engellenmesi amacıyla sandık kurullarına filigranlı olarak teslim edilen oy zarfları ve pusulalarının sandık kurullarınca mühürlenmeden seçmenlere verildiği, kullanılan oy zarfları ve pusulalarının Yüksek Seçim Kurulunca gönderilen filigranlı oy pusulası ve zarfları olduğu, oy pusulası ve zarflarının mühürlenmemesinin sandık kurulunun ihmali veya hatasından kaynaklandığı, bu sorunun yaşandığı sandıkların bağlı olduğu bazı ilçe seçim kurulları tarafından Kurulumuza şifahi olarak iletilmiştir.Münferit de olsa bazı sandık kurullarının,..., görevini yapmaması, netice itibariyle,..., usule uygun olarak,..., gerçekleşen oylamada, seçmene yüklenebilecek bir kusur olmamasına rağmen Anayasal hakkını kendisinden beklenen yükümlülüklere uygun olarak kullanan seçmenin oyunun geçerli sayılmamasının, yönetime katılma hakkının özünü ortadan kaldıracak bir sonuç yaratacağı açıktır.Oy kullanma işleminin; oy güvenliğini sağlamaya yönelik ve sahte oy kullanılmasını engellemek amacıyla getirilen kontrol mekanizmalarına uygun olarak, Yüksek Seçim Kurulunca üretildiğinden kuşku bulunmayan oy pusulası ve zarf kullanılarak gerçekleşmesi halinde, sandık kurulunca mühürleme işleminin yapılmaması tek başına seçmenin oyunun geçersiz sayılması için yeterli değildir. Aksine bir uygulama, bu hakkı korumak için getirilen ve araç niteliğinde olan usul kurallarından sadece birinin ihlalinin, hakkın özünü ortadan kaldıracak şekilde uygulanması sonucunu doğurur ki; bu sonuç, beklenilen amaca aykırıdır.Bu nedenledir ki,..., geçmiş yıllarda istikrarlı olarak, Yüksek Kurul tarafından gönderildiğinde şüphe bulunmayan hallerde, sandık kurullarının hata veya ihmali sonucu mühürlenmeyen oy zarfı ve oy pusulası ile seçmene kullandırılan oyların geçerli olduğu kabul edilmiştir.Sandık seçmen listesinde yazılı herkesin oy kullanma hakkı bulunmaktadır. Anayasanın 67 ve 90/ maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 No.lu Protokolün Maddesi birlikte değerlendirildiğinde, sandık kurullarının hata veya ihmali sonucu mühürlenmeyen oy zarfı ve oy pusulası ile kullandırılan oyların geçerli kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır." Tam Kanunsuzluk İtirazına İlişkin 2017/573 Sayılı YSK Kararı ve Muhalefet Şerhi Anılan kararın 2017/559 sayılı karara ilişkin itirazı karşılayan kısmı özetle şu şekildedir:"Esasen 135/I sayılı Genelgede sandık kurullarına 'TERCİH' mührünün teslim edilmesi gerektiği ve üzerine 'TERCİH' mührü dışında başka bir mühür basılı olan birleşik oy pusulalarının geçerli olmayacağı şeklindeki düzenleme, seçim kurulları tarafından verilenlerin dışında materyal ile kullanılan oyları geçersiz kılmaya yöneliktir. Kurulumuza intikal eden olaylarda kullanılan 'EVET' mühürlerinin ilçe seçim kurulları tarafından dağıtıldığı sabittir. Her ne kadar 135/I sayılı Genelgede sandık kurullarına 'TERCİH' mührünün teslim edilmesi gerektiği kuralı esas olmakla birlikte, gerek 298 sayılı Kanun’da seçimlerde 'EVET' mührünün de kullanılabileceğinin belirtilmiş olması, gerekse ilçe seçim kurullarınca sehven yapılan hatada, oy kullanan seçmenin kusurunun bulunmaması karşısında, Kurulumuzca daha önce belirlenen şekil kuralına aykırılığın seçmenin iradesini yansıtan bu oyların geçersiz sayılmasını gerektirecek nitelik ve ağırlıkta olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.' gerekçesiyle, Oylamada kullanılan 'EVET' mührü seçmenin iradesini yansıtan işaret niteliğinde olup, kanunda yer alan mühürlerden biri yerine diğerinin kullanılmış olması seçmenin iradesini etkileyecek nitelikte görülmediğinden, 'EVET' mührüyle mühürlenmiş oy pusulalarının da geçerli sayılmasına, Karar verilmiştir.Diğer taraftan 298 sayılı Kanunun maddesinin bendinde; 'İl seçim kurulları başkanlıklarınca seçim işlerinin yürütülmesi hakkında sorulacak hususları derhal cevaplandırmak ve seçimin bütün yurtta düzenle yapılmasını sağlayacak tedbirleri almak ve bu hususta gereken genelgeleri zamanında yapmak,' görevi Yüksek Seçim Kuruluna verilmiştir. Bu görev kapsamında oy verme günü karşılaşılan sorunlarla ilgili olarak tedbir almak ve seçim sonuçlarının oy kullanan seçmenlerin iradesine uygun olarak belirmesini sağlamak amacıyla alınan ve gerekçesi yukarıda izah edilen Kurul kararının seçimin neticesine tesir eden bir müdahale olarak değerlendirilmesi mümkün değildir." Anılan kararın 2017/560 sayılı karara ilişkin itirazları karşılayan kısmı özetle şu şekildedir:"1)Yüksek Seçim Kurulu kararının, Kanun ve Genelge hükümlerine açıkça aykırı olduğu iddiası ile ilgili olarak;Anılan karar, sandık kurulunca mühürlenmeyen zarf ve oy pusulası ile kullandırılmış olan oyların belirli şartların gerçekleşmesi halinde geçerli sayılmasını öngören bir karar olup, diğer kontrol mekanizmaları ile sahih olduğu teyit edilmeyen oyların geçerli sayılması sonucunu doğurmamaktadır.Sandık seçmen listesinde yazılı herkesin oy kullanma hakkı bulunmaktadır. Anayasanın 67 ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 No.lu Protokolün maddesi serbest seçim hakkı bakımından birlikte değerlendirildiğinde, sandık kurullarının hata veya ihmali sonucu mühürlenmeyen oy zarfı ve oy pusulası ile kullandırılan oyların geçerli kabul edilmesi anılan Kanun ve Genelge hükümlerinin amacına aykırılık oluşturmamaktadır. Bu karar, mevcut olan yasa hükmünün değiştirilmesi mahiyetinde olmayıp, oylamanın devam ettiği sırada muhtelif ilçe seçim kurullarından somut olarak intikal ettirilen vakıa ile sınırlı biçimde önceki uygulamalara ve kararlara uygun olarak alınmıştır.Diğer taraftan 298 sayılı Kanunun maddesinin bendinde; 'İl seçim kurulları başkanlıklarınca seçim işlerinin yürütülmesi hakkında sorulacak hususları derhal cevaplandırmak ve seçimin bütün yurtta düzenle yapılmasını sağlayacak tedbirleri almak ve bu hususta gereken genelgeleri zamanında yapmak,' görevi Yüksek Seçim Kuruluna verilmiştir. Bu görev kapsamında, kanuna uygun olarak düzenlenen Genelgede, sandık kurulu başkan ve üyelerinin görevleri arasında mühürleme işlemini yapmaları gerektiği belirtilmiş, aynı husus verilen eğitimler sırasında tekrarlanmış, teslim edilen malzemeler arasında bulunan kontrol listesinde de (check list) bu hususa yer verilmiş ve oy verme günü sabahı oy verme başlamadan gönderilen SMS mesajı ile sandık kurulu başkanları oy zarfları ve oy pusulalarının mühürlenmesi için uyarılmıştır. Buna rağmen, oy verme günü bazı sandıklarda bu görevin ihmal edildiği bilgisinin Kurulumuza ulaşması üzerine bu somut durumla sınırlı olarak tedbir almak ve seçim sonuçlarının oy kullanan seçmenlerin iradesine uygun olarak belirmesi amacıyla söz konusu karar alınmıştır. Bu karar, 11 üyeden oluşan Yüksek Seçim Kurulunca dört siyasi parti (Ak Parti, Cumhuriyet Halk Partisi, Halkların Demokratik Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi) temsilcisinin de hazır bulunduğu kesintisiz devam eden toplantıda ve henüz hiçbir sandık sonucu Kurula ulaşmadan alınmıştır. Henüz sandık sonuçları belirmeden ve tercihler üzerindeki olası etkisi bilinmeden alınan bu karar, eşitlik ve tarafsızlık ilkesine de uygun objektif bir karardır. Bu itibarla Kurul kararının seçimin neticesine tesir eden bir müdahale olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.2) Kararın, önceki verilen kararlarla benzer nitelikte olmadığı iddiası ile ilgili olarak;Görüldüğü üzere Yüksek Seçim Kurulunun yukarıda belirtilen ve istikrar kazanmış kararlarında, oy pusulası ve zarfında sandık kurulu mührü bulunmayan ve bu konuda seçmene yüklenecek bir yükümlülük olmayan ve oy pusulasının sahteliğinin iddia edilmemesi halleri ile sınırlı kalmak kaydıyla, sandık kurulunca mühürlenmesi ihmal edilen oy pusulası ile kullanılan oyların geçerli olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir.Söz konusu karar, soyut bir iddia üzerine değil, bazı yer ilçe seçim kurullarından intikal ettirilen sandık kurulunun oy pusulalarını ve zarflarını mühürlemeden seçmenlere oy kullandırıldığı yönündeki bildirimleri ve bir siyasi parti temsilcisinin bu konuyu yazılı olarak gündeme getirmesi üzerine Yüksek Seçim Kurulunun Anayasanın maddesinin yüklediği seçimlerin düzen içinde yürütülmesi görevinin gereği olarak oy verme süresi sona yaklaşırken, sayım döküm işlemlerine geçilmeden, sandık sonuçları henüz belirmeden önce, seçmenin iradesinin ortaya çıkmasını temin amacıyla, objektif şekilde uygulama birliğini sağlamak üzere alınmıştır.Anılan karar, belli hallere ilişkin olarak hangi ilkenin uygulanacağını gösterir prensip kararıdır. Anayasanın 79/son maddesi çerçevesinde tüm ülke çapında devam etmekte olan Halkoylamasının düzen içerisinde yürütülmesi gerekliliği ve halkoylamasının neticesinin ülke çapındaki oy kullanan seçmenlerin tamamının tercihine göre ortaya çıkacak tek bir sonuca bağlı olması, sayım ve döküm işlemlerine ilişkin genel bir karar alınmasını zorunlu kılmıştır.3)Karar ile itiraz hakkının kısıtlandığı iddiası ile ilgili olarak;Buradan da anlaşılacağı üzere, sayım döküm işlemleri sırasında geçerli ve geçersiz oylar yönünden itirazı bulunan siyasi parti temsilcilerinin veya seçmenlerin bu itirazlarını ileri sürme ve bu itirazların sandık kurulunca tutanağa bağlanmasını sağlama imkânları mevcut bulunmakta olup, anılan karar ile bu haklara herhangi bir müdahale söz konusu değildir. Söz konusu karar, Yüksek Seçim Kurulunun bastırıp filigranlı olarak imal ettirdiği oy pusulalarının ve zarflarının kullanıldığı sabit olan hallerde, sandık kurullarının hata veya ihmali sonucu mühürlenmeyen oy zarfı ve oy pusulası ile kullandırılan oyların geçerli kabul edilmesi gerektiğine ilişkin olduğundan, anılan karar uyarınca geçerli sayılan oyların sayısının, EVET ya da HAYIR oyları arasındaki farkın altında veya üstünde olup olmadığına ilişkin bir tespit, sonuca etkili olmayacaktır. Bununla birlikte, önceki paragrafta belirtildiği gibi, sayım döküm işlemleri sırasında ilgililerinin itirazen, mühürsüz zarf veya oy pusulalarının sayısını sayı olarak tutanağa geçirilmesini isteme imkânlarının ortadan kalktığından bahsedilemeyeceğinden, mühürsüz oy pusulalarının denetlenmesinin mümkün olmadığına ilişkin iddia yerinde görülmemiştir.4) Sahteliğin ispati imkânının ortadan kalktığı, sahte oy pusulası kullanıldığı şüphesinin arttığı iddiası ile ilgili olarak;Seçimlerde içine oy pusulası konulacak zarflar ile oy pusulaları Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Seçim Kurulu filigranı bulunmak üzere yeteri kadar özel olarak Yüksek Seçim Kurulu tarafından üretilmekte, kâğıt hamurundan başlayarak imaline ve teslim alınmasına kadar olan safhalarına Yüksek Seçim Kurulu üyeleri ve görevlileri nezaret etmektedir. Filigranlı olarak üretilen oy pusulaları her sandık için ayrı ayrı paketlenmekte, diğer araçlarla birlikte ilçe seçim kurullarına ulaştırılmaktadır. İlçe seçim kurulları yine mühürlü paket ve torbalar halinde bunları sandık kurullarına teslim etmektedir. Sandık kurulu, and içme, sandığı yerleştirme, kapalı oy verme yerini düzenleme işlerini bitirdikten sonra, hazır bulunanlar önünde mühürlü torbaları açarak birleşik oy pusulalarını ve zarfları saymakta ve sayısını tespit etmektedir. Oy verme işlemi bitince sandık kurulu başkanı bu hususu yüksek sesle ilan etmekte, masa üzerinde sandıktan başka ne var ise kaldırılmakta, oy vermenin bittiği saat tutanağa geçirilmekte, sandık seçmen listesinde yazılı seçmenlerin toplamı ile adları hizasındaki imza veya parmak izleri sayılarak oy vermiş olanların toplamı tespit edilmekte, oy zarflarından veya birleşik oy pusulalarından kullanılmayanlar sayılmakta, oylarını veren seçmen sayısına eklenerek sandık kuruluna teslim edilen zarf veya birleşik oy pusulaları toplamına uygun olup olmadığı tespit edilmekte, kullanılmayan zarflar veya birleşik oy pusulaları bir paket içinde mühürlenerek üzerine sayısı yazılmakta, bu işlemler bittikten sonra sandık, oy verme yerinde hazır bulunanların gözü önünde sandık kurulu başkanı tarafından açılmakta, sandıktan çıkan zarflar sandık kurulu başkanı tarafından yüksek sesle iki defa sayılmakta, iki sayım arasında fark olması halinde üçüncü sayım yapılmakta, bu suretle seçimde kullanılan toplam zarf sayısı tespit edilmekte, tespit edilen zarf sayısı tutanağın ilgili yerine işlenmektedir. Bu şekliyle, oy verme ve sayım işlemlerinin her bir aşaması birden fazla kontrol mekanizmasıyla denetlenmektedir. Onaylı sandık seçmen listesinde yazılı her seçmenin oy verme yetkisi bulunduğundan, kullanılan oy zarfları ile seçmen listesine göre elde kalan oy zarfları sağlaması yapılmaktadır. Bu nedenle, oy pusulası ve zarflarının sandık kurulunca mühürlenmemiş olması tek başına dışarıdan sahte oy pusulası ve zarfın getirilmesine yol açabileceği anlamına gelmez. Sandık kurullarına teslimi yapılan ve içerisinde birleşik oy pusulalarının bulunduğu mühürlü paket açıldıktan sonra paket içerisinden çıkan birleşik oy pusulaları sayılarak sayısı tutanak altına alındığından, kullanılan oy pusulası ile oy kullanan seçmen sayısının eşitliğinin sağlanması gerekeceğinden, sandık kurullarına öngörülen sayıdan daha az birleşik oy pusulasının gönderilmesi sahtecilik iddiasının varlığının kanıtı olamaz. Zira o yer sandık seçmen listesinde yer almayan bir kişinin dışarıdan oy pusulası getirerek oy kullanması mümkün bulunmamaktadır.İddia edildiği gibi filigranlı oyların önceden çalınıp bazı kişilerce ele geçirildiğine yönelik hiçbir ihbar veya şikâyet alınmamış, bu hususla ilgili soruşturma açıldığına dair hiçbir bilgi ve belge Kurula intikal etmemiştir.5) Kararın, Anayasa’da güvence altında bulunan temel hakların ihlali niteliğinde olduğu iddiası ile ilgili olarak;Oy kullanma hakkı, Anayasanın maddesi ile birlikte taraf olduğumuz Uluslararası sözleşmelerce koruma altına alınan ve kişilerin devlet yönetimine katılmasını sağlayan en temel haklardandır. Demokratik toplum gereklerine uygun olarak yurttaşların oy kullanarak yönetime katılma hakkı, her türlü engellemelere karşı korunmalıdır. Bu nedenle, vatandaşların oy kullanma hakkı seçim güvenliğini ihlal etmeyen hallerde mutlaka korunması gereken bir haktır. Kaldı ki, kararımızın 3 numaralı bölümünde ayrıntılı olarak belirtildiği üzere, oy pusulaları ve mühürsüz zarfların geçersizliğine ilişkin itiraz hakkı hiçbir şekilde ortadan kaldırılmamıştır." Anılan kararda yer alan muhalefet şerhi özetle şöyledir:"...560 sayılı karara katıldıktan sonra şimdi bu kararın yanlışlığını iddia etmenin gerekçesini yazmak zorunda olduğum için bunların açıklanması gerektiğini düşünmekteyim. Bu karar alınırken, bu konuda önceden karar vermemiz gerekmediğini, öncelikle sandık kurullarınca karar verilmesi gerektiğini, daha sonra ilçe ve il seçim kurullarına itiraz üzerine silsile yoluyla konunun bize gelmesi halinde karar verebileceğimize dair itirazlarımı kurulda belirttikten ve bunların kurulda kabul görmemesi üzerine, kararımızın şu anda kamuoyuna yansıdığı şekilde spekülasyonlara neden olabileceği de şahsım tarafından öngörülmediğinden, muhalif olmayarak aşağıda ayrıntılı olarak hatalı yönlerini anlatacağım Kurulumuz kararına katıldım.560 sayılı kararımızdaki hatalı yönlerden en başta geleni kanun koyucu gibi hareket etmemiz olmuştur,..., Vatandaşının oy verme hakkını Anayasa ile güvence altına alan kanun koyucunun,..., yasanın ve maddelerindeki düzenlemeyle,.., vatandaşının oy hakkını elinden aldığını söylememiz mümkün değildir. Kanun koyucunun bunu düşünmediğini veya düşünemediğini söyleyemeyiz. Kurulumuzun yerindelik denetimi yapması da mümkün değildir. Bu itibarla 298 sayılı yasanın 98 ve maddeleri Anayasaya aykırı olmadığına ve böyle iddiada bulunmadığımıza göre uygulanması zorunludur....560 sayılı kararımızda, 'Yüksek Seçim Kurulu tarafından gönderildiğinde şüphe bulunmayan hallerde, sandık kurullarının hata veya ihmali sonucu mühürlenmeyen oy zarfı ve oy pusulası ile kullandırılan oyların geçerli kabul edilmesi gerektiğine' denilmiştir. Sandık görevlilerin çoğunluğu değişik siyasi partilerin bildirdikleri kişilerden oluşmakta olup, sahtecilik konusunda özel bir eğitimleri olmadığı için, bu denetimi yapmaları onlardan beklenemez,..., bir soruşturma ile ispatlanabilecek sahtecilik veya hile iddiasının, bu yükün altından kalkamayacak olan kişilere verilmesi doğru olmayacaktır. Siyasi partilerin sandık görevlilerinin birbirlerini denetleyebilmeleri, sandık sonuçlarının seri ve tartışmaya meydan vermeyecek şekilde alınabilmesi için 298 sayılı yasanın 98 ve maddelerindeki kuralların harfiyen uygulanması gereklidir....560 sayılı kararın gerekçelerinden biriside, geçmiş yıllarda benzer kararların Yüksek Kurul tarafından alındığıdır,..., geçmiş yıllarda bu yöndeki kararlar,.., konunun,..., Kurulun önüne bir silsileyi takip ederek, önce sandık kuruluna, sonra ilçe ve il seçim kuruluna intikal ettiği, buradan da Yüksek Kurulun önüne geldiği görülmektedir,..., Kurulumuz ilk defa bir seçimin devamı sırasında böyle bir karara imza atmıştır. Bu kararın 298 sayılı yasanın 98 ve maddelerine ve 14/02/2017 tarihli 29979 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 135/I sayılı genelgemize aykırı olması, tamamen seçmenlerin oy haklarını korumaya matuf olan bu kararı, kamuoyunda tartışmalı hale getirmiştir. Sandıklardaki sayım işlemleri,..., Kurulumuzun bu kararına göre yapılmış, siyasi partilerin sandık görevlileri bu kararımız nedeniyle mühürsüz zarflar ve oy pusulalarına itiraz etmemişler, dolayısıyla mühürsüz zarflar ve oy pusulalarının miktarının tespiti imkansız hale gelmiştir. Gerek siyasi partilerce, gerekse Kurulumuzca, gerçekte ne kadar mühürsüz zarf ve oy pusulası olduğu bilinmemektedir. Siyasi partilerin ve Kurulumuzun bilmediği bir şey kamuoyuna bu durumda 5 milyon oy olduğu şeklinde yansımıştır. Yeniden yapılacak sayımın kamuoyunda oluşturulan şüpheyi ortadan kaldırmaya yetmeyeceği gözetildiğinde, artık 5 milyon mühürsüz zarf ve mühürsüz oy pusulası olduğunu ya da olmadığını tartışmak anlamsız hale gelmiştir. Ülkemiz çıkan sonucun doğru olduğuna inanan ve inanmayan kesimler olarak ikiye bölünmüştür. Bu tartışmanın hiç bitmeyeceği gelecek kuşaklara da yansıyacak bir sürece girilmiştir....Ayrıntılı olarak yazıldığı üzere, Anayasa değişikliği gibi önemli bir halk oylamasının anlatılması noktasında, sivil toplum kuruluşlarının gerektiği gibi propaganda yapma haklarını kullanamamaları, seçim Kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamayacağı kuralının gözardı edilmesi sonucu, radyo ve televizyon kanallarının sadece kendi görüşlerine yer vermeleri ile Anayasa değişikliği metninin halka anlatılmasında farklı görüşlerin eşit temsil edilmemesi ve 560 sayılı kararımızın yarattığı sonuç gözetildiğinde, Anayasamızın 67 ve maddelerinin ihlal edildiği, bu nedenlerle seçimlerin iptali yolundaki başvurunun kabulüne karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden, Yüksek Kurulumuzun sayın çoğunluğunun görüşüne katılmıyorum." Başvurucunun YSK Üyelerine Yönelik Açıklamaları Başvurucu 25/4/2017 tarihli CHP Parti Meclisi Toplantısında, 29/4/2017 tarihli CHP İl Başkanları Toplantısında, 2/5/2017 tarihli partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki (TBMM) Grup Toplantısında, 4/5/2017 tarihinde NTV’de yayımlanan "Kılıçdaroğlu’yla Özel" programında, 4/5/2017 tarihli Bab-ı Ali Toplantısında, 9/5/2017 tarihli TBMM Grup Toplantısında ve 12/9/2017 tarihinde FOX TV’de yayımlanan "Çalar Saat" programında YSK üyelerine yönelik açıklamalarda bulunmuştur. Başvurucunun daha sonra tazminat davalarına konu edilen ve derece mahkemeleri tarafından değerlendirilen açıklamaları şu şekildedir: 25/4/2017 Tarihli CHP Parti Meclisi Toplantısında Yapılan Konuşma Anılan konuşmanın geneli Anayasa değişikliği halk oylaması sürecine ilişkin olup yapılan konuşmanın başvuru konusu olayla ilgili kısmı şu şekildedir:"...Yönetim görevini yaptı mı Yüksek Seçim Kurulu? Yaptı. Genelge yayınladı, hangi mührün kullanılacağını söyledi, eğitimler verdi,..., ama yönetim görevini yaparken yasaların açık hükmünü çiğnedi...., Seçim kanunu madde 98 hiçbir yoruma yer vermeyecek kadar açık. Üzerinde İlçe Seçim Kurulu ve Sandık Kurulu mührü bulunmayan zarflar geçersiz sayılır,..., Kanun söylüyor,..., Hakime verilen bir yetki var mı? Hayır yok. Bir kurula verilen bir yetki var mı? Hayır yok. Mühürsüzse geçersiz sayacaksın bu kadar açık,..., seçim kanunu madde. Arkasında sandık mührü bulunmayan oy pusulaları geçersizdir,..., Hakime takdir yetkisi verilmiş mi? Hayır,..., Emredici hüküm 'Geçersizdir' diyor,. Hangi gerekçeyle,..., geçerli kabul edildi kendi yayınladıkları genelgelere aykırı olarak,..., eğitimlere aykırı olarak. Ne zaman? Saat 5’ten sonra. Yani doğuda sandıklar açılıp bazıları sonuçlandıktan sonra,..., AK Parti’nin YSK’daki temsilcisinin başvurusu üzerine,..., geçersiz sayılması gereken bütün oyları geçerli sayıyorlar,..., O nedenle mühürsüz seçim diyoruz buna,..., Seçim, halkoylaması,..., meşru değildir.Gerçek hakim nasıl karar verir. Parti meclisimizin değerli üyeleri, kalemini ve vicdanını satmayan adama hakim denir. Yasalara uygun davranan kişiye hakim denir. Adaleti dağıtan kişiye hakim denir. Adaleti çıkar için kullanan kişiye hakim denmez...., Hakim, güç karşısında boyun eğmez. Onurlu, vakarlı, duruşundan asla ve asla ödün vermez. Hakimin özelliği budur. Hakim üstünlerin hukukunun bir parçası, bir oyuncağı, bir aleti olmaz. Hukukun üstünlüğünü savunur bir hakim egemenlerin değil. Hakim egemenlerin himayesine sığınmaz...., Hakimlik mesleğine de gölge düşürdüler, hakimliğin onuruna gölge düşürdüler. Bırakınız bir referandumu şaibeli hale getirmeyi yargıçlık, hakimlik mesleğine gölge düşürdüler...., Bunları yapanlara hakim denmez. Cüppe giymelerini de doğru bulmuyorum. Gidip bir siyasi partinin cüppesini giyebilirler, siyasete girebilirler. 'Ben siyasetçi değilim cevap vermiyorum' diyor. Sen artık bir siyasetçisin kardeşim. Sen yargıç değilsin, hakim değilsin. Sen o cüppeyi giymeye layık değilsin. Yasanın bu kadar açık hükmünü ihlal ediyorsan, çiğniyorsan sen halkoylamasına meşruiyet kazandıramazsın. Gayrimeşru bir halkoylamasının tek nedeni sensin, sorumlusu sensin....Sandıklara sahip çıktık,..., Sandıklarda oy hırsızlığı olmadı, kimsenin oyu çalınmadı ama geriye dönüp bir baktık ki Yüksek Seçim Kurulu çalınmış. Çalınan oylar değil, çalınan Yüksek Seçim Kuruludur. İradesi çalınmıştır ve ipotek altına alınmıştır,..., diyorlar ki,..., hangi gerekçeyle itiraz ediyorsunuz?,..., oy kullanan 49 milyon 799 bin 163 kişinin hakkını kim savunacak? O Yüksek Seçim Kurulundaki hakimlere sormuyorum ben bunu, onlarda vicdan olmadığı için, onlar ahlak yoksunu oldukları için onlara sormuyorum ben bu soruyu,..., bu soruyu,..., vicdanlı bütün vatandaşlarıma soruyorum,..., 'Evet' oyu kullanan vatandaşlarımız da,..., şaibe düştüğü için rahatsızlar,..., seçimleri adaletli yapması gereken bir kurum adaletsiz bir sürece imza atmışsa onun vereceği hesap vardır. Ben kimseye hesap vermem kimse diyemez. Hiç kimsenin, hiçbir kurumun imtiyazı ve ayrıcalığı yoktur...., Eğer bir anayasa değişikliği,..., Yüksek Seçim Kurulu kararıyla 'Evet'e dönüştürülüyorsa,..., kabul edilemez,..., Yüksek Seçim Kurulunun vereceği hesabın sorgulanması lazım,..., o kurumun sorgulanması lazım. Başkan ve üyelerinin sorgulanması lazım. Bir üye yaptığı yanlışın farkına vardı, yasaya ve anayasaya aykırıdır diye şerh koydu." 29/4/2017 Tarihli CHP İl Başkanları Toplantısında Yapılan Konuşma Anılan konuşmanın geneli Anayasa değişikliği halk oylaması sürecine ilişkin olup yapılan konuşmanın başvuru konusu olayla ilgili kısmı şu şekildedir:"... Zorlu bir süreçten geçerek yine bir araya geldik. Zorlu süreçten kastım halkoylamasıydı. Haksız, adaletsiz ve hukuksuz bir süreç,..., Vatandaşlarımıza şunu söyledik, sandığa gidin oy kullanın sandığın güvenliği bize ait,..., Halkımıza verdiğimiz sözü sonuna kadar tuttuk. Ama bir geriye dönüp baktık ki oylar sandıkta değil, Yüksek Seçim Kurulunda çalındı. Hırsızlığın adresi başka bir yer olmuş. Aklımıza gelmedi mi? Emin olun gelmedi emin olun. Çünkü orada hakimler var. Hakimlerin siyasal görüşleri olabilir ama vicdanı olmayan bir hakim olmaz diye düşündük, ahlakı olmayan bir hakim olmaz diye düşündük. Bir hakim dediğin vicdanlıdır, bir hakim dediğin ahlaklıdır, bir hakim dediğin hukukun üstünlüğüne inanır, bir hakim dediğin insan haklarına ve demokrasiye saygılıdır. Bu kadar saygısız bir grubun Yüksek Seçim Kurulunda kümelendiğini hiç düşünemedik. Ağır konuştuğumu biliyorum. Bu ağır konuşmayı da onların hak ettiğini de çok iyi biliyorum. Eğer bir hakim cübbe giyiyorsa düğmesi ve iliği olmaz. Ama bu referandum, bu halk oylaması bize şu gerçeği gösterdi. Orada kümelenen bir grup hakimin cübbesi var, ilikleri var ve düğmeleri de var. Siyasi otoritenin önünde eğilen ve talimatla hareket eden kişiye hakim denmez. Onlar olsa olsa toplumun en zavallı kişileridir. İradesiz kişilerdir.Diyeceksiniz ki,..., 'Ya siz Yüksek Seçim Kuruluna niye güvendiniz kardeşim, niye güvendiniz?' Şunun için güvendik, kanun maddeleri o kadar açık ki,.., bu kanun maddelerini anlamak için,..., okuma yazma bilmeye gerek yok. Bir nohut kadar akıl varsa bunları anlar. Bir daha söylüyorum nohut kadar akıl varsa bu maddeleri anlar,..., Yüksek Seçim Kurulunun nasıl bir kanunsuzluğa imza attığını vatandaşa anlatacaksınız. Ne diyor? 'Üzerinde İlçe Seçim Kurulu bulunmayan zarflar geçersiz sayılır'. Bunu anlamak için nohut kadar akıl yeterli değil mi? ,..., Geçersiz sayılır diyor. Ama bunlar, cübbe giyenler, ilikleyenler ve siyasi otoritenin emrinde olanlar bunu anlamazlıktan geldiler ve geçerli saydılar.Aynı şekilde madde 'Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulaları geçersizdir'.,..., Kanunlar bu kadar açık ama Yüksek Seçim Kurulunun,..., genelgeleri de var,..., 'Mühürsüz oy pusulaları, mühürsüz zarflar geçersiz sayılacaktır' diye genelge yayınlamış 16 Şubat’ta. Biz de dedik doğrudur kanun böyle diyor genelge de mecburen böyle diyecek zaten. Eğitim filmlerine baktık,..., filmlerde de aynı şey yazıyor,..., Yurtdışı sandık başkanlarına, yurtiçi sandık başkanlarına göndermişler. En son gönderdikleri,..., 16 Nisan 2017 sabaha karşı 58’de genelgede de aynı şey var. Fakat birileri araya giriyor, doğuda sayım bittikten sonra kural değişiyor. Maçın ortasında kurallar değişiyor....Ankara’daki beylerin emrine giren, kendilerine yargıç sıfatı yakıştıran ama bizim asla yakıştırmadığımız insanlar bu süreci bozdular, gayrimeşru hale getirdiler. ...'Tam kanunsuzluk koşulları yaşanmamıştır' diyor Yüksek Seçim Kurulu,..., Tam kanunsuzluğun bütün koşulları oldu.,..., Gideceksin yargıyı ayarlayacaksın, onlara bir şeyler vaat edeceksin, sonra geleceksin 'ben kazandım' diyeceksin." 2/5/2017 Tarihli TBMM CHP Grup Toplantısında Yapılan Konuşma Başvurucu, konuşmasında gündeme dair değerlendirmelerde bulunduktan sonra Anayasa değişikliği halk oylaması süreci hakkında şu açıklamalarda bulunmuştur:"...Yüksek Seçim Kurulunda görev yapan 10 hâkim yasalara uymamışlardır. Yasalara uymayıp eylem yapanlara, yasalara aykırı karar verenlere bizim hukukumuzda 'Çete' denir. Orada oturan, karar veren 10 yargıç, yargıç değil Yüksek Seçim Kurulunun çetesini oluşturmaktadır,..., Siz kalkacaksınız yasanın açık hükmüne rağmen yasayı tanımayacaksınız. Ben kanun uygulamam diyor, kanunları tanımam diyor. Ne yaparsın sen? Ben, bir yerden emir alırım, bir tek adamdan emir alırım, oradan talimat alırım. Onun önünde iki büklüm eğilirim. Benim cüppemde ilik de var, düğme de var diyor. Ben hâkim değilim, ben çeteyim ve başımdaki kişi de çete reisiyim diyor. Senin çeteliğini göstereceğiz sana. Yargıç dediğin onurlu bir insandır; kimsenin önünde eğilmez; yasaları uygular, hukukun üstünlüğüne inanır. Gerdan kıran adama yargıç mı denir? Kanunları ben tanımam diyen insana yargıç mı denir? Birer çete mensubunun üyeleri olarak tarihe geçecek onlar, birer çete mensubunun üyeleri olarak. ..., Tabii, Yüksek Seçim Kurulunda bir yargıcımız var, onurlu bir yargıcımız var, dik duran bir yargıcımız var. 'Yaptığınız uygulama Anayasa ve yasalara aykırıdır' diye şerh düşen bir yargıcımız var. Onu buradan saygıyla selamlıyorum, onurlu durduğu için, hukukun üstünlüğüne inandığı için..., Hâkim siyasallaşırsa adalet olmaz, adalet olmazsa devlet olmaz." 4/5/2017 Tarihinde NTV’de Yayınlanan "Kılıçdaroğlu’yla Özel" Programında Yapılan Açıklamalar Başvurucu, gündeme dair farklı konularla birlikte Anayasa değişikliği halk oylaması sürecine ilişkin soruları yanıtlamış olup konuşmanın başvuru konusu olayla ilgili kısmı şu şekildedir:[Soru]- [Kemal KILIÇDAROĞLU]- ...Yüksek Seçim Kurulu yasalara aykırı kararlar verdi,..., Örneğin madde Seçim Kanunu. Sandık kurulunca verilen biçim ve renkte olmayan, üzerinde İlçe Seçim Kurulu ve Sandık Kurulu mührü bulunmayan zarflar geçersiz sayılır. Geçerli saydılar,..., Yine geçerli olmayan oy pusulalarıyla ilgili, arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulaları geçerli değildir. Ama geçerli saydılar. Ne hukuk, ne kanun, ne TBMM’nin iradesi bir tarafa attılar. O nedenle ben Yüksek Seçim Kurulunda bu kararı verenlere “çete” diyorum. Yasalara aykırı olarak bir oluşum, bir grup bir araya gelir yasalara aykırı olarak karar verirler, onlara çete denir bizim hukukumuzda. Benzer bir uygulamayı Yüksek Seçim Kurulu kendisi yaptı.,..., Siyasi otoriteden talimat aldılar, yasaları açıkça çiğnediler ve eveti çıkardılar. Bu toplumun vicdanı bunu kabul etmez. [Soru]- Bu uygulamanın daha önce başka seçimlerde de, 5 seçimde de uygulandığı yönünde sizin itirazınız üzerine gelen eleştiriler var. Onlara ne diyorsunuz peki? [Kemal KILIÇDAROĞLU]- Hiçbir tutarlılığı yok,..., 2010 öncesi var doğrudur. 2010’dan sonra yok,..., Kaldı ki, Yüksek Seçim Kurulu mühürsüz oy pusulaları kullanıldı diye bir seçimi iptal etti, bir ilçedeki seçimi iptal etti ve o seçim yenilendi,..., Yani yasa bu kadar açıkken, hiçbir takdir yetkisi vermemişken siz nasıl kendinizi parlamentonun iradesinin üstünde bir iradeyle konumlandırıyorsunuz ve nasıl kalkıyorsunuz yasanın sayılmaz dediğine siz sayılır diyorsunuz?,..., Bu doğru değil. [Soru]-... [Kemal KILIÇDAROĞLU]-,...Yüksek Seçim Kurulunun bu talimatı gidince bazı hakimler muhalefet şerhi yazdılar bulundukları illerde. Dediler ki, yasa bu kadar açıkken biz bunları nasıl sayarız, sayılmaması lazım,..., Bakın, kanun böyle diyor, yayınladıkları genelge de böyle. Eğitim filmleri yapıyorlar sandık başında görevlilerin eğitimiyle ilgili. Eğitim filmlerinde de böyle. Bütün uygulama böyle, sabahtan akşama kadar böyle. 00’de bir talimat alıyorlar, bir kişinin başvurusu üzerine bütün bunları yok sayıp yeniden sayıyorlar. Onun için burada kazanan hayır. Çalınan oy Yüksek Seçim Kurulunda çalındı, gasp edildi, milletin iradesi gasp edildi. [Soru]-... [Kemal KILIÇDAROĞLU]-,..., Halk oylamasına şaibeyi bulaştıran,.., vatandaşlar değil. Şaibeyi bulaştıran Yüksek Seçim Kurulunda konumlanmış bir grup çeteci. Yasaya aykırı açıkça çıkıp karar almaları. Bizim itiraz ettiğimiz bu,..., siz hakim olarak seçimlerin sağlıklı sonuçlanmasıyla görevlendirilmişken, yasaların uygulanmasını sağlamak sizin görevinizken, yasaları bir tarafa atıp ben bildiğimi okurum derseniz bu olmaz ve doğru da olmaz ve doğru da olmadı,..., Şimdi siz kullanılan bu oyların tamamını yasalara aykırı bir şekilde gayrimeşru hale getiriyorsunuz.. Bunlar hakkında ayrıca suç duyurusunda da Bunlar hakkında ayrıca suç duyurusunda da bulunacağız. [Soru]-... YSK üyeleri hakkında? [Kemal KILIÇDAROĞLU]- Tabi,..., Bir yargıcımız var o yargıca saygı duyuyorum. Gayet güzel bir muhalefet şerhi yazmış,..., hem anayasaya, hem yasalara aykırılığı gayet güzel bir şekilde yazmış. Dolayısıyla diğerleri hakkında,..., suç duyurusunda bulunacağız çünkü yasaları açıkça ihlal etmişler bu kadar açık,..., Ne diyor? Üzerinde İlçe Seçim Kurulu ve Sandık Kurulu mührü bulunmayan zarflar geçersizdir. Bitti,..., Çete mensubu beyefendi diyor ki, “hayır bunlar geçerlidir.” Neye göre geçerlidir? “Ben karar verdim” diyor. “Nihai karar bana aittir” diyor. İyi de sen karar verdin ama parlamento bir yasa çıkarmış, sen o yasaya uygun olarak karar vereceksin. [Soru]- ,..., YSK’nın sizin itirazınıza verdiği yanıt o gerekçeli kararda da açıklanmıştı. Oy çalındığına dair bir kanıt konulmadığı için reddine. [Kemal KILIÇDAROĞLU]- Birden fazla gerekçesi var,..., "Tam kanunsuzluk hali oluşmamıştır” diyor,..., Zarflar geçersiz sayılır diyor, sen geçerli sayıyorsun. Tam kanunsuzluk halini kendiniz yaratıyorsunuz zaten,..., Öbür taraftan çalınan oylar. Siz zaten çaldınız daha başka bir yere gitmeye gerek yok ki. O işi siz yaptınız,..., “Efendim işte oy pusulaları filigranlı olduğu için bunların sahte olmadığı düşünülüyor, oradan yola çıkıyorlar, onun için geçerli saydık” diyorlar,..., Senin oy pusulanı mı basmayacaklar sahtesini? Niye mühür vuruluyor?,..., Şunun için yasa mührü öngörmüş,..., Sahte oy pusulası kullanılmasın diye,..., Yasada da zaten gerekçesi de burada yazılı zaten,..., Seçmenden fazla oy pusulaları basıldı ve dağıtıldı. Bir kısmını alıp bir kısmını yerine koyabilirsiniz. Üstelik mühürlemeden git oy kullan diyebilirsiniz. Birileri yapabilir bunu. 4/5/2017 Tarihli "Referandum ve Sonuçlarının Türk Demokrasisine Etkisi" başlıklı Bab-ı Ali Toplantısı'nda Yapılan Konuşma Başvurucu, anılan toplantıda Anayasa değişikliği halk oylamasına ilişkin değerlendirmelerde bulunmuş olup konuşmanın başvuru konusu olayla ilgili kısmı şu şekildedir:",..., Yüksek Seçim Kurulunun son anda aldığı bir karar olayı tamamen değiştirdi. Bu referandum sürecinin meşruiyetine gölge düşürdü. Yasaya açıkça aykırı bir kararı almaktan çekinmediler. Yüksek Seçim Kuruluyla ilgili çok şeyler söyledim. Son kullandığım deyim 'çete' oldu. Bir “yargı çetesi” var orada. Eleştirdiler 'neden çete diyorsunuz' diye. Yasaya uygun davranmayan insanların bir araya gelip karar aldıkları süreç çete sürecidir zaten,..., 'Mühürsüz oy pusulaları geçersizdir' diyor mu yasa? 'Geçersizdir' diyor. Peki siz nasıl geçerlidir dersiniz? ,..., bütün bunların tamamı yapıldı." 9/5/2017 Tarihli TBMM CHP Grup Toplantısında Yapılan Konuşma Başvurucu, konuşmasında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunduktan sonra başvuru konusu olayla ilgili şu açıklamalarda bulunmuştur:",..., İnsanlar sandığa gittiler, Anayasa oylamasında oylarını kullandılar, vatandaş görevini yaptı, 'Hayır' çıktığını görünce Yüksek Seçim Kurulundaki çete, bütün millete kumpas kurdu. Evet, çete. Ben onlara 'çete' dedim diye suç duyurusunda bulunmuşlar. Sanıyorlar ki biz çekineceğiz, korkacağız vesaire. Kim olursanız olun, nereden gelirseniz gelin, yetkiniz ne olursa olsun bunun hesabını size soracağım!,..., Hukuka uymayan, kanunlara uymayan bir hâkim olmaz. Kendisini Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde gören kişiye hâkim denilmez. Bu kişiler, açık ve net söylüyorum, bir daha şikâyet etsinler. Onurunu satan hâkime hâkim denilmez, kanunu satan adama hâkim denmez, şerefini satan insana hâkim denmez.Kanunun açık hükmünü çiğneyeceksiniz, biz sesimizi çıkarmayacağız. Oturacaksınız koltuklarınıza, siyasi otoriteden talimat alacaksınız; talimatın gereğini yerine getireceksiniz, gerdan kıracaksınız, iki büklüm eğileceksiniz. Egemenin karşısında iki büklüm eğilen adama hâkim denmez, onursuz adam denir. Şimdi, kurdular ya çeteyi Yüksek Seçim Kurulunda… Niye çete? Eğer bir grup insan bir araya gelir ve kanunsuz bir iş yaparsa onlara çete denir, bu kadar açık. Bir grup insan bir araya geldiniz mi? Geldiniz. Kanunsuz iş yaptınız mı? Tam kanunsuzluğu yaptınız, sizden daha iyi çete mi olur? Örnek diyorsanız Yüksek Seçim Kurulunda, çete." 12/9/2017 Tarihinde FOX TV’de Yayınlanan "Çalar Saat" Programında Yapılan Açıklamalar Başvurucu, konuşmasında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunduktan sonra başvuru konusu olayla ilgili şu açıklamalarda bulunmuştur: [Kemal KILIÇDAROĞLU]- ,..., Bizim o süreçte tahmin etmediğimiz bir olay vardı Yüksek Seçim Kurulu. Biz Yüksek Seçim Kurulunun yasalara aykırı bir karar vereceğini hiç düşünmedik, aklımıza bile gelmedi. [İ.K.]- Mühürsüz oyların kabul edilmesi yasada açık hüküm olmasına rağmen. [Kemal KILIÇDAROĞLU]- Hüküm var evet, diyor ki bunlar geçersizdir. Onlar geçerlidir dediler. O nedenle biz dedik ki, Yüksek Seçim Kurulu içinde bir yargıç çetesi vardı. Bir kişi hariç çete bunlar. Söyledim bunu. Mahkemeye verdiler nasıl çete dersin diye. Bu da gayet basit. Çete ne demektir? Birden fazla kişinin bir araya gelip yasaya aykırı işlem yapması demektir. [İ.K.]- Çok ağır değil mi efendim YSK adına? [Kemal KILIÇDAROĞLU]- Ağır olduğunu ben de biliyorum ve bilinçli olarak kullanıyorum bunu. Niçin? Siz bir ülkede rejimin değişikliğine yasadışı evet oyu çıkartıyorsunuz. Rejimi değiştiriyorsunuz,..., oturuyorsunuz orada bir grup yasalara aykırı karar veriyorsunuz. Onun görevi yasalara uymak. Parlamentonun yetkileri gasp ediliyor. Çete değil de nedir bu? Başvurucuya Karşı Açılan Tazminat Davaları Başvuru formlarında sunulan bilgilere göre başvurucunun yukarıda belirtilen açıklamalarından sonra bazı YSK üyeleri tarafından manevi tazminat talebiyle dokuz dava açılmıştır. Somut başvuruyu ilgilendiren davalarda verilen kararlara ilişkin bilgiler şu şekildir: Müşteki S.G. Tarafından Açılan Dava (2019/11406 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu) Olayların yaşandığı tarihte YSK başkanı olan müşteki S.G. tarafından açılan davada Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi davanın reddine karar vermiştir. Müştekinin anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurması üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından derece mahkemesi kararı kaldırılarak başvurucu aleyhine manevi tazminata kesin olarak hükmedilmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin aşağıda geniş bir şekilde alıntılanan gerekçesi başvuruya konu diğer davalarda benimsediği gerekçeyle benzerdir. Gerekçenin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Yukarıda yapılan tespitler ile davacının kişisel itibarının korunması meşru amacı ile eldeki davayı açtığı, davanın kanuni dayanağının Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu’nun ilgili maddeleri olduğu anlaşıldığından AİHM ve Anayasa Mahkemesi tarafından uygulanan kriterlerin ilk ikisinin mevcut olduğu belirlenmiştir. Bu durumda sınırlama gereksiniminin demokratik bir toplum için gerekli olup olmadığı, sosyal bir ihtiyacı karşılayıp karşılamadığının tartışılması gereklidir. Ayrıca temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın -demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte olmakla birlikte- temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Kamuran Reşit Bekir [GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 63; Bekir Coşkun, §§ 53, 54; ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca bkz. Tansel Çölaşan, §§ 54, 55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72).Davacı, dava konusu ifadenin kullanıldığı tarihte Yüksek Seçim Kurulu başkanıdır. Yüksek Seçim Kurulunun ve diğer seçim kurullarının görev ve yetkileri Anayasanın maddesi uyarınca kanunla düzenlenir. Anayasanın aynı maddesinde seçimlerin, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılacağı, seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzluklar, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçimi tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kuruluna verilmiştir.Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından seçileceği, bu üyelerin kendi arasından başkan ve vekilini seçeceği de düzenlenmiş olup, dava dilekçesinin ekinde yer alan Yargıtay Birinci Başkanlığı’nın 2013 tarihli yazısında Yargıtay Büyük Genel Kurulunca Yüksek Seçim Kurulu üyeliklerine, ... Onyedinci Hukuk Dairesi Üyesi Sayın [S.G.],...’in seçildiği, 2013 tarihli tutanak ile, Yüksek Seçim Kurulu’nun kendi içinde yaptığı oylama sonucunda [S.G.in] Başkan seçildiği anlaşılmaktadır. Buna göre davacı Yargıtay üyesi ve Yüksek Seçim Kurulu Başkanı olarak Yüksek Hakim sıfatı taşımakta olup, dava konusu konuşmalara gerekçe olarak gösterilen Yüksek Seçim Kurulunun 559 ve 560 sayılı kararları da yargısal bir faaliyet kapsamında alınmıştır. Davalı ise ana muhalefet partisinin başkanı olarak siyasetçi kimliği ile tanınmaktadır. Ulusal ve uluslararası mevzuat ve yüksek mahkeme içtihatları ışığında tarafların sıfatları da uyuşmazlığın çözümünde gözetilmesi gerekli bir unsurdur. Yüksek Mahkemelerin ifade özgürlüğünün sınırlarını yorumladığı kararlara bakılacak olursa; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 29369/10 Başvuru No'lu, 23/4/2015 günlü Morice/Fransa kararında şu tespitlerde bulunmuştur; 'Demokratik bir toplumun hayati mekanizmalarından olan yargı sisteminin işleyişine ilişkin konular kamusal menfaatlerin alanında kalır. Bu kapsamda yargının toplum içindeki özel rolü dikkate alınmalıdır. Adaletin garantörü olan ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hayati bir işlev gören yargı, görevlerini başarıyla yapabilmek için kamu güvenine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle bu güveni ciddi şekilde zarara uğratabilecek temelsiz saldırılara karşı -özellikle yargıçların kendilerini hedef alan eleştirilere karşı cevap vermelerine engel olan bir sağduyuya sahip olma yükümlülükleri gözönünde bulundurulduğunda- korumak gerekebilir.'Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 32458/96 Başvuru No'lu Saday/Türkiye kararında ise 'Adaleti sağlayan ve hukuk devletinin temelini oluşturan mahkemeler halkın güvenine ihtiyaç duyar ve yargıçlar karışıklığa yol açmadan, bu güvenden yararlanmak adına görevlerini yerine getirmek durumundadırlar. Yargı erkinin görevlerini yerine getirdikleri sırada maruz kaldıkları sözlü saldırılara karşı korunmalarını gerektirici haller oluşabilir' tespitlerinde bulunulmuştur. Dava konusu edilen ve dava dilekçesinin ekinde dosya arasına ibraz edilen konuşma metinlerine ilişkin dökümler Dairemizce incelenmiştir. Davalı yan, ibraz edilen konuşma metinlerinin içeriğine bir itirazda bulunmamıştır. Açıklamaların hiçbir yerinde davacının hedef alınmadığı ve davacıya yönelik hakaret teşkil edecek bir söz ve değerlendirme yapılmadığı savunulmuştur. Buna göre dava dilekçesinin ekinde ibraz edilen konuşma metinlerinde yer alan ifadelerin davalıya ait olduğu kabul edilmiştir. Dava dilekçesinde, davalının konuşma metinlerinden alıntılar yapılarak davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği iddia edilen bölümler özetlenmiştir. Davalının açıklamalarında davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği iddia edilen bölümler şöyledir. 2017 tarihli CHP Parti Meclisi toplantısında; '... Gerçek hâkim nasıl karar verir? Parti meclisimizin değerli üyeleri, kalemini ve vicdanını satmayan adama hâkim denir. Yasalara uygun davranan kişiye hâkim denir. Adaleti sağlayan kişiye hâkim denir. Adaleti çıkar için kullanan kişiye hâkim denmez. ...Sandıklarda oy hırsızlığı olmadı, kimsenin oyu çalınmadı ama geriye dönüp bir baktık ki Yüksek Seçim Kurulu çalınmış. Çalınan oylar değil Yüksek Seçim Kuruludur. İradesi çalınmıştır ve ipotek altına alınmıştır. ... O Yüksek Secim Kurulundaki hâkimlere sormuyorum ben bunu, onlarda vicdan olmadığı için, onlar ahlak yoksunu oldukları için onlara sormuyorum ben bu soruyu.'2017 tarihli CHP İl Başkanları toplantısında; '... Halkımıza verdiğimiz sözü sonuna kadar tuttuk. Ama bir geriye dönüp baktık ki oylar sandıkta değil. Yüksek Seçim Kurulunda çalındı. Hırsızlığın adresi başka bir yer olmuş. Aklımıza gelmedi mi? Emin olun gelmedi emin olun. Çünkü orada hâkimler var. Hâkimlerin siyasi görüşleri olabilir ama vicdanı olmayan bir hâkim olmaz diye düşündük, ahlakı olmayan bir hâkim olmaz diye düşündük. Bir hâkim dediğin ahlaklıdır, bir hâkim dediğin vicdanlıdır. ... Bu kadar saygısız bir grubun Yüksek Seçim Kurulunda kümelendiğini hiç düşünemedik. Ağır konuştuğumu biliyorum. Bu ağır konuşmayı onların hak ettiğini de çok iyi biliyorum. ... Orada kümelenen bir grup hâkimin cübbesi var, ilikleri var ve düğmeleri de var. Siyasi otoritenin önünde eğilen ve talimatla hareket eden kişiye hâkim denmez. Onlar olsa olsa toplumun en zavallı kişileridir. İradesiz kişilerdir.... Bir nohut kadar aklı varsa anlar. Bir daha söylüyorum nohut kadar akıl varsa bu maddeleri anlar'2017 tarihli TBMM CHP Grup toplantısında; '... Yüksek Seçim Kurulunda görev yapan 10 hâkîm yasalara uymamışlardır. Yasalara uymayıp eylem yapanlara, yasalara aykırı karar verenlere bizim hukukumuzda 'Çete' denir. Orada oturan, karar veren 10 yargıç, yargıç değil Yüksek Secim Kurulu'nun çetesini oluşturmaktadır.... Ben bir yerden emir alırım, bir tek adamdan emir alırım, oradan talimat alırım. Onun önünde iki büklüm eğilirim. Benim cüppemde ilik de var, düğme de var diyor. Ben hâkim değilim, ben çeteyim ve başımdaki kişi de çete reisim diyor. Senin çeteliğini göstereceğiz sana. Yargıç dediğin onurlu bir insandır; kimsenin önünde eğilmez; yasaları uygular, hukukun üstünlüğüne inanır. Gerdan kıran adama yargıç mı denir? Kanunları ben tanımam diyen insana yargıç mı denir? Birer çete mensubunun üyeleri olarak tarihe geçecek onlar. Birer çete mensubunun üyeleri olarak.'2017 tarihinde NTV televizyonunda katıldığı canlı yayında; '...O nedenle ben Yüksek Seçim Kurulunda bu kararı verenlere 'çete' diyorum. Yasalara aykırı olarak bir oluşum, bir grup bir araya gelir yasalara aykırı olarak karar verirler, onlara çete denir bizim hukukumuzda. ... Çalınan oy Yüksek Seçim Kurulunda çalındı, gasp edildi, milletin iradesi gasp edildi. ... Şaibeyi bulaştıran Yüksek Seçim Kurulunda konumlanmış bir grup çeteci. ...çete mensubu beyefendi diyor ki, 'hayır bunlar geçerlidir' Neye göre geçerlidir. ...Öbür taraftan çalınan oylar. Siz zaten çaldınız daha başka yere gitmeye gerek yok ki. O işi siz yaptınız.'2017 tarihinde BAB-I ALİ toplantısında: '...Yüksek Seçim Kuruluyla ilgili çok şeyler söyledim. Son kullandığım deyim 'çete' oldu. Bir yargı çetesi var orada. Eleştirdiler 'neden çete diyorsunuz' diye. Yasaya uygun davranmayan insanların bir araya gelip karar aldıkları süreç çete sürecidir zaten.'2017 tarihinde TBMM CHP Grup toplantısında; '...Hayır çıktığını görünce Yüksek Seçim Kurulundaki çete, bütün millete kumpas kurdu. Evet çete. Ben onlara 'çete' dedim diye suç duyurusunda bulunmuşlar. Sanıyorlar ki biz çekineceğiz, korkacağız vesaire. Kim olursanız olun, nereden gelirseniz gelin, yetkiniz ne olursa olsun bunun hesabını size soracağım! ...onurunu satan hâkime hâkim denilmez. kanunu satan adama hâkim denmez, şerefini satan insana hakim denmez. Kanunun açık hükmünü çiğneyeceksiniz, biz sesimizi çıkarmayacağız. Oturacaksınız koltuklarınıza, siyasi otoriteden talimat alacaksınız; talimat gereğini yerine getireceksiniz, gerdan kıracaksınız, iki büklüm eğileceksiniz. Egemenin karşısında iki büklüm eğilen adama hâkim denmez, onursuz adam denir. Şimdi kurdular ya çeteyi Yüksek Seçim Kurulunda... niye çete? Eğer bir grup insan bir araya gelir ve kanunsuz bir iş yaparsa onlara çete denir, bu kadar açık.' Davalı Yüksek Seçim Kurulu tarafından 16 Nisan 2017 günü yapılan referandum sırasında alınan 559 ve 560 no lu karar nedeniyle dava konusu edilen ifadeleri kullandığını açıklayarak ifadelerin eleştiri mahiyetinde olduğunu savunmaktadır. Davacı tarafından Yüksek Seçim Kurulu tarafından alınan 2017 tarihli 559 ve 560 no lu kararların bir sureti dosyaya ibraz edilmiş olup 559 no lu kararda, '1-Oylamada kullanılan evet mührü seçmenin iradesini yansıtan işaret niteliğinde olup kanunda yer alan mühürlerden biri yerine diğerinin kullanılmış olması seçmenin iradesini etkileyecek nitelikte görülmediğinden evet mührüyle mühürlenmiş oy pusulalarının da geçerli sayılmasına, 2- Oy pusulalarının sandık kurulu mührü ile mühürlenmesinin amacı, oylamada sahte oy pusulası kullanımını engellemek için olup, bu amacı gerçekleştirmeye yönelik mührün sandık kurulu tarafından sehven oy pusulasının ön yüzüne basılmış olması veya arka yüzüne basılmış olmakla birlikte mürekkep fazlalığı nedeniyle ön yüzüne yansımış olması, oy pusulasının geçersiz sayılmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden bu nitelikte olan oy pusulalarının geçerli sayılmasına' 560 no lu kararda ise 'Yüksek Seçim Kurulu tarafından gönderildiğinde şüphe bulunmayan hallerde sandık kurullarının hata veya ihmali sonucu mühürlenmeyen oy zarfı ve oy pusulası ile kullandırılan oyların geçerli kabul edilmesi gerektiği ile hata veya ihmali tespit edilen sandık kurulu başkan ve üyeleri hakkında ilgili seçim kurullarınca yasal gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulması gerektiğine oy birliği ile' karar verildiği görülmüştür. Kararın oy birliği ile alındığı, gerekçesinde sandık seçmen listesinde yazılı bulunan herkesin oy kullanma hakkı olup asıl olanın temel hakkın korunması olması gerektiği, hakkın kullanılması sırasında belirlenen usul kurallarının hakkın güvenli bir şekilde kullanılmasını temin eden araçlar olduğu, bireye tanınan hakkın güvenli bir şekilde kullanıldığının tespit edilmesi halinde hakkın kullanılmasının korunmasına yönelik bir araç olan usul hükümlerinden birine aykırılığın hakkın özünü kaldıracak şekilde yorumlanmasının mümkün olmadığının açıklandığı görülmektedir. Davalı, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun maddesinde 2010 yılında değişiklik yapıldığını ve '...üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan...zarflar geçersiz sayılır' hükmünün düzenlendiğini, bu haliyle mühürsüz oyların geçersiz sayılacağının açıkça Yasada düzenlenmiş olmasına rağmen alınan kararın hukuksuz olmasından dolayı dava konusu eleştirilerde bulunduğunu bildirmiş, bu durumu davacıya yönelik ifadelerine gerekçe olarak göstermiştir. 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 2010 yılında yapılan değişiklik ile yürürlükten kaldırılan maddesinde 'Aşağıda yazılı oy pusulaları muteber değildir.' denildikten sonra bendinde ' (Değişik bent: 10/06/1983 - 2839/47 md.) Arkasında sandık kurulu başkanlığının mühürü bulunmayan birleşik oy pusulaları,' hükmünün mevcut olduğu, 5980 sayılı Kanunun maddesi ile 08/04/2010 gününde anılan hükmün yürürlükten kaldırıldığı, yerine aynı Kanunun maddesi ile değiştirilen maddesinde '...Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan...birleşik oy pusulaları geçerli değildir...' hükmünün getirildiği görülmüştür. Dosya arasına ibraz edilmiş bulunan Yüksek Seçim Kurulunun 1984/272, 1994/334, 1989/350, 1994/680, 2004/935 sayılı kararlarının, karar tarihleri itibariyle yürürlükte bulunan 298 sayılı Kanunun maddesi yürürlükteyken alınmış, içerik olarak davacının başkanlığında alınan 559 ve 560 sayılı kararlar ile benzer mahiyette olduğu görülmüştür. Buna göre davalının ifadelerine dayanak olarak gösterdiği kararların Yüksek Seçim Kurulunun emsal içtihatlarına uygun olduğu değerlendirilmiştir. Davalı siyasi kimliği gereği seçmenlerinin kaygılarını dile getirebilmesi açısından ifade özgürlüğünden geniş şekilde faydalanma hakkına sahip olmakla birlikte, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma görevini üstlenmiş Yüksek Seçim Kurulu başkan ve üyelerine yönelik '...kalemini ve vicdanını satmayan adama hakim denir...onlarda vicdan olmadığı için onlar ahlak yoksunu oldukları için...hırsızlığın adresi başka bir yer olmuş...vicdanı olmayan bir hakim olmaz...ahlakı olmayan bir hakim olmaz...bu kadar saygısız bir grubun Yüksek Seçim Kurulunda kümelendiğini hiç düşünemedik...onlar olsa olsa toplumun en zavallı kişileridir. İradesiz kişileridir...bir nohut kadar aklı varsa anlar. Bir daha söylüyorum nohut kadar akıl varsa bu maddeleri anlar...Yüksek Seçim Kurulunda görev yapan 10 hakim yasalara uymamıştır...yasalara aykırı karar verenlere bizim hukukumuzda çete denir. Orada oturan karar veren 10 yargıç yargıç değil yüksek seçim kurulunun çetesini oluşturmaktadır...ben hakim değilim ben çeteyim ve başımdaki kişi de çete reisim diyor. Gerdan kıran adama yargıç mı denir? Birer çete mensubunun üyeleri olarak tarihe geçecek onlar birer çete mensubunun üyeleri olarak...yüksek seçim kurulunda bu kararı verenlere çete diyorum...çalınan oy yüksek seçim kurulunda çalındı, gasp edildi,,,şaibeyi bulaştıran yüksek seçim kurulunda konumlanmış bir grup çeteci...çete mensubu beyefendi diyor ki o işi siz yaptınız...son kullandığım deyim çete oldu. Bir yargı çetesi var orda...yüksek seçim kurulundaki çete bütün millete kumpas kurdu, evet çete ben onlara çete dedim diye suç duyurusunda bulunmuşlar...onurunu satan hakime hakim denmez kanunu satan adama hakim denmez, şerefini satan insana hakim denmez...gerdan kıracaksınız, iki büklüm eğileceksiniz. Egemen karşısında iki büklüm eğilen adama hakim denmez, onursuz adam denir. Şimdi kurdular ya çeteyi Yüksek Seçim Kurulunda...niye çete? Eğer bir grup insan bir araya gelir ve kanunsuz bir iş yaparsa onlara çete denir, bu kadar açık...Yüksek Seçim Kurulu içinde bir yargıç çetesi vardı. Bir kişi hariç çete bunlar...parlamentonun yetkileri gasp ediliyor çete değil de nedir bu?' biçimindeki ifadelerin Yüksek Seçim Kurulu tarafından alınan kararın içeriğine yönelik kamusal tartışmaya katkı sağlayan hukuki bir tartışma niteliğini taşımadığı, davalının, kurulu, bir başka anlatımla kurulu oluşturan seçilmiş kişileri 2017 tarihli konuşmasında 'ahlak yoksunu olmakla, kalemini ve vicdanını satmakla' 2017 tarihli konuşmasında bunların yanında 'hırsızlıkla, zavallı iradesiz olmakla ve nohut kadar aklı olmakla', 2017 tarihli konuşmasında bunların yanında 'çete kurmakla, gerdan kırmakla', 2017 tarihli konuşmasında tekraren 'çete kurmakla, çalmakla', 2017 tarihli ikinci konuşmasında tekraren 'bir yargı çetesi kurmakla', 2017 tarihli konuşmasında bunların yanında 'millete kumpas kurmakla, onurunu şerefini satmakla', 2017 tarihli konuşmasında bunların yanında 'parlamentodaki yetkileri gasp etmekle' itham ettiği, buna gerekçe olarak gösterdiği, 559 ve 560 no'lu kararların Yüksek Seçim Kurulunun 1984 yılından beri içtihatları ile benzer mahiyette olup hukuki bir gerekçeye sahip olduğu ve oybirliği ile alındığı, dolayısıyla davalının ağır ithamlarına dayanak teşkil eder bir maddi olgu olarak kabul edilemeyeceği gibi ithamların suç teşkil ettiği, değer yargısı olarak nitelendirilemeyeceği, dava konusu sözlerin Yüksek Seçim Kurulu’nun işlevine yönelik temelsiz ve ağır saldırı niteliğinde olduğu, Kurula yönelik toplumun görevini yerine getirme konusunda güvenini sarsıcı nitelikte olduğu, yargı sisteminin işleyişine ilişkin konuların kamusal menfaatler alanında kaldığı gözetildiğinde kamu menfaatinin yüksek hakim sıfatını taşıyan davacının kişisel itibarının korunmasından yana olduğu anlaşılmakla demokratik toplum yönünden davalının ifade özgürlüğüne sınırlama getirilmesini gerekli kılan nedenlerin bulunduğu kanaatine varılmıştır. Anayasa Mahkemesinin 2013/5298 Başvuru no'lu, 2015 günlü İlhan Cihaner (3) kararının 26 ve paragraflarında 'Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hakim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar. Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hakimler ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda bireylere, yargı sistemi ve ona dahil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir. Buna karşın kamu adına soruşturmaları yürüten Cumhuriyet savcılarının her türlü eleştirinin dışında olduğu da iddia edilemez' tespitlerinde bulunulmuştur. Davacının Yüksek Hakim sıfatı gereği davalının kendisini hedef alan ifadelerine cevap vermeyeceği, davalının yazılı ve görsel medya yoluyla geniş bir kitleye ulaşan ifadelerinden dolayı davacı hakimin mesleği gereği kamunun güvenine sahip olma gereğinin yanında kişisel şeref ve itibarına saldırıda bulunulduğu anlaşıldığından ilk derece mahkemesince yukarıda yazılı kişilik haklarını zedeleyici ifadeleri içermesinden dolayı her bir konuşma metni için uygun tutarda bir manevi tazminat ödetilmesi yerine davanın reddine karar verilmiş olması hukuka uygun görülmediğinden, davacı yanın istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-3 maddesi uyarınca kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.Talep edilen manevi tazminatın miktarına gelince; kişilik hakları saldırıya uğrayan kimse Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi hükmü uyarınca manevi tazminat adı altında bir miktar para ödetilmesini isteyebilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken aynı Kanunun maddesi uyarınca durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önünde tutmalıdır. Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hakimin hukuka ve hakkaniyete göre karar vereceği Türk Medeni Kanunu’nun maddesi hükmüdür. Bu kapsamda manevi tazminatın miktarı belirlenirken tarafların kusur oranı, sıfatı, statüsü, sosyal ve ekonomik durumları ile eylemin işleniş biçimi ve yöntemi dikkate alınmalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenler karar gerekçesinde objektif olarak gösterilmelidir. Manevi tazminat adı altında hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek nitelikte olmalı fakat bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmediği unutulmamalıdır. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.Somut olaya gelince, davalının siyasi kimliğinden dolayı dava konusu edilen açıklamalarının yazılı ve görsel medyada yayınlanarak geniş kitlelere ulaşması, birden fazla kez tekrar edilmiş olması, davacının yüksek hakim olarak kendisine yönelik isnatlara karşı cevap verme olanağına sahip olmaması, davacının başkanı olduğu Yüksek Seçim Kurulu’nun üstlendiği görevin önemi itibariyle temelsiz nitelikteki saldırının davacıya yönelik toplumsal güveni zedeleyici niteliğe haiz olması ile yukarıda açıklanan ilkeler dikkate alındığında, davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eden ifadeler nedeniyle manevi tazminat ödetilmesi gerekmekle birlikte manevi tazminatın bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararı tazmin amacı olmaması ve ölçülü olması gerektiği de değerlendirildiğinde, yukarıda yazılı davacının kişilik haklarını zedeleyici nitelikte görülen 2017 tarihli açıklamada yer alan ifadeler nedeniyle 5000 TL, 2017 tarihli ifadeler nedeniyle 000 TL, saldırının artarak ve tekraren devam ettiği 2017 tarihli ifadeler nedeniyle 000 TL, 2017 tarihli ifadeler nedeniyle 000 TL, 2017 tarihli ifadeler nedeniyle 000 TL, 2017 tarihli ifadeler nedeniyle 000 TL, 2017 tarihli ifadeler nedeniyle 000 TL manevi tazminatın haksız fiil tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizleri ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödetilmesine dair yeniden esas hakkında davanın kısmen kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmasına karar verilmiştir." Müşteki A. Tarafından Açılan Dava (2020/22116 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu) Olayların yaşandığı tarihte YSK üyesi olan müşteki A. tarafından açılan davada Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi davanın kısmen kabul, kısmen reddine karar vermiştir. Anılan karara karşı taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından derece mahkemesi kararı kaldırılarak başvurucu aleyhine her bir eylem yönünden ayrı ayrı olacak şekilde manevi tazminata kesin olarak hükmedilmiştir (karar gerekçesi için bkz. § 24). Müşteki İ.H. Tarafından Açılan Dava (2021/28600 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu) Olayların yaşandığı tarihte YSK üyesi olan müşteki İ.H. tarafından açılan davada Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi davanın kısmen kabul, kısmen reddine karar vermiştir. Anılan karara karşı taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından başvurucu aleyhine manevi tazminata kesin olarak hükmedilmiştir (karar gerekçesi için bkz. § 24). Müşteki Z.Y. Tarafından Açılan Dava (2021/31371 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu) Olayların yaşandığı tarihte YSK üyesi olan müşteki Z.Y. tarafından açılan davada Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi davanın kabulüne karar vermiştir. İstinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından derece mahkemesinin gerekçesi değiştirilerek başvurucu aleyhine manevi tazminata kesin olarak hükmedilmiştir (karar gerekçesi için bkz. § 24). Müşteki S.S. Tarafından Açılan Davalar (2021/11085- 2021/31372- 2021/46576 Numaralı Bireysel Başvurular Konusu) Olayların yaşandığı tarihte YSK üyesi olan müşteki S.S. tarafından açılan davalarda Ankara Asliye Hukuk Mahkemeleri davaların kısmen kabul, kısmen reddine karar vermiştir. Anılan kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından başvurucu aleyhine manevi tazminata kesin olarak hükmedilmiştir (karar gerekçesi için bkz. § 24). Müşteki Z.N.H. Tarafından Açılan Davalar (2021/28604 - 2021/46574 Numaralı Bireysel Başvurular Konusu) Olayların yaşandığı tarihte YSK üyesi olan müşteki Z.N.H. tarafından açılan davalarda Ankara Asliye Hukuk Mahkemeleri davaların kısmen kabul, kısmen reddine karar vermiştir. Anılan kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi tarafından başvurucu aleyhine manevi tazminata kesin olarak hükmedilmiştir (karar gerekçesi için bkz. § 24). A. Ulusal Hukuk Manevi Tazminat Talebinin Kanuni Dayanakları 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun "İlke" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” 4721 sayılı Kanun’un "Davalar" kenar başlıklı maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Davacının, maddî ve manevî tazminat...istemde bulunma hakkı saklıdır." 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun "Kişilik hakkının zedelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir." Milletvekilinin Yasama Sorumsuzluğuna İlişkin Hukuk Anayasa'nın "Yasama dokunulmazlığı" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:"Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar." Yargıtay, istikrarlı olarak yasama sorumsuzluğunun bulunduğu şartlarda başkalarının şahsiyet haklarına saldırı oluşturacak tarzda hakaret oluşturan sözler nedeniyle bir milletvekiline karşı manevi tazminat davası açılabileceğine ve bu tür tazminat talepleri nedeniyle yargılama yapılmasına yasama sorumsuzluğunun engel teşkil etmeyeceğine karar vermiştir:"Anayasa’nın maddesine göre TBMM üyeleri meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden ve bunları meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamaz iseler de; bu sorumsuzluk mutlak bir şekilde sınırsız değildir. Anayasa’nın bu ilkesinin kötüye kullanılıp kullanılmadığı değerlendirilirken özellikle (kamu yararı-kişisel yarar dengesinin) iyi kurulması gerekmektedir. Meclis üyesi, sırf kişisel kinini tatmin için bir başkasının kişilik değerlerine saldırı teşkil edecek eylemlerde bulunmuş ise dokunulmazlıktan yararlandırılamaz.Anayasanın maddesinde yer alan düzenlemenin amacı, meclis üyelerinin yasamaya ilişkin olan yetkisini daha özgürce kullanmasını ve bu doğrultudaki çalışmalarını güvence altına almaktır. Madde ile güvence altına alınan ve dokunulmazlığı sağlanan, salt yasama faaliyeti ile sınırlı olan eylemlerdir. Bu faaliyetin sınırı dışına çıkılması durumunda, dokunulmazlığın korunmasına yönelik amaç ortadan kalkar. Bunun sonucu olarak da, dokunulmazlığın varlığına ilişkin savunmaya itibar edilemez. Davalının, davacıya yönelik olarak 'satılmış adam' sözünü söylediği ileri sürülmüştür. Şu durumda, iddia olunduğu şekilde bir söz söylenip söylenmediğinin araştırılması ve sonucuna göre uyuşmazlığın esasının çözümlenmesi gerekir. Karar, açıklanan nedenle yerinde bulunmamış ve bozmayı gerektirmiştir." ( HD, E.2008/5670, K.2009/228, KT.12/1/ Milletvekillerinin Meclis çalışmaları sırasında kullandığı sözler nedeniyle aleyhlerine açılan tazminat davalarında ileri sürülen yasama sorumsuzluğu itirazlarının reddedildiği daha yakın tarihli Yargıtay kararları için bkz. HD, E.2014/16729, K.2015/14144, KT.3/12/2015; HD, E.2014/4418, K.2015/748, KT.22/1/2015; HD, E.2014/6283, K.2007/4541, KT.5/4/2007; HD, E.2010/7907, K.2011/7797, KT.4/7/2011). İlgili ulusal hukuk için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 24-28; Keleş Öztürk, B. No: 2014/15001, 27/12/2017, §§ 20- Seçim Yargısına İlişkin Hukuk 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un ve maddelerinin olay tarihinde yürürlükte olan hâliyle ilgili kısmı şöyledir:"Madde 98:...Sandık kurulunca verilen biçim ve renkte olmayan, üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan, tamamı yırtılmış olan, üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü dışında herhangi bir mühür, imza, yazı, parmak izi veya herhangi bir işaret bulunan zarflar geçersiz sayılır. Ancak, zarfın üzerinde, herhangi bir şekilde leke veya çizik olsa bile, bunun özel işaret koymak amacıyla yapıldığının kesin olarak anlaşılamaması halinde, bu zarflar geçerli sayılır.Madde 101:Aşağıda yazılı;... Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan, birleşik oy pusulaları geçerli değildir." 298 sayılı Kanun'un ve maddeleri, 13/3/2018 tarihli ve 7102 sayılı Kanun'un ve maddeleriyle aşağıda belirtilen şekilde yeniden düzenlenmiş olup ilgili kısmı şöyledir:"Madde 98:...Sandık kurulunca verilen biçim ve renkte olmayan, üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan, tamamı yırtılmış olan, üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü dışında herhangi bir mühür, imza, yazı, parmak izi veya herhangi bir işaret bulunan zarflar geçersiz sayılır. Ancak, üzerinde sandık kurulu mührü bulunmamasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Seçim Kurulu filigranı, amblemi ve ilçe seçim kurulu mührü bulunan zarflar ile üzerinde leke veya çizik bulunsa dahi bunun özel işaret koymak amacıyla yapıldığı kesin olarak anlaşılamayan zarflar geçerli sayılır.Madde 101:...Ancak aşağıdaki haller oy pusulalarını geçersiz kılmaz:… Yetkili seçim kurulları tarafından gönderilen ve Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Seçim Kurulu filigranı bulunan oy pusulalarının arkasının sandık kurullarının ihmaliyle mühürlenmemiş olması." Anayasa Değişikliği Halkoylamasında Sandık Kurullarının Oluşumu, Görev ve Yetkilerini Gösterir 135/I Sayılı Genelge'nin ilgili kısmı şöyledir:"Geçerli olmayan oy pusulaları MADDE 43- ...c) Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan,d) Hiçbir yerine “TERCİH” mührü basılmamış olan, birleşik oy pusulaları geçerli değildir."..."Sandığın açılması, zarfların sayılması, geçerli ve geçersiz oy zarflarının ayrılmasıMADDE 41- Bütün zarflar sayıldıktan sonra, geçerli olup olmaması yönünden aşağıdaki şekilde kontrol edilir. …c) Üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan, zarflar geçersiz sayılır."B. Uluslararası Hukuk AİHM; mevcut başvuruya benzer özellikleri olan Mustafa Erdoğan/Türkiye (B. No: 346/04 ve 39779/04, 27/5/2014) kararında, bir akademisyen olan başvurucunun yayımlandığı makalede dönemin Anayasa Mahkemesi üyelerine yönelik hakaret içerikli ifadeler kullandığı gerekçesiyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği yönündeki şikâyeti incelemiştir. AİHM, yargı mensuplarına yönelik kullanılan ifadelere ilişkin şu değerlendirmelerde bulunmuştur:"Davacıların kendilerini bilerek, siyasetçilerin her kelime ve eylemlerinin yakından incelenmesine izin verdiği ölçüde izin verdikleri ve dolayısıyla eylemlerinin eleştirilmesine gelince siyasetçilerle eşit muamele görmeleri gerektiği söylenemese dahi, resmi yetkileri dahilinde hareket eden hukukçuların yine de sıradan vatandaşlara kıyasla daha geniş kabul edilebilir eleştiri sınırlarına tabi olması gerekebilmektedir (örneğin bk. July ve SARL Libération / Fransa, no. 20893/03, § 74, AİHM 2008 ). Ancak aynı zamanda, Mahkeme, adaletin garantörü olarak hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir Devletin temel bir değeri olan ve görevlerini yerine getirmekte başarılı olabilmesi için kamu tarafından güvenilmesi gereken yargının toplumdaki özel rolünü pek çok kez vurgulamıştır. Dolayısıyla, özellikle de eleştirilen yargıçların kendilerini yanıt vermekten alıkoyan bir takdir görevine tabi oldukları göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu güveni esasen dayanaksız olan örseleyici saldırılardan korumak zorunlu olabilir (bk. yukarıda anılan Prager ve Oberschlick, § 34). AİHM; Pakdemirli/Türkiye (B. No: 35839/97, 22/2/2005) kararında, bir siyasetçi olan başvurucunun bir başka siyaset adamını küçük düşürücü ifadeler kullandığı gerekçesiyle fahiş tutarda tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine yönelik şu değerlendirmelerde bulunmuştur:i. AİHM, ilk derece mahkemesi hâkiminin tazminat miktarını belirlerken kullandığı “tarafların sosyo-ekonomik durumu” ölçütünün tarafların birbirlerine karşı durumları arasında bir denge sağlamak için değil mümkün olan en yüksek tazminat tutarını belirlemek için kullandığını tespit etmiştir. İlk derece mahkemesi; başvuranın toplumdaki yerini, eğitim seviyesi ile üniversite profesörü olarak statüsünü ve bir ceza davasında cezalandırılmamış olmasını başvurucunun onun aleyhine işleyen etkenler olarak ele almıştır. AİHM, kararın keyfî bir biçimde verilmiş olduğu görüntüsünü veren bir diğer kaygı verici unsurun da mahkemenin değerlendirmelerinde -davacının şahsiyetine yönelik zararı dikkate almayarak- Cumhurbaşkanı’nın statüsünü aşırı ölçüde koruması olduğunu belirtmiştir. ii. Sonuç olarak AİHM, derece mahkemelerinin tazminatı bir cezalandırma aracına dönüştürdükleri kanaatine ulaşmıştır. AİHM'e göre, verilen tazminat cezasının miktarı bu tür davalarda genellikle verilen tutarlarla ve söz konusu konuşmanın ağırlığıyla karşılaştırıldığında ulusal yasalarla gözetilen amaç ile makul bir orantılılık ilişkisi içinde değildir. AİHM, bu kadar büyük bir miktarda tazminat cezası verilmesinin “demokratik bir toplumda gerekli” olduğunun kabul edilemeyeceğine ve Sözleşme'nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Detaylı ilgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37; Kemal Kılıçdaroğlu (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018, §§ 27- | İfade özgürlüğü | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11406 | Başvuru, bir siyasi parti lideri olan başvurucunun çeşitli toplantılarda yaptığı eleştirel açıklamalardan dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. | 0 |
Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/6/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 2001 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığında subay sınıfında göreve başlamış; 2012 yılına kadar istihbarat kısım amiri olarak görev yapmıştır. Meslek içinde istihbarat ve istihbarata karşı koyma konulu birçok kurs ve eğitim almış; yüksek lisans eğitimi görmüştür. 2003 yılında evlenmiştir, eşi de Hava Kuvvetleri Komutanlığında subay sınıfında pilot yüzbaşı olarak görev yapmaktadır. 2010 yılında bir İnternet sitesinde başvurucu ve eşinin birbirini aldattığı yönünde görüntüler yer almış; başvurucu ve eşi, Sincan Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Sincan Cumhuriyet Başsavcılığınca olayın faillerinin bulunmasına yönelik olarak daimî arama kararı verilmiş olup soruşturma devam etmektedir. Başvurucu, aynı yıl içinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı yetkililerine söz konusu olayla ilgili olarak ifade vermiştir. Bundan sonra Hava Kuvvetleri Komutanlığına gelenisimsiz bir ihbar üzerine bazı askerî personel hakkında Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından istihbarata karşı koyma (İKK) zafiyeti konusunda idari tahkikat başlatılmıştır.Bu tahkikat kapsamında 2012 yılında İstihbarat Daire Başkanlığı tarafından aynı konuyla ilgili olarak başvurucunun yeniden ifadesi alınmıştır. Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulmuş belgelere göre ifade tutanaklarında, "ifadeyi alan" ve "ifadeyi yazan" kısmı ve ifadelerin bazı bölümleri karartılmıştır. Başvurucuya bugüne kadar nerelerde görev yaptığı, kimlerle kaldığı sorulmuş, ifade tutanağıyla kayıt altına alınmıştır. Ayrıca bugüne kadar İnternet aracılığıyla veya yüz yüze tanışmak suretiyle birlikte olduğu bayanların kimler olduğu ve bu bayanların içinden bilgi almaya çalışan olup olmadığı sorulmuştur. Bunun yanı sıra kendisine bazı görüntüler gösterilip bu görüntülerin kendisine ait olup olmadığı sorulmuştur. Başvurucunun imzalamış olduğu 23/3/2012 tarihli ifade tutanağında, eşi asker olan ve boşanma davası devam eden bir bayanla birkaç ay süren ilişki yaşadığını, bu bayanla İnternet üzerinden görüşmelerinin de olduğunu söylediği, ayrıca gösterilen görüntülerin kendisine ait olduğunu beyan ettiği belirtilmiştir. Tahkikat sonucunda hazırlanan istihbarat raporunda, bir İnternet sitesindebaşvurucunun üzerinde sadece iç çamaşırının bulunduğu görüntülerin yer aldığı, evli olduğu hâlde bir silah arkadaşının eşi ile cinsel ilişkiye girdiği, asker personelin göreve mahsus e-posta (intranet) hesabından bu ilişkiye dair mesajlar gönderdiğinin tespit edildiği belirtilmiştir. Raporda, başvurucunun davranışlarının TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamında olduğu belirtilerek hakkında TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmesi teklif edilmiştir.Bu teklif doğrultusunda başvurucu hakkında 7/11/2012 tarihinde, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun maddesi uyarınca TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Öte yandan başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ve kamuoyunda "askerî casusluk soruşturması" adıyla anılan soruşturma üzerine açılan kamu davasında sanık olarak yargılanmıştır. Başvurucu; İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2016 tarihli kararıyla isnat edilen suçları işlemediğinin sabit görüldüğü gerekçesiyle beraat etmiştir. Anılan karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 21/10/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu, TSK'dan ayırma kararına karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) iptal davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde; psikolojik baskı altında, yorma ve aldatma teknikleri kullanılarak ifadesinin alındığını, ifade tutanağını okumadan imzaladığını belirtmiştir. Başvurucu, bu ifade tutanağı ile outlook hesabından ele geçirilen iletilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilen deliller olduğunu, bu delillerin disiplin soruşturması dosyasına dâhil edilmesinde özel bir kasıt bulunduğunu ileri sürmüştür. Bunun yanı sıra başvurucu, çok sayıda takdir belgesinin ve başarılı çalışmaları olduğunu, hiçbir disiplin cezası bulunmadığını, özel yaşamına ait unsurların Kurum disiplin ve düzenini tehdit eden bir yönü bulunmadığını iddia etmiştir. AYİM, davalı idareye başvurucunun ifadesinin alınması esnasında sesli ve görüntülü kayıt yapılıp yapılmadığını sormuş ve varsa bu kayıtların gönderilmesini istemiştir. Davalı idare, söz konusu görüntü ve ses kaydının idari soruşturmanın ardından imha edilmesi nedeniyle gönderilemediğini bildirmiştir. AYİM, oybirliğiyle davayı reddetmiştir.AYİM'e göre başvurucuya isnat edilen davranışlar, TSK'nın itibarını sarsacak nitelikte ahlak dışı davranış kapsamındadır ve bu nedenle başvurucunun TSK'daki görevini devam ettirmesi olanaklı değildir. Ayrıca AYİM, başvurucunun ifadesinin usulsüz ve hukuka aykırı şartlarda alındığı iddialarını da reddetmiştir. AYİM kararında, başvurucunun ifadesinin ceza soruşturması kapsamında değil disiplin soruşturması çerçevesinde alındığı, iradesinin fesada uğratıldığına dair kanıt bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu karara karşı karar düzeltme istemi de reddedilmiştir. Nihai karar 23/5/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu vekili tarafından 18/6/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. A. Ulusal Hukuk926 sayılı Kanun’un işlem tarihinde yürürlükte olan maddesi, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun ve maddeleri, 27/12/1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Subay Sicil Yönetmeliği’nin işlem tarihinde yürürlükte olan “Disiplinsizlik ve ahlâkî durum nedeniyle ayırma” kenar başlıklı ve maddeleri.B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Özel hayata saygı hakkına kamumakamlarının keyfî bir şekilde müdahale etmelerinin önlenmesi, Sözleşme'nin maddesi ile sağlanan güvenceler kapsamında yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin özel hayata saygı hakkı kapsamında bulunan bir menfaate müdahale ettiğini tespit ettiğinde maddenin ikinci fıkrasında belirtilen koşulları incelemektedir. Buna göre kamu makamlarının müdahalesinin yasal bir dayanağı olup olmadığı, anılan fıkrada yer alan meşru amaçlara dayalı olup olmadığı, demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığı araştırılmaktadır (Dudgeon/Birleşik Krallık, B. No:7525/76, 22/10/1981, § 43; Olsson/İsveç No.1, B. No: 10465/83, 24/3/1988, § 59; De Souza Ribeiro/Fransa, B. No: 22689/07, 13/12/2012, § 77). Ayrıca AİHM kararlarına göre Sözleşme’nin maddesi açıkça usul şartları içermemekle birlikte anılan maddeyle güvence altına alınan haklardan etkili bir şekilde yararlanılabilmesi için müdahaleyi doğuran karar alma sürecinin, bu maddeyle korunan hak ve özgürlüklere gerekli saygıyı sağlayacak nitelikte ve adil olması gerekir. Bu şekildeki bir süreç, başvurucunun maddedeki haklarını -deliller ve kanıtlama konuları dâhil- adil şartlarda savunabileceği usule ilişkin etkili güvencelerden yararlandırılmasını gerektirir. AİHM'e göre bu şekildeki güvencelerin amacı maddede yer alan haklara keyfî şekilde müdahalede bulunulmasını önlemek, müdahalenin gerekçelendirilmesini sağlamaktır (Ciubotaru/Moldova, B. No: 27138/04, 27/4/2010, § 51; T.P. ve K./Birleşik Krallık, B. No: 28945/95, 10/5/2001, § 72). AİHM'e göre gerek negatif yükümlülükler gerekse pozitif yükümlülükler bakımından söz konusu usule ilişkin etkili güvencelerin sunulması gerekmektedir (Hokkanen/Finlandiya, B. No: 19823/92, 23/9/1994, §§ 55-58; Glaser/Birleşik Krallık, B. No: 32346/96, 19/9/2000, §§ 63-66; Bajrami/Arnavutluk, B. No: 35853/04, 12/12/2006, §§ 50-55; Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 9214/80, 28/5/1985, § 67). Gerek negatif yükümlülük alanındaki usule dair güvencelere örnek olması ve gerekse Anayasa Mahkemesi önündeki mevcut başvuruyla benzerlikler içermesi bakımından Smith ve Grady/Birleşik Krallık (B. No: 33985/96, 33986/96, 27/9/1999, § 30) kararı incelenmelidir. Bu davada başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetlerinde görevli personeldir ve eş cinsel olmaları nedeniyle görevlerine son verilmiştir. Başvuruculardan Bayan Smith hemşire olarak, Bay Grady ise pilot olarak görev yapmıştır. Görevden alınmaları işlemine karşı açtıkları davada verilen kararda, her ikisinin de sicil ve görev performansının mükemmel derecede olduğu, herhangi bir disiplinsizliklerinin bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucular Kraliyet Hava Kuvvetleri polisi (İstihbarata karşı koyma ve güvenliğin sağlanması konularında görevlidir.) tarafından sorgulanmışlardır. Bu sorgulama sırasında sorgulama yapılmasının amacı açıklanmış, eş cinsel olanların Silahlı Kuvvetlerde çalıştırılmayacağı yönündeki devlet politikası hatırlatılarak başvurucuların karşılaşacağı sonuçlar belirtilmiştir. Başvuruculara hiçbir şey söylemek zorunda olmadıkları ancak konuşmaları hâlinde söyleyecekleri şeylerin aleyhe delil olarak kullanılabileceği uyarısı yapılmıştır. Bunun yanı sıra başvurucuların talepleri üzerine avukatlarıyla görüşerek hukuki yardım almalarına müsaade edilmiştir. Bayan Smith'in sorgusu sırasında bir kadın soruşturmacı da görüşmelere katılmıştır. Ayrıca görüşmelere başlanmadan önce Bayan Smith'e bazı soruların utanmasına sebep olabileceği, eğer böyle hissederse bunu belirtebileceği hatırlatılmıştır. Bayan Smith sorgudan önce bir avukatla görüşmüş ve avukatı hiçbir şey söylememesi, bazı basit sorulara cevap verebileceği yönünde tavsiyede bulunmuştur. Bay Grady'nin talebi üzerine de avukatının ve yine Kraliyet Hava Kuvvetlerinde pilot olarak görev yapan bir personelin objektif gözlemci olarak sorgulama sürecine katılması sağlanmıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 14, 25, 26, 27). AİHM, her iki başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahalede bulunulduğu tespitini yapmıştır. AİHM, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken özel hayata saygı hakkının cinsellik ve mahremiyet hakkı gibi yönleri söz konusu olduğunda kamu makamlarının takdir yetkisinin daha dar tutulması gerektiğini, bu alanlara yönelik müdahaleler için özellikle ciddi nedenlerin varlığının şart olduğunu vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 88, 89; Dudgeon/Birleşik Krallık, § 52). AİHM, demokratik toplumda gereklilik unsuru yönünden müdahale için gösterilen gerekçeleri incelediği sırada her iki başvurucu yönünden sorgulama sürecinideğerlendirmiştir. AİHM'e göre sorgulama süreci son derece müdahaleci nitelikteydi. Başvurucuların özel hayatlarının en mahrem yönlerine, cinsel hayatlarına, aile ilişkilerine dair çok ayrıntılı sorular sorulmuştur. Sorgu tarzı oldukça saldırgan ve müdahalecidir. Hatta Hükûmet görüşünde de Bayan Smith'e sorulan üvey kızıyla cinsel ilişkisi olup olmadığı sorusunun savunulacak bir tarafı olmadığı belirtilmiştir (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, § 91). Ayrıca eş cinselliğin Silahlı Kuvvetlerden erken ayrılabilmek için bahane olarak kullanılıp kullanılmadığını anlamak amacıyla sorgulama yapıldığı belirtilmişse de söz konusu soruşturmaya kadar başvurucular cinsel yönelimlerini gizli tutmuşlardır ve görevden ayrılmak istemedikleri açıktır. Bu nedenle sorgulamanın devam ettirilmiş olmasının makul bir gerekçesi bulunmamaktadır. AİHM, Hükûmetin sorgulamanın devam ettirilmesiyle ilgili olarak ileri sürdüğü tıbbi riskler veya güvenlik riskleri, disiplinle ilgili sebeplerin de somut olayda mevcut olmadığını, bu yüzden başvurucuların cinsel yönelimlerini kabul etmelerine rağmen sorgu sürecinin devam ettirilmesi konusunda hükümetin ikna edici ve ciddi gerekçeler ortaya koyamadığını vurgulamıştır (Smith ve Grady/Birleşik Krallık, §§ 106-110). | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/9462 | Başvuru, ahlaki durum sebep gösterilerek Türk Silahlı Kuvvetlerinden TSK) ilişiğin kesilmesi işlemi nedeniyle özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının aynı tablonun (7) numaralı satırında yer alan 2019/40537 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle başvuru tarihi itibarıyla olaylar özetle şöyledir: Başvurucular farklı ceza infaz kurumlarında tutuklu veya hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucular, Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne başvurarak kapalı görüşlerin dinlenmesine ilişkin uygulamanın yasal dayanağının bildirilmesini talep etmiştir. Bazı Ceza İnfaz Kurumları, bu uygulamanın mevzuata uygun olduğu yönünde cevap vermiştir. Bir kısım Ceza İnfaz Kurumu ise cevap vermemiştir. Başvurucular kapalı görüşler için ayrılan camlı bölmelerde telefonla yapılan görüşmelerin dinlenmesinin ve kayda alınmasının ilgili mevzuata aykırı olduğunu iddia ederek uygulamanın kaldırılması için İnfaz Hâkimliklerine şikâyette bulunmuştur. İnfaz Hâkimlikleri şikâyetleri reddetmiştir. Karar gerekçelerinde; söz konusu uygulamanın 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesine dayandığı, bu uygulamanın kurum güvenliği için gerekli olduğu belirtilerek idarenin tesis ettiği işlemde hukuka aykırılık görülmediği vurgulanmıştır. Bir kısım İnfaz Hâkimliği gerekçesinde ise anılan gerekçelerden farklı olarak 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin dördüncü fıkrasına göre hükümlülerin yakınları ile yaptığı telefon görüşmelerinin idare tarafından dinleneceğinin ve elektronik aletler ile kayda alınacağının düzenlendiği ifade edilmiştir. Başvurucuların itirazları ağır ceza mahkemeleri tarafından reddedilmiştir. İlgili hukuk (ulusal mevzuat, uluslararası düzenlemeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları) için bkz. Eşref Köse, B. No: 2017/38098, 3/6/2020, §§ 19- | Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/40537 | Başvuru, kapalı görüşün dinlenmesi ve kayda alınması nedeniyle haberleşme hürriyeti ile özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. | 1 |
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilir olduğuna, esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, suç örgütüne üye olmak ve hırsızlık suçlarına ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında 13/12/2007 tarihinde gözaltına alınmış; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 30/1/2008 tarihli iddianamesiyle başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinin 4/2/2008 tarihli yetkisizlik kararı üzerine yargılamaya Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. Mahkemece 24/12/2014 tarihinde başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Başvurucu yönünden temyiz edilmeyen karar kesinleşmiştir. | Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı) | https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12089 | Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. | 1 |
Subsets and Splits
No saved queries yet
Save your SQL queries to embed, download, and access them later. Queries will appear here once saved.